i T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI
YOL ARKADAŞLIĞINDAN YOL AYRIMINA AMASYA ASKERİ ÖRGÜTÜ
Doktora Tezi
Serkan Ünal
Ankara-2013
i
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI
YOL ARKADAŞLIĞINDAN YOL AYRIMINA AMASYA ASKERİ ÖRGÜTÜ
Doktora Tezi
Serkan Ünal
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Sina Akşin
Ankara-2013
ii
i
TEŞEKKÜR
Yol Arkadaşlığından Yol Ayrımına Amasya Askeri Örgütü isimli bu tez çalışması
sırasında özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bilkent Üniversitesi
Kütüphaneleri ile Milli Kütüphane’den yararlandım. Meclis-i Mebusan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Zabıtları ile çalışmanın kapsamı içerisinde yer alan süreli
yayınların büyük bir bölümünün internet ortamına aktarılmış olması bizim için önemli
kolaylık sağladı. İlk elden ve ikincil kaynakların incelenmesi noktasında her türlü
kolaylığı sağlayan adı geçen kütüphane çalışanları ile Meclis Zabıtları ve süreli
yayınların internet ortamına aktarılmasında emeği geçenlere;
Tarih bilincimin ve tarihe bakış açımın şekillenmesinde önemli katkıları olan Prof. Dr.
Seçil Karal AKGÜN ve Prof. Dr. Recep BOZTEMUR başta olmak üzere Orta Doğu
Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki tüm hocalarıma;
Siyaset Bilimi alanındaki birikimlerime katkıda bulunan Prof. Dr. Bilsay KURUÇ,
Prof. Dr. Ahmet MAKAL, Dr. Faruk ALPKAYA ve Tanıl BORA başta olmak üzere
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki bütün hocalarıma;
Bana her zaman ilham ve çalışma kaynağı olan, araştırmamın akademik bir ürüne
dönüşmesi sürecinde bana güven ve destek veren ailemle birlikte Mehmet GÜNAY,
Mehmet ÜNAL, Halil AKMAN ve Emrah ŞAHİN’e;
Akademik çalışma süreci nedeniyle ihmal ettiğim onlarca işi ‘ya sabır’ tevekkülü ile
karşılamakla birlikte bu noktada desteğini de esirgemeyen sevgili eşim AYŞE’ye;
En son ve önemli olarak; bu çalışmanın ortaya çıkmasında düşünceleri, tavsiyeleri,
derin alan bilgisi ve eserleri ile benim için zoru kolaylaştıran danışman hocam Prof.
Dr. Sina AKŞİN’e;
Sonsuz teşekkürlerimi takdim ediyorum…
i
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR ……………………………………………………………………....... i
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………..................... ii
GİRİŞ …………………………………………………………………………......... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
YOL ARKADAŞLIĞININ İLK DURAĞI: MÜTAREKE İSTANBULU
1.1. MÜTAREKE SONRASI GENEL DURUM
a) Mütareke Sonrası Gelişmeler ..………………………………………………….. 25
b) İşgaller ve Ordunun Durumu …………………………………………………… 26
c) Bir Kırılma Noktası: İzmir’in İşgali ……………………………………………. 29
1.2. YOL ARKADAŞLARININ İSTANBUL'A GELİŞLERİ
a) Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a Gelişi ……………………………………... 34
b) Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da ……………………………………………... 36
c) Ali Fuat Paşa İstanbul’da ……………………………………………………….. 38
d) Refet Bey’in İstanbul’a Gelişi ………………………………………………….. 39
1.3. YOL ARKADAŞLARININ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
a) Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ……………………………………………… 40
b) Mustafa Kemal Paşa ve Çözüm Arayışları ……………………………………... 42
c) Ali Fuat Paşa ve Çözüm Arayışları ……………………………………………... 49
d) Kâzım Karabekir Paşa ve Çözüm Arayışları …………………………………… 52
ii
e) Refet Paşa ve Çözüm Arayışları ………………………………………………... 59
f) Rauf Bey’in Askerlikten İstifası ………………………………………………… 61
1.4. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN GÖREVLENDİRİLME SÜRECİ
a) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçme Kararı …………………………... 63
b) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevlendirilmesi …….……………………………… 65
c) İstanbul’daki Son Günler ……………………………………………………….. 69
İKİNCİ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE VE YOL ARKADAŞLIĞI SÜRECİ
2.1. SAMSUN’DAN AMASYA’YA
a) Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki Çalışmaları …………………………...... 74
b) Yol Arkadaşları ile Temas ve Havza Günleri …………………………………... 75
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevden Alınma Süreci …………………………….. 78
d) Rauf Bey’in Anadolu’ya Geçmesi ……………………………………………… 85
2.2. AMASYA’DAN ERZURUM’A
a) Yol Arkadaşları Amasya’da …………………………………………………….. 88
b) Amasya Kararları’nın İmzalanması …………………………………………….. 89
c) Amasya Askeri Örgütü ………………………………………………………..... 91
d) Amasya Kararları’nın Değerlendirilmesi ………………………………………. 94
e) İstanbul Hükümeti’nin Bazı Girişimleri ………………………………………... 97
f) Yol Arkadaşlarının Amasya’dan Ayrılmaları …………………………………... 98
2.3. MİLLİ MÜCADELE’DE ERZURUM GÜNLERİ
a) Erzurum’daki İlk Günler ………………………………………………………. 100
b) Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya Verdiği Destek …………. 102
iii
c) Erzurum Kongresi ……………………………………………………………... 108
d) İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i Baltalama Girişimleri ………………... 114
e) Sivas’a Doğru Tehlikeli Yolculuk …………………………………………….. 120
f) Ali Fuat Paşa ve Sivas Kongresi Hazırlıkları ……………..…………………… 121
2.4. MİLLİ MÜCADELE’DE SİVAS GÜNLERİ
a) Sivas Kongresi …………………………………………………….…………... 122
b) Manda Meselesi ……………………………………………………………….. 128
c) Ali Galip Olayı ………………………………………………………………… 138
d) Sivas Kongresi Sonrası Gelişmeler …………………………………………… 141
e) Sivas Kongresi Sonrasında Ali Fuat Paşa ve Refet Bey ………………………. 146
f) Yeni Bir Dönem Yeni Bir Kabine ……………………………………………... 148
g) Amasya Görüşmesi …………………………………………………………..... 150
h) Komutanlar Toplantısı ………………………………………………………… 154
i) Temsil Heyeti’nin Ankara’ya Gelişi …………………………………………... 158
2.5. MECLİS-İ MEBUSAN GÜNLERİ
a) Meclis-i Mebusan’ın Açılışı …………………………………………………... 161
b) Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan Başkanlığı Meselesi ..…………... 163
c) Felâh-ı Vatan Grubu ve Misak-ı Milli’nin Kabulü ……………………………. 164
d) Kuva-yı Milliye Noktasında Görüş Ayrılıkları ……………………………….. 168
e) İstanbul’un İşgalinin Şiddetlendirilmesi ……………………………………..... 172
2.6. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ: YENİ BİR DEVLET
a) İşgalin Şiddetlendirilmesinden Sonra İstanbul ………………………………... 179
b) Büyük Millet Meclisi’nin Toplanması Hazırlıkları …………………………… 183
c) Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı ……………………………………………… 185
iv
d) İç Savaş ………………………………………………………………………... 193
e) Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı ……………………………………. 197
2.7. MİLLİ MÜCADELE’DE ETKİN SAVAŞ DÖNEMİ
a) Sevr Anlaşması ………………………………………………………………... 206
b) Kâzım Karabekir Paşa ve İlk Askeri Başarılar ………………………………... 209
c) Yunan Saldırıları ve İnönü Zaferleri …………………………………………... 210
d) Refet Bey’in Görevsiz Kalması ……………………………………………….. 215
e) Sovyetler ile İlişkiler ve Moskova Anlaşması ………………………………… 217
f) Sakarya Zaferi ve Ankara Anlaşması ………………………………………….. 222
g) Gergin Bekleyişten Büyük Zafere …………………………………………….. 224
h) Mudanya Mütarekesi ………………………………………………………….. 229
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YOL AYRILIĞI SÜRECİ
3.1. MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YOL ARKADAŞLARI ARASINDA
MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YAŞANAN ANLAŞMAZLIKLAR
a) Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar …. 231
b) Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar ……………….. 241
c) Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar …………… 246
d) Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar ………………. 252
3.2. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE MÜDAFAA-İ HUKUK GRUPLARI
a) Birinci Grup ………………………………………………..………………...... 258
b) İkinci Grup …………………………………………………………………….. 261
c) Kâzım Karabekir Paşa’nın Tepkisi ……………………………………………. 266
v
d) Meclis Gruplarının Siyasi Mücadelesi ………………………………………... 268
e) Başkomutanlık Kanunu Görüşmeleri ………………………………………….. 274
3.3.
MİLLİ
MÜCADELE
SIRASINDA
YOL
ARKADAŞLARININ
ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER
a) Milli Mücadele Sırasında Rauf Bey’in Üstlendiği Görevler ………………….. 284
b) İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ………………………………………….. 288
c) Milli Mücadele Sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın Üstlendiği Görevler …... 291
d) Milli Mücadele Sırasında Ali Fuat Paşa’nın Üstlendiği Görevler …………….. 293
e) Milli Mücadele Sırasında Refet Bey’in Üstlendiği Görevler …………………. 297
f) Zaferden Sonraki Durum ………………………………………………………. 302
g) İstanbul’un Teslim Alınması ve Refet Paşa …………………………………... 304
3.4. YOL AYRIMININ NETLEŞMESİ
a) Keçiören Görüşmesi …………………………………………………………... 306
3.5. SALTANATIN KALDIRILMASI VE YOL ARKADAŞLARI
a) Saltanatın Kaldırılması ………………………………………………………... 312
b) Saltanat’ın Kaldırılması Noktasında Yol Arkadaşlarının Tavrı ………………. 318
c) Vahdettin’in Kaçışı ve Yeni Halifenin Seçimi ………………………………... 322
3.6. LOZAN KONFERANSI
a) İkinci Adam Siyaset Sahnesinde ………………………………………………. 324
b) Konferans Çalışmaları ve Barış Antlaşması …………………………………... 328
c) Rauf Bey – İsmet Paşa Anlaşmazlığı ………………………………………….. 330
d) Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden Ayrılması …………………... 334
3.7. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YENİ DÖNEM HAZIRLIKLARI
a) Zaferden Sonraki Yurt Gezisi …………………………………………………. 339
vi
b) Seçim Kararı Alınması ve Meclis’in Feshi ……………………………………. 339
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Seçim Çalışmaları ve Halk Fırkası’na Gidiş ……….. 343
d) Halk Fırkası’nın Kurulması ve Yol Arkadaşlarının Tepkisi …..……………… 348
3.8. CUMHURİYET’İN İLANI VE YOL AYRIMININ KESKİNLEŞMESİ
a) Cumhuriyet’in İlanı ……………………………………………………………. 351
b) Yol Arkadaşlarının Cumhuriyet’in İlanına Tepkileri …………………………. 355
c) Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu ile İmtihanı …………………………………. 369
3.9. YOLUN SONU
a) Yol Arkadaşlarının Meclis’te Toplanması ….………………………….……… 375
b) Bir ‘Komplo’ Girişimi ………………………………………………………… 378
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Karşı Atağı …………………………………………. 379
d) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ……………….…………………………… 383
SONUÇ ………………………………………………………………………….. 388
ÖZET ………………………………………………………………………….… 407
ABSTRACT ……………………………………………………………………... 408
KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 409
vii
GİRİŞ
Bu çalışma Amasya Askeri Örgütü üyeleri olarak kabul ettiğimiz Mustafa Kemal,
Kâzım Karabekir ve Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in Milli Mücadele
sırasındaki yol arkadaşlığından Milli Mücadele’nin ilerleyen zamanlarında baş
gösteren bir takım anlaşmazlıklar sonucunda yol ayrımına gelmesi sürecini konu
almaktadır. Yol ayrımına giden bu süreç esas itibarıyla Milli Mücadele’nin zaferle
neticelenmesinden hemen sonra başlamamış, Milli Mücadele sırasında yaşanan bir
takım anlaşmazlıklar da Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşlarını daha yakından
tanımasına ve yeni bir toplum inşa etmeye başladığı zaferden sonraki süreçte
kendileriyle birlikte hareket etmesinin zorluğunu görmesine imkan sağlamıştır. Bu
çalışma, üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen, Milli Mücadele’nin önder
kadrosu arasındaki anlaşmazlıklar ve bunun bir yol ayrılığını beraberinde getirmesi
sürecinin bugüne değin derli toplu bir şekilde ele alınmadığından hareketle, bu
önemli sürecin kırılma noktalarının tespitini yapmayı ve yol arkadaşlarını yol
ayrımına getiren nedenleri ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği, tarihe Amasya Genelgesi olarak geçen
metnin altına imza atmak suretiyle Milli Mücadele’nin başlangıcında aynı ideal
uğrunda bir araya gelen ve vatanın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için var
güçleri ile çalışan lider kadro çalışma içerisinde ‘yol arkadaşları’ olarak
adlandırılmıştır. Bu adlandırma kimi zaman aşağıda da ifade edeceğimiz üzere
Amasya Askeri Örgütü’nün bütün üyeleri için, kimi zaman Mustafa Kemal Paşa
dışında kalan Rauf Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar için, kimi
zaman da yol arkadaşlarının birbirleri ile olan ilişkileri bağlamında iki ya da üç kişiyi
ifade etmek için kullanılmıştır. Bununla beraber ‘yol arkadaşları’ ibaresindeki temel
1
öznenin Mustafa Kemal Paşa olduğu ve yol ayrımına giden süreçte öteki isimlerin bir
tarafta, hem yol arkadaşlarının hem de Milli Mücadele’nin lideri olan Mustafa Kemal
Paşa’nın diğer tarafta yer aldığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Çalışmanın başlığı
içerisinde geçen ‘yol arkadaşlığından yol ayrımına’ ifadesi bir yandan edebi bir
çağrışım yaparken, diğer yandan Amasya’dan çok daha önce, henüz mütareke
dönemi İstanbul’unda mücadeleye atılma kararı veren arkadaşların Cumhuriyet’in
ilanı ile birlikte geldikleri yol ayrımının ve yol ayrımından sonra farklı siyasi
kulvarlara savrulmalarının hazin hikayesini ortaya koymaktadır. Bununla beraber bu
çalışma, Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’u okuduğu 1927 yılına gelindiğinde
kendisinin Milli Mücadele sırasında omuz omuza mücadele verdiği yol arkadaşları
ile ne denli bir kopuş yaşadığının resmini çekmeye çalışmaktadır. Mustafa Kemal
Paşa’nın mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a gelişinden Samsun’a
gideceği zamana kadar en yakınında bulunan, Milli Mücadele başladıktan sonra da
kendisiyle Amasya’da yeniden bir araya geldiği günden İstanbul’da açılacak olan
Meclis-i Mebusan’da görev yapmak üzere ayrılacağı zamana kadar aynı amaç
uğrunda mücadele veren Rauf Bey, mütareke İstanbulu’nda Mustafa Kemal Paşa’yı
Anadolu’ya davet ettikten sonra Milli Hareket’in Doğu’daki en büyük dayanağı
olmasının yanında, 3. Ordu Müfettişliği görevinden alındıktan hemen sonra Mustafa
Kemal Paşa’nın arkasında olduğunu tereddütsüz bildiren Kâzım Karabekir Paşa,
Harp Okulu yıllarından itibaren tanıdığı Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
geçmesi için bir diğer daveti yapan Milli Hareket’in Batı’daki dayanağı Ali Fuat
Paşa, en son olarak da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru’na binmek
suretiyle en baştan itibaren Milli Hareket’in içinde yer alan Refet Paşa gerek Milli
Mücadele’nin ilerleyen dönemlerinde, özellikle de Milli Mücadele sonrası dönemde
2
yaşananlar neticesinde Mustafa Kemal Paşa ile yollarını ayırmışlardır. Mustafa
Kemal Paşa, ‘milli sır’ olarak içinde saklı tuttuğunu söylediği düşüncelerini yeri ve
zamanı geldikçe uygulamaya koyarken ve yeni Türkiye devletinin toplum yapısını
yeniden inşa etme noktasında hiçbir fırsatı kaçırmazken, uygulama aşamasına geçen
neredeyse her yenilik, yol arkadaşları ile arasındaki mesafenin biraz daha açılmasına
neden olmuştur. Cumhuriyet’in ilan edilmesi örneğinde olduğu gibi bir çok konuda
Mustafa Kemal Paşa’dan farklı düşünen yol arkadaşları Mustafa Kemal Paşa
tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısına bir muhalefet fırkası ile
çıkmışlar, İzmir Suikastı girişimi davasında yargılanmışlar ve siyaseten tasfiye
oldukları bir yol ayrılığı süreci yaşamışlardır.
Milli Mücadele’nin öncü kadrosunun Amasya’da bir araya gelmesi, orada Milli
Mücadele’nin reçetesi olarak ifade edebileceğimiz kararların alınması ve İstanbul’a
kesin bir şekilde karşı çıkılması, çalışmanın başlığında ifadesini bulan ve Amasya
Askeri Örgütü olarak tanımlanan bir örgütü ortaya çıkarmıştır. Amasya’da beş karacı
ve bir bahriyeliden oluşan askeri bir örgüt kurulduğunu söyleyen ve bu örgüte
Amasya Askeri Örgütü denilebileceğini ifade eden Akşin1, bu noktada çalışmamıza
da ilham kaynağı olmuştur. Milli Mücadele için çok büyük önem arz eden
Amasya’da alınan kararlar hem Mondros Mütarekesi şartlarını hem de İstanbul
Hükümeti’ni dikkate almadan alınan kararlardı ki, bunun isyandan başka bir tanımı
olamazdı. Bu kararları onaylamak suretiyle gerek İstanbul Hükümeti’ne gerekse itilaf
güçlerine bayrak açan Amasya Askeri Örgütü üyeleri başlangıçta 3. Ordu Müfettişi
Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, eski Bahriye Nazırı
Rauf Bey, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali
1
Sina Akşin, Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001, s.116-117.
3
Fuat Paşa ve 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’den oluşmaktaysa da, kararların
onaylanmasından on gün kadar sonra Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesi ile Milli
Mücadele’nin henüz başlangıcı sayılabilecek bir dönemde yola beş kişi ile devam
etmek durumunda kalmıştı. Amasya’da bizzat bulunmamasına rağmen kararlara
telgrafla destek veren Kâzım Karabekir Paşa’nın, vatanın bütünlüğü ve milletin
bağımsızlığının temini yolunda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket etmesi,
kendisini de yol arkadaşlarından biri yapmaktadır. Milli Mücadele sırasında Milli
Hareket’e çok önemli katkılarda bulunan İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) Paşalar
gibi kimseler ise en başından itibaren Milli Hareket’in bizzat içinde olmadıklarından
tezin kapsamı içerisinde yer almamaktadır. Milli Mücadele sırasında Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Vekilliği ile Batı Cephesi Komutanlığı gibi çok önemli görevler
üstlenen, 1921 yılı Ocak ve Nisan aylarında İnönü Savaşlarını kazanarak Yunan
ordusunun iç bölgelere ilerlemesini durduran ve Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ni temsil ederek Milli Mücadele’nin son sayfasının başarılı bir
kapanışını yapan İsmet Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından yirmi gün önce
Ankara’ya gelmişti. Amasya Kararları sırasında İstanbul’da 1. Ordu Müfettişi olarak
görev yapan Fevzi Paşa da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından hemen sonra
Ankara’ya gelmiş, Müdafaa-i Milliye Vekilliği ve Heyet-i Vekile Reisliği gibi çok
önemli görevler üstlenmişti. Bilindiği gibi Milli Mücadele, Mustafa Kemal Paşa’nın
Samsun’a çıkmasıyla başlamış, Amasya Kararları ile de kendisine bir yol haritası
çizmişti. Amasya Askeri Örgütü’nü kurduğunu söylediğimiz ve yol arkadaşları
olarak kabul ettiğimiz Milli Mücadele’nin öncü kadrosu, yol haritasının çizildiği
andan itibaren Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket
eden kimselerdir. Bu yol arkadaşlığının temelleri daha İstanbul’da iken atılmış,
4
memleketin içinde bulunduğu felaketten kurtarılması için nelerin yapılması gerektiği
konusunda Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde planlar yapılmıştı. Mustafa
Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ve bir ay kadar sonra Amasya’da yeniden bir
araya gelinmesiyle de konuşulanların tatbiki safhasına gelinmişti.
Bu çalışmanın sınırları esas itibarıyla yol arkadaşlığının devam ettiği Milli Mücadele
süreci ile birlikte Cumhuriyet’in ilanını ve hatta yüzeysel de olsa yol arkadaşlarının
yol ayrımından sonraki çalışmalarını içine alacak şekilde belirlenmiştir. Öyle ki Milli
Mücadele’yi anlatmadan yol arkadaşlarının anlatılabilmesi, yol arkadaşlarını
anlatırken de Milli Mücadele’den bağımsız bir anlatım yapılabilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle çalışma içerisinde Milli Mücadele’nin kronolojik çerçevesine
dikkat edilmek suretiyle Amasya Askeri Örgütü üyelerinin çalışmaları ve yol
arkadaşlıkları ön plana çıkarılmış, aynı yaklaşım Milli Mücadele sonrası dönem için
de gözetilmiştir. Bununla beraber ele alınan dönemin soyadı kanununun kabulünden
önceki dönem olması nedeniyle de yol arkadaşlarından bahsederken akademik
yaklaşıma uygun bir şekilde o sıradaki askeri rütbeleri esas alınmıştır.
Çalışmanın en temel sorusu yol arkadaşlarını yol ayrımına getiren sürecin nasıl
geliştiği ve sonrasında gerçekleşen yol ayrılığının nedenlerinin ne olduğudur. Bu
anlamda yol ayrılığı kişisel bir anlaşmazlıktan mı, yoksa siyasal, ideolojik ve
düşünsel bir ayrışmadan mı kaynaklanmıştır? sorusu önem arz etmektedir. Bununla
beraber çalışma içerisinde cevabı aranan çok sayıda soru içerisinde şunlar da vardır:
Milli Mücadele’ye atılma kararı nasıl alındı ve her bir yol arkadaşı Milli
Mücadele’ye ne ölçüde katkıda bulundular? Milli Mücadele sırasındaki yol
arkadaşlığı ülkenin sahil-i selamete çıkarılmasına kadar olan zorunlu bir
arkadaşlıktan mı ibaret idi? Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığı sürecinde de
5
bir takım anlaşmazlıklar yaşandı mı? Omuz omuza mücadele veren önder bir kadro
hangi kırılma noktalarından sonra bir yol ayrımına geldi? Bu sorular yanında
Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki düşünsel farklılıklar nelerdir? gibi
sorular da çalışmanın kapsamı içerisinde ele alınmış ve bir değerlendirmeye tabi
tutulmuştur.
Çalışmanın neden ve nasıl yapıldığının anlatıldığı ve kaynakların değerlendirildiği
giriş bölümü dışında üç ana bölümden oluşan bu çalışmanın birinci bölümünde yol
arkadaşlarının Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan mütareke sonrasında
İstanbul’a gelişleri, bu şehirdeki çözüm arayışları ve Milli Mücadele’nin lideri
Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirilme süreci ele
alınmaktadır. Yol arkadaşlığının temelleri İstanbul’daki bu çözüm arayışı sürecinde
atılmış, Amasya Askeri Örgütü de Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinin
ardından yol arkadaşlarının Amasya’da bir araya gelmesinden sonra kurulmuştur. Bu
nedenle yol arkadaşlığının İstanbul’dan başlatılması bizce daha doğru bir başlangıç
noktası olarak görülmüştür. Yol arkadaşlığı sürecinin ele alındığı ikinci bölüm,
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasından Milli Mücadele’nin sonuna kadar
olan süreci kapsamaktadır. Bu bölümde Milli Mücadele’de Amasya, Erzurum ve
Sivas günlerinin ardından, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya taşınması, İstanbul’da açılan
Meclis-i
Mebusan’daki
çalışmalar,
İstanbul’un
işgalinin
şiddetlendirilmesi,
Ankara’da yeni bir devletin temellerini atan Büyük Millet Meclisi’nin açılması, iç
savaş, işgalcilere karşı verilen etkin mücadele ve nihayet Mudanya’da sona eren
cansiperane mücadele yol arkadaşları özelinde ele alınmaktadır. Üçüncü ve son
bölüm yol ayrılığı sürecini konu almaktadır. Bu bölümde Büyük Millet Meclisi’ndeki
gruplaşmalar ve yol arkadaşlarının Milli Mücadele süresince üstlendiği görevler
6
yanında saltanatın kaldırılması, Keçiören Görüşmesi ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi
gibi yol ayrımının netleşmesi ve derinleşmesinde etkili olan gelişmeler üzerinde
durulmaktadır. Bu bölümün devamında yol arkadaşlarının yol ayrılığından sonraki
çalışmaları ile yol ayrılığının nedenleri üzerine bir de değerlendirme yapılmaktadır.
Sonuç bölümünde ise yol arkadaşlığından yol ayrımına giden süreçte dikkati çeken
noktaların özeti sayılabilecek bir anlatım yapılmaktadır.
Çalışmanın beslendiği kaynaklara dair şunları söyleyebiliriz. Resmi yayımlar ve
tutanaklar bağlamında Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları’na müracaat edilmiş, süreli yayınlar olarak da
1918 yılı Kasım ayından 1923 yılı Kasım ayı ortalarına kadar olan dönemin
gazetelerinden
ilgili
konular
çerçevesinde
faydalanılmıştır.
Kaynakların
değerlendirilmesi bağlamında altı çizilmesi gereken ilk nokta doğrudan doğruya
Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki yol arkadaşlığı ve yol ayrımını
konu alan müstakil bir eserin olmadığıdır. Bir diğer ifadeyle Mustafa Kemal Paşa ile
yol arkadaşlarını yol arkadaşlığı ve yol ayrımı çizgisinde bir bütün olarak ele alıp
inceleyen bir çalışma mevcut değildir. Milli Mücadele’nin öncü kadrosunun bir yol
ayrımına gelmesine ise kuşkusuz çok sayıda çalışma içerisinde değinilmiştir. Ne var
ki bu anlatımlar ya bir biyografi çalışması içinde yol ayrılığını irdelemekten ziyade
yaşananları yüzeysel bir şekilde ele almakla yetinmekte ya da eser içinde yapılan bir
kaç cümleden ibaret yorumlarla sınırlı kalmaktadır. Bununla beraber yol ayrımını ve
nedenlerini irdeleyen, bu nedenle de ayrı bir yere konulması gereken bir çalışma
olarak Hakan Uzun’un Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Enstitüsü’nde yapmış olduğu Atatürk’ün Nutuk’unun İçerik Analizi adlı doktora
çalışmasından söz etmeliyiz. Atatürk ve Nutuk adıyla kitaplaşan, bununla beraber yol
7
arkadaşlığı ve yol ayrımı sürecine değinilmeyen bu çalışmada Mustafa Kemal
Paşa’nın en yakın çalışma arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet
Paşalar ile Rauf Bey, Nutuk’ta kendilerinden olumsuz bağlamda bahsedilen kişiler
olarak ele alınmakta,2 bunun neden böyle olduğu gerek Nutuk’taki gerekse yol
arkadaşlarının eserlerindeki anlatımlarla birlikte verilmektedir. Uzun, yol ayrımının
temel nedeni olarak yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele
sonrası dönemde diktatör olacağı endişesi taşımalarını, bunu engellemeye yönelik
çalışmalar içine girmelerini ve değişimin köklü değil, tedrici olması gerektiğine
inanmalarını göstermek suretiyle bizce de doğru kabul edilen bir yaklaşım
sergilemektedir. Yol ayrımına dair yapılan yorumları doğru bulmakla beraber
Uzun’un çalışması sadece yol arkadaşlarına odaklanmamakta ve yol arkadaşlarına
Nutuk’ta getirilen eleştirilerin nedenlerini tespit etmek amacıyla yol ayrımı konusunu
ele almaktadır. Bizim çalışmamız ise hem yol arkadaşlığından yol ayrımına giden
süreci hem de yol arkadaşları arasındaki anlaşmazlıklar ve nedenlerini çok daha
geniş bir çerçevede ele almaktadır. Yol arkadaşlarının hepsine çalışmasında yer
vermemiş olsa da benzer bir çalışma da Hamdi Gürler tarafından yayımlanan bir
makaledir. Doktora tezinde Milli Mücadele’ye Katılan Komutanların Hatıratlarının
Karşılaştırılması’nı çalışmış olan Gürler, “Atatürk’ün Silah Arkadaşlarının Nutuk
Üzerine Değerlendirmeleri” adını taşıyan makalesini Genelkurmay Başkanlığı’nca
yayımlanan Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen Ve Daha Üst Kademedeki
Komutanların Biyografileri adlı eseri esas alarak hazırlamıştır. Milli Mücadele
sırasında tümen ve daha üst kademelerde görev yapmış olan komutanlar içerisinde
hatıratı olanların değerlendirmelerini konu alan bu çalışmanın kapsamı içerisine Milli
2
Uzun’un tespitlerine göre Nutuk içerisinde Rauf Bey 157, Refet Paşa 70, Kazım Karabekir Paşa 44,
Ali Fuat Paşa da 23 kez olumsuz bağlamda ele alınmıştır. Bkz. Hakan Uzun, Atatürk ve Nutuk, Siyasal
Kitabevi, Ankara, 2006, s.450.
8
Mücadele sırasında askeri bir görevi olmayan Rauf Bey ile hatıratı bulunmayan Refet
Paşa dahil edilmemiştir. Bununla beraber Milli Mücadele’nin başından Lozan’ın
imzalandığı zamana kadar olan süre ile sınırlanan bu çalışmada Kâzım Karabekir ve
Ali Fuat Paşaların bazı eserleri ve Nutuk üzerine yaptıkları değerlendirmeleri dikkate
alınmıştır. Konumuz bağlamında önemli bir çalışma olmakla beraber Rauf Bey ve
Refet Paşa’nın değerlendirmelerinin olmaması yanında yol ayrımının netleştiği
Cumhuriyet’in ilanı sürecinin kapsam dışında bırakılması bu çalışmayı da bizim
çalışmamızdan ayrı bir yere koymaktadır.
Bu iki çalışmanın yerini tespit ettikten sonra elinizdeki çalışmanın hazırlanması
sürecinde Amasya Askeri Örgütü üyesi olan Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali
Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in gerek kendi eserleri gerekse konumuzun
boyutları bağlamına giren çok sayıda eserin incelendiğinin altını çizmek isteriz. Milli
Mücadele ve sonrası için en temel kaynak kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk’ün
Nutuk adlı eseridir. Biz çalışmamızda Atatürk Araştırma Merkezi tarafından
yayımlanmış olan Nutuk’u kullandık. Milli Mücadele’nin sona ermesinden beş yıl
sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kongresinde okunan ve bir hatırat, bir
hitabe veya tarih araştırmacıları için bir başvuru kaynağı olarak nitelenen Nutuk,
Milli Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun ağzından gerek
Milli Mücadele döneminin gerekse sonrasındaki sürecin bir anlatımını yapmaktadır.
Geçen zaman içinde yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile yolları ayrılmış,
siyaseten farklı bir kulvar içinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyimi
yaşanmış ve hatta Mustafa Kemal Paşa’nın ‘naçiz vücudu’nu hedef alan bir suikast
girişiminde bulunulmuştu. Bütün bunlar dikkate alındığında Mustafa Kemal Paşa ile
yol ayrımı yaşamış kimselerin Nutuk’ta o günlerin siyasi atmosferi içinde şiddetli
9
eleştirilere muhatap olmaları anlaşılabilir karşılanmalıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın,
Milli Mücadele’nin başlatılmasında lider rol üstlenmek suretiyle zafere giden yolda
yanında yer almış kimseleri olumlu bağlamda ele almaması yol arkadaşlarının
olumlu özelliklerinin olmamasından değil, yol ayrımının ne kadar keskin olduğu
gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yol arkadaşlığından yol ayrımına giden süreç, hatta
yol ayrımına varılmasından sonra gerçekleşen olaylar Mustafa Kemal Paşa’nın
zihninde öylesine yer etmiştir ki, o ilk dönem arkadaşlarından hiçbir şekilde olumlu
bağlamda söz etmek istememiştir. Bizce de doğru yaklaşımlar bunun nedenini
dönemin siyasal havasında arayan yaklaşımlardır. Bununla beraber bu durum sadece
bir hatırat olmasının çok ötesinde 1919-1927 yılları arasında gerçekleşen olayların
ilk elden yayımlanan belgesi niteliğinde olan Nutuk’un önemini hiçbir şekilde
azaltmamaktadır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı yıllarından Milli Mücadele’nin
başlangıcı kabul edilen Samsun’a hareketine kadar olan anıları da 1926 yılında
Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanmış ve Falih Rıfkı Atay tarafından Atatürk’ün Bana
Anlattıkları adıyla kitaplaştırılmıştır. Bu eser de Mustafa Kemal Paşa’nın bizim yol
arkadaşlığının ilk durağı olarak nitelediğimiz mütareke sonrası İstanbul’undaki
faaliyetlerini açıklaması yönüyle çok kıymetlidir.
Eserlerinin sayısı dikkate alındığında yol arkadaşları içerisindeki en üretken kişi hiç
kuşkusuz Kâzım Karabekir Paşa’dır. Bu karşılaştırmayı öteki yol arkadaşları
bağlamında ve Ali Fuat Paşa’nın da üretken olduğunu kabul etmekle beraber
yapmaktayız. Kâzım Karabekir Paşa’nın yakınlarının elinde bulunan bilgi, belge ve
notların yine kendisi tarafından kaleme alınmış olan İstiklâl Harbimizin Esasları adlı
kitaba eklenmesiyle yazılmış olan ve bizim ‘Milli Mücadele’nin Karabekircesi’
10
olarak tanımladığımız İstiklâl Harbimiz adlı kitabı belgelere dayanması ve Kâzım
Karabekir Paşa’nın bakışını yansıtması nedeniyle dikkate değer bir çalışmadır.
Kâzım Karabekir Paşa bu eserinde Milli Mücadele’nin yalnız Mustafa Kemal Paşa
özelinde gerçekleşmediği ve hatta Milli Mücadele’ye atılma fikrinin kendisinden
geldiği gibi çok sayıda iddiada bulunmak suretiyle Nutuk’ta anlatılanlara karşı
çıkmakta ve kendisini ön plana çıkardığı bir anlatım yapmaktadır. Yine Kâzım
Karabekir Paşa’nın Hayatım, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909 gibi Milli
Mücadele öncesi hayatını anlattığı eserleri yanında Paşaların Kavgası ve Paşaların
Hesaplaşması gibi doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile olan anlaşmazlıklar
çerçevesinde olan eserlerine de kaynakçada yer verilmiştir.
Her ne kadar başka isimler adı altında veya asıl hatıralardan hareketle yayımlanan
eserler varsa da Rauf Orbay’ın hatıralarının aslı Yakın Tarihimiz’de yayımlanan
hatıralardır. Rauf Bey’in bakışını yansıtan eserler bağlamında 1962-1963 yıllarında
Feridun Kandemir tarafından yayımlanan bu hatıralar ile yine Kandemir tarafından
bu hatıralar esas alarak hazırlanan Hatıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay adlı
kitaptan faydalandık. Ali Fuat Cebesoy’un Sınıf Arkadaşım Atatürk, Milli Mücadele
Hatıraları, Moskova Hatıraları ve Siyasi Hatıralar’ı da çalışmanın kapsamı
içerisinde önem arz eden eserlerdi. Bir diğer yol arkadaşı ve Amasya Askeri Örgütü
üyesi Refet Bele’nin ise yayımlanmış hatıratının mevcut olmaması kuşkusuz
kendisinin yaşananlar konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini öğrenme
imkanımızı bir ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Bununla beraber bu eksikliği
gidermek için başvurduğumuz yolların neler olduğunun da altını çizmeliyiz. Refet
Bey’in Sivas Kongresi sırasında sarf ettiği manda lehindeki görüşleri Uluğ
İğdemir’in Sivas Kongresi Tutanakları’nda, Meclis konuşmaları da Türkiye Büyük
11
Millet Meclisi Zabıtları’nda mevcuttur. Fethi Tevetoğlu’nun Atatürk’le Samsun’a
Çıkanlar adlı çalışmasında Refet Bey’e ayrılan doksan sayfalık bölüm ile Mehmet
Özdemir tarafından Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yapılan
Refet Bele adlı doktora tezi bu noktada önemli iki yardımcı kaynak özelliği
taşımaktadır.
Yol arkadaşlarının eserlerinde dikkate alınması gereken en önemli nokta hepsinin
Nutuk’tan sonra yazılmış olması ve bu nedenle Mustafa Kemal Paşa’nın kendileri
hakkındaki eleştirilerine bir cevap verme imkanı bulmalarıdır. Ali Fuat Cebesoy ve
hatta Rauf Orbay, eserlerinde kendilerini Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıştıran
noktalardan ziyade, ortak karar ve eylemlerini ön plana çıkarmaktadırlar. Bu noktada
kendilerinden ayrılan Kâzım Karabekir Paşa ise Milli Mücadele sırasında adeta
Mustafa Kemal Paşa’ya yol gösteren bir role bürünmekte, Milli Mücadele sonrasında
ise bir dışlanmışlık psikolojisi içinde net bir eleştiri dili kullanmaktadır. Çalışmanın
bütünlüğü ve nesnelliği bağlamında Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta olumsuz
bağlamda ele aldığı yol arkadaşlarının söyledikleri de önem arz etmekteydi ve biz de
yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa’nın eleştirilerine verdikleri cevapları dikkate
alarak bir değerlendirme yapma yolunu seçtik. Kuşkusuz yol arkadaşlarının
anılarının yer aldığı eserler de her hatırat gibi diğer kaynaklar yardımıyla tetkik
edilmesi gereken eserler idi. Ahmet Demirel de bu noktada “Türkiye’de akademik
çevrelerin ve araştırmacıların bir bölümünde olguları araştırırken, bunları birincil kaynaklardan bakıp
3
doğrulamak yerine, sorgusuz sualsiz kabul etme ve tekrarlama anlayışı egemendir.”
demek
suretiyle önemli bir noktanın altını çizmektedir. Bu çalışma sırasında böyle bir
kolaycılığa kaçmak yerine, mümkün olduğunca tarihsel çalışmaların olmazsa olmazı
sayılan birincil kaynaklara başvurulmaya gayret edilmiştir.
3
Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.20.
12
Mustafa Kemal Atatürk hakkında kaleme alınan çok sayıda eser vardır. Doğaldır ki
aynı durum Milli Mücadele’nin önder kadrosu içinde yer alan yol arkadaşları için
geçerli değildir. Örneğin, Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve
Refet Bele hakkında yapılan yüksek lisans ve doktora çalışmalarına bir göz
attığımızda karşımıza az sayıda çalışma çıkmaktadır. Yüksek Öğretim Kurulu tez
verilerinde yer alan ve doğrudan yol arkadaşlarıyla ilgili çalışmalar dikkate
alındığında Kâzım Karabekir Paşa hakkında beş, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy
hakkında birer, Refet Bele hakkında da iki adet tez olduğu görülmektedir.4 Bizim
çalışmamız özelinde bütün bu çalışmalarda dikkatimizi çeken nokta, yol
arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile Milli Mücadele eksenli çalışmalarının ön
plana çıkarılması, yol ayrımı konusunun bir talihsizlik olarak algılanması ve bunun
nedenleri üzerine derinlikli bir yaklaşımın sergilenememiş olmasıdır. Bu noktada ele
aldığı neredeyse her konuyu tartışan ve yol ayrımı noktasında yüzeysel bir anlatımla
yetinmeyen Ali Çiftçi’nin Kâzım Karabekir’in Paşa’nın Siyasal Hayatı başlığını
taşıyan doktora çalışmasını ayrı bir yere koymak gerektiğinin de altını çizmeliyiz.
Rauf Orbay hakkında Cemal Kutay’ın Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf
Orbay adlı 5 ciltlik bir çalışması vardır. Bu çalışma bir yandan Rauf Orbay’ın Yakın
4
Cemalettin Taşkıran, Kâzım Karabekir Paşa’nın Askeri Hayatı ve Komutanlığı, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara,
1992; Muhammet Erat, Milli Mücadele Döneminde Kâzım Karabekir Paşa’nın Faaliyetleri 19191922, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul,
2000; Erdal Duğancı, Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal Paşa’ya Muhalefeti ve Gerekçeleri,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Çanakkale 2001; Erol Evcin, Kâzım Karabekir’in Türk İstiklâl Savaşı’ndaki Rolü, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004; Ali Çiftçi, Kâzım
Karabekir Paşa’nın Siyasal Hayatı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005; Süleyman Ataseven, Rauf Orbay Biyografisi, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir
1997; Ayfer Özçelik, Ali Fuat Cebesoy, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1989; Mehmet Özdemir, Refet Bele, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1992; Halit Kaya, Refet Bele’nin Askeri ve
Siyasal Hayatı (1881-1963), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap
Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2008.
13
Tarihimiz’de yayımlanan hatıralarının yayımlanması yönüyle bir derleme çalışması
görüntüsü verirken, diğer yandan Rauf Orbay’ın hatıralarının başladığı Birinci
Dünya Savaşı öncesi hayatını anlatması yönüyle önemli bilgiler içermektedir. Yol
arkadaşlarının kendi eserleri yanında önemli olduğunu düşündüğümüz Mazhar Müfit
Kansu’nun Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Kâzım Özalp’in Milli
Mücadele, İsmet İnönü’nün Hatıralar, Fethi Okyar’ın Üç Devirde Bir Adam gibi
hatıra türü çalışmalarından da faydalandık. Bu noktada hatıra niteliğindeki eserlerin
öteki kaynaklarla karşılaştırmasının yapılması ve bir süzgeçten geçirilmek suretiyle
kullanılması hususunu ihmal etmediğimizi bir kez daha vurgulamalıyız.
Çalışmanın ilk bölümüne geçişi kolaylaştırması açısından birkaç noktaya daha
değinmek faydalı olacaktır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu Almanya,
Avusturya Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte katıldığı ve topraklarının önemli
bölümünü kaybettiği Birinci Dünya Savaşı’nda kesin bir yenilgiye uğramış, elinde
kalan son vatan topraklarına da göz dikildiği, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan
Mondros Mütarekesi’nin uygulama aşamasında ortaya çıkmıştı. Uzun bir zamandan
beri Avrupa’nın hasta adamı olarak nitelenen imparatorluğun geride kalan
topraklarını
paylaşma
konusundaki
anlaşmazlıklar
bir
barış
anlaşmasının
imzalanmasını geciktirirken, ülkede yaşanan işgallere rıza göstermeyen Türk milleti
itilaf güçlerine karşı protesto ve mitinglerle başladığı tepkisine bölgesel direnişler
yoluyla giriştiği silahlı bir mücadele ile devam etmişti. Ülkede örgütlenmesi ve çatı
altında toplanması gereken bir direniş vardı. İstanbul’daki temaslarının ardından
kendisini 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya tayin ettirmeyi başaran Mustafa
Kemal Paşa bu potansiyeli çok iyi görmüş, Amasya Kararları ile Milli Mücadele’nin
yol haritasının çizildiği, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile de milletin kaderine dair
14
kararların alındığı ve ülke çapında tüm teşkilatların tek çatı altında toplandığı bir
yapı tesis etmişti. Anadolu’nun kendi öz imkanları ile başarılan Milli Mücadele
sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında da hep yol arkadaşları vardı. Peki bu
arkadaşlar nasıl bir eğitim görmüş ve birbirleri ile nasıl tanışmışlardı? Milli
Mücadele öncesi dönemde birbirlerini tanıyorlar mıydı? Bir defa Milli Mücadele’nin
önder kadrosu Osmanlı Devleti’nin en iyi askeri okullarında eğitim görmüşlerdi.
Mustafa Kemal Paşa, Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisi’ni
bitirdikten sonra o zamanki adı Mekteb-i Harbiye-i Şahane olan Harp Okulu’ndan,
en son olarak da yalnız Harp Okulu’ndan üstün derece ile mezun olanların girebildiği
Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden (Harp Akademisi) 1905 yılı Ocak ayında kurmay
yüzbaşı rütbesi ile mezun olmuştu. Kâzım Karabekir Paşa İstanbul Zeyrek’te
başladığı ilkokula babasının görevi nedeniyle Van, Harput ve Mekke’de devam
etmişti.5 Babasının vefatının ardından orta eğitimine İstanbul’da başlayan Kâzım
Karabekir Paşa, ilk olarak askerlik hayatına adım attığı Fatih Askeri Rüştiyesi’ni,
sonrasında ise Kuleli Askeri İdadisi’ni bitirmişti. Pangaltı Harbiye Mektebi’nden
mezun olmasının ardından girdiği Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden 5 Kasım 1905
tarihinde kurmay yüzbaşı rütbesi ve birincilikle mezun olmuştu.6 Ali Fuat Paşa da
babasının görevi nedeniyle ilk ve orta eğitimini Erzincan ve Beşiktaş Askeri
Rüştiyelerinde tamamlamış, 4. Ordu’da Kurmay Başkanlığı görevini yürütmekte olan
babası, sonraki eğitimi için ‘Evimiz asker ocağına döndü, bari sen sivil hayata atıl’
diyerek kendisini İstanbul Saint Joseph Fransız Lisesi’ne göndermişti. Fransız
5
Kâzım Karabekir Paşa, büyükannesinin teklifi ile kendisinden üç yaş büyük olan ağabeyi Hulusi ile
aynı anda ilk mektebe başlatıldı, babası ailesini 1886’da İstanbul’dan Van’a aldırdığında henüz 4
yaşındaydı. Bkz. Kâzım Karabekir, Hayatım, Emre yay., İstanbul, 1995, s.17-18,26; Karabekir, İttihat
ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre yay., İstanbul, 1982, s.9.
6
Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.82; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbine
Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Basımevi,
Ankara, 1972, s.177.
15
Lisesi’nden mezun olunca kendi ifadesiyle ilk ve son defa babasını dinlemeyerek
girdiği Harp Okulu sınavlarını kazanan Ali Fuat Paşa,7 Mustafa Kemal Paşa ile aynı
sınıfta önce Harp Okulu’nu sonra da Harp Akademisi’ni bitirmişti.8 İlk ve orta
öğrenimini Selanik ve İstanbul’da tamamlayan Refet Paşa ise Harp Okulu’ndan 13
Ocak 1899 tarihinde teğmen rütbesiyle mezun olmuş, ordunun çeşitli kademelerinde
görev yaptıktan sonra girdiği Harp Akademisi’ni 1 Kasım 1912 tarihinde birincilikle
bitirmişti.9 Denizci bir aileden gelen Rauf Bey’e gelince, babasının görevi nedeniyle
Trablusgarp Askeri Rüştiyesi’nde eğitim gördükten sonra İstanbul’da bulunan
Heybeli Mekteb-i Bahriyesi’ne (Deniz Harp Okulu) kaydolmuş,10 daha sonra
Şakirdan (Harbiye) sınıfına geçtiği aynı okuldan 1897 yılında güverte mühendis
teğmen rütbesiyle mezun olmuştu.11
Okullarını bitirmelerinin ardından orduda görev almaya başlayan yol arkadaşları,
tanışma zamanları farklılık gösterse de Milli Mücadele’nin başlamasından çok önce
birbirleri ile tanışmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ile Harp Okulu’ndan
tanışmaktaydı. O zamanlar öğrenciler doğum yerleri ile çağrılmakta olduğundan
Mustafa Kemal Paşa, Selanikli Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa Salacaklı Ali Fuat,
Kâzım Karabekir de Kâzım Zeyrek olarak bilinmekteydi. Salacaklı Ali Fuat, 1899
yılında girdiği Harp Okulu’nda sınıf ve hatta sıra arkadaşlığı yapacağı Selanikli
Mustafa Kemal’le henüz okulun ilk günündeki tanışmasını şu şekilde anlatmaktadır:
“İçimde tatlı bir heyecan vardı. Rüyalarım gerçekleşmiş, ben de dedem, babam, eniştelerim ve
ağabeyim gibi asker olmuştum. Bu uğurda sarf ettiğim çabalar boşa gitmemişti. Albay İbrahim Bey’in
7
Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel yay., İstanbul, 2000, s.37.
Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.165.
9
A.g.e., s.98.
10
Cemal Kutay, Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf Orbay 18811964, c.I, Kazancı Matbaacılık, İstanbul, 1992, s.153-155.
11
Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi-Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923), c.III,
TBMM Vakfı yay., Ankara, 1995. Türk…, s.879.
8
16
odasından çıkarken az daha selam vermeyi unutuyordum. Nöbetçi subayı önde, ben arkasında okulun
koridorlarını geçtik. O zamanlar, talebelerin hafta tatilleri Perşembe günü öğleden sonra başlar, Cuma
akşamı sona ererdi. Bugünde Cuma olduğu için talebe efendiler, gruplar halinde şen ve şatır okula
dönüyorlardı. Aralarında Erzincan Rüştiyesi’nden tanıdığım bazı simalar da vardı.
Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi subayı hademelerden birine:
Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin.
Emrini verdi. Sonra bana döndü:
-Mustafa Efendi sizden birkaç ay önce Manastır Askeri İdadisi’nden geldi. Çalışkan, haluk ve zeki bir
çocuktur, Onunla iyi anlaş.
Kısa bir müddet sonra içeriye on yedi on sekiz yaşlarında, sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı,
pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık Harbiyeli elbisesini mevzun vücuduna pek
yakıştırmıştı. Vakurdu. Nöbetçi subayını selamladı:
Emredin efendim.
Senin takımın birinci mangasına, imtihanla Harbiye’ye kabul edilen Salacaklı Ali Fuat Efendi’nin
kaydını yaptık. Alıp gidin. Kendine ne şekilde hareket etmesi lazım geldiğini güzelce anlatın. Askeri
idadiden gelmediğini de dikkat-i nazara alın
Sarı saçlı, sarı burma bıyıklı genç Harbiyeli ayaklarını birbirine vurdu.
-Emredersiniz efendim, baş üstüne efendim.
Sonra bana döndü. Gayet nazik bir tavırla:
Buyurun arkadaş, dedi, gidelim.
İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı, biri sarı olan şeridi
fark edince duraladım. Askerlikte rütbe ve kıdem esastı.
Siz önden geçin çavuşum, ben sizi takip edeyim.
Bu hitabımdan memnun oldu. O önde, ben arkada dahiliyeden çıktık.
İşte Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa Kemal’i böyle tanımıştım.”
12
Ali Fuat ailesinin de teşviki ile bu arkadaşlığı ilerletmiş, Mustafa Kemal’i bazı hafta
sonlarında evlerinde misafir etmiş, kendisiyle birlikte eğlence yerlerine gitmiş, teknik
12
Cebesoy, Sınıf…, s.19-20.
17
derslerde yardım aldığı arkadaşına Fransızcasını ilerletmesi için de yardımcı
olmuştu.13 Milli Mücadele sırasındaki bir diğer yol arkadaşı Kâzım Zeyrek de ertesi
yıl Harbiye’de öğrenim görenler arasına dahil olduysa da Mustafa Kemal ile
tanışmanın ötesinde bir yakınlık kurma durumu olmamıştı. Mustafa Kemal ve Ali
Fuat Harbiye’de iken okul idaresinin sıkı tedbirlerine rağmen ülkenin içinde
bulunduğu sorunlarla ilgilenmiş, küçük çaplı gizli bir teşkilat içinde yer almış,
fikirlerini Harbiye öğrencilerine duyurabilmek için sınıfta el yazısı ile iki ya da üç
sayı devam eden bir dergi de çıkarmışlardı.14 Akademiyi bitirdikten sonra Şam’da
göreve başlayan Mustafa Kemal ile Beyrut’ta görev yapmaya başlayan Ali Fuat
birbirleri ile görüşmeye okul sonrası dönemde de devam etmişlerdi. Öyle ki Ali Fuat,
Mustafa Kemal’in Şam’da kurmuş olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Beyrut
şubesini açmış, iki arkadaş daha sonra farklı zamanlarda tayin edildikleri
Makedonya’da, İkinci Meşrutiyet Devrimi’ni gerçekleştirecek olan İttihat ve
Terakki’ye üye olmuşlardı. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Trablusgarp ve Balkan
Savaşları sırasında görüşme imkanı bulamamış, Birinci Dünya Savaşı sırasında ise
ilki Rus ilerleyişinin yaşandığı Doğu Cephesi’nde, ikincisi de Filistin Cephesi’nde
olmak üzere iki kez aynı cephede görev yapmışlardı. Savaşın sonlarına yaklaşıldığı
20 Ekim 1918 tarihinde Halep’te 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile 3. Kolordu
Komutanı İsmet (İnönü) Bey’in dahil olduğu ve 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal
Paşa’ya bağlı yeni bir teşkilat kurulmuştu.15 Filistin’den sonra yoğun saldırılar
karşısında Suriye’den de geri çekilmek zorunda kalan Türk ordusu mütarekeden
birkaç gün önce ancak Halep’in kuzeyinde tutunabilmişti. 30 Ekim’de imzalanan
13
Cebesoy, Sınıf…, s.40.
A.g.e., s.48-53; Bayur, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri-Doğumundan Samsun’a Çıkışına
Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., 1998, s.12.
15
Fahri Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1916 Yılı Hareketleri, c.5, Genelkurmay Basımevi,
Ankara, 1965, s.110.
14
18
mütareke gereği Alman subay ve erleri İstanbul’a gideceklerinden General Liman
von Sanders Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı Mustafa Kemal Paşa’ya,16 Mustafa
Kemal Paşa da 7. Ordu Komutanlığı’nı 20. Kolordu Komutanlığı’nı da uhdesinde
tutmak suretiyle vekâleten Ali Fuat Paşa’ya bırakmıştı.17 Yıldırım Orduları
Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa
Kemal Paşa ülkenin içine düştüğü felaketin nasıl sona erdirileceği noktasında çareler
arayacağı İstanbul’a doğru yola çıkarken Ali Fuat Paşa 20. Kolordu Komutanı olarak
bölgede kalmıştı.
Ali Fuat ile Kâzım Zeyrek’in, Kâzım Zeyrek’le de Mustafa Kemal’in tanışmaları da
Harbiye yıllarında olmuştu. 1880’lerin ortalarında Van Jandarma Komutanlığı’na
tayin edilmiş olan Kâzım Karabekir’in babası, ailesiyle birlikte görev yerine giderken
bir kaç gün kadar Erzurum’da Ali Fuatların evinde misafir kalmış, ancak çok küçük
yaştaki bu tanışıklık hafızalardan silindiğinden Ali Fuat ile Kâzım Zeyrek’in asıl
tanışmaları Harbiye’de olmuştu. Bu tanışma Ali Fuat’ın babaannesinin “Mehmet
Emin Paşa’nın oğlu Harbiye’ye girmiş, bana neden haber vermedin” diyerek
kendisinden onu bulmasını istemesi üzerine gerçekleşmişti. Ali Fuat için iki bin
kadar talebe arasından Kâzım Zeyrek’i bulmak kolay değil idiyse de Salacak’ta
oturan ortak bir arkadaşları vesilesiyle beklenmedik bir şekilde karşılaşmış oldular.
Bu tanışmanın ertesi günü de Ali Fuat, Kâzım Zeyrek’i Mustafa Kemal’le
tanıştırdı.18 Böylece Milli Mücadele’nin üç önemli lideri, henüz Harp Okulu’nda
iken tanışmış oldular.
1908’in kış aylarında üç savaş gemisinden oluşan bir filo Selanik’i ziyaret etmişti.
Gemilerden birinin kolağası olan Hüseyin Rauf ile o günlerde Selanik’te görev
16
Liman von Sanders, Türkiye’de 5 Yıl, Kesit yay., İstanbul, 2006, s.353.
Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.73.
18
Cebesoy, Sınıf…, s.47-48.
17
19
yapmakta olan Ali Fuat bu ziyaret sırasında tanışmışlar ve İstanbul’a birlikte
dönmüşlerdi. Ali Fuat, Hüseyin Rauf’u deniz subayları içinde seçkin konumu olan
genç bir İttihatçı vatansever olarak görmüş, Hüseyin Rauf da kendisine, kendini
beğenmiş ve mücadeleci bir kişi olarak adını duyup tanışmak istediği Mustafa
Kemal’i sormuştu.19 Ne var ki Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf o zaman değil, 31
Mart Ayaklanması’nı takip eden günlerde tanışacaktı. Ali Fuat ve Hüseyin Rauf ise
ölünceye kadar devam bir dostluğun temellerini bu seyahat sırasında atmışlardı.
Rauf Bey’i Kâzım Karabekir ile tanıştıran İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden
önce İdare-i Mahsusa’da (Denizcilik İşletmesi) seyir muavinliği yapan Selahattin
Adil Bey idi. Rauf Bey kendisinin yardımcılığını yapmaktayken, Kâzım Karabekir
ile Selahattin Adil Bey, Manastır Askeri Mektebi’nden tanışmaktaydı.20 1907 yılı
Eylül ayında İstanbul Harbiye Mektebi Tabiye (Taktik) Muallim Muavinliği’ne
atanan21 Erkan-ı Harp Kolağası Kâzım (Karabekir), İstanbul’a geldikten bir hafta
sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul şubesini kurmuştu.22 Kâzım
(Karabekir) Bey’in o zamanlar Peyk-i Şevket Süvarisi olarak görev yapan Kolağası
Hüseyin Rauf Bey ile tanışması da Cemiyetin donanmaya el atma çabaları
neticesinde gerçekleşmişti. Kâzım (Karabekir), Ordu Teşkilat Muavini Erkan-ı Harp
Kolağası Selahattin Adil Bey’le birlikte kendisini ziyaret eden Hüseyin Rauf Bey’e
ağabeyinin İstanbul Zeyrek’teki evinin bahçesinde Cemiyete giriş yemini ettirmiş,
Rauf Bey de her türlü fedakârlığı yapacağını söylemişti.23 Kâzım Karabekir,
19
Cebesoy, Sınıf…, s.165-166.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402; Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay.,
İstanbul, 2008, s.72.
21
Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.233; Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.178.
22
Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.264-265.
23
Kutay, Osmanlıdan…, c.II, s.24.
20
20
sonraları o günle ilgili olarak “Bugün pek samimi bağlandık. Bütün hayatımızca da
bu samimi birliğimiz sürüp gitti.”24 ifadelerini kullanacaktı.
Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf yukarıda da ifade edildiği gibi 31 Mart
Ayaklanması’ndan sonraki günlerde tanıştı. Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu ile
birlikte 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak üzere İstanbul’a gelmesinin ardından
gerçekleşen bu tanışmayı Rauf Bey şu şekilde anlatmaktadır:
“Mustafa Kemal Paşa’yı ilk defa -31 Mart Vakasını müteakip- 1909 yılı Nisan’ında, İstanbul’un – o
zaman Makriköy denen- Bakırköy telgrafhanesinde görmüştüm. Erkan-ı Harbiye Kolağası rütbesinde
idi. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’nın emirlerini yazıyordu. Telgraf müdürünün
koltuğunda Mahmut Şevket Paşa oturuyordu. Etrafında Topçu Feriki Hurşit ve Liva Bağdatlı Hasan
Rıza Paşalar vardı. Karşısında, ayakta muhtelif kolordu kumandanlarına ait emirleri telgraf şeklinde
tespit eden, bir Erkan-ı Harp Kolağası duruyordu. Omzunda pelerini, yorgun ve solgun siması, sakin
tavrıyla dikkati çeken bu zat, Mustafa Kemal Bey’di. Sonraları Paşa ve Bahriye Nazırı olan Cemal
25
Bey, o gün orada bizi birbirimize tanıştırmıştı.”
Hüseyin Rauf, Roma ataşemiliterliği sırasında Ali Fuat’a yazdığı bir mektubunda da
bu tanışmadan şu şekilde bahsetmişti:
“Bakırköy telgrafhanesine gitmiştim. Telgraf Müdürünün koltuğunda Mahmut Şevket Paşa
oturuyordu. … Karşısında, ayakta Mahmut Şevket Paşa’nın emirlerini not eden bir Erkan-ı Harp
Kolağası duruyordu. Omzunda pelerini, yorgun ve solgun siması, fakat pırıl pırıl parlayan gözleriyle
dikkat nazarımı çekti. Dışarıya çıkınca sordum. Mustafa Kemal Bey olduğunu söylediler. Aynı gün
Kaymakam Cemal Bey (Paşa) ikimizi birbirimize tanıştırdı.”
26
Mustafa Kemal ve Rauf Beyler isyanın bastırılmasından sonraki günlerde Mahmut
Şevket Paşa’nın karargâhında rast geldikçe görüşmüşler, Trablusgarp Savaşı
başlarında Kahire’de bir araya gelmişler, Balkan Savaşı sırasında da görüşmelerini
24
Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.288.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.304.
26
Cebesoy, Sınıf…, s.166.
25
21
sürdürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Irak Cephesi’nde Bağdat ve çevresini
İngilizlerden
geri
almak
amacıyla
getirildiği
7.
Ordu
Komutanlığı’ndan,
kanaatlerinin dikkate alınmaması nedeniyle istifa ederek İstanbul’a döndüğü
günlerde, o sırada Bahriye Nezareti Erkan-ı Harbiye Reisi olan Rauf Bey’i
makamında, Rauf Bey de kendisini Beşiktaş Akaretlerdeki evinde ziyaret etmeyi
sürdürmüşlerdi.27 Vahdettin’in tahta çıkmasından sonra bir emrivaki sonucunda
Suriye cephesine gönderildiği zaman da Mustafa Kemal Paşa’yı Haydarpaşa
istasyonundan Rauf Bey uğurlamıştı. İki arkadaş Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım
1918 tarihinde İstanbul’a ulaşacağı zamana kadar görüşmediler.28 Geçen sürede Rauf
Bey, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olduktan sonra Mondros
Mütarekesi’nin altına imza atmış ve kısa süre sonra kabinenin toplu istifası
neticesinde Bahriye Nezareti’nden ayrılmış, Mustafa Kemal Paşa ise mütareke
sonrasında getirildiği Yıldırım Orduları Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından
İstanbul’a gitmişti. 31 Mart sırasında tanışan ve sonraki zamanlarda devam eden
karşılıklı görüşmelerle iyi arkadaş olan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, mütareke
İstanbulu’nda yeniden buluştukları ilk günden itibaren bir çıkar yol aramak
noktasında da bir yol arkadaşlığına başlamışlardı.
Refet Bey, Birinci Dünya Savaşı sırasında aynı cephede görev yaptığı Ali Fuat Bey
dışındaki yol arkadaşları ile mütarekenin imzalanmasından sonraki süreçte tanışmış
olmalıdır. 1917 yılı içinde Filistin Cephesi’nde görevlendirilen ve o sıralarda albay
rütbesinde bulunan Ali Fuat Bey, önce Sina-Filistin Cephesi Komutanı von Kress’in
kurmay başkanı olarak görev yapmış, birkaç haftalık kurmay başkanlığı görevinden
sonra 30 Haziran 1917 tarihinde 20. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı. O sırada
27
28
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.336.
A.g.e., s.369.
22
yine aynı rütbede olan Refet Bey de 22. Kolordu Komutanı olarak Gazze’de
bulunmaktaydı.29 Öyle ki iki yol arkadaşı Üçüncü Gazze Muharebesi’nde 8. Ordu
Komutanı von Kress’in emrinde 20. ve 22. Kolorduların başında görev yapmışlardı.30
Refet Bey’in Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile tanışması savaşın sona
ermesinden sonra İstanbul’da gerçekleşecektir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına
yaklaşılırken ülke içinde tehlikeli boyutlara varan karışıklıkların baş göstermesi
üzerine Talat Paşa Hükümeti Jandarma Umum Kumandanlığı’nı teşkil ederek başına
Refet Bey’in getirilmesini uygun bulmuştu. Yıldırım Orduları Komutanı General
Liman von Sanders muhtemel bir İngiliz saldırısı nedeniyle Refet Bey’in görevine
ileri bir tarihte başlamasını istediği için31 Refet Bey, Jandarma Genel Komutanlığı’nı
üstlenmek üzere İstanbul’a ancak Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra
gelebilmişti. Bir yandan üstlendiği görevle meşgul olan Refet Bey, bir yandan da
ülkenin içinde bulunduğu çıkmazdan nasıl kurtarılacağına dair bir arayış içindeydi.
Çanakkale’deki başarılarını bildiği Mustafa Kemal Paşa’nın çözüm arayışlarının
merkezi olan Şişli’deki evinde yapılan toplantılara da bu nedenle katılmış ve
Anadolu’da bir görev almayı kabul etmişti. Refet Bey, o zamana kadar gıyaben
tanımakta olduğu Mustafa Kemal Paşa ile bu toplantılar vesilesiyle tanışmıştır. Ali
Fuat Paşa’nın, Refet Bey’in Şişli toplantıları sırasında Anadolu’da görev almayı
kabul edenlerden biri olduğunu söylemesinden ve Rauf Bey’in anılarında bu
tanışmaya dair bir bilgi olmamasından hareketle Rauf ve Refet Beylerin de bu
toplantılar vesilesi ile tanıştığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Refet Bey’in o
günlerde tayinini Erzurum’a çıkarmayı başaran Kâzım Karabekir Paşa ile
29
Ali Fuad Erden, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıraları, İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2003,
s.285; Özçelik, Ali…, s.24-25.
30
Baron Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Askeri Matbaa, İstanbul, 1943,
s.176; Belen, Birinci…, s.119.
31
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.I, s.146-147.
23
tanışmasına gelince, Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’yı
Şişli’deki evinde ziyaret etmek suretiyle Anadolu’ya davet etmişse de, kendisi Şişli
toplantılarının devamlı bir katılımcısı olmamıştı. Bu nedenle kendisinin Refet Bey ile
tanışması Refet Bey’in Anadolu’ya geçişinden sonraki süreçte gerçekleşmiş
olmalıdır.
Birinci bölüme geçmeden önce yol arkadaşları ile ilgili bir noktaya daha değinmek
faydalı olacaktır. Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren
Mondros Mütarekesi imzalandığında neredeyse bütün yol arkadaşlarının ya
kendilerini kamuoyuna tanıtmayı başarmış ya da bu noktada önemli görevler
üstlenmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkmak üzere olan kimseler olduğu dikkati
çekmektedir. Milli Mücadele’nin ve yol arkadaşlarının lideri olan Mustafa Kemal
Paşa, Çanakkale’deki başarılarına, Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri alma başarısını da
eklemiş ve kamuoyunun büyük takdirini kazanmıştı. Balkan Savaşı sırasındaki
Hamidiye akınları ile büyük sükse yapan Rauf Bey, Bahriye Erkan-ı Harbiye
Reisliği’nin ardından Talat Paşa Hükümeti’nin istifasından sonra kurulan Ahmet
İzzet Paşa Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olarak görev yapmıştı. Refet Bey yukarıda
da bahsedildiği üzere Jandarma Genel Komutanlığı gibi önemli bir vazifeyi
üstlenmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkmıştı. Mütareke imzalandığı sırada dahi
Kafkaslarda başarılı askeri faaliyetlerine devam etmekte olan Kâzım Karabekir Paşa
ise İstanbul’a Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni (Genelkurmay Başkanlığı)
üstlenmesi için bizzat Ahmet İzzet Paşa tarafından davet edilmişti. Özetle Milli
Mücadele sırasında Amasya’da bir askeri örgüt kuracak olan yol arkadaşları belli
ölçüde ülke kamuoyu tarafından bilinen ve mütareke döneminde yolları bir şekilde
İstanbul’a düşen genç ve vatansever subaylardan mürekkepti.
24
BİRİNCİ BÖLÜM
YOL ARKADAŞLIĞININ İLK DURAĞI: MÜTAREKE İSTANBULU
1.1. MÜTAREKE SONRASI GENEL DURUM
a) Mütareke Sonrası Gelişmeler
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının hemen ardından 2/3 Kasım gecesi Enver,
Talat ve Cemal Paşalar bir Alman gemisine binerek Rusya’ya kaçmış, muhalefet
kaçışlardan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’ni sorumlu tutmuştu.32 İttihat ve Terakki’nin
ülkeyi savaşın içine çekerek bir felakete sürüklediği, bu nedenle Fırka üyesi olan
Maliye Nazırı Cavit Bey’le Adliye Nazırı Hayri Efendi’nin kabineden istifa etmeleri
gerektiği yönünde bir kamuoyu oluşmuştu. İttihatçı nazırlardan rahatsızlık duymakta
olan Padişah da,33 adı geçen nazırlar dışında Fethi Bey ve daha başka nazırların da
istifa etmeleri gerektiğini ileri süren34 Ayan Reisi Ahmet Rıza’nın yardımıyla35
kamuoyunda ılımlı bir İttihat ve Terakki hükümeti izlenimi veren36 Ahmet İzzet Paşa
Kabinesi’ni istifaya zorlamıştı. Hükümet ise iki nazırın istifası yerine topluca istifa
etme yolunu seçmiş37 ve 11 Kasım’da Tevfik Paşa tarafından yeni bir hükümet
32
Ati, Vakit, 4 Kasım 1918; Hadisat, İkdam, Sabah, 5 Kasım 1918; Lütfi Simavi, Sultan Mehmed
Reşat Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim (Osmanlı Sarayı 1909-1918), Şehir yay., İstanbul,
2007, s.351; Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK yay., Ankara, 1987, s.158.
33
Rauf Bey, kabinede değişiklik yapılması konusunda ısrarlı bir tutum sergileyen Padişah’ı ikna
etmek amacıyla saraya gittiğini ve görüşme sırasında Sultan Vahdettin’in: “Beyefendi, ortada bir
millet var; koyun sürüsü! İdaresi için bir çoban lazım. O da benim.” sözlerini sarf ettiğini
söylemektedir. Bkz. Rauf Orbay, “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, c.II, İstanbul, 1962,
s.241.
34
Türkgeldi, Görüp…, s.158.
35
Simavi, Sultan…, s.351; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.176-177.
36
İttihat ve Terakki’ye mensup olan Adliye Nazırı Hayri Efendi ve Maliye Nazırı Cavit Bey ile eski
İttihatçı Bahriye Nazırı Rauf ve Dahiliye Nazırı Fethi Beylerin kabinede bulunmaları, ayrıca Enver,
Talat ve Cemal Paşaların kaçmasına göz yumulduğu şeklindeki yaklaşım bu iddiayı desteklemektedir.
Bkz. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Mutlakıyete Dönüş (1918-1919), c.I,
Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998, s.31.
37
Ati, İkdam, Vakit, 10 Kasım 1918; Hadisat, Minber, 11 Kasım 1918; Simavi, Sultan…, s.354; “Rauf
Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.272-274.
25
kurulmuştu.38 Böylece Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nın lağvedilmesinin
ardından Harbiye Nezareti emrine alınarak Ahmet İzzet Paşa tarafından İstanbul’a
çağrılan Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul’a gelmeden Ahmet İzzet Paşa Kabinesi
istifa etmiş oldu.
b) İşgaller ve Ordunun Durumu
Birinci Dünya Savaşı sırasında bir dizi gizli anlaşma yapmak suretiyle Osmanlı
Devleti’nin topraklarını kendi aralarında paylaşan itilaf devletleri savaşın kendileri
açısından zaferle neticelenmesi ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin
imzalanmasından sonra mütareke şartlarına aykırı bir şekilde ülkenin birçok yerinde
işgallere başladı. İngilizler mütarekenin hemen ardından 3 Kasım’da Musul’u işgal
etti. 4 Kasım’da bir İngiliz savaş gemisinin İzmir Limanı’na gelmesi Anadolu
Rumlarının her tarafa Yunan bayrakları asarak yaptıkları gösteri ve taşkınlıkları da
beraberinde getirdi. 6 Kasım’da Birinci Dünya Savaşı sırasında geçilemeyen
Çanakkale Boğazı’nın işgaline başlanırken39 9 Kasım’da İskenderun, Altınözü,
Reyhanlı, Yayladağ, Samandağ ve Antakya işgal edildi.40 Trakya’daki askerleriyle
10 Kasım’da Uzunköprü’ye gelen Fransızlar, 16 Kasım’da Bakırköy’e yerleşti. 13
Kasım’da ise Yunan savaş gemilerinin de içinde bulunduğu 61 parçalık büyük bir
itilaf filosu İstanbul Limanı’na geldi. Osmanlı Devleti’nin başkenti o gün Beyoğlu
Hıristiyanlarının ‘Yaşasın Venizelos!’ şeklinde bağırdıkları gösterilere sahne oldu.41
Karaya çıkan yaklaşık 3500 kişilik birlik Boğaz’ı denetimi altına aldı, okullara,
38
Ati, Minber, 11 Kasım 1918; Hadisat, İkdam, Sabah, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, Vakit,
Zaman, 12 Kasım 1918; Simavi, Sultan…, s.360.
39
Sabah, 10 Kasım 1918.
40
Ati gazetesi 17 Kasım tarihli sayısında İskenderun’un iğtişaş (kargaşa) nedeniyle işgal edildiğini
okuyucularına duyurdu. Bkz. Ati, 17 Kasım 1918.
41
İkdam, Minber, Sabah, Vakit, Zaman, 14 Kasım 1918.
26
hastanelere, askeri binalara yerleşti.42 Birkaç gün sonra itilafa ait savaş gemilerinin
sayısı daha da arttı. Devlet idaresine el koymaya başlayan itilaf güçleri İstanbul’daki
zabıta kuvvetlerini emri altına aldı. Ülkedeki limanların kontrolü de İngiliz, Fransız
ve İtalyanlara bırakıldı. 22 Kasım’da boşaltılması kabul edilen Adana ve çevresi,
Toros tünelleriyle birlikte çoğunluğu Ermeni askerlerinden oluşan Fransız birlikleri
tarafından işgal edildi. Bu işgallere, Kars, Ardahan, Batum, Urfa, Antep, Maraş,
Antalya ve Güney Batı Anadolu gibi yerler ile İzmir de eklenecek, Samsun ve
çevresinde asayiş sağlanmaz ise Kuzey Anadolu toprakları da işgalden nasibini
alacaktı.
İtilaf güçleri işgallere karşı direniş gösterilmemesi amacıyla bir taraftan da ordunun
sayısının azaltılması ve silahsızlandırılması noktasında tedbirler alacaklardı.
Mondros Mütarekesi’nin 5. maddesine göre Osmanlı ordusu derhal terhis edilecek,
yalnız ülkede güvenliğin sağlanması ve sınırların korunması amacıyla, hükümetin
görüşü
alındıktan
sonra
müttefiklerce
kararlaştırılacak
sayıda
bir
ordu
bulundurulacaktı. Mütareke yapıldığında 400 bin olan asker sayısı asker kaçakçılığı
nedeniyle 50 binin altına düşmüştü. Kabine, 5 Mayıs’ta yeni askerlere ihtiyaç
duyulduğundan süresini dolduranların terhis edilmeyeceği, aksine yeni alımların
yapılacağı yönünde bir karar alacaktı.43 Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları adlı
çalışmaya göre, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı gün toplam ordu mevcudu
30-35 binlik bir kuvvetten ibaretti.44 Ordunun durumu ortada iken Mustafa Kemal
42
İkdam, 16 Kasım 1918.
Akşin, İstanbul…, c.I, s.218.
44
Anadolu’daki ordu birlikleri içerisinde sayı, mühimmat ve moral açısından en iyi durunda olanı
Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanlığı idi. Doğu’daki muhtemel Ermeni saldırılarına karşı,
Kâzım Karabekir Paşa komutasında bir sigorta görevi üstlenecek olan bu komutanlık bünyesinde 660
subay, 10.047 er, 14.380 tüfek, 120 makineli tüfek, 64 top ile 3.769 hayvan bulunmaktaydı. Bkz.
Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi yay.,
Ankara, 1990, s.39.
43
27
Paşa’nın mücadeleye atılma kararı alması ve mücadelenin liderliğini başarıyla
üstlenmesi, ne kadar zor bir işin üstesinden geldiğinin açık bir deliliydi.
İlginç olması nedeniyle bir noktaya daha değinmek faydalı olacaktır. Mustafa Kemal
Paşa başta olmak üzere Milli Mücadele sırasında etkin görev üstlenen çok sayıda
komutan Damat Ferit Paşa Hükümeti sırasında Anadolu’daki birliklere atanacaktı.
Bunun nedenini vatanseverlik duygularıyla hareket eden bir kabinede değil, Mustafa
Kemal Paşa’nın tayini özelinde aramak daha doğru olacaktır. Zira İngilizleri
kızdırmadan, kendilerini itilaf güçlerinin merhametine bırakmak suretiyle bir şeyler
yapılması yolunu tercih eden kabine, Anadolu’da İngiltere’yi huzursuz edecek bir
karışıklık yaşansın istemezdi. Bununla beraber İstanbul’da bir şeyler yapılabileceği
ümidiyle çırpınan Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevinin kendisini
İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyenlerin etkisi ile kendisine verildiği kanaatinde
olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir.
İngiltere ve Fransa’nın durumuna bakıldığında Birinci Dünya Savaşı sonunda galip
gelmelerine rağmen savaştan yıpranmış bir şekilde çıktıkları söylenebilir. Bir taraftan
kendi iç siyaseti, diğer taraftan da İrlanda, Mısır ve Hindistan’da baş gösteren
ayaklanmalar nedeniyle sıkıntılar yaşamakta olan İngiltere yeni problemler yaşamak
istemeyecek, Türkleri cezalandırma işini Yunanistan eliyle gerçekleştirme yolunu
seçecekti. Bu nedenle Milli Mücadele’nin savaş safhası Doğu ve Güney Cepheleri
dışında İngiliz desteğini arkasına alan Yunanlılar ile yapılacak mücadeleden ibaret
olacaktı. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, bu durumun farkına varacak ve
İngilizlerin temel çıkarlarına dokunulmadığı sürece Anadolu’da bir direniş
hareketinin başlatılabileceğinin mümkün olduğunu görecekti.45
45
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif yay., İstanbul, s.176.
28
c) Bir Kırılma Noktası: İzmir’in İşgali
İzmir’in işgali 5 Şubat’ta Paris’te kurulan komisyonun İzmir’in Yunanlılara
verilmesini 30 Mart’ta teklif etmesinin ardından 6 Mayıs’ta alınan kararın
neticesinde gerçekleşecekti.46 İtalyanlara söz verilmiş olan İzmir’in 16 Mayıs 1919
tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edilmesi için bir takım planlar devreye
sokulmuştu. Paris’ten işgali yönetme emri alan İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe
12 Mayıs’ta İstanbul’dan İzmir’e gitmiş,47 bir gün sonra bir müttefik filosu İzmir’e
gelmiş, 14 Mayıs’ta hükümete verilen bir nota ile Yunanlıların ertesi gün İzmir’i
işgal edeceği bildirilmiş ve 15 Mayıs sabahı işgal başlamıştı. Öte yandan İzmir’in
işgaline karşı direniş gösterilmesi emrini veren Fevzi (Çakmak) Paşa, 14 Mayıs’ta
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevinden alınarak 1. Ordu Müfettişliği
görevine atanmıştı.48 Gazeteci Hasan Tahsin’in işgalcilerin üzerine ateş açmasının
ardından Yunan askerleri ile birlikte hareket eden yerli Rumlar, iki gün içinde
2000’den fazla Türk’ün öldürülüp evlerin ve dükkânların yağmalandığı kanlı bir
şiddet gösterisine imza atmıştı.49 Jaeschke’ye göre tek suçları sırf feslerini
başlarından çıkarmayıp ‘Yaşasın Venizelos’ dememek olan pek çok Türk50 bu sessiz
tepkilerinin bedelini canlarıyla ödemişti.
46
Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, TTK yay., çev. Cemal Köprülü,
Ankara,1986, s.61,71.
47
Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c.I, TTK yay., Ankara, 1993, s.234.
48
Zaman, 16 Mayıs 1919; Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c.I, TTK yay.,
Ankara, 1989, s.31-32.
49
İzmir’in işgali haberi kendilerine Dahiliye Nazırı tarafından aynı gün verilmesine rağmen bazı
İstanbul gazeteleri bu haberi 16 Mayıs’ta değil, 17 Mayıs’ta açık bir şekilde yazdı. İleri gazetesi 16
Mayıs tarihli sayısında İzmir’in işgali haberlerinin İstanbul’da yankılandığını ‘Güya İzmir işgal
edilmiş!’ başlığı ile pek de inanmak istemez bir yaklaşımla verdi. Sabah ise aynı tarihli sayısında
kabinenin istifasını duyururken bu istifanın gerekçesi olan işgali duyurmadı. Zaman İzmir’in işgal
edileceğine dair sadece itilaf notasını yayımlarken, işgal haberini verirken sansüre uymadığı
gerekçesiyle Tasvir-i Efkar ve Yeni Gazete bir gün süreyle kapatıldı. Bkz. İleri, Sabah, 16 Mayıs
1919.
50
Jaeschke, Kurtuluş…, s.81.
29
İzmir’in işgal edilmesi Yunanlılar için yeterli olmayacak, Urla, Seferihisar, Çeşme,
Torbalı, Menemen, Selçuk, Manisa, Ödemiş gibi birçok yer daha işgal edilecekti. Bu
işgaller aynı zamanda Haziran ayından itibaren bölgede filizlenecek olan Kuva-yı
Milliye hareketinin bir gerekçesi olacaktı.51
15 Mayıs’ta toplanan Damat Ferit Paşa Hükümeti, itilaf güçlerinin isteklerine uygun
olarak her türlü tedbirin alınmasına rağmen İzmir’in işgal edilmesini protesto etme
kararı aldı, bir gün sonra da işgalin hükümeti zor durumda bıraktığı gerekçesiyle
istifa etti.52 Hükümeti kurma görevi tekrar kendisine verilen Damat Ferit Paşa, ikinci
dönemine Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı 19 Mayıs günü başladı. Yeni
kabinede Mustafa Kemal Paşa’nın görevlendirilmesinde önemli rol oynayan Dahiliye
Nazırı Mehmet Ali Bey ile Harbiye Nazırı Şakir Paşa yer bulamadı, onların yeri Ali
Kemal ile Şevket Turgut Paşa tarafından dolduruldu.53
İzmir’in işgaline gösterilen tepkiler, kapalı salon toplantıları, resmi makamlara
çekilen telgraflar ve mitingler yoluyla verilmiş,54 mitingler arasında en çok ses
getireni de 23 Mayıs’ta 200 bin kişinin katıldığı söylenen Sultanahmet mitingi
olmuştu. İzmir’in işgali nedeniyle ülkedeki çok sayıda fırka ve cemiyet de 18
Mayıs’ta bir araya gelmiş ve itilaf devletlerine sert bir muhtıra vermişti. Bu
muhtırada mütareke şartları ile Wilson ilkelerine aykırı olan bu işgalin ortaya
çıkaracağı neticelerden itilaf devletlerinin sorumlu olacağı bildirilmişti.55
İzmir’in işgaline karşı farklı bir tepki olarak kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti,
İngilizlerin
dostluğunu
kazanmak
suretiyle
işgallerin
önlenebileceği
51
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c.II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s.78-79.
İleri, 17-18 Mayıs 1919, Sabah, İkdam, Vakit, 17 Mayıs 1919.
53
İkdam, Sabah, 19 Mayıs 1919; Vakit, 20-21 Mayıs 1919.
54
İleri, İstiklâl, Zaman, 19 Mayıs 1919.
55
Akşin, İstanbul…, c.I, s.272-273.
52
30
düşüncesindeydi. Alemdar gazetesi başyazarı Refi Cevat,56 Peyam gazetesi başyazarı
Ali Kemal ile Sait Molla gibi kimseler Cemiyetin başlıca müntesipleri idi. 1918 yılı
Aralık ayı başında Halide Edip, Yunus Nadi ve Ahmet Emin gibi gazeteciler
tarafından kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti her ne kadar etkisini kaybetmiş olsa
da, çare olarak Amerika’yı görenler de vardı. 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a
gelen Mustafa Kemal Paşa ise ileride de değinileceği üzere temelleri yıkılmış
Osmanlı Devleti’nin artık ömrünü tamamladığı ve yerine tam bağımsız bir Türk
devletinin kurulması gerektiği düşüncesinde olacaktı.
İzmir’in işgalinin ardından Meclis’in toplanması gerektiği fikri ortaya atılmışsa da bu
gerçekleşmedi, ancak 26 Mayıs’ta Yıldız Sarayı’nda çok farklı kesimlerden katılımın
gerçekleştiği bir Saltanat Şurası toplandı.57 Padişah’ın konuşmasıyla58 açılan şura,
manda ve himaye dahil çözüm önerileri üzerine fikirlerin beyan edildiği ancak
herhangi bir karar alınamadan dağılan bir toplantı hüviyetinden öteye geçemedi.
Esasında İngiliz himayesi ve Amerikan mandası öneren konuşmacılar dışında söz
56
Refi Cevat ‘İngilizleri istiyoruz’ başlıklı makalesinde şunları yazmıştı: “Demek bizim kendi
kendimize adam olmamız ihtimali mevcut değil. Bu acı bir hakikattir. Fakat maatteessüf öyle. …
İngiltere ile yürümek mecburiyetindeyiz. Şimdiye kadar bir çok siyasi badirelerden bizi kurtaran
İngiltere bu son badireden de bizi elimizden tutmak suretiyle kurtaracaktır. İngiltere buna mecburdur.
Çünkü kendisi ufak devletlerin hamisi olmak üzere kendisini tanıtmıştır. Biz de öyle tanıyoruz. …
İngiltere ile hareket ederek asri düşünce ile mücehhez bir Türkiye olalım.” Bkz. Alemdar, 21 Mayıs
1919.
57
Üç saat devam eden Saltanat Şurası’na vekiller heyeti, ayan azaları, eski vekiller ve elçiler, Şura-yı
Devlet İkinci Reisi ve Temyiz Mahkemesi Reisleri, Divan-ı Muhasebat Eski Reisi ve İkinci Reisi,
ulema, Darülhikmetilislamiye, Darülhilafetülaliye Medresesi, Fetvahane, Darülfünun, Baro, Matbuat
Cemiyeti ve Ticaret Odası temsilcileri, yüksek rütbeli askerler ile Hürriyet ve İtilaf, Vahdet-i Milliye,
Milli Kongre, İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Milliye gibi çok sayıda fırka ve cemiyet temsilcilerinden
oluşan 130’u aşkın kişi katılmıştı. Bkz. Zaman, İkdam, 27 Mayıs 1919; Vakit, 27-28 Mayıs 1919;
Akşin, İstanbul…, c.I, s.323. İkdam bu toplantıyı Saltanat Şurası olarak değil, Meclis-i âli toplantısı
olarak okuyucularına duyurmuştur.
58
Türkgeldi, konuşmasının ardından salondan ayrılan Padişah’ın hıçkırıklarını tutamayarak ağladığını
ve ‘Karılar gibi ağlıyorum.’ dediğini söylemektedir. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.234.
31
alanların çoğunluğu, tam bağımsızlığı ve milletin geleceğinin ele alınacağı acilen
kurulacak bir Şura-yı Milli’yi (Milli Meclis) savundular.59
Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar da İzmir’in işgaline karşı
tepkilerini ortaya koyacaktı. İşgali henüz İstanbul’da iken öğrenen Mustafa Kemal
Paşa, Samsun’a çıktıktan sonraki günlerde 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla emri
altındakilerden protesto gösterileri ve telgraflar yoluyla bu işgale tepki göstermelerini
isteyecekti. Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa da 29 Mayıs’ta
Hükümet Konağı Meydanı’nda Ankaralıların katıldığı bir protesto toplantısı
yaptıracaktı.60 Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’da bir protesto mitinginin
yapılmasına katkıda bulunacaktı.
İtilaf devletleri mütarekeden sonra yukarıda bahsedildiği üzere birçok yeri işgal
etmişti. Ancak İzmir’in işgali bu işgallerin hiçbirine benzemeyecekti. Bu işgal ile
‘Türklerin kor halindeki öfkesi nihayet söndürülmesi mümkün olmayan bir ateşe’
dönüşecekti. Zira Anadolu’nun kalbine Yunanistan’da Türklere etnik temizlik
yapmış eski tebaa bir halkın yerleştirilmesinin Türk halkı için kabullenilebilir bir
tarafı yoktu. Bu durum Yunan işgaline paralel bir direniş hareketini alevlendirmiş,
ayağa kalkmaya hazır olan bir milletin, önderlerini beklediği bir süreci beraberinde
getirmişti.61 Bununla beraber İzmir’in hem de Yunanlılar tarafından işgal edilmesi
Milli Mücadele için tetikleyici bir etki yapacak, milletin varını yoğunu ortaya
koyarak girişeceği mücadeleyi hızlandıran bir dönüm noktası olacaktı.
59
Akşin, İstanbul…, c.I, s.323-328; Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, Nüve Matbaası, Ankara,
1968, s.45-47.
60
Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel yay., İstanbul, 2000, s.82.
61
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yay., çev. Boğaç Babür Turna, Ankara, 2010,
s.326-327.
32
1.2. YOL ARKADAŞLARININ İSTANBUL'A GELİŞLERİ
Mustafa Kemal Paşa ile Milli Mücadele sırasında kader birliği edeceği Kâzım
Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Albay Refet Bey arasındaki yol
arkadaşlığının temelleri mütareke İstanbulu’nda atılacaktı. Mondros Mütarekesi’nin
altına Osmanlı Devleti’ni temsilen imza atan ve o günlerde zaten İstanbul’da bulunan
Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin Bahriye Nazırı Rauf Bey dışındaki yol arkadaşlarının
hepsinin yolu mütareke sonrasında İstanbul’a düşecekti. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Reisi olması için Ahmet İzzet Paşa tarafından çağrılan Kâzım Karabekir Paşa 28
Kasım 1918’de, Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım
1918’de, rahatsızlığını gerekçe göstererek 2. Ordu Müfettişi Nihat Paşa’dan izin alan
Ali Fuat Paşa 20 Aralık 1918’de, savaşın bitmesinden önce Jandarma Genel
Komutanlığı’na getirilen ancak Liman von Sanders’in izin vermemesi nedeniyle bu
göreve gelmesi geciken Refet Bey de mütarekenin imzalanmasından hemen sonra
İstanbul’a gelecekti.
Mustafa Kemal Paşa itilaf güçlerinin etkisinin iyiden iyiye hissedildiği Osmanlı
başkentinde altı ay kadar kalacak, vatanın kurtarılması noktasında bir şeyler
yapabileceği ümidiyle bir takım siyasi girişimlerde bulunacak, bu noktadaki
inancının tükenmesinin ardından yönünü Anadolu’ya dönecek, 9. Ordu Müfettişliği
vazifesi ile 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a doğru yola çıkacak ve yanında 3.
Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmek üzere Albay Refet Bey’i de götürecekti. Kâzım
Karabekir Paşa, tayinini merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu’ya yaptırmasının
ardından 12 Nisan’da İstanbul’dan Gülcemal vapuru ile ayrılacak, 19 Nisan’da
Trabzon’a, 3 Mayıs’ta da Erzurum’a varacaktı. Ali Fuat Paşa ise İstanbul’da Mustafa
Kemal Paşa’nın müfettişlik vazifesini almasında önemli bir rol üstlenen kabine üyesi
33
Mehmet Ali Bey’le tanıştırılması gibi tarihi bir işin altına imza attıktan sonra
Ankara’ya getirmeye çalıştığı kolordusunun başına geçmek üzere İstanbul’dan
ayrılacaktı. Henüz hiçbir yol arkadaşı İstanbul’da yokken kendisi İstanbul’da olan,
yol arkadaşlarının gitmesinden sonra da İstanbul’da kalan Rauf Bey’e gelince, önce
askerlikten istifa edecek, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ulaştığını öğrendikten
sonra birkaç arkadaşı ile Ege bölgesinin nabzını tutacağı bir yolculuğun ardından
Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa’ya mülaki olacak ve oradan Ali Fuat Paşa ile
birlikte Mustafa Kemal Paşa ile buluşmak üzere Amasya’ya gidecekti. Bu bölümde
yol arkadaşlarının İstanbul’a gelişleri, İstanbul’daki çözüm odaklı faaliyetleri, Kâzım
Karabekir ve Ali Fuat Paşaların Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i Anadolu’ya
davetleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçiş vizesi olan 9. Ordu
Müfettişliği görevine getirilmesi ele alınacaktır.
a) Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a Gelişi
Mustafa Kemal Paşa’nın idealist, eylemci bir kişiliği vardı. Çanakkale Savaşı
sırasında askeri başarıları ile adını duyurmuş, rütbesi mirlivalığa (tümgeneralliğe)
yükseltildikten sonra Doğu Cephesi’nde Bitlis’i ve Muş’u Ruslardan geri almış, 2.
Ordu Komutanlığı görevinde bulunmuş, Bağdat ve çevresini İngilizlerden geri almak
amacıyla Temmuz 1917’de General Falkenhayn komutasında oluşturulan Yıldırım
Orduları Grubu içerisinde 7. Ordu Komutanlığı’na getirilmiş ve kanaatleri dikkate
alınmayınca görevinden istifa etmişti. Merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu
Komutanlığı’nı da mazeretler ileri sürerek reddettikten sonra aynı yılın Ekim ayında
İstanbul’a gelmişti. İşte bu sıralarda İttihat ve Terakki’nin tetikçisi olarak bilinen
Yakup Cemil ve arkadaşlarının hükümete karşı bir darbe girişimi olmuş, Divan-ı
34
Harp’te yargılamalar devam ederken Rauf Bey’le birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın
isimleri de bu girişime karıştırılmış ancak her ikisi de bu iddiayı reddetmişti. Enver
Paşa, bazı ordu komutanlarına telgraf çekerek birlikte hareket etmeye davet etmek
suretiyle kendilerini itaatsizliğe teşvik etmek ve bazı siyasi tahriklerde bulunmakla
suçladığı Mustafa Kemal Paşa’yı çağırarak görüşmüş, sonra da kendisini Almanya
seyahatine çıkacak olan Veliaht Vahdettin’in refakatine tayin etmişti. Bu seyahat
süresince Mustafa Kemal Paşa geleceğin padişahı ile yakınlık kurmaya çalışmış,
hatta kendisine bazı telkinlerde bulunmuştu. Almanya’dan 4 Ocak 1918 tarihinde
İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, Mayıs ayı sonlarında böbrek rahatsızlığı
nedeniyle tedavi için Viyana’ya gitmiş, Karlsbad’da tedavi gördüğü sırada vefat eden
Sultan Reşat’ın yerine Vahdettin tahta çıkmıştı. Bir an evvel İstanbul’a gelmesi
yönünde aldığı davetler üzerine aynı yılın Ağustos ayı başında İstanbul’a gelen
Mustafa Kemal Paşa, yaptığı iki görüşme sonunda düşündüklerini kabul ettiremediği
Padişah tarafından bir emrivaki sonucunda vaktiyle başında bulunduğu Yıldırım
Orduları emrindeki 7. Ordu Komutanlığı’na bir kez daha tayin edilmişti. Savaşın
sonlarına yaklaşıldığı Ekim ayında Talat Paşa Kabinesi’nin istifa etmesi üzerine yeni
hükümeti kurmakla görevlendirilen Tevfik Paşa’nın hükümeti kurmakta zorluk
çektiği bilgisini alan Mustafa Kemal Paşa, saray başyaveri aracılığı ile Padişah’a bir
telgraf çekerek bir an önce barış yapılmasını, bununla beraber Fethi, Rauf, Hayri,
Tahsin, İsmail Canbulat, Azmi Beyler ile içerisinde kendisinin de bulunacağı bir
Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin kurulmasını gerekli gördüğünü belirtmişti. Mustafa
Kemal Paşa, kendisi için de Harbiye Nezareti’ni uygun bulmuştu. Fakat Tevfik
Paşa’nın hükümeti kuramaması üzerine yeni kabineyi kuracak olan Ahmet İzzet
Paşa, Rauf ve Fethi Beylere de yer verdiği kabinede Mustafa Kemal Paşa’ya yer
35
vermemişti. Mondros Mütarekesi gereği İstanbul’a gidecek olan Yıldırım Orduları
Komutanı General Liman von Sanders’ten görevi devralan Mustafa Kemal Paşa,
Sadrazam ve Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa ile olan
muhaberelerinde mütarekenin bazı maddelerini açıklamasını istemiş, bununla
beraber İskenderun’un İngilizlerce işgal edilmemesi için sarf ettiği çabalar sonuç
vermemişti. Bu sıralarda Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen Cevat Paşa’yı kabul
etmediğini ve kendisine bu sıfatla verilecek emirlere uymayacağını bildiren bir de
telgraf çekmişti. Yıldırım Ordularının 7 Kasım’da lağvedilmesinin ardından Harbiye
Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a 13 Kasım’da gelmişti. Ahmet
İzzet Paşa Kabinesi istifa etmeden hemen önce Harbiye Nezareti emrine alınan
Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918 tarihinde Haydarpaşa’ya geldiğinde62 itilaf
gemilerinin İstanbul Limanı’na girmekte olduğuna şahit olmuştu. Bununla beraber
azınlıkların sevinçli halleri kendini göstermekte, Beyoğlu Hıristiyanları ‘Yaşasın
Venizelos!’ sloganları eşliğinde sevinç gösterileri yapmaktaydı.63 Mustafa Kemal
Paşa yanında bulunan yaveri Cevat Abbas Bey’e ‘Geldikleri gibi giderler.’ sözünü
işte bu manzara karşısında söylemişti.
b) Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da
Kâzım Karabekir, 8 Nisan 1917 tarihinde Diyarbakır bölgesinde bulunan Van, Bitlis
ve Elazığ cephelerinde Ruslara karşı mücadele veren 2. Ordu 2. Kolordu
Komutanlığı’na getirilmiş, on ay kadar devam eden komutanlığının son günlerinde
Ruslar ile Erzincan Mütarekesi imzalanmıştı. Çarlık rejime son veren ihtilalın
ardından Lenin’in Rus askerlerini geri çağırması Ruslar ile yapılan muharebeleri
62
63
Vakit, 16 Kasım 1918.
İkdam, Minber, Sabah, Vakit, Zaman, 14 Kasım 1918.
36
sona erdirirken, Rusların daha önce askere aldığı Ermeniler ve Taşnak çeteleri ile
mücadeleler ise devam etmekteydi. 1917 yılının son günlerinde Erzincan
yakınlarında bulunan 1. Kafkas Kolordusu Komutanlığı görevine getirilen Kâzım
Karabekir, 1918 yılı başlarında Erzurum ve Erzincan’ı Rus subayları ile takviye
edilen Ermeni kuvvetlerinden geri almayı başarmış, sonra da Kars, Gümrü ve
Sarıkamış Kaleleri ile Karaköse’yi (Ağrı) ele geçirmişti. Bu başarıları üzerine çok
sayıda nişan ve madalya ile ödüllendirilen Albay Kâzım Karabekir, 28 Temmuz
1918 tarihinde mirlivalığa yükseltilmişti.64
Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilen Ruslar ile 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan BrestLitovsk Anlaşması ile 93 Harbi’nde kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum sancakları
geri alınmıştı. Diğer cephelerde işler yolunda gitmezken Doğu cephesinde olumlu
gelişmeler yaşanmaktaydı. 28 Mayıs 1918 tarihinde bağımsızlığını ilan eden
Azerbaycan’ın Ermeni, Rus ve İngiliz tehditine karşı Osmanlı hükümetinden yardım
istemesi üzerine Ermeni çetelerini temizleyen Osmanlı birlikleri Azerbaycan
istikametine doğru ilerleyerek 15 Eylül’de Bakü’yü İngiliz işgalinden kurtarmıştı.65
Bu sırada Kâzım Karabekir Paşa, kendisine verilen görev gereği İran Azerbaycan’ı,
Nahcıvan ve Tebriz bölgelerine doğru ilerlemiş,66 karargâhını Tebriz’de kurmuş ve
yerli halkı Osmanlı aleyhine kışkırtmaya çalışan bir İngiliz müfrezesini yenmişti.
Müttefiklerden yenilgi haberlerinin gelmekte olduğu bir zamanda İran-Irak Cephesi
Grup Komutanı Halil Paşa’dan Tahran’ı işgal etme emri alan Kâzım Karabekir Paşa,
64
Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1896-1909, Emre yay., İstanbul, 1982, s.11-13; Türk
İstiklâl Harbine Katılan…, s.178.
65
Sina Akşin, Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001, s.97.
66
Almanlar, İran üzerine gidilmesini Hindistan’ı tehdit etmek sureti ile daha çok İngiliz kuvvetini
bölgeye çekmek amacıyla istiyordu. Bkz. Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları, Sinan
Matbaası ve Neşriyat Evi, İstanbul, 1951, s.27.
37
bu girişimin felaketle neticelenebileceği konusunda üstlerini ikna etmişti.67 Ayrıca
Filistin Cephesi 18 Eylül’de başlayan İngiliz saldırısı ile yarılmış, mütarekeden bir
kaç gün önce ancak Halep’in kuzeyinde tutunabilmişti. Karargâhını Nahcıvan’a
nakletme emri alan Kâzım Karabekir Paşa, 31 Ekim’de komutanı bulunduğu
kolordusunun lağvedildiği ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni (Genelkurmay
Başkanlığı) üstlenmek üzere İstanbul’a hareket etmesi emrini almıştı. 1 Kasım’da
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’dan gelen telgrafla mütareke imzalandığını öğrenen
Kâzım Karabekir Paşa, aynı günün akşamında Nahcıvan’dan yola çıkmış, Kars,
Batum ve Trabzon üzerinden deniz yoluyla 28 Kasım’da İstanbul’a ulaşmış, ancak
kendisinin İstanbul’a varmasından önce Ahmet İzzet Paşa Kabinesi istifa ederek
görevi bırakmıştı. Mustafa Kemal Paşa, mütarekeden sonra İstanbul’a gelişi sırasında
ne hissettiyse aynı duyguları Kâzım Karabekir Paşa da yaşamıştı. Boğazın her iki
tarafında bulunan tabyalarda dalgalanan İngiliz ve Fransız bayraklarını gören ve bir
İngiliz müfrezesinin Türk bayrağını indirip yerine İngiliz bayrağını asması sırasında
mağrur İngiliz subayı karşısında ızdıraplar içinde kıvranan Türk subayının haline
şahit olan Kâzım Karabekir Paşa, ömründe hiç duymadığı bir acı hissetmiş ve o anda
kendi ifadesiyle ‘Tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşmalı’ kararını vermişti.68
c) Ali Fuat Paşa İstanbul’da
Ali Fuat Paşa, İstanbul’a Kâzım Karabekir Paşa’dan üç hafta kadar sonra, 20 Aralık
1918 tarihinde gelmişti. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından İngilizler,
İskenderun ve Adana vilayeti başta olmak üzere güney bölgelerinde işgale başlarken
67
Cemalettin Taşkıran, Milli Mücadele’de Kâzım Karabekir Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi yay.,
Ankara, 1999, s.42-44.
68
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2008, s.6; Karabekir, İstiklâl
Harbimizin…, s.31.
38
Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu 2. Kolordu’nun Ankara’da kışlaması istenmiş,
görüşmelerin bir sonuca ulaşmaması üzerine 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa
kolordunun geçici olarak Konya’ya nakledilmesi emrini vermişti. Nihat Paşa’dan
hastalığını ve özel işlerini gerekçe göstererek izin alan Ali Fuat Paşa, zabit
arkadaşları ile birlikte bir askeri müfreze eşliğinde Anadolu’nun durumunu gözleme
fırsatı bulduğu yirmi gün süren bir yolculuğun ardından İstanbul’a gelmişti. Savaştan
yorgun çıkmış olan ülkenin tam bir anarşi, teşkilatsızlık, unutulmuşluk ve fırka
kavgaları içinde bulunduğunu gören, devlete düşman olanların da bu kavgaları
körüklediğini düşünen69 Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’a gelişi aynı zamanda Meclis’in
Vahdettin tarafından feshedilmesinden bir gün öncesine tekabül etmekteydi. O
günler Mustafa Kemal Paşa ile Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerin Tevfik Paşa
Kabinesi’ni düşürmek için çalıştıkları, ancak başarılı olamadıkları için bir anlamda
Mustafa Kemal Paşa’nın ilk ümit ışığının söndüğü günlerdi.
Ali Fuat Paşa İstanbul’a gelir gelmez Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde
ziyarete giderken gördükleri ve düşündüklerini şöyle anlatmaktadır: “Dolmabahçe sarayı
önünde lengerendaz (demirlemiş) olan itilaf devletlerinin harp gemilerini gördüm. İçime bir hüzün
çöktü. Biz dört yıl bunun için mi dövüşmüş, kan dökmüştük. Sanki mağlubiyetin tek mesulü ben
imişim gibi başımı önüme eğdim. Kör olası talih bizi düşmanlarımızın bu kadar zebunu mu
70
edecekti?”
d) Refet Bey’in İstanbul’a Gelişi
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ülke içinde tehlikeli boyutlara varan
karışıklıklar Talat Paşa Hükümeti’ni önlem arayışına itmişti. İç güvenliğin temin
69
Babası İsmail Fazıl Paşa’nın “Bedbin misin Fuat?” sorusuna “Hayır baba… bilakis ümitliyim,
anarşiyi defedip kurtuluş çarelerini arayıp bulacak bir ruh ve azim milletimizde vardır.” cevabını
verecekti. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.46-47.
70
Cebesoy, Milli…, s.51.
39
edilmesi amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı’nın teşkil edilerek başına Refet
Bey’in getirilmesi uygun görülmüşse de Yıldırım Orduları Komutanı General Liman
von Sanders muhtemel bir İngiliz saldırısı nedeniyle Refet Bey’in ileri bir tarihte
görevine başlamasını istemişti. Ülkedeki asayiş sorununu çözmek için seyyar
jandarma kuvvetleri teşkil edilerek başına Sina-Filistin cephesindeki başarıları
nedeniyle Albay Refet Bey’in getirilmesini teklif eden Ahmet İzzet Paşa
Kabinesi’nde Dahiliye Nazırı olarak görev yapan ve Mustafa Kemal Paşa’nın yakın
arkadaşlarından olan Fethi Bey’di.71 Refet Bey, atanma tarihi 17 Ekim 191872 olsa da
görevine başlamak için İstanbul’a ancak Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra
gelebildi.
1.3. YOL ARKADAŞLARININ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
a) Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey
Mustafa Kemal Paşa ile Hüseyin Rauf Bey giriş bölümünde ifade edildiği gibi 31
Mart İsyanı sırasında tanıştı. İsyanın bastırılmasından sonraki günlerde Mahmut
Şevket Paşa’nın karargâhında rast geldikçe görüşmüşler, yine Trablusgarp Savaşı
başlarında Kahire’de bir araya gelmişler, Balkan Savaşı sırasında da görüşmelerini
sürdürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Irak Cephesi’nde Bağdat ve çevresini
İngilizlerden geri almak amacıyla getirildiği ordu komutanlığından, kanaatlerinin
dikkate alınmaması nedeniyle istifa ederek İstanbul’a döndüğü günlerde Bahriye
Nezareti Erkan-ı Harbiye Reisi olan Rauf Bey’i makamında, Rauf Bey de kendisini
Beşiktaş Akaretlerdeki evinde ziyaret etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in
tahta çıkmasından sonra bir emrivaki sonucunda Suriye Cephesi’nde gönderildiği
71
72
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.146-147.
Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.99.
40
zaman kendisini Haydarpaşa İstasyonu’ndan Rauf Bey uğurlamıştı. Mustafa Kemal
Paşa, durumu yakından takip etmesi ve Fethi Bey’le temas halinde bulunmasını
istediyse de Rauf Bey, üzerinde askeri bir vazife olduğu sürece siyasi işlere
karışmayacağı
kararında
olduğunu
söylemişti.73
Mondros
Mütarekesi’nin
imzalanmasından önce Rauf Bey, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya Mustafa Kemal
Paşa’nın İstanbul’a gelmesinin uygun olacağını söylemesine rağmen olumlu cevap
alamamıştı. Sabırsızlanan Mustafa Kemal Paşa, ordusunda menzil müfettişi olan
Kurmay Albay Ömer Lütfi Bey’i İstanbul’a Rauf Bey’in yanına göndermiş ve
kendisinden memleketin selameti için bir an önce Harbiye Nezareti’ne atanmak
suretiyle İstanbul’a çağrılması için çalışılmasını istemişti.74
İki yol arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım’da İstanbul’a ulaşacağı zamana
kadar yüz yüze görüşmediler. Geçen sürede Rauf Bey, Ahmet İzzet Paşa
Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olduktan sonra Mondros Mütarekesi’nin altına imza
atmış ve kabinenin toplu olarak istifa etmesiyle birlikte Bahriye Nezareti’nden
ayrılmış, Mustafa Kemal Paşa ise mütareke sonrasında getirildiği Yıldırım Orduları
Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından İstanbul’a gitmişti.
31 Mart sırasında tanışan ve sonraki zamanlarda da karşılıklı görüşmelerle iyi
arkadaş olan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, mütareke İstanbulu’nda yeniden bir
araya geldikleri 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren memleketi içinde bulunduğu
çıkmazdan kurtarmak için neredeyse her gün bir araya gelmek suretiyle çaba
harcayacaktı. Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de vardığı İstanbul’dan 16 Mayıs
1919 tarihinde Milli Mücadele’yi başlatmak için Samsun’a gideceği zaman
ayrılacaktı. Yol arkadaşlığının temelleri de altı ay kadar kaldığı İstanbul’da
73
74
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.336,369.
Akşin, İstanbul…, c.I, s.75-76.
41
atılacaktı. İstanbul’a geldiği ilk günlerden itibaren Rauf Bey ile görüşmeye başlayan
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar tarafından Anadolu’ya
davet edilecek, kendisine geniş yetkiler tanıyan 9. Ordu Müfettişliği vazifesi ile yola
çıkarken Albay Refet Bey’i de yanında götürecekti.
b) Mustafa Kemal Paşa ve Çözüm Arayışları
İstanbul’a 13 Kasım 1918 tarihinde gelen ve Beyoğlu’nda bulunan Pera Palas oteline
yerleşen Mustafa Kemal Paşa, aynı gün fiilen işgale uğrayan bu şehirde ilk olarak
Milli Mücadele sırasında yol arkadaşlığı yapacağı Rauf Bey’le görüştü.75 Ardından
Rauf ve Fethi Beylerle birlikte ‘Bugünlerde İstanbul’da bulunmanızda fayda
görüyorum’ sözleriyle kendisini İstanbul’a çağıran Ahmet İzzet Paşa’yı konağında
ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, o sırada henüz güvenoyu almamış olan Tevfik
Paşa’nın fiilen sadrazam olmadığı ve Ahmet İzzet Paşa’nın gayret göstermesi
durumunda sadarette kalabileceği kanaatindeydi.76 Ahmet İzzet Paşa’ya Tevfik Paşa
Kabinesi’nin beklentiye girilemeyecek bir kabine olduğunu ve bir Ahmet İzzet Paşa
Kabinesi’nin yeniden iş başına getirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışan Mustafa
Kemal Paşa, kendisinden istifasına yol açan nedenlerin hala var olduğunu, ayrıca
Padişah Vahdettin ile anlaşmazlığa düşerek memleketi daha da buhranlı bir vaziyete
sokabileceğinden çekindiği cevabını aldı. Görüşmenin sonunda Mustafa Kemal Paşa,
her şeyin üstünde tutulması gereken memleket menfaatleri için hiç bir fedakârlıktan
çekinilmeyeceğini söyleyerek Tevfik Paşa Kabinesi’nin Meclis oyu ile düşürülerek
75
Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e ‘Keşke istifa etmeseydiniz!’ diyerek hassas bir
dönemde iş başında olan bir kabinenin önemini vurgulamış, Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’ya
kendilerini istifaya zorlayan nedenlerden bahsetmişti. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.369370; Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan Matbaası, İstanbul,
1965, s.29-31.
76
Bu noktada Mustafa Kemal Paşa şu sözleri söylemişti: “Zat-ı şahane kendiliğinden ne karar alabilir,
ne de karar tatbik edebilir. Bana kalırsa makamınızda oturunuz. Bunu sizden çok rica ederim. Siz buna
karar verdiğiniz takdirde zat-ı şahane kararsız kalacaktır.” Bkz. Bayur, Atatürk, s.233.
42
içinde kendisinin de bulunacağı bir Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin kurulmasından
başka çare olmadığı noktasında Ahmet İzzet Paşa’yı ikna etmeyi başardı.77 Bundan
sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte
o sırada henüz güvenoyu almamış olan Tevfik Paşa Kabinesi’ni güvensizlik oyu ile
düşürmek için var güçleri ile çalışırken görmekteyiz.
Ahmet İzzet Paşa’nın hükümete gelebilmesi için Tevfik Paşa Kabinesi’nin
düşürülmesi yanında Vahdettin de ikna edilmeliydi. Padişah’la 15 Kasım’da bir
görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeden tam bir hayal kırıklığı içinde
döndü.78 Rauf Bey, Minber’de Tevfik Paşa aleyhinde yayımlanan ‘Kuvvetli hükümet
isteriz’ ve ‘Kabine var mı yok mu’79 başlıklı yazıların bu görüşmeden bir sonuç
çıkmaması üzerine duydukları üzüntüyü kamuoyuna yansıtmak ve Vahdettin’i bir
kez daha uyarmak için kaleme alındığını söylemektedir.80 Zaten o günlerde Minber
gazetesi, bir yandan Tevfik Paşa Kabinesi aleyhinde kampanya yürütürken, diğer
yandan Mustafa Kemal Paşa’yı siyasal kamuoyuna takdim etme çabası içindeydi.81
Mustafa Kemal Paşa mütareke İstanbulu’nda ilk olarak Tevfik Paşa Kabinesi’ni
düşürmek ve yerine kurulması düşünülen bir Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde
Harbiye Nazırı olmak sureti ile düşündüklerini hayata geçirmeye çalışmıştı.
Hükümetin güvenoyu almaması için gösterilen çabalar sonuç vermemiş, ikna edildiği
77
Atay, Çankaya, s.177; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.370.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.371; Akşin, İstanbul…, c.I, s.86-88; Sarıhan, Kurtuluş…, s.28.
79
18 Kasım tarihli yazıda ‘Tevfik Paşa vatana hizmet etmek isterse tereddüt etmeden işgal ettiği
makamı boşaltmalı.’ deniyordu. Bkz. Minber, 18 Kasım 1918. Tevfik Paşa aleyhindeki yazılar başka
sayılarda da göze çarpıyordu. Örneğin, 25 Kasım tarihli Minber kabine için ‘Kudretsizlik değil
liyakatsizlik’ başlığı atıyor, 8 Aralık tarihinde ise ‘Ne hükümette kudret var, ne ona nüfuz edebilecek
kuvvetlerde belirli bir amaç mevcut. Hala zulmet içindeyiz.’ ifadeleri kullanılıyordu. Bkz. Minber, 25
Kasım, 8 Aralık 1918.
80
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400.
81
17 Kasım tarihli Minber, “Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat” başlığı altında kendisinin bir özgeçmişi
ve demeci yanında son savaşta nam ve şöhretini yükselten müstesna bir komutan olduğunu
vurguluyor, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun en büyük komutanlarından biri olduğunu yazıyordu. 19
Kasım tarihli Minber’de ise ‘Yurdun geleceği Mustafa Kemal’den büyük hizmetler beklemekte
haklıdır.’ deniliyordu. Bkz. Minber, 17-19 Kasım 1918.
78
43
düşünülen vekiller dahi kabineye güvenoyu verilmediği takdirde Padişah’ın Meclis’i
dağıtabileceği endişesinden hareket ederek varlıklarını bir süre daha devam ettirme
yolunu seçmişti. Neticede Tevfik Paşa Kabinesi güvenoyu almış, Mustafa Kemal
Paşa ve arkadaşları akim kalan bu ilk teşebbüslerinin ardından ilk hayal kırıklığını
yaşamıştı.82
Mütareke hükümlerini dikkate almayan itilaf güçleri, İstanbul’u yaşanması zor bir
yer haline getirmişti. Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte neredeyse her
gün bir araya gelen Mustafa Kemal Paşa’nın, ziyaretçileri hiç eksik olmayan Şişli’de
kaldığı ev83 kısa sürede bu dört arkadaş için kendilerini iktidara taşıyacak planların
yapıldığı bir toplantı mekânına dönüşmüştü. Bu sıralarda Minber için sermaye
sağlamayı kabul eden Teceddüt Fırkası Reisi Cavit Bey ile yakınlık kurulması
dışında, kendisini muhtemel bir sadrazam adayı olarak gören Ayan Reisi Ahmet Rıza
Bey ile de yeni bir kabine için görüşmeler yapılmış, ancak bir sonuç alınamamıştı.84
Rauf Bey, o günlerde Mondros hükümleri tatbik edilirken kendisine verilen sözlerin
tutulmamasının verdiği bir hayal kırıklığını yaşamaktaydı. Mütareke müzakereleri
sırasında Türk halkının tepkisini çekmesin diye Karadeniz’e gitmek için Boğazlardan
82
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.370-371; Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları,
Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.99. 18 Kasım’da hükümet programı Meclis’te okundu, 84
lehte, 27 aleyhte 3 de çekimser olmak üzere toplam 114 oy kullanıldı. Mebuslar Meclis’ten çıkıp
gittikleri için çoğunluk sağlanamadı ve oylama ertesi güne bırakıldı. Bkz. İkdam, Minber, Sabah,
Tasvir-i Efkar, Vakit, 19 Kasım 1918. 19 Kasım’da yeniden yapılan ve 91 lehte, 33 aleyhte 7 de
çekimser oy kullanılan oylama neticesinde Tevfik Paşa Kabinesi güvenoyu aldı. Bkz. İkdam, Minber,
Sabah, Vakit, 20 Kasım 1918.
83
Pera Palas’tan sonra kısa bir süre de Halep’te iken tanıdığı bir ailenin Beyoğlu’ndaki evlerinde
kalan Mustafa Kemal Paşa, bu iki yerde bir ay kadar kaldıktan sonra Şişli’deki bu eve taşınmış, annesi
ve kız kardeşini de yanına almıştır. Bkz. Aydemir, Tek…, c.I, s.325-326; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”,
c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400.
84
Akşin, İstanbul…, c.I, s.126-128; Aralık ayının ikinci haftasında sona eren görüşmeler, Ahmet
Rıza’nın sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırı olacağı, Fethi, Rauf ve İsmail Canbulat
Beyler’in de içinde yer alacağı bir kabine kurma girişimine yönelikti. Ahmet Rıza, kabinede yer
alacak isimleri tanımadığını söyleyerek onlarla çalışamayacağını söylemişti. Öte yandan zaten
Padişah’ın Ahmet Rıza’nın sadrazamlığı ile Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na sıcak
bakması ihtimali de azdı. Bkz. Bayur, Atatürk, s.244. Kâzım Karabekir de, 23 Mart’ta İsmet Bey
aracılığı ile kurulması düşünülen kabinede bulunması yönünde Mustafa Kemal Paşa’dan bir teklif
aldığını söylemektedir. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.32.
44
gece geçirileceği sözü verilen Yunan gemileri Dolmabahçe’de demirlemiş
durumdaydı.85 O zamana kadar takdir ettiğini söylediği İngilizler tarafından
aldatıldığını kabullenmekte zorlanan Rauf Bey, bu meseleden söz ederken Mustafa
Kemal Paşa’nın Minber gazetesinde yayımlanan bir mülakatta İngilizler için
‘İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı’86 şeklindeki sözlerini ön plana
çıkarmaktadır. Bu yaklaşım ‘Benim yerimde kim olsa inanırdı.’ kabilinden bir
savunma olarak yorumlanabilir. Bununla beraber Rauf Bey, İngilizlerin sözlerinde
durmayarak mütareke hükümleri tatbik edilirken yaptıkları hareketlerin, aynı
zamanda kendilerini Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde toplanarak
memleketin kurtuluşu için çareler aramaya ittiğini söylemektedir.87
Tevfik Paşa Kabinesi’ni düşürme girişiminin başarısız olması üzerine Mustafa
Kemal Paşa Vahdettin ile Kasım ayı sonlarında bir kez daha görüşecekti.88 Bu
görüşme, Padişah’ın ikna edilmesi ve Tevfik Paşa Kabinesi yerine bir Ahmet İzzet
Paşa Kabinesi’nin kurulmasına yönelik bir görüşme olacaktı. Ancak bu çaba da bir
sonuç vermediği gibi Vahdettin, komutan ve zabitler tarafından sevildiğini söylediği
Mustafa Kemal Paşa’dan ordunun kendisine sadık kalıp kalmayacağı konusunda
teminat almak isteyecek, Padişah’ın neden böyle bir istekte bulunduğu ise ancak
85
Akşin, İstanbul…, c.I, s.88. Amiral Calthorpe, hükümetinden aldığı emir gereği Yunan gemilerinin
İstanbul Limanı’na girmesine engel olamayacağını, ancak Osmanlı hükümetinin de bir kargaşaya yol
açmayacağına güvendiğini söylemektedir. 13 Kasım’da Averoff’la birlikte dört Yunan gemisi
Boğaz’a giren filo içerisinde bulunmaktaydı. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.29.
86
Mustafa Kemal Paşa, mülakatın sonlarında İngilizler hakkındaki kanaatlerinin sorulması üzerine
şunları söylemektedir: “Bu harpte İngilizlerle Arıburnu, Anafartalar ve Filistin cephelerinde karşı
karşıya birçok muharebeler verdim. Ben bu muharebelerle ve suret-i umumiyede bu saydığım
cephelerden başka cephelerde, başka mıntıkalarda diğer milletlerle dahi verdiğim muharebelerde
daima vatanın müdafaasından ibaret olan bir vazife-i asliye ifa ve bunun için askerlik hizmetimi
tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde buğz ve adavet (düşmanlık) hissiyatı yer bulmamıştır.
İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline riayette gösterdikleri hürmet ve
insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost
olamayacağı kanaatiyle mütehassis olmaları pek tabiidir.” Bkz. Minber, 17 Kasım 1918.
87
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400-401.
88
Atay, Atatürk’ün…, s.84-85; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371; Utkan Kocatürk,
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, TTK yay, Ankara, 2000, s.10.
45
Meclis’in kapatılmasından sonra anlaşılacaktı.89 Mustafa Kemal Paşa, kendisini
siyaset dışı bırakmamak düşüncesiyle o sırada dağınık bir halde bulunan ordunun
Padişah’a sadık olduğunu söylemek durumunda kalacaktı.90
İttihat ve Terakki Kasım ayı başlarında kendisini feshedince yerine Teceddüt
Fırkası91 kurulmuş,92 başına da Cavit Bey geçmişti. Meclis’te çoğunluğu teşkil eden
Fırka’nın bazı üyeleri 18 Aralık’ta Tevfik Paşa Kabinesi hakkında bir gensoru
önergesi vermişti.93 Fethi Bey de 19 Aralık’ta Meclis’te gizli bir oturum yapıldığını
ve 50 imzalı bir önerge ile kabineye güvensizlik oyu verilmesi kararı alındığını
söylemektedir.94 Mustafa Kemal Paşa o günlerde Sultan Vahdettin ile bir görüşme
daha yapmıştı.95 Ancak Padişah mebuslara fırsat tanımamış, ‘esbab-ı zaruriyet-i
siyasiyeye binaen’ ve Kanun-ı Esasi’nin 7. maddesine dayanarak dört ay içerisinde
seçimlerin yapılması şartıyla Meclis’i feshetmiş,96 böylece üzerindeki tek denetim
mekanizmasını ortadan kaldırmak suretiyle serbest hareket imkanı bulmuştu. Ertesi
gün Minber Meclis’in vatanın en hicranlı zamanında feshedildiğini yazmıştı.97 21
Aralık’ta Meclis dağıtılmış, 2 Ocak’ta Meclis-i Vükela bir karar alarak seçimlerin
işgaller ve seferberliğin devam ettiği gerekçesiyle geçici olmak kaydıyla
89
Atay, Atatürk’ün…, s.100; Aydemir, Tek…, c.I, s.314-315. Vahdettin, Meclis’in dağıtılmasından
hemen önce Rauf Bey aracılığı ile de donanmadan bir tepki gelmemesi için güvence almaya
çalışmıştı. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.I, s.115.
90
Bayur, Atatürk, s.238-239; Akşin, İstanbul…, c.I, s.115.
91
İttihat ve Terakki’nin birçoğu mebus olan ılımlı isimleri tarafından kurulan Fırka, İttihat
Terakki’nin devamı niteliğindeydi. Bir nevi 'İttihat ve Terakki’yi yeniden hortlatma girişimi’ olan
fırka basının şiddetli eleştirilerinin hedefi olacak, İttihatçılara yönelik tutuklamalardan nasibini alacak,
1919 yılı Şubat ayı başında İttihat ve Terakki’den devraldığı tüm malvarlığına el konulacaktı. Bkz.
Bayur, Atatürk, s.198.
92
Ati, 5 Kasım 1918; İkdam, 7 Kasım 1918.
93
Tanin, 17 Eylül 1945.
94
Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman yay., İstanbul, 1980, s.265.
95
Ati, 22 Aralık 1918; Jaeschke, Türk…, c.I, s.10.
96
Ati, İkdam, Vakit, 22 Kasım 1918; Türkgeldi, Vahdettin’in, itilafın sonu gelmez baskılarından
bunaldığını, kendisine Meclis’i feshettirenin onlar olduğunu ve meşruti bir hükümdar olduğu halde
mutlak bir hükümdarmış gibi muamele gördüğünü söylediğini aktarmaktadır. Bkz Türkgeldi,
Görüp…, s.183.
97
Minber, 22 Aralık 1918.
46
yapılamayacağını ve barış yapılmasından sonraki dört ay içerisinde seçimlere
gidileceğini duyurmuş, Padişah da 4 Ocak’ta bu hükümet kararını onaylamıştı.98
Tevfik Paşa 12 Ocak’ta istifa etti, bir gün sonra da önceki isimlerin bazılarını
değiştirdiği kabineyi yeniden kurdu.99 Hükümeti düşürme ve Vahdettin’i ikna etme
girişimleri sonuç vermemiş olsa da Mustafa Kemal Paşa, Rauf, Fethi ve İsmail
Canbulat Beyler ile Şişli toplantılarına devam etmekteydi. Bu toplantılardan birinde
Mustafa Kemal Paşa, iktidarı elde etmek için artık hükümeti düşürmek ve gerekirse
bir yolunu bulup Vahdettin’i tahttan indirmekten başka çare kalmadığını ileri sürdü.
