Gözde Kılıç Yaşin

advertisement
Araçsallaştırılan
“İnsani Müdahale” ve
Siyasallaşan Uluslararası Hukuk
Gözde Kılıç YAŞIN*
Küreselleşme, bugün Batı sisteminin yaygınlaşması ve bu süreçte dünyanın yeni bir
yöne evrilmesi şeklinde gerçekleşiyor. Bundan anlaşılması gereken, Batı sisteminin alt
yapısını oluşturan kapitalizmin ya da daraltırsak liberal ekonomik yapının, insan
hakları, demokrasi gibi Batı sisteminin üst yapısını oluşturan değerlerle birlikte tüm
küreye yayılmasıdır. Eşgüdümlü bir yayılmanın olacağı düşünülebilecekse de, günümüz
gerçekleri aslında birinin diğerine kılıf olduğunu gösteriyor. Tarihsel süreçte de “beyaz
adam”, sömürgecilik çağında “aşağı halklara” medeniyet taşıma misyonunu; İkinci
Dünya Savaşı döneminde ise özgürleştirme misyonunu üstlenmişti kendince. Aslında
yeni dönemde bu ikisinin birleştirilerek yeniden isimlendirildiğini ve formüle edildiğini
söyleyebiliriz. Bu anlamda, her ne kadar küreselleşmenin teşvik edici yanı varsa da insan
hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar bugün de amaç olmaktan ziyade
araçsallaştırılmışlardır. Üstelik “iç işlerine müdahale yasağı” ve “toprak bütünlüğüne
saygı” gibi devletlerarası hukukun temel ilkeleri de ciddi bir dönüşüm geçirmekte;
“insan hakları” bu ilkelerin istisnası haline getirilmektedir. Devletlerin egemenliği ise
tam da küreselleşme retoritiğine uygun biçimde yeniden tanımlanmakta ve esasen içi
boşaltılmaktadır. Devletler, sadece müdahaleye açık hale gelmemiş aynı zamanda
“büyük güçler” talep ettiğinde başka bir devlete yönelik saldırıya ya da operasyona eşlik
etmek zorunda bırakılır hala gelmiştir.
Devletin egemenliği, uluslararası hukuk çerçevesinde karşılıklılık ilkesi uyarınca
devletlerin uluslararası ilişkilerde eşitliğini öngörmektedir. Westphalia Antlaşmasından
adını alan ve devletleri “egemen eşitlik” ilkesi çerçevesinde tanımlayan “Westphalia
Sistemi”, içte en üstün iktidarın belirli bir toprak parçası üzerinde sınırsız otorite sahibi
olmasına; dışta ise diğer devletlerin bu otorite alanına müdahale yasağına
dayanmaktadır. Egemen eşitlik ilkesi çerçevesinde şekillenen ve devletleri, toprakları
üzerindeki bütün konularda “egemen” sayan “Westphalia Sistemi”, insan hakları
meselesini de devletlerin “iç işleri” alanında kabul edip ve içeriye ait herhangi bir sebeple
“dışarıdan müdahale”ye cevaz vermemekteydi. Zamanla uluslararası ilişkilerin ve
sorunların yoğunlaşması, devletlerin konum ve rollerinde de bir dizi değişikliği zorunlu
kılmıştır. Devletler arasındaki ilişki ağlarının oluşturduğu sisteme dahil olan her üye
devlet, diğer üye ülkelerle olan siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerden ve bu ilişkilerin
oluşturduğu bütünsel yapıdan önemli ölçüde etkilenir olmuştur.
