ISLAM`DA AILE ve ÇOCUK TERBIYESI (II)

advertisement
ll
"
ISLAM'DA
•
AILE ve ÇOCUK
•
•
TERBIYESI (II)
o
İstanbul2005
{Qj
~
ENSAR NEŞRİYAT
Ticaret Anonim Şirketi
© Tebliğierin muhteva ve dil bakımından sorumluluklan tebliğ sahibine, telif haklan
İSAV'a eserin her türlü basım hakkı anlaşmalı olarak Ensar Neşriyat'a aittir
ISBN : 975-6794-39-9
İslami İlimler Araşhrrna Vakfı
Tarhşmalı İlmi Toplanhlar Dizisi: 18
Kitabın Adı
İslam' da Aile ve Çocuk Terbiyesi (Il)
Yayma Hazrrlayanlar
Dr. İsmail Kurt
Seyit Ali Tüz
Editör
Prof. Dr. İbrahim Canan
Dizgi- Mizanpaj
Ensar Neşriyat
Kapak Tasanm
Kenan Ağırman
Baskı
Karmat
2. Basım
Nisan 2005
İsterne Adresi
Ensar Neşriyat Tic. A.Ş.
Süleymaniye Cad. No: 13 Süleymaniye 1İstanbul
Tel : (0212) 513 43 41 - 513 03 09
Faks : (0212) 522 46 02
www .ensarnesriya t.com
KUR'AN'DA ve
BAZI ÇAGDAŞ TELAKKİLERDE İNSAN
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUREVLERi
Yrd. Doç. Dr. Nasnıllalı HACIMÜFTÜOGLU
Atatiirk Üniversitesi İlalıiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
İnsanoğlu için çok önem taşıyan iki kaçınılmaz "netice" vardır: Birisi
yaşlılık, diğeri
de ölümdür.
Yaşhlık,
uzun ömür mukadder ise varılabilen bir neticedir. Lakin diğe­
rinin yaşı ve zamanı yoktur. Mademki her insan uzun yaşama arzusuna sahiptir ve mademki kaçınılmaz bir ölüm neticesiyle karşı karşıyadır; öyle ise
imkanlar elde iken bu iki neticeye tedarikli olmak lazımdır. "O -Allah-, hangüzizin daha güzel davrmıacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O,
mutlak galiptir, çok bağışlayzcıdır" (Mülk, 67/2).
Demek ki hayat, anlamsız bir var oluş olmadığı gibi; ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş da değildir. Aksine hayat, bir hayırlı faaliyetler alanı,
ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebed1 varlık sahasınageçiş
sağlayan bir dönüm noktası ve Peygamber (s.a.v)'in de belirttiği gibi, bir
uyarıcıdır.
Kimileri yaşlıhğı, "fizik! ve ruh! çöküş" olarak tarif ederler. '1Fizik1" çöküş şıkkına katılırız. Çünkü maZı muhal olduğundan, yaşlılığı fiziki olarak
gençlikle değiştirmek mümkün değildir. Fakat "ruh!" çöküşe katılmıyoruz;
İSLAM'DAAİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
304
çünkü ruhun özünde ve cevherinde, bedene sirayet ettiği andan itibaren onu
terk edene kadar bir değişikliğin olması düşünülemez. Ancak umduğu ve
beklediği çevreyi, ilgi ve değeri, mahiyetiyle mütenasip potayı bulamayınca
üzülür. Öyle görüyoruz ki, günümüzde bu ruh! ıztırap, yaşlılardan çok gençIerde görülen bir durumdur. Fizik! yapıya müteallik beyin hücrelerinin zayıflamaması ve tabipierin demons (bunama) dedikleri rahatsızlık or-taya
çıkmaması halinde insan, özellikle müslüman "kocadıkça" koç olur. En isabetli kararların, tecrübeli yaşlılar tarafından alındığı unutulmamalıdır. İslam!
savaş gelerieklerinde, fizik! çöküntüye maruz kalan yaşlıların öldürülmeyeceği; fakat düşmana görüş, tecrübe ve strateji desteği veren yaşlıların öldürülebileceği hükmünün yer alması, bu düşünceyi doğrular mahiyettedir,
Öyle inanıyoruz ki, yaşlılıktaki fizik ve ruh bağlantısını, Hz. Zekeriya
dilinden en tatmin edici biçimde Kur'an-ı Kerim bildirmektedir:
"Hani O -Zekeriya-, gizli ve cılız bir sesle Rabbi'ne niyaz etmişti: Rabbim, dedi;
benim kendimde kemik yıp:·mıdı, zayıfladı, baş bembeyaz alev aldı. Ve ben Rabbim
saııa (ettiğim) dua sayesinde bedbaht olmadım." (Meryem, 19/3-4).
(a.s.)'nın
Burada "nidii-i hafi", "ve/ın-i aznı" ve "işt'iil-i re's"; yani cılız ve cansız
ses, iskelet zayıflaması ve saç ağarması, tam bir "fiziki" çöküşü ifade ederken; samimi "dua" ilişkisiyle, hiç de yaşlanmıyan bir ruh tazeliği sergilenmektedir.
Bu fizik!
çöküşle orantılı
olamayan talep ne idi bir görelim:
"Doğrusu
ben, arkamda iş başına geçecek olmılardan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafmdaıı bana bir veli (oğul) ver ki o bana ve Yakiib hmıedanıııa varis olsun. Rabbim,
onu rızaııa Iliyık kıl." (Meryem, 19/5-6). "Hani Zekeriya şöyle niyaz etmişti:
Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen varisierin hayırlısısııı (her şey sonunda senindir)"
(el-Enbiya, 21/89).
Müfessirlerin beyanına göre Hz. Zekeriya bu talepleri yaptığındc;ı kendisi 100, hanımı da 99 yaşlarında idi. H~. Zekeriya fiziki engelleri hep
sıralıyor, kendi yaşlılığını, hanımının kısıriığ·inı dile getiriyor. Ama kemal-i
edeple, eskimeyen bir fıtrl ve ruh! isteği de ortaya koymaktan geri
durmuyor. Kendisini yalnızlıktan kurtaracak AI-i Yakub'u devam ettirecek
evlat istiyor. Bütün ruh! samirniyetle Rabbi'ne yalvaran yaşlının duasını Allah kabul etmez mi? Hele de peygamber ve samimi bir mi.i'min ise. "Biz oııım
dııasıııı kabul ettik ve O'ııa Yahya'yı verdik; cşi11i de kendisi için (çocuk do,~ımnaya)
elverişli kıldık" (el-Enbiya,_ 21/90).
AİLE, YAŞLİLIK ve HUZUR EVLERİ
305
Hz. Zekeriya muradına erdi. AlHıh'ıiı. Yahya adihı koyduğu, anababasına muti bir evlat sahibi oldu. "Yahya, mıa-.babasıniı iyilik ederdi; isyaııkar,
dik kafalı değildi" (Meryem, 19/14).
Babamız İbrahim (s.a.v)'ih mübarek beldesinde yaşlılığı tartışırken;
O'nun yaşlanmaya
rekmekh{dir:
nasıl baktığına
bir cümle ile dahi olsa yer verinemiz ge-
İmam Malik der ki: Ademoğullarından saç ve sakalında ilk aklığı gören
Hz. İbrahim' dir. Görlin ce biraz garip katşılamiş ve:
- Rabbim! Bu nedir? diye sormuş. Allah:
- Vakardır,
demiş ..
- Öyle ise vakarımı artır, diye niyazda bulunmuş. Bu duygu ve düşünceler içinde insanı, insan olarak değerlendirebilmemiz için tebliğimizi üç
kısımda ele almayı uygun gördük.
Birinci kısımda İslam'ın insana bakış ve değerlendirmesi ile; çağdaşlık
ve öğretime musaHat olan, insanı tahkir ve tcızyif eden
birtakım görüş ve nazariyeler dile getirildi.
.adı altında eğitim
İkinci kısımda aileyi hazırlayan amiller, ailevi bağlılık, aile huzursuzluğunu hazırlayan
sebepler, çocuk ve aile terbiyesinde yaşlıların yeri ve rolü,
aile biçimleri, İslam! aile bireyleri arasında entegrasyonu meydana getiren
hüküm ve tavsiyeler sergilendi.
Üçüncü kısımda, ülkemizde yaşlılara yönelik sosyal gelişmelere; huzurevi, dinlenme ve bakımevlerine; faaliyetlerine, gaye ve hedeflerine,
meşruiliklerine; huzurevi sakinlerinin tatminsizliklerine ve alternatif tedbirlere yer verilmiştir.
1. KlSlM
İslam ve Bazı Çağdaş Telakkilere Göre insan
Müslüman mütefekkirler insanoğlunun üstünlüğünü, her şeyden önce
sarih iradesine bağlamışlardır. O yüce irade ki ademoğlunu yeryüzündeki öz halifesi (sözcüsü, temsilcisi) mertebesine yükseltınek için kulları­
nı, diğer varlıklardan üstün ve hiçbirine benzemez olarak yaratmıştır. Bir
yerde Kur'an-ı Kerim "Sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? diyorsa da; başka
bir yerde onu, bir avuç çamurla Allah'ın nefhasından (ruh üflemesinden)
mürekkep komplike bir varlık olarak tanıtmıştır.
Allah'ın
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
306
O, ilah değildir; çünkü ilah! bir mahluk ve halifedir.
O, melek veya şeytan değildir; çünkü bedeni cihetiyle
didir ve ayrıca şeytanla rakiptir. ·
O, hayvan
O,
değildir,
"insandır"
topraktır,
mad-
çünkü ruhu cihetiyle ulvi ve manev!dir.
ve madde ile mananın bir sentezidir.
Onun insanlığı, ruhun ana rahmindeki birkaç santim ve birkaç gramlık
vücuduna intikal ettiği andan itibaren başlar ve musalla taşına kadar devam
eder. Ölüsü de en yüksek ta'zim ve tebcile şayandır. O, çocuk olsun, yaşlı
olsun, üretici olsun, tüketici olsun her pozisyon ve platformda yaratıkların
en şereflisidir.
Hür ve günahsız olarak doğar. Mü'min ve Müslim olarak 80'ini devirince, çocukluk dönemi günahsızlığına döner.
İnsan hakkındaki bu temel inançlara kopmaz bağlılıklarının neticesidir
ki Müslüman fikir
adamları,
kainat
bütünlüğünde
tekamül prensibinin geçerliliğini tanımış olmalarına rağmen, Batı düşünce aleminde görüldüğü
gibi, insanın hayvandan türediği nazariyesinin kirli ve yıkıcı mahiyetine, tek
kırıntı olarak bile kafalarında yer vermemişlerdir.
Kur'an İnsanı Nasıl Tanıhyor?
1) İnsan, Allah' ın, emir ve yasaklarını tebliğ ve infaza memur hallfesidir: "Hatırla ki: Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife (bana nıuhatap bir
mahlılk, fidem) yaratacağım dedi. Onlar, Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis
edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılı­
yorsım? dediler. Allah da onlara Sizin bilemeyeceğinizi lıerlıalde ben bilirim dedi"
(el-Bakara, 2/3).
2) Onu, ta baştan yaratıkların en bilgilisi olarak yaratmıştır. Eşyanın hakikatini, özünü ve mahiyetini öğretmiştir. ~izik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi ve benzeri tüm tabi! ilimlerle mücehhez olarak yaratılmıştır. Bu ilmi
üstünlük, ona melekleri eğdirmiştir: "Alla/ı Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra
onları önce meleklere arzedip 'Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini
bana bildirin dedi. Melekler: 'Yfi Rab! Seni ııoksan sıfatıardan tenzih ederiz, senin
bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur. Şiiplıesiz filim ve hfikim olan ancak sensin' dediler. (Buııım üzerine) 'Ey Ademi Eşyaımı isimlerini meleklere anlat' dedi.
Adem onların isimleriııi onlara anlatınca: 'Ben size, muhakkak semavfit ve arzda
AİLE, YAŞLıLIK ve HUZUR EVLERi
307
görülmeyenleri (aralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık. yapmakta
olduklarınızı da bilirim, dememiş miydiln?' dedi. Hani biz meleklere (ve cinlere):
Adem 'e secde edin, denıiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük ·
tasladı, böylece kiifirlerden oldu" (el-Bakara, 2/30-34). "Onu tamamlayıp, içine de
ruhumdmı üfiirdüğüın zammı, derhal ona secdeye kapanın!" (Sad, 38/34).
~
3) Onu iş yapmaya kadir, aralarını
keramet ve üstün şerefle mümtaz kılmış,
muhassar- etmiştir.
mütena~ip,
diğer
tüm
güzel ve
hoş yaratmış,
yaratıkları
emrine ram -
"Biz insam en güzel biçimde yarattık" (et-Tin, 95/3).
"0, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara, 2/29)
"Yeri sizin için yerleşim alam, göğü de bir bina kılan, size şekil verip de şekli­
nizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklmıdırmı Allah'tır. İşte Allah, sizin
Rabbinizdir. Alemierin Rabbi Alla/ı, yücelerden yücedir" (el-Mü'min, 40/64).
": .. izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri enırinize verdi; ııehirleri de sizin (yararlanmamz) için akıttı" (İbrahim, 14/32).
"0, geceyi, giindüzü,
"Allalı'ııı
ni, nimetlerini
man, 31/20).
güneşi
ve ayı sizinhizmetinize verdi" (en-Nahl, 16/2).
göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emriııize verdiği­
ve gizli olarak size bolca ilısan ettiğini gönnediniz mi?" (Lo k-
açık
"Görmedin mi, Alla/ı, yerdeki eşyayı ve emri
sizin hizmetinize verdi ..." (el-Hac, 22/65).
"Allah o (yüce)
uyarınca
denizde yüzen gemileri
varlıktır
verdiği nzkı aramdnız
ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzınesi ve lütfedip
için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir"
(el-Casiye, 45/12).
"Biz, lıakikateıı insanoğlunu şan ve şeref salıibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vaile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları,
yarattıklarınıızın birçoğundan cidden üstün kıldık" (el-İsra, 18/70).
sıtaları
"O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten
su in direrek onunla, size besin olsım diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı" (elBakara, 2/22).
"Gökten suyu indiren ·O'dur. Ondan hem size içecek vardır, lı em de lıayvanla­
rıııızı otla.tacağıııız bitkiler. (Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytin/er, lzımııa­
lar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir" (en-Nahl, 16/10-11).
308
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
"De ki:Allalı'ııı kullan için yarattığı süsü ve temiz nzıkları kim
(el-A'raf, 7/32).
4) Onu, kendisine kulluk etsin, diye
yaratmış
ve
haranı kıldı?"
insanlığını kulluğuyla
orantılı kılmıştır. İnsanın kemalini ibadete bağlamıştır:
"Ben cinleri ve
insmıları,
dmı nzık istemiyonmı.
ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlarBeni doyurmalarım da istemiyorum" (ez-Zariyat, 51/56-
57).