Rauf Bey, Tevfik Paşa Kabinesi’ni ve hatta onu destekleyen Vahdettin’i devirmek
için harekete geçme kararı aldıklarını, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve
Terakki’nin meşhur İaşe Nazırı Kara Kemal ile konuşurken Tevfik Paşa’nın
kaçırılarak İstanbul’da bir yerde saklanacağı planını duyarak “Yok birader, böyle
komitacı işlerine gelemem, böyle şey olmaz, bu benim işim değil..” diyen İsmail Canbulat
Bey’in itirazı ile bu girişimden vazgeçtiklerini söylemektedir.100
30 Ocak 1919 tarihinde İngilizlerin isteği üzerine Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte
hareket eden İsmail Canbulat Bey ile Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Kara Kemal gibi
kimselerin de aralarında bulunduğu 30 kadar İttihatçı tutuklandı.101 O günlerde
yeniden ortaya çıkan Hürriyet ve İtilaf’ın başı çektiği muhalefet, savaş sırasında
iktidarı elinde tutan İttihatçıların yeterince cezalandırılmadığını ileri sürerek kabineyi
eleştirmekte, basın da kendisine destek vermekteydi. 24 Şubat’ta Tevfik Paşa,
kendisi istifa etmeksizin üyelerinin çoğunu değiştirdiği yeni kabinesini kurmuş olsa
98
Ati, İkdam, 5 Ocak 1919; Tasvir-i Efkar, 7 Ocak 1919.
Alemdar, Vakit, 14 Ocak 1919; Simavi, Sultan…, s.375-376; Türkgeldi, Görüp…, s.179-180.
100
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402. Mustafa Kemal de Fethi Bey dışında dört ortak arkadaş ile
Padişahı değiştirmek, Hükümeti düşürmek ve yeni bir kabine kurmak için bir komite kurma fikrinden
ve içlerinden birinin itirazından bahsetmekte ve Rauf Bey’i teyit etmektedir. Bkz. Atay, Atatürk’ün...,
s.108-109.
101
İkdam, Sabah, 31 Ocak 1919.
99
47
da102 ne muhalefete ne de Vahdettin’e yaranabildi.103 Vahdettin’in Sadrazam’a başta
bulunduğu dört aylık süre zarfında kabinenin gösterdiği atalet ve acizliğin, nezdinde
teessüfe neden olduğunu iletmesi üzerine Tevfik Paşa 4 Mart 1919 tarihinde istifa
etti, yerine Hürriyet ve İtilafçı muhalefeti iş başına getiren Damat Ferit Paşa Kabinesi
kuruldu.104 Vahdettin ile uyum içinde bulunan yeni hükümetle Tevfik Paşa’nın idarei maslahatçı tutumu ortadan kalktı ve itilaf devletlerinin isteği doğrultusunda
İttihatçılara karşı çok daha sert bir tutum içine girildi. Amaç, itilaf devletleri ile iyi
ilişkiler kurmak suretiyle daha elverişli barış şartları elde etmekti.105 Kısa süre içinde
İttihatçılar kovuşturulmaya başlandı, 10 Mart 1920 tarihinde İttihat ve Terakki eski
vekilleri ile ileri gelenleri tutuklandı.106 Tutuklananlar arasında eski sadrazam Sait
Halim Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşlarından Fethi Bey de vardı.
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tehcir ve öldürmelerden dolayı yargılanan Yozgat
Mutasarrıfı Vekili Kemal Bey 10 Nisan’da idam edildi.107 5 Mayıs’ta ise İttihat ve
Terakki’nin
feshinden
sonra
kurulan
Teceddüt
Fırkası
ile
Fethi
Bey’in
Hürriyetperver Avam Fırkaları kapatıldı ve mallarına el konuldu.108 Bu gelişmeler,
Mustafa Kemal Paşa’yı uygun bir kabine ve harbiye nazırlığı noktasında bir şey
yapılamayacağı düşüncesine itecek ve kendisinin İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya
102
İleri, Sabah, 25 Şubat 1919; İkdam, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, 26 Şubat 1919.
Akşin, İstanbul…, c.I., s.169-173.
104
Alemdar, Ati, İkdam, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, Sabah, Vakit, 5 Mart 1919; Simavi,
Sultan…, s.389-390; Bayur, hükümetin istifasının gerekçesini şöyle açıklamaktadır: İtilaf devletleri
ısrarlı bir şekilde pek çok kişinin tutuklanarak yargılanmasını istemiş, mevcut kanunlar buna imkân
tanımadığından yeni bir kararname çıkarılması lüzumu ortaya çıkmıştı. Çıkarılacak kararname
noktasında sorumluluğu üstlenmek istemeyen Padişah kararnameyi imzalamamış, hükümet de
kararname olmadan bu işi görmek istemeyince Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmiş ve Damat Ferit
Paşa’nın sadaretine giden yol açılmıştır. Bkz. Bayur, Atatürk, s.264.
105
Akşin, İstanbul…, c.I, s.195.
106
İkdam, İleri, Sabah, Vakit, 11 Mart 1919; Tasvir-i Efkar, 12 Mart 1919; Simavi, Sultan…, s.391.
107
Alemdar, İkdam, 11-12 Nisan 1919.
108
Akşin, İstanbul…, c.I, s.197-202. Fethi Bey, bu fırkayı mütarekenin imzalanmasının hemen
ardından, kendisi Sofya elçiliğinden ayrıldıktan sonra kurmuştu. Otuza yakın mebusun dahil olduğu
ve liberal bir programa sahip olan Fırka, sermayesinin bir kısmı Mustafa Kemal Paşa tarafından
karşılanan Minber adında bir de gazete çıkarmaktaydı. Teşkilat kuramayan Fırka, Fethi Bey’in 10
Mart 1919’da tutuklanması ile siyaset sahnesinden silindi. Bkz. Bayur, Atatürk, s.195.
103
48
geçme kararını vermesinde etkili olacaktı. Öte yandan o günlerde Şişli’deki evi, Rauf
Bey’in de bulunduğu bir zamanda, daha önce de olduğu gibi bir kez daha aranmak
istenmiş, Mustafa Kemal Paşa bu baskını da bir şekilde savuşturmasını bilmişti.109
c) Ali Fuat Paşa ve Çözüm Arayışları
Ali Fuat Paşa İstanbul’a geldiğinde Mustafa Kemal Paşa, Rauf, Fethi ve İsmail
Canbulat Beylerle birlikte iktidara gelmek için kabineyi güvensizlik oyu ile düşürme
girişiminde başarıya ulaşamamış, Vahdettin’le olan görüşmesinden de bir sonuç
alamamıştı. Ayağının tozuyla Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden
Ali Fuat Paşa, kendisiyle memleketin geleceği üzerine konuştuğunu ve ülkenin
kurtuluşu için ordunun milletle birlikte hareket edeceği bir ‘milli mukavemet
hareketi’ oluşturmanın tek çözüm olduğu noktasında bir fikir birliğine vardıklarını
söylemektedir. Bu noktada yapılması gerekenleri de şöyle sıralamaktadır:
“1. Ordunun terhisini derhal durdurmak,
2. Yurdun müdafaasına en lüzumlu olan silah, cephane ve teçhizatı düşmana vermemek,
3. Genç ve muktedir kumandanları kıtaları başında bulundurmak. İstanbul’dakileri de Anadolu’ya
yollamak,
4. Milli mukavemete taraftar idare amirlerinin yerlerinde bırakılmasını temin etmek,
5. Vilayetlerde fırkacılık adı altında yapılan kardeş mücadelesine mani olmak,
6. Halkın maneviyatını yükseltmek.”
Bu hareketin başarıya ulaşması için ya hükümeti devirmek ya da aynı düşünceyi
taşıyan bir dahiliye ve harbiye nazırının iş başına getirilmesi gerekliydi. İkinci
seçeneğin gerçekleşme şansının daha yüksek görülmesi üzerine Mustafa Kemal
Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na getirilmesi için çalışmalar yapılması kararlaştırıldı.
İstanbul’a aynı zamanla tedavi amacıyla gelen Ali Fuat Paşa, ara sıra sıtma nöbetleri
109
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401; Aydemir, Tek…, c.I, s.354-355.
49
geçirmesine rağmen evlerinin bulunduğu Kuzguncuk ile Şişli arasında gidip
geldiğini, sık sık yol arkadaşının Şişli’deki evinde misafir olduğunu ifade etmektedir.
Aldıkları ortak karara göre Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’nın akrabası olan
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ileri gelenlerinden Mehmet Ali Bey ile tanıştırılacak,
Ali Fuat Paşa da Padişah Vahdettin ile görüşerek hükümetin, itilaf güçlerinin
mütareke isteklerine göğüs gerebilecek kimselerden oluşması için ricada bulunacaktı.
Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ali Bey ile Ali Fuat Paşa’nın ailesine ait evde
tanıştırılmışsa da Harbiye Nazırlığı konusunda bir sonuç alamayacak, Padişah’la
görüşmeye giden Ali Fuat Paşa ise o sırada başka paşaların da huzura alınması
nedeniyle durumu arz etmeyi uygun bulmayacaktı. Girişimlerinin sonuçsuz kalması
Ali Fuat Paşa için artık İstanbul’da bir şey yapılamayacağı ve milli mukavemetin
İstanbul’dan değil, Anadolu’dan idare edilmesi gerektiği düşüncesini kesin bir
şekilde ortaya çıkaracaktı.110
Rauf Bey de, Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde “Siz de
Ankara’ya gelin, başka çare yok. Burada bir şey yapılamayacağı artık anlaşılmıştır. Kolordum
Ankara’ya yerleşince gelin, birlikte hareket edelim.” teklifinde bulunduğunu söylemektedir.
111
Ali Fuat Paşa’ya göre, Mustafa Kemal Paşa her şeye rağmen Anadolu’da arkadaşları
tarafından hazırlanacak bir teşkilat ve mukavemet hareketinin başına geçme kararını
vermişti. Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’de evinde yüksek mevkide bulunan çok
sayıda isimle görüşülmüş olmasına rağmen, Rauf ve Refet Beylerin dışında bazı fırka
komutanları ile kurmay başkanları Anadolu’da görev almayı kabul etmişti. Hatta
Mustafa Kemal Paşa o günlerde Ali Fuat Paşa’ya kolordusunun başına ne zaman
döneceğini sormuş, kendisinden “Ne zaman emrederseniz Paşam” cevabını alınca
110
111
Cebesoy, Milli…, s.51-56.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401.
50
da112 bu defa ‘Bundan sonra ehemmiyetli şeyler olacaktır, kolorduna hakim ol,
etrafına emniyet ver. Hele halk ile yakından temas et!’ diyerek yönünü Anadolu’ya
döndüğünün işaretlerini vermişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da görüşmelerine
devam ederken “Münasip bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu
içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra Türk milletine felaketi haber vermek!” şeklinde
tarif ettiği Anadolu’ya gitme kararını aldığını ve bunu bir sır olarak saklayarak
çalışmalarına devam ettiğini, vakti gelmedikçe de kimseyle paylaşmadığını
söylemişti. İsmet Bey’i kendisine şahit gösteren Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da
sırf bu kararın doğruluğunun etraflıca hesap edilmesi ve birlikte çalışacağı kimselerin
tam olarak inandırılması için dört beş ay kaldığını ifade etmişti.113
Memleketin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için çözüm arayışlarına devam
eden arkadaşların Şişli’deki evde aldıkları ortak karara göre 2. Kolordu karargâhının
Ankara’ya nakledilmesi sağlanacak, Ankara bir mukavemet merkezi yapılacak,
Mustafa Kemal Paşa’nın geniş yetkilerle Anadolu’da bir göreve tayin ettirilmesi için
çalışılacak ve Mustafa Kemal Paşa işte bu nedenle bir süre daha İstanbul’da
kalacaktı. Bu noktada Ali Fuat Paşa şunları söylemektedir: “En mühim mesele de Mustafa
Kemal’in, milli davada dayanak olabilecek bir memuriyete tayini idi. Ne yazık ki, o zamanki hükümet
adamlarında, büyük hizmet ve faaliyetleri ile tanınmış olan bu genç kumandanı, Anadolu’da mühim
114
bir işin başına getirebilecek bir cesaret ve ruh görülmüyordu.”
Hazırlıklarını Şubat ayı sonlarında tamamlayan Ali Fuat Paşa, İstanbul’dan
ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le Şişli’deki evde son kez bir
araya gelecek ve kendilerini bir kez daha Anadolu’ya davet edecekti.115 Mustafa
Kemal Paşa ise öncelikle kendisini bir göreve tayin ettirmeye çalışacak, bu olmazsa
112
Cebesoy, Milli…, s.56.
Atay, Atatürk’ün..., s.109-112.
114
Cebesoy, Milli…, s.5.
115
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402.
113
51
Anadolu’daki en güvendiği komutanın yanına giderek işe koyulacak, Ali Fuat Paşa
da kolordusuyla birlikte daima emirlerine hazır olduğunu ifade edecekti. İstanbul’da
kalma düşüncesinde olmayan Bahriye miralayı (albayı) Rauf Bey de Anadolu’da bir
göreve tayini mümkün olmadığından bir an evvel emekliliğini isteyerek Anadolu’ya
geçecek, hareket tarihleri de aralarındaki haberleşmeye göre şekillenecekti.116 Mart
ayı başında İstanbul’dan ayrılarak kolordusunun geçici karargâhı olan Konya
Ereğlisi’ne hareket eden 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, yıllar sonra
Aydemir’in Anadolu’da yeni bir devlet kurma fikrinin ilk nerede ve nasıl
düşünüldüğüne dair mektupla sorduğu bir soruya verdiği 27 Nisan 1960 tarihli
cevabında şu ifadeleri kullanacaktı: “Anadolu milli hareketinin esaslarını Mustafa Kemal
Paşa’nın Şişli’deki evinde, yalnız ikimiz hazırlamıştık. Bazen müzakerelerimize Rauf Orbay’ı da
çağırmış ve onunla da konuşmuştuk. Bundan başka birçok zevatla da orada buluşmuş ve fakat onlarla
yapacağımız işler hakkında görüşmemiştik. Gelenlerden bazı durumların açıklanmasına yarayacak
117
malumat almıştık. Başkalarıyla temaslarımız bundan ibarettir.”
d) Kâzım Karabekir Paşa ve Çözüm Arayışları
Kâzım Karabekir Paşa, 28 Kasım’da geldiği İstanbul’da ilk olarak o sırada Harbiye
Nezareti Müsteşarı olan arkadaşı İsmet (İnönü) Bey, sonra da Harbiye Nazırı
Abdullah Paşa ve Ahmet İzzet Paşa ile görüştü. Kendisi gibi komutanların İstanbul’a
çağrılmalarını doğru bulmadığını ifade eden Kâzım Karabekir Paşa, tüm genç
komutanlar ile tecrübeli kurmayların İstanbul’da toplanmasının bir hata olduğunu ve
derhal İstanbul’dan uzaklaştırılmaları gerektiği düşüncesindeydi. Kendisine göre
yapılacak ilk iş orduların başına gitmekti. Doğuda bir Türk hükümeti kurmak
suretiyle doğuyu tehlikeden kurtardıktan sonra batıdaki tehlike de bertaraf
116
117
Cebesoy, Milli…, s. 57.
Aydemir, Tek…, c.II, s.339.
52
edilebilecek, bu yolla mütareke sınırları içindeki yerler kurtarılabilecekti. Kâzım
Karabekir Paşa, 6 Aralık’ta Padişah Vahdettin tarafından usulen huzura kabul edildi,
kendisinden takdir ve iltifatlar gördü. Cuma selamlığı çıkışında Padişah’ın fahri
yaveri Mustafa Kemal Paşa ile de sohbet imkânı buldu. Meclis’in feshedildiği 21
Aralık tarihine kadar arkadaşlarıyla dertleşmek dışında bir gelişme olmadığını
söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, kendisini Anadolu’da bir kolordunun başına tayin
ettirme çabası içindeyken 23 Aralık’ta Tekirdağ’da bulunan 14. Kolordu
Komutanlığı’na tayin edildiğini öğrendi. Görevine başlayan Kâzım Karabekir Paşa
kolordusunu tehlikeli bir yer olan Trakya’dan Balıkesir’e nakletmeyi başarmışsa da
aklı hep doğuya gitmekteydi. Henüz silahlarını teslim etmemiş olan doğudaki
birliklerin başına geçerek Büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmeyi planlayan
Ermenilere engel olmak düşüncesiyle tayini için girişimlerde bulunmaktaydı. Bu
çabalarından netice almayı başaran Kâzım Karabekir Paşa 13 Mart 1919 tarihinde
sonradan 15. Kolordu Komutanlığı’na dönüşecek olan 9. Ordu Komutanlığı’na tayin
edildi.118
Görevine gitmeden önce veda ziyaretleri yapan Kâzım Karabekir Paşa, geçirdiği bir
ameliyat sonrası Şişli’deki evinde dinlenmekte olan Mustafa Kemal Paşa’yı da 11
Nisan’da ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya
davet ettiğini söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, görüşmeyle ilgili olarak şunları
söylemektedir: “Paşa Hazretleri, Ben Şarktaki ismi kolorduya tahvil olunan ordunun başına
geçiyorum… Şarkın Ermenilerden istirdadında bulunmaklığım dolayısıyla ordu kadar halkın da pek
büyük emniyetine ve muhabbetine mazharım. Vaziyetimizin vahametini İstanbul’dan durdurmak
imkânsızdır. Burada ancak itilafın arzularını tatbikten başka bir şey yapılamaz… İtilaf devletlerinin
118
Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.32-33. Bazı kaynaklara göre Kâzım Karabekir Paşa bu göreve 2
Mart’ta atanmıştır. Bkz. Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.178; Çoker, Türk…, s.317; Azmi SüslüMustafa Balcıoğlu, Atatürk’ün Silah Arkadaşları-Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri, Atatürk
Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999, s.101.
53
Anadolu istilasına kalkışacaklarını ümit etmiyorum… Bence mesele (Ermeni ve Rumlar)la
boğuşmaktan ibaret kalacaktır. Şarkta Ermeni ordusunu teslimi silaha mecbur ettikten sonra Garptaki
Yunan ordusu teşebbüslerine göğüs gerebiliriz… Derhal ilk fırsatta Şarktaki tehlikeyi bertaraf ederiz.
Bütün kuvvetler Garba tevcih olunabilir. Ben bu vaziyette Şark’taki rolümü muvaffakiyetle
yapabilirim. Garp meselesi açık kalmıyor zat-ı samilerinden ricam da bir an evvel sizin de Anadolu’ya
geçmekliğinizdir… Bunun için derhal sizin de bir vazife ile gelmeniz mümkündür. Eğer mümkün
olmazsa hususi bir tarzda da gelebilirsiniz. Evvela Erzurum’da toplanalım ve milli hükümet esasını
kuralım.
Ben Trabzon ve Erzurum’da siz gelinceye kadar bu esası hazırlarım.”
Mustafa Kemal Paşa bunun da bir fikir olduğu cevabını verince, Kâzım Karabekir
Paşa şunları ilave etmişti: “…Paşam İstanbul’da çok kalmayınız ve buradaki diğer kumandanlar
üzerinde de müessir olarak bir an evvel Anadolu’yu kuvvetlendirelim. Birçok batmış milletler
istiklâllerine kavuşurken asırlar doldurucu muazzam tarihi olan Türk milletini kurtaralım.” Kâzım
Karabekir Paşa’ya göre Mustafa Kemal Paşa kendisine “Vaziyet size hak verdiriyor, iyi
olayım gelmeye çalışırım.’
119
demişti. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa
Kemal Paşa’yı doğuya davetinin ve kendisinden Milli Hareket’in başına geçmesini
istemesinin nedeninin İstanbul’da iktidara gelmenin yollarını arayan Mustafa Kemal
Paşa’nın en kıymetli kimseleri yanına alabilme ihtimali olduğunu söylemektedir.120
Rauf Bey de anılarında, Tekirdağ’dan İstanbul’a geldiği sıralarda Kâzım Karabekir
Paşa ile konuşma fırsatı bulduğunu, kendisinin Tekirdağ’a dönme niyetinde
olmadığını, Birinci Dünya Savaşı sırasında erkan-ı harp olarak görev yaptığı doğuya
gitmek istediğini ve hatta kendisini oraya tayin ettirmeyi başardığını söylemektedir.
Ayrıca Kâzım Karabekir Paşa’nın İstanbul’da yapılabilecek bir şey kalmadığını,
Anadolu’ya özellikle doğuya gidilmesi gerektiğini söylediğini, sonra da kendisine
davet ve tavsiyede bulunduğunu eklemektedir. Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa’nın
119
120
Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.35-37.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.17-18.
54
kendisinden Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmesini de istediğini, kendisine Mustafa
Kemal Paşa’nın da bu tür düşüncelerinin olduğunu ve en kısa sürede bir karar
vereceği cevabını verdiğini ifade etmektedir.121
Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da gittiği İstanbul’da iktidara gelebilmek amacıyla
var gücüyle çalışmış, bir şeyler yapılmasının imkânsız olduğunu görene kadar bu
düşüncesinden vazgeçmemiş ve Anadolu’ya gitme seçeneğini dikkate almamıştı. Bir
yandan Mustafa Kemal Paşa’nın bu tutumunun değişmesine neden olan gelişmeler
yaşanmakta, diğer yandan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Ali Fuat Paşa’nın
ardından Kâzım Karabekir Paşa tarafından da Anadolu’ya davet edilmekteydi.
Ali Fuat Paşa Haziran ayında Amasya’da iken Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine
Kâzım Karabekir Paşa’nın bu ziyaretinden şu şekilde bahsettiğini söylemektedir: “…
Vaziyetin vahametini İstanbul’dan durdurmanın imkânsız olduğunu, İstanbul’da ancak galiplerin
arzularının tatbikinden başka bir şey yapılamayacağını ilave etti. …Şarkta muhtelif namlar altında
başlamış olan bir takım teşekkülleri evvela Erzurum’da birleştirdikten sonra herhangi bir tehlike
karşısında burada milli hükümetin esaslarını kurarak harekete geçebiliriz. Bu maksatla siz başta olmak
üzere genç kumandanlarımızın Anadolu’da işleri başına dönmesi çok mühimdir. … Evvela
Erzurum’da toplanarak milli bir hükümet esasını kurarız. Ben Trabzon ve Erzurum’u sizler gelinceye
kadar bu esas üzerinde hazırlarım.” Aynı yerde Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın,
Kâzım Karabekir Paşa’nın fikriyle kendi düşüncesi arasında esaslı bir benzerlik
olduğunu, Anadolu’ya geçme konusunda tamamen aynı düşündüklerini, Kâzım
Karabekir Paşa gibi kudretli bir komutanın 15. Kolordu’nun başında bulunmasının
davanın doğudaki en önemli dayanaklarından biri olabileceğini söylediğini, ancak
milli hükümetin ve mukabil hareketin doğuda başlayabileceğini açıkça söylemesi
noktasında kendisi ile aynı fikirde olmadığını ve bu nedenle Kâzım Karabekir
121
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403.
55
Paşa’ya o zaman ‘bir fikirdir’ cevabı verdiğini ifade etmişti.122 Esasında Mustafa
Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasında bu noktada bir görüş farklılığı dikkati
çekmektedir. Mustafa Kemal Paşa memleketin bir bütün olarak ele alınması, yalnız
doğunun dikkate alınarak bir işe girişilmemesi gerektiği fikrindeyken Kâzım
Karabekir Paşa doğu odaklı bir yaklaşım sergilemekteydi.
Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin İstanbul’da bulunduğu günlerde İstanbul’da
çözüm arayışları noktasında bir birlik olmadığını da söylemektedir. Kendisine göre
Bolşevikliğin ilan edilmesi, böylece Rum ve Ermenilerle düşmanlığın biteceği
düşüncesini savunanlar olduğu gibi, o ümitsiz ve karanlık günlerde çıkış yolunu
Amerikan ve İngiliz mandasında görenler, işi doğal akışına bırakmayı düşünenler ve
hatta işten el çekerek köylü olma düşüncesinde olanlar vardı. Bununla beraber
mütesanit ve güçlü bir kabine kurulması durumunda vaziyetin iyiye gideceği, galip
devletlerin emniyet ve merhametinin kazanılacağı kanaatini taşıyanlar da vardı.
Bunlar İngilizlerle anlaşmayı ve mümkün olabilen yerleri kurtarmayı düşünmekteydi.
Karabekir’e göre, Mustafa Kemal Paşa ve İsmet (İnönü) Bey işte bu son gruba
girmekteydi.123 Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa konusunda yanlış bir
yaklaşım sergilediği kanaatindeyiz. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Harbiye
Nazırlığı’na gelmek suretiyle etkili olabileceği bir makama gelmeyi arzu etmiş,
Padişah ile yaptığı görüşmelerle beklentilerine cevap bulmaya çalışmış, Ayan Reisi
Ahmet Rıza ile de gizli görüşmeler yapmıştı. Öte yandan Minber gazetesine ortak
olmak suretiyle bu noktada basın yoluyla etkili olmaya çalışan Mustafa Kemal Paşa,
Ali Fethi Bey aracılığı ile Teceddüt ve Osmanlı Hürriyetperveran Avam fırkalarını
da devreye sokmaya çabalamıştı. Bütün bunlar Mustafa Kemal Paşa’nın yönünü
122
123
Cebesoy, Milli…, s.60-62.
Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.41.
56
Anadolu’ya dönmeden önceki bir takım çözüm arayışları idi. Karabekir Paşa’nın
eleştirileri bağlamında bu sayılanlar doğruydu, ancak doğru olmayan Mustafa Kemal
Paşa’nın iktidara gelmeyi başardıktan sonrasına dair öngörülerdi. Mustafa Kemal
Paşa’nın İngilizlerle anlaşmaya çalışarak mümkün olabilen vatan topraklarını
kurtarmaya çalışacağını söylemek kolayca anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Paşa’yı
tanımamak anlamına gelmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın galip devletlerin
merhametini kazanma çabası içine girmek suretiyle mümkün olabilen ülke
topraklarını kurtarmayı düşündüğünü söylemek, Mustafa Kemal Paşa ile Damat Ferit
Paşa arasında bir fark olmaması anlamına gelmektedir ki bunun da kabul edilebilir
bir tarafı yoktur.
İstanbul’da genel havayı gördükten sonra bir an evvel Erzurum’daki kolordusunun
başına geçme azminde olan Kâzım Karabekir Paşa, 12 Nisan 1919 tarihinde
Gülcemal Vapuru ile İstanbul’dan hareket etti, Zonguldak, Sinop, Samsun, Ordu ve
Giresun’a uğrayarak 19 Nisan’da Trabzon’a ulaştı. Bölgede bir Pontus Rum devleti
kurulmasını önlemek amacıyla kurulan Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti üyeleri
ile temas kurdu, sözleriyle onları yüreklendirdi.124 Kâzım Karabekir Paşa, Doğu
Anadolu ve Kafkas Türklerini kurtarmış muzaffer bir komutan olarak lağvedilen 9.
Ordu tümenlerinden oluşan ve silahlarını teslim etmemiş olan 15. Kolordu’nun
başına geçmek üzere yola çıkmıştı. Kendisi için bir Doğu Anadolu vizyonu çizen
Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya da ülke çapında Milli Hareket’in başına
geçmesi için Anadolu’ya gelmesi teklifinde bulunmuştu. Öte yandan Rauf Bey, bu
noktada kendilerine davetler yapıldığı zaman Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
124
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.18-19; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.44-45; Goloğlu,
Erzurum…, s.27-30.
57
gitmesi konusunda henüz kesin kararını vermemiş olduğunu söylemektedir.125
Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul’da görüşmelerine devam ederken “Münasip bir zaman
ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz
çalıştıktan sonra Türk milletine felaketi haber vermek!” şeklinde tarif ettiği Anadolu’ya gitme
kararını aldığını ve bunu bir sır olarak saklayarak çalışmalarına devam ettiğini, vakti
gelmedikçe de kimseyle paylaşmadığını söylemektedir. İsmet Bey’i kendisine şahit
gösteren Mustafa Kemal Paşa, sırf bu kararın doğruluğunun etraflıca hesap edilmesi
ve birlikte çalışacağı kimselerin tam olarak inandırılması için İstanbul’da dört-beş ay
kaldığını ifade etmektedir.126 Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerinden şu sonucu
çıkarabiliriz. Kendisinin 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a geldiği, 16 Mayıs 1919
tarihinde de Samsun’a gitmiş olduğu hesap edilirse Mustafa Kemal Paşa bu şehirde
yaklaşık altı ay kalmıştır. Bu altı ayın son dört-beş ayını aldığı kararın doğruluğunun
tespiti ve birlikte çalışacağı kimselerin ikna edilmesi için harcadığını söylemesi,
Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gelmesinden bir ya da iki ay sonra Anadolu’ya
geçme kararını almış olduğu anlamına gelmektedir.
Esasında yol arkadaşları bir şeyler yapılması noktasında bir fikir birliği içinde olsalar
da yola ne zaman çıkılacağı konusunda farklı düşünecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın
İstanbul’da yapılacaklar konusundaki ümidinin tükenmesi için biraz daha zamanın
geçmesi gerekecekti. İstanbul’dan ayrılan Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar
Ankara ve Erzurum’da olacak, Fethi ve İsmail Canbulat Beyler tutuklanacak ve
Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Rauf Bey dışında pek kimse olmayacaktı. Rauf
Bey, Mustafa Kemal Paşa ile işte bu yalnızlık günlerinde Anadolu’ya geçme kararını
aldıklarını, bu kararı verirken kendilerini Anadolu’ya davet etmiş olan ve o sırada
125
126
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402.
Atay, Atatürk’ün..., s.109-111.
58
Anadolu’da birliklerinin başında bulunan Kâzım Karabekir ile Ali Fuat Paşalardan
alacakları desteği de hesaba kattıklarını söylemektedir.127
e) Refet Bey ve Çözüm Arayışları
Mondros Mütarekesi’nin beşinci maddesi jandarma birlikleri dışında kalan askerlerin
terhis edilmesini gerektiriyordu. Terhis edilmeyen bu jandarma birliklerinin başına
geçen Refet Bey, bir yandan Polis Müdürü ile işbirliği içerisinde İstanbul’da asayişin
temin edilmesine çalışıyor,128 diğer yandan jandarma birliklerini güçlendirmeye
yönelik adımlar atıyordu. Asayişin temin edilmesi ülkede yeni işgaller için bahane
arayan itilaf devletlerinin eline koz vermemek demekti. Albay Refet Bey, mütareke
döneminin başlarında üstlendiği bu görev dolayısıyla gerçek niyetleri ülkeyi işgal
etmek olan itilaf devletlerine karşı nasıl karşı konulması gerektiğini de araştırıyordu.
İstanbul’da işgallere karşı çıkarak ülkenin içinde bulunduğu açmazdan kurtarılması
noktasında birleşen bir takım gizli kuruluşların içine görevi dolayısıyla girebiliyordu.
İşte böyle bir toplantı sırasında Refet Bey, ülkenin kurtarılmasına kim öncülük
edebilir şeklindeki bir soruya Mustafa Kemal Paşa cevabını veriyordu.129
Refet Bey, Jandarma Genel Komutanlığı görevinden 19 Ocak 1919 tarihinde
azledildi.130 Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yapılan toplantılara da katılan
Refet Bey, bu toplantılardan birinde Mustafa Kemal Paşa ile Paşa’nın bir sorusuyla
başlayan şöyle bir sohbet de yapmıştı:
“- Sen ata binmeye meraklısın, birçok atların da var; ne düşünürsün?
- Hatırıma öyle geliyor ki Üsküdar’da atıma bineyim ve hep ileri gideyim.
127
Kandemir, Hatıraları…, s.32.
Kutay, Osmanlıdan…, c.IV, s.154.
129
Özdemir, Refet…, s.23-24.
130
Süslü-Balcıoğlu, Atatürk’ün…, s.64.
128
59
- Sözlerinden memnun oldum. Eğer atına binip Anadolu içerlerine girmek istiyorsan bir gün senin bu
131
arzunu tatmin ederim.”
Ali Fuat Paşa da yukarıda bahsedildiği üzere Anadolu’ya geçme kararı alınırken,
yüksek mevki sahibi çok sayıda kimse ile görüşüldüğünü, ancak yalnız Rauf ve Refet
Beyler ile bazı tümen komutanları ve kurmay başkanlarının Anadolu’da fiili olarak
görev almayı kabul ettiklerini söylemektedir.132 Refet Bey için Anadolu’ya geçmenin
yolu Milli Mücadele liderliğinin arifesindeki Mustafa Kemal Paşa’nın bir teklifi ile
açıldı. 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan
15. ve Sivas’ta bulunan 3. Kolordulara doğrudan emir verebilme yetkisine sahipti.
15. Kolordu zaten Kâzım Karabekir Paşa’nın komutası altındaydı. 3. Kolordu
Komutanlığı ise bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Refet Bey’e teklif edildi.
Esasında Mustafa Kemal Paşa bu komutanlık için ilk olarak İsmet (İnönü) Bey’i
düşünmüş,133 kendisinden olumlu cevap alamaması üzerine Refet Bey’i seçmişti.134
Mustafa Kemal Paşa yanına alacağı kurmaylarını kendisinin seçeceğini Genelkurmay
İkinci Reisi’ne söylemiş ve Albay Refet Bey’i de tayini Konya’ya çıkan 3. Kolordu
Komutanı Selahattin Bey’in yerine düşünmüştü.135
Refet Bey’in tayin edildiğine dair irade 17 Mayıs 1919 tarihliydi.136 Mustafa Kemal
Paşa’nın maiyetinde Bandırma vapuruyla yola çıkan ve 19 Mayıs Pazartesi sabahı
Samsun’a çıkan 18 subaydan en kıdemlisi olan Refet Bey137 o günlere dair şunları
söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa Samsun’a gidecekti, benim de gelmemi istiyordu… Onlar
müsaade almışlardı, ancak benim müsaadem yoktu ve almak için de zaman yoktu. Ama ben kararımı
131
Bayur, Atatürk…, s.288.
Cebesoy, Milli…, s.56.
133
Atay’a göre İsmet Bey, yeni evlendiğini gerekçe göstererek Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
gitme teklifini kabul etmemiştir. Bkz. Atay, Çankaya, s.243.
134
Kaya, Refet…, s.28.
135
Atay, Atatürk’ün…, s.130.
136
Takvim-i Vakayi, 17 Mayıs 1919.
137
Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1971, s.19.
132
60
vermiştim. Atatürk’e haber gönderdim: ‘Yarın 18 hayvanımla beraber vapura bineceğim.’ Gerçekten
ertesi gün hayvanları rıhtıma naklettirip gemiye bindirdim. Kendim de ambarda sigaramı tüttürüp
vapurun kalkmasını bekledim. Atatürk’ün yaveri yanıma geldiği vakit şaşırmıştı. Bu arada şunu
öğrendim ki arkadaşlardan Rauf Bey, vapurun boğazdan çıktıktan sonra batırılacağını duymuş, bunu
da Atatürk’e söylemiş… Benim kanaatime göre asıl önemli olan Boğaz’ın dışı değil, Boğaz’dan
çıkıncaya kadar olan mesafe ve müddet idi. Nitekim bunu vukuatsız geçirdik. Hiçbir şey olmadı ve biz
138
19 Mayıs günü Samsun’a çıktık.”
f) Rauf Bey’in Askerlikten İstifası
Rauf Bey, 27 Şubat 1919 tarihinde Bahriye Nezareti’ne verdiği bir dilekçe ile
askerlikten affını talep ederek emekliliğini istedi.139 O gün itibarıyla Bahriye
Mektebi’ne gireli yirmi yedi, zabit olalı ise yirmi bir sene olmuştu. Gerekçesi
‘Bugünkü şartlar altında aynı resmi hayatı, bundan sonra da devam ettirmekliğime
manen ve maddeten artık imkân kalmadığı’ şeklindeydi. Rauf Bey dilekçesini
verdikten kısa süre sonra bir kabine değişikliği yaşandı ve Tevfik Paşa Kabinesi
yerini Damat Ferit Paşa Kabinesi’ne bıraktı. Rauf Bey dilekçesi ile ilgili olumlu ya
da olumsuz bir cevap alamama nedenini yeni kabinenin kuruluşundan bir hafta sonra
öğrendi. Bahriye Nazırı Müşir (Mareşal) Şakir Paşa “Değer ve ehliyeti cümlece malum
böyle bir zatı kaybetmek caiz olmadığından Daire-i Nezarette bizzat kendisi ile müzakerede bulunmak
üzere işbu istifasının hıfzı ve kendilerine tebliği” notunu yazarak dilekçeyi işleme
koymamıştı. Ne var ki Rauf Bey kararlıydı: “Zira Bahriyeli olarak Anadolu’da bir vazife
isteyemezdim. Mutlaka İstanbul’dan uzakta başlaması lazım geldiğine kanaat getirdiğimiz
138
Kaya, Refet…, s.44; Önay Yılmaz, Bandırma Yolcuları-Mustafa Kemal İle “Kurtuluş” Destanını
Başlatanların Öyküsü, Alfa yay., İstanbul, 2008, s.65-66. Bardakçı, Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a
gidecekler listesinde Refet Bey’in adının yazılı olmadığını, bununla beraber İngilizlerin Refet Bey’in
vizesini yolculuktan bir gün önce yani 15 Mayıs’ta onayladıklarını söylemekte ve kitabının sonunda
bu onayın belgesini göstermektedir. Bkz. Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998,
s.130,598,599.
139
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403; Sarıhan Kurtuluş…, c.I, s.149; Jaeschke, Türk…, c.I, s.19.
61
mücadeleye, her türlü resmi sıfat ve salahiyetlerden sıyrılmış bir vatan evladı olarak serbestçe atılmak
için askerlikle ilgimi kesmek kat’i bir zaruret haline gelmişti. Fakat bunu karşımdakilere açıkça
söyleyemezdim. Hamdolsun sapasağlam bulunduğum bir sırada hastalık, yorgunluk filan gibi mutad
140
bahaneler, mazeretler ileri sürmek de meşrebime uymazdı.”
Mustafa Kemal Paşa’nın en
yakınında bulunan Rauf Bey’in Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’dan ayrılmasından bir kaç
gün önce istifasını vermesi ve özellikle ‘İstanbul’dan uzakta başlaması lazım
geldiğine kanaat getirdiğimiz mücadele’ şeklindeki sözleri yol arkadaşlarının
Anadolu’ya gitme konusunda aldıkları ortak bir kararın göstergesiydi.
Rauf Bey, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın daveti üzerine kendisiyle 14 Mart günü
bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmede Damat Ferit Paşa, Rauf Bey’e istifanamesinin
Padişah’a verildiğini ve Padişah’ın da bu duruma çok üzüldüğünü ifade etmiş, bir iki
ay için bir vilayette ya da arzu ettiği bir makamda bulunmasını, daha sonra yine
birlikte çalışacaklarını tebliğ için görevlendirildiğini söylemişti. Rauf Bey’in
hükümetin yanlış yolda olduğu, bu gidişatın orduyu isyan noktasına getireceği,
kendisinin de bir asker olarak buna karışmak istemediği için istifa etmek istediğini
söylemesi Damat Ferit Paşa’yı şaşırtmıştı. Öyle ki Damat Ferit Paşa, istifasını geri
almasını istediği Rauf Bey’den istifasını geri almasını bırakın, hükümetine yönelik
eleştiriler duymuştu.141 Öte yandan bu görüşmeden sonra dahi Rauf Bey’in istifasının
kabul edilmesi için iki aya yakın bir zaman geçmiş, nihayet 8 Mayıs’ta kabul edilen
istifa için 15 Mayıs 1919 tarihli Takvim’i Vakayi’de “Bahriye Nazır-ı Esbakı Kalyon
Kaptanı Rauf Bey’in silk-i askeriden istifası kabul edilmiştir.” şeklinde bir irade-i
seniye yayımlanmıştı.142 Yol arkadaşları ile aldıkları ortak karar gereği otuz yıla
140
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403.
A.g.e., s.403.
142
Takvim-i Vakayi, 15 Mayıs 1919. 16 Mayıs 1919 tarihli Zaman’da da Bahriye Eski Nazırı Rauf
Bey’in istifa edeceği yönündeki söylentilerin Takvim-i Vakayi’de yayımlanan iradeden sonra teyit
141
62
yaklaşan askerlik mesleğinden istifa eden Rauf Bey, Anadolu’ya geçmek üzere
İstanbul’dan Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a sağ salim ulaştığını öğrendikten
sonra ayrılacaktır.
1.4. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN GÖREVLENDİRİLME SÜRECİ
a) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçme Kararı
Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da geldiği İstanbul’da 16 Mayıs’a kadar geçen altı
aylık süre zarfında ilk olarak Harbiye Nezareti’ne gelmek sureti ile etkili olabileceği
bir makama gelme, ihtilalcı sayılabilecek bir takım girişimlerde bulunma, en son
olarak da Anadolu’ya geçmek suretiyle düşman etkisinden uzak bir yerde milli
direnişi tesis etme yolları izlemişti. Şimdi bu kararın alınmasına neden olan
gelişmeler üzerinde biraz duralım. İttihatçıların tutuklanması furyası çerçevesinde 10
Mart’ta Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarından Fethi Bey, Enver, Talat ve
Cemal Paşaların kaçışlarında rolü olduğu gerekçesiyle tutuklanırken143 İstanbul’da
düşündüklerini gerçekleştirme yolunda somut adımlar atamayan Mustafa Kemal
Paşa, artık Anadolu’ya gitme seçeneğini düşünmeye başlamıştı. Üstelik Ali Fuat ve
Kâzım Karabekir Paşalar Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i Anadolu’ya davet
etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa’nın, 9. Ordu Müfettişliği teklifinden epey önce
Mareşal Allenby’nin isteğiyle kendisine önerilen 6. Ordu Komutanlığı teklifini
reddetmiş olması bir şeyler yapabilme ümidi taşıdığı sürece İstanbul’da kalmayı
tercih ettiğinin göstergesiydi. Bu günlerde ordu komutanı olarak İstanbul’da bulunan
Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri ve otomobili elinden alınmış, ödeneği de kesilmişti.
edildiği kendisinin bir fotoğrafı eşliğinde ‘Silk-i askeriden istifa’ başlığı ile veriliyor. Bkz. Zaman, 16
Mayıs 1919.
143
Fethi Bey, 9 Nisan’da delil yetersizliğinden serbest bırakılacak, 17 Nisan’da yeniden
tutuklanacaktı. Bkz. Alemdar, Vakit, 19 Nisan 1919.
63
Harbiye Nezareti’nden beklemediği bu tavrı yazdığı bir dilekçe ile eleştiren Mustafa
Kemal Paşa, hakkında çıkan bir karalama yazısı nedeniyle de aynı nezarete ordunun
haysiyetinin daha iyi korunması gerektiğini yazmıştı. Ertesi gün muhalif bir gazetede
yayımlanan bu yazı Mustafa Kemal Paşa için tutuklanarak hapsedilmesine kadar
giden bir sürecin başlangıcı olabilirdi. Zira gazete sahibi saldırıya uğradığı iddiasıyla
Mustafa Kemal Paşa hakkında dava açmıştı. Avukatından davayı mümkün olduğu
kadar uzatmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya gitmeden önce hapse
girmek gibi bir kazaya uğramak istememişti. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa 16
Mayıs’ta İstanbul’dan ayrılacağı zaman davası henüz bitmemişti.144
Mustafa Kemal Paşa yukarıda da bahsedildiği üzere çok daha önceden karar
verdiğini söylediği Anadolu’ya gitme işini birlikte çalışacağı kimselerin başka bir
ihtimal kalmadığına inandırılması ve durumun derinliğine mütalaa edilmesi
düşüncesiyle uygun bir zamana erteleyecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
gitme kararını vermesi bir ulusun geleceğini etkileyecek kadar önemli olacaktı.
İstanbul’daki siyasi girişimlerden bir sonuç alınamaması, Kâzım Karabekir ve Ali
Fuat Paşalar tarafından yapılan davetler, Ali Fethi ile İsmail Canbulat Beylerin
tutuklanması ve İstanbul’da yapılabileceklerin sonuna gelinmesi Mustafa Kemal
Paşa’nın Anadolu’ya bir an evvel geçmeye çalışmasının yolunu açacak, 9. Ordu
Müfettişliği de işte böyle bir zamanda teklif edilecekti.
Birinci Dünya Savaşı’nın müttefikleriyle birlikte Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetiyle
sonuçlanması Karadeniz’deki Rumlar için bir Pontus Rum devleti kurma düşüncesini
de beraberinde getirdi.145 Rumların bağımsızlık için harekete geçmesinin ardından
bölgede çatışmalar yaşanmakta, özellikle Trabzon ve Samsun taraflarında bir
144
Atay, Atatürk’ün…, s.118-120.
Önceleri 6-7 bin kadar olan Rum çetelerine katılım sürekli artıyor, göçmen olarak gelenlerle
birlikte sayıları 25 bini buluyordu. Bkz. Goloğlu, Erzurum…, s.10.
145
64
karışıklık ve asayişsizlik dikkati çekmekteydi. Rumlara karşı gösterilen tepkilerin bir
İttihatçı örgütlenmesi olduğunu düşünen ve 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a 200
asker çıkaran İngilizler, Türklerin her gün Rumlara saldırdığını ileri sürerek
Hükümet’in bu duruma engel olamaması halinde kendilerinin müdahale edeceği
tehditini savurdu.146 Bölgede asayişsizliğe neden olanların, bir devlet kurma
düşüncesiyle hareket eden Rumlar olması da bir şeyi değiştirmemekteydi. Zira
İngilizlerin, güvenlikleri tehlikeye düştüğü gerekçesiyle Mondros’a dayanarak
Samsun bölgesini işgal edebilecek olması hükümeti telaşlandırmaya yetti. Yalnız
Samsun bölgesinde değil, bütün bir Doğu Anadolu bölgesinde durum kontrol altına
alınmalıydı.147 İstanbul’daki çabalarından bir sonuç alamayan ve resmi bir görevle
Anadolu’ya gitmenin hesaplarını yapan Mustafa Kemal Paşa’nın yolu, Sultan
Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından dikkate alınan işte böyle bir
zorunluluk nedeniyle açıldı. Zira bölgedeki gelişmeler dirayetli bir komutana
duyulan ihtiyacı göstermekteydi.
b) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevlendirilmesi
Ali Fuat Paşa henüz İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’yı Kuzguncuk’taki
evlerinde akrabası148 Mehmet Ali Bey ile tanıştırdı. Mehmet Ali Bey, Tevfik Paşa
Kabinesi’nin istifası üzerine kurulan Damat Ferit Paşa Kabinesi’nde ilk olarak Posta
ve Telgraf Nazırlığı görevinde bulundu,149 7 Nisan’da da Dahiliye Nazırlığı’na
getirildi.150 Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını sık sık bir araya getiren Şişli
146
Bayur, Atatürk, s.291; Akşin, İstanbul…, c.I, s.241-244,279-280; Askerler geldikten sonra Pontus
çetelerinin tecavüz ve faaliyetleri artış göstermiştir. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.103.
147
Goloğlu, Erzurum…, s.36.
148
Ali Fuat Paşa’nın ağabeyi, Mehmet Ali Bey’in kızı ile evliydi.
149
Alemdar, İkdam, Sabah, Tasvir-i Efkar, Vakit, 5 Mart 1919.
150
Alemdar, Vakit, 8 Nisan 1919; Cebesoy, Milli…, s.79.
65
toplantılarının birinde Mehmet Ali Bey’den bazı konularda faydalanılabileceğini
söyleyen Ali Fuat Paşa, Anadolu’daki karışıklıkları önleyerek asayişi sağlama gayesi
ile Mustafa Kemal Paşa’yı kendisiyle olan akrabalık bağının da yardımıyla bir
göreve tayin ettirme çabasına girdi. Ne var ki bunun gerçekleşmesi için Mustafa
Kemal Paşa’nın Hürriyet ve İtilafçılar arasındaki olumsuz imajını silmek lazımdı. Bir
kaç gün içinde Mehmet Ali Bey, Anafartalar başarısından itibaren büyük saygı
beslediği Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa’nın
evinde bir yemek bahanesiyle tanıştırıldı.151 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın önde gelen
isimlerinden biri olan Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde
ziyaret ederek samimiyetini ilerletti.152 Bir defasında Mehmet Ali Bey, Mustafa
Kemal Paşa’yı Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın damadı olan Bahriye Nazırı Avni
Paşa’yla birlikte ziyaret etti, başka bir gün de kendisiyle yemekte bir araya geldi.
Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçı olmadığı konusunda ikna edilen Mehmet Ali
Bey,153 Hürriyet ve İtilafçılar arasındaki nüfuzunu kullanarak Mustafa Kemal
Paşa’ya her konuda yardımcı olmak düşüncesindeydi. Bu durum kendisi için de
önemliydi, zira işgal güçlerinin biraz önce bahsettiğimiz notası Mehmet Ali Bey
Dahiliye Nazırlığı’nı üstlendikten hemen sonra verilmişti. İstanbul’daki işgal
kuvvetleri komutanlığının, Samsun ve çevresinde bozulan asayiş nedeniyle Rum
köylerinin saldırılara uğradığını ileri sürmesi ve hükümetin asayişi temin etmemesi
halinde kendilerinin müdahale etmek zorunda kalacağını Sadarete bildirmesi
Mehmet Ali Paşa’nın da içinde bulunduğu hükümeti harekete geçirmişti. Askeri
151
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401.
Atay, Atatürk’ün…, s.120; Cebesoy, Milli…, s.79.
153
Akşin, İstanbul…, c.I, s.287; Bayur, Atatürk, s.284-285; İttihat ve Terakki ile Enver Paşa’dan
nefret eden Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı İttihatçı olarak tanıyordu. Ali Fuat Paşa
kendisini ikna etmek için Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçı olmadığını, savaştan önce ve savaş
sırasında Enver Paşa ile olan çekişmelerinin bunun bir delili olduğunu söylemişti. Bkz. Aydemir,
Tek…, c.II, s.363.
152
66
başarılarını takdir ettiği Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun ve çevresindeki
asayişsizliği ortadan kaldırabilecek potansiyeli taşıdığını düşünen Dahiliye Nazırı
Mehmet Ali Bey, böylece içinde bulunduğu kabinenin durumunu güçlendireceği
hesabını yapmaktaydı.154 Sorunu çözmek için geniş yetkilerle donatılmış dirayetli bir
komutanın bölgeye gönderilmesi gerektiğini düşünen ve müfettişlik vazifesine
getirilecek en uygun kişinin Mustafa Kemal Paşa olduğu konusunda Sadrazam
Damat Ferit Paşa’yı ikna eden Mehmet Ali Bey idi.155 Bununla beraber Samsun ve
dolaylarındaki asayişin sağlanması işini, aldığı emir üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya
29 Nisan’da Harbiye Nazırı Şakir Paşa teklif etti, Padişah Vahdettin de ertesi gün
kararnameyi onayladı. Damat Ferit Paşa da 1 Mayıs Perşembe günü Mustafa Kemal
Paşa ile Nişantaşı’ndaki Dışişleri Köşkü’nde bir araya geldi.156 Aynı gün İkdam
gazetesinde Mustafa Kemal Paşa’nın Umum Şark Orduları Müfettişliği’ne atandığı
haberi çıktı.157 Mustafa Kemal Paşa’nın atama kararnamesi Takvim-i Vakayi’nin 5
Mayıs 1919 tarihli sayısında yayımlandı.158 Böylece 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilen
Mustafa Kemal Paşa, geniş bir alanı kapsayan müfettişlik bölgesine geniş yetkilere
sahip bir şekilde gitmenin kapısını aralamış oldu.159
154
Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’nın Ordu Müfettişliği’ne tayin iradesini kendisi bizzat yazdırarak
Padişah Vahdettin’e imzalattı. Bununla beraber Mustafa Kemal Samsun’a giderken kendisini
uğurlamaya gelenler arasında kabineden yalnızca Mehmet Ali Bey olacaktı. Bkz. “Rauf Orbay’ın
Hatıraları”, c.II, s.401-402.
155
Hükümete verilen nota üzerine telaşlanan Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı’nı çağırarak
nasıl bir çözüm düşündüğünü sormuş, Mehmet Ali Paşa da sorunun İstanbul’dan çözülemeyeceğini,
asayişin temini için geniş yetkilerle bölgeye gönderilecek kabiliyetli bir komutana ihtiyaç
duyulduğunu ifade etmiş ve ‘Mevcut kumandanlar arasında bu vasıflara haiz olarak hatırıma gelen
Mustafa Kemal Paşa’dır.’ demişti. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401.
156
Sarıhan, Kurtuluş…, c.I, s.218-220.
157
İkdam, 1 Mayıs 1919.
158
Takvim-i Vakayi, 5 Mayıs 1919.
159
9. Ordu Müfettişliği Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgeleri ile Konya ve Diyarbakır dışında
neredeyse tüm Anadolu’yu kapsayan bir görevdi. Bkz. Nutuk, s.9; Akşin, İstanbul…, c.I, s.282.
Mustafa Kemal Paşa, bölgede asayişi temin etmek ve asayişsizliğin çıkma nedenlerini saptamak,
bölgede dağınık halde bulunan silah ve cephaneyi toplayarak uygun yerlerde koruma altına almak,
asker toplayan ve gayri resmi olarak ordu tarafından korunduğu ileri sürülen şuraların çalışmalarını
engellemek ve bunları ortadan kaldırmakla görevlendirilmişti. Bu amaçla, 3. ve 15. Kolordular harekât
67
Mustafa Kemal Paşa, bu görevin kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla icat
edildiği düşüncesindedir. Kabine içerisinde bir grup, İstanbul’da bir takım menfi
telkinler ve hazırlıklar içinde olduğunu ileri sürdükleri Mustafa Kemal Paşa için,
“…Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve
orada çürütmeli!” şeklinde düşünmekteydi. Mustafa Kemal Paşa bu durumu “Beni
İstanbul’dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler makul bir sebep aramakla
meşgul idiler.” sözleriyle anlatmakta, bu görevin onların aradığı bir fırsat olduğunu
söylemektedir. Atay da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine olabildiğince geniş
yetkiler tanıyan bir talimatname hazırlattığı160 Genelkurmay İkinci Başkanı Kâzım
(İnanç) Paşa’ya şunları söylediğini aktarmaktadır: “Her ne sebep veya maksatla, beni
İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim.
Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum.”
161
Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Paşa’nın yanından ayrılırken hissettiği duyguları da şu
şekilde anlatmaktadır: “Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında
hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem. Nezaretten çıkarken heyecanımdan
ve asayiş işleri için müfettişlik emrine verilmişti. Müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas ve Van
vilayetleri ile Erzincan ve Canik (Samsun) livalarını içerdiğinden buraların vali ve mutasarrıfları da
müfettişlik görevi kapsamında verilen emirleri yerine getirecekti. Ayrıca Diyarbakır, Bitlis,
Mamuretülaziz (Harput), Ankara ve Kastamonu’yu da içine alan sınır vilayetler ve müstakil livalar ile
buralardaki kolordu komutanlıkları da müfettişliğin yapacağı başvuruları dikkate alacaktı. Bununla
beraber Müfettişlik, askeri konularda Harbiye Nezareti’ne müracaat edecek, bu konular dışında ise
‘makamat-ı âliye-i aidesiyle’ haberleşme yetkisine sahip olacak ve bunu Harbiye Nezareti’ne
bildirecekti. Bkz. Atay, Atatürk’ün…, s.128; Bayur, Atatürk, s.294-295.
160
Atay, Atatürk’ün…, s.124-128; Mustafa Kemal Paşa’ya geniş salahiyetler tanıyan talimatname için
İngilizlerin şüpheye düşmemesi muhtemelen Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın kendisine kefil
olmasından kaynaklanmıştı. Vize alınırken de bazı sorunlar çıkmış, İngiliz subayı vizeyi vermek
istemeyince konu Britanya Yüksek Komiseri’ne sorulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın Padişah’ın
mutlak güvenini kazanmış birisi olduğu ortaya çıkmış ve subaya vizenin verilmesi emredilmişti. Bkz.
Jaeschke, Kurtuluş…, s.111-112. Ali Fuat Paşa ise İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerinden
ancak Samsun’a vardıktan sonra haberdar olduklarını, aksi takdirde Anadolu’ya geçmesine mani
olacaklarını ifade etmektedir. Bkz. Cebesoy, Milli…, s. 83.
161
Atay, Atatürk’ün…, 125-126. Bu görevin kendisine bilerek ve anlayarak verilmediğini, kendisinin
İstanbul’dan uzaklaştırılması için bir fırsat bilindiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, vazifesini yerine
getirebilmesi için geniş yetkilere ihtiyacı olduğunu ileri sürdüğünü ve buna herhangi bir engel
çıkarılmadığını söylemektedir. Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay.,
Ankara, 1997, s.7.
68
dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak
uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim.”
162
Geniş yetkiler içeren 9. Ordu Müfettişliği talimatnamesinin kabine tarafından bir
kazaya kurban gitmemesi için de bir yol bulunmuştu. Bu noktada Cebesoy, Mehmet
Ali Bey’in Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı en az vehimli halinde yakalayarak
kararnameyi imzalattığını, kabine üyelerinin de Sadrazam’ın imzasını gördükten
sonra herhangi bir itirazda bulunmadıklarını söylemektedir.163
c) İstanbul’daki Son Günler
Mustafa Kemal Paşa, 14 Mayıs’ta ziyaret ettiği Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın,
bölgede yapacakları ve müfettişliğin komuta edeceği bölgenin genişliği konusundaki
tereddütlerini Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın da yardımıyla
gidermeye çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın görevlendirildiği müfettişlik bölgesi
noktasında bir takım tereddütleri olan Damat Ferit Paşa, yemekten sonra getirdiği bir
haritayı açarak müfettişlik bölgesinin nereleri kapsadığını sormuş, Cevat Paşa da
durumu önemsemez bir tavır içerisinde sağ eliyle belli belirsiz bir alanı işaret ettikten
sonra ‘zaten nerede kuvvetimiz kaldı ki!’ diyerek konuyu kapatmasını bilmişti.
Damat Ferit Paşa’nın konağındaki görüşme sona erdikten sonra dışarıya çıktıklarında
Mustafa Kemal Paşa ile Cevat Paşa arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
“-Bir şey mi yapacaksın Kemal?
-Evet Paşam bir şey yapacağım…
-Allah muvaffak etsin…
-Mutlaka muvaffak olacağız!..”
164
162
Atay, Atatürk’ün…, s.129.
Cebesoy, Milli…, s.81-82.
164
Atay, Atatürk’ün…, s.133-135.
163
69
15 Mayıs’ta Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne giden Mustafa Kemal Paşa,
oradaki görev değişimine şahit olmuştu. İzmir’in işgal edileceğine dair gelen raporlar
üzerine silahla karşı konulması gerektiğini söyleyen Fevzi Paşa görevinden alınmış,
yerine Cevat Paşa getirilmişti. Halef ve selefle bir görüşme yapan Mustafa Kemal
Paşa, Cevat Paşa’dan ilk iş olarak Ulukışla yakınlarında bulunan ve trenle
nakledilmelerine izin verilmeyen 2. Kolordu’nun yürüyerek Ankara’ya hareket
etmesi için emir verilmesini istemişti. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in
işgal edildiğini veda ziyaretleri kapsamında gittiği Babıâli’de öğrenmişti. Damat
Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan Padişah Vahdettin ile de görüşmesini istemiş, o
da bunun üzerine Padişah’a bir veda ziyaretinde bulunmuştu. Bu görüşmede Mustafa
Kemal Paşa, Vahdettin’in son sözlerinin “Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin,
bunların hepsi artık… tarihe geçmiştir… Bunları unutun… Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden
165
mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin.” şeklinde olduğunu söylemektedir.
Mustafa
Kemal Paşa’yı hayrete düşüren bu sözleri, Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Milli
Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a gönderdiğine166 delil sayanlar olduğu gibi
Mustafa Kemal Paşa’nın üstlendiği vazifeyi hakkıyla yerine getirecek olmasının,
İngiliz desteğini alarak İzmir’i işgal eden Yunan kuvvetlerinin bir Pontus Rum
devleti kurmak için bölgeye girmesine engel olacağına ve bu şekilde ülkesine büyük
hizmetlerde bulunacağına yoranlar da vardır. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın
Vahdettin tarafından Anadolu’ya vatanın kurtarılmasına öncülük etmek için
gönderildiği iddiasında bulunanların cevaplaması gereken sorular vardır. İlk olarak
madem Padişah’ın böyle bir niyeti vardı, aşağıda da görüleceği üzere ne diye
165
Atay, Atatürk’ün…, s.133-134, 137-139.
Vahdettin, “Memleket sevgim bana, İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı
Yunanlıların üstüne göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak kutsal bir mutluluğun zevkini tattırdı.”
diyecektir. Bkz. Bardakçı, Şahbaba, s.220.
166
70
Mustafa Kemal Paşa’nın önce müfettişlik görevinden geri çağrılması ve ardından bu
görevden alınması söz konusu oldu? Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından on gün
kadar önce verilecek olan fetva ile neden Milli Hareket halife karşıtı bir isyan
hareketi, takipçileri de ‘kafir’ olarak nitelendi? Üstelik İngiliz uçakları ile yurdun pek
çok yerine dağıtılan ve iki taraf arasında gerçekleşecek olan iç savaşın en büyük
nedeni olan bu fetva ile niçin Milli Hareket’e katılanların öldürülmelerinin farz
olduğu, bununla beraber ‘bu isyan hareketi’ ile mücadele edecek olanların şehit veya
gazi olacakları duyuruldu? Zaten Mustafa Kemal Paşa da bu sözlerden İstanbul’a
hakim olanların siyasetine uymanın tek dayanak olduğuna milleti ve memleketi
inandırması ve bu güçlerin şikâyetçi oldukları sorunları çözmesi durumunda
Vahdettin’in istediklerini yapmış olacağını anlamakta ve Padişah’ın, aldatıldığına
dair bir uyanış bilinci içinde olabileceğine ihtimal vermemektedir.167 Bizce burada
ortaya çıkan bir gerçek de şudur: Bu sözleri ile Padişah Vahdettin ülkenin
kurtarılması noktasındaki çaresizliğini ortaya koymuştur ki, bu da işin en acı
tarafıdır. Bu gerçek Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920 tarihli Büyük Millet
Meclisi konuşmasında da ortaya konulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa Milli
Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a doğru yola çıkmadan hemen önce huzura
kabul edildiğinde, İzmir’in işgalinin üzüntüsünü yaşamakta olan Padişah’ın,
Boğaz’daki İngiliz zırhlılarının saraya dönük olan toplarını işaret ederek, “Görüyorsun
ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasavvurda tereddüde duçar oluyorum.
İnşallah millet mütenebbih ve müteyakkız olur, bu vaziyet-i elimden gerek beni ve gerekse kendini
168
tahlis eder.” dediğini aktarmaktadır.
Padişah’ın dile getirdiği milletin ayağa kalması
arzusunu gerçekleştirecek olan ve ‘Paşa devleti kurtarabilirsin’ sözlerinin altını
167
168
Atay, Atatürk’ün…, s.139-140.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.10, 24 Nisan 1920.
71
dolduracak olan da Mustafa Kemal Paşa olacaktır. Öte yandan Padişah Vahdettin ve
Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın bu tayin ile bizzat ilgilenmesi, Mustafa Kemal
Paşa’nın ne kadar önemli bir göreve getirildiğini açıkça ortaya koyduğu gibi,169
milletin kendisini kurtarması bağlamında farkında olmadan da olsa kendilerinin de
bir yardımda bulunduklarını göstermektedir.
İstanbul’daki son günlerinden birinde habersiz bir şekilde İsmet Bey’in evine de
uğradığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, kendisine ‘ben yerleşinceye kadar, sen de
bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin.’ diyecek ve
İstanbul’da kaldığı sürece kendisiyle mümkün olduğu kadar az alakalı görünmesini
rica edecekti.170 Mustafa Kemal Paşa’nın bu ziyareti ve İsmet Bey’e olan güveni
İsmet Bey’in Milli Mücadele’ye sonradan katıldığı şeklindeki yaklaşımlara bir cevap
niteliğinde olacaktı. Samsun’a hareket ettiği 16 Mayıs günü Vahdettin’i son kez
görecek olan Mustafa Kemal Paşa,171 Cuma selamlığından sonra sadrazam ve
başyaverin de olduğu bir odada kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getireceğine
dair yemin edecekti.172 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın emri altında iki
kolordu bulunacak, biri merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanlığı, ki
komutanlığını Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a giden Refet Bey yapacaktı,
diğeri de Kâzım Karabekir Paşa’nın komutasında merkezi Erzurum’da bulunan 15.
Kolordu Komutanlığı olacaktı.173
Boğazdan Karadeniz’e çıkış ancak vizeyle mümkün olduğundan İngilizlerden 23
subay, 25 er ve erbaş için vize alınmıştı. Vize alınan isimlere Refet Bey de dahil
edilmiş, muhtemel bir kontrol sırasında bir sorun yaşanmasın diye eyerli atlar için
169
Akşin, İstanbul…, c.I, s.284-285.
Atay, Atatürk’ün…, s.131.
171
İstiklâl, Vakit, 17 Mayıs 1919.
172
Bardakçı, Şahbaba, s.135.
173
Nutuk, s.6.
170
72
dahi vize alınmıştı.174 Mustafa Kemal Paşa, bir karargâhı dahi bulunmayan ve bir ay
sonra adı 3. Ordu Müfettişliği olarak değiştirilecek olan 9. Ordu Müfettişliği
vazifesine 30 Nisan tarihinde çıkan Padişah iradesiyle atanmış, Sadrazam Damat
Ferit Paşa’nın imzası ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın mührünü175 taşıyan bu irade
yukarıda da bahsedildiği üzere 5 Mayıs’ta Takvim-i Vakayi’de yayımlanmış, 6
Mayıs’ta talimatnameyi alan Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs günü yola çıkmak üzere
tüm hazırlıklarını tamamlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa yola çıkmak üzere evden ayrılacağı sırada Rauf Bey, Mustafa
Kemal Paşa’nın hareketine mani olunacağı veya vapurun Karadeniz’de batırılacağı
yönünde bir bilgi edindiğini söylemiş, bu bilgi vaktiyle yanında çalışmış bir kurmay
tarafından da desteklenmişti. Fakat Bandırma yolcuları Kız Kulesi açıklarında
yapılan bir kontrol dışında herhangi bir engelle karşılaşmadan kıyıları takip ederek
Sinop’a, oradan da Samsun’a salimen ulaşmıştı.176
174
Bardakçı, Şahbaba, s.130.
Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı’nın talimatı okuduktan sonra tereddüt ettiğini ve belli belirsiz
bir şekilde mührünü bastığını söylemektedir. Bkz. Nutuk, s.7.
176
Atay, Atatürk’ün…, s.140-142.
175
73
İKİNCİ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE VE YOL ARKADAŞLIĞI SÜRECİ
2.1. SAMSUN’DAN AMASYA’YA
a) Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki Çalışmaları
9. Ordu Müfettişliği vazifesiyle 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ulaşan ve 8
Temmuz’a kadar yaklaşık elli gün kadar bu görevini sürdürecek olan Mustafa Kemal
Paşa o sırada ne amaçladığını “… hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni
bir Türk Devleti tesis etmek kararı daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da
Anadolu
topraklarına
ayak
basar
basmaz
tatbikatına
başladığımız
karar…”
sözleriyle
açıklamaktadır.177 Bu çerçevede Samsun’a çıktığı ilk günden itibaren Mustafa Kemal
Paşa bölgede asayişin teminiyle ilgili görevleri yanında, ülkede filizlenmiş direniş
grupları arasında irtibatı temin etme, onları işgallere verilecek tepkiler noktasında
harekete geçirme, yeni direniş grupları oluşturma ve işgallere karşı silahlı bir
savunma hareketi örgütleme çabası içine girmiştir.
Samsun’a ulaştıktan sonra Mıntıka Palas oteline yerleşen Mustafa Kemal Paşa, ilk
günlerde İstanbul Hükümeti ile uyumlu bir çalışma içerisinde Babıâli’ye asayişin
temini
noktasındaki
tespitleriyle
Samsun’da
karşılaştığı
durumları
rapor
etmekteydi.178 Samsun’a çıktıktan sonra ilk olarak ordu birlikleri ile temas kuran
Mustafa Kemal Paşa, henüz acısı tazeliğini koruyan İzmir’in işgaline tepki
gösterilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Bu amaçla ülkedeki Müdafaa-i Hukuk ve
Redd-i İlhak Cemiyetlerini her tarafta mitingler düzenleyerek hükümet ve yabancı
temsilciliklere telgraf göndermeleri yönünde teşvik etti. Mustafa Kemal Paşa’nın
177
Nutuk, s.9.
Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006,
s.24-25. Bu telgraflarından birinde Mustafa Kemal Paşa bir Pontus devleti kurma amacındaki
Rumların otuz kadar çetesine karşılık bölgede on kadar Türk çetesinin var olduğunu söylemektedir.
Bkz. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 4, vesika 64, E.U. Basımevi, Ankara, 1953.
178
74
Samsun’da iken yaptığı işlerden biri de yol arkadaşlarından 3. Kolordu Komutanı
Albay Refet Bey’i Samsun Mutasarrıflığı’na tayin etmesiydi.179 Böylece Mustafa
Kemal Paşa’nın doğrudan emir verme yetkisine sahip olduğu Kâzım Karabekir
Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu ile Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki 2.
Kolordu yanında İstanbul’dan gelirken yanında getirdiği ve başına atadığı Refet
Bey’in emrindeki 3. Kolordu da Milli Mücadele’nin başında hazır hale getirildi.
b) Yol Arkadaşlarıyla Temas ve Havza Günleri
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki ilk çabasının ordu birlikleri ile temasa geçmek
olduğunu yukarıda belirtmiştik. Ordunun ve halkın Anadolu’yu paylaşmak isteyen
itilaf güçleri ile onların destekçilerine karşı verilecek mücadele için hazırlanması çok
önemliydi. Bu amaçla 21 Mayıs’ta Erzurum’da bulunan yol arkadaşı 15. Kolordu
Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir tel çeken Mustafa Kemal Paşa, memleketin
içine düştüğü durum nedeniyle duyduğu üzüntüyü dile getirmiş, millete ve
memlekete karşı son vicdan görevini beraber yapacakları düşüncesiyle müfettişlik
görevini kabul ettiğini, bir an önce kendisiyle buluşma arzusunda olduğunu, ancak
asayişsizlik nedeni ile bazı endişeleri olduğundan birkaç gün kadar zorunlu olarak
Samsun’da kalacağını ifade etmişti.180 Aydemir, bu ifadeler içerisinde geçen “…millet
ve memlekete medyun olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından, müşterek mesai ile en iyi ifa
etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettiğimi…” sözlerini Şişli
toplantılarının bir devamı gibi görmekte, orada kesin bir karar ve planlara
179
Nutuk, s.12. Mustafa Kemal Paşa, Samsun Mutasarrıfı’nı görevden alarak yerine birlikte daha etkin
çalışabileceği birini getirmek istemiş, Refet Bey’in tavsiyesi ile Hamit Bey’de karar kılmıştı.
İstanbul’a yazdığı bu tayin işi tamamlanıncaya kadar da Refet Bey’den bu görevi vekâleten
yürütmesini istemişti. Bkz. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber,
TTK yay., Ankara, 2009, c.I, s.57; Özdemir, Refet…, s.24-25.
180
Nutuk, s.11; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.33; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.50.
75
varılmadığını, asıl amacın Anadolu’ya gitmek olduğunu ve işte şimdi bu amaca
ulaşıldığını söylemektedir.181
İstanbul’da iken kendisini 15. Kolordu Komutanlığı’na tayin ettirmeyi başaran
Kâzım Karabekir Paşa 3 Haziran’da Erzurum’a ulaşmış ve İzmir’in işgalini protesto
etmek amacıyla 18 Haziran’da bir miting yapılmasına katkı sağlamıştı. Kâzım
Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafını aldıktan sonraki düşüncelerini
“Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesinden çok sevindim. Buna bir aydır muntazırdım. Her gün büyük bir
felaketin zuhuru daima memuldü. (beklenebilirdi) Hâlbuki bu felakete karşı milli, askeri göğüs
gerebilecek kumandanlarımız hep İstanbul’daydı… Gelenler içinde ümit ettiğim birçok arkadaşlar
yoktu. Hâlbuki vaziyet bizi bir Anadolu hükümeti kurmaya sevk ediyordu. Cihet-i askeriye ve
mülkiyeyi kimler idare edecekti? Ben şarkı sonuna kadar tutabilirdim. Şu halde zafer-i katiye kadar
yerime bağlı idim. Mustafa Kemal Paşa’yı başa geçirmek ve bunu bütün kuvvetimle tutmayı daha
İstanbul’da iken düşünmüştüm… Erzurum Kongresi’nde bir istinatgâh bir üssü’l-hareke (hareket
üssü) tesisinden sonra, teşkilatça, kuvvetçe, maddi manevi, mehib (heybetli) bir çığ gibi Garba
yuvarlanmak kolaydı ve Şark zaferine istinaden İzmir’i de kurtarmak mümkün bir emel olurdu.”
182
şeklinde ifade etmektedir. Mustafa Kemal Paşa da Kâzım Karabekir Paşa’ya
gönderdiği 11 Haziran tarihli telinde milletle beraber çalışmaktan ibaret olan vatan
vazifesine devam etmesi kararının, kendisi gibi yol arkadaşlarının desteğine bağlı
olduğunu söylemiş ve milletin desteği yanında aynı düşünceyi paylaştığı
arkadaşlarının da yardımıyla amaçlarına ulaşacaklarını ifade etmişti.183
20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile 23 Mayıs’ta bağlantı kuran ve Samsun’a
çıktığını haber veren Mustafa Kemal Paşa, kendisinden yakın teması devam
ettirmekle beraber İzmir ve civarındaki yeni gelişmeler hakkında malumat vermesini
181
Aydemir, Tek..., c.II, s.32.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.27-33.
183
Atatürk’ün Tamim…, s.31.
182
76
istemişti.184 31 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgalini protesto için yaptığı
tebligattan henüz üç gün sonra Sivas’ta yapılan miting dolayısıyla Ermenilerin tehdit
altında olup olmadığına dair soruşturma yapması yönünde bir emir almıştı. Sivas’taki
Patrikhane İngiliz Yüksek Komiserliği’ni, Komiserlik de Harbiye Nezareti’ni
harekete geçirmiş, ancak yapılan soruşturma sonucunda azınlıklar için bir tehlike
bulunmadığı anlaşılmıştı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, düzenlenen
mitingler konusunda ne gibi tedbirler aldığını soran Harbiye Nazırı’na İzmir ve
çevresinde yaşananlara karşı gösterilen milli heyecanı önlemek için ne kendisinde ne
de bir başkasında bir güç görmediğini ifade etmişti. Öte yandan 8 Mayıs’ta valilere,
müstakil mutasarrıflıklara, bazı kolordu komutanlarına ve Konya’da bulunan 2. Ordu
Müfettişliği’ne gönderdiği tebliğde İzmir’in ardından Manisa ve Aydın’ın da işgali
ile tehlikenin daha açık bir şekilde ortaya çıktığını belirten Mustafa Kemal Paşa,
büyük ve heyecanlı mitingler yoluyla milli gösterilerde bulunulması, büyük devlet
temsilcileriyle Bab-ıâli’ye etkili olabilecek telgraflar çekilmesi ve gösteriler sırasında
sükûnetin muhafaza edilerek Hıristiyan halka karşı bir tavır içine girilmemesi
gerektiğini ifade etmişti. Bu talimatla birlikte ülkede yapılmakta olan mitinglerin
sayısında artış yaşanmıştı.185
Mustafa Kemal Paşa, 29 Mayıs’ta yol arkadaşları Kâzım Karabekir ve Ali Fuat
Paşalar ile Refet Bey’e çektiği gizli bir telde memleketin durumunu ortaya
koymuştu. Milletin esaretten kurtulmasının ancak azimli ve namuslu kimselerin kısa
ve doğru yolla Müdafaa-i Hukuk ve bağımsızlığa sevk edilmesiyle mümkün
olacağını ve güvenilir mülki memurlarla el ele verilerek harice karşı bir
örgütlenmeye gidilmesi gerektiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa bu görevin
184
185
Nutuk, s.12; Cebesoy, Milli…, s.85.
Nutuk, s.15-18.
77
ihtisasları nedeniyle kendisi gibi vatansever askerlere düştüğünün altını çizmişti.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Doğu Anadolu’nun işgali için harekete
geçilmesi halinde işgalcilerin kıyılarda yerleşmelerinin geciktirilmesi, iç bölgelere
girilmesi durumunda ise halk asker topyekûn silahlı savunma yapılması gerektiğini
de ifade etmişti.186
1 Haziran 1919 tarihinde Osmanlı temsilcilerinin Paris Barış Konferansı’na davet
edildiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa, 3 Haziran’da beş komutan, altı vali, vali
vekili ve mutasarrıfa, kişiye özel bir tel çekerek konferansa davet edilmelerinin
nedeni olarak son günlerde yapılan miting ve tel gibi eylemlerin sonuç vermesini
göstermiş ve eylemlere devam edilmesi halinde itilaf devletlerinin millete saygılı
olarak haklarını vereceğini bildirmişti.187 Sağlık durumunun bozulmuş olması
nedeniyle kaplıcalarından faydalandığı Havza’da yaklaşık on beş gün kalan Mustafa
Kemal Paşa karargâhıyla Havza’dan ayrılarak Amasya’ya hareket etmişti.
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevden Alınma Süreci
İşgal kuvvetleri Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a varmasından itibaren bu
konudaki tedirginliklerini ifade etmeye başladı. Henüz 19 Mayıs günü Karadeniz
Orduları Başkomutanı Milne, Harbiye Nezareti’ne Mustafa Kemal Paşa’nın
Samsun’a neden gönderildiğini sordu.188 Hükümet de 24 Mayıs tarihinde emirlerin
uygulanıp
uygulanmadığının
tespit
edilmesi,
görev
bölgesindeki
silahların
toplanması ve asayişin temin edilmesi amacıyla Mustafa Kemal Paşa’nın
186
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.36-37; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.51-52; Atatürk’ün
Tamim…, s.25-27.
187
Nutuk, s.19.
188
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 15, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara,
1952; Jaeschke, Kurtuluş…, 269.
78
görevlendirildiği cevabını verdi.189 Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a vardığı ilk
günden itibaren yaptığı faaliyetlerden rahatsız olan itilaf güçleri bu durumdan
duydukları endişeyi hükümet yetkililerinden Mustafa Kemal Paşa’nın geri
çağrılmasını istemek suretiyle gidermek istedi. Zira itilafçılar Mustafa Kemal
Paşa’nın girişimleri sonucunda kendilerine gönderilen çok sayıda protesto telinden
rahatsızdı. Nitekim 6 Haziran’da itilaf güçlerinin Karadeniz Ordusu Başkomutanı
General Milne, 8 Haziran’da da İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Mustafa Kemal
Paşa’nın maiyetiyle birlikte İstanbul’a çağrılmasını Harbiye Nezareti’nden talep
etti.190 Bu talepleri 17 Haziran ve 2 Temmuz’daki aynı yönde talepler takip etti. 30
Haziran’da Milne, Calthorpe’a yazdığı mektupta Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların
Sivas ve Konya bölgelerinde müttefikler aleyhinde silahlı çeteler kurmak üzere
hazırlık yapan, başında İttihatçıların bulunduğu bir akımın en önemli teşvikçileri
olduğundan bahsetmekte ve dönmesi için verilen emre uymayan Mustafa Kemal
Paşa’nın geri çağrılması için yeniden hükümete başvurulmasını istemekteydi.191
Harbiye Nezareti ilk günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması konusunda
pek istekli davranmayarak itilaf güçlerinin baskısını savuşturmaya çalışmıştı.
Calthorpe’un isteği ve vükelanın yazılı olmayan kararına uyarak 8 Haziran’da
Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağıran192 Şevket Turgut Paşa, bu durumdan pek
hoşnut olmamış ve Mustafa Kemal Paşa’yı Ermenilerin sınırı geçmelerini önlemekle
görevlendirmişti.193
189
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 16, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara,
1952.
190
Jaeschke, Kurtuluş…, s.124-125. Milne’in talebinin belgesi için bkz. “Mustafa Kemal’in Samsun’a
Çıkışı İngilizleri Ürkütmüştü!”, Yakın Tarihimiz, c.I, s.354.
191
Jaeschke, Kurtuluş…, s.133-134.
192
Akşin, İstanbul…, c.I, s. 344. Şevket Turgut Paşa’nın "Maiyeti âlinizdeki istimbotlardan biri ile
burayı teşrifiniz rica olunur.” şeklindeki emrinde bir yasak savma havası da sezilmektedir. Bkz.
Atatürk’ün Tamim…, s.31.
193
Akşin, İstanbul…, c.I, s.343-345; Jaeschke, Kurtuluş…, s.128.
79
Mustafa Kemal Paşa, kendisini işlevsiz hale getirecek bu geri çağırma girişimlerine
tepki gösterecekti. İlk olarak Harbiye Nazırı’nın kendisini İstanbul’a neden
çağırdığını soran Mustafa Kemal Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat
Paşa’dan kendisinin İstanbul’a çağrılmasını önemli bir paşanın Anadolu’da
dolaşmasının kamuoyu üzerinde olumsuz bir etki bırakacağını düşünen İngilizlerin
istediği cevabını alacaktı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, kendisini İstanbul’a
getirmek için uğraşan İngilizler ve onlara uymayı meslek edinen ‘zayıf seciyeli’
İstanbul muhitinden şikâyet ettiği ve Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari imzasıyla
gönderdiği 11 Haziran tarihli bir telgrafla Padişah’a başvuracaktı. Telinde bu
İstanbul muhiti ve yabancıların ‘devlet, millet ve Padişah’ına bağlılık ve fedakârlıkla
hizmet kabiliyetinde olanları’ ortadan kaldırmak niyetine dikkat çekecek ve
İstanbul’a getirilmek zorunda bırakılırsa memuriyetinden istifa ile sine-i millete
giderek istiklâl, saltanat ve hilafetin korunması için vatan hizmetine devam edeceğini
ifade edecekti.194 Yolların çıkmaza sürüklendiği bu günlerde yol arkadaşı Kâzım
Karabekir Paşa’ya da durumu anlatacak olan Mustafa Kemal Paşa, bu noktada
kendisi gibi düşünen arkadaşlarının yardımına muhtaç olduğunu söyleyecek ve istifa
etmesi halinde yardım edip etmeyeceğini soracaktı. 15. Kolordu Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa da, 16 Haziran tarihli cevabında Mustafa Kemal Paşa’nın
düşüncelerine aynen katıldığını ve kendisinin yanında olduğunu ifade edecekti.195
Öte yandan Hariciye Nazırı Abdüllatif Safa Bey, Calthorpe’a ancak 10 Temmuz’da
cevap verecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın bir irade ile görevinden alındığını, artık
hiçbir resmi sıfatının kalmadığını, Cemal Paşa’nın ise bir haftadan beri İstanbul’da
194
Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara,
2006, s.15-17.
195
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.50-51.
80
bulunduğunu ve İzmir’in işgalinden önce görülmeyen bu tahriklerin İttihat ve
Terakki taraftarlarına atfedilmemesi gerektiğini söyleyecekti.196
O günlerde İzmir’de bulunan Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından gönderilen ve direnişi
teşvik eden telgrafların Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğü tarafından engellenmesi
talimatı, Mustafa Kemal Paşa’nın sert karşılık vermesine neden oldu. Vilayetlere 20
Haziran’da bir genelge gönderen Mustafa Kemal Paşa, talimatın yapılacak
mitinglerle protesto edilmesini ve telgrafhanenin derhal işgal edilerek kararın geri
alındığı bildirilinceye kadar İstanbul ile ilişkilerin kesileceğini bildirdi.197 Bu gelişme
üzerine 23 Haziran’da, hakkındaki şikâyetler nedeniyle İstanbul’a çağrıldığı halde
gelmeyen ve halkı hükümete karşı tahrik etmeye kalkıştığı tespit edilen Mustafa
Kemal Paşa bir vükela kararı198 ile görevinden azledildi ve yerine eski Bahriye
Nazırı Hurşit Paşa getirildi. Bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa’nın herhangi bir
resmi sıfatının kalmadığının vilayetlere duyurulması da kararlaştırıldı. Ne var ki
alınan karar ortadayken Harbiye Nezareti’nin Mustafa Kemal Paşa’nın azil işlemini
yürürlüğe koymaması bir dizi nazır değişikliğini de beraberinde getirdi. Sadrazam
Damat Ferit Paşa’nın konferans nedeniyle Paris’te bulunduğu Haziran ayı
sonlarında,199 Dahiliye Nazırı Ali Kemal ve kendisiyle ters düşen Harbiye Nazırı
Şevket Turgut Paşa istifa etmek suretiyle görevlerini bırakmak durumunda kaldı.
196
Jaeschke, Kurtuluş…, s.134-135.
Atatürk’ün Tamim…, s.40-41; Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab, Tan Gazetesi ve Matbaası,
İstanbul, 1964, s.127-128.
198
Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Sadarete bir müzekkere yazarak Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmesi
için gerekli yetkiyi çıkarmıştı. Artık iş Harbiye Nezareti’nin gereğini yapmasına kalmıştı. Bununla
beraber Ali Kemal, bu kararı 23 Haziran’da vilayetlere gönderdiği bir genelge ile duyurmuş, Mustafa
Kemal Paşa’nın azledildiğini ve kendisiyle hiçbir resmi muameleye girilmemesi gerektiğini tebliğ
etmişti. Bkz. Nutuk, s.24-25.
199
İzmir’in işgali üzerine milletin ortaya koyduğu tepki ve öfkeyi biraz olsun yatıştırmak amacıyla
Sadrazam Damat Ferit Paşa, 1 Haziran’da Paris’teki konferansa davet edildi. Hükümet ve
çevresindekiler bu daveti bir müjde olarak algıladı. 12 Haziran’da Paris’e ulaşan Damat Ferit Paşa
konferansta iki bildiri sunmuşsa da 15 Temmuz’da büyük bir hayal kırıklığı içinde geri döndü. Bkz.
Alemdar, 2 Haziran 1919; Alemdar, Vakit, Zaman, 16 Temmuz 1919.
197
81
Harbiye Nazırlığı’na Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmesine taraftar olan eski
Harbiye Nazırlarından Ferit Paşa getirildi. Mustafa Kemal Paşa, 23 Haziran’da
yayımlanan bu genelge ile görevinden azledildiğini, ancak birkaç gün kadar sonra 27
Haziran’da Sivas’a girmeden hemen önce öğrendi.200
O günlerde İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in nüfuzunu
küçümsemekte olduğu, Calthorpe’un 23 Haziran tarihli raporunun bir derkenarında
yazılan “Mustafa Kemal’i hiç tanımam; Rauf Bey ise elbette Malta’da diğer İttihat ve Terakki
liderleriyle beraber faaliyetten mahrum bulunmalıdır, fakat o hürriyetini, muhtemeldir ki, mütarekeyi
imza etmiş olmasına borçludur; ama bu yiğit ve zarif subayın Türk denizciliğindeki durumu Enver
201
Paşa’nın ordudaki durumuna benzer.”
şeklindeki sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır.
Temmuz ayına gelindiğinde halen görevinin başında Milli Mücadele eksenli
çalışmalarına devam etmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 2 Temmuz’da Padişah’tan
bir telgraf almıştı. Padişah, bu telgrafında Mustafa Kemal Paşa’nın yurtsever
duygulardan hareketle bir takım girişimlerde bulunduğunu söyledikten sonra itilaf
devletlerinin hükümet üzerinde baskı kurmak suretiyle kendisini onurunu
zedeleyecek bir duruma düşürebileceklerini, kendisinin İstanbul’a gelmesini bu
nedenle doğru bulmadığını ifade etmiş, bununla beraber azledilmesini de uygun
bulmadığı için Mustafa Kemal Paşa’ya, Harbiye Nezareti’nden iki ay hava değişimi
almasını ve durum netleşene kadar istediği bir yerde dinlenmesini en uygun çözüm
olarak sunmuştu. Aynı öneriyi yeni Harbiye Nazırı Ferit Paşa’nın da sunması üzerine
Mustafa Kemal Paşa bu teklifi kabul ettiğini bildirmiş, ancak 5 Temmuz akşamı
gönderdiği başka bir tel ile sözünden dönen Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın
İstanbul’a dönmesi konusunda hem Padişah’a hem de siyasal temsilcilere karşı bir
200
Nutuk, s.25. Mustafa Kemal Paşa bu kararı tanımayacak ve ileride görüleceği üzere kendisini
sadece Padişah’ın görevden alabileceğini söyleyecekti.
201
Jaeschke, Kurtuluş…, s.129.
82
sorumluluk üstlendiğini söyleyerek, mahcup olmayacağına olan inancını belirtmişti.
Mustafa Kemal Paşa bunun üzerine Harbiye Nezareti’ne üç telgraf çekmişti.
Erzurum’dan gönderilen 6 Temmuz tarihli telinde topraklarının Ermenilere vaat
edildiğini bilen Doğu vilayetleri halkının galeyana geldiğini ve onların arasından
çıkarak İstanbul’a gelmesinin manen ve maddeten yasaklanmış olduğunu söylemişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevinin son bulacağı 7/8 Temmuz gecesine
gelindiğinde İstanbul ile olan telgraf haberleşmesi devam etmekteydi. O gece
saraydan gelen bir telgraf, İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’nın çabalarını vatan
savunması olarak görmediklerine, ancak kendisine karşı onur kırıcı bir muamelede
de bulunmayacaklarına dairdi. Bu tele cevap beklemeden gönderilen ikinci bir
telgraf, görevine son verilen Mustafa Kemal Paşa’nın derhal İstanbul’a gelmesini
Padişah’ın irade ettiği yönündeydi. Mustafa Kemal Paşa bu tele verdiği cevapta
hükümetin daha çok baskı altında kalmasına razı olmadığı için sadece müfettişlik
görevinden değil, askerlikten de istifa ettiğini, bununla beraber hayatının sonuna
kadar saltanat ve hilafet makamının ve asil milletinin sadık bir ferdi olarak kalacağını
bildirdi. Böylece Mustafa Kemal Paşa hem kendisine geniş yetkiler sağlayan
müfettişlik görevinden, hem de askerlikten istifa ederek Babıâli ile olan tüm resmi
bağını koparmış oldu.202 8 Haziran’dan beri kendisini ısrarla İstanbul’a çağıran
İstanbul Hükümeti ve sarayın tazyiklerinin de sonuna gelinmiş oldu.
Akşin, telgrafına cevap dahi beklemeden sarayın Mustafa Kemal Paşa’yı görevden
almasının nedeni olarak 6 Temmuz’da Samsun’a çıkarılan İngiliz askerlerine karşı 3.
202
Atatürk’ün Söylev…, s.22-29. Mustafa Kemal Paşa’nın azil yazısı 13 Temmuz’da Takvim-i
Vakayi’de şu ifadelerle yayımlanacaktı: “3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın me’muriyetine
hitam verilmiştir. İşbu irade-i seniyenin icrasına Harbiye Nazırı me’murdur. 9 Şevval 1337-8 Temmuz
1335” En üstte Mehmet Vahidüddin, en altta da Harbiye Nazırı Ferit Paşa ile Sadrazam Vekili
Mustafa Sabri Efendi’nin imzaları bulunmaktadır. Bkz. Takvim-i Vakayi, 13 Temmuz 1919. Bazı
İstanbul gazeteleri ise haberi okuyucularına 12 ve 14 Temmuz tarihli sayılarında duyurdular. Bkz.
Vakit, 12 Temmuz 1919, Sabah, 14 Temmuz 1919.
83
Kolordu
Komutanı
Albay
Refet
Bey’in
tavrının
tetiklediği
gelişmeleri
göstermektedir. İngilizlerin Samsun’daki piyade bölüğünü bir taburla değiştirmesi
üzerine Refet Bey, İngiliz denetim subayına gönderdiği mektupta merkezi hükümetin
onayı alınmadan gönderilen askerler nedeniyle artık bölgenin kamu düzeninden
sorumlu olmadığını ve askerlerin hükümetin onayı alınmaksızın iç bölgelere
gönderilmesi durumunda asayiş nedeniyle karşı koyacağını bildirmişti. Bu gelişme
üzerine Calthorpe İstanbul’a, Refet Bey’le birlikte bu işte parmağı olduğunu
düşündüğü Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması için bir nota vermişti. Harbiye
Nazırı Ferit Paşa, Refet Bey’e gönderdiği telde İngilizlerin işgal niyetiyle değil,
Mustafa Kemal Paşa’nın tutumu nedeniyle Samsun’a asker çıkardıklarını söyleyerek
kendisinden buna engel olmamasını ve hatta Mustafa Kemal Paşa’yı dönmeye ikna
etmesini istemişti. Refet Bey de cevaben vazifesini yaptığını, ‘kâinata meydan
okumak’ gibi bir düşüncesinin bulunmadığını, Mustafa Kemal Paşa’nın yanlış
hareketler yapmadığını ve İngilizlere direnme konusunda kendisinden herhangi bir
emir almadığını ifade etmiş, bununla beraber kendilerinden İngiliz askerlerinin
gelmemesi için çaba göstermelerini istemişti. Bu gelişmelerin ardından 3. Kolordu
Komutanı Albay Refet Bey, İngilizlerin isteği üzerine görevinden azledilerek yerine
Harbiye Dairesi Reisi Selahattin Bey atanmıştı. Bu olay Padişah ve İstanbul
Hükümeti için, İngiliz askerleriyle çatışmayı yeniden başlatabilecek bir gelişme
olarak görülmüş olacak ki, kendilerine bir an önce Mustafa Kemal Paşa’nın
azledilmesi ve geniş yetkilerinin elinden alınmasını düşündürmüştü. Mustafa Kemal
Paşa’nın azlini hızlandıran bir başka neden de Sivas’ta bir kongre yapılacağı
yönündeki çalışmaların saray ve hükümet tarafından öğrenilmiş olmasıydı.203
203
Akşin, İstanbul…, c.I, s.358-360.
84
İstanbul’a ilk kez 8 Haziran’da çağrılan Mustafa Kemal Paşa, vazifesini uzun süre
devam ettiremeyeceğini tahmin ettiğinden bir an önce milleti temsil edecek bir
heyetin oluşturulması gerektiğini düşünmekteydi. Bir ordu müfettişi olarak
vazifesine devam etmesinin zor olduğu bir zamanda yapılması gereken, girişimlerin
bir an önce kişisel olmaktan çıkarılarak bütün milleti temsil edecek bir heyet adına
yapılmasının sağlanmasıydı.204 Bununla beraber yetkilerini mümkün olduğu kadar
elinde tutması ve bu süre içinde girilecek olan zorlu yolda kendisini ön plana
çıkaracak adımları atması da gerekliydi. Henüz 10 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa,
Milli Mücadele’nin liderliğine talip olduğunu gösteren bir tamim yayımladı. Bu
tamime göre, bazı Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri sürekli çektikleri
telgraflar ile kendisinden milletin hukuk ve istiklâlini korumak amacıyla girişimde
bulunmasını istemekte, Mustafa Kemal Paşa da kendilerine bu mukaddes amaç
uğrunda sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı üzerine söz vermekteydi.205
d) Rauf Bey’in Anadolu’ya Geçmesi
Rauf Bey’in anılarında 9. Ordu Müfettişi olarak geniş yetkilerle Samsun’a hareket
etmeden önce Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey son bir karar daha aldıkları yazılıdır.
Buna göre Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ulaştığında Rauf Bey de bazı arkadaşları
ile birlikte Bandırma yolu ile İzmir tarafını inceleyerek Afyonkarahisar’a gidecek,
yol üzerinde yer yer ortaya çıkmış olan milli uyanış erkânı ile temas kuracak, sonra
da Mustafa Kemal Paşa ile buluşacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a vardığı
204
Nutuk, s.20-21.
Akşin, İstanbul…, c.I, s.424-425. Bu tamimi Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri,
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Nutuk ve Nutuk Vesikalar’da göremiyoruz. Yalnız vesika 19’da
Mustafa Kemal Paşa, Edirne’de bulunan 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e gönderdiği 18
Haziran tarihli telinde böyle bir tamimde bulunduğundan bahsetmekte ve bağımsızlık gayesine
ulaşılacağı ana kadar milletle beraber çalışacağına mukaddesatı adına yemin ettiğini söylemektedir.
Bkz. Nutuk Vesikalar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1991, vesika 19.
205
85
haberini alacağı güne kadar endişe içinde beklediğini ifade eden Rauf Bey, Mustafa
Kemal Paşa’nın Samsun’dan Havza’ya doğru yola çıktığı 24 Mayıs günü dört
arkadaşı ile birlikte İstanbul’dan ayrılacaktı. Balıkesir ve Uşak üzerinden Akhisar,
Salihli ve Manisa’nın ardından uğradığı Ödemiş’te Demirci Mehmet Efe ile de
görüşecek ve yol boyunca ‘Ümitsiz olmayın, Mustafa Kemal Paşa geliyor, iyi günler
yakındır!’ sözleriyle Anadolu halkına ümit aşılamaya çalışacaktı. Rauf Bey bu
noktada milletin her türlü fedakârlığa hazır duruşu karşısında Mustafa Kemal Paşa ile
Milli Mücadele’nin sırtını millete dayayacağı kararını alırken ne kadar haklı
olduklarını test ettiğini söylemektedir. 8 Haziran günü Ankara’ya ulaşacak olan Rauf
Bey, en son üç ay kadar önce İstanbul’da görüştüğü yol arkadaşı Ali Fuat Paşa ile
buluşacaktı.206
Mustafa Kemal Paşa ise Rauf Bey’in gelişiyle ilgili biraz daha farklı bir anlatım
yapmaktadır. Samsun’a hareketinden önce Rauf Bey’e İstanbul’dan ayrılmak
durumunda kalırsa yanına gelmesini söylediğini, Rauf Bey’in de İstanbul’dan
ayrılma gereği duymasından sonra ilk olarak kendi yanına değil de 56. Tümen
Komutanı olan arkadaşı Bekir Sami Bey’in yanına gittiğini, oradan da daha etkin
olabileceğini düşündüğü İzmir cephesine yakın bir yer olan Manisa havalisine
geçerek halkın maneviyatını yakından görme imkânı bulduğunu ve Afyonkarahisar
üzerinden gittiği Ankara’da Ali Fuat Paşa ile buluştuğunu söylemektedir. Mustafa
Kemal Paşa’ya göre iki yol arkadaşının kendisine müracaatları da ondan sonra
olmuştu.207
Ali Fuat Paşa da, Rauf Bey’in gelişi ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Mustafa
Kemal Paşa’dan sonra bu eski ve kıymetli arkadaşımın da Anadolu’ya geçmiş olması beni bir kat daha
206
207
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.17-18; Cebesoy, Milli…, s.85; Kandemir, Hatıraları…, s.33-34.
Nutuk, s.23.
86
sevindirmişti. Tertemiz ve şerefli bir maziye sahip bulunan, bütün hayatını memleket hizmetinde
geçiren böyle bir şahsiyetin gelişi çok mühimdi.”
208
Ali Fuat Paşa, İstanbul’dan ayrıldıktan sonraki süre zarfında kolordusunu Konya
Ereğlisi’nden Ankara’ya nakledebilmiş ve Ankara’da bulunan İngiliz temsilcilerine
rağmen bölgede duruma hakim olabilmişti. Ankara’da bir araya gelen yol
arkadaşlarından ikisi Milli Hareket’in liderliğini üstlenecek olan Mustafa Kemal Paşa
ile hemen temas kurmuştu. 10 Haziran’da Havza’da iken Rauf Bey’in Ankara’ya
geldiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat Paşa’ya: “Refikinizle ve zat-ı âlinizle
birlikte görüşmekliğimiz fevkalâde mühim ve elzemdir. … seyahatinizi Havza’ya kadar temdit
etmenizi ve mümkünse yarın yola çıkmanızı hassaten rica ederim. … Osmancık’ta lüzumu kat’i
olmadıkça zat-ı âlinizin de hüviyetiniz hakkında kimseye malumat vermemenizi muvafık
buluyorum.”
209
diye yazmış ve kendilerinden yolculuklarını gizli tutmalarını istemişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın, yol arkadaşlarının gelişini beklemeden Havza’dan
Amasya’ya gittiği 12 Haziran günü, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa da Ankara’dan yola
çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün yola çıkmak suretiyle kendilerini Havza’ya
çağırırken Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanı Refet ile Samsun Mutasarrıfı
Hamit Beyleri de davet edeceğini söylemişti. Ali Fuat Paşa ile Rauf Bey, altı gün
sonra Havza’ya ulaştıklarında Mustafa Kemal Paşa’nın aniden Havza’dan ayrılarak
Amasya yönüne gittiğini öğrenmişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a daveti söz
konusu olunca haberleşmelerle zaman kazanmaya çalışmış, bir yandan İstanbul’a
dönüşünü olabildiğince geciktirmeye çalışırken, diğer yandan Merzifon’da bulunan
İngiliz müfrezesinin Havza’ya baskın düzenlemek suretiyle kendisini işlevsiz hale
208
Cebesoy, Milli…, s.85.
Atatürk’ün Tamim…, s.30. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya şu teli çekmişti: “Ankara’dan
ayrıldığınızı ihsas etmeyecek tertibat ve tedabir (tedbirler) aldıktan sonra, tebdil-i nam ve kıyafet (isim
ve kıyafet değiştirerek) ederek birkaç gün için serian bana mülaki olunuz. İstanbul’dan gelen
arkadaşları da bana getiriniz.” Bkz. Nutuk, s.22.
209
87
getirilebileceği ihtimalini göz önüne almış ve daha güvenli bir yer olan Amasya’ya
hareket etmişti. Havza’da bulunan Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa da ertesi gün
kendilerine gönderilen bir otomobille yola çıkmış ve 19 Haziran’da Amasya’da
bulunan Mustafa Kemal Paşa ile buluşmuştu.210
2.2. AMASYA’DAN ERZURUM’A
a) Yol Arkadaşları Amasya’da
Üç yol arkadaşı Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’dan ayrılmasından önceki gün Şişli’deki
evde olduğu gibi yeniden bir araya gelecekti. Bu bir araya geliş, esasında üç yol
arkadaşının hasret giderme ve sohbet etme imkânından çok daha öte bir anlam ifade
edecek, bir ulusun geleceğinin şekilleneceği bir toplantı haline dönüşecekti. Mustafa
Kemal Paşa, toplantıyla ilgili olarak Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı
Kâzım Karabekir Paşa’yı da bilgilendirecek, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile
Amasya’da buluştuklarını, memleketin durumu hakkında görüştüklerini ve sonucu
ertesi gün bildireceklerini söyleyecekti.211
Bu üçlü toplantı mütarekeden itibaren işgale uğrayan memleketin kurtarılmasını
hedefleyen, milletle beraber kesin bir şekilde mücadeleye atılma kararının alındığı
tarihi önemi haiz bir toplantı idi. Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Suriye, Irak,
Filistin, Lübnan, Hicaz ve Yemen gibi imparatorluk toprakları zaten fiilen
kaybedilmiş durumdaydı. Mütarekeden sonra işgal edilmeye başlanan anayurt
topraklarının ise mevcut padişah ve hükümet ile kurtarılabilmesi mümkün değildi.
İşte bu noktada kesin bir şekilde millete mal edilecek bir mücadelenin başlatılması
kararının alınması lazımdı. Bu karar kendisinden beklentiye girilemeyecek olan saray
210
Cebesoy, Milli…, s.87-90; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.18.
Atatürk’ün…, s.39; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.54; Cebesoy, Milli…, s.90-91; “Rauf Orbay’ın
Hatıraları”, c.III, s.19.
211
88
ve İstanbul Hükümeti’nden bağımsız olarak başlayan direnişlerin örgütlenmesine
yönelik olmalıydı. Bu amaçla illerden davet edilecek temsilcilerle tercihen Sivas’ta
milli bir kongre toplanması fikrine varıldı. Ortak imzalanacak olan bir kararname
taslağı hazırlanarak Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Paşa, Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa ve Amasya’ya
toplantının sonlarına doğru gelen 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’in de
fikirleri alındı. Kendisine bildirilen kararları imzalamaya hazır olduğunu bildiren
Mersinli Cemal Paşa, İtalyanlardan alacağı silahları halka dağıtarak onları harekete
hazır hale getireceği cevabını verdi. Kâzım Karabekir Paşa da kararlara destek verdi,
ancak Sivas’tan önce Erzurum’da bir doğu illeri kongresi yapılmasını istedi. Rauf
Bey, Kâzım Karabekir Paşa’nın daha İstanbul’da iken kurtuluşun ancak fiili
mukavemet ile olacağını, bu sebeple doğudaki kuvvetlerin başına geçtiğini ve
Erzurum’a varır varmaz çalışmalara başlayacağını söylediğini ve o sıralarda da doğu
illeri temsilcilerinden oluşan bir kongre hazırlığında olduğunu söylemektedir.
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da yapılacak kongrenin tüm yurdu temsil etmese de
Milli Hareket için bir başlangıç olacağı düşüncesi ve asıl kongrenin yine Sivas’ta
yapılması şartı ile Kâzım Karabekir Paşa’nın teklifine olumlu yaklaşınca tarihe
Amasya Tamimi olarak geçen kararlar alınmış oldu.212
b) Amasya Kararları’nın İmzalanması
Amasya Kararları’nın hazırlanmasının ardından atılan imzalar konusunda yol
arkadaşları arasında bazı anlatım farklılıkları göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal
Paşa, hazırlanan kararların imzalanmasını istediğinde Rauf ve Refet Beyler Mustafa
212
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.19, 48; Cebesoy, Milli…, s.91-92.
89
Kemal Paşa’nın yanında, Ali Fuat Paşa ise başka bir odadaydı. Misafir olduğu için
kendisinde bir yetki ve alaka görmediğini nezaketen ifade eden Rauf Bey, Mustafa
Kemal Paşa’nın müsveddeyi tarihi bir hatıra olarak gördüğünü söylemesinin
ardından imzasını atmıştı. Refet Bey ise bir kongre yapılmasındaki amacı ve yararı
anlayamadığını söyleyerek çekingen bir tavır sergilemişti. Bunun üzerine Mustafa
Kemal Paşa, başka bir odada bulunan Ali Fuat Paşa’yı çağırmış, Ali Fuat Paşa da
müsveddeyi imzalamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya Refet Bey’in
tereddüdünü anlayamadığını söyledikten sonra Ali Fuat Paşa ciddi bir izahatta
bulunmuş, Refet Bey ancak bu izahattan sonra müsveddeye belli belirsiz bir işaret
koymuştu.213
Rauf Bey’in anlatımı ise şu şekildedir: İmza aşamasına gelindiğinde kendisiyle
birlikte Ali Fuat Paşa da imza atmış, sıra Refet Bey’e geldiğinde “Anladığıma göre,
gerektiğinde kongreden sonra bir milli hükümet de kurulacaktır. Ne dersiniz, öyle değil mi?” diye
bir soru yönelttikten sonra Refet Bey tereddüt etmeden kararnameyi imzalamıştı. Ali
Fuat Paşa da Refet Bey’in imza atmasını aynı şekilde anlatmaktadır. Toplantıya
davet edilen bir diğer kişi olan Samsun Mutasarrıfı Hamit Bey, Karadeniz kıyılarında
sorun çıkaran Pontus Rumları ile meşgul olduğundan Amasya’ya gelememişti.214
Refet Bey’in Amasya Kararları’nın altına imza atmasından önce tereddüt içerisinde
bazı sorular yöneltmesi, kendisinin kararların hazırlanması sırasında Amasya’da
olmaması nedeniyle kararlardan haberdar olmamasıyla açıklanabilir. Ne var ki
kendisine Sivas’a gelmesi yönünde bir kaç kez emir verilmiş olmasına rağmen
Amasya’ya geç gelmesi, üstelik bir de tereddüt içerisinde sorular sorması ortada bir
213
214
Nutuk, s.23.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49; Cebesoy, Milli…, s.95-96.
90
güven sorunu varmış şeklinde algılanmış ve Mustafa Kemal Paşa’yı oldukça
kızdırmış olmalıdır.
c) Amasya Askeri Örgütü
Amasya’da beş karacı ve bir bahriyeliden oluşan askeri bir örgüt kurulduğunu
söyleyen Akşin, bu örgüte Amasya Askeri Örgütü denilebileceğini ifade etmiştir.215
3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, eski
Bahriye Nazırı Rauf Bey, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 20. Kolordu
Komutanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’den oluşan bu
örgüt, kararların imzalanmasından kısa bir süre sonra Cemal Paşa’nın İstanbul’a
gitmesi216 ile Milli Mücadele’nin başlangıcında beş kişi ile yoluna devam etmiştir.
Amasya Kararları ile milletin makus talihini değiştirmeye azmetmiş bu beş kişi, tezin
konusunu oluşturan ‘Yol Arkadaşları’ olarak kabul edilmiştir. Amasya’da bizzat
bulunmamasına rağmen kararlara telgrafla destek veren Kâzım Karabekir Paşa’nın,
vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının temini yolunda Mustafa Kemal Paşa
ile birlikte hareket etmesi, kendisini yol arkadaşlarından biri yapmıştır. Bilindiği gibi
Milli Mücadele, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla başlamış, Amasya
Kararları ile kendisine bir yol haritası çizmiştir. Yol arkadaşları olarak kabul
ettiğimiz isimler yol haritasının çizildiği andan itibaren Milli Mücadele’nin lideri
215
Akşin, Türkiye’nin…, s.116-117.
Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği tel ile halkı İtalyan işgaline karşı direnme hazırlıkları yaptığını
söyleyen 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın Temmuz ayı başında İstanbul’a gitmesi dikkat çekicidir.
Yukarıda bahsedildiği üzere İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanı General Milne, Harbiye
Nezareti’ne verdiği 30 Haziran tarihli notada, karışıklıklardan Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların
sorumlu olduğunu söylemiş ve kendilerinin derhal İstanbul’a çağrılmalarını istemişti. Mustafa Kemal
Paşa Anadolu’da kalarak mücadeleye devam edeceğini yayımladığı genelgelerle duyurmuş, Mersinli
Cemal Paşa ise izin alarak İstanbul’a gitmeyi tercih etmişti. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığı
günden itibaren temas halinde olduğu ve milli gayenin temini için olumlu cevaplar aldığı Cemal
Paşa’nın bu gidişi için Nutuk’ta ‘Benim ile, bu tarzda münasebete girmiş bir kumandanın, kendi
kendine, mezuniyet alıp İstanbul’a gitmesi kâr-ı akıl olamamak lazım gelirdi.’ ifadelerini
kullanmaktadır. Bkz. Nutuk, s.33.
216
91
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket eden kimselerdir. Bu yol arkadaşlığının
temelleri daha İstanbul’da iken atılmış, memleketin içinde bulunduğu felaketten
kurtarılması için nelerin yapılacağı üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki
evinde planlar yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ve bir ay
kadar sonra Amasya’da yeniden bir araya gelinmesiyle de konuşulanların tatbiki
safhasına gelinmiştir.
Yol Arkadaşları ibaresinde temel özne, giriş bölümünde de altını çizdiğimiz gibi
Mustafa Kemal Paşa’dır. Yol ayrılığına giden süreçte öteki isimler bir tarafta, hem
yol arkadaşlarının hem de Milli Mücadele’nin lideri olan Mustafa Kemal Paşa bir
taraftadır. Amasya Kararları’nı alan komutanlar içerisinde ferik (korgeneral) olan
Mersinli Cemal Paşa’dan sonra en kıdemli isim de o sırada mirliva rütbesinde
bulunan Mustafa Kemal Paşa’dır. Mersinli Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesi ile
hem Anadolu’da hem de yol arkadaşları içerisinde en yüksek rütbeli asker olarak
kalan Mustafa Kemal Paşa, liderliği noktasında bu avantajını sonuna kadar kullanır.
Öyle ki 1919 yılı Aralık ayında Harbiye Nazırı, İstanbul’da bulunan birçok ferik ve
daha üst rütbeli subayın kolordulara tayini konusunda fikrini sorduğunda olumsuz
görüşünü şu sözlerle bildirir: “Kolordu ve fırkaların asıl muhtaç olduğu küçük rütbeli erkân-ı
harp ve saf zabitanı ile İstanbul’a yığılmış olan hekimlerdir. Anadolu’ya onları gönder.”
217
Ali Fuat
ve Kâzım Karabekir Paşalar da o sırada mirliva rütbesindedir, ancak Mustafa Kemal
Paşa onlardan daha önce mirliva olmuştur. Refet Bey, o sırada henüz miralay (albay)
rütbesindedir. Rauf Bey’e gelince eski Bahriye Nazırı Anadolu’ya geçmeden önce,
henüz İstanbul’da iken askerlikten istifa etmiştir. Öte yandan Mustafa Kemal
217
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, c.I, Kastaş A.Ş. yay., İstanbul, 1987, s.259.
92
Paşa’nın yol arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet
Beyler kendisini lider olarak kabul etmiş ve bu noktada bir sıkıntı çıkarmamıştır.
Akşin, Amasya Askeri Örgütü bağlamında bir noktaya daha değinmekte, iktidar
amacı güden askerlerden mürekkep yapısıyla bir cunta izlenimi veren örgütün gerçek
bir cunta olup olmadığını tartışmakta ve bunun bir cunta olmadığı sonucuna
varmaktadır. Zira bir cunta yapılanması Erzurum ve Sivas Kongreleri ile kendisine
demokratik bir taban bulmaya çalışmaz, seçimlerin yapılması için gösterilen
gayretler yoluyla demokratik bir destek arayışına girmezdi.218 Bununla beraber
Amasya Askeri Örgütü mensupları bir hükümet değişikliği ile ülkede söz sahibi
olmanın çok daha ötesinde bir amaca odaklanmakta, İstanbul Hükümeti ve sarayın
çaresizlik içinde itilaf devletlerinin dalga boyuna girdiği bir zamanda işgale uğrayan
bir ülkenin kurtarılması gayesini gütmekte, bunu yaparken de gücünü milletten alan
bir yol takip etmekteydi.
Mersinli Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği 16 Haziran tarihli telinde İtilaf
devletlerine karşı fiili bir mücadeleden bahsetmiş, Mustafa Kemal Paşa da kendisine
hazırlıkların daha iyi yapılabilmesi için biraz daha zaman kazanmanın yerinde
olacağı cevabını vermişti.219 Kendiliğinden değil de, haricin tazyikiyle harekete
geçmenin daha uygun olacağını belirten 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Paşa ise erken harekete geçmenin sakıncalarını şu sözleriyle dile getirmişti: “Ben Şark
hareketini milli muvaffakiyetimizin esası addediyordum. Buna daha İstanbul’da iken karar vermiş ve
bu kararımla Mustafa Kemal Paşa’yı dahi tenvir ve teşvik etmiştim. Fakat henüz milli teşkilatımız
taazzuv etmemiş, milli bir kongrede milli mukavemet kararı verilmemiş iken ve hususiyle henüz
Kafkasya’ya İngilizler hakim iken bir hareket yapmak sergüzeştçilikten başka bir şey olmaz.” Bu
218
219
Akşin, Türkiye’nin…, s.118.
Atatürk’ün Tamim…, s.35-36.
93
sözleriyle Kâzım Karabekir Paşa, vaktinden erken harekete geçmenin milletten
alınacak yetki yerine bir cunta havası estireceği endişesini dile getirmişti.220
Kâzım Karabekir Paşa, itirazları bağlamında Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı 23
Haziran tarihli bir telden de bahsetmekte, Amasya’da Bolşevikliğin ülke için
mahzurlu olmayacağına karar verildiğini, ancak kendisinin 17 Haziran tarihli teli ile
Mustafa
Kemal
Paşa’yı
uyarmasından
sonra
bu
karardan
vazgeçildiğini
söylemektedir. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, itilaf devletlerini Bolşevik
olmakla tehdit ederek memleketten uzaklaştırma ve Bolşeviklerin güçlenmesi
durumunda tarafsız bir vaziyet alınması fikrinin kabul edildiğini, gerekli yardımların
alınması için de kendileriyle hemen temas kurulması konusunun karara bağlandığını
ifade etmektedir.221 Kâzım Karabekir Paşa’nın ne denli doğru olduğunu
kestiremediğimiz bu sözlerine karşılık Nutuk’ta açıklayıcı bir bilgi yoktur. Bununla
beraber Milli Mücadele süresince Bolşeviklerin bir koz olarak kullanıldığı da bir
gerçektir. Bizce Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bu taktiksel
yaklaşımını anlamayarak konuya farklı anlam yükleme yolunu tercih etmiş olmalıdır.
d) Amasya Kararları’nın Değerlendirilmesi
Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir ‘hüsn-i tâli’ (iyi bir şans) ve tesadüf’ sonucunda
gerçekleşen222 Amasya Toplantısı sonunda Milli Mücadele’nin neden ve nasıl
yapılacağı ortaya konulmuştu. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının
tehlikede olduğu, itilaf devletlerinin etki ve kontrolünde bulunan merkezi hükümetin
220
Karabekir, İstiklâl Harbimiz…, s.53-54.
A.g.e., s.61.
222
Nutuk, s.22. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in Ankara’ya gelerek Ali Fuat Paşa’ya mülaki
olduğunu öğrendikten sonra kendilerinden Havza’ya gelmelerini istemiş ve yol arkadaşları ile
Amasya’da bir araya gelmiştir. Amasya Tamimi’nin bu bakımdan planlı bir iş değil, bir tesadüf
neticesinde gerçekleştiği söylenebilir.
221
94
sorumluluklarını yerine getiremediği ve bu durumun milleti yok saydığı dile
getirilmiş, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağı kararlı
bir tonda ifade edilmişti. Milletin haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve
denetimden uzak milli bir heyetin varlığına duyulan ihtiyaç ortaya konmuş, bunun
için hiç vakit kaybetmeden Sivas’ta milli bir kongrenin toplanması gerektiği kararına
varılmıştı. Bununla beraber bu girişimlerin her ihtimale karşı milli bir sır olarak
saklanacağı belirtilmiş ve kongreye katılacak delegelerin hangi şartlarda seçilip
Sivas’a geleceği tespit edilmişti. Amasya Kararları’nda Sivas’ta yapılacak kongreden
önce 10 Temmuz’da doğu illeri adına Erzurum’da bir kongre toplanması da
kararlaştırıldığından, bu kongre üyelerinin de uygun gördükleri bir zamanda Sivas’a
hareket edecekleri belirtilmişti.223
Altı maddeden oluşan Amasya Kararları’nın son iki maddesinin tamimde yer
almayarak gizli tutulduğunu söyleyen Akşin, bu kararlar ile İstanbul Hükümeti ile
Mondros Mütarekesi ve itilaf güçlerine isyan edildiğini söylemektedir. Beşinci
madde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin telgraflarını engelleyen
hükümet genelgesinin reddedildiğine, kararın geri alınacağı zamana kadar da
mitingler yapılacağına dairdi. Son madde ise milli örgütlerin hiçbir şekilde
kaldırılmayacağı, komutanın terk ve devrolunmayacağı, silah ve cephanenin
kesinlikle teslim edilmeyeceği, herhangi bir yerin işgale uğraması durumunda bunun
sadece oradaki askeri birliğin değil, bütün bir ordunun meselesi olacağı şeklindeydi.
Böyle bir durumda komutanların birbirlerini haberdar ettikten sonra ortak bir
savunmaya geçileceğinin de altı çizilmekteydi. Bu son maddenin hayata geçmesi,
hem Mondros Mütarekesi şartlarını hem de İstanbul Hükümeti’ni dikkate almadan
223
Nutuk, s.21; Cebesoy, Milli…, s.93.
95
hareket etmek demekti ki, bunun da isyandan başka bir tanımı olamazdı. Zira
merkezi hükümetin askeri örgüt ve komutanları değiştiremeyecek olması ve bir işgal
durumunda İstanbul ile herhangi bir ilişki kurulmadan savunma yapılacağının
belirtilmesi İstanbul’un tanınmadığı isyan niteliğinde kararlardı. Bununla beraber
silahların verilmeyeceği, askeri örgütlerin kaldırılmayacağı ve işgale karşı savunma
yapılacağı kararları da Mondros Mütarekesi’ne açıkça aykırı kararlardı.224 Bu
anlamda Amasya Kararları hükümete ve itilaf güçlerine bir karşı çıkış ve isyan
belgesiydi. Ve yine Amasya Kararları, Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarının
mücadeleye atılma noktasında verdikleri kesin kararın bir yansımasıydı. Bu kararlar
ile işgallere uğramış olan ülke parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya iken, özellikle
İzmir’in işgalinden sonra ortaya çıkan bölgesel direniş hareketlerini bir çatı altında
toplama iradesi ortaya konuldu. Bu kararlar aynı zamanda Milli Mücadele’nin
meşruiyet kazanması yolunda atılan ilk adımlardı.
Mustafa Kemal Paşa’ya göre Amasya Kararları, 18 Haziran’da Trakya’ya gönderdiği
talimatta değindiği bir noktanın uygulamaya geçirilmesiydi. O nokta Anadolu ve
Rumeli’deki milli teşkilatları tek merkezden idare edecek şekilde bir araya getirmek
için Sivas’ta milli bir kongre toplamak idi. Bu nedenle Amasya’dan Anadolu’ya
tamimen bildirilen esaslar, ‘21-22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada ittihaz
edilmiş, mahfuz ve esrarengiz yeni bir karar’ değildi.225
Amasya Toplantısı’ndan on gün kadar sonra 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa
on gün izin alarak İstanbul’a gitti. Oysa Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk
edilmeyeceği kararı alınmış ve bu kararı kendisi de onaylamıştı. Mustafa Kemal
Paşa, Konya’da bulunan 12. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den Cemal Paşa’nın
224
225
Akşin, İstanbul…, c.I, s.426-428.
Nutuk, s.21.
96
bazı kimselerle temas kurmak ve ailesini görmek amacıyla İstanbul’a gittiğini ve
orada tutularak Okul Müfettişliği’ne getirildiğini öğrenmişti. Mustafa Kemal Paşa,
akıl kârı olmadığını söylediği bu tavır üzerine bir genelge yayımlayarak Amasya
Kararları’nın ilgili maddesini hatırlattı ve komutanın hiçbir şekilde terk edilmeyeceği
maddesini, komutanın işbirliği yapılacak komutanlara devredilebileceği şeklinde
değiştirdi.226 Cemal Paşa’dan sonra Amasya Kararları’na onay veren Selahattin Bey
ile Canik (Samsun) Mutasarrıfı Hamit Bey de İstanbul’a gidecekti. Bu noktada
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın o sıralarda ‘mertliğinden ve
fedakârlığından emindim.’ dediği 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın da
gitmesi
durumunda
Batı’da
dayanaksız
kalacağı
endişesine
kapıldığını
söylemektedir.227 Tabii böyle bir durum hiç gerçekleşmeyecek, yol arkadaşlarının
Ankara’daki dayanağı Ali Fuat Paşa, aşağıda da görüleceği üzere İstanbul’a askeri
anlamda ilk isyan eden komutan olarak Milli Hareket’e sonuna kadar destek
verecekti.
e) İstanbul Hükümeti’nin Bazı Girişimleri
Amasya Kararları’nın alınmasından sonraki günlerde İstanbul Hükümeti, Milli
Hareket’i engellemek için bazı girişimlerde bulunmuştu. Dahiliye Nazırı Ali Kemal,
26 Haziran’da ordu müfettişliklerinin kadro ikmallerinin engelleneceği yönünde ve
halkı ordu aleyhine kışkırtan bir hava içerisinde yeni bir genelge daha yayımlamıştı.
Bu genelgeye kendi kararı ile yayımladığı ve komutan ile idarecilere gönderdiği bir
beyanname228 ile sert bir şekilde karşılık veren ve İstanbul’a askeri olarak ilk karşı
226
Nutuk, s.33-34.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.75.
228
Ali Fuat Paşa, bu genelgesinde Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in düşmanla işbirliği yapmak suretiyle
milletin direnme gücünü kırmaya çalıştığını ifade etmişti. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.100-102. Kâzım
227
97
çıkışı gerçekleştiren kişi 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmuştu. Mustafa
Kemal Paşa da yol arkadaşının karşı genelgesinden Erzurum yolunda haberdar olmuş
ve bu tepkiden büyük memnuniyet duymuştu.229
Paris Konferansı için 6 Haziran’da İstanbul’dan büyük umutlarla ayrılan Damat Ferit
Paşa, eski sadrazam Tevfik Paşa, Maliye Nazırı Tevfik Bey ve Şura-yı Devlet
(Danıştay) Reisi Rıza Tevfik ile birlikte katıldığı230 konferanstan 15 Temmuz’da
İstanbul’a bir hayal kırıklığı ile dönecek, 21 Temmuz’da hiçbir fırkaya mensup
olmayan ancak saraya ve İngilizlere bağlı sayılabilecek kimselerden oluşan ve
içerisine eski Sadrazam Ahmet İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi Milli Mücadele
çizgisine açık denebilecek kimseleri de aldığı üçüncü kabinesini kuracaktı.231 Damat
Ferit Paşa Paris’te iken Mustafa Kemal Paşa görevden alınacak, Sivas’ta toplanacağı
öğrenilen kongreye ise Kanun-ı Esasi’ye aykırı olduğu gerekçesiyle Padişah
tarafından yasak getirilecekti. 21 Temmuz’da göreve başlayacak olan kabine de kısa
süre içinde seçimlerin yapılacağını duyuracaktı.232 Damat Ferit Paşa Hükümeti
aşağıda da görüleceği üzere bir adım daha atacak ve vaktiyle Mustafa Kemal
Paşa’nın da yararlandığı mülkiye örgütleri üzerindeki müfettişlik yetkilerini
kaldıracak, ordu müfettişliklerini de komutanlıklara dönüştürecekti.
f) Yol Arkadaşlarının Amasya’dan Ayrılmaları
Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey, Amasya’da buluştukları günden itibaren, Rauf
Bey’in Mebuslar Meclisi için İstanbul’a gideceği zamana kadar ayrılmayacaklardı.
Karabekir Paşa da Dahiliye Nazırı’nın bu genelgesine 3 Temmuz’da benzer bir tepki vermişti. Bkz.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.73.
229
Aydemir, Tek…, c.II, s.87.
230
Alemdar, Zaman, 7 Haziran 1919; Türkgeldi, Görüp…, s. 224-226.