20. yüzyılın başında Milletler Cemiyetinin (1920), ardından da Birleşmiş
Milletlerin(1945) kurulmasıyla klasik uluslararası sistemin dönüştürülmesi süreci
*
[18]
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı, [email protected]
21. YÜZYIL
Ekim ’11 • Sayı: 34
Araçsallaştırılan “İnsani Müdahale” ve Siyasallaşan Uluslararası Hukuk
başlamıştır. BM, “emperyalist bir dünya düzeninin politik-hukuki iktidar tekellerini”
oluşturma işlevini yüklenerek bu güne kadar görevini sürdürmüş ve tüm ulusdevletlerin uluslararası bir örgütte birleştirilmesini başararak, evrensel normlardan
kaynaklanan bir “uluslararası hukuk”u yaratmıştır.1 Bu süreç ulus-devletler açısından
egemenlik haklarının paylaşması demek olmuştur. BM’yle, bir yandan sömürgecilikten
kurtulan yeni devletlerin ‘biçimsel’ eşitliği ve bağımsızlığını tanınırken, diğer yandan bu
biçimsel bağımsızlığı sınırlayacak ve ulusal politikaları manipüle etmeyi sağlayacak
“üstün ortak amaçlar” formüle edilmiş ve onlara dayalı politikalar yürütülmüştür.
“İnsan hakları, barışın ve güvenliğin korunması”, ulus-devletin uluslararası hukuktaki
egemenlik haklarını sınırlayan hukuksal ilkelerin en başında yer almıştır.2
İnsan hakları alanındaki bu hızlı gelişme “insan hakları” konusunu ulus-devletin
içişleri olmaktan çıkarıp, uluslararası bir mevzu haline getirmiştir. Dünya sistemine
katılmayı kabul eden bir devlet, AGİK’e Paris Şartı Kopenhag Kriterleri’ne veya
Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’ne imza atmakla bu belgelerin öngördüğü temel hakları
kendi vatandaşlarına da tanımayı ve vermeyi taahhüt etmiş olmaktadır.3 Bu nedenlerle
uluslararası insan hakları kuruluşları, Af örgütü, Helsinki İzleme Komitesi ve benzeri
kuruluşlar ulus-devletin uygulamalarını denetleme ve bu anlamda iç işlerine karışma
yetkisini kendilerinde bulmuşlardır. Bugün insan hakları kavramının gelişmiş ülkelerce
1
2
3
ÖZDEK, Yasemin, Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Öteki Yay., Ankara 2000, s.151
ÖZDEK, Yasemin, age. s.151-164
bkz. BULAÇ, Ali, Avrupa Birliği ve Türkiye, Feza Yay., İstanbul 2000, s. 201
Ekim’11 • Sayı: 34
21. YÜZYIL
[19]
Gözde Kılıç Yaşın
araçsallaştırılarak az gelişmiş ülkeleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek
amacıyla kullanıldığı konusunda bir şüphe yoktur.
İnsani Müdahale
Bireylerin uluslararası alanda hak sahibi sayılarak, ulus-devletin egemenlik
haklarının aşındırılması 90’larda küreselleşmenin hakimiyeti ile birlikte yeni bir
aşamaya ulaşmış ve insan hakları, uluslararası sistemin yeniden düzenlenmesinde
anahtar bir konum edinerek ulusal iktidarın zayıflatılmasında kullanılır olmuştur.4
Ancak mesele sadece ulusal pazarlarda sıkışmış sermayenin önünü açmak olmadığı gibi
küreselleşme ya da getirdiği Yeni Dünya Düzeni de salt
serbest piyasa ekonomisini ya da demokrasiyi “insan
Devletler, sadece
hakları” üzerinden yaygınlaştırmak değildir. Tek Dünya
müdahaleye açık hale
Devleti olarak isimlendirilen yine bir sistemin önünde
gelmemiş aynı zamanda
duran engeller arasında devletler arasındaki sınırlar da
“büyük güçler” talep
bulunuyor ve bazen sınırların yeniden düzenlenmesi için
ettiğinde başka bir
savaş gerekiyor. Ancak artık Soğuk Savaş döneminin
devlete yönelik
vekaleten savaşlar dönemi kapanmış; vekaleten terör
saldırıya eşlik etmek
faaliyetleri de perdelenmek durumunda kalmıştır.
zorunda bırakılır
Savaşmanın risklerinin ve maliyetinin uluslararası
hala gelmiştir.