"Halbuki onlara ancak dini yalnız O'na has kılarak ve hanif/er olarak Allah'a
kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vemzeleri emroiumnuştu. Sağlam din de
budur" (el-Beyyine 98/5/).
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini
mi smzıyorsım? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktır­
lar".(el-Furkan, 25/33).
"Şüphesiz Allah katmda
sizlerdir" (el-Enfal, 8/22).
hayvaıiların
en kötüsü,
düşünmeyen sağırlar
ve dil-
"Rahnımı Kur'fin'ı öğretti. İnsaııı yarattı. Ona açıklanıayı öğz-etti" (erRahman, 55/1-3). (Bu son ayette "Kur'an", "insan" ve "beyan" kelimelerinin
dizilişine baktığımızda önce Kur'an zikredilmiştir. Oysa ilk planda "Allah
insanı yarattı; ona konuşmayı ve Kur'an'ı öğretti" tarzında olması akla gel- ·
mektedir. Öyleyse, Kur'an'ın ilk başta zikredilmesi, insanın ancak O'na inanmakla kamil insan olabileceğini vurgulamaktadır).
5) Onu birçok imkanla mücehhez kılmış; hilafet görevini yüklem"ekle
aynı zamanda ona emaneti ve arzın J:mar ve inşasını da yüklemiştir:
"Biz emmıeti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler (sorumluluğımdaıı) korkhtlar. Onu insan yüklendi" (el-Ahzab, 33/72).
"Seınud kavnıine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavnıim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tmmmz yoktur. O sizi yerden (topraktan)
yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe
edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakıııdır, (dualarını) kabul edeııdir" (Hud,
11/61).
"Biz, insmılamı hangisinin daha güzel amel edeceğini d(meyclim diye yeı~JÜ­
ziindeki her şeyi diiııymıııı kendine malısus bir ziJieti yaptık" (ei-Kehf, 18/7).
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
309
her ikisini aynı orijinden yarattığını; yakınlara iyi davranmalarını, üstünlük iddialannda bulunulmamasını söylüyor: "Ey insanlar!
Sizi bir tek nefistell yaratan ve ol!dan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve
kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakııım. Adını kullanarak birbirinizden dilekte
bulımduğımuz AiZalı'tan ve akrabalık haklarına riayetsiziikten de sakının. Şüphesiz
Allah !rizin üzerinizde gözetleyjcidir" (en-Nisa, 4/1).
6)
Kadın-erkek,
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle
tamşmaııız için sizi kavimZere ve kabileZere ayırdık" (el-Hucurat, 49/13).
İslam insanı o kadar ulv1 makamlara yükseltiyor ki, hiçbir beşeri düşüncede
bu mertebenin kırıntısına bile rastlanamaz.
Allah yarattığı bu varlığı çok sevdiğini ve O'na inananların da O'nu çok
sevdiğini beyan ediyor. Allah ile kullar arasındaki bu sevginin zayıflaması,
aileler ve diğer insanlar arasındaki münasebetlerin kopmasına yol açıyor.
Eski Yunan tanrılarının sürekli insanlarla kavgalı olmaları, sanki günümüz
insanları arasındaki aHikayı çok derinden etkilediği izlenimini veriyor.
İnsanı Küçük Düşüren Görüşler ve Bazı Gelişmeler·
Pekiyi, Allah'ın bu kadar övüp sevdiği bu insanı, oturduğu şeref kürsüsünden alaşağı eden hangi zihniyettir ki, yavrusu istenmiyor; bazı hallerde
katiediliyor ve yaşiısı da bir kenara itilerek ölüme terk ediliyor. Biraz işin bu
cihetine göz atalım. ·
ile 20. yüzyıl başlannda ortaya çıkan ve insanın tüm
değerlerini ayaklar altına almak suretiyle onu şahsiyetsiz ve kimliksiz t-:~
hale sokan bir takım muğfil nazariyelere ve sahiplerine işaret etmemiz icap
etmektedir.
19.
yüzyıl sonları
Charles Darwin' e Göre İnsan:
1809-1882 yıllan arasında yaşayan biyoloji hacası İngiliz Darwin, canlı
türlerin ayrı ayrı yaratılarak değil, ortak bir kaynaktan tekamül ederek meydana geldiğini ileri sürer.
Bu nazariyenin özeti
türleri, eksiksiz bir Tmırı pliiıııllm bağımsız eserleri olarak yaratek lıiicreli lıayvmıdmı başlayarak basamak basamak tekiinıiii ettiren asıl faktör, YAŞAMA KA VGASJ'dır. Yaşama~ isteyen canlılar çok, fakat
yaşama imldi11ları kıt ve smırlıdır. Bıma göre ~ncak çevrenin haşin şartlarına karşı
"Biitiin
canlı
şudur:
tılmış değildir. Canlıları
""- ....
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
·310
direııebilen, keııdisi
gibi yaşamak isteyeıı diğer cmzlz rakiplerini alt edebilen, hayatta
kalmaya lfiyzk olduğunu her anıanszz mücadelede baskm çıkarak ortaya kayabilen
seçkin ve dayanıklı canlılar yaşayabilmektedirler".
Güçlünün zayıfı yiyerek yaşama hakkı kazandığını belirten bu insafsız
yarışa Darwin "Tabii Ayıklama Kanunu" (Naturel selection) demektedir.
Buna göre insanoğlu da bu .çetin ayıklama
türlerinden ayrışarak meydana çıkmıştır.
işlemi
sonunda
diğer
hayvan
Tilrlerin Kaynağı ve İnsanııı Menşei adlı eserleriyle Darwin, müthiş ve o
güne kadar işitilenlerin hiçbiri ile kıyaslanamaz, gök gürültüsü çapında bir
iddia ile geliyor ve bütün dünyaya net ve açık bir biçimde "insanin aslı hayvandır" hükmünü dekiare ederek insanı "kutsllik" zırhından soyuyor, seçkinlik ve üstünlük rütbelerini sökerek bu şerefli yaratığı hayvanla aynı kazı­
ğa bağlıyordu.
Kilise'nin Darwin'i "kafir" ilan etmesi, önceleri gelişim hızını biraz
de, bir zaman sonra Batı toplumunun Darwin'in tarafına kayması,
yani baskıcı Kilise'ye karşı bir cephede yer alması, Darwin'in galibiyeti ile
sonuçlandı. Darwin'e gürültülü alkışlar tutuldu; Kilise'nin zalim otoritesini
kökünden yıkmak için ellerine verdiği sözüm ona "müspet ilim" siH1hından
'ötürü ona minnet ve şükran belirtildi. Yeni nazariyenin adı "tekamül" oldu
ve ilim adamları bu işin bayraktarlığını yapınağa başladı, arkadan yığın yı­
ğın halk tabakaları yürüdü.
kesmişse
Böbürlenerek söylenen, aslında insanı yerin dibine sokan iddianın özü
idi: Hayat hadisesi tek hü.creden başlayarak basamak basamak başkalaştıktan
sonra girift bünyeli ve en mütekfi.mil varlık olan insan sajhasına ulaşıyor. Bizzat
insan ferdinin kendisi de tekfi.mül zincirinin bir önceki halkasında hayvan olarak
gelişimini yürüterek insan benzeri bir hayvan (bir maymun türü) kılığına bürünüyor; arkasından hayvan azmanı bir beşer lıüviyetine giriyor. Derken kim bilir kaç
yüzyıl mağaralarda domuz eti ve iaşeler yiye yiye bugün bildiğimiz görünüşu
şünü kazanıyor.
Bu denli alçaltılan insanoğlunun gencinde ne değer kaldı.ki, bunun yaş­
bir kıyınet aransın.
bsında
Hıristiyan
olan Darwin'in insanı hiçe indiren bu evrim teorisi, Yahudiler tarafından fazlasıyla hüsn-i kabul gördü. Bu ıı·kın çağımızda en meşhur
üç siması; Karl Marks, Sigmund Freud ve Emi! Durkheinı Avrupa'nın dolayısıyla da hemen hemen tüm dünyanın iktisadi, sosyolojik ve psikolojik
AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ
alanlarındaki
tüler.1
ilm!
çalışmalarını
tekamül felsefesinin
rayları
311
üzerinde yürüt-
·
Fikir hayatının üç ayrı köşe başını tutan bu Yahudi üçlüsü, ayrı ayrı yollardan giderek, birçok prensipte aynı noktalarda buluştular. Bir defa her üçü
de Darwin'in insanın HAYVAN ve MADDE köküne dayandığını ileri süren
tezint araştırmalarının her satırında kılavuz fikir diye benimsediler.
Marks'a (1818-1883) Göre İnsan
Buna göre insan, ezell hak ve adalet için değil, ancak yemek için koşar
ve çırpınır. İnsanoğlu inançsız, ilkesiz, idealsiz ve duygusuz yaratıktır. Sırf
midesinin dayması için yaşayan hayvandır. Onu iki tarafa koşturan başka
sebepler değil, sadece maddi yapısından fış~ıran yiyecek arama duygusudur. O (İnsan), her ne kadar faydasız "hak" ve "adalet" arkasından koşsa da,
madde ve iktisat kanuniarına mahkumdur. Din, ahlak ve gelenekler; zatı ile
kaim asli kıymetler değil, sadece cemiyette meydana gelen iktisadr ve içtimar
durumların bir yansımasıdır.
Önceleri ismine "İNSAN" denen sabit yapılı bir varlık yoktu. İnsan karakter ve içgüdüleri de mevcut değildi. İnsanın maddi ve manev! yapısına
Yeni Darwincilik (Neo-Darwinizm)'de ağababasına bağlı kalarak tekamül fikrine inanı­
yor, fakat insanın hayvandan türediğini ve madde yığınından ibaret olduğunu kesinlikle
reddediyor. Bu görüş biyolojik ve psikolojik yönden insanın diğer canlılar arasında apayrı ve başlı başına bir örnek olduğu; hiçbir gelişme zincirinin halkası olarak ortaya çıkı­
vermiş bir türedi olmadığı; kendine mahsus insanlık temeli üzerinde tekamül gösterdiği;
hayvanlık tabanının bilmem hangi basamağından hareket ederek bugünkü hüviyetine
büriinmüş olmadığı kanaatindedir.
Ancak yeni Darwincilik insanın itibarını iade etme gayreti gösteriyorsa da, orijinal
Darwinizm'in tasallutunu henüz kırabilmiş değildir. Bu gerçeği, Neo-Darwinizm'in ileri
gelen alimlerinden Julian Huxley (Culyan Haksli) Modem Dünyada İnsan adlı eserinde Şu
sözleriyle dile getirmektedir:
Danııiıı nazariyesinden sonra insmıoğlu, asluıııı hayvandmı geldiği diişiincesinden kendini bir
tiirlii kurtaramamıştır G.Huxley, Man in The Modem World).
Neo-Darwinizm'in bu sözcüsü, aslında Darwin'den farklı düşürunüyor ve şöyle diyor:
"Bımdmı önceki yiizyıllarda insaııoğlu, olup biten lıer şeyin sorumlııluğımu, kimliği belirsiz ve
mukaddes bir tabialiisi ii varlığa yüklemek alışkmılığında idi. Böyle olunca problemler dalıa içinden çıkılmaz bir esrar perdesine biiriiniiyordıı. Oysa insanoğlu, artık eskilerinlıatalı ve tembel yo-.
lım da gitmemeye karar/ıdır. Çiinkii varlık iiieminin sırları lıakkıııda zengin bilgi ve görgii hazinesinin salıibi olmayı başarmıştır".
Bu cümlelerin manası şudur:
Eski zamanlarda "Allah'ın ortaksız iradesine" dayandırılan tüm varlıklar, günümi.izün
insanı üzerine alınmalı. "Külli irade" nin fonksiyonu zihinlerden silinmelidir.
İSLAM'DA A,İLE v~ ÇQCUI( TER,Bİ);'ESİ SEMPOZYUMU (Il)
31?
dahil her parça değişmeye elverişlidir. F~rd'i, içtimal ve cins!
kiyet, ev~enrne, aile ... her şeyi; evet her şeyi çleğişebilir.
alakalcırı, mü.l~
iç:tima1, siyası ve ınanevi hayat tezahürlerine genel ve karakteristik çizgiler ile belirleyen ana faktör, madde hayatında geçerli olan üretim tarzıdır.
Marksist anlayışa göre insanın "asli" ve "çleğişmez" bir yapı tabanı yoktur.
İnsan, gününün cemiyetinde yürürlükte olan maddi ve iktisadi şartların basit
bir ürünüdür.
Freud'a (1856-1939) Göre İnsan
Viyana'nın
zengin ailelerine sosyete doktorluğu yaparak hayatını ve
kazanan Freud, araştırma sahası olarak psikolojiyi seçmişti. Ona
göre nefs (eros ve bazan libido), insan varlığının en köklü tabakasıdır. Bu
iddiasıyla Freud, insanda bir "iç" kompleksler alemi meydana getirerek hayatın temelini insanın karanlık nefis kuyusuna tıkarken; "üretim tarzı ve
mübadele biçimi" sloganıyla hayatın temel direğini insanın "dışında" gören
Marks'la görünüşte ayrı düştükleri imajı veriyorsa da; insanı alçaltmada, din
ve ahlak konularını tahkir ve tazyif planında aralarında hiçbir fark yoktur.
Hatta Freud, Marks'tan birkaç adım ileridir. Çünkü ona göre insan nefsi
sadece hayvan asıllı olarak damgalanmakla kalmaz; aynı zamanda hayatın
bütünü tek bir ·şu uraltı kanalından fışkırmaktadır. Söz konusu hayvan! kaynak, insanoğlunun bütün hareketlerine rakipsizce yön çizmekte olan cinsiyet
içgüdüsüdür. Ona göre insan, minicik bir hayvan yavrusunun postuna bürünerek katıksız ve ham bir "cins! enerji" halinde kainata gözlerini açar.
şöhretini
Yeni doğan bebeğin bütün masum davranışları, Freud'a göre aslında
cins! içgüdünün manalı ifadesidir. Ruh diye adlandırılan bir realitenin insanda var olduğu, asla söz konusu değildir.
Freud'w1, bilimsellik yaftası altında, aile efradı arasında meydana gemünaferetin esasına özet olarak göz atmaınız, konumuz açısından
önem arz etmektedir.
tirdiği
Ona göre yavru erkek, henüz kundakta iken, cinsiyet içgüdüsünün
dürtmesi neticesinde annesine aşık olur. Sonra büyüyünce, kökleşmiş aşkıyla
aımesi arasında babasının engel olarak dikildiğini görerek hayal kırıklığına
uğrar. Böylece hedefini ele geçiremeyen derin aşkını baskı altına alarak "şu­
uraltı"nın karanlık zindanına gömnıeye nıecbiır olur. Genç delikanlıların
şuuraltında "odip kompleksi" teşekkül etmesine yol açar. Genç kız da daha
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ
313
bebeklik (4.yaş) günlerinden itibaren aynı cinsi (sexuel) aşkı babasına karşı
duyar. Sonra önüne annesinin dikilmesi yüzünden bastırılan ve şuuraltının
gipsiz kuyusuna itilen derin aşkı, genç kızın "şuuraltı" (id) tabakasında
"Elektra kompl~ksi" kılığına girerek cins! hayatına yeni bir yön ve şahsiyeti­
ne değişik bir ifade verir.