231
Zaman, 22 Haziran 1919; Türkgeldi, Görüp…, s. 232-233.
232
Akşin, İstanbul…, c.I, s.437-438,443.
98
İki yol arkadaşı Amasya’dan sonra Refet Bey’le birlikte Tokat üzerinden Sivas’a
geçecek, Ali Fuat Paşa ise Ankara’da bulunan kolordusunun başına dönecekti.
Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa arasında Amasya’dan ayrılmalarından hemen
önce bir konuşma geçecek ve Ali Fuat Paşa bu konuşmadan şu şekilde bahsedecekti:
“Fuat Paşa, demişti. Beni ordu müfettişliği makamında uzun müddet bırakacaklarına ihtimal
vermiyorum. Şu önümüzdeki birkaç gün içinde vaziyet anlaşılacaktır. Seni temin ederim ki,
mücadelemize sıfat ve salahiyetten azade olarak da devam edeceğim. Arkadaşlarımın aynı yakınlığı
ve vefayı göstereceğinden eminim. Paşanın ne demek istediğini anlamıştım. İstanbul’daki son
mülakatımızda verdiğim cevabı tekrarladım:
Vaziyet ne şekilde tecelli ederse etsin, ben ve kolordum daima emrinde kalacaktır. Biraz durdu.
Bu adamlar seni de kolordunun başından hatta askerlikten ayırabilirler.
Bu takdirde dahi seninle beraberim Paşam.
Elimi heyecanla sıktı.
233
Biliyorum Fuat, biliyorum.”
22 Haziran’da Ali Fuat Paşa Ankara’ya dönmek üzere yola çıkarken Mustafa Kemal
Paşa ve Rauf Bey Amasya’da kaldı. Bu sırada Sivas Valisi Reşit Paşa’ya Mustafa
Kemal Paşa’nın azledildiğini içeren Dahiliye Nezareti şifresi ulaştı. Buna bir de
Sivas’a gelen ve Elaziz Valisi olarak atanan Ali Galip’in Vali’den Mustafa Kemal
Paşa’yı tutuklamasını istemesi eklenince Vali’nin iyice kafası karıştı. Mustafa Kemal
Paşa’yı tutuklayıp tutuklamama konusunda tereddütler geçiren Sivas Valisi böyle bir
hamle yapmadı, hatta 26 Haziran’da Rauf ve Refet Beylerle birlikte Amasya’dan
ayrılarak Sivas’a hareket eden Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamak durumunda kaldı.
Görevinden azledildiği yönündeki Dahiliye Nezareti tebliğinden Sivas’a ulaşmadan
hemen önce haberdar olan Mustafa Kemal Paşa ise, Sivas’ta iken önceki gün istifa
eden Dahiliye Nazırı’nın bu genelgesine karşı bir açıklama yaparak, kendisini
233
Cebesoy, Milli…, s.96-97.
99
müfettişlik görevine Padişah’ın tayin ettiğini, ne Padişah’tan ne de sadaretten azline
dair bir emir gelmediğini, bizzat Padişah’tan bir azil emri gelmedikçe görevinin
başında kalacağını ve emirlerinin uygulanması gerektiğini söyledi.234 Öte yandan
gittikleri her yerde bölgenin ileri gelenleri ve halkıyla temas kuran Mustafa Kemal
Paşa ve Rauf Bey, Sivas’ta da halkın destek ve tezahüratlarıyla karşılandı. Bu
karşılama Amasya’da alınan millete dayanma kararının ne kadar doğru olduğunun
bir göstergesiydi.
2.3. MİLLİ MÜCADELE’DE ERZURUM GÜNLERİ
a) Erzurum’daki İlk Günler
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Vali Reşit Paşa ve şehrin ileri gelenleriyle
görüştükten sonra Refet Bey’i Sivas’ta bırakarak Erzurum’a doğru yola çıktılar.
Şehrin dışında bulunan Ilıca mevkiinde Kâzım Karabekir Paşa tarafından hazırlanan,
şehrin askeri ve mülki erkânı ile öğrenciler ve halkın katıldığı sevinç gösterileriyle
karşılandılar.235 Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yapılan
görüşmeden sonra kendileriyle ilk kez bir araya gelen Kâzım Karabekir Paşa’nın, bu
heyecanlı karşılamayı Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerde yaşadığı sıkıntıları göz
önüne alarak hazırladığını söylemektedir. Bir hafta süren yolculuğun ardından
Erzurum’a 3 Temmuz’da varan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, 29 Ağustos’ta
Sivas Kongresi için yola çıkacakları zamana kadar Kâzım Karabekir Paşa’nın
duruma hakim olduğu bu şehirde kalacaklardı. Mustafa Kemal Paşa’nın
karşılamadan duyduğu memnuniyet, Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanı Albay
234
235
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.12, 24 Nisan 1920.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.71; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.23.
100
Refet Bey’den gelen telgrafın öğrenilmesiyle yerini endişeye bırakacaktı.236 Refet
Bey’in 1 Temmuz tarihli bu telgrafı, İstanbul Hükümeti’nin geri çağırdığı Mustafa
Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan telgrafların telgrafhanelerce kabul edilmemesini
isteyen Posta ve Telgraf Müdürü Refik Halit’in tebliğiyle ilgiliydi. Refet Bey, bu
tebliğden haberdar olmasının ardından Mustafa Kemal Paşa’ya sadece ordu
müfettişliğinden değil, askerlikten de istifa ederek İstanbul’a gitmesine bir sebep
bırakmama ve hatta Sivas’a da gitmeyip Erzurum’da kalmasının daha uygun olacağı
tavsiyesinde bulunmaktaydı.237 Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a geldikten sonra
haberdar olduğu bu telgrafı okumasından sonra Kâzım Karabekir Paşa, kendisine
şunları söylediğini yazmaktadır: “Üzülecek hiçbir şey yoktur Paşam, durumu cümlemizce
malum olan saray ve Babıâli’den başka türlü bir davranış beklenemezdi. Hiç üzülmeyiniz, arkanızdaki
şu üniformayı çıkarıp askerlikten tamamıyla çekilseniz dahi, mukaddesatım üzerine söz vereyim ki,
size amirim olduğunuz zamandan daha fazla saygı gösterip itaat ederim. İstanbul’da sizi buraya davet
ederken söylediğim sözleri hatırlayınız. Sizi milli hareketimizin başı tanımak ve millete böyle tanıtıp,
onun ve ordunun saygı ve sevgisini üstünüzden eksik etmemeğe çalışmak vazifemdir. Buraya ordu
müfettişi olarak değil, milletin bir ferdi olarak gelmiş olsaydınız benim söyleyeceğim ve yapacağım
şeyler yine bunlardan ibaret olurdu. Tekrar ediyorum, hiçbir tereddüde ve endişeye yer yoktur.
Müfettişlikten de, hatta askerlikten de çekilmek kararınızı zerre kadar teessüre ve tereddüde düşmeden
verebilirsiniz Paşam.”
238
4 Temmuz’da tahta çıkışının yıldönümü nedeniyle Padişah Vahdettin’e bir tebrik
telgrafı gönderen Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Erzurum Vilayeti’ne gönderdiği
yazıda da kesinlikle azledilmediğini ve kendisini ancak Padişah’ın görevden
alabileceğini belirtti. Bununla beraber Dahiliye Eski Nazırı Ali Kemal ile Posta ve
Telgraf Umum Müdürü Refik Halit’in, kendisinin telgraflarının kabul edilmemesi
236
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.70-71; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.62-63; Tevetoğlu,
Atatürk’le…, s.22.
238
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.71-72.
237
101
yönündeki emirlerinin bir hükmü bulunmadığını da ekleyen Mustafa Kemal Paşa, o
gün çektiği telgraflara engel olmaya çalışan Erzurum baş müdürü ile merkez
müdürünün tutuklanarak Divan-ı Harbe verildiğini de ifade etmişti.239 Öte yandan
Mazhar Müfit Kansu, 5-6 Temmuz’da Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa, Kâzım
Karabekir Paşa ile Rauf Bey ve kendisiyle birlikte dokuz kişinin katıldığı gizli bir
toplantı yapıldığını, bu toplantıda memleketin durumuyla birlikte kurtuluş çarelerinin
ele alındığını ve bu toplantı sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinin bir kez
daha teyit edildiğini söylemektedir.240
b) Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya Verdiği Destek
Mustafa Kemal Paşa henüz Amasya’da iken Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa,
Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 21 Haziran tarihli telgrafta Mustafa Kemal
Paşa’nın yerine vekâleten tayin edileceğini söylemiş ve kendisinden boşalacak olan
15. Kolordu Komutanlığı için kimi tavsiye edebileceğini sormuştu. Kâzım Karabekir
Paşa ise cevabında vekâlet görevi için Erzurum’dan ayrılmasının mümkün
olmadığını, bununla beraber yerine önerecek uygun bir ismin de bulunmadığını ve
sağlık engeli dışında bir engel yok ise Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınmasının
doğru olmayacağını dile getirmişti.241 Erzurum’da kaldıkları süre içerisinde Mustafa
Kemal Paşa ve Rauf Bey’in rahat çalışabilmeleri için her türlü yardımda bulunan
Kâzım Karabekir Paşa, doğu illeri temsilcileri Erzurum’a gelmeye başladıklarında,
yol arkadaşlarını Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne üye yaparak kendilerinin
239
Atatürk’ün Tamim…, s.52-53.
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.30-34.
241
Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin kolordu komutanlığında kalmasının önemli olduğunu şu
cümleleri ile anlatmaktadır: “Ben kolordu kumandanı olarak Kemal Paşa’yı millete ve orduya sevdirir,
muhabbet ve itaat kazandırırım. Çünkü ben misal olacaktım ve tesir yapacaktım. Şarkta ve dolayısıyla
memleketteki nüfuzum buna müsaitti. Fakat bana benim kadar samimi ve kavi istinatgâh olacak
yoktu. Kemal Paşa’nın Erzurum’a muvasalatından sonra birlikte bu işlere karar vermek en doğru
olacaktır.” Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.58-59.
240
102
kongreye katılmalarını temin etmişti. Endişeye kapılan İstanbul Hükümeti, Harbiye
Nazırı Şevket Turgut Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in
faaliyetten men edilmelerini kendisinden kesin bir emirle istediğinde “Hukuki tetkikler
neticesinde Kanun u Esasi’ye aykırı bir harekette bulunmadıkları anlaşıldığından men edilecek bir
cihet görülmediği…” cevabını vermiş, İstanbul Hükümeti tarafından Erzurum’a
gönderilen, bölgede nüfuzu da olan eski mutasarrıflardan Ziya Bey adında birisini de
etkisiz hale getirmişti.242 Bunlardan başka Kâzım Karabekir Paşa, Dahiliye Nazırı
Ali Kemal’in, istifasından hemen önce valilere gönderdiği genelgesini 3 Temmuz’da
öğrenmiş ve Ali Fuat Paşa’nın verdiği gibi sert bir karşılık vermişti.243
Erzurum, Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınma ihtimalinin arttığı günleri
yaşarken, bu durumun kamuoyu üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi azaltmak için
Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya görevden alınmadan
önce kendisinin istifa etmesinin daha uygun olacağını söylemiş, Mustafa Kemal Paşa
da öylesi zor bir zamanda devlet makam ve rütbesinin halk üzerindeki etkisini
düşünerek biraz tereddüt göstermişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, 7/8
Temmuz gecesi saray ile yapılan haberleşmenin gidişatına bakarak hem müfettişlik
vazifesinden hem de askerlik mesleğinden istifa ettiğini bildirmişti. Mustafa Kemal
Paşa’nın emrindeki 3. Ordu’da Kurmay Başkanlığı görevinde bulunan Albay Kâzım
(Dirik) Bey, Mustafa Kemal Paşa istifa ettiğine göre, artık vazifesine devama lüzum
kalmadığını söyleyerek Kâzım Karabekir Paşa’nın maiyetinde bir göreve getirilmesi
için izin verilmesini istemiş ve Mustafa Kemal Paşa için üzücü bir teklifte
bulunmuştu. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in bu sırada yaşadığı şaşkınlığı244
242
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.165-167.
A.g.e., s.72.
244
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.50-51; Atay, Çankaya, s.214. Cebesoy da yaşananları, hadiseye
şahit olan arkadaşlarından duyduğunu aktarmaktadır. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.125.
243
103
Kâzım Karabekir Paşa’nın gelişi ortadan kaldırmıştı. Rauf Bey, Mustafa Kemal
Paşa’nın İstanbul Hükümeti tarafından sürekli huzursuz edildiği, vazifesinin elinden
alındığı buhranlı zamanlarında Kâzım Karabekir Paşa’dan dahi şüphe duyduğunu,
kendisinin ‘vefasızlık etmeyeceğinden imanım kadar eminim’ dediği Kâzım
Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ederken üst rütbedeki bir amirini
ziyaret eder tarzda, belli bir mesafede karşısında selam verip “Kumandamda bulunan
zabitan ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim, Siz bundan evvel olduğu gibi, bundan böyle de
bizim kumandanımızsınız. Kolordu kumandanına mahsus araba ile maiyetinize bir süvari takımı
getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.” şeklindeki sözlerinin Mustafa Kemal Paşa’da
bıraktığı etkiyi bir de Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de Anafartalar zaferinden
sonra ‘Hamdolsun İstanbul’u kurtardık’ derken gördüğünü söylemektedir. Rauf
Bey’e göre, Amasya’da verilen Milli Mücadele’ye atılma kararı artık emniyet
içerisinde uygulanma aşamasına girmişti.245 Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa,
verdiği sözlerle yetinmemiş olacak ki, hem Mustafa Kemal Paşa, hem de Rauf Bey
için ayrı ayrı kaleme aldığı vesikalarla bu sözünü teyit etmişti.246 Rauf Bey bu
noktada Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar için şunları
söylemektedir: “Başından sonuna kadar, mücadelenin içinde bulunmuş bir insan olarak bütün
samimiyetimle tarih huzurunda itiraf ederim ki: O olmasaydı, bu vatan ve bu millet, bu kurtuluşu
böylesine tam ve şan ve şerefle, kolay kolay idrak edemezdi. Bu gerçeği itiraf ederken, Mustafa
Kemal Paşa’nın, bütün sıfat ve yetkilerinden sıyrılıp bir millet ferdi haline geldiği zaman ‘Önderimiz
ancak O olabilir’ diye O’nu Padişah’a, hükümete ve düşmanların tazyikine rağmen, kendi yetkileriyle
teçhiz ve baş tacı edip emrine girmek suretiyle vatanseverlik, fedakârlık ve nefis feragatini göstermiş
245
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.51-52.
Kâzım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre yay. İstanbul, 1992, s.237,243; Karabekir,
İstiklâl Harbimiz, s.82-83.
246
104
olan Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların kurtuluş davasındaki hisselerini de unutmak büyük bir
nankörlük olur.”247
Aydemir, Karabekir’in ‘hepimiz emrinizdeyiz Paşam’ dediği anın hem Mustafa
Kemal Paşa için hem de Milli Mücadele tarihinde kader tayin edici bir an olduğunu
ifade etmektedir.248 Öyle ki Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da iken Kâzım Paşa ile
birlikte hazırladığı geniş yetkileri artık elinde değildir. Bu destek sadece
müfettişlikten değil, askerlik mesleğinden de istifa eden Mustafa Kemal Paşa’ya en
çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda verilmiştir ve Kâzım Karabekir Paşa’nın: “… Kemal
Paşa, pek meyustu. Ben kendisine hürmet ve samimiyette kusur etmeyeceğimi, pek samimi ve ciddi
bildirdim. Hazır ol vaziyetinde, selamla: ‘Bundan sonra dahi, ne emirleriniz varsa, ifayı bir şeref
bilirim’
dedim.”249
sözleriyle anlattığı bu anlar, Milli Mücadele’nin kırılma
noktalarından biri olmasının yanında, paşalar arasındaki yol arkadaşlığının da açık
bir göstergesidir. Zira böyle bir destek, yol arkadaşlarının vatanın kurtarılması ve
milletin bağımsızlığa kavuşturulması ortak paydasında kesin bir kararlılık içinde
buluşmalarının bir sonucudur.
Mustafa Kemal Paşa, resmi görevi ile birlikte askerlikten istifa ettiğini 9 Temmuz’da
yayımladığı bir genelgeyle duyuracaktı. Bu genelgesinde vatan ve milleti parçalanma
tehlikesinden kurtarmak için yapılan milli cihada resmi ve askeri sıfatının engel
teşkil etmeye başladığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, bu kutsal gaye için sonuna
kadar çalışmaya mukaddesatı adına söz verdiğini hatırlatarak çok sevdiği askerlik
mesleğinden istifa ettiğini ve bundan sonra kutsal gaye uğrunda milletin sinesinde bir
‘ferdi mücahit’ olarak çalışacağını ilan edecekti.250 Erzurum’da ilk olarak
247
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.52.
Aydemir, Tek…, c.II, s.106.
249
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.78.
250
Atatürk’ün Tamim…, s.54; Bekir Sıtkı Baykal, Erzurum Kongresi ile İlgili Belgeler, TİTE yay.,
Ankara, 1969, s.15.
248
105
kumandanlık dairesinde, Erzurum Valisi Münir Bey’in İstanbul’a gitmesinden sonra
da ondan boşalan evde Mustafa Kemal Paşa ile birlikte kalan251 bir diğer yol arkadaşı
Rauf Bey de ertesi gün bir beyanname yayımlayarak Mustafa Kemal Paşa ve
arkadaşlarının milli cihadına kendisinin de katıldığını, vatanın kurtulup milletin
bağımsız olduğu, saltanat ve hilafetin dokunulmazlığının sağlandığı ana kadar
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı adına söz
verdiğini söyleyecekti.252
Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in yayımladıkları bu beyannameler iki yol
arkadaşı arasındaki düşünsel farklılığı net bir şekilde ortaya koymakta ve Milli
Mücadele’nin başarılmasından sonra yaşanacak olan yol ayrımının nedenlerine dair
işaretler vermektedir. Mustafa Kemal Paşa beyannamesinde “Mübarek vatan ve milleti
parçalatmak tehlikesinden (kurtarmak) ve Yunan ve Ermeni âmâline kurban etmemek için açılan
mücahede-i milliye uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa sıfat-ı resmiye ve askeriyem
artık mani’ olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa
mukaddesatım nâmına söz vermiş olduğum cihetle pek âşıkı bulunduğum silk-i cehl-i askeriyeye
bugün veda’ ve istifa ettim. Bundan sonra gaye-i mukaddese-i milliyyemiz için her türlü fedakarlıkta
çalışmak üzere sine-i milletde bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu ta’mimen arz ve i’lan
eylerim.” ifadelerini kullanırken vatan, millet, milli mücahede gibi kavramların altını
çizmek suretiyle Milli Mücadele’nin neden ve nasıl yapılmakta olduğuna işaret
etmektedir. Rauf Bey’e gelince “Vatan ve milletin halâs ve istiklâli ve makam-ı Saltanat ve
Hilâfetin masuniyeti bilfiil te’min olununcaya kadar Mustafa Kemal Paşa ile beraber nihayete kadar
çalışmaya mukaddesatımız namına ahd ve misâk eylediğimizi arz ve i’lam ederim.” ifadeleri ile bir
yandan aynı kavramların altını çizmekte öte yandan mücadelesinin saltanat ve
hilafetin masuniyetinin sağlanmasını amaçladığını ifade etmektedir.
251
252
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.51.
Baykal, Erzurum…, s.16.
106
Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek İstanbul ve Amasya’da verdiği sözü bir
kez de yazı ile teyit eden Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa
ettiği haberini aldığı sırada hissettiklerini şu şekilde anlatmaktadır: “Fevkalade
heyecanlanmıştım. Bu heyecanım sebepsiz değildi. Mustafa Kemal’i mektep sıralarından beri
tanırdım. Benim sınıf arkadaşımdı. Orduya katıldıktan sonra da temaslarımız eksilmemiş,
ziyadeleşmişti. Acı ve tatlı ne kadar çok müşterek hatıralarımız vardı. Harbin en buhranlı ve kanlı
safhalarında beraberce bulunmuştuk. Mesleğine hakikaten âşık bir askerdi. Rütbelerini muharebe
meydanlarında kazanmış, şerefle taşıdığı üniformasının hakkını vermişti. Bu fedakâr arkadaşımızı
yalnız bırakmayacaktık. Davamız müşterekti. Esasen mücadeleye daha atılmadan önce buna söz
vermiştik.”
253
7/8 Temmuz gecesinde görevinden alınan Mustafa Kemal Paşa’nın yerine 3. Ordu
Müfettişliği’ne getirildiğini Erzurum Kongresi’nin açılışından iki gün önce öğrenen
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in de telkinleriyle 15.
Kolordu Komutanlığı da uhdesinde kalmak üzere bu görevi kabul etmişti.254 Aslında
hükümetin Mustafa Kemal Paşa’dan boşalan bu önemli görevi Kâzım Karabekir
Paşa’ya teklif etmesi, iki yol arkadaşı arasında bir ayrılığa yol açması amacıyla
yapılmış olabilirdi ancak daha önce Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılığını bildiren
Kâzım Karabekir Paşa, bu tayin işinde Milli Hareket’in faydasını gözetmiş ve
İstanbul’un oyununa gelmemişti. Bu noktada Rauf Bey de, Kâzım Karabekir
Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın yerine bu göreve getirilmesi konusunda
kendisinden fikir alırken bir mahcubiyet içinde olduğunu, bu görevi de milli gaye
için olumlu olacağı düşüncesiyle kabul ettiğini söylemektedir.255
253
Cebesoy, Milli…, s.122-123.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.88.
255
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.52.
254
107
c) Erzurum Kongresi
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919 tarihinde İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin
sene-i devriyesinde açılmıştı. Kâzım Karabekir Paşa bir Ermeni okul binasını kongre
için donatarak memurların ve askeri bandonun açılışa katılmasını sağlamış, kongre
üyelerini askerlerine selamlatmış ve hazırlıklarla bizzat ilgilenerek Milli Hareket’e
sahip çıktığını ilan etmişti. Öyle ki Harbiye Nazırı tarafından kongre toplanması
karşısında ne yaptığı sorulduğunda, memleketin çiğnetilmemesi için haklı olarak
kararlar alan halkın temsilcilerine destek verdiğini söylemişti. 29 Temmuz’da
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey için, karar ve tebliğlerine aykırı davranış ve
kışkırtmalarının
devam
etmesi
nedeniyle
derhal
yakalanarak
İstanbul’a
gönderilmeleri yönünde bir Meclis-i Vükela kararı çıkarılmıştı. Karar Erzurum’a
ulaştığında valilik Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in hükümetin karar ve
tebliğlerine aykırı bir tutum içinde olmadıkları cevabını vermiş,256 Kâzım Karabekir
Paşa da Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in yaptıklarını övüp hükümetin tavrını
eleştirdiği, tutuklama için kanuni bir sebebin bulunmadığını ve hatta kamuoyunun bu
tutuklamaları yapmaya elverişli olmadığını bildiren bir telgraf çekmişti. 5 Ağustos’ta
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa hakkındaki düşmanca yazılar karşısında
hem Sadaret hem de Harbiye makamına bir telgraf daha çekmiş, Erzurum
Kongresi’nin milletin ruhundan gelen heyecan sonrasında toplandığını, bu heyecanda
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in zerre kadar etkisinin olmadığını ve kendilerinin
sadece kongreye kabul edildiğini bildirmişti. Bununla beraber tek çarenin milli bir
meclisin toplanması olduğunu, bu konuda yavaş davranılması durumunda vekayi-i
milliyenin bu amaca kendi kendine ulaşacağını eklemiş ve hükümetin uygun bulup
256
Baykal, Erzurum…, s.21.
108
sarayın
da
onay
vereceği
bir
yerde
meclisin
toplanabileceği
önerisinde
bulunmuştu.257
Sadrazam Damat Ferit Paşa, Erzurum Kongresi’nin toplanmasından üç gün önce
yayımladığı bir bildiri ile konferans nedeniyle Paris’te bulunduğu süre içerisinde
Anadolu’da çıkan karışıklığın çok üzücü olduğunu belirtmiş, hazırlıkları yapılan ve
anayasaya açıkça aykırı olan bu kongrenin yasaklanması gerektiğini duyurmuştu.258
Dahiliye Nazırı Erzurum Valisi’nden bu gelişme üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın
tutuklanmasını istemiş, Vali Vekili de ‘Gücünüz yetiyorsa gelin siz tutuklayın.’
kabilinden bir cevap vermişti.259 Damat Ferit Paşa, bir sonraki gün de muhaliflerin
baskısı nedeniyle bazı nazırları değiştirdiği yeni kabinesiyle üçüncü dönemine
başlamıştı.260
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in delege olmadıkları için kongreye katılmaları
tehlikeye girince duruma el koyarak çözüme kavuşturan yine Kâzım Karabekir Paşa
olmuştu. Delege seçimleri bitmiş olduğundan başka bir çözüm yolu bulunmuş ve
Erzurum merkezinin iki delegesi istifa ettirilerek boş kalan delegeliklere Mustafa
Kemal Paşa ve Rauf Bey seçilmişti.261 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Rauf
257
Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.107-112; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.72-78; Sina Akşin,
‘Erzurum Kongresi Üzerine’, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011, s.116.
258
Kongre de açılışının ertesi günü Damat Ferit Paşa’nın tebliğine cevap olarak Sadrazam, belediye
başkanları, dernekler, idareciler ve komutanlara bir yazı yazacaktı. Bu yazıda kongrenin bir meclis
olmadığının, bir yıldır anayasanın birçok maddesine aykırı hareket eden hükümetin milleti haksız yere
suçladığının ve milli gaye için idarecilerle komutanların her şeylerini ortaya koymaları gerekirken bir
de yasaklamaya kalkışmalarının akla aykırı bir tavır olduğunun altı çizilecekti. Bkz. Nutuk Vesikalar,
vesika 39.
259
Sarıhan, Kurtuluş…, c.I, s.388.
260
Alemdar, Vakit, Zaman, 22 Temmuz 1919. Bu dönemde Anadolu’da gelişmekte olan Milli
Hareket’e karşı hükümetin tutumu daha da sertleşecektir.
261
Cebesoy, Milli…, s.145; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.80-81; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…,
s.65-66; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.76. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’ne katılması
noktasında Kâzım Karabekir Paşa’nın bir müdahalesinden bahsetmemekte, ancak iki üyenin istifası
üzerine kongreye katıldıklarını söylemektedir. Bununla beraber kongreye katılmakla ne amaçladığına
dair de şunları söylemektedir: “Evvela; ben, behemehal (ne olursa olsun) kongreye dahil olmalı ve
onu idare etmeli idim. Çünkü, zaman geçirmeksizin, irade-i milliyenin faaliyete geçirilmesini ve
milletin bizzat fiilen ve müsellahan ittihaz-ı tedabire (silahlı tedbirler alınmasına) başlamasını temin
109
Bey’le birlikte Milli Mücadele’nin henüz gelişmeye başladığı bir dönemde, iki ay
kadar kaldıkları Erzurum’da en büyük desteği yol arkadaşları olan Kâzım Karabekir
Paşa’dan görmüştü.
Erzurum Kongresi, Vilayat-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum
Şubesi ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin ortak girişimi sonunda
toplandı. Doğudaki altı vilayetin Ermenilere verileceği ve Trabzon merkez olmak
üzere bir Pontus Rum devleti kurulacağı yönündeki bilgiler Trabzon ve Erzurum’da
bulunan bu iki yerel direniş örgütünü çözüm arayışına itmiş ve Mustafa Kemal Paşa
Erzurum’a gelmeden önce, kendisinden bağımsız olarak Erzurum’da bir kongre
toplanması kararı alınmıştı. Erzurum, Bitlis, Sivas, Trabzon ve Van temsilcilerinin
katılımıyla eski takvime göre İkinci Meşrutiyet’in ilanının yıldönümü olan 10
Temmuz’a denk getirilmek istenen kongre, bazı temsilcilerin gecikmesi nedeniyle
Meşrutiyet’in yeni takvime göre yıldönümü olan 23 Temmuz’da toplanabildi.
Çoğunluğu oluşturan Erzurum ve Trabzon temsilcilerinin etkisinde geçen kongre
oldukça çekişmeli geçti. Kongreye Erzurum’dan 24, Trabzon’dan 17 delege katılımı
olurken Sivas, Bitlis ve Van’dan katılanlarla birlikte toplamda 60’a yakın katılım
oldu. Delegeler din adamları, şeyhler, toprak sahipleri, emekli memur ve subaylar,
eğitimciler, hukukçular, aydınlar, serbest meslek sahipleri ile ticaretle uğraşan
kimselerden müteşekkildi.262 Kongre Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi’nin ilgi
zaruretine kani idim. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, Kongrede, tenvir ve irşat ve
bizzat idare suretiyle çalışmamı elzem görüyordum.” Bkz. Nutuk, s.43-46.
262
Kansu, isim, meslek ve nereden katıldıklarını verdiği katılımcılarının sayısının 57 olduğunu
söylemektedir. Bkz. Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.78-80. Fahrettin Kırzıoğlu’nun Bütünüyle Erzurum
Kongresi, Cevat Dursunoğlu’nun Milli Mücadele’de Erzurum, Bekir Sıtkı Baykal’ın Erzurum
Kongresi İle İlgili Belgeler ve Dursun Ali Akbulut’un Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler başta
olmak üzere kongreyle ilgili belgelere yer veren çalışmalar olmasına rağmen Erzurum Kongresi’nin
Sivas Kongresi’nde olduğu gibi tam bir tutanağı mevcut değildir. Bu nedenle kongrede alınan
kararların ve tartışma boyutunda kalan konuların detaylarına vakıf değiliz. Akşin de kaynakçada yer
alan ‘Erzurum Kongresi Üzerine’ adlı makalesinde bu noktaya değinmekte ve Fahrettin Kırzıoğlu’nun
kitabına göndermelerde bulunmak suretiyle önemli gördüğü noktaların altını çizmektedir.
110
çekici bir duasıyla açıldı.263 Aynı gün Padişah’a çekilen bir telgraf ile kendisine olan
bağlılık bildirildi ve kongrenin açılış nedeni açıklandı.264 Yukarıda değinildiği gibi
Kâzım Karabekir Paşa’nın desteğiyle kongreye katılması mümkün olan ve
başkanlığa seçilen Mustafa Kemal Paşa, delegelere teşekkür ettikten sonra ülkenin
içinde bulunduğu durumdan bahsederek Mondros’u ihlal eden itilaf devletlerinin
vatanı parçalama ve tamamen işgal etme düşüncesinde olduklarını ve hem vatanı
hem de Padişah’ı kurtarmanın yolunun milli iradeyi hakim kılmaktan geçtiğini
söyledi. Hükümetin nasıl bir zaaf ve çaresizlik gösterdiğini de söyleyen Mustafa
Kemal Paşa, çeşitli ülkelerde emperyalist güçlere karşı gösterilen direnişlerden
örnekler verdi.265 Askeri üniformayla kongreye gelen Mustafa Kemal Paşa bir takım
itirazlar nedeniyle kıyafetini değiştirerek sivil kıyafet giymek durumunda kaldı.
Kâzım Karabekir Paşa, bu konuda Mustafa Kemal Paşa’yı uyardığını, buna rağmen
Mustafa Kemal Paşa’nın askeri üniforma ve Padişah yaverliği kordonu ile kongreye
geldiğini söylemektedir.266 On beş gün devam eden kongrede alınan kararlar ve
yapılan çalışmaların sonuçları 7 Ağustos’ta yayımlanan on maddelik bir beyanname
ile açıklandı.267
263
Atatürk’ün Tamim…, s.56.
Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.89.
265
Nutuk, s.43-44; Atatürk’ün Söylev…, s.3-4; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.80-83.
266
Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.66. Kâzım Karabekir Paşa bu durumu şöyle anlatıyor: ‘Riyaset
kürsüsüne mirliva üniforması ve padişah kordonuyla çıkması, münasebetsiz bir muameleye
kendilerini maruz bırakıyor: Gümüşhane murahhası Zeki Bey, riyaset kürsüsündeki Kemal Paşa’ya
hitapla: ‘Paşa, evvela arkanızdaki elbisenizi ve göğsünüzdeki kordonunuzu çıkarın da sonra riyasete
başlayın. Tahakkümden korkuyoruz’ diyor. Kemal Paşa tabi pek müşkül bir vaziyette kalıyor; o
akşam üniformayı atmaya mecbur oldu.’ Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.90. Atay da Mustafa
Kemal Paşa’nın başka elbisesi olmadığı için kongreye üniforma ile geldiğini, uyarılardan sonra da,
azledilen Erzurum Valisi’nden parasını ödeyerek aldığı bir takım elbiseyle kongreye geldiğini
söylemektedir. Bkz. Atay, Çankaya, s.219.
267
1. Trabzon ili ve Samsun livasını da içine alan Doğu Anadolu bölgesi hiçbir şekilde birbirinden ve
Osmanlı topluluğundan ayrılmaz bir bütündür ve bu bölgedeki bütün Müslümanlar öz kardeştiler. 2.
Osmanlı yurdunun bütünlüğü, milli bağımsızlığı ve Saltanat ve Hilafetin dokunulmazlığını sağlamak
için Kuva-yı Milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır. 3. Her türlü işgal ve müdahale
Rumluk ve Ermenilik teşkili amacına yönelik sayılacaktır. Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliği ve
toplumsal dengeyi bozacak yeni ayrıcalıklar verilmeyecektir. 4. Merkezi hükümetin bölgeyi terk ve
264
111
Erzurum Kongresi, yenik ayrıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda topraklarının önemli bir
kısmını kaybeden Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu topraklarının da Ermenistan’a
verileceği ve Trabzon’da bir Pontus Rum devletinin kurulacağı söylentilerinin
olduğu bir zamanda toplanmıştı. Akşin’in bir ‘kelle koltukta’ psikolojisi diye
tanımladığı bu durum elindeki toprakları kaybetmek istemeyen bölge insanının onca
tükenmişliğine rağmen bir direnişe geçmesini de beraberinde getirmişti. Bu psikoloji
‘elde olanı tutabilmek için ölümüne bir özveri, elde olmayanı da gözden çıkarma’
yani Osmanlı Devleti’nin kaybedilen geniş toprakları yerine Mondros Mütarekesi
sınırlarının esas alınması şeklinde kendini göstermişti. İşte böyle bir ortamda
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey gibi iki milli kahramanın Erzurum’a gelmiş olması
çok önemli bir moral ve rahatlatıcı unsur olmuştu. İki yol arkadaşının Erzurum’a
gelmeleri ve kongreye katılmaları, İngiliz Kontrol Subayı olarak Erzurum’da
bulunan Albay Rawlinson’u kuşkulandırmamak için Doğu Anadolu Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti ile doğrudan irtibatını kesmiş olan Kâzım Karabekir Paşa için de
aynı rahatlığı sağlamıştı.268
Erzurum Kongresi her ne kadar bölgesel bir kongre de olsa tüm yurdu ilgilendiren
kararların altına imza atmıştı. Mondros sınırlarının kabul edilmesi yanında vatanın
bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının esas alınması bunun en önemli kanıtı olmuştu.
ihmal zorunda kalması ihtimaline göre Hilafet ve Saltanata bağlılığı ve milli varlık ve hakları
koruyucu tedbir ve kararlar alınmıştır. 5. Birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan kimselerin daha
önce kazanılmış haklarına dokunulmayacaktır. 6. Mondros imzalandığı zamanki sınırlarda yaşayan
ezici çoğunluğu Müslüman olan memleketimizin olduğu gibi Doğu Anadolu’nun da bölünmesi
fikrinden vazgeçilerek varlığımıza ve haklarımıza saygılı adil bir karar verilmesi beklenmektedir. 7.
Devlet ve ulusun iç ve dış bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü saklı olmak şartıyla 30 Ekim 1918
sınırları içinde milliyet esaslarına uyan ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir
devletin fenni, sınaî, iktisadi yardımı memnunlukla kabul edilecektir. 8. İstanbul Hükümetinin de milli
iradeye bağlı olması zorunludur. Hükümetin milli meclisi hemen toplaması millet ve memleket
üzerine alacağı bütün kararları bu meclisin denetlemesinden geçirmesi zorunludur. 9. Aynı neden ve
gayeyle ortaya çıkan cemiyetler Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında bir araya
getirilmiştir. 10. Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir. Bkz. Baykal, Erzurum…, s.2325; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.114-116; Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.115-116.
268
Akşin, “Erzurum…”, s.112-115.
112
Alınan kararların ardından bir Temsil Heyeti269 seçilerek çalışmalar noktalanmış,
kongre başkanı Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Rauf Bey de Temsil Heyeti’ne
seçilmişti. Birçok kaynağa göre kongre tarafından üye seçildiği söylenen Kâzım
Karabekir Paşa, esasında Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğündeki
özel bir madde nedeniyle Temsil Heyeti üyesi olarak kabul edilmişti.270 Ayrıca eski
Beyrut Valisi Bekir Sami Bey, eski Erzurum mebusu Hoca Raif Efendi, Erzincanlı
Şeyh Fevzi Efendi, eski Trabzon mebusları İzzet ve Servet Beyler, eski Bitlis Valisi
Sadullah Bey ile Mutki’de aşiret reisi olan Hacı Musa Bey de Temsil Heyeti’ne
seçilmişlerdi.271 Erzurum Kongresi beyannamesi ülkenin birçok yeri ile yabancı
temsilciliklere tebliğ edilmişti.272 Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa önceden
tanıdığı bazı aşiret reislerine mektup yazarak o güne kadar yapılanları anlatmış,
Mutki aşiret reisine yazdığı mektupta da Hamidiye Kahramanı Rauf Bey’in de
Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçildiğini söylemiş ve kendilerinden
bölgelerinde teşkilatın geliştirilmesi konusunda destek istemişti.273
Erzurum Kongresi, yalnız itilaf devletlerine değil, İttihat ve Terakki’ye karşı olan
kesimlere de Milli Hareket’in ittihatçı bir hareket olmadığı mesajını her türlü
fırkacılık
akımlarından
uzak
olduğunu
söyleyerek
vermektedir.
Mondros
Mütarekesi’nin imzalandığı sıradaki sınırları esas kabul eden kongre, saray ve
269
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey dışında yalnız Şeyh Fevzi ve Hoca Raif Efendiler Sivas
Kongresi’ne katılacak, Kongrenin ardından Hoca Raif Efendi Erzurum’a, Şeyh Fevzi Efendi de
Erzincan’a dönecekti. Erzurum’da bulunmayan Bekir Sami Bey ise Sivas Kongresi’ne katılacaktı. Bir
araya gelip çalışma imkânı bulamasalar da böyle bir heyetin varlığı Milli Hareket’in millete mal
edilmesi bakımından önemliydi.
270
Atatürk’ün Tamim…, s.56-57; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.114; Karabekir, İstiklâl
Harbimizin…, s.91.
271
Nutuk, s.45; Uluğ İğdemir, Heyeti Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989, s.XI; Dursun
Ali Akbulut, Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler, Erzurum Valiliği yay., Erzurum, 1989, s.33;
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.114; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.91; Bekir Sami, Sadullah ve
Hacı Musa Beyler kongrede bizzat bulunmasalar da Temsil Heyeti üyeliklerine seçilmişlerdi.
272
Nutuk, s.48.
273
Nutuk Vesikalar, vesika 47-53.
113
İstanbul Hükümeti’nin aksine Arap ülkelerinden vazgeçildiğini ilan etmektedir.
Cebesoy bu noktada, Erzurum Kongresi kararlarının Amasya’da Mustafa Kemal
Paşa ve Rauf Bey’le birlikte hazırladıkları, Kâzım Karabekir Paşa ve Refet Bey’in de
onayladığı kararların ‘daha genişletilmiş ve şümullendirilmiş bir ifadesi’ olduğunu
söylemektedir.274
d) İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i Baltalama Girişimleri
Erzurum Kongresi’nden sonra İstanbul Hükümeti, Milli Hareket’i baltalamak için bir
takım tedbirler aldı. Milli Hareket’in telgraf haberleşmelerinin engellenme çabaları
yanında askeri ve mülki makamlara kendileri için güvenilir kimselerin getirilmesine
çalışıldı. 26 Temmuz tarihli kabine toplantısında beş bölgeye ayrılan Anadolu’nun
her bölgesine bir inceleme heyeti gönderme kararı da alındı.275 Böylece olan
bitenlerin İstanbul’a bildirilmesi, karışıklık çıkarmakla suçlanan komutanların yola
getirilmesi, Milli Hareket yanlılarının etkilenmesi veya etkisiz hale getirilmesi
amaçlandı. Ertesi gün bir hamle daha yapan hükümet yeni seçimlere karar verdiğini
vilayetlere bildirerek kendilerinden seçimler için hazırlık yapmalarını istedi.276 Öte
yandan 30 Temmuz’da İstanbul Hükümeti, vekâleten 3. Ordu Komutanlığı’nı
yürütmekte olan Kâzım Karabekir Paşa’dan hükümet kararlarına uymadıkları
gerekçesiyle Mustafa Kemal ve Rauf Beylerin yakalanarak İstanbul’a getirilmesi
274
Cebesoy, Milli…, s.150.
Memleket, Zaman, 29-30 Temmuz 1919; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.126,136; Karabekir,
İstiklâl Harbimizin…, s.79-80. Mustafa Kemal Paşa inceleme heyetlerinin gelişine aleyhte propaganda
yapılacağı düşüncesiyle karşı çıkmakta, Kâzım Karabekir Paşa ise Milli Hareketin kendilerine
anlatılmasıyla heyetin kazanılabileceğinden hareketle heyetin gelişine olumlu bakmaktaydı. Neticede
heyetin gelmesine engel olunmaması kararına varıldı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.136.
276
Memleket, 28 Temmuz 1919; Zaman, 29 Temmuz 1919.
275
114
konusunda mülki makamlara yardımcı olmasını da istedi.277 Bu tele 1 Ağustos’ta
cevap veren Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in vatan ve
millet aleyhinde ve kanuna aykırı davranışlarda bulunmadığını, vatansever insanların
böyle bir zamanda tutuklanmasının bölge halkını rahatsız edeceğini, tutuklamalar
için yasal bir neden olmadığını ve bu konuda ısrar edilmesinin olumsuz sonuçlar
doğuracağını söyledi.278 Bununla beraber ordu müfettişlikleri komutanlıklara
dönüştürüldüğünden Mustafa Kemal Paşa’nın ardından Kâzım Karabekir Paşa’nın
vekâleten
üstlendiği
3.
Ordu
Müfettişliği
de
3.
Ordu
Komutanlığı’na
dönüştürülmüştü. Zaten İstanbul Hükümeti, Kâzım Karabekir Paşa’nın ordu
komutanlığı
yetkilerinden
rahatsızlık
duymaktaydı.
Bu
nedenle
3.
Ordu
Müfettişliği’ni lağvederek Kâzım Karabekir Paşa’yı 15. Kolordu Komutanı olarak
bırakan İstanbul Hükümeti, 3. Ordu Komutanı olarak da Müşir Abdullah Paşa’yı
Kâzım Karabekir Paşa’nın üstünde bir göreve atayarak bölgeye hakim olmayı
planladı. Ancak bu tayine karşı çıkan Kâzım Karabekir Paşa, Abdullah Paşa’nın
Trabzon’dan karaya çıkarılmaması için tedbirler aldı, geri gönderilmesi veya
tutuklanması söz konusu olan Abdullah Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’nın bu tavrı
karşısında istifa etmek durumunda kaldı.279 Bütün bunlar yetmemiş olacak ki, bir de
görevinden azledilmiş ve askerlikten istifa etmiş olan Mustafa Kemal Paşa
askerlikten çıkarıldı, hükümetin önerisi, Padişah’ın da iradesiyle 9 Ağustos’ta
nişanları geri alındı ve fahri yaverlik unvanı kaldırıldı.280 15 Ağustos’ta Harbiye
277
Nutuk, s.48; Baykal, Erzurum…, s.21; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.106; 31 Temmuz tarihli
İstanbul gazetelerinde de Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in kanuna aykırı toplantılar yaptıkları ve
tutuklanmalarının istendiği haberine yer veriliyor. Bkz. Alemdar, Memleket, Vakit, 31 Temmuz 1919.
278
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.106-107; Karabekir İstiklâl Harbimizin…, s.74; Goloğlu,
Erzurum…, s. 98.
279
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.122-123.
280
Zaman, 13 Ağustos 1919. 13 Ağustos 1919 tarihli Peyam gazetesinde Mustafa Kemal Paşa’nın
askerlikten tardı başlığı altında 3. Ordu Müfettişliği’nden azledilen ve askerlikten istifa eden Mustafa
Kemal Paşa’nın nişanlarının geri alındığı ve fahr-i yaverlik unvanının kaldırıldığı haberine yer
115
Nazırı, kolorduların şifreyle haberleşmelerini yasaklayan bir emir yayımladı.
Mustafa Kemal Paşa ise bu emre karşı alınması gereken tedbirleri sıraladığı 18
Ağustos tarihli gizli bir tebliğ yayımlayarak haberleşme konusunun bir ölüm kalım
meselesi olduğunu söyledi ve telgraf merkezlerinin halk tarafından işgal edilmesi
yanında Posta Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey’in de görevden alınarak divanı harbe verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Mustafa
Kemal Paşa, 16 Ağustos’ta Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir telgraf çekerek
kendisinin Milli Hareket’e bakışını değiştirmeyi dahi denedi. Bu telgrafında her
ikisinin kalbinin de aynı gaye için attığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin
isteğine uygun hareket etmenin hüsrana yol açacağını ve milletin bağımsızlığı için
ortaya konulan iradeyi hiç bir gücün engelleyemeyeceğini ifade etti. Ayrıca güçlü
olmak için millete dayanmak gerektiğini, hükümet emirlerinin millete dayanılmadığı
için uygulanamayacağını ve Meclis’in bir an önce toplanması gerektiğinin de altını
çizdi.281
28 Ağustos’ta Harbiye Nezareti’nin kolordulara ‘2. Kolordu Kumandanı Ali Fuat
Paşa’nın, kendisine verilen görevleri tam olarak yerine getirmeyerek daha da içinden
çıkılmaz karışıklıklara sebebiyet verdiği için azledildiği ve halefinin gideceği zamana
kadar Ankara’da bulunan Ahmet Hulusi Paşa’nın vekâlet edeceği’ emri verilmişti.
veriliyor ve altına da şunlar yazılıyordu: “Anadolu’da harekât-i milliye perdesi altında tahriklerde
bulunan ve Erzurum’da milli kongreye riyaset eden Mustafa Kemal (Paşa) ilanihaye (sonsuza dek)
müstehak olduğu cezaya uğradı. Ümit ederiz ki, hükümet yakında kendisini tahriklere gayr-i muktedir
bir hale va’z eder.(getirir) Bkz. Peyam, 13 Ağustos 1919. Sivas Kongresi’nden sonra Sadrazam Damat
Ferit Paşa’nın istifa ettirilmesinin ardından kurulacak Ali Rıza Paşa Hükümeti sırasında Ankara ile
İstanbul arasında yeniden temas sağlanacaktı. İstanbul’da Meclis-i Mebusan toplanmadan önce
Harbiye Nazırı Cemal Paşa, sadarete Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa etmiş sayılmasını,
bununla beraber rütbe ve nişanlarının da geri verilmesini önerecek ve bu teklif hükümet tarafından 29
Aralık 1919 tarihinde uygun bulunacaktı. Padişah iradesinin de düzeltilmesinin ardından Mustafa
Kemal Paşa’ya 4,5 ay sonra ancak rütbe ve nişanları geri verilecekti. Ne var ki bu irade İngilizlerden
çekinilmesi nedeniyle Takvim-i Vakayi’de yayımlanmayacaktı. Bkz. Sarıhan, Kurtuluş…, c.II, s.359;
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, c.II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009, s.77-78.
281
Atatürk’ün Tamim…, s.58-61. Kolorduların haberleşmelerinde şifre kullanılmasını yasaklayan
hükümet kararı Dahiliye Nezareti’nin 21 Ağustos’ta Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir
yazı ile kaldırılacak, yasak sadece üç gün sürecektir. Bkz. Karay, Minelbab…, s.172.
116
Harbiye Nezareti’nin bu tasarrufuna 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Ahmet
Hulusi Paşa’ya ihtarda bulunarak görevi kabul etmemesini temin etmek ve vekâleti
kendi üzerine almak suretiyle karşılık vermişti.282 Ali Fuat Paşa, komutayı terk
etmeme niyetini “Harbiye Nazırının beni Ankara’dan ayırmak teşebbüsü… akim kalmıştı. Yerime
tayin edilecek kumandanlara da kumandayı terk etmeyeceğim gibi kendilerini Ankara’ya
sokmayacaktım ve sokmadım.” sözleriyle anlatacaktı. Zaten Mustafa Kemal Paşa da
kendisine 3 Eylül’de bir tel göndererek kumandayı kesinlikle terk etmemesini
söylemiş, Kâzım Karabekir Paşa ve Selahattin Bey’in Harbiye Nezareti’ne
protestoda bulunduklarını ilave etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’un bu
hamlesi karşısında sert tepki göstermiş ve Ali Fuat Paşa gibi namus ve iktidarı ile ün
yapmış bir komutan hakkında verilen azil emrinin düzeltilmesini istemişti.283 Öte
yandan Harbiye Nezareti, Ali Fuat Paşa’nın yerine Kiraz Hamdi Paşa’yı atamış,
Paşa’nın Ankara halkı ve subayları tarafından istenmediği bildirince de Ankara’ya
söz geçiremediğini düşünen İstanbul Hükümeti 2. Kolordu’yu lağvetme yolunu
seçmişti. Paris Konferansı’nda Yunan işgalinin sınırlandırılması ve işgal sırasında
yapılanların soruşturulması için bir komisyon kurulması284 kararının çıkması Milli
Hareket’i engelleme noktasında Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin elini güçlendirmişti.
Zira Milli Hareket genel itibarıyla Yunan işgaline bir tepki olarak ortaya çıkmıştı.
Hükümetin elinin güçlenmesi, Yunan işgali sırasında vatansever duygularla Milli
Hareket’e katılanlar arasında bazı tereddütlerin baş göstermeye başlamasına yol
282
Cebesoy, Milli…, s. 185-186; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.175.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.176-177; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.84-86; Cebesoy,
Milli…, s.183-186.
284
Amiral Bristol başkanlığındaki bu komisyon incelemesini tamamladıktan sonra raporunu 1919 yılı
Ekim ayında Paris Konferansı’na sunacaktı. Buna göre, Türklerin bazı yanlışları olmakla birlikte
yapılan zulümlerin asıl sorumlusunun Yunanlılar olduğu, Yunanlıların geri çekilmesi, yerine içinde
Yunan askerinin de bulunabileceği müttefik askerlerinin gelmesiyle olası bir Türk ve Yunan temasının
önlenmesi gerektiği, İzmir ve Ayvalık dışında Türklerin çoğunlukta olduğu, bu nedenle işgallerin
haksız olduğu tespiti yapılacaktı. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.II, s.241-242.
283
117
açmıştı. Bu anlamda Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Milli Hareket’in heyecan ve
geriliminin sürdürülmesi için sert önlemlerden yana olmuşlardı. Ali Fuat Paşa da
kendilerine destek verirken, Kâzım Karabekir Paşa bazı sert tedbirlere muhalefet
etmişti. Örneğin, İstanbul’un Milli Hareket’e yönelik telgraf haberleşmesini
engelleme girişimi karşısında yukarıda da bahsedildiği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın
merkezle haberleşmeyi kesme düşüncesinde olmasına karşılık Kâzım Karabekir Paşa
farklı düşünmüştü.285 Kâzım Karabekir Paşa’nın bu türlü muhalefeti Milli
Mücadele’nin ilerleyen günlerinde de kendisini gösterecek, ilerleyen bölümlerde
görüleceği üzere Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa üzerinde denetleyici ve
kontrol edici bir role soyunacaktı. Netice itibarıyla İstanbul Hükümeti’nin aldığı
tedbirler Milli Hareket’i etkilemişse de çalışmaları sonlandırmamış, Sivas’ta
toplanacak kongre için yapılan hazırlıkları engelleyememişti.
Erzurum Kongresi’nde alınan kararların ardından, Sivas’ta da bir kongre toplanacağı
haberinin Sultan Vahdettin ve İstanbul Hükümeti tarafından öğrenilmesi, kongreye
engel olunması için bir takım tedbirlerin alınmasını da beraberinde getirecekti.
Hükümetin aldığı tedbirlerin en başında Elazığ Valisi Ali Galip’in Sivas’ta
toplanacak olan kongreyi basmakla görevlendirilmesi gelecekti. Yalnız bundan önce
de birçok adım atılacak, henüz 19 Ağustos 1919 tarihinde Sivas Valisi Reşit Paşa,
Dahiliye Nazırı Adil Bey’den Sivas’ta yapılacak kongreye engel olması, kongreye
katılmak üzere gelenlerin memleketlerine geri gönderilmesi ve şayet kalmakta ısrar
285
Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.100-101. Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa
tarafından hoş karşılanmayan başka yaklaşımları da olacaktı: Mustafa Kemal Paşa kendisine haber
vermeksizin emri altında fırka kumandanlığı yapmakta olan Halit Bey’e Erzurum Valiliği için
İstanbul’dan gelmekte olan Mithat Bey’in iadesi ya da ikamete mecbur edilmesi emrini vermiş, Kâzım
Karabekir Paşa da bu durumu kendisi ile konuşmuştu. Bununla beraber birkaç gün sonra Mustafa
Kemal Paşa’nın Harput Valisi Ali Galip’i öldürmek için Halit Bey’in tavsiye ettiği birini Harput’a
gönderdiğini öğrenen Kâzım Karabekir Paşa, yola çıkan kişinin geri dönmesi için emir vermiş ve bu
konudaki rahatsızlığını Rauf Bey ile paylaşmıştı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.53-57.
118
ederlerse gerekeni yapması emrini alacaktı.286 Öte yandan Ankara’da bulunan Ali
Fuat Paşa, o günlerde Damat Ferit Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i
yakalatmak için üçer dörder kişilik gruplara ayrılan kırk kadar Kürt ve Arnavut
zabitini doğuya göndermek üzere olduğu bilgisini de verecekti.287
Sivas Kongresi için yapılan hazırlıkların tamamlanmasının ardından, Mustafa Kemal
Paşa ve Rauf Bey Sivas’a doğru yola çıkmadan hemen önce Sivas Valisi Reşit
Paşa’dan bir haber almışlardı. Buna göre Vali, Fransız Jandarma Müfettişi Mösyö
Brüno ile yaptığı özel görüşmede Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’a gelerek bir kongre
düzenlemesi halinde Sivas’ın beş-on gün içinde işgal edileceği, bir sonraki
görüşmesinde ise itilaf devletleri aleyhinde bir dil kullanmazlarsa kongrenin
yapılmasında bir sakınca olmayacağı bilgisini almıştı. Reşit Paşa, Mösyö Brüno’nun
önceki sözlerini yumuşatma nedeninin hem Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını ele
geçirmek hem de Sivas’ı işgal etmek olduğunu, Dahiliye Nezareti’nin de bu yönde
bir haber verdiğini ifade ederek Sivas’ta yapılacak kongrenin iptal edilmesi ricasında
bulunmuştu. Bununla beraber Vali, illa bir kongre toplanacaksa Erzurum ya da
Erzincan’ın bu iş için uygun bir yer olacağı önerisini de iletmişti. Mustafa Kemal
Paşa ise İstanbul Hükümeti’nin tesiri altında bulunan Reşit Paşa’nın endişelerinin
yersiz olduğu, Fransızların Sivas’ı işgal etmesinin yeni bir savaş kararı olacağı, bu
kararın Mösyö Brüno ve arkadaşları arasında konuşulsa dahi Fransız milletine mal
edilemeyeceği ve bu nedenle bunun bir blöften ibaret olduğu düşüncesindeydi.288
286
Sarıhan, Kurtuluş…, c.II, s.54.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.81.
288
Nutuk, s.52-54; Cebesoy, Milli…, s.188-190.
287
119
e) Sivas’a Doğru Tehlikeli Yolculuk
Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Raif Efendi ile birlikte 29 Ağustos 1919 tarihinde
Kâzım Karabekir Paşa tarafından uğurlanarak Sivas’a doğru yola çıktı.289
Erzincan’da Şeyh Fevzi Efendi’yi de yanlarına aldıktan sonra jandarmalar tarafından
yolu kesilerek uyarılan kafile, Dersim eşkıyalarının bir boğazı tuttuklarını, mevcut
kuvvetlerle güvenliğin sağlanamayacağını, yardım için ne zaman ve ne kadar
kuvvetin geleceğinin belirsiz olduğunu öğrendi. Erzincan’a dönmenin Sivas’ta
duyulmasının kamuoyu üzerindeki olumsuz etkisini ve Sivas’ta toplanması
düşünülen kongreyi geciktireceğini hesap eden Mustafa Kemal Paşa ne olursa olsun
yola devam etme kararını verdi. Tedbir almayı da ihmal etmeyen Mustafa Kemal
Paşa, hafif mitralyözlerle silahlandırdığı genç subaylardan kendilerini korumaları
için bir otomobille önden gitmelerini istedi. Şayet bir saldırı olursa kendilerinin de
otomobilden atlayıp ateş edeceklerini ve ne pahasına olursa olsun yolun açılacağını
söyledi. Otomobilde Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey dışında Hoca Raif ve Şeyh
Feyzi Efendiler de vardı.290 Her şeyi göze alarak girdikleri boğazı herhangi bir
saldırıya uğramadan geçen kafile, 2 Eylül’de ulaştığı Sivas’ta Vali Reşit Paşa ve
Kolordu Komutanı Selahattin Bey ile birlikte kalabalık bir topluluk tarafından
coşkuyla karşılandı.291 Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hayatlarının tehlikeye
girmesi karşısında dahi kararlılıklarından vazgeçmemiş, Milli Hareket’in bütün
parçalarının birleştirildiği Sivas Kongresi işte böylesine sıkıntılı şartlara rağmen
toplanabilmişti.
289
Nutuk, s.56; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.174; Cebesoy, Milli…, s.190; “Rauf Orbay’ın
Hatıraları”, c.III, s.83.
290
Rauf Bey ve Raif Efendi ile birlikte Erzurum’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzincan’da
Şeyh Fevzi Efendi’yi de yanlarına alacak, Tokat’tan Sivas’a gelecek olan Bekir Sami Bey’le birlikte
Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçilen 9 kişinin 5’ini bir araya getirmiş olacaktı. Böylece
Samsun ve Trabzon’u da içine alan Doğu Anadolu bölgesini temsil hakkına sahip olacaktı.
291
Nutuk, s.56-57; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.199-203.
120
f) Ali Fuat Paşa ve Sivas Kongresi Hazırlıkları
Sivas Kongresi’ne delege göndermek için çaba harcayanlardan biri de Ankara’da
bulunan Ali Fuat Paşa idi. Kongreye katılmasa da hazırlıkları ile yakından ilgilenen
Ali Fuat Paşa hem kendi mıntıkası hem de kontrolünde bulunan vilayetlerde
delegelerin seçilmesi ve selametle Sivas’a ulaşabilmeleri için büyük gayret gösterdi.
Bu noktada Kansu “… Ali Fuat Cebesoy’un büyük himmeti, kesin azmi, esaslı tedbirleri
olmasaydı Sivas Kongresi belki de toplanamaz ve murahhaslar Sivas’a gelebilmek imkânını bütün
arzularına rağmen bulamazlardı.” demekte, delegelerin geçişi ve fikirleri hakkında
kendisine bilgi geldikçe Mustafa Kemal Paşa’nın: “Bravo Fuat’a. Aslan gibi çalışıyor”
diyerek büyük memnuniyet duyduğunu aktarmaktadır.292
Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa da kongreye katılmak için Sivas’a doğru
yola çıkmıştı. Bir süre oğlunun yanında kalan Paşa, Ankara’dan ayrılırken: “Biliyor
musun Fuat, Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar göreceğim gelmişti. Bir oğlumu İstanbul’da
bırakmıştım. İkincisini Ankara’da buldum. Üçüncüsüne Sivas’ta kavuşacağım.”
293
diyerek
Mustafa Kemal Paşa’yı da oğlu gibi gördüğünü ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa
ise Sivas Kongresi’nin açıldığı gün Ali Fuat Paşa’ya bir telgraf çekmiş ve “Peder-i
muhteremleri Paşa Hazretleri ile şerefyab oldum. Gönderdiğiniz matbu nüshaları ve mektupları
294
kâmilen aldım. Arz-ı teşekkür ederim. Rauf Beyefendi ile gözlerinizden öperiz.”
demişti.
Vali Muhittin Paşa’nın baskısı nedeniyle Ankara merkezi Sivas Kongresi’ne delege
gönderememiş, görevinden alınmış olan Ali Fuat Paşa da baskının olmadığı Ankara
çevresinden delege göndermekle beraber diğer illerden gelen delegelerin Sivas’a
ulaşmalarına yardımcı olmuştu. Bununla beraber genel kongre Ali Fuat Paşa’dan,
muhalif tavırlarından rahatsız olduğu Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın yakalanarak
292
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.149.
Cebesoy, Milli…, s.187.
294
Özçelik, Ali…, s.86.
293
121
derhal Sivas’a gönderilmesini istemiş, ilk etapta yakalanamayan Vali, 19 Eylül’de
Rıza Bey müfrezesince yakalanmış ve Sivas’a gönderilmişti.295
Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a geldiği zaman Refet Bey’in Sivas’ta olmadığını,
kendisinin nerede olduğunun da bilinmediğini, oysa 7 Temmuz tarihli talimat
gereğince kendisinin 3. Ordu mıntıkasını terk etmemesi gerektiğini söylemektedir.
Kongrenin toplanacağı günlerde Sivas’ta bulunması gereken Refet Bey’in Ankara’da
olduğu anlaşılır ve Ali Fuat Paşa’ya verilen bir emirle kendisinin bir an evvel Sivas’a
gelmesi istenir. Kongre başladıktan ancak üç gün sonra Sivas’a gelen Refet Bey,
Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Heyeti üyesi olarak kongreye takdim edilir.296
2.4. MİLLİ MÜCADELE’DE SİVAS GÜNLERİ
a) Sivas Kongresi
Sivas Kongresi, Amasya’da verilen karar üzerine zorluklar içerisinde toplanabilen bir
kongre idi. Öyle ki Amasya Kararları’nın altına imza atan Refet Bey dahi, Erzurum
Kongresi yapılırken Sivas’ta bir kongre daha yapılacak olmasının İstanbul
Hükümeti’ni harekete geçireceği ve doğu illerini ikiye bölme tehlikesine yol
açabileceği düşüncesiyle bu kongreden vazgeçilmesini, illa yapılacaksa da başka bir
ilde yapılmasını önermişti.297 Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum Kongresi
kararlarının Sivas’ta teyit edilmesine gerek olmadığı kanaatindeydi.298 İki yol
arkadaşının aksi yöndeki görüşlerine rağmen gerçekleşen kongre, tehlikeye düşmüş
olan memleketin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını kurtarmak için milli
iradenin hakim kılınması amacını gütmüştü. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa,
295
Cebesoy, Milli…, s.225; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.295.
Nutuk, s.57; Özdemir, Refet…, s.33.
297
Mahmut Goloğlu, Sivas Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008, s.13.
298
M. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, c.II, Türkiye İş Bankası yay., Ankara, 1965, s.5.
296
122
kongrede herhangi bir ayrılığa yol açmadan ileride takip edeceği yol için gerekli
yetkileri almayı da amaçlamıştı. Zaten kongre süresince manda meselesi gibi
hararetli tartışmalara neden olan konularda dahi yumuşak ve uzlaştırıcı
davranmasının nedeni de bu idi.299
Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı bir
konuşmayla açıldı. Konuşmasında ilk olarak işgallere ilgisiz kalan İstanbul
Hükümeti’ni eleştiren ve memleketin içinde bulunduğu durumun bir fotoğrafını
çeken Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Erzurum Kongresi’nde Batı Anadolu ve
Rumeli’nin de temsiliyle ortaya çıkacak genel yetkinin kullanılmasının Sivas
Kongresi’ne bırakıldığını ve kongrede vatanın tek bir bütün ve milletin tek bir varlık
olduğunu ispatlayacak kararlar alınacağını ifade etti.300
Amasya Kararları’nın alındığı günden itibaren temsilci göndermeleri için vilayetlere
haber gönderilmesine rağmen kongreye Batı Anadolu ve Rumeli’den ancak birkaç
temsilci katılmıştı. Mustafa Kemal Paşa da 20 kadar temsilcinin gelmesi üzerine
yanında bulunanların bir kısmını farklı illerin delegesi olarak kongreye dahil etmişti.
İğdemir’in kongre tutanaklarını içeren eserinde de görüleceği üzere 28 delegenin
katılımıyla açılan kongre, bütün çabalara rağmen yeni gelenlerle birlikte kesin
olmamakla beraber ancak 38 temsilciye ulaşabilmişti. Mustafa Kemal Paşa ve
arkadaşları Erzurum Kongresi tamamlandıktan sonra üç hafta kadar daha Erzurum’da
kalmış, ardından Sivas’a hareket etmişlerdi. Erzurum Kongresi’ne 56 temsilci
katılmışken tüm çabalara rağmen Sivas’a katılım umulduğundan düşük kalmıştı.301
Öte yandan manda fikrine taraftar olanların bir fırsat olarak gördüğü ve bu noktada
bir karar alınmasını temin etmek için Sivas Kongresi’ne katıldığı da düşünülürse, bu
299
Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1999, s. XII.
A.g.e., s.107-111.
301
Goloğlu, Sivas…, s.11-13.
300
123
kişilerin de gelmemesi halinde katılımın çok daha düşük kalacağını söylemek yanlış
olmayacaktır. Oldukça zor şartlar altında yapılan Sivas Kongresi’ne katılımın az
olması daha sonra geniş katılımlı bir kongre yapılması için hazırlık yapılmasına
neden olacak, hatta Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, 61. Tümen Komutanı
Albay Kâzım (Özalp) Bey’e gönderdiği bir telde toplanması planlanan genel kongre
için delegelerin seçilerek hazır tutulması gerektiğini söyleyecekti. Bununla beraber
milli cemiyetleri içine alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ülke
çapında yaygınlaşması ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşmesiyle birlikte bu
kongreye gerek duyulmayacaktı.302
Kongrenin açılışında görkemli bir tören yapılmış, başkanlık seçimi konusunda tıpkı
Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi bazı tartışmalar yaşanmıştı. Rauf Bey, bazı
üyelerin her ne kadar askerlikten istifa etmiş olsa da Mustafa Kemal Paşa’nın
başkanlığına karşı çıktığını, halkın eseri olan bir kongreye başkan seçilecek kimsenin
halkı temsil eden sivil bir kimse olmasının dışarıya da hoş bir mesaj olacağı
düşüncesinde olduklarını, Erzurum’da Kâzım Karabekir Paşa’nın yaptığını Sivas’ta
kendisinin yaptığını ve yaptığı arabuluculuk sonucunda henüz kongre başında ortaya
çıkan bu sorunu çözerek Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığının önünü açtığını
söylemektedir.303 Mustafa Kemal Paşa ise Bekir Sami Bey’in evinde Rauf Bey’in de
katıldığı özel bir toplantı yapıldığını ve bu toplantıda kendisinin başkanlığa
getirilmemesine karar verildiğini söylemektedir. Bu toplantıyı Hüsrev (Gerede)
Bey’den öğrenen Mustafa Kemal Paşa, önce bu bilgiye itibar etmediğini, ancak
kongre salonuna girmeden hemen önce Rauf Bey’i gördüğünü, kendisine ‘Kimi reis
yapalım?’ diye sorduğunda ise ‘Sen reis olmamalısın!’ cevabı aldığını ve en yakın
302
Nutuk, s.79; Bekir Sıtkı Baykal, Heyet-i Temsiliye Kararları, TTK yay., Ankara, 1989, s.20-21;
Kâzım Özalp, Milli Mücadele, c.I, TTK yay., Ankara, 1998, s.56-57.
303
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83.
124
arkadaşlarının bu tavrının kendisini hem üzdüğünü hem de düşündürdüğünü ifade
etmektedir.304
İki yol arkadaşının birbirine zıt sözleri nasıl açıklanabilir? Öncelikle Mustafa Kemal
Paşa’nın sözleri ve Rauf Bey ile karşılaştığı sırada yaptığı konuşma çok açıktır.
Kansu da o sırada kendisine refakat ettiğini söylediği Mustafa Kemal Paşa’nın,
kongre salonundan içeriye girerken Rauf Bey’le saniyeler içerisinde gerçekleşen bir
konuşma yaptığına şahit olduğunu, bu sırada sadece Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Bekir
Sami Bey’in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz, öyle mi?’ şeklindeki
sözlerini duyduğunu ve ayrıntılarını daha sonra öğrendiğini aktarmaktadır.305 Rauf
Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığı noktasında arabuluculuk yaptığını
söylemekte ve dolaylı olarak böyle bir toplantının varlığını doğrulamaktadır. Bizce
Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını istemeyenlerle yaptığı toplantının da
etkisiyle Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını istememiş, Paşa’nın kararlılığı
karşısında ise geri adım atmak durumunda kalmıştır. Bu nedenle ‘Sen reis
olmamalısın’ sözü kişisel bir söz değil, yapılan görüşmeler sonucunda alınmış bir
kararın göstergesidir. Öte yandan İstanbul’daki Şişli toplantılarının ardından geldiği
Amasya’da Mustafa Kemal Paşa ile buluşan ve o günden itibaren hep birlikte hareket
eden Rauf Bey, her fırsatta Milli Hareket’in liderliği noktasında kendisini öne
çıkarmayı başaran Mustafa Kemal Paşa’ya karşı bir hazımsızlık da yaşamaktaydı. Bu
toplantıyla bir engelleme girişiminde bulunulduğunu, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın
başkanlık seçiminde aldığı oylara bakılırsa işin daha öteye götürülmediğini de
söylemek mümkündür. Bu yüzden Rauf Bey’in bahsettiği arabuluculuk toplantıya
katılanları daha sonra bu girişimden vazgeçirmeye çalışmaktan ibaret sayılmalıdır.
304
305
Nutuk, s.58.
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.211.
125
Bizce Sivas Kongresi sırasında yaşanan bu hadiseye Mustafa Kemal Paşa’nın, Rauf
Bey’e karşı ilerideki yol ayrımında duyacağı güvensizliğin ilk nüveleri olması
yönüyle de bakılmalıdır.
İşin içine şahsiyet karışmamasını gerekçe göstererek sırayla birer kez başkanlık
yapılmasını teklif eden Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa’nın bu teklifi
oylanmışsa da kabul görmedi ve yapılan gizli oylama sonucunda sadece 3 muhalif oy
alan Mustafa Kemal Paşa başkanlığa, Rauf Bey ile İsmail Fazıl Paşa da başkan
vekilliklerine seçildi.306
Kongrenin ilk gününde ittihatçılık yapılmayacağına dair yemin konusuyla beraber
Padişah’a gönderilmesi ve millete duyurulması düşünülen bildiriler ele alındı.
Bununla beraber kongre, bir ihtilal kongresi olarak görüldüğünden oturumların gizli
yapılması da kararlaştırıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında milletin kaderini elinde
bulunduran İttihatçılar, gelinen noktada en büyük sorumlu olarak görüldüğünden,
kongreye katılanların bir çoğu geçmişte İttihatçı olmasına rağmen kongrenin ikinci
gününde İttihatçılığı canlandırmayacaklarına dair yemin ettiler. İttihatçılara duyulan
tepkilerin azaltılması yanında, İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i ısrarla İttihatçı
göstermeye devam etmesi böyle bir yolun seçilmesine neden oldu. Bir telgrafla
kurban bayramı tebrik edilen Padişah’a bağlılık bildirilerek hükümet şikayet edildi
ve milletin ülkesini çöküşten kurtarmak için meşru hakkını kullanarak kongreyi
topladığı ifade edildi. Aynı gün kongrenin toplandığı millete de duyuruldu.
Kongrenin daha sonraki oturumlarında Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi
kimselerden gelen telgraflar okundu, İsmail Hami Bey tarafından gündeme getirilen
ve Amerikan mandasının kabulünü isteyen muhtıra üzerinde şiddetli tartışmalar
306
İğdemir, Sivas…, s.1-2; Nutuk, s.59.
126
yapıldı ve Rauf Bey’in önerisiyle Amerikan senatosundan bir inceleme heyeti
istenmesi kararına varıldı. Ali Fuat Paşa’nın Batı Anadolu Kuva-yı Milliye
Komutanlığı’na getirilmesi ve İrade-i Milliye isimli haftada iki gün yayımlanacak bir
gazete çıkarılması kararları da alındı. Bununla beraber Temsil Heyeti’nin yeni
üyelerinin seçimi yapıldı ve mali kaynakları üzerinde duruldu. Kongrenin son
gününde de manda taraftarlarının tüm çabalarına rağmen tam bağımsızlık ilkesini
esas alan kongre beyannamesi yayımlandı.307
Sivas Kongresi kararları, esasen Erzurum Kongresi’nde kabul edilen beyanname
maddelerinin teker teker okunmasıyla bazı maddelerin ya aynen kabul edilmesi veya
daha genel bir şekle sokularak değiştirilmesiyle oluştu. 11 Eylül tarihinde sona eren
ve yayımladığı bir beyannameyle aldığı kararları her tarafa duyuran Sivas
Kongresi’nde belirli bir bölgeyi ifade eden Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin adı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak değiştirildi,
bütün vatanı ifade edecek şekilde kapsamı, faaliyet alanı ve yetkisi genişletildi. Bu
önemli karar Anadolu ve Rumeli’deki bütün yerel direniş örgütlerinin bir çatı altında
toplanarak Cemiyetin bir şubesi haline getirilmesi anlamına gelmekteydi ve kuşkusuz
307
Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti, Sivas’ta bir kongre yapılmak suretiyle
Erzurum Kongresi’nde kabul edilen beyannamesinin değiştirilmesinden hoşnut olmamıştı.
Değişikliklerden sonra yayımlanan Sivas Kongresi beyannamesi şu maddelerden oluşmaktaydı: 1.
Mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırları içine alan topraklar birbirinden ve
Osmanlı topluluğundan ayrılamaz. Buralarda yaşayan Müslüman unsurlar da birbirinin öz
kardeşidirler. 2. Milletin bağımsızlığı için milli iradeyi hakim ve milli kuvvetleri etken kılmak esastır.
3. Her türlü işgal ve müdahaleye, özellikle Rum ve Ermeni devletleri kurmaya yönelik çabalara karşı
hep birlikte savunma yapılması kabul edilmiştir. 4. Müslüman olmayanlara siyasi hakimiyeti ve sosyal
dengeyi bozacak haklar verilemez. 5. Hükümet ülkenin herhangi bir yerini terk veya ihmal ederse,
buna karşı her türlü tedbir alınmıştır. 6. İtilaf devletlerinden yurdu parçalamaktan vazgeçmesi ve
mütareke sınırlarındaki tarihi, etnik, dini ve coğrafi haklarımıza riayet etmesi beklenmektedir. 7. İstila
emeli beslemeyen herhangi bir devletin fenni, sınai ve ekonomik yardımları memnuniyetle
karşılanacaktır. Adil ve insani şartlarda bir barış yapılması milli bir istek olarak benimsenmiştir. 8.
Hükümetin milli iradeye tabii olması, milli meclisi acilen toplaması ve milletin kaderine ilişkin
kararları bu meclisin denetimine sunması gerekmektedir. Milli vicdandan doğan tüm cemiyetler her
türlü fırkacılıktan uzak olan ve tüm Müslüman vatandaşların doğal üye olarak kabul edildiği Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir. 9. Kongre bir temsil heyeti seçmiş,
köylerden vilayet merkezlerine kadar milli teşkilatlar güçlendirilip birleştirilmiştir. 8 oturum olarak
yapılan kongrenin tutanakları için bkz. Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları. Sivas Kongresi
Beyannamesi için bkz. A.g.e., s.113-115.
127
gerçekleşmesi için zamana ihtiyaç vardı. Sivas Kongresi ile, Erzurum Kongresi’nde
alınan kararlar bir bölgeye has kararlar olmaktan çıkarıldı, tüm yurda mal edilen
kararlar hüviyetini aldı. Çalışmasının devamına imkân olmayan Erzurum’daki
Temsil Heyeti’ne aralarında Refet Bey’in de bulunduğu yeni isimler eklenmek
suretiyle işlevsel olabilecek bir sayıya ulaşıldı.308
Böylece Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti, 23 Nisan 1920 tarihinde Meclis’in
açılacağı zamana kadar milletin tümü adına hareket etme ve karar alma yetkisine
sahip oldu.
b) Manda Meselesi
Sivas Kongresi sırasında hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olan konulardan
biri de manda meselesiydi. Manda meselesi kongrenin, Erzurum Kongresi’nce kabul
edilen tüzük ve beyannamenin görüşülmesi dışındaki bir diğer gündemiydi. O
günlerde ülkede Halide Edip, Ahmet Emin gibi kimselerle Milli Kongre Cemiyeti,
Vahdet-i Milliye ve Milli Ahrar Fırkası’nın savunduğu Amerikan mandacılığı
yanında, manda ve himaye yerine İngiliz dostluğu ve yardımını isteyen saray ve
çevresi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi kesimler vardı.
Amerikan mandasını isteyenler bu sayede doğu üzerinden fedakârlık yapmak
suretiyle Arap vilayetlerinin kurtarılması umudunu taşımaktaydı. Milli Hareket ise
henüz Amasya Kararları alınırken Mondros Mütarekesi sınırlarını kabul etmek
suretiyle bu tavrın tam tersini savunmaktaydı. Esasında Erzurum Kongresi’nde
manda ve himaye reddedilmiş, ancak bağımsızlığı ihlal etmeyecek bir devletin her
308
Nutuk, s.60; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.94-96. İğdemir, Refet Bey’in Şarki Anadolu
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğü gereğince Temsil Heyeti’nde asgari sayıya ulaşabilmesi amacıyla
Erzurum ve Sivas Kongreleri arasında Temsil Heyeti’ne alındığı kanaatindedir. Bkz. Uluğ İğdemir,
Heyet-i Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989, s.XII.
128
türlü yardımına açık olunduğunun altı çizilmişti. Halide Edip, 10 Ağustos’ta Mustafa
Kemal Paşa’ya bir mektup göndermiş, kendisini ve Rauf Bey’i ehven-i şer olarak
gördüklerini ifade ettiği Amerikan mandasının kabul edilmesi fikrine katılmaya davet
etmişti. Memleketin kurtarılması amacıyla çareler arayan Halide Edip’in başını
çektiği bir grup, İstanbul’a gelen Amerikan King-Crane Tahkik Heyeti ile
görüşmesinin ardından yegâne kurtuluş yolu olarak Amerikan mandasını görmüş,
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ikna etmek amacıyla Halide Edip tarafından
kaleme alınan mektup işte o sıralarda Sivas’a ulaşmıştı. Mektubunda itilaf devletleri
arasında Türkiye için yapılan çekişmelerden bahseden Halide Edip, Amerikan resmi
çevreleri ve kamuoyunun Anadolu’da gerçekleştirilen mücadeleye olumlu baktığını
söyleyerek ‘Biz İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye hudutlarını
şamil olmak üzere muvakkat bir Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görüyoruz.’
ifadelerini kullanmıştı. Halide Edip’in Amerikan mandası isteğinin gerekçesi, küçük
ve zayıf bir Türkiye’nin azınlıklarla baş edemeyeceği, ülkenin imarı için hem para
hem de güce ihtiyaç duyulduğu, Amerika’nın farklı unsurları başarılı bir şekilde
idare ettiği ve bu başarısını başka milletlere de göstermek arzusunda olduğu
şeklindeydi.309 Kâzım Karabekir Paşa da, 4 Eylül’de İsmet Bey’den bu yönde bir
mektup ile Ahmet İzzet Paşa’dan Sivas Kongresi’ne gönderilmek üzere bir layiha
aldığını, İsmet Bey’in ısrarlı takibine rağmen bunları gizleyerek Sivas’a
göndermediğini söylemektedir.310
Yukarıda da bahsedildiği üzere esasında Erzurum Kongresi’nde bağımsızlığı ortadan
kaldırmadan yapılacak bir dış yardımın memnuniyetle kabul edileceği kabul
edilmişti. Açıkça kürsüye çıkıp savunmasalar da Erzurum Kongresi’nde dahi etkisi
309
310
Nutuk, s.64-66; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.144.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.53-57.
129
hissedilen Amerikan mandası taraftarları için Sivas Kongresi tam bir fırsat olarak
görülmüştü. Amerikalı gazeteci Browne zaten bu amaçla Sivas’a gönderilmişti.
İstanbul’dan kongreye katılan Kara Vasıf, Bekir Sami, İsmail Fazıl Paşa ile Hami ve
Refet Beyler de manda fikrinin savunucularıydı ve bu isimler mandacılık fikrine
mesafeli duran Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını engellemeye çalışmışlarsa da
başarılı olamamışlardı.
Sivas Kongresi’ni bir fırsat olarak gören manda taraftarları, konunun gündeme
gelmesiyle hararetli bir şekilde mandayı savunmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa,
toplantının başında ‘muhatabını sühuletle anlayan çok zeki bir genç’ olarak tarif
ettiği Amerikalı gazeteci Browne’ın311 herhangi bir resmi sıfatı olmadığını,
sözlerinin Amerika adına değil de kendi adına olduğunu, üstelik bu kişinin mandanın
ne olduğu konusunda bilgiye sahip olmadığını ve ‘Manda siz ne derseniz odur’
dediğini söylemiş, ardından konu üzerinde biraz daha düşünülmesi için toplantıya on
dakika ara vermişti.312
Manda konusu, 25 imzalı muhtıra ile 8 Eylül’de Heyet-i Temsiliye üyesi Bekir Sami
Bey, İsmail Fazıl Paşa ve İsmail Hami Bey tarafından verilen önerge ile Mustafa
Kemal Paşa’nın başkanı olduğu Teklif Encümeni’nde görüşülüp bir karara
bağlanmadan kongre genel kuruluna geliyordu.313 Bu noktada taraftarlık gösterenler,
itiraz eden cılız sesleri boğuyordu. İstiklâlden ödün verilmeksizin, istiklâli muhafaza
şartıyla bir Amerikan mandası savunulduğu ifade ediliyordu. Manda fikrini hiçbir
şekilde kabul etmeyenlere karşı Refet Bey ve İsmail Fazıl Paşa gibi kimseler
311
Amerikalı gazeteci Browne, Sivas Kongresi’ni izleyen tek yabancı gazetecidir. 2 Eylül’de Sivas’a
gelen Browne, İstanbul’da Amerikan mandasını isteyenlerce Sivas’a gönderilmiştir. Amacı Sivas
Kongresi’nin Amerikan mandası hakkındaki tutumunu öğrenmek ve Amerika’ya iletmektir. Bkz.
Sarıhan, Kurtuluş, c.II, s.118. İrade-i Milliye’nin ikinci sayısında da Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey
ve sair kongre azaları ile mülakat ve temaslarda bulunduğu ve milli emellere tercüman olacak raporlar
verdiği ifade edilen Brown’a teşekkür edilmektedir. Bkz. İrade-i Milliye, 17 Eylül 1919.
312
İğdemir, Sivas…, s.47; Nutuk, s.70.
313
İğdemir, Sivas…, s.46; Goloğlu, Sivas…, s.103-104.
130
mandanın istiklâle engel olmadığını, manda ile kuvvet kazanınca istiklâle daha iyi
sahip olunacağını, perişan halde savaştan çıkmış bir milletin parasız ve ordusuz
müstakil bir hayatının olmayacağından hareketle Amerikan mandasını kabul etmenin
zorunlu olduğunu söylüyorlardı.314
Konuşmalar sırasında mandanın ne olduğu konusunda tam bir bilgisizlik yaşandığı
ortaya çıktı. Temsil Heyeti üyesi Raif Bey dışında manda fikrine açıkça karşı çıkan
olmadı. Mandanın kabul edilmesi yönünde bir konuşma yapan Refet Bey,
“…bilmediğimiz korkunç bir şeyin, tıpkı ecel gibi bir şeyin karşısındayız. Ona doğru koşuyoruz ve bu
315
defa koşmak lazım!” ifadelerini kullandı.
Bununla beraber manda taraftarları, henüz
kongre başlamadan önce özel toplantılar yapmaya başlamıştı. Mandacılık fikrinin
Amasya Kararları’nın altına imzasını atan yol arkadaşlarından Refet Bey’i dahi
sarmış olması meselenin ne kadar hassas olduğunun göstergesiydi. Tartışmalar
hararetli bir şekilde devam ederken söz alan Rauf Bey, mandanın bağımsızlığı yok
edeceğini, bu yüzden Amerikan mandaterliğini değil de Amerikan yardımını kabul
etmek gerektiğini söyledikten sonra Erzurum Kongresi’nde iç ve dış bağımsızlığı
ihlal ve memleketi işgal fikri olmayan bir devletin fenni ve iktisadi yardımının kabul
edileceği kararının alındığını ve şimdi yardım istenecek bu devletin Amerika
olduğunu söylemenin bir mahzuru olmadığını ifade etti. Rauf Bey konuşmasında
Browne ile yaptığı manda ve Türkiye’nin itilaf güçlerince bölünmesi konusundaki
görüşmesini de kongreye aktardı. Browne’ın, senatonun henüz karar vermediğini,
ancak Anadolu ve Rumeli’nin temsilcisi olan sizler bir karar verirseniz bizim
girişimimizi kolaylaştırırsınız dediğini, kendisinin de Browne’a: ‘Eğer Amerika
teklifimizi kabul etmezse artık hiçbir devletle müzakere edemeyecek duruma
314
315
Kongrede manda konusundaki konuşmalar için bkz. İğdemir, Sivas…, s.48-75.
İğdemir, Sivas…, s.59; Tevetoğlu, Atatürk’le…, s.43.
131
düşeriz’ cevabı verdiğini, bunun üzerine Browne’ın ‘Eğer Amerika kabul etmezse
zaten taksim edileceksiniz’ dediğini aktardı. Bunun yanında Amerika’yı açık bir
şekilde istemeleri durumunda ise merkezi hükümetin eline vatanı sattıkları yönünde
bir silah vereceklerini, bundan önce meşru bir hükümet ve bir meclis gerektiğini
söyleyen Rauf Bey’e Browne, azınlıkların aleyhte propagandalarından da bahsederek
Amerikan kongresinden bir heyetin bu etkileri bertaraf etmek için incelemelerde
bulunmasını teklif etmelerini önermişti. Rauf Bey de oy birliği ile bir heyet davet
etmeyi kongreye önermeyi teklif etti ve böylece Amerikan mandası üzerine yapılan
hararetli tartışmalar Rauf Bey’in konuşmasıyla ilk olarak meşru bir hükümet ve
meclis, sonra da manda kararı şeklinde bir çözüm önerisine dönüşmüş oldu.316 Netice
itibarıyla Amerikan Kongresi’nden keyfi kararlara imkân tanınmadan önce
memleketteki hal ve şartları tetkik edecek bir heyet davet ederek Amerikan
desteğinin sağlanması önerisi oy birliği ile kabul edilerek karara bağlandı ve Sivas
Milli Kongresi adına Başkan Mustafa Kemal Paşa ile Başkan Vekilleri Rauf Bey ve
İsmail Fazıl Paşa’nın imzaladıkları bir mektup Amerikan Kongresi’ne gönderildi.317
Yukarıda manda konusunda tam bir bilgisizlik olduğunun ortaya çıktığını
söylemiştik. Bu noktada o günlerde mandadan ne anlaşıldığına da değinmekte fayda
vardır. Sivas Kongresi sırasında manda konusunda konuşanlar içinde manda fikrini
en çok savunanların dahi istiklâlden bahsetmesi mandanın ne olduğunun tam da
anlaşılmadığının bir göstergesiydi. Kongre katılımcıları mandayı bir anlamda ülkenin
düzlüğe çıkarılması için istiklâle halel getirmeyen bir devletin desteği ve bir dış
yardım olarak algılamaktaydı. Örneğin Refet Bey, “…Bizim Amerikan mandasını kabul
316
İğdemir, Sivas…, s.73-75.
Atatürk’ün Tamim…, s.65; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, sayı 31, s.146-147; Cebesoy, Milli…,
s.207-208. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek
hatırlamadığını ve bu mektuba özel bir önem de atfetmemiş olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Nutuk,
s.77.
317
132
etmekten maksadımız, bütün cemiyetleri esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından
kurtulmak ve sakin ve milletlerin vicdanlarına riayetkar Amerika’yı kabul etmektir… Amerika’dan
uzaktayız, o gelip bizi İngiltere gibi tazyik edemez!… Bir de diyelim ki biz harici ve dahili istiklâl-i
tam isteriz! Fakat acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan evvel, bizi
acaba kendi başımıza bırakacaklar mı bırakmayacaklar mı? bunu düşünelim… eğer biz bugün bir
devletin kefaleti altında bir sulh akdedecek olursak, ileride müsait şerait altında bulunur bulunmaz
hemen döner ve kendi faidemizi temin ederiz. Lakin eğer menfi bir vaziyet hasıl olacak olursa acaba
büsbütün ziyan etmiş olmayacak mıyız? ... herhalde bir kefalete ihtiyacımız var… tek bir kefalet
olması müreccahtır; bu da ancak Amerika olabilir. Bu işi bitirmek için herhalde bir Amerikan kefaleti
kabul etmek mecburiyetindeyiz. Yirminci asırda beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek
münbit (verimli) olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira varidatı (geliri) olan bir kavim
için müzaherat-ı hariciye (dış yardım) olmaksızın idame-i hayat etmek (yaşamak) imkanı olamaz …
Eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir muharebe açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan
vapurlarla asker getireceği halde biz Erzurum’da hangi şimendiferlerle asker getireceğiz? Binaenaleyh
Amerikan mandası her şeyden evvel bir kefil ve müzahir bulmak için lazımdır; şimdiye kadar ne
çektiysek, hep İngiltere’den çektik. Bu sebeple İngiltere’nin elinde oyuncak olmamak için herhalde
318
onun rakibi olan Amerikan’ın mandasına muhtacız…”
ifadeleriyle istiklâlden tamamen
vazgeçmek istenmese de uzak ve istila emeli beslemeyen bir Amerika’yı, yakın ve
işgalci bir İngiltere’ye tercih etmekteydi. Bununla beraber konuşmasının sonundaki
“Biz kati ve tam istiklâlimizi isteyelim, halen ve atiyen, dahilen ve haricen mugayir-i tefehhüm
olabilecek her türlü mandayı da istemediğimizi söyleyelim. Fazla olarak Cemiyet-i Akvam’a hemen
veya kariben duhulümüz hakkını tamamen temin edebilecek fenni, sınai bir yardım, bir müzaheret
isteyelim; herhalde Amerika müzaheretini şu veya bu şerait altında istemeliyiz … İster Erzurum
Kongresi’nde olduğu gibi Amerika’yı zımnen gösterir ve istersek Amerika sözünü açıktan açığa
telaffuz ederiz; veyahut Amerika ayanına hitaben bir mektup yazılır… bu mektupta: “Biz ne
komiteyiz ne Bolşevik’iz. Biz vatanımızın halası ve istiklâli için çalışıyoruz; biz sizden bu hususta
muavenet istiyoruz. Bu arzumuzu Erzurum Kongresi beyannamesiyle de ihsas etmiştik. Siz bir karar
vermeden gelin burayı görünüz. Geliniz, anlayınız; biz doğrudan doğruya kabiliyet-i hayatiyeyi haiz
318
İğdemir, Sivas…, s.58-59.
133
bir milletiz, bu memleketi imar edin diyebiliriz.” sözlerinde tam bağımsızlık ve manda
kavramları iç içe geçmekte, mandanın ne olduğu konusunda tam bir kafa karışıklığı
göze çarpmaktadır. Bununla beraber Amerikan Başkanı Wilson tarafından
Ermenistan mandası açısından Türkiye’yi incelemekle görevli kalabalık bir
Amerikan inceleme heyetinin başında bulunan ve kongrenin tamamlanmasından
sonraki günlerde Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşı Rauf Bey’le bir görüşme
yapan Amerikan Genelkurmay Başkanı General Harbord’un ‘…onların manda sözüyle
anladıkları, bizim görüşümüzden farklıdır. Onlara göre manda ağabeyin kardeşine önerileri gibi bir
şey. İç işlerine veya uluslararası ilişkilere karışmadan, herhangi bir otorite ortaya koymadan
319
uygulanan bir ilişki.”
şeklindeki sözleri de bu tezi desteklemektedir. Harbord’a göre
mandayı bir ağabey nasihati ve himayesi olarak gören Türkler, ağabey olarak
Türkiye’yi parçalama planını uygulamaya koyan İngiltere’yi değil, kendisine coğrafi
olarak uzak ve milletlerin kendi kaderini tayin etmesini destekleyen Amerika’yı
tercih
etmekteydiler.
Mandayı
‘kendi
gücümüzle
toparlanamayacağımız
mülahazasıyla, İngiltere veya Amerika gibi bir büyük devletin geçici bir zaman için
himaye şeklinde yardımını isteyip, kabul etmek’ şeklinde tarif eden ve ‘Biz
Anadolu’da ne Erzurum’da ne de Sivas’ta böyle bir şey düşünmemiştik’320 diyen
Rauf Bey’in Sivas Kongresi sırasında ‘memleketimize karşı en bitaraf vaziyette
bulunan Amerika’nın muzaheretini kabule mecburuz.’ şeklindeki sözlerini de bu
bağlamda değerlendirmek lazımdır.
Akşin, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşalar gibi mandaya karşı olduğu
bilinen isimlerin İngiliz desteği altındaki saray ve hükümete karşı Amerika’nın
desteğini almaya çalıştıkları, hükümeti düşürmek ve yerine meşruti bir hükümet
319
Seçil Karal Akgün, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesi’ne Dair) Raporu
(Kurtuluş Savaşı Başlangıcında), Kervan Kitapçılık, İstanbul, 1981, s.111.
320
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.144.
134
kurmak düşüncesiyle bu destekten faydalandıklarını söylemektedir.321 Bu noktada
Kâzım Karabekir Paşa, ne kendisinin ne de Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in
kesin bir mecburiyet olmadıkça manda fikrine yanaşacaklarını, bu mecburiyetin de
ancak milli varlıklarını sarf ettikten sonra gerçekleşebileceğini, yine de bunun bir sır
olarak kalacağını söylemektedir.322 Mazhar Müfit Kansu da, Erzurum’dan itibaren
manda lehinde olduğuna şahit olmadığını söylediği Rauf Bey’in, toplantıdan önceki
kulis çalışmaları sırasında “Manda diyenler bilmelidir ki… Biz tam istiklâlciyiz ve tam müstakil
323
(bağımsız) bir Türkiye istiyoruz” dediğini aktarmaktadır.
Refet Bey gibi mandaya taraftar olduğunu açıkça ifade eden kimselerin kongre
sırasında
sarf
ettiği
sözler,
kendilerinin
tam
bağımsızlığın
millet
eliyle
kazanılacağına dair bir ümitsizlik, ciddi bir endişe içinde bulunduklarını ve Milli
Hareket’e güvenmezmiş gibi bir tutuma sahip olduklarını göstermesi bakımından ilgi
çekicidir. Bu noktada yurtseverliklerinden şüphe edilemeyecek kişilerin kongre
sırasındaki sözleri ve bağımsızlığa halel getirmeyecek bir dış yardıma olan ihtiyacı
dile getirmeleri, bağımsızlık ihlal edilmeden bir dış yardım nasıl alınabilir sorusunu
akla getirmektedir. İşte bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, menfaat ortaklığı olmayan
bir Amerikan yardımından ziyade menfaatlerin örtüştüğü bir Sovyet yardımını temin
etmek amacıyla girişimlerde bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa Türkiye gibi zayıf ve
fakir bir ülkenin ciddi bir mücadeleye girişebilmesi için mutlaka bir dış yardım
alması gerektiği düşüncesindeydi. Ancak bu yardımın sınırları da ülkenin iç ve dış
bağımsızlığına saygı duyan ve işgal emeli beslemeyecek bir ülkenin kabul edileceği
şeklinde çizilmiş, Erzurum Kongresi’nin 7. maddesiyle bu yönde bir karar da
alınmıştı. Erzurum Kongresi’nde kastedilen ülke bizce de Amerika olsa da, Sivas
321
Akşin, İstanbul…, c.I, s.533.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.128,173.
323
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.238.
322
135
Kongresi sırasında bu sınırların aşılacağına dair işaretler Mustafa Kemal Paşa’yı
Amerikan yardımının kabul edilmesi fikrinden uzaklaştırmıştı. Zaten Doğu
Anadolu’da bir Ermenistan devleti kurulmasına taraftar olan Amerika’nın bu işten
nasıl bir menfaat sağlayacağı da bilinmemekteydi. Bu nedenle kısa süre sonra Enver
Paşa’nın amcası Halil Paşa Moskova’ya gönderilecek, karşılıklı çıkarların örtüştüğü
başka bir devlet olan Sovyet Rusya ile temasın sağlanması için çaba gösterilecek,
böylece Sivas Kongresi sırasında zirve noktasına ulaşan Amerikan mandası fikri
zamanla etkinliğini kaybedecekti. Bu bağlamda Amerikan mandasının kabulü
yönündeki şiddetli eğilime rağmen Sivas Kongresi’nde bu doğrultuda bir karar
alınmaması ve Rauf Bey’in önerisiyle bir ara formül bulunması Milli Hareket’in
geleceği açısında isabetli bir sonuç olmuştur.
Kongre sırasında Başkan Mustafa Kemal Paşa manda konusundaki tartışmalara net
bir şekilde karşı çıkmamış ve manda taraftarlarına, söylemek istediklerini ifade
imkanı tanımıştı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Alaşehir delegesi Mahmut
Macit Bey’in ‘Asıl maksat bu değildir; asıl mesele bundan sonra yalnız
yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandater kim olacak? budur’
şeklindeki sözlerinden sonra devreye girerek devletin istiklâlinden vazgeçmemesi ve
devletle milletin zararlı tazyiklere karşı bir dış yardıma ihtiyaç duyup duymaması
şeklinde iki noktanın olduğunu, bu nedenle konunun Teklif Encümeni’ne havale
edildikten sonra kongreye getirilmesini istemişti. Bu istek, Mustafa Kemal Paşa için
mandacıları oyalama taktiği olarak yorumlanabilirse de kaybedilecek vakit
olmadığını söyleyen manda taraftarlarının ikna edilmesi söz konusu olmamıştı.324
Mustafa Kemal Paşa, bağımsızlığı muhafaza şartıyla bir mandanın kabul edilmesini
324
İğdemir, Sivas…, s.52-53.
136
dahi kabul etmemiş, tam bağımsızlık ilkesini esas almıştı. Kongre sırasında mandayı
ima eden tek bir cümle kurmadığı gibi manda lehinde bir karar alınmaması için
çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa için Erzurum Kongresi beyannamesinin ilgili
maddesindeki ‘istila emeli beslemeyen herhangi bir devlet’ ibaresinden Rauf Bey’in
Amerika manasını çıkarması ancak bir yanlış anlamadan ibaret olabilirdi. Kendisine
göre, ne Erzurum Kongresi heyeti ne de Sivas Kongresi heyeti Rauf Bey’le bu
noktada aynı kanaatteydi. Refet Bey de kongre sırasındaki konuşmasında Rauf Bey
ile benzer bir okuma yapmış ve Erzurum Kongresi beyannamesinde dolaylı olarak
işaret edilen devletin Amerika olduğunu söylemişti. Mustafa Kemal Paşa ise
Nutuk’ta Sivas Kongresi beyannamesinin 7. maddesini aynen yazmakta ve bu
maddenin neresinde manda ve mandater devletin Amerika olacağına dair bir işaret
olduğunu
sormaktadır.
Öte
yandan
Mustafa
Kemal
Paşa,
Refet
Bey’in
konuşmasından sonra bu yönde devam etmesini beklediği konuşmaların etkisini
azaltmak ve özel görüşmelerle bazı kimseleri aydınlatmak için on dakika ara
verdiğini söylemiş,325 manda lehinde bir karar alınmamasından yana bir duruş
sergilemişti. Neyse ki Rauf Bey’in önerisi üzerine kabul edilen ara formül ile manda
lehinde bir karar alınmamış ve Milli Hareket tam bağımsızlık rotasından sapmamıştı.
Burada bir noktaya daha değinmekte yarar görmekteyiz. Türkiye’de Amerikan
mandasına karşı bir temayül varken Amerika tarafından durumun nasıl göründüğüne
de bakmak gerekmektedir. Acaba Amerika manda konusuyla neden ilgilenmekteydi?
Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı öncesinde yapılan gizli anlaşmalardan haberdar
olmayan ve sonlarında girdiği savaşın seyrini değiştiren Amerika, başkanı Wilson
aracılığıyla savaşın bitmesinden önce barış şartlarını dünya kamuoyuna ilan etmişti.
325
Nutuk, s.75-76.
137
14 maddelik bu ilkelerin 12. maddesi Osmanlı Devleti’nin çoğunluğu Türk olan
kesimlerinin Türklere bırakılması, ancak Türk hakimiyeti altında yaşayan milletlere
de kendi kaderlerini belirleme hakkı verilmesine dairdi. Bu madde Avrupa’nın galip
devletleri için gizli anlaşmaların uygulanamaması anlamına geldiğinden, Avrupa
devletleri Paris Konferansı’nda kendileri için bir engel teşkil etmesini istemedikleri
Amerika’ya Türk toprakları üzerinde bir mandater devlet olma önerisinde
bulunmuştu. Galip Avrupa devletlerinin bir başka planı ise Doğu Anadolu
topraklarını da kaplayan geniş bir alanda bağımsız bir Ermenistan devletinin
kurulması idi. Amerika, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan tehcir nedeniyle
ülkesine gelen Ermenilerin de etkisiyle zaten Osmanlı sorununun içine girmişti.
Avrupa’nın Amerika’ya yaptığı bu manda önerisinin kabul görmesi Amerikan
kamuoyu ile senatosunun onayının alınması ile mümkün olabilirdi. Wilson da bu
öneriyi zaten senatoya kabul ettirme şartıyla kabul etmişti. İşte Amerikan
Genelkurmay Başkanı General Harbord’un Anadolu’ya gelmesinin ve Sivas
Kongresi’nin tamamlanmasından sonraki günlerde Milli Hareket temsilcileriyle
görüşmesinin nedeni aşağıda da görüleceği üzere Türkiye üzerine bir Amerikan
mandasının uygulanabilirliği ile Doğu Anadolu topraklarını da içine alan geniş bir
bölgede bir Ermenistan devletinin kurulması planının gerçekçiliği üzerine bir
inceleme yapmaktı.326
c) Ali Galip Olayı
Ali Fuat Paşa, 14 Ağustos’ta yukarıda da bahsedildiği gibi İstanbul Hükümeti’nin
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ölü veya canlı ele geçirmek üzere üç-dört kişilik
326
Akgün, General…, s.5.
138
çetelerden oluşan otuz kadar Kürt ve Arnavut subayına görev verdiğini bildirmiş, bir
hafta sonra da İngilizler tarafından Ankara üzerinden gönderilen bir grubu haber
vermişti.327 Bu türlü tehlikeler yürünmekte olan yolda başa gelmesi muhtemel
tehlikelerdi ve şimdi de kendisini Sivas Kongresi sırasında göstermişti.
Sivas Kongresi’nin ikinci gününde doğu illerinde bir Kürt devleti için çalışan İngiliz
binbaşısı Noel ile, tanınmış bazı Kürt reisleri önderliğindeki bir grup Malatya’da bir
araya geldi. Orada bulunan süvari alayı komutanının, sayıları az olduğu gerekçesiyle
Kürtçü önderleri tutuklayamadığı öğrenildi.328 Elaziz Valisi Ali Galip’in de bu sırada
Malatya’ya gelerek Noel ve beraberindekilerle görüştüğü duyuldu.329 Buna karşılık
Mustafa Kemal Paşa, bahsedilen kimselerin derhal tutuklanarak Sivas’a getirilmesi
emrini verdi. Bu sırada Sivas Valisi Reşit Paşa’ya gelen bir telgraf üzerine Mustafa
Kemal Paşa, maiyetindeki zabitlerden bazıları aracılığıyla telgrafhanedeki bütün
haberleşme evraklarına el koydu. Bulunan evraklar arasında Harbiye Nazırı
Süleyman Şefik Paşa ile Dahiliye Nazırı Adil Bey’in Elaziz Valisi Ali Galip ile
yaptıkları görüşmeler de vardı. Bir haftadan beri devam ettiği anlaşılan yazışmalar,
İstanbul Hükümeti’nin Elaziz Valisi Ali Galip’ten, peşine takacağı 100-150 kadar
Kürt süvarisiyle beklenmedik bir zamanda Sivas’a gidip, vilayet ve komutanlığı ele
geçirmesini ve kongreyi dağıtarak üyelerini yakalama isteğinde bulunduğunu ortaya
çıkardı.330 Bu hizmetlerine karşılık Ali Galip, Sivas Kongresi’ni dağıtmadan evvel
iki derece terfi ettirilerek, önce kurmay albaylığa sonra da paşalığa getirilmesi
327
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.127; Akşin, İstanbul…, c.I, s.542.
Nutuk, s.78-80; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83-84; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.199;
Akşin, İstanbul…, c.I, s.544. Mustafa Kemal Paşa, aynı yerde Noel’in amacının Kürtleri Kürdistan
teşkil etme vaadiyle kandırıp kendilerine karşı bir suikast girişimi olduğunu söylemektedir.
329
Jaeschke, Noel’in Ali Galip’le bir tesadüf sonucu karşılaştığını söylemektedir. Bkz. Jaeschke,
Kurtuluş…, s.144.
330
Nutuk, s.85-87; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.84; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 227-232. Bu
belgeler, İrade-i Milliye’nin ikinci sayısında vesaik-i ihanet (ihanet belgeleri) adı altında
yayımlanmıştır. Bkz. İrade-i Milliye, 17 Eylül 1919.
328
139
dışında çok sayıda talepte bulunmuş ve bu talepleri nazırlar tarafından kabul
edilmişti. Bir türlü Malatya’dan hareket edemeyen Ali Galip, Mustafa Kemal
Paşa’nın aldığı tedbirler karşısında herhangi bir girişimde bulunamadan Urfa
üzerinden Halep’e kaçtı, oradan da İstanbul’a ulaştı.331 Kâzım Karabekir Paşa da
Doğu Anadolu’daki bazı birliklerin Malatya ve Elaziz tarafına kaydırılması gibi
tedbirlere başvurmuştu.332 Ali Galip Olayı dışında Milli Hareket’i tehdit eden bir
gelişme de Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın, emrindeki jandarmalarla birlikte teftiş
süsü vererek Sivas Kongresi’ni basma planıydı. Ancak planın haber alınması üzerine
Ali Fuat Paşa ile Keskin Kuva-yı Milliye Reisi Rıza Bey’e emir verilmiş ve Muhitin
Paşa, yanındaki jandarma alay komutanının da yardımıyla Çorum’da bulunduğu
sırada Kuva-yı Milliye birlikleri tarafından tutuklanarak Sivas’a getirilmişti.333
Ali Galip Olayı, Sivas’ta bir tedirginlik oluşturmakla beraber Milli Hareket ile bu
girişimin arkasında olduğu anlaşılan İstanbul Hükümeti arasındaki ilişkilerin daha da
gerginleşmesini ve İstanbul ile her türlü haberleşmenin kesilmesini beraberinde
getirdi. İstanbul Hükümeti’nin bu girişimine çok sinirlenen Mustafa Kemal Paşa’nın,
durumu doğrudan Padişah’a arz etme noktasındaki ısrarlı çabaları Damat Ferit Paşa
tarafından sürekli engellendi. 11 Eylül’de Padişah’a hitaben hazırlanan bir telgrafın
tüm kolordu komutanları tarafından çekilerek Padişah’a ulaştırılması planı da sonuç
vermeyince, kongre heyeti imzasıyla çekilen bir telgrafla kendisine bir saat mühlet
verildiği, engellemelerin devam etmesi halinde İstanbul Hükümeti ile her türlü
iletişimin kesileceği bildirildi. Ertesi gün de bir netice alınamayınca, hükümetin
Padişah ile millet arasına engel koymakta inat etmesi gerekçe gösterilerek meşru bir
hükümet iş başına gelinceye kadar İstanbul Hükümeti ile iletişimin kesildiği yine
331
Nutuk, s.92; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.112.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.232; Nutuk, s.82.
333
Kansu, Erzurum’dan…, s.295.
332
140
kongre heyeti imzasıyla tebliğ edildi.334 İstanbul ile olan iletişimin kesilmesi
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin Anadolu’da
geçici bir hükümet kurması anlamına gelmekteydi. Bu geçici hükümetin ilk
icraatlarından biri illere, sancaklara, belediyelere ve Cemiyetin merkez kurullarına
bir genelge göndermek olmuştu. Bu genelge ile Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin bir
oldu bitti neticesinde barış anlaşmasını imzalayabileceğinden hareketle, en önemli
meselenin seçimlerin yapılması için yürürlükteki kanunlara göre bir hazırlık
yapılması
olduğu
duyuruldu.335
Mustafa
Kemal
Paşa,
Padişah’a
İstanbul
Hükümeti’ni ancak 14 Eylül’de çekebildiği bir telgrafla şikayet edebildi. Bu telgrafta
ülkenin içinde bulunduğu felaketin sadece savaşı kaybetmekten ileri gelmediğini,
bunda Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin de etkisinin olduğunu söyleyen Mustafa
Kemal Paşa, milletin emellerini savunacak bir kabinenin kurulmaması halinde
milletin girişimlerini kimsenin engelleyemeyeceğini de ilave etti.336 Öte yandan
İstanbul Hükümeti ile iletişimin kesilmesi kararı aşağıda da görüleceği üzere Kâzım
Karabekir Paşa başta olmak üzere bazı kimseler tarafından doğru bulunmamıştı.
d) Sivas Kongresi Sonrası Gelişmeler
İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişimin kesildiği Sivas Kongresi’nin bitiminden
ilişkilerin yeniden kurulacağı Amasya Görüşmeleri’ne kadar olan süre Milli
Mücadele’nin en sıkıntılı dönemlerinden biri oldu. Ülke çapında teşkilatlanan Milli
Hareket, İstanbul Hükümeti ile tüm iletişimini keserek Anadolu’da bir anlamda
334
Nutuk, s.92-95; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.236; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.113-114;
Baykal, Heyet-i…, s.3. İrade-i Milliye’nin 17 Eylül 1919 tarihli ikinci sayısında yer alan ve İsmail
Hami Bey tarafından kaleme alınan makalede, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerin kesilmesi konusu
‘Milletin ilk adımı: Ferit Paşa Kabinesi ile kat-ı münasebet’ başlığı ile verilmiştir. Bkz. İrade-i
Milliye, 17 Eylül 1919.
335
Nutuk Vesikalar, vesika 55; Özalp, Milli…, c.I, s.57.
336
Nutuk Vesikalar, vesika 97; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.276-278.
141
geçici bir hükümet kurmuş ve bu durumun önüne geçmek isteyen Damat Ferit Paşa
Hükümeti’nin ana hedefi haline gelmişti. Öte yandan kongreler sırasında kendisine
bağlılık ifade edilen Padişah da Damat Ferit Paşa’nın yanında yer almış, yapılması
gerekenin, barış konferansına gitmek ve yakın bir zamanda gerçekleşmesini ümit
ettiği barışı itidal içinde beklemek olduğunu söyleyen, aynı zamanda Milli Hareket
temsilcilerini ikilik çıkarmak ve Meclis’in toplanmasını geciktirmekle suçlayan 20
Eylül tarihli bir beyanname yayımlamıştı.337
İstanbul Hükümeti ile ilişkilere son verilmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa, kendi
imzasıyla artık hükümet yerine Temsil Heyeti’ne başvurulmasını da istediği 6
maddelik bir genelge yayımladı. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşüncede
olmayanlar vardı. Temsil Kurulu üyesi Servet Bey ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’ya çektikleri telgraflarda Erzurum Kongresi
kararlarından başka kararların alınmasını ve İstanbul ile iletişimi kesme kararının
kabul edilemez olduğu düşüncesini dile getirdi.338 Erzurum’da bulunan Kâzım
Karabekir Paşa ise, 17 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa’ya şikâyetlerini samimi üslupla
dile getirdiği bir telgraf gönderdi. Kâzım Karabekir Paşa telinde, Sivas’tan
gönderilen tebligat ve tamimlerin her zaman umumi kongre adı ile gönderilmediğini
ve kendilerine danışılmadan karar alınmasından duyduğu rahatsızlığı 10 Eylül’de
İstanbul Hükümeti ile olan haberleşme özelinde dile getirdi. Bununla beraber Temsil
Heyeti ve kongre kararlarının daima imzasız bir şekilde Temsil Heyeti adına
gönderilmesi ricasında bulundu.339 İki gün sonra verdiği cevapta Kâzım Karabekir
Paşa’nın itiraz noktalarını anlayışla karşıladığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa,
337
Takvim-i Vakayi, 21 Eylül 1919, Alemdar, Akşam, Vakit, Peyam, 21 Eylül 1919; Nutuk, s.105;
Türkgeldi, Görüp…, s.241; Cebesoy, Milli…, s.250-251.
338
Nutuk Vesikalar, vesika 91,114.
339
Nutuk, s.102-103; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.279; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.128-129.
142
haberleşmenin telgrafhanede bulunduğu sırada beklenmedik bir şekilde başladığını,
Dahiliye Nazırı’na karşı sert bir üslup kullandığını, bununla beraber İstanbul
Hükümeti, saray ve yabancılarla yapılan haberleşmelerde Kongre Heyeti veya
Temsil Heyeti imzasının kullanıldığını söyledi. Yalnız Amerikan Kongresi’ne
yazılan bir mektubu kongre kararıyla içinde kendisinin de olduğu beş kişinin imza
ettiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, bunun dışında kalan iç muhaberelerde
kullanılan Temsil Heyeti imzasının, belirsizliği nedeniyle müzakere edildiğini ve
karar ve tebliğleri prensip olarak bir şahsın imza etmesi kararının alındığını ifade etti.
Kendisi tarafsız kalmasına rağmen bu yönde bir karar alındığını ilave eden Mustafa
Kemal Paşa, çıktıkları bu yolda birlik ve beraberlik içinde, şahsı adına değil,
arkadaşlarının samimi ve vicdani birliğiyle hareket ettiğini ifade ederek Kâzım
Karabekir Paşa’yı ikna etmeye çalıştı.340 Bu türlü uyarıları sadece bununla
kalmayacak olan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sırasında gerekli gördüğü
her durumda Mustafa Kemal Paşa’yı kendince uyarmaktan geri kalmayacaktı.
Kuşkusuz bu uyarılar kendisi için can sıkıcı gelişmeler olsa da Mustafa Kemal Paşa,
Milli Mücadele’nin birleştirici ortamı içerisinde Kâzım Karabekir Paşa ile arasını
bozabilecek herhangi bir girişimde bulunmayacak ve kendisini ikna etmeye çalışmak
suretiyle yol arkadaşı ile yaşanabilmesi muhtemel gerginliklerin önüne geçecekti.
2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın Amasya Kararları’ndan on gün kadar sonra
Konya’dan ayrılarak İstanbul’a gidişini, kolordu komutanı Selahattin Bey’in habersiz
bir şekilde İstanbul’a gitmesi takip edince Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı
olduğu bilinen Vali Cemal Bey’in kontrolüne geçmiş, Konya’da duruma hakim
olması için de yol arkadaşlarından Albay Refet Bey görevlendirilmişti. Durumdan
340
Nutuk, s.103-104; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.297-299. Rauf Bey de, Kâzım Karabekir Paşa’ya
anlaşmazlığa yol açacak bir durumun olmadığını ifade eden bir telgraf çektiğini söylemektedir. Bkz.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.114-115; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.308-309.
143
haberdar olan Vali Cemal Bey, mahkûmlardan bir kuvvet oluşturmak istemişse de
halkın harekete geçmesi üzerine 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı.
Refet Bey Konya’ya giderken Mustafa Kemal Paşa’dan kendisini 2. Ordu
Müfettişliği’ne getirmesini talep etmişti. Bu talebi yadırgayan Mustafa Kemal Paşa,
milli gayretler için resmi unvan ve yetkiler gerekiyorsa bunun zaten kendisinde de
olmadığı şeklinde düşünmüştü.341
Amerikan
Başkanı
Wilson
tarafından
görevlendirilen
General
Harbord
başkanlığındaki kalabalık bir Amerikan inceleme heyeti 20 Eylül’de Sivas’a geldi.
İki gün sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile uzun bir görüşme yapan heyete
Milli Hareket’in maksat ve gayesi de anlatıldı.342 Bu heyetin seyahati Temsil Heyeti
tarafından yakından izlenmekteydi. Zira heyetin Türkiye’de Amerikan mandasının
kurulması konusunda bir rapor hazırlayacağı ve bu raporun Amerikan senatosunun
kararını oluşturacağı bilinmekte, bunun yanında senatonun tarafsızlık içinde bir karar
alması istenmekteydi.343
Harbord ile olan görüşmede Milli Hareket’in Müslüman olmayanlara karşı şiddet
göstermeyeceğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, General Harbord’a özellikle
Ermenileri rahatlatmak amacıyla bir beyanname yayımlayacağı sözünü verdi. Bu
hamle Milli Hareket’in barış yanlısı tutumunu ortaya koyması bakımından
önemliydi. Rauf Bey’e göre bu görüşme Milli Hareket’in kendisini Amerikan
inceleme heyetine anlatma imkânı bulduğu ve onlara Mili Hareket’i hesaba
katmadan Türkiye meselesinin halledilemeyeceğini gösteren bir görüşme oldu.344
Akgün, Harbord’un Mustafa Kemal Paşa ile olan görüşmesinin çok önemli
341
Nutuk, s.114-115.
A.g.e., s.115; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.148; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.247-248.
343
Akgün, General…, s.103.
344
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.179.
342
144
olduğunu, öyle ki işgallerle toprakları bölünmek istenen Türk halkının ‘kanlarının
son damlasına kadar savaşacakları’ kararının bu görüşmeyle net bir şekilde
öğrenildiğini vurguladıktan sonra, adı Türkiye dışında yeni yeni duyulmaya başlanan
Mustafa Kemal Paşa’ya da ilk kez bir yabancı tarafından liderlik niteliğinin
tanındığını söylemektedir.345
General Harbord, muhtemel Amerikan mandasının lehinde ve aleyhinde görüşlerini
sıraladığı ve kendi kanaatlerini yansıtmadığı bir rapor hazırlayacak, Başkan Wilson
da 16 Ekim 1919 tarihli bu raporu senatoya sunacaktı. Senato da Wilson’un
kendisine sunduğu öneriyi 1 Haziran 1920 tarihinde 23’e karşı 52 oyla reddedecek ve
böylece Türkiye’nin Doğu Anadolu topraklarını da kapsayan bir Ermenistan devleti
üzerinde Amerika mandası kurulması fikri senato tarafından kabul edilmeyecekti.346
İstanbul ile iletişimin kesilmesinin ardından İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal
Paşa’nın Selanik’ten arkadaşı olan Abdülkerim Paşa vasıtasıyla Eylül ayı sonlarında
Mustafa Kemal Paşa ile telgraf başında görüştü. Abdülkerim Paşa Mustafa Kemal
Paşa’yı ikna etmeye çalışırken hükümetin istifasını ve milletin güvenini kazanmış
yeni bir hükümetin kurulmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, itilaf devletlerinin
tarafsızlaştığı ve Kuva-yı Milliye’nin İstanbul üzerine yürümeye hazırlandığı gibi
tehditkar ifadeler kullandı.347 Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı etki bırakmış olmalı ki,
Damat Ferit Paşa Hükümeti görüşme tutanağının Padişah’a sunulmasının ardından
Ekim ayı başında istifa etmek durumunda kaldı.348 Bununla beraber, zaten 1919 yılı
345
Akgün, General…, s.160. Akgün’ün çalışmasında, General Harbord Raporu ile Doğu Anadolu
illerinde iddia edildiği gibi bir Ermeni çoğunluğunun bulunmadığının ortaya çıkması yanında yola
çıkarken bir Ermenistan ve katliamlar göreceği düşüncesinde olan Harbord’un ne bir Ermenistan ne de
katliamlar gördüğü itirafında bulunduğunun da altı çizilmektedir ki, bu zanların gerçekle arasındaki
farkı göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
346
Vakit, 6 Haziran 1920; Akgün, General…, s.158.
347
Nutuk Vesikalar, vesika 112; Baykal, Heyet-i…, s. 9.
348
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.322; Akşam, 2 Ekim 1919; Alemdar, Peyam, Vakit, 3 Ekim 1919.
145
Eylül ayı sonuna kadar İstanbul, İzmit ve Eskişehir merkezleri dışında İstanbul
Hükümeti’nin fiilen etkili olduğu bir yer de kalmamıştı.
e) Sivas Kongresi Sonrasında Ali Fuat Paşa ve Refet Bey
Sivas Kongresi’nin 9 Eylül tarihli oturumunda Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle
Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu’daki tüm milli güçlerin bir çatı altında toplanması
amacına yönelik olarak, Batı Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak
görevlendirilmişti. Kâzım Karabekir Paşa’nın kanunsuzluğa açılan bir kapı olduğu
gerekçesiyle olumlu karşılamadığı bu durum, ordu birliklerinin bir anlamda Kuva-yı
Milliye haline gelmesi demekti.349 Ali Fuat Paşa, her ne kadar yeni unvanını
kullanması fiilen mümkün olmasa da, Eskişehir bölgesine hakim olabilmek için
İngilizler ve İstanbul Hükümeti ile mücadeleye devam edecekti. Paşa, Eskişehir’in
Milli Hareket’e bağlanması için çalışmalarına devam ederken350 Temsil Heyeti de
Mutasarrıf Hilmi Bey’den İstanbul ile irtibatı keserek milli kongreye bağlandığını
bildirmesini ve ihtilafa son vermesini isteyecekti.351 Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin
kurulmasıyla birlikte İstanbul ve Edirne’yi de içine alan Batı Anadolu kolordularının
başına
müfettiş
olarak
Ali
Fuat
Paşa’nın
getirilmesi
amaçlansa
da
bu
gerçekleşmeyecek, kendisinin 20. Kolordu Komutanlığı’na iadesi de mümkün
349
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.175; Akşin, İstanbul…, c.I, s.557-558. Mustafa Kemal Paşa
kongreye Ali Fuat Paşa’dan gelen bir telgraf sunmuştu. Ali Fuat Paşa tarafından askeri makamlara
çekilmiş olan bu tel, İngilizlerin Konya, Eskişehir, İstanbul demiryolunu işgal etme çabalarına karşılık
alınacak tedbirleri içeriyordu. Kongre bu tedbirleri onaylamış ve ardından Mustafa Kemal Paşa’nın
teklifi ile Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilmişti. Bkz.
Akşin, İstanbul…, c.II, s.76.
350
Eylül ayı başlarında Ali Fuat Paşa’nın yerine 20. Kolordu Komutanlığı’na tayin edilen Kiraz
Hamdi Paşa da o günlerde Eskişehir’de bulunmaktaydı. 16 Eylül’de kendisine İstanbul’a gitmesi
gerektiği bildirildi. Paşa kısa süre sonra İstanbul’a gidecektir. Bkz. Nutuk, s.113.
351
Cebesoy, Milli…, s.237.
146
olmayacaktı. 9 Ekim’de Eskişehir’deki faaliyetlerine352 son vererek Bilecik’e gitmeyi
planlayan Ali Fuat Paşa, İstanbul Hükümeti’nin engellemesi üzerine Seyitgazi’den
ileri geçemeyecekti. Kafasında Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak İzmir
cephesine gitmek ve buraları düzensizlikten kurtarmak olsa da İstanbul Hükümeti ile
ilişkileri bozmaya kadar gidecek bir yola tevessül etmeyerek bu kararından
vazgeçecek ve 22 Ekim’de davet edildiği Sivas’ta yapılacak komutanlar toplantısı
öncesinde Ankara’ya gelecekti. Bu sıralarda Ankara Valiliği’ne tayin edilen Ziya
Paşa’yı istemeyen Ankara halkı, eşraf nezdinde hükümete müracaat ederek kararı
protesto edecek ve Vali’yi kabul etmeyeceğini bildirecekti. Ali Fuat Paşa Ankara’ya
geldikten sonra hükümet Vali’yi geri çağırmak suretiyle Vali Vekili Defterdar Yahya
Bey’i yerinde bırakacaktı.353
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti 23 Ekim’de Ali Fuat
Paşa’nın 2. Kolordu’nun başına yeniden geçmesi, Refet Bey’in de Aydın bölgesi
Kuva-yı Milliye Komutanlığı’na getirilmesi kararını alsa da bu görevlendirmeler
resmiyete dökülemedi. 13 Aralık’ta Ali Fuat Paşa hava değişimi aldı ve komutanlığı
24. Fırka Komutanı Mahmut Bey’e bıraktı. Refet Bey de Kasım ayı başında ulaştığı
ve Demirci Mehmet Efe zeybekleri tarafından karşılandığı Nazilli’de 1920 Mart’ına
kadar kalsa da pek başarılı olamadı. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey’in
Demirci Efe’den komutayı almadığını ya da buna izin verilmediğini, 2 Aralık’ta
alınan Temsil Heyeti’nin bu tür görüşmelerin yapılmaması yönündeki kararına
rağmen Refet Bey’in, bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları ile
352
Nutuk, s.113; Ali Fuat Paşa, 9 Eylül-6 Ekim tarihleri arasındaki bu faaliyetleri ile İngilizlerin
Eskişehir ve Afyon’dan çekilmelerini sağlamış, Temsil Heyeti’ni cesaretlendirmiş, bu suretle de Batı
Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığı’na getirilmişti. Bkz. Aydemir, Tek…, c.II, s.126-127.
353
Cebesoy, Milli…, s.277-282. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’dan Ziya Paşa’nın
gönderilmemesini rica etmesine rağmen Paşa Eskişehir’e kadar gelecek, ancak izin alarak İstanbul’a
geri dönecekti. Bkz. Nutuk, s.186-187.
