Yeni Sömürgecilik Hareketleri ve Türkiye Baktığımız gözler

advertisement
Yeni Sömürgecilik Hareketleri ve Türkiye
Baktığımız gözler ve bakılan obje aynı iken gördüklerimiz herbirimizin zihninde ayrı bir izdüşüm
bırakıyor. Objeleri bazılarımız puslu, bazılarımız çok net görebilirken bazılarımız hiç göremiyor.
Gördüklerimizden farklı anlamlar çıkartmamız farklı bir bakış açısından mı kaynaklanıyor? Yoksa
olaylara, objelere kör mü bakıyoruz?
Yaşadığımız coğrafya ve olaylar belirli ve aynı büyük oyunun küçük parçalarını oluşturuyor iken biz
neden olaylara kör bakıyoruz? Gözlerimiz neden bu kadar perdeli? Daha ne kadar kanlı siyaseti
izlemeye devam edeceğiz? Kan ellerimize bulaştığında mı açılacak gözlerimizdeki perdeler!
1. ve 2. Dünya Savaşlarının yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmak ve yeni savaşların olmaması amacıyla
BM başta olmak üzere, NATO, AGİT, G8, gibi uluslararası kuruluşlar oluşturuldu. ABD başta olmak
üzere küresel emperyal güçler, istemedikleri ya da çıkarlarına ters düşen ülkeleri hizaya getirmek için
bu uluslararası kuruluşları sopa gibi kullandı. Bu gün de kullanmaya devam ediyor.
Zenginlik kaynağı sömürgeciliğe dayanan Batı toplumu, sanayi devrimi ile birlikte yeni bir çağı
başlatmıştır. Bugün geldiğimiz noktada sanayi devrimleri çoktan geride kaldı. Çağımız bilgi çağı. Sanayi
devrimlerinin geride kalması ile birlikte sömürgelerini de bir bir kaybeden Avrupa, ekonomik ve sosyal
bir çöküşü yaşıyor. ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya önderliğindeki batılı devletler, yaşadığı bu büyük
çöküşü engellemek için yine Ortadoğu coğrafyasında uluslarası kuruluşlar üzerinden yeni stratejik
hamlelerle çıkış arıyorlar.
Ortadoğu coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra büsbütün savunmasız
kalmıştır. Doğrudan müdahalelerle işgal ettiği Arap yarımadasını zor kullanarak uzun süre elinde
tutamayacağını anlayan emperyalist devletler, bu coğrafyadan çekilirken kendi istedikleri yönde
-temelde azınlıklardan- oluşan kabilelere ve aşiretlere devlet idaresini bıraktılar.
Kendi ülkelerinde demokrasi ve insan haklarından taviz vermeyen batılı devletler, Ortadoğu’da
doğrudan ya da dolaylı olarak bu totaliter rejimleri desteklemişlerdir. Bu gün geldiğimiz noktada
totaliter rejimlerden beklediği ve istediği ölçüde sömürüyü gerçekleştiremeyen emperyalist devletler,
Ortadoğu coğrafyasında toplumsal kaos alanları ve ekonomik darboğazları tetikleyerek ve en son
olarak ta zor kullanarak “özgürlük” vaadleri ile bu rejimleri yıkmak istiyorlar. Yeni kaos alanları
özgürlük izdüşümünün altında inşa ediliyor. Aslında emperyal devletler, iç savaş ve yıkımın ardından
bölgede “güvenlik ve ekonomi” temelinde yeni bir sömürgeleştirme amacını güdüyorlar.
Arap baharı ile başlayan yeni süreç sonunda ortadaoğu coğrafyası, yönetimleri ile birlikte altyapsısı da
tamamen çökmüş, ekonomik ve ticari sistemi iflas etmiş bir halde emperyalist güçlerin kucağına
itilmiştir. Bu coğrafya, güvenliği başka ellere emanet edilmiş yapısıyla “niteliği değişmiş yeni bir
sömürgecilik hareketiyle” karşı karşıyadır.
Türkiye, Osmanlı bakiyesi bu topraklarda yeni bir sömürgecilik hareketlerine asla izin vermemelidir.
Yapılacak olan tüm provakasyon ve engellemelere rağmen Türkiye, bu coğrafya ile olan bağlarını asla
koparmamalı ve bu ülkelere hukuk, ekonomi, eğitim ve askeri alanlarda danışmanlık ve eğitim desteği
vermelidir.
Arap baharı olarak adlandırılan sürecin kışa dönme ihtimali var. Devlet kurma ve yönetme geleneği
olmayan ve genelde kabile geleneğinde yönetilen bu devletlerde batılı manada çoğulcu demokratik
iktidarların kurulmasını beklemek ham bir hayalden öteye geçmez.
Demokratik iktidarların kurulması da batılı devletlerin işine gelmez. Çünkü kurulacak çoğulcu
iktidarlarda İslami partilerin iktidara gelmesi kaçınılmaz olarak görünüyor. Şimdiden Türkiye başta
olmak üzere uluslararası arenada İslami partilerin iktidara gelmesinin sakıncaları! anlatılarak kamuoyu
oluşturulmaya çalışılıyor.
Batılı devletler, Mısır, Irak ve Libya’da iktidarları geçmiş iktidarlardan en fazla sıkıntıyı çekmiş mezhep
ya da aşiretlere verecekler. Böylece yeni hesaplaşma ve kaos alanları ile bu ülkelere müdahil olmaya
devam edecekler. Erdoğan’ın Mısır’da laiklikle ilgili “laiklikten korkulmaması” açıklamalarının
arkasında da bu korkuların yattığını düşünüyorum. İslami partilerin toplumun tüm kesimlerini
kapsayacak bir söylem geliştirmesi ve korkularını gidermesi açısından bu son derece önemli.
Irak’ta olduğu gibi Mısır ve Libya’da da mezhep ve kabile kavgaları körükleniyor. Böylece yeni askeri
ara rejimler için ortam oluşturulmaya çalışılırken Türkiye bu süreci çok yakından takip ediyor.
Özellikle Mısır ve Libya’da halk üzerinde Türkiye’nin çok olumlu bir imajı var. Son dönemlerde bu
imajı zedelemeye yönelik gizli örgütlerce provakatif eylemler yapılıyor.
3. Dünya savaşının çıkacağına dair korkular üzerinden birçok ülkenin olası tepkisi de önlenmeye
çalışılıyor. Mevcut bu konjonktürde 3. Dünya savaşı asla çıkmaz. Çünkü savaşla ulaşılmak istenen
hedefler uluslararası kuruluşlar üzerinden tek tek yok ediliyor.
Türkiye iktidar olarak tüm bu gelişmelerin farkında, ancak muhalefet hala 50 yıl öncesinin nakaratını
söylenmeye devam ediyor. Bizi arkadan vurdular… Bizim buralarda ne işimiz var? ABD ve avrupa
devletlerinin ortadoğuda ne işi olduğunu sorgulamaktan ziyade yine bildik şarkıyı söylemeye devam
ediyorlar.
Oysa muhalefetin halkımıza, iktidarlardan öte uzak ufuklar göstermesi, iktidarların sıkıştığı yerlerde
zihni açılımlar getirmesi gerekmez mi? Ne zaman olaylara siyasal pencereden, perdeleri çekilmiş
vaziyette bakmayı bırakıp, büyük ideallerle politika üretmeye başlayacağız?
Ayhan KOÇ
14.12.2011
[email protected]
Download