OiClipus (Odipyus) ve Elektra efsanel~rini anlatmaya gerek kalmadan2
sıcağı sıcağıı:ıa sorı::ı,1ak istiyoruz: Eğitim ve öğretim kurumlarımızda, çağdaş­
lık adı altında, putperest eski Yunan masallarından hareketle haHi çocuklarımıza anne ve babalarına karşı cinsi rekabet yüzünden düşman oldukları,
her imkan ve fırsatta bu rakiplerini bertaraf etme kompleksine sahip bulundukları ısrarla telkin ediliyorsa, böyle bir kuşaktan yaşlılara nasıl hürmet ve
saygı beklenebilir? Çocuklarının kendilerine rakip olduklarına, potansiyel
' düşman beslecİiklerine inandırılmış anne-babadan n!'lsıl şefkat umulabilir?
Küçük veya büyük aile efradı arasında samimi entegrasyon nasıl düşünüle­
bilir? Böylesine hayvan bir fertten nasıl.insanl bir toplum oluşturulabilir?
Ona göre;
- Ahlaki fazilet, tek tül< rastlanan bir nesne olduğundan da anlaşılabile­
ceği gibi gerçeği saklayan hir yutturmacadan başka bir şey değildir.
· - En müsamahakfu ve tabii hudutları içinde bile ahlak, insanoğlunun,
cemiyet baskıları karşısında katlanmak zorunda kaJdığı nefs! fedakarlıkların
acı bir sembolüdür.
bayı
- Hıristiyanlık dininin temel masalları aslında oğulun (Hz.İsa'nın) ba(yani Allah' ı) öldürmek isteyen nefs! arzusunu hikaye eder.
- Diri, ahlak ve maddi kültür ürünleri, fertlere karşı uygulanan cins!
ürünleridir. 3 Denebilir ki, insanlığı aldatma ve tüm insan!
değerleri yok etme yarışında; Viyanalı aristokratların şehvet çılgınlıklarını,
gelmişgeçmiş bütün ademoğullarına malederek, değişmez kanun diye yutturmaya kalkış;:ı.n Freud'un adı, diğer tüm yıkıcıların önünde gelir.
baskının ızdıraplı
Bk. M. Kutup, Tekanıiil, dipnot, s. 103 vd.;
doktriııi, s.54 vd.
Bütün eserleri.
ayrıca
bk. Felicien Challaye, Freud ve Freud
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
314
Durkheim (1858-1917) ne diyor? 4
Durkheim, ferdi
davranışlarla
sosyal tezahürleri birbirinden tamamen
ayrı şeyler düşünerek, Freud'un tam karşısina dikilen bir fikrin savunucusu-
dur. Çünkü Freud; ferdin psikolojik yapısını, toplumsal (içtimal) gelişmele­
rin temel kaynağı olarak ileri sürerken; Durkheim, ferdi şuurun yapısını
kuran tuğla taşlarının, toplumsal hayatın akımlı fırınında piştiğini söyler.
Burada tekrar belirtelim ki, Marks, Freud ve Durkheim üçlüsünün sırasıyla
iktisat, psikoloji ve sosyoloji gibi ayrı ayrı cephelerde yer almış olmaları,
sadece taarruz cephelerinin farklılığını ortaya koyar. Yoksa her üçünün
şaşmaz hedefi tektir: O da tüm insan! değerlerin tek çırpıda yok edilmesidir.
Durkheim'ın,
konumuzu ilgilendiren görüşleri
şöyledir:
* Bir kısım alimlerin, ferdin iç yapısında yatan ve doğuştan gelen (fıtrl)
bir dini heyecanın varlığını ileri sürmeleri, yine her hadiseyi nefs! içgüdülere
dayandıran yanlış zihniyetin neticesidir.
Böyle düşünen kimseler derler ki, din! inancın yapısı; biraz· ana-baba
bir parça evlat şefkati, biraz cins! kıskançlık ve bunların benzeri olabilen ferdi hislerin bir arada kaynaşması ile örülmektedir. Nitekim dini evlenmeyi ve aile müessesesini bu çeşit psikolojik hislerin temeline indirgeyerek açıklayan düşünürlere sık sık rastlanır. Fakat insanlık tarihi yolumuz
üzerine dikilerek kulaklarımıza fısıldayarak der ki; bir defa bu sayılan içtimai kurumların hiç birisi, doğuştan (fıtrl) müesseseler değildir.
saygısı,
Aslında
hiç sağlam bir varlığı olmayan ve köksüz olarak boşlukta sallanan ahlak kaidelerinin tümü, bu görüşe göre, ancak ahlak ilminin konusu
olarak ele alınabilir (Sosyolojik Araştırmalarda Metod İlkeleri).
Durkheim'ın görüşleri
*Din
doğuştan
gelen
gayet açık ve nettir:
(fıtrl)
bir olgu
değildir.
"Allah mı cemiyeti, cemiyet mi Allah' ı yarattı?" sorusunu ortaya atarak gizlice "Cemiyet
Allah' ı yaratmıştır" cevabını veren bir sosyologdur. Görüşleri kendi sağlığında çok ağır
eleştirilere uğramasına rağmen, başta biz olmak üzere bütün dünya onun fikir tasallutundan kurtulamamıştır. Başta biz olmak üzere diyoruz; çünkü "Fert yok, cemiyet var'~
ve "Ben, sen yok; biz varız" gibi Durkheimci tekerlemelerin sahibi Ziya Gökalp, yetkili
bir bilim ve fikir adamı olarak sayılmış; ittihak ve Terakki Fırkası'nın uzun yıllar akıl ve
fikir hocalığını yüriitmüş; Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da, resmi şahsiyetler Ü7t•rindeki etkisini sürdürmüştür.
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
. 315
* Evlilik ve aile kurumları da böyledir.
* AhHik kaidelerinin tümü, sallantılı ve değişken kavramlardır. Ahlak,
biçim ve kılığını içinde geliştiği cemiyetten alır. Çünkü bütün içtima.i tezahürlerin kaynağı, "insan" değil, "cemiyet'tir.
B~u görüşleriyle
Durkheim, sözünü ettiğimiz ünlü iki ırkdaşını (Marks
ve Freud' u) yaya bırakan bir el çabuk! uğu göstermiş ve Darwin' den çok şey
aşırmışhr:
1) Tekamül nazariyesine sadakatla bağlıdır.
2) Ferdi, öz; idaresi dışında baskı altına alarak tekamül
tılmaya zorlayan dış baskı yutturmacasını Darwin' den alır.
kavramına
ka-
3) İnsanı, hayvanlar aleminin gelişmiş bir halkası olarak kabul eden
Darwinci görüşü benimser.
Çünkü Durkheim, herhangi bir içtima1 hadiseyi açıklamak isterken, daima hayvanlar alemine başvurarak orada bulacağı örneklerin kuvvetine dayanır. Mesela cemiyet halinde yaşamanın fıtr1 bir içgüdü olmayıp, tarih! bir
miras olduğunu aniatma sadedinde şöyle demektedir: "Hayvanlar, barındık­
ları yerlerin gösterdikleri tabii özelliğe bağlı olarak bazan bir arada yaşadık­
ları gibi, kimi zaman da tek tek hayat sürdürmektedirler. Barınaklarının şart­
ları, bir arada yaşamayı daha yararlı kılıyorsa toplu olarak, tek tek kalmalarını zorluyorsaferdi olarak yaşadıklarını görüyoruz" (Sosyolojik Araştırmalar­
da Metod İlkeleri).
hakim olacağı bir toplumda, bir dünyada, barınağın yetersizliği durumunda ilk itilecek varlık yaşlılardır, değil mi? Avrupa'ya,
dolayısıyla bütün dünyaya zehir li ve yıkıcı tohumlarını eken, insanlık şuu­
runu ipe çeken masal türü tüm ideolojilerin buluşma noktaları şöyle özetlenebilir:
Bu
düşüncenin
1) Din, ahlak ve kökleşmiş cemiyet geleneklerine alabildiğine yüklenmek; mukaddes dokunulmazlıklarını silmek; halkın gönlündeki itibarlarını
lekelemek veya hiç değilse değerleri hakkında zihinleri şüphe karanlığına
_boğmak.
2) Elbirliği halinde açılan bu
ma" perdesi altında yürütmek.
yıkıcı
hücumun
harekatını
"ilm!
araştır­
316
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
3) Dini ve ahlaki çözüldüğü ile yeni doğan "tekamül" nazariyesinin kanunları arasında, zihinlerde bağıntı kurmak. Arkasından da bu acı kopuş ve
çÖzülüşü, karşı durulmaz ve hiç kimse tarafından yolu kesilmez tekarnül
selinin kaçınılması imkansız bir neticesi diye yutturmak.
2.KISIM
AİLE ve YAŞLlLAR
hip
Aile; din, hürriyet ve mülk edinme duyguları gibi, insanın doğuştan sabir duygudur. Hiç bir güç, insanı bu fıtrlliğinden ayırarnaz.
olduğu
Meveddet ve merhamet mahsulü bir aile ortarnında alkışlarla dünyaya
gelen yaşlı, aynı aile sıcaklığı içinde bu kez firak üzüntüleriyle uğurlanmalı­
dır.
Bu sebeple çalışmarnızın bu kısmında; farklı alt başlıklar içine serpişti­
·rerek, ailenin en tabi! ve en saygın üyeleri olan yaşlıların bu "tabii kurum"
içindeki yerlerini, rollerini, maruz kaldıkları haksızlıkları ve İslam'ın onlara
tanıdığı imtiyazları dile getirmeye çalışacağız.
Aileyi Hazırlayan Arniller
Aile, "nikah" ve "sahih neseple" vücut bulan en eski içtimal kururnlardan biridir. Beşer nevinin ilk çifti olan Hz. Adem ile Hz. Havva, asgar1 iki zıt
cinsiyet unsuru ile ilk aileyi ta cennette teşekkül ettirmişlerdir.
(Ey Adenı!. Sen ve ·eşin (zevcen) şu cennette otıınmıız) (el-Bakara 2/35) ayeti, bu hakikati saraheten gösterdjği gibi, cennetin, cennet dahi olsa ailesiz,
huzurun orada dahi alamıyacağını, ilk erkekten hemen sonra kadın yaratıla­
rak ona eş yapıldığını ve ancak b~ yolla huzurlu bir iskanın vücut bulacağını
ortaya koymaktadır.
Bu ayetin kapsamlı manasını kafamda yağurmaya çalıştığırn bir anda,
yaşlı bir huzurevi sakinine "Hanırnınız var mı?" diye sordum. O da sert bir
eda ile "O yaşasaydı ben buralara düşer miydim?. Sürünür, ben ona hizmet
ederdim" cevabını verdi ki, hilkat sadece cennette değil, esas bu dünyada
huzur ve sükilnun ancak aile ile vücut bulacağını ortaya koydu.
Aile kurumunun temeli olan erkek ve kadını bir araya getiren ve bu
yuvanın kurulmasına sevk eden anıilieri Kur'an şu şekilde anlatır:
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
317
"Kaynaşmamz için size kendi cinsinizden eşler yaratıp da sevgi ve merhamet
peyda etmesi de O'nun varlığ11im delillerindeııdir. Doğrusu bunda, iyi düşünenler
için ibretler vardır" (er-Rum, 30/21).
Bu ayete göre:
f-
İnsanın bir "eş" sahibi olmak için hissettiği tabii bir rneyli vardır. Bu
meyil, hem erkekte ve hem de kadında fıtrldir ve aynı zamanda eşittir:
"Liteskunfı ileyhi:l." şıkkı bu rneyli, yani cinsi istekleri ve mesken edinme
duygularını ifade eder. Ancak bu duygular, huzurlu aileyi kurmaya kafi
değildir.
2- Sevme ve esirgem e: "Meveddetün ve rahrnetün" hisleriyle o meyil ve
ısPı.rna pekiştirilrniştir. Öyle insani bir seviş ve esirgeyiş ki, hayvanlar gibi
kızışma zamanlarına rnünhasır kılınrnarnıştır.
Eşierin
birbirine ısınması ve bu ısınma yüzünden birbirlerine sevrneleri
ve birbirlerini esirgerneleri sayesinde aile hayatı, ıstıraplar ve sıkıntılar içinde de, refah ve nimet içinde de bir saadet yuvası olabilmektedir. Ailede huzur ve güvenin ilk şartı, sıcak yuvadır.
Niki:l.h akdi, ebedi arkadaşlık ve ebedi ortaklık rnisakıdır. Bu misak iki
tarafın serbest arzusuyla, serbest ihtiyar ve rızasıyla, serbest ikrarlarıyla vücut bulur. Yoksa aile misakı, bir kadının cinsiyetini bir erkeğe temliki değil­
dir. Ayetin anlattığı gibi, birbirine ısinan, birbirini seven ve esirgeyen iki eşin
ahlak faziletine dayanan hayat arkadaşlığı ve bu arkadaşlığını sonuna kadar
yaşatmayı hedef alan medeni bir antlaşma olarak telakki etmek icap eder.
Böyle bir misak sayesinde her iki tarafı bürüyen sevgi ve merhamet "Onlar
sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise gibisiniz" (el-Bakara, 2/187) ayetinde gösterilen kemale erer.
Örf, adet, an'ane, ahlak gibi rnilll haslet ve değerlerin korunma ve intikalinde en büyük rolü aile müessesesi oynamaktadır. Bundan dolayı İslam,
bu kutsal yuvaya büyük önem vermiş ve nik~hı, hukuki bir kurum olduğu
kadar dini bir müessese saymıştır. Milli varlık ve ahiakın bekası, sevgi ve
merhamet esasları üzerine kurulu bir aile yapısına bağlıdır.
Ismnıa,
def nedir?
sevgi ve merhamet üzerinde kurulan "evlilik ailesinde esas gaye ve he-
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
318
Evlilikte esas gaye: Ayet ve hadisiere bakıldığında, birçok yan maksat
bulunmakla beraber, evliliğin iki önemli gayeye yönelik olduğu anlaşılmak­
tadır:
1- Biyolojik hedef: Neslin çoğalmasını ve devamını temin etmek: (Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve
kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adım kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğımuz Allalı'tan ve akrabalık lıaklarıııa riayetsiziikten de sakının. Şüphesiz Allah,
. sizin üzerinizde gözetleyicidir) (en-Nisa, 4/1).
"Nefs-i vahide" ayette nekre olarak yer aldığından Hz. Adem'in şahsı
için geçerli olduğu kadar, zürriyet babası olan her kişi için de geçeı·Jidir.