147
görüşmeler yaptıktan sonra Bursa’ya gittiğini söylemektedir. Refet Bey’in başına
buyruk tavırlarından rahatsızlığını dile getiren Mustafa Kemal Paşa, kendisinin
İstanbul ile ne gibi bir ilişkisi olabileceğini sormakta ve Nazilli-Balıkesir-Bursa
yolunun İstanbul’dan geçmesini anlamakta zorlandığını söylemektedir. Bununla
beraber Mustafa Kemal Paşa, ‘hafif’ olarak nitelendirdiği bu hareket nedeniyle
düzenli ordunun kurulacağı ana kadar Aydın ve Salihli cephelerinde sevk ve idarenin
kurulamadığının da altını çizmektedir.354
f) Yeni Bir Dönem Yeni Bir Kabine
Mustafa Kemal Paşa’nın başını çektiği Milli Hareket’i şiddetle bastırma hedefine
ulaşamayan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa etmek durumunda kalması ve yeni
kabinenin 2 Ekim’de Ali Rıza Paşa tarafından kurulması Kuva-yı Milliye’nin önemli
bir başarısı ve yeni bir dönemin başladığının habercisiydi. Yeni hükümetin Harbiye
Nazırı 2. Ordu Müfettişi iken Amasya Kararları’na onay veren, ancak bu onaydan on
gün kadar sonra izin alarak İstanbul’a giden Mersinli Cemal Paşa idi. Öyle ki Ali
Fuat Paşa kendisi için “tamamen bizden sayılırdı.” ve “Kendisini hükümet içinde Kuva-yı
355
Milliye’nin bir mümessili olarak görüyorduk.” ifadelerini kullanmaktadır.
Mustafa Kemal
Paşa ise malum hareketinden dolayı kendisini Milli Hareket’in bir temsilcisi olarak
göremeyeceğini ifade etse de, Paşa’nın kabine içinde bir Milli Hareket temsilcisi
olarak görülmesinde bir sakınca görmedi.356 Kabinenin kurulmasının ertesi günü Ali
Rıza Paşa ile temas sağlanarak Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen esasları,
barış konferansı temsilcisi olarak milletin itimadını kazanmış kimseleri atamayı ve
354
Nutuk, s.190-191. Akşin, Refet Bey’in komuta edememesinin nedeni olarak kendisi ile birlikte
yaveri, emir subayı ve Binbaşı Nazım’ın maaşlarının Redd-i İlhak Harekât-ı Milliye Heyet-i
Milliyesinden alınmasını göstermektedir. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.II, s.78-79.
355
Cebesoy, Milli…, s.265.
356
Baykal, Heyet-i…, s.14; Nutuk, s.142, 244.
148
Meclis toplanıncaya kadar milletin kaderi hakkında bir karar almamayı kabul ettiği
takdirde kendilerine destek verileceği bildirildi. Mustafa Kemal Paşa komutanlardan
da İstanbul’a telgraf çekmelerini, Ali Fuat Paşa ve Refet Bey’in 20. ve 12. Kolordu
komutanlıklarına getirilmeleri, lağvedilen müfettişliklerin yeniden kurularak
doğudaki birliklerin Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul ve Edirne’yi de içine alan
batıdakilerin ise Ali Fuat Paşa’nın emrine verilmesi gibi isteklerin de içinde olduğu
bazı taleplerde bulunmalarını istemişti.357 İstanbul ile Ankara arasında günlerce süren
haberleşmeler sonunda anlaşma sağlandı ve vatanın kurtarılması için beraber
çalışılacağı her iki tarafça yayımlanan beyannamelerle millete duyuruldu.
Anlaşmanın sağlanmasından sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Temsil
Heyeti
yeni
hükümete
destek
verileceği
ve
hükümet
işlerine
karışılmayacağından başka bir an önce seçimlerin yapılması için tedbirler alınacağını
karara bağladı.358 Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa da beyannamenin
neşrinin ardından millet adına Padişah’a bir sadakat ve teşekkür telgrafı gönderdi.359
Böylece Temsil Kurulu, 12 Eylül’de kestiği İstanbul ile haberleşmeyi serbest
bırakmış oldu. Damat Ferit Paşa döneminde Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’ne
getirilen ve Milli Hareket karşıtı eylemleriyle dikkat çeken Refik Halit’i 9 Ekim’de
görevinden alan360 İstanbul Hükümeti, aynı gün yayımladığı bir kararname ile de
seçimlerin bir an önce yapılması emrini verdi.361 Yeni hükümetle birlikte İstanbul’a
bir serbestlik de hakim olmaya başladı. Milli Hareket’in nasıl başladığına dair
yazılar, Erzurum Kongresi kararları, Sivas Kongresi beyannamesi ve Mustafa Kemal
357
Nutuk, s.130-133; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.367-370; Cebesoy, Milli…, s.266-269.
Nutuk, s.153-154; Nutuk Vesikalar, vesika 137; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.180-181.
Türkgeldi’ye göre yeni kabine başlıca mesaisini Anadolu’daki Milli Hareket ile ihtilafı çözmeye
harcamış, Salih Paşa’yı müzakereler için Amasya’ya göndermek suretiyle de anlaşmaya muvaffak
olmuştu. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.251.
359
Nutuk, s.145-146; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s. 111-112; Alemdar, İleri, Vakit, 9 Ekim 1919.
360
İleri, 10 Ekim 1919.
361
Takvim-i Vakayi, 11 Ekim 1919.
358
149
Paşa’nın Temsil Heyeti adına imza ettiği 19 Eylül tarihli beyanname İstanbul
gazetelerinde yer alırken, Anafartalar ve Hamidiye Kahramanları olarak takdim
edilen Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le Ali Fuat Paşa’nın resimleri gazete
sütunlarını süslemekteydi.362
Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa, 8 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya bir
telgraf daha gönderdi. Bu defa Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile bazı Temsil
Heyeti üyelerinin seçimlerden sonra hükümet işlerine müdahale etmemelerini ve
kabine içinde bulunmamalarını isteyen Kâzım Karabekir Paşa, bir grup vasıtasıyla
kabinenin denetlenmesi işinin üstlenilmesini, ancak bu şekilde kabine, ayan ve saray
dengesinin sağlanarak milli isteklere sahip çıkılacağını ifade etti. Zaten Mustafa
Kemal Paşa da işin en önemli yanının, ülkede milli bir teşkilat kurulması ve bu
teşkilattan destek alacak bir grubun başında Meclis’te çalışmak olduğunun
farkındaydı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, hükümet kurmaya veya mevcut
hükümete girmeye çalışmanın faydasız bir iş olduğu kanaatini de taşımaktaydı.363
Kâzım Karabekir Paşa’nın Meclis’in açılmasının gündeme geldiği bir dönemde
gönderdiği telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya söyleme gereği duyduğu konular
Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerinden farklı değildi.
g) Amasya Görüşmesi
İstanbul Hükümeti ile Ankara arasındaki anlaşmazlık konularından biri seçimlerin
yapılmasının ardından Meclis’in nerede toplanacağı idi. Mustafa Kemal Paşa,
Meclis’in Anadolu’nun güvenli bir ilinde toplanması gerektiği düşüncesindeydi.
Hem Meclis’in nerede toplanacağının tespiti hem de hükümetin iç ve dış politikasıyla
362
363
İstiklâl, Vakit, 5 Ekim 1919; Akşam, 6 Ekim 1919.
Nutuk, s.146-147; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.384.
150
öteki hususların ele alınması amacıyla iki taraf arasında bir görüşme yapılması
kararına varıldı. Görüşme teklifinin İstanbul Hükümeti’nden gelmesi Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin İstanbul Hükümeti tarafından
resmen tanınması anlamına gelmekteydi. Cemal Paşa, İstanbul Hükümeti adına
Temsil Heyeti ile görüşme işinin Bahriye Nazırı Salih Paşa’ya verildiğini ve
Ankara’dan görüşme yerinin neresi olacağı ile görüşmeye kimlerin katılacağının
kendilerine bildirilmesini istedi. Mustafa Kemal Paşa da Amasya’da yapılması
önerilen görüşmeye Rauf ve Bekir Sami Beylerle birlikte katılacağını ifade etti.364
Mustafa Kemal Paşa işte bu görüşme öncesinde 15. Kolordu Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Konya’da bulunan Refet
Beylerle birlikte Ankara, Diyarbakır ve Balıkesir’de bulunan kolordu komutanlarına
bu görüşmeden ve konuşulması muhtemel konulardan bahsetmiş ve düşüncelerini
kendisine bildirmelerini istemişti.365 Öte yandan Mustafa Kemal Paşa 11 Ekim’de,
yakında gerçekleşmesi söz konusu olan seçimler için Konya’da bulunan Refet,
Balıkesir’de bulunan Kâzım (Özalp) ve Bursa’da bulunan Bekir Sami Beylere
gönderdiği tel ile Milli Hareket’in daha da genişletilmesi için çalışmalarda
bulunulmasını, Milli Hareket’e yakın isimlerin seçilmesi için çalışılmasını ve
seçimlere Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına girecek isimlerin bildirilmesini istedi.366
Amasya Kararları’nın dört ay sonrasında Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey
yanlarında bulunan Bekir Sami Bey’le birlikte 20 Ekim 1919 tarihinde İstanbul
Hükümeti’nin Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Amasya’da bir araya geldiler. Üç gün
boyunca devam eden müzakereler, İstanbul Hükümeti temsilcisi Salih Paşa ile
Temsil Kurulu arasında ikisi gizli ve imzalanmamış olarak kalan beş protokol haline
364
Nutuk, s.156.
Nutuk Vesikalar, vesika 156; Baykal, Heyet-i…, s.20-21; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.392.
366
Nutuk Vesikalar, vesika 147-149.
365
151
getirildi. Buna göre, seçimlerde ittihatçılıkla itham edilen kimselerin seçilmemesi
için çalışılması, Hıristiyan unsurların da seçime katılmalarının sağlanması,
görevinden azledilen Milli Hareket yanlısı memurların eski görevlerine iade
edilmesi, Malta’da tutuklu bulunanların İstanbul’a getirilmesi için çaba gösterilmesi,
yurda zararlı derneklerin çalışmalarına engel olunması gibi birçok konu üzerinde
fikir birliğine varıldı. İmzalanmayan protokollerden biri barış konferansına gidecek
olan isimleri içermekte ve esas dışına çıkmamak kaydıyla bu noktada hükümeti
serbest bırakmaktaydı. Salih Paşa kendi adına kabul ettiğini söylediği Meclis’in
İstanbul dışında toplanması meselesini hükümetine kabul ettirmek için gayret
edeceği, kabul ettiremediği takdirde de istifa edeceği sözünü verdi. Bununla beraber
Mustafa Kemal Paşa için Amasya Görüşmesi’nin en mühim noktası kuşkusuz
Meclis’in İstanbul dışında bir yerde toplanmasının Salih Paşa’ya kabul
ettirilmesiydi.367 Ancak Salih Paşa bu durumu hükümete kabul ettiremeyecek ve
hükümet Meclis’in İstanbul dışında bir yerde toplanmasına razı olmayacaktı. Ali
Fuat Paşa’ya göre de mebusların ısrarı üzerine Anadolu’da toplanacak bir meclise
Padişah ve Ayan azası mebuslar gelemezdi. Kanun-ı Esasi’ye göre Meclis’in
istenilen yerde toplanması için sadece mebusların değil, Padişah ve Ayan Meclisi’nin
de kararına gerek vardı. Bununla beraber o günlerde İstanbul ile irtibatı keserek
Anadolu’da milli bir hükümet kurmaya ne kamuoyu ne de Milli Hareket temsilcileri
hazır durumdaydı.368 Meclis’in Anadolu’da açılması fikri İstanbul tarafından kabul
edilmeyecek olsa da seçimlerin bir an önce yapılmasının karara bağlanması ve Milli
Hareket’in İstanbul tarafından tanınmış olması bu görüşmeyi önemli kılan noktalardı.
367
368
Nutuk, s.165-167; Nutuk Vesikalar, vesika 160; Baykal, Heyet-i…, s.29-30.
Cebesoy, Milli…, s.289-290.
152
Temsil Heyeti 13 Ekim’de Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Şevket Paşa’ya
bir tel çekerek Meclis’in İstanbul’da toplanmasına dair fikrini sormuş, komutanın
cevabı Amasya Görüşmeleri sırasında gelmişti. Paşa, Meclis’in İstanbul’da
toplanmasında bir sakınca görmediğini, ancak itilaf güçlerinin Mustafa Kemal Paşa
ve Cemiyetin önde gelen isimlerine saldırabileceklerini, bu nedenle Mustafa Kemal
ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beyler gibi isimlerin barış yapılıncaya kadar
İstanbul’a gelmemelerini, hatta mebus olmak ve askerlik mesleğine girmek gibi o
günlerde gazetelerde çıkan haberleri de yalanlamaları gerektiğini söylemişti. Amasya
Görüşmesi’nden sonra Salih Paşa ile birlikte İstanbul’a giderek bazı temaslarda
bulunan Temsil Heyeti üyesi Kara Vasıf Bey de Ekim ayı sonlarında, yaptığı
görüşmelerin sonuçlarını aktardıktan sonra Meclis’in İstanbul’da toplanması, ancak
Mustafa Kemal Paşa ile Rauf ve Bekir Sami Beylerin İstanbul’a gitmemesi
gerektiğini söylemişti.369
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in Amasya’da olduğu 19 Ekim 1919 tarihinde
Sivas’ta Şeyh Recep’in başını çektiği bir grup gece yarısı Sivas telgrafhanesini
basarak saraya ve daha başka yerlere Mustafa Kemal Paşa ve Milli Hareket
aleyhinde telgraflar çekmişti. Temsil Heyeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki
ilişkilerin düzeldiğine ancak Salih Paşa’nın söylemesi halinde kesin olarak kanaat
getireceklerini söyleyen bu grup Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle etkisiz hale
getirilmiş ve telgrafhane yeniden kontrol altına alınmıştı.370
369
370
Nutuk, s.178-179; Nutuk Vesikalar, vesika 176,179,180.
Nutuk, s.167-170; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.181; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.429.
153
h) Komutanlar Toplantısı
16 Kasım 1919 tarihinde Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında başlayan
komutanlar toplantısına Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla birlikte öteki
komutanların çoğu ile Rauf, Kara Vasıf, Bekir Sami, Mazhar Müfit ve eski
Washington elçisi Alfred Rüstem Beyler gibi kimseler katılmıştı. Aydın Kuva-yı
Milliye Komutanı olarak Nazilli’de görevli olduğu için toplantıya katılamayan
Temsil Heyeti üyesi Refet Bey dışındaki Amasya Kararları’nı alan yol arkadaşlarını,
Amasya’dan beri ilk kez bir araya getiren toplantıda özellikle Meclis’in nerede
toplanacağının tespiti, Meclis’in açılmasından sonra Milli Hareket’in nasıl bir şekil
alacağı ve barış konferansının alacağı karar üzerine nasıl bir tavır takınılacağı gibi
konular görüşülmüştü.371 Meclis’in nerede toplanacağı konusunda komutanlar
arasında da Müdafaa-i Hukuk merkezleri arasında da tam bir görüş birliği
oluşmamıştı. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Meclis’in Anadolu’nun herhangi bir
yerinde toplanmasına karşı çıkmış ve kesinlikle İstanbul’da toplanması gerektiğini
bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul dışında bir yerde Meclis’in toplanması
yönündeki düşüncesini Amasya Görüşmeleri sırasında Salih Paşa’ya kabul ettirmişse
de, Salih Paşa İstanbul Hükümeti’ne bu durumu kabul ettiremediğini bildirmişti. İşte
bu toplantıda Meclis’in nerede toplanacağı etraflıca ele alınmıştı. Mazhar Müfit Bey,
İstanbul dışında toplanmasını istedikleri Meclis’in bir tehlikeye maruz kalacağını, bu
nedenle Meclis’in hükümetin de onay verdiği Anadolu’nun güvenli bir yerinde
toplanması gerektiği yönündeki Temsil Heyeti görüşünü toplantıda ortaya koymuş,
371
İğdemir, Heyet-i…, s. IX, 26; Nutuk, s.181-182; Cebesoy, Milli…,s.286; Karabekir, İstiklâl
Harbimizin…, s. 148-150; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.442.
154
İstanbul’da toplanmayacak olan bu meclisin bir meclis-i müessisan (kurucu meclis)
olması taraftarı olduğunu söylemişti.372
Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf Bey Meclis’in İstanbul’da toplanması
gerektiği düşüncesindeydi. Kâzım Karabekir Paşa, Meclis’in Anadolu’da toplanması
durumunda dahi mebusların İstanbul’da toplanabileceğini, bu durumun Temsil
Heyeti’ni içte ve dışta milletin temsilcisi olmaktan çıkaracağını, öte yandan
Anadolu’da
toplanılması
mıntıkalarından
itirazlar
halinde
bile
yükseleceğini,
İstanbul’da
bunun
da
toplanacak
milli
birliği
mebusların
sağlamayı
zorlaştıracağını ve milli davaya büyük zarar vereceğini söyledi.373 Bununla beraber
Kâzım Karabekir Paşa, Meclis’in İstanbul’da toplanması durumunda bir ömrü
olamayacağını, İngilizlerin ilk fırsatta mebusları tutuklayıp sürgün edeceklerini ve
milli hükümetin kurulması için en ideal zamanın işte o zaman olduğunu da ifade etti.
Bu durumda Padişah ve İstanbul Hükümeti’nin ihaneti, en azından ‘ahmaklığı’
herkes tarafından kabul edilecek ve milli hükümet Anadolu’nun göbeğinde bir güneş
gibi doğacaktı. Kâzım Karabekir Paşa açıkladığı bu nedenlerden dolayı Meclis’in ilk
olarak İstanbul’da toplanmasını gerekli görmekteydi. Rauf Bey’in İngilizlerin böyle
davranmaması durumunda ne olacağı sorusuna Kâzım Karabekir Paşa, yüzde sekseni
Anadolu’dan giden mebusların Milli Hareket çizgisinde olduklarını bilen İngilizlerin,
kabul edilmesi mümkün olmayan bir barış anlaşmasının reddedilmesi durumunda
Meclis’i ortadan kaldırma işine girişecekleri cevabını verdi. Bu konuşmaların
ardından yaşananları Rauf Bey şöyle anlatmaktadır: “İngilizlerin bunu yapmamaları
ihtimaline karşı, bu işi behemehâl tahakkuk ettirmek için, ben, tehlikeyi kabul ediyorum. İstanbul’a
372
373
İğdemir, Heyet-i…, s.14; Kansu, Erzurum’dan…, s.443.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.417.
155
Meclise gideceğim ve dediğiniz olmazsa, Anadolu’da Milli hükümeti kurmağa muvaffak olmanız için,
Meclisin ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim.
O anda heyecanım tesiriyle dilimin ucuna gelen bu ‘bomba’ sözü ile ‘İngilizleri Meclise karşı harekete
tahrik edici bir çıkış yapmağı’ kastettiğim tabii anlaşılır… Kâzım Karabekir Paşa ani bir hareketle
koltuğundan kalkarak, karşıma geldi ve:
‘Yüksek alnından bir kere daha öperim’ diye samimiyetle boynuma sarıldı ve şu sözleri söyledi:
Milli kahramanlıktan çekinmeyeceğini emsaliyle bilirim. Siz gidiniz fakat orada acele etmeyiniz.
İngilizlerin bu işi kendiliklerinden yapacaklarından şüpheniz olmasın. O zaman alacağımız ‘Rauf da
hapsedildi. İstanbul’dan sürüldü’ haberi benim ruhumda derin yaralar açar. Sana çok acırım. Fakat sen
vatanseverlik heyecan ve aşkı ile Milli hükümetin doğuşunda mühim bir amil olursun. Evet, bu işi
başarmak için sen yetersin… İstanbul’a git; diğer arkadaşlar ve bilhassa Mustafa Kemal Paşa burada
374
kalmalı, İstanbul’a gitmemelidir.”
Mustafa Kemal Paşa bu noktada Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey’den farklı
düşünerek böyle bir fedakârlığa gerek olmadığı kanaatini taşıyacak, İstanbul’da
toplanacak olan bir meclisin güven içinde çalışamayacağını dile getirecek, ancak
yakın arkadaşlarının fikrini değiştiremeyecekti. Aradan geçecek olan zaman Mustafa
Kemal Paşa’yı haklı çıkaracak, Meclis’in basılacağı gün gelmeden önce Rauf Bey’e
bir an önce yola çıkmasını söyleyecek, ancak Rauf Bey Komutanlar Toplantısı’nda
dile getirdiği gibi doğru bildiğini yapmaktan geri kalmayarak kendisini Ankara
yerine Malta’da bulacaktı.
İki hafta kadar devam eden müzakerelerin ardından 29 Kasım’da sona eren
Komutanlar Toplantısı’nda bir takım sakıncalar olmasına rağmen Meclis’in
İstanbul’da toplanması gerektiği kararına varıldı. Bununla beraber seçilerek Meclis’e
374
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.208; Kâzım Karabekir Paşa da Rauf Bey’in tutumu karşısında
“Rauf hayatıyla bunu temin edecekse pek kolaydır… belki seni kaybederiz. Fakat muvaffakiyetimiz
kat’i olur.” diyecekti. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.418. İğdemir tarafından yayımlanan tutanaklarda
Rauf Bey’in anılarında dile getirdiği bu karşılıklı konuşmalar yer almamakta, tutanaklarda yalnız Rauf
Bey’in ‘… Meclis’i feshettirip nihayete kadar mukavemet etmek mütalaasındayım.’ sözleri yer
almaktadır. Bkz. İğdemir, Heyet-i…, s.13.
156
gidecek olan mebusların belirli merkezlerde toplanarak gerek İstanbul, gerekse
İstanbul dışında alınması gereken emniyet tedbirleriyle Meclis’te ne şekilde hareket
edecekleri noktasında bilgilendirilmeleri de karara bağlandı. Toplantıda Temsil
Heyeti’nin Meclis’in açılmasından sonraki durumu da ele alındı, mebusların tam bir
emniyet ve özgürlük içinde vazifelerini yaptıklarına emin olunacağı güne kadar
heyetin çalışmalarına devam etmesi gerektiği fikri benimsendi. O gün geldiğinde
Temsil Heyeti’nin durumunun yapılacak olan genel kongrede ele alınacağı kararına
varıldı.375
12 Ocak’ta açılacak olan Meclis-i Mebusan için seçimler, yaşanan bazı olaylara
rağmen özgürlük içinde yapıldı. Goloğlu’na göre ne Mustafa Kemal Paşa ve milli
kuruluşlar ne de İstanbul Hükümeti seçimlere müdahale edebilecek oranda
güçlüydüler.376 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın boykot ettiği bu seçimler sonunda
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dan, Rauf Bey Sivas’tan, Refet Bey de İzmir’den
mebus seçildiler.
Komutanlar Toplantısı’nın sonlarında Ali Fuat Paşa’nın teklifi üzerine işgal atında
olan yerlerin durumu da ele alınmıştı. Buna göre, Adana, Maraş, Antep ve Urfa’da
hızlı bir şekilde Kuva-yı Milliye birlikleri oluşturulması ve işgal altındaki yerlerin üç
mıntıkaya ayrılarak kendilerine yakın olan 3., 13. ve 2. Kolordularca yönetilmesi
kararlaştırılmıştı. Ali Fuat Paşa bu amaçla 4 Aralık’ta Kayseri’de gidecek, Çukurova
bölgesi Kuva-yı Milliye örgütlenmesiyle meşgul olacak ve 11 Aralık’ta Kayseri’den
ayrılarak Ankara’ya doğru yola çıkacaktı. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa bu
375
Nutuk, s.183; Baykal, Heyet-i…, s.59; İğdemir, Heyet-i…, s.38; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s,420;
Cebesoy, Milli…, s.287; Kansu, Erzurum’dan…, s.445-446.
376
Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, Başnur Matbaası, Ankara,1970, s.45-47.
157
görevini iki ay hava değişimi almak suretiyle 13 Aralık’ta vekâleten 24. Tümen
Komutanı Mahmut Bey’e bırakacaktı.377
i) Temsil Heyeti’nin Ankara’ya Gelişi
Mustafa Kemal Paşa, 17 Aralık’ta yayımladığı bir genelgeyle yakın bir zamanda
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin Sivas’tan
ayrılarak İstanbul’a yakın bir yere naklinin yapılacağı duyurdu.378 Seçim
sonuçlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey
Komutanlar Toplantısı’nda kararlaştırıldığı üzere Seyitgazi’ye gitmek üzere hazırlık
yapmaktaydı. Bununla beraber Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey
Sivas’tan ayrılmadan hemen önce güvenliğin tam anlamıyla sağlandığını ifade
ederek kendilerini Ankara’ya davet edince Seyitgazi’den vazgeçildi. Ankara,
İstanbul’a
yakınlığı,
demiryolu
bağlantısının
varlığı,
Ali
Fuat
Paşa’nın
komutasındaki 2. Kolordu’nun karargâh merkezi olması ve halkının Milli Hareket’e
yakınlığı gibi nedenlerden dolayı Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için cazip bir
yerdi. Aynı zamanda İstanbul ile haberleşmeyi sağlayan bir merkez konumunda olan
Ankara’ya gidilirse ulaştırma sıkıntısı da ortadan kalkmış olacaktı. İsmet İnönü,
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’yı seçmesinin bir nedeni olarak Ali Fuat Paşa’nın
burada bulunmasının getirdiği emniyet ve kolaylığı göstermektedir.379 Öte yandan
Kâzım Karabekir Paşa doğu illerini örgütsüz bırakacağı düşüncesiyle Temsil
Heyeti’nin, değil Ankara’ya gitmek Sivas’ın batısına dahi geçmemesi gerektiği
yönündeki düşüncesini 3 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmişti. Buna rağmen
Paşa’nın Komutanlar Toplantısı’nda Temsil Heyeti’nin Seyitgazi'ye gitmesi
377
Cebesoy, Milli…, s.292-300.
Nutuk Vesikalar, vesika 213.
379
İsmet İnönü, Hatıralar, c.I, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1987, s.179.
378
158
gündeme geldiğinde bir itirazda bulunmaması ve alınan kararların altına imzasını
atması dikkat çekicidir. Hoş karşılamadığı durumları Mustafa Kemal Paşa’ya
söylemekten çekinmeyen Kâzım Karabekir Paşa, Temsil Heyeti’nin Sivas’ın batısına
geçmesini acaba neden istememişti? Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu konuya da
değinmekte, Kâzım Karabekir Paşa’nın Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden
uzaklaşmasının bölgedeki illerin teşkilatlanması bakımından bir bozulmayı
beraberinde getireceği ve o zamana kadar mantıklı ve meşru olarak görevini yapan
Heyet’in fena gösterilmesine yol açacağı riskinden dolayı farklı düşündüğünü
söylemektedir. Aynı yerde kendi görüşünü de ifade eden Mustafa Kemal Paşa,
Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden ziyade batı vilayetlerine yakın olmasının çok
daha mantıklı olduğunu söylemekte, Sivas’tan verilen emirler Ankara’dan da
verileceği için bölgede bir teşkilat bozulması yaşanmayacağını belirtmektedir.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, işgal altındaki batı bölgeleri için sağlam
savunma cepheleri teşkil edilmesi gerektiğinden genel vaziyeti idare edenlerin ‘en
mühim hedefe ve en yakın tehlikeye mümkün olduğu kadar yakın’ olmasının
önemini vurgulamaktadır.380 Kâzım Karabekir Paşa Temsil Heyeti’nin Sivas’ın
batısına gitmesini istememesinin bir nedeni olarak da kısa süre içinde sürekli yer
değiştiren birkaç kişinin bir çete hareketi görüntüsüne neden olacağını söylemekte,
Temsil Heyeti’nin kendi etkisiyle üç aya yakın bir zaman Sivas’ta kaldığını ifade
etmektedir.381
Kâzım Karabekir Paşa’nın itirazları Mustafa Kemal Paşa’nın kararlılığını
engelleyemedi. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le birlikte Temsil Heyeti
üyelerinden Mazhar Müfit, Hakkı Behiç ve Şeyh Fevzi Efendi dışında misafir sayılan
380
381
Nutuk, s.223-224.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.365-366.
159
Alfred Rüstem, Doktor Refik (Saydam), Hüsrev (Gerede) Beyler ile yaverlerin de
dahil olduğu heyet, 18 Aralık Perşembe günü Sivas’tan üç otomobille yola çıktı.382
İki gün sonra vardıkları Kayseri’de halkın büyük ilgisiyle karşılaştılar. Sonraki durak
olan Hacıbektaş’ta Alevilerin önde gelen iki isminin ziyaret edilmesi ve Milli
Hareket’in destekleneceği sözünün alınması Milli Mücadele açısından önemliydi. 27
Aralık’ta Ankara’ya ulaşan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil
Heyeti, Ali Fuat Paşa, şehrin ileri gelenleri ve halkın coşkun tezahüratıyla
karşılandıktan sonra Ziraat Mektebi binasına yerleşti.383 İlk günler Ankara halkıyla
temas edilerek yapılan bilgilendirme toplantılarıyla geçti. Bu toplantılarda itilaf
devletlerinin sözlerinde durmayarak işgallere giriştiği, ancak hükümetin bu işgalleri
protesto dahi edemediği, ülkedeki yabancı etkisinin geldiği noktayı ve mütareke
sırasındaki sınırların esas alınması gerektiği halka anlatıldı. Bu sözlere İzmir’in
işgalinin milleti örgütlenmeye ittiği ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin devrilmesinin
ardından Meclis’in toplanacak olmasının millete ait bir başarı olduğu da ilave
edildi.384
17 Aralık’ta henüz Sivas’ta iken, yayımlanan bir tamimle seçilecek mebusların
İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne
merkezlerinde toplanacağı ve hem İstanbul, hem de İstanbul dışındaki yerlerde
alınacak emniyet tedbirleriyle Meclis’te Milli Hareket esaslarını savunacak bir grup
382
Rauf Bey anılarında 22 Aralık’ta yola çıktıklarını söylemekteyse de Temsil Heyeti’nin Ankara’ya
gitmek üzere Sivas’tan ayrıldığı tarih 18 Aralık 1919’dur. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III,
s.209; Atatürk’ün Tamim…, s.149; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.487; Sarıhan, Kurtuluş…, c.II,
s.282; Kocatürk, Atatürk..., s.123.
383
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.209; Cebesoy, Milli…, s.301-303; Kansu, Erzurum’dan…, c.II,
s.490-500
384
Nutuk Vesikalar, vesika 220. Sivas’ta iken Temsil Heyeti’nin yayım organı İrade-i Milliye
gazetesiydi. İmtiyaz sahibinin gazeteyi Ankara’ya nakletmeyi kabul etmemesi üzerine Mustafa Kemal
Paşa Ankara’ya geldikten sonra Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdurdu. Bkz. Kansu, Erzurum’dan…,
c.II, s.503. İlk sayısı 10 Ocak 1920’de yayımlanan gazetenin kuruluş amacı, gazetenin üst kısmında
yer alan ‘mesleği: milletin iradesini hakim kılmaktır.’ cümlesi ile açıklanmıştı. Bkz. Hakimiyet-i
Milliye, 10 Ocak 1920.
160
oluşturulması konusunda müzakerelerde bulunulacağı kararı alınmıştı. Bununla
beraber her livadan birer, vilayet ve müstakil livalardan ikişer mebusun Temsil
Heyeti’ne üye seçileceği, İstanbul’a gitmeden önce Eskişehir yakınlarında
toplanılacağı ve Temsil Heyeti ile Meclis’teki hareket tarzı üzerine bir durum
değerlendirmesi yaptıktan sonra İstanbul’a gidileceği de söylenmişti. Öte yandan
Temsil Heyeti’nin Seyitgazi’ye değil de, merkez olarak seçtiği Ankara’ya
gelmesinden sonra 29 Aralık’ta yapılan bir düzeltmeyle sadece seçilen üyelerin değil
mümkün olan tüm mebusların 5 Ocak’tan itibaren Ankara’da toplanması istendi.385
Mebus seçilenlerden Ankara’ya gelebilenlerle gerçekleştirilen bu görüşmelerde
Meclis’in
İstanbul’da
toplanmasının
uygun
görüldüğü,
bununla
beraber
kendilerinden Meclis’te vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı gayesini
savunmak üzere Müdafaa-i Hukuk adını taşıyacak bir grup kurmaları istenmişti.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, bir fikir vermek amacıyla ilk müsveddeleri
kaleme alınmış olan Misak-ı Milli’nin Meclis’te kabul edilmesini ve kendisinin
Meclis başkanı olarak seçilmesini de istemişti.386
2.5. MECLİS-İ MEBUSAN GÜNLERİ
a) Meclis-i Mebusan’ın Açılışı
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Rum ve Ermeni unsurların katılmadığı seçimler,
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerinin başarısıyla
tamamlandı. İstanbul’da toplanmaya başlayan mebusların farklı fırkalardan olmasını
arzu eden Vahdettin, İstanbul seçimlerinden İttihatçı adayların zaferle çıkması
üzerine hükümeti yine İttihatçıların elde edeceği endişesine kapıldığından Meclis’in
385
386
Nutuk Vesikalar, vesika 214; Cebesoy, Milli…, s.308.
Nutuk, s.240-242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.209.
161
açılmasını geciktirmekteydi. Mebuslar, Meclis’in bir an önce açılması için Sadrazam
Ali Rıza Paşa’yı, Ali Rıza Paşa da sarayı sıkıştırmaktaydı.387 Padişah’ın tavrı fazla
uzun sürmedi, nihayet Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde 72 mebusun
katılımıyla açıldı.388 Bilindiği gibi Padişah İttihatçılardan oluşan önceki Meclis’i
İngilizlerin isteği üzerine 21 Aralık 1918 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa’nın
mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a varmasından kısa bir süre sonra
kapatmıştı. Milli Hareket temsilcileri gerek Amasya Kararları, gerekse Erzurum ve
Sivas Kongrelerinde Meclis’in açılması ve ülkenin kaderiyle ilgili konuların milletin
temsilcileri tarafından kararlaştırılması gerektiğini duyurmuştu. Damat Ferit Paşa
hükümetleri seçimlerin yapılıp Meclis’in açılacağına dair açıklamalarda bulunduysa
da bu gerçekleşmemiş, son Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşürülmesiyle birlikte
yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti, Milli Hareket temsilcileriyle seçimlerin
yapılması ve Meclis’in açılması konusunda uzlaşmıştı.
Padişah Vahdettin’in rahatsızlığını gerekçe göstererek katılmadığı açılışta Padişah’ın
nutkunu Sadrazam Ali Rıza Paşa okumuştu. Erzurum mebusu seçilen Mustafa Kemal
Paşa, önceden kararlaştırıldığı üzere Ankara’da kalarak İstanbul’a gitmezken Sivas
mebusu seçilen Rauf Bey, Trabzon’dan seçilen Hüsrev (Gerede) Bey ile İstanbul’a
gitmişti.389 Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya Rauf Bey’in İstanbul’a
gitmesi ve barış konferansına temsilci olarak katılması konusundaki fikrini sormuş,
kendisinden müspet cevap almıştı. Zira yapılan görüşmeler Rauf Bey’in de İstanbul’a
gitmesini ve Meclis’te milli esaslara bağlı bir grubun varlığını gerekli kılmaktaydı.390
387
Türkgeldi, Görüp…, s.252.
Vakit, 12-13 Ocak 1920. Takvimi Vakayi’nin 12 Ocak 1920 tarihli sayısında Meclis-i Mebusan’ın
değil, Meclis-i Umumi’nin açıldığını haber veren Padişah iradesinin çıktığı duyurulmakta, ertesi
günkü sayıda da Ali Rıza Paşa tarafından Meclis’te okunan Padişah’ın konuşması yayımlanmaktadır.
389
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.210.
390
Atatürk’ün Tamim…, s.159; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.477.
388
162
Meclis’in açılması münasebetiyle Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla Meclis-i Mebusan
Başkanlığı’na bir tebrik telgrafı gönderirken, bir başka telgraf ile de hastalığını
gerekçe göstererek Meclis’in açılışına katılmayan Padişah Vahdettin’e geçmiş olsun
dileğini iletmişti.391
b) Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan Başkanlığı Meselesi
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gidecek olan mebuslardan Ankara’da iken
kendisinin Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilmesini istemiş, ancak Ocak ayı
sonunda yapılan başkanlık divanı seçimleri sonunda başkanlığa İstanbul mebusu
Reşat Hikmet Bey seçilmişti. Rauf Bey, başkanlığa kendisinin seçilmesinin uygun
olacağını söylemiş olan Mustafa Kemal Paşa’ya bu konudaki bazı kaygıları aktarmış,
mebuslarla yaptığı görüşmelerde Mustafa Kemal Paşa’nın her ihtimale karşı Temsil
Heyeti’nin başında kalması gerektiği ve İstanbul’a gelmesi uygun olmadığı için
başkanlığı üstlenmesinin doğal olmayan bir durum ortaya çıkaracağı gibi
endişelerden bahsetmişti. Meclis’in dışarıda imiş görüntüsü vereceği ve Temsil
Heyeti’ne taraftar olanların dahi böyle bir durumda Mustafa Kemal Paşa’ya oy
vermekten kaçınacakları şeklindeki İstanbul’daki Milli Hareket temsilcileri açısından
kanaatler Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis başkanlığına getirilmesinin önündeki
engeller olarak görülmüştü. Mebusların Mustafa Kemal Paşa’ya duyduğu saygıdan
da bahseden Rauf Bey mebusların kendisinin Meclis başkanı olarak değil, milletin
başında bir ‘nigehban’ (gözcü) olarak kalmasını istediğini de aktarmıştı.392 Öte
yandan Mustafa Kemal Paşa’nın başkan olmaktaki ısrarının sebebi esasında bir
391
392
Atatürk’ün Tamim…, s.174-175.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, s.240-241.
163
hesaba dayanmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa hesabını Meclis’in dağıtılacağı, böylece
Ankara’da yeniden toplanacağı ve mebusları Meclis-i Mebusan Başkanı sıfatıyla
Ankara’ya davet edebilmek için başkanlığa seçilmesi gerekliliği üzerine yapmıştı.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın başkan seçilmesi halinde kendisinin
İstanbul’a gitmeyecek olması zaten kimseye söylenmeyecek ve Meclis, başkan
vekilleri tarafından idare edilecekti. Milli Hareket temsilcilerinin Ankara’dayken bu
yolda çalışacakları vaadinde bulunmalarına rağmen, Mustafa Kemal Paşa’nın
beklentisi dışında bir haber alması kendisi için bir hayal kırıklığı anlamına
gelmekteydi.393 Rauf Bey’e cevabında seçilme ihtimali yoksa Meclis başkanlığı için
adaylığının konulmamasını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Meclis başkanının illa
İstanbul’da olması gerekiyorsa seçildikten sonra da istifasının mümkün olduğunu,
amacın milletin hakkını Meclis başkanı sıfatıyla ileride savunmak olduğunu ifade
etmişti.394 Neticede yukarıda sayılan gerekçelerle 31 Ocak’ta yapılan Meclis
başkanlığı seçimleri sırasında Mustafa Kemal Paşa aday gösterilmemiş ve başkanlığa
Reşat Hikmet Bey seçilmişti.395
c) Felâh-ı Vatan Grubu ve Misak-ı Milli’nin Kabulü
12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’daki mebuslar
içerisinde Milli Hareket temsilcisi olarak 80 kadar isim bulunmaktaydı. Meclis’in
yaklaşık üçte ikilik kısmını oluşturan bu mebuslar Ankara’da kararlaştırılan
Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine 7 Şubat günü Felâh-ı Vatan adı verilen bir grup
393
Nutuk, s.242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.240-241. Tunçay, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli
Hareket’in yasallığının onaylanması için de Meclis başkanlığına getirilmesini istediğini söylemektedir
ki, bizce de bu yaklaşım Mustafa Kemal Paşa gibi bir liderin hesapları arasında bulunabilecek bir
yaklaşımdır. Bkz. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması 19231931, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul, 1999, s.32.
394
Nutuk Vesikalar, vesika 231.
395
Alemdar, Vakit, 1 Şubat 1920.
164
kurdu. Grubun Müdafaa-i Hukuk yerine Felâh-ı Vatan adıyla kurulması başkanlık
noktasında hayal kırıklığına uğrayan Mustafa Kemal Paşa için beklenmedik ikinci bir
kötü haber hüviyetindeydi. Öyle ki yıllar sonra bile öfkesi sözlerine yansıyacak ve
Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta Müdafaa-i Hukuk Grubu kurmayı vicdan ve millet
borcu olarak görmeleri gerekip de üzerine düşen vazifeyi yapmayanlar için imansız,
cebin (korkak), cahil, nankör, hotperest (kendini beğenmiş) gibi sıfatlar
kullanmaktan çekinmeyecekti. Hatta 1927 yılında Nutuk’u okurken grubun adını
Fellâh-ı Vatan olarak söyleyecekti.396 Temsil Kurulu üyesi ve Hakkari mebusu
Mazhar Müfit Bey de herkesin ayrı bir havada olduğunu söylediği Felâh-ı Vatan
Grubu’ndan bir fayda beklentisi içinde olmadığını, bu nedenle yeni bir Müdafaa-i
Hukuk grubu kurmayı önerdiğini ve hatta o günlerde Ankara’ya dönmek istediğini
söyleyecekti.397
Meclis-i Mebusan’ın açılmasının üzerinden on gün dahi geçmemişti ki, tarihler 20
Ocak 1920’yi gösterirken İngilizler Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne bir nota vermek
suretiyle Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat
Paşa’nın 48 saat içinde çekilmelerini istedi.398 Gelişmelerden haberdar olan Mustafa
Kemal Paşa, bu noktada Cemal Paşa’nın kesinlikle çekilmemesi gerektiğini ve eğer
paşalar bu isteğe boyun eğecek olurlar ise bunun vazifeden kaçmak olacağını ifade
etmişse de Cemal Paşa istifasını geri almak niyetinde değildi.399 Nitekim ertesi gün
paşalar görevlerinden istifa etti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’den
ülkenin iç işlerine karışan itilaf güçlerinin bu tutumunun protesto edilmesini,
gerekirse paşaların azledilmesini isteyen İngilizlere herhangi bir direniş göstermeyen
396
Nutuk, s.241.
Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.543-544.
398
Nutuk, s.243; Türkgeldi, Görüp…, s.254; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.494; Cebesoy, Milli…,
s.340-341; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.241.
399
Nutuk, s.244-247.
397
165
hükümetin güvensizlik oyuyla düşürülmesini ve yerine milletin güvenini kazanmış
bir hükümetin kurulması için çalışılmasını istedi. Buna karşılık Rauf, Vasıf ve Bekir
Sami Beyler, Mustafa Kemal Paşa’ya Meclis’in dört beş güne kadar çalışmalara
başlayacağını, durumun vahameti nedeniyle kabinenin istifa edeceğini, ancak
Sadrazam ile görüşülerek kabinenin yerinde kalmasının temin edileceğini
söyledikten sonra Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıca bir müdahalede bulunmamasını
rica etti. Paşaların çekilmesi karşısındaki tutum, İstanbul’daki Milli Hareket
temsilcileri ile Mustafa Kemal Paşa’nın bir kez daha aynı çizgide buluşamadığının
bir göstergesiydi. Mustafa Kemal Paşa, Felâh-ı Vatan Grubu’nun mümkün
olduğunca çok sayıda mebustan oluşan bir çoğunluğu sağlama düşüncesi ile pasif
kaldığı düşüncesindeydi. Kendisine göre azınlıkta kalsalar dahi yapılması gereken,
bu düşünceden vazgeçerek milli prensipleri tam anlamıyla benimsemiş olanların
hiçbir tasfiyeyi kabul etmeyerek kayıtsız şartsız hükümeti düşürmek için
çalışmalarıydı.400 Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Milli
Hareket temsilcilerinden istediği bir iş daha halledilmemiş, 9 Şubat’a gelindiğinde
Meclis-i Mebusan’a sunulan programında Temsil Heyeti’nin yetkili olmadığına dair
ifadelere de yer veren hükümet, 108 mebusun 104’ünün desteği ile güvenoyu almayı
başarmıştı.401
Mebus seçilmesine rağmen güvenlik gerekçesiyle Meclis-i Mebusan’a katılmayan ve
gelişmeleri Ankara’dan takip etmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da
bulunan arkadaşlarından istediklerini yol arkadaşı Rauf Bey aracılığıyla iletmekteydi.
Meclis açılmadan önce İstanbul’a gidecek olan ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti listesinden seçilen mebuslardan bazı önemli görevleri yerine
400
Nutuk, s.249-251; Nutuk Vesikalar, vesika 224,225,227,234; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III,
s.242-243.
401
Alemdar, İleri, Vakit, 10 Şubat 1920.
166
getirmelerini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da bahsedildiği gibi başkanlığa
getirilmesini, Meclis’in dağıtılması durumunda Anadolu’da bir meclis toplayabilecek
yetkiye sahip olmak amacıyla istemiş, ancak bu isteği gerçekleşmediği gibi önceden
kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine de Felâh-ı Vatan Grubu kurulmuştu.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, mebuslar İstanbul’dayken bir talepte daha
bulunmuş ve paşaların görevden alınma sürecinde hükümetin gösterdiği pasifliği
cezalandırmak için hükümete güvenoyu verilmemesini istemişti. Nitekim Mustafa
Kemal Paşa’nın bu isteği de gerçekleşmemiş ve hükümet ezici bir çoğunlukla
güvenoyu almıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Hareket temsilcilerinden son isteği
henüz Ankara’da iken esasları Temsil Heyeti üyeleri tarafından tespit edilen Misak-ı
Milli’nin Meclis-i Mebusan’da kabul edilmesiydi. 12 Ocak’ta resmi açılışı yapılan
Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarına ara vermesiyle birlikte Milli Hareket temsilcisi
bazı mebuslar Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanıp da İstanbul’a gönderilen
metin üzerinde çalışmalar yapmak suretiyle Misak-ı Milli’ye son şeklini vermişti.
Böylece sadece üç ay kadar görev yapan Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin altına
imza attığı en önemli olay, Felâh-ı Vatan grubu adına Edirne Mebusu Şeref Bey
tarafından gizli bir oturumda Meclis kürsüsünden okunarak oya konulan ve alkışlar
arasında kabul edilen Misak-ı Milli’nin kabulü olmuştu. 28 Ocak 1920 tarihli gizli
toplantıda kabul edilerek imzalanan Misak-ı Milli yaklaşık yirmi gün sonra, 17 Şubat
1920 tarihinde Meclis gündemine getirilerek kabul edilmişti.402 Öteki isteklerinin
402
Mütareke sırasındaki sınırları esas alan Misak-ı Milli, bu sınırlar içindeki azınlıklara siyasal denge
ve idari bütünlüğü bozmayacak siyasal haklar verilmesini öngörüyor, Arap ülkelerine kendi
kaderlerini belirleme hakkı tanıyor, Doğu sınırındaki üç liva ile Batı Trakya’nın Bulgaristan’dan
ayrılan bölümüne de aynı hakkı veriyor, hilafet, saltanat ve hükümet merkezi olan İstanbul’un
bağımsızlığı ve güvenliğinin sağlanması şartıyla Boğazların uluslararası ticaret ve taşımacılığa açık
olacağını belirtiyor, bununla beraber savaş sorumluluğunu kabul eden ve Kanun u Esasi’ye tecavüz
eden hükümetlerin de kovuşturulmasını istiyordu. Bkz. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Dördüncü
Dönem, c.1, s.144, 17 Şubat 1920; Vakit, 17 Şubat 1920; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.244;
Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.541-542.
167
gerçekleştirilmesi noktasında hayal kırıklığı ve kızgınlık hisleriyle dolan Mustafa
Kemal Paşa’nın Ankara’daki görüşmelerde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti listesinden seçilen mebuslardan isteyip de yerine getirildiğini gördüğü tek
önemli istek Misak-ı Milli’nin kabulü olmuştu. Böylece Sivas Kongresi’nde kabul
edilen ve 30 Ekim 1918 tarihini esas alan sınırlar ülke meclisi tarafından kabul
edilmiş ve bu uğurda çalışılmasının altı çizilmişti.
d) Kuva-yı Milliye Noktasında Görüş Ayrılıkları
Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşları arasında beklenmedik bir şekilde Temsil
Heyeti’nin artık hükümete müdahale etmemesi gerektiği yönünde bir görüş
belirmişti. Nasıl olsa Ali Rıza Paşa Hükümeti gibi ılımlı bir kabine işbaşındaydı ve
12 Ocak’ta açılmış olan Meclis-i Mebusan çalışmalarına devam etmekteydi.403 Ali
Fuat Paşa bu noktada vatanperverliğinden şüphe edilmeyen Ali Rıza Paşa
Hükümeti’nin ruh halinin arkadaşlarına da bulaştığı ve artık milletin kaderini onlara
bırakma fikrinin geliştiği yaklaşımından bahsetmektedir.404 Akşin de, Mustafa Kemal
Paşa’nın başkanlığa seçilmemesi ve Müdafaa-i Hukuk adının reddedilmesinin
liderliğini ve kurduğu örgütü inkâr anlamına geldiğini söylemektedir. Zira büyük bir
mücadele sonunda Erzurum ve Sivas Kongrelerinde liderliğini kabul ettiren, Damat
Ferit Paşa’yla girilen mücadeleyi kazanan ve örgütünü seçimden başarıyla çıkaran
bir lider için İstanbul’da bulunanlara sözlerini dinletememesi bir hayal kırıklığı
anlamına gelmekteydi.405 Kuşkusuz bu hayal kırıklığının yaşanmasında Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerine karşı Meclis’te esmekte olan
olumsuz havanın da etkisi vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Misak-ı Milli’nin kabulü
403
Nutuk, s.253; Aydemir, Tek…, c.II, s.194.
Cebesoy, Milli…, s.272-273.
405
Akşin, İstanbul…, c.II, s.326-327.
404
168
dışındaki istekleri acaba önemsiz istekler miydi ki yerine getirilmedi? Yapılmasa da
olur kabilinden talepler miydi? Müdafaa-i Hukuk adının değiştirilerek Felâh-ı Vatan
olmasının basit bir isim değişikliği olarak algılanamayacağını söyleyen Cebesoy, bu
durumun başka tevillere yol açarak temsil edilen dava ve programın önemine darbe
vurabileceğine dikkati çekmekte, o sırada memlekette milli dava ve siyaset etrafında
toplananlara Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namı verildiğini ve
grubun adının Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu olması gerektiğini ifade
etmektedir.406 Peki ya Meclis başkanlığı meselesi? Yukarıda da bahsedildiği üzere
Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis başkanlığına seçilmesi isteği bir hesaba
dayanmaktaydı. Başkan seçilmiş olsaydı, Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da
açılacağını duyururken Meclis-i Mebusan Reisi sıfatını kullanır, Ankara’ya ulaşmak
üzere yolda bulunan Celalettin Arif Bey’den bir beyanname yayımlamasını istemek
durumunda
kalmazdı. Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın istekleri
gerçekleşmiş olsaydı, sular yatağını daha kolay bulurdu. Öte yandan Mustafa Kemal
Paşa arkadaşlarından çok daha cesur adımlar atmalarını beklemişti. Ne var ki
hükümetin güvensizlik oyuyla düşürülmesi yönündeki yaklaşımı da kabul edilmemiş,
bunlara bir de Temsil Heyeti’nin hükümet işlerine karışmaması yönünde bir takım
istekler eklenmişti. Kâzım Karabekir Paşa başta olmak üzere Milli Hareket’in kendi
içinden gelen bu istekler esasında hükümetin bu konudaki rahatsızlığının ardından
gündeme gelmişti. Ali Rıza Paşa Hükümeti, güvenoyu aldıktan sonraki 14 Şubat’ta
vilayet ve sancaklar için yayımladığı bir genelgeyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin hükümet işlerine müdahalesine bir son vermek istedi. Zira milli
irade adına konuşma hakkı hâlihazırda çalışmakta olan Meclis’e aitti. Genelgede bu
406
Cebesoy, Milli…, s.311-312.
169
durumu ihlal edenlerin cezalandırılması gerektiğinin de altı çizilmişti.407 Hükümetin
bu hamlesine karşılık Mustafa Kemal Paşa, milli emellere uygun bir barış elde
edilinceye kadar Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerine devam etmesi kararındaydı. Bu
nedenle hükümet işlerine müdahale edenlerin cezalandırılmasının istendiği bu
genelgeye
çok
sinirlenmiş,
Temsil
Heyeti’nin
milletin
gözünde
küçük
düşürülmesinin ve cezalandırılmasından söz edilmesinin faydasız bir iş olduğunu
ifade etmişti.408 Kâzım Karabekir Paşa ise yine Mustafa Kemal Paşa ile aynı
düşüncede olmamış, 23 Şubat’ta kendisine çektiği telde Meclis-i Mebusan’ın Temsil
Heyeti ve Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olmaması halinde Temsil
Heyeti’nin işin sorumluluğunu ve kendi mukadderatını Meclis’e bırakarak
faaliyetlerine bir son vermesi görüşünde olduğunu söylemişti.409
Yunan ilerlemesi ve Milli Hareket ile aralarındaki gerginlikler gibi nedenlerle Ali
Rıza Paşa Hükümeti 3 Mart 1920 tarihinde istifa etti. Esasında hükümeti bu noktaya
getiren itilaf devletlerinin yerine getirilmesi imkânsız teklifleriydi.410 Padişah
Vahdettin’in hükümeti kurma görevini yeniden Damat Ferit Paşa’ya verme
ihtimaline karşı Felâh-ı Vatan Grubu harekete geçti ve vefat eden Reşat Hikmet
Bey’in yerine Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilen Celalettin Arif Bey
başkanlığında bir heyet Padişah’a bir ziyarette bulunmak istedi.411 Huzura kabul
edilmeyen heyet başkâtip ve başmabeyinci aracılığıyla Padişah Vahdettin’e,
kendisinin sadrazamı seçme hakkına karşılık Meclis’in de güven ve güvensizlik oyu
verme yetkisinin olduğunu ve yeni bir kabine krizi yaşanmaması için Damat Ferit
407
Alemdar, 15 Şubat 1920.
Nutuk, s.253.
409
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.536-537; Nutuk, s.259-260.
410
Türkgeldi, Görüp…, s.256; Akşam, Vakit, 4 Mart 1920. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar ise
Yunanlılar karşısındaki Kuva-yı Milliye birliklerinin üç km geriye alınmasını Milli Hareket’e kabul
ettiremeyeceğini düşünen Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifa yolunu seçtiğini söylemektedir. Bkz.
Nutuk, s.263; Cebesoy, Milli…, s.341.
411
Türkgeldi, Görüp…, s.256-257; Turan, Türk…, c.II, s.96.
408
170
Paşa veya Tevfik Paşa’ya kabineyi kurma yetkisinin verilmemesi isteğini iletti.412
Vahdettin de, vaziyetin gerektirdiği şekilde davranarak bir seçimde bulunacağı,
ancak Sadrazam’ın arkadaşlarını seçmesine karışamayacağı, bununla beraber
kendisine Meclis ve çoğunluk grubu ile anlaşmasını tavsiye edeceği cevabını verdi.
Ne var ki Salih Paşa’yı hükümeti kurmakla görevlendiren Vahdettin, kabineye
Meclis içinden hiç kimseyi aldırmayarak verdiği sözü yerine getirmedi.413 Bu
gelişmeler yaşanırken Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’den kabinenin yakında istifa
edeceği ve yerine Damat Ferit ya da Tevfik Paşalardan birinin gelebileceğini
öğrenmiş, bu konuda Şubat ayı sonlarında Kâzım Karabekir Paşa’yı da
bilgilendirmişti.414 Ayrıca Damat Ferit Paşa çizgisinde değil de Ali Rıza Paşa
çizgisinde bir kabinenin kurulması için 4-5 Mart gecesi sarayın telgraf yağmuruna
tutulması çağrısında bulunmuş,415 Salih Paşa Hükümeti’nin kurulması ile de
istediğini almıştı.
Salih Paşa Hükümeti 8 Mart’ta kurulmuş ve Padişah Vahdettin tarafından
onaylanmıştı.416 Aynı gün kabinenin kurulduğunu Mustafa Kemal Paşa’ya bildiren
Rauf Bey’e göre Salih Paşa iyi niyetliydi ama saray, kabineyi Damat Ferit Paşa’ya
zaman kazandırmak amacıyla kurdurmuştu. Mebusların kabineye alınmayacağı
ortaya çıktıktan sonra Salih Paşa, kabine üyeleri için Felâh-ı Vatan Grubu’na
danışacağını söylemesine rağmen bunu yapmamış, Rauf Bey de Mustafa Kemal
412
Nutuk, s.264-265; Nutuk Vesikalar, vesika 242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.273.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.273. Salih Paşa kabine kurma çalışmaları ile meşgul iken
Padişah kendisinden kabineye hiçbir mebusu almamasını istedi. Kuruluşu aceleye getirilmiş olan bu
‘derme çatma’ kabineye mebuslardan kimsenin girmeyişi, diğer nazırların da önceden nazırlık yapmış
isimlerden oluşması, çoğu nezaretin vekâletle yürütülmesine neden olacaktı. Zaten iç ve dış ilişkilerin
gerginleştiği bir dönemde başa gelen bu kabinenin ömrü pek de uzun olmayacaktı. Bkz. Türkgeldi,
Görüp…, s.258.
414
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.556. Türkgeldi bu sırada her taraftan telgraflar çekildiğini ve Damat
Ferit Paşa’nın sadarete getirilmesinin vahim neticeleri olacağından bahsedildiğini söylüyor. Bkz.
Türkgeldi, Görüp…, s.256.
415
Nutuk, s.266-267.
416
Takvimi Vakayi, Vakit, 9 Mart 1920.
413
171
Paşa’ya kabineye güvenoyu verilmemesi için çalıştıkları bilgisini vermişti.417
Bununla beraber kabinenin güvenoyu almasına da gerek kalmamış, 16 Mart’ta
İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği ve birkaç gün sonra da Meclis’in
çalışmalarına ara verdiğini duyurduğu bir süreç başlamıştı.
e) İstanbul’un İşgalinin Şiddetlendirilmesi
Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği 11 Mart tarihli telgrafında İstanbul’da
bulunan önde gelen Kuva-yı Milliyecilerin İngilizler tarafından tutuklanacaklarını
güvenilir kaynaklardan öğrendiğini ve ne olursa olsun İstanbul’da kalarak namus
vazifesini yapacağını bildirmekteydi. Mustafa Kemal Paşa ise cevabında İngilizlerin
kendilerini tutuklama kararına karşı Meclis-i Mebusan’ın cesur bir şekilde vazifesine
sonuna kadar devam etmesini, bununla beraber Rauf Bey gibi varlığı Milli
Hareket’in geleceği için gerekli kimselerin Ankara’ya gelerek kendilerine
katılmalarının şart olduğunu söylemekteydi.418 Mustafa Kemal Paşa’nın bu
ifadelerine rağmen Rauf Bey, Komutanlar Toplantısı’nda alındığını söylediği
kararı419 hatırlatmakta ve Anadolu’da bir milli hükümetin kurulması amacıyla
Mustafa Kemal Paşa’yı dinlemeyişini şu sözlerle anlatmaktaydı: “İngilizleri dünya ve
milletimiz gözünde zalim ve mütecaviz duruma sokmak maksadıyla kaçmamak kararını verdim ve
Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığım son telgraflarla da müşterek kararımızı hatırlatarak ‘Biz burada
kalıp vicdan borcumuzu yapacağız’ diyerek bu kararımı kendisine bildirdim.”
420
417
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.572; Akşin, İstanbul…, c.II, s. 384.
Nutuk, s.272-273; Cebesoy, Milli…, s.344-345; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274.
419
Cebesoy, bu noktada nasıl hareket edileceği konusunda Felâh-ı Vatan Grubu İdare Heyeti ile
Temsil Heyeti kararları arasında farklılık olduğunu, bununla beraber Sivas’taki Komutanlar
Toplantısı’nda İstanbul’a gideceklerin gerektiğinde kendilerini feda edecekleri konusunda bir karar
verilmiş olduğunu söylemektedir. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.349.
420
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274.
418
172
İstanbul’daki Milli Hareket temsilcileri 13 Mart’ta Kara Vasıf Bey’in Şişli’deki
evinde yaptıkları toplantıda Meclis-i Mebusan’ın kapatılması durumunda kaçma
kararı aldılar.421 Toplantıya Rauf, Mazhar Müfit, Bekir Sami ve Kara Vasıf Beyler
gibi kimseler katılmıştı. Rauf Bey’e göre, Meclis-i Mebusan Misak-ı Milli’yi kabul
etmek başta olmak üzere üzerine düşen görevleri yerine getirmişti. Bu nedenle artık
kapatılması ve Anadolu yolunun açılması gerekmekteydi. Bununla beraber Milli
Hareket’in önde gelenleri Anadolu’ya kaçarsa İngilizler Meclis’i basmaktan
vazgeçebilir, bu durum da Anadolu’da bir milli hükümetin kurulmasını
engelleyebilirdi. Kendisi bu vazifeyi bir fedakârlık yaparak üzerine almış, işin farklı
birkaç yönüne daha dikkat çekmişti: “…Kendim de kaçabilirdim. Fakat kaçtığım takdirde
Meclisin basılmaması ihtimali olduğu gibi bir başka mahzur da vardı. Mecliste Felâh-ı Vatan grubunu
teşkil eden arkadaşların hepsi buraya, daha doğrusu bana güvenerek gelmişlerdi. Kaçtığım takdirde bu
arkadaşların, ‘İşte çeşitli vaatlerle bizi buraya getirdiler, şimdi de kaçıp gittiler. Bizim başımızı da
belaya soktular.’ diyerek Mecliste kalmaları ve kendilerine katılacak olan diğer kalanlarla Meclisi
devam ettirme ihtimali vardı. Sonra da ben Anadolu’da bir orduya kumanda edecek değildim. Oradaki
arkadaşlar, yeni kuracakları meclisle yeni hükümeti de teşkil edip idareyi yürütebilirlerdi. Fakat asıl
olan behemehâl Meclisin İngilizler tarafından basılmasını sağlamaktı. Bu olmadıkça Anadolu’da ne
millet meclisi, ne de milli hükümet kurulabilirdi. Bu noktada aylarca evvel Mustafa Kemal Paşa ile
422
mutabık kaldığımız malumdu.”
Esasında Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’e gönderdiği ve ertesi gün Kara Vasıf
Bey’in evindeki toplantıda da okunan telgrafında söylediği gibi olağanüstü olayların
arifesinde bulunduklarını ve her ihtimale karşı özellikle Anadolu’da bulunması
yararlı olabilecek arkadaşlarından, uyanık bulunmalarını, gerektiğinde Anadolu’ya
geçmek için hazırlıklı olmalarını istemişti. Ne var ki Rauf Bey, Mustafa Kemal
421
422
Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.551.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274-275.
173
Paşa’nın bu açık tutumuna rağmen kalmayı tercih etmiş ve üzerine düştüğüne
inandığı vicdan borcunu ödemek için kendini hazırlamıştı.
1918 yılı Kasım ayından itibaren zaten fiilen işgal altında olan İstanbul, 16 Mart
sabahı işgal kuvvetleri tarafından 6 kişinin öldürülüp 10 kadar kişinin de yaralandığı
Şehzadebaşı karakolu baskınıyla başlayan, Harbiye ve Bahriye Nezaretleri ile telgraf
merkezleri ve Türk Ocağı gibi daha pek çok kurumla devam eden kanlı bir gösteriye
şahit olmuştu.423 Aynı gün Meclis-i Mebusan’ı da basan İngilizler Sadrazama
sundukları notada İstanbul’un müttefik kuvvetleri tarafından geçici bir süre için işgal
edildiğini bildirmiş ve hükümetten Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Milli Hareket’in
öteki liderlerinin reddedilmesini istemişti. Bununla beraber Maraş ve daha başka
yerlerdeki taşkınlıkların devam etmesi halinde, barış şartlarının daha da
ağırlaştırılacağı tehdidi savrulmuş ve işgalin barış anlaşmasının uygulanmasına kadar
süreceği ifade edilmişti.424 İşgali ve yapılan zulümleri protesto eden ve üzerine düşen
görevi yaptığını belirten İstanbul Hükümeti bu nedenle herkesin sükunet içinde
hareket etmesini istemişti.425 Öte yandan Meclis-i Mebusan, 16 Mart’ta uğradığı
baskından iki gün sonra protesto amacıyla ve mevcut şartlar altında çalışmasına
imkan olmadığı gerekçesiyle genel kurul toplantılarına ara vermişken Ayan Meclisi
çalışmalarına devam etmekte bir sakınca görmemişti.
Kuva-yı Milliye’nin artan saldırılarını gerekçe göstererek İstanbul’da işgali
şiddetlendiren İngilizlerin asıl amacı Anadolu’daki Kuva-yı Milliye direnişine bir
ceza vermek ve yaklaşmakta olan barışın ağır şartlarına karşı oluşması beklenen
423
Nutuk Vesikalar, vesika 255(b); Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.585. Yeni Gün, Tasvir-i Efkar, İleri
gibi Milli Hareket’e yakın sayılabilecek gazeteler milletin yasına katılmak ve işgali protesto etmek
amacıyla yayımlanmadı.
424
Akşin, İstanbul…, c.II, s.408. 16 Mart 1920 tarihinde İtilaf Kuvvetleri Komutanı General
Wilson’un Harbiye Nezareti’ne gönderdiği İstanbul’un itilaf kuvvetleri tarafından işgal edileceğini
bildiren yazısının aslı ve tercümesi için bkz. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 22, vesika 557, E.U.
Basımevi, Ankara, 1957.
425
Akşam, 16 Mart 1920; Alemdar, Vakit, 17 Mart 1920.
174
tepkileri azaltmaktı.426 Zira işgalciler İstanbul sokaklarına astıkları ilanlarda devleti
savaşa sokan ve mağlup olan ittihatçıların Anadolu’da milli bir teşkilat kurmak
suretiyle yeni bir savaş başlattıklarını, bu nedenle İstanbul’un geçici olarak işgal
edildiğini duyurdu.427
16 Mart’ta yaşananlar, İstanbul’daki arkadaşlarını önceden uyarmış olan Mustafa
Kemal Paşa’yı haklı çıkaracaktı. O günlerde Meclis dışında tutuklanmamak için
tedbirli davranan Rauf Bey, 15 Mart gecesi Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı ‘Osmanlı
Bankası’yla bin lira gönderildi. Al da gel.’ telgrafına da yukarıda bahsedilen
kaygıları dile getirerek cevap verecekti.428 İşgalcilerin işgal sabahı evinde bulamadığı
Rauf Bey Meclis’e gelecek, Meclis Başkanvekili Abdülaziz Mecdi Efendi ve Konya
Mebusu Vehbi Efendi ile birlikte bir heyet halinde saraya giderek Vahdettin
tarafından kabul edilecekti. Sultan Vahdettin, İngilizlerin, İstanbul’u işgal etmekle
kalmayıp her şeyi yapabileceğini söyleyerek mebusların Meclis’teki konuşmalarına
dikkat etmelerini isteyecek, ancak heyetten milleti yıldıramayacakları cevabını
alacaktı. Heyet, İstanbul’un işgali hadisesinin matem yerine çevirdiği Meclis’e gelip,
bir grup toplantısı ile Padişah’la yapılan görüşme hakkında bilgi verirken Meclis
Muhafız Kıtası Komutanı, Rauf ve Kara Vasıf Beyleri teslim almak üzere bir İngiliz
müfrezesinin kapıda beklediği haberini getirecekti. Rauf Bey, Meclis muhafaza
bölüğünün karşı koymasını isteyecekse de, Meclis-i Mebusan Başkanı Celâleddin
Arif Bey’in önceden vermiş olduğu silah kullanılmaması emri üzerine bu isteği
gerçekleşmeyecekti. İngilizler tarafından Meclis müzakere salonunda zorla teslim
alındığına dair yazılı bir belge alma şartının kabul edilmesi üzerine aldığı belgeyi
Meclis Başkanlığı’na verdikten sonra teslim olan Rauf Bey, Kara Vasıf Bey’le
426
Akşin, İstanbul…, c.II, s.384.
Alemdar, Vakit, 17 Mart 1920.
428
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.275.
427
175
birlikte Malta’ya sürgüne gönderilecekti.429 Bazıları Rauf Bey’in Ayan Dairesi’ne
giderek kıyafet değiştirebileceği ve oradan kaçabileceğini söyleyecekse de Rauf Bey
bu fırsatı da değerlendirmeyecekti.430 Muhtemel bir Meclis baskını karşısındaki
tavrını, daha Sivas’ta iken Komutanlar Toplantısı’nda belirleyen Rauf Bey dramatik
bir senaryo için kendisini hazırlayacak, ne var ki İngilizlerin yumuşak tavırları ve
Celalettin Arif Bey’in bahsi geçen emri üzerine bunu gerçekleştiremeyecekti.431
16 Mart 1920 tarihinde yaşananlara İstanbul’un işgali demekten ziyade, işgalin
şiddetlendirilmesi demek daha doğrudur. Zira işgal kuvvetleri Mustafa Kemal
Paşa’nın İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren İstanbul’da
İttihatçıların tutuklanması ve basının sansür edilmesi konularında olduğu gibi zaten
istedikleri her şeyi yapabilmekteydi. O günden itibaren İstanbul bu anlamda zaten
fiili bir işgal altındaydı. Cebesoy’a göre, İzmir’in işgali milleti düşmanlarına karşı
nasıl harekete geçirdiyse İstanbul’un işgali de milleti mukadderatını bizzat eline
almaya mecbur etmişti.432
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki Milli Hareket temsilcilerinin tehlikede olduğunu
söyleyerek Kâzım Karabekir Paşa’ya, Türk ordusunu silahsızlandırmak amacıyla
1919 yılı Mayıs ayında Erzurum’a gelmiş olan İngiliz Kontrol Subayı Albay
Rawlinson’un tutuklanması gerektiğini433 söylemiş, bunun yanında İstanbul’un işgali
429
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.275-277; Türkgeldi, Görüp…, s.259-260; Cebesoy, Milli…,
s.349-351.
430
Kansu, Erzurum’dan…,c.II, s.554.
431
Akşin, İstanbul…, c.II, s.414.
432
Cebesoy, Milli…, s.353.
433
Mustafa Kemal Paşa, henüz 22 Ocak’ta Ankara’daki 20., Konya’daki 12., Sivas’taki 3. ve
Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlıklarına çektiği telde İngilizlerin, bazı nazır ve mebusları,
özellikle de Rauf Bey’i tutuklama ihtimalinden söz etmiş ve gerektiği zaman bölgelerinde bulunan
İngiliz subayları tutuklamak için hazır olmaları gerektiğini bildirmişti. Bkz. Nutuk, s.249; Karabekir,
İstiklâl Harbimiz, s.494. İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinden üç gün sonra Mustafa Kemal
Paşa Anadolu’daki İngilizlerden bazılarının rehin alınması isteğinde bulunmuştu. Bunun üzerine
Kâzım Karabekir Paşa, Rawlinson ile birlikte 5 İngiliz askerini tutuklayacak ve kontrolündeki
yerlerde bulunan valiliklerin İstanbul ile haberleşmelerini yasaklayacaktı. Bkz. Karabekir, İstiklâl
Harbimiz, s.591-593.
176
karşısında alınması uygun görülen tedbirlerden bahsetmişti. Buna göre, Geyve
Boğazı işgal edilerek demiryolu köprüsünün tahrip edilmesi, Geyve, Ankara,
Ulukışla mıntıkasındaki demiryolu hat ve malzemesine el konulması, silahlarına el
konulmak suretiyle hat üzerindeki itilafçı askerlerin tutuklanması, Konya’daki
Anadolu hat komiser muavininin bir an önce demiryollarına el koyması ve
işletmesini ele alması, bu arada emrine uymayan memurlar için de gereken tedbirleri
alması yanında İstanbul telgraf hatlarının çoğunun geçtiği Geyve santralinin işgalinin
sağlanması gibi tedbirlerin alınması planlanmıştı.434
16 Mart’ta Kâzım Karabekir Paşa Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Temsil Heyeti’ne İstanbul’un işgaline bir aksi seda olarak Batum’da Bolşevikliğin
ilan edilmesine izin verilmesi teklifinde bulundu. Türkiye’nin Bolşevik Rusya ile
birleşmesinin önüne geçmenin hesaplarını yapmış olan İngilizler, bu amaçla
Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’da bağımsız hükümetlerin kurulmasını
desteklemişti. Mustafa Kemal Paşa, bu planları iyi okumak suretiyle emperyalist
İngilizler ile anti-emperyalist Sovyet Rusya arasındaki anlaşmazlıktan istifade
edilmesi kanaatindeydi. Bunun için aradaki engellerin kaldırılması ve Sovyet yardımı
için bu ülkeyle temasın sağlanması gerekmekteydi. Önceleri Sovyet Rusya ile
Türkiye arasında sınır temasının sağlanması konusunda, bunun Batılıların eline
Türkiye’yi ezmek için bir koz vereceği endişesini taşıyan Kâzım Karabekir Paşa 16
Mart’ta İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesiyle birlikte bu fikrinden vazgeçti.
Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya yaptığı, Karadeniz üzerinden
Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi
teklifi de bu fikir değişikliğinden sonra gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa bu teklife
434
Nutuk, s.281; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.589.
177
olumlu cevap verdi ve fırsatın kaçırılmaması gerektiğini ifade etti. Hatta aynı gün
Mustafa Kemal Paşa biraz daha ileri giderek Doğu’da bir harekât yapılması
konusunu gündeme getirdiyse de Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’da durumun tam
olarak bilinmediği ve Bolşevik orduları ile herhangi bir temasın sağlanmadığı
nedeniyle şimdilik Batum’da Bolşeviklik ilanı, Bolşevikliğin Kafkaslarda yayılması
ve Bolşevik ordularının harekâtının kolaylaştırılması ile yetinilmesi gerektiği
cevabını verdi.435 Bundan sonraki süreçte Kâzım Karabekir Paşa’yı ısrarlı bir şekilde
Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda
Ankara’dan izin isterken göreceğiz. Bu noktada Milli Hareket, yalnız Kafkasya’da
Bolşevikliğin yayılmasına destek vermekle yetinecek, Bolşevikliğin Anadolu’ya
girmesi hiçbir şekilde istenmeyecek, bununla beraber bu durumun Milli Mücadele’ye
sağlayacağı katkı hesap edilecekti. Bu amaçla Büyük Millet Meclisi, Sovyetlerle
resmi olarak temas kurmak amacıyla Bekir Sami Bey başkanlığında, Kastamonu
mebusu Yusuf Kemal Bey’in de dahil olduğu bir heyeti Moskova’ya gönderme
kararı alacaktı.436
İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa’nın Milli
Hareket ile ilgili genelge haline getirdiği bazı esaslar, İstanbul’da telgraf merkezi
gibi önemli yerlerin de işgali nedeniyle saray ve başka bir makamla haberleşme
imkânı kalmadığı, vilayetlerdeki tüm mülki ve askeri memurların Temsil Heyeti ile
irtibatlı kalmalarının koordinasyon için gerekli olduğu ve kanunlara uygun
davranmaya her zamankinden daha fazla özen gösterilmesi gibi konulardan
ibaretti.437 Bu genelgeye göre, tıpkı son Damat Ferit Paşa Hükümeti sırasında olduğu
gibi İstanbul ile tüm haberleşmeler kesilmekteydi. Bu genelgeyi uygun bulan Kâzım
435
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.593-595.
Yusuf Kemal Tengirşenk, ‘Milli Mücadelede Ruslarla İlk Temasımız’, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.98.
437
Atatürk’ün Tamim…, s.269.
436
178
Karabekir Paşa ise alınacak tedbir ve yayımlanacak genelgelerde dini inançların esas
alınması yanında İngilizlerin saltanat ve hilafete vurdukları darbenin de belirtilmesi
gerektiğini söylemişti.438 17 Mart’ta yayımladığı genelgede Kâzım Karabekir
Paşa’nın dikkati çektiği noktaları dikkate alan Mustafa Kemal Paşa, işgalin yalnız
saltanata değil, hilafete ve bütün İslam âlemine karşı yapıldığının altını çizmişti.439
2.6. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ: YENİ BİR DEVLET
a) İşgalin Şiddetlendirilmesinden Sonra İstanbul
İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinden sonra Anadolu ile İstanbul arasındaki
iletişim bir kez daha kesilmiş, Anadolu ile irtibatın kesilmesini istemeyen İstanbul
Hükümeti de, işgalin ardından hükümetin görüşlerini Temsil Heyeti’ne bildirmek
amacıyla aralarında Rıza Nur’un da bulunduğu dört kişilik bir heyeti Ankara’ya
göndermişti.440 Bununla beraber itilaf güçlerinin, Kuva-yı Milliye eylemleri yanında
Mustafa Kemal Paşa’nın resmi olarak kınanması gibi Milli Hareket aleyhindeki
isteklerine daha fazla dayanamayan Salih Paşa, görevine başlamasının üzerinden bir
ay dahi geçmeden istifa etmek durumunda kalmıştı.441 Kısa sadareti sırasında
İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesine şahit olan Salih Paşa, en azından
İngilizlerin Kuva-yı Milliye’nin kötülenmesi gibi isteklerine karşı çıkabilmişti.
Tevfik Paşa’nın sadareti kabul etmemesi üzerine dördüncü kabinesini kurmakla
görevlendirilen442 Damat Ferit Paşa esasında Milli Hareket’i sindirmek amacıyla
iktidara gelmişti. Bu dönemde Milli Hareket ile İstanbul Hükümeti arasındaki
ilişkiler bozulmuş, Damat Ferit Paşa, Milli Hareket’i ortadan kaldırmak için askeri
438
Akşin, İstanbul…, c.II, s.432.
Atatürk’ün Tamim…, s.271-272; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.611-612.
440
Cebesoy, Milli…, s.70; Aydemir, Tek…, c.II, s.214.
441
Akşam, Alemdar, İleri, 4 Nisan 1920.
442
Alemdar, 6 Nisan 1920; Türkgeldi, Görüp…, s.260.
439
179
gücü dahi kullanmaktan geri durmamış, paşalık payesi vermiş olduğu Ahmet
Anzavur gibi milis güçleriyle Kuva-yı İnzibatiye adı verilen hilafet ordusu gibi bir
takım girişimleri devreye sokmuştu. Ülkenin pek çok noktasında yaşanmakta olan iç
isyanların etkisini arttırarak tehlikeli boyutlara ulaşması yine bu dönemde olmuştu.
Damat Ferit Paşa göreve başladıktan henüz altı gün sonra, 11 Nisan 1920 tarihinde
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’ye bir fetva çıkartılmış ve Milli Hareket
halife karşıtı bir isyan hareketi, takipçileri de ‘kafir’ olarak nitelenmişti. Üstelik
İngiliz uçakları ile yurdun pek çok yerine dağıtılan ve iç savaşın en büyük nedeni
olan bu fetva ile Milli Hareket’e katılanların öldürülmelerinin farz olduğu, bununla
beraber ‘bu isyan hareketi’ ile mücadele edecek olanların şehit veya gazi olacakları
duyurulmuştu.443 Kuva-yı Milliye’nin sindirilmesi amacıyla girilen bu yolda Milli
Hareket, halkın dini duygularının sömürülmesi suretiyle halife, saltanat ve din karşıtı
bir hareket olarak gösterilmişti. Oysa Ankara’da toplanan Milli Hareket
temsilcilerinin önemli bir kısmı daha bir ay önce İstanbul’da, her ne kadar
rahatsızlığını gerekçe göstererek açılışa katılmamışsa da, Padişah adına yapılan bir
konuşmayla açılan Meclis-i Mebusan’ın bir üyesi değil miydi? İngilizlerin baskını
sonrasında vatanın, hilafet ve saltanatın dokunulmazlığının kurtarılması amacıyla
gösterilen çabaların neresi isyan ve hilafet karşıtlığı idi? Ankara’nın varlığı ve
çalışmalarının İstanbul’un siyasi otoritesini zayıflattığı bir gerçekti, ancak bunun için
bir iç savaşın teşvik edilmesi şart mıydı? Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kurulması
ve İngilizlerin tazyiki ile Ankara’yı düşmandan da tehlikeli gören bir anlayış
İstanbul’a hakim olmuş, fetvanın yayımlandığı gün İstanbul gazetelerinde Damat
Ferit Paşa’nın, Milli Hareket’e devletin başını gövdesinden ayırmak ve teşkilat-ı
443
Takvim-i Vakayi, İleri, Vakit, 11 Nisan 1920; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.711-712.
180
milliye adı altında fitne ve fesat çıkarmak, halktan zorla para toplamak, para
vermeyenlere karşı işkenceler yapmak gibi bir takım suçlar isnat eden bir bildirisi
yayımlanmıştı.444 Bütün bunlar yetmemiş olacak ki, 11 Mayıs’ta Mustafa Kemal
Paşa ile birlikte Milli Hareket’in önde gelen isimlerinden Temsil Heyeti üyeleri Kara
Vasıf ve Alfred Rüstem Bey, Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Genel Komutanı Ali
Fuat Paşa, Sıhhiye Vekili Doktor Adnan Bey ve Halide Edip Hanım Divan-ı Harp
tarafından oybirliği ile gıyaplarında idam cezasına çarptırılmıştı. Suçlarının Damat
Ferit Paşa’nın bildirisi ile paralel bir şekilde Kuva-yı Milliye adı altında fitne ve fesat
çıkarmak, halktan zorla para ve asker toplamak, bunlara uymayanlara işkenceler
yapmak, ülke içinde güvenliği bozmak, kendilerinden olmayan askeri memurların
çalışmalarına engel olmak, halkı silahlı isyana teşvik etmek, hükümetle yurdun
haberleşmesini kesmek ve bozguncu nutuklar söylemek olduğu belirtilmişti. Bu
kişilerin her türlü rütbe, nişan ve resmi unvanlarının kaldırılması, mallarına el
konulması ve haklarında verilen gıyabi idamı içeren mahkeme kararı, 24 Mayıs 1920
tarihinde Vahdettin tarafından da onaylanmıştı.445
İstanbul’un Milli Hareket aleyhindeki bu tasarrufları sırasında henüz ilk günlerini
yaşamakta ve iç isyanlar nedeniyle büyük bir tehdit altında olan Büyük Millet
Meclisi 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkartarak
meşruiyetine söz, eylem ve yazı ile karşı çıkanları vatan haini olarak nitelendirdi ve
cezalarının idam olduğunu kabul etti.446 Bundan da önce henüz 16 Nisan’da
İstanbul’un fetvasına karşı Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi ve
444
Takvim-i Vakayi, İleri, Vakit, 11 Nisan 1920.
Takvim-i Vakayi, 27 Mayıs 1920. Bu iradede geçen ‘ele geçirildiklerinde yeniden yargılanmak
üzere’ ibaresi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yakalandıkları zaman idam edilmelerini değil,
yeniden yargılanmalarını içermekteydi. Akşin, gıyabında idam cezası verilenler arasında Rauf Bey ve
Karabekir Paşa’nın olmamasını İstanbul’un kendilerinden ümidi tam olarak kesmedikleri şeklinde
açıklamaktadır. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.III, s.32-33. O günlerde Malta’da sürgünde bulunan Rauf
Bey’in zaten etkili olabilecek bir konumda olmadığını da belirtmek gerekir.
446
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.143-145, 29 Nisan 1920; Nutuk, s.295.
445
181
Ankara ulemasının verdiği bir karşı fetva çıkartıldı. Vilayetler, müstakil livalar ve
kazaların müftülerinin de fetvaya katılımlarının temini amacıyla fetva sureti bu
yerlere de gönderildi. Bu fetva ile hakaret ve esarete maruz kalan Müslümanların
halifesinin kurtarılması için var güçleriyle çalışılmasının bütün Müslümanlar için
farz olduğunun, gerek bu amaçla gerekse ülkenin işgalden kurtarılması için
çalışanların isyankar olmadıklarının, düşmanlara karşı açılan bu cihat sırasında
ölenlerin şehit, kalanların da gazi olduklarının altı çizildi. Bununla beraber bu amaçla
gayret sarf edenlere karşı silah kullanan Müslümanların da fesat için çalışan ve en
büyük günahı işleyen kimseler oldukları ifade edilirken gerçeğe aykırı olarak verilen
fetvalara da itaat edilmesinin gerekmediği belirtildi.447 Öte yandan Büyük Millet
Meclisi, asker kaçaklarını yargılamak amacıyla kabul ettiği, ancak daha sonra
kapsamını genişleteceği İstiklâl Mahkemelerini de 11 Eylül 1920 tarihinde
kuracaktı.448
Meclis-i Mebusan, İstanbul’un 16 Mart’ta işgal edilmesi ve Meclis’in İngilizler
tarafından basılarak Rauf ve Kara Vasıf Beylerin Malta’ya sürgün edilmesinden iki
gün sonra, 18 Mart 1920 tarihinde aldığı bir kararla çalışmalarını erteledi. Bunun
üzerine Meclis-i Mebusan’ın bazı üyeleri yönünü Ankara’ya dönerken, Padişah da 11
Nisan günü en geç dört ay içinde yeni seçimlerin yapılması şartıyla Meclis'i
feshettiğini duyurdu.449 21 Aralık 1919 tarihinde bir önceki Meclis Padişah
tarafından feshedilirken de ‘seçimlerin yapılacağı zamana kadar’ şeklinde bir ibare
kullanılmıştı. Yine Meclis’in temelli kapatılmadığının vurgulanması yoluna
447
Fetvanın tam metni için bkz. İrade-i Milliye, 22 Nisan 1920; Atatürk’ün Tamim…, s.295;
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.714-715; Seçil Karal Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik
(1924-1928), Temel yay., İstanbul, 2006, s.296-297.
448
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.4, s.93-101, 11 Eylül 1920; Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk
Meclis, Yenigün Haber Ajansı Baskı ve Yayımcılık A.Ş., İstanbul, 1999, s.60-61.
449
Takvim-i Vakayi, 13 Nisan 1920; Vakit, 11 Nisan 1920, Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.678.
182
gidilmesinin nedenini Padişah’ın Anadolu’da bir meclis açılmasının önüne geçmek
istemesinde aramak daha doğru olmalıdır. İstanbul’daki bir meclisin varlığından dahi
kendisi adına rahatsızlık duyan Padişah’ın, kontrol edemeyeceği bir yer olan
Ankara’da bir meclisin açılmasından çok daha fazla rahatsızlık duymasını tahmin
etmek zor olmasa gerektir. Öyle ki, bir meclisin varlığı Padişah için yetkilerin
paylaşılması anlamına gelmekteydi ve Damat Ferit Paşa gibi istediğini yaptırabildiği
sadrazamlarla işi götürmek varken yönetimi bir meclis ile paylaşmanın bir gereği de
yoktu.
İstanbul’da yaşananlar üzerine yönünü Anadolu’ya dönerek zor şartlar altında
Ankara’ya gitmeye çalışan bazı mebuslar arasında Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail
Fazıl Paşa ile Meclis-i Mebusan Reisi Celalettin Arif Bey de vardı. Meclisin
basılmasının ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin yeniden işbaşına gelmesinin
ardından o güne kadar Anadolu’daki Milli Hareket’i tam olarak desteklemeyen Fevzi
(Çakmak) Paşa, Halide Edip, Doktor Adnan (Adıvar) ve Yunus Nadi gibi bazı asker
ve yazarlar da Ankara’nın yolunu tuttu.
b) Büyük Millet Meclisi’nin Toplanması Hazırlıkları
Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından önceki günler Anadolu’da iç isyanların arkası
arkasına patlak verdiği günlerdi. Ankara’yı dahi tehdit edebilen bu isyanlar nedeniyle
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bir tedirginlik içindeydi. Zaten işgal altında olan
İstanbul’un 16 Mart’ta bir kez daha işgalcilerin hücumuna maruz kalması esasında
Ankara’nın başka bir planını devreye sokacağı yeni bir dönemin habercisiydi. Milli
Hareket’in lideri Mustafa Kemal Paşa, 17 Mart’ta gönderdiği bir telgraf ile Kâzım
Karabekir Paşa’ya şartların bir kurucu meclisi (meclis-i müessisan) gerektirdiğini ve
183
bu meclisin hilafet ve saltanatın bağımsızlığı ile hilafet ve saltanat makamı olan
İstanbul’u kurtaracak milli mücahedeyi denetlemesi gerektiğini söyledi. Bununla
beraber Mustafa Kemal Paşa, Meclisin acilen toplanmasının şart olduğunu ifade
ederek on beş gün içerisinde Ankara’da toplanacak bir kurucu meclis için her livadan
beş azayı tespit etmek üzere seçimlere gitmek gerektiğinin de altını çizdi. Mustafa
Kemal Paşa’nın telgrafından daha önce, bir kısmının yolda olduğunu söylediği
İstanbul’dan gelebilecek mebusları Ankara’da toplayıp, eksikleri de ikinci
seçmenlerle tamamlamak suretiyle bir ‘Meclis-i Milli’ önerdiğini söyleyen Kâzım
Karabekir Paşa ise kanun ile belirlenmiş usullerin dışına çıkılmasını sakıncalı
bulduğunu ifade etti. Kendisine göre seçimler İntihabat Kanunu’na göre yapılmalı,
Meclis’e İstanbul’dan gelecek mebuslar da katılabilmeli ve kurucu meclis kararı
Meclis’in kendisine bırakılmalıydı. Ertesi gün de ‘müessisan’ sözcüğünün millet için
yabancı ve yanlış anlamalara müsait olduğunu, bunun yerine Padişah ve hükümetsiz
kalan Müslümanlara uygun olan ‘Şura-yı Milli’nin kullanılmasını ve gerekçenin dini
esaslara bağlanmasını öneren Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca masrafa yol açacağı için
ve istenilen özellikte adayların azlığı nedeniyle her livadan beş yerine iki ya da üç
kişinin seçilmesinin daha uygun olacağını belirtti.450 Erzurum’dan aldığı uyarıları da
dikkate alan Mustafa Kemal Paşa, ‘müessisan’ tabiri yerine, ‘salahiyet-i fevkaladeyi
haiz bir meclis’ tabirinin kullanılmasını ve her livadan beşer azanın, toplanacak olan
meclisin bir Ayan ve Meclis-i Mebusan sayısına tekabül edebilmesi için
düşünüldüğünü söyledi. Böylelikle Mustafa Kemal Paşa’nın, iki gün boyunca başka
komutanlarla da makine başında fikir alışverişinde bulunduğu ve 19 Mart’ta bir
genelge haline getirdiği hususlar Temsil Heyeti namına vilayetler, müstakil livalar ile
450
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.605-609.
184
kolordu komutanlıklarına gönderildi.451 Mustafa Kemal Paşa bu genelge ile hem
olağanüstü yetkilere sahip olacak bu Meclis’in toplanması amacıyla seçimlerin
yapılacağını duyurmuş hem de İstanbul’dan gelebilen mebusları bu Meclis’te
bulunmaya davet etmiş oldu. Bu noktada Tunçay, doğru bir yaklaşımla açık bir
şekilde söylenememesine rağmen bu tavrın yurt yönetimine el konulması anlamına
geldiğini, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin neredeyse devlet
olduğunu ve cemiyet başkanının da Padişah’ın yetkilerini kullanmakta olduğunu
söylemektedir.452
c) Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı
66 seçim bölgesinden beşer mebusun seçileceği esas kabul edildiği için İstanbul’dan
gelecek mebuslar hariç 330 mebustan oluşması düşünülen Büyük Millet Meclisi,
seçim sonucunda gelecek bu mebuslar ile İstanbul’dan Ankara’ya gelebilen
mebuslardan müteşekkil olacaktı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, 21 Nisan tarihli bir tamim ile bu kararı
vilayetler, livalar, kolordular, Müdafaa-i Hukuk merkezleri, belediye reislikleri ile
birlikte bütün millete tebliğ etmişti. Bu tebliğ, vatanın bağımsızlığı, hilafet ve
saltanatın kurtarılması gibi önemli ve hayati bir amaç için toplanacak Meclis’in
açılışının mübarek Cuma gününe denk getirildiğini ve mebusların Hacı Bayram
Camii’nde kılacakları Cuma namazından sonra sancağı alarak hususi daireye
gideceklerini duyurmaktaydı. Memleketin her yanında vatan ve millet için dualar
edilmesi, mevlitler okunması ve bu bildirinin en uzak köylere, bilumum
müesseselere ve hatta en küçük askeri birliklere kadar duyurulması da istenmişti.
451
452
Nutuk, s.280-282; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.609-610.
Tunçay, Türkiye…, s.33-34.
185
Bununla beraber ertesi gün bir genelge daha yayımlayan Mustafa Kemal Paşa 23
Nisan Cuma günü toplanacak Meclis’in bütün sivil ve askeri makamlar ve millet için
başvurulacak en yüce mekan olacağını ifade etmişti.453
Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşu’ anlamına gelen Büyük Millet Meclisi’nin
esasında 22 Nisan’da açılması planlanmış, ancak açılışın Cuma gününe denk
getirilmek istenmesi nedeniyle 23 Nisan 1920 tarihi seçilmişti. Gerek Cuma gününün
seçilmesi, gerekse yoğunluğu yüksek bir dini program yapılması düşüncesinin
arkasında, 11 Nisan fetvası ile açıkça din düşmanı ve isyankar olarak gösterilen Milli
Hareket temsilcilerinin kendilerini böyle nitelendirenlerden bir farkı olmadığını
kamuoyuna duyurmak amacı vardı. İstanbul’a aynı düzeyde verilen bu cevap ile
halifeye, saltanata ve inançlarına bağlı bir halkın desteğinin ancak bu şekilde temin
edilebileceğinin bilinmesinden kaynaklanan bir adım atılmıştı. Öte yandan 25 Nisan
1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, yayımladığı bir bildiri ile de bazı hainlerin,
vatanını kurtarmak için çalışan arkadaşları için Padişah ve Halife’ye karşı isyan ettiği
yönündeki haberlerin bir yalandan ibaret olduğunu kamuoyuna duyurma zorunluluğu
duymuş, millete birlik ve beraberlik çağrısında bulunmuştu.454 Bununla beraber 28
Nisan tarihli oturumda Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Padişah’a bir bağlılık
453
Nutuk, s.288-289; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.734-735.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.60, 25 Nisan 1920. Bu noktada Yunus Nadi şunları
söylemektedir: “Hasımlarımız bizi mağlup edebilmek için müracaat ettikleri muhtelif silahlar içinde
ezcümle, dine ve şeriata dahi istinat ediyorlar ve bizi şer’an asi ilan etmek hususunda çok ileri
gidiyorlardı. (Meşihat-ı İslamiye) makamının fetvaları hep bu esas ve maksatla tertip edilmişti. Halife
beyannamelerinde hep bu esas ve maksada istinat ediliyordu. Damat Ferit bu yoldan yürüyordu.
Halbuki Ankara’da vatan ve milletin halâs ve istiklâli gayesi etrafında toplanan zevat din ve imandan
tecerrüt etmiş kimseler değildi. Onların içinde hakiki din alimleri de bulunduktan başka milletin halâs
ve istiklâlinde elbette din ve şeriatın dahi (düşmanların) ayakları altında zelil ve perişan edilmekten
kurtarılması hususu da vardı … İngilizlerle Yunanlıların lehine milleti boğmaya, parçalatmaya,
mahvetmeye alet olanların dini ağızlarına almaları bile dünyanın en sefil alçaklığı idi. Hakikat bu
merkezde iken İstanbul’un olanca redaeti (kötülüğü) ile Ankara aleyhine milletin mukaddesatını tahrik
vesilesi yapmasına karşı Ankara’nın dahi lâyık ve lazım olduğu veçhile mukabele etmesi zarureti hasıl
olmuştur. Bu cümleden olarak Meclis’in küşadı (açılışı) Perşembe’den Cuma’ya geçirilerek evvela
Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazının edası (kılınması) oradan da büyük cemaatle Meclis’e
gidilerek ruhani bir hava içinde (küşat) açılış merasiminin icrasına karar verilmişti.” Bkz. Yunus Nadi
Abalıoğlu, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.30-31.
454
186
telgrafı çekmiş, iç savaş sırasında ölenin de öldürenin de Padişah’ın sadık evladı
olduğunu, düşmanların bayraklarının babalarının ocakları üstünden çekileceği
zamana kadar Anadolu’da mücadele verileceğini arz etmiş ve kendisinden bu
mücadeleye destek vermesini istemişti.455 Bu isteğin bir karşılık bulması mümkün
değildi elbet. Yine de Meclis’in açılması ile mebusların halifeye bağlılığında bir
değişiklik olmadığı bu telgraf ile bir kez daha gösterilmiş, iç savaşın devam ettiği bir
zamanda yüzyıllardan beri kanıksanmış bir şekilde kendisine bağlı olan halka da
halifeye karşı isyan edilmediği mesajı verilmiş oldu. Meclis açılırken yapılacak beliğ
bir duanın gereken etkiyi yapacağı kanaatinde olduğunu söyleyen Kâzım Karabekir
Paşa da, tarihimizin şahit olmadığı dini bir merasime gerek olmadığını söylemekte ve
bunun İstanbul’dan verilen fetvaların ardından başlayan isyanlara karşı bir sigorta
amacına yönelik olup olmadığını sormaktadır.456 Yukarıda da açıklandığı üzere dini
merasimin yoğunluğu kuşkusuz böyle bir amaca yönelikti.
31 Temmuz 1920’de alınan bir Başkanlık Divanı kararı ile Malta’da tutuklu öteki
mebuslarla birlikte Meclis üyesi sayılacak olan457 Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları
mebus seçilmişlerdi. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar Ankara, Doğu cephesinde
görevli olduğu için izinli sayılacak olan Kâzım Karabekir Paşa Edirne, Refet Bey de
İzmir mebusu olmuşlardı. İttihat ve Terakki Fırkası tarafından yapımına başlanıp da
o zamanda kadar bitirilememiş halde olan bir bina Meclis binası olarak seçilmiş, Ali
Fuat Paşa tarafından görevlendirilen 2. Kolordu’nun istihkâm bölüğünün de
yardımıyla
bu
bina
ile
mebusların
kalacağı
Muallim
Mektebi
binaları
tamamlanmıştı.458 Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan’da görkemli bir dini törenden
455
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.123, 28 Nisan 1920.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.735.
457
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.16-18, 31 Temmuz 1920.
458
Cebesoy, Milli…, s.355.
456
187
sonra en yaşlı üye olan Sinop mebusu Şerif Bey’in başkanlığında toplanmıştı. Bir
gün sonraki ikinci oturumda uzun bir konuşma yapan ve mütarekeden itibaren
gerçekleşen olaylara değinen Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmasının ardından
yapılan seçimlerde 110 oy alarak, 109 oy alan Celalettin Arif Bey’i geride bırakıp
başkanlığa seçilmişti.459 Akşin, İstanbul’da Meclis-i Mebusan başkanlığına
seçilmemiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
seçildiğini Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirirken bu durumdan haz duymuş
olabileceğini söylemekte ve Karabekir’den bağımsızlaşma anlamında önemli bir
adım attığını ifade etmektedir. Zira Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın
Erzurum’da bulunduğu günlerden itibaren kendisini denetlemek gibi bir görev
üstlenmişti.460
23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının yeni bir devletin
kuruluşu anlamına geldiğinden yukarıda bahsedilmişti. Bu anlamda Büyük Millet
Meclisi Kuva-yı Milliye birliklerinin düzenli ordu birliklerine dönüştürülmesiyle bir
orduya sahip olmuş ve devlet erklerini kullanmak suretiyle Cumhuriyet’in ilan
edileceği zamana kadar bir devlet gibi çalışmıştı. 7 Haziran 1920 tarihinde Büyük
Millet Meclisi İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16 Mart 1920 tarihinden
itibaren İstanbul Hükümeti’nin yaptığı bütün anlaşmaları, sözleşmeleri, atamaları,
ayrıcalıkları, verilen ruhsatnameleri ve mütarekeden sonra yapılmış olan bütün gizli
anlaşmaları ve yabancılara tanınmış ayrıcalıkları geçersiz saydığı kararını almıştı.461
459
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.8-35, 38, 24 Nisan 1923; Atatürk’ün Söylev…, c.I,
s.12-60. O sırada Büyük Millet Meclisi’nde memur olarak çalışan Velidedeoğlu, akşama kadar süren
bu konuşmayı dinlerken Mustafa Kemal Paşa’nın bütün devlet işlerine Meclis’in el koymasını
istediğini, bununla beraber bazı mebusların buna yanaşmadığını anladığını söylemekte, bunun
nedenini sorduğu Müdür Yardımcısı Tevfik Bey’in de kendisine ‘Kolay değil, Padişah’a ve
İstanbul’daki hükümete karşı bir isyan mahiyetindedir. Bu iş yürümezse hepimiz asılırız.’ dediğini
aktarmaktadır. Bkz. Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.81.
460
Akşin, İstanbul…, c.III, s.51-52.
461
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.2, s.139-145, 7 Haziran 1920.
188
Böylece Büyük Millet Meclisi egemenlik hakkını yitirmiş saydığı İstanbul
Hükümeti’ni tanımadığını ve tek geçerli hükümetin Büyük Millet Meclisi Hükümeti
olduğunu ilan etmiş oldu. Acaba Meclis’in açılışından Cumhuriyet’in ilan edilişine
kadar geçen üç buçuk yıllık sürede bu devletin bir adı var mıydı? Rıdvan Akın,
kaynakçada da yer alan TBMM Devleti adlı çalışmasında bu noktada bir adım
atmakta ve adından da anlaşılacağı üzere bu devletin adının TBMM Devleti
olduğunu iddia etmektedir. Bununla beraber Akın, 1921 Anayasası’nın üçüncü
maddesinde ‘Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve
hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ unvanını taşır.’462 ibaresine çalışmasının
başında yer vermektedir. Henüz 20 Ocak 1921 tarihinde devletin adının ‘Türkiye
Devleti’ olduğu anayasada açık bir şekilde yazılmışken, saltanat kaldırılırken Rıza
Nur’un başını çektiği 79 mebusun imzaladığı altı maddelik teklif ile ‘Osmanlı
Devleti’nin padişahlık idaresiyle birlikte tarihe karıştığı, Türkiye Devleti adıyla genç,
dinç, milli bir halk hükümeti esasları üzerine TBMM Hükümeti’nin kurulduğu’ ve
ertesi günkü iki maddelik teklifte de ‘Türkiye Devleti hilafet makam-ı hilafetin
istinatgahıdır (dayanağıdır)’463 örneklerinde olduğu gibi devletin adının Türkiye
olduğu ifade edilmişken, bunun yerine TBMM Devleti denmesi doğru bir tanımlama
olmasa gerektir. Öte yandan eğer böyle bir isim olmasaydı, bizce de verilebilecek en
iyi isim TBMM Devleti olurdu.
Büyük Millet Meclisi’nin açılışı yapıldıktan sonra sıra Meclis’in çalışmasıyla ilgili
konulara gelmişti. Bu noktada ilk adımı atan Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis ve
hükümet şeklinin nasıl olacağı ile ilgili bir teklifi, kısa bir tartışmanın ve bazı
itirazların ardından Meclis’in 24 Nisan tarihli oturumunda kabul edildi. Bu teklif
462
463
Ergun Özbudun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1992, s.78.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.293, 30 Ekim 1920; s.314, 1 Kasım 1922.
189
hükümet kurmanın zorunlu olduğu, hilafet ve saltanatın başındaki Padişah’ın
Müslüman milletlerin reisi olması dolayısıyla Anadolu’da geçici bir hükümet reisi
veya bir Padişah kaymakamı tayin etmenin kabul edilemeyeceği, milli iradenin
Meclis’e ait olduğu, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koyma yetkisinin
esas ilke olarak kabul edildiği, Büyük Millet Meclisi’nin yasama ve yürütme
yetkisini kendinde topladığı, Meclis’in seçip görevlendireceği bir heyetin hükümet
işlerini yapacağı ve Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın aynı zamanda İcra Vekilleri
Heyeti’nin de başkanı olduğu maddelerinden ibaretti. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta
böyle bir hükümetin esasında milli hakimiyete dayanan bir halk hükümeti yani
Cumhuriyet olduğunun kolaylıkla anlaşılacağını ifade etmektedir.464 Bu sistemde
parlamenter sistemlerde olduğu gibi bir devlet başkanı yoksa da, devlet başkanının
görevlerini yerine getiren bir Büyük Millet Meclisi Başkanı vardı ve vekil adı verilen
bakanların her biri ayrı ayrı ve hepsi beraberce genel kurula karşı sorumluydu. İcraya
ait meselelerde genel kurul nezdinde sorumlu olan Meclis Başkanı, Meclis adına
imza atmaya ve kararları onaylamaya yetkiliydi. İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimine
ilişkin kanunun da 2 Mayıs’ta kabul edilmesinin ardından 3 ve 4 Mayıs günlerinde
mebuslar arasından tek tek oylama yapılmak suretiyle Büyük Millet Meclisi’nin ilk
hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında kuruldu.465 Böylece Sivas’tan
itibaren Milli Hareket’in icra organı olarak çalışmalar yapan Anadolu ve Rumeli
464
Nutuk, s.293; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.60-63.
Kabine şu isimlerden oluşuyordu: İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Şer’iye
Vekili Mustafa Fehmi Efendi, Dahiliye Vekili Cami Bey, Adliye Vekili Celalettin Arif Bey, Nafıa
Vekili İsmail Fazıl Paşa, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye (Sağlık ve
Sosyal Yardımlar) Vekili Doktor Adnan Bey, İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey, Müdafaa-i Milliye
Vekili Fevzi Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Albay İsmet Bey. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.1, s.196-198, 3 Mayıs 1920. Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey ile Maarif Vekili
Doktor Rıza Nur Bey, bu vekâletler için mutlak çoğunluğun oyunu alan çıkmadığından 4 Mayıs tarihli
oturumda seçildiler. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.202-203, 4 Mayıs 1920.
465
190
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti vazifesini İcra Vekilleri Heyeti’ne
devretmiş oldu.
Büyük Millet Meclisi’nin hükümet sistemine de kısaca değinmekte fayda vardır.
Meclis hükümeti sistemi esasına dayanan ve 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’nun üçüncü maddesinde ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ şeklinde ifade
edilecek olan bu hükümet şekline göre, Meclis yasama, yürütme ve yargıyı tekelinde
bulundurduğu kuvvetler birliği ilkesini benimsemiştir. Bununla beraber üstünlük
yasamadadır ve yürütme ile yargı, yasama ile eşit düzeyde değil, yasamanın emrinde
iş gören kuvvetlerdir. Yürütme, Meclis tarafından alınan kararları onun istediği
şekilde uygulamakla yükümlüdür. 29 Nisan’da kabul edilen Hıyanet-i Vataniye
Kanunu’nun 8. maddesinde yer alan mahkeme tarafından verilen kararların Büyük
Millet Meclisi tarafından onaylanmaması halinde Meclis kararının geçerli olacağı
şeklindeki madde466 Meclis’in yargı kuvvetini de elinde tutuğunun bir göstergesidir.
Bu noktadaki bir başka örnek de İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulması ve üyelerinin
Meclis tarafından seçilmesinin kabul edilmiş olmasıdır. Bunlar yasamayı elinde tutan
Meclis’in yargı üzerinde de mutlak üstün durumda olduğunu ortaya koymaktadır.
Büyük Millet Meclisi’nin dikkati çeken bir özelliği de, yetkilerini İcra Vekilleri
Heyeti ve Meclis Başkanı da dahil olmak üzere başka bir yere vermek konusunda
çok cimri davrandığıdır.
Soysal’a göre rastgele seçilmiş bir sistem olmayan Meclis Hükümeti sistemi,
‘Mustafa Kemal Paşa’nın kafasındaki nihai hedefe doğru gidişin çok ustaca
düzenlenmiş bir safhası’ idi. Devlet yapısını değiştirme niyetinde olan Mustafa
Kemal Paşa, Meclis Hükümeti sistemiyle bu niyetinin açıkça belli olmasını ve
466
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.144, 29 Nisan 1920.
191
saltanatı benimsemiş çevrelerin lüzumsuz tepkilerini önlemeyi hedeflemişti. Bununla
beraber başlangıçta devlet başkanı ile yürütme organının ayrı olduğu bir sistemin
kabul edilmiş olması eski sistemden keskin bir kopuşu önlemiş, o günlerde Padişah
yanlısı olan çok sayıda mebusun muhtemel itirazlarının önüne set çekmişti.467
Kendine özgü olan bu sistem Cumhuriyet’in ilan edileceği 29 Ekim 1923 tarihine
kadar devam etmişti.
Hükümetin kurulması ile birlikte başkomutanlık anlamına gelen Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekilliği’ne İsmet Bey getirilmişti. Bu durum Ali Fuat Paşa ve Refet
Beyler gibi başından itibaren Milli Hareket’in içinde olan yol arkadaşları tarafından
hoş karşılanmamıştı. Kendilerine göre, bu görevi Milli Hareket’e yeni katılmış olan
İsmet Bey’den daha çok hak edenler vardı. İtirazların yükseldiği bir diğer isim de
Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa idi. Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya hususi
bir tarzda en büyük askeri makamın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti olup
olmadığını sormuş ve kendisinden en büyük askeri makamın bu riyaset olduğu,
ondan da büyük makamın Büyük Millet Meclisi olduğu cevabını almıştı. Bunun
üzerine İsmet Paşa’nın başkomutanlığı anlamına gelen bu vaziyete rıza
gösteremeyeceğini söyleyen Refet Bey’e Mustafa Kemal Paşa durumun hassas
olduğunu, tercihlerindeki vukufiyet ile tarafsızlığa güvenmesi gerektiğini ve böyle
bir iddiada bulunmasının uygun olmadığını söylemişti. Ali Fuat Paşa ile de benzer
bir konuşma yapan Mustafa Kemal Paşa, kendilerinin İsmet Paşa’dan daha evvel
hareketin içinde bulunmaları noktasında İsmet Paşa’nın da İstanbul’dan hareket
467
Mümtaz Soysal, Dış Politika ve Parlamento, Sevinç Matbaası, Ankara 1964, s.78; Velidedeoğlu,
İlk Meclis, s.32.
192
etmeden önce ve bilahare Anadolu’ya gelerek kendileriyle birlikte hareketin içinde
yer aldığını söylemek lüzumunu duymuştu.468
d) İç Savaş
Milli Mücadele sırasında doğu, batı ve güney cephelerinde mücadele verilmiş,
bunların dışında bir de iç isyanlarla uğraşılmıştı. Esasında iç savaş Damat Ferit Paşa
Hükümeti ile ilişkilerin Eylül 1919’da kesilmesinden sonra başlamış ve Bozkır ile
Birinci
Anzavur
ayaklanmaları
yaşanmıştı.
Aralık
sonlarına
kadar
süren
ayaklanmalar Milli Hareket birlikleri tarafından bastırılsalar da 16 Şubat’ta başlayan
İkinci Anzavur Ayaklanması’yla iç savaş şiddetini arttırarak yeniden patlak vermiş,
Balıkesir’i ele geçiren Ahmet Anzavur, Balıkesir ve Bursa taraflarında bulunan
Kuva-yı Milliye birlikleri ve Çerkez Ethem tarafından bir kez daha mağlup edilmişti.
Bolu-Düzce isyanları Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından on gün kadar önce
çıkmış, bununla beraber Damat Ferit Paşa Hükümeti Kuva-yı Milliye’yi ortadan
kaldırmak amacıyla Kuva-yı İnzibatiye adı verilen ve Hilafet Ordusu olarak da
bilinen bir ordunun kurulması için düğmeye basmıştı. 18 Nisan’da çıkartılan iki
kararnameye göre bütçeden 1.250.000 liralık bir ödenek ayrılmış, orduda görev
yapacak alay komutanları ile teğmenler ve erlerin maaşları dahi belirlenmişti.469
İsyancıları ikna etmek amacıyla 21 Nisan’da Hüsrev (Gerede) Bey başkanlığında bir
nasihat heyeti yola çıkarılmışsa da, heyet isyancılara esir düşmekten kurtulamamıştı.
İsyan bölgelerine Meclis’in açıldığı günlerde Hendek de katılmıştı. İsyanları
bastırmak amacıyla bölgede bulunan 24. Fırka Komutanı Mahmut Bey’in Hendek’te
468
Nutuk, s.294-295.
İleri, 25 Nisan 1920; Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), c.VI,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1974, s.120.
469
193
pusuya
düşürülerek
hayatını
kaybetmesi
Ankara’da
büyük
bir
üzüntüyle
karşılanmıştı.470
İç savaş sırasında Biga, Gönen ve Karacabey çevresindeki İkinci Anzavur isyanı, ki
Anzavur Türklere karşı sınırı aştıklarını düşünen İngilizlerin İstanbul’un Türklerde
kalacağı kararını almalarından hemen sonra İstanbul Hükümeti tarafından sahneye
sürülmüştü,471 Beypazarı’na kadar yayılan Bolu, Düzce ve Adapazarı isyanları,
Konya’daki Delibaş Mehmet ve Yozgat’ta Çapanoğlu isyanları ile mücadele edildi.
İsyanların bastırılması amacıyla Ali Fuat Paşa, komuta merkezi olan Geyve’de, Refet
Bey ise Bolu taraflarındaki isyanlar için Mudurnu’da bulunmaktaydı. Anzavur
ayaklanmasının bastırılmasında büyük yardımları olan Çerkez Ethem ise Kuva-yı
Seyyare adı verilen Batı Anadolu’daki en büyük milis gücünün başındaydı. Çerkez
Ethem birlikleri tarafından mağlup edilen ve 1920 yılı Haziran ayı ortalarında
İzmit’te yeniden saldırıya geçen Kuva-yı İnzibatiye üzerine bu defa Ali Fuat
Paşa’nın emrindeki Kuva-yı Milliye birlikleri sevk edilmişse de dağılan kuvvetlerle
ciddi bir çatışma olmamış ve hatta bu ordunun bazı birlikleri Kuva-yı Milliye
saflarına katılmıştı. Harbiye Nezareti de 25 Haziran’da merkez depo taburu ile
Üsküdar’da yeni kurulan taburun bir dağ takımı dışında kalan bütün kuvvetlerin
lağvedildiğini, bununla beraber kaldırılan birliklerin gönüllü ve emekli subayları ile
erlerinin terhis edildiğini duyurmuştu.472 22 Haziran 1920 tarihinde Ali Fuat Paşa,
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya geldiğinde yayımladığı bir beyanname ile
İzmit’in doğusuna Kuva-yı İnzibatiye adı verilen kuvvetleri yığanın Damat Ferit
470
Nutuk, s.297. Doğu vurgusu yüksek söylemleriyle dikkat çeken Kâzım Karabekir Paşa bu noktada
Batı bölgelerinin birçok yerinde Ankara’da kurulan hükümete karşı isyanların olduğunu, buna karşın
Kürdistan da dahil olmak üzere kendisinin kontrolünde olan Doğuda Ankara Hükümeti’ne karşı
sonuna kadar itaat anlayışının devam ettiğini vurgulamaktadır. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II,
s.716.
471
Akşin, İstanbul…, c.III, s.21.
472
Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.132-137.
194
Paşa olduğunu ve masum insanlara silah atan bu kuvvetlerin devam eden harekât
sonunda bir İngiliz vapuruyla İstanbul’a kaçmak durumunda bırakıldığını
söylemişti.473
İsyanların bastırılması amacıyla 23-28 Mayıs arasında girişilen harekâtta önemli
görevler üstlenen Çerkez Ethem ilk olarak Geyve dolaylarındaki Kuva-yı İnzibatiye
birliklerini dağıtmış, ardından Düzce’yi ele geçirmişti. Bununla beraber Çerkez
Ethem Düzce’den ileriye gönderilmemiş, isyanların kalan kısmı Refet Bey
komutasındaki birliklerce bastırılmıştı. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa
Kemal Paşa’nın tebrik ve teşekkürlerini ilettiği Çerkez Ethem, kuvvetlerini
Eskişehir’e çekmişti. Sona ermiş gibi görünen isyanlara bir yenisi daha eklenmiş,
Yozgat’ta patlak veren Çapanoğlu isyanı için Ankara, yeniden Çerkez Ethem’den
yardım istemek durumunda kalmış, bu isyan da 20 Haziran’da Yozgat’a hareket eden
Çerkez Ethem tarafından kısa sürede bastırılmıştı.474
İç isyanlar 22 Haziran 1920 tarihinde başlayan Yunan taarruzundan hemen önce
durgunluk sürecine girecek, Yunan saldırılarının başarısının ardından yeniden
başlayacaktı. Bu isyanlar aynı zamanda Yunanlıların başarılı istila hareketleri
yapmalarını kolaylaştıran bir etken olacaktı. Yunan saldırıları öncesinde kesintiye
uğrayan Düzce ve Hendek isyanları, Temmuz ortalarında yeniden başlayacaksa da
Ağustos ayı sonlarında bir kez daha bastırılacaktı. Eylül’de patlak veren Yozgat
isyanlarının bastırılması ise 1920 yılı sonlarını bulacaktı. Konya ve çevresindeki
Delibaş Mehmet isyanı için de devreye düzenli ordu birlikleri girecek ve bu isyan
Mustafa Kemal Paşa’nın Afyonkarahisar ve Kütahya tarafından sevkini emrettiği
Derviş Bey kuvvetleri ile o sırada Dahiliye Vekilliği de yapan Refet Bey
473
474
Özçelik, Ali…, s.147.
Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.150-154; Akşin, İstanbul…, c.III, s.90; Aydemir, Tek…, c.II, s.310.
195
komutasındaki birlikler tarafından bastıracaktı.475 Nihayet 16 Ekim’de Bozkır’a
giren476 Refet Bey komutasındaki düzenli ordu birlikleri iç savaşı Büyük Millet
Meclisi’nin kazandığını ilan edecekti. Böylece İstanbul Hükümeti iç savaştan
beklediği neticeyi alamayacak, hatta 17 Ekim 1920 tarihinde Damat Ferit Paşa
Hükümeti istifa edecek ve yerine Tevfik Paşa Hükümeti kurulacaktı.477
İç savaş sırasında bir yandan Fransızlar Kilikya’da, Yunanlılar da işgal ettikleri
yerlerde halkı öldürüp ortalığı yakıp yıkarken, diğer yandan Hilafet Ordusu İzmit
taraflarında, itilaf güçleri de İstanbul’da halkı ezmekteydi. Bütün bunlar yetmezmiş
gibi bir de iç savaşa tutuşan Türk halkı kendi aralarında savaşmaktaydı. İşte bu
nedenlerden dolayı Halide Edip’in ‘milletin ateşle imtihanının en korkunç anları’
olarak nitelediği iç savaşın en büyük sorumlusunun Damat Ferit Paşa ve Padişah
Vahdettin olduğunu da belirtmek gerekir. Milli Hareket’i 11 Nisan tarihli fetva ile
açıkça halife karşıtı bir isyan, takipçilerini de kafir olarak niteleyen Saray ve İstanbul
Hükümeti, böylece hilafete bağlı olan halkı kışkırtarak kardeş kanı dökülmesine
zemin hazırladı.478 Mütareke’nin başından itibaren mutlakıyete dönme hesapları
yapan ve Kuva-yı Milliye’yi itilaf güçlerine karşı barış anlaşmasının şartlarını
hafifletme yolunda bir koz olarak kullanmaya çalışan Padişah479 ile bütün bunları
yaparken kendisinin en büyük destekçisi olan Damat Ferit Paşa iç savaşın
kaybedilmesiyle bu amaçlarına ulaşamadılar. İç savaş sırasında Padişah, kendisine
dinsel ve geleneksel olarak bağlı olan halkı, uhdesinde tuttuğu saltanat ve hilafeti
kurtarma amacını açıkça ortaya koyan ve o sıralarda Yunan saldırılarını
engellemekle meşgul olan Büyük Millet Meclisi’ne karşı tahrik etmekten geri
475
Nutuk, s.330.
Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.194.
477
Takvim-i Vakayi, 23 Ekim 1920; Vakit, 22 Ekim 1920.
478
Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, İstanbul, s.119-124.
479
Akşin, İstanbul…, c.III, s.267-268.
476
196
durmadı. Bu durum kendisinin iç savaşın yaşanmasındaki sorumluluğunun ne
boyutta olduğunun bir göstergesiydi.
e) Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı
16 Mart’ta Meclis-i Mebusan’ın basılması neticesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti ülkenin yönetimini üstlenmek üzere inisiyatif almıştı. Mustafa
Kemal Paşa’nın çabalarıyla 23 Nisan 1920 tarihinde, gerek tamamlanan seçimler
sonucunda gerekse Meclis-i Mebusan’dan Ankara’ya gelebilenlerle açılan Büyük
Millet Meclisi’nin, toplandığı tarihten seçim kararı alınıp da çalışmalarını noktaladığı
zamana kadar toplam mebus sayısının kaç olduğu hakkında çok farklı rakamlar
söylenmiştir. Bu noktada mevcut kaynakların bir eleştirisini yapmak ve bu
kaynaklardan yararlanmak suretiyle titiz bir çalışma gerçekleştiren Ahmet
Demirel’in verilerinin ötekilere göre en doğru sonuca ulaşmış veriler olduğu
düşüncesindeyiz. Buna göre, Birinci Meclis 349’u yeni seçilen 88’i de Meclis-i
Mebusan’dan gelen mebuslar olmak üzere toplam 437 mebustan oluşmuş, ancak yeni
seçilenlerden 88, Meclis-i Mebusan’dan katılanlardan da 12 olmak üzere toplam 100
mebusun üyeliği ölüm, istifa ve mebusluktan düşürme gibi nedenlerle dönem
içerisinde sona ermiştir. Böylece Birinci Meclis toplam 337 mebusla çalışmalarını
tamamlamıştır.480 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk
gününde bir yoklama yapılmadığı için Meclis’in toplam kaç mebusun katılımıyla
açıldığı bilinmemekle beraber ertesi gün yapılan ve Mustafa Kemal Paşa’nın 110 oy
aldığı Meclis başkanlığı seçiminde 120, 2 Mayıs’taki İcra Vekillerinin seçimine
ilişkin kanun çıkarılırken de 130 mebusun oy kullandığını bilmekteyiz. Yine 3 ve 4
480
Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.108.
197
Mayıs’ta yapılan kabine üyelerinin seçimi sırasında Meclis’te en fazla 137 mebusun
bulunduğunu dikkate alırsak Meclis’in açılmasından sonraki ilk zamanlarda 110 ile
150 arasında bir mebusun katılımının söz konusu olduğu ortaya çıkmaktadır.481
Birinci Meclis’in üye sayısı yukarıda bahsettiğimiz gibi Rauf ve Kara Vasıf Beyler
gibi Malta’dan gelen kişilerin Meclis üyesi sayılması ve devam eden seçimler
sonucunda gelenlerle birlikte sürekli artış göstermişti. Öte yandan Meclis’e katılan
mebusların müthiş bir çeşitlilik arz ettiğinin de altı çizilmelidir. Bu noktada Büyük
Millet Meclisi’ne 1920 yılında memur olarak giren Velidedeoğlu, İlk Meclis’in ilk
günlerinde dikkatini ilk olarak ‘kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin’
farklılığının çektiğini söylemekte ve gördüklerini: “Beyaz sarıklı, ak sakallı, cüppeli, eli
tespihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı beyleri; külahlı ağalar ve
kavuklu çelebiler Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, batı kültürü ile yetişmiş, nokta bıyıklı,
Kuva-yı Milliye kalpaklı gençler, Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme
ortamları çok değişik olan bu insanlar bir tek amaç doğrultusunda birleşmişlerdi: Vatanı kurtarmak.”
şeklinde anlatmaktaydı.482
481
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.38, 24 Nisan 1920; s.186, 2 Mayıs 1920, s.198, 3
Mayıs 1920, s.203, 4 Mayıs 1920.
482
Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.80-81. Birinci Meclis’in mebus sayısı sürekli değişiklik arz etmiş ve
toplam kaç mebustan oluştuğuna dair farklı kaynaklar farklı sayılar vermişlerdir. Bu noktada konuyu
ele alan eserler arasında bir uzlaşma olmasa da Meclis’in renkliliği konusunda bir uzlaşma vardır.
Örneğin, Birinci dönem Adana mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu) Bey, Birinci Meclis’in üye sayısının
ölen ve istifa edenler hariç 381 olduğunu söylemekte, bunların 61’inin başı sarıklı hoca, 51’inin subay
veya emekli, 46’sının çiftçi, 37’sinin tüccar, 29’unun avukat, 15’inin doktor, 8’inin şeyh, 6’sının
gazeteci, 5’inin ağa, 5’inin aşiret reisi ve 2’sinin de mühendis olduğunu ifade etmekte ve çeşitli
gerekçelerle toplam sayısı değişiklik arz eden Birinci Meclis’in renkli bir kompozisyondan ibaret
olduğunun altını çizmektedir. Bkz. Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul,
1961, s.148. Birinci Dönem TBMM’ye katılan mebusların sosyolojik tabanını tablo halinde veren
Güneş de, toplumsal kesimleri, şiveleri ve kıyafetleri bakımından o günün Türkiye’sini yansıttığını
söylediği mebuslar içerisinde Osmanlı’nın son dönemindeki düşünce akımları ve siyasi mücadeleleri
içinde yer almış kimselerin, İttihat ve Terakki ile ona muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyelerinin,
1918 yılı sonunda kurulan değişik fırkaların mensuplarının ve hatta profesyonel ihtilalcı denilebilecek
kimselerin dahi bulunduğunu söylemektedir. Bkz. İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı
(1920-1923), Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2009, s.79. Birinci Meclis üyeliğine toplam
437 mebusun hak kazandığını söyleyen ve mebusların eğitim düzeylerini ele almış olan Demirel de
bunların % 25.4’ünün herhangi bir yüksek öğretim kurumunu bitirdiğini, % 4.8’inin Harp Akademisi,
% 6.9’unun Harbiye, % 20.8’inin rüştiye, % 8.7’sinin idadi, % 2.3’ünün sultani, % 1.6’sının meslek
okulu mezunu olduğunu, medreselerde öğrenim görenlerin oranının 18.8, özel eğitim görenlerin ise %
198
Ülkenin neredeyse bütün sosyal kesimlerini bünyesine alan, düşmanları mağlup
etmek suretiyle Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsızlığı temin etme gayesiyle
toplanan Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkede temel olarak İslamcılık,
Türk Milliyetçiliği ve Sosyalizm gibi İkinci Meşrutiyet Dönemi’nden miras kalan üç
ideoloji dikkati çekmektedir. İslamcılık, Birinci Dünya Savaşı sırasında halifenin
cihat çağrısının etkili olmaması sonucunda işlevsizleşmişse de Anadolu halkının
yüzyıllardır sürmekte olan halifeye bağlılığında bir değişiklik yoktu. Türk
milliyetçiliği ise Meşrutiyet dönemindeki ırkçı yaklaşımdan arınmış, İslamcılık
anlayışı ile iç içe geçmişti. Meşrutiyet döneminde olduğu gibi o günlerde de zayıf
olan sosyalist görüş, Sovyet Rusya ile ilişkiler bağlamında anti-emperyalist bir
yaklaşımla biraz canlanmış ve Meclis’in açılmasından sonraki zamanlarda aşağıda da
görüleceği üzere Mustafa Kemal Paşa’nın önlem almayı gerekli göreceği boyutlara
ulaşmıştı. Gerek Sovyet Rusya, gerekse Türkiye batı emperyalizmine düşmandı, ama
Milli Hareket’in Bolşevikliği benimsediği gibi İstanbul Hükümeti tarafından yapılan
propagandanın gerçekle bir ilgisi yoktu.483 Bununla beraber Sovyetlerle yakınlaşma
7.3 olduğunu ve % 14.6’lık bir oranın da herhangi bir eğitim kurumunu bitirmeyen ya da eğitimleri
hakkında bir bilgi olmayan mebuslardan oluştuğunu söylemektedir. Bkz. Demirel, Birinci…, s.144.