sistemin başat aktörleri görünen uluslararası örgütlerle
paylaşılması, savaşların meşruiyetini arttırmaktadır ve adı da artık “operasyon” ya da
“harekat” olabilmektedir. Bir devletin egemenliğine ve topraklarına yönelik
müdahalenin yapılabilmesi için haklı ve meşru gerekçeler gerekmektedir ve bunun için
de hedef ya “insan haklarının ağır ihlali” fiilinin içine çekilmektedir ya da kurgulanmış
insan hakları ihlalleri sahneleri görsel medya üzerinden dünya kamuoyunun seyrine
yayılmaktadır. Savaşlar artık el birliğiyle barış için yapılmaktadır ve “insani müdahale”
ismini almıştır. Reel siyaset kendi doktrinini de doğurmuştur ve insani müdahaleyi
savunanların temel tezi de insan haklarının devlet egemenliğine önceliğine
dayandırılmaktadır. Ne var ki uygulamada, müdahale öncesi hayatını kaybeden
sivillerin 3-4 misli sivil müdahale sonrasında ölmektedir. İnsani müdahaleler, müdahale
sonrasında barışı ve insanca yaşamı vaat ederken arkalarında birer virane bırakmakta,
şehirlerin alt yapıları tamamen yok edilmektedir. Etnik temizliğin, Bosna’da, Kosova’da,
Irak’ta ve Afganistan’da müdahale sonrasında büyük bir hızla artması, müdahalelerin
insani boyutunu şüphe altında bırakmaktadır.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin üzerinde durulmayan ve analizi de yapılmayan “Libya halkı Kaddafi’yi seviyor, Libya ziyaretimde bunu gözlerimle gördüm.
Olanların halk ayaklanması ile ilgisi yok.”5 ifadesi Arap Baharı’nın perde arkasını gözler önüne seren bir açıklamadır. Kaddafi’ye karşı bir komplo düzenlendiğini iddia etmesi ve “Bazı güçlü kişiler, Kaddafi’yi uzaklaştırarak yeni bir dönem yaratmak istiyorlar”
açıklaması sadece Libya’nın birden bir neden karıştığını değil tüm Arap dünyasını ve
Orta Doğu’yu hedef alan değişim sürecinin nedenlerinin ipuçlarını da vermektedir.
4
5
[20]
ÖZDEK, Yasemin, age. s.151-164
“Berlusconi Says Libyans Love Qaddafi: As Italians Protest Against NATO”, İtalyan ANSA ajansından akt.
Voltairenet.org, 10 Eylül 2011
21. YÜZYIL
Ekim ’11 • Sayı: 34
Araçsallaştırılan “İnsani Müdahale” ve Siyasallaşan Uluslararası Hukuk
İtalya’nın da desteğiyle NATO Kaddafi’nin güçlerini bombalarken Berlusconi’nin yaptığı NATO müdahalesine karşı olduğu ancak NATO ile birlikte hareket etmek zorunda kaldığı yönündeki açıklaması da Yeni Dünya Düzeni’ni yaratan sistemin çarklılarının zorlayıcılığını ortaya koymaktadır.
“Amerika’nın baskısı, Cumhurbaşkanı Georgio Napolitano’nun tutumu ve
Parlamento’nun kararı karşısında zaten başka hangi seçeneğim vardı ki?” diyerek
İtalya Başbakanı, bir yandan ABD’nin Arap Baharı sürecindeki başat rolünü ortaya
koymakta bir yandan da NATO’nun “insani müdahale” operasyonlarının işleyişini
gözler önüne sermektedir. Berlusconi’nin açıklamaları “Balkan Kasabı” lakabıyla anılan ve Bosna-Hersek’te soykırımı dahil işlenen pek çok savaş suçunun sorumlusu
Slobadan Miloseviç’in Lahey’deki Uluslararası Mahkeme’de yargılaması sırasında
dönemin ABD, Fransa ve İngiltere devlet yöneticilerini tanık olarak çağrılması talebini anımsatıyor.