Şu halde ayette ilk planda ailenin ilk iki unsuru o~an erkek ile aynı cins
ve özden yaratılan ve fakat ayrı cinsiyetten eşi zikredildikten sonra, "bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınları yeryüzüne yaydı" kısmıyla bu eşleşme­
nin esas gaye ve maksadı ifade edilmiş oldu.5
Rasulullah bir sözlerinde önce
emretrnektedir:
nikahlanmayı
ve
ardından
hemen ço-
ğalmayı
"Evleniniz ki, iireyip çoğalasıııız. Çünkü ben kıyamet günü, düşük çocuk bile
olsa diğer ümmetiere karşı sizinle iftihar edeıim" (Keşfu'l-Hafa, I, 318, 380
Hemen ifade edelim ki; Rasulullah, ümmetimin çoğalmasını istiyor.
Emir ve tavsiyeleri, O'na "ümmet" olma şerefini kabul edenlere aittir.
Başka
bir hadisinde:
"Doğuran
siyah
kadııı, doğumzayan
beyaz
kadındmı
daha iyidir" demektedir.
Burada tekrar hatırlatalım ki; İslam, cinsi ihtiyacın giderilmesini "Eşiyle
sükunet bulsun" diye "Li teskunu ileyha" ifadesiyle tabii karşılamıştır. Ancak evliliğin gayesinin bundan ibaret olmasını hoş görmemiştir.
Sadece cinsi isteklerini tatmin maksadıyla hayatlarını birleştiren çiftler,
herhalde bir gün ihtiyarlayacaklarını, kuvvet ve kudretlerini yitirip muhtaç
5
Bugün var olan Insanların hepsinin· yaratılışı önce birer babadan (nefs-i vahideden)
başlıyor. Anneler, aşılamayı babalardan alıyor. Fakat hayret edilecek şey odur ki erkek
olan babadan gelen çocuklaf hep erkek olmuyor. Bunda tabiatın uyum kuralı vuku
bulmuyor. Bilakis erkek cinsinin eşi olan dişi cinsi dPtabiata ayj<:ırı olarak erkekten yaratılıyor. Ve erkekle dişinin evlenmesinden bu sayesed" erkek ve kadın birçok çocuk meydana geliyor (Daha geniş bilgi için. b k. M. Harndi Yazır. H,; Kur'an Dili, Il, 499 vd.).
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
319
olacaklarını; sıcak yuvalarından
uzak, mecburi iskan kurumlarında Azrail'i
dört gözle bekler hale düşeceklerini hiç düşünmemişler ve çocukların, anababa için bir yaşlılık sigortası olduklarını asla hesaba katmamışlardır.
Ailev1 Bağlılık (Sıla-ı Rahim): Ayetin son şıkkında yer alan " ...Allalı'tmı
riayetsiziikten de sakınıııız ... " .ifadesi, oluşan "büyük aile"
efradı arasında yediden yetmişe kadar herkesin ahlaki ve hukuk! haklarına riayet edilmesini vurgulamaktadır. Ayetteki "Erham" kelimesi, "rahim"in
çoğul udur. Bu da kadında bilinen "döl yatağı" dır. Herhalde aynı rahimde
. birleşmiş olmalarından olacak ki, yakınlık ve akrabalık sebeplerine de "rahim" denmiştir. Nitekim akraba arasındaki ziyaretleşme, hediyeleşme ve
iyilikle muamele "sıla-i rahim" adını aldığı gibi yakınlık ilişkisini kesmek de
"kat-ı rahim" adını almıştır.
ve
akrabalık haklarına
Rahim kelimesinin sevgi, merhamet ve şefkat manalarına geldiği akılda
tutularak, yakın akrabayı ve özellikle yakın büyükleri ziyaret etmenin (sıla-i
rahimde bulunmanın) önemine ve kat' etmenin de hüsranına Rasulullah
(s.a.v)'ın birkaç sözü ile işaret etmede yarar mülahaza ediyoruz: Rahim (akrabalarla ilişkiyi sürdürmek) arşa asılı olarak şöyle der: Beni gözeteni Allali
gözetsin, beni terk edeni Allalı terketsin. (Müslim, Birr, 17).
buyurur; Ben, Ralımaııım, o ralıinıdir. Ben, ona isnıimden bir isim türettinı. Bundan dolayı onunla ilgilenen, akrabalarla ilişki sürdüren ve iyilik
yapana ilısanda bıilımurııın, akrabalıkla ilişkisini keseni de malınını ederim (Ebfı
Davud, Zekat, 45).
Allah
şöyle
"Allah'a itaat edilen şeylerde akrabalık ilişkilerini sürdürmekten daha
çabuk sevabı verilen hiçbir şey yoktur". Sözü edilen ayette "Rabbinizden
korkun" ve " Allah'tan korkun" uyarılarının ayrı ayrı yer alması çok calib-i
dikkattir.
Birinci ifade, genel olarak insanlar arasındaki umumi kardeşliğin bozulmasmdan ve erkekle kadın arasındaki cinsel meyilierin kötüye kullanıl­
masından; ikinci ifade ise, aile ve akraba haklannın ve ilişkilerinin bozulmasından sakınınayı kapsamaktadır.
Amerika' da yapılan bir araştırmada, huzurevlerinde kalan yaşlıların
yüzde 60'ının hiç ziyaretçisi olmadığı, yalnızlık ve yabancılık hissiyle
deprasyon geçiren yaşlıların intihan tercih ettikleri ortaya çıkmıştır.
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
320
2- Sosyal hedef: Evliliğin ikinci temel hedefi, ailenin saadeti ve toplumun selameti için çocukları iyi eğitip öğretmek, onları kamil ahiakla kemale
erdirmektir.
Çocuğu
bizzat emzirip büyü tmek, ona ahlak! telkinlerde bulunmak baş­
ta anaya; yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri madd'i, talim ve terbiyesi gibi
ruh! ve fikr'i ihtiyaçların giderilmesi de başta babaya aittir.
İslam ahlak ve ilme çok büyük ağırlık veren bir dindir. Çocukların bu
vazifesi de ilk planda ana-babaya yükletilmiştir:
her şeyi; özellikle peygamber ve ehli beyt sevgisini, Kur'an okumayı
öğretiniz", "Çocuklarııııza ikram etmeyi, güzel ahlfikı öğretiniz"; "Çocuklarınıza
yüzmek ve aiıcılık öğretiniz" gibi hadisler, bunun açık örneğini teşkil eder.
istikamette
yetiştirilmesi
"Çocuklarınıza
Dağuracağı çocukları
iyi yetiştirmede ve yaşlıların da dahil olduğu diğer aile bireyleri ile iyi münasebet kurİnada başarılı olabilecek bir eşi bulmada, Resfılullah'ın koyduğu şu ölçülere azam! derecede dikkat edilmesi kap
eder: "Kadın dört şeyi sebepiyle nikah edilir: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı.
Eli toprak olasıca, sen dindarını seç!" Burada dindarlık, şüphesiz ki İslami şu­
urdur. Yoksa geleneksel ve taklidl bir dindarlık, problem çözümünde fazla
etkili olamaz.
Kuşak Çatışmasıııı ve Aile Huzursuzluğunu Hazırlayan Sebepler: Tarafımız­
ca 10' a yakın huzurevi sakinleri üzerinde yapılan incelemede yaşlıların
%70'inin gelinlerinden ve torunların ilgisizliğinden müştekl oldukları tespit
edilmiştir. Yani ülkemizde bir "gelin-kaynana" ve dolayısıyla da "gelinkayınpeder" problemi vardır. Torunlardaki ilgisizlik ve annelerinin büyüklerle olan bu sürtüşmelerinden ve bu annenin çocuklarına, büyükleri sevip
saymanın "din!" bir veeibe olduğunu telkin etmen:ıesinden ileri gelmektedir.
Kanaatimize göre bu problemin temelinde, kültür değişikliğinden kaynaklanan bir kuşak çatışması söz konusudur. Bu çatışmayı hızlandıran üç
önemli sebep göze çarpmaktadır:
1) Radyo-televizyon ve basın.
2)
Eğitim
ve öğretimdeki
birtakım çarpıklıklar
3) Endüstriyel kentleşme olgusunun aile ve
sonuçlar. Sırasıyla konuyu biraz açalım:
ve eksiklikler.
kadın
aleyhinde
doğurduğu
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ
321
dinleyip seyrettiğimiz, halen de çoğaltılarak seyretmekte
olduğumuz aile dizilerinde, aile efradı; hep boğuşup didişen, devamlı küfürleşen, saç-baş yolan, kimsenin kimseyi tanımadığı çingene tipli aileler uydurularak takdim edilmekte; vakur, şuurlu ve müşfik "geniş Anadolu İslam
ailesine maalesef yer verilmemektedir. Boyalı basın; uyumlu, mütedeyyin ve
namuslu aileyi değil, gırtlak gırtlağa boğuşan gelin ve kaynanayı mahremler
arasındaki gayri meşru ilişkileri ve nikah tanımayan zanilerin birlikteliklerini, boy boy resimlerle takdim ederek geçimini sürdürmektedir.
Olduk
olası
~
Eğitim ve öğretimde, insana layık olduğu değer verilmemiş, birinci bölümde de izah edildiği gibi, tam tersine birtakım aldatıcı nazariyeler uydumlarak insanın değeri hiçe indirilmiştir. İnsana üretkenliği ile orantılı bir değer
biçilmiş ve bunun tabii sonucu olarak, fiziki gücünü kaybeden yaşlı, aile ve
toplumdan tecrit edilmiştir. Keza genç dimağlara yeni birtakım şeyleri yerleştirme gayreti gösterilirken bütün şiddetiyle eskiye yüklenilmiş; ilkokul 2.
sınıftan itibaren çocuklarımızın eline tutuşturulan bazı dergi ve ansiklopedilerde yer alan ifade ve resimlerle, yaşlandıkça güzelleşen eli öpülesi
müslüman.yaşlılarımızın yüz ve kıyafetleri çirkin portrelerle takdim edilerek
tazyif ve tahkir edilmişlerdir. Ahlak ve fazilet hamulesi olan bu insanların
çevrelerine ve özellikle evlat, gelin ve torunlarına "kültür" cihetiyle hizmet
etme arzuları "eski" ve "geri" yaftasıyla safdışı edilmiştir.
Kılık
ve kıyafetleriyle, kültür ve değerleriyle yeni neslin gözünde küçük
düşürülen ve hatta zımnen yok edilmesi öğütlenen bir yaşlı insan var ortada.
Birinci bölümde sözü edilen Darwin'in "tekamül" nazariyesine paralel
olarak, bütün milletierin toplum hayatını, zelzeleye tutulmuşçasına temelden
sarsan önemli hadiselerden birisi şüphesiz ki "sanayi inkılabı" dır.
Sanayi İııkılabı: Bu inkılap; _aile yuvasını kenetleyen bağları, günden güne artan bir hızla çözen bir inkılaptır.
Erkek bir
işte çalışıyor, kadın başka
bir
işte,
çocuklar da daha
başka
bir
işte ...
Aile yuvası, bu fertlerin hislerinde artık eskisi gibi, üyelerini birbi'rine
kopmaz bağlarla kaynaştıran mukaddes bir ocak olma vasfını yitirmiş, ailenin şefkat ve heyecan bağları kopuvermiştir. İş hayatının türlü sıkıntılarıyla
p·ençeleşen evin dinamik unsuru, ailenin orta direği genç kadın, biraz da
haklı olarak, eviı1 yaşlılarına karşı hırçınlaşmış; çocuk doğurmaktan ve hatta
İSLAM'DA AİLE
322
ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
doğurduğu çocuğa
bakmakt3!1 dahi istinkaf eder hale gelmiştir. Daha da
iktisaden hür bir fert olarak erkek ile ev içinde "otorite"
yarışına girmiş; aile bütünlüğü bu yoldan da ayrı bir çözüntüye maruz kalenteresanı, kadın
mıştır.
Hülasa olarak; kırgınlıkların reklam edildiği, ekonomik çıkarların ön
planda tutulduğu, tecrübe ve birikimiyle evin sultanı konumundaki kayınva­
lidelerin (büyükannelerin) ve otorite sahibi olması icap eden kayınpederlerin
(büyukbabaların) çeşitli vasıtalarla devamlı tazyif ve tahkir edildiği yoğun
bir kültür tasalluru altında kimlik bunalımına sürüklenen aile ve toplum
bireylerinin birbirine karşı şefkatli, merhametli ve saygılı olmalarını beklemek; samimi ve ciddi olmayan yüzeysel bir gösterişten ibarettir.
Bugün kayınyalide konumundaki dünkü gelin ile bugünkü yeni gelini
ortak değerler etrafından birleştiren, her ikisine de hukuk!, ahlaki, insani ve
medeni pek mühim vazife ve sorumlulukları karşılıklı olarak yükleyen
Rasfılullah (s.a.v)'ın, sözünü ettiğimiz eş seçimindeki sözü; umfım'i manada
aileyi, husfıs'i manada da yaşlıyı himaye etmeyi hedefleyen, eskimez
muhallet bir mesajdır.
Rasfılullah'tan
14 asır sonra gelen koyu Hıristiyan bir doktor olan
Alexis Carre!, belkide peygamberimizin bu " ... dindar olanı tercih ediniz"
sözünü hiç duymadan, adeta bu sözü şerh eder mahiyette şöyle demektedir:
. " ... Yavrularının bakımından kaçan an1ıeler, çoğu kere de sözde sosyal faaliyetlerde boy göstermek, eğlence partilerine rahatlıkla katılabilmek, sanat ve edebiyat ile
ilgili salon ve matinelerde arz-ı endam etmek, briç oynamak veı;a sinemalarda film
seyretmek için çocuklannı peşin olarak baştan savmaktadırlar."
Çocukları
büyükZere saygıyla bağlayan, çocukların ana-babalarından birçok gerekli bilgiler edinmesine fırsat hazırlayan muhafazak/ir aile yuvasının çözülüp dağılmış olmasından eıı başta evini ve çocuklarını hiç de umursar görünmeyen kadın­
lanmız sorumludur".
Kadınlar
isteye isteye keııdilerini alkol ve tütünle harap ediyorlar. Vücut hatlarının itibari bir uzamasım gerçekleştirmek üzere kendilerini tehlikeli bir besienim
rejimine tfibi tutuyorlar. Bımdaıı başka, çociık sahibi olmaktan kaçınıyorlar'' (İnsan
Bu Meçhul, s. 274).
"Müstakbel anne ve babaımı frengili, alkol diişkiinii, yahut morfin veya kolmin
tiryakisi olmamaları liizımdır. Hamile kalma (ilkalı) csnasıııda eşleı~den
birinin içkili '
.
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
323
olması bir cinayettir. Zira bu şartlar altmda vuku bulan ilkahııı nıahsulü olan çocuklar ekseriya tedavisi imkansız, irsi sinir yahut zihin bozukluklarına duçar olurlar.