483
Mustafa Kemal Paşa, 29 Mayıs 1920 tarihli gizli oturumda Bolşevik olmak ile Bolşevik Rusya’yla
ittifak yapmak arasındaki farkı birbirinden ayırmak gerektiğini, böyle bir meseleyle meşgul olmaya
ihtiyaçlarının olmadığını ve sosyalizmi benimseme fikrinin o günün sorunu olmadığını söylemişti.
Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.48. 3 Temmuz 1920 tarihinde “Bizim için,
milletimiz için Bolşevik olalım, olmayalım meselesi mevzu bahis değildir; illa Bolşevik olmak için bir
melese yoktur. Yine bu hususta kraldan çok kral taraftarı olanlar da var. Görüyorum ki bazı
arkadaşlar; illa Bolşevik olalım gibi bir fikirdedirler. Biz bir milletiz, kendimize göre adatımız
(adetlerimiz) vardır, prensibimiz vardır ve biz bunların sadıkıyız.” diyen Mustafa Kemal Paşa, 14
Ağustos 1920 tarihinde de şunları söylemişti: “Her münasebet düştükçe arz etmiştim ve bu
münasebetle bir defa daha tekrar ve teyit etmek isterim ki; biz memleket ve milletimizin
mevcudiyetini ve istiklâlini kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi nokta-i nazarımıza tabi
bulunuyorduk. Ve kendi kuvvetimize istinat ediyorduk. Hiç kimseden ders almadık, hiç kimsenin
muğfil mevaidine (aldatıcı vaatlerine) aldanarak işe girişmedik. Bizim nokta-i nazarlarımız, bizim
prensiplerimiz cümlece malumdur ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini
milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim
itikadımıza göre; milletimizin temin-i hayat ve tealisi kendi kabiliyet-i hazmiyesiyle mütenasip olan
nokta-i nazarlardır. Fakat esas itibarıyla tetkik olunursa bizin nokta-i nazarlarımız - ki halkçılıktırkuvvetin, kudretin, hakimiyetin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde
bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensiptir.” Bkz. TBMM
199
siyasetinin, Milli Hareket’in Sovyet desteğini sağlama amacına yönelik olduğu ve bu
anlamda Bolşeviklikten Milli Mücadele süresinde faydalanıldığı bir gerçekti. Bu
noktada Güneş, mebusların sosyalist akımın dayandığı siyasal, sosyal, ekonomik ve
ideolojik temelleri bilmediklerini, Bolşevizm’in anti-emperyalist olmasından
faydalanmaya
çalıştıklarını
ve
bağımsızlığı
kazanmak
için
bu
akımın
benimsenmesini istediklerini söylemektedir.484 Meşrutiyet döneminde etkin bir
ideoloji olan batıcılık ise batının Anadolu’yu paylaşma çabalarına karşı çıkıldığından
Milli Mücadele süresinde savunulan ve destek bulan bir akım durumuna gelemedi.
Milli Mücadele başladığında ve hatta Büyük Millet Meclisi açıldığı sıralarda ülkenin
pek çok yerinde İttihatçıların etkisi devam etmekteydi. 1908 Devrimi’ni
gerçekleştiren, İkinci Meşrutiyet döneminde ülke çapında teşkilatlanan, Osmanlı
Devleti’ni Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı’na sokan ve savaşın
mağlubiyetle neticelenmesinin ardından lider kadrosu ülkeden kaçan İttihatçılar,
mütareke döneminde ülkede hala varlığını devam ettirmekteydi. Galip itilaf
devletleri mütarekenin imzalanmasından itibaren İttihatçıların cezalandırılması
noktasında baskı uygulamakta, İttihatçılığı her türlü kötülüklerin kaynağı olarak
görmeye devam etmekteydi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşlarında etkin
rol üstlenen ve Sivas Kongresi başta olmak üzere her fırsatta İttihatçılığın bir devamı
olmadıklarına dair açıklamalar yapan, bununla beraber pek çoğu eski İttihatçı olan
Milli Hareket temsilcileri işte bu nedenle tüm mesailerini fırkacılığa değil, vatanın
kurtarılmasına harcamaktaydı.485 Bu açıdan bakılırsa Büyük Millet Meclisi içerisinde
çok sayıda İttihatçı olması normaldi. Aşağıda değineceğimiz Yeşilordu Cemiyeti’nin
Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.72, 3 Temmuz 1920; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.3, s.210, 14 Ağustos 1920.
484
Güneş, Birinci…, s.160.
485
Mizyal Karaçam Şengil, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Düşünce Akımları
(1920), Cem Yayınevi, İstanbul, 1996, s.181-182.
200
Meclis grubu olan Halk Zümresi de genel itibarıyla İttihatçılardan oluşmaktaydı.
Bolşeviklerin askeri desteğini temin etmek suretiyle Anadolu’ya gelmeyi ve Mustafa
Kemal Paşa’nın liderliğini elinden almayı düşünen Enver Paşa’nın en büyük
destekçileri Meclis’teki İttihatçılardı. Milli Hareket’in başarıya ulaşıp ulaşmayacağı
konusunda tereddütleri olan Sovyet Rusya, Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasının
ardından bu tereddütlerinden sıyrılarak anti-emperyalist çizgideki Milli Hareket’in en
büyük
yardımcısı
olacak,
Enver
Paşa
da
Sakarya
Savaşı’nın
zaferle
neticelenmesinden sonra artık böyle bir umut taşımayacaktı.
Düzenli ordunun henüz kurulmadığı 1920 yılı başlarında Sovyetler benzeri bir
uygulama ile Anadolu’dan düşmanı atmanın tek yol olduğunu düşünenlerin sayısında
bir artış olmuştu. Bu düşünce, İttihatçılar ve Kemalistler dahil siyasetle ilgilenen
birçok kişiyi sarmış, İslamcı milliyetçi düşünceler dahi Bolşevizm’le bağdaştırılmaya
çalışılmıştı.486 Bu noktada ilk olarak Büyük Millet Meclisi’ndeki İttihatçıların
desteğini alan ve İslamcı Sosyalizmi savunan Yeşilordu Cemiyeti’ne temas etmek
gerekir. Tıpkı İttihat ve Terakki’nin kuruluşunda olduğu gibi gizli olarak kurulan ve
kısa süre içinde yemin etmek suretiyle bazı vekil ve mebusları içine alan bu
Cemiyetin genel merkez üyeleri arasında Doktor Adnan (Adıvar), Hakkı Behiç,
İbrahim Süreyya, Hüsrev Sami, Eyüp Sabri ve Yunus Nadi Beyler gibi bir kısmı
Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşları olan önemli kimseler vardı. Kuruluşu 20
Mayıs 1920 tarihinde gerçekleşen Yeşilordu Cemiyeti’nin amacı nizamnamesinin ilk
maddesinde ‘Avrupa emperyalizminin hülul (sızma) ve istila siyasetini Asya’dan tard
etmek (kovmak)’ olarak belirlenmişti.487
486
Şengil, Birinci..., s.163.
“Yeşil Ordu Cemiyeti” Yakın Tarihimiz, c.I, sayı 3, s.69-70-sayı 4, s.103. Cemiyetin bazı üyeleri
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni devirerek milletin arzusu hilafına bir hükümet tesisine
sa’i (çalışmak) cürmünden (suçundan)” İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanacak, 9 Mayıs 1921 tarihinde
487
201
Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu Cemiyetin, Milli Mücadele önünde engel teşkil
eden tutucu güçlerin, halk ve asker üzerindeki olumsuz etkisini bitirmek ve ortamı
devrim için uygun hale getirmek amacıyla kurulduğunu söylemektedir. Bununla
beraber, yöneticilerinin Cemiyeti kendisinin isteği doğrultusunda kurduklarını
söylemelerinden dolayı Cemiyetin destekçilerinin sayısında artış yaşandığını ve
böylece ‘sınırlı müfrezeler vücuda getirmek’ amacında olan Cemiyetin genel bir
amaca yöneldiğini ifade etmektedir. Kendi adını kullanarak teşkilat kurmakta olan
Cemiyetin faaliyetlerinin nasıl sona erdiğine dair de Mustafa Kemal Paşa şunları
söylemektedir: “Bu Cemiyetin, muzır bir şekil ve mahiyet aldığına kani oldum. Derakap lağvı
cihetini düşündüm. Tanıdığım arkadaşları tenvir ettim. Nokta-i nazarımı söyledim. İcabını
488
yaptılar.”
Yeşilordu Cemiyeti’nin Genel Merkez üyeleri arasında yer alan ve 17 Temmuz 1920
tarihinde Dahiliye Vekilliği’ne seçilen Hakkı Behiç Bey’in istifasının ardından
yaşanan gelişmeler, Cemiyetin Meclis’teki etkinliğini göstermesi bakımından dikkat
çekiciydi. Cemiyetin Meclis’teki mensupları bu istifanın geri aldırılması için
çalışmışsa da, 4 Eylül’de yapılan Dahiliye Vekilliği seçiminde Mustafa Kemal Paşa
tarafından desteklenen Refet Bey değil, Yeşilordu temsilcilerince desteklenen Nazım
Bey seçilmişti. Yeşilordu mensuplarının gücünü gösteren bu durum karşısında canı
sıkılan Mustafa Kemal Paşa, ziyaretine gelmek isteyen Nazım Bey’i kabul etmemişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın ‘ecnebi mehafiline casusluk ettiğine de asla şüphe
etmiyordum’ dediği Nazım Bey de seçilmesinden iki gün sonra istifa etmek
verilen karar gereğince bir takım cezalara çarptırılacaktı. Bkz. A.g.e., sayı 10, s.297-298. İstiklâl
Mahkemesi’ndeki yazılı tanıklığında Yunus Nadi Bey, Cemiyetin kuruluş amacını “giriştiğimiz
istiklâl ve kurtuluş mücahedesinde Garp emperyalizmine karşı büyük şark inkılabıyla daha sıkı, makul
ve mantıki bir yakınlık temininden ve zaten vaziyetin icabı bu olduğuna göre, şayet bir gün Ruslarla
hudutlarımızda buluşma husule gelirse, memleketimizde tahripkar tesirler yapabilecek meçhul
inkılaba, meydan vermemek idi.” sözleriyle açıklamıştı. Bkz. A.g.e., sayı 5, s.133.
488
Nutuk, s.312-315.
202
durumunda kaldı.489 Ordu ile işbirliği yapmak amacıyla Çerkez Ethem’i bünyesine
alan Cemiyet’in bu tavrı da Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı.
Yeşilordu mensuplarından oluşan Halk Zümresi’nin Meclis’teki etkinliği karşısında
sol faaliyetleri kontrolü altına alma ihtiyacı hisseden Mustafa Kemal Paşa,
Yeşilordu’yu dağıtmak amacıyla Yunus Nadi, Hakkı Behiç ve Doktor Adnan
Beylerin başını çektiği kimselerden bir komünist fırkası kurmalarını istemişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın amacı, kendine yakın İttihatçılar ile bazı komutanları bu
fırkaya almak suretiyle Yeşilordu ile onun desteklediği Halk Zümresi’nin gücünü
kırmaktı.490
Halk Zümresi, 1920 yılı Eylül ayına gelindiğinde etkisi sona eren Yeşilordu
Cemiyeti’nin Meclis’teki grubu niteliğinde idi. Yunus Nadi’nin 7 Temmuz 1920
tarihli Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde Büyük Millet Meclisi’nde kurulduğunu
söylediği bu zümrenin programı aynı gazetenin 8 Eylül 1920 tarihli sayısında
yayımlanmıştı. Tıpkı Yeşilordu Cemiyeti gibi İslamcı Sosyalist bir anlayışa sahip
olan ve Meclis’te 70-80 kadar mebustan oluşan bir grup kurmayı başaran Halk
Zümresi’nin ileri gelen bazı isimleri Yeşilordu’nun da üyeliğinde bulunan Yunus
Nadi, Hakkı Behiç, Eyüp Sabri ve Doktor Adnan Beyler gibi eski ittihatçılardı.
Mustafa Kemal Paşa, bu Zümre’nin Meclis’te çok daha etkin bir konuma gelmesinin
önüne geçmek amacıyla 19 Eylül 1920 tarihinde Halkçılık programını yayımlamış ve
grubun görüşlerinin esasında hükümetin görüşleri olduğunu savunmuştu.491 Mustafa
Kemal Paşa, 14 Eylül’de Ali Fuat Paşa’ya göndermiş olduğu bir telgrafta da
yakından tanıdığı arkadaşlarından oluşan Halk Zümresi’nden hükümetten ayrı bir
zümre yapmaktan vazgeçmesini istediklerini, ancak bunun gerçekleşmediğini, bu
489
Nutuk, s.334-335.
Şengil, Birinci…, s.181.
491
A.g.e., s.190-191.
490
203
nedenle de halkçılık programı adı altında hükümetçe bir program kabul ettiklerini
söylemişti.492
Mustafa Kemal Paşa, hükümetin kontrolü dışında iş yapılmasına rıza göstermeyecek
ve etkinliğini arttırmasından endişe ettiği Halk Zümresi için de önlemini alacaktı. Bu
amaçla bir komünist fırkası kurulmasını isteyecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın bu
isteğinin arka planında görüşmelerin devam ettiği Bolşeviklerle bir an önce
anlaşmaya varılması yanında, Milli Hareket’in yönünü değiştirebilecek olan
girişimleri kendi denetimine alarak kontrol altında tutmak düşüncesi de olacaktı.493
Bu anlamda resmi bir komünist fırkasının kurulması hem Sovyet yardımını
hızlandıracak hem de ülkede dağınık halde bulunan sol kesimleri kontrol edilebilir
bir çatı altında toplayacaktı. Türkiye Komünist Fırkası, 18 Ekim 1920 tarihinde
bütün bu amaçlara yönelik olarak kurulacak, Dahiliye Vekâleti Yeşilordu’nun bu
yeni fırkaya dönüştüğünü vilayetlere duyuracak, resmi olarak kurulan ve hükümet
tarafından onaylanan bu Fırka’nın izni olmadıkça hiçbir kimse ve grubun faaliyette
bulunmasına izin verilmeyecekti. Fırka’nın ileri gelen üyeleri, Hakkı Behiç, Tevfik
Rüştü, Mahmut Esat, Yunus Nadi, Kılıç Ali ve Yunus Nadi Beyler gibi Mustafa
Kemal Paşa’ya yakın isimler olacaktı. Hatta yol arkadaşlarından Kâzım Karabekir
Paşa, Ali Fuat Paşa ve Refet Bey ile Fevzi (Çakmak) Paşa ile İsmet Bey de gizli
olarak bu Fırka’ya dahil olacak,494 Mustafa Kemal Paşa, muhtemelen bu nedenle
Fırka’nın kurucularını ‘en kıymetli, en namuslu, en vatanperver’ kimseler olarak
takdim edecekti.495 Kurulmasından sonra Meclis’te 85 mebusun desteğini aldığı
söylenen Fırka’nın politikalarını belirleyen en etkili kişi Hakkı Behiç Bey olacak,
492
Cebesoy, Milli…, s.473-475.
Şengil, Birinci…, s.193-194.
494
Cebesoy, Milli…, s.507-509.
495
Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.136.
493
204
Yeşilordu’ya da katılmış olan Çerkez Ethem, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine
bu yeni Fırka’ya alınacak, hatta kendisine bağlı kimseler tarafından çıkarılan Yeni
Dünya gazetesi Ankara’ya taşınarak Fırka’nın yayın organı eksikliğini giderecekti.496
Türkiye Komünist Fırkası’nın resmi olarak kurulması ve Yeşilordu’nun da bu fırkaya
katılması bazı hoşnutsuz kimselerin kabul etmediği bir gelişme oldu. Halk
Zümresi’nin Türkiye Komünist Fırkası ile bir bağlantısının olmadığı düşüncesinde
olan Tokat mebusu Nazım Bey ile Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi bu fırkaya dahil
olmadıklarını basın yoluyla duyurdu. Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü Bey’in
de desteğiyle 7 Aralık 1920 tarihinde Türkiye Halk İştirakiyün Fırkası resmen
kurulmuş oldu. Emek gazetesini yayımlayan bu Fırka, Yeşilordu’nun kendi
fırkalarına dönüştüğünü söylemek suretiyle bu Cemiyetin tabanını yanına çekmeye
çalıştı ve İslamiyet’in sola yakın olduğu fikrini savundu. Etkin bir konuma
gelemeyen bu Fırka’ya giren memurların işlerine hükümet tarafından son verilirken
Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan gibi Fırka’nın önde gelen isimleri Çerkez
Ethem hadisesi sırasında kendisine destek verdikleri gerekçesiyle tutuklandı. Bu
gelişmeler üzerine Nazım ve Mehmet Şükrü Beyler 1 Şubat 1921 tarihinde Fırka’nın
faaliyetlerine son verdiklerini duyurdu.497 21 Mart 1921 tarihli gizli oturumda
dokunulmazlıkları kaldırılan Nazım ve Mehmet Şükrü Bey ile Şeyh Servet Efendi,
Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanacak, ancak aldıkları cezalar Sakarya
Zaferi’nden sonra affedilince Fırka yeniden faaliyete geçerek 18 Mart 1922 tarihinde
çıkardıkları Yeni Hayat dergisiyle etkili olmaya çalışacaktı. Ne var ki Fırka’nın etkili
olmak için çalıştığı bir zamanda İkinci Grup mebuslarının da desteği ile 12 Temmuz
1922 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilen Rauf Bey, 21 Temmuz’dan
496
497
Güneş, Birinci…, s.168.
Şengil, Birinci…, s.197-200.
205
itibaren ülkede sosyalist faaliyetleri yasaklayacak ve 2 Ekim’de Türkiye Halk
İştirakiyun Fırkası, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile kapatılacaktı.498
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Sovyetlerle ilişki kurmak temelinde başlangıçta
göz yummak sureti ile serbest bıraktığı sosyalist hareketleri, etkili konuma gelmeye
başlamaları üzerine kontrol altında tutmaya çalışmıştı. Bu amaçla resmi olarak
Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulmasına dahi imkan hazırlayan Mustafa Kemal
Paşa, Milli Hareket’in yönünün değişebileceği herhangi bir girişime izin vermeyen
bir yol izlemişti.
2.7. MİLLİ MÜCADELE’DE ETKİN SAVAŞ DÖNEMİ
a) Sevr Anlaşması
İtilaf temsilcileri, Türkler ile yapılacak barış anlaşması konusunda 1920 yılı Nisan
ayı sonlarında toplandıkları İtalya’nın San Remo şehrinde bir fikir birliğine
varabildiler. 11 Mayıs’ta Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet tarafından teslim
alınan499 anlaşma taslağı Sultan Vahdettin ve İstanbul Hükümeti dahil tüm ülkede
büyük bir üzüntüyle karşılandı. 56. Fırka Komutanı Bekir Sami Bey tarafından
gönderilen ve İstanbul gazetelerinde neşredilen anlaşmaya dair bilgileri içeren
telgraf, 22 Mayıs’ta Büyük Millet Meclisi’nde okunduğu zaman Karahisarısahip
(Afyon) mebusu Nebil Efendi ‘Boşuna yorulmuşlar, Türkiye’yi yok diye idiler daha
iyi ederlerdi.’ demekten kendisini alamadı.500
Osmanlı Devleti’ni bitiren bu anlaşmanın şartları içerisinde Doğu Trakya’nın
Yunanistan’a bırakılması, İzmir, Manisa bölgesinin beş yıl sonunda Yunanistan’a
katılması, Amerikan Başkanı Wilson tarafından Türkiye ile sınırlarının belirleneceği
498
Güneş, Birinci…, s.171.
Akşam, 12 Mayıs 1920.
500
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.2, s.13-15, 22 Mayıs 1920.
499
206
bir Ermenistan devletinin kurulmasına imkân tanınması yanında, Doğu ve
Güneydoğu’nun Ermenistan’dan kalan yerlerinde bağımsız olabilecek özerk bir
Kürdistan’a izin verilmesi ve Boğazların Osmanlı Devleti’nin içinde yer almadığı,
merkezi İstanbul olan uluslararası bir örgüte bırakılması gibi maddeler vardı.
Problem çıkarılmadığı sürece İstanbul’un Osmanlı başkenti olarak kalmasına izin
verilmişti. Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Aydın ve
Bursa’nın İtalyanlara, Mersin, Adana, Maraş, Diyarbakır, Silvan, Elazığ, Arapkir,
Sivas ve Tokat’ın Fransızlara, Mardin, Urfa, Antep ve Ceyhan’ın Fransız mandası
altında bulunan Suriye’ye bırakılması da anlaşmanın maddeleri arasındaydı.
Kapitülasyonların geri getirilmesi, Osmanlı Devleti’nin asker sayısının en çok
50.700’e indirilmesi, maliyenin İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir
komisyonun denetimine verilmesi gibi maddeler de yetmemiş olacak ki, Mondros
Mütarekesi’nin 7. maddesi geçerliliğini korumakta, itilaf devletleri güvenliklerini
tehlikede gördükleri yerleri işgal etme hakkına sahip olabilmekteydi.
Bundan sonraki süreç, karşı çıkışlarından bir sonuç alamayan Osmanlı tarafının
anlaşmayı imzalama konusundaki isteksizliğini kırmak üzere Yunanlıların harekete
geçirilmesi üzerine olacaktı. 22 Haziran 1920 tarihinde Yunan taarruzu başlayacak
ve Ağustos sonuna kadar Bursa, Uşak ve Doğu Trakya dahil Batı Anadolu’nun
önemli bir bölümü işgal edilecekti. Yunanlıların bu başarısında iç savaşla meşgul
olan Kuva-yı Milliye birliklerinin ciddi bir direniş gösterememesinin de etkisi
olacaktı. Osmanlı tarafını Sevr Anlaşmasını imzalamaya razı etmek amacıyla yapılan
Yunan Taarruzu hedefine ulaşacak ve barış anlaşmasının imzalandığı 10 Ağustos
1920 tarihi Türk tarihinin en karanlık günlerinden biri olacaktı. Türkleri Anadolu’da
dar bir alana sıkıştırmayı amaçlayan itilaf güçlerinin bunu resmiyete döktüğü Sevr
207
Anlaşması hiçbir zaman uygulamaya geçemeyecek ve ölü doğmuş bir anlaşma olarak
kalacaktı. Anlaşma, itilaf devletleri temsilcileri ile İstanbul Hükümeti temsilcileri
Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler tarafından imzalanacaktı. İstanbul
Hükümeti, Sevr’i imzalamak durumunda bırakılırken, Tevfik Paşa şartları okuduktan
sonra ‘bağımsızlık bir yana, ortada devlet bile kalmıyor’ demekten kendisini
alamayacaktı. İtilaf güçlerinin Türkiye’ye ‘ayakları ve gözleri bağlı kurbanlık bir
koyun’501 muamelesi yapması karşısında Saray ve İstanbul Hükümeti çaresizlik
içinde kıvranırken Milli Hareket temsilcileri Anadolu’da yeni bir devletin temellerini
atmaya çoktan başlamış olacaktı.
Sevr’i ‘çok az geciktirilmiş bir ölüm’ olarak gördüğünü söyleyen Akşin, doğru bir
yaklaşımla savaşın bir numaralı sorumlusu olan Almanya ile öteki müttefiklerine
göre Osmanlı Devleti’nin çok daha ağır bir anlaşmaya mecbur bırakıldığı
görüşündedir. Zira İtilaf güçleri, bu devletlerin varlığına ilişmeyerek milletlerin
kendi kaderini tayin hakkına riayet ederken, Türk topraklarının önemli bir bölümü
Ermenistan ve Yunanistan’a verilebilmekte ve dolaylı da olsa bir Kürt devleti
kurulması hedeflenebilmekteydi.502 Anlaşma’nın imzalanmasından sonra İstanbul’da
genel yas ilan edildi, Müslüman esnaflar dükkanlarını kapattı, gazeteler manşetlerine
yas halini yansıttı.503 Büyük Millet Meclisi ise 16 Ağustos’ta bir telgraf gönderen
Kâzım Karabekir Paşa’nın önerisi üzerine Sevr Anlaşması’nı imzalayanlar ile
Saltanat Şurası’nda anlaşmanın kabulü yönünde oy kullananları vatan haini ilan
etti.504
501
Akşin, İstanbul…, c.III, s.157.
A.g.e., s.139.
503
Alemdar, Akşam, 12 Ağustos 1920.
504
Kâzım Karabekir Paşa öylesine kızmıştı ki, telgrafının sonunu “…bu vatansızların isimlerinin her
yerde lanetle yad ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif ederim.” şeklinde bitirmişti. Bkz. TBMM
Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.333, 19 Ağustos 1920; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.941-942.
502
208
b) Kâzım Karabekir Paşa ve İlk Askeri Başarılar
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi karşısında bir aksi
seda olarak Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla
Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifinde bulunan 15. Kolordu Komutanı
Kâzım Karabekir Paşa, bu tarihten sonra Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak ve
Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda
Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş, ancak aşağıda Sovyet Rusya ile ilişkiler
bağlamında bahsedilen gerekçeler nedeniyle Mustafa Kemal Paşa 1920 yılı
sonbaharına kadar kendisine izin vermemişti. 1920 yılı Haziran ayında harekâta izin
çıkmışsa da, bu harekât sonbahara ertelenmiş ve düzenli orduya geçilmesinin
ardından Milli Hareket’in ilk askeri başarıları Şark Cephesi Komutanlığı’na getirilen
Kâzım Karabekir Paşa’nın emrindeki kuvvetler tarafından gerçekleştirilmişti. BrestLitovsk Anlaşması’nın ardından bağımsız bir devlet olan, bununla beraber Türk
topraklarına yönelik istila emeli besleyen Ermenistan’a karşı 9 Haziran 1920
tarihinde seferberlik ilan edilmişti. Haziran ayında Oltu’yu istila eden Ermenilere 7
Temmuz’da Hariciye Vekâleti tarafından bir de nota verilmişti. Ülkede sürmekte
olan iç savaş ve Yunan taarruzundan faydalanma düşüncesiyle hareket eden ve 24
Eylül 1920 tarihinde baskın tarzında bir saldırı düzenleyen Ermenilere karşı 28
Eylül’de harekete geçilmiş, 30 Ekim’de Kars’ı geri alan Şark Ordusu Gümrü’ye
kadar ilerlemişken Ermenilerin mütareke teklifi gelmişti. Ermenilerin şartları ağır
bulması nedeniyle savaş hali bir süre daha devam etmişse de 17 Kasım’da Ermeniler
mütareke şartlarını kabul ettiklerini bildirmişti. Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki
Şark Ordusu, Ermenileri durdurmayı ve Ermeni işgaline uğrayan yerleri geri almayı
başarmış, mütareke şartı olarak aldığı silah ve mühimmatı da Ankara’ya doğru yola
209
çıkarmıştı.505 2-3 Aralık 1920 tarihinde imzalanan ve Büyük Millet Meclisi
Hükümeti’nin imzaladığı ilk anlaşma olma özelliğini taşıyan Gümrü Anlaşması ile
Sarıkamış, Kars ve Oltu’yu Türkiye’ye veren Ermeniler, Sevr Anlaşması’nı
tanımadığını da kabul etmek durumunda kalmıştı.506
c) Yunan Saldırıları ve İnönü Zaferleri
Yunanlılar, Ankara’nın iç isyanlardan başını ancak kaldırabildiği bir dönemde 22
Haziran 1920 tarihinde üç koldan saldırıya geçmişti. Ağustos ayı sonuna kadar
Balıkesir, Bursa, Uşak, Alaşehir’i işgal eden Yunan ordusu güneyden de Nazilli’ye
kadar olan ilerlemiş ve Doğu Trakya’nın işgalini tamamlamıştı. Yunan saldırıları
karşısında cephelerin bozulması Büyük Millet Meclisi’ni de karıştırmış, 3 Temmuz
tarihli gizli oturumda ne gibi tedbirler alındığına dair verilen bir önergeye cevap
vermek amacıyla kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, sorumlunun Meclis ve
hükümeti olmadığını, Yunan taarruzundan daha önemli görülen iç isyanları
bastırmak için bazı birliklerin cepheden alınarak seferber edildiğini ve düşmanın da
bu nedenle ilerleyebildiğini söyleyerek ülkede birliğin temin edilmesinin önemine
vurgu yapmıştı.507 Uşak ve Gediz’in kaybedilmesinin ardından Afyon ve Eskişehir’in
de kaybedileceği endişesi, hükümet merkezinin Sivas’a taşınmasını gündeme
505
Kâzım Karabekir Paşa, Kars’ta Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa ile haberleşmiş ve İstiklâl
Harbi’ni on yıl kadar devam ettirecek miktarda ganimet ele geçirdiklerini söylemişti. Bu başarılar
sonunda Kâzım Karabekir Paşa, Büyük Millet Meclisi tarafından ferikliğe (korgenerallik)
yükseltilmişti. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.996-1001.
506
Nutuk, s.325-326; Akşin, Türkiye’nin…, s.145. Bu anlaşmanın 18. maddesi anlaşmanın her iki
hükümet tarafından onaylanacağına dairdi. Ancak anlaşmadan bir kaç gün sonra Ermenistan
Kızılordu’nun işgaline uğrayacak ve hükümeti ele geçiren Bolşevikler anlaşmayı onaylamayacaktı. 16
Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova, 13 Ekim 1921’de de Moskova Anlaşması esas almak
suretiyle Sovyetler aracılığında Güney Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Anlaşmaları imzalanacak,
Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı ile baş murahhas olarak Türkiye’yi Kâzım Karabekir Paşa temsil
edecekti. Bu anlaşmalar ile Türkiye’nin Kuzeydoğu sınırları belirlenmiş olacaktı. Bkz. Karabekir,
İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1111.
507
Nutuk, s.308-311; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.I, s.52, 3 Temmuz 1920.
210
getirmiş, bu yöndeki Heyet-i Vekile kararına Ali Fuat Paşa gibi Kâzım Karabekir
Paşa da durumun henüz çok vahim olmadığı ve ordu üzerinde olumsuz etki
bırakacağı düşüncesiyle karşı çıkmıştı. Öte yandan hükümet merkezinin Sivas’a
taşınması kararından kısa süre sonra vazgeçilmişti.508
22 Haziran’da başlayan saldırılarının ardından Doğu Trakya dahil Batı Anadolu’nun
önemli bir bölümünü işgal eden Yunanlılar, Konstantin’in yeniden tahta geçmesiyle
birlikte hem itilaf güçlerinin gözüne girmek hem de Sevr Anlaşması’nı Büyük Millet
Meclisi’ne kabul ettirmek amacıyla 6 Ocak 1921 tarihinde Bursa-Uşak cephesinden
yeni bir harekâta daha girişmişti. İnegöl, Yenişehir ve Banaz’ı ele geçiren
Yunanlılar, bu saldırı ile Türk ordusunun gücünü de test etmek istemişti. Batı
Cephesi Komutanı İsmet Bey, Çerkez Ethem üzerine harekât yapmak üzere olan Batı
Cephesi birliklerinin önemli bir kısmı ile Eskişehir’in İnönü mevkiine doğru ilerledi
ve 10 Ocak’ta Yunan saldırısını kırmayı başardı. Yunanlıları, istediklerini elde
edemeyerek geri çekilmek durumunda bırakan düzenli ordu birliklerinin bu ilk
başarısı, zafere susamış olan bir ülke için önemli bir moral kaynağı olmasının
yanında itilaf güçlerinin Londra’da Türkleri de davet edecekleri bir konferans
düzenleme kararını beraberinde getirdi.
İtilaf devletleri İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği davette Büyük Millet Meclisi
temsilcilerinin de konferansa katılacak heyette yer almasını istemişti.509 Mustafa
Kemal Paşa, işbirliği yapılması amacıyla Ankara temsilcilerinin İstanbul’a
gönderilmelerini isteyen Sadrazam Tevfik Paşa ile olan haberleşmelerinde milleti
temsil edebilecek yegâne kurumun Büyük Millet Meclisi olduğunu, bu nedenle
konferansta ülkeyi temsil edecek delegelerin Büyük Millet Meclisi tarafından
508
509
Cebesoy, Milli…, s.475-478; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.964-965.
Akşam, 27 Ocak 1921.
211
seçilmesi gerektiğini, bununla beraber İstanbul Hükümeti’nin devreden çıkmasını
istemişti. İtilaf devletlerinin Doğu sorununu adil bir şekilde çözebilmeleri için Büyük
Millet Meclisi’ni doğrudan davet etmesi gerektiğinin altını çizen Mustafa Kemal
Paşa, Sadrazam Tevfik Paşa’ya Padişah’ın Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını ilan
etmesi gerektiğini de bildirmişti.510 Sadrazam ile olan haberleşmelerini Meclis’te de
anlatan Mustafa Kemal Paşa, Mersin mebusu İsmail Safa Bey’in Padişah’ın Meclis’i
tanımaması durumunda kendisiyle ilgili ne gibi bir işlem yapılacağı sorusuna
Padişah’ın milleti tanımayıp İngilizlere yaslanarak büyük bir hata yaptığını, yine de
bugün kendisine bir şans tanıdıkları cevabını vermiş ve ‘tanımazsa gerekeni yapmak
basittir, ama bugünden söz konusu etmeyelim’ şeklinde bir ifade kullanmıştı.511
Tevfik Paşa ile haberleşmelerden istenilen netice alınmayınca konferans için
Hariciye Vekili Bekir Sami Bey başkanlığında müstakil bir heyet oluşturularak yola
çıkarılmıştı. Anadolu’daki direnişin şiddetini arttırarak Yunanlılara karşı bir zafer
kazanması ve Milli Hareket’in Sovyet Rusya ile temas kurması yanında bir türlü
onaylatılamayan Sevr’in yumuşatılmış bir şeklinin kabul ettirilmeye çalışılması gibi
nedenlerle 27 Şubat 1921 tarihinde toplanan Londra Konferansı, 12 Mart’a kadar
devam etmişse de kesin bir sonuca ulaşamadan dağılmıştı.512 Londra Konferansı’na
Büyük Millet Meclisi ile birlikte İstanbul Hükümeti de katılmış, konferans sırasında
söz sırası kendisine gelen Tevfik Paşa, sözü milletin gerçek temsilcileri olan Büyük
Millet
Meclisi
delegelerine
bıraktığını
açıklamıştı.513
Ankara’nın
Londra
Konferansı’na davet edilmesi Büyük Millet Meclisi’nin itilaf güçleri tarafından
510
Nutuk, s.370-374; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.159-164.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.7, s.415, 29 Ocak 1921.
512
Nutuk, s.383-384. Konferans’ta Büyük Millet Meclisi’ni temsil eden Bekir Sami Bey, İngiltere,
Fransa ve İtalya ile ikili bazı anlaşmalar yapmışsa da bu anlaşmalar Misak-ı Milli’ye uygun
bulunmadığından Meclis tarafından kabul edilmemiştir.
513
Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.175.
511
212
tanındığı anlamına gelmekteydi. Aydemir bu davetin Sevr’in yürümeyeceğine, onu
hazırlayarak Osmanlı Devleti’ne dayatanların dahi inanmadıklarının bir göstergesi
olduğu kanaatindedir.514
Londra Konferansı’ndan bir sonuç alınamaması üzerine Yunanlılar, İnönü’de
durdurulmalarına rağmen 23 Mart’ta Bursa ve Uşak üzerinden Eskişehir’i almak ve
Ankara’ya doğru ilerlemek amacıyla yeni bir saldırı daha başlatmış,515 Bilecik,
Dumlupınar ve Sapanca’yı işgal ettikten sonra Nisan ayı başında İnönü’de bir kez
daha durdurulmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’e
gönderdiği tebrik telgrafında “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de
yendiniz.” sözünü kullanmıştı. Öte yandan İkinci İnönü Zaferi nedeniyle Ankara’da
heyecanlı bir sevinç gösterisi yapılmış ve halk kafile halinde Büyük Millet Meclisi
önüne gelmişti.516
Yunanlıların bir sonraki saldırısı 8 Temmuz 1921’de başlayacak, Kütahya-Eskişehir
savaşları olarak isimlendirilen savaşların ardından Türk ordusu Afyon, Kütahya ve
Eskişehir’i kaybedecek ve Yunan saldırısı Türk ordusunun 25 Temmuz’da Sakarya
nehrinin doğusuna çekilmesiyle sonuçlanacakt1. Ordunun, mağlubiyetlerin ardından
Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonrasında Büyük Millet Meclisi de
hararetlenecek, Heyet-i Vekile şiddetli eleştirilere maruz kalacaktı. 4 Ağustos 1921
tarihli gizli oturumda düşmanı püskürtmek için bütün kaynakların seferber edilmesi
gerektiği, Türk halkının buna hazır olduğu ve olağanüstü yetkilerle donatılacak bir
başkomutanlığın kurulması gibi konular ele alınacaktı. Durum çok kritik olduğu için
bir an önce kesin bir karar alınması gerektiği kanaati yaygınlık kazanacak ve
514
Sevr’in geçerliliğine olan itilaf inancının zayıflığına bir başka örnek de anlaşmanın kendisine
sağladığı faydalara rağmen Fransızların Ankara ile bir anlaşma imzalamak sureti ile Anadolu
üzerindeki emellerinden vazgeçmesi idi. Bkz. Aydemir, Tek…, c.II, s.390-391.
515
Vakit, 25 Mart 1921.
516
Hakimiyet-i Milliye, 3 Nisan 1921.
213
yapılacak en doğru işin, yetkileri en doğru kişinin emrine vermekten ibaret olduğu
düşüncesi ağırlık kazanacaktı. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin genel
olarak beliren isteği doğrultusunda başkomutanlığı kabul ettiğini söyleyecek,
önergede “…Müddeti ömrümde hakimiyet-i milliyenin en sadık bir hizmetkarı olduğumu nazar-ı
millete bir defa daha teyit için bu salahiyetin üç ay gibi kısa bir müddetle takyit edilmesini ayrıca talep
517
ederim.” ifadelerini kullanacaktı.
Ertesi gün Meclis İkinci Reisi Adnan (Adıvar)
Bey’in başkanlığında toplanan Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’yı üç ay
süre ile kendi yetkilerini kullanmak üzere başkomutanlığa seçecekti. Mustafa Kemal
Paşa’nın başkomutanlığa getirilmesi amacıyla gizli oturumda yapılan oylamada 169
kabul ve 13 ret oyu çıkacaktı. Rıza Nur ve arkadaşlarının teklifi ile 5 Ağustos 1921
tarihli açık oturumda, gizli oturumda verilen ret oylarının da kabul oylarına döndüğü
görülecek ve Mustafa Kemal Paşa, 184 mebusun tamamının oyu ile başkomutanlığa
getirilecekti. Büyük Millet Meclisi kürsüsünde “Zavallı milletimizi esir etmek isteyen
düşmanları inayet-i süphaniye ile (Allah’ın yardımı ile) behemahal (kesinlikle) mağlup edeceğimize
dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu itminanı (inancımı)
heyet-i celilenize karşı, bütün millete karşı ve bütün aleme karşı ilan ederim.” diyecek olan
Mustafa Kemal Paşa, umutsuzluk rüzgarlarının estiği bir zamanda Milli
Mücadele’nin başarıya ulaşması noktasında en küçük bir tereddüdünün olmadığını
söyleyerek Büyük Millet Meclisi’ne güven telkin edecekti.518 Böylece Mustafa
Kemal Paşa başkomutanlığa ilk olarak Sakarya Savaşı’ndan hemen önce 5 Ağustos
1921 tarihinde üç aylık bir süre için getirilmiş olacaktı. Aşağıda da bahsedileceği
üzere, 5 Kasım 1921 tarihinde süresi dolacak olan başkomutanlık kanununun
517
Bu görüşmeler 4 Ağustos tarihinde gerçekleşmişse de tutanaklarda önceki zabtın hülasasının
okunması bağlamında 5 Ağustos 1921 tarihli celsede kayıtlıdır. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları,
c.II, s.157-162, 4 Ağustos 1921.
518
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.164-185, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt
Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.19, 5 Ağustos 1921.
214
uzatılmasının gündeme geldiği her oturumda Meclis’te şiddetli tartışmalar
yaşanacak, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in yetkilerini almasını hazmedemeyen
İkinci Grup üyeleri bu tartışmaların baş aktörleri olacaktı.
Başkomutanlığa getirilen Mustafa Kemal Paşa 7 ve 8 Ağustos 1921 tarihlerinde işgal
altında olmayan yerlerin bütün kaynaklarını savaşa kanalize etmek amacıyla Tekalifi Milliye emirlerini çıkaracaktı.519 Tehlikeli boyutlara geldiği düşünülen Yunan
saldırılarının ardından Meclis’in bu defa Kayseri’ye taşınması gündeme gelecek,
Büyük Millet Meclisi’nde 22 Ağustos 1921 tarihinde tartışılan bu taşınma
meselesinin halk üzerinde kötü etki uyandıracağı gerekçesiyle ertelenmesi
kararlaştırılacaktı.520 Sakarya Savaşı’nın dördüncü gününün gecesinde Mustafa
Kemal Paşa, Milli Müdafaa Vekili Refet Paşa’ya savaşın Ankara’ya sıçrama
ihtimalinin bulunduğunu, bu nedenle Büyük Millet Meclisi ile hükümetin ilk olarak
Keskin’e, ardından da zaruret hasıl olursa Kayseri’ye taşınmasının gerekli olduğunu
söyleyecek ve bu taşınma işinin iki gün içinde tamamlanmasını isteyecekse de ikinci
bir tel ile bu emrin uygulanması için yeni bir emrin beklenmesi gerektiğini
bildirecekti.521
d) Refet Bey’in Görevsiz Kalması
Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasından sonra Mustafa
Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni Kuzey ve Güney Cepheleri olmak üzere ikiye ayırmış,
519
Atatürk’ün Tamim…, s.414-424; Nutuk, s.406-410.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.II, s.221-224, 22 Ağustos 1921. Esasında bu
taşınma konusu ilk olarak bir ay önce gündeme gelmişti. 23 Temmuz’da ‘Yunan taarruzu üzerine
vaziyet-i harbiye hakkında müzakerat ve T.B.M. Meclisinin Kayseri’ye nakli’, 30 Temmuz’da ise
‘Heyet-i Vekile Reisi Fevzi Paşa’nın; Eskişehir’in sükunundan sonra cepheye yaptığı ziyaret
hakkındaki beyanatı ve Meclis’in Kayseri’ye nakli’ başlıkları altında gizli oturumda görüşülmüştür.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.2, s.98-114, 23 Temmuz 1921; TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.2, s.116127, 30 Temmuz 1921.
521
Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekat, c.II, Kısım I,
II. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.65-67.
520
215
Güney Cephesi Komutanlığı’na da Refet Bey’i getirmişti. 1921 yılı Nisan ayı
başlarında kazanılan İkinci İnönü zaferiyle birlikte Yunanlıların Uşak grubu geri
çekilmeye başlamış, Refet Bey de 12 Nisan’da emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar
civarında bulunan bir düşman alayına saldırmıştı. Yunanlıların bir hat tutmak
amacıyla geri çekilmeleri Refet Bey’in muharebenin sonucunu yanlış yorumlayarak
kazandığını zannetmesine neden olmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın tetkikleri
neticesinde düşmanın amacına uygun olarak Dumlupınar’da savunması kolay bir
mevki aldığı ortaya çıkmıştı. Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte Refet Bey’in
karargâhına giden Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından gördükten sonra Refet
Bey’in komutasındaki Güney Cephesi’ni de İsmet Paşa’nın komutanlığını üstlendiği
cepheye bağlamıştı. Refet Bey’den başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini
isteyen Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşı için yeni görev olarak Müdafaa-i Milliye
Vekâleti’ni düşünmüştü. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ni bıraktırmak
suretiyle İsmet Paşa’yı tamamen Garp cephesinde görevlendirmeyi, vekâleten bu
görevi yürütmekte olan Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa’yı da Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekilliğine getirmeyi planlayan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’dan
boşalacak yere de Refet Bey’i getirmeyi uygun görmüştü. Buna karşılık askeri bir
görev üstlenmek isteğinde olan Refet Bey ise Fevzi Paşa’nın istifa etmesine gerek
olmadığını, İsmet Paşa’nın ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nden istifasının
gerekli olduğunu düşünmüş ve Mustafa Kemal Paşa’dan buna göre bir
görevlendirme yapmasını istemişti. Açıkça ifade etmese de kendisi için
başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni uygun gören
Refet Bey’e Mustafa Kemal Paşa açık bir şekilde şunları söylemişti: “Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti, bizim teşkilatımıza göre, bugün, fiilen başkumandanlık makamıdır. Siz henüz
Türk ordusuna başkumandan olacak evsafı ihraz etmiş değilsiniz. Bunu şimdilik hatırınızdan
216
çıkarınız.” Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni kabul
etmeyeceğini söyleyen Refet Bey’e ‘siz bilirsiniz’ diyerek konuşmayı bitirmişti.522
İşte Refet Bey’in Milli Mücadele’nin önemli bir zamanında Kastamonu taraflarında
dinlenmeye çekilerek bir süre atıl kaldığı süreç yol arkadaşı ile olan bu konuşmasıyla
başlamıştı. Yine de kendisinin görevsiz kaldığı süreç fazla uzun sürmemiş ve Refet
Bey 30 Haziran 1921 tarihinde sağlık sorunları nedeniyle Dahiliye Vekilliği’nden
istifa eden Atâ Bey’in yerine bu vekâlete seçilerek askeri olmasa da siyasi bir görevle
yeniden Milli Mücadele saflarındaki yerini almıştı.523
e) Sovyetler ile İlişkiler ve Moskova Anlaşması
1917 yılı Ekim ayında yaşanan ihtilalın ardından yönetimi ele geçiren Bolşeviklerin
Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesi, Rusya’nın eski müttefikleri tarafından iyi
karşılanmamıştı. Üstelik itilaf devletleri Kızılordu’ya karşı Çarlık yanlısı
Beyazordu’nun kurulmasına destek vermiş ve bu durum ülkede bir iç savaşı
beraberinde getirmişti. İşlerin yine de istedikleri gibi gitmediğini gören İngiltere ve
Fransa, 1918 yılı sonlarında Güney Rusya’yı paylaşarak Kırım’a asker sevk etmişti.
İtilaf devletlerinin süregelen tutumu Sovyet Rusya’nın Anadolu’da başlayan direniş
hareketlerine ilgi duymaya başlamasına ve bağımsızlık amacıyla bu emperyalist
ülkelere baş kaldıran Anadolu hareketine sempati ile bakmaya başlamasına neden
olmuştu. Zira ortak noktası anti-emperyalizm olan iki taraf da aynı düşmanlara karşı
mücadele vermekteydi. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonlarında Kafkasya’da
Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin kurulmasını temin eden İngiltere,
522
Nutuk, 390-391.
226 mebusun katıldığı oylamada Refet Bey 139, Mersin mebusu İsmail Safa Bey 19, Karesi
mebusu Vehbi Bey 5, Cebelibereket (Osmaniye) mebusu İhsan Bey bir oy almış, 63 mebus da
çekimser kalmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.11, s.79-85, 30 Haziran 1921.
523
217
Rusya’nın Bakü petrollerinden faydalanmasını önlemek dışında Türkiye ile Rusya
arasındaki toprak bağlantısını kesen bir tampon bölge oluşturmuştu. Sovyet
Rusya’nın Misak-ı Milli’yi kendi çıkarlarına uygun görmesi ve kendi güvenliği için
önem arz eden Boğazların Türkiye’nin elinde olmasını kabullenmesi ilişkilerin daha
da gelişmesine imkân sağlamıştı. Öte yandan Rusya’daki Türk ve Müslüman halklar
Yeşilordu’yu kurmak suretiyle Beyazordu’ya karşı bir mücadeleye girişmişti. Bu
anlamda Sovyet Rusya’nın Anadolu’daki direnişe vereceği destek Türk ve
Müslüman halklarının sempatisini kazanması anlamına gelmekteydi.524
Sovyet Rusya ile Anadolu’daki direniş hareketinin menfaatlerinin yukarıda sayılan
nedenlerle örtüşmesi Sovyet Rusya’nın Anadolu’daki direnişin başarıya ulaşması
için destek vermesine zemin hazırlamıştı. İki taraf arasında resmi temasın sağlanması
ise somut anlamda Mustafa Kemal Paşa’nın 1920 yılı Nisan ayında Lenin’e yazdığı
bir mektupla başlamıştı. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 26
Nisan’da Kâzım Karabekir Paşa aracılığıyla Lenin’e gönderdiği mektupta
emperyalizme karşı ortak mücadele ve diplomatik ilişkilerin başlatılması isteğini dile
getirmiş, Sovyet Rusya’dan savaş malzemeleri ile birlikte 5 milyon altın ruble
göndermesini istemişti.525 11 Mayıs 1920’de ise Hariciye Vekili Bekir Sami Bey
başkanlığında İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey’in de içinde olduğu bir heyet
Sovyetlerle resmi olarak bağlantı kurmak, sonrasında da dostluk ve yardım anlaşması
yapmak amacıyla Moskova’ya giderek görüşmelerde bulunmuştu.526 Ancak heyetin
524
Müderrisoğlu, Kurtuluş…, s.521-528.
Atatürk’ün Tamim…, s.318. Sovyet Rusya Hariciye Komiseri Çiçerin, Mustafa Kemal Paşa’nın
mektubuna cevap olarak iki ülke arasında, dostça ilişkiler ve birlik anlaşması amacıyla diplomatik
ilişki kurulması yönündeki kendi isteklerini bildirmiş, ayrıca yardım kapsamında 2 milyon lira ile
60.000 tüfek, 112 hafif makineli tüfek ve 10 ağır top verileceğini söylemişti. Öte yandan TürkiyeErmenistan ve İran arasındaki sınırların self-determinasyon ilkesine göre belirlenmesi yönündeki
ifadeler ise Ankara tarafından hoş karşılanmamıştı. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.875-876,892.
526
Nutuk, s.308; Yusuf Kemal Tengirşenk, “Milli Mücadele’de Ruslarla İlk Temasımız”, Yakın
Tarihimiz, c.IV, s.97-98.
525
218
üzerinde anlaştığı anlaşma taslağı imza aşamasına gelmemiş, görüşmelerden
beklenen sonuç alınamadığı gibi Sovyet Rusya, Van, Muş ve Bitlis yöresinden bir
miktar toprağın Ermenilere verilmesini istemekten çekinmemişti.527 Mustafa Kemal
Paşa, bunun kabul edilemez emperyalist bir talep olduğunu bildirerek, bu talepte ısrar
edilmesi halinde Bekir Sami Bey heyetinin geri dönmesini istemişti. Sovyet
Rusya’nın bu isteği iki taraf arasındaki sıcak ilişkilerin bir fetret dönemine girmesini
de beraberinde getirmişti. Sovyet Rusya, ancak Polonya yenilgisinin ardından 12
Ekim’de Riga’da bir mütareke imzaladıktan, Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki
birliklerin Ermenistan’a Misak-ı Milli’yi kabul ettirmesinden ve üç vilayetin alınması
ile Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra bir anlaşma yapmaya yanaşmıştı.
Ali Fuat Paşa’nın 1920 yılı Kasım ayında Moskova’ya büyükelçi olarak atanmasıyla
da bir dostluk anlaşması yolunda atılan adımlara hız verilmişti. Ali Fuat Paşa
Moskova’ya 19 Şubat 1921 tarihinde varmıştı. 26 Şubat’ta başlayan Moskova
Konferansı görüşmelerinde Türkiye’yi İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey, Sinop
mebusu Rıza Nur ve Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa temsil ederken Sovyet
Rusya’yı Hariciye Komiseri Çiçerin ile Pan-Rus Merkez İcra Komitesi Üyesi Celal
Korkmazov temsil etmişti. 16 Mart 1921 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Yardım
Anlaşması ile Sovyet Rusya’nın Misak-ı Milli’yi tanıyacağı, Çarlık Rusya ile
Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan tüm anlaşmaların geçersiz sayılacağı, iki
ülkenin birbirine yardım edeceği, bir tarafın tanımadığı bir anlaşmayı diğer tarafın da
kabul etmeyeceği ve Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan esirlerin karşılıklı olarak
serbest bırakılacağı imza altına alınmış, Türkiye’nin Rusya’daki, Sovyet Rusya’nın
da Türkiye’deki mevcut düzen aleyhinde bir propaganda yapmasının önüne
527
Sovyet Rusya’nın bu isteği Büyük Millet Meclisi’nde 16 Ekim tarihli gizli oturumunda ele alınmış,
ve Yusuf Kemal Bey mebusları bilgilendiren uzun bir konuşma yapmıştı. Bkz. TBMM Gizli Celse
Zabıtları, c.1, s.158-173, 16 Ekim 1920.
219
geçilmesi konusunda anlaşılmıştı. Karşılıklı olarak verilen mektuplara göre de
Sovyet Rusya’nın her yıl Türkiye’ye on milyon altın ruble yardımda bulunacağı
kararlaştırılmıştı.528 Uzun bir müzakere ve kesinti sürecinden sonra imzalanan TürkSovyet Dostluk Anlaşması ile Sovyet Rusya’nın desteği sağlanarak Doğu sınırlarının
güvenliği temin edilmiş ve Sovyetlerden Türkiye’ye para ve savaş malzemesi
yardımı konusu bir karara bağlanmıştı.
Yeri gelmişken esasında Moskova Anlaşması’nın imzalanmasından daha önce
başlamış olan Sovyet Rusya yardımlarına değinmekte fayda vardır. Sovyet
Rusya’dan alınan maddi yardımlar, 1920 yılı Temmuz ayında Halil Paşa’nın getirdiği
100 bin lira değerindeki külçe altın ve İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey’in 6 Ekim
1920 tarihinde Moskova’dan getirdiği bir milyon altın ruble dışında Moskova
Anlaşması’nın imzalanmasından sonra 1921 ve 1922 yıllarında verilen yaklaşık on
milyon altın ruble ile birlikte toplam on bir milyon altın ruble ve yüz bin lira
değerinde külçe altına ulaşmıştır. Bunlardan başka Moskova Anlaşması’nın resmi
ifadeleri arasında yer almayan önemli miktarda silah ve cephane yardımları da
yapılmıştır.529
Ali Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliği’nden ayrılmasından önce Sovyet Rusya ile
bazı olumsuzluklar da yaşanacaktı. Enver Paşa’nın Türkistan’daki mücadelesinin de
etkisiyle Sovyet Rusya Türklere kuşku ile bakmaya başlayacak, Sovyet Fevkalade
Emniyet Teşkilatı’nın (ÇEKA) silahlı bir timi Moskova Büyükelçiliği’ne ait bir
binaya 1922 yılı Nisan ayında baskın yaparak Sovyetler aleyhine casusluk belgelerini
taşıyor gerekçesiyle bir çantaya el koyacak ve büyükelçilik personelinin
528
Cebesoy, Moskova…, s.194-195; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1048.
Müderrisoğlu, Kurtuluş…, s.546-548. Akşin, bu noktada az bilinen bir gerçeği hatırlatmakta,
1921’de ve sonrasında Türkiye’nin kıtlık çekmekte olan Sovyetlere tahıl ve hatta para yardımında
bulunduğunu söylemektedir. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.III, s.309-311.
529
220
sorgulanması gibi bir dizi olumsuzluk yaşanacaktı.530 Ali Fuat Paşa’nın yaşananlar
konusunda Ankara’yı bilgilendirmesinin ardından Ankara Sovyetlere bir nota
verecek, çanta geri verilmez ve özür dilenmez ise Ali Fuat Paşa’nın Moskova’dan
ayrılma kararını hükümetin de benimseyeceği Rus tarafına iletilecekti. Neticede
Büyükelçi Ali Fuat Paşa Ankara ile haberleştikten sonra 10 Mayıs 1922’de
Moskova’dan ayrılacak ve 2 Haziran’da Ankara’ya gelecekti. Meclis İkinci Başkanı
Rauf Bey ve arkadaşları tarafından karşılanan Ali Fuat Paşa, aynı akşam Mustafa
Kemal Paşa’yı da bilgilendirecekti. 19 Haziran’da Sovyet Rusya, Ali Fuat Paşa’nın
Ankara’ya dönmesine yol açan çanta olayından üzüntü duyduğunu belirterek,
çantanın iki taraf memurlarının gözü önünde açılmasını, Türklere ait evrakların geri
verilmesini
ve
olayda
sorumluluğu
olan
memurların
karşılıklı
olarak
cezalandırılmasını isteyecekti. Bunu özür için yeterli sayan Ankara da, Büyükelçi Ali
Fuat Paşa’nın Moskova’ya dönmesini kararlaştıracaktı. Sovyetler ile yaşanan
meselenin yatışmasının ardından Ali Fuat Paşa Moskova’ya dönmek için hazırlıklara
başlayacaksa da, Ankara’daki bazı görev değişiklikleri nedeniyle Ali Fuat Paşa
Moskova’ya dönmeyecekti. Öyle ki yeni oluşturulan İcra Vekilleri Heyeti
Riyaseti’ne Rauf Bey seçilecek, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı bırakarak Cemiyetin fahri başkanlığına gelecek,
kendisinden boşalacak yere de Ali Fuat Paşa seçilecekti. Bunun üzerine Moskova
yoluna çıkan Ali Fuat Paşa yeni görevine başlamak üzere çıktığı yoldan geri
dönecekti.531
530
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.359-360, 11 Mayıs 1922; Cebesoy, Moskova…, s.429-432;
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1241.
531
Cebesoy, Moskova…, s.447-455.
221
f) Sakarya Zaferi ve Ankara Anlaşması
1921 yılı Temmuz ayında hazırlıklarını tamamlayan Yunanlılar var güçleriyle bir
saldırı daha yaparak Eskişehir, Kütahya ve Afyon’u ele geçirmiş, Türk ordusu da
yukarıda değinildiği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Sakarya nehrinin
doğusuna çekilmişti. 26 Temmuz’da cephe karargâhının bulunduğu Polatlı’ya giden
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir telgraf çekerek ordunun
durumunun güven verici olduğunu söylemişti.532 Türk ordusunun dağılma
tehlikesinin baş gösterdiği ve Meclis’in Kayseri’ye taşınmasının dahi düşünüldüğü
bir zamanda Büyük Millet Meclisi’nde tam bir gerginlik havası hakimd1. Ordu ve
milletin başına gelenlerin sorumlusunun Mustafa Kemal Paşa olduğu şeklindeki
muhalif sesler, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesini beraberinde
getiren bir süreci başlatmış, 5 Ağustos’ta üç aylık bir süre için Meclis’ten
başkomutanlık yetkisi alan Mustafa Kemal Paşa Tekâlif-i Milliye emirlerinin
uygulanmasını istemişti. Türk ordusunu bitirmek ve Ankara’yı ele geçirmek
amacıyla 14 Ağustos’ta üç koldan saldırıya geçen sayıca üstün Yunan birliklerine
karşı iki ordunun birbirine temas ettiği 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar verilen
savunma savaşı, Yunanlıların geri çekilmesi üzerine Türk ordusunun zaferi ile
sonuçlanmıştı. Sakarya’da elde edilen zaferi 19 Eylül’de Büyük Millet Meclisi’ne de
anlatan Mustafa Kemal Paşa, böyle bir milleti istiklâlinden mahrum etmeye
çalışanların hayal ile meşgul olduğunu, Türk halkının, Büyük Millet Meclisi’nin ve
hükümetin uşaklığa tahammülü olmadığını, milli sınırlar içinde hür ve bağımsız
yaşamaktan başka bir amaçlarının bulunmadığını ve tek bir düşman askeri dahi
kalmayıncaya kadar ordunun mücadelesini sürdüreceğini anlattı. Mustafa Kemal
532
Atatürk’ün Tamim…, s.408.
222
Paşa’ya gazilik ve mareşallik unvanı veren kanun da bu konuşmanın ardından
alkışlar arasında kabul edildi.533
Güney Cephesi’nde Kuva-yı Milliye karşısında istenilen sonuçların alınamaması,
Doğu’da Ermenilere karşı elde edilen Türk zaferi ve Sovyet Rusya ile yakınlaşma
gibi etkenler Fransızları İngilizlerin etkisi dışında kararlar almaya yöneltmişti.
Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasının ardından Sevr Anlaşması’nın yumuşatılması
noktasında İngiltere’yi sıkıştıran Fransa, İtalya ile birlikte bu noktada az bir mesafe
almışsa da Londra Konferansı bir neticeye ulaşmamıştı. Konferans’ta Büyük Millet
Meclisi’ni temsil eden Bekir Sami Bey ile Fransızlar arasında imzalanan ikili
anlaşma da Mustafa Kemal Paşa ve Büyük Millet Meclisi tarafından kabul
edilmemiş, bununla beraber Fransızların çözüm arayışı devam etmişti. Kısa süre
öncesine kadar müttefikleriyle birlikte Türkiye’yi paylaşma planlarının içinde olan
Fransa, 1920 yılı Mayıs ayından itibaren Ankara ile bir anlaşma için çaba göstermeye
devam etmiş ve Ankara ile görüşme yapmak amacıyla eski bir bakan olan Franklin
Bouillon’u göndermişti. Eski bakan, Yunanistan’ın saldırıya hazırlandığı bir
dönemde gelmiş ve saldırının sonuçlarına göre bir yol izlemeyi tercih etmişti. Yunan
saldırıları sonucunda Kütahya, Eskişehir, Afyon gibi önemli yerler kaybedilip, Türk
ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek durumunda kalınca, Fransa ile anlaşma
aşamasına ancak Yunanlıların çekilmesiyle sonuçlanan Sakarya Zaferi sonrasında
varılmıştı. Öyle ki bu zafer Fransa’nın Yunanlıların başarılı olacağına dair inancını
iyiden iyiye azaltmış ve 20 Ekim 1921 tarihinde ilk kez bir itilaf devletinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni tanıdığı Ankara Anlaşması imzalanmıştı. Bu
anlaşma ile Hatay dışında Türkiye’nin Suriye ile olan güney sınırlarını tanıdığını
533
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.255-265, 19 Eylül 1921.
223
kabul eden Fransa, işgal ettiği yerleri boşaltmaya da razı olmuştu. Ankara
Anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Fransa ile Güney Cephesi’ndeki savaş sona
ermiş, böylece kendisiyle savaşan bir itilaf gücünü saf dışı bırakan Ankara, tüm
gücünü Yunanistan ile savaşmaya vermişti. Anlaşmanın imzalanmasından önce,
henüz Ekim ayı ortalarında konu gizli oturumlarda ele alınmış, bazı mebuslar
anlaşma taslağının Sevr’den pek farklı olmadığını ve böyle bir anlaşmanın
yapılmasının Misak-ı Milli’den taviz anlamına geleceğini söylemişti. Mustafa Kemal
Paşa ise anlaşma ile kabul edilen sınırın Misak-ı Milli’ye aykırı olmadığını, Misak-ı
Milli’de belirli ve kesin bir sınır hattı bulunmadığını, kuvvet ile tespit edilecek hattın
sınır hattı olacağını ifade etmişti. Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey de aynı yönde
bir konuşma yapmış, ardından Meclis tarafından kendisine anlaşmayı imzalama
yetkisi verilmişti.534
Bir diğer itilaf devleti olan İtalyanlar ise İzmir’in Yunanistan’a verilmesinden
duydukları rahatsızlık içinde diğer işgalci güçlerden farklı hareket etmiş ve işgal
ettikleri yerlerde halkın gönlünü kazanmaya çalışmışlardı. Gelinen noktada
Yunanistan’ın Türkiye’de başarılı olmasını istemeyen ve öteki itilaf güçleri ile
çıkarları örtüşmeyen İtalyanlar da Ankara ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve 1921
yılı Temmuz ayı başlarında Marmaris, Muğla ve Antalya gibi Güney Batı Anadolu
topraklarından çekilmişlerdi.
g) Gergin Bekleyişten Büyük Zafere
Sakarya Zaferi’nden sonra Yunanlıları Anadolu ve Doğu Trakya’dan atarak Misak-ı
Milli’ye uygun bir barış yapmak ve Milli Mücadele’yi bir zaferle neticelendirmek
534
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.13, s.298-315, 13 Ekim 1921; s.321-331, 15 Ekim
1921, s.335-358, 16 Ekim 1921; s.361-372, 18 Ekim 1921.
224
lazımdı. Ne var ki neredeyse bir yıl sonra gerçekleşecek Büyük Taarruz’a kadar ne
bir savaş hali ne de Büyük Millet Meclisi’nin arayışlarına rağmen Misak-ı Milli’ye
uygun bir barış yapabilmek mümkün olabildi. 1922 yılı Mart ayının sonlarına doğru
itilaf devletleri bir barış önerisinde bulunmuşlar ve Yunanlıların Anadolu’yu
boşaltacağını kabul etmişlerse de, Doğu Trakya’nın Yunan ve Türk tarafları arasında
paylaştırılacağı ve Doğu Anadolu’da bir Ermeni yurdu kurulacağı gibi maddeler
Ankara’nın kabul edebileceği türden maddeler değildi.535 Yunanlıların dört ay
içerisinde Anadolu’yu tamamen boşaltmasından sonra barış görüşmelerine
başlanması şartını ileri süren Ankara’nın 4 Nisan 1922 tarihli bu teklifi de kabul
edilmeyince536 Türk ordusunun elde edeceği kesin bir zafere kadar Ankara’nın
istediği bir barışın yapılamayacağı ortaya çıkmış oldu.
Sakarya Zaferi’nin üzerinden aylar geçmesine rağmen ordunun saldırısı ile ilgili bir
gelişme olmadı. Büyük Millet Meclisi’nde gergin bir bekleyiş hakimdi. Neden
taarruz edilmediği soruları sıklıkla soruldu, ordunun taarruz kabiliyetinden şüphe
edildi. Bazı mebuslar ordunun durumu ve taarruzun ne zaman yapılacağına dair
Meclis’e bilgi verilmediği düşüncesindeydi. O sırada İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan
Rauf Bey dahi mahrem bir şekilde zaman zaman Mustafa Kemal Paşa’ya sorular
sormak suretiyle duruma vakıf olmak istedi. Mustafa Kemal Paşa’nın saldırıyla ilgili
planlarından haberdar olmayan özellikle İkinci Grup mebuslarının eleştirilerinin
olması doğaldı. Zaten Mustafa Kemal Paşa’yı üzen de eleştirilerin varlığı değil,
acımasızlığı idi. Öte yandan saldırının zamanı konusunda bir açıklama yapılması
mebusları tatmin ederdi etmesine ama askeri anlamda böyle bir bilgi paylaşımı söz
konusu olamazdı. Nihayet Gazi Mustafa Kemal Paşa, gizli bir oturumda ordunun
535
Akşam, Vakit, 27-28 Mart 1922; Nutuk, s.431-433.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.172-192, 4 Nisan 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem,
c.18, s.518-519, 4 Nisan 1922.
536
225
kararının taarruz olduğunu, bunun geciktirilmesinin nedeninin ise hazırlıkların
tamamlanması için biraz daha zamana duyulan ihtiyaç olduğunu açıkladı.537 Bununla
beraber 1921 yılı sonbaharından sonra, 1922 yılı ilkbaharında da herhangi bir taarruz
emaresinin görünmemesi Meclis’teki gergin havanın daha da artmasına yol açmıştı.
Gizlilik içerisinde planlanan taarruz hazırlıklarından haberdar olmayan bazı mebuslar
Mustafa Kemal Paşa’nın, elindeki başkomutanlık yetkilerini bir diktatörlük kurmak
için kullandığını düşünmekteydi. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, Sakarya
Savaşı’ndan önce üç aylık bir süre için başkomutanlığa getirilmiş ve kendisinin
başkomutanlığının üçer aylık sürelerle uzatılması söz konusu olmuştu. Başkomutanın
Meclis’in yetkilerini kullandığı düşünülürse bunun bir diktatörlük olduğu akla
gelebilmektedir. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in yetkilerini nasıl ve
nerede kullandığı önem arz etmektedir. Aşağıda bu konuya değineceğimiz için
konuyu oraya havale edip burada üzerinde durmuyoruz.
Mustafa Kemal Paşa, siyasi ve askeri vaziyetin çok hassas olduğu bir dönemde
yaşanan muhalif tutum nedeniyle sıkıntılı günler geçirmişti. Başkomutanlık süresinin
uzatılmasına yönelik görüşmelerin yapıldığı günler kendisi için bu sıkıntıların zirve
yaptığı günlerdi. Öyle ki bir defasında Kâzım ve Fevzi Paşalar ile Rauf, Refet ve
Yusuf Kemal Beylerle yaptığı görüşmenin ardından, nasıl hareket etmesi gerektiğini
bir de Kâzım Karabekir Paşa’ya sorma lüzumunu duymuştu. Bununla beraber
Meclis’e gelmiş ve milletin razı olamayacağı bu hareket tarzının ordu ve hükümete
vereceği zarara dikkati çekerek mebusları razı etmiş ve muhaliflerin engellemelerine
rağmen 5 Mayıs 1922 tarihinde başkomutanlık yetkilerini bir kez daha uzatmayı
537
Nutuk, s.423. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu gizli oturumun tarihini 4 Mart olarak vermekteyse
de, gizli görüşmenin esas tarihi 6 Mart 1922’dir. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem,
c.3, s.2-3, 6 Mart 1922.
226
başarmıştı.538 Üç aylık sürenin dolduğu Temmuz ayına gelindiğinde Meclis’teki
ortam aynı şekilde devam etmekte, bir kez daha aynı senaryonun oynandığı bir film
sahneye konulmaktaydı. Zira geçen sürede Türk ordusunun bir taarruzu söz konusu
olmamıştı. Muhalefetin tavrı nedeniyle bir kez daha sıkıntılı günler geçiren Gazi
Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa’ya hem Meclis Başkanlığı
hem de başkomutanlıktan istifa edeceğini dahi yazmıştı. 10 Temmuz 1922 tarihli
telinde Mustafa Kemal Paşa, Vekiller Heyeti’nin seçimi konusunda yapılan
değişiklik neticesinde vekiller heyetinin istifa ettiğini, mütalaalarını açıkladıktan
sonra Meclis’in kesin fikrini ortaya koyabilmesi için kendisinin hem Meclis
başkanlığından hem de başkomutanlıktan istifa edeceğini söylemişti.539 Bununla
beraber istifası söz konusu olmayacak olan Mustafa Kemal Paşa, aşağıda da
bahsedileceği üzere 20 Temmuz 1922 tarihinde bu kez muhaliflerin rahatsızlık
duyduğu Meclis yetkilerini geri vermek suretiyle başkomutanlığa hem de süresiz
olarak getirilmişti. Böylece Temmuz ayında İkinci Grup’un kurulması ile Meclis’teki
harareti arttıran sorunlardan birisi olarak görülen başkomutanlık meselesi Büyük
Taarruz öncesinde muhaliflerin isteğine uygun bir çözüme kavuşturulmuş oldu.
Bütün bu sıkıntılı süreçlerin en zorda kalan adamı, Milli Mücadele’yi zaferle
taçlandıracak olan saldırı planını Ağustos ayı ortalarında büyük bir gizlilik içinde
uygulamaya koyacaktı. Doğu Trakya’nın kurtarılmasını da içeren bu plana göre,
Yunan birlikleri Afyon’un güneyinde toplanan ordu ile imha edilecekti. Gazi
Mustafa Kemal Paşa, bu amaçla 17 Ağustos’ta gizlice Ankara’dan ayrılmak suretiyle
ordunun başına geçerek 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’u başlatacak, 30 Ağustos’ta
Dumlupınar’da Yunan birliklerine en büyük darbe vurulacak ve düşmanın
538
539
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1233-1234.
A.g.e., s.1268.
227
toparlanmasına fırsat verilmeden İzmir’e doğru üç koldan takip başlatılacaktı.
Yunanlılar geri çekilirken geçtikleri yerleri ateşe verecek, Uşak, Alaşehir ve Manisa
gibi yerler bu yangınlardan nasibini alacaktı. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in geri
alınması ve 16 Eylül’e kadar Yunanlıların ülkeyi terk etmesi ile Batı Anadolu’daki
Yunan işgaline son verilecek, 8 Temmuz 1920 tarihinde işgale uğramış olan
Bursa’nın da 11 Eylül’de geri alınmasıyla işgal edildiği gün Türkiye Büyük Millet
Meclisi kürsüsüne örtülen ve ancak memleketin kurtarılmasından sonra kaldırılacağı
ifade edilen siyah örtü yoğun bir duygu seli içerisinde kaldırılacaktı.
Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, 18 Eylül’de İzmir’de Mustafa Kemal Paşa
ile görüşmüş ve Çanakkale ile İzmit üzerine yapılan harekâtın durdurulmasını
istemişse de Mustafa Kemal Paşa bunu kabul etmemişti. Fransızların Çanakkale’den
çekilmesi ile bölgede Türklerle tek başlarına kalan İngilizler, İzmir’in geri
alınmasından sonra kuzeye yönelerek Çanakkale’ye doğru ilerleyen Türk
askerlerinin, tarafsız bölge ilan ettikleri hatta girmeleri durumunda ateşle karşılık
verileceğini bildirmişti. Ne var ki, Türk ordusunun bu bölgeye girmesine rağmen
Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı olan İngiliz General Harrington, Lloyd
George’un emrini dinlemeyerek sağduyulu bir davranış sergilemiş ve herhangi bir
çatışma söz konusu olmamıştı.
Türk ordusunun hedefi, İngilizlerin boğazların güvenliği gerekçesiyle Yunanlılarda
kalmasını istediği Doğu Trakya’yı alarak burasını yapılması muhtemel bir anlaşmada
pazarlık dışında tutmaktı. İtilaf güçlerinin tarafsız bölgeye girmemek koşuluyla
Ankara Hükümeti’ne verdikleri 23 Eylül tarihli notaya Mustafa Kemal Paşa’nın
İzmir’den Ankara’ya dönmesinden ve konunun Meclis’te ele alınmasından sonra
karşılık veren Ankara, Trakya’nın bir an önce boşaltılması şartını ileri sürmek
228
suretiyle bir konferans düzenlenmesi gerektiği şeklinde cevap vermiş, Milli
Mücadele’nin askeri aşamasına son verecek olan Mudanya Konferansı da bu
gelişmelerden sonra gerçekleşmişti.
h) Mudanya Mütarekesi
İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerine karşı 3 Ekim’de Mudanya’da başlayan
mütareke görüşmelerinde Türkiye’yi İsmet Paşa temsil etmişti. Yunanlılar
konferansa katılmamış, gelişmeleri Mudanya önlerinde demirlemiş olan bir gemide
takip etmişti. Savaşılan ve mağlup edilen bir milletin temsilcilerinin konferans
sırasında masada olmayıp da neticeyi bir gemide bekliyor olması, Türk Kurtuluş
Savaşı’nın bir Türk-Yunan Harbi’nden ibaret olduğunu söyleyenler için bir cevap
niteliğindedir. Yunanlıların bulunmadığı masanın etrafındaki İngiliz, Fransız ve
İtalyan temsilciler, Doğu Trakya’nın Türkiye’ye devrinin konferans konusu
olmadığını söylemişse de İsmet Paşa geri adım atmamış ve Doğu Trakya üzerinde
yoğunlaşan konferans zaman zaman kesintiye uğramak suretiyle devam etmişti.
İsmet Paşa’nın Yunanlılardan başka itilaf güçlerinden de Trakya’nın boşaltılmasını
istemesi üzerine görüşmeler düğümlenmiş, Mustafa Kemal Paşa da İsmet Paşa’ya
gönderdiği 6 Ekim tarihli talimatta Doğu Trakya şartının kabul edilmemesi halinde
askerin yeniden İstanbul’a doğru harekete geçirileceğini söylemişti.540 Bir günlük
kesintiden sonra yeniden başlayan görüşmeler neticesinde sorun çözülmüş, ihtilaflı
bazı noktalar barış konferansına bırakılmak suretiyle 11 Ekim 1922 tarihinde imza
aşamasına gelinmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 10 Ekim’de Mudanya
540
Atatürk’ün Tamim…, s.495.
229
Mütarekesi’ni imzalama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hükümete
verilmiş,541 ertesi gün de İsmet Paşa itilaf temsilcileriyle anlaşmayı imzalamıştı.
Mudanya Mütarekesi’ne göre, on beş gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltacak olan
Yunanlılar, ayrılırken zarar verilmemesi amacıyla Doğu Trakya’yı önce itilaf
güçlerine teslim edecek, itilaf güçleri de Türkiye’nin sekiz bin jandarma
bulundurabileceği bölgeyi Büyük Millet Meclisi’ne devredecekti. Öte yandan
Yunanistan ile 1919’dan beri devam eden düşmanlığa bir son verileceği ve bütün bu
işlemlerin otuz gün içinde tamamlanacağı da kararlaştırılacak, barış anlaşmasının
imzalanmasına kadar Türkiye, Doğu Trakya, İstanbul ve Gelibolu yarımadasına
asker geçirmeyecek ve buralarda ordu toplamayacaktı.542
Doğu Trakya’yı devralma işi Mustafa Kemal Paşa ile yaşadığı anlaşmazlıklar
nedeniyle son zaferlere katılamayan İzmir mebusu Refet Paşa’ya verilecekti. Rauf
Bey, Refet Paşa’nın bir vazifeye tayin edilmesi için Mustafa Kemal Paşa’ya ricada
bulunacak, Mustafa Kemal Paşa da Refet Paşa’nın Doğu Trakya’nın Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nce teslim alınması noktasında temsilci olarak görevlendirilmesini
uygun görecekti. İcra Vekilleri Heyeti tezkeresi 11 Ekim’de Meclis’te okunacak ve
İzmir mebusu Refet Paşa Meclis kararı ile Trakya’yı teslim almak üzere izinli
sayılacaktı. Öte yandan aynı gün mütareke şartlarının Meclis’te okunmasının
ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi İsmet Paşa’ya da teşekkür etmeyi
kararlaştıracaktı.543 Böylece fiilen sona eren ‘İstiklâl Harbi’ kesin bir askeri zaferle
neticelenmiş olacaktı.
541
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.943-944, 10 Ekim 1922.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.350-352.
543
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.20; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.341-342,354,
11 Ekim 1922.
542
230
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YOL AYRILIĞI SÜRECİ
3.1. MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YOL ARKADAŞLARI ARASINDA
MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YAŞANAN ANLAŞMAZLIKLAR
Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki yol ayrılığı süreci esasında yol
arkadaşlığının devam ettiği Milli Mücadele sırasında başlayacak, bununla beraber
yol arkadaşları Milli Mücadele’nin birleştirici atmosferinde net bir yol ayrımına
gelmeyecekti. Yol ayrımına giden bu süreç esas itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın
‘milli bir sır’ olarak sakladığı yenilikleri hayata geçirmeye yönelmesiyle birlikte
başlayacaktı. Bu bölümde Büyük Millet Meclisi’ndeki gruplaşmalardan yol
arkadaşlarının üstlendiği görevlere, oradan da devrimlerin gerçekleştirilmesi
aşamalarına kadar yol ayrımına giden süreci ele alacağız. Milli Mücadele devam
ederken yaşanan bir takım anlaşmazlıklar yanında saltanatın kaldırılması ve
Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi yeni Türkiye’nin milli hakimiyet eksenli bir çizgiyi
takip etmeye başlaması yol arkadaşları arasındaki görüş farklılıklarını net bir şekilde
ortaya çıkaracaktı. Bu görüş farklılıkları da Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde yeni
dönemde yol arkadaşları ile yola devam edilmesinin çok zor olacağı fikrini
uyandıracaktı. Bu nedenle Milli Mücadele sırasında yaşanan bazı anlaşmazlıkları ele
almak yol ayrımına giden sürecin anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.
a) Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki ilk görüş farklılığı, ülkenin
işgalden kurtarılması noktasında Kâzım Karabekir Paşa’nın doğu eksenli çözüm
arayışlarına karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın bütün ülkeyi dikkate alan
231
yaklaşımından kaynaklanmaktaydı. Milli Hareket’in doğuda başlayacağı, ondan
sonra batı bölgelerinin kurtarılacağı şeklinde bir düşüncesi olmayan Mustafa Kemal
Paşa, memleketin bir bütün olarak ele alınması gerektiği kanaatindeydi. Bu türden bir
görüş ayrılığı Sivas Kongresi’nden sonraki günlerde verilen Temsil Heyeti’nin
Sivas’tan Ankara’ya taşınması kararında yaşandı. Kâzım Karabekir Paşa, Temsil
Heyeti’nin doğu illerini örgütsüz bırakacağı gerekçesiyle bırakın Ankara’ya gitmesi,
Sivas’ın batısına dahi geçmemesi gerektiği düşüncesindeydi. Bununla beraber Kâzım
Karabekir Paşa, Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden uzaklaşmasının bölgedeki
illerin teşkilatlanması bakımından bir bozulmayı beraberinde getireceği ve o zamana
kadar mantıklı ve meşru olarak görevini yapan kurulun fena gösterilmesine yol
açacağı endişesi içindeydi. Mustafa Kemal Paşa ise Temsil Heyeti’nin doğu
illerinden çok batı illerine yakın olması gerektiğini, Sivas’tan nasıl emir veriliyorsa
Ankara’dan da aynı şekilde emirler verileceği için bölgedeki teşkilat yapısında bir
bozulma olmayacağını düşünmekteydi.544
22 Ağustos 1920 tarihinde üç koldan başlayan Yunan saldırısı Bursa’yı da içine
alacak şekilde genişlemiş, Uşak ve Gediz’in kaybedilmesinin ardından Afyon ve
Eskişehir’in de elden çıkacağı endişesiyle hükümet merkezinin Sivas’a taşınması
gündeme gelmişti. Kâzım Karabekir Paşa, henüz Eskişehir kaybedilmemiş ve
düşmanın durumu anlaşılmamışken hükümet merkezinin Sivas’a taşınması kararını
gereksiz bulmuştu. Bununla beraber güvenli bir yer olarak gördüğü Sivas’ın kesin
zafere kadar hükümet merkezi olması, Ankara’da ise Erzurum’daki gibi bir cephe
komutanlığı karargâhı bulundurulması fikrini vaktiyle dile getirdiğini, bozguna
uğrayabilecek bir yer olan Ankara’dan doğuya gidecek heyete doğu halkı tarafından
544
Nutuk, s.223-224.
232
kıymet verilmeyeceği endişesini taşıdığını ifade etmiş ve zamanında önemi
anlaşılmamış olan Sivas için şimdi can atılmakta olduğunu söylemişti. Öte yandan
Kâzım Karabekir Paşa, bu kararın arkasındaki gerçek nedenin korku olduğunu, Şeyh
Recep ve Ali Galip hadiseleri nedeniyle Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gitmek
istediğini de söylemektedir. Kendisinin doğu meselesinin halledilmesinden önce
kuvvet istememek ve Sivas’a geri dönmemek şartı ile bu kararı kabul ettiğini de ifade
eden Kâzım Karabekir Paşa her iki şartın ortaya çıkmasına karşılık ilkine kendisinin,
ikincisine de Ali Fuat Paşa’nın engel olduğunu iddia etmektedir.545 Bu noktada
Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Galip ve Şeyh Recep
hadiseleri nedeniyle korkuya kapıldığı şeklindeki görüşüne katılmak mümkün
değildir. Zira Milli Mücadele’ye atılma kararını alarak, 3. Ordu Müfettişliği gibi bir
göreve devam etme imkânı varken, Padişah ve işgalci güçler tarafından asi olarak
niteleneceği bir mücadeleye atılmaktan çekinmeyen Mustafa Kemal Paşa’nın
bunların yanında çok daha küçük bir tehlike arz eden Ali Galip ve Şeyh Recep
hadiseleri nedeniyle korkuya kapıldığını söylemek akla uygun görünmemektedir.
Kaldı ki, Milli Mücadele sırasında temkini elden bırakmayan bir yol izleyen Kâzım
Karabekir Paşa, İstanbul Hükümeti ile iletişimin kopartılması örneğinde olduğu gibi
bazı konularda Mustafa Kemal Paşa’nın ileri gittiğini düşünmüştü. Bu ve benzeri pek
çok örnek iki yol arkadaşından hangisinin daha temkinli, hangisinin daha korkusuz
olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu noktada Kansu, tam tersi bir durumun altını
çizmekte ve Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Ekim 1919 tarihinde Kazım Karabekir Paşa
hakkında şunları söylediğini aktarmaktadır: “Kazım Karabekir Paşa, anlaşılıyor ki, hükümeti
545
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.964-966. Karabekir’e göre Sivas’a taşınma kararının önüne Ali
Fuat Paşa geçmişti. Akşin de Ali Fuat Paşa’nın Amasya Askeri Örgütü’nün bir üyesi olduğunun
dikkate alınması halinde bu etkinin ağırlığının kolayca anlaşılabileceği kanaatindedir. Bkz. Akşin,
İstanbul…, c.III, s.291.
233
darıltmayalım, İngilizleri kızdırmayalım diye saman altından su yürütmek istiyor ve bu suretle
sükunetle çalışalım, meydan okumayalım demek istiyor. Halbuki ben, canım kadar sevdiğim
askerlikten niçin çıkarak milletin arasına girdim? Saman altı, su filan bilmem. Gizli çalışmayı
anlamam. Milletimle beraber serbest çalışırım.. Şu darılacak, bu kızacak dersek, davamız
hallolunamaz. Olduğumuz gibi görünelim ve göründüğümüz gibi olalım ben başka türlü çalışmasını
bilmem.”
546
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki bir diğer görüş farklılığı
Amasya Kararları sırasında Sivas’ta milli bir kongre toplanacağı kararı alınırken
Kâzım Karabekir Paşa’nın bu kongreden önce Erzurum’da bir kongre toplanmasını
istemesi noktasında ortaya çıkmıştı. Amasya’da önce Erzurum, ardından Sivas’ta bir
kongre toplanacağı kararı alınmak suretiyle Kâzım Karabekir Paşa’nın arzusu da
yerine getirilmişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa bölgesel nitelikte gördüğü
Erzurum Kongresi’ne katılmak istememiş, bu kongreden hemen önce Sivas’ta
umumi bir kongre yapılması için çaba harcamıştı. O sırada ülkenin doğu ve kuzey
doğusunda faal olan ve zaten Erzurum Kongresi’ni düzenlemeye çalışan iki cemiyet
dışında temsilci seçebilecek milli bir kuruluş olmadığını söyleyen Goloğlu, davetin
Doğu ve Kuzey Doğu illerinde pek de tanınmayan Mustafa Kemal Paşa tarafından
yapılması nedeniyle genel kongreye beklenen ilginin gösterilmediğini ve hatta
Erzurum’a delege gönderen Sivaslıların dahi kendi illerinde yapılacak kongre ile
ilgilenmediklerini ifade etmektedir. Bunda Sivas’ı da içine alan Doğu Anadolu
halkının Hürriyet ve İtilaf çizgisinde olması ve İttihatçı olduğunu zannettikleri
Mustafa Kemal Paşa’nın ülkeyi yeniden bir felakete götüreceğini düşünmeleri de
etkili olmuştu. Öyle ki Sivas Kongresi görüşmeleri başlamadan önce İttihatçılığın
canlandırılmayacağına dair yemin edilmesi de bunun açık bir deliliydi. Bu noktadaki
546
Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.450.
234
çabaları sonuç vermemiş olan Mustafa Kemal Paşa, böylece önce kendi kongresine
gelmelerini istediği Doğu illeri kongresine katılmış ve genel kongreyi bu kongreden
sonrasına bırakmak durumunda kalmıştı.547
Sivas Kongresi’nin tamamlanmasından hemen sonra Padişah’a ulaşma noktasındaki
çabaların Damat Ferit Paşa tarafından sürekli engellenmesi üzerine İstanbul ile olan
iletişim kesilmiş, Padişah da 20 Eylül 1919 tarihinde Milli Hareket temsilcilerini
ikilik çıkarmak ve Meclis’in toplanmasını geciktirmekle suçlayan bir beyanname
yayımlamıştı. İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişimin kesilmesi kararından sonra
bu beyannamenin hiçbir şekilde kabul edilmemesi gerekmekteydi. Bu yöndeki
emirlere rağmen Kâzım Karabekir Paşa’nın bu beyannameyi kabul etmiş olması
Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı.548 Öte yandan henüz 1919 yılı
Haziran ayı sonlarında Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit’in İstanbul
Hükümeti’nin geri çağırdığı Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan telgrafların
telgrafhanelerce kabul edilmemesini isteyen tebliği ile ilgili olarak da iki yol arkadaşı
arasında bir görüş farklılığı ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu durumun
hükümet nezdinde protesto edilmesini ve emrin geri alındığının bildirileceği zamana
kadar resmi haberleşmenin kesilmesi gerektiğini bildirmişken Kâzım Karabekir Paşa,
kongrenin toplanmasından ve mücadelenin millete mal edilmesinden önce İstanbul
ile ipleri koparma kararı alınmasının sakıncalarından bahsetmiş ve bunun
Anadolu’da birkaç komutanın isyanı şeklinde bir görüntü vereceğine dikkati
çekmişti.549
Kâzım Karabekir Paşa 17 Eylül 1919 tarihli bir telgraf ile de Mustafa Kemal
Paşa’ya, Sivas’tan gönderilen tebligat ve tamimlerin genel kongre adıyla
547
Goloğlu, Sivas…, s.11-13, 198.
Nutuk, s.105-106.
549
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.53-57.
548
235
gönderilmesi gerekirken bazen Mustafa Kemal Paşa adıyla gönderildiği, ayrıca
kendilerine danışılmadan karar alındığı için duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve
Temsil Heyeti ve kongre kararlarının daima imzasız bir şekilde Temsil Heyeti adına
gönderilmesi ricasında bulunmuştu. Kâzım Karabekir Paşa’nın itiraz noktalarını
anlayışla karşıladığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa ise kendiliğinden gelişen
olaylar nedeniyle böyle bir tasarrufta bulunduğunu ve çıktıkları bu yolda birlik ve
beraberlik içinde, şahsı adına değil, arkadaşlarının samimi ve vicdani birliği ile
hareket ettiğini ifade ederek Kâzım Karabekir Paşa’yı ikna etmeye çalışmıştı.550 Rauf
Bey de Kâzım Karabekir Paşa’nın Sivas Kongresi’nde alınan kararlar ve tedbirlerden
aynı gün haberdar edilmeyişine ve Erzurum Kongresi’nde alınan bazı kararların
değiştirilmesine dair uyarı tonunda telgraflar gönderdiğini söylemektedir.551 Rauf
Bey’in de dediği gibi Kâzım Karabekir Paşa zaman zaman Erzurum’dan gönderdiği
telgraflarla Mustafa Kemal Paşa’yı uyarma gibi bir görev üstlenmişti. Kâzım
Karabekir Paşa’nın bu tutumunun Mustafa Kemal Paşa’yı çok rahatsız ettiği, ancak
Milli Mücadele sırasında Kâzım Karabekir Paşa gibi bir yol arkadaşı ile yaşanacak
gerginlikten de özenle uzak durduğu göze çarpmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşürülmesinden sonra
kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti ile Meclis’in açılması konusunda anlaşma
sağlandıktan sonra Meclis’in Anadolu’da toplanması görüşünde olmuş, Kâzım
Karabekir Paşa ise Meclis’in İstanbul’da toplanması gerektiğini savunmuştu.
Mustafa Kemal Paşa, bu noktada yalnız Kâzım Karabekir Paşa ile değil, Rauf Bey ve
Ali Fuat Paşa ile de farklı düşünmüştü. Bundan başka Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin
14 Şubat 1920 tarihinde yayımladığı bir genelge de Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım
550
551
Nutuk, s.102-104; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 279, 297-299.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.114-115.
236
Karabekir Paşaların Milli Hareket’in gideceği nokta konusunda farklı düşüncede
olduklarını gösteren bir örnek idi. Bu genelge ile milli irade adına konuşma hakkının
Meclis’e ait olduğunun altını çizen İstanbul Hükümeti, tam anlamıyla Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin hükümet işlerine müdahalesine bir son
vermek istemişti.552 Milli emellere uygun bir barış elde edilinceye kadar Kuva-yı
Milliye’nin faaliyetlerine devam etmesi gerektiğini düşünen Mustafa Kemal Paşa,
hükümet işlerine müdahale edenlerin cezalandırılmasının da istendiği bu genelgeye
çok sinirlenmişti.553 Kâzım Karabekir Paşa ise yine Mustafa Kemal Paşa ile aynı
düşüncede olmamış ve 23 Şubat 1920 tarihinde kendisine çektiği telde Meclis’in
Temsil Heyeti ve Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olmaması halinde Temsil
Heyeti’nin işin sorumluluğunu ve kendi mukadderatını Meclis’e bırakarak
faaliyetlerine bir son vermesi görüşünde olduğunu ifade etmişti.554
Kâzım Karabekir Paşa, 23 Nisan 1920 tarihinde gerçekleşen Meclis açılışından önce
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da bir kurucu meclis toplama düşüncesine de karşı
çıkmış, İstanbul’dan gelebilecekler ile, yapılacak seçimler sonunda Ankara’da
toplanacaklardan oluşan bir Meclis-i Milli önerisinde bulunmuş ve kanun ile
belirlenmiş usullerin dışına çıkılmasını sakıncalı bulduğunu söylemişti. Bununla
beraber Kâzım Karabekir Paşa, bir gün sonra ‘müessisan’ sözcüğünün millet için
yabancı ve yanlış anlamalara müsait olduğunu, bunun yerine Padişah ve hükümetsiz
kalan Müslümanlara uygun olan ‘Şura-yı Milli’nin kullanılmasını ve gerekçenin dini
esaslara bağlanmasını önermişti. Neticede Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’dan aldığı
uyarıların bir kısmını dikkate almış ve ‘müessisan’ tabiri yerine ‘salahiyet-i
fevkaladeyi haiz bir meclis’ tabirini kullanmıştı. Öte yandan Büyük Millet
552
Alemdar, 15 Şubat 1920.
Nutuk, s.253.
554
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.536-537; Nutuk, s.259-260.
553
237
Meclisi’nin açılışı sırasında dini yoğunluğu yüksek bir program yapılmasını eleştiren
Kâzım Karabekir Paşa, tarihin şahit olmadığı şekilde bir merasime gerek olmadığını
söylemektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, zaten bu programı 11 Nisan
fetvası ile Milli Hareket’i asilerden oluşan bir hareket olarak niteleyen İstanbul’a
karşı aynı düzeyde bir cevap vermek amacıyla yapmıştı.
6 Şubat 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, itilaf güçlerinin Türkiye’nin etrafını
kuşatmalarına karşılık Kafkas Cumhuriyetlerinin yıkılarak Bolşeviklerle birleşmek
ve bir doğu harekâtı yapmak için hazırlık yapılması yönündeki görüşlerini Kâzım
Karabekir Paşa’ya bildirmişti. Bu harekâtı zamansız bulduğunu söyleyen Kâzım
Karabekir Paşa ise vaktinden önce girişilecek bir harekâtın Kafkasya’da bulunan
İngiliz güçlerine kendimizi ezdireceğimiz sonucunu doğuracağını söylemişti.555
16 Mart 1920 tarihinde bu fikrinden vazgeçtiği görülen Kâzım Karabekir Paşa,
İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi karşısında bir aksi seda olarak Karadeniz
üzerinden Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin
ilan edilmesi teklifinde bulunmuş, Mustafa Kemal Paşa da fırsatın kaçırılmaması
gerektiğini söyleyerek bu teklife olumlu cevap vermişti. Aynı gün Mustafa Kemal
Paşa doğuda bir harekât yapılmasını da gündeme getirmiş, ancak Kâzım Karabekir
Paşa, şimdilik Batum’da Bolşeviklik ilanı, Bolşevikliğin Kafkaslarda yayılması ve
Bolşevik ordularının harekâtının kolaylaştırılması ile yetinilmesi gerektiği cevabını
vermişti.556 Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa, Bolşevikler duruma egemen olmadan
harekete geçilirse fırsatın kaçırılmamış olacağını söyleyerek 28 Mart’ta Temsil
Heyeti’nden askeri bir harekât ile Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak için izin
istemişti. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün verdiği cevabında bunun kaçırılmaması
555
556
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.512-516.
A.g.e., s.593-595.
238
gereken bir fırsat olduğunu, ancak harekât gününe kadar bu durumun gizli tutulması
gerektiğini söylemişti.557 23 Nisan’a gelindiğinde Anadolu’nun, Bolşevik orduları ile
birlikte bir harekât yapılmasından başka bir yolla kurtarılamayacağını ifade eden ve
Bolşeviklere acele bir heyetin gönderilmesi önerisinde bulunan Kâzım Karabekir
Paşa, 26 Nisan’da Sovyet Rusya ile aradaki bağı kurmak için Ermeniler üzerine bir
sefer düzenleme isteğini dile getirerek Büyük Millet Meclisi’nden izin istemişti.
Meclis’in karar vermesinin mahzurlu görülmesi halinde de kendisinin serbest hareket
etmesine izin verilmesi talebinde bulunmuştu. 6 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa’ya bir
telgraf daha çeken Kâzım Karabekir Paşa, bir kez daha doğuda askeri harekât için
zamanın uygun olduğunu söylemiş, ancak Mustafa Kemal Paşa barış şartlarının
henüz belli olmadığını, bu nedenle itilafın Türkiye ile anlaşması için bir imkân
tanınması gerektiğini, Sovyet yardımının belirlenmediğini ve Hıristiyanların bu
harekât nedeniyle aleyhte tahrikat yapabileceklerini söylemişti.558 10 Mayıs’ta
Bolşeviklerle temas sağlanmadan ve kendileriyle ortak bir anlaşma yapılmadan önce
bir harekâta girişilmemesi ve sınırın geçilmemesi yönündeki Büyük Millet Meclisi
kararını Erzurum’a bildiren Mustafa Kemal Paşa, 12 Mayıs’ta da Bolşevik
yardımlarının nasıl olacağının henüz bilinmediği, Kızılordu’nun Türkiye’ye tavrının
netleşmediği ve bir harekât yapılmasının itilafı Türkiye’ye karşı kışkırtacağı gibi
nedenlerle harekâtın ertelenmesini istemişti.559
Kâzım Karabekir Paşa Mayıs ayı sonunda ve Haziran ayı başında Ankara’dan
yeniden izin istemiş, Sovyetlerin bu konudaki tutumunun belli olmadığı, itilaf
güçlerine saldırı için koz verileceği ve Avrupa kamuoyunun aleyhimize dönebileceği
557
Akşin, İstanbul…, c.II, s.474. Ardahan ve Artvin Gürcü hükümeti tarafından Kızılordu’nun Tiflis’i
işgal etmesinden hemen önce 23 Şubat’ta Türkiye’ye bırakılacaktı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
c.II, s.1024; Taşkıran, Milli…, s.126-128.
558
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.732, 789-791.
559
Atatürk’ün Tamim…, 342-343; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, 746-748.
239
gibi gerekçelerle kendisine izin verilmemişti. Görüldüğü gibi Kâzım Karabekir Paşa,
Kars, Ardahan, Batum’u geri almak ve Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek
amacıyla bir harekât yapılması konusunda Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş,
ancak Mustafa Kemal Paşa 1920 yılı sonbaharına kadar kendisine izin vermemişti.
Kâzım Karabekir Paşa, bu noktada yakın geçmişte yaşanan bir Sarıkamış Faciası
ortada iken, kış ortasında bile harekât yapılmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın
daha sonra karar değiştirmesinin nedeninin İstanbul’da açılan Meclis’in itilaf
güçlerince kapattırılması olduğunu ve Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da
açılmasından sonra kendisinin doğu harekâtı ile elde edeceği bir sonuç kalmadığını
söylemektedir. Oysa Mustafa Kemal Paşa, gerçekçi bir hareket tarzı benimsemiş,
Sovyet Rusya’dan alınacak yardımlar ile itilaf güçlerinin tutumu ve ülke içindeki
Hıristiyan unsurlar gibi pek çok noktayı dikkate alarak hareket etmişti. Zaten öyle
olmasa zamanı geldiğinde böyle bir harekât yapılmasına da taraftar olmazdı.
Milli Mücadele’nin ilerleyen günlerinde Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir
Paşa’nın birbirleri ile farklı düşündükleri daha pek çok konu olacaktı. Örneğin, 10
Ocak 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir
Paşa’ya Refet Paşa’nın istifasıyla boşalacak olan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni
üstlenmek üzere Ankara’ya gelmesi davetinde bulunacak, kesin zaferden önce
doğudan ayrılmasının tehlikeli olacağı düşüncesiyle bu teklifi hayretle karşıladığını
düşünen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini doğudan ayırmak
için uğraştığı kanaatine varacaktı. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa,
kendisinin doğudan ayrılmasının herhangi bir kişinin yapabileceği Müdafaa-i Milliye
Vekâleti gibi bir vazife için değil, ancak askeri ve siyasi bir zaruret halinde
gerçekleşebileceğini ifade edecek, doğudaki çalışmasından endişe duyan birkaç
240
kendini bilmez nedeniyle henüz bitmediğini düşündüğü görevini bırakarak
Ankara’ya gitme niyetinde olmadığını belirtecekti.560 Esasında Kâzım Karabekir
Paşa’nın bu davete icabet etmemesinin en temel nedeni Mustafa Kemal Paşa’ya karşı
hissettiği güvensizlikten başka bir şey olmayacak, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne
Kâzım Paşa’nın seçilmesi ile de bu mesele kapanmış olacaktı.
18 Şubat 1922 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya zaferden
sonrasına ilişkin olarak mütehassıslardan oluşan ikinci bir meclis önerisinde
bulunacaktı. Barışın yapılmasından sonra Meclis’e kıymetli insanlar yerine bir takım
muhafazakar kimselerin girebileceği endişesi gerekçe gösterilerek yapılan bu öneriye
göre, uzman kimselerden oluşacak bu ikinci meclis, birinci meclisi uyarmak suretiyle
yapılacak yanlışların önüne geçecekti. Ancak Mustafa Kemal Paşa millet tarafından
seçilmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin almış olduğu kararların başka
bir meclis tarafından değerlendirilmesinin doğru olmadığı ve bu durumun yönetimde
ikilik görüntüsü vereceği gibi nedenlerle yol arkadaşının bu önerisini kabul edilebilir
bulmayacaktı.561
b) Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar
Mustafa Kemal Paşa mütarekenin imzalanmasının ardından 13 Kasım 1918 günü
geldiği İstanbul’da 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a hareket edeceği zamana kadar
yaklaşık altı kalmıştı. Bu altı aylık süre içerisinde kendisinin en yakınında eski
Bahriye Nazırı ve yeni yol arkadaşı Rauf Bey vardı. Şişli toplantılarında aldıkları
kararlar neticesinde yönlerini Anadolu’ya dönen bu iki yol arkadaşı, Mustafa Kemal
Paşa’dan sonra Rauf Bey’in de Anadolu’ya geçmesiyle Amasya’da bir kez daha
560
561
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1174-1176.
A.g.e., s.1180-1181.
241
buluşmuştu. Amasya Kararları’nın alınmasından Erzurum ve Sivas Kongrelerine,
Temsil Heyeti’nin Ankara’ya taşınmasından Bahriye Nazırı Salih Paşa ile yapılan
Amasya Görüşmelerine kadar iki yol arkadaşı hep omuz omuza hareket etmişlerdi.
Rauf Bey’in İstanbul’da açılacak olan meclise katılmak üzere Ankara’dan hareketine
kadar devam eden yol arkadaşlığı yine Rauf Bey’in İngilizler tarafından Malta’ya
sürgüne gönderilmesi nedeniyle kesintiye uğramıştı. Milli Mücadele’nin bu en çetin
günlerinde Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey genel itibarıyla bir sorun yaşamamışlar,
bilakis yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bir çalışma arkadaşlığı tesis etmişlerdi.
Bununla beraber, Sivas Kongresi sırasında Rauf Bey’in Mustafa Kemal Paşa’nın
başkanlığını istememesi örneğinde olduğu gibi iki arkadaşın farklı yerde durdukları
gelişmeler de yaşanmıştı.
Milli Hareket mensuplarının Damat Ferit Paşa Hükümeti’ni düşürmeyi başarmasının
ardından Meclis’in nerede açılacağı noktasında bir uzlaşma söz konusu olmamıştı.
Her ne kadar Amasya Görüşmeleri sırasında Salih Paşa, Meclis’in Anadolu’da
açılmasını kabul etmiş, bunu İstanbul Hükümeti’ne kabul ettiremediği takdirde istifa
edeceğini söylemişse de, ne bunu hükümete kabul ettirebilmiş ne de istifa etmişti.
Konu, 1920 yılı Kasım ayı ortalarında yapılan Komutanlar Toplantısı’nda ele
alınmış, Mustafa Kemal Paşa İstanbul dışında bir yerde Meclis’in toplanmasını
isterken Rauf Bey, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa gibi yol arkadaşlarıyla birlikte
Meclis’in İstanbul’da toplanması yönünde kanaat belirtmişti. Bununla da kalmayan
Rauf Bey, İngilizlerin Meclis’i ortadan kaldırması ihtimaline karşı Anadolu’da milli
bir hükümetin kurulabilmesi amacıyla kendisini feda etme niyetinde olduğunu bir
kararlılık içinde ifade etmişti.
242
Meclis’in toplanacağı yer konusunda Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşünmeyen Rauf
Bey, İstanbul’a gittikten sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisinden ve
arkadaşlarından istediklerini gerçekleştirme konusunda iyi bir sınav vermemişti.
Rauf Bey, Meclis’in dağıtılması durumunda Anadolu’da bir meclis toplayabilmek
amacıyla başkanlığa getirilmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın bu noktasındaki
ısrarının bir hesaba dayandığının farkında değildi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteği
gerçekleşmediği gibi önceden kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine Felâh-ı
Vatan
Grubu
kurulmuştu.
Öte
yandan
Mustafa
Kemal
Paşa,
mebuslar
İstanbul’dayken bir talepte daha bulunmuş ve Cemal ve Cevat Paşaların görevlerini
bırakmaları sürecinde hükümetin gösterdiği pasifliği cezalandırmak için hükümete
güvenoyu verilmemesini istemişti. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteği de
gerçekleşmemiş ve hükümet ezici bir çoğunlukla güvenoyu almıştı. Netice itibarıyla
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da kaldığı ve sorumluluğu Rauf Bey’in üstlendiği
Meclis-i Mebusan günlerinde Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın istediklerini
hakkıyla yerine getirememiş, İstanbul’daki havaya uyum sağlamak suretiyle Mustafa
Kemal Paşa’yı kızdıracak bir anlayış benimsemişti. Bunun sonucu olarak Rauf
Bey’in başını çektiği İstanbul’a giden Milli Hareket temsilcileri, çoğunluğu
oluşturmalarına rağmen bir birlik içerisinde hareket etmek suretiyle Mustafa Kemal
Paşa’yı başkanlığa seçtiremediği gibi, konuyu Meclis’te görüşmeye dahi açmamış,
kurulması istenen Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine Felâh-ı Vatan Grubu’nu kurmuş,
daha güçlü bir hükümetin kurulması için çalışmak yerine de kabinede bazı
değişikliklerle yetinilmesi fikrini benimsemişti. Ankara’da verilen sözlerin dikkate
alınmamasının Mustafa Kemal Paşa gibi bir karakteri ne denli sinirlendirmiş olduğu
tahmin edilmelidir. Rauf Bey anılarında bu konulara pek değinmemişken, Mustafa
243
Kemal
Paşa
Nutuk’ta
kızgınlığını
gizlememişti.
şiddetlendirileceğinin ve Milli Hareket’in önemli
İstanbul’un
işgalinin
isimlerinin tutuklanacağının
güvenilir kaynaklardan öğrenilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey gibi
varlığı Milli Hareket’in geleceği için gerekli kimselerin Ankara’ya gelerek
kendilerine katılmalarının şart olduğunu söylemesine rağmen Rauf Bey, Mustafa
Kemal Paşa’yı dinlememesinin bedelini kendisini Ankara yerine Malta’da bularak
ödemişti. 16 Mart’ta yaşananlar İstanbul’daki arkadaşlarını önceden uyaran Mustafa
Kemal Paşa’yı haklı çıkarmış, Rauf Bey de Milli Mücadele’nin Büyük Millet
Meclisi’nin açılması ile devam edecek olan sürecinde yirmi ay sürecek bir sürgün
hayatına mahkum olmuştu.
İki yıla yaklaşan bir sürgün hayatının ardından 1921 yılı Kasım ayı ortalarında
Ankara’ya gelen Rauf Bey’in üstlendiği ilk görev Nafia Vekâleti idi. Rauf Bey’in bu
vekâleti uhdesine aldığı günler Büyük Millet Meclisi’nde Birinci ve İkinci Grup
mebusları arasında gerginliğin arttığı, ordunun pasif durumda olduğu eleştirilerini
neden bir türlü taarruza geçilmediği söylemlerinin takip ettiği günlerdi. Nafia
Vekilliği’nden kısa süre içinde istifa etmeyi tercih eden Rauf Bey, yokluklar içinde
bulunan memleketin imarı için yapabileceği bir şey olmadığı ve işin ehline verilmesi
gerektiğini ileri sürmüş, Meclis’te okunan istifanamesinde de sağlık nedenlerini
gerekçe göstermişti. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Rauf Bey’den farklı bir şekilde
ele aldığı bu istifanın başka bir yönüne dikkati çekmişti. Sakarya Savaşı’nın
üzerinden üç dört ay kadar sonra bazı muhalif seslerin yükseldiğini söyleyen Mustafa
Kemal Paşa, Malta’dan döndükten hemen sonra Nafia Vekâleti’ne getirilen Rauf Bey
ile Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti üyeliğine getirilen Kara Vasıf Bey’in bu
muhalefete katkı verdiğini, hatta Rauf Bey’in Vekiller Heyeti’nde, Kara Vasıf Bey’in
244
de Grup Heyeti’nde takip edilen askeri siyasetin ne olduğu konusunda izahatta
bulunduğunu ifade etmişti. Askeri siyasetin tam bağımsızlığın kazanılmasına kadar
mücadele etmek olduğunu vurgulayan Mustafa Kemal Paşa, bu meselenin ne
Vekiller Heyeti ne de grupta müzakere ve tartışma konusu yapılmasına izin
vermemiş, Rauf ve Kara Vasıf Beylerin işte bu nedenle istifa ettiklerini söylemişti.
Aynı günlerde Refet Paşa da Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nden istifa etmişti.
Muhalefetin devlet ve hükümet işlerinin Meclis tarafından idare edilmesi gerekirken
tek elden idareye doğru kaydırılması şeklinde özetlenebilecek eleştirilerine
Ankara’ya gelmesinden hemen sonra Rauf Bey’in de katılması kendisinin Mustafa
Kemal Paşa’ya olan güvensizliğinin açık bir göstergesiydi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın doğal olarak
hükümetin de başkanı olması yanında başkomutanlığı da üstlenmesi neticesinde tek
adam yönetimine gidileceğine dair kaygı içinde olan muhalefet 1922 yılı Temmuz
ayında İkinci Grup adı altında örgütlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in bu
grubun kurulması, güçlendirilmesi ve yönetilmesi noktasında ilk günden itibaren
çalıştığını söylemiş ve kendisinin İkinci Grup’un içine girmeyerek kendi içlerinde
kaldığını ve ancak kendileriyle birlik olanağı kalmadığı üç yılın sonunda ayrılığını
açığa vurduğunu ifade etmişti. Rauf Bey’in İkinci Grup’un Birinci Grup içerisinde
kalmayı yeğleyen etkin ismi olarak görülmesi yaklaşımı bizce biraz abartılıdır.
Meclis İkinci Başkanlığı’nın ardından İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilirken
muhaliflerin desteğini alan Rauf Bey’in İkinci Grup mensupları ile olan ilişkisi,
aşağıda da ifade edileceği gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın tek elden idareye gideceği
kaygısını taşıyan iki tarafın aynı dalga boyunda buluşmasından ibaretti.
245
Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey arasındaki en büyük fark fikir düzeyinde idi.
Babasının Halifenin ekmeğini yiyerek büyüdüğünü söyleyen Rauf Bey ile daha
Harbiye yıllarında devrimci kişiliğinin işaretlerini veren Mustafa Kemal Paşa’nın
Milli Mücadele sırasında bazı anlaşmazlıklar yaşaması olağan karşılanmalıdır. İki
yol arkadaşı arasındaki fikir ayrılığının ilk kez net bir şekilde ortaya konulduğu yer
aşağıda geniş bir şekilde ele alacağımız Keçiören Görüşmesi’dir. Başkomutanlık
kanununun bir kez daha uzatılmasının söz konusu olduğu Milli Mücadele’nin son
aylarında gerçekleşen bu görüşme, Mustafa Kemal Paşa için Rauf Bey’in düşünce
yapısını ortaya koyması bakımından anlamlıdır. Milli Mücadele’nin zaferle
neticelenmesinden sonra gerek Mudanya Mütarekesi, gerekse Lozan Anlaşması için,
Mondros’un izlerini silme fırsatı bulacak olan İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf
Bey’in değil de İsmet Bey’in tercih edilmesi Mustafa Kemal Paşa’nın Rauf Bey’e
bakışının getirdiği sonuçlarla açıklanmalıdır.
c) Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar
Mütareke İstanbulu’nda Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesinin ve kendisini
Anadolu’ya davet etmesinin ardından kolordusunu Ankara’ya getirmeyi başaran 20.
Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın
en büyük dayanaklarından biriydi. O zamanki adı Mekteb-i Harbiye-i Şahane olan
Harbiye yıllarında başlayan arkadaşlık, çetin bir mücadelenin verildiği o günlerde bir
yol arkadaşlığına dönüşmüştü. Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’in Ankara’ya gelmesinden
sonra kendisiyle birlikte Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Amasya’ya gitmiş,
Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği metnin altına imzasını tereddütsüz
atmıştı. Sivas’ta yapılacak kongre öncesinde delege toplamak için var gücüyle
246
çalışan Ali Fuat Paşa, 1919 yılı Kasım ayında yapılan Komutanlar Toplantısı için
gittiği Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile bir kez daha buluşmuştu. Bu toplantı
sırasında Ali Rıza Paşa Kabinesi ile varılan anlaşmanın ardından Meclis’in nerede
toplanacağının tespit edilmesi yanında bundan sonra Milli Hareket’in nasıl bir şekil
alacağı gibi konular görüşülmüştü. Ali Fuat Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki
bildiğimiz ilk görüş farklılığı da bu toplantı sırasında ortaya çıkmıştı. Zira Mustafa
Kemal Paşa Meclis’in Anadolu’da bir yerde toplanması gerektiği kanaatini
taşımaktayken, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey ve Kâzım Karabekir Paşa gibi Meclis’in
İstanbul’da toplanması gerektiğini savunmuştu. Kuşkusuz bu türden görüş
farklılıkları o zaman için büyük sorunlara yol açacak gelişmeler değildi. Her ne kadar
geçen zaman Meclis’in basılması gibi bir dizi olumsuzluğu beraberinde getirmek
suretiyle Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkarmışsa da, Mustafa Kemal Paşa bu
durumu fırsata çevirmesini bilmiş ve Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına
giden yol açılmıştı.
Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ile arasındaki ilk ciddi anlaşmazlık kendisinin
Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alındığı ve sonrasında Moskova Büyükelçiliği’ne
getirildiği süreçte yaşanmıştı. Ali Fuat Paşa, 1920 yılının Kasım ayında görevinden
alınıp desteğine ihtiyaç duyulan Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak atanmış, Batı
Cephesi Komutanlığı’na da İsmet Bey getirilmişti. Kuşkusuz bu tasarrufun arkasında
düzenli
orduya
geçilmesine
engel
olan
sıkıntıların
Ali
Fuat
Paşa
ile
çözülemeyeceğine dair kaygılar vardı. Bu kaygıları arttıran gelişmelerden biri Garp
Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’nın, Yunan ordusunun Gediz taraflarındaki bir
fırkasına saldırı düzenlemek için Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne bir teklifte
bulunmasıyla başlamıştı. Teklifin Çerkez Ethem ve kardeşlerinin kendilerini herkesin
247
üzerinde görerek bir ağırlık kazanmak istedikleri bir zamanda yapılması Mustafa
Kemal Paşa’ya bu teklifin Çerkez Ethem ve kardeşinin etkisiyle yapıldığını
düşündürmüştü. Taarruza Ertuğrul Grubu Komutanı olarak katılan Kâzım (Özalp)
Paşa da bunu doğrulamakta, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin Yunanlılara saldırmak
istediğini, ancak kuvvetlerini yetersiz gördükleri için Ali Fuat Paşa ile görüştükten
sonra taarruza karar verdiklerini ifade etmektedir.562 Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Vekâleti Ali Fuat Paşa’nın bu teklifini kabul etmemiş, Paşa’nın taarruzda ısrar etmesi
üzerine Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet Paşa bir değerlendirme yapmak
üzere cephe karargâhının bulunduğu Eskişehir’e gitmişti. İsmet Paşa ile
görüşmesinin ardından Ali Fuat Paşa, durumu yerinde inceledikten sonra karar
vermek amacıyla saldırı planını ertelemişti. Ne var ki bu taarruz fikri Meclis’te de
destek bulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, işte bu noktada hem Batı Cephesi’nde, hem
de halk ve Meclis nezdinde yapılan ve düzenli ordunun faydalı olmadığı için
dağıtılması ve herkesin Kuva-yı Milliye olması gerektiği şeklinde bir propagandaya
dikkatleri çekmektedir. Neticede Ali Fuat Paşa, İsmet Paşa ile görüşmesinden birkaç
gün sonra taarruza karar vermiş ve 24 Ekim 1920’de gerçekleşen saldırı
başarısızlıkla neticelenmişti. Ertesi gün Bursa taraflarında karşı saldırıya geçen
Yunanlılar, Yenişehir ve İnegöl’ü de işgal etmiş, diğer bir cepheden de Dumlupınar’a
kadar ilerlemişti.563
Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa, Gediz Taarruzu’nu yeni ordunun fedakârlık ve
azminin denenmesi, düşmanın Uşak ve Bursa grupları arasındaki bağın kopartılması
ve halkın maneviyatının yükseltilmesi için istediğini söyleyecekse de564 kendisinin
gerek düzenli ordu fikrine sıcak bakmaması, gerekse Ankara’nın gözünden düşen
562
Özalp, Milli…, s.164.
Nutuk, s.331-332.
564
Cebesoy, Milli…, s.496-497.
563
248
Çerkez Ethem ve kardeşleri ile aynı dalga boyunda buluşarak tam bir fiyasko ile
neticelenen bu taarruzda ısrar etmesi Batı cephesinde köklü bir değişimi de
beraberinde getirecekti. Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni kuzey ve güney olmak
üzere ikiye bölmeyi ve kuzey cephesinin başına İsmet Bey’i getirmeyi, güney kısmı
içeren bölgeyi de Konya taraflarına göndermeyi düşündüğü Refet Paşa’nın
komutasına vermeyi uygun bulacaktı. Bu arada her iki cephe de doğrudan Müdafaa-i
Milliye Vekili Fevzi Paşa’nın vekâlet edeceği Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Riyaseti’ne bağlı olacaktı.565 Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınan Ali Fuat Paşa’yı
8 Temmuz’da Moskova Büyükelçisi olarak görevlendiren Mustafa Kemal Paşa, aynı
günün akşamında İsmet ve Refet Beylerden bir an evvel düzenli ordu ve süvari
birlikleri oluşturmalarını isteyecekti.566
Mustafa Kemal Paşa, başarısız Gediz taarruzu nedeniyle komutanlık nüfuzu sarsılan
Ali Fuat Paşa’yı Ankara’ya çağırmıştı. Bu davetin nedenini Ali Fuat Paşa, ülke
savunması için çok defa maddi yardım talebinde bulunmasına rağmen kendisine
zorluk çıkarıldığını ve bu sıralarda yardım yapılacağı sözü veren Mustafa Kemal
Paşa tarafından Ankara’ya çağrıldığını ifade etmek suretiyle açıklamaktadır. Mustafa
Kemal Paşa, Ankara İstasyonu’na milis kıyafetiyle gelen Ali Fuat Paşa’yı bizzat
karşılamış ve kendisine, yakın zamanda Moskova’dan dönmesi beklenen Bekir Sami
Bey heyetinin orada başarılı olamadığını, Milli Hareket’in tanınmış bir isminin
büyükelçi olarak gönderilmesinin İcra Vekilleri Heyeti’nce kararlaştırıldığını ve bu
görev için en uygun kişinin kendisi olduğunu söylemişti. Bununla beraber Mustafa
Kemal Paşa, Sovyet Rusya ile olan dostluk münasebetlerinin bir an evvel kurulması
gerektiğini ve kendisinin Meclis Başkanı ve doğal olarak hükümet reisi olmaması
565
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 52, vesika 1197, Genelkurmay Basımevi, Ankara,1965.
Nutuk, s.336-337. İsmet Bey’in Batı Cephesi Komutanlığı’na tayini 8 Kasım 1920, komutayı eline
aldığı tarih ise 10 Kasım 1920 idi. Bkz. İnönü, Hatıralar, c.I, s.214.
566
249
durumunda bu vazifeyi memnuniyetle kabul edeceğini ilave etmiş ve Ali Fuat
Paşa’dan bu önemli görevi kabul etmesini istemişti. Ankara’ya gelen Ali Fuat
Paşa’yı istasyonda milis kıyafetiyle görmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde Ali
Fuat Paşa’nın Kuva’yı Milliye alışkanlıklarından hala vazgeçmediği duygusunu
uyandırmıştı. Ali Fuat Paşa ise alışılmışın dışında bir karşılama töreni ve yeni
görevinin kendisine söyleniş şekli nedeniyle Ankara’da bir güvensizlik ve
emniyetsizlik olduğunu ve şahsi bir yönetim fikrine doğru gidildiği yönündeki
söylentilere hak vermeye başladığını söylemekte, bu tayinin yapılış şeklinden
duyduğu rahatsızlıktan bahsederken de, bazı mebusların sorusu ile Hariciye
Vekâleti’nin bir kişiyi Moskova Büyükelçiliği’ne tayin ettiğinin ortaya çıktığını,
böylelikle bilgisi dışında bu göreve henüz Kasım ayı başlarında getirildiğini
öğrendiğini ve bunun gizli tutularak bir süre saklandığını ifade etmektedir. Bu göreve
getirilmesi noktasında bir oldu bitti karşısında kaldığı kanaatine kapılan Ali Fuat
Paşa, her kesimden insanların Ankara’da toplanması nedeniyle bu şekilde bir
düşünceye kapıldığını ifade etmekte ve Ankara’daki bu yeni yönetim zihniyetinin
Mustafa Kemal Paşa’yı da böyle davranmaya mecbur ettiğinin altını çizmektedir. Öte
yandan Ali Fuat Paşa, Moskova Büyükelçiliği’ne tayin edilmesinin asıl sebebinin ise
İngilizlerin
ve
İstanbul
Hükümeti’nin
isteğiyle
kendisinin
Ankara’dan
uzaklaştırılması için yapılan girişimler olduğu kanaatindedir. Buna göre Sadrazam
Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa’dan Dahiliye Nezareti’ni kabul etmesini ve bundan
sonra Ankara ile temasa geçilebileceğini söylemişti. İstanbul Hükümeti Ankara ile
temas kurmak amacıyla da Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi ve Ankara’dan
uzaklaştırılması gibi bazı şartlar ileri sürmüştü.567
567
Cebesoy, Milli…, s.536-539. Bu noktada Adıvar, düzenli ordunun başlangıcındaki çabasına dikkat
çektiği Ali Fuat Paşa’ya karşı güçlenen bir hareket olduğunu, ordudaki başıbozukluğa karşı hoşgörülü
250
Bütün bu ifadeler değerlendirildiğinde Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi’nden
alınmasının nedenini, Ankara’nın İstanbul ile temas kurabilme isteği nedeniyle kabul
ettiği ileri sürülen şartlarda değil, kendisinin milis kuvvetlere bakışı nedeniyle
düzenli orduya geçiş konusunda kesin adım atılacak bir kişi olarak görülmemesinde
aramak daha doğru olacaktır. Zira Ankara’nın aksi yöndeki duruşuna rağmen yapılan
ve başarısızlıkla sonuçlanan Gediz Taarruzu da bu yöndeki kanaati net bir şekilde
ortaya çıkarmıştır.
Ali Fuat Paşa Moskova’dan 1922 yılı Haziran ayı başında dönecek ve Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı üstlenecekti. Aşağıda da
bahsedileceği üzere 20 Temmuz 1922 akşamından başlayıp da ertesi gün sabaha
kadar sürecek olan Keçiören Görüşmesi sırasında Mustafa Kemal Paşa kendisine
saltanat ve hilafet hakkında ne düşündüğünü soracak, Ali Fuat Paşa da Moskova’dan
yeni geldiği için genel durumu yeterince tespite zaman bulmadığını belirtecek ve
kesin bir fikir beyan etmeyecekti. Nutuk’a bakıldığı zaman da görülebilecektir ki,
Milli Mücadele süresince yol arkadaşları içerisinde Mustafa Kemal Paşa ile en az
sorun yaşayan kişi Ali Fuat Paşa olmuştur. İki arkadaş arasındaki en ciddi sorun Ali
Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa tarafından Batı Cephesi Komutanlığı’ndan
alınması sürecinde yaşanmışsa da Mustafa Kemal Paşa arkadaşını rencide edecek bir
tavır almamış, aksine desteğine ihtiyaç duyulan Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak
görevlendirmek suretiyle kendisini o sırada önemli addedilebilecek bir göreve
getirmişti.
davranışları ileri sürülerek Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi’nden uzaklaştırılmak istendiğini
söylemektedir. Adıvar’a göre bu iş o kadar kolay olmayacak, Moskova Büyükelçiliği gibi önemli bir
görevin imdada yetişmesi gerekecekti. Bkz. Adıvar, Türkün…, s.147.