Yıllar Öncesinden Planlanan Savaşlar
Saraybosna’nın 43 ay süren kuşatılması sırasında 12 bin kişinin öldüğü bombalamanın emrini vermek ve Srebrenitzsa’da 8 bin Bosnalı erkeğin öldürüldüğü soykırımı
düzenlemekle suçlanan ve yargılanması devam eden6 Bosnalı Sırpların eski lideri
Radovan Karaciç de BM Savaş Suçları Mahkemesi’ndeki savunmasında “dünyanın nasıl
yönetildiği” sorusuna çarpıcı açıklamalar getirmişti. Batı ülkelerinin uzun bir zaman
6
Hakkında hazırlanan iddianamede 1992-1995 arasında işlenmiş iki adet soykırım, beş adet insanlık suçu ve dört
adet de savaş yasa ve geleneklerini ihlal iddiası yer alıyor. Saraybosna’nın işgali dahil, 44 aylık dönemde yaşananlarla ilgili 938 bin 585 sayfalık dosyada 72 bin 634 adet belge bulunuyor.
Ekim’11 • Sayı: 34
21. YÜZYIL
[21]
Gözde Kılıç Yaşın
öncesinde Yugoslavya’nın parçalanışını ve Bosna Savaşı’nı planladığı aktarmış, ABD’li
diplomat Richard Holbrooke’la da Temmuz 1996’da kendisine yargı dokunulmazlığı
garantisi veren bir anlaşma yaptıklarını iddia etmişti. İddiasına göre Karaciç’in kamu
görevini terk etmesi ve ortalarda görünmemesi yeterli olacaktı.7 Açıklama arka planda
yapılan pazarlıklar ve vaatlerin gün yüzüne çıkması için taraflardan birinin can güvenliğinden de endişe duyarak yargılanmasının ya da fazla ömrünün kalmadığına inanarak
hatıralarını dile getirme ihtiyacı duymasının gerektiğini gösteriyor.
Kapalı kapılar arkasında vaatlerde bulunduğunu ve “işlenen suça” devam etmesi
yönünde yüreklendirildiğine ilişkin ifadeler Miloşeviç’in savunmasında ve açıklamalarında da bulunuyordu. İtiraflardaki Batılı liderlerin sorumluluğunu ve suçunu ortaya
koyan ifadelerden de önemlisi savaşın yıllar öncesinden planlandığı iddiasıdır.
Karaciç’in “Yugoslavya’nın parçalanması ve Bosna Savaşı, ben daha siyasete atılmadan
önce büyük güçlerce planlanmış. Askeri güç ve istihbarat imkânlarını kullanarak bu
olayların fitilini ateşlediler” sözleri tamamen gerçeği yansıtıyor. Nitekim 26 Ekim 1990
tarihli Newsweek’te yayınlanan “2000 Yılında Avrupa” olarak isimlendirilen harita, “20.
yüzyılın bu son on yılında, Avrupa yeni bir görünüm alacak. Yeni devletler doğacak, eski
sınırlar kayacak, yeni bölgesel gruplaşmalar oluşacak” haberiyle yayınlanmıştı ve
Karaciç’in iddiasının basına yansımış bir kanıtıydı.
İddialara göre harita CIA kaynaklıydı ancak her nasılsa
İnsan hakları kavramı,
Miloşeviç’in “Büyük Sırbistan” planıyla tam olarak örtügelişmiş ülkelerce
şüyordu. Newsweek’in aynı özel haberi şöyle devam ediaraçsallaştırılarak az
yordu: “Kimse Yeni Avrupa’nın şeklini tam olarak bilegelişmiş ülkeleri kendi
mez. Ama değişikliğin acılı ve korkulu olacağı kesin. Bu
amaçları doğrultusunda
işlemi yönlendirmek, yeni Avrupa düzeninin yapılarını
yönlendirmek amacıyla
kurmaya başlamak için 34 milletin lideri bu hafta Paris’te
kullanılmaktadır.