Umumiyetle nev'in ıslahı prensibini tariınıayan anne ve babalar, işledikleri suçun
cezasını çocukları vasıtasıyla çekerler" (İnsanlar Uyanın, s. 115). İşte dindar insan,
Carrel'in bu söylediklerinin hiçbirini yapmaz, yapamaz.
Çocuk Terbiyesi ve Aile Huzurunun Temin ve Devanıında Yaşlıların Yeri ve
Rolü: Yaşlılar evin kültür abideleridir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprülerdir. Hayat tecrübelerinin fazla olması nedeniyle, genç kuşakların birinci derecede rehberleridir.
Günümüz resmi eğitim ve öğretim anlayışı, aile ve çocuk terbiyesini bütün bütüne okul eğitimi ile değiştirmekle çok ağır bir hataya düşmüştür.
Çünkü büyüme çağında olan bir çocuk fizyolojik, akli ve duygusal gelişme­
sini çevresinde var olan eğitici kalıpların etkisi altında şekillendirmektedir.
Buna göre kendi yaşdaşları arasına salıverilmiş olan bir yavru, minicik
arkadaşlarından çok az şey öğrenebilme imkanına sahiptir. Ayrıca çocuk
yuvalarında veya anaokullarında yürütülen tek tip programlı eğitim sistemi,
yavruların gelişmesini kaçınılmaz bir şekilde eksik bırakacaktır.
Ahlak, estetik ve din kültürü potasında yaşı ve kafası kemale eren anababa, büyükanne ve büyükbabaların yetiştireceği çocuklarla, yuvalarda veya
anaokullarında eğitilecek çocuklar arasındaki farkı; köpek yavruları üzerinde yaptığı bit deneyle, Dr. Alexis Carre! İnsan bu Meçhul adlı eserinde şöyle
dile getirmektedir:
"Hayvanat bahçesi, içerisinde kendi yaşdaşı olan eııiklerle bir arada büyüyen
köpek yavrusu ile serbest olarak anasının yanında yetişebilen köpek yavrusunun
gelişmesi arasmdıı, ana bağnnda barman köpek yavrusunun leyhine olarak. bir çok
bağdaşmaz farkların bulunduğunu laboratuvarlardan öğreniyoruz.
Aynı farklılık, kendi yaşlarındaki çocuklardan kurulu bir yuva soğukluğu içinde büyütülen bir çocuk ile yaşça ve kafaca kemale ermiş ana-aabasının sıcak gözetimi
altmda yetiştirilen bir yavru arasında da noktası noktasına geçerlidir" (bk. M. Kutup, Tekiimül ..., s. 356).
Çocuğun yaşayacağı
toplumun davranış kalıpları, değerleri, tutumları,
önce ailede öğrenilir; daha sonra aile dışındaki birimlerde bu öğ­
renme devam eder. Bu süreçte ailenin yerini hiçbir birim tutamaz.
inançları,
324
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
Değerli ilim adamımız Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre İlinıde Demokrasi
eserinde iyi yetişmiş· büyükleri, çocuk ve aile terbiyesi
üzerindeki olumlu etkilerini, kendinden örnek vererek şöyle açıklamaktadır:
Olmaz (s. 148)
adlı
· "Babamııı kadrini kıymetini tam mfiııfisıyla ancak 40 yaşmdaıı sonra idrak edebildim. Keııdisini kaybettikten sonra bir kaç yılını, hep onun nasihatlerini' ve çeşitli
hadiseler karşısında izhar ettiği o harikıılade dirayeti ha tırlamakla geçti.
İlk nıuhatap olduğumda şuurumda pek yer etmemiş olan nasihatlan, unutkanlığınıdmı yavaş yavaş şuuruma
taht kurdular ve
oldular."
kırk
(40)
yükselerek bütün ,beııliğim üzerinde muhteşem bir
de bütün hayat tarzıma hükümran
yaşundan itibareıı
Neydi acaba "nükleer enerji" profesörünün kafasında, 40'ından sonra
bu kadar etkili olan öğütler? Şüphesiz hepimizin aile. ve çevre büyüklerimizden duyduklarımızdan farklı değildi bunlar.
"Evladım! ... Mah~eme Kadı'ya mülk olmaz. Bir makama getirildiğinde, günün
birinde o makamdan ayrzlacağın idrakiııi daima diri tut. Yavrum! Bir Arap atasözü
şerefii'l-mekaıı bi'l-mekin der. Yani mekaııın şerefi, onu doldurandan ötürüdür. Sen
sen ol, sakın bulımduğım makanıdmı kendine bir şeref payı çıkanna. Bilakis sen, o
makama şeref kazandır.
Evladım! Dünyamız
en kolay, en tatlı ve de ııefsi en çok okşayan işi, amir olmaktır. Sen sakııı bu aldatıcı görünüşe kapılma. Hasbelkader fimir olduğıtnda zor
yolu seç: Hfidimü'l-hüdemfi (hizmetkG.rlarınlıiznzetkfirz) ol.
Örtücü ve bağışlayıcı ol. Başkalarıımı ayıp ve günahlarını örter ve bağışlarsan,
·ümit edilir ki, alıire tte de senin uyubun ve zunılbım örtülür."
Şimdi
soruyoruz: Yaşlı kültür abidelerinin huzurevlerine sürülmesi halinde, bizi biz yapan bu tür insani prensipleri, geleceğimizin her şeyi çocuklarımızın kafasına hangi müessese yerleştirecek? Okul mu?
Birkaç ay önce Erzurum'da sohbetiyle müşerref olduğumuz Devlet İsta­
tistik Enstitüsü Başkanı kolej kökenli Sn. Prof. Dr. Orhan Güvenen Beyde
Özemre hocadan farklı düşünmüyor. Çocuk eğitiminde ailenin önemini ve
yerini belirtirken şöyle diyor:
"Beııim rzılı
ne aldınısa
terbiyemde finıil olan
onlardan aldım ... "
şey,
babam ve
mınemdir, hayatınıda
müspet
AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERi
325
Gelin, iki aile arasındaki kültür elçisidir; baba evinden koca evine, koca
evinden baba evine kültür taşıyıcılığı yapar. Bu bakımdan aile ile mahallenin
ve netice olarak da toplum kültürünün korunması için her iki aile arasındaki
ilişkiler çok sıkı olmalıdır.
Lise yeya üniversite tahsilini bitirip, kitabını, çantasını bir kenara koyduktan birkaç ay sonra evlenen genç hanım; ev işleri, ev ekonomisi, çocuk
bakımı ve terbiyesi gibi hususlarda ayrıca üyesi olduğu yeni aile bireyleri
arasındaki sosyal münasebetlerin örf ve adetlere uygun olarak tesisinde yeni
muallimlere şiddetle muhtaçtır. Şüphesiz ki bu muallimlerin başında kayın­
valideler ile kayınpederler olmak üzere ailenin diğer tecrübeli elemanları
gelir.
Yine Dr. A. Carre! (İnsan Bu Meçhul, s. 276) çocuk terbiyesi sadedinde
diyor: "Kadınlar; doktor, avukat, mühendis ve profesör olmak için değil, kendi
çocuklarım üstün kalite insanlar olarak yetiştirnıeye kabiliyet kazanmak için yüksek
bir terbiye almalıdırlar." Bizce de pratik olarak anı1e adayının bu terbiyesi,
ancak aile içinde alınabilir.
şöyle
Bilindiği üzere evliliğin ilk yıllarında tarafların biraz da nazlanmaların­
dan kaynaklanan birtakım tartışmalar zuhur eder. Mesela annesinin yemeklerine alışkın olan delikanlı, ciamak zevkini yeni eşinin yemeklerinde
bularnazsa dudak büker. Sen misin dudak büken? İşte bu ve benzeri, zuhuru
her zaman mümkün tartışmaları anında ve zamanında bastıracak tecrübeli
zevatın müdahalesine şiddetle ihtiyaç vardır.
Dargın eşierin arasını bulmak, müslümanların tümü üzerine düşen büyük bir sorumluluk ise de din, bu ara bulma görevini her iki aile büyükleri
üzerinde farz-ı ayın kılmıştır. Ailenin dağılıp gitmesinin sorumluluğu -eğer
bütün yolları denememişlerse- önceli]:<le onlara aittir. Çünkü Kur'an-ı Kerim
barıştırma sorumluluğundan söz ederken önce aile hakemlerini zikreder:
"Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin ailesinden bir
hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah ·
aralarım bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar alandır" (enNisa, 4/35).
Ayette çok dHib-i dikkat olan bir husı:ıs vardır ki o da şudur: Hakemlik
görevinin her iki aile içinde münhasır bırakılması, Allahu alem, bunun lükmeti, aile sırlarının etrafa yayılmasını engellemektir. Ayrıca hakemierin adil,
samimi ve dürüst olmaları vurgulanmaktadır.
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
326
Yapılan araştırmalara
göre (bk. Aile Yazılarz/2, s. 273) ülkemizde yarıdan
fazla aile (%60'a yakın), yaşlıların içinde yer almadığı, modern, "çekirdek
aile" özelliği taşımaktad~r. Yani bu ailelerde kaynana-kayınpeder problemi
yoktur. Fakat esefle müşahede ediyoruz ki, ülkemizde yılda 130 bin çift boşanıyor; çocuk yuvaları yetmiyor, hırsızlık ve fuhuş en büyük sosyal problem olarak ortada görülüyor. Hısımlık ve akrabalık bağları aşınarak kopma
noktasına gelmiş bulunuyor. Oğlunun evinde kiracı olarak oturan babanın
kirayı ödememesi üzerine oğlu tarafından bıçaklanarak ağır şekilde yaralandığı, istediği harçlığı verememesi üzerine oğlunun ağır yumruklarına maruz
kalıp vefat eden babanın üzücü haber ve resimleri basında yer alıyor.
Öyle sanıyoruz ki ailenin maruz kaldığı bu korkunç tehlike, ekonominin içinde bulunduğu vahim durumdan 1000 kat daha vahimdir.
AİLE BİÇİMLERİ ve YAŞLlLAR
Sosyolojik ve antropolojik tespitlerde en genel ve en yaygın olan aile biçimleri "geniş aile" ve "çekirdek aile" biçimleridir.
Geniş Aile: İki veya daha çok çekirdek aile birimlerinin baba evinde, aynı çatı altında yerleşmesidir.
Geleneksel toplumların ideal aile tipi budur. Bu
ailede ana, baba, evli çocuklar, torunlar, evlenmemiş kardeşler yer alır.
Geniş
aile değişik adlarla da anılır: Geleneksel
eski aile, köy ailesi ve kandaş aile gibi.
Nimkof'a göre (Aile
Yazıları, II,
228)
geniş
geniş
aile, buyük aile,
aile tipinin üç önemli
özelliği
vardır:
- Çeşitli kuşakların birlikte oturmaları,
- Aynı tencereden yemek yemeleri,
-Ortak mülkiyete sahip olmaları.
Geniş
ailenin yararlan ya da fonksiyonlan
şu şekilde sıralanabilir:
1) Yeni yetişen kiışakların sosyalleşmesinde sadece ana-babanın değil,
geniş ailedeki bütün yetişkinlerin sorumluluk ve yükümlülükleri vardır;
çocuklar daha geniş bir akrabalık sistemi ile karşılaşmaktadır. Ayrıca mesleki
öğrenim ve eğitim geniş aile içinde verilir.
rı
2) Geniş aile, üyeleri için bir yardımlaşma ve güvence kaynağıdır. Onlatehlikelere karşı korur. Elden ayaktan düşen yaşlıların bakımını sağlar. Bu
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
aife tipi, çağdaş toplumdaki polis ve sosyal güvenlik
ların görevlerini üstlenmiştir.
3) Geniş aile, bireylerinin din
layabilecekleri ortamı sağlar.
4)
327
kuruluşları
gibi kurum-
ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri
ve uygu-
Geniş
tiyaçları
aile, üreme-çoğalma ve psikolojik (duygusal ya da nefsan!) ihiçin gerekli ortamı sağlar.
5) Geniş aile ekonomik bir birim _veya
ortaklaşa
bir işletme
özelliği taşır.
6) Geniş ailede en yaşlı e~kek toprağı denetiediği gibi, bütün ailenin de
söz götürmez başkanıdır (bk. Ayg~n Erdentuğ, "Çeşitli İnsan Toplulukların­
da Aile Tipleri", Anh·opoloji Dergisi, Sayı: 12; İbrahim Yasa,. "Evlilik ve Geniş
Aile Kurıımlarmm Yazgısı", A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Dergisi, Sayı: 1-2).
Ayrıca
ilave edebileceğimiz şu hususlar da zikredilebilir:
7) Geniş aile bireyleri gurur ve kibirden uzak olur. Çünkü kendisinden
büyük, küçük ve yaşdaşlarından sert bir karşılık görür.
ailede yer alan kadınların bir bölümü harici işl~rde daha rahat
çalışabilirler. Çünkü evde, kadının kocasına, çocuklarına ve ailenin diğer
fertlerine karşı sorumlu olduğu işleri yürüten başkaları vardır. Yorgun olarak evine döndüğünde, ayrıca ev işi sıkıntısı yoktur, kadınlık ve annelik
görevini ifa ederneme sıkıntısı da yoktur.
8)
Geniş
9) Geniş aile, kuşak çatışmasına mahal bırakmaz. Çünkü üç ve hatta daha fazla nesil birlikte yaşar. Çatışma biribirinden ayrı yaşayan kuşaklarda
cereyan eder.
10)
dul
Geniş
kalmış
aile, bireylerinin yalnızlığını giderir. Evlenmemiş,
hiçbir kadın bu aile tipinde garip değildir.
Hülasa, özelliklerini verrneğe
Müslür,Mn ailesinin biçimidir.
çalıştığımız "geniş
boşanmış,
aile" biçimi, Anadolu
Bu aile biçiminde 3-4 kuşak birarada oturduğundan, yaşlı kuşağa saygı
ve bakım daha sağlıklı ve daha mükemmel bir tarzda gerçekleşmektedir.
Yaşlılar oğullarıyla, gelinleriyle, torunla.rıyla birlikte oturmakta, onlar için
herhangi bir problem olmamaktadır. Yaşlı kadın kaynanadır. Ev işlerinde,
gelin üzerinde, torunlar üzerinde söz sahibidir, yetkilidir, otoriterdir. Yaşlı
erkek karar organıdır. Oğulları, torunları üzerinde söz sahibidir. Torunlarda
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
328
en fazla hoşgörüyü, yumuşak emirleri dedelerinden, ninelerinden aldıkları
için yaşlıları ana-babalarından daha çok sevebilirler, (bk. Tezcan, Toplumsal
Değişme ve Yaşlılık, Aile Yazı.lan, II, 239)."