251
d) Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar
Mustafa Kemal Paşa Şişli’deki evinde yapılan toplantılar sırasında Anadolu’da bir
görev almayı kabul eden Albay Refet Bey’i 3. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmesi
amacıyla beraberinde Samsun’a götürmüş, oraya vardıktan sonra kendisinden
Samsun
Mutasarrıflığı’nı
da
üstlenmesini
istemişti.
Mili
Mücadele’nin
başlamasından sonra Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey arasındaki ilk anlaşmazlık
Amasya Kararları’nın imzalanması sırasında yaşanmıştı. Kendisine birkaç defa
Sivas’a gelmesi yönünde emir göndermesine rağmen Refet Bey Amasya
Toplantısı’nın ancak sonlarına yetişebilmişti. Buna benzer bir gecikme de Sivas
Kongresi öncesinde yaşanmış, Mustafa Kemal Paşa kongre nedeniyle şehre ulaştığı
zaman kendisini karşılayanlar arasında Refet Bey’i görememiş, araştırma sonucunda
Refet Bey’in Ankara’da olduğunu öğrenmişti. Refet Bey’in Sivas’a gelişi ancak
kongre başladıktan sonra mümkün olmuştu. Amasya Kararları’nın imzalanması
sırasında Refet Bey’in tereddütlü bir tavır içerisinde bir takım sorular sorması ve
ancak ikna edildikten sonra imza atması, attığı imzayı belli belirsiz bir işaret olarak
tanımlayan Mustafa Kemal Paşa için ortada bir güvensizlik sorunu olduğu şeklinde
algılanmıştı. Refet Bey’in o günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çeken bir
diğer tasarrufu da Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk olunmayacağı yönünde
bir karar alınmasına rağmen Refet Bey’in 3. Kolordu Komutanlığı’nı bırakmasıydı.
Gerçi Mustafa Kemal Paşa 7 Temmuz 1919 tarihinde yayımladığı bir genelge ile bu
kararı yumuşatmış ve komutanların herhangi bir nedenle görevlerinden alınmaları
halinde, eğer yeni atanan komutan birlikte çalışılabilecek birisi ise, komutanın
kendisine devredileceği, eski komutanın da bölgesinden ayrılmadan gerekirse sivil
olarak çalışmasına devam edeceği şeklinde değiştirmişti. Ne var ki komutanın şartlı
252
olarak bırakılması ve komutanların kendi mıntıkalarını terk etmemeleri kararı hali
hazırda geçerliliğini korumaktaydı. Temmuz ayının ortalarında İstanbul Hükümeti
tarafından 3. Kolordu Komutanlığı görevinden alınan ve İstanbul’a gitmesi istenen
Refet Bey, görevi Selahattin Bey’e devrettikten sonra İstanbul’a gitmemek için
askerlikten de istifa etmişti. Amasya Kararları’ndan sonra 7 Temmuz tarihli
genelgeyle altı çizilen hususları dikkate almadan hareket eden Refet Bey’in bu tavrı
Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı. Zira Refet Bey, Milli Hareket’e
bakışı pek bilinmeyen ve Samsun’a kadar bir İngiliz gemisiyle geldiği için İngiliz
siyasetine hizmet etmesi muhtemel olan Selahattin Bey’e görevi devretmekte acele
etmemeli, en azından Mustafa Kemal Paşa’ya danıştıktan sonra bir adım atmalıydı.
Bununla beraber Refet Bey, komutayı devrettikten sonra da Selahattin Bey’e Milli
Hareket’in bakışını anlatmak ve kendisini Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçirmek
amacıyla orada kalmalı, bunu başaracağı zamana kadar da görev bölgesinden
ayrılmamalıydı.568
Refet Bey’in 1919 yılı Kasım ayından ertesi yıl Mart ayına kadar bulunduğu Batı
Anadolu’daki bir takım hareketleri de Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş
karşılanmamıştı. Demirci Mehmet Efe’den komutayı almayan veya almasına izin
verilmeyen Refet Bey’in Temsil Heyeti’nin aksi yöndeki kararına rağmen bir Fransız
torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları ile görüşmeler yapması gibi başına
buyruk tavırları Mustafa Kemal Paşa için anlaşılmaz bir durum olarak görülmüştü.
Öyle ki Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Refet Bey’in İstanbul ile ne ilişkisi
olabileceğini
sorduktan
sonra
Nazilli-Balıkesir-Bursa
yolunun
İstanbul’dan
geçmesini anlamakta zorlandığını, hafif olarak nitelendirdiği bu hareket nedeniyle
568
Nutuk, s.34-35.
253
düzenli ordunun kurulacağı zamana kadar Aydın ve Salihli cephelerinde sevk ve
idarenin kurulamadığını ifade etmişti.
Refet Bey’in Mustafa Kemal Paşa tarafından anlaşılmaz bulunan bir başka tavrı da
Konya’ya gönderilmesi sırasında ortaya çıkmıştı. Bilindiği gibi 2. Ordu Müfettişi
Cemal Paşa, Amasya Kararları’ndan on gün kadar sonra Konya’dan ayrılarak
İstanbul’a gitmişti. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in de habersiz bir şekilde
İstanbul’a gitmesi ile Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı olduğu bilinen Vali
Cemal Bey’in kontrolüne geçmişti. Konya’da duruma hakim olması için Albay Refet
Bey görevlendirilirken durumdan haberdar olan Vali Cemal Bey mahkûmlardan bir
kuvvet oluşturmak istemiş, ancak halkın harekete geçmesi üzerine 26 Eylül’de
İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı. Refet Bey’in Konya’ya giderken Mustafa
Kemal Paşa’dan kendisini 2. Ordu Müfettişliği’ne getirmesini talep etmesi ve milli
gayretler için resmi unvan ve yetkileri düşünmesi, bu yetkilerin zaten kendisinde de
olmadığını düşünen Mustafa Kemal Paşa tarafından hayli garip karşılanmıştı.
Çerkez Ethem’in kaçışına seyirci kalmakla suçlaması dışında Mustafa Kemal
Paşa’nın Refet Paşa’ya eleştiri getirdiği bir başka hadise de Ali Fuat Paşa’nın Batı
Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasından ve Batı Cephesi’nin Batı ve Güney
Cepheleri olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra yaşanmıştı. 1921 yılı Nisan ayı
başlarında kazanılan İkinci İnönü zaferi sonrasında Yunanlılar Uşak bölgesinde geri
çekilmeye başlamış, Güney Cephesi Komutanlığı’nı yürütmekte olan Refet Bey de
12 Nisan’da emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar civarında bulunan bir düşman alayına
saldırmıştı. Yukarıda da bahsedildiği üzere Yunanlılar bir hat tutmak amacıyla geri
çekilince yanlış bir yorum yapmak suretiyle Refet Bey, muharebeyi kazandığını
zannetmişti. Düşmanın amacına uygun olarak Dumlupınar’da savunması kolay bir
254
mevki aldığını tespit eden Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte
Refet Bey’in karargâhına gitmiş, durumu yakından gördükten sonra da Refet Bey’in
komutasındaki Güney Cephesi’ni Batı Cephesi’ne bağlamıştı. Esasında Mustafa
Kemal Paşa’nın tepkisini çeken gelişmeler bundan sonra başlamıştı. Refet Bey’den
başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yol
arkadaşı için Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni düşünmüştü. Ne var ki Refet Bey, açıkça
ifade etmese de kendisi için başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekâleti’ni düşünmekteydi. Mustafa Kemal Paşa ise başkomutanlık
makamı olarak gördüğü bu makam için gereken vasıfların Refet Paşa’da olmadığını
kendisine açık bir şekilde söylemişti. Refet Paşa, bunun üzerine Müdafaa-i Milliye
Vekâleti’ni kabul etmeyeceğini söylemiş, Mustafa Kemal Paşa da ‘siz bilirsiniz’
demişti. Bu konuşmadan sonra Refet Bey, Kastamonu taraflarında bir ay kadar
sürecek bir dinlenme süreci geçirmiş, Dahiliye Vekili olarak seçileceği 1921 yılı
Mayıs ayına kadar atıl durumda kalmıştı.
Dahiliye Vekilliği’nden sonra Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ne getirilen Refet Paşa,
Sakarya Zaferi’nden sonra Yunanlıları ülkeden atmak amacıyla yapılması beklenen
taarruzun gecikmesi dolayısıyla Meclis’te Mustafa Kemal Paşa aleyhinde gelişen
muhalefete destek vermiş, Meclis kürsüsünden Meclis Başkanı ile Başkomutanın,
hükümet başkanı ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili’nin aynı kişiler olmasının,
bunların da cepheden uzak bir yer olan Ankara’da kalmalarının ordu işlerinin kötü
idaresine sebep olduğunu, çözümün ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin
uhdesinde bulunan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne bağlanması olduğunu ifade
etmiştir. Muhalefetin ve Refet Paşa’nın eleştirilerinden rahatsız olan Mustafa Kemal
Paşa kendilerine cevap verme lüzumu hissetmiş, ordunun kötü idare edilmediğini,
255
muhalif seslerin asıl hedefinin kendisini Ankara’dan uzaklaştırmak olduğunu, Refet
Paşa’nın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne
bağlanması isteğini ise kabul edilmez bulduğunu ifade etmişti. Mustafa Kemal
Paşa’ya muhalif olanlarla aynı dalga boyunda buluşan Refet Paşa, teklifinin kabul
edilmemesi ve Başkomutanın tutumunu gerekçe göstererek Müdafaa-i Milliye
Vekilliği görevinden 13 Ocak 1922 tarihinde istifa etmiş, Meclis çalışmalarını dahi
aksattığı yeni bir atalet sürecine girmişti. Aşağıda derinlikli bir şekilde bahsedileceği
üzere başkomutanlık kanununun uzatılacağı 20 Temmuz 1922 tarihinden önceki gece
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşları arasında
gerçekleşen
Keçiören
Görüşmesi,
Refet
Paşa’nın
Keçiören’deki
evinde
gerçekleşmişti. Ertesi gün başkomutanlık kanununun uzatılması kararını Meclis’ten
geçiren Mustafa Kemal Paşa, 1. Ordu Komutanlığı için Refet Paşa’yı düşünmüşse de
Refet Paşa bu teklifi kabul etmemiş, böylece Büyük Taarruz ile düşmana son darbe
vurulduğu sırada aktif bir görevde bulunma şansını elinden kaçırmıştı. Bütün bunlara
rağmen Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in de araya girmesiyle zaferden sonra Refet
Paşa’ya, Doğu Trakya’nın teslim alınmasını gerçekleştirmek üzere TBMM
Fevkalade Temsilciliği gibi önemli bir görev daha verilmesini temin edecek, ne var
ki Refet Paşa’nın bu görevi sırasında yeni halife Abdülmecid Efendi ile olan samimi
ilişkisi Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmayacaktı.
3.2. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE MÜDAFAA-İ HUKUK GRUPLARI
23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi genel olarak Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerinden müteşekkildi. Bir başka deyişle
mebuslar, Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarıyla onun bir neticesi olarak Meclis-i
256
Mebusan’da kabul edilen Misak-ı Milli etrafında vatanın bütünlüğü ve milletin
bağımsızlığı gayesiyle bir araya gelen yurtseverlerdi. 20 Ocak 1921’de kabul edilen
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete
ait olduğu ve idare usulünün halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil yönetme esasına
dayandığının kabul edilmesi, bununla beraber anayasadaki öteki maddelerin
hiçbirinde hilafet ve saltanattan bahsedilmemesi bir takım farklı yorumları da
beraberinde getirmiş, Meclis’teki düşünce farklılıklarının ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştı. Bunun bir sonucu olarak Meclis’te Tesanüt Grubu, Islahat Grubu, Halk
Zümresi, Müdafaa-i Hukuk Zümresi ve İstiklâl Grubu gibi gruplar meydana
gelmişti.569 Bu grupların ortaya çıkmasıyla birlikte Büyük Millet Meclisi kısa süre
içerisinde anlaşmazlıklar nedeniyle en küçük meselelerde dahi tartışmaların
yaşandığı ve karar almakta zorlanan bir organ haline gelmişti. Mustafa Kemal Paşa,
Meclis’teki ‘mevcut grupları birleştirmek’ veya ‘bu gruplardan birini desteklemek’
suretiyle çok çalıştığını, ancak çabalarının işe yaramadığını gördüğü zaman kendine
yakın gördüğü mebuslarla toplantılar yapmak suretiyle Müdafaa-i Hukuk adında bir
grup kurmaya karar verdiğini ifade etmektedir.570 Misak-ı Milli esasları içerisinde
vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını temin etme noktasında bir sorun
yaşanmazken anayasaya göre devlet ve millet teşkilatının hazırlanması noktasındaki
anlayış farkları nedeniyle, milliyetçi eğilimli radikal inkılâpçılar Mustafa Kemal
Paşa’nın kurduğu bu grup içerisinde yer almış ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti adı altında örgütlenmişti.
569
Yavuz Aslan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kuruluşu, Evreleri, Yetki ve
Sorumluluğu (23 Nisan 1920-30 Ekim 1923), Yeni Türkiye yay., Ankara, 2001, s.81.
570
Nutuk, s.396-397.
257
a) Birinci Grup
Sivas Kongresi’nde kurulan ve hemen hemen ülkenin her yerinde örgütlenmiş olan
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Meclis’teki siyasi grubu olan
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Mustafa Kemal Paşa tarafından 10
Mayıs 1921 tarihinde kurulmuş, Mustafa Kemal Paşa Grup Başkanlığı’na getirilirken
başkan ve vekilleri dışında 12 üyeden oluşan bir idare heyeti oluşturulmuştu.
Ülkedeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubeleri de ileride kurulacak olan Halk
Fırkası’nın Meclis’teki ilk şekli olan bu gruba bağlanmıştı. İlk toplantısını 133
mebusla yapan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Misak-ı Milli
çerçevesinde ülkenin bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı amacıyla bir barışın temin
edilmesi gerekçesiyle saltanat ve hilafete değinilmeyen 17 maddelik bir içtüzüğe
göre Cemiyet mensuplarının Meclis’te bir parti disipliniyle hareket etmelerini temin
etmek amacıyla kurulmuştu. Bununla beraber Müdafaa-i Hukuk Grubu, Teşkilatı-ı
Esasiye Kanunu çerçevesinde devlet ve millet teşkilatının kademe kademe
kurulmasını da amaçlamıştı.571
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun madde-i esasiyesindeki bu iki amaca bakıldığında
Misak- Milli’ye uygun bir barış yapılması amacında herhangi bir sorun olamazdı,
zaten tüm mebusların etrafında birleştiği temel hedef buydu. Esas anlaşmazlık yeni
anayasa çerçevesinde devlet ve millet teşkilatının kademe kademe tespit edilerek
hazırlanması noktasında yaşanmaktaydı. Bazı mebusların bu amacı benimsemeyen
kimseler olduğunun farkında olan ve herhangi bir sorunla karşılaşmak istemeyen
571
Faik Reşit Unat, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Birinci Devresinde Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubunun Kuruluşuna ve Çalışmalarına Ait Bazı Vesikalar”, Tarih Vesikaları
Dergisi, c.3, sayı 13, Ağustos 1944, s.4-15. Hakimiyet-i Milliye’de ‘Yeni Grup’ başlığı altında
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu unvanı altında yeni bir grubun kurulduğu haberi
verilmekte, 10 Mayıs’ta toplanan umumi heyet tarafından içtüzükle birlikte programı oluşturan
madde-i esasiyenin kabul edildiği ve bu esas maddelerin neler olduğu gibi bilgiler verilirken, grubun
kurucusu Mustafa Kemal Paşa’dan hiç bir şekilde bahsedilmemektedir. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 11
Mayıs 1921.
258
Mustafa Kemal Paşa bir hazırlık yapmakta, inkılâplar için engel teşkil etmeyecek bir
Meclis çoğunluğunu temin etmeye çalışmakta, dağınık hareket eden ve organize
olmaktan uzak bir muhalefet karşısında bir parti dayanışması içinde hareket edecek
bir iktidar grubu hedeflemekteydi.
Henüz Sivas Kongresi sırasında o dönemdeki şartların da etkisiyle her türlü fırkacılık
reddedilmiş, grubun kurulacağı zamana kadar tüm mebuslar Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Meclis çatısı altındaki üyeleri sayılmışlardı.
Müdafaa-i Hukuk Grubu’na alınmayan bazı mebuslar bu nedenle Büyük Millet
Meclisi’nde kaygılarını dile getirmişti. Kendisinin grup üyelerinden bir farkı
olmadığını dile getiren Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, Birinci Grup’un
programının herkesin amacı olduğunu, arkadaşlarıyla birlikte bu amaç etrafında o
zamana kadar çalıştıklarını ve aralarında bir görüş ayrılığı olmadığını söylemişti. 16
Mayıs 1921 tarihli oturumda Misak-ı Milli etrafında toplanan bir meclis içerisinde
böyle bir grup kurmak suretiyle ayrım yapılmasının iç ve dış politikada tehlikeli
sonuçlar doğuracağını söyleyen Hüseyin Avni Bey’in sözleri bazı mebuslar
tarafından da destek görmüştü. Hüseyin Avni Bey’e Edirne mebusu Şeref Bey cevap
vermiş, üç beş arkadaşın davet edilmemelerine gücenmemesi gerektiğini, zira keskin
sınırları olmayan Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun arzu eden herkese açık olduğunu ve
grubun bir siyasi fırka kurmak amacıyla kurulmadığını belirtmişti.572 Şeref Bey’in
sözleri Hüseyin Avni Bey’e verilen rahatlatıcı bir cevap gibi görünse de meselenin
aslı öyle değildi. Mustafa Kemal Paşa Birinci Grup’u zaten herkesi kapsaması
amacıyla kurmamıştı. Hüseyin Avni Bey gibi ileride İkinci Grup’u oluşturacak olan
kimselerin gruba girmesi değil, girmemesi arzu edilirdi. Herkesin gruba girmesi arzu
572
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.296-299, 16 Mayıs 1921.
259
edilmiş olsa bir grup kurulmasına ihtiyaç duyulmazdı. Zira bütün mebuslar zaten
Meclis çatısı altında bulunmaktaydı. Özetle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Grubu en küçük konularda dahi tartışma yaşayan Meclis’in bu havasına bir son verip
Meclis’ten karar çıkartabilecek bir sayıya ulaşmak amacıyla kurulmuş, Hüseyin Avni
Bey gibi muhalif tavırlarıyla bilinen kimseleri içine almak için kurulmamıştı.
Şeref Bey’in konuşmasının aksine idare heyeti ve bütçesi ile bir siyasi parti gibi
teşkilatlanan Birinci Grup kararlarını demokratik bir şekilde alacak, gruba katılmak
isteyenlerin başvuruları kayıtlara bağlı olarak incelenecek, aleyhte çalışanlar gruptan
çıkarılacak ve bir fikir birliği sağlanmasına çalışılacaktı. Mustafa Kemal Paşa ileride
yapmayı planladığı inkılâplar için aktif, disiplinli ve dinamik bir kadro hazırlamak573
amacıyla güvendiği mebuslarla konuşmak suretiyle kendilerini gruba dahil edecek,
yine de çok sayıda mebus grubun dışında kalacaktı. Bu nedenle Meclis içinde bir
bölünme yaşanması kaçınılmaz olacak ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması ile
birlikte iktidar ve muhalefet kavramları daha net bir şekilde ortaya çıkacaktı. Mustafa
Kemal Paşa’nın iktidarını Meclis içinde bir çoğunluğa dayamak düşüncesiyle
kurulan Birinci Grup, kesin ideolojik çizgilere sahip olmaktan ziyade Mustafa Kemal
Paşa’nın karizması etrafında toplanan ve içten dışa doğru zayıflayan bir meclis grubu
olarak göze çarpacaktı.574
Birinci Grup, kurulmasının hemen ardından etkisini hissettirecek, aynı gün yapılan
toplantıda Meclis İkinci Reis Vekilliği’nden 15 Mayıs’ta istifa eden Abdullah Azmi
Efendi’nin yerine Edirne mebusu Faik Bey’i aday gösterme kararı alacaktı. Ertesi
gün yapılan seçimlerde 206 oyun 131’ini alan Faik Bey bu göreve getirilecek,575
573
Aydemir, Tek…, c.II, s.348-351.
Rıdvan Akın, TBMM Devleti (1920-1923) Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri ve İdare,
İletişim yay., İstanbul, 2008, s.415.
575
Unat, “Türkiye…”, s.8; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, s.301, 16 Mayıs 1921.
574
260
böylece Birinci Grup kısa süre içinde örgütlenmesinin ilk sonucunu alacaktı. Ne var
ki çok geçmeden bütçe görüşmeleri sırasında yaşanan gerginlik nedeniyle Heyet-i
Vekile Reisi Fevzi Paşa hükümetin istifa ettiğini açıklayacaktı. Meclis Başkanı
Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylar arasından 19 Mayıs 1921 tarihinde
yapılan seçimlere 212 mebus katılacak, 4 Kasım tarihli değişiklikten sonra 44
muhalifin çekimser kaldığı bu seçimlerin ilk turunda yeni Heyet-i Vekile belirlenmiş
olacaktı.576
b) İkinci Grup
Birinci Grup olarak da bilinen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun
kurulması ve toplantılara başlamasından hemen sonra Erzurum mebuslarından
Hüseyin Avni ve Celalettin Arif Beylerin başını çektiği, genel itibarıyla muhafazakâr
isimlerden oluşan muhalefet bir grup kurma çabası içine girecekti. Ne zaman
kurulduğuna dair kesin bir tarih vermek zor olsa da, Mustafa Kemal Paşa ve Birinci
Grup mensuplarına karşıt olma ortak paydasında buluşan İkinci Grup, başkomutanlık
kanununun üçüncü kez uzatıldığı 1922 yılı Temmuz ayında örgütlü bir şekilde ortaya
çıkacaktı. Bir başka deyişle Meclis’teki örgütsüz muhalefet, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun 10 Mayıs 1921 tarihinde kurulmasından neredeyse 14
ay sonra örgütlü hale gelebilecekti. İkinci Grup’un örgütlenmesinde esas itibarıyla
başkomutanlık kanunu etkili olacaktı. Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak İcra
Vekilleri Heyeti’nin de doğal başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın yetkileri
başkomutanlıkla birlikte iyiden iyiye genişleyecekti. Meclis’in yetkilerinin Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya devri konusunda bir hassasiyete
576
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.306, 16 Mayıs 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.10, s.318-320, 19 Mayıs 1921.
261
sahip olan grup üyeleri esasında Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığına değil,
O’nun Meclis’in yetkilerini kullanmasına karşı çıkacak ve bir diktatörlüğe gidileceği
endişesine kapılacaktı. Grup mensupları, yakın zamanda tecrübe edilmiş bir Enver
Paşa örneği ortada dururken bütün yetkilerin Mustafa Kemal Paşa’da toplanmasını
doğru bulmayacaktı. Hüseyin Avni Bey, 30 Nisan 1923 tarihli Tevhid-i Efkar
gazetesinde grubun kurucuları olarak kendisiyle birlikte Mersin mebusu Salâhattin ve
Sivas mebusu Vasıf Beylerin de aralarında bulunduğu yedi kişinin adlarını verecekti.
Aynı yerde İkinci Grup’un amaçları ise ‘Misak-ı Milli dairesinde vahdet (birlik) ve
istiklâl-i millinin istihsal ve temini (milli bağımsızlığın sağlanması)’, ‘kavanin-i
mevcudenin (mevcut kanunların) hakimiyet-i milliye esasına göre tadil ve ıslahı
(değiştirilip düzenlenmesi)’, hukuk-ı umumiyenin masuniyeti ve muhteremiyeti
(milletin haklarının dokunulmazlığı ve değerli olması)’ olarak açıklanacaktı. Bununla
beraber Hüseyin Avni Bey bu mülâkatında bütün Meclis üyelerinin birlik beraberlik
içinde olması gerekirken bir Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının ve bazı
mebusların grubun dışında bırakılmasının ikinci bir müdafaa-i hukuk grubunun
kurulmasını gerekli kıldığını da söyleyecekti.577 Demirel, uzun süre bireysel çıkışlar
yapmak
suretiyle
çoğunluğu
etkilemeyi
tercih
eden
muhaliflerin
fiilen
örgütlenmelerinin en önemli nedeni olarak Birinci Grup’un önemli konuları
Meclis’ten geçirebilmek amacıyla Selâmet-i Umumiye Komitesi adıyla gizli bir
örgüt kurmasını göstermekte,578 Aslan da İkinci Grup mebuslarını kendi içinde bir
ayrıma tabi tutmaktadır. Buna göre, grup mensupları saltanatçı ve hilafetçi mebuslar,
Mustafa Kemal Paşa’nın gittikçe artan otoritesi nedeniyle onun diktatör olacağı
endişesine kapılıp da şahsına muhalif olanlar, İttihat ve Terakki’yi yeniden ihya
577
578
“Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in Beyanatı”, Tevhid-i Efkar, 30 Nisan 1923.
Demirel, Birinci…, s.381.
262
etmek isteyen müfrit ittihatçılar, Birinci Grup’a alınmadığı için kırgınlık duyan
mebuslar ve Birinci Grup içerisinde rahatsız olup ayrılanlardan oluşmaktadır.579
Şerafettin Turan ise İkinci Grup mebusları arasında tam bir fikir birliği olmadığını ve
dinci, saltanatçı, ittihatçı ya da muhafazakâr olarak bilinen üyelerin sırf muhalif
oldukları için bir aradaymış görüntüsü verdiğini ifade etmekte, bu iddiasına da
grubun oluşmasından önce üyelerinin 1921 Anayasası ile başkomutanlık kanununa
karşı çıkmalarını dayanak göstermektedir.580 Bir grup muhalefeti olarak öne çıkan ve
iktidara gelme amacı taşımayan İkinci Grup 19 Ocak 1923 tarihinde yayım hayatına
başlayan Tan gazetesi ile görüşlerini yaymaya çalışmıştı. Sadece duyarlı olduğu
konularda muhalefet yapan İkinci Grup mensuplarının Milli Mücadele’nin başarıya
ulaşacağı zamana kadar Meclis’te bütünlüğün temini amacıyla olağanüstü duyarlı
davrandığını söyleyen Demirel, grubun kendisine farklı bir isim almak yerine İkinci
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini benimsediğinin altını
çizmektedir.581 Bu noktada kendisine kısmen katılmakla birlikte grubun duyarlı
olduğu başkomutanlık ve icra vekilleri heyetinin seçimine dair kanunların ele
alındığı oturumlarda bu kaygıyı ikinci plana attıklarını, başkomutanlık kanununun
Meclis gündemine ilk kez geldiği gizli oturumda ret oyu veren 14 mebusun açık
oturuma geçildiğinde kabul oyu vermesi dışında bir birliktelik havası estirmediklerini
söylemek yerinde olacaktır. Bununla beraber Demirel’in kurulmasından önce sert
muhalefetiyle öne çıkan grup üyelerinin söylemlerine değil de eylemlerine bakması
daha doğru olacaktır.
Gerçekten de Meclis üstünlüğü ilkesini ihlal edecek her türlü girişimin karşısında
durduğu gözlenen İkinci Grup, Meclis’in yetkilerini kendisinde toplayan Mustafa
579
Aslan, Türkiye…, s.82-83.
Turan, Türk…, c.II, s.259.
581
Demirel, Birinci…, s.391-392.
580
263
Kemal Paşa’nın kişisel bir egemenlik peşinde olduğu kanaatindeydi. Bununla
beraber İkinci Grup’un kurulmasına giden süreç, Müdafaa-i Hukuk Grubu
nizamnamesinin esas maddesindeki, hükümetin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre
teşkili meselesinden doğmuştu. Farklı düşünen mebuslar Müdafaa-i Hukuk
Grubu’ndan ayrılmış, dışarıda kalan mebusları da yanlarına almak suretiyle yeni bir
grup kurmuştu. Büyük Millet Meclisi bu iki grubun çatışmalarına sahne olmuş, yol
arkadaşlarının aralarındaki anlaşmazlıklar da bu noktada daha net bir şekilde ortaya
çıkmıştı.
Her ne kadar vitrinde Salâhattin ve Hüseyin Avni Beyler görünseler de İkinci
Grup’taki esas etkili isimlerin Rauf ve Kara Vasıf Beylerin olduğuna dair bir kanaat
hakimdi. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta İkinci Grup’un etkin bir üyesi olan
Samsun mebusu Emin Bey’in kendisine Rauf Bey’in İkinci Grup’u tahrik ve teşvik
ettiğini söylediğini, bu işin sehpaya kadar gidebileceği kendisine hatırlatılınca da
Rauf
Bey’in,
ölüme
kadar
kendileriyle
beraber
olduğunu
ifade
ettiğini
aktarmaktadır.582 Rauf Bey, İkinci Grup ile nasıl bir ilişkisi olduğu sorusu bizce
cevaplanması gereken önemli bir sorudur. Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’taki
ifadelerine karşın Demirel, Rauf Bey’in grubun üyesi dahi olmadığını, bu nedenle
lider olmasının mümkün olmadığını söyledikten sonra Birinci Grup üyesi olan Rauf
Bey’in o sıralarda Mustafa Kemal Paşa ile ciddi bir çatışmaya girmediğini de
hatırlatmakta, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne de Birinci Grup’un desteği yanında
İkinci Grup mensuplarının benimsemesiyle seçildiğine dikkati çekmektedir.583 İkinci
Grup’un şiddetli eleştirilerle Mustafa Kemal Paşa’yı bunalttığı günlerde İcra
Vekilleri Heyeti Reisi olan Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’dan rahatsız
582
583
Nutuk, s.422.
Demirel, Birinci…, s.21.
264
olduklarını dile getiren İkinci Grup mensuplarının şikâyetleri karşısında üzüldüğünü
ve kendisinin her iki tarafı da idare etmeye çalıştığını söylemektedir.584 Mustafa
Kemal Paşa tarafından İkinci Grup’un perde arkasındaki ismi olarak görülen Rauf
Bey bu sözleri ile kendisine yatıştırıcı bir misyon yüklemektedir. Bizce de Rauf
Bey’i İkinci Grup’un lideri olarak gören yaklaşımlar doğru değildir. Zira resmen
Birinci Grup üyesi olan Rauf Bey, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçildiği günlerin
öncesinde ve sonrasında her ne kadar kendisinin (Mustafa Kemal Paşa) diktatörlüğe
gidebileceği endişesi içindeki İkinci Grup mensuplarıyla ortak kaygıları taşısa da
Mustafa Kemal Paşa ile net bir yol ayrımına girmemiş, Birinci Grup içerisinde
Mustafa Kemal Paşa ile uyum içinde çalışmaya devam etmiştir. İcra Vekilleri Heyeti
Reisliği’ne seçildiği sırada ise Mustafa Kemal Paşa ile konuştuktan sonra hem
Birinci Grup tarafından desteklenmiş, hem de muhalif İkinci Grup üyelerinin
desteğini almıştır. İkinci Grup mebusları 8 Temmuz 1922 tarihinde bağımsız bir İcra
Vekilleri Heyeti Riyaseti’nin kurulduğu, vekillerin de Meclis Başkanı tarafından
aday gösterilmeksizin yeniden Meclis tarafından gizli oy ve salt çoğunluk ile ayrı
ayrı seçileceği bir tasarıyı Meclis’ten geçirdikleri sırada Rauf Bey ret oyu
kullanmıştır.585 Rauf Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki yol ayrımının netleştiği
Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde ise artık İkinci Grup’tan söz etmek mümkün
değildir.
584
Kandemir, Hatıraları…, s.64-66.
8 Temmuz’daki oylamaya 184 mebus katılmış ve 124 kabul, 46 ret, 14 de çekimser oy
kullanılmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, 8 Temmuz 1922, Birinci Dönem, c.21, s.238. Rauf Bey’in
ret oyu için bkz. s.241-242.
585
265
c) Kâzım Karabekir Paşa’nın Tepkisi
Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması Meclis’teki
muhalif mebuslar yanında ülkedeki bazı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini de rahatsız
etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin ve Cemiyet’in Erzurum şubesinden Hoca
Raif Efendi’nin bu noktadaki bazı çekince ve endişelerini586 11 Temmuz 1921
tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya aktarmıştı. Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun devletin
şekli ve idaresini değiştirecek bir siyasi hedef belirlediğini ve Sivas Kongresi’ndeki
esasların aksine hilafet ve saltanata ait bir kayıt içermeyen Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’nu kendisine rehber aldığını söylemiş, bu grubun cemiyet unvanının gerçek
sahibi olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin genel vazifeleri ile
tezat teşkil ettiğini ifade etmişti. Kâzım Karabekir Paşa’ya göre ‘en hayati endişe’
hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe geçileceği
endişesiydi ve hayat ve bağımsızlığı boğarak düşmanların işine yarayacak olan bu
tehlikeli işten kesinlikle sakınmak gerekmekteydi. Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun hilafet ve saltanat şeklini cumhuriyete dönüştürme
amacı taşıdığını ve bunun da bir kargaşaya yol açacağını iddia etmiş, devlet şekliyle
ilgili değişiklik girişimlerinde mülki ve askeri rical ile Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetlerinden görüş alınması ve fevkalade bir mecliste bu görüşlerin
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiş, son olarak da Mustafa Kemal Paşa’nın
586
Raif Efendi, ülkede 1920 yılı sonlarında etkisi hissedilen sosyalizme karşı bir tedbir olmak üzere
16 Ocak 1921 tarihinde arkadaşlarıyla birlikte Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’ni kurmuştu.
Erzurum Kongresi’nin toplanmasında emeği geçen Hoca Raif Efendi’nin başını çektiği Cemiyet,
hükümetin halkçılık programı altında Meclis’e sunduğu anayasa tasarısı ile Türkiye Komünist
Fırkası’nın kurulmasını sola ve Cumhuriyete doğru bir gidiş olarak görmüştü. Meclis’te Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının ardından sertleşen Cemiyet, Mustafa Kemal Paşa
tarafından dikkatle izlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, 11 Nisan’da Muhafaza-i Mukaddesat ibaresinden
rahatsızlığını Kâzım Karabekir Paşa aracılığıyla dile getirmişse de, Raif Efendi, Kâzım Karabekir
Paşa’nın ricasını kabul etmemişti. Hükümetin aldığı sert tutum nedeniyle gelişme gösteremeyen
Cemiyet, Meclis’te İkinci Grup’un kurulmasının ardından bu gruba destek vermişti. Bkz. Güneş,
Birinci…, s.194-197; Nutuk, s.397-398.
266
nerede durması gerektiğini söylemişti: “Bendeniz, zat-ı samilerinin … bu kabil siyasi, grup ve
fırkalara intisaben veyahut efkar-ı umumiyece her türlü muhalefet ve münakaşalara zemin-i müsait
olabilecek cereyanlara iştirakten beri kalmasına ve yalnız mücahede-i milliyemizin nazım ve reis-i
tabiisi olarak bulunmasına bilhassa taraftarım.”
587
Mustafa Kemal Paşa, Temmuz ayı sonlarında Kâzım Karabekir Paşa’ya çektiği
telgraflarla yol arkadaşının tereddütlerini izale etmeye çalışmış, Anayasa’da halkçılık
ilkesinin yer almasının zamanın gereği olduğunu, bundan Cumhuriyet anlamı
çıkarmanın yanlış olduğunu, Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun esas amacının kesinlikle
Cumhuriyet ilan etmek olmadığını ve saltanat şeklinin Cumhuriyete inkılâp edeceği
söylentisinin Raif Bey’in bir vehminden ibaret olduğunu söylemişti. Bununla beraber
son telgrafında Türkiye’nin başında bir halife ve hükümdar sultan bulunacağını ve
asıl meselenin bu sultanın hukukunun tespiti veya yetkilerinin sınırlandırılması
olduğunu ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Grubu dışında
kalanların Celâleddin Arif ve Hüseyin Avni Beyler ile serbest hareket etmek isteyen
bir kısım zevattan ibaret olduğunun altını çizmişti. Bütün bu eleştiriler ve ikna
çabaları Kütahya-Eskişehir Savaşları’nın kaybedildiği ve ordunun Sakarya’nın
doğusuna çekildiği sıralarda yaşanmıştı. 1 Ağustos’ta bir tel daha gönderen ve
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu neden kurduğunu anlatan Mustafa Kemal Paşa,
düzensizlik ve anarşi nedeniyle Meclis’te bir iş yapılamadığından şikayet etmiş,
mebusların bir çoğu ile yaptığı çok sayıda özel görüşme neticesinde, bu durumdan
ancak kendisinin de içinde olduğu bir grup kurmak suretiyle çıkılabileceği kararına
varıldığını, bununla beraber yürütme yetkisini de taşıyan bir Meclis’in reisinin
çoğunluk fırkasının bir mensubu olmasının doğal olduğunu ifade etmişti.588 Bu
587
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1088-1090.
Atatürk’ün Tamim…, s.406-410; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1092-1094; Tunçay,
Türkiye…, s.36.
588
267
haberleşmelerde görülen fikir ayrılıkları Kâzım Karabekir Paşa ile Mustafa Kemal
Paşa’yı saltanat ve hilafet ile cumhuriyet konularında karşı karşıya getirecek,
Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte bu esaslı fikir ayrılığı yol arkadaşlığının
sonunu getirecekti.
d) Meclis Gruplarının Siyasi Mücadelesi
Teşkilat-ı Esasiye ve başkomutanlık kanunlarına göre Meclis Başkanı Mustafa
Kemal Paşa’nın Büyük Millet Meclisi dışında İcra Vekilleri Heyeti’ne başkanlık
ediyor olması yanında Meclis’in yetkilerini kullanma hakkını da elinde bulundurması
İkinci Grup’un endişesini beraberinde getirmiş, bunu bir tahakküm olarak algılayan
muhalif mebuslar bazı tedbirler alma çabası içine girmişlerdi. Bu iki Meclis grubu
arasındaki ilişki, Birinci Grup’un iktidar, İkinci Grup’un ise sert söylemli bir
muhalefet fırkası hüviyetinde olduğu bir ilişki idi. Mustafa Kemal Paşa Birinci
Grup’un başında bulunurken, belirgin bir lideri olmayan İkinci Grup’ta Hüseyin
Avni Bey biraz daha ön planda idi. Velidedeoğlu, iki grup arasında kalpakların
giyilmesinde dahi bir farklılık olduğunu, Birinci Grup mensupları kalpaklarını
yanlamasına giyerken, İkinci Grup üyelerinin ise kalpaklarını sivri tarafları öne
gelecek şekilde giydiklerini söylemektedir.589 Bu iki grup adından da anlaşılacağı
üzere birer siyasal fırka değilse de birbirleri ile olan ilişkileri bakımından iktidar ve
muhalefet fırkaları gibi görünmekteydi. Bu nedenle iktidar fırkası saydığımız Birinci
Grup, muhalefetin temsilcisi İkinci Grup’un hemen her konuda şiddetli
eleştirilerinden nasibini almaktaydı.
589
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu, Çağdaş yay, İstanbul, 1990,
s.221.
268
İki grup arasındaki mücadelenin ilk örneğini Heyet-i Vekile seçimleri usulü üzerinde
görmekteyiz. 2 Mayıs 1920 tarihinde kabul edilen İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimine
ilişkin kanunun590 ardından vekiller, 3 ve 4 Mayıs günlerinde mebuslar arasından tek
tek oylama yapılmak suretiyle Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından seçilmişti. Bu
hükümet sisteminde vekillerin her biri ayrı ayrı ve hepsi beraberce genel kurula karşı
sorumluydu. Mebuslar arasından aday olan vekillerin yine mebuslar tarafından teker
teker ve salt çoğunlukla seçilmesi usulü nedeniyle değişikliğin yapılacağı 1920 yılı
Kasım ayına kadar geçen altı aylık sürede vekiller arasında tam bir dayanışma temin
edilememiş ve sık sık vekil değişikliği yaşanmıştı. Bazı vekillerin izinli ya da görevli
olarak Ankara’dan ayrılmak durumunda kalması nedeniyle, bunların yerine ya başka
bir vekil vekâleten görevlendirilmiş ya da yeniden seçim yapılmıştı. Yapılan seçimler
sonucunda arzu edilmeyen kimselerin de vekâlete gelebilme ihtimali vardı. Örneğin,
4 Eylül 1920 tarihinde yapılan Dahiliye Vekilliği seçiminde Mustafa Kemal Paşa
tarafından desteklenen Refet Bey değil, Halk Zümresi tarafından desteklenen
Yeşilordu Cemiyeti’nin etkili ismi Nazım Bey seçilmişti. Her ne kadar Mustafa
Kemal Paşa kendisini istifaya zorlamak suretiyle Refet Bey’in seçilmesinin önünü
açtıysa da bu usul olduğu sürece aynı şeylerin yaşanmayacağının bir garantisi yoktu.
Bir başka örnek de iki ay izin alarak Erzurum’a giden Celâleddin Arif Bey’den
boşalan Adliye Vekâleti Vekilliği seçimiydi. Salt çoğunluk sağlanamadığı için 1
Kasım 1920’de tam üç kez yapılan seçimler sonucunda Vekiller Heyeti’nin arzusu
hilafına bu göreve seçilen Abdülkadir Kemali Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın
kendisiyle çalışamayacağını söylemesi üzerine henüz görevine başlamadan istifa
etmek
590
durumunda
kalmıştı.
Hükümetin
desteklediği
adayların
vekilliğe
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.184-186, 2 Mayıs 1920.
269
seçilemediğini gösteren bu örnekler, yürürlükteki vekillerin seçilme usulünün
yeniden ele alınmasını bir zorunluluk haline getirmişti. İcra Vekilleri Heyeti’nin
suret-i intihabına dair kanunun ikinci maddesine yönelik değişiklik Çorum mebusu
Fuat Bey ve arkadaşlarının verdiği bir teklif üzerine 4 Kasım 1920 tarihinde
yapılmış, böylece Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın Meclis’e karşı elini güçlendiren
bir adım atılmıştı. Bu değişikliğe göre vekillerin Meclis Başkanı tarafından gösterilen
adaylar arasından gizli oy ve salt çoğunluk ile seçileceği hükmü kabul edilmişti.591
Böylece 2 Mayıs 1920 tarihinde vekillerin adaylar arasından gizli oy ve salt
çoğunluk ile Meclis tarafından seçileceği hükmü, 4 Kasım 1920 tarihinde
değiştirilerek vekillerin Meclis Başkanı’nın göstereceği adaylar arasından seçileceği
kararı alınmıştı. Değişiklik görüşmeleri sırasında bu girişimi Meclis’in yetkilerini
kısıtlama olarak gördüğünü söyleyen Hasan Basri (Çantay) Bey ile Mehmet Vehbi
Bey dışında aleyhte söz söyleyen olmamıştı. Ancak daha sonraki dönemde bu
değişiklik ile Meclis yetkilerinin kısıtlandığını öne süren İkinci Grup mensupları
değişikliği şiddetle eleştirerek kanunun değiştirilmesi için girişimlerde bulunmaya
başlayacaktı. Bu değişiklikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın aday göstereceği
isimler arasından vekil seçmekten rahatsızlık duymaya başlayan muhalif İkinci Grup
mensupları Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından aday gösterilen vekilleri
dikkate almayınca seçimlerin yapılmasında gerekli sayının bulunamaması gibi
sorunlar yaşanacaktı. Ayrıca kanuna aykırı olarak kendi adaylarına oy vermek sureti
ile hükümet kurulmasına engel olmaya çalışan muhalifler vekil seçimlerini sekteye
uğratmaya başlayacaktı.592 Bu durum özellikle Meclis’in üçüncü toplantı yılının
591
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.5, s.271-272, 1 Kasım 1920; TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.5, s.291-300, 4 Kasım 1920.
592
Örneğin, Refet Bey’in istifasıyla boşalan Dahiliye Vekâleti için Mustafa Kemal Paşa, 21 Nisan
1921 tarihinde üç aday belirlemiş, aynı gün yapılan ve 207 mebusun katıldığı oylamada Adana
270
başladığı 1922 yılı Mart ayından 8 Temmuz 1922 tarihindeki vekillerin seçimi ile
ilgili değişikliğe kadar şiddetini arttırarak devam edecekti. Muhalif mebuslar 1922
yılı Nisan ayı sonlarında İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkileriyle ilgili bir
kanun tasarısı hazırlayacak ve vekillerin Meclis’e karşı sorumlu olacağı bir kabine
sistemi isteyeceklerdi. Bu tasarı encümen tarafından kabul edilmeyince de 8 Temmuz
1922 tarihinde bağımsız bir İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’nin kurulduğu, vekillerin
de Meclis Başkanı tarafından aday gösterilmeksizin Meclis tarafından gizli oy ve salt
çoğunluk ile ayrı ayrı seçileceği bir tasarıyı Meclis’ten geçirmeyi başaracaklardı. 184
mebusun katıldığı ve Refet Paşa’nın kabul, Rauf Bey’in ret oyu verdiği oylama ile
muhalifler 46 ret, 14 çekimsere karşılık 124 kabul oyu sonucunda değişikliği
Meclis’ten geçirecekti.593 Böylece, kanunu yeniden ilk haline döndüren İkinci Grup
mensupları, Birinci Grup üzerinde önemli bir zafer kazanacaktı. Aday gösterme
yöntemi iptal edilince vekiller ayrı ayrı istifa edecek, Rauf Bey de işte bu kanun
değişikliğinden sonra 12 Temmuz 1922 tarihinde yapılan seçimler sonucunda
oylamaya katılan 204 mebusun 197’sinin oyunu alarak İcra Vekilleri Heyeti
Riyaseti’ne seçilecekti. Bu değişiklik ile hükümetin Meclis üzerindeki eli
zayıflayacak, Mustafa Kemal Paşa’nın yetkileri azaltılacak, 9 Temmuz’da Fevzi Paşa
başkanlığındaki Vekiller Heyeti istifa edecekti. İşte Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti
Reisliği’ne seçilmesi yanında, Ali Fuat Paşa’nın da Moskova Büyükelçiliği için
mebusu Zekai Bey 95, Niğde mebusu Ata Bey 79, Antalya mebusu Vefa Bey de 3 oy almıştı. 30
mebusun çekimser kaldığı oylama sonucunda çoğunluk için ihtiyaç duyulan 104 oya
ulaşılamadığından yeniden seçim yapılmış, 205 mebusun katıldığı bu yeni seçimde 112 oy alan Ata
Bey Dahiliye Vekili olmuştu. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.58-64. Bir başka
örnek de 29 Nisan 1922 tarihinde yapılan İktisat Vekilliği seçimiydi. 169 mebusun katıldığı oylamada
çoğunluk sağlanmasına rağmen 84 mebus çekimser kalmış, seçimden bir sonuç alınamamıştı.
Çekimser oyların yüksekliği Hüseyin Avni Bey’in Meclis Başkanı’nın aday göstermesi yönteminin
resmen düştüğü ve Meclis’in bu kanunu yırttığı yorumunda bulunmasına neden olacaktır. Bkz. TBMM
Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s.441-442, 29 Nisan 1922.
593
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s.444-445, 29 Nisan 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, 8
Temmuz 1922, Birinci Dönem, c.21, s.238-242.
271
çıktığı yoldan dönerek Müdafaa-i Hukuk Grubu Reisliği görevine seçilmeleri bu
gelişmelerden sonra olacaktı. Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti
Reisliği’ni kabul etmeme ihtimaline karşı Mustafa Kemal Paşa tarafından Birinci
Grup’un adayı olarak düşünülecek ve Moskova’ya hareketini bu nedenle bir süre
erteleyecekti.594 İkinci Grup’un güçlü bir şekilde ortaya çıktığı bu günlerde, 16
Temmuz 1922 tarihinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu da içtüzüğünde
bazı değişiklikler yapma ihtiyacı duyacak, doğal başkanlığı üstlenen Mustafa Kemal
Paşa’nın önerisi üzerine Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Başkanlığı’na
Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa seçilecekti.595 Bu değişiklikten sonra İkinci
Grup, vekil seçimi konusundaki engellemelerinden vazgeçecekse de, bekleneceği
üzere muhalefetine devam edecekti. Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisi olduğu
kabinede İkinci Grup mebuslarından yalnız Celâlettin Arif Bey Adliye Vekili olarak
yer alabilecekti. Celâlettin Arif Bey, kısa süre görev yaptığı Adliye Vekilliği’nden 16
Ağustos’ta ayrılacak, kendisinden boşalan vekillik için yapılan seçimi Mustafa
Kemal Paşa tarafından desteklenen Ali Sururi Bey değil, İkinci Grup tarafından
desteklenen Kayseri mebusu Rıfat Bey kazanacaktı.596
Vekiller arasındaki dayanışmayı önleyen bu değişiklik ile İkinci Grup mensuplarının
Birinci Grup üzerinde önemli bir başarı kazandığına değinmiştik. Mustafa Kemal
Paşa, Nutuk’ta bu konuya değinirken 8 Temmuz tarihli değişiklik ile İcra Vekilleri
Heyeti Reisliği’nden uzaklaştırıldığını ve vekillerin kendi göstereceği adaylar
arasından seçilmesinin ortadan kaldırıldığını söyleyecekti. Ancak bu düzenleme ile
Mustafa Kemal Paşa’nın Anayasa’nın dokuzuncu maddesiyle kendisine verilen İcra
594
Cebesoy, Moskova…, s.454-455.
Vakit, 18 Temmuz 1922; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar-Büyük Zaferden Lozan’a Lozan’dan
Cumhuriyete, Temel Yay., İstanbul, 2007, s.63-64.
596
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.22, s.196, 16 Ağustos 1922.
595
272
Vekilleri Heyeti’nin de başkanı olduğu hükmünde bir değişiklik yapılmamıştı.
Değişikliğin ardından İkinci Grup, Hüseyin Avni Bey’in Meclis İkinci Başkanlığı’na
seçilmesi örneğinde olduğu gibi destekledikleri kişileri seçtirmeyi başaracaktı.
Saltanatın kaldırılmasından sekiz gün sonra, 9 Kasım 1922 tarihinde, Şer’iye Vekili
olan Mehmet Vehbi Bey’den boşalan Meclis Birinci Reis Vekilliği’ne de, 199
mebusun 192’sinin oyunu alan Hüseyin Avni Bey seçilecekti.597 Bundan tam bir ay
sonra 9 Aralık 1922 tarihinde Refet Paşa’nın yerine İstanbul’da Ankara’nın
temsilcisi olarak görev yapmak üzere ayrılan Adnan (Adıvar) Bey’den boşalan
Meclis İkinci Reisliği için yapılan seçimler sırasında da İkinci Grup’un bir güç
gösterisi söz konusu olacaktı. Birinci Grup’un adayı olan Ali Fuat Paşa, 11 Aralık
1922’de 192 oydan 117’sini alarak seçilecek, aynı seçimde Kâzım Karabekir Paşa’ya
da 64 oy çıkacaktı. Ne var ki Ali Fuat Paşa bu görevi yerine getirebilmek için
yeterince oy almadığını söyledikten sonra küçük yaşta ve daha sonraki mesleki
yaşamı boyunca aralarında herhangi bir sorun yaşanmadığını söylediği Kâzım
Karabekir Paşa ile adeta bir anlaşmazlık ve rekabet hissi varmış gibi bir görüntü
vermemek için bu görevi kabul etmek istemeyecekti. Kâzım Karabekir Paşa da, dört
beş günden beri bir kısım arkadaşlarının kendisine bu görevi kabul etmesi için
müracaatta bulunduğunu, ancak arkadaşlarından henüz barış yapılmadığı için
kendisini affetmelerini istediğini ve bazı arkadaşları ile görüşemediği için bu oyların
kendisine verildiğini söyleyecekti. İki gün sonra yapılan seçimlerde kullanılan 204
oyun Ali Fuat Paşa ancak 118’ini alabilecek, İkinci Grup’un oyları 81 oy alan
Hariciye Eski Vekili Yusuf Kemal Bey’e gidecekti. Anlaşıldığı üzere İkinci Grup
597
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.438, 9 Kasım 1922.
273
mensupları bu yolla bir güç gösterisi yapmayı tercih edecekti.598 Öte yandan Hüseyin
Avni Bey, Birinci Grup mebusları sayıca üstün olmasına ve Refik (Saydam) Bey’i
aday göstermesine rağmen Meclis Başkan Vekilliği’ne Lozan Konferansı’nın devam
ettiği günlerde bir kez daha seçilme başarısı gösterecekti. Muhalif İkinci Grup
mebuslarının bu tutumu nedeniyle ilerlemekte zorluklar yaşayan Mustafa Kemal
Paşa da muhaliflerin tasfiye edileceği bir seçim süreci için düğmeye basacaktı.
e) Başkomutanlık Kanunu Görüşmeleri
10 Temmuz 1921 tarihinde Yunan ordusunun Bursa ve Uşak tarafından taarruzuyla
başlayan ve Türk ordusunun Yunanlılar karşısında Eskişehir ve Kütahya savaşlarını
kaybederek Sakarya’nın doğusuna çekilmesiyle devam eden günler, Ankara’nın
büyük moral bozukluğu yaşadığı, endişenin son haddine ulaştığı ve yukarıda da
bahsedildiği üzere Meclis’in Ankara’dan Kayseri’ye dahi taşınmasının düşünüldüğü
günlerdi. 2 Ağustos 1921 tarihli gizli oturumda cepheden gelen bir mebus heyetinin
raporu görüşülmüş, iki gün sonra ise askeri olarak yapılması gerekenler
konuşulurken hem bir başkomutanlık makamının gerekli olduğu hem de Meclis
Başkanı’nın bu vazifeyi üzerine alması konusunda ortak bir görüş ortaya çıkmıştı.
Bir başka deyişle mebuslar Mustafa Kemal Paşa’yı ordunun başında görmek
istediklerini söylemişti. Mersin mebusu Salâhattin Bey, “Efendiler bizi zafere nail edecek
saik kimdir? Kim ise o zat zaferi istihsale müvekkildir. Meclis-i Milli namına çalışacak olan bu zatın
intihabı lazımdır… bir başkumandan vekili istiyoruz… Başkumandanlık vezaifini bir zatın deruhte
599
etmesi lazımdır.” ifadelerini kullanmıştı.
598
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.25, s.301, 9 Aralık 1922; c.25, s.335-336, 11 Aralık 1922;
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.25, s.361, 13 Aralık 1922.
599
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.157-162; 4 Ağustos 1921.
274
Mustafa Kemal Paşa’ya göre kendisini başkomutan olarak görmek isteyen muhalifler
iki gruba ayrılmıştı, birinci grup zaten yenilmiş bir ordunun başına geçmesini
isteyenler, ki bunlar kendisinin harcanacağını hesap etmekteydi, diğer grup ise
kendisine
gerçekten
inananlardı.
Bazıları
da
Mustafa
Kemal
Paşa’nın
başkomutanlığının gerçekten ülkenin aleyhine olacağını düşünmekteydi. Zira
ordunun bir de Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı altında yenilmesi eldeki son
umudun da sonu anlamına gelmekteydi.600
Başkomutanlık konusu gündeme geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutan
değil de başkomutan vekili olması ve Meclis’in yetkilerinin bir kişiye devredilip
devredilemeyeceği konusunda itirazlar dile getirilmişti. Esasında muhalifler Mustafa
Kemal Paşa’nın başkomutan olmasına değil, Meclis’in yetkilerinin kendisine
verilmesine itiraz etmişti. Başkomutan vekili unvanına karşı çıkan Mustafa Kemal
Paşa da, başkomutana böyle bir yetki vermenin doğru olmadığını, bu nedenle
başkomutanlık süresinin üç ay ile sınırlandırılması gerektiğini, üç ay sonra uzatma
söz konusu olduğunda bunun yine Meclis’in iradesine bağlı olacağını söyleyerek
muhalifleri ikna etmişti. Gizli oturumda 13’e karşı 169 oyla kabul edilen teklif açık
oturumda tartışma yaşanmadan, 184 mebusun tamamının oyu ile kabul edilmişti.601
Anlaşılacağı üzere gizli oturumda ret oyu kullanan 13 mebus memleketin o zor
günlerinde Meclis’te bir fikir birliği sağlandığı izlenimi vermek için açık oturumda
kabul oyu kullanmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bu yetkileri aldıktan sonra
zor da olsa Sakarya Savaşı’nı zaferle sonuçlandırmış, böylece Meclis’te sorunların
askıya alındığı kısa süreli bir bahar havası yaşanmıştı.
600
Nutuk, s.406.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.18-19,
5 Ağustos 1921.
601
275
Uzatma görüşmelerinin yapıldığı her oturumun, tartışmaların hararetlendiği sıkıntılı
zamanlara dönüşeceği başkomutanlık kanununun süresi 5 Kasım’da dolacak ve
kanunun üç ay daha uzatılması 31 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda Meclis
gündemine gelecekti. Görüşmeler sırasında kanunun çıkartıldığı sırada Meclis’te
olmayan Hüseyin Avni Bey söz alarak Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal
Paşa’nın bir de başkomutanlık ile yıpranmaması gerektiğini ve yalnız Meclis Başkanı
olarak kalması gerektiğini söyleyecekti. Maddi ve manevi kuvvetin bir kişiye
verilmesinin bir millet için zayıflık anlamına geldiğini, sorumluluğu taşıyan bir
vekiller heyeti bulunduğunu ve Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı sıfatı ile bir
sorumluluğu olmadığını söyleyen Hüseyin Avni Bey, sorumluluk gerektiren bu
görevin başarısızlıkla sonuçlanması halinde Paşa’nın başkanlıktan da düşürüleceğini,
bununla beraber kendisinin sorumlu tutulmasının ve başkanlıktan düşürülmesinin
istenmediğini ve bütün dünya tarafından tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın
yıpratılmaması gerektiğini ilave edecekti. Aralarında Trabzon mebusu Hüsrev
(Gerede), Bolu Mebusu Tunalı Hilmi, Kozan mebusu Fevzi (Çakmak) Beyler ile
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in de bulunduğu bir çok mebus kanunun
uzatılması yönünde görüş belirteceklerdi. Öte yandan Erzurum mebusu Süleyman
Necati Bey ordunun ihtiyacının giderilmesine katkısı olmadığı gerekçesiyle kanunun
ikinci maddesiyle verilen başkomutanlık yetkilerinin kaldırılmasına yönelik bir teklif
verecek, on altı mebus da oylamanın isim belirtilerek yapılması yönünde bir teklif
sunacaktı. Neticede birçoğu İkinci Grup’ta yer alacak mebusların tutumuna rağmen
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının 152 kabul, 12 ret ve 3 çekimser oy
sonucunda üç ay süre ile uzatılması kabul edilecekti. Aynı gün yapılan açık oturumda
276
da herhangi bir tartışma yaşanmadan yine oy çokluğu ile uzatma gerçekleşecekti.602
Muhalif mebuslar bu defa tavrını açıkça ortaya koymakta bir sakınca görmeyecek ve
Ağustos ayında dışarıya verilmek istenen birlik beraberlik mesajı, kanunun bu ilk
uzatması gerçekleşirken verilmeyecekti. Bu noktada Hüseyin Avni Bey’in yukarıda
bahsedilen konuşmasında bir tehdit havası sezildiğini söylemek yerinde olacaktır.
Hüseyin Avni Bey, konuşmasında adeta mebuslara ‘Mustafa Kemal Paşa’nın
başkomutanlığını uzatırsanız, bununla beraber ordunun bir başarısızlığı söz konusu
olursa, bunun sorumlusunun Mustafa Kemal Paşa olacağını bilmelisiniz.’ kabilinden
sözler saf edecek, bütün dünya tarafından bilinen Paşa Hazretlerinin Meclis
başkanlığının da önüne geçmeyin’ mesajı vermeye çalışacaktı. Bu sözleri söylerken
ileride İkinci Grup adı altında örgütlenecek olan mebusların desteğini de arkasında
hissettiğini belirtmek gerekir. Aksi halde ilk başkomutanlığının ardından zaferle
neticelenen Sakarya Savaşı’nın getirdiği bahar havası nedeniyle Mustafa Kemal
Paşa’nın başkomutanlığını engellemeye yönelik sözler söylememesi gerekecekti. Öte
yandan Hüseyin Avni Bey’in bu tutumunun, Meclis yetkilerini, velev ki zaferler de
getirse, herhangi bir kimseye vermek istememe anlayışından kaynaklandığının altını
çizmek gerekir. Hal böyleyken gelişmelerin Mustafa Kemal Paşa lehinde ilerlediği
bir zamanda Hüseyin Avni Bey’in, bu anlayışını destekleyecek gerekçeler bulması
gerekecek ve bu defa Paşa’nın yıpratılmaması gerektiği tezini işleyecekti.
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının süresi 5 Şubat’ta bir kez daha
dolacağından 2 Şubat 1922 tarihinde konu Meclis gizli oturumunda ele alınmıştı. İlk
sözü fevkalade tedbirlerin fevkalade zamanlara mahsus olduğunu söyleyen Hüseyin
Avni Bey almış ve bir kez daha tek sorumlunun Mustafa Kemal Paşa olmasının
602
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.413-430, 31 Ekim 1921; TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.14, s.6, 31 Ekim 1921.
277
kendisini yıpratacağını ileri sürmüştü. Esasında Hüseyin Avni Bey, Meclis’in
yetkilerini kullanmaya devam edecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığa
devam etmesinden duyduğu hazımsızlığı bir kez daha 'kendisini yıpratmayalım’
şeklindeki sözleriyle örtmeye çalışmıştı. Tunalı Hilmi Bey’in, Hüseyin Avni Bey’in
bir muhalif olduğu ve bu nedenle cevap vermeye bile gerek olmadığı şeklindeki
cevabının ardından kanun teklifinin yine aynı şartlarda uzatılacağı kabul edilmişti.
Gizli oturumda kısa süren görüşmenin ardından başkomutanlığın uzatılması konusu 4
Şubat’ta Meclis açık oturumunda ele alınmıştı. Önceki açık oturumlarda hiç tartışma
yaşanmamışken bu defa durumun değiştiği görülmüştü. Muhalif Karahisarı Şarki
(Şebinkarahisar) mebusu Mustafa Bey gizli oturumdaki tekliften farklı bir
başkomutanlık teklifi getirmiş, başkomutanın Meclis yetkilerini kullanma hakkını
içermeyen, yalnız Büyük Millet Meclisi ordusunu kumanda etmesini içeren bu teklif
tartışmaları beraberinde getirmiş, Mersin mebusu Salâhattin Bey de bu teklifin
Meclis yetkisini azaltmayan bir teklif olduğunu ve olağanüstü yetkileri gerektiren
olağanüstü bir durum olmadığını söylemişti. Gizli oturumda kabul edilen teklif
görüşülürken Salâhattin Bey oylamanın isim belirtilerek yapılmasını istemiş, oylama
yapılıp kanunun kabul edildiği açıklanınca kanunun cebren kabul edildiği ve
başkanlık istibdadı gibi değerlendirmeler yapılmış, oturumu yöneten Musa Kâzım
Efendi de kanunun kabul edildiğini söyleyerek oturuma son vermişti.603
Başkomutanlık kanununun üçüncü kez uzatılması görüşmeleri Meclis’in 4 Mayıs
1922 tarihli gizli oturumuyla başlamıştı. Görüşmeler başladıktan sonra söylenenleri
milletin de duymasını istediklerini söyleyen muhalif mebuslar konunun gizli
oturumda ele alınmasına karşı çıkmış, ancak Musa Kâzım Efendi’nin yönettiği
603
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.675-677, 2 Şubat 1922; TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.16, s.202-204.
278
oturumda gizli oturum yapılması kararı alınmıştı. Başkomutanlık kanununun
çıkarıldığı Sakarya Savaşı’ndan önceki durumun artık olmadığını söyleyen
muhalifler, özellikle başkomutana Meclis’in yasama yetkisini veren ikinci maddenin
yasadan çıkarılmasını önermişlerdi. Amacın düşmanı yurttan atmak olduğunu
söyleyen Hüseyin Avni Bey, başkomutanlık gerekli ise bunun ayrı bir kanunla
verilmesi teklifinde bulunmuş, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis’in gerekli
gördüğü bir zamanda vermiş olduğu yetkiyi geri alması gerektiğini savunmuş,
Mersin mebusu Salâhattin Bey de ikinci madde kaldığı müddetçe muhalif olacağını
dile getirmişti. Bununla beraber muhaliflere göre, başkomutan bu yetkiyi yanlış
kullanmış ve Tekalif-i Milliye uygulamalarında yolsuzluklar yapılmıştı. Meclis
İkinci Reisi Rauf Bey muhaliflere, başkomutanın yetkilerinin geri alınmasının
güvensizlik anlamına geleceğini, bunun hem içeride hem de dışarıda olumsuz bir etki
bırakacağını ve kanunun yenilenmesi gerektiğini ifade etmişti. Vaktiyle verilen
yetkilerin geri alınmasının başkomutanlık için zaaf anlamına geleceğini söyleyen
Fevzi Paşa’nın verdiği cevaplar da muhalefetin eleştirilerini bitirmemişti. 17 imzalı
bir önerge vererek ikinci maddenin kaldırılmasını isteyen muhaliflerin bu önergesi
12 çekimser, 73 kabul ve 91 ret oyu ile kabul edilmemiş, bundan sonra kanunun üç
ay daha uzatılması oy çokluğu ile kabul edilmişti.604 Başkomutanlık kanunu
çıkarılırken gizli oturumda oylamaya katılan 182 mebusun 13’ü, ilk uzatmada ise
159 mebustan 12’si ret oyu kullanmıştı. 1922 yılı Mayıs ayına gelindiğinde muhalif
mebusların ikinci maddenin iptalini isteyen önergesine 73 kabul oyunun çıkması
muhaliflerin hatırı sayılır bir oranda güçlendiği anlamına gelmekteydi. Yine de
muhaliflerin teklifi reddedilmiş ve kanunun olduğu gibi uzatılması yönündeki teklif
604
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.309-330, 4 Mayıs 1922.
279
oy çokluğu ile kabul edilmişti. Gizli görüşmenin tamamlanmasından sonra vakit
geçirmeden açık oturuma geçilmiş, Hüseyin Avni Bey, çok gerekli bir zamanda
geçici bir süre için verilmiş olan yetkilere artık gerek kalmadığını ifade etmiş,
konuşmasının ardından maddeler tek tek oylanarak kabul edilmişti. Ne var ki
kanunun tamamı üzerine yapılan oylamaya muhalifler katılmadığı için kanunun
kabulü veya reddi için yeter sayı olan 161’e ulaşılamamış, bu nedenle kanunun 4
Mayıs’ta kabulü mümkün olmamıştı.605 Meclis’in ertesi gün toplanmaması, kanunun
süresinin dolduğu 5 Mayıs’ta da uzatılamaması ve Mustafa Kemal Paşa’nın
başkomutanlığının resmi olarak sona erdiği anlamına gelmekteydi. 5 Mayıs’ta
Vekiller Heyeti üyelerinden Fevzi ve Kâzım Paşalar ile Rauf, Fethi ve Yusuf Kemal
Beylerle bir görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa bu görüşmenin ardından durumu
Kâzım Karabekir Paşa’ya da bildirmiş, Ankara dışında bulunduğu süre içerisinde
Meclis’te ordunun yetkilerine müdahale eder biçimde muhalefetin arttığını söylemiş,
ertesi günkü oturumda da sonucun olumsuz çıkması durumunda ne yapılması
gerektiği konusunda yol arkadaşının fikrini sormuştu. Kâzım Karabekir Paşa
cevabında doğu ordusu ve halkının hükümete bağlılığını bildirerek, içeriye ve
dışarıya karşı Meclis’in varlığının gerekli olduğunu, ancak birliğin de sağlanması
gerektiğini söylemiş ve muhaliflerin hedefleri konusunda bilgilendirilmesini
istemişti.606 Muhaliflerin tavrı yüzünden başkomutanlığın süresinin açık oturumda
uzatılmamış olması Mustafa Kemal Paşa’yı harekete geçirmişti. 6 Mayıs 1922
tarihinde konu başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşlarıyla ‘hususi hasbıhal
yapmak’ amacıyla yapılmasını teklif ettiği gizli celsede ele alınmıştı. Konuşmasına
rahatsızlığı nedeniyle görüşmelere katılamadığını, tutanakları incelediğini ve
605
606
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s. 519-522, 4 Mayıs 1922.
Atatürk’ün Tamim…, 461-462; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1233-1234.
280
görüşmelere katılanlar kadar bilgili olduğunu söyleyerek başlayan Mustafa Kemal
Paşa kanunun uzatılması aleyhinde konuşanlara karşı sert cevaplar vermeye
başlamıştı. İlk olarak Meclis’in yetkilerini gasp ettiği eleştirisine karşı Meclis’in
kendisinin eseri olduğunu ve eserini küçültmek değil, yükseltmekle görevli olduğunu
söylemiş, kendisinin ‘başkomutanlığı bana verin’ şeklinde bir talebinin olmadığını,
bu talebin kendisine Meclis tarafından geldiğini ve Meclis’in yetkilerini gasp etmek
gibi bir düşüncesinin hiçbir zaman olmadığını ifade etmişti. Meclis’teki muhalefet
nedeniyle başkomutanlığın bir veya iki gün boşlukta kaldığını ve halihazırda
ordunun komutansız olduğunu dile getiren Mustafa Kemal Paşa, orduyu komutansız
bırakamayacağı için başkomutanlıktan vazgeçemeyeceğini ve muhalefet nedeniyle
iki gündür kanuna aykırı olarak komutanlık yaptığını söylemişti. Engellemelerin
sadece bu kanunun uzatılması konusunda değil, vekil seçimi gibi başka konularda da
yapıldığını ve hükümetin iş göremez hale getirildiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa,
Sakarya arifesinden daha tehlikeli bir zamanda bulunduklarını, bu anarşi ile
keşmekeşe bir son verilmesi gerektiğini söylemiş ve milletin mebusları Meclis’e
bunun için göndermediğinin altını çizmişti.
Mustafa Kemal Paşa’dan sonra söz alan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi
Paşa, başkomutanlık kanununun ilk çıktığı zaman gizli görüşmede ret oyu veren
mebusların açık oturumda dışarıya karşı kuvvetli görünmek gerekçesiyle kabul oyu
verirken, son açık oturumda kanunun uzatılmasını engellediklerine dikkat çekmiş ve
muhaliflerin bu engelleme girişimlerinden vazgeçmelerini istemişti. Salâhattin ve
Hüseyin Avni Beyler ise önceki gizli celsede yaptıkları konuşmaların yanlış
anlaşıldığını, Mustafa Kemal Paşa’yı yormamak için ona fazla yetki vermek
istemediklerini ve niyetlerinin muhalefet yapmak olmadığını söylemişlerdi. Bu
281
konuşmalar gerginliği azaltsa da Hüseyin Avni ve Salâhattin Beylerin başkomutanın
yetkilerinin Meclis’e devredilmesi noktasındaki itirazları devam etmişti. Meclis
kararına karşı geleceği şeklinde algılanabileceği düşüncesiyle başkomutanlığı
bırakmayacağına dair önceki sözlerini düzeltme ihtiyacı duyan Mustafa Kemal Paşa
da konuşmalarını yumuşatmış ve kendisinin bu görevi bırakmasına Meclis’in razı
olmayacağını söylemişti. Hüseyin Avni Bey, Meclis’te anlaşmazlık çıkmasını
istemediklerini ancak Birinci Grup’un kurulması ile zaten bir anlaşmazlığın ortaya
çıktığını söyledikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın, vekillerin seçimiyle ilgili aday
gösterme usulünden vazgeçmesi ve kanunun kendisine tanıdığı olağanüstü yetkileri
yeniden Meclis’e devretmesi halinde sorunun kendiliğinden çözüleceğini söylemişti.
Salâhattin Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı devam ettirmesini,
bununla beraber ikinci madde ile kendisine verilen yetkileri Meclis’e devretmesi
gerektiğini ifade etmişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa yeniden söz almış ve
başkomutana verilen yetkinin hiçbir şekilde sorgulanmaz bir yetki olmadığının altını
çizmişti. Görüşmenin yeterli görülmesinin ardından geçilen açık oturumda Mustafa
Kemal Paşa’nın başkomutanlığının üç ay daha uzatılması 15 çekimser ve 11 ret oya
karşı 175 oyla kabul edilmişti.607
Başkomutanlık kanununun uzatılması konusundaki son görüşme Temmuz ayında
gerçekleşti. Kanunun Mustafa Kemal Paşa’ya olağanüstü yetkiler veren ikinci
maddesi muhaliflerin isteği üzerine değiştirildi. Böylece Büyük Taarruz’dan yaklaşık
607
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.334-353, 6 Mayıs 1922; Açık oturumda kabul
oylarının 177 olduğu açıklanmışsa da kabul oyu veren mebusların listesinden bir kontrol yapıldığında
kabul oyu veren mebus sayısının 175 olduğu görülmektedir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.19, s.527-530, 6 Mayıs 1922. Demirel, 4 Mayıs’ta yapılan oylamada hazır bulunan 98
Birinci Grup üyesi mebustan sadece 74’ünün kabul oyu verdiğini, 6 Mayıs’taki oylamada ise 123
Birinci Grup üyesi mebusun 120’sinin kanunun uzatılması lehinde oy kullandığını söylemektedir. Bu
durum Mustafa Kemal Paşa’nın katıldığı oturumların üyeler üzerindeki etkisini göstermektedir. Öyle
ki bu etkinin İkinci Grup için de geçerli olduğu söylenebilir. Zira ilk oylamada 34 mebusun tamamı
aleyhte oy kullanırken, ikinci oylamada 13 kabul, 9 çekimser, 10 da ret oyu çıkmıştı. Bkz. Demirel,
Birinci…, s.301-302.
282
bir ay önce 20 Temmuz 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı
süresiz olarak uzatılmış oldu. Esasında muhalefeti memnun eden ve başkomutanın
yetkilerini Meclis’e geri veren bu değişikliği Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi
istemişti. O gün başkomutanlık kanununun 4 Ağustos’tan itibaren üç ay daha
uzatılmasını öngören yasa teklifi Meclis gündemine geldiğinde Mustafa Kemal Paşa
yumuşak bir konuşma yapmıştı. Yasada başkomutana verilen olağanüstü yetkilerin
ordunun maddi ve manevi gücünü arttırmak, sevk ve idareyi tarsin için verildiğini,
ancak artık buna ihtiyaç kalmadığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, ordunun
manevi kuvvetinin herhangi bir tedbire gerek bırakmayacak şekilde en yüksek
derecede olduğunu, böyle bir makamın zaferin elde edilmesine kadar devam
edeceğini ve zaferden sonra yüce heyetiniz içinde milletin bir bireyi olmakla mutlu
olacağını söylemişti. 608 Mustafa Kemal Paşa’nın neden böyle bir konuşma yaptığının
cevabını ileride görüleceği üzere yol arkadaşları ile Refet Bey’in Keçiören’deki
köşkünde yapılan görüşmede aramak lazımdır. Mustafa Kemal Paşa bu sözleri ile
kendisine muhalif olanlara karşı taktiksel bir yol izlemişti. Böylece yetkilerin geri
verilmesi nedeniyle Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı tartışma yaşanmadan
süresiz olarak uzatılmış oldu.
Başkomutanlık kanununun uzatılması her gündeme geldiğinde İkinci Grup
mensuplarının şiddetli eleştirilerine muhatap olan Mustafa Kemal Paşa, seçim kararı
alınıp da yeni seçimlere gidileceği belli olana kadar İkinci Grup mebuslarının bu
eleştirilerine katlanmak durumunda kalmıştı. Özetle 31 Ekim 1921, 4 Şubat 1921 ve
6 Mayıs 1922 tarihlerinde üç ay süreyle uzatılan Mustafa Kemal Paşa’nın
608
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.430-435, 20 Temmuz 1922. Kanunun süresiz olarak
uzatılması üzerine yol arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir tel gönderen Mustafa Kemal Paşa,
Meclis’in olumlu bir yola girdiğini, başkomutanlık yetkilerinin belirsiz bir süre için uzatıldığını ve
birkaç gün içinde cepheye gideceğini söylemişti. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1282.
283
başkomutanlığı, Meclis yetkilerinin geri verilmesinin ardından 20 Temmuz 1922
tarihinde artık süresiz olarak uzatılmış oldu.
3.3.
MİLLİ
MÜCADELE
SIRASINDA
YOL
ARKADAŞLARININ
ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER
a) Milli Mücadele Sırasında Rauf Bey’in Üstlendiği Görevler
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığını haber almasının ardından Ege bölgesi
üzerinden Ankara’ya, oradan da Ali Fuat Paşa ile birlikte Amasya’ya giden Rauf
Bey, Amasya Kararları’nın alındığı tarihi günlerin ardından Mustafa Kemal Paşa ile
birlikte Sivas üzerinden Erzurum’a gitmişti. Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne
seçilen Rauf Bey, yine Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Erzurum’dan Sivas’a,
Sivas’tan da Ankara’ya gelmişti. Bilindiği gibi Rauf Bey, Amasya’dan itibaren en
yakınında bulunduğu yol arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’dan İstanbul’da toplanacak
olan Meclis-i Mebusan’a katılacağı zamana kadar ayrılmamıştı. Rauf Bey’in
İstanbul’a gitmesiyle birlikte mebus seçilmesine rağmen güvenlik gerekçesiyle
Meclis-i Mebusan’a katılmayan ve gelişmeleri Ankara’dan takip etmeye çalışan
Mustafa Kemal Paşa’nın istekleri Rauf Bey aracılığı ile İstanbul’da bulunan Milli
Hareket temsilcilerine iletilmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a giden
arkadaşlarından istediklerinin yerine getirilmesi noktasında iyi bir sınav vermeyen
Rauf Bey, İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16 Mart 1920 tarihinde
tutuklandıktan sonra Harbiye Eski Nazırı Mersinli Cemal Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Reisi Cevat Paşa gibi kimselerle birlikte Malta’ya götürülmüş, eski
Sadrazam Sait Halim Paşa’dan ordu komutanlarına, İsmail Canbulat gibi eski
nazırlardan mebuslara, Hüseyin Cahit ve Ahmet Emin gibi gazetecilere, tehcir
284
suçlusu olarak getirilen subaylara ve hatta Kafkasya’dan getirilen milliyetçilere kadar
çoğunluğu İstanbul Hükümeti tarafından tutuklandıktan sonra İngilizlere verilen 115
kadar tutuklu ile birlikte yirmi ay kadar süren bir sürgün hayatı yaşamaya mecbur
edilmişti.609 23 Ekim 1922’de Anadolu’da bulunan İngiliz esirleri ile Malta’daki
Türk esirlerinin değişimi konusunda İngilizler ile anlaşılması610 üzerine 1 Kasım
1922 tarihinde İnebolu’dan serbest bırakılan Rauf Bey, 4 Kasım günü bir kafile
içerisinde Ankara’ya doğru yola çıkmıştı.611 İki yıla yaklaşan bu sürgün hayatından
sonra Ankara’ya dönen Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 15 Kasım’da
Meclis’e gelerek yeni mebuslarla tanışmış, şiddetli alkışlar eşliğinde kürsüye gelerek
genel kurula hitap eden bir konuşma yapmıştı.612 Rauf Bey, 11 Kasım 1921’de
Ankara’ya gelmiş,613 ilk olarak 14 Kasım’da Meclis’te istifası okunan Amasya
mebusu Ömer Lütfi Bey’den boşalan Nafia Vekilliği’ne 17 Kasım’da seçilmişti.
Seçimlerde çoğunluk için gerekli olan 84 mebusun oyunu Rauf Bey almış, 55 mebus
çekimser kalmış, adaylıktan çekildiğini açıklamış olan Mersin mebusu Salâhattin
Bey’e 12 oy çıkmış, öteki adaylara da ikişer üçer oyun verildiği açıklanmıştı.
Kullanılan 167 oydan 84’ünü almayı bu görevi yerine getirmek için yeterli görmediği
gerekçesiyle 21 Kasım’da istifa eden Rauf Bey’in istifası Meclis tarafından kabul
edilmemiş ve aynı gün yapılan seçimlerde 163 mebusun 162’sinin oyunu alan Rauf
Bey istifasını geri alarak görevine başlamıştı.614
609
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.304; Jaeschke, Kurtuluş…, s.182.
Anlaşma, Malta’da tutuklu bulunan 51 Türk ile Anadolu’da tutuklu 17 Britanya vatandaşının
mübadelesini öngörüyordu. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.193-194.
611
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.311-312.
612
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.218-219, 15 Kasım 1921.
613
Sarıhan, Kurtuluş…, c.IV, s.337.
614
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.206, 14 Kasım 1921; c.14, s.252-254, 17 Kasım
1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.286-289, 21 Kasım 1921; Rauf Bey hatıralarında
Nafia Vekâleti seçimleri için 14 Kasım’da yapılan oylamada kendisine 86 oy verildiğini gazetede
gördüğünü söylemekteyse de tutanaklarda kendisine verilen oy sayısının 84 olduğu görülmektedir.
Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.338.
610
285
O günler Meclis’te Birinci ve İkinci Grup mebusları arasında tartışmaların yaşandığı
günlerd1. Ordunun epey zamandır pasif durumda olduğunu ve bir türlü taarruza
geçilmediğini ileri süren muhalifler, Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa’nın
Meclis’te yapılan gizli oturumda verdiği cevaplara rağmen itirazlarına devam etmiş,
her fırsatta eleştirilerinin şiddetini arttırmıştı. Nafia Vekilliği’nde uzun süre
kalmayan Rauf Bey, yokluklar içinde bulunan memleketin imarı için yapabileceği bir
şey olmadığını ve işin ehline verilmesi gerektiğini ileri sürerek 7 Ocak’ta istifa
etmeyi tercih etmişti. Meclis’teki muhalefetin yanında Erzurum’da bulunan Kâzım
Karabekir Paşa da Ankara’da alınan kararlardan memnun olmadığını belirtmekteydi.
Gerek Kâzım Karabekir Paşa’nın gerekse Meclis’teki muhalefetin çıkış noktası
esasında devlet ve hükümet işlerinin Meclis tarafından idare edilmesi gerekirken tek
elden idareye doğru kaydırılması şeklindeydi.615
Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in istifasını Nutuk’ta Rauf Bey’den farklı bir şekilde
ele almakta ve bu istifanın başka bir yönüne dikkati çekmektedir. Sakarya Savaşı’nın
üzerinden üç dört ay kadar sonra bazı muhalif seslerin yükseldiğini söyleyen Mustafa
Kemal Paşa, Malta’dan döndükten hemen sonra Nafia Vekâleti’ne getirilen Rauf Bey
ile Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti üyeliğine getirilen Kara Vasıf Bey’in de
buna katkı verdiğini, hatta Rauf Bey’in Vekiller Heyeti’nde, Vasıf Bey’in de Grup
Heyeti’nde, takip edilen askeri siyasetin ne olduğu konusunda izahatta bulunduğunu
söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa askeri siyasetin tam bağımsızlığın kazanılmasına
kadar mücadele etmek olduğunu, bu meselenin ne Vekiller Heyeti ne de grupta
müzakere ve tartışma konusu yapılmasına izin vermediğini, bu durumun da Rauf ve
615
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.368-370.
286
Vasıf Beylerin istifalarını doğurduğunu ifade etmektedir.616 10 Ocak tarihli dilekçe
ile Refet Paşa da o günlerde Milli Müdafaa Vekilliği’nden istifa etmiş, sağlık
gerekçesiyle gerçekleştiği bildirilen istifa iki gün sonra Meclis’te duyurulmuştu.
Aynı gün ilk olarak Meclis’in 7 Ocak 1922 tarihli gizli oturumunda açıklanan Rauf
Bey’in sağlık nedenlerinden kaynaklandığı bildirilen istifası, bir kez daha
duyurulmuştu.617 Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’dan boşalacak vekilliği Doğu
Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya önerdiyse de bu öneri karşısında
kendisinin Doğu’dan alınmak istendiği kuşkusuna kapılan Kâzım Karabekir Paşa,
Rusların bu tercihten kuşkulanacağı ve bunun İngilizlerin işine yarayacağı
gerekçeleriyle vekillik teklifini reddetmişti.618
Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olan muhalefet, sadece neden saldırıya geçilmediği ve
Gazi’nin cepheye gitmek yerine neden Ankara’da kaldığı gibi sözlerin ortalıkta
dolaşmasından ibaret değildi. Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın hem Meclis
Başkanı hem de Başkomutan olup olamayacağı dile getirilmekte ve kurulacak bir
harp encümeninin bu meseleyi çözüme kavuşturması istenmekteydi. Rauf Bey’in
istifasının o sıralarda ortalıkta dolaşan nedeninin işte bu harp encümeninin
toplanmaması olduğu da söylenmekteydi. Öyle ki Milli Müdafaa Vekili Refet Bey de
aynı zamanda istifa etmiş, Erzurum’da bulunan Doğu Cephesi Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa da encümenin toplanması yönündeki isteklere destek vermişti.619
616
Nutuk, s.420-421. Rauf Bey’in istifası Meclis’in 7 Ocak 1922 tarihli gizli oturumunda açıklanmış,
istifa gerekçesi olarak da sağlık nedenleri gösterilmişti. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci
Dönem, c.2, s.588.
617
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.588, 7 Ocak 1922; TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.16, s.16, 12 Ocak 1922.
618
Atatürk’ün Tamim…, s.448; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1174-1176.
619
Aydemir, Tek…, c.II, s.459.
287
Rauf Bey’in Nafia Vekilliği’nden sonra üstleneceği vazife 1 Mart 1922 tarihinde 239
mebustan 191’inin oyu ile seçileceği Meclis İkinci Reisliği olmuştu.620
b) İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey
İkinci Grup’a mensup vekillerin 8 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilen İcra Vekilleri
Heyeti’nin seçimine ilişkin değişiklik teklifinden yukarıda bahsetmiştik. Bu
değişiklikle birlikte artık İcra Vekilleri Reisi ile vekillerin Meclis Başkanı’nın
göstereceği adaylar arasından değil, gizli oy ile Meclis tarafından seçileceği usulü
kabul edilmişti. Bu değişikliğin ardından Fevzi Paşa Hükümeti, 9 Temmuz’da istifa
etmiş, üç gün sonra da bu göreve Birinci ve İkinci Grup’un oyları ile Rauf Bey
seçilmişti. Mustafa Kemal Paşa, önceki günlerde Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare
Heyeti ile olağanüstü bir toplantı yapmış, toplantıda hükümeti Rauf Bey’in kurması
konusunda bir eğilim ortaya çıkmıştı. Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkomutan
Mustafa Kemal Paşa, İcra Vekilleri Heyeti’nin seçiminden önce de Rauf Bey ile
görüşmüş, Meclis Başkanı tarafından onaylanmayan vekiller heyeti kararlarının bir
geçerliliği olmadığı ve bu nedenle İcra Vekilleri Heyeti başkanlığının bir yetkisi ve
serbestisi bulunmadığından yakınan Rauf Bey’e mebuslar tarafından tercih edildiğini
söylemişti. Hem Müdafaa-i Hukuk Grubu hem de İkinci Grup üyeleri tarafından
hükümeti kendisinin kurması yönünde bir eğilimin ortaya çıkması üzerine Rauf Bey,
başka bir isim üzerinde uzlaşılmasını tavsiye ettiğini ve hükümeti kurma görevini
kabul etmediğini ifade etmektedir. Bununla beraber hükümetin kurulamadığı iki
günün ardından Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından ikna edilişini şu şekilde
anlatmaktadır:
“Üçüncü günün akşamı, Mustafa Kemal Paşa beni Meclis’teki odasına davet etti:
620
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.18, s.20, 1 Mart 1922.
288
‘Rauf Kardeşim,’ dedi.’Niçin istinkâf ediyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka
birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?’
‘Söyleyeyim Paşam,’ dedim.’Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben
de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Hâlbuki benim imanım, bu
orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi
katiyen kabul edemem.’
Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
‘Kardeşim, ben namussuz muyum?’ deyince ben hayret ettim.
‘Ben böyle bir şey söylemedim.’
‘O halde, sana namusumla söz veriyorum. Heyeti Vekile reisliğini kabul et, hükümet kur, senin hiçbir
işine karışmayacağım.’ dedi ve hakikaten dediğini yaptı.”
Meclis’te bulunan 204 mebusun 197’sinin oyunu alarak İcra Vekilleri Heyeti
Başkanlığı’na seçilen Rauf Bey, alkışlar arasında kürsüye gelerek yaptığı teşekkür
konuşmasında “…uhdeme tevdi buyurduğunuz vazifeyi hakkıyla ifaya Allah huzurunda kasem
ediyorum. Milletimizin amali ve şeriat-i Ahmediyenin gösterdiği tariklerden inhiraftan Allah beni
muhafaza buyursun. Her hususta rehberim, Müzaheret-i İlahiye ve Peygamberimiz Efendimiz
Hazretlerinin ruhaniyeti olacaktır.” sözlerini sarf etmiş ve ertesi gün de Meclis İkinci
Reisliği görevinden istifa etmişti.621 Rauf Bey, 12 Temmuz 1922 tarihinden 4
Ağustos 1923 tarihine kadar İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti görevini üstlenmiş,622 bu
görevi sırasında saltanatın kaldırılması ve Lozan’da anlaşmaya varılması gibi çok
önemli gelişmeler yaşanmıştı.623
Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı’na seçildiği günler Meclis’te
muhalefetin sesini yükselttiği ve taarruz hazırlıklarının son aşamasına geldiği
günlerdi. Kısa süre sonra başlayan taarruzla birlikte zaferin ayak sesleri de
621
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.359, 12 Temmuz 1922; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”,
c.III, s.371.
622
Nutuk, s.441-442.
623
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.359, 12 Temmuz 1922.
289
duyulmaya başlamıştı. Rauf Bey, İcra Vekilleri Heyeti Başkanı olarak o günlerde
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’dan gelen müjdeli haberleri624 Meclis’e duyurmuş,
ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan
Muharebelerinde üstün hizmet gösteren bazı kimselerin Meclis tarafından
takdirname ile ödüllendirilmesi, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’nın
müşirliğe, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile ordu komutanları Nurettin ve
Yakup Şevki Paşaların da ferikliğe terfi ettirilmesi gibi çalışmalara öncülük
etmişti.625 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Yusuf Kemal Bey’in rahatsızlığı
nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti tarafından Hariciye Vekilliği’ne tayin edilmiş, Yusuf
Kemal Bey’in daha sonra izinli sayılması nedeniyle yapılan Hariciye Vekâleti
Vekilliği seçimini de kazanmıştı. 16 Ağustos 1922 tarihinde yapılan ve 157 mebusun
katıldığı ilk seçimde Rauf Bey 155 oy almış, ancak toplantı yeter sayısına
ulaşılamadığı için bu seçimden bir sonuç alınamamıştı. Aynı gün yapılan ikinci
seçim sonucunda Rauf Bey 177 mebustan 173’ünün oyunu alarak Hariciye Vekâleti
Vekilliği’ne seçilmişti.626 Rauf Bey, İcra Vekilleri Reisliği devam ederken İsmet
Paşa’nın 3 Kasım’da Lozan Konferansı için izinli sayılması nedeniyle Hariciye
Vekâleti Vekilliği’ni bir kez daha üstlenmiş, 6 Kasım’da yapılan seçim sonucunda
oylamaya katılan 205 mebusun 178’inin oyunu almıştı. İkinci kez başlayan Lozan
Konferansı görüşmeleri nedeniyle İsmet Paşa bir kez daha izinli sayılınca 15 Nisan
1923 tarihinde bir seçim daha yapılmış, oylamaya katılan 183 mebusun 176’sının
oyunu alan Rauf Bey vekâlet vekilliğine bir kez daha seçilmişti.627
624
Atatürk’ün Tamim…, s.470-481.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.371, 401, c.IV, s.18.
626
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.22, s.171-172, 181-182, 196, 16 Ağustos 1922.
627
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.404, 6 Kasım 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.29, s.156-159, 15 Nisan 1923.
625
290
c) Milli Mücadele Sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın Üstlendiği Görevler
Milli Mücadele’nin başlamasından önce, Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul’da iken
Kâzım Karabekir Paşa merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanlığı’na
tayinini yaptırmayı başarmış, Milli Mücadele süresince de bu bölgede kalmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın 7/8 Temmuz 1919 gecesi 3. Ordu Müfettişliği görevinden
alınmasından sonra, kendisinden boşalan yere vekâleten getirilen Kâzım Karabekir
Paşa, yukarıda da değinildiği üzere Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in telkinleriyle
15. Kolordu Komutanlığı da uhdesinde kalmak üzere bu görevi kabul etmişti. Ne var
ki İstanbul Hükümeti, Kâzım Karabekir Paşa’nın ordu komutanlığı yetkilerinden
rahatsızlık duymuş ve 3. Ordu Müfettişliği’ni lağvederek Kâzım Karabekir Paşa’yı
sadece 15. Kolordu Komutanı olarak bırakmıştı.
Kâzım Karabekir Paşa’nın, uhdesindeki 15. Kolordu Komutanlığı’nın Şark Cephesi
Komutanlığı’na dönüştürülmesi neticesinde üstlendiği yeni görev esasında bir isim
değişikliği neticesinde gerçekleşmişti. İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16
Mart 1920 tarihinde, bir aksi seda olarak Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla
temas sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifinde bulunan
Kâzım Karabekir Paşa, bu tarihten sonra Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak ve
Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda
Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş, ancak Mustafa Kemal Paşa tarafından
yukarıda Sovyet Rusya ile ilişkiler bağlamında bahsedilen gerekçeler nedeniyle 1920
yılı sonbaharına kadar kendisine izin verilmemişti. 28 Nisan ve 6 Mayıs 1920
tarihlerinde Büyük Millet Meclisi’nden Doğu Cephesi Komutanlığı’nın kurulmasını
talep eden Kâzım Karabekir Paşa, Haziran ayında bu teklifinin kabul edildiği
cevabını almış ve harekâtın başlamasından evvel Şark Cephesi Komutanlığı’na
291
getirilmişti. Böylece 15. Kolordu Komutanlığı Şark Cephesi Komutanlığı’na
dönüştürülürken, Kâzım Karabekir Paşa da cephe içinde yer alan bütün askeri ve
sivil makamlar üzerinde yetkili kılınmış628 ve Doğu Harekâtı’nı başarıya ulaştırmıştı.
Milli Mücadele süresince Kâzım Karabekir Paşa’nın üstlendiği görevler kendisinin
Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini kabul etmemesi nedeniyle bu görevlerden ibaret
kalmıştı. 10 Ocak 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan Kâzım
Karabekir Paşa’ya Refet Paşa’nın istifasıyla boşalacak olan Müdafaa-i Milliye
Vekâleti’ni üstlenmek üzere Ankara’ya gelmesi davetinde bulunmuştu. Kesin
zaferden önce Doğu’dan ayrılmasının tehlikeli olacağı düşüncesiyle bu teklifi
hayretle karşıladığını düşünen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın
kendisini Doğu’dan ayırmak için uğraştığı kanaatine vardığını söylemektedir.
Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin Doğu’dan ayrılmasının herhangi
bir kişinin yapabileceği Müdafaa-i Milliye Vekâleti gibi bir vazife için değil, ancak
askeri ve siyasi bir zaruret halinde gerçekleşebileceğini ifade etmekte, doğudaki
çalışmasından endişe duyan birkaç kendini bilmez nedeniyle henüz bitmediğini
düşündüğü görevini bırakarak Ankara’ya gitme niyetinde olmadığını belirtmektedir.
Israr edilmesi halinde bir mebus olarak Meclis’te çalışma yolunu seçeceğini
söyleyen629 Kâzım Karabekir Paşa’nın bu davete icabet etmemesinin en temel nedeni
kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Paşa’ya karşı hissettiği
güvensizlik idi. Öte yandan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne Kâzım Paşa’nın seçilmesi
ile de bu mesele kapanmış, böylece
aynı zamanda Edirne mebusu da olan ve
doğudaki görevi nedeniyle Milli Mücadele süresince Meclis tarafından izinli sayılan
Kâzım Karabekir Paşa’nın Ankara’ya gelme durumu o gün için ortadan kalkmıştı.
628
629
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.825.
A.g.e., s.1174-1176.
292
Milli Mücadele sırasında kendisini Ankara’ya getirebilecek bu teklifi kuşkuyla
karşılayan
Kâzım
Karabekir
Paşa,
ancak
Milli
Mücadele’nin
zaferle
neticelenmesinden sonra 15 Ekim 1922 tarihinde Ankara’ya gelecektir.
d) Milli Mücadele Sırasında Ali Fuat Paşa’nın Üstlendiği Görevler
Milli Mücadele’nin başlangıcında Milli Hareket’in sırtını dayadığı iki önemli askeri
güçten birinin başında 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa vardı. Milli Hareket’in
telgraf haberleşmesinin sağlanması yanında Sivas Kongresi’ne delege toplanması
için canla başla çalışan Ali Fuat Paşa’nın varlığı, Temsil Heyeti’nin Sivas’tan
Ankara’ya gelmesinde de önemli bir etken olmuştu. Amasya Kararları’nın
alınmasından sonraki günlerde Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in, 26 Haziran’da ordu
müfettişliklerinin kadro ikmallerinin engelleneceği yönünde bir genelge yayımlaması
üzerine, Dahiliye Nazırı Ali Kemal’i düşmanla işbirliği yapmak suretiyle milletin
direnme gücünü kırmaya çalışmakla suçlayan bir karşı genelge yayımlayan Ali Fuat
Paşa, İstanbul’a askeri olarak ilk karşı çıkışı gerçekleştiren kişi olmuştu. 20. Kolordu
Komutanı Ali Fuat Paşa’nın tavırlarını hoş karşılamayan İstanbul Hükümeti
kendisini bu görevden uzaklaştırmak istemiş, Ali Fuat Paşa da tıpkı Mustafa Kemal
Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliği görevi sırasında olduğu gibi mümkün olduğunca
görevinin başında kalmaya gayret etmişti. 28 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye
Nezareti kolordulara Ali Fuat Paşa’nın, kendisine verilen görevleri tam olarak yerine
getirmediği ve daha da içinden çıkılmaz karışıklıklara sebebiyet verdiği için
azledildiği ve halefinin gideceği zamana kadar yerine Ankara’da bulunan Ahmet
Hulusi Paşa’nın vekâlet edeceğini bildirmiş, ancak 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat
Paşa komutayı hiçbir şekilde terk etmediği gibi, Ahmet Hulusi Paşa’yı uyarmak
293
suretiyle kendisinin görevi kabul etmesine engel olmuştu. Bu defa Harbiye Nezareti,
Ali Fuat Paşa’nın yerine Kiraz Hamdi Paşa’yı atamış, ancak Paşa’nın Ankara halkı
ve subayları tarafından istenmediği bildirilince Ankara’ya söz geçiremediğini
düşünen İstanbul Hükümeti 2. Kolordu’yu lağvetme kararı almıştı.
Ali Fuat Paşa, Sivas Kongresi’nin 9 Eylül tarihli oturumunda Batı Anadolu’daki tüm
milli güçlerin bir çatı altında toplanması amacına yönelik olarak Batı Anadolu
Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilmiş, ne var ki yeni unvanını
kullanması fiilen mümkün olmamıştı. 1919 yılı Kasım ayında Sivas’ta yapılan
Komutanlar Toplantısı’na katılan Ali Fuat Paşa 1920 yılı Haziran ayı sonlarında da
Batı Cephesi Komutanlığı’na getirilmişti. Bu yeni görevini beş ay kadar sürdüren Ali
Fuat Paşa, 1920 yılının Kasım ayında Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak atanmıştı.
Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasında düzenli orduya
geçilmesine engel olan sıkıntıların Ali Fuat Paşa ile çözülemeyeceğine dair kaygılar
ön plana çıkmıştı. Bu kaygıları arttıran gelişmelerden biri de Ali Fuat Paşa’nın,
Yunan ordusunun Gediz taraflarındaki bir fırkasına saldırı düzenlemek için Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne bir teklifte bulunmasıyla başlamıştı. Yukarıda da
bahsedildiği üzere Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin saldırıya sıcak
bakmamasına rağmen taarruzda ısrar eden Ali Fuat Paşa, 1920 yılı Ekim ayı
sonlarında başarısızlıkla neticelenen saldırı planını uygulamaya koymuştu. Ne var ki
ertesi gün Bursa taraflarında karşı saldırıya geçen Yunanlılar, hem Yenişehir ve
İnegöl’ü işgal etmiş, hem de diğer bir cepheden Dumlupınar’a kadar ilerlemişti.
Başarısız taarruzun ardından komutanlık nüfuzu zedelenen Ali Fuat Paşa bu
görevinden alınırken kendisini rencide etmeyecek bir yol bulunmalıydı. Ali Fuat
Paşa’nın, Moskova Büyükelçiliği gibi o sırada büyük önem verilen bir göreve
294
getirilmesiyle de bu mesele çözüme kavuşturulmuş oldu. Öte yandan Sovyet Rusya
ile olan dostluk münasebetlerini geliştirmenin ve bu ülkeden gelebilecek yardımlara
kapı aralanabilmesinin ne denli önemli olduğu Milli Mücadele’nin ilerleyen
zamanlarında ortaya çıkmıştı.
Fahir Armaoğlu, Moskova Büyükelçiliği’ne getirilen Ali Fuat Paşa’ya Sovyet Rusya
ile ittifak yapma, bu olmaz ise bir dostluk anlaşması ile yardım sağlama, Sovyet
Bolşevizmi ile Enver Paşa ve eski İttihatçıların Anadolu’ya sokulmamaları ve Sovyet
Rusya’yı olduğunca idare etmek gibi dört önemli görev verildiğini, Ali Fuat Paşa’nın
da bu görevleri önemli ölçüde yerine getirdiğini söylemektedir. Ali Fuat Paşa’nın
görevleri arasında sayılan ittifak meselesi söz konusu dahi olmamış, Bolşevizm ile
Enver Paşa ve eski İttihatçıların ülkeye sokulmaması görevleri ise Moskova
Anlaşması’nın 8. maddesinde yer alan tarafların birbirlerinin hükümetleri aleyhine
faaliyette bulunan hiçbir grup ve örgüte izin vermeyecekleri ifadesiyle dolaylı olarak
çözülmüştür.630
21 Kasım 1920 tarihinde Moskova Büyükelçiliği görevine getirilen Ali Fuat Paşa,
1920 yılı Aralık ayı başında Ankara’dan ayrılacak, Kâzım Karabekir Paşa tarafından
karşılandığı Kars’ta, Ruslarla yapılması planlanan bir anlaşma için yola çıkan
Hariciye Nazırı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki bir heyetin kendilerine
katılmasının ardından 19 Şubat 1921 tarihinde Moskova’ya varacaktı.631
Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa, Sovyet Rusya ile yapılan Moskova Konferansı
görüşmelerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil edenler içinde yer almış ve
16 Mart 1921 tarihli bu anlaşma ile Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi resmen tanımıştı.
630
Fahir Armaoğlu, “Ali Fuat Cebesoy ve Türk-Sovyet İlişkileri”, Ali Fuat Cebesoy’u Anma Paneli
(10 Ocak 1994), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1994, s.8-10.
631
Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara, 1982, s.129-143,
158-163; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1008-1009.
295
Ali Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliği’nden ayrılması Sovyet Fevkalade Emniyet
Teşkilatı’nın (ÇEKA) silahlı bir timinin 1922 yılı Nisan ayında büyükelçiliğe ait bir
binaya baskın yaparak Sovyetler aleyhine casusluk belgelerini taşıyor gerekçesiyle
bir çantaya el koymasıyla başlayan sürecin sonunda Ankara’ya gelmesinin ardından
gerçekleşmişti. 19 Haziran’da Sovyet Rusya’nın yaşananlardan üzüntü duyduğunu
bildirmesi üzerine bu ülke ile yaşanan sorunlar tatlıya bağlanmış, Ali Fuat Paşa da
Moskova’ya dönmek üzere yola çıkmıştı. Bununla beraber Ankara’da yaşanan bazı
görev değişiklikleri Ali Fuat Paşa’nın çıktığı yoldan dönmesine neden olmuştu.
Mustafa Kemal Paşa Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı
bırakarak Cemiyet’in fahri başkanlığını üstlenmiş, kendisinden boşalan yere de Ali
Fuat Paşa seçilmişti. Ali Fuat Paşa’nın bu göreve seçildiği günler İkinci Grup’un
güçlü bir şekilde ortaya çıktığı ve 8 Temmuz 1922 tarihli değişiklik ile Meclis
Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından gösterilecek adayların vekil seçilmesi
usulüne bir son verildiği günlerdi. Rauf Bey bu değişikliğin ardından her iki grubun
da desteğiyle İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilmiş, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubu da içtüzüğünde bazı değişiklikler yapmış ve Mustafa Kemal
Paşa’nın önerisiyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Başkanlığı’na
Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa seçilmişti. İşte bu görev Milli Mücadele’nin
zaferle neticelenmesinden önce Ali Fuat Paşa’nın üstlendiği son görev idi. Ali Fuat
Paşa’nın zaferden sonra üstleneceği ilk görev ise, Refet Paşa’nın yerine İstanbul’da
Ankara’nın temsilcisi olarak görev yapacak olan Adnan (Adıvar) Bey’den boşalan
Meclis İkinci Reisliği olacaktı.
296
e) Milli Mücadele Sırasında Refet Bey’in Üstlendiği Görevler
Albay Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru ile Samsun’a
gidenler arasında Milli Mücadele’nin liderinden sonraki en kıdemli askerdi. Henüz
İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa kendisine merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu
Komutanlığı’nı teklif etmiş, Samsun’a çıktıktan sonra kendisinden Samsun
Mutasarrıflığı’nı da üstlenmesini istemişti. Refet Bey, birkaç kez haber
gönderilmesine rağmen Amasya Toplantısı’nın ancak sonlarına yetişebilmiş ve
Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesiyle metnin altına belli belirsiz bir işaret koymuştu.
Amasya Toplantısı’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le birlikte Sivas’a
giden Refet Bey, yol arkadaşlarını uğurladıktan sonra kolordusunun bulunduğu bu
şehirde kalmıştı. Temmuz ayı ortalarına doğru Refet Bey’in 3. Kolordu Komutanlığı
İstanbul Hükümeti tarafından görevden alındığının bildirilmesi sonrasında sona
ermişti. Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk olunmayacağı yönünde alınan
karar ortada iken Refet Bey, görevi Selahattin Bey’e devretmiş, İstanbul’a gitmemek
için askerlikten de istifa etmiş, Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmayan bir
dizi yanlışa imza atmıştı.
Mustafa Kemal Paşa kongre için Sivas’a vardığında kendisini karşılayanlar arasında
Refet Bey’i görememiş ve kendisinin nerede olduğunu sordurmuştu. Ankara’da
olduğu öğrenilen Refet Bey kongrenin başlamasından birkaç gün sonra Sivas’a
gelmiş ve Canik temsilcisi olarak kongreye dahil olmuştu. Kongre sırasında manda
lehinde uzun bir konuşma da yapan Refet Bey, oluşturulan Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’ne seçilmişti.
Amasya Kararları’na onay vermesinden kısa süre sonra İstanbul’a giden 2. Ordu
Müfettişi Cemal Paşa’nın ardından Kolordu Komutanı Selahattin Bey de İstanbul’a
297
gitmiş, böylece Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı Vali Cemal Paşa’nın
kontrolüne bırakılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın bölgede duruma hakim olması için
görevlendirdiği Refet Bey daha Konya’ya ulaşmadan, gelişmelerden haberdar olan
ve mahkûmlardan bir kuvvet oluşturmayı planlayan Vali Cemal Bey halkın harekete
geçmesi üzerine 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı. Refet Bey’in
Konya’dan sonraki çalışmaları, 1919 yılı Kasım ayından ertesi yıl Mart ayına kadar
bulunduğu Batı Anadolu’da olmuştu. Refet Bey’in burada bulunma nedeni esasında
Yunan ilerlemesine karşı bir cephe oluşturulması amacına yönelikti. Ne var ki bir
yandan Temsil Kurulu ile bağlantısı kaybolan, öte yandan Demirci Mehmet Efe’den
komutayı almayan veya almasına izin verilmeyen Refet Bey, Temsil Heyeti’nin aksi
yöndeki kararına rağmen bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları
ile görüşmeler yapmış, başına buyruk bu tavırları nedeniyle de Mustafa Kemal
Paşa’nın tepkisini çekmişti.
Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkeyi bir iç savaş dalgası sarmıştı. Bu
süreçte Ankara’ya çağrılan Refet Bey, Bolu ve Düzce çevresindeki isyanların kontrol
altına alınmasına önemli katkılar vermişti. 1920 yılı Ağustos ayında Ankara’ya gelen
Refet Bey, Hakkı Behiç Bey’in istifasıyla boşalan Dahiliye Vekilliği için Mustafa
Kemal Paşa tarafından 4 Eylül 1920 tarihinde aday gösterilmiş, 204 mebusun
katıldığı oylama, Tokat mebusu Doktor Nazım Bey’in 66, Refet Bey’in de 65 oy
almasının ardından salt çoğunluk sağlanamadığı için bir sonuca ulaşmamıştı. Aynı
gün yapılan ikinci seçimde Refet Bey 65 oy alırken, 98 oy alan Nazım Bey Dahiliye
Vekili seçilmişti. Konya’da olduğu için seçimler sırasında Meclis’te olmayan
Mustafa Kemal Paşa, seçimlerin yapılması için kendisinin gelmesinin beklenmesini
söylemişse de bu gerçekleşmemişti. Nazım Bey’in seçilmesinden memnun olmayan
298
Mustafa Kemal Paşa kendisini istifaya zorlamış, Nazım Bey de seçilmesinin
üzerinden iki gün sonra sağlık durumunu gerekçe göstererek istifa etmişti. Mustafa
Kemal Paşa’nın tavrı nedeniyle gerçekleşen bu istifanın ardından 6 Eylül 1920
tarihinde Dahiliye Vekili olarak seçilebilen Refet Bey, kullanılan 187 oyun 131’ini
almıştı.632 Dahiliye Vekilliği’nin üzerinden bir ay dahi geçmemişken Konya ve
çevresinde etkili olan Delibaş Mehmet İsyanı patlak vermiş, isyanı bastırmakla
görevlendirilen Refet Bey, 16 Ekim’de Bozkır’a girmiş ve iç savaşın Büyük Millet
Meclisi’nce kazanıldığını ilan etmişti.
1920 yılı Kasım ayında Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınması
sonrasında Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni Batı ve Güney Cepheleri olmak
üzere ikiye ayırmış, Güney Cephesi Komutanlığı’na da Refet Bey’i getirmişti. Gerek
düzenli ordunun kurulması gerekse Çerkez Ethem İsyanı’nın bastırılmasındaki
gayretleri nedeniyle paşalığa yükseltilen Refet Bey, 1921 yılı Nisan ayında
emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar civarında bulunan bir düşman alayına saldırmış,
ancak muharebenin sonucunu yanlış yorumlamıştı. Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte
Refet Paşa’nın karargâhına giden Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından gördükten
sonra Refet Paşa komutasındaki Güney Cephesi’ni de Garp Cephesi’ne bağlamış ve
Refet Paşa’dan başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini istemişti. Yol
arkadaşı için Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni düşünen Mustafa Kemal Paşa, Refet
Paşa’nın başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni
istemesi ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine
tavrını koymuş, herhangi bir görevi kalmayan Refet Paşa da Kastamonu taraflarında
dinlenmeye çekilmişti.
632
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.514-518, 4 Eylül 1920; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.3, s.589-592, 6 Eylül 1920.
299
Milli Mücadele sırasında hem siyasi hem de askeri görevler üstlenen Refet Paşa’nın
ilk Dahiliye Vekilliği 21 Mart 1921 tarihine kadar devam etmişti. Hadisatın daha
uzun süre görevine dönmesini geciktireceği ve ülkenin dahili işlerinin bu kadar uzun
süre vekâleten yapılamayacağını belirterek yazdığı 18 Mart 1921 tarihli istifası üç
gün sonra Meclis’te okunan Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini kabul
etmemesiyle başlayan süreçte bir müddet atıl kalmış, 30 Haziran 1921 tarihinde
Dahiliye Vekilliği’ne bir kez daha seçilmişti. Atâ Bey’in sağlık nedenleriyle Dahiliye
Vekilliği’nden istifası üzerine 226 mebusun katıldığı, 63 mebusun da çekimser
kaldığı seçimde 19 oy alan İsmail Safa Bey karşısında 139 oy alan Refet Paşa, ikinci
kez Dahiliye Vekilliği’ne seçilmişti.633
Refet Paşa’nın üstlendiği bir başka görev de 5 Ağustos 1921 tarihinde getirildiği
Müdafaa-i Milliye Vekilliği idi. Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığa seçildiği
gün Refet Paşa da bu göreve getirilmişti. Oylamaya 175 mebus katılmış ve Refet
Paşa 167 mebusun oyunu almıştı. Refet Paşa, Fevzi Paşa’nın Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekâleti’ne getirilmesi nedeniyle boşalan Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ne
seçildiği sırada Dahiliye Vekili olarak da görev yapmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa,
Dahiliye Vekâleti için uygun bir aday bulununcaya kadar Refet Paşa’ya bu görevi
vekâleten sürdürmesini önermiş, Meclis de kendisinin bu önerisini kabul etmişti.
Refet Paşa, Fethi Bey’in 10 Ekim’de bu vekâlete seçileceği zamana kadar Dahiliye
Vekâleti Vekilliği’ni, 12 Ocak 1922 tarihinde sağlık gerekçesiyle istifa edeceği
zamana kadar da Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ni sürdürmüştü.634
633
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.9, s.169, 21 Mart 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci
Dönem, c.11, s.79-85, 30 Haziran 1921.
634
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.20-21, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt Ceridesi,
Birinci Dönem, c.13, s.133-136, 10 Ekim 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.16, 12
Ocak 1922.
300
Refet Paşa’nın Müdafaa-i Milliye Vekilliği’nden istifası Rauf Bey’in Nafia
Vekâleti’nden istifasının hemen ardından gerçekleşmişti. 4 Ocak 1922 tarihinde
Meclis’te yapılan bir gizli oturumda Refet Paşa Başkomutanlık ve Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekâleti’nin cephede değil de Ankara’da oturduğu, ordu adına işlerin iyi
gitmediği, Mustafa Kemal Paşa’nın hem Meclis Başkanlığı hem de başkomutanlığı
üstlenmesinin bazı zorlukları olduğu ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa’nın
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni bırakmasının Erkan-ı Harbiye işleri için iyi
olacağı şeklinde bir dizi eleştiride bulunmuştu. Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın
bütün bu söylenenlerin bir sakıncasının olmadığını söylemesinin ardından istifa
sürecine girmişti. Mustafa Kemal Paşa ise yukarıda da bahsedildiği üzere istifa
etmeye hazırlandığını söylediği Refet Paşa’nın Rauf Bey ile aynı gün istifa ettiğine
dikkati çekmişti.635
Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet eden Refet Paşa ile Rauf Bey’in sağlık nedenleri
nedeniyle istifaları açıklandıktan sonra Salâhattin Bey’in başını çektiği ve
çoğunluğunu İkinci Grup üyesi mebusların oluşturduğu 45 mebusun Meclis
tarafından Refet Paşa’ya bir takdirname verilmesi teklifi kabul edilmişti. Mustafa
Kemal Paşa’nın bunun teşekkür şeklinde yorumlandığına dair bir Büyük Millet
Meclisi Riyaseti tezkeresi okunmuş, takdirnamenin yalnız savaş meydanında görev
yapanlara başkomutanlığın inhası ile yer ve zaman söylemek suretiyle verilebileceği
ifade edilmişti. Hüseyin Avni ve Salâhattin Beyler gibi takdirname verilmesini teklif
eden bazı muhalif mebuslar ise Meclis’in teklifi kabul ettiğini söyleyerek
takdirnamede ısrar etmiş, oturumu idare eden Musa Kâzım Efendi de uzamasına izin
vermeden konuyu kapatmıştı.636
635
636
Nutuk, s.420-422.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.16-17, 41-42, 12 Ocak 1922.
301
Keçiören’deki evinde münzevi bir hayat yaşamaya başlayan ve Milli Mücadele’nin
bundan sonraki safhasında vazifesiz kalmış olan Refet Paşa, Büyük Taarruz
öncesinde kendisine teklif edilen 1. Ordu Komutanlığı’nı da kabul etmemişti.
Kendisinin etkin bir vazife alması ise ancak zaferin ardından Mustafa Kemal
Paşa’nın isteği üzerine Doğu Trakya’nın teslim alınması için görevlendirilmesi ile
olmuştu.
f) Zaferden Sonraki Durum
Mustafa Kemal Paşa zaferden sonra İzmir’de iken, Büyük Millet Meclisi’nde
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık görevinin savaşla birlikte sona erdiği ve
siyasi işler ile diplomasinin bundan böyle hükümete bırakılması gerektiği yönünde
bir fikir hakimdi. Ne askeri, ne de siyasi ve diplomatik vazifesinin bittiğini
düşünmekte olan Mustafa Kemal Paşa ise bu günlerde fikir alışverişinde bulunmak
üzere Vekiller Heyeti’ne bir davette bulunmuş, bunun üzerine İcra Vekilleri Reisi
Rauf Bey ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey İzmir’e gitmişlerdi.637 Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Reisi sıfatıyla İzmir’e giden bir diğer isim olan Ali
Fuat Paşa, kendilerinin İzmir’e davet edilmelerinin Gazi’nin ortaya çıkan yeni
şartlarda ülkenin genel siyasetini kendileriyle birlikte gözden geçirmek istemesi
neticesinde gerçekleştiğini söylemektedir.638 Rauf Bey’e göre ise Türkiye Büyük
Millet Meclisi, zaferin ardından İcra Vekilleri Reisi’nin Büyük Millet Meclisi
Başkanı ve Başkomutan olan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunması gerektiği
düşüncesindeydi. Bu amaçla konu 18 Eylül 1922 tarihinde gizli oturumda ele alınmış
637
638
Nutuk, s.452; Aydemir, Tek…, c.III, s.32.
Cebesoy, Siyasi…, s.112-113.
302
ve Meclis, yalnız İcra Vekilleri Heyeti Reisi ile Hariciye Vekili’nin Mustafa Kemal
Paşa ile görüşmek üzere İzmir’e gitmesini kararlaştırmıştı.639
İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya Refet Paşa’nın
Trakya’nın teslim alınması işinde görevlendirilmesini teklif etmiş, Mustafa Kemal
Paşa da bu teklife olumlu yaklaşmıştı.640 Rauf Bey, Refet Paşa’nın zafer dolayısıyla
terfi ettirilmesini istemişse de, Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruz esnasında aktif
bir görevde olmayan Refet Paşa’nın terfi ettirilmesine onay vermemişti. Bununla
beraber Refet Paşa için uygun bir görev düşüneceğini ve kendisinin İzmir’e davet
edilmesini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’nın geldiği günün akşamında
ve Refet Paşa ile görüşemeden İzmir’den ayrılmıştı. Bu durum Mustafa Kemal
Paşa’nın Refet Paşa aleyhinde bir tutum içerisinde olduğu izlenimi vermişse de
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’dan Bursa’ya giderken yanına Refet Paşa’yı da almış
ve kendisini Doğu Trakya’nın teslim alınmasıyla görevlendirmişti. Milli Mücadele
devam ederken kendisine verilen görevleri beğenmeyerek iki defa görevsiz kalan
Refet Paşa, Milli Mücadele’nin zaferle taçlandığı günlerin ertesinde Mustafa Kemal
Paşa tarafından bir kez daha kucaklanmış ve o günlerde çok önemli bir görev olan
Trakya’nın teslim alınması işiyle vazifelendirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Milli
Mücadele sırasındaki tavırlarından rahatsız olduğu Refet Paşa’yı tıpkı Samsun’a
giderken yanında götürdüğü gibi, İstiklâl Harbi’nin bitiminden sonra da sahiplenmiş,
ne var ki ilerleyen süreçte Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın nezdinde şüpheyle
bakılan bir kimse olmaktan kurtulamamıştı. Aşağıda da bahsedileceği üzere Refet
Paşa’nın Keçiören’deki evinde yapılmış olan görüşme de Mustafa Kemal Paşa’nın
bu kanısını güçlendirmişti.
639
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.784-789, 18 Eylül 1922; Kandemir,
Hatıraları…, s.74.
640
Kandemir, Hatıraları…, s.85.
303
Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den Ankara’ya içinde Rauf ve Yusuf Kemal Beyler ile
Avrupa’dan dönmüş olan Fethi Bey’in de olduğu bir grupla dönmüştü.641 17 Ağustos
1922’de gizlice ayrıldığı Ankara’ya lideri olduğu Milli Mücadele’yi askeri bir zaferle
süsledikten sonra muzaffer bir komutan olarak 2 Ekim’de dönen Mustafa Kemal
Paşa, 4 Ekim’de Meclis’te bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında mütevazı bir tavır
sergileyen Mustafa Kemal Paşa zaferin kendisine değil, Büyük Millet Meclisi’ne ait
olduğunu söylemiş ve kendisinin yalnızca bir asker bağlılığı ve itaati ile Meclis’in
emirlerini yerine getirdiğinin altını çizmişti.642
g) İstanbul’un Teslim Alınması ve Refet Paşa
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 9 Ekim 1922’de Doğu Trakya’nın teslim
alınmasıyla görevlendirilen643 Refet Paşa, 19 Ekim’de Gülcemal vapuru ile vardığı
İstanbul’a halkın sevinç gösterileri yanında bir bayram havası eşliğinde ayak
basmıştı. Yukarıda bahsedildiği üzere kendisinin gelişinden iki gün önce Sadrazam
Tevfik Paşa Bursa’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup yazmak suretiyle
barış konferansına İstanbul Hükümeti ile Büyük Millet Meclisi’nin birlikte davet
edileceğinin bilindiğini ifade etmiş ve milletin selameti için yapılacak savunmanın
birlikte hazırlanması amacıyla güvenilir bir temsilcinin gizli bir şekilde İstanbul’a
gönderilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın bu talebine sert
karşılık vermiş ve Büyük Millet Meclisi ordularının kazandığı zaferin bir neticesi
olarak yapılacak barış konferansında Türkiye devletini yalnız Büyük Millet
641
Akşam, 1 Ekim 1922; Kandemir, Hatıraları…, s.86.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.264-277, 4 Ekim 1922; Atatürk’ün Söylev…, c.I,
s.265.
643
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.341, 9 Ekim 1922.
642
304
Meclisi’nin temsil edeceğini ve Meclis tarafından meşru görülmeyen heyetlerin
temsil hakkının olmadığını ifade etmişti.644
Refet Paşa, henüz vapurda iken Veliaht Abdülmecid Efendi’nin yaverinin “Veliahd-ı
saltanat adına hoş geldiniz.” şeklindeki sözlerine “Hilafet makamının veliahdıdırlar. Hilafet
makamını kurtarmak ise ilan ettiğimiz hedeflerin birisidir.” karşılığını vererek Ankara’nın
artık Padişah’ı tanımadığını ilan etmişti. Sadrazam adına kendisini karşılayan
yaverlere Anadolu’nun İstanbul’da bir sadrazam tanımadığını söyleyen Refet Paşa,
bununla beraber eski ve muhterem bir devlet adamı olan Tevfik Paşa’ya olan
hürmetlerinin bildirilmesini istemişti. Nuri Ali Bey’in Refet Paşa’yı zat-ı şahane
adına selamlamasına “Hilafet makamına dini duygularımı iletirsiniz.” karşılığını veren Refet
Paşa, Padişah’ın tanınmadığını bir defa daha göstermişti. Fatih türbesini ziyaretinde
ise İstanbul Şehremini Ziya Bey tarafından şehir ve Dahiliye Nazırı adına selamlanan
Refet Paşa “Hükümetim, tamamen halk tarafından idare olunan demokratik bir hükümettir. Ben
hükümetim adına bir Dahiliye Nazırı tanımıyorum.” cevabını vermiş, özetle karşılaştığı
durumlarda Ankara’nın tutumunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Bununla beraber
Refet Paşa, halife olarak seçilmesinden sonra Abdülmecid Efendi ile samimi bir
dostluk görüntüsü vermiş, “halife hazretlerinin en kalbi ve en ubudiyetkar duygularla ellerini
öptüğü” şeklindeki sözleri ile yeni dönemin ruhuna uygun olmayan bir tavır içine
girmiş, bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmişti.645
Refet Paşa, 29 Ekim’de Padişah Vahdettin’le görüşmesinde kendisine kişisel
bağlılığını bildirmiş, Ankara’dan aldığı talimat üzerine İstanbul Hükümeti’nin
644
Atatürk’ün Tamim…, s.501; Cebesoy, Siyasi…, s.160-161.
Nutuk, s.269; Aydemir, Tek…, c.III, s.57-58. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul temsilcisi
Refet Paşa, 25 Ekim tarihli demecinde barıştan sonra Kanun u Esasi’nin değil, Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’nun geçerli olacağını, milli hakimiyetin kuvvet ve kudretinin hilafet makamının dayanağı ve
kuvveti olduğunu, bununla beraber bir Cumhuriyet vücuda getirmeyi de hiç bir zaman
düşünmediklerini ifade etmişti. Bkz. Tevhid-i Efkar, 26 Ekim 1922.
645
305
istifasını istemiş ve Ankara’nın saltanatın ilgası ve bir halifenin seçimini istediğini
söylemişti. Bir emrivaki saydığı bu isteği reddeden Vahdettin, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin İstanbul’da tam olarak kontrolü sağlayacağı zamana kadar İstanbul
Hükümeti’nin
görevine
devam
etmesini
istemişti.