bir araya geliyorlar.” Sırpların harekete geçmesinden yıllar öncesinde savaş ile çizilmek istenen sınırlar resmedilmişti. Dolayısıyla Karaciç’in
“Bosna savaşı, bazı ülkelerin emperyalist hedeflerine ulaşmak ve kendi askeri ittifaklarını hayata geçirmek için küçük bir halkı nasıl suiistimal edebildiklerinin göstergesidir“8
sözleri, tam anlamıyla gerçeği yansıtıyor. Bu gerçek sadece Balkanları değil dünyanın
Balkanlaşmaya müsait diğer bölgelerini de bağlıyor. Balkanlar için uzun soluklu bir
savaş hazırlanmıştı ve aslında bu sadece bir başlangıçtı.
Uluslararası Hukukta Kırılma Noktası: Kosova Müdahalesi
Birleşmiş Milletler Şartına göre uluslararası barış ve güvenlik için güç kullanma tekeline sahip Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) bu yönde bir kararı bulunmamasına rağmen
-Sırp baskısını sona erdirme adı altında- başlatılan NATO’nun hava saldırısı,9 Konsey’in
7
8
9
[22]
Richard Holbrooke, 1995’te Bosna-Hersek’teki savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşmasına aracılık da eden eski
ABD elçisidir. Karaciç’in iddialarını reddetmektedir. Karaciç’in dokunulmazlık anlaşmasını ileri sürerek hakkındaki tüm suçlamaların düşürülmesi talebi, mahkeme savcılarının böylesi bir anlaşmanın var olması halinde dahi bunun
mahkeme huzurunda yasal olarak bağlayıcı olmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. (18 Haziran
2009) BM Savaş Suçları Mahkemesi’nin temyiz mahkemesi de kararı 13 Ekim 2009’da onaylamıştır.
Radovan Karaciç’in Ağustos 2009 tarihinde AFP ajansının yazılı sorularına verdiği yanıtlardan.
NATO bombardımanın bilançosu 5000 Sırp askerinin ölümü, 10 bininin yaralanması ve 1700 de sivilin ölümüdür.
YILDIZOĞLU, Ergin, Kosova: Savaşın Garip Mantığı, Cumhuriyet, 7.6.1999
21. YÜZYIL
Ekim ’11 • Sayı: 34
Araçsallaştırılan “İnsani Müdahale” ve Siyasallaşan Uluslararası Hukuk
10 Haziran 1999 tarihli, 1244 sayılı kararıyla icazet aldı. Böylece Kosova, BosnaHersek’ten sonra “uluslararası örgütlerin vesayeti altında oluşturulan etnik devletler”10
silsilesinin ikinci örneği olmuştur. Bu arada o güne dek bir şekilde işleyen uluslararası
hukukun “içişlerine müdahale” yasağı, şekil değiştirmiş ve şüpheli, belirsiz ve geniş
yorumlanmaya açık “insani amaçlı müdahaleler”in önü açılmıştır. Aynı şekilde BM
Şartı’nın Güvenlik Konseyi’ne tanıdığı “uluslararası” barış ve güvenliğin sağlanması
konusundaki müdahale yetkisi de devletlerin iç işlerine sirayet edecek şekilde genişletilmiştir.
NATO için de 23–24 Nisan 1999’da kabul edilen “yeni stratejik konsept”e uygun
biçimde amaç, yetki ve operasyon alanında sağlanmak istenen genişleme pratikteki
uygulamasını gerçekleştirmiş, NATO’nun işlevinde
dönüşüm sağlanmıştır. Balkanlarda üstelendiği görevlerle
Savaşmanın risklerinin
birlikte NATO’nun misyonu da çatışmaları engelleme,
ve maliyetinin
kriz yönetimi, acil müdahale operasyonları, insani opeuluslararası örgütler
rasyonlar çerçevesinde değişim göstermiştir. Balkanlarda
üzerinden diğer
üstelendiği görevler, NATO açısından kurumu geliştiren
devletlerle paylaşılması,
ve işlevselliğini arttıran birer tecrübe ve daha geniş opesavaşların meşruiyetini
rasyonlara hazırlık olmuştur. NATO için kuvvetlerinin
arttırmaktadır ve adı da
esnekliğini ve kısa sürede yer değiştirme kabiliyetini ölçartık “operasyon”
mek anlamında deneyim; daha ciddi çatışma, kelimenin
olabilmektedir.