Çekirdeğini "geniş aile"nin oluşturduğu bir toplum yapısında ailesi olanlar için huzurevlerine, çocuk yuvalarına ve kadın konuk evlerine asla
ihtiyaç yoktur.
Çekirdek Aile: Biri ana-baba, diğeri de çocuklar olmak üzere, en fazla iki
içine alan en küçük aile birimidir.
kuşağı
le,
Çekirdek aileye küçük aile, dar aile,
de denir.
şehir
ailesi, modern demokratik ai-
çağdaş ail~
Modern toplumların ideal aile tipi budur (bk. Faruk
Kentsel Aile, ~ile Yazıları, Il, 269).
Kocacık,
Sivas'ta
Hilmi Ziya Ülken (Sosyoloji, İst. 1943), modern aileyi tarif ederken şöyle
der: "Aile sınırlarıımı daralması, ailenin laikleşnıesi ve otoritenili devlete geçmesinden doğan modern şekle, kan-koca ailesi denir."
Sosyolojik tespitiere göre "çekirdek aile", ekonomik şartların zamanla
değişmesi ve endüstrinin gelişmesi sonucu "geniş aile"nin yerine geçmeye
başlamıştır. Büyük şehirlerdeki fabrika ve diğer işyerlerinde çalışan gençler
bağımsızlığa kavuşunca, ana-babanın çocuklar üzerindeki otoritesi gittikçe
zayıflamıştır·.
Bu aile tipinin "laikleşme" niteliğinden kaynaklanmış olacak ki, bireyleri arasında manevi entegrasyon yok denecek kadar azdır. Ekonomik menfaat sağlamayan; sözgelimi çocuğa bakamayan, ev işlerinde gelinine veya
kızına yardımı olamayan yaşlıların bu aile tipinde yeri yoktur. Zaten bu ailenin eşleri, kendi kararları ile ·evlenir ve evlerini büyüklerden uzak yerlerde
tutarlar.
Özet olarak, "çekirdek aile"nin özellikler,i şöyle sıralanabilir:
- Fatalizme
(kaderciliğe) karşı
- Derin akrabalık bağiarına
karşı
- Kararların aile ya da köyün
diyetçilik
-Dıştan
gelen
aktivizm
akrabalada
düşük
yaşlıları tarafından
baskılarla doğum
entegrasyon
verilmesine
kontrolünün benimsenmesi
karşı
fer-
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
329
- Otoriter olmayan aile ilişkileri ve oldukça basit bir aile yapısı (bk. 1994
Uluslararası Aile Yılı Özel ihtisas Komisyonu Raporları, s.8).
Her iki aile tipi üzerinde değerlendinne: Yaratılış sebepini müdrik olarak
ömrünü geçiren bir insanın, dünyayı mezara tercih edeceği rnuhakkaktır.
Ancak insanoğlu, aleyhindeki gelişmeleri gözden kaçırmış, gerekli tedbirleri
almada gecikmiştir. Mesela değişen toplumun genel yapısına bağlı olarak
aile tipi değişmiştir. Sanayi toplumunun hedeflediği çağdaş, modem ailede
bir veya iki çocuk planlanmış, yaşlılara (büyükbaba ve büyükannelere) bu
ailede yer verilmemiştir. Daha kötüsü, marjinal dahi kalsalar, çekirdek aile
olgusuna bile yer vermeyen alternatif ilişki biçimlerini savunan gruplar türemiştir.
Geleneksel büyük ailede yaşlıların hiç mi problemi olll}amıştır? Olmuş­
tur tabii... Arıcak bu problemler, İslam'ın kazandırdığı ahlak! ve hukuk! sorumlulukla, büyük aile bireyleri arasında bölüşülrnüş, aile yuvaları içinde
halledilmiştir. Nirnetler, külfetler mütesaviyen paylaşılagelmiştir. Büyük
ailede yaşlı, ölünceye kadar sorumluluk üstlenmiş, işini tarnamlama sevinci
içinde ömrünü noktalamıştır.
Oysa çekirdek ailenin dahi tehdit altında bulunduğu günümüzde yaşlı;
desteksiz, güçsüz ve sorumsuz bir halet-i ruhiyeye itilmiş, acınır ve ağlanır
bir hale düşürülmüştür.
İslam'ın "geniş aile" efradı arasındaki eııtegrasyonu: İslarn1 büyük aile; biyolojik, psikolojik, ekonomik, din!, si yas'i, so s: ·alleştirici ve eğitici tüm fonksiyonları içine alan geniş bir aile yapısını hedeflemektedir.
İslam! geniş ailede anne-baba, dedeler, büyükanneler, amcalar, halalar,
dayılar ve teyzeler, bunların çocukları yer alır. Üç kuşak bir arada yaşar.
Ayrı ayrı
mekanlarda
alakalar vardır.
yaşasalar
dahi,
onları
birbirine bağlayan derin ve geniş
İslami aile, geniş aile olmak zorundadır. Bu genişlik, içtimar gelişJm zorunluluğundan değil, Allah'ın
lüktür. Aile efradı arasındaki
kiştirilerek güçlendirilir.
Aşağıdaki
emriyle vücut bulan bir genişlik, bir büyükKur'an ve sünnetle tanzim edilir, pe-
ilişkiler
ayetler İslami geniş aileyi, bu aile bireylerinin Yüce Allah'a,
sonra birbirlerine ve tüm insanlık ailesine karşı yükümlü oldukları hak ve
vazifeleri, rnütekabil rnesuliyetleri ihtiva eden önemli hükümler taşımakta­
dır.
330
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
Allah'tan sonra anne ve baba: "Rabbiıı, sadece kendisine kulluk etmeıiizi,
da iyi davrmımmıızı kesin bir şekilde emretti. Onlardmı biri veya her
ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendileı:iııe "öf bile deme; oııları azarlama. İkisine de
güzel söz söyle, onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve Rabbim, kiiçiiklüğümde
oııl ar beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onları esiı-ge" diye dua et.
mza-babanıza
"Rabbiniz, sizin kalblerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin
ki Allalı kötülükten yüz çevirerek tövbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır."
"Bir de akı·abaya, yoksula, yolcuya hakkım ver. Gereksiz yere de saçıp savurma" (el-İsra 17/23-12); "Biz insana, mza-babasma iyi davranmasmı tavsiye etmişiz­
dir. Çünkü mıası oııu ııice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde
olur. İşte bımım için önce baııa, sonra da mıa-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Döııüş, ancak bmıadır'' (Lokman, 31/14); "Bir zammılar biz Benf İsra­
il'e yalnızca Allalı'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya iyi davranacaksıııız, yakın akrabaya, yetimlere, miskinZere iyilik ·edeceksiniz diye emretmiş, onlardan bunu tutacaklıırma dair söz almış ve "insanlara güzel söyleyin"; "Allalı'a ibadet edin ve O'na lıiç
bir şeyi ortak koşmaym. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşu­
ya, eş, dost ve arkadaşa, uzak komşuya, yolcuya, elleriniz altmda (emr-i lıimayeniz­
de) bulunanlara iyi davrmım. Allalı kendinf beğenen ve daima böbürlenen kimseyi
sevmez" (en-Nisa, 4/36).
, "Muhakkak ki Allalı adaleti, iyiliği, alerabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin iş­
leri, fenalık ve azgmlığı da yasaklar. O, düşünüp tııtasmız diye size öğüt veriyor''
(en-Nahl, 16/90); "Ana ve babanın ve yakmlarm bıraktıklarından erkeklere bir pay
v·ardır; mıa babaııın ve yakmlarm bıraktıklarıııdmı kadınlara da bir pay vardır. Gerek
azmdaıı, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır" (en-Nisa, 4/7).
Bu ayet cahiliyet devri geleneklerini yıkarak mirastan kadınında payı
onlar için ayırdığı bu payın mutlaka kendilerine verilmesi gerektiğini beyan etmektedir. "Miras ta payı olmayan yakmlar, yetinıler ve
yoksullar, miras taksiminde hazır bulunursa ondan bunları da rızıklmıdınn ve onlara güzel söz söyleyin" (en-Nisa, 4/8).
·
olduğunu, Allah'ın
Bu ayet, İslam'ın getirdiği en geniş kardeşlik ve insanı dayanışma anlave sosyal adalet prensibi içinde, nıirasta payı olmayan -nispeten- uzak
akrabaya, o civarda bulunan fakir fukaraya da mirastan bir şeyler verilmesini, gönüllerinin alınmasını, emeksiz elde edilen servete karşı muhtemel olumsuz duyguların önlenmesini emretme~tedir.
yışı
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ
331
~'Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, kadıııııı payının iki misli miras ver-
menizi emreder. Çocuklar ikiden fazla
kadın
iseler ölünün
bıraktığının
üçte ikisi
onlarındır. Eğer yalııız bir kadmsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasmdmı
her birinin altıda bir (116) hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona
ise anasıııa ilçte bir (113) düşer. Eğer ölenin kardeşleri varsa anasıııa
altıda bir (116) düşer. Bütün bu paylar ölenin yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullanmzdan hangisinin size fayda bakımından daha yakııı
olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allalı tarafından konmuş farzlar (paylar)dır. Şüphe­
siz Allah, ilim ve hikmet sahibidir" (en-Nisa, 4/11).
varis
alımış
Buraya kadar sıralanan bu ayetlerde ilk mesaj olarak kulluğun sadece
Allah'a hasredilrnesinin vücubu vurgulandıktan sonra sırayla ebeveyne,
yakın akrabaya, kornşulara ve bütün insanlara karşı yerine getirilmesi icab
eden hukuk! ve ahlak! pek rnühirn rnüeyyidelere saraheten işaret edilmiştir.
Ayetlerdeki "onlara iyi davranın", "onlara öf dahi demeyin", "onları
azariarnayın", "en güzel sözü yumuşak bir üslU.pla arzedin", "yakınlara adil
davranın" gibi şıklar, yaşlının en az fizik! korunma kadar psikolojik korunmaya, sayılıpsevilrneyede muhtaç olduğunu ortaya koymaktadır.
İslam'ın yaşlılar lehine koyduğu miras ve nafaka gibi hukuk! haklar da
ernsali ile rnukayese kabul etmez çapta çok ileri durumdadır. Mesela yukanda kaydedilen son ayette (en-Nisa, 4/11); ana-babanın, büyükbaba ve büyükannelerin, müteveffa çocuklarının terikelerine, belirtilen paylarla mirasçı
olacakları açıkça belirtilmektedir. İslami uygulama da hep böylece süregelmiştir. Bu bir yaşlılık sigortasıdır.
Oysa yürürlükteki miras hukukunda, sözü edilen aile büyüklerinin, yani ana-baba, dede ve büyükarınelerin evlat ve torunlarına mirasçı olma hakları yoktur.
"Ana-babaya iyilikle muamele s ;leyiniz" ve "dünyada onlara iyi davgibi ayetler ile "sen ve malın babana aitsiniz" gibi hadisler, muhtaç
olan ebeveynin nafakalarının çocuklarına ait olacağını ifade etmektedir (de-'
deler ile nineler, ebeveyn tabirine dahildir).
ranın"
Tercih edilen görüşe göre çalışabilir dururndaki muhtaç ana-babaya çodiyemez, nafakalarını terninle mükelleftirler.
cukları, "çalışsınlar"
Nafakanın şunıülü
hısıını)
oidukça geniştir. Hanefilere göre Zevi'l-erhaın (kan
olup aralannda evlenmek caiz olmayan hısımlar, karşılıklı olarak
332
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
nafaka mükellefiyetini yüklenirler: Amca, kardeş, kardeş çocuğu, hala, teyze
ve dayı gibi... Hz. Ömer başta olmak üzere birtakım İslam mütefekkirleri,
kapsamı biraz daha genişleterek aralarında evlenmek caiz olsun olmasın, sıra
kendilerine geldiğinde biri diğerinevaris olabilecek bütün hısımlar arasında
nafaka caridir, derler. Bu görüş, İslam'ın içtimai adalet anlayışına daha uygundur.
Burada yine İslam nafaka hukuku ile yürürlükteki nafaka hukuku arasındaki bir farka işaret etmek icap eder.
İslam nafaka hukukuna göre usul, furıl ve eşierin nafakası, mahkemeye
başvurmadan
sabit olur. Nafaka, borçlusunun
sına bağlı değildir. Diğer hısımların nafakası,
rızasına
ya
rıza
veya hazır bulunmaile veya mahkemenin
hükmü ile kesinlik kazanır.
TMK'ya göre nafakanın tahakkuku için ya mukavele veya dava
(bk. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s. 352).
şarttır
Özet olarak denebilir ki; ana-baba, büyükbaba ve büyükannelerin
pay sahibi (ashab-ı feraizde) olmaları; ayrıca baba ile
dedenin taksimattan artakalanı direkt(binefsihi asabe olarak) almaları; yaşlı­
ların gerek miras ve gerekse nafaka cihetinden tam bir korunma altına alın­
dıklarını serahaten ortaya koymaktadır.
mirascılar arasında
Yukarıdaki
ayetlerde "yakın akraba" anlamına gelen "zevi'l-kurba" ve
"el-akrabiln" kelimeleri ile hukukta "kan hısımlığı" manasma gelen "zevi'lerham" çerçevesinde oluşturulan· İslami büyük aile efradı arasında gerek
ahlak! ve gerekse hukuki bağlarla, çok sağlam bir entegrasyon sağlanmıştır.
Yaşlılar, sahip oldukları birikimle, bu ailedelayık oldukları yere oturtulmuş;
sosyal, psikolojik ve iktisadi bütün problemleri!!, yine aynı aile içinde sağlık­
lı çözüme kavuşturulması öngörülmüştür.