Yeniden
görüşüp
görüşemeyeceklerini soran Vahdettin’e Refet Paşa, düşmanlarının tenkitinden
korktuğu için bunun mümkün olmadığını söylemiş ve düşmanların o sıradaki
konuşmalarını uzattığını bahane ederek kendisini tenkit edeceği cevabını vermişti.646
3.4. YOL AYRIMININ NETLEŞMESİ
a) Keçiören Görüşmesi
Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından yaşanan sevinç kısa sürmüş, Büyük
Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın saltanat ve hilafeti kaldıracağı
yönündeki söylentiler nedeniyle bazı mebuslar endişeye kapılmıştı. Milli Mücadele
sırasında memleketi saran tehlikeye karşı birleştirici bir atmosfer oluşmuş, bu
nedenle arka plana itilen düşünce farklılıkları kendisini bu yeni döneme girmeden
hemen önce göstermeye başlamıştı. Endişeye kapılan mebuslar arasında daha önce
cumhuriyete gidileceği endişesiyle Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf gönderen ve
bu gidişi sakıncalı bulduğunu ifade eden Kâzım Karabekir Paşa’dan başka İcra
Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile Refet Paşa da vardı. Esasında o güne kadar yol
arkadaşlarının bu türlü endişeleri söz konusu olmuşsa da Kâzım Karabekir Paşa
dışında bu endişesini Mustafa Kemal Paşa’ya söyleyen olmamıştı. Kâzım Karabekir
Paşa dışındaki yol arkadaşlarının bu anlamda kabuğunu kırdığı ve Mustafa Kemal
Paşa ile olan fikir ayrılıklarını netleştirdiği yer Refet Paşa’nın Keçiören’deki evi
646
Jaeschke, Türk…, c.II, s.4-5; Sarıhan, Kurtuluş…, c.IV, s.783.
306
olmuştu. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu Keçiören Görüşmesi’ne temas etmiş,
Rauf Bey’in kendisi ile bir gün Refet Bey’in Keçiören’deki evinde bazı önemli
konuları görüşmek istediğini ve Ali Fuat Paşa’nın da bu görüşmede bulunması için
kendisinden izin istediğini aktarmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeden “…Rauf
Bey’den dinlediklerimin hülasası şuydu: … Meclis saltanat makamının ve belki de hilafetin ortadan
kaldırılması endişesi ile müteezzidir. (sıkıntı çekmektedir.) Sizden ve sizin gelecekte alacağınız
vaziyetten şüphe etmektedir. Bu sebeple Meclisi ve dolayısıyla milletin umumi efkârını tatmin
etmeniz lüzumuna inanıyorum.” şeklinde bahsetmiş ve saltanat ve hilafete dair kanaatini
sorduğu Rauf Bey’den şu cevabı almıştı: “Ben, saltanat ve hilafet makamına vicdanen ve
hissen bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın nimeti ve ekmeği ile yetişmiş, Osmanlı devletinin
ricali arasına girmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim. Padişaha
sadakatimi muhafaza etmek borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem icabıdır. … Umumi
mütalaam da şudur: Bizde umumi vaziyeti tutmak güçtür. Bunu ancak herkesin erişemeyeceği kadar
yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir. O da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı
kaldırmak, lağvetmek, onun yerine başka bir mahiyette bir varlık yerleştirilmesine çalışmak, felaket
ve hüsranı mucip olur. Asla caiz değildir.” Rauf Bey’in cevabının ardından Mustafa Kemal
Paşa’nın kanaatini sorduğu diğer bir yol arkadaşı Refet Bey de Rauf Bey’e
katıldığını ifade etmiş, padişahlık ve hilafetten başka bir yönetim şeklinin söz konusu
olmayacağını söylemişti. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’nın bu noktada ne
düşündüğünü öğrenmek istemişse de Moskova’dan yeni döndüğünü, genel durumu
ve fikirleri yeterince tetkike zaman bulmadığını belirten Ali Fuat Paşa’dan kesin bir
fikir beyan etmemekte mazur olduğu cevabını almıştı. Fikir beyan etme sırası, fikri
en çok merak edilen yol arkadaşına, Mustafa Kemal Paşa’ya gelmişti. “Mevzu-i bahis
ettiğiniz mesele, bugünün meselesi değildir. Meclis’te bazılarının telaş ve heyecanına da yer yoktur.”
diyen ve bu yöndeki sözlerini Meclis’te de söyleme konusunda arkadaşlarını temin
eden Mustafa Kemal Paşa, aşağıda da bahsedileceği üzere ertesi gün Meclis
307
huzurunda sözünü yerine getirmişti. Nutuk’ta “Umumi vazifemin emrettiği noktayı ifa ve
tatbik etmek lazım geldiği zaman da, asla tereddüt etmedim.” diyecek olan Mustafa Kemal
Paşa’nın yol arkadaşları ile olan konuşmasından üç buçuk ay kadar sonra saltanat
kaldırılmıştı.647
Ali Fuat Paşa’ya göre sabaha kadar sürmüş olan bu görüşmede, en baştan itibaren var
gücüyle çalışanlar, bir oldu bitti karşısında kalıp kalmayacakları noktasında çok
sayıda mebusun kafasında olan tereddütleri Mustafa Kemal Paşa’ya söylemiş ve
kendisinden Milli Mücadele sona erdikten sonraki vaziyetinin ne olacağını öğrenmek
istemişlerdi. Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşlarından mebusları nasıl
tatmin edebileceği noktasında tavsiye istemiş, mebusların tereddütlerini gidermenin
yolunun Paşa’nın gelecekle ilgili samimi düşüncesini açıklamasından geçtiği
cevabını alınca da mebusları teskin edecek beyanatta bulunacağını söylemişti. 5
Ağustos’ta süresi dolacak olan başkomutanlık kanununun uzatılması görüşmeleri
sırasında Mustafa Kemal Paşa söz verdiği gibi bir konuşma yapmış ve zaferden sonra
milletin serbest bir ferdi olarak kalacağını dile getirmişti. Mustafa Kemal Paşa vaat
ettiği gibi bir konuşma yapmışsa da, kanunun süresiz olarak uzatılmasına ilişkin
düşüncesinden kendilerine bahsetmemişti.648 Ali Fuat Paşa’nın anlatımında
dikkatimizi çeken nokta detaylı sayılabilecek bir şekilde bu görüşmeden bahsederken
saltanat ve hilafete dair konuşulanlardan hiç bir şekilde bahsetmemesi, netameli
sayılabilecek bu konuya girmekten şiddetle kaçınmasıdır.
Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Rauf Bey o gün bazıları nezdinde üstlendiği bir
vazifeyi yerine getirmiş, kendisinin Meclis huzurunda alacağı vaziyete dair
söyledikleri nedeniyle iyi bir iş çıkarmış ve arkadaşlarından takdir görmüştü. Buna
647
648
Nutuk, s.454-455; Aydemir, Tek…, c.III, 54-55.
Cebesoy, Siyasi…, s.77-81.
308
karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi de o güne ait tarihi vazifesini yerine
getirmişti.649 Görüşmenin yapıldığı günler Sakarya Savaşı’nın üzerinden uzun bir
zaman geçmesine rağmen saldırıya geçilmemesi nedeniyle İkinci Grup’un şiddetli
eleştirilerle Mustafa Kemal Paşa’yı bunalttığı günlerdi. İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Rauf Bey, işte o zor günlerde Mustafa Kemal Paşa’dan rahatsız olduklarını dile
getiren İkinci Grup mensuplarının şikayetleri karşısında üzüldüğünü ve kendisinin
her iki tarafı da idare etmeye çalıştığını söylemektedir. Öyle ki, Mustafa Kemal
Paşa’nın Meclis Başkanı olarak devletin başı olması yanında bir de başkomutanlığın
verilmesi halinde diktatörlüğe geçiş yapacağı endişesindeki muhalifler kanunun
uzatılmasına karşı çıkmakta, Rauf Bey de kendi ifadeleriyle bunlara söz
anlatamamaktaydı. Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Keçiören’deki köşkünde
yapılan görüşmenin esas nedeni de buydu. Bu görüşmede yol arkadaşları Mustafa
Kemal Paşa’nın, sahip olduğu yetkiler nedeniyle ileride memleketi herhangi bir oldu
bitti
karşısında
bırakmayacağını
Meclis’e
anlatması
durumunda
sorunun
kendiliğinden ortadan kalkacağını söylemişlerdi. Rauf Bey’e göre Mustafa Kemal
Paşa sabaha kadar süren bu toplantıdan memnun ayrılmış, ertesi gün Meclis’te
kendisinden beklenen konuşmayı yapmış ve başkomutanlık meselesi hem de süresiz
bir uzatma yapılmak suretiyle halledilmişti.650
Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile ayrılığına giden süreçte safları netleştiren
bu görüşme acaba ne zaman yapılmıştı? Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu
görüşmeden saltanatın kaldırılması meselesine değinirken bahsetmekte, görüşmenin
saltanatın kaldırılmasından önce olduğu, anlatımından anlaşılmakla beraber kesin bir
649
Nutuk, s.456.
Kandemir, Hatıraları…, s.64-66. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından İkinci Grup’un perde
arkasında kalan ismi olarak görülürken, Rauf Bey’in anılarında kendisine yatıştırıcı bir misyon
yüklemesi oldukça dikkat çekicidir.
650
309
tarih ortaya çıkmamaktadır. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmede
arkadaşlarına zaferden sonra alacağı vaziyete dair verdiği sözü ertesi gün tuttuğunu
da ilave etmektedir, ki bunun Meclis zabıtlarından bulunması söz konusudur. Rauf
Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’i tatmin eden bu konuşmasından
bahsetmekte, başkomutanlık görüşmelerinin yapıldığı günlerde gerçekleştiğini
söylediği görüşmeye dair net bir tarih vermemektedir. Öte yandan Mustafa Kemal
Paşa’nın görüşme sırasında saltanat ve hilafet hakkında ne düşündüğünü sorması
üzerine Moskova’dan yeni döndüğünü söyleyen Ali Fuat Paşa’nın bu sözleri
görüşmenin ne zaman yapıldığı konusunda bir ipucu vermektedir. Ali Fuat Paşa’nın
Moskova’dan Ankara’ya 2 Haziran 1922 tarihinde döndüğü dikkate alınırsa
görüşmenin bu tarihten sonra yapıldığı göz önüne alınmalıdır. Yol arkadaşları içinde
görüşmenin geçtiği tarihten açık olarak bahseden tek kişi olan Ali Fuat Paşa,
görüşmenin başkomutanlık görüşmelerinin son kez uzatıldığı günün hemen
öncesinde yapıldığını, yani 19 Temmuz 1922 akşamından başlamak üzere ertesi
günün sabahına kadar sürdüğünü söylemekte, tetkiklerimize göre doğru bir tarih
vermektedir. Rauf Bey de Ali Fuat Paşa gibi görüşmenin başkomutanlık kanununun
uzatılmasından hemen önce yapıldığını söylemektedir. O halde Ali Fuat Paşa’nın
Moskova’dan döndüğü 1922 yılı 2 Haziran tarihi ile saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım
1922 tarihi arasında gerçekleşen ve başkomutanlık kanununun uzatılmasıyla
neticelenen Meclis görüşmelerinin tarihine bakmak gerekmektedir. Bahsedilen
aralıkta uzatmanın gerçekleştiği tek tarih 20 Temmuz 1922 tarihi olduğuna göre
görüşme bu tarihten bir gün önce gerçekleşmiştir. Bununla beraber görüşmenin 19
Temmuz akşamından 20 Temmuz sabahına kadar sürdüğünü gösteren tartışmasız en
güçlü kanıt Mustafa Kemal Paşa’nın görüşme sırasında arkadaşlarına söz verdiği gibi
310
Meclis’te yapmış olduğu zaferden sonra alacağı vaziyete dair yaptığı konuşmadır. 20
Temmuz 1922’de başkomutanlık kanununun uzatılmasına ilişkin son görüşme
yapılmış, kanunun Mustafa Kemal Paşa’ya olağanüstü yetkiler veren ikinci maddesi
muhaliflerin isteği üzerine değiştirilmiş ve Büyük Taarruz’dan yaklaşık bir ay önce
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı süresiz olarak uzatılmıştı. Başkomutanlık
kanununun 4 Ağustos’tan itibaren üç ay daha uzatılmasını öngören yasa teklifi
Meclis gündemine geldiğinde Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkarak bir konuşma
yapmıştı. Yasada başkomutana verilen olağanüstü yetkilerin ordunun maddi ve
manevi gücünü arttırmak, sevk ve idareyi tarsin için verildiğini ancak artık buna
ihtiyaç kalmadığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, ordunun manevi kuvvetinin
herhangi bir tedbire gerek bırakmayacak şekilde en yüksek derecede olduğunu, böyle
bir makamın zaferin elde edilmesine kadar devam edeceğini ve zaferden sonra yüce
heyetiniz içinde milletin bir bireyi olmakla mutlu olacağını söylemişti. Mustafa
Kemal Paşa’nın zaferden sonra milletin bir bireyi olmaktan bahsetmesi önceki akşam
verdiği sözü yerine getirmesi anlamına gelmekteydi. Esasında Mustafa Kemal
Paşa’nın bu konuşması yol arkadaşlarına Keçiören Görüşmesi sırasında verdiği söze
uygun bir şekilde muhalifleri yatıştırmak amacına yönelik bir konuşmaydı. 20
Temmuz 1922 tarihini taşıyan bu konuşmasının ilgili bölümlerinde Mustafa Kemal
Paşa “… o gün kıymetli İzmir’imiz, güzel Bursa’mız, makarr-ı hilafet ve saltanat olan
İstanbul’umuz, Trakya’mız Anavatana iltihak etmiş olacaktır. O mesut günün hululünde bütün
milletle beraber Heyet-i Celileniz ve ben de Heyet-i Aliyeniz içinde bir fert ve bir aza olarak bittabi en
büyük saadetleri idrakle müşerref olacağız.
Efendiler; Makam-ı Riyasetinizde bulunmakla mübahi olan acizleri o gün iki kere mesut olacağız.
İkinci saadetimizi temin edecek olan husus benim bundan üç sene evvel dava-yı mukaddesemize
başladığımız gün bulunduğum mevkie rücu edebilmekliğim imkânı olacaktır. (alkışlar) Hakikaten
311
sine-i millette serbest bir ferd-i millet olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Vakıf-ı hakayık olan,
kalp ve vicdanında manevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar
yüksek olursa olsun, maddi makamatın hiçbir kıymeti yoktur. Sözlerime hitam verirken mevzuu
müzakere edilecek kanunda bu salahiyetin merfu olmasını nazar-ı dikkatte bulundurmanızı rica
ederim.” ifadelerini kullanmıştı.
651
Bütün bu tespitler ışığında Keçiören Görüşmesi’nin
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının uzatıldığı 20 Temmuz 1922 tarihinden
bir gün önce yapıldığı ve ertesi gün sabaha kadar sürdüğü netlik kazanmaktadır. Öte
yandan gerek Zeki Sarıhan’ın Kurtuluş Savaşı Günlüğü, gerekse Jaeschke’nin Türk
Kurtuluş Savaşı Kronolojisi adlı eserlerinde bu önemli görüşme ile ilgili herhangi bir
bilgi yoktur. Aydemir ise bu görüşmenin 10-13 Ekim tarihlerine rastlaması
gerektiğini652 ve görüşmenin üzerinden on beş gün kadar sonra saltanatın
kaldırıldığını söylemekte, ne var ki görüşmenin tarihi noktasında yanılmaktadır.
3.5. SALTANATIN KALDIRILMASI VE YOL ARKADAŞLARI
a) Saltanatın Kaldırılması
Milli
Mücadele,
hilafet
ve
saltanat
makamlarının
kurtarılması
amacıyla
gerçekleştirilmişse de Mustafa Kemal Paşa saltanat ve hilafetin kaldırılacağına dair
ip uçlarını Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü 24 Nisan’da yaptığı ve
yukarıda değindiğimiz uzun konuşmasında vermiş, henüz iç isyanların yaşandığı,
Milli Hareket’in Ankara’da ayakta kalmaya çalıştığı bir zamanda şu ifadeleri
kullanmıştı: “… hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl olduktan (kurtarılması
başarıldıktan) sonra Padişahımız ve Halife-i Müslimin Efendimiz her nevi cebir ve ikrahtan (baskı ve
tehdit) azade (kurtulmuş) ve tamamıyla hür ve müstakil olarak kendini milletin ağuş-ı sadakatinde
(sadık kucağında) gördüğü gün Meclis-i Alinizin (Yüce Meclisinizin) tanzim edeceği esasat-ı
651
652
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.430-435, 20 Temmuz 1922.
Aydemir, Tek…, c.III, s.53-55.
312
kanuniye dairesinde (kanuni esaslar gereğince) vaz’ı muhterem ve mübeccelini ahzeder. (saygın ve
653
yüksek yerini alır)”
Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılacağını bu sözler
içerisinde anlatmıştı anlatmasına ama, o sırada kimsenin bunu anlaması
beklenemezdi. Bu sözlerin gerçeğe dönüşmesi için üzerinden iki buçuk yıl kadar bir
sürenin geçmesi, Milli Mücadele’nin başarıyla neticelenmesi ve Mustafa Kemal Paşa
için zaferin verdiği muzaffer komutanlık gücünün kullanılması da gerekecekti.
Saltanatın kaldırıldığı zamanda dahi toplum böyle bir girişime hazır değildi. Bununla
beraber Padişah’ın Milli Mücadele sırasındaki tavrı saltanatın kaldırılması
konusunda ortamı hazırlayan etkenlerden biri idi. Müthiş bir zamanlama ustası olan
Mustafa Kemal Paşa, eline geçen fırsatı çok iyi bir şekilde değerlendirdi. Lozan
Barış Konferansı için itilaf devletlerinin hem TBMM hem de İstanbul Hükümeti’ni
davet etmesi, saltanatın kaldırılmasını beraberinde getiren süreci başlattı. Sadrazam
Tevfik Paşa, 18 Kasım’da toplanacağı duyurulan konferansa yönelik ortak bir
hazırlık yapılması gerektiğini öne sürerek, bazı temasların gerçekleşmesi amacıyla
29 Ekim’de Büyük Millet Meclisi Riyaseti nezdinde bir müracaatta bulunmuştu. Bu
müracaatın devamında vatanın menfaati uğrunda ülke yönetiminde bir birliğin
sağlanması için çalışılmasının farz olduğu ve bu amaçla yapılacak müzakerelere
hazır olduğu mesajını iletmişti. Bununla beraber iç savaşı körükleyen ve Sevr
Anlaşması’nı kabul eden bir saltanat yerine, egemenliğin halka ait olduğu bir yapıya
geçilmesi ve saltanatın kaldırılarak mevcut ikili yapıya bir son verilmesi noktasında
Ankara’nın tutumu kesindi. Mustafa Kemal Paşa bu durumu Nutuk’ta “Bu müşterek
davet keyfiyeti saltanat-ı şahsiyenin lağvı muamelesini, kati olarak intaç etti.” cümlesi ile
açıklamaktaydı.654
653
654
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.31, 24 Nisan 1920.
Nutuk, s.454.
313
Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan tarihli konuşmasında
Vahdettin için ‘Cihan Padişahı olan Efendimiz Hazretleri’ diyen Mustafa Kemal
Paşa, aynı yılın Eylül ayı sonlarında Meclis’te yapılan bir gizli görüşme sırasında
“Esir olan adam padişah olamaz. Biz öteden beri diyoruz ki, halife ve padişahımız kuvvet ve kudret-i
şer’iyesini istimalden memnudur, (kullanmaktan men edilmiştir) hainane hareket ediyor. Binaenaleyh
655
bu mesele ile iştigal caiz değildir.”
ifadelerinde geçen ‘hainane hareket ediyor’ ibaresini
Nutuk’ta daha da sertleştirecek, saltanatın kaldırılması ve Vahdettin’in kaçışından
bahsederken sabık sultan için ‘hain’, ‘alçak’ ve ‘sefil’ gibi sıfatlar kullanacaktı.
Büyük Millet Meclisi konuyu, Tevfik Paşa’nın müracaatından bir gün sonra
Pazartesi gününe denk gelen 30 Ekim 1922 tarihinde gündemine almıştı. Mustafa
Kemal Paşa, Tevfik Paşa’dan gelen 17 ve 29 Ekim tarihli telgrafları Meclis’te
okumuş ve Anadolu ile İstanbul’un konferansa ayrı ayrı katılması halinde İngilizlerin
bundan faydalanacağı endişesiyle böyle bir davet yapıldığının altını çizmişti. Tevfik
Paşa, telgrafında konferansa her iki tarafın da davet edileceğinin malum olduğunu
söyledikten sonra konferanstan önce önemli maddelerin kendi aralarında müzakere
edilmesinin ve milletin haklarının orada birlikte savunulmasının yararlı olacağını, bu
amaçla kendileriyle görüşmek üzere duruma vakıf bir kişinin İstanbul’a
gönderilmesinin temenni edildiğini ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa da kendisine
Teşkilat-ı Esasiye ile şekli ve mahiyeti tespit edilen Türkiye Devleti’nin
sorumlusunun Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu, Meclis ordularının kazandığı
zaferin bir sonucu olarak toplanan konferansta Türkiye Devleti’nin ancak Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edebileceğini, bu gerçek karşısında meşru ve
hukuki olmayan heyet ve kimselerin, o güne kadar olduğu gibi, o günden sonra da bu
gibi işlerden çekinmelerinin önemli bir sorumluluk olduğunu söylemişti. İkinci bir
655
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.136, 25 Eylül 1920.
314
telgraf ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İstanbul arasında gerçek bir ayrılığın
olmadığını söyleyen Tevfik Paşa, Meclis’in belirleyeceği bir kimsenin özel bir
talimatla bir an evvel gönderilmesini, bu olmaz ise İstanbul heyetinde yer alan Ziya
Paşa’nın Ankara’ya gönderilebileceğini ifade etmişti. Bu telgrafların okunmasından
sonra gerek Birinci, gerekse İkinci Grup üyesi çok sayıda mebus İstanbul ve Padişah
hakkındaki eleştirilerini dile getirmişti. Daha sonra Rıza Nur başta olmak üzere
tamamına yakını Birinci Grup üyesi 79 mebusun imzaladığı 6 maddelik bir teklif ile
Osmanlı Devleti’nin padişahlık idaresiyle birlikte tarihe karıştığı, Türkiye Devleti
adıyla genç, dinç, milli bir halk hükümeti esasları üzerine TBMM Hükümeti’nin
kurulduğu ve bu hükümetin esir bulunan hilafeti ecnebilerin elinden kurtaracağı gibi
hükümlerin Meclis tarafından kabulü istenmişti. Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir
Paşalar ile Rauf Bey’in de teklifin altında imzaları vardı. Büyük Millet Meclisi o gün
hararetli tartışmalara sahne olmuş, her tartışma ortamında kendini gösteren İkinci
Grup’un liderlerinden Hüseyin Avni Bey, teklifin encümende görüşülmesi gerektiği
teklifinde bulunmuştu. Tartışmaların devamına fırsat vermek istemeyen Meclis
Başkanı Mustafa Kemal Paşa, usul hakkında söz söyleyenlere sert karşılık vermiş,
söz almak isteyenlere de söz hakkı vermeyerek hemen oylamaya geçmek istemiş,
ancak İkinci Grup üyelerinin, teklifte hilafetin durumunun yeterince açık olmadığı
gerekçesiyle oylamaya katılmayarak engelleme girişiminde bulunması nedeniyle bir
sonuç alamamıştı. Ad belirtilerek yapılan oylamada, oylamaya katılan 136 mebusun
132’si kabul, 2’si ret, 2’si de çekimser oy kullanmışsa da 161 yeter sayısına
ulaşılamamış, bu nedenle saltanatın kaldırılması noktasındaki görüşmeler bir sonraki
oturuma kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarından Sivas mebusu Rauf
Bey, Edirne mebusu Kâzım Karabekir Paşa ile Ankara mebusu Ali Fuat Paşa da
315
teklifin kabulü yönünde oy kullanmıştı.656 Büyük Millet Meclisi tarafından Doğu
Trakya’nın teslim alınması için görevlendirilmiş olan Refet Paşa, o sırada İstanbul’da
olduğu için görüşmelerde yer almamıştı. Toplantının olmadığı 31 Ekim’de özel
temaslar ve kulis çalışmaları yanında iki grup arasında uzlaştırma toplantıları da
yapılmıştı.
Saltanatın kaldırılmasına dair görüşmeler 1 Kasım 1922 tarihinde yeniden
başlayacak, Sinop mebusu Rıza Nur Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında
kararlaştırıldığı üzere teklifinin 6. maddesinde bir değişiklik yapacak, buna göre
hilafet makamı Türklere ve Osmanlı hanedanına ait olacak ve Meclis hanedan
içinden uygun birisini bu makama seçecekti. Öte yandan Hüseyin Avni Bey ve 25
arkadaşı da saltanatın kaldırılması ve hilafetin korunması gerektiğini içeren bir başka
önerge verecekti. İkinci Grup’un teklifinin verilmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa
söz alarak halifeliğin tarihiyle ilgili uzun bir konuşma yapacak, Türk ve İslam
Türkiye Devleti’nin dünyanın en bahtiyar devleti olacağını ifade etikten sonra iki
ayrı önergenin birleştirilmesini isteyecekti. Oturumu yöneten başkanın kimseye söz
vermeden her iki teklifi müşterek encümene göndermeyi oylatmasının ardından
teklifler müşterek encümene havale edilecekti. Hemen toplanan müşterek encümende
önergeler birleştirilecek, saltanat ve hilafetin ayrılmaz bir bütün olduğunun ileri
sürüldüğü, saltanat olmaksızın hilafetin mümkün olup olmadığı, bununla beraber
güçten ve hükümetten yoksun bir halifenin caiz olmadığı gibi konularda yaşanan
tartışmaların uzaması üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alarak sert bir konuşma
yapacak ve Vahdettin’i alçak ve cellat olarak nitelendirecekti. Saltanatın kuvvetle
alındığını, Türk milletinin hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil
656
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.269-298, 30 Ekim 1922.
316
aldığını ve artık milletin egemen olduğunu hatırlatarak, bunu kabul etmeyen bazı
kafaların kesilmesi pahasına657 saltanatın kaldırılacağını söyleyecekti. Bu tehdit
konuşmasının ardından tartışmaların etkisi azaltacak ve müşterek encümen
mazbatayı Meclis’e sunacaktı. Mazbatanın Meclis’e gelmesiyle birlikte Meclis
hükümeti sistemi ile hilafetin birlikte nasıl sürdürüleceği noktasında bazı tartışmalar
yaşanacaktı. Mustafa Kemal Paşa ile Hüseyin Avni Bey’in konuşmalarının ardından
ve encümenin teklifinin Meclis’te kabul edilmesinden sonra, saltanatın ve halifeliğin
birbirinden ayrılmasını ve saltanatın 16 Mart 1920’den beri kaldırılmış sayılmasını
öngören teklif şiddetli alkışlar arasında kabul edilecekti. Başkanın, teklifin oybirliği
ile kabul edildiğini açıklamasından sonra Lazistan mebusu Ziya Hurşit ‘Ben
muhalifim’ diye bağıracaksa da kendisi ‘buna söz yok’ denilerek pek dikkate
alınmayacaktı. Öte yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatın kaldırıldığı 1
Kasım gününün Mevlit Kandili’ne rastlamasını öne çıkaran İcra Vekilleri Heyeti
Reisi Rauf Bey’in önerisiyle o gece ve ertesi günün bayram olarak sayılmasını
prensip olarak kabul edecekti. Sonuç olarak saltanat kaldırılırken Türkiye Büyük
Millet Meclisi, o zamana kadar pek çok noktada anlaşmazlık yaşayan iki grubun
uzlaşmasına sahne olacak, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın tarihe karıştığını ilan
eden Meclis kararı ile Sivas Kongresi’nden sonra ortaya çıkan ve Meclis’in
açılmasıyla birlikte fiilen ortada olan ikili yapıya bir son verilecek ve Cumhuriyet’in
ilanı yolunda önemli bir adım atılacaktı. 658
657
Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta da yer alan bu konuşmasının ilgili bölümü şöyleydi: “… Bu,
behemehâl olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce muvafık
olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar
kesilecektir.” Bkz. Nutuk, s.459.
658
Saltanat’ın kaldırıldığı iki maddelik karar şu şekildeydi: 1. Teşkilat-ı Esasiye Kanuniyle Türkiye
halkı, hukuk u hakimiyet ve hükümranisini (egemenlik ve hükümranlık haklarını), mümessil-i hakikisi
olan (kendi gerçek temsilcisi olan) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i manevisinde (manevi
kişiliğinde), gayr-i kabil-i terk ve tecezzi ve ferağ (başkasına terk edilemez, parçalanamaz ve
vazgeçirilemez) olmak üzere temsile ve bilfiil istimale (fiilen kullanmaya) ve irade-i milliyeye istinat
317
Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılması sırasında halifeliğin devam etmesi
gerektiğini savunmuş, Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi konularda
düşündüklerini açığa vurmamış, ‘milli sır’ çizgisinden sapmayarak tedbirli
davranmıştı. Zira Birinci Meclis’in amacı yalnız vatanı ve milleti değil, hilafet ve
saltanatı da kurtarmak idi. Bu nedenle başlarda hilafet ve saltanata açık bir şekilde
karşı çıkış söz konusu olmamış, birlik ve beraberliği sağlamaya yönelik bir tavır
içinde olunmuştu. Böylece hilafetçi mebusların muhtemel bir erken tepkisi
önlenmişti. Bununla beraber saltanat kaldırılırken Osmanlı hanedanının hilafeti
devam ettireceği, ancak halifenin TBMM tarafından seçileceği de karara bağlanmıştı.
Böylece halifenin durumu da netleşmiş, İstanbul’da oturan ve dini bir liderlik dışında
yetkisi ve gücü olmayan bir halife profili ortaya çıkmıştı.
b) Saltanat’ın Kaldırılması Noktasında Yol Arkadaşlarının Tavrı
Yol arkadaşları saltanatın kaldırılması sırasında oluşan ortak görüşe dahil olmalarının
da ötesinde genel itibarıyla saltanatın kaldırılmasını savunan bir çizgide
durmuşlardır. Konunun Meclis gündemine geldiği 30 Ekim Pazartesi günü yapılan
görüşmeler sırasında söz alan Mustafa Kemal Paşa, toplantı sırasında Kâzım
Karabekir Paşa ve Rauf Bey’den saltanatın kaldırılması yönünde konuşmalar
yapmalarını istemişti. Edirne mebusu Kâzım Karabekir Paşa doğudaki görevi
nedeniyle Milli Mücadele süresince Meclis tarafından izinli sayılmış, 15 Ekim 1922
tarihinde Ankara’ya gelmiş, ertesi gün de Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bursa’ya
etmeyen (dayanmayan) hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misak-ı Milli
hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nden başka şekli hükümeti tanımaz.
Binaenaleyh (bundan dolayı) Türkiye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan (kişisel egemenliğe
dayanan) İstanbul’daki şekli hükümeti 16 Mart 1336’dan (1920) itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil
(karışmış) addeylemiştir.” 2. Hilafet, Hanedan-ı Al-i Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşat ve aslah (en olgun ve layık) olanı
intihab olunur. (seçilir) Türkiye Devleti makam-ı hilafetin istinatgahıdır. (dayanağıdır)” Bkz. TBMM
Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.304-316, 1 Kasım 1922.
318
gitmişti. Ekim ayı sonlarında Ankara’ya dönen ve bu nedenle Meclis’teki ilk
konuşması saltanatın kaldırılması görüşmelerine rastlayan Kâzım Karabekir Paşa,
“İstiklâl Harbimizde düşmanlarımızın mesaisini teshil eden ve milletimize karşı her fenalığı
yapmaktan çekinmeyen bir güruhun bugün de şanlı sulhümüzü bozmak ve karıştırmak için aynı
fenalığa karşı adım attığını görüyoruz.” cümlesi ile başladığı konuşmasında saltanatın
kaldırılması konusunda açık bir cümle kurmamışsa da, İstanbul Hükümeti’ni
kötüleyen bir konuşma yapmıştı. Ankara mebusu Ali Fuat Paşa da, kendisinden önce
söz alan arkadaşlarının meseleyi yeterince izah ettiklerini, bu nedenle kendisinin
yalnız bir noktaya temas etmek istediğini ifade etmiş ve “Mücadele’yi Milliyeye
başladığımız tarihten bugüne kadar bizim iki düşmanımız vardı. Biri hariçten geliyordu. Diğeri de
İstanbul’dan doğuyordu. İstanbul’dan maksadım Padişah, saray ve Babıalidir… Cephedeki
süngülerimiz kati bir zafer istihsal ettiği halde bile hala İstanbul entrikası nihayet bulmuyor.
Binaenaleyh bu meselenin bence ifade edilecek zamanı gelmiştir. Ve bunu da benden evvel söyleyen
Heyet-i Vekile Reisi Rauf Beyefendi tamamen izah ettiler. Önümüzde bir sulh konferansı vardır.
Daima ikilik ihdas ediliyor. Binaenaleyh bendeniz o kanaatteyim ki; düşmanların sonuncusu da bugün
halledilmelidir.” ifadelerini kullanmak suretiyle saltanatın kaldırılmasını desteklediğini
açık bir şekilde belirtmişti.”659 Birden fazla söz alan İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve
Sivas mebusu Rauf Bey ise Mustafa Kemal Paşa’ya Refet Paşa’nın Keçiören’deki
evinde aksi yönde görüş bildirmesine rağmen, mütareke sonrasında düşman
güçlerinin İstanbul Limanı’na gelmesinin ardından milleti unutup milli hakimiyeti
temsil eden Meclis’in kanuna aykırı bir şekilde feshedildiği, milletin bu tehlikeyi
görerek kendisini Anavatan’da topladığı, hükümetin de meclisi toplamak zorunda
kaldığı gibi konulardan bahsetmek suretiyle İstanbul Hükümeti ile Padişah’ı
kötüleyen bir konuşma yapmış660 ve saltanatın kaldırılmasını talep eden teklifin
659
660
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.280-286, 30 Ekim 1922.
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.285-286, 30 Ekim 1922; Nutuk, s.456.
319
altına Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa ile birlikte imzasını atmıştı.
Bununla beraber Rauf Bey, yukarıda da değinildiği üzere saltanatın kaldırılmasından
sonra bir kez daha kürsüye çıkmış, Mevlit Kandili’ne rastlayan o günün bayram
olarak kabul edilmesini istemiş ve teklifi alkışlar arasında kabul edilmişti.
Bizce Rauf Bey için saltanatın kaldırılması, kendisini Mustafa Kemal Paşa ile karşı
karşıya getiren bir gelişme değildi. Zira Refet Bey’in evinde yapılan Keçiören
Görüşmesi sırasında saltanattan yana tavır koymuş olan Rauf Bey’in düşüncesinin
gelinen noktada değiştiği kanaatindeyiz. Öyle ki Milli Mücadele’yi yaşamış olan
hemen herkes Padişah’ın Milli Hareket aleyhindeki tutumunun farkındaydı. Bu
anlamda saltanatın kaldırılması noktasında muhalif olanlar arasında dahi birbirinden
bağımsız bir fikir birliği ortaya çıkmış, en azından muhalefetin ses tonunun
yükselmeyeceği bir noktaya gelinmişti. Rauf Bey de Milli Mücadele başlamadan
önce, henüz İstanbul’da iken ziyaret ettiği Padişah’tan, milletin bir koyun sürüsü
kendisinin ise çoban olduğu sözlerini duymuştu. Öte yandan kendisi için en uygun
yönetim şeklinin Meclis Hükümeti sistemi olduğunu bildiğimiz Rauf Bey, yapılan bu
düzenleme ile memleketin rotasının değiştirileceğine dair endişelerinden biraz olsun
uzaklaşmıştı. Zira milli hakimiyete dayanan bir Meclis çalışmalarına devam
etmekteydi, yönetim anlamında bir ikilik olduğu ortada ise de, yönetim kesinlikle
İstanbul’a bırakılmamalıydı ve her şeyden önemlisi bu düzenleme ile hilafete
dokunulmamaktaydı. Rauf Bey, kanaatimizce saltanatın kaldırılması ile, hilafetin
hala var olmasının verdiği güven dışında milli hakimiyete dayanan bir meclisin
varlığı düşüncesiyle bir fikir değişikliği noktasına gelmiş, daha birkaç ay önce
Mustafa Kemal Paşa’ya söylediği sözlerden geri adım atmak durumunda kalmıştı.
Bununla beraber saltanatın kaldırılmasının, milli hakimiyet düşüncesinde olduğunu
320
söyleyen Rauf Bey için şahıs egemenliğinin sona ermesi anlamında bir ilerleme
anlamı taşıdığı da söylenebilir. Öte yandan müthiş bir zamanlama ustası olan
Mustafa Kemal Paşa’nın Tevfik Paşa’dan gelen telgrafların ardından saltanatın
kaldırılması için düğmeye basması, kendi üstünde güç tanımama noktasında hayli yol
almış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin de itirazlarının önüne set
çekmişti. Bu seti aşabilen itirazlar da saltanatın kaldırılmasının değil, saltanat
kaldırıldıktan sonra hilafetin durumunun ne olacağı noktasında toplanmıştı.
İleride de görüleceği üzere Rauf Bey saltanatın kaldırılmasına değil, Cumhuriyetin
İlanı’na karşı bir tavır içinde olmuştu. Öyle ki saltanatın kaldırılması konusunda
konuşurken Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında hiçbir gücün milleti temsil
edemeyeceğini ifade etmişti. Bununla birlikte hatıralarında saltanatın kaldırılmasına
dair teklifin kabulünü anlatması da bu noktada sorunlu görünmemekte, Misak-ı Milli
sınırları içerisinde Büyük Millet Meclisi’nden başka hükümet şeklinin kabul
edilemeyeceğini söyleyen Rauf Bey, İstanbul’daki hükümet şeklinin 18 Mart 1920661
tarihinden itibaren geçerliliğini yitirdiğini içeren teklif ile saltanatın kaldırılması ve
hilafetin durumu hakkındaki takririn oybirliği ile alkışlar arasında kabul edildiğini
söylemektedir.662 Meclis’teki görüşmeler sırasında İstanbul Hükümeti’ni kötülemek
dışında açık bir görüş belirtmemiş olan Kâzım Karabekir Paşa da anılarında zaferin
kazanılması sonrasında saltanat ve hilafetin durumunun nasıl olması gerektiğine dair
düşüncelerini ifade etmekte, İstanbul’un hükümet merkezi olmaması, devlet işlerine
hanedanın
karıştırılmaması,
bununla
beraber
hilafetin
hanedanda
kalması
gerektiğinden bahsetmektedir.663
661
Rauf Bey’in anılarında 18 Mart olarak geçen bu tarih Meclis zabıtlarında, olması gerektiği gibi 16
Mart olarak geçmektedir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.314, 1 Kasım 1922.
662
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.48-51.
663
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1254.
321
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin saltanatı kaldırdığını işgal güçleri komiserliğine
bildirmesiyle birlikte barış konferansında Türkiye’nin yalnız Büyük Millet Meclisi
tarafından temsil edileceği ortaya konulmuştu. Bununla beraber yayımlanan bir
tebliğ ile İstanbul’un Türk vatanının bir parçası olduğu ifade edilmiş, İstanbul’daki
hükümet de 4 Kasım’da yaptığı bir toplantı ile kendi varlığının sona erdiğini kabul
etmişti. İstanbul’daki vali, belediye başkanı, emniyet müdürü, jandarma komutanı
gibi üst düzey yöneticiler de aynı gün Refet Paşa’yı ziyaret ederek Ankara’ya olan
bağlılıklarını bildirmişlerdi.664
c) Vahdettin’in Kaçışı ve Yeni Halifenin Seçimi
Saltanatın Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile kaldırılmasının üzerinden on beş
gün geçmişti ki Padişah Vahdettin, Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı General
Harington’a hayatının tehlikede olduğuna dair yazılı bir başvuruda bulundu.665 17
Kasım’da İngilizlerin gönderdiği bir ambulans ile Tophane’ye getirilen Vahdettin,
buradan da bir istimbotla Malta’ya gitmek üzere Malaya gemisine götürüldü.666 Aynı
gün Harington, İngiliz himayesini ve başka bir yere naklini isteyen Vahdettin’in bu
isteğinin sabahleyin yerine getirildiğini hem yayımladığı bir bildiriyle Avrupa’ya
duyurdu, hem de bu bildiriyi de ekleyerek durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa’ya bildirdi. Refet Paşa Vahdettin’in kaçtığını
öğrendikten sonra Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Rauf Bey’i telgrafla bilgilendirdi ve kendilerine Harington’un yazısı ile bildirisini
ulaştırdı. Buna göre Vahdettin hürriyet ve hayatını tehlikede görmüş, bütün
Müslümanların halifesi sıfatı ile İngiliz himayesini ve başka bir yere nakledilmesini
664
Aydemir, Tek…, c.III, s.63-64; Cebesoy, Siyasi…, s.184-185.
Jaeschke, Türk…, c.II, s.12.
666
Tevhid-i Efkar, Vakit, 18 Kasım 1922.
665
322
talep etmiş ve arzusunun kabul edilmesi üzerine de bir İngiliz savaş gemisi ile
İstanbul’dan ayrılmıştı.667
Vahdettin’in kaçışıyla birlikte yeni halifenin belirlenmesi konusu gündeme gelecek,
Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’ya 17 Kasım’da verdiği talimat neticesinde
Abdülmecid Efendi’den 18 Kasım günü öğleye kadar bir teminat alınmasını
isteyecekti.668 Mustafa Kemal Paşa, hataları olduğu kabul edilen, zaman zaman
Büyük Millet Meclisi tarafından suçlanan Abdülmecid Efendi’nin Refet Paşa
aracılığı ile ‘Büyük Millet Meclisi’nin hilafet ve saltanat hakkında ittihaz ettiği kararı
tamamen kabul ettiğine dair’ yazılı bir teminat vermesinden sonra hilafete
getirilmesinde bir sakınca görmeyecekti.669 Böylece Abdülmecid Efendi 3 Mart 1924
tarihinde hilafetin kaldırılıp, Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasını da içeren
kanuna kadar halifelik makamında kalacaktı.
18 Kasım 1922 tarihinde konu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ele alınmıştı. İcra
Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Refet Paşa’dan gelen telgraflar ile bildiriyi okumuş
ve Vahdettin’in ihanetinin tarihte bir benzerinin olmadığını söylemişti. İcra Vekilleri
Heyeti’nin bu konuda bir toplantı yaptığını da ifade eden Rauf Bey, Vahdettin’in
vazifeyi terk ederek düşmana sığınması ile hilafet makamının boş kaldığı ve yerine
yeni bir halifenin seçilmesi gerektiği kanaatini arz ederek sözü Şer’iye Vekili Vehbi
Efendi’ye bırakmıştı. Zira yeni halifenin seçilebilmesi için eskisinin yetki ve
unvanının alınması, sonra yeni halifenin seçilmesi gerekliydi. Müdafaa-i Hukuk
Grubu mebusları Abdülmecid Efendi’nin bir an önce halife seçilmesini istemiş, Rauf
Bey de hemen yeni halife seçimine geçmek istemişti. Ne var ki bazı mebuslar,
667
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Bölüm, c.3, s.1042-1043, 18 Kasım 1922; Nutuk, s.460; “Rauf
Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.51; Cebesoy, Siyasi…, s.190.
668
Atatürk’ün Tamim…, 503-504.
669
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3 s.1043, 18 Kasım 1922; Nutuk, s.462; Kandemir,
Hatıraları…, s.92-93; Cebesoy, Siyasi…, s.191-193.
323
seçimin aceleye getirilmesi nedeniyle sinirlenmiş ve halifenin Ankara’ya getirilmesi
konusunda bir yaklaşım ortaya koymuştu. Mustafa Kemal Paşa, o an için yapılması
gerekenin yeni halifenin seçimi olduğu, ayrı bir konu olan ve üzerinde henüz
görüşme yapılmamış bir meselenin oylanamayacağı cevabını vermişse de muhalifler,
İstanbul’un işgal altında olduğunu ve yeni halifeye tek tek biat edilmesi gerektiğini
ileri sürmüştü. Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey halifenin aynı zamanda meclis başkanı
olmasını isteyince Mustafa Kemal Paşa, Türkiye halkının hakimiyetine kayıtsız
şartsız sahip olduğu ve hakimiyetin hiçbir şekilde ortak kabul etmeyeceği cevabını
vermişti. Bu konuşmaların ardından Şer’iye Vekili Vehbi Efendi’nin verdiği fetva
gereğince önce Vahdettin halifelik makamından alınmış, daha sonra da oy kullanan
162 mebusun 148’inin oyunu alan Abdülmecid Efendi halife seçilmişti. Seçimde 9
çekimser oy kullanılırken, 3 oy Selim Efendi’ye 2 oy da Abdülhalim Efendi’ye
verilmişti.670
3.6. LOZAN KONFERANSI
a) İkinci Adam Siyaset Sahnesinde
İsmet Paşa’nın siyaset sahnesinde boy göstermeye başlaması, bir yandan Mustafa
Kemal Paşa’nın yeni yol arkadaşları edindiği, diğer yandan ise İcra Vekilleri Heyeti
Reisi Rauf Bey gibi yol arkadaşları ile arasının açılacağı bir sürecin habercisiydi.
Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi ve yapılacak barış konferansında ülkeyi
Mudanya’daki ilk temsilinden alnının akıyla çıkan İsmet Paşa’nın temsil edecek
olması Rauf Bey için beklenmedik bir gelişmeydi. Öyle ki altına imza attığı Mondros
Mütarekesi’nin izlerini, yine altına imza atacağı bir barış anlaşmasıyla silmek isteyen
670
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.562-565, 18 Kasım 1922; TBMM Gizli Celse
Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.1042-1065, 18 Kasım 1922; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52;
Cebesoy, Siyasi…, s.207-210.
324
Rauf Bey, beklentileri dışında gelişen olaylar nedeniyle duygusal tavırlar içine
girmekte ve kendisini İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden uzaklaştıran bir süreci
başlatmaktaydı.
Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Bursa’ya hareket eden Mustafa
Kemal Paşa, barış konferansında Türkiye’yi temsil edecek murahhaslar heyeti
başkanını Bursa’da açıklayacaktı. O zamanki beklentilerin aksine bu kişi ne İcra
Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, ne de Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’nin ilerleyen aşamalarında Ankara’ya gelen
ve ilk kez Mudanya’da ülkeyi başarıyla temsil eden İsmet Paşa’yı tercih etmesi her
ne kadar bu noktada bir beklentisinin olmadığını ifade etse de, Rauf Bey için bir
hayal kırıklığı anlamına gelecekti.
Lozan’da Türkiye’yi İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile Hariciye Vekili Yusuf
Kemal ve Sıhhiye Vekili Rıza Nur Beylerin temsil etmesini isteyenler olmuştu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa’ya gitmesinden önce konunun vekiller heyeti
toplantısında ele alındığını ve konferansa içinde Yusuf Kemal ve Rıza Nur Beyler ile
askeri müşavirlerin de yer alacağı, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey
başkanlığında bir murahhaslar heyetinin gönderilmesinin uygun görüldüğünü,
bununla beraber bu noktada bir karar alınmadığını söyleyen Özalp, konunun
Bursa’da yeniden ele alındığını ve Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’yı Hariciye
Vekilliği’ne getirmek suretiyle konferans heyetinin başına getirmeyi uygun
bulduğunu ifade etmektedir.671 Böylece Rauf Bey başkanlığındaki heyetten
vazgeçilmiş, Ankara’ya bir yazı ile bildirilen karar Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından memnuniyetle karşılanmıştı. Anılarında barış konferansına gidecek
671
Özalp, Milli…, c.I, s.236-237. 26 Ekim 1922 tarihinde yapılan seçimlerde 174 mebus oy kullanmış,
20 mebus çekimser kalmış ve 155 oy alan İsmet Paşa Hariciye Vekili seçilmiştir. Bkz. TBMM Zabıt
Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.208, 26 Ekim 1922.
325
murahhaslar heyetine kendisinin başkanlık etmesinin istendiğini söyleyen Rauf Bey
ise konferans murahhaslar heyeti başkanlığı için Mustafa Kemal Paşa’ya İsmet
Paşa’yı kendisinin tavsiye ettiğini söylemektedir. İlk olarak öteki devletleri de
hariciye vekilleri temsil edeceği için bu göreve Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in
memur edilmesinin uygun olacağı kanaatini dile getiren Rauf Bey, Yusuf Kemal
Bey’in, ancak Rauf Bey’in başkan olarak gitmesi halinde kendisine refakat
edebileceğini ileri sürmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa’ya heyet başkanlığı için
İsmet Paşa’yı tavsiye ettiğini söylemektedir.672
Mudanya Konferansı sona erdikten sonra İsmet Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Vekili Fevzi Paşa Bursa’da bulunmaktaydı. Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ve
o sıralarda Erzurum’dan Ankara’ya henüz gelmiş olan Kâzım Karabekir Paşa ile
İstanbul’da görevlendireceği Refet Paşa’yı yanına alarak Bursa’ya giden ve Rauf
Bey’in başkanlığında bir heyetin başarılı olup olamayacağından emin olamayan
Mustafa Kemal Paşa, bu hayati görev için İsmet Bey’i tercih edişiyle673 ilgili olarak
şunları söylemektedir: “Bursa’da kaldığım günler zarfında Refet Paşa’yı malum olduğu veçhile
İstanbul’a gönderdim. İsmet Paşa’yı da, heyet-i murahhasa riyaseti vazifesini ifa edebilip
edemeyeceğini, mevcut bunca malumatıma rağmen bir daha tetkik ettim. Mudanya Konferansını nasıl
idare ettiğini teferruatıyla anlamaya çalıştım. İsmet Paşa’nın kendisine, tasavvurlarım hakkında hiçbir
kelime söylemiyordum. Nihayet müspet olarak kararımı verdim. İsmet Paşa’nın Heyet-i Murahhasa
Reisi olması için daha evvel Hariciye Vekili olmasını münasip gördüm. Bunun için doğrudan doğruya
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’e hususi ve mahrem olarak yazdığım bir şifre telgrafnamede
672
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52-53.
Nutuk, s.453. Cebesoy, Rauf Bey’in Lozan’a gitmemesinin nedeni olarak farklı bir anlatım
yapmaktadır. Hariciye Vekilliği de yapmakta olan Fransa başvekilinin farklı bir ismi konferansa
göndereceğinin anlaşıldığını, bununla beraber galip devletlerin konferansta başvekilleri ile temsil
edilme arzusunda olduklarını ve fakat sadece açılışta bulunduklarını ifade ettikten sonra şunları
söylemektedir: “İcra Vekilleri Heyeti Reisi, diğer devlet teşekküllerindeki başvekillere muadildi. Bu
devletler başvekillerini konferansa göndermek istemediklerine göre Hüseyin Rauf Bey’in Türk baş
murahhası olarak gitmesi uygun görülmemişti. Rauf Bey, kendisinin baş murahhas olmasını arzu eden
vekil ve mebus arkadaşlarına hadiseyi etraflı şekilde izah etmişti. Bkz. Cebesoy, Siyasi…, s.158.
673
326
kendisinin Hariciye Vekâletinden istifa etmesini ve İsmet Paşa’nın intihabına bizzat delalet eylemesini
rica ettim. Ankara’dan hareketimden evvel Yusuf Kemal Bey bana Heyet-i Murahhasa Riyaseti
vazifesini en iyi İsmet Paşa’nın yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kemal Bey’den kendisine vuku
bulan iş’arımı hüsn-i telakki ederek (kendisine yaptığım teklifi iyi karşılayarak) icabına tevessül
ettiğine dair cevap aldım.
İşte ondan sonra idi ki, İsmet Paşa’ya, bir emrivaki halinde Hariciye Vekili olacağını, ondan sonra da
sulh konferansına Heyet-i Murahhasa Reisi olarak gideceğini söyledim. Paşa, birdenbire mütehayyir
kaldı. Asker olduğundan bahsederek beyan-ı itizar etti, En nihayet teklifimi bir emir telakki ederek
mutavaat gösterdi. (itaat etti)”
674
Ülkede barış konferansı konusunu düşünecek bir hariciye vekili ve hükümetin
bulunduğunu söyleyen İsmet Paşa da o sıralarda konferansa gitmek gibi bir
düşüncenin zihninden geçmediğini söylemektedir. Bununla beraber, Mustafa Kemal
Paşa konuyu açtığı sırada Kâzım Karabekir Paşa’nın askerlerin gitmesini sakıncalı
bulduğunu söylediğini, Rusların da katılması halinde Kâzım Karabekir Paşa’nın
konferansa katılmak istediğini, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi lehindeki
kararlı tutumundan sonra Lozan’a gideceğinin kesinleştiğini ifade etmektedir.675
Yusuf Kemal Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 25 Ekim 1922 tarihinde
vekillikten istifa etmiş, İsmet Paşa da ertesi gün Hariciye Vekili olarak seçilmişti.676
İtilaf güçleri 27 Ekim’de Ankara ve İstanbul Hükümetlerini Lozan’da toplanacak
konferansa davet etmiş,677 ancak İstanbul Hükümeti Ankara’nın baskısı sonucu 4
Kasım’da istifa ederek konferansa katılmamıştı. Bursa’dan gönderilen yazıya uygun
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi konuyu 2 Kasım’da yapılan gizli bir oturumda
ele almış ve Lozan’a gidecek murahhaslar heyetinin hükümet tarafından seçilmesine
dair teklif 121’e karşı 61 ret oyu sonucunda kabul edilmişti. Netice itibarıyla Mustafa
674
Nutuk, s.453-454.
İnönü, Hatıralar, c.II, s.43-45.
676
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.198,208, 26 Ekim 1922.
677
Tevhid-i Efkar, 28 Ekim 1922.
675
327
Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda İsmet Paşa Lozan Konferansı murahhaslar
heyeti başkanlığını üstlenirken, Trabzon mebusu Hasan Bey ile Sinop mebusu
Doktor Rıza Nur Bey’in de murahhaslar heyetinde bulunacağı ve kendilerine geniş
bir müşavir kadrosunun yardımcı olacağı da tespit edilmişti.678
b) Konferans Çalışmaları ve Barış Antlaşması
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde başladı.
İngiltere, Fransa ve İtalya davetçi devletler, İsviçre ev sahibi idi. Türkiye,
Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan gibi devletlerin temsilcilerinin de
hazır bulunduğu konferansın dili Fransızca idi ve Türk heyeti başkanı İsmet Paşa
konferansın yapılacağı salona İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon’la birlikte
girmişti. Çekişmeli geçmekte olan görüşmeler sürerken Curzon’un, şartlarının kabul
edilmemesi halinde konferansı terk edeceğini söylemesi karşısında İsmet Paşa
olumlu cevap vermemiş, iki buçuk ay devam eden konferans bir sonuca ulaşamadan
4 Şubat 1923 tarihinde dağılmıştı. Yeniden toplanacağı 23 Nisan 1923 tarihine kadar
Türkiye bir yandan muhtemel bir savaş için önlemler alırken, diğer yandan
diplomatik girişimlerini devam ettirmişti. Bu girişimlerin sonuç vermesiyle yeniden
başlayan konferans, üç ay kadar sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşma ile
sonuçlanmıştı. Lozan Barış Anlaşmasına göre, Gökçeada ve Bozcaada dışındaki
adaların Yunanistan ve İtalya’ya bırakıldığı kabul edilirken, Batı Trakya ile ilgili
Türk talepleri kabul edilmemiş, Musul meselesi Milletler Cemiyeti tarafından
çözülmesi için ileri bir tarihe havale edilmiş, kapitülasyonlar kaldırılmış ve Osmanlı
Devleti’nin
borçlarının
kendisinden
ayrılan
devletlerle
paylaşılarak
taksite
678
İnönü, Hatıralar, c.II, s.47; Aydemir, Tek…, c.III, s.100; Cebesoy, Siyasi…, s.158,222; TBMM
Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.1003, 2 Kasım 1922.
328
bağlanması kararına varılmıştı. Öte yandan gümrük tarifelerinin beş yıl süreyle
dondurulması, Türkiye’nin boğazlarda asker ve silah bulunduramayacağı, boğazların
denetiminin uluslararası bir komisyon tarafından yapılacağı da karara bağlanmıştı.
Yunanistan ile nüfus değişimi yapılması, ancak bu değişimin Batı Trakya Türkleri ile
İstanbul Rumlarını kapsamayacağı da barış konferansında üzerinde uzlaşılan konular
arasındaydı. Lozan Barış Anlaşması ile Sevr tarihe karışmış ve Türkiye Devleti
Birinci Dünya Savaşı’nın yenik devletleri arasında yıkıntıları içinden yeniden ayağa
kalkabilen tek ülke olmuştu. Bununla beraber Lozan Anlaşması Osmanlı
İmparatorluğu’nu hukuken tarihte bırakan ve yeni Türkiye Devleti’nin temellerini de
kuran bir anlaşma olmuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi içindeki muhalif İkinci Grup üyelerinin muhalefeti
Lozan Konferansı sırasında da tüm şiddetiyle devam edecekti. Mustafa Kemal Paşa
İzmir’den Ankara’ya dönerken, 21 Kasım’da başlayan, ancak yaşanan anlaşmazlıklar
nedeniyle 4 Şubat’ta kesintiye uğrayan Lozan görüşmelerinden dönmekte olan İsmet
Paşa ile 18 Şubat’ta Eskişehir’de buluşacaktı. İsmet Paşa’nın anlaşmanın
gerçekleşmemesi nedeniyle eli boş dönmesi yanında henüz Büyük Millet Meclisi’ni
bilgilendirmeden Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelmesi İkinci Grup mebusları
için şiddetli bir eleştiri nedeni olarak görülecekti. Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki
hararetli tartışmalar neredeyse Meclis’in feshedileceği 1 Nisan 1923 tarihine kadar
devam edecekti. Gerek İcra Vekilleri Heyeti’nden yeni talimat isteyen İsmet Paşa
Meclis’i bilgilendirmeye çalışacak, gerekse Mustafa Kemal Paşa tansiyonu düşürmek
için beyanatlarda bulunacak, ancak muhalefetin Misak-ı Milli’den taviz verildiğinden
tutun İsmet Paşa başkanlığındaki murahhaslar heyetine ülkenin kaderinin teslim
329
edilemeyeceğine kadar varan eleştirileri durmayacaktı.679 6 Mart 1923 tarihinde, bir
Salı günü yapılan Meclis görüşmeleri sırasında hız kesmeden devam etmekte olan
tartışmalar karşısında çok sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, konuşmasını bitirmiş
olmasına rağmen kürsüden inmeyerek muhaliflere cevap vermeye çalışacaktı. Bazı
mebusların ayakta konuşmaya devam ettiği, bazılarının da kürsünün etrafına kadar
geldiği bir ortam yaşanacak, Mustafa Kemal Paşa ‘memlekete zarar veriyorsunuz’
diyerek kürsüden inecekti. Tartışmalar hararetli bir şekilde devam ederken Meclis’e
başkanlık etmekte olan Ali Fuat Paşa tartışmaları engelleyemediği gibi, oturumun
gizli olması nedeniyle emniyet güçlerini dahi davet edemeyecek, ancak elindeki çanı
ortalığa fırlattıktan sonra o günkü müzakereler yeterli görülerek tartışmalar sona
erecekti. İkinci Grup en azından murahhaslar heyetinin değiştirilmesi için
müzakerelere devam edilmesini isteyecek, zira zayıflamış olduğunu düşündükleri
İsmet Paşa heyetinin Misak-ı Milli üzerinden fedakârlık yapabileceği düşüncesiyle
hareket edecekti.680
c) Rauf Bey - İsmet Paşa Anlaşmazlığı
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, yukarıda da bahsedildiği üzere Lozan
Konferansı’nda kendisinin ülkeyi temsil etmesi konusunda bir eğilim olduğunu, öteki
devletleri de Hariciye Vekilleri temsil ettiğinden kendisinin Hariciye Vekili Yusuf
Kemal Bey’in görevlendirilmesini istediğini, ancak Yusuf Kemal Bey’in Rauf
Bey’in başkan olması halinde kendisine yardımcı olabileceğini söylemesi üzerine
heyet başkanlığı için Mustafa Kemal Paşa’ya Mudanya’daki başarılarına istinaden
679
Nutuk, s.478-480.
Cebesoy, Siyasi…, s.346-350; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.4, s.173-176, 6 Mart
1923; Kandemir, Hatıraları…, s.118-120; Aydemir, Tek…, c.III, s.81.
680
330
İsmet Paşa’yı tavsiye ettiğini söylemektedir.681 Rauf Bey’in anılarında dile getirdiği
bu tavsiyenin varlığına dair izleri başka bir kaynakta göremediğimiz gibi, yapıldığını
varsaysak dahi bu tavsiyenin planlamalar noktasında herkesten önce harekete geçen
Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar etkilediğini kestirmek zordur. Bizce kendisinin baş
murahhas olması noktasında bir eğilim ortada iken Rauf Bey, bundan
vazgeçebileceğini söyleme aşamasına, Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’yı tercih
etmesinden sonra gelmiş olmalıdır. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, konferansın
kesintiye uğramasının ardından sert eleştirilere maruz kalmasına rağmen İsmet
Paşa’dan vazgeçmemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa tarafından dahi
şaşkınlıkla karşılanan bu tercihi kendisinin Rauf Bey’in baş murahhaslığını
istemediğinin açık bir göstergesiydi. Mustafa Kemal Paşa acaba neden Rauf Bey’in
Lozan Barış Konferansı’na gitmesini istememişti? Bizce Mustafa Kemal Paşa,
İstanbul’dan itibaren yol arkadaşlığı yaptığı Rauf Bey’in o zamana kadar olan
yaklaşımlarından rahatsızdı. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi
sırasında
kendisinin
başkan
olmasını
istemeyen,
İstanbul’un
işgalinin
şiddetlendirilmesinin ardından gelmesini arzu ettiği halde Ankara’ya değil de
Malta’ya gitmek durumunda kalan ve Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde
saltanattan yana tavır koyan Rauf Bey’e Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi
sonrasında barış anlaşmasıyla taçlanacak olan bir paye vermek istememişti.
23 Nisan 1924 tarihinde yeniden başlayan konferans süresince murahhaslar heyeti
Ankara ile sürekli temas halinde olmuş, ne var ki çok geçmeden iki taraf arasında bir
takım
anlaşmazlıklar
baş
göstermişti.
Mustafa
Kemal
Paşa’ya
göre
bu
anlaşmazlıkların nedeni ‘daha ziyade ruhi ve hissi sebepler’ idi. Rauf Bey, İsmet
681
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52.
331
Paşa’nın idare tarzını beğenmemeye başlamış, bu hissini vekillere telkin etmeye
çalışmış, hatta başarısız olacağı düşünülen İsmet Paşa’nın geri çağrılmasını dahi
düşünmüş, ancak bunun Meclis’te oylanmasına Milli Müdafaa Vekili Kâzım Paşa
engel olmuştu. İsmet Paşa ise kendisine verilecek cevapların geciktirildiği, Başvekil
ve İcra Vekilleri Heyeti’nin aldığı kararların henüz kendisine ulaşmadan Lozan’a
ulaştığından şikayetçi olmuştu. Bununla beraber ilerleyen zamanlarda İsmet Paşa,
düşünce ve tekliflerinin Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’ya
olduğu gibi iletilmesini de istemiş, zor durumda kaldığını söyleyerek Mustafa Kemal
Paşa’ya şikâyette bulunmuş, telgraf şifresi yalnız Rauf Bey’de bulunduğu için de
Rauf Bey bu şikâyetlerden haberdar olmuştu. İcra Vekilleri Heyeti Rauf Bey ile
Hariciye Vekili İsmet Paşa arasında anlaşmazlık yaşanmasına neden olan konuların
başında Yunanlıların işgal sırasında verdikleri zararlar için talep edilecek tazminat
bedeli vardı. Rauf Bey, tazminat bedeline karşılık teklif edilen Karaağaç’ı kabul
etmezken, Karaağaç’ı kabul ederek anlaşmayı tamamlamayı ve bazı taleplerin
karşılanmasının mümkün olmadığını düşünen İsmet Paşa, bu noktada fedakârlık
yapılması halinde öteki konularda anlaşılabileceği kanaatini taşımaktaydı. İcra
Vekilleri Heyeti Reisi ile Hariciye Vekili ve Lozan Konferansı baş murahhası
arasındaki anlaşmazlık konusunda Mustafa Kemal Paşa, kendi tavrının nasıl
olduğunu Nutuk’ta “Tarafeyne (iki tarafa) karşı aldığım vaziyet yumuşak olmadı. Bir tarafa hak
verirken diğer tarafı susturmak sistemini de tatbik etmedim.” ifadeleriyle ortaya koymuştu. İcra
Vekilleri Heyeti toplantısına da katılan Mustafa Kemal Paşa, hükümetle olan
anlaşmazlık nedeniyle mutabakat sağlanmaz ise dönmek kararında olduğunu bildiren
İsmet Paşa’ya bir şifreli telgraf ile tazminat bedeli konusunda bir direniş olmadığını
332
söylemek ihtiyacı duymuştu.682 Tazminat konusunda Karaağaç ile yetinileceği
anlamına gelen bu cevap, İsmet Paşa için Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerini
cesaretlendirmesi bakımından da çok önemli görülmüştü.
İsmet Paşa ile Rauf Bey arasındaki anlaşmazlığın bir sinir harbi düzeyinde olduğunu
gözler önüne sermesi bakımından aşağıdaki satırlar dikkat çekicidir. İsmet Paşa
konferansın sonraki aşamalarında hükümetin tercih ettiği yöntemi 93 Harbi’nin
saraydan idare edilmesine benzetmiş ve ‘Nasıl hareket edeceğim Ankara’dan idare edilecekse
bırakıp döneyim de siz gelin taleplerinizi İtilaf devletlerine kabul ettirin.’ şeklinde sözler sarf
etmişti. Mustafa Kemal Paşa, bu sözleri tasvip etmediğini ifade etmiş ve İsmet
Paşa’ya bir telgraf çekerek sinirli bir tarzda yazıldığını söylediği bu telgraftan ötürü
kendisini haksız bulduğunu söylemişti.683 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile
Murahhaslar Heyeti Başkanı İsmet Paşa’nın anlaşmazlığının damgasını vurduğu
Lozan Konferansı imza aşamasına geldiği sırada dahi anlaşmazlık devam
etmekteydi. Öyle ki İcra Vekilleri Heyeti, İsmet Paşa’nın imza yetkisi talep ettiği
telgrafına cevap dahi vermemişti. Netice itibarıyla İsmet Paşa’nın istediği imza
yetkisi kararsızlık içindeki hükümet tarafından değil, durumdan haberdar olan
Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmiş684 ve Lozan Barış Anlaşması 24 Temmuz
1923 tarihinde imzalanmıştı.
İsmet Paşa, anlaşmanın imzalanmasına giden yolu açan Mustafa Kemal Paşa’ya
şunları yazacaktı: “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı
tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana merbutiyetim bir kat daha artmıştır.
Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim aziz Şef’im.” Mustafa Kemal Paşa da barış
682
Nutuk, s.515-517.
A.g.e., s.522; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.53-55; Aydemir, Tek…, c.III, s.123.
684
Nutuk, s.523-524; İnönü, Hatıralar, c.II, s.148-149; Aydemir, Tek…, c.III, s.124.
683
333
anlaşmasının imzalandığı gün İsmet Paşa’ya bir tebrik telgrafı gönderecekti.685
Kendisine yapılan uyarıların ardından zoraki bir tebrik kaleme alan Rauf Bey ise İcra
Vekilleri Heyeti Reisi olarak son imzasını Lozan Konferansı’nın imzalanmasından
bir gün sonra Lozan’da bulunan Murahhaslar Heyeti Başkanlığı’na hitaben çektiği bu
tebrik telgrafının altına atacaktı.
d) Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden Ayrılması
Sevr’in tarihe karıştığını ilan eden Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının ardından
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Meclis İkinci Reisi Ali Fuat Paşa ile birlikte
Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmiş ve konferans sırasında yaşadığı sıkıntılar
nedeniyle Lozan’dan gelmekte olan İsmet Paşa’yı karşılamayacağını ifade etmişti.
Rauf Bey’e göre, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden istifa edeceğini söylediği zaman
Mustafa Kemal Paşa kendisine: “Rauf'cuğum, ne söyleyeyim bilmem ki, haklısın… Bu muhit
insanı ahlaksız yapıyor.” şeklinde karşılık vermişti. Bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal
Paşa ile vedalaşan Rauf Bey, ertesi gün kendisi Sivas’a ulaştığında vermesi için
istifanamesini Ali Fethi Bey’e bırakmıştı.686
Rauf Bey’le birlikte Çankaya’ya giden Ali Fuat Paşa’nın anlatımına bakılırsa, Rauf
Bey anlaşmanın imzalandığına dair telgrafı verdikten sonra Mustafa Kemal Paşa
heyecandan sapsarı kesilmiş ve gözlerini telgraftan ayırmamıştı. Bunun nedeni,
Mustafa Kemal Paşa’nın, barışın imza edileceğini tahmin ediyor olsa da
muhataplarının son anda sözlerinden dönebileceğini aklına getirmesiydi. Bu
noktadan sonra yaşananlara dair Ali Fuat Paşa şunları söylemektedir:
685
686
Nutuk, s.524-525.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.83.
334
“Rauf Bey: Başta siz olmak üzere bu mesut günün muvaffakiyetini, Karabekir, Ali Fuat ve Refet
Paşalara borçluyuz. Bu, sizin eserinizdir. Ben sizin aranızda bir arkadaşınız olarak çalışmakla kendimi
dünyanın en bahtiyar insanı telakki ediyorum. Sizlerin çok samimi surette bir araya gelerek vatanın
kurtuluşu için feragat ve fedakârlıkla çalışmaya başladığınız Amasya’dan beri içimden daima
ellerinizi öpmek arzusu gelmiş, fakat bunu izhar edememiştim. Şimdi bu hissiyatımı ellerinizi öpmek
suretiyle açıklayacağım.
Gazi: Rauf, fazla ve lüzumsuz nezaket gösteriyorsun. Daha ilk günlerde hakiki bir vatan fedaisi gibi
evvela Fuat Paşa’nın yanına sonra beraberce benim yanıma gelerek ve bugüne kadar bir dakika
ayrılmayarak birlikte çalışmadık mı?... Senin hizmetin de bizimkiler kadar olduğuna şüphe
etmemelisin. …
Getirilen kahveleri içerken Rauf Bey şu maruzatta bulundu:
Paşam bugün sizi sıkmak hatırımdan geçmezdi. Fakat daha müsait zaman bulamayacağımdan
düşüncelerimi arz edeceğim. Ben, sulhun imzasına kadar her şeye göğsümü siper yapmağa ve
nihayete kadar çalışmağa söz azmetmiştim. Hamdolsun bugün müşterek çalışmalarımızın neticesini
almış bulunuyoruz. Bildiğiniz gibi çok yorgunum. Midemden de rahatsızım. Müsaade ederseniz ikinci
meclis toplanmadan yerime Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa’yı vekil bırakarak eski
intihap dairem olan Sivas’a gitmek… sonra validem nezdinde bir müddet dinlenmek üzere İzmir’e
gitmek istiyorum…
Konuşmalarımız arasında Rauf Bey’in istifa arzusunun sebebini kendi kendine bulmaya çalışan Gazi,
birdenbire bulmuş gibi tavır takınarak dedi ki:
-Konferans esnasında İsmet haksız yere, seni çok kızdırdı. … O zamanki hakemliğimden senin de
memnun olduğunu sanıyorum. İsmet’in o hareketleri yalnız sana değil, hepimize karşı idi. Bunda
devam ederse o gün olduğu kadar bugün de onu yola getiririm.
Rauf Bey: Lozan Sulhunun bundan sonraki en mühim kısmını muahedenin tatbiki teşkil edecektir. Bu
sebeple İsmet Paşa’nın en az Hariciye Vekili olması lazımdır. Biz sizin partiler ve şahıslar üstünde
hakiki bir hakem ve Devlet Reisi kalmanızı arzu ederiz. … Gazetelere verdiğiniz beyanattan sulh
devresinde, teşkil edeceğiniz Halk Fırkasının başına geçerek, günlük politikaya karışacağınız
anlaşılıyor. Biz buna taraftar değiliz. Sizin Devlet Reisliğinde hakem ve nazım rolünüzü devam
335
ettirmenizi, parti reisi olarak kendinizi yıpratmamanızı, memleket menfaatine uygun görüyoruz… Sizi
fazla sıktığımdan dolayı affımı rica eder, istifamın kabulünü rica ederim.
687
Gazi: Rauf acele etme, İkinci Meclis toplanıncaya kadar düşünebilmek için vaktimiz var…”
Rauf Bey’in Ali Fuat Paşa ile birlikte çıktığı Çankaya’da gerçekleşen görüşme, bize
sadece kendisinin İsmet Paşa ile olan anlaşmazlıkları nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti
Riyaseti’nden ayrılmasının nedenlerini değil, aynı zamanda Milli Mücadele’nin
zaferle sonuçlandırılmasına yol arkadaşlarının katkısını ve yol arkadaşlarının
Mustafa Kemal Paşa ile geldiği yol ayrımını da göstermektedir. Mustafa Kemal Paşa
da bu görüşme ile ilgili olarak Ali Fuat Paşa gibi bir anlatım yapmakta ve orada
sadece Rauf Bey’in ayrılması meselesinin konuşulmadığını, bununla beraber barıştan
sonrası için alacağı vaziyete dair bir konuşma geçtiğini de doğrulamaktadır. Rauf
Bey İsmet Paşa’yı karşılamayacağını, müsaade edilirse seçim bölgesi Sivas’ı ziyarete
gitmek istediğini söyledikten sonra yaşananları Mustafa Kemal Paşa şöyle
anlatmaktadır:
“Rauf Bey’e bu tarz-ı hareketine bir sebep olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı, bir hükümet
reisine yaraşır surette kabul etmek ve vazifesini hüsn-i ikmal ettiğinden onu şifahen de takdir ve tebrik
etmek muvafık olacağını söyledim.
Rauf Bey kendime hakim değilim; yapamayacağım dedi ve seyahate çıkmak hususunda ısrar etti.
Heyet-i Vekile Riyasetinden istifa eylemesi şartıyla seyahatine muvafakat ettim.
Ondan sonra Rauf Bey’le aramızda, şu mükâleme cereyan etti:
Rauf Bey: Heyet-i Vekile Riyasetinden çekilirken, sizden çok rica ederim, dedi, devlet riyaseti
makamını takviye ediniz.
Rauf Bey’e; dediğinizi yapacağıma kat’iyyen emin olunuz! cevabını verdim.
Rauf Bey’in ne demek istediğini, ben, pek güzel anlamıştım. Rauf Bey, devlet riyaseti makamı olarak,
hilafet makamını düşünüyor ve o makama kuvvet ve salahiyet teminini benden rica ediyordu.
687
Cebesoy, Siyasi…, s.405-407.
336
Rauf Bey’in benim müspet cevabımın medlulünü anlayıp anlamadığı meşkûktür. Bilahare,
Cumhuriyet ilanından sonra, kendisi ile Ankara’da vuku bulan bir mülâkatımızda, ne için muarız
olduğunu, yapılmış olan şeyin Ankara’dan müfarakat ederken (ayrılırken), benden yapılmasını rica
ettiği ve benim söz verdiğim meseleden başka bir şey olmadığını söylediğim zaman, ben, demişti,
devlet riyaseti makamını takviye ediniz derken asla Cumhuriyet ilanını tasavvur ve kastetmemiştim.
Hâlbuki efendiler benim verdiğim cevabın medlulü tamamen o idi. Filhakika, bence devlet riyaseti
makamı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi makamını memzuç bulundurmak, hükümet-i milliyemizin
mahiyeti, hükümet-i cumhuriyet olduğu halde, onu kat’i olarak ifade ve ilan etmemek bir zaaf teşkil
etmekte idi. İlk fırsatta resmen cumhuriyet ilan etmek ve devlet riyasetini, riyaset-i cumhur
makamında temsil ederek kuvvetli bir vaziyet vücuda getirmek elzem idi. Rauf Bey’e bunu
yapacağıma kat’iyyen söz vermiştim. Eğer maksadıma intikal edememiş ise zannederim, noksan
bende değildir.”688
Rauf Bey anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın, İcra Vekilliği Reisliği’nden istifasını
istediğine dair bir şey söylememektedir. Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları
arasındaki ciddi fikir ve görüş ayrılıklarına Lozan’ın devamı sırasında rastlandığını
söyleyen Fethi Okyar ise, o sırada İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan Rauf Bey ile aynı
kabinede Hariciye Vekili olan İsmet Paşa arasındaki yazışmaların ağır tonda olması
yanında temel ayrılıklar olduğu kanaatindedir. Burada Okyar, Rauf Bey’in kesinlikle
taviz verilemeyeceğine dair kararlı tutumunu ilettiği bir telgraf örneğini de vermekte,
bunun
da
ayrılıkların
derinliğinin
anlaşılabileceği
bir
örnek
olduğunu
söylemektedir.689 Bizce Fethi Bey, Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında yaşanan
anlaşmazlıkların aynı zamanda Rauf Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında
gerçekleşen bir anlaşmazlık olduğunu ileri sürmektedir ki bu yanıltıcı bir
yaklaşımdır. Öyle ki İsmet Paşa’yı karşılamak istemediği için görevini bırakmak
durumunda kalan Rauf Bey, istemiş olsaydı yine İcra Vekilleri Heyeti Reisliği
688
689
Nutuk, s.527-528.
Okyar, Üç…, s.340-341.
337
görevine devam edebilirdi. Mustafa Kemal Paşa da Lozan Görüşmeleri sırasında
ortaya çıkan bu anlaşmazlık için her iki taraf arasında tarafsız bir vaziyet aldığını
ifade etmekte, birisini diğerine tercih eden bir anlayış benimsemediğini
söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e, ‘bu hareket tarzına bir sebep
olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı, bir hükümet reisine yakışır surette
kabul etmek ve vazifesini iyi ifa ettiği için onu şifahen de takdir ve tebrik etmek
muvafık olacağını’ söylemişse de Rauf Bey, ‘Kendime
hakim değilim,
yapamayacağım.’ cevabını vermiş, İsmet Paşa’yı karşılamak durumunda kalmadan
İcra Vekilleri Heyeti Reisliği vekâletini Fevzi Paşa’ya bırakmak suretiyle seçim
bölgesi olan Sivas’a doğru yola çıkmıştı.
Mustafa Kemal Paşa Çankaya’daki bu görüşmede Ali Fuat Paşa ile yol arkadaşlarına
karşı olan yaklaşımını da ortaya koyduğu bir konuşmadan da bahsedecekti:
“Ali Fuat Paşa ile de kısa bir müdavele-i efkâr yapıldı.
Fuat Paşa bana şöyle bir sual tevcih etti:
Senin şimdi, (apotr)ların kimlerdir; bunu anlayabilir miyiz?
Ben, bu sualden bir şey anlayamadığımı söyledim.
Paşa, maksadını izah etti. O zaman, ben de şu beyanatta bulundum:
Benim (apotr)larım yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, hizmet liyakat ve kudretini
690
gösterir ise, (apotr) onlardır.
Mustafa Kemal Paşa, barışın elde edilmesinden sonra kendisini ‘milli bir sır’ olarak o
zamana değin sakladığı devrimlerin gerçekleştirilmesine verecek, yeni yol
arkadaşlarını ancak devrimlerin gerçekleştirilmesi noktasında kendisine destek
verenler arasından seçecekti.
690
Nutuk, s.527-528.
338
3.7. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YENİ DÖNEM HAZIRLIKLARI
a) Zaferden Sonraki Yurt Gezisi
1923 yılının 14 Ocak günü Mustafa Kemal Paşa bir ay kadar sürecek bir yurt
gezisine çıkacak, saltanat ve hilafet konusundaki değişikliklere dair halkın tepkisini
ölçmeyi, zaferden sonra ordunun durumunu yakından görmeyi, barış yapılması
halinde kurmayı planladığı Halk Fırkası için zemin oluşturmayı ve yeni bir mebus
seçimi için nabız yoklamayı amaçlayacaktı.691 İzmit’te iken kendisine yeni
hükümetin dini olacak mı şeklinde bir soru da sorulacak, sonradan o günün
şartlarında cevap vermek istemediği bir soru ile karşılaştığını ifade edecek olan
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul ve İzmir basın temsilcilerine ‘hükümetin dini olamaz’
diyemeyecek ve mecburen ‘hükümetin dini İslam’dır’ demek durumunda kalacaktı.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra ise ‘laik hükümet’ tabirini ‘dinsiz’ olarak
yorumlamaya meyilli olanlara bu fırsatı vermemek için Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’nda Türkiye Devleti’nin dininin İslam olduğu maddesinde bir değişiklik
yapılmayacaktı.692
b) Seçim Kararı Alınması ve Meclis’in Feshi
İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’ın İngilizler tarafından basılması ve Rauf
Bey gibi bazı üyelerinin Malta’ya sürgüne gönderilmesi Mustafa Kemal Paşa’nın
Anadolu’da derhal bir meclis toplamasını gerekli kılmış, İstanbul’dan gelebilen
mebuslar yanında herhangi bir düzenlemeden yoksun olarak gerçekleşen seçimler
neticesinde gelenlerden oluşan Büyük Millet Meclisi çalışmalarına başlamıştı. Seçim
sonucunda Ankara’ya gelen mebusların çoğu Padişah’a isyan etmek pahasına,
691
692
Nutuk, s.467.
A.g.e., s.475-476.
339
Anadolu’da açılacak bir meclise katılmaktan çekinmeyen gözü kara, atılgan ve
cevval olmakla beraber öğrenim düzeyi yüksek olmayan kimselerdi. İstanbul’dan
Anadolu’ya her türlü tehlikeyi göze alarak gelebilen mebusların cesareti de yeni
seçilenlerden az değildi. Anadolu’dan gelen mebuslar daha çok şeyh, çelebi, hacı,
hoca, ağa gibi kimseler olup eğitim ve kültür bakımından İstanbul’dan gelenlerden
düşük seviyedeydi. Aralarındaki eğitim, kültür, yaş ve kıyafet farkına rağmen Büyük
Millet Meclisi’nin bütün üyeleri yüce bir ideal uğruna düşmanın yurttan atılması
noktasında kader birliği etmişlerdi. Başarılı olamamalarının karşılığını hayatlarıyla
ödemeye hazır olan bu insanlar, Padişah’a isyan ve vatan sevgisi arasındaki
tercihlerini isyankar olma pahasına vatanı kurtarma noktasında kullanan vatansever
kimselerdi. Milli Hareket aleyhindeki tavrı ve iç savaşın aktörlerinden biri olması
nedeniyle kendisine duyulan saygıyı azaltan Padişah’ın İngilizlerle işbirliğinin
anlaşılmasına ve Sevr Anlaşması’nın kabul edilmesinin ortaya çıktığı zamana kadar
bu mebusların çoğunluğunun amacı hilafet ve saltanatı kurtarmak suretiyle Osmanlı
Devleti’nin devamını sağlamaktı.693
Muhalif İkinci Grup mebusları grup kurulmadan önce de Meclis’te istedikleri her
şeyi dile getirme imkânı bulmuş, Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan
Mustafa Kemal Paşa bu muhalif tavır nedeniyle Meclis’i ikna etmekte çoğu zaman
zorluk çekmiş ve başkomutanlık kanununun uzatılması görüşmeleri sırasında olduğu
gibi sert bir muhalefetle karşılaşmıştı. Bununla beraber işgalcilere karşı milli direnişi
idare eden ‘Birinci Meclis’, ülkenin düşmandan temizlenmesi işini tüm olumsuz
şartlara, yani gerek içerisindeki muhalif tavırlara gerekse memleketin maddi
imkânsızlıklarına rağmen başarıyla sonuçlandırmış ve saltanatı kaldırarak ulus
693
Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli…, 1990, s.244-245.
340
egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmuştu. İlk Meclis, bazı yasal düzenlemelerle
Cumhuriyete giden yolun temellerini atmış olsa da Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin
kaldırılması gibi çok önemli hamlelerin bu meclis ile yapılmasının imkânı kalmadığı
da yaşanan süreçte anlaşılmıştı.
Meclis’in yenilenmesi düşüncesi esasında yalnızca Mustafa Kemal Paşa ile İcra
Vekilleri Heyeti’nin isteği değildi. Meclis’te muhalefeti oluşturan mebuslar da
yeniden seçimlere gidilmesi ve Meclis’in dağıtılması fikrindeydi. İkinci Grup’un
liderlerinden Hüseyin Avni Bey, 4 Mart 1923 tarihinde İkinci Grup’un yeniden
seçilmekten umudunu kestiği ve bu nedenle Meclis’te uzlaşmaz bir tavra büründüğü
yönündeki itirazlara karşı çıkmış, “Avrupa’da bir cereyan var. Türkiye’de Büyük Millet
Meclisi’nde iki parti vardır. Bir parti Mustafa Kemal’in yanında, onun dalkavuğu imiş, yeni intihapta
(seçimde) onlar mebus olabilecekmiş. Mebusluktan ümitsiz olanlar harbin devamını istiyorlarmış.
Efendiler, dünyada bu düşünceli bir alçak tasavvur edemem.” demişti. Bir sonraki gün İkinci
Grup üyesi İzmit mebusu Sırrı Bey de Misak-ı Milli dışında müzakereye yetkileri
olmadığı için durumun millet oyuna sunulması amacıyla seçimlerin yenilenmesini
isteyen bir teklif vermişti.694 Netice itibarıyla vatanın kurtarılması noktasında farklı
kesimleri bir araya getiren ve sonuncusu Lozan Konferansı sırasında olmak üzere
şiddetli tartışmalara tanıklık eden Meclis’in artık bir seçim süreci sonunda
yenilenmesi fikri üzerinde bir uzlaşma söz konusu olmuştu.
Burada bir noktaya daha dikkati çekmek gerekmektedir. Meclis’in yenilenmesinin
istenmesinin bir nedeni de kesintiye uğramış olan Lozan görüşmeleri sonunda
yapılacak bir barış anlaşmasının bu Meclis tarafından kabul edilmeyeceği
düşüncesiydi. Öyle ki İkinci Grup’a mensup mebuslar daha önce hükümeti düşürmek
694
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.4, s.97, 4 Mart 1923; TBMM Gizli Celse Zabıtları,
Birinci Dönem, c.4, s.141, 5 Mart 1923.
341
amacıyla Meclis’in yenilenmesini talep etmişse de Lozan görüşmeleri sırasındaki bu
talep kabul görmemişti. Mustafa Kemal Paşa yeniden başlayacak olan görüşmeler
için İsmet Paşa’nın başkanlığındaki murahhaslar heyetinin yeniden görevlendirilmesi
kararını Meclis’ten geçirdikten sonra Meclis’in feshini gündeme getirmiş, daha önce
bu yöndeki girişimi ortada olan İkinci Grup mensupları da buna itiraz edememişti.695
Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılı Ocak ayı başında çıktığı yurt gezisi sırasında Falih
Rıfkı’nın bir sorusuna Meclis’in vatanı kurtarma vazifesini gerçekleştirdikten sonra
vazifesini tamamlamış olacağı ve yeni seçimlere karar vermek suretiyle dağılmaya
mecbur olduğu cevabını vermişti.696 Bu düşüncesine paralel olarak Milli
Mücadele’nin gerçekleştirilmesinde etkin bir rol oynayan, ancak her alanda
düşündüğü inkılâpları gerçekleştirmesi noktasında bir engel olarak gördüğü
muhalefetin tasfiyesi suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yenilenmesi için
girişimlere başlayan Mustafa Kemal Paşa, gezilerini tamamlayarak Ankara’ya
döndükten sonra 1923 yılı Mart ayı sonunda yapılan İcra Vekilleri Heyeti
toplantısına katılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın, seçimlere gidilmesi teklifini Meclis
gündemine getirmelerini istediği Vekiller Heyeti kısa bir müzakerenin ardından bu
yönde bir karar almış, aynı gece toplantıya davet edilen Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti de bu karara iştirak etmişti. Lozan
müzakereleri sırasında muhalefetin şiddetli eleştirilerinden nasibini alan İcra
Vekilleri Heyeti’nin Başkanı Rauf Bey de azim ve birliğinin gevşediğini söylediği
Meclis’in eskisi gibi güven telkin edemeyeceğini, bu nedenle yenilenmesi noktasında
bir fikir birliği olduğunu ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa ise bu konuda Nutuk’ta
şunları söylemişti: “… Artık tereddüde mahal kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe millet ve
695
Tunçay, Türkiye…, s.42.
Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK yay., Ankara,
1996, s.83-84.
696
342
memleketin ağır ve mesuliyetli işlerini tedvir etmeye (çevirmeye) imkân yoktur.” Sabaha kadar
devam eden İcra Vekilleri Heyeti toplantısında alınan seçimlere gidilmek sureti ile
Meclis’in feshedilmesi kararı 1 Nisan 1923 tarihinde 121 imzalı bir önerge ile Meclis
gündemine gelmiş, İkinci Grup mebusları tarafından da tepkiyle karşılanmayan teklif
ittifakla kabul edilmişti.697 Böylece Mustafa Kemal Paşa, iktidar ve muhalefet
grupları arasında Lozan Konferansı’nın gidişatına paralel olarak gelişen olumsuz
havaya rağmen seçim kararı almayı başarırken 1927 yılı Temmuz ayına kadar devam
edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci dönemine giden yol da açılmış
oldu.
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Seçim Çalışmaları ve Halk Fırkası’na Gidiş
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin fesih kararından bir hafta sonra yapılan, Rauf Bey
ile Kâzım Karabekir Paşanın da katıldığı bir Heyet-i Umumiye toplantısında Mustafa
Kemal Paşa tarafından daha önceden hazırlanan ve 1923 seçimlerinde izlenecek yolu
gösteren Dokuz Umde kabul edilecekti. Burada seçim beyannamesi şeklindeki bir
girişin ardından Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun Halk Fırkası’na
dönüştürüleceği ifade edilecekti. İlk iki maddesinin çok önemli olduğu bu ilkeler
seçim çalışmalarında kullanılacak ve Eylül ayında kurulacak olan Halk Fırkası’nın
temel ilkeleri olarak ortaya çıkacaktı.698 Aynı toplantıda Umumi Heyet, Mustafa
697
TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.28, s.294-295, 1 Nisan 1923; Nutuk, s.483; Cebesoy,
Siyasi…, s.362-363; Kandemir, Hatıraları…, s.124-125.
698
“Umde 1. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir … Milletin hakiki ve yegane mümessili (Türkiye
Büyük Millet Meclisi) dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin haricinde hiçbir fert, hiçbir kuvvet ve
hiçbir makam mukadderat-ı milliyeye hakim olmaz… Umde 2. Saltanatın ilgasına ve hukuk u
hakimiyet ve hükümraninin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ (terk edilmez, parçalanmaz ve
devredilmez) olmak üzere Türkiye halkının mümessil-i hakikisi olan Büyük Millet Meclisi’nin
şahsiyet-i manevisinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 (1 Kasım 1922) tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin müttefikan verdiği karar layetegayyer (değişmez) düsturdur…
Umde 3. Memlekette emniyet ve asayişin katiyetle muhafazası en mühim bir vazifedir. Bu gaye
milletin arzu ve ihtiyacına mutabık olarak temin edilecektir. Umde 4. Mahkemelerimizin bilhassa seri
343
Kemal Paşa’nın teklifi ile seçimlerle meşgul olacak, daha doğrusu Müdafaa-i Hukuk
adaylarının tespiti ile ilgilenecek bir heyet seçimi de yapacaktı. 10 Nisan 1923
tarihinde ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa başkanlığında Ankara İstasyonu’ndaki
İcra Vekilleri Heyeti ikametgâhında yapacak olan heyet seçimlerin tamamlanmasına
kadar görevini sürdürecekti.699 Bu noktada heyetin nasıl bir çalışma yaptığına
bakmak faydalı olacaktır. Dokuz Umde’nin ilan edilmesinden sonra, mebus olmak
isteyen kimseler umdeleri kabul ettiğini ve fikir birliği içinde bulunduklarını heyet
Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bildirecek, heyetin tespit ettiği Müdafaa-i Hukuk
adayları Mustafa Kemal Paşa tarafından zamanı geldikçe açıklanacaktı. Bu yöntem
sonucunda mebus olmak arzusunda bulunan ve ‘milleti iğfal edeceği’ düşünülen çok
sayıda kişi dışarıda bırakılacaktı.700 Böylece Mustafa Kemal Paşa, kendisinin
başkanlığındaki bu heyet ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri arasından aday
belirlemek suretiyle seçimler için de ön hazırlık yapma imkânı bulmuş olacaktı.
Kâzım Karabekir Paşa, seçim kurulunun ilk toplantısına kendisinin de katıldığını, bu
toplantıda Mustafa Kemal Paşa’nın, milletin kendisine güvenoyu vermesini ve
mebusların seçimini kendisine bırakmasını istediğini, ancak kurulun bunu kabul
etmediğini söylemektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın İkinci Grup’tan
kimseyi listeye almadığını ve ‘ben muhalif istemiyorum’ diyerek kendisine en çok
bir surette tevzii adalet edebilmeleri (adalet dağıtabilmeleri) temin edilecektir. Umde 6. Hizmet-i
fiiliye-yi askeriye tenkis edilecektir… Umde 7. İhtiyat zabitlerini (yedek subaylar) hayat ve
istikballerini kendilerine ve memlekete en nafi bir surette temin etmek esaslı bir hedefimizdir… Umde
8. Halk umurunun azami bir surette intacı faal, muktedir, müstakim bir silsile-i memurinin kemal-i
intizamla ve usul ve kanun dairesinde iş görmesine mütevakkıf olduğundan sınıf-ı memurin bu nokta-i
nazardan ikmal edilecek ve bütün şuabat-ı devlet daimi teftiş ve murakabeye tabi tutulacaktır…
Umde 9. Harap olan memleketimizin süratle tamir ve ihyası zımnında devletçe ittihaz olunacak
tedabirden başka inşaat ve tamirat için yer yer şirketler teşekkülü teşvik ve temin ve ferdi teşebbüsleri
himayeye medar olacak ahkam vazolunacaktır…” Umde 5, iktisadi kalkınmayı içeren on maddeden
ibarettir. Bu nedenle hepsinin veya bir kısmının yazılması yoluna gidilmemiştir. Bkz. Atatürk’ün
Tamim…, 516-518.
699
Cebesoy, Siyasi…, s.375.
700
Nutuk, s.484.
344
sadakat gösterenleri listeye aldığını söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, böyle bir
mecliste daha şiddetli bir muhalefetin ortaya çıkacağını ve aynı zamanda itilaf
milletlerinin güveninin kazanılamayacağını ifade etmiştir. Seçim heyetinden bu
nedenle ayrıldığını söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı
ile heyet içinde çalışmaya devam ettiğini de belirtmiştir.701
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey de seçimlerde aday olacakları belirleyen kurul
içinde yer almadığını, partiler üstü kalmasını telkin etmesine rağmen Mustafa Kemal
Paşa’ya bu telkinini kabul ettiremediğini söylemekte ve kendisini Mustafa Kemal
Paşa’dan uzaklaştıran bir yola girdiğini şu sözleriyle anlatmaktadır: “…bu vaziyette
seçime hazırlayan heyetin başında gece gündüz bilfiil çalışarak teferruatına kadar her işe bizzat
nezaret eden Mustafa Kemal Paşa’yı, bu çalışmalarında yalnız bırakmaya mecbur oldum. Başka türlü
yapamazdım. Bir hükümet başkanı olarak elbette halka şunu seçin bunu seçin diye listeler sunup,
propagandalarla teşvikte bulunamazdım.” demektedir.
702
Mustafa Kemal Paşa’nın seçimler sırasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Halk
Fırkası Reisi olarak seçim işleriyle bizzat meşgul olduğunu, bunun yanında
başkomutanlık sıfatını muhafaza ettiğini söyleyen Ali Fuat Paşa da bu noktada
getirdiği eleştirilerle yol arkadaşlarına katılmaktadır: “Mustafa Kemal Paşa’nın intihap
heyetinin başında bilfiil intihap işlerine çok yakından müdahale etmesi Meclis ve hükümetin
tarafsızlığını ister istemez ihlal ediyordu. Bu kuvvetle Gazi’nin pek kuvvetli şahsiyeti karşısında
hiçbir kimse ve zümre ne fırka teşkiline ve ne de intihap mücadelesine kalkmamıştı. Bu tabii olmayan
durumu biraz olsun telafi edebilmek için İcra Vekilleri Heyeti Reisi Hüseyin Rauf Bey, hükümetin,
ben de Meclis reisi olarak işlerimizin başında kalmıştık. İntihap heyetinin icraatına iştirak etmeyerek
tarafsızlığımızı muhafazaya çalışmıştık.
703
701
Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası, Emre yay., İstanbul, 1991, s.138.
Kandemir, Hatıraları…, s.126-127.
703
Cebesoy, Siyasi…, s.377.
702
345
Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası’nın kuruluşuna esas teşkil ettiğini söylediği
programa Cumhuriyet’in ilanı, Hilafet’in kaldırılması, Şer’iye Vekâleti’nin lağvı,
medrese ve tekkelerin kaldırılması ve şapka giyilmesi gibi konuları koymadığını,
böylece zamanından önce ‘cahil ve mürtecilerin bütün milleti zehirlemelerini’ uygun
bulmadığını söylemektedir. Bununla beraber programı bir siyasi fırka için yeterli
görmeyenler olduğunu, hatta bu nedenle Halk Fırkası’nın bir programı olmadığının
dahi söylendiğini, ancak programın bir kitap olmasa da pratik ve esaslı olduğunu ve
umdelerin fırkanın kuruluşuna ve faaliyetlerine yeterli geldiğini ilave etmektedir.704
23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclis parçalanmış bir yapıya sahip
olmasına rağmen içinde herhangi bir siyasal fırka yoktu. Sivas Kongresi’nde her
türlü fırkacılık akımının reddedilmesi ilkesi Büyük Millet Meclisi içinde etkisini
uzun müddet devam ettirmiş, Meclis’in açılmasının üzerinden üç yıla yakın bir
zaman geçmesine ve Sivas Kongresi sırasındaki fırkacılığın reddedildiği o zor
günlerin sonuna gelinmesine rağmen bu yolda bir adım atılması için 1922 yılı
sonlarına kadar beklenmesi gerekmişti.
Mustafa Kemal Paşa yapmayı planladığı inkılâpları bir fırka kurmak suretiyle
gerçekleştirmek fikrindeydi. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın kuracağını söylediği
Halk Fırkası seçimler öncesinde hala ortada yoktu. Bu durumda seçimlere yine
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla girilmesi kararına varıldı. Bu
kararın arkasında herkes tarafından bilinen ve Milli Mücadele sürecinden gelen
Müdafaa-i Hukuk adı yerine, kurulması durumunda henüz ilk zamanlarını yaşayacak
olan bir fırka ile seçimlere girmenin getireceği olumsuzluğun hesap edilmesi vardı.
Öte yandan Büyük Millet Meclisi’ndeki İkinci Grup’un teşkilatlı bir yapısının
704
Nutuk, s.477-478; Aydemir, Tek…, c.III, s.89.
346
olmaması ve seçim bölgelerinde bu yapıdan yoksun çalışacak olmaları da Mustafa
Kemal Paşa’nın etrafında toplanan Birinci Grup için sevindiriciydi.
Mustafa Kemal Paşa seçimleri çok önemseyecek, hatta yayımladığı beyannameler ile
seçmenlere Müdafaa-i Hukuk adaylarını seçme çağrısında bulunacaktı.705 Seçimler
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adaylarının zaferi ile neticelenecek ve Meclis’e tek
muhalif mebus olarak Halk Fırkası’na ve Fırka içindeki akrabalarına rağmen
bağımsız aday olarak girdiği seçimi kazanan Gümüşhane mebusu Zeki Bey
girebilecekti.706 Birinci Meclis’in İkinci Grup’unun etkin üyelerinden Hüseyin Avni,
Celâleddin Arif ve Mehmet Şükrü Beylerden hiçbiri Meclis’e giremeyecekti.
Böylece Mustafa Kemal Paşa, yeni dönemde gerçekleştirmeyi düşündüğü devrimler
için dinamik bir kadro kurma noktasında çok önemli bir aşamayı daha geride
bırakacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Nisan 1923 tarihinde alınan seçim
kararının ardından 11 Ağustos 1923 tarihinde ikinci dönemine başlayacaktı.
Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önce talep etmiş olduğu müfettişlik görevine
başlayacak olan Ali Fuat Paşa Ankara, rahatsızlığı nedeniyle ilk gün Meclis’te
bulunmayan Rauf Bey ile Kâzım Karabekir ve Refet Paşalar da İstanbul mebusu
olarak Meclis’e girecekti. Bununla beraber 23 Nisan 1920 tarihinde açılmış olan
Büyük Millet Meclisi’nde mebus olmasına rağmen görevi nedeniyle Milli Mücadele
süresince Erzurum’da bulunan ve 15 Ekim 1922’de geldiği Ankara’da altı ay kadar
mebusluk yapmış olan Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’dan mebus seçilmesine
rağmen 1. Ordu Müfettişliği’ni tercih edecekti. Hem İzmir hem de Ankara’dan
mebus seçilmiş olan Mustafa Kemal Paşa da Ankara mebusluğunu tercih edecek ve
13 Ağustos’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini 197 mebusun 196’sının
705
Atatürk’ün Tamim…, s.520-526.
Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1924-1930, Türkiye İş
Bankası Kültür yay., İstanbul, 2007, s.14; Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli…, s.246.
706
347
desteği ile bir kez daha başkanlığa seçecekti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı,
seçilmesinin hemen ardından yeni döneme ilişkin de şunları söyleyecekti: “Efendiler
bugüne kadar istihsal eylediğimiz muvaffakiyet, bize ancak terakki ve medeniyete doğru bir yol
açmıştır. Yoksa terakki ve medeniyete henüz isal etmiş (ulaştırmış) değildir. Bize ve ahfadımıza
707
(çocuklarımıza) düşen vazife, bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir.”
Gerek Meclis Başkanlığı, gerekse İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimi konusundaki
hazırlıklar, 9 Ağustos’taki Halk Fırkası Grubu toplantısında yapılmış, Başkanlık
Divanı ile Vekiller Heyeti adayları bu toplantıda belirlenmişti. Buna göre, Mustafa
Kemal Paşa’nın başkanlığa, Ali Fuat Paşa’nın İkinci Başkanlığa getirilmesi uygun
görülmüş, 14 Ağustos’ta kurulacak İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ni de Fethi Bey’in
üstlenmesi kararına varılmıştı.708 Ali Fuat Paşa Meclis İkinci Başkanlığı’na 196
mebusun tamamının oyunu alarak 13 Ağustos’ta, Fethi Bey de Meclis’in
açılmasından bir hafta önce istifa eden Rauf Bey’den sonra İcra Vekilleri Heyeti
Reisliği’ne 14 Ağustos 1923 tarihinde seçilmişlerdi.709
d) Halk Fırkası’nın Kurulması ve Yol Arkadaşlarının Tepkisi
Mustafa Kemal Paşa, ‘sulhün istikrarını müteakip’ halkçılık esasına dayanan ve Halk
Fırkası adını taşıyacak bir fırka kuracağını Ankara gazetelerine 7 Aralık 1922
tarihinde söylemişti.710 1923 yılının 14 Ocak günü bir ay kadar sürecek bir yurt
gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın bir amacı da yukarıda bahsedildiği gibi barış
707
TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s.36-42, 13 Ağustos 1923.
Hakimiyeti Milliye, 10 Ağustos 1923.
709
TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s.43, 13 Ağustos 1923; Yeni kabine şu isimlerden
oluşmaktaydı: İcra Vekilleri Heyeti Reisi İstanbul mebusu Ali Fethi Bey, Dahiliye Vekili İstanbul
mebusu Ali Fethi Bey, Şer’iye Vekili Konya mebusu Musa Kâzım Efendi, Hariciye Vekili İsmet Paşa,
Müdafaa-i Milliye Vekili Karesi mebusu Kâzım Paşa, Maarif Vekili Adana mebusu İsmail Safa Bey,
İktisat Vekili İzmir mebusu Mahmut Esat Bey, Sıhhiye Vekili Sinop mebusu Rıza Nur Bey, Maliye
Vekili Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey, Adliye Vekili İzmir mebusu Seyit Bey, Nafia Vekili
Diyarbakır mebusu Feyzi Bey, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İstanbul mebusu Fevzi (Çakmak)
Paşa. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s. 60-61, 14 Ağustos 1923.
710
Atatürk’ün Söylev…, c.II, s.50-52.
708
348
yapılması halinde kurmayı planladığı Halk Fırkası için zemin oluşturmak idi. 24
Temmuz 1923 tarihinde Lozan Anlaşması imzalanmış, bu arada seçimlerin
yapılmasıyla birlikte Meclis’in yenilenmesi sürecinin sonuna gelinmiş ve sıra Halk
Fırkası’nın kuruluşuna gelmişti. 9 Ağustos’ta Ankara’ya gelen ve yüzden fazla
mebusun katıldığı toplantıda konuşan Mustafa Kemal Paşa, kuruluş hazırlıklarından
bahsettiği Halk Fırkası’nın, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Halk Fırkası’na
dönüştürülmek suretiyle kurulacağını ifade etmişti. Aynı gün Fırka’nın tüzük projesi
incelenmiş ve İzmir’in kurtuluşunun ilk yıldönümü olan 9 Eylül’de Halk Fırkası
resmi olarak kurulmuştu.711 Dahiliye Nezareti’ne yapılan kuruluş dilekçesinin altında
umumi reis ve umumi kâtip olarak Mustafa Kemal Paşa ve Recep (Peker) Bey’in
imzaları vardı. Fırka’nın amacı ‘milli hakimiyetin tahakkukuna rehberlik etmek,
Türkiye’yi tam manasıyla asri bir devlet haline getirmek’ idi. Bununla beraber Halk
Fırkası’nın cemiyetler kanununa göre kurulmuş siyasi bir cemiyet olduğu da
vurgulanmış, Fırka’nın bir ihtilal komitesi değil, bir inkılâp fırkası olduğunun altı
çizilmiş ve Fırka’dan olanların gerçekten halkçı olmaları şart koşulmuştu.712
Halk Fırkası Grubu Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 11 Eylül tarihinde toplanacak
ve Fırka umumi reisliği, Fırka grubu heyeti ve Fırka umumi heyeti seçimlerini
gerçekleştirecekti. Buna göre Fırka Umumi Reisliği’ne Mustafa Kemal Paşa,
Meclis’teki Fırka Grubu Reisliği’ne İcra Vekilleri Heyeti Reisi Ali Fethi Bey, Birinci
Reis Vekilliği’ne Karahisar (Afyon) mebusu Ali (Çetinkaya) Bey, İkinci Reis
Vekilliği’ne Çorum mebusu Münir Bey ve Umumi Kâtipliğe de Kütahya mebusu
Recep (Peker) Bey seçilecekti. Aynı toplantıda 8 Nisan 1923 tarihinde yayımlanan
711
712
Cebesoy, Siyasi…, s.376.
Aydemir, Tek…, c.III, s.91.
349
‘Dokuz Umde’ esas olmak üzere hazırlanan Halk Fırkası tüzüğü de kabul
edilecekti.713
Mustafa Kemal Paşa’nın Halk Fırkası’nı kurarak başına geçmesi Rauf Bey başta
olmak üzere yol arkadaşları tarafından hoş karşılanmayacaktı. Rauf Bey bu yöndeki
düşüncesini İcra Vekilleri Riyaseti’ni bırakmasından hemen önce Çankaya’da yaptığı
görüşme sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya iletmişti. Barış içerisinde başlayacak yeni
siyasi hayatta siyasi kuruluşların var olmasının normal olduğunu söyleyen Rauf Bey,
bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın bunlardan birinin başına geçmek suretiyle
hırpalanmasını doğru bulmadığını ve kendisinin fırkalar üstü bir konumda tarafsız bir
devlet başkanı olarak bulunması gerektiğini söyleyecekti. Mustafa Kemal Paşa,
seçimler öncesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu Halk Fırkası’na
dönüştürmek suretiyle yeni seçimlere girme niyetinden bahsettiğinde “Fakat bizce en
önemli olan, Mustafa Kemal Paşa’nın adı ne olursa olsun bir seçime girecek bir cemiyet ve fırkanın
başında bulunması veya bulunmaması idi.” diyen Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın
tarafsız bir devlet başkanı olarak fırkalar üstü bir konumda kalması yönündeki
düşüncesini kendisiyle paylaşacak, ancak bu noktada çaba sarf ettiğini ifade ettiği Ali
Fuat ve Kazım Karabekir Paşalar gibi kendisinin de başarılı olamadığını
söyleyecekti.714 Ali Fuat Paşa da anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın partiler üstü
kalması yönündeki düşüncesini şu sözleriyle dile getirecekti: “Yeni başlayan siyasi
hayatımızda Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkasının başına geçerek kurulacak diğer siyasi fırkalarla
karşı karşıya gelmek gibi bir durum iktisap etmişti. Hâlbuki fırkaların üstünde tarafsız bir devlet reisi
makamında kalabilirdi. Fakat öyle olmadı. Gazi Paşa gibi memleketin büyük bir kurtarıcısı hem devlet
ve hem de fırka reisi olarak iktidarda kalmış ve Hakimiyet-i Milliye’nin esasını kuracak olan siyasi
713
714
Anadolu’da Yeni Gün, Hakimiyet-i Milliye, 12 Eylül 1923; Cebesoy, Siyasi…, s.428.
Kandemir, Hatıraları…, s.126-127.
350
fırkalar hayatı memleketimizde serbestçe inkişaf edememişti. Halk Fırkası da tek siyasi parti olarak
yıllarca iş başında kalmıştı.
Aziz ve rahmetli arkadaşım Gazi Paşa’nın tarafsız bir devlet reisi kalarak inkılâp hareketlerini daha iyi
idare edeceği kanaatini hala muhafaza etmekteyim. Kim bilir, belki de ben yanılıyorum.
715
O günlerde basında yol arkadaşları gibi düşünenleri eleştiren yazılar da çıkacaktı.
Örneğin Ahmet Emin (Yalman) Bey, 16 Ocak 1923 tarihli Vakit gazetesinde kaleme
aldığı yazısında, “Diyorlar ki ‘Paşa Hazretleri yarın umumi hayat içinde faal bir vaziyette
bulunmasın. Milli bir abide gibi milletin başı üstünde yeri olsun. Milli bir buhran dakikasında yeniden
faaliyete gelsin. Daima bir münci (kurtarıcı) rolü oynasın.’ Eğer harici mücadele biter bitmez bizim
için tabii bir hayat başlayacak olsaydı, bu mütalaa pek doğru olurdu. Mustafa Kemal Paşa gibi bir
münci ve bir rehberi, siyasi hayatın ebedi küçüklükleri içinde görmeye kimse razı olmazdı. Fakat
716
harici müdahale bitince bizim için eski ve tabii bir hayat avdet edecek değildir.”
3.8. CUMHURİYET’İN İLANI VE YOL AYRIMININ KESKİNLEŞMESİ
a) Cumhuriyet’in İlanı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kurmuş olduğu
Türkiye Devleti’nin yönetim şekli olan Cumhuriyet’in ilan edilmesi noktasına kolay
gelinmemişti. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi Milli
Mücadele’yi zaferle noktalamış, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı kaldırmak suretiyle
iki başlılığa son vermiş ve milletin
gerçek temsilcisinin kendisi olduğunu ilan
etmişti. Bütün bunlar, içerisindeki muhalif bir grubun varlığına ve her türlü
yavaşlatma çabalarına rağmen başarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Milli
Mücadele’yi başarıyla gerçekleştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te
alınan seçim kararıyla başlayan süreçte, tasfiye edilen muhalefetin olmadığı yeni bir
715
716
Cebesoy, Siyasi…, s.377.
Vakit, 16 Ocak 1923.
351
döneme başlamış, 9 Eylül 1923 tarihinde Halk Fırkası’nın kurulmasıyla birlikte de
sıra Cumhuriyet’in ilan edilmesine gelmişti.
Cumhuriyeti ilan etmek Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında çok daha önceden
belirlenmiş bir hedefti. 29 Ekim 1923 tarihinde ulaşılacak olan bu hedefe nasıl
ulaşıldığını görmek için 24 Ekim’den itibaren başlayan sürece bakmak faydalı
olacaktır. Bazı mebusların eski İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’e olan
bağlılığının göze çarptığı, Fethi Bey Hükümeti’nin hoş karşılanmadığı ve Hariciye
Vekili İsmet Paşa’yı benimsemeyenlerin dikkat çektiği bir süreç yaşanmaktaydı. 2.
Ordu Müfettişliği’ne getirilmesi kararlaştırılan Ali Fuat Paşa’nın 24 Ekim’de Meclis
İkinci Reisliği görevinden istifasının Meclis’te okunduğu gün Vekiller Heyeti Reisi
Ali Fethi Bey de uhdesinde bulunan Dahiliye Vekilliği’nden işlerinin yoğunluğu
gerekçesiyle istifa etmiş, 25 Ekim’de toplanan Halk Fırkası Grubu, kendisinin yerine
Erzincan mebusu Sabit Bey’i, Ali Fuat Paşa’dan boşalan Meclis İkinci Reisliği için
de o günlerde Meclis’te bulunmayan İstanbul mebusu Rauf Bey’in aday gösterilmesi
kararını almıştı.717 Halk Fırkası Grubu’nun bu tercihleri Mustafa Kemal Paşa
tarafından hoş karşılanmamıştı. İşte bu aşamada harekete geçen Mustafa Kemal Paşa,
hükümetin istifa ettirilmesiyle başlayan bir süreci yönetmeye başladı. 26 Ekim’de
yapılan toplantının ardından Çankaya’ya çıkan ve Mustafa Kemal Paşa’nın da
katılımıyla toplantısına devam eden İcra Vekilleri Heyeti toplu olarak istifa etme
kararı almıştı.718 Esasında Çankaya’da topladığı Vekiller Heyeti’nin istifasını bizzat
Mustafa Kemal Paşa istemiş, ancak ordunun elde tutulması önemli görüldüğünden
yalnız Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa’nın istifa ettirilmemesi ve
717
TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.39; Hakimiyet-i Milliye, Tevhid-i Efkar, 26 Ekim 1923.
Aşağıda da bahsedileceği üzere Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilanından sonra verdiği mülakatta Fırka
Heyet-i Umumiyesi’nin kendisini seçmeye karar verdiğini gazetelerden öğrendiğini söylemektedir.
Bkz. Tevhid-i Efkar, 1 Kasım 1923.
718
Hakimiyet-i Milliye, 28 Ekim 1923.
352
Meclis tarafından yeniden seçilmeleri durumunda vekillerin vekilliği kabul
etmeyeceği kararı alınmıştı. Fethi Bey Hükümeti 27 Ekim’de Mustafa Kemal
Paşa’ya sunduğu istifa yazısında Türkiye’nin karşısında bulunduğu önemli iç ve dış
meseleleri kolaylıkla sonuçlandırabilmesi için Meclis’in mutlak desteğini arkasına
alan kuvvetli bir kabineye ihtiyaç olduğunun altını çizmiş, böyle bir vekiller
heyetinin kuruluşuna hizmet etmek amacıyla istifa edildiğini bildirmişti. Vekiller
Heyeti’nin istifası Meclis’in 28 Ekim tarihli oturumunda okunmuş, teşkilat ve
liderden yoksun olan muhalefet yeni bir hükümet kurma çabası içinde olsa da bu
çabalar bir sonuca ulaşamamıştı. Hükümet kurma çalışmaları sırasında Ali Fuat
Paşa’nın İcra Vekilleri Heyeti Reisi olacağı bir kabine için de girişimde
bulunulmuştu.719 8 Temmuz 1922 tarihinde yapılan değişiklik ile eski usule
dönülmüş olduğundan yeni hükümetin kurulabilmesi için her vekilin Meclis
tarafından tek tek seçilmesi gerekiyordu. Ne var ki, uzlaşma sağlanamadığı için
hükümet bir türlü kurulamıyordu. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, İcra Vekilleri Reisi
kabineyi kendisi kuracağı için bu türlü sorunların yaşanmasının önünde bir önlem
olarak düşünüldü ise de esasında Mustafa Kemal’in devrimci düşüncelerinin bir
ürünü idi.720 Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Muhteris hizbi hükümet teşkilinde tamamen serbest
bırakıyoruz. Heyet-i hazıraya dahil vekillerden hiçbiri iştirak ettirilmeksizin kâmilen arzu ettikleri
zevattan arzu ettikleri gibi bir heyet-i vekile teşkil ederek mukadderat-ı memleketi idare eylemelerinde
bir beis görmüyoruz.” sözleri ile anlattığı süreçte, bir hükümetin kurulması halinde dahi
bu hükümetin memleket idaresi noktasındaki liyakatine bakılacağı, hatta kendilerine
yardımcı olunacağı, ancak ülke yönetimi ile Mustafa Kemal Paşa’nın planladığı yeni
hedefleri hayata geçirmede bir acizlik gösterilmesi durumunda Meclis’in
719
720
Okyar, Üç…, s.342-344; TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.75-76, 27 Ekim 1923.
Akşin, Türkiye’nin…, s.170-172.
353
aydınlatılması yoluna gidileceği dahi dikkate alınmıştı. Bununla beraber hükümet
kurulamaz ise ülkenin içinde bulunduğu buhrandan Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile
çıkılması düşünülmüştü. Hükümetin istifasından bir gün sonra Fırka İdare Heyeti
toplantısına davet edilen Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim’de Çankaya’ya davet ettiği
İsmet Paşa ve Müdafaa Vekili Kâzım Bey gibi az sayıda kişiye ertesi gün
Cumhuriyet’in ilan edileceğini söylemişti. 29 Ekim’de Halk Fırkası Grubu’nu
toplayan Mustafa Kemal Paşa, sorunun vekiller heyetinin seçim usulünden
kaynaklandığını ve buna bir çözüm bulma vaktinin geldiğini ifade etmiş, sonrasında
da Cumhuriyet’in ilanını içeren bir teklif verilmesi kararına varılmıştı. Konu 29
Ekim’de Meclis gündemine alınmış, konuşmaların ardından oya sunulan Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin teklif kabul edilmiş,
böylece 1923 yılı Ekim ayı sonlarında ortaya çıkan, ancak bir türlü çözülemeyen
hükümet krizi aynı gün Anayasa’da yapılan bir değişiklik sonucunda Cumhuriyet’in
ilan edilmesi ile sonuçlanmıştı.721
Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun devletin şekli ile ilgili
maddeleri değişecek, Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu
anayasanın ilk maddesine girecekti. Anayasa’daki değişiklik ile yeni bir devlet
başkanlığı makamı ile kabine usulü ortaya çıkacak, devletin reisi olarak kabul edilen
Cumhurbaşkanı Meclis içinden ve tarafından bir seçim dönemi için seçilecek,
yeniden aday olabilecek, gerekli görmesi durumunda Meclis’e ve Vekiller Heyeti’ne
başkanlık edebilecekti. Cumhuriyet’in ilan edildiği tasarıya göre bir cumhurbaşkanı
seçimi yapılması gerekecek ve Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilan
edilmesinden on beş dakika sonra akşam 8.45’te 158 mebusun tamamının oyuyla
721
Nutuk, s.531-534; TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.90-97, 29 Ekim 1923.
354
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçilecekti. Bununla beraber en son 8
Temmuz 1922 tarihinde kabul edilen icra vekillerinin seçimiyle ilgili düzenleme,
yani vekillerin Meclis tarafından tek tek ve gizli oyla seçileceği usulü değişecek,
buna göre Cumhurbaşkanı tarafından Meclis içinden seçilecek olan başvekil, yani
daha önceki İcra Vekilleri Heyeti Reisi, vekilleri kendisi belirlemek suretiyle
kabinesini oluşturacak, Cumhurbaşkanı’nın onayından sonra Meclis’ten güvenoyu
alacak ve vekillerin hem ayrı ayrı, hem de kabine olarak Meclis’e karşı sorumlu
olacağı bir kabine sistemine geçiş yapılacaktı. Cumhuriyet’in ilan edilmesinden
sonraki ilk kabine de oylamaya katılan 166 mebusun tamamının desteği ile 30 Ekim
1923 tarihinde İsmet Paşa tarafından kurulacaktı.722
b) Yol Arkadaşlarının Cumhuriyet’in İlanına Tepkileri
Cumhuriyet’in ilanı ülke çapında memnuniyetle karşılanmışsa da birkaç saat
içerisinde yapıldığı ve aceleye getirildiği gerekçesiyle bu anayasa değişikliğine
eleştiri getirenler de vardı.723 Atay bu eleştirilere katılmamakta ve Cumhuriyet’in ilan
edilmesi
konusunda
önceden
bir
hazırlık
yapıldığının
belli
olduğunu
söylemektedir.724 Gerçekten de Cumhuriyet gökten zembille iner gibi, bir oldu bitti
neticesinde ilan edilmemişti. Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet henüz ilan
edilmemişken bir Avusturya gazetesi olan Neue Freie Preese muhabirine verdiği 27
Eylül 1923 tarihli mülâkatta hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, yasama
722
Nutuk, s.534,540-541. Cumhuriyet’in ilk kabinesi şu şekilde oluşmuştu: Başvekil Malatya mebusu
İsmet (İnönü) Paşa, Şer’iye Vekili Saruhan mebusu Mustafa Fevzi Efendi, Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekili İstanbul mebusu Müşir Fevzi Paşa, Dahiliye Vekili Kütahya mebusu Ferit Bey,
Maliye Vekili Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey, Müdafaa-i Milliye Vekili Balıkesir mebusu
Kâzım (Özalp) Paşa, İktisat Vekili Trabzon mebusu Hasan Bey, Adliye Vekili İzmir mebusu Seyit
Bey, Maarif Vekili Adana mebusu Safa Bey, Nafia Vekili Trabzon mebusu Muhtar Bey, Sıhhiye
Vekili İstanbul mebusu Refik (Saydam) Bey, Mübadele İmar, İskân Vekili İzmir mebusu Mustafa
Necati Bey. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, c.3, s.103-104, 30 Ekim 1923.
723
Nutuk, s.540-543.
724
Atay, Çankaya, s.436.
355
ve yürütmenin milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te toplandığını söyledikten
sonra bu iki kelimenin tek bir kelime ile özetlenebileceğini ve o kelimenin
Cumhuriyet olduğunu ifade etmişti. Bununla beraber kısa süre içerisinde ülkenin
fiilen aldığı şeklin kanunen de tespit edileceğinin ve bu noktadaki hükümet teklifinin
Meclis’e sunulacağının altını çizen Mustafa Kemal Paşa, Ankara’nın Türkiye
Cumhuriyeti’nin başkenti olduğunu söylerken ülkenin adını daha o gün Türkiye
Cumhuriyeti olarak telaffuz etmişti.725 O sırada Anayasa Komisyonu Başkanlığı da
yapmakta olan Yunus Nadi de 8 Ekim 1923 tarihli Yeni Gün gazetesinde
Cumhuriyet’in yakında ilan edileceğini söylemişti.726 Bütün bunlar Cumhuriyet’in
ilan edilmesinin beklenmedik bir gelişme olmadığını kanıtlamaktadır.
Yol arkadaşlarının tepkilerine geçmeden önce kendilerinin Cumhuriyet’in ilan
edilmesinden önceki günlerdeki faaliyetlerine bakmakta fayda görmekteyiz. Rauf
Bey, 1923 yılının Ağustos ayı başlarında Ankara’dan ayrılarak Sivas’a, oradan da
İzmir’e gittikten sonra 13 Ekim’de İstanbul’a varmıştı. 1. Ordu Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa da İstanbul’a dönmek üzere Sarıkamış’tan 15 Ekim’de ayrılmıştı.727
Zira Kâzım Karabekir Paşa, 1923 yılı başında uzun süren bir Anadolu gezisine
çıkmış, Afyon, Konya, Sivas, Amasya, Samsun ve Trabzon yoluyla Erzurum’a
varmış, gittiği yerlerde halkın yanında askeri ve sivil yetkililerle temaslarda
bulunmuş ve Erzurum’dan İstanbul’a dönerken de temaslarını devam ettirmişti. Rauf
Bey, İstanbul’a varışında Refet Paşa tarafından karşılanmış, iki yol arkadaşı birlikte
Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi olan Adnan (Adıvar) Bey’i ziyaret etmişlerdi.728
Mustafa Kemal Paşa’ya orduda görev almak istediğini söyleyen Ali Fuat Paşa’ya
725
Atatürk’ün Söylev…, c.III, s.86-87.
Turan, Türk…, c.II, s.294-295.
727
Hakimiyet-i Milliye, 14-16 Ekim 1923.
728
Tevhid-i Efkar, 14 Ekim 1923, 16 Ekim 1923.
726
356
gelince, kendisi Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önceki süreçte Konya’da bulunan
2. Ordu Müfettişliği’ne getirilmişti. Esasında Meclis İkinci Reisi ve Ankara mebusu
Ali Fuat Paşa 2. Ordu Müfettişliği’ne Ekim ayı başlarında getirilmişse de, Vekiller
Heyeti Reisi Fethi Bey’le yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle Konya’daki görevine
gidişini ertelemişti.729 Meclis İkinci Reisliği’nden 23 Ekim 1923 tarihinde istifa eden
Ali Fuat Paşa’nın istifa dilekçesi Meclis’in 24 Ekim tarihli oturumunda
okunmuştu.730 Ankara’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile iki
gece Çankaya’da kalarak bazı müzakerelere katıldığını söyleyen Ali Fuat Paşa, 27
Ekim 1923 gecesinde veda için bir kez daha Çankaya’ya çıkmıştı. Mustafa Kemal
Paşa ile görüştükten sonra Ankara’dan ayrılan Ali Fuat Paşa, yeni görev yeri olan
Konya’ya gitmesi beklenirken ertesi gün İstanbul’da Rauf ve Adnan (Adıvar) Beyler
ile Refet Paşa tarafından karşılanmıştı.731
Ali Fuat Paşa’nın da gelmesiyle görev yeri İstanbul olmasına rağmen o günlerde
Trabzon’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşları İstanbul’da
toplanmıştı. Meclis İkinci Başkanlığı da yapmış olan eski mebus Adnan (Adıvar)
Bey’i de yanlarına alan yol arkadaşları Refet Bey’in köşkünde Ali Fuat Paşa’dan
729
İstanbul’un kurtuluşu nedeniyle yapılan törenlere gönderilen TBMM Heyeti’nin gerektiği gibi
karşılanmadığı yönündeki haberler nedeniyle konu 42 imzalı bir takrirle Meclis gündemine getirilmiş,
ancak Meclis İkinci Reisi Ali Fuat Paşa bu takriri, yapılacak bir incelemenin ardından görüşülmesi
için ertelemişti. Ne var ki aynı konuda ve aynı gün yapılan ikinci oturumda 90 imzalı yeni bir takrir
verilmek suretiyle görüşme talep edilmesi üzerine Ali Fethi Bey ve Ali Fuat Paşa arasında bir tartışma
yaşanmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.2, s.556-583. Ali Fuat Paşa’nın bu tartışma
nedeniyle Meclis İkinci Reisliği’nden istifa ettiği haberi basında yer almıştı. Bkz. Tevhid-i Efkar, 11
Ekim 1923. 16 Ekim’de ise Ali Fuat Paşa’nın bilinen sebepler nedeniyle istifa ettiği haberlerinin
doğru olmadığı, bununla beraber kendisinin 2. Ordu Müfettişliği’ne atanmasının kararlaştırılması
üzerine yeni vazifesine getirildikten sonra istifa edeceği haberine yer verilmişti. Bkz. Tevhid-i Efkar,
16 Ekim 1923.
730
TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.10-11, 24 Ekim 1923.