gerçek anlamı ile söylemek gerekirse savaş durumu için
tatbikat niteliğinde olmuştur. Böylece “11 Eylül” vakası henüz gerçekleşmeden 11 Eylül
sonrası müdahalelerinin siyasi ve hukuki alt yapısı da büyük ölçüde hazırlanmıştır.
Esasen New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin kulelerine 11 Eylül 2001’de yapılan
saldırı, gerçekleşmemiş olsaydı bile “11 Eylül sonrası”nın yine de yaşanacağını söylemek
mümkündür.
Bu anlamda Kosova, Soğuk Savaş sonrasında başlatılan yeniden yapılanma sürecinden karlı çıkmıştır. Diğer pek çok ülke halen “insan hakları” veya “azınlık hakları”nı
tanıma, koruma ve geliştirme çağrıları ile yeni dönemin yönetim sistemine (!) uyumlaştırılmaya çalışılırken Sırbistan, eski Yugoslavya yönetiminin hırçın ve insanlık dışı
müdahaleleri nedeniyle dünya daha sürecin başındayken Kosova’yı kaybetmiştir.
Sırbistan “toprak bütünlüğü”ne saygı duyulması çağrıları yaparken esasen toprak bütünlüğü ve egemenlik hakları zaten 90’larda büyük ölçüde kayba uğramıştır. Balkanlarda
yaşanan planlı savaşların bugün Orta Doğu’yu sardığı dikkate alınacak olursa
Balkanlarda -aslında henüz bittiği söylenemeyecek- savaşların ardından ne tür bir düzen
kurulduğu son derece önemlidir. Çünkü Balkanlar tarih boyunca her zaman bir önlaboratuar görevi görmüştür ve büyük çözülmelerin itici gücü olarak kullanılmıştır.
Genellikle de Balkanları Orta Doğu izlemiştir.
Uluslararası Örgütler Vesayetinde Bağımsızlık
Soğuk Savaşı izleyen dönemde, siyasi, ekonomik ve kültürel alanda dünya yeni
koşullar ve yeni anlayışlarla yeniden şekillendirildi. Yeni Dünya Düzeni’ni oluşturan
10 ÖZDEK, Yasemin, Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Öteki Yay., 2000, s.111
Ekim’11 • Sayı: 34
21. YÜZYIL
[23]
Gözde Kılıç Yaşın
değişim, devletlerin sınırlarının yeniden çizilmesini de kapsadı. İnsan hakları, liberalizm
ve demokrasi, haritaların yeniden çizilmesinin gerekçesi ya da görünürdeki hedefi oldu.
Dolayısıyla “Devlet” artık klasik tanımından uzaklaşarak yeni döneme uygun yeni bir
çerçeveye oturtulurken, toplumsal doku gibi devlet-birey ilişkisi, devletin egemenliği ve
erkleri de dönüşüm geçirdi. “Yeni Dünya Düzeni”nin model devletleri ve toplumları
için Balkan coğrafyasına bakmak yeterlidir. Makedonya, Bosna-Hersek ve Kosova
modellerinin her biri, yapıcı belirsizlik formülüyle oluşturulmuş çok dinli, çok etnikli,
çok kültürlü toplum ve bir “vesayet altında devletçik” denemesidir. Balkanların coğrafik, tarihi, etnik, dinsel ve sosyal koşulları, şüphesiz ki küreselleşmenin, yerelleşmenin
ve yeni dünya düzenine uygun devlet modellerinin denenmesi bakımından elverişli bir
ortam sağlamıştır.