3.KISIM
Huzurevleri ve İçinde Yaşamak Zorunda Kalan Yaşlılar
Ülkemizde din!, ahlak!, iktisadi ve sosyal yapıdaki gelişme ve değişik­
likler, gün be gün çeşitli sosyal pro_blemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Gelişen nüfusla orantılı ve şişen ailenin hacn:ıiyle mütenasip yerleşim
ve mesken projelerinin vaktinde ürc•tilmeyişi; hep genç ve güçlü kalacağını
sanan insanoğlunun, gelecek güçsüzlüğüne maddi ve manevi tedbirleri ken-
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
333
di aile çerçevesinde önceden düşünmeyişi; köyden şehre olan sür'atli göç
olarak "geniş aile"nin hudanarak "çekirdek aile" konumuna
düşmesi ve hatta "ailesizlik" temayüllerinin doğması; iki insanın dahi zor
barınacağı gecekondu ve benzeri barınakların inşası gibi sebepler insanı,
özellikle yaşlıyı himaye eden madd'i yardımların ve aileye alternatif olarak
yeni birtakım müesseselerin ihdasını zorunlu kılmış bulunmaktadır.
akışına bağlı
Endüstrileşme
sadrnesiyle sarsılan ailenin birinci derecede mağdurları, şüphesiz ki yaşlılardır; çocuklar sonra gelir. Çünkü çocuklar hayat eğrisinin çıkış tarafındadırlar; zor şartlarda dahi olsalar,
gün geçtikçe güç ve kuvvet kazanır, evlenir ve arhk içinde başkalarını himaye edebilecekleri bir yuvanın ya sahibi olurlar veya en azından ileride bu
hayali gerçeğe çevirebilecekleri ümidiyle mutlu olmaya çalışırlar. Fakat yaş­
lılar? Onların geleceğe ma'tuf arzu, plan ve gayeieri eskimese de; zamanın
bir gayeye doğu olan akışını ters yöne çeviremezler. ·Maz'i muhaL. Hayat
eğrisinin iniş kısmında seyreden bu in<;anlar, Hz. Zekeriya'nın "vehm-azm"
(iskelet zayıflaması) dediği fizik! b' çök lşle son durağa doğru yürümektediri er. İlahl fermanın, İlah'i sünnetin~- -_.lisi böyledir: "Sizi güçsüzlükten yaratan, sonra güçsiizlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allalı'tır. Çünkü O, dilediğini yaratır. Hakkıyla bilen ve üstün kudret sahibi olan ancak O'dur" (er-Rum, 30/54).
ve toplumsal
değişmenin
Birinci kısımda· işaret edildiği gibi, Rasulullah bu iki zayıfın korunma- .
sını, sevilip sayılmasını; lafız ve mana ellietiyle hemen hemen aynı paralellik
arz eden (Li_::$' ) Y-J ü_Jj-P ~-'-!. t ıJ" \.:.o ır:l) "Bizim lcüçüklerimize merhamet ve
büyüklerimize de
lıünnet
göstenneyen bizden
değildir"
sözleriyle çok defa beyan
buyurmuşlardır. İşte takdir-i İlah'i olarak zayıflıktan kuvvete yeniden dön-
meleri umulmayan, ölünceye kadar insan gibi yaşama hakkına sahip olan,
muhtaç yaşlıların sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla çeşitli tedbirlerin alınmasına ihtiyaç hasıl olmuştur.
bakıma
Huzurevlerinin Gelişmesi ve Gayesi
Ağustos
1977 tarihli Sosyal Hizmetler Bülteni'nin 2. sayısında (s. 13-14)
şöyle denilmektedir: "Bugün, himaye ve bakıma muhtaç yaşlıların bakımı,
tedavi ve rehabilitasyonları ile psikolojik ve sosyal yönden doyurucu bir
yaşantının sağlanması ve her türlü gereksinimlerinin giderilmesi amacıyla
çağdaş anlayışa uygun olarak hizmet veren kurumların gerekliliği ortaya
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
334
çıkmıştır.
Bu gereksinimi göz önünde tutan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakan"huzurevi" adı altında yaşlılar için kurumlar açmaya başlamış ve bu tür
hizmetlerin artırılması yönünde programlar geliştirmiştir. Aynı zamanda
belediye karıununda yer alan hükümler gereğince de bazı belediyeler yaşlı
bakım evleri açmış bulunmaktadır. Bunun yanı sıra sosyal amaçlı derneklerin de bu alandaki katılımlarının geliştiği görülmektedir."
lığı,
1977 yılı başlarında, ülkemizde çeşitli adlar altında yaşlıların bakımını
31 kurumdan sadece 5 huzurevi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlı­
ğı'na bağlı idi. Geride kalan 15'i belediyelere, 5'i derneklere, 5'i azınlıklara
ve 1'i gerçek kişiye ait bulunmakta idi.
sağlayan
1993 Eylül ayı dokümarılarına göre, sadece Sosyal ~izmetler ve Çocuk
EsirgemeKurumu'na bağlı huzurevlerinin sayısı 36'ya yükselmiş ve bu yıl
(1994) içinde tamamlarıması pHinlanarı 6 tanesinin ilavesiyle tamamı 42'ye
baliğ olacaktır.
1977'den 1994'e kadar geçen 17 yıl içinde, bugün bir Devlet Bakanlığı
bünyesinde faaliyetlerini sürdüren huzurevleri sayısının 5' den 42'ye çıkması,
oldukça calib-i dikkat bir gelişmedir. Bu huzurevlerinin dışında kalan ve
aynı gayeye yönelik hizmetler veren bakım ve dinlenme yerleri sayısında da
artışlar kaydedilerek belediyelerin 19' a, vakıf ve derneklerin 18' e, azınlıkla­
rın 6'ya ve özel kişilere ait olarıların da 2'ye yükseldiği anlaşılmaktadır. Son
edindiğimiz bilgilere göre (Temmuz-1994), dört ayrı bakanlık bünyesinde
860 kapasitı:;li bakım ve dinlenme müesseseleri (PTT gibi) kurulmuş bulunmaktadır.
Yukarıda
sözü edilen
Ağustos
1977 tarihli Sosyal Hizmetler Bülteni'nde
"gaye" şöyle özetlenmektedir: "Maddi gücü yeterli olsun veya olmasın aile çevresinin şefkat ve yardımından yoksun olup, yaşamını tek başına yardımcısız
devam ettiremeyecek durumdaki yaşlıların bir aile ocağı havasını aratmayacak ortam içinde bakımlarının sağlanmasını gerçekleştirmektir. Huzurevlerine ağır bir sakatlığı ve yatalaklığı bulunmayan, günlük ihtiyaçlarını (yemek,
içmek, tuvalet gibi) kendi başına başarabilen akll dengesi yerinde yaşlılar
alınır".
1993
yaşlılara
Yılı Çalışmaları Değerlendirme
yönelik
çalışmalar şıkkında
Raporu ve 1994 yılı hedeflerinin,
(s. 25) şöyle denilmektedir: "Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgenıe Kurumu Genel Müdürlüğü'ne bağlı huzurevlerinde
60 ve daha yukarı yaşta sosyal veya ekonomik yoksulluk içinde olan huzurevindeki
AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ
yaşamma
335
fiziki, ruhsal özrü ve alkol, uyuşturucu bağımlılığı olkabul edilmektedir. Ancak huzurevine kabulü sonrasında yatağa
bağımlı hale gelen veya özel bakını gerektiren yaşlılar için de özel bakım üniteleri
açılmaktadır. u
mayan
engel
oluşturacak
yurttaşlar
Sözü edilen 76 faal kurumda 9.500-10.000 civarında
sana ücretli ve ücretsiz olarak hizmet sunulmaktadır.
1992
yaşlı
ve
düşkün
in-
yılı
özel bakım
resmi raporlarına göre bir yaşlının kuruma aylık maliyeti 2.5,
üniteterindeki yaşlının aylık maliyeti ise 3.5 milyondur.
Yaşlılar Dairesi'nde çalışan uzmanlardan şifah'i olarak son aldığımız
(Temmuz-1994) bilgilere göre huzurevlerinde sakin her fert için, huzurevinin
tam kapasite çalışıp çalışmamasıyla orantılı olarak, 3 ile 8 milyon aylık harcama yapılmaktadır. Tefriş, donanım, yatırım ve personel giderleri bu maliyetin dışındadır.
Burada kurum ve bakım maliyet dokümanlarını sunmamızdaki sebep,
bu yolla yaşlılara hizmet götürmenin çok pahalıya mal olduğunu vurgulamaktır. Devletin, belediyelerin, vakıf ve derneklerin bunca gayret ve masrafıarına rağmen, yukarıda işaret edildiği gibi, sadece 9-10 bin kişiye bakılabil­
mektedir. Oysa 1990 nüfus sayımına göre 60 ve daha yukarı yaşta 4 milyona
yakın insanımız vardır. Genel nüfusun %7'sini yaşlılarımız teşkil etmektedir ..
Büyük ailenin hızla eridiği günümüzde, acaba bu yaşlılarımızın çoğunu nasıl
bir gelecek beklemektedir? Bu pahalıya mal olan ve halen bu kurumlarda
meskı1n kişileri ruhen pek de tatmin edemeyen "huzurevi" ve benzeri projeler üzerinde ısrarlı olmanın acaba faydası var mıdır?
Kurumların Meşru'iycti:
Sebepleri ne olursa olsun, sokakta kimsesiz kal-
mış bir insanı alıp barındırmak devletin görevleri arasındadır. Bunu yapan
devlet alkışlanır.
İsHim'a göre, zengin hısmı olmayanın nafakasını devlet karşılar. İslam
hukuk ~aynakları, hazine giderlerini sayarken uFukaranın bakım ve tedavi
nıasraflannı,
tereke bırakmadmı ölenlerin cenaz!! masraflarını, sahipsiz ve kimsesiz
çocuklann nafaka ve işledikleri suçlann diyetlerini, bizzat kazanına imkanından ve
hukuken kendilerine bakınakla yükümlü zengin hısımlan da bulunmayan kimselerin
nafakalannı ... u bu görevler içinde saymıştır (b k. H. Karaman, Mukayeseli İslam
Hukuku Tarihi, s. 325; S. a. Sıddıki, İslam Devletinde Mali Yapı, s. 154).
336
İSLAM'DA AİLE
ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
Ülkemizde, sosyal hizmetlerin çok köklü bir geçmişi vardır. Din ve dinin oluşturduğu içtima! değerlerin tesiriyle oluşturulan yardım kuruluŞları,
geler...!ksel sosyal dayanışma ve yardımlaşma sahasında çok uzun zaman
başarılı örnekler vermiştir. Fakirlerirıi, zayıf ve muhtaçlarını korumak maksadıyla kurduğu muhteşem vakıflada dünyaya örnek olan bir medeniyetle
ne kadar iftihar edilse azdır.
Cumhuriyet öncesi dönemde, vakıflara paralel olarak kurulmuş, aynı
isimle veya isim değiştirerek varlığını günümüze kadar sürdüren ve ha.len
çok aktif görevler ifa eden bir hayli müessese vardır. Mesela, 1868'de
"Mecruh!n ve Marda-yı Asker!ye İmdat ve Muavenet Cemiyeti" adıyla kurulan müessese, 1877'de "Hilal-i Ahmer" ismini alan bugünkü Kızılay'ın ta
kendisidir. 1868' de ıslahathaneler, 1872' de daru' ş-şefaka, 1896' da darü'l'aceze, 1915'de darü'l-eytamlar ve 1921'de Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme
Kurumu) kurulmuştur.
Sözü edilen kuruluşlar içinde orijinal ismini muhafaza eden ve sanki
huzurevleri projesini de içine alan bugünkü "Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu" na örnek teşkil eden tek kuruluş, "Daru'l-aceze" dir. İs­
tanbul Belediyesi'ne bağlı olarak çalışan bu kurumun 1329/1906 tarihinde
basılan "alimatname"sinin 64. maddesinde: " ... Dersaadet'te tavattun edup
'alll ve mariz ve muhtac-ı muavenet olarak akraba ve velisi ve kendisine
şer'an bakacak kimsesi olmayan veyahut vacibü'l-infak kimsesi bulunduğu
halde, onun da infaka kudreti olmadığı tebeyyün eden ve işe ve güce iktidarı
bulunmayan aceze ile ebeveynden mahrum olan etfal-i eytam kabul olunur"
denilmektedir.
Maddeden de anlaşıldığı gibi Darü'J-aceze:
* Hasta ve sakatlara
* Çalışamayan muhtaç yaşlılara ve
*Öksüz çocuklara hizmet vermektedir-'ki, bunlar SHÇEK'yi oluşturan
ayrı ayrı birimlerdir (Yaşlı Hizmetleri Dairesi ile Yetiştirme Yurtları, Sakatların ve Felçiiierin Rehabilitasyonu Daireleri gibi). Hülasa, insan lehine yapılan
ve geliştirilen bütün çalışmaları destekliyor ve diyoruz ki; Hz. Peygamber
(s.a.v)'in: "Yerdeki her cmılıya merlıaınet et ki senıadalcilerin tiinıii saııa merhamet
etsin" ve "İnsaıılarzn en lıayırlısı, onlara e11 çok yaraymıdır" gibi evrensel mesajiarına biraz olsun kulak veren bir devleti veya toplumun sokaklarında, mez-
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi
hep ve
meşrebi,
cinsi ve cibilliyeti ne olursa olsun,
337
ağlayan
ve sürünen ade-
ınoğlu olmamalıdır.
Huzurevlerinde Yaşayanlann Durumu
Çeşitli
bilgi
huzurevi ve bakımevleri sakinleriyle yaptığımız mülakatlarda,
ve güvenirlik bakııpından üç tip insanla karşılaştık:
aktanını
1) Bir çekingenlik (bizden mi, idarecilerden mi bilemedik) belirtisiyle
konuşmak istemeyenler,
2)
Kurumları
çok övenler veya çok yerenler (hissi konuşanlar),
3) Bildiğini çekinmeden mertçe söyleyenler,
verenler.
Konuşabildiğimiz
mamı şu
ve konuşturabildiğimiz
iki cümlede birleşiyorlar:
kişilik tavırlarıyla
yaşlıların
güven
hemen hemen ta-
"Allah, devletin zevalini vermesin, bize çok iyi bakıyorlar. Fakat, aileolsa şurada bir gün kalmayız." Burada hemen kaydedelim
ki, hanımı ve kendisine bakacak çoluk çocuğu olduğu halde huzurevinde
kalmayı tercih eden az da olsa bazı kişilere rastlanmaktadır. Şimdi biraz huzurevi sakinlerini dinleyelim:
ınizde bakanımız
1) Trabzon Huzurevi: 77 yaşında olduğunu söyleyen Mehmet dede (Akçaabat) şöyle diyor: "Benim erkek oğlumyok, iki kızım var. Onlar da bakmak istemiyorlar. Erkek oğlum da olsa belki bakmayacaktı. Eskiden amcalara, dayılara, hala ve teyzelere bakılırdı; fakat bugün ana-babaya bakılmıyor.
Herhalde en önemli eksiklik, çocuk terbiyesidir. Geçim bakımından burada
en ufak bir sıkıntımız yok. Fakat vücudum burada, ruhum köyümdedir.
Yakınlanından birinin yanında kalmayı çok arzu ederdim."
"Alnımıza yazıldı
bu kara yazı/Ağiarım bazı bazı."
75 yaşında olduğunu söyleyen Kaya dede (Bayburt) şöyle diyor: "4 erkek, 1 kız; S çocuğum var. Gelinler çok gaddar. Torunlarımı sevmek isterim
fakat kaçarlar. Ziyarete dahi gelmezler. Ben babama yapmadım ama buldum ..."
62 yaşlarındaki Saaddettin Bey şöyle diyor: "Allah, devletin zevalini
vermesin. Eşim, çocuklarını yok. Yakınlarını, akrabanı hepsi var, ama hiç
birisi ziyarete bile gelmiyor. Halbuki ben hepsini çok özlüyorum. Allah'a.
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II)
338
havale ediyorum. Burada çok iyi bakılıyoruz fakat bunalım içindeyiz. Devletten şikayetçi değilim. Lakin geçim imkanım olsa burada bir saat durmam."