BMGK kararına göre Sırbistan’ın toprak parçası
sayılan ancak idaresine BM tarafından el konulan
Kosova, bağımsızlığını ilan ettiği günden beri bağımsızlığına gerçek anlamda kavuşmayı bekliyor.
NATO’nun Sırplardan kurtarmasından bu yana da
Kosova’nın egemenlik hakları büyük ölçüde uluslararası örgütlerce kullanılıyor. BMGK 1244 sayılı kararıyla, bir yandan NATO’ya Kosova’da uluslararası
güvenlik koşullarının sağlanması için gerekli tüm
önlemleri alma yetkisi, bir yandan da BM Genel
Sekreteri’ne uluslararası bir sivil yönetim kurma yetkisi tanımıştır. Böylece BMGK kararıyla 1999’da
Kosova’nın kendi demokratik idari kurumlarını tesis etmesi için geçici bir BM idaresi (UNMIK)11 oluşturularak Kosova BM yönetimine bırakılmıştır. Kosova’nın nihai
statüsünü belirleyecek müzakerelerin başlaması ise BM’nin öngördüğü kimi standartların sağlanması koşuluna bağlanmıştır. Bu standartlar arasında; kendi resmi kurumlarının oluşturulması, demokratik değerlerin benimsenmesi, ekonomik reformların
yapılması, Sırp mültecilerin dönüşü ile Sırpların azınlık haklarının tanınması ve
Belgrad ile Priştine arasında diyalog kurulması gibi kriterler yer alıyordu. Sonrasında
Balkanlarda üstelendiği
görevler, NATO açısından
kuvvetlerinin esnekliğini
ve kısa sürede yer
değiştirme kabiliyetini
ölçmek anlamında
deneyim; işlevselliğini
arttıran birer tecrübe
ve daha savaşlara
hazırlık olmuştur.
11 UNMIK- United Nations Interim Administration Mission in Kosova
[24]
21. YÜZYIL
Ekim ’11 • Sayı: 34
Araçsallaştırılan “İnsani Müdahale” ve Siyasallaşan Uluslararası Hukuk
uzunca süre Belgrad ile Priştine arasında kurulması gereken diyalog konusunda ciddi
bir gelişme yaşanmamış, sadece karşılıklı olarak “taviz verilmeyeceği” yönünde açıklamalar yapılmıştır. Bu süreçte kriterlerin sağlanıp sağlanmadığı konusu sıklıkla gündeme gelmiş ve “statüden önce standartlar” politikasının “standartlar ve statü” halini
alması gerektiği yönündeki açıklamalarla nihai statünün belirlenmesinin daha fazla
ertelenemeyeceğine işaret edilmiştir. Nitekim öyle de oldu, bir oldu-bitti ile önce
Ahtisaari Planı oluşturuldu, ardından ABD’nin açtığı yoldan geçen Kosova Ahtisaari
Planı’na bağlılık yemini ile bağımsızlığını ilan etti. Uluslararası hukukun 11 Eylül’den
itibaren gözden düşmüş teamülü “toprak bütünlüğü” ilkesine bir darbe daha vurmuş
oldu. Ancak yine de Kosova’nın devlet yetkilerinin sınır güvenliği başta olmak üzere
önemli bir kısmı hala uluslararası örgütlerce yani NATO, EULEX ve UNMIK tarafından kullanılıyor.
NATO müdahalesinin 12. yılında ve Kosova’nın bağımsızlık ilanının 4. yılında hala
daha barış bu topraklarda tesis edilemedi. Dahası halkı eskiden bir şekilde birlikte yaşayabilen topraklar, sınırlarını etnik nefretin belirlediği görünmez iç sınırlarla bölünmüş
durumda. Bosna-Hersek ve Makedonya’daki yaşam koşulları da Kosova örneği ile birebir örtüşmektedir. Zaten bu nedenle de müdahale yapanlar hala bu sınırları beklemek
“zorunda” kalmaktadır.
Araçsallaşan İnsan Hakları ve Tek Dünya Devleti
Dünya dengelerindeki değişime sembolik bir başlangıç teşkil eden 11 Eylül 2001,
görünür etkisini en açık biçimde Afganistan ve Irak’ta yaratırken Balkanlar ve Kafkasya
Ekim’11 • Sayı: 34
21. YÜZYIL
[25]
Gözde Kılıç Yaşın
da bundan kendi paylarına düşeni aldı. Aslında bugünün
perspektifiyle anlaşılıyor ki İkiz Kuleler’e saldırı gerçekleşmeseydi de “11 Eylül Sonrası” bir şekilde yaşanacaktı.
ABD’nin enerji kaynaklarını ve enerji geçiş yollarını
denetim altına alma kararlılığı; demokrasi, liberal ekonomi ve özgürlüğün artık daha geniş tanımlanan bir
Ortadoğu’ya ulaştırılmasını şart koşuyordu. Böylece, 11
Eylül sonrası sürecin yıkıcı/değiştirici etkilerinin de katkısıyla dünyanın siyasi parametreleri hızla değişirken en
ciddi yarayı da uluslararası hukuk aldı. Devletlerarası ilişkileri sistemleştiren temel kriterler yok sayılırken özgürlük vaatli askeri müdahaleler, insan hakları temalı işgaller, demokratikleşme görünümlü renkli devrimler olağanlaştı. BOP artık proje olmaktan çıktı…
“Yeni Dünya Düzeni”nde
uluslararası hukukun
temelini oluşturan
“devletlerin toprak
bütünlüğüne saygı”
ilkesi anlamını yitirdi,
devlet egemenliğinin içi
boşaltıldı, halklar
vesayet altında yönetime
mecbur bırakıldı.
Körfez Savaşı, askeri müdahalelerin “insani müdahale” adını almasının önünü açmış
ve savaş alanında pratik kazanılmasını sağlamış; Kosova müdahalesi ise BM Güvenlik
Konseyi’nin açıkça yok sayılması yoluyla da müdahalenin gerçekleştirilebileceğinin
örneğini oluşturmuştur. İkna edilmesi güç görünen Rusya ve Çin’in vetosu tamamen
etkisizleştirilirken “güç kullanma yetkisi”nin NATO’ya ancak esasen ABD’ye geçişinin
de yolu açılmıştır. Nitekim Afganistan ve Irak operasyonları BM’ye rağmen gerçekleştirilmiş; Libya ise BM’ye düşünme fırsatı verilmeden ateş altında bırakılmıştır.
“Yeni dönem”in devlet açısından en yıkıcı etkisi, uluslararası hukukun temelini oluşturan “devletlerin toprak bütünlüğüne saygı” ilkesinin çiğnenebilir hale gelmesi oldu.
Ne var ki, buna vesile ya da araç yapılan “insan hakları” da “müdahale yasağı”nın kaybettiği kadar kazanamadı. Dahası insan hakları söylemine dayalı politikalar bu araçsallaşmış yapıları nedeniyle dünyada yoksulluk, açlık ve adaletsizliği arttırmaktadır.
Bugün, ulusların bölünmesiyle bölgesel devletlerde veya kentlerde toplanmış insan topluluklarından ibaret bir dünya yaratılması yolunda ilerlenmektedir. Ancak bu, kent devletlerinin kendilerini yöneteceği, halkların da barış içinde yaşayacağı anlamına gelmemektedir. 21. yüzyıla 200 devletle giren dünya, 2000 devletle çıkacaktır sözünün anlamı da budur ve Batı’nın kendi doğusunda yaratmak istediği sistem de Balkanlar’da
denenendir. Belki de Dünya, Avrupa Birleşik Devletleri’ni, Orta Doğu Birleşik
Devletleri, Önasya Birleşik Devletleri ve Orta Asya Birleşik Devletleri’nin izleyeceği ve
Tek Dünya Devleti yapısının oluşturulacağı iddiasının aslında tam da ortasındadır.
21. YÜZYIL
[26]
21. YÜZYIL
Ekim ’11 • Sayı: 34
Download