2) Darii'l-aceze- İstanbul: Üniversite mezunu, zeki ve akıllİ, sakat 67 yaş­
larındaki
Marifet hanım, çok değişik şeyler
anlattı:
"Biz gençlerden merhamet değil, saygı ve sevgi bekliyoruz. Eğer aranır,
sorulursanız yalnız değilsiniz. Yalnızlık, insanın yaşıdır.
Yani aranır sorulo zaman yaşlısınız. Beni çok düşündüren iki hadiseden size söz
etmek isterim; birisi şudur: Beraber ka ldığımız bir bayanın oğlu Amerika' da
kalıyormuş. Bu zatın kızı İstanbul' da bir lisede okuyormuş. Bu adam Türkiye'ye gelmiş ve bir gün sözünü ettiğimiz kızıyla birlikte annesini ziyarete
gelmişti. Ne hazindir ki; bu genç kız, babaannesini ilk defa görmüştü,
tanımıyordu. Kendisine, annerıi neden evine almıyorsun? dediğimde; "Hanım ~gelin- istemiyor" cevabını vermişti. Bu cevap beni çok şaşırtmıştı, çünkü biz aile büyükleri içinde sevilmeme veya istenınerne gibi kavramları hiç
tanımıyorduk. Beni üzen bir diğer konuda şudur: Kayınvalide yüzünden bir
boşanma davası açılmış, hanım "ya ben, ya da anası" diye diretmiş. Mahalll
mahkeme hanımı boşamış ve yaşlı anneyi evinde b~rakmış. Ne hazindir ki
Yargıtay bunun tersiyle hüküm vermiş; yani hanımı evfne çevirmiş ve o yaşlı
anneyi kapı dışarı etmiş."
mazsanız
Marifet Hanım
haklı
olarak üzüldüğü _bir üçüncü hususu da
şöyle
anla-
tıyor:
"Yaşlılar
günü münasebetiyle Taksim' de bir yürüyüş yapılacaktı ve yaş­
hiara saygı, yaşlılara hizmet pankartları taşınacaktı. Bu ne demektir? Bir
toplum yaşlısını bu kadar düşürür mü? Bugünün gençleri iyi bilmeliler ki,
yaşlılara ne yapıyorlarsa, ileride kendilerine aynısı yapılacak."
Yine Darü'l-'aceze'de ikamet eden bir yaşlının:
"Kimsesiz insan olmaz,
Herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım yetiş,
Ey kimsesizler kimsesi"
tarzındaki
manidar
feryadı,
bizlere çok
şeyler
an-
latınaktadır.
3) Ankara -
Seyranbağları
Huzurevi: Büsniye
yılında kocasını kaybettiğini ve dünyada en çok
Hüsniye Hanım şöyle demektedir:
Hanını
82
yaşındadır.
çocukları sevdiğini
1949
söyleyen
AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ
"Şimdi çocuklarım
339
durumu da pek iyi değil. Fakat ne
olursa olsun beni arayıp sormaları gerekir~ Burada unutulup gitmiş insanlar
gibi hissediyoruı hepimiz kendimizi. Burada bize çok iyi bakılıyor, çocuklarıni.ızdan daha çok hizmet ediyorlar. Ama insanın evinin, yuvasının özlemi
bir başka oluyor. Bir yuvanın sıcaklığını her zaman özlüyoruz. Gençler, bizim kenGlilerine gösterdiğimiz hoşgörü kadar bize saygı gösterse yeter. Yaş­
lıyız diye bizi küçümsemesinler, bizim de fikirlerimize saygı göstersinler. Bir
zamanlar bizim de kendileri gibi genç olduğumuzu ve bir süre sonra kendilerinin de bizim gibi yaşlanacaklannı asla unutmasınlar."
var ama
onların
Çocuklarının hayırsız çıktığını ve kendisine bakmadıklannı söyleyen
80'lik Cemal dede ise; "Bir gün onlarda yaşlanacak ve bana sırt çeviren çocuklarıma onların çocukları da sırt çevirecek" sözleriyle yetindi.
Örneklerde görüldüğü gibi hemen hemen her yaşlı, huzurevlerinde
kendilerine sunulan hizmetlerden çok memnun olduklannı· fakat büyük bir
aile ve akraba özlemi duyduklarını istisnasız anlatmaktadırlar.
Mülakat yapabildiğimiz yaşlıların ortak düşünceleri şu şekilde özetlenebilir: "Bu yaştan sonra çok yemek, çok giyrnek zaten bizi ilgilendirıniyor.
Bizim istediğimiz, çocuklarımızdan, torunlarımızdan ilgi görebilmek, onları
sevebilmek ve onlar tarafından sayılmak, yaşlılığımızda bir kenara itilmemek. .. Bir zamanlar çocuklarımıza bizim baktığımızı ve yaşıandığımızda da
onların bize bakmalannın görevi olduğunu unutmamaları lazımdır."
İnsanın en huzurlu yaşayabileceği yer ailesi, yakın akrabası ve mahalle-
sidir. Gerontologistler (ihtiyarlıkla ilgili bilim dalı) tarafından yayınlanan
Yaşlılar Arası Uzun Vadede Tedavi İmkiiııları adlı eserde maddi her türlü imkanın mevcut olduğu ABD huzurevlerinde kalan yaşlılarda, fizik! ve akil zayıf­
lamanın yaşıtlarına göre daha fazla olduğu ve bunların %60'ının ya çok az,
ya hiç ziyaretçisi olmadığı belirtiliyor. Huzurevlerinde kalan yaşlılarda, bir
kurumda kalmanın getirdiği stı·es, evini ve mülkünü kaybetmenin ve şahs1
özgürlüğünün olmamasının getirdiği stresle birleşince intihara giden yollar
da açılmış oluyor.
Bize göre, bizdeki huzurevlerinde intiharların olmayışında "İsHım faktörü" önemli rol oynamaktadır.
*İslam, "tevekkül" ve "kadere rıza" inancını farz kılar.
*İslam, intiharı haram, normal ölümü de zevkleri n en büyüğü olan "Allah'a vuslat" olarak kabul eder.
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
340
* İslam, Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsiziikten sakınrnayı; velev ki bir kuru selarnla dahi olsa, akrabalar arası ziyaretleşrneyi ernreder.
Urnilrn'i ve husils'i (din kardeşleri ye akrabalar arası) ziyaretleşrneyi 'kesenlere, cennetin kokusunu bile koklatmaz.
Sonuç ve Teklifler
İnsan ruh ve bedenden oluşan bir yarahktır. Bedelli ihtiyaçları karşıla­
mada niha'i hedef, şüphesiz ki ruhi istekleri tatmin ve teskin etmektir. Başka
bir deyişle insan yer, içer ve bir rneskende barınır; bu sadece fizik! ihtiyaçların karşılanması demektir. Bu ihtiyaçları, HUZUREvi ve benzeri kururnların
karşıladığını söylernek mümkündür; ancak niha'i gaye olan insan! kimliğin,
psikolojik tatmin ve teskinin huzurevlerinde sağlanabileceğim söylernek çok
zordur. Yani oradaki insan:
*Eşref-i
mahlukat, hallfe-i arz olduğuna;
*Seven ve sevilen olup, itilip kakılan biri olmadığına;
* Sözü dinlenen, otoriter, güçlü ve güvenilir biri olduğuna inanabiliyor
mu? Yaşı icabı gösterişi ve israfı olmayan; bir çocuk kadar rnadd'i tüketimi
bulunmayan, sadece insan! kimlik arayışı içinde bulunan bir yaşlıyı, başka
usilllerle mutlu kılmak mümkün mü?
İnsanı her şeyin üstünde tutan bir dine ve köklü bir rnaziye sahip olan
bir millet, elbette ki sokağa terkedilmiş gözü yaşlı ihtiyarını, Japonya, Güney
Amerika ve Kuzey Avrupa'da görülen birtakım ilkel topluluklarda olduğu
gibi aç, susuz ve barınaksız ölüme terk edemez. Biz yalnızlığa terk edilen bu
. saygın insanların huzurevine alınmalarını sorgularnıyoruz; tersine
alkışlıyoruz. Fakat evini barkını kurmuş, sıcak bir aile yuvası içinde rahatlık­
la ibadetini yapabileceği ve birikimini torunlarına ve çevresine·aktarabileceği
bir dönemde, bu insanın neden yalnızlığa terkedildiğini merak ediyor ve
birtakım sorulara cevap arıyoruz.
Teklifler
1) İnsanı tahkir ye tazyif eden her türlü düşünce nazariyeleri eğitim ve
öğretimin her kadernesinden sökülüp atılmalı ve İslam'ın insana tanıdığı
kimlik ve kişilik iade edilmelidir.
2) Ana-babayı, yakın akrabayı, inananları ve bütün insaniari sevip say"din'i bir vecibe" olduğu eğitim ve öğretimin her kademesindeki nes-
manın
AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ
341
lin kafasına nakşedilmeli. Analar, babalar ve yaşlılar günü gibi, senede bir
gün ha~ırlatmakla değil; "Buda, Konfüçyüs, falan filozof ve filan ~ilim der
ki..." tarzında başlayan bir eda ile de değil; "Allah ve Rasfı.lü buyuruyor ki..."
tarzındaki bir üslupla insan sevgisi ve büyüklere saygı duyguları yerleştiril­
melidir.
3) Anayasanın 41. maddesinde yer alan "Aile, Türk toplumunun temeli dir. Devlet ailenin huzur ve refahı ile, özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır" ilkesine yine aynı maddede yer alan "Aile pHinlaması" ilkesinden çok daha fazla ağırlık verilmeli ve bu yolla yaşlıya
kendi ailesi içinde mutlaka destek sağlanmalıdır. Aile pHinlaması adı altında,
ana-babalar da konuşturularak sergilenen çocuk düşmanlığına son verilmeli,
bu i:ür programları izleyen çocuklarda kin, nefret ve intikam duygularının
oluşmasına engel olunmalıdır.
4) Bugünkü yaşlıların, bizim ve nesiimizin geleceği için "Kentsel Büyük
Aile" projeleri üretilmeli ve yeni bir şehir mimarisi geliştirilmelidir. Şayet
dünyada ve hatta k~Hnatta her şey insan için yaratılmışsa; keşif, teşebbüs ve
yatırımların temel gayesi şayet insanı mutlu kılmaksa, o zaman insanın doğup büyüdüğü ve içinde ölmeyi arzuladığı aile yuvası da zamanın icap ve
şartlarına göre yeniden düzenlenıneli ve her halükarda genişletilmelidir.
5) Fakir ve düşkün yaşlılar, kendi aile ve mahallesi içinde desteklenmeli; bakım ve faaliyetleri çok pahalıya mal olan ve içindeki yaşlıları ruhi yönden bir türlü tahnin edemeyen huzurevleri yerine "yaşlılık maaşı" yaygınlaş­
tırılmalıdır.
6) 1993 yılında başlatılan "Evde yaşh-özürlü
planda bir teşebbüs olarak sür'atleştirilmelidir.
bakımı"
projeleri, mikro
Mevzumuzu burada bitirirken sözlerin en güzelinden bir ayetle insanı
noktalamak istiyorum: "Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği
gün sana selfim olsun" (Meyem, 19/15).
selamıayarak
KAYNAKLAR (Konunun iskeletini teşkil eden ayetler
dışında)
1994 Ulııslarnrası Aile Yılı Özel İhtisas KomisıJonıı Rapor/an, Ankara, 1994.
Alunet Yüksel Özemre, İliıııde Demokrasi Olmaz, İstanbul, 1991; Aile ve Top/ımı Dergisi,
Sayı: I, Ankara 1991.
342
İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il)
HI, Derleyenler, B. Dikeçligil-A. Çiğdem, Ankara 1990 (Başbakanlık Aile
Kur.).
Alexis Carre!, İnsan Bu Meçhul, tre. Vedat B. Nazikoğlu, İstanbul1965.
İnsmılnr Uyanın, tre. L.Yazıeıoğlu, İstanbul1965.
Aygen Erkentuğ, Çeşitli İnsan Topl11lııklnrmdn Aile Tipleri, Antropoloji Dergisi, Sayı: 12.
Diirıı'l-aceze Tnlimatnnmesi, İstanbul, 329.
el-Aclüni, Keşfıı'l-Hnfd, Beyrut 1351.
es-Suyüt!, el-Camiu's-Snğir (Feyzu'l-Kadir ile), Beyrut 1977.
Fahruddin er-Razi, Tefsirıı'l-Kebir, ilgili ayetler.
Felieien Challaye, Freud ve Freud Doktrini, tre. Halis Özgü, İstanbul 1973.
Hayrettin Karaman, Mukayeseli İsliim Huhıkıı, İstanbul1974.
Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji, İstanbul1943.
İbrahim Canan, Kur'iin'da Çocuk, İstanbul1984.
Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye (Doçentlik Tezi), Erzurum 1977.
İbrahim Yasa, Evlilik ve Genç Aile Kurıımlnmım Yazgısı, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, Sayı: 1-2.
İsliim-Türk Ansiklopedisi, I, Aile mad., s. 171.
İsmail Faruk!, "Nazariyetü'l-İnsan fi'l-Kur'an", el-Mu'temer es-Snni li'1-Filo-i'l-İsliinıi
içinde makale, Tahran 1986.
Lami'a Faruki, el-Mer'ehı fi'l-Müeteme'il-Kur'ani, el-Mıı'temer es-Snni li'1-Fi"kri'l-İsliimi
içinde makale, Tahran 1986.
M. Harndi Yazır, Hak Dini Kıır'iin Dili, İlgili ayetler.
M.Kutup, Taklit/erin Çnrpışması, tre. Erol Ayyıldız, İstanbul1967.
Teknıniii mü. SoysHzlnşnın mı, tre. Salih Uçan, İstanbul1971.
Yirminci Asrın Cnhiliyeti, tre. Hasan Beşer, Ankara ts.
Muhammed el-Münavi, Feyzu'l-Kadir, I-VI, Beyrut 1977.
Ragıb el-Isfahani, Tafsirii'ıı-Neş'eteyn ve Tnlısilü's-Sandeteı}n, nşr. E'ad es-Sehmerani,
Lübnan 1988.
S.A. Sıddıki, İsliim Devletinde Mali Yapı, tre. Rasim Özdenören, 1972.
SHÇEK Genel Müdürlüğü, 1992 Yılı Çalışmaları ve 1993 Hedefleri, Ankara 1993.
SHÇEK Genel Müdürlüğü, 1993 Yılı Çalışmaları Değerlendirme ve 1994 Hedefleri, Ank.
1993.
Sosyal Hizmetler Bülteni (Sosyal Hiz. Gen. Müdürlüğü Yayını), Ankara 1977.
Tirmizi, Siinen, kullanılan hadislerin bir kısmı.
Şihabuddin en-Nedvi, Beı;ne İlmi Ademe ve İlnıi'l-Hadis, Mekke 1986.
Aile
Yazıları,
Araştırma
Download