731
Anadolu’da Yenigün, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ekim 1923; Cebesoy, Siyasi…, s.433. Anadolu’da
Yeni Gün, 28 Ekim tarihli sayısında Ali Fuat Paşa’nın Konya’ya gitmek üzere Ankara’dan ayrıldığını
yazarken 29 Ekim 1923 sayısında tıpkı Hakimiyet-i Milliye gibi İstanbul’da karşılandığını
yazmaktadır. Bkz. Anadolu’da Yeni Gün, 28 Ekim 1923. 30 Ekim tarihli Hakimiyet-i Milliye’de yer
alan bir haberde ise Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’a gayri resmi olarak ailesini ziyaret etmek için geldiği
ve yakında vazifesine gideceğini söylediği okuyuculara aktarılmaktadır. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 30
Ekim 1923.
357
Ankara’da olup bitenler hakkında malumat almışlardı. Başvekil Fethi Bey’in neden
istifa ettiği ve hükümetin neden kurulamadığı gibi konularda sorular sormuşlar, Ali
Fuat Paşa da İsmet ve Fevzi Paşalardan birinin hükümet kurabileceğini, ancak asıl
konunun hükümet kurma konusu olmadığını söylemiş ve buhranın devamı ile icra
vekilleri heyeti seçimi kanununun değiştirilerek Cumhuriyet’in ilan edileceğini
zannettiğini ilave etmişti.732 Yol arkadaşlarının temasları Ankara’daki kabine buhranı
ile yakından ilgilenen İstanbul basını tarafından dikkatle izlenmişti. Öte yandan
yukarıda bahsedildiği gibi Rauf Bey, hükümet krizinin yaşandığı günlerde Halk
Fırkası Grubu tarafından Meclis İkinci Reisliği’ne aday gösterilmiş ve Ali Fuat
Paşa’nın adı bir kabine listesinde başvekil olarak yer almıştı.733
Halk Fırkası Grubu tarafından Meclis İkinci Reisliği’ne aday gösterilmiş olan Rauf
Bey, 28 Ekim’de Tercüman-ı Hakikat gazetesine verdiği beyanatta hükümetin
istifasının kendisinin Fırka grubu tarafından seçilmesinden kaynaklandığı şeklindeki
haberleri yalanlamış, kendisinin Mustafa Kemal Paşa ve Vekiller Heyeti ile ‘bazı
prensip farkları’ nedeniyle bir yol ayrımına geldiği, Halife Abdülmecid Efendi ve
Refet Paşa ile sıkça yaptığı görüşmeler nedeniyle bazı dedikoduların yapıldığı
hatırlatılınca da Cumhuriyet’in ilan edilmesinin bir gün öncesinde şu açıklamaları
yapmıştı: “Heyet-i Vekile’nin istifası ve ne olup bittiği hakkında Ankara’dan hiçbir malumat
almadım. Mezun ve hasta olduğum için hiçbir şey ile meşgul olamıyorum. Burada geçen günlerim
arkadaşlarımı ve ahbaplarımı görmeye bile kifayet etmiyor. İstanbul’da bazı mahfilin ne düşündüğü
732
Cebesoy, Siyasi…, s.433. Ali Fuat Paşa İstanbul’a geldiğinde sorular üzerine Vekiller Heyeti’nin
istifası hakkında bir bilgisi olmadığını, istifa haberini yolda iken öğrendiğini, Meclis İkinci Reisi
olması hasebiyle de Cumhuriyet meselesine tamamen ilgisiz kaldığını, o günden sonra askeri
vazifesiyle meşgul olacağını ve milletin vekillerinin bu noktada milletin arzularına uygun hareket
edeceğini söylemiş, Cumhuriyetle ilgili haber ve şayiaların gayri resmi bir mahiyeti olduğunu
söylemiştir. Bkz. Tevhid-i Efkar, 28 Ekim 1923.
733
Anadolu’da Yenigün, ‘Dün buhran günü idi, meselenin bugün halli ihtimali galibdir’ başlığı ile
duyurduğu 29 Ekim 1923 tarihli haberinde Halk Fırkası idare heyetinin tasvirlerine göre yeni hükümet
reisliğine Ali Fuat Paşa’nın seçilmesinin uygun olduğunu yazmakta ve temkini de elden bırakmadan
kararın yine de heyet-i umumiyeye ait olduğunun altını çizmektedir. Bkz. Anadolu’da Yenigün, 29
Ekim 1923.
358
ve neler söylediği hakkında verdiğiniz ve benden cevaplarını istediğiniz şeylere gelince, bu cevapları
bilhassa böyle düşünenler vermelidir. Beni büsbütün benden ayrı gösterenlere hayret ediyorum.
Meclis’te bir Rauf Bey meselesi olduğuna inanmak bile istemem. Niçin olsun? Sebep ne?
Meclis’te bir ikilik olduğuna da kail değilim. Eğer bazı meselelerde ayrılık olsa bile bu ikilik değildir.
Bize batıyorsunuz dedikleri ve ahvali karmakarışık gösterdikleri zaman biz düşmanı yendik. Aramızda
bir post kavgası da yoktur, kimse böyle bir şey düşünmek bile istemez. Eğer herhangi bir zihinden
böyle bir fikir geçerse, yazık olsun, bütün emeğimize, döktüğümüz kana derim. Böyle bir şey katiyen
yoktur ve olamaz. Benim Riyaset-i Saniye’ye intihabım üzerine Heyet-i Vekile’nin istifa ettiği
haberlerinin çıkarılması gülünç bir şeydir. O heyet-i Vekile ki ben bir çok sene beraber çalıştım ve
hepsi beni sevdi.
Gazi Paşa ile benim aramda ne gibi bir fark, nasıl bir ihtilaf mevcut olmasını istiyorlar? Sizi temin
eylerim ki katiyen böyle bir şey mevcut değildir.
Halife Hazretlerini ziyaret ve Refet Paşa ile buluşmam, konuşmam meselelerine gelince ben İstanbul
mebusuyum. Halife Hazretleri Halife-yi Müslimin’dir. Kendisini ziyaret eylemek günah mıdır, yoksa
Halife Hazretleri kimse ile görüşmekten men mi edilmiştir? Refet Paşa yirmi beş senelik
734
arkadaşımdır, … Her vakit o benim evime gelir ben de onun evine giderim...”
Beyanatındaki ‘bazı meselelerde ayrılık olsa bile’ ibaresinden de anlaşılacağı üzere
Rauf Bey, bu mülakatında Mustafa Kemal Paşa ile aralarında bir ayrılık yaşandığını
kabul etmektedir. Bu ayrılıkların ne olduğu noktasında bir fikir yürütmek gerekirse
en başta Lozan Konferansı’nın anlaşma ile neticelenmesi üzerine Rauf Bey’in
Çankaya’ya çıktığı güne gitmek gerekmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere Rauf
Bey, İsmet Paşa ile olan anlaşmazlığı nedeniyle kendisini karşılamak istememişti.
Ali Fuat Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eden Rauf Bey, bu ziyaret
sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya kendisinin partiler üstü bir konumda kalması
yönündeki düşüncesini de söylemişti. Geçen sürede Mustafa Kemal Paşa,
734
Tercüman-ı Hakikat, 29 Ekim 1923. 31 Ekim 1923 tarihli Anadolu’da Yenigün gazetesi de bu
mülakata Rauf Bey’in ‘İkilik yoktur, ihtilaf yoktur, post kavgası yoktur ve olamaz’ sözlerini ön plana
çıkarmak suretiyle değinmekte ve Rauf Bey’in söylediklerinin bazı bölümlerini okuyucularına
aktarmaktadır. Bkz. Anadolu’da Yenigün, 31 Ekim 1923.
359
seçimlerden zaferle çıkardığı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni
Halk Fırkası’na dönüştürmüş ve Fırka’nın Umumi Reisi olmuştu. Mustafa Kemal
Paşa’nın, Rauf Bey’in kendisini görmek istediği yerde olmaması bizce bu ayrılıkların
başında gelmektedir. Bununla birlikte bir süredir kamuoyunun gündemini meşgul
eden Cumhuriyet’e gidileceği yönündeki söylentiler de Rauf Bey için bir ayrılık
unsuru olarak görülmüş olsa gerektir.
Mustafa Kemal Paşa Ankara’da Cumhuriyet’in ilanına giden süreci yönetmekle
meşgulken, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlarının hiçbiri yanında değildi.
Cumhuriyet’in ilan edileceğinden haberdar olmayan yol arkadaşları İstanbul’da Milli
Mücadele sırasında omuz omuza, kol kola çalıştıkları Mustafa Kemal Paşa’dan ayrı
düşmüşlüğün verdiği bir dışlanmışlık ve mağduriyet yaşamaktaydı. Mustafa Kemal
Paşa’nın Nutuk’ta Cumhuriyet’in ilan edildiği günleri kastederek ‘o sırada Ankara’da
bulunmayan zevat’ olarak bahsettiği ve yol ayrımına geldiği arkadaşları için
‘salahiyetleri olmadığı halde kendilerine haber verilmeden ve rey ve muvafakatleri
alınmadan Cumhuriyet’in ilan edilmiş olmasını vesile-i iğbirar ve iftirak (gücenme
ve ayrılık vesilesi) addettiler.’ ifadelerini kullanması dönüşü olmayan bir yolun
sonuna gelindiğinin işaretiydi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet’in
ilan edilmesinden önce, bazı gazetelerden Ali Fuat Paşa’nın 28 Ekim’de İstanbul’a
vardığını ve orada Rauf, Refet ve Adnan Beyler dışında daha pek çok kimse
tarafından karşılandığını öğrendiğini söylemekte, bu arada basının da Rauf Bey ile
Kâzım Karabekir Paşa’nın resimlerini Mondros ve Kars istilası haberleri eşliğinde
verdiğine dikkati çekmektedir.735 Basının ilgisi ile karşılaşan yol arkadaşlarının
İstanbul’da bir araya gelişini ve oradaki çalışmalarını kuşku ile karşılayan Mustafa
735
Nutuk, s.532-534.
360
Kemal Paşa, Ankara’daki hükümet krizini başarı ile yönetmiş ve Cumhuriyet’i
Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi olarak ilan etmişti.
Cumhuriyet’in ilan edilmesi acaba yol arkadaşları tarafından nasıl karşılanmıştı?
Yukarıda değindiğimiz gibi Cumhuriyet ilan edildiği zaman Kâzım Karabekir Paşa
Trabzon’da, Rauf Bey ile Ali Fuat ve Refet Paşalar da İstanbul’da bulunmaktaydı.
Bu soruya cevap bulmak amacıyla ilk sözü yol arkadaşlarından önce Cumhuriyet’in
ilk başvekili olan İsmet Paşa’ya verelim. İsmet Paşa, eskiden beri ön safta bulunan ve
Mustafa Kemal Paşa ile ihtilafa düşmüş olan arkadaşlarının Cumhuriyet’in zamansız
ve sırasız ilan edildiği düşüncesinde olduklarını ifade etmekte, ancak yol
arkadaşlarının ‘gereksiz ve istemeyiz’ demek yerine ‘aceleye getirildi’ dediklerini ve
kendilerinin gerçek fikirlerinin Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önce yaşanan
tartışmalardan anlaşıldığını söylemektedir.736 Biz de bu noktada İsmet Paşa ile aynı
kanaatteyiz. Kâzım Karabekir Paşa, yukarıda bahsedildiği üzere 10 Mayıs 1921
tarihinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması üzerine 11
Temmuz’da gerek kendisinin, gerekse Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum
Şubesi’nin çekincelerini Mustafa Kemal Paşa’ya aktarmış, kendisine göre ‘en hayati
endişe’yi hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe
geçileceğinde görmüş, hayat ve bağımsızlığı boğarak düşmanların işine yarayacak
olan bu tehlikeli işten kesinlikle sakınmak gerektiğini söylemişti. Kâzım Karabekir
Paşa, ayrıca Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun hilafet ve saltanat
şeklini cumhuriyete dönüştürme amacı taşıdığını ve bunun da bir kargaşaya yol
açacağını iddia etmiş, devlet şekliyle ilgili değişiklik girişimlerinde mülki ve askeri
rical ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden görüş alınması ve fevkalade bir mecliste
736
İnönü, Hatıralar, c.II, s.174.
361
bu görüşlerin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Kuşkusuz bu sözlerin
söylendiği günden Cumhuriyet’in ilan edildiği güne kadar geçen sürede Kâzım
Karabekir Paşa’nın düşüncelerinde bir değişiklik olduğu kanaatinde değiliz. Geçen
süre içerisinde saltanattan vazgeçilmişti ama bu vazgeçiş Büyük Millet Meclisi’nde,
içinde kendisinin de bulunduğu bir fikir birliği içinde temin edilmişti. Cumhuriyet’in
ilan edilmesi sırasında ise aynı durum geçerli değildi. Kâzım Karabekir Paşa ile öteki
yol arkadaşlarının itirazları işte bu noktada toplanmış, Cumhuriyet’in ilan edilmesine
doğrudan karşı çıkılmamakla birlikte Cumhuriyet ilan edilirken kendilerine
danışılmadığı şeklinde itirazlar dile getirilmişti. Cumhuriyet’in ilan edildiğini,
Trabzon’da iken işittiği top seslerinin ne anlama geldiğini sorduktan sonra öğrenen
Kâzım
Karabekir
Paşa
‘biz
bunu
konuşmamıştık’
demişti.737
Kendisi
bilgilendirilmeden böyle bir kararın alınması Kâzım Karabekir Paşa’yı bir hayal
kırıklığına uğratmıştı. Öyle ki Kâzım Karabekir Paşa anılarında Ankara’ya döndüğü
zaman Başvekil İsmet Paşa’nın, bu bilgilendirmenin yapılmaması nedeniyle yanlış
yaptığını kabul ettiğinin altını çizmişti.738 Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa,
Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta onayları alınmadan Cumhuriyet’e karar
verilmesini bir ayrılık nedeni olarak algılayan yol arkadaşlarına getirdiği eleştirilere
de cevap verme gereği duymuş ve şu ifadeleri kullanmıştı: “…İstiklâl Harbi’nin en
tehlikeli günlerinde sonuna kadar fedakar arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren Mustafa
Kemal Paşa, artık muzaffer bir başkumandan sıfatıyla maiyet kumandanlarına Cumhuriyet dikte
ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesiyle sun’i şahsiyetler icadı da lazım gelmişti.
739
Bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lazımdı; bunu da hakkıyla yapmıştır.”
737
Atay, Çankaya, s.441-442.
Karabekir, Paşaların Kavgası, s.234.
739
A.g.e., s.196.
738
362
Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele’nin başından itibaren telgraf ile çok defa Kâzım
Karabekir Paşa’nın görüşlerini sormuştu. 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a
çıktıktan kısa bir süre sonra kendisiyle temas kuran ve Amasya Kararları konusunda
kendisini bilgilendiren, İstanbul’da açılacak Meclis-i Mebusan’a Rauf Bey’in gitmesi
ve barış konferansında ülkeyi temsil etmesi konularında fikrini soran, Büyük Millet
Meclisi’nin açılmasından önce kendisiyle istişare eden, başkomutanlık kanununun
uzatılması konusunda muhalefetin engellemeleri nedeniyle hem başkomutanlıktan
hem de Meclis başkanlığından istifa edeceğini söyleyerek kendisiyle dertleşen,
sonucun ertesi gün de olumsuz çıkması durumunda ne yapılması gerektiğini soran ve
hatta saltanatın kaldırılmasına ilişkin teklif Meclis gündemine geldiği zaman
kendisinden bu yönde bir konuşma yapmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa,
Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi çok önemli bir konuda Milli Mücadele’nin bu
önemli komutanını hiçbir şekilde bilgilendirmemişti. Bilgilendirmiş olsaydı ne
olurdu? sorusu her ne kadar bir alternatif tarih yaklaşımı olsa da, en azından yol
arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile olan bağlarının tamamen kopmadığının bir
işareti sayılabilirdi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’nın
Cumhuriyet konusundaki fikirlerini, kendisinin Cumhuriyet’e gidileceğini vaktiyle
bir endişe olarak gördüğünü zaten bilmekteydi. Hal böyle iken Mustafa Kemal
Paşa’nın yol arkadaşlarını bilgilendirmiş olmasının kendilerini uzaklaştırmayı
geciktirmesi dışında bir etkisi olmazdı. Bu noktada ‘biz bunu konuşmamıştık’
sözünün arka planına bakmakta da fayda görmekteyiz. Buradan ‘demek ki daha
önceden Mustafa Kemal Paşa ile zaferden sonrasına dair konuşmalar yapılmış ve bu
konuşmalarda Cumhuriyet’ten söz edilmediği’ sonucu çıkarılabileceği gibi, ‘henüz
kendileriyle konuşulmamış bir konunun bir oldu bitti neticesinde karşılarına
363
çıkarıldığı’ anlamı da çıkarılabilir. Özetle Kâzım Karabekir Paşa Cumhuriyet’in ilan
edilmesi konusunda kendilerini önceden konuşulması gereken kimseler olarak
görmekte, bu gerçekleşmediği için de bir kırgınlık ve hayal kırıklığı yaşamaktaydı.
İşte Kâzım Karabekir Paşa örneği ile anlatmaya çalıştığımız bu nokta Mustafa Kemal
Paşa ile yol arkadaşlarının yol ayrımına geldiği noktadır. Bundan sonraki süreç
yolların ayrılmasından sonraki süreç olacak, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli
Mücadele sırasındaki yol arkadaşları, Mustafa Kemal Paşa’dan bağımsız bir şekilde
bir araya gelmek suretiyle kendileri için yeni bir dönemi başlatacaklardı.
Konya’daki 2. Ordu Müfettişliği görevine başlamadan önce İstanbul’a giden Ali Fuat
Paşa da gece atılan toplara bir mana verememiş, Cumhuriyet’in ilan edildiğini 30
Ekim sabahı gazetelerden öğrenmiş ve Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal
Paşa’ya bir tebrik telgrafı göndermişti. Cumhuriyet’in ilan ediliş şekli ile ilgili olarak
da, Halife Abdülmecid Efendi’den faydalanmak ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu
nedeniyle gizli çalışmak sureti ile meşruti bir saltanat fikrinde olan bir grubun
varlığından bahseden Ali Fuat Paşa, bu grubun yanında Mustafa Kemal Paşa ile
halifeyi rakip göstermek isteyen cumhuriyetçilerin de olduğunu söylemekte ve
Gazi’nin bu nedenlerden dolayı Cumhuriyet’in ilanını bir oldu bitti şeklinde Meclis’e
intikal ettirdiğinin altını çizmektedir. Bu sözleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın
Cumhuriyet’i nasıl ilan ettiği sorusuna cevap veren Ali Fuat Paşa, çalışmanın
çerçevesi içinde kalan, yani kendisinin Cumhuriyet’in ilanına olan tavrını da şu
şekilde ortaya koymaktadır. Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin, iç ve dış
düşmanlara karşı memleketi kurtarmak için hakimiyet-i milliye esasına dayalı
‘müessisan’ bir idare olduğunu, bir Cumhuriyet olmadığını, Bolşevik devletler ile
Güney Amerika devletlerinde ise Cumhuriyet idaresi altında diktatörlükler olduğunu
364
dile getiren Ali Fuat Paşa, “biz diktatörlüğü getirmeyecek esaslara dayanan bir
Cumhuriyet istemiştik.” ifadelerini kullanmaktadır.740 Özellikle son cümlesi ile
Cumhuriyet’in ilan edilmesini diktatörlüğe giden bir yol olarak gördüğünü açıkça
söyleyen Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet’i ilan etmek suretiyle
ilerleyen süreçte diktatörlüğe doğru yol aldığını belirten bir anlatım yapmaktadır.
Sadece bu bakış açısı dahi Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlarının Mustafa
Kemal Paşa ile vatanın kurtarılması uğrunda sarf edilen çabalar dışında ne kadar
farklı dalga boyunda olduğunu göstermesi bakımından dikkati çekmektedir.
İstanbul gazetelerinin beklenmedik bir gelişme olarak verdiği Cumhuriyet’in ilan
edildiği haberi, Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasından
itibaren rejimin adının açıkça olmasa da fiilen Cumhuriyet olduğunu söyleyen Rauf
Bey tarafından şaşırtıcı görülmemişti. Öyle ki 29-30 Ekim gecesi kendisini uyandıran
top seslerinin yüze yaklaştığını fark eden Rauf Bey, içinden gelen bir hisle ‘Mutlaka
Cumhuriyettir,
öyle
ise
memlekete
ve
millete
hayırlı
olsun’
dediğini
söylemektedir.741 Refet Bey’in Keçiören’deki evinde saltanat ve belki de hilafetin
kaldırılacağı endişesiyle Mustafa Kemal Paşa’dan gelecekte alacağı vaziyet hakkında
tatmin edici bir cevap almak isteyen, bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa’ya saltanat
ve hilafet yanlısı olduğunu açıkça söyleyen Rauf Bey, kısa süre sonra saltanatın
kaldırılmasına destek verdiği gibi, saltanatın Meclis kararı ile kaldırıldığı günün
bayram yapılması yönünde bir teklifte dahi bulunmuştu. Bir yandan Cumhuriyet’in
ilan edilmesini şaşırtıcı bulmadığını ifade eden Rauf Bey, öte yandan esasında
Cumhuriyet'in ilan edilmesinden memnun olmadığını o günlerde basına verdiği bir
beyanatla ortaya koymuştu. Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin ile Tevhid-i Efkâr
740
741
Cebesoy, Siyasi…, s.436-440.
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.112.
365
gazetesi başyazarı Velid Ebüzziya Beylere verilen bu beyanatında Rauf Bey,
Cumhuriyet’in ilan edilmesinin kendisini memnun etmiş olmasına karşılık
kamuoyunda ‘halkça gayr-i mesul zevat tarafından’ bir emrivaki olarak algılandığını
ifade etmişti. Bununla beraber zorunlu bir sebep nedeniyle bu ani kararın alındığı
kanaatinde olduğunu belirten Rauf Bey, en yetkili müzakere mercii olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi ile hükümetin milleti bu noktada aydınlatması gerektiğinin
altını çizmişti. Meseleyi Cumhuriyet kelimesi üzerinden değerlendirmenin doğru
olmadığını da söyleyen Rauf Bey milletin refah ve istiklâlinin korunmasını ve
vatanın bütünlüğünü temin eden hükümet şeklinin en iyi şekil olacağını söylemişti.
Hükümetlerin iki esas üzerinde bulunduklarına değinen Rauf Bey, birinin mutlakıyet,
diğerinin ise milli hakimiyet olduğunu ve kendisine göre en doğru idare tarzının milli
hakimiyete dayanan tarz olduğunu da ilave etmişti.742 Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta
bu sözleri eleştirmiş, kamuoyunun düşüncesine nasıl vakıf olduğunu sorduğu Rauf
Bey’in, sanki kendisine en iyi hükümet şeklinin ne olduğu sorulmuş gibi bir cevap
verdiğini söylemişti. Rauf Bey’in tarif ettiği hükümet şeklinin bir adı olup olmadığını
sormak gerektiğini de ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in bu tanıma
uyup uymadığını Rauf Bey’in söylemesi gerektiğini, eğer içtihadı, en iyi şeklin
Cumhuriyet olduğu yönünde ise bunu söyleyerek bu anlaşılmaz duruma bir son
vermesi lüzumunu, değilse bu şeklin ne olduğunu söylemesi gerektiğini ifade etmişti.
Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in müessisan bir meclisin kayıtsız
şartsız hakimiyet-i milliyeyi tatbik ettiği bir hükümet şeklinin taraftarı olduğunu, bu
şeklin ise Cumhuriyet değil, Cumhuriyetin ilan edilmesinden önceki şekil olduğunu
söylemiş ve devlet reisliğini halifenin uhdesinde tasavvur eden Rauf Bey’in devlet
742
“Rauf Bey ile Cumhuriyet Meselesi Hakkında Mühim Bir Mülakat”, Tevhid-i Efkar, 1 Kasım
1923.
366
riyaseti makamına bir cumhurbaşkanının gelmesi nedeniyle telaşa kapıldığının altını
çizmişti. Eleştirilerine devam eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet şeklinin bir
emrivaki halinde bir günde gayr-i mesul zevat tarafından kararlaştırılmasından
bahseden Rauf Bey’in ‘gayr-i mesul zevat’ ibaresi ile kendisini kastettiğini belirtmiş
ve Rauf Bey’e, memleketi düşmanın işgal alanı haline getiren Mondros
Mütarekesi’nin yedinci maddesini bir emrivaki şeklinde kabul ettiği zaman milletin
ne kadar üzüldüğünü hissedip hissetmediği sorusunu yöneltmişti. Ayrıca taraftarları
tarafından ‘Mondros Mütarekesi’ni imzalayan, fakat Lozan Muahedenamesiyle de
intikamını alan Rauf Bey’ şeklinde propagandası yapılan kişinin Türk milletinin
gerçek emellerine ve hislerine kendilerinden daha fazla alakalı olduğunu söyleyecek
kadar ileri gitmemesi gerektiğini de belirtmişti.743
Burada Rauf Bey’in ‘gayr-i mesul zevat’ ibaresi ile neyi kastettiğini biraz daha
açmakta fayda görmekteyiz. Rauf Bey’in Cumhuriyet’i ilan edenler için kullandığı
ve Cumhuriyet’i ilan etmek mesuliyeti olmadığını söylediği kimselerin başında
elbette Mustafa Kemal Paşa gelmektedir. Zat kelimesini değil de, zevat kelimesini
tercih etmesi Rauf Bey’in Mustafa Kemal Paşa’yı doğrudan hedef almamak için
başvurduğu bir yöntem olabileceği gibi, gerek Mustafa Kemal Paşa gerekse de
yakınında bulunan kimseler için kullanılmış olsa gerektir. Zira Milli Mücadele
sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında yer alan, her konuda fikri sorulan ve
Milli Mücadele’nin başlarında ikinci adam gibi görülen Rauf Bey’in, yeni dönemde
kendilerine danışılmadan Cumhuriyet’in ilan edilmesi örneğinde olduğu gibi Mustafa
Kemal Paşa’nın yakınında bulunan kimseleri hedef alması bizce akla yatkın
görülmektedir. Öyle ki Rauf Bey dahil bütün yol arkadaşları Mustafa Kemal Paşa ile
743
Nutuk, s.544-549.
367
ayrılmaları noktasında suçlu olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında bulunan
kimseleri gösterecektir.
Beyanatı nedeniyle şiddetli eleştiriler almaya başlayan Rauf Bey, hakkındaki
eleştirilerin gazeteciler tarafından hatırlatılması üzerine düşüncelerini beyanatında
net bir şekilde söylediğini, bu nedenle söyleyecek başka bir sözü olmadığını ifade
etmiş,744 Ali Fuat ve Refet Paşalarla birlikte 10 Kasım’da İstanbul’a gelen Kâzım
Karabekir Paşa’yı Anadolu Kavağı’nda karşılamıştı.745 Öte yandan yol arkadaşlarının
Ankara tarafından hoş karşılanmayan halifeyi ziyaretleri devam etmiş, Kâzım
Karabekir Paşa’nın İstanbul’a gelişinden sonra hem kendisi, hem de Rauf Bey
halifeye ayrı ayrı ziyarette bulunmuş, ayrıca Halife Abdülmecid Efendi Şarktan
İstanbul’a dönen Kâzım Karabekir Paşa için bir ziyafet vermişti.746
Rauf Bey, yol arkadaşları Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşaların da hazır
bulunduğu bir uğurlamanın ardından 14 Kasım günü İstanbul’dan Ankara’ya hareket
edecek ve ertesi gün Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ve Maarif Vekili Safa
Bey’le birlikle bazı mebuslar tarafından karşılanacaktı. Aynı gün Rauf Bey,
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmek isteyecekse de bu ziyaret
Gazi’nin rahatsızlığı nedeniyle gerçekleşmeyecekti.747 Mustafa Kemal Paşa, Rauf
Bey’in İstanbul’dan Ankara’ya geldikten sonra da Halk Fırkası üyeleri nezdinde
Cumhuriyet’in ilanı noktasındaki düşünceleri ile ilgili bir propagandaya giriştiğini ve
Fırka üyelerini kendileri aleyhine tahrik ettiğini söyleyecekti. Kendisine göre,
Cumhuriyet’in ilanının aceleye getirilmesinin meşru bir nedeni olduğu noktasından
744
Tevhid-i Efkar, 7 Kasım 1923.
Hakimiyet-i Milliye, 11 Kasım 1923.
746
Anadolu’da Yeni Gün, 13-14 Kasım 1923; Hakimiyet-i Milliye, 14 Kasım 1923.
747
Hakimiyet-i Milliye Rauf Bey’in saat üçte istasyondaki reis-i cumhur dairesine bir ziyaret
gerçekleştirdiğini yazmakta ise de kendisinin o gün Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesi
gerçekleşmemiştir. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 16 Kasım 1923.
745
368
hareket eden Rauf Bey, Cumhuriyet meselesini yeniden Meclis gündemine aldırmayı
hedefleyecek, güya meşru bir sebep bulunamayacak ve meşru bir sebebe
dayanmayan Cumhuriyet’in alelacele ilan edilmesinin yanlış olduğu ortaya
çıkarılacaktı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, sıra Rauf Bey’in maksadını anlayanlara
gelecek ve Rauf Bey bir Fırka toplantısında imtihana çekilecekti.748
c) Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu ile İmtihanı
Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonraki süreçte Rauf Bey
başta olmak üzere eski yol arkadaşlarını bir saldırı hazırlığı içinde görecekti. Rauf
Bey’in Cumhuriyet’in ilanı konusundaki beyanatı yanında, Adnan Bey ve Refet Paşa
ile birlikte Halife Abdülmecid’i ziyaretleri, halife aleyhindeki yazı ve konuşmalara
karşı hakarete varan saldırıları ve hatta halife ile bir şehzadenin yönlendirmesi ile
Meclis’te karşı atağa geçme hazırlığı içinde oldukları düşüncesi Mustafa Kemal
Paşa’nın böyle düşünmesine neden olacaktı.749 Öte yandan Cumhuriyet’in ilan
edilmesinden sonra verdiği beyanat sırasında söyledikleri nedeniyle Rauf Bey
hakkında Halk Fırkası Grubu Başkanlığı’na Cebelibereket (Osmaniye) mebusu İhsan
Bey tarafından bir teklif verilecek, bu teklifte Rauf Bey Cumhuriyet’i zayıf
düşürmek yanında muhalif bir fırka kurmak suretiyle Halk Fırkası’nı bölmeye
748
Nutuk, s.553-554. Esasında Rauf Bey’e tepki gösteren sadece Mustafa Kemal Paşa ve Halk Fırkası
Grubu değildi. Beyanattan hemen sonra Hakimiyet-i Milliye ve Anadolu’da Yenigün’de Cumhuriyet’in
aceleye getirildiğini söylemiş olan Rauf Bey’e tepkiler gösterilmişti. 2 Kasım’da Hakimiyet-i Milliye,
‘Sakarya’ya da, Afyonkarahisarı Taarruzu’na da, hakimiyet-i milliyenin ilanına da böyle bir günde
karar verilmişti değil mi?’ diyerek iğneleyici bir cevap vermişti. Anadolu’da Yeni Gün başyazarı
Yunus Nadi Bey de Rauf Bey’i mezarın kenarına ayağını uzatmış bir şekilde görmüş ve kendisinin bir
iki gazeteciye gelişigüzel söylenmeyeceğini ifade ettiği sözlerini damdan düşercesine tabiri ile
anlatmıştı. Bununla beraber Yunus Nadi beyanatının merdane bir şekilde açık olmadığını söylediği
Rauf Bey’in cumhuriyet kelimesini zikretmeyi bırakın, aksine Cumhuriyet’in ilanından şikayetçi
olduğunu ve kendisinden beklenecek yegane faziletin Cumhuriyeti beğenmedi ise bunu açık bir
şekilde dile getirmekten ibaret olduğunu da ifade etmişti. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 2 Kasım 1923;
Anadolu’da Yeni Gün, 4 Kasım 1923.
749
Nutuk, s.554.
369
çalışmakla suçlanacak ve meselenin bir grup toplantısında açıklığa kavuşturulması
istenecekti.750 Suçlayanlar ve suçlanan 22 Kasım 1923 tarihinde sekiz saati aşan grup
toplantısında kozlarını paylaşacak, daha doğrusu Rauf Bey söylediklerinden dolayı
esaslı bir hesaba çekilecekti. Müzakereler başlamadan önce Rauf Bey, kendisine söz
söyleyemeyeceğini ifade ettiği Mustafa Kemal Paşa’dan müdahil olmamasını
isteyecek, Rauf Bey’e olumlu cevap veren Mustafa Kemal Paşa müzakereleri
yalnızca izlemekle yetinecek, Fırka grup toplantısına başkanlık edecek olan İsmet
Paşa ise söyleyecekleri olduğunu söyleyerek başkanlığı bir başka mebusa
bırakacaktı.751 Böylece Lozan Konferansı sırasında anlaşmazlık yaşayan Rauf Bey ve
İsmet Paşa, bir kez daha karşı karşıya gelmiş olacaktı.
Görüşmeler sırasında ilk sözü alan ve Rauf Bey’in milletin endişesine sahip çıkmaya
kalkışmasının asıl endişe konusu olduğunu söyleyen İhsan Bey, bu beyanatı ile
Cumhuriyet’e karşı çıktığını öne sürdüğü Rauf Bey’e ‘gayr-i mesul zevat’ tabiri ile
kimleri kastettiğini sormuş ve Cumhuriyet’in alelacele ilan edildiği eleştirisinin, bu
noktada atılan adımlardan bahsetmek suretiyle yanlış olduğunu dile getirmişti.
Bundan sonra kürsüye gelen Rauf Bey, ilk olarak Meclis’ten uzakta olduğu sırada
verdiği bir beyanat nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlıktan duyduğu üzüntüyü dile
getirmiş, Ankara’ya geldikten sonra konuyu Mustafa Kemal Paşa ile konuşmak
istediğini, ancak kendisinin rahatsızlığı nedeniyle bunun gerçekleşmediğini
söylemişti. Bununla beraber ortada esastan kaynaklanmayan bir yanlış anlama olsa
da ortak davada hiçbir ayrılık bulunmadığını söyleyen Rauf Bey, ilkelerin
uygulanması sırasında yapılan bazı hataların davayı sakata uğratabileceğini söylemiş
ve varsa başka eleştirilerin dile getirilmesinden sonra hepsine birden cevap vermek
750
CHP Grup Toplantısı Tutanakları (1923-1924), yayına haz. Yücel Demirel, Osman Zeki Konur,
İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul, 2002, s.17; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.112.
751
Nutuk, s.555.
370
üzere kürsüden ayrılmıştı. Beyanatı okunduktan sonra bir kez daha kürsüye gelen
Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilanı ile neticelenen gelişmeler üzerine basın ve
arkadaşlarının baskıları nedeniyle üç gün kadar bekledikten sonra hazırlıksız bir
beyanat verdiğini söylemiş, o günlerde tüm mebusların Ankara’ya çağrılmasına
rağmen kendisine haber verilmediği için duyduğu kırgınlığı dile getirmişti.
Konuşmasının devamında milli hakimiyeti savunan bir kişinin meşruti saltanattan
yana olmasının mümkün olamayacağını ifade eden Rauf Bey, mukaddes
duygularının Cumhuriyet idaresinden başka hiçbir idarenin taraftarı olmasına müsait
olmadığını da söylemişti.
Beyanatında dile getirdiği Cumhuriyet’in acele ilan edildiği ve milleti bir endişeye
sevk ettiği noktaların hala arkasında olduğunu söyleyen Rauf Bey, ‘gayr-i mesul
zevat’ ibaresi ile Mustafa Kemal Paşa’yı değil, Kanun-ı Esasi Encümeni ve Heyet-i
Vekile üyeleri ile birlikte birkaç mebustan oluşan Mütehassıslar Encümeni’ni
kastettiğini ilave etmişti. Daha sonra sırasıyla Hamdullah Suphi, Saruhan mebusu
Vasıf, Halk Fırkası Katib-i Umumisi Recep (Peker), Menteşe (Muğla) mebusu Şükrü
Kaya ve Karesi mebusu Süreyya Beyler söz almış ve sonuncusu dışındakiler Rauf
Bey’e karşı eleştirilerini dile getirmişlerdi. Bundan sonra kürsüye gelen Kanun-ı
Esasi Encümeni Reisi Yunus Nadi Bey, Rauf Bey’in konuşmalarının tatmin edici
olmadığını ve Cumhuriyet’in acele bir şekilde ilan edildiği yönündeki açıklamalarını
açık bir şekilde düzeltmesi gerektiğini söylemiş, Ahmet Ağaoğlu Bey dikkatleri Rauf
Bey’in halife ile olan görüşmelerine çekmiş ve eğer bilmeden söyledi ise Rauf
Bey’den Cumhuriyet’in aceleye getirildiği yönündeki sözlerini geri almasını istemiş,
aksi halde arkadaşlıklarının sona ereceğini ilave etmişti. Yeniden kürsüye gelen Rauf
Bey, kendisiyle siyaset konuşmadığını söylediği Halife Abdülmecid’i ziyaretine dair,
371
Meclis tarafından seçilen birini ziyaret etmesinin bir sakıncası olmayacağı ve bu
ziyaretin halifenin daveti üzerine gerçekleştiği sözleriyle kendisini savunmuştu.
Bununla beraber Halk Fırkası’nın çoğunluğu tarafından istenmemesi halinde kararın
Fırka mensuplarına ait olduğunu ve kendisinin muhalif bir fırka kurma düşüncesinin
olmadığını söylemiş ve Cumhuriyetçi olduğunu bir kez daha söylemek lüzumunu
duymuştu. Konuşmasının sonlarında istenmediği takdirde çekip gideceğini de
söyleyen Rauf Bey, hakkındaki kararın kendisine tebliğ edilmesini istemiş ve
söyleyecek başka sözü olmadığını ifade etmişti. Bundan sonra Hamdullah Suphi
Bey’in, halifenin ziyareti konusundaki sözlerinin yanlış anlaşıldığına dair kısa
izahatından sonra sözü Mustafa Kemal Paşa’nın rahatsızlığı nedeniyle o günlerde
Halk Fırkası Vekilliği de yapmakta olan Başvekil İsmet Paşa almıştı. Cumhuriyet’in
ilan edildiği günlerde milli davayı temsil eden kimselerin ayrılık içinde
göründüğünü, bu ayrılığın nedeninin de Cumhuriyet olduğu izlenimi verildiğini
söyleyen İsmet Paşa, bu durumun ülkeyi zaafa uğratacağını Rauf Bey’in de kabul
ettiğini, bununla beraber Rauf Bey’in saltanat ve meşrutiyet aleyhindeki sözlerini
samimi bulduğunu ifade etmiş ve “Rauf Bey! Siyaset yapıyoruz. Hataları bir bir ihtar etmeliyiz.
…böyle inkılâp zamanlarında rical-i hükümet, bir rical-i siyasi herhangi bir şüphe gösteremez.
Hatadır. Hata ettiniz Rauf Beyefendi!” demişti. Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Rauf
Bey’in beyanatındaki ‘gayr-i mesul zevat’ ve ‘emrivaki’ ibareleri ile halkın endişeye
düştüğü şeklindeki sözlerini hedef alan İsmet Paşa, Rauf Bey’den Fırka ile zıt
düştüğü noktalardaki sözlerini geri alarak ya kendileri ile birlikte hareket etmesini ya
da Fırka’nın dışına çıkarak Meclis’te kendilerine karşı çalışma kararını vermesini
istemişti. İsmet Paşa’nın konuşmasının ardından kürsüye bir kez daha çıkan Rauf
Bey, bütün cumhuriyetlerin milli hakimiyete dayanmadığı ancak bütün milli
hakimiyetlerin cumhuriyet olduğunu söylemiş ve Fırka ile esasta bir ayrılık
372
olmadığının altını çizmişti. Konuşmasının sonlarında Fırka’dan atılması halinde izin
alıp gideceğini ve böyle bir duruma itilmesine rağmen yeni bir fırka kurmak
niyetinde olmadığını söyleyen Rauf Bey, sözlerini geri almayacağını ifade etmiş ve
Fırka üyelerinin kendisi hakkında bir karar vermesi gerektiğini söyleyerek alkışlar
arasında toplantıdan ayrılmıştı. Rauf Bey ayrıldıktan sonra İsmet Paşa bir kez daha
kürsüye gelmiş ve Rauf Bey’in ‘Cumhuriyet halkça gayr-i mesul zevat tarafından
emr-i vaki ihdas edilmiş bir şekil dedim, yanlıştır. Cumhuriyet, usulünce Büyük
Millet Meclisi tarafından tamam olarak ilan olunmuş bir vücuttur.’ demesi
gerektiğini söylemişti. Ancak Hamdullah Suphi Bey’in, aynı kelimelerle olmasa da
Rauf Bey’in bu sözleri söylediğini, resmi bir açıklama ile bunun ilan edilebileceğini
ve tutanakların yayımlanacağını söylemesinin ardından ikna olarak kürsüden inmişti.
Bundan sonra da Rauf Bey’in beyanatının yeterli görüldüğüne dair teklifin okunması
ve mahzurlu olanların çıkarılması şartıyla tutanakların yayımlanması esası kabul
edilerek Halk Fırkası toplantısına bir son verilmişti.752
Rauf Bey’in hata ettiğinin ve Cumhuriyetçi olduğunu söylediğinin kabul edilmesini,
bu nedenle Rauf Bey aleyhinde bir karar alınmamasını doğru bulmayan Mustafa
Kemal Paşa, bu noktada Nutuk’ta muğlâk ifadeler kullandığını söylediği Rauf Bey’in
o gün Halk Fırkası Grubu’nu tatmin etmediğini ve kendisinin Fırka içerisinde aynı
duygularla çalışabileceği kanaatini hasıl etmediğini söyleyecekti. Mustafa Kemal
Paşa’ya göre, meseleye İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında bir anlaşmazlık olarak
bakanlar müzakereleri yeterli bulacak, bundan dolayı Rauf Bey ve arkadaşlarına bir
752
CHP Grup Toplantısı Tutanakları, s.17-107; Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu
(1923-1924), İletişim yay., s.129-157; Nutuk, s.559-560; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.115.
373
süre daha Halk Fırkası’nın içinde kalarak Fırka’yı yıkmaya çalışma imkânı verilmiş
olacaktı.753
Atay’a göre bu tartışma gerek Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi iken çıktığı
kürsünün hakkını veremeyen, ancak şimdi bir Avrupa parlamenteri izlenimi verecek
kadar kendini yetiştirdiği belli olan İsmet Paşa, gerekse tahriklere kapılmayarak
soğukkanlılığını koruyan Rauf Bey için imtihanlarını başarıyla geçmek anlamına
gelmekteydi. Öte yandan İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında bir hesaplaşma şeklinde
geçen bu tartışma, Mustafa Kemal Paşa ve yanında toplananların muhalefete hiçbir
şekilde taviz vermeyeceklerinin, muhalefet cephesinin de henüz Halk Fırkası’ndan
ayrılıp da açık bir cephe alma durumuna girmediklerinin bir göstergesiydi.754
Bu grup toplantısındaki hesaplaşma ile İsmet Paşa ve arkadaşları, Rauf Bey ve
çevresinde toplanan isimlere kesin bir cephe alacaktı. Cumhuriyet’in ilanı üzerine
söyledikleri nedeniyle gerek Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, gerekse Halk
Fırkası idarecileri tarafından endişeyle karşılanan Rauf Bey’in, her ne kadar kendi
etrafında toplanan mebuslar olsa da bundan sonraki süreçte önemli bir görev
üstlenmesi söz konusu olmayacak, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların müfettişlik
vazifesi yaptıkları bu süreçte Rauf Bey, İstanbul mebusu Refet Paşa gibi sade bir
mebus olarak çalışmalarını sürdürecekti. Bu durum Kâzım Karabekir ve Ali Fuat
Paşaların müfettişlik görevlerinden ayrılarak Meclis’e gelecekleri zamana kadar
devam edecekti.
753
754
Nutuk, s.561.
Atay, Çankaya, s.446.
374
3.9. YOLUN SONU
a) Yol Arkadaşlarının Meclis’te Toplanması
Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu toplantısında hesaba çekildiği 22 Kasım 1923 günü
İsmet Paşa hazırlanmakta olan bir kanundan bahsedecekti. Encümenlere havale
edilen bu kanun, mebus olan komutanların vaziyeti ve ordunun siyasetten ayrılması
hakkında olacaktı.755 1924 yılının 1 Kasım günü açılacak Meclis’in ikinci toplantı
yılının hemen öncesinde memur statüsü olan mebuslar bir seçim yapmak durumunda
kalacak, bu nedenle Budapeşte elçisi Hüsrev (Gerede) Bey Urfa mebusluğundan,
Londra elçisi Zekai (Apaydın) Bey Aydın mebusluğundan ve Berlin elçisi Sami Paşa
da Sinop mebusluğundan ayrılmak durumunda kalacaktı. Komutanların ordu ile
siyaset kurumu arasında bir tercih yapmasının istenmesi, bu kanunla Kâzım
Karabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi komutan mebusların hedef alınması, yol
ayrımından sonraki süreçte yol arkadaşlarını Meclis çatısı altında yeniden bir araya
getiren bir gelişme olacaktı. Memurluk görevi olan mebusların iki iş arasında bir
seçim yapmak zorunda bırakılmasını bir işaret olarak yorumlayan yol arkadaşları,
askerlikle siyasetin birbirinden ayrılması için de bir çalışma olacağını tahmin ederek
bir takım girişimlerde bulunacaktı.756 Öte yandan bunun yol arkadaşlarını bir araya
getiren bir neden mi olduğu sorusunun Mustafa Kemal Paşa için cevabı hayır
olacaktı. Zira Mustafa Kemal Paşa’ya göre yol arkadaşları zaten çoktandır devam
eden bir planı uygulamaktaydı. Bu planın farkına varan Mustafa Kemal Paşa,
komutanlardan ordu ile milletvekilliği arasında bir seçim yapmalarını isteyecek,
bunun üzerine Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla birlikte 3. Ordu Müfettişi
Cevat ve Yedinci Kolordu Komutanı Ferik Cafer Tayyar Paşalar milletvekilliğini
755
756
Aydemir, Tek…, c.III, s.158.
Goloğlu, Devrimler…, s.71-72.
375
tercih edecekti.757 26 Ekim 1924 tarihinde artık mebus olarak hizmet edeceğini
belirterek 1. Ordu Müfettişliği görevinden istifa eden Kâzım Karabekir Paşa’nın
gerekçesi, bir senelik vazifesi sırasında verdiği raporların dikkate alınmadığı şeklinde
olacaktı. Bu istifadan dört gün sonra mebusluğu tercih edeceğini belirten Ali Fuat
Paşa, merkezi Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’nden istifa edecekti.758 Askeri
görevlerini bırakan bu iki yol arkadaşının, mebusluk dışında başka görevleri olmayan
ve zaten Meclis’te bulunan Rauf Bey ve Refet Paşa ile buluşmasıyla birlikte Mustafa
Kemal Paşa dışındaki yol arkadaşlarının hem de bu defa Mustafa Kemal Paşa’nın
karşısında yeni bir yol arkadaşlığını başlattığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Cumhuriyet’i kabul eden yeni Türkiye’nin icraatlarından rahatsızlık duyan yalnız yol
arkadaşları ve çevresinde toplanan isimler değildi. Ankara, aleyhinde yayımlar yapan
İstanbul gazetelerinin yaklaşımından da hoşnutsuz olduğu için Türkiye Büyük Millet
Meclisi oraya bir İstiklâl Mahkemesi gönderilmesi kararı almıştı.759 Ankara ile
muhalif İstanbul basını arasında yaşananların bir benzeri, Ankara’yı destekleyen
gazeteler ile Rauf Bey ve Refet Paşa gibi yol arkadaşları arasında kendini
göstermişti. Öyle ki Ankara gazetelerindeki eleştirilerin şiddetinden bunalan Refet
Paşa, mebusluktan istifa edeceği yönünde bir beyanat dahi vermiş, bu beyanatında
Mustafa Kemal Paşa ile kendisi dışındaki yol arkadaşlarını yeniden bir araya
getirmeyi hedeflediğini şu sözleri ile anlatmıştı:
“Mustafa Kemal Paşa’yla arkadaşlarının, yalnız tatbikat hususunda aralarında meydana gelen görüş
farklarından istifade ederek aralarını daha çok açmak ve kendilerini çok lüzumlu birer şahsiyet
göstermek fikrini takip eden insanların, aynı tarz düşünme, eser ve izlerini şimdi de yazılı makalelerde
757
“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.144.
Aydemir, Tek…, c.III, s.189; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.144. Mustafa Kemal Paşa, Kâzım
Karabekir Paşa’nın raporlarının incelendiğini, bazılarının dikkate alındığını, bununla beraber
uygulanması mümkün olmayan ve ilmi bir kıymet ifade etmeyen raporların ise dikkate alınmadığını
ifade etmektedir. Bkz. Nutuk, s.567.
759
Nutuk, s.561; Goloğlu, Devrimler…, s.3.
758
376
görmekteyim. … Artık bu gibi adamların her vakit kullandığı ve memleket için zararlı olan bu silah
kırılmalıdır. … Eğer iktidar mevkiine çıkmak için tek yol olan mebusluktan çekilecek olursam, bu
adamlar ne söyleyecekler? İşte ben bugün onu yapıyorum. Bizlere Rauf Bey ve şürekâsı diyorlar.
Bunu reddederim. Yalnız ‘Mustafa Kemal ve arkadaşları’ vardır. … Son bir işim daha vardır. O da
ben müstesna olmak üzere, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarından bugün işbaşında olmayanları
işbaşına getirmeye çalışmaktır. Bunlar; İsmet, Fevzi Paşalarla, Fethi Bey’le tam bir birlik halinde
çalışmışlardı. Gazi Paşa’nın arzuları ile bu emelin gene pek kolay tahakkuk edebileceğine eminim.”
Refet Paşa’nın bu arzusu, sadece bir arzudan ibaret kalacak ve hiçbir zaman
gerçekleşmeyecekti. Bu beyanat karşısında Mustafa Kemal Paşa’nın ve Halk
Fırkası’nın etkisinde olduğu bilinen Hakimiyet-i Milliye Refet Paşa’ya hitaben: “Paşa
hazretleri, bugün için yegâne korkularımız sizlersiniz. Yani Milli Mücadele’yi idare edenlerdir.”
cevabını verecekti. Bu cevabın Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanması kuşkusuz
Mustafa Kemal Paşa’nın da aynı düşüncede olduğu anlamına gelecekti.760
Yol arkadaşlarının bir araya gelmek suretiyle ortak hareket etmeye başladığı bu
günlerde Rauf Bey ile Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların mektuplarının
açıldığına ve takip edildiklerine dair şikâyetleri göze çarpmaktadır. Bu durumdan
ciddi rahatsızlık duyduklarını söyleyen Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, böyle
bir zan altında göreve devam etmelerinin mümkün olmadığını ve Meclis’e gelerek
bununla mücadele etmeleri gerektiği kanaatini taşıdıklarını ifade etmektedirler.
Meclis’in tatilde olduğu günlerde istifa edeceğini açıklayan, ancak Meclis’in
açılmasından önce Rauf Bey’in de etkisiyle istifa etmekten vazgeçen Refet Paşa ile
Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra verdiği beyanatlar nedeniyle İsmet Paşa ve
çevresi tarafından Cumhuriyetçi olmamakla suçlanan Rauf Bey de kendilerine
katılmaktadır. Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki
yol arkadaşları, yalnızca mebusluk vazifeleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
760
Aydemir, Tek…, c.III, s.181-183.
377
bir araya gelmekte, sadece kendilerine yapılanlara karşı bir mücadele başlatma
amacıyla değil, aynı zamanda hükümeti denetleme düşüncesiyle yeni bir fırka
kurmaya giden süreci başlatmaktadır. Cumhuriyet’in ilanı sonrasında başlayan yol
ayrımının ardından yol arkadaşlarının Meclis’te bir araya gelmesini Mustafa Kemal
Paşa, kendisine karşı bir komplo olarak görmektedir.
b) Bir ‘Komplo’ Girişimi
Rauf Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşaların Meclis’te bir araya
gelmeye başlamasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde beliren kuşku daha
somut bir hal almıştı. Dumlupınar kutlamalarının ardından Bursa ve Karadeniz
sahilleri ile Erzurum çevresinde devam eden yurt gezisinden döndüğü 18 Ekim 1924
tarihinde kendisini karşılayanlar arasında Rauf ile Doktor Adnan Beyleri göremeyen
Mustafa Kemal Paşa, bir kırgınlık anlamına gelen bu tavrı beklememiş ve
Cumhuriyet’in ilan edildiği günlere kadar giden ‘bir komplo karşısında’ olduğuna
kanaat getirmişti. Kendisine göre bu komplo bir sene kadar önce Rauf Bey’in Lozan
Konferansı devam ederken İsmet Paşa ile düştüğü anlaşmazlık nedeniyle İcra
Vekilleri Heyeti Reisliği’nden ayrılmak durumunda kalmasından sonra başlamış,
komplonun başarıya ulaşması için de önce ordunun ele geçirilmesi gerekmişti. Öyle
ki Kâzım Karabekir Paşa 1. Ordu Müfettişliği’ni, politikadan hazzetmediğini ve
hayatını askerlik mesleğine adamak niyetinde olduğunu söyleyen Ali Fuat Paşa da 2.
Ordu Müfettişliği’ni bu nedenle tercih etmişti. Bununla beraber yol arkadaşları
yanında, 3. Ordu Müfettişi olan Cevat Paşa ile bu müfettişliğe bağlı bir kolordu
komutanı olan Cafer Tayyar Paşa’nın da tertibe dahil olabileceklerini düşünmüştü.
Bir sene kadar ordular üzerinde çalıştıklarını söylediği yol arkadaşlarının, siyaset
378
yoluna girme planını devreye sokmak için uygun zamanı kollamaya başladıklarını
söyleyen Mustafa Kemal Paşa, geçen bir yıllık süre içerisinde Cumhuriyet’in ilan
edilmesi ve hilafetin kaldırılması gibi yeni Türkiye’nin yönünü belli eden icraatların
yol arkadaşlarını daha da kamçıladığını ve kendilerini, bazılarının zamanında
hoşlanmadıklarını söyledikleri politika yolunu kullanmaya ittiğini ifade etmektedir.
Bu süre zarfında İstanbul’daki bazı gazetelerden de destek gören Rauf Bey ve
arkadaşları Meclis’in tatilde olduğu süre içerisinde gerek mebuslar, gerekse
seçilememiş olan İkinci Grup mensupları ile milleti ifsat etmek için çalışmışlardı.
Mustafa Kemal Paşa, ‘milleti kendisi aleyhinde fesada vermek’le suçladığı yol
arkadaşlarından Kâzım Karabekir Paşa için de şu ifadeleri kullanmıştı: “… ‘ordumuzun
teali ve takviyesi için’ layihalar takdim ettiğinden bahseden ve onlar nazar-ı dikkate alınmadığından
‘teessür ve ye’sim fevkaladedir’ diyen sabık müfettiş paşa, memleketin üçte birine şamil koskoca bir
orduyu, keyfinin istediği anda, beş satırlık bir kâğıtla başsız bırakmanın ne kadar hafif ve ordunun
teali ve takviyesi nokta-i nazarından esas olan inzibatı ne derece muhil bir hareket olduğunun farikı
761
(farkında) görünmüyor.”
c) Mustafa Kemal Paşa’nın Karşı Atağı
Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta müfettişlik görevinden ayrılan Ali Fuat Paşa’yı
Konya’dan Ankara’ya geldiğinde yemeğe davet ettiğini, İsmet Paşa ve Kâzım
Paşaların da katıldığı bu davete Ali Fuat Paşa’nın icabet etmediğini söylemektedir.
Kendisine göre, geç vakte kadar beklendiği halde Çankaya’ya gelmeyen Ali Fuat
Paşa, Ankara’ya gelişi sırasında Rauf Bey tarafından karşılanmış, bazı temaslarının
ardından Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletine gitmiş, orada Fevzi Paşa ile bir süre
görüştükten sonra da istifasını vermişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bahsettiği gece
761
Nutuk, s.567-573.
379
1924 yılının 30-31 Ekim gecesiydi ve Mustafa Kemal Paşa o gece, Başvekil İsmet
Paşa ve Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ile komplo olarak nitelediği eski yol
arkadaşlarının girişimlerine karşı nasıl tavır alacaklarını konuşmuştu.762
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bu davetinden haberdar olmadığını
söyleyen Ali Fuat Paşa, o geceyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Gazi’nin
beni 30 Ekim gecesi arattırıp da bulduramaması muhakkak etrafındakilerden bazı kimselerin
suiniyetinden başka bir şeye hamlolunamazdı. Çünkü bütün geceyi herkesin malumu olduğu üzere
Katib-i Umumi Saffet Bey’in evinde geçirmiş bir kimsenin, o tarihlerde buldurulamaması en az
suiniyetten başka bir şeyle tefsir edilemezdi. 30-31 Ekim gecesi vehim ve suizannı tahrik edici
hadiselerin bir araya geldiği göz önüne getirilecek olursa, bunlar haklı olarak Gazi’nin vehmini
763
arttırmış olabilirdi.”
Mustafa Kemal Paşa’nın, 2. Ordu Müfettişliği’nden istifa etmek ve mebus olarak
Meclis’e katılmak kararıyla Ankara’ya gelmiş olan Ali Fuat Paşa’yı aratmasına, Ali
Fuat Paşa’nın da köşkten gelecek bir onay beklediğini söylemesine karşın,
arkadaşlıkları Harp Okulu sıralarında başlayan bir Cumhurbaşkanı ve bir ordu
müfettişi buluşamamıştı. O gece Çankaya’da bulunan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)
Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Fuat Paşa’nın gelmemesine üzüldüğünü ve
‘mutlaka Rauf Bey ile Kâzım Karabekir’in bir oyununa geldi. Onu alıp
bulunmayacak bir yere götürmüş olsalar gerek’ demeye getiren bir düşünce içinde
olduğunu söylemektedir. O zamanki küçük Ankara kasabasında bir cumhurbaşkanı
ile bir ordu müfettişinin buluşamamasının usta dedektifleri dahi şaşırtacak
karmaşasına da dikkati çeken ve iki arkadaş arasına hangi gizli eller tarafından kalın
bir perde çekildiğinin bilinemediğini ifade eden Karaosmanoğlu, bunun İsmet
762
Nutuk, s.567-569. O günlerde Çankaya’daki davetliler arasında bulunan Atay da istifaların Mustafa
Kemal Paşa üzerindeki ilk etkisinin Meclis içi ve dışında oluşan bir askeri komplo olduğunu
söylemektedir. Bkz. Atay, Çankaya, s.458.
763
Cebesoy, Siyasi…, s.503.
380
Paşa’nın bir tertibi olduğu yönünde sözler duyduğunu, ancak Başvekil İsmet
Paşa’nın böylesi küçük oyunlar yapmasına ihtimal dahi veremeyeceğini ifade
etmektedir.764
Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşları ile Cumhuriyet’in ilanı üzerine tam bir yol
ayrımına geldiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bununla beraber Ali Fuat Paşa’nın
müfettişlikten ayrılmasının ardından geldiği Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın
kendisiyle görüşmek istemesi, bizce Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye yıllarından
arkadaşı olan Ali Fuat Paşa’yı kaybetmek istemediğinin bir göstergesiydi. Zira
Mustafa Kemal Paşa, eskiden beri yakından tanıdığı Ali Fuat Paşa’yı Rauf Bey ile
Refet ve Kâzım Karabekir Paşalardan farklı görmekte, kendisinin öteki
arkadaşlarının etkisinde kaldığını düşünmekteydi. Bu düşüncesine rağmen Mustafa
Kemal Paşa, kendisiyle görüşme imkanı bulamadığı Ali Fuat Paşa ile de bir yol
ayrılığı yaşamanın önüne geçememişti.
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ile görüşmeyi arzu ettiği akşam Başvekil İsmet
Paşa ve Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ile birlikte ‘komplo’ya karşı nasıl
hareket edileceğini tespit etmişti. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa, Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Reisi ve İstanbul mebusu Fevzi Paşa’ya mebusluğu hemen bırakmasını
söylemiş, 3. Ordu Müfettişi ve Elaziz mebusu Cevat (Çobanlı) Paşa ile beş kolordu
komutanına telgraf çekerek Fevzi Paşa’nın mebusluktan istifa ettiğini, kendilerinin
de mebusluktan derhal istifa ederek istifalarını Meclis Başkanlığı’na bildirmelerini
istemişti. Bunun kendilerini askeri görevlerine daha iyi verebilmeleri ve ordunun
siyaset sahasının dışına çıkarılması bakımından gerekli görüldüğünü ifade eden
764
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.60-63. Aydemir,
Mustafa Kemal Paşa’nın vefatından sonra, İsmet Paşa ile Kâzım (Özalp) Paşa’ya 30-31 Ekim gecesini
sormuş, İsmet Paşa o geceyi hiç hatırlamadığını söylerken Kâzım Paşa “Biz o işe daha dört ay evvel
karar vermiştik” cevabını vermiştir. Bkz. Aydemir, Tek…, c.III, s.192-193.
381
Mustafa Kemal Paşa, istifaların Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’nın
teklifi ile olduğunu da kendilerine söylemişti. Bundan sonra Cevat Paşa ile Yedinci
Kolordu Komutanı ve Edirne mebusu Cafer Tayyar Paşa dışındaki komutanlar
hemen istifa etmiş, bazı şartlar ileri süren adı geçen komutanlar ise görevlerinden
azledilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni toplantı yılına başladığı 1924
yılı Kasım ayı başında yukarıda bahsedilen bütün bu gelişmeler nedeniyle ülkede iki
cepheli bir ortam oluşmuştu. Askeri görevlerini bırakarak Meclis’e gelen Kâzım
Karabekir ve Ali Fuat Paşalar beklemedikleri bir sürprizle karşılaşmış ve ordudaki
görevlerini devretmedikleri gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
alınmamış, hatta Kâzım Karabekir Paşa içeri girmesine rağmen Meclis’ten
çıkarılmıştı.765 Kendisine uygun görülen bu muameleden rahatsızlık duyan Kâzım
Karabekir Paşa, 1 Kasım 1924 tarihli bir yazı ile başına gelenleri Meclis’e şikayet
etmiş ve hakkında bir karar verilmesini istemişti. Milli Müdafaa Vekâletine de
müracaat eden Karabekir Paşa’ya, askerlik görevinde devir teslim işinin kanuni bir
görev olduğu ve istifası cevaplanmadığı için askerliğinin devam ettiği cevabı
verilmişti.766
Mebusluğu tercih ettikleri için müfettişlik görevlerinden istifa eden yol arkadaşları
Meclis’e görevlerini devretmedikleri gerekçesiyle alınmamıştı. Bu durum karşısında
işlemlerini tamamlamak üzere harekete geçen Ali Fuat Paşa devir teslim işlemini
tamamlamak için 4 Kasım’da Konya’ya gitmiş ve Meclis’e ancak 10 Kasım’da
katılabilmişti. Kâzım Karabekir Paşa ise 1. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Sait
765
Nutuk, s.569-572; Aydemir, Tek…, c.III, s.193-194. Meclis’in ilk toplantı yılının başladığı 1 Kasım
1924 tarihinde, 1. Ordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile 2. Ordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın
askeri görevlerinden istifa ettiklerine, 3. Ordu Müfettişi Cevat Paşa ile Yedinci Kolordu Komutanı
Cafer Tayyar Paşa’nın da askeri görevlerine son verildiğine ve bütün bu komutanların yerlerine
yapılan atamalara dair başvekâlet tezkeresi okunmuş, Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Cafer Tayyar
Paşaların askeri görevlerini usulünce devrettikten sonra Meclis’e katılabileceklerinin altı çizilmiştir.
Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.10, s.6, 1 Kasım 1924.
766
Goloğlu, Devrimler…, s.76-77.
382
Paşa’nın Erzurum’dan Ankara’ya gelmesini beklemiş, işlemlerin tamamlanmasının
ardından 23 Kasım’da Meclis’e girebilmişti.767
d) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından önceki süreçte Mustafa Kemal
Paşa, yukarıda da bahsedildiği üzere Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları Rauf
Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalarla yol ayrımına çoktan gelmiştir.
Dolayısıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına giden sürecin
anlatılması konumuz açısından yeterli olsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk
muhalefet fırkasından bahsetmek, yol arkadaşlarının yol ayrımından sonra bir siyasal
fırka kurmak suretiyle yaptıkları çalışmaları göstermesi yanında konunun bütünlüğü
açısından tarafımızdan faydalı görülmüştür.
1924 yılı Kasım ayı başında Meclis toplantı yılı başlarken Rauf ve Refet Bey,
müfettişlik görevlerini bırakmak suretiyle Meclis’e gelen Kâzım Karabekir ve Ali
Fuat Paşalarla birlikte hareket etmekteydi. Bir mücadele arifesinde bulunan yol
arkadaşları için arayıp da bulamadıkları fırsat Meclis’te Mübadele, İmar ve İskân
Vekâleti’nin, bazı icraatlarındaki başarısızlığı nedeni ile verilen gensoru teklifinin
‘ben güzel tahtie (yanlışlama) severim’ diyen İsmet Paşa tarafından kabul
edilmesiyle ortaya çıkmıştı.768 Rauf Bey ve arkadaşları ile Halk Fırkası Grubu
arasında hararetli tartışmalara sahne olan gensoru görüşmeleri sırasında üzerinde
durulan bir mesele de daha önce Halk Fırkası Grubu’nda bir hesaplaşmaya sahne
olan Rauf Bey’in Cumhuriyetçiliği idi. 8 Kasım 1924 tarihinde sona eren gensoru
görüşmeleri 19’a karşı 148 oy neticesinde hükümetin güvenoyu almasıyla
767
768
Cebesoy, Siyasi…, s.504.
Goloğlu, Devrimler…, s.77-78.
383
sonuçlanmıştı.769 Hükümetin güvenoyu almasından bir gün sonra bu gensoruya ret
oyu verenler Halk Fırkası’ndan istifa etmeye başlamış ve Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası’nın kurulmasına giden yol açılmıştı. Mustafa Kemal Paşa tarafından bu
gensoru görüşmesi bir gensorunun çok ötesinde, komplonun bir parçası olarak
görülmüştü.770
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde Erzincan mebusu Sabit
Bey’in evinde hazırlanan bir beyanname ile kurulacaktı. Fırka’nın başkanlığına
Kâzım Karabekir Paşa, Umumi Kâtipliği’ne (genel sekreterlik) Ali Fuat Paşa
getirilecek, Rauf ve Adnan (Adıvar) Beyler ikinci başkanlıkları üstlenecekti.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile o zamana değin Halk Fırkası
içinde kalan muhalefet ilk kez resmi bir nitelik kazanacaktı. Öte yandan Genel
Sekreter Ali Fuat Paşa Fırka’nın hedefinin iktidara gelmek değil, bir muhalefet
partisi olarak iktidarı tamamlamak olduğunu söyleyecek771 ve siyasi partilerin
hedefleri bağlamında ilginç bir cümle kuracaktı.
Başvekil İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasının ardından
daha güçlü bir hükümet olma düşüncesiyle ülkeyi bir sıkıyönetim içerisinde
yönetmek isteyecek, ancak bu isteği Halk Fırkası Grubu tarafından kabul
edilmeyecekti. Bunun üzerine sağlık durumunu gerekçe gösteren İsmet Paşa, 21
Kasım’da istifa edecek, yeni hükümet Fethi Bey tarafından kurulacaktı. Halk Fırkası
üyelerinin yeni fırkanın çekiciliğine kapılmaması için bir önlem olarak düşünülen
yeni kabine İsmet Paşa kabinesine göre daha ılımlı bir kabine olarak göze
çarpacaktı.772
769
TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.10, 8 Kasım 1924; Nutuk, s.589.
Nutuk, s.591.
771
Cebesoy, Siyasi…, s.509.
772
Tunçay, Türkiye…, s.111.
770
384
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın yeni fırkanın kurulmasına tepkisi nasıl
olmuştu? Times’ın İstanbul muhabirine verdiği özel demeçten anlaşıldığına göre
Mustafa Kemal Paşa, milli hakimiyete dayanan ve özellikle Cumhuriyet idaresine
sahip ülkelerde siyasi fırkaların varlığının doğal olduğunu ifade etmiş, Halk Fırkası
ile yeni fırka arasında münakaşa mevzu olabilecek esaslı bir fark göremediğini,
ancak teferruata ait meseleler olduğunu söylemişti.773 Bununla beraber Mustafa
Kemal Paşa, Cumhuriyet kelimesini ağızlarına almak istemeyenlerin bu fırkaya
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adını vermesindeki samimiyeti de sorgulamış,
Fırka’nın muhafazakâr iddiasıyla kurulmasına itiraz edilemeyeceğini ancak
kendilerinden daha Cumhuriyetçi ve terakkiperver oldukları iddiasını kabul edilebilir
bulmadığını ifade etmişti. Kendisine göre, ‘Fırka itikadat-ı diniyeye hürmetkârdır’
ifadesi altında hilafet yeniden istenmekte, yeni kanunlara karşı çıkılmakta, mecelle
kâfi görülmekte, medreseler ve şeyhler korunmakta, ‘hilafeti kaldıran Mustafa
Kemal’in fırkasıdır, sizi gâvur yapacak ve şapka giydirecek’ sözleri ile destek talep
edilmekteydi. Öte yandan bütün bu yönleriyle eski kurumların yıkıldığını gören
muhalif pek çok kesimin birleşme merkezi olan ve doğudaki teşkilat ve tahrikleri ile
Şeyh Said İsyanı’na zemin hazırlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
yöneticilerinin bu gerçeklerin farkında olmadıkları da söylenemezdi. Öyle olsa dahi
Fethi Bey’in kendilerini uyarması karşısında, durumun vahametinin farkına varır ve
tüm dinlere karşı hürmetkâr olduklarını söyleyerek özgürlüklerin genişliği
noktasından meseleyi ele almazlardı.774
Şeyh Said İsyanı sonrasında Fethi Bey kabinesinin aldığı tedbirler yeterli
görülmeyecek ve yaşanan hükümet değişikliği sonucunda ilk icraatı üç maddeden
773
774
Atatürk’ün Söylev…, c.III, s.109-110; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.209.
Nutuk, s.591-593.
385
oluşan ve iki yıl geçerli kalacağı belirtilen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarmak olan
İsmet
Paşa
Hükümeti
kurulacaktı.
Terakkiperver
Cumhuriyet
Fırkası
da
programındaki “İtikadat-ı diniyeye hürmetkârdır.” maddesi nedeniyle Şeyh Said
İsyanı’nı tahrik ettiği gerekçesiyle 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılacak ve yol
arkadaşları bundan sonra Meclis çatısı altında bağımsız birer mebus olarak görev
yapmaya devam edecekti.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından bir yıl kadar sonra 15
Haziran 1926 tarihinde İzmir’e gidecek olan Mustafa Kemal Paşa’ya bir suikast
girişiminde bulunulacağı ortaya çıkarılacak, soruşturmanın genişlemesi ile birlikte
işin boyutları bu suikast girişiminin Ankara’dan tertiplendiğine kadar gidecekti.
Mustafa Kemal Paşa, bu suikast girişimini şahsından ziyade Cumhuriyet’e ve
Cumhuriyet’in esaslarına yapılmış sayacak, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak
olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır …” sözünü bu olay üzerine
söyleyecekti. İstiklâl Mahkemesi tarafından şüpheli görülerek haklarında tutuklama
kararı verilenler arasında rahatsızlığı nedeniyle 1926 yılı Haziran ayı sonlarında
Meclis’ten izin alarak yurt dışına gittiğini ve tedavisini bitirdikten sonra Londra’ya
geçtiğini söyleyen, ne var ki haberdar olduğu suikast girişimi nedeniyle kendisini
kurtarmak için yurt dışına gitmekle suçlanan Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları
Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar da olacaktı. Rauf Bey, mahkemenin
ülkeye dönmesi için yaptığı çağrıları dikkate almayacak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na hitaben yazdığı mektuplarda mebusların dokunulmazlığı
kaldırılmadan tutuklanmalarını bir hükümet darbesi olarak gördüğünü söyleyecek ve
Meclis Başkanı’nın, mahkemenin Cumhuriyet’e ve anayasaya aykırı olan bu
tutumuna engel olması gerektiğinin altını çizecekti. İzmir suikastı girişimi
386
davasındaki yargılamalar ise 27 Haziran’da İzmir’de Elhamra Sineması’nın
bulunduğu binada başlayacaktı. Sanıklar, suikastı gerçekleştirecek olanlar, bunları
teşvik eden baş tertipçiler, herhangi bir iştirakleri olmamakla beraber Ankara ve
Mustafa Kemal Paşa’ya cephe almış ve şüpheli davranışları sezinlenmiş olan eski
İttihatçılar ile yol arkadaşlarının başını çektiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
ileri gelenleri olarak sınıflandırılabilir ise de, kamuoyunda en çok kaygı uyandıran
yargılamalar suikast planından haberdar olmalarına rağmen bunu yetkililere
bildirmemekle suçlanan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası liderlerinin yargılamaları
olacaktı. Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar, tutuklandıkları zamandan
İzmir’e getirilmelerine kadar bir takım kaba muamelelere maruz kalacaklar, bununla
beraber mahkemeye getirilirken halkın sevgi gösterileri ve subayların selam
durdukları sahneler yaşanacaktı. 13 Temmuz’da tamamlanan yargılamalar, aralarında
eski İttihatçıların da bulunduğu 18 kişinin idama mahkûm edilmesi yanında suikast
girişiminden haberdar olduğu halde bunu haber vermemekle suçlanan ve yurt dışında
olması münasebetiyle gıyabında on yıl sürgün cezasına çarptırılan Rauf Bey
dışındaki yol arkadaşları için beraatla sonuçlanacaktı. Beraatlarına karar verilmiş
olan yol arkadaşları, her ne kadar mebuslukları devam ediyor olsa da Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne pek devam etmeyecek, 1927 yılının Eylül ayında yapılan seçimlere
katılmayacaklardı. Refet Paşa 1926 yılı sonlarında mebusluktan istifa edip kendi
isteği ile emekliye ayrılırken, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar 1927 yılı ocak ayı
başlarında kendilerinin izni alınmaksızın askerlikten ilişikleri kesilmek suretiyle
emekliye sevk edilecekti.
387
SONUÇ
Mustafa Kemal, Ali Fuat, Kâzım Karabekir ve Refet Paşalar ile Rauf Bey, Milli
Mücadele sırasında Amasya Kararları’nın altına imza atmak suretiyle hem işgal
güçlerine hem de İstanbul Hükümeti’ne isyan bayrağı açan yol arkadaşları idi. O
günlerde zaten İstanbul’da bulunan Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları Birinci Dünya
Savaşı’nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin
imzalanmasından hemen sonraki Kasım ve Aralık aylarında İstanbul’a gelmişlerdi.
Milli Mücadele’nin liderliğini üstlenecek olan Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918
tarihinde
geldiği
İstanbul’da
ülkenin
içinde
bulunduğu
çıkmazdan
nasıl
kurtarılacağına dair çareler ararken, aynı dertten muzdarip olan arkadaşları ile yolunu
birleştirmiş, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığının temelleri de mütareke
İstanbulu’nda atılmıştı. Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırı iken altına
imza attığı mütarekenin müzakereleri sırasında kendisine verilen sözlerin tutulacağı
zannına kapılan, ancak mütarekenin ardından yaşanan işgaller nedeniyle büyük bir
hayal kırıklığı yaşayan Rauf Bey, kendisini bu hayal kırıklıklarını ortadan kaldıracak
çözüm arayışlarına vermiş, İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınındaki
isimlerden biri olmuştu. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in Ali Fethi ve İsmail
Canbulat Beylerle birlikte çözüm arayışlarının merkezi olan Mustafa Kemal Paşa’nın
Şişli’deki evinde yapılan toplantılara o sıralarda kolordusunu Konya’dan Ankara’ya
getirme çabası içinde olan Ali Fuat Paşa ile Jandarma Genel Komutanı Refet Bey de
katılmıştı. İlk olarak Tevfik Paşa kabinesini düşürmek suretiyle kendisinin harbiye
nazırı olacağı bir kabinenin kurulması için gayret gösteren Mustafa Kemal Paşa, bu
amaçla Padişah Vahdettin ile de birkaç kez görüşmüş, ancak arkadaşlarıyla birlikte
gösterdiği çabalar bir sonuca ulaşmamıştı. Bunun üzerine liderliğini üstleneceği Milli
388
Mücadele’yi başlatmak üzere Anadolu’ya geçmenin yollarını aramaya başlayan
Mustafa Kemal Paşa, gerek Harbiye yıllarından arkadaşı olan 20. Kolordu Komutanı
Ali Fuat Paşa, gerekse o günlerde tayinini Tekirdağ’dan Erzurum’a aldırmayı
başaran Kâzım Karabekir Paşa tarafından Anadolu’ya davet edilmişti. 15. Kolordu
Komutanlığı’nı üstlenmek üzere gideceği Erzurum’a hareketinden önceki günlerde
Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyarete etmek suretiyle Anadolu’ya davet
eden Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a varmasından bir ay
önce Trabzon’a, oradan da Erzurum’a ulaşmış, Ali Fuat Paşa ise kolordusunu Konya
Ereğlisi’nden Ankara’ya nakletmeyi başarmıştı. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın iki
yol arkadaşı başında bulundukları kolordularla Milli Mücadele’nin lideri için iki
önemli dayanak noktası olmuştu. Samsun’a çıktıktan sonra Kâzım Karabekir ve Ali
Fuat Paşalarla temas kurmak suretiyle Anadolu’da başlayan direniş hareketlerini bir
çatı atında toplamaya yönelik çalışmalar yürüten Mustafa Kemal Paşa, ordu
komutanları ile bağlantılar kurmak yanında İzmir’in işgalinin protesto edilmesi gibi
bir takım girişimlerde de bulunmaya başlamıştı. Bu girişimlerden rahatsızlık duyan
İngilizler, kendisinin geri çağrılması için hükümete baskı yapmaya başlarken
Mustafa Kemal Paşa bir yandan Milli Hareket’in bir an önce bireysel bir hareket
olmaktan çıkarılması için uğraş vermiş, diğer yandan da oyalama taktikleriyle
vazifesini mümkün olduğunca uzatmaya çalışmıştı.
22 Haziran 1919 tarihi Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği bir tarih olması
yanında tezin kapsamında ele alınan Amasya Askeri Örgütü’nün kurulduğu ve
temelleri İstanbul’da atılan yol arkadaşlığının resmen başladığını kabul ettiğimiz
tarih idi. Askerlik mesleğinden istifa ederek Batı Anadolu üzerinden Ankara’ya
gelen, burada Ali Fuat Paşa ile buluştuktan sonra Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’ya
389
mülaki olan Rauf Bey, örgütün o sırada asker olmayan tek üyesiydi. Refet Bey,
toplantının sonlarına doğru Amasya’ya gelirken, Kâzım Karabekir Paşa alınan
kararlara telgrafla destek verdi. İstanbul Hükümeti’nin askeri örgüt ve komutanları
değiştirmesine izin verilmeyeceği ve bir işgal durumunda İstanbul ile temas
kurulmadan
savunma
yapılacağının
belirtilmesi
yanında
silahların
teslim
edilmeyeceği ve askeri örgütlerin kaldırılmayacağı gibi Mondros Mütarekesi’ne
aykırı kararlar hem hükümete hem de itilaf güçlerine isyan edildiği anlamına
gelmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevi kendisi Erzurum’da iken son bulurken
15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa yol arkadaşlığına yakışır bir şekilde,
Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılığını bildirmiş ve kendisini bir lider olarak kabul
ettiğini göstermişti. Öte yandan 23 Temmuz 1919 tarihinde başlayan Erzurum
Kongresi’nde ulusal nitelikte kararlar alınmış ve bir Temsil Heyeti oluşturulmuştu.
Elaziz Valisi Ali Galip’in tehdidine rağmen Sivas’ta yapılan kongrede Erzurum
Kongresi’nde alınan kararlar ülke çapına yayılacak şekilde genişletilmiş, İstanbul
Hükümeti ile her türlü iletişim kesilmesinden sonra İstanbul’da bir hükümet
değişikliği yaşanmış ve yeni kabinenin Temsil Heyeti ile arasındaki buzların
eritildiği kısa süreli bir bahar havası yaşanmıştı. Misak-ı Milli’nin kabulünü
gerçekleştiren Meclis-i Mebusan çalışmalarına devam ederken İstanbul’un işgalinin
şiddetlendirilmesi kararının alınması ise 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açılacak
bir meclisin ve yeni bir devletin habercisi olmuştu.
Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkede bir iç savaş yaşanmakta,
İstanbul’un desteği ile Milli Hareket aleyhinde pek çok isyan dalgası yurdu
sarmaktaydı. Devam etmekte olan iç savaş sırasında Yunan saldırıları da başlamıştı.
390
Genel itibarıyla Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesini temin eden savaşlar, arka
planda kalmayı yeğleyen İngilizlerin desteğini almış olan Yunan güçleri ile
yapılmıştı. Büyük Millet Meclisi’nde özellikle İkinci Grubun sert muhalefetine
rağmen başkomutanlık yetkilerini kullanma hakkını elde eden ve Sakarya
Zaferi’nden sonraki uzun bir hazırlık sürecinin ardından yapılan taarruzu bizzat
yöneten Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunu zafere taşımış
ve Mudanya’da imzalanan mütareke ile de Türk İstiklâl Harbi kesin bir askeri zaferle
neticelenmişti.
Milli Mücadele’nin çeşitli zamanlarında Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları
arasında bir takım görüş farklılıkları yaşanmışsa da bunların hiçbiri yol arkadaşlarını
yol ayrımına getiren bir düzeyde olmamıştı. Ne var ki zaferin kazanılmasının
ardından ‘milli sır’ olarak sakladığı düşüncelerini hayata geçirmeye başlayan
Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılması örneğinde olduğu gibi hemen olmasa da
zaman içerisinde yol arkadaşları ile arasının açıldığı bir süreci yaşamıştı. Yol
ayrımının Milli Mücadele sırasında yaşanmamış olmasının nedeni, var olma yol olma
mücadelesinin verildiği bu sürecin birleştirici atmosferi içerisinde bir takım
olumsuzlukların arka plana itilmesiydi. Zira Milli Mücadele sırasında toplumun
bütün kesimleriyle birlikte yol arkadaşlarının da temel amacı işgal altındaki ülkeyi
kurtarmaktı. Milli Mücadele’nin sonlarına yaklaşırken gerçekleşen Keçiören
Görüşmesi sırasında o günlerde henüz Ankara’ya gelmemiş olan Kazım Karabekir
Paşa dışındaki yol arkadaşları bir anlamda eteklerindeki taşları dökmüş, Mustafa
Kemal Paşa’nın zaferden sonra alacağı pozisyona dair kaygılarını ortaya koymuş ve
yol ayrımının netleştiği bir süreci başlatmışlardı. Bu netleşme, Milli Mücadele’nin
zaferle neticelenmesinden sonra gerçekleştirilen devrimlerin, hangi safta olduklarını
391
açıkça ortaya koyan yol arkadaşları ile yapılmasını imkan dahilinde görmeyen
Mustafa Kemal Paşa açısından olmuştu. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın
‘milli sır’ çizgisini devam ettirmesi nedeniyle o günlerde bir yol ayrılığı
yaşanmamıştı. Bir zamanlama ve fırsatları değerlendirme dehası olan Mustafa Kemal
Paşa, Milli Mücadele’nin fiilen sona ermesinden hemen sonra gerçekleşen saltanatın
kaldırılması sürecinde yol arkadaşlarının desteğini almıştı. Milli Mücadele’nin
zaferle neticelenmesinin getirdiği prestijin de verdiği güçle yeni bir toplum düzeni
inşa etme noktasındaki gizli ajandasını uygulamaya koymaya başlayan Mustafa
Kemal Paşa, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları ile kesin bir yol ayrımına
Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte gelmişti. Bu noktada bir alternatif tarih
yaklaşımı sergilemek gerekirse Mustafa Kemal Paşa saltanatı kaldırmamış, Halk
Fırkası’nı kurmak suretiyle başına geçmemiş, yol arkadaşlarının beklentisine uygun
olarak partiler üstü bir konumda kalmayı tercih etmiş, Cumhuriyet’i ilan etmemiş, en
azından bu noktada kendilerinin fikrini almış olsaydı, kuvvetle muhtemel yol
arkadaşları ile bir yol ayrımına gelmezdi. Bizce bu durum yol ayrımının ne pahasına
gerçekleştiğini gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekicidir.
Lozan Konferansı’nda ülkeyi temsil eden İsmet Paşa ile yaşadığı anlaşmazlık
nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden ayrılmak durumunda kalan Rauf Bey,
Cumhuriyet’in ilanını aceleye getirilmiş bir karar olarak görmüş, Kâzım Karabekir
Paşa da aynı konuda ‘biz bunu konuşmamıştık’ demişti. Yeni dönemde Mustafa
Kemal Paşa’nın tarafsız kalmasını arzu eden ve Halk Fırkası’nın başında
bulunmasını doğru bulmadıklarını söyleyen yol arkadaşları İstanbul’da bir araya
gelerek toplantılar yapmışlardı. Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların ordu
komutanlıklarını bırakarak Meclis’e gelmeleri, Refet Bey’in Rauf Bey tarafından
392
ikna edilerek istifa etmekten vazgeçmesi yeni bir mücadeleye hazırlanıldığı izlenimi
vermişti. Mustafa Kemal Paşa bu durumu komplo olarak nitelemiş ve aldığı
önlemlerle komplonun önünü almaya çalışmıştı. Yol arkadaşlarının bir araya gelişi
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na giden süreci de başlatmış ve Mustafa Kemal
Paşa’nın eski yol arkadaşları bu yeni fırka çatısı altında muhalefetlerine resmi bir
nitelik kazandırmışlardı. Programındaki dini inançlara hürmetkâr olduğu yönündeki
bir madde nedeniyle muhaliflerin toplanma yeri olabileceği düşünülen bu yeni fırka
Şeyh Said İsyanı’nı tahrik ettiği gerekçesiyle İstiklâl Mahkemesi kararı ile
kapatılmıştı. 1926 yılı Haziran ayında Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de yapılması
planlanan
suikast
girişimi
gerekçesiyle
başlatılan
soruşturmanın
ucu
yol
arkadaşlarına da dokunmuş, o günlerde yurt dışında bulunan Rauf Bey dışındaki
isimler tutuklanmış, yargılamalar sonucunda beraat etmişler ve siyaseten tasfiye
oldukları bir süreci yaşamışlardı.
Milli Mücadele’nin ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin lideri Mustafa Kemal Paşa, eski yol
arkadaşları ile Milli Mücadele yıllarında hilafet ve saltanatı kurtarmak gayesiyle
omuz omuza vermiş, zaferden sonra da daha önce kurtarmaya çalıştığı kurumları
ortadan kaldırma çabasına girmişti. Her ne kadar saltanat ve hilafetin hüküm
sürdüğü, yüzyıllardan beri devam etmekte olan bir toplumun parçası da olsa Mustafa
Kemal Paşa’nın devrimci bir kişiliği vardı. Bu devrimci kişilik kendisini yol
arkadaşlarından ayıran en önemli farklılık idi. Yol arkadaşları da tıpkı Mustafa
Kemal Paşa gibi Osmanlı Devleti’nin en iyi eğitim kurumlarında öğrenim görmüş,
okul yıllarından itibaren imparatorluğun sorunları ile yakından ilgilenmiş ve İkinci
Meşrutiyet Devrimi’ni gerçekleştiren İttihat ve Terakki’nin içinde bulunmak
suretiyle istibdat olarak gördükleri yönetime karşı tavır almışlardı. Ne var ki
393
devrimcilik başka bir şeydi. Biz mütareke İstanbulu’ndan itibaren çözüm arayışları
için bir araya gelen ve Amasya’da askeri bir örgüt kurmak suretiyle elini taşın altın
koyan arkadaşların yolun sonuna gelmelerinin en önemli nedenini, zaruretten
doğmuş olan ve bütünsel kalkınmayı amaçlayan bir aydınlanma hareketi olarak da
adlandırılan devrimlerin hayata geçirilmeye başlanmasıyla açıklamaktayız. Esasında
Mustafa Kemal Paşa da yol arkadaşları ile arasının açılmasına neden olarak
gerçekleştirilen devrimleri göstermekte ve bu noktada Nutuk’ta şu ifadeleri
kullanmaktadır: “Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü
cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelebilen tekamülatına, kendi fikriyat ve ruhiyatının
ihatası hududu bittikçe bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdi.”
775
Mustafa Kemal Paşa yalnız Milli Mücadele’nin değil, siyasi, ekonomik ve sosyal
olarak güçlü, yeni bir toplum inşa edilmesi sürecinin de lokomotifi idi. Türkleri
Anadolu’dan çıkarmayı Milli Mücadele sırasında başaramayan Batılıların bu
amaçlarından vazgeçmedikleri bir zamanda Mustafa Kemal Paşa Türk insanının en
az batılılar kadar eğitimli, batılılar kadar kültürlü, onlar kadar sanayileşmiş ve
üretken olması gerektiğini, Türklerin Trakya ve Anadolu’dan atılmasının önüne
bunun gerçekleştirilmesi halinde geçilebileceğine dair bir düşünce içindeydi. Akşin’e
göre bu anlamda devrim, Türk halkını kul olmaktan çıkarıp yurttaşlığa götüren bir
süreç olması yanında, Türklerin Anadolu ve Trakya’da yaşayabilmesinin temel şartı
idi.776 Kuşkusuz bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın devrimci düşüncelerinin henüz
Harp Okulu yıllarından başlayan bir süreç içerisinde oluştuğunun altını da çizmek
gerekmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın düşünsel olarak etkilendiği olayların
başında feodal bir monarşi düzeninin ulus devlete dönüşmesiyle sonuçlanan Fransız
775
Nutuk, s.11.
Sina Akşin, “Atatürk Dönemi ve Devrimi Üzerine Bazı Notlar”, Yakın Tarihimizi Sorgulamak,
s.160.
776
394
Devrimi gelmektedir. Mustafa Kemal Paşa, Fransız Devrimi öncesindeki
Montesquieu ve Descartes gibi düşünürler ile devrimin büyük düşünürü Rousseau’yu
da okumuş777 ve bu devrimin en önemli sonucu olan ulus devlet anlayışını
benimsemişti. Nutuk’ta Samsun’a çıkmaktaki amacını ‘hakimiyet-i milliyeye
müstenit bir devlet kurmak’ olarak açıklayan ve Milli Mücadele boyunca milli irade
kavramını dilinden düşürmeyen Mustafa Kemal Paşa, vatanın kurtuluşunun ancak
milletin azim ve kararı ile mümkün olabileceğinin altını çizmiş, Milli Mücadele’nin
en zorlu günlerinde dahi seçimlerin yapılması ve Meclis’in açılması için büyük
gayret sarf etmişti. Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası taraftarlarının etkili
olmaya çalıştığı, sık sık söz alarak bu yönde tahşidatlar yaptığı, ülke adına endişe
duyanların ümitlerinin dibe vurduğu bir zamanda dahi mandaya bakışı farklıydı.
Onun için başka bir devletin hamiliğini istemek doğru değildi. Ancak Sovyet Rusya
gibi yabancı bir devletin yardımı kabul edilebilirdi. Aksi halde o devletin eline
düşülmüş olur ve tam bağımsızlıktan hiçbir şekilde söz edilemezdi. Milli Mücadele
sırasında ya istiklâl ya ölüm anlayışı ile hareket eden Mustafa Kemal Paşa’nın
idealinde hep milli hakimiyete dayalı tam bağımsız bir ulus devlet kurmak vardı. İşte
tam da bu nedenle devlet kurtarıldıktan, bağımsızlık temin edildikten sonra bir
kenara çekilip gelişmelere seyirci kalacak değildi. Yapılması gereken çok iş vardı,
sıra milleti çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracak devrimlerin hayata
geçirilmesine gelmişti. Batılılar kadar eğitimli, batılılar kadar kültürlü, batılılar kadar
modern bir toplumun inşa edilmesi Milli Mücadele sırasında kendisine yol
arkadaşlığı yapanlar ile başarılamazdı. Zira yeni dönemde ideallerine koşarken
kendisine engel olacak değil, destek verecek kimselere ihtiyaç vardı.
777
Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay.,
Ankara, 1999, s.13-14.
395
Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa liderliğinde vatanın kurtarılması ve
bağımsızlığın temin edilmesine odaklandığı Milli Mücadele günlerinde dahi Mustafa
Kemal Paşa bağımsızlıktan sonra atacağı adımların hesabını yapmaktaydı. Bununla
beraber Rauf Bey ile Kazım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar Mustafa Kemal
Paşa’nın Cumhuriyet ve devrimler konusundaki fikirlerini az çok tahmin etmekte
iseler de Mustafa Kemal Paşa’nın çok daha ileri gidebileceği kanaatinde değillerdi.
Oysa bir devrimin gerçekleştirilmesi tahminleri aşan, beklentileri yerle bir eden bir
süreçti. Gerçekten ortada bir devrim olmasaydı, yol ayrımının Mustafa Kemal
Paşa’nın diktatör olmasının önünü açmaya ve hatta arkadaşlarını tasfiyeye yönelik
bir çaba olduğu söylenebilirdi. Ne var ki yeni bir toplum inşa etme sürecinde ayak
direyenlerin, ‘bize sorulmadı’ şeklinde alınganlık gösterenlerin dikkate alınması söz
konusu olamazdı. Mustafa Kemal Paşa bir devrim gerçekleştirmekteydi. Devrim
sürecinde yol arkadaşları ile olduğu gibi bir takım kopuş ve yol ayrılıklarının
yaşanması kaçınılmazdı. Eğer devrim köklü bir değişim ve dönüşüm hareketi ise bu
değişim ve dönüşümden memnun olmayanların bulunması doğal karşılanmalıydı.
Bununla beraber toplumsal yapıda gerçekleştirilen değişimlerin çok partili
demokratik bir yolla yapılması da mümkün değildi. Bu nedenle hazin bir kopuşu
simgeleyen yol ayrılığı, yakın arkadaşların farklı kulvarlara savrulması çerçevesinde
değil, yeni bir toplum düzeninin inşası sürecindeki düşünsel farklılık çerçevesinde
değerlendirilmelidir.
Mustafa Kemal Paşa dışındaki yol arkadaşları tıpkı ittihatçılar gibi sistemin kökten
değişimiyle ilgilenmemiş, saltanat ve hilafetin durumunu ele almak suretiyle
yapılacak bir değişiklikten yana olmamıştı. Kendilerine göre mevcut olan
eksiklerinin düzeltilmesi yola devam etmek için yeterliydi. 1908 Devrimi’ni
396
gerçekleştiren ittihatçılar Padişah’ın yönetsel yetkilerini azaltmayı başarmışlarsa da,
hiçbir zaman saltanat ve hilafeti nihayete erdirmeyi düşünmemişlerdi. Kâzım
Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in ittihatçılığı da bu düzeydeydi.
İşte tam da bu nedenle Rauf Bey, yol ayrımını netleştiren Keçiören Görüşmesi
sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya babasının halifenin ekmeğini yediğini söyledikten
sonra bu noktada bir nankörlük yapamayacağını ifade etmişti. Kâzım Karabekir Paşa
da Büyük Millet Meclisi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun
kurulmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafta en hayati endişeyi
hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe
geçileceğinde gördüğünü ifade etmişti. Milli Mücadele’nin fiilen sona ermesinin
hemen ardından Ankara’ya gelmek için Mustafa Kemal Paşa’dan izin isteyen Kâzım
Karabekir Paşa gelişinin asıl amacını, hükümet şekli hakkındaki kararını öğrenmek
istediği Mustafa Kemal Paşa’yı, zaferin ardından bir cazibe merkezi haline gelecek
olması nedeniyle etrafına üşüşecek kimselerin zararlı kaprislerinden uzaklaştırmak
olarak açıklamıştı. Bununla beraber hükümet şeklinin ne olacağına dair verilecek
kararlarda kendisinin de bulunmasını kendisi için bir vazife addetmişti.778 Mustafa
Kemal Paşa ise ne Rauf Bey gibi bir minnet içinde olmuş, ne de Kâzım Karabekir
Paşa gibi hilafet ve saltanattan vazgeçilmesini hayati bir endişe olarak görmüştü.
Bilakis sonunun geldiğini henüz Harbiye sıralarında iken gördüğü devletin yerine
cumhuriyetle idare edilen, çağdaş uygarlığı hedefleyen, bu arada saltanat ve hilafete
yer vermeyen yeni bir devlet kurma hedefine doğru koşmuştu. Bu yönüyle Mustafa
Kemal Paşa yalnız yol arkadaşlarından değil, Osmanlı kültürü ile yetişmiş öteki
kimselerden de ayrı bir yerde durmaktaydı.
778
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1289.
397
Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları değişime taraftar
olmakla birlikte değişimin bir ihtilal biçiminde olmasına taraftar değildiler. Vaktiyle
Abdülhamid istibdadına karşı ittihatçılar içerisinde yer almak suretiyle saflarını belli
eden yol arkadaşları ilerleyen süreçte ittihatçıların nasıl bir despotizme kaydığına da
şahit olmuşlardı. Bu anlamda yol arkadaşlarının ilerlemeye taraftar olan, ancak
bunun tedrici bir ilerleme olması gerektiğini düşünen bir pozisyonda kaldıklarını
söyleyebiliriz. Tam da bu nedenle yukarıda ele aldığımız başkomutanlık kanunu
görüşmeleri sırasında, bütün yetkileri elinde toplayan Mustafa Kemal Paşa’nın
ittihatçılar örneğinde olduğu gibi bir tek adam yönetimine doğru gittiği endişesini
İkinci Grup üyeleri yanında yol arkadaşları da yaşamışlardı.
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından başlayan yeni dönemde
dışlandıkları düşüncesinde olan yol arkadaşları, Milli Mücadele’ye verdikleri büyük
katkının küçük gösterildiği ve adeta her şeyi Mustafa Kemal Paşa tek başına yapmış
gibi bir hava estirildiği kanaatine kapılmışlardı. Cumhuriyet’in ilan edilmesinin
ardından yol arkadaşları ile Mustafa Kemal Paşa’nın arası kapanmaz bir şekilde
açılmış, kendi aralarında defalarca bir araya gelmek suretiyle ne yapmaları gerektiği
konusunda değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Merkezinde düşünsel farklılıkların
olduğu bir yol ayrımı sonrasında kendilerini Meclis çatısı altında yeni bir hamle
yapmaya odaklayan yol arkadaşları böylece bir muhalefet fırkası kurmaya giden
süreci de başlatmışlardı.
Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki bir başka fark da yetiştikleri aile,
çevre ve sosyal ortamlar idi. Mustafa Kemal, bilindiği gibi Makedonya bölgesi içinde
yer alan Selanik’te dünyaya gelen ve maddi imkânsızlıklar içinde yaşayan bir ailenin
küçük yaşlarda babasını kaybeden tek erkek çocuğu idi. Selanik Vakıflar İdaresi’nde
398
kâtiplik ve gümrük memurluğundan sonra kereste tüccarlığı ile meşgul olan babası
Ali Rıza Efendi, kereste tüccarlığında başarılı olamayınca tuz ticareti yapmak
istemiş, tuzları elden çıkaramayınca ticari ümitleri ile birlikte kendine olan güvenini
de kaybetmiş, yeniden memurluğa dönme girişimleri sonuç vermeyince kendisini
içkiye vermiş ve yakalandığı bağırsak veremi hastalığı ile üç yıl mücadele ettikten
sonra muhtemelen kırk yedi yaşında hayatını kaybetmişti.779 Babasının vefatının
ardından ailenin ekonomik durumu daha da bozulunca Zübeyde Hanım iki çocuğunu
yanına alarak Selanikli bir eşrafın çiftliğinde kâhya olarak çalışan kardeşi Hüseyin
Ağa’nın yanına gitmiş, Mustafa Askeri Rüştiye’de okurken de Ragıp Bey adında
birisi ile evlenmişti. Annesinin evlenmesine karşı tepki olarak uzak bir akrabasının
yanında kalmaya başlayan Mustafa Kemal, kabul sınavlarına girdiği Manastır Askeri
İdadisi’ni kazanmış ve parasız yatılı olarak eğitimine bu okulda devam etmişti.
Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na gitmeden önceki dönemlerde yaşadıkları ile yol
arkadaşlarının yaşadıkları arasında önemli bir farklılık söz konusu idi. 1882 yılında
İstanbul’un Küçük Mustafa Paşa semtinde dünyaya gelen Kâzım’ın (Karabekir)
geçmişi Karaman ili Kâzımkarabekir ilçesine yerleşmiş bir Selçuklu Türk ailesine
dayanmaktaydı. Babası, Kırım savaşına gönüllü olarak katılarak büyük yararlılıklar
gösteren ve kahramanlıklarından ötürü İngilizler tarafından ödüllendirilen Mehmet
Emin Paşa idi. Kırım Savaşı sonrasında orduda kalarak paşalığa kadar yükselen
Mehmet Emin Paşa, Kâzım henüz on bir yaşında iken, bir kolera salgını nedeniyle
hayatını kaybettiğinde Mekke Vali Vekilliği yapmaktaydı.780 1881 yılında
İstanbul’da dünyaya gelen, öteki yol arkadaşlarından farklı olarak denizci bir aileye
mensup olan Hüseyin Rauf’un geçmişi Kafkasya’da Anapa eyaletine bağlı
779
780
Aydemir, Tek…, c.I, s.30,41.
Karabekir, İttihat…, s.9.
399
Zahumkale’nin Zafriye kasabasına dayanmaktaydı. Dedesi Kırım Savaşı’ndan sonra
İstanbul’a yerleşen Hüseyin Rauf’un babası Meşrutiyet’in ilanından vefatına kadar
iki dönem Ayan Meclisi üyeliği de yapmış olan Koramiral Mehmet Muzaffer Paşa
idi.781 1882 yılında İstanbul Üsküdar Salacak’ta doğan ve yine asker bir aileye
mensup olan Ali Fuat’ın babası ise Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinde Nafıa
(Bayındırlık) vekilliği de yapmış olan Ferik İsmail Fazıl Paşa, dedesi 93 Harbi
olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Tuna Orduları Umum
Komutanlığı yaparken şehit düşen Müşir Mehmet Ali Paşa idi.782 Anne ve babasının
isimlerini bilmekle beraber Refet’in babasının mesleğinin ne olduğuna ve nasıl bir
aile içinde yetiştiğine dair kesin bir bilgimiz yoktur. Nerede doğduğu konusunda
farklılıklar göze çarpsa da bizzat kendisi tarafından doldurulan ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne verilen kısa hal tercemesinde 1881 yılında İstanbul’da doğduğu
yazılıdır. Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşalar ile Rauf Bey
imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da doğmuşlar ve genel itibarıyla Mustafa
Kemal Paşa ile kıyaslanamayacak ölçüde maddi rahatlık ve iyi bir sosyal çevre
içinde yetişmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa Türk toplumunun değişim ve dönüşümünü gerçekleştirmeyi
hedefleyen düşüncelerini en baştan açıkça ortaya koymamış, ‘milli sır’ çizgisinden
sapmayarak tedbirli davranmış, nihai fikirlerini en yakın arkadaşlarından dahi
gizlemişti. Öyle ki Milli Mücadele hilafet ve saltanatı kurtarmak amacıyla
gerçekleştirilmiş, saltanatın kaldırılacağı zamana kadar Padişah’a sadık olduğu
izlenimi vermiş, saltanat kaldırılırken halifeliğin devam etmesi gerektiğini savunmuş,
Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi konularda da erken hareket etmek
781
782
Kutay, Osmanlıdan…, s.37-45.
Cebesoy, Sınıf…, s.19.
400
suretiyle gelmesi muhtemel tepkilerin önünü kesmişti.783 Gerçi daha Erzurum’da
iken zaferden sonrasına dair Mazhar Müfit Bey’e ‘milli sır ifşası’ olarak gördüğümüz
hedeflerinden bahsetmişti ama bu durum yalnız iki kişi arasında cereyan eden ve
Mustafa Kemal Paşa’nın gizli tutulmasını istediği bir not aldırma işinden ibaretti.
Buna göre henüz Milli Mücadele’nin Erzurum günlerinin yaşandığı bir dönemde
Mustafa Kemal Paşa, bir gece yarısı Mazhar Müfit Bey’e hükümet şeklinin
cumhuriyet olacağını, padişah ve hanedan hakkında vakti geldiğinde gereken işlemin
yapılacağını, tesettür ve fesin kaldırılarak medeni milletler gibi şapka giyileceğini,
bir de Latin alfabesinin kabul edileceğini söylemişti.784
Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele boyunca hem Mustafa Kemal Paşa’ya destek
vermiş, hem de bazı durumlarda Mustafa Kemal Paşa’yı uyarmak gibi pozisyonda
kalmıştı. Bu durumdan büyük rahatsızlık duyduğunu tahmin ettiğimiz Mustafa
Kemal
Paşa,
izlediği
yöntem
ile
Kazım
Karabekir
Paşa’nın
itirazlarını
yumuşatmasını bilmişti. Doğu Harekâtı ile Ermenilerin etkisiz hale getirildiği 1920
yılından sonra asıl tehlike batıda olmasına rağmen Kazım Karabekir Paşa
Erzurum’da kalmış, bölgesinden ayrılıp Batıya gelmek istememişti.785 Bununla
beraber Milli Mücadele sırasında hemen her konuda fikri alınan Kâzım Karabekir
Paşa, Milli Mücadele sonrası dönemde giderek fikri daha az alınan bir pozisyonda
kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa, öteki yol arkadaşlarının fikrini sormadığı
Cumhuriyet’in ilanı sürecinde, Cumhuriyet konusundaki düşüncelerini bilmekte
olduğu Kâzım Karabekir Paşa’ya da bir şey söylememişti. Kâzım Karabekir’in
783
Örneğin, Mustafa Kemal Paşa 1921 yılı Haziran ayında Diyarbakır’dan kendisine bayram tebriki
gönderen Şeyh Sunusi’ye ‘Bugünkü savaşımız İslam’ın kurtuluşu içindir’ ifadelerini kullanmıştı. Bkz.
Atatürk’ün Tamim…, s.384.
784
Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.131-132.
785
Zeki Çevik, Milli Mücadele’de “Müdafaa-i Hukuk’tan Halk Fırkası’na” Geçiş (1918-1923),
Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2002, s.187.
401
Siyasal Hayatı adlı doktora çalışmasında Ali Çiftçi bu noktada şunları söylemektedir:
“Karabekir gururuna düşkün ve kişiliğine önem veren birisidir. Övülmek, takdir edilmek onun hoşuna
giden bir davranıştır. Anadolu’da mücadeleye ilk atılanlardan birisi olması ve askeri yetenekleri
kendisine büyük ün kazandırmıştır. Dolayısıyla çevresi Mustafa Kemal ile olan ilişkilerinde de
kendisini bu nitelikleriyle sürekli etkilemek istemektedir. Enver Paşa’nın Meşrutiyet İnkılabından bir
süre sonra kişisel otoritesini kurması, özgürlüklerin kısıtlanması ve Birinci Büyük Savaş’ta Enver
Paşa’nın denetimden uzak atıldığı maceralar Karabekir’in anladığı ve benimsediği hürriyet ve yönetim
anlayışına uygun değildir. Karabekir’in çevresi de Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni bir Enver Paşa
örneği ortaya çıkıp çıkmamasında kendisinin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü gereği anahtar konumda
olduğunu ona sürekli telkin etmektedirler… Karabekir istişareye dayalı yönetimi savunmakta ve bu
bağlamda kendisini de Mustafa Kemal’in en başta danışacağı kimselerden biri olarak gördüğünü
786
hissettirmektedir.”
Bu yaklaşımlar Kâzım Karabekir Paşa’nın zihnindeki Mustafa
Kemal Paşa’nın diktatörlüğe gideceği düşüncesinin temelinde yatan nedenleri, Milli
Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’yı denetleyici bir role bürünmesini ve hatta
zaferden sonraki süreçte hissettiği dışlanmışlık duygusunu açıklaması bakımından
dikkat çekicidir. İttihat ve Terakki’nin içinden gelen bir kimse olarak Enver Paşa
örneğini yakından görmüş olan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele’nin zaferle
neticelenmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir Enver Paşa olmasından
endişe etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, 1922 yılı Ekim ayında Mustafa Kemal Paşa ile
gittiği Bursa’da Fevzi Paşa’nın kendisine, İsmet Paşa ile birlikte Mustafa Kemal
Paşa’yı diktatör yapma kararında olduklarını söylediğinden de bahsetmektedir.787
Bununla beraber bu iddia İsmet ve Fevzi Paşalar tarafından doğrulanmamış, Kâzım
Karabekir Paşa’nın anılarında bir iki cümlelik bir dipnot ile sınırlı kalmıştır.
Rauf Bey’in endişesi de Mustafa Kemal Paşa’nın bir diktatörlüğe doğru gittiğini
düşünmesinden ileri gelmekteydi. Cumhuriyet’in ilan edilmesini aceleye getirilen bir
786
787
Çiftçi, Kâzım…, s.153.
Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.1290.
402
karar olarak gören Rauf Bey’e göre Cumhuriyet nasıl böyle acele bir şekilde ilan
edildiyse bir başka gün de halifelik kaldırılacak ve diktatörlüğe giden yol açılacaktı.
Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile yaşadıkları yol ayrımının nedenlerinden
biri de kendilerini dışlanmış hissettikleri yeni bir döneme girilmesiydi. Milli
Mücadele sırasında fikirleri dikkate alınan yol arkadaşları Cumhuriyet’in ilan
edilmesi konusunda olduğu gibi kendilerinin dışarıda bırakıldığı bir karar sürecinin
başladığı kanaatine kapılmışlar ve bir dışlanmışlık hali yaşamışlardı. Kendilerine
göre olması gereken içinde kendilerinin de bulunacağı katılımcı bir yönetim
anlayışının temin edilmesiydi. Bu anlamda yol arkadaşları için en ideal idare şekli
Cumhuriyet’ten ziyade hilafetin Osmanlı hanedanında bulunduğu meşruti bir
monarşi idi. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf
Bey’in endişelerini haklı çıkarabilecek kişisel özellikleri de yok değildi. Nutuk
incelendiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gitme kararı almasından Milli
Mücadele’nin
sürdürülmesine,
zaferin
kazanılmasından
devrimlerin
gerçekleştirilmesine kadar yapılanların Mustafa Kemal Paşa’nın inisiyatifi ile
yapıldığını gösteren bir anlatım göze çarpmaktadır. Kuşkusuz Mustafa Kemal
Paşa’nın Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra muzaffer bir komutan
olarak geldiği Meclis’te yaptığı konuşma örneğinde olduğu gibi, kazanılan başarının
Meclis’e ait olduğunu söylediği istisnai konuşmaları da vardı. Mustafa Kemal
Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa’nın iddialarına dayanak teşkil eden kişilik
özelliklerinden bahsederken Milli Mücadele’nin başarılmasındaki aslan payının
kendisinde olduğu gerçeği kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Milli Mücadele’den ve
sonrasında yapılan yeniliklerden bahsederken kendisini ön plana çıkaran, Erzurum
Kongresi sırasında kendisi gibi bir lidere ihtiyaç duyulduğunu belirten ve kendisini
403
Milli Hareket’in lideri olarak takdim edecek hiçbir fırsatı kaçırmayan bir Mustafa
Kemal Paşa’dan söz ediyoruz. Amasya Kararları alınırken yol arkadaşları ile birlikte
elini taşın altına koyan Mustafa Kemal Paşa, ilerleyen süreçte kongrelerde başkan
olmak ve tüm yazışmaların kendisine yapılmasını temin etmek suretiyle liderliğini
perçinleyici bir yol izlemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bu türlü tavırları Kâzım
Karabekir Paşa’yı kendisince haklı bir endişeye sevk etmiş olmalıdır. Öte yandan
Mustafa Kemal Paşa’nın milli irade ve milli hakimiyet gibi vurgu yaptığı başka
özellikleri de vardı ve nedense bu özellikleri başta Kâzım Karabekir Paşa olmak
üzere yol arkadaşları tarafından görmezden gelinmişti. Bu noktada Mustafa Kemal
Paşa’nın nasıl bir lider olduğu sorununun cevabı bizce önem arz etmektedir. Acaba
Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinden bahsederken yol arkadaşlarını kaygılarında
haklı çıkaran bir diktatörden mi söz ediyoruz? Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği, her
ne kadar tek adam modeline uygun görünen bir yönü olsa da esasında monarşiyi ve
teokrasiyi dışlayan, bununla beraber temsile önem veren güçlü bir liderlik modeli
idi.788
Yol arkadaşlarına göre zaferin kazanılmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’nın etrafı
çıkarcı ve dalkavuk kimseler tarafından sarılmış, Milli Mücadele sırasında büyük
katkılar sağlayan silah arkadaşları dışlanmaya başlanmıştır. Zaferden sonraki süreçte
Kazım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sırasında ön saflarda bulunanların arka plana
itildiği, ön saflarda bulunmayan ve önceden muhalif konumda bulunanların da ön
saflara geçtiği düşüncesindedir.789 Bu yaklaşım Mustafa Kemal Paşa gibi lider bir
kişiliği, etrafını saran ‘dalkavuklar’ tarafından kolayca yönlendirilebilir bir düzeye
indirmektedir ki, bunun da kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bizce burada kabul
788
789
Çiftçi, Kâzım…, s.163.
Karabekir, Paşaların Kavgası, s.141-142.
404
edilebilir olan Mustafa Kemal Paşa ile eski yol arkadaşlarının düşünsel, ideolojik ve
siyasal anlamda aynı dalga boyunda buluşamamasıdır. Yeni bir devletin mimarı olan
Mustafa Kemal Paşa’nın yanında, kuşkusuz kendisiyle ortak düşünceleri paylaşan
veya kendisine güvenen kimselerin bulunması son derece normaldir. Bu noktada
basit bir arkadaşlık ilişkisi üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse, temel
özne ve bir çekim merkezi olan Mustafa Kemal Paşa gibi bir kişiliğin eski
arkadaşlarından kopuşu sonrasında, bu eski arkadaşların bir dışlanmışlık hissi
içerisinde yeni arkadaşları suçlaması anlaşılabilir bir durum olsa gerektir.
Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’ye yol arkadaşlarından sonra katılmış olan
İsmet ve Fevzi Paşalar gibi kimselerle yoluna devam etmişti. Öyle ki bu kimseler
Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerine itiraz etmemiş ve devrimleri hayata geçirme
sürecinde kendisinin yanında yer almışlardı. Yol arkadaşları ise zaferden sonra
ülkenin rotasının çizilmesinde kendilerinin de söz sahibi olmaları gerektiğine
inanmıştı. Amasya’dan itibaren İngilizler tarafından tutuklandığı İstanbul’a gidene
kadar Mustafa Kemal Paşa ile yediği içtiği ayrı girmeyen Rauf Bey, Milli
Mücadele’nin başından itibaren neredeyse her konuda fikri sorulan Kâzım Karabekir
Paşa, Milli Mücadele’nin Ankara’daki sağlam kalesi Ali Fuat Paşa ve Bandırma
Vapuru’nun Mustafa Kemal Paşa’dan sonraki en kıdemli yolcusu Refet Paşa
hizmetlerinin karşılığını zaferden sonra da görmek istemiş, ancak beklemedikleri bir
şekilde Mustafa Kemal Paşa yeni bir toplum inşasına başlamıştı. Bununla beraber bu
inşa sırasında kendilerine hiçbir şey sorulmamıştı. Cumhuriyet’in ilan edilmesine
kadar bu işin idare edilebilir bir tarafı vardı, ancak ülkenin yeni yönetim şeklinin
belirlenmesi gibi hayati bir konuda kendilerine danışılmadan karar verilmesi yol
arkadaşları için tam bir hayal kırıklığı anlamına gelmekteydi. Milli Mücadele
405
sırasında yol arkadaşlarını yakından tanıma imkanı bulan Mustafa Kemal Paşa ise
Kâzım Karabekir Paşa’nın itirazlarını, Rauf Bey ve Refet Paşa’nın başına buyruk
sayılabilecek yaklaşımlarını, Ali Fuat Paşa’nın da bu arkadaşları ile olan yakınlığını
bilmekte ve yol arkadaşlarına karşı devrimlerin gerçekleştirildiği süreçte de aynı
yaklaşımı sergilemeyi yavaşlatıcı ve engelleyici bir etken olarak görmekteydi. Bu
anlamda Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları arasındaki yol ayrılığı kişisel
sebeplerden değil, yeni bir toplum düzeni kurma noktasında düşünsel bir farklılıktan
kaynaklanmaktaydı. Vatanın kurtarılması ve milletin bağımsızlığının temin edilmesi
amacıyla başlayan bu yol arkadaşlığının sonunu getiren temel neden yol arkadaşları
ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki bu düşünsel farklılık idi. Şayet yol arkadaşları da
yeni dönemde İsmet ve Fevzi Paşalar gibi bir noktada durabilseler idi, kuşkusuz
böyle bir ayrılıktan söz etmek mümkün olmazdı.
406
ÖZET
Amasya Askeri Örgütü, 1919 yılı Haziran ayında Amasya’da bir araya gelerek
vatanın
kurtarılmasının
reçetesini
hazırlayan
Mustafa
Kemal,
Kâzım
Karabekir, Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beylerden oluşan Milli
Mücadele’nin öncü kadrosudur. Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayan
işgaller ülkede çözüm arayışlarını beraberinde getirmiş, yol arkadaşları da
beklenen felaketin farkına herkesten önce varmıştı. İstanbul’daki siyasi
çabalarından sonuç alamayan Mustafa Kemal Paşa’nın yönünü Anadolu’ya
dönmesiyle birlikte Milli Mücadele başlamış, bir ay kadar sonra Amasya’da bir
araya gelen arkadaşlar bir ‘yol arkadaşlığı’ sürecini başlatmışlardı. Amasya’da
milli bir hareket oluşturmak suretiyle hem işgal güçlerine hem de İstanbul
Hükümetine meydan okunmuş ve Milli Mücadele’nin bir yol haritası çizilmişti.
İstanbul’da temelleri atılan ve Amasya’da bir askeri örgüt havasında başladığı
kabul edilen bu yol arkadaşlığı Milli Mücadele sırasında yaşanan kimi
anlaşmazlıklara rağmen Milli Mücadele’nin son dönemlerine kadar devam
etmişti. Milli Mücadele’nin birleştirici atmosferi içinde arka plana atılan fikri
uyuşmazlıklar nedeniyle zaferin ardından başlayacak yeni dönemde sarsıntıya
uğrayacak olan yol arkadaşlığı, Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerini hayata
geçirmesiyle birlikte bir yol ayrımını beraberinde getirmişti. Yeni dönemde
Mustafa Kemal Paşa, yeni bir toplum düzeni kurma düşüncesinin Milli
Mücadele sırasındaki yol arkadaşları ile hayata geçirilmesinin zorluğunu
yaşamış, bu nedenle yoluna yeni yol arkadaşları ile devam etmişti. Bu çalışma
Milli Mücadele’nin öncü kadrosu olan Amasya Askeri Örgütü üyelerini yol
arkadaşlığından yol ayrımına getiren süreci ele almaktadır.
407
ABSTRACT
In Amasya, July 1919, Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Rauf and
Refet met to discuss the prospects of saving the Turkish homeland. In that
meeting, they established the Amasya Military Organization, the leading circle
in Turkish Nationalist Movement. Following the Armistice of Mudros, a series
of invasions led them to evaluating the situation immediately, seeking a way out.
Failed in political efforts in İstanbul, Mustafa Kemal Pasha oriented his focus to
Anatolia, forming the National Independence Movement. A month later,
Mustafa Kemal and his companions met up in Amasya, setting the course of a
long term fellowship. In detail, the foundation of national movement in Amasya
meant as much to much challenge the Istanbul Government as to resist the
occupying forces, and provided the guides of action for the independence
movement.
Designed in Istanbul and started in Amasya as a militant organization, this
fellowship saw the final victory, surviving through rough-and-tumble course of
the movement. The most significant reason for its continuance was that the
unifying milieu of the National Movement had contained and enveloped inner
disputes. At the dawn of the victory, the new era brought the fellowship to
crumble, especially because ideological differences began to crystallize. The
fellowship took a fatal blow after Mustafa Kemal Pasha came to put his plans
into action. Seeing his plans stumbling all due to the good old fellows back from
the National Movement, Mustafa Kemal parted the waters, turning new friends
into fellows for the rest of the way. This dissertation examines the processes that
set this fellowship apart.
408
KAYNAKÇA
a) Zabıtlar ve Süreli Yayımlar
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Dördüncü Devre-i İntibahiye.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Birinci ve İkinci Dönem.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Birinci ve İkinci Dönem.
Alemdar
Akşam
Anadolu’da Yeni Gün
Ati
Hadisat
Hakimiyet-i Milliye
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi
İkdam
İleri
İrade-i Milliye
İstiklâl
Memleket
Minber
Peyam
Sabah
Takvim-i Vakayi
Tanin
Tasvir-i Efkar
Tercüman-ı Hakikat
409
Tevhid-i Efkar
Vakit
Yakın Tarihimiz
Yeni Gazete
Zaman
b) Kitap ve Makaleler
Abalıoğlu, Yunus Nadi, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Gazetesi
yay., İstanbul, 1998.
Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, İstanbul.
Akbulut, Dursun Ali, Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler, Erzurum Valiliği yay.,
Erzurum, 1989.
Akgün, Seçil Karal, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesi’ne
Dair) Raporu (Kurtuluş Savaşı Başlangıcında), Kervan Kitapçılık, İstanbul, 1981.
________________, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Temel yay.,
İstanbul, 2006.
Akın, Rıdvan, TBMM Devleti (1920-1923)-Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri
ve İdare, İletişim yay., İstanbul, 2008.
Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-Mutlakıyete Dönüş (19181919), c.I, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998.
, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-Son Meşrutiyet (19191920), c.II, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998.
, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-İç Savaş ve Sevr’de Ölüm,
c.III, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008.
410
, Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001.
___________, “Atatürk Dönemi ve Devrimi Üzerine Bazı Notlar”, Yakın Tarihimizi
Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011, s.158-165.
___________, “Erzurum Kongresi Üzerine”, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş
Yayınevi, Ankara, 2011.
Alpkaya, Faruk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923-1924), İletişim yay.,
İstanbul, 2009.
Arıkoğlu, Damar, Hatıralarım, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1961.
Armaoğlu, Fahir, “Ali Fuat Cebesoy ve Türk-Sovyet İlişkileri”, Ali Fuat Cebesoy’u
Anma Paneli (10 Ocak 1994), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1994.
Aslan, Yavuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kuruluşu, Evreleri, Yetki
ve Sorumluluğu (23 Nisan 1920-30 Ekim 1923), Yeni Türkiye yay., Ankara, 2001.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1997.
____________________, Nutuk Vesikalar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara,
1991.
____________________, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Atatürk Araştırma
Merkezi yay., Ankara, 2006.
____________________, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk
Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006.
Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul,
1998.
_____________, Çankaya, Pozitif yay., İstanbul.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, 3 cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Bardakçı, Murat, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998.
411
Baron Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Askeri Matbaa,
İstanbul, 1943.
Baykal, Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, TTK yay., Ankara, 1989.
_______________, Erzurum Kongresi ile İlgili Belgeler, TİTE yay., Ankara, 1969.
Bayur, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri-Doğumundan Samsun’a Çıkışına
Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., 1998.
Belen, Fahri, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1916 Yılı Hareketleri, c.5,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1965.
Cebesoy, Ali Fuat, Milli Mücadele Hatıraları, Temel yay., İstanbul, 2000.
______________, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara,
1982.
______________, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel yay., İstanbul, 2000.
______________,
Siyasi
Hatıralar-Büyük
Zaferden
Lozan’a
Lozan’dan
Cumhuriyete, Temel Yay., İstanbul, 2007
__________________, “Atatürk İle Milli Mücadele Arkadaşları Sulhtan Sonra Neden
Anlaşamadılar?”, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.224-231.
CHP Grup Toplantısı Tutanakları (1923-1924), yayına haz. Yücel Demirel-Osman
Zeki Konur, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul, 2002.
Çevik, Zeki, Milli Mücadele’de “Müdafaa-i Hukuk’tan Halk Fırkası’na” Geçiş
(1918-1923), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2002.
Çiftçi, Ali, Kâzım Karabekir’in Siyasal Hayatı, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005.
Çoker, Fahri, Türk Parlamento Tarihi-Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (19191923), c.III, TBMM Vakfı yay., Ankara, 1995.
412
Demirel, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul,
2009.
Dursunoğlu, Cevat, Milli Mücadele’de Erzurum, Erzurum Kitaplığı yay., İstanbul,
1998.
Erden, Ali Fuad, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıraları, İş Bankası Kültür yay.,
İstanbul, 2003.
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha
Üst Kademedeki Düzey Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Basımevi,
Ankara, 1972.
Giritli, İsmet, “Kemalizm Milli Hakimiyet ve Cumhuriyet Demektir.”, Atatürk Yolu,
Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1995.
Goloğlu, Mahmut, Erzurum Kongresi, Nüve Matbaası, Ankara, 1968.
______________, Sivas Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008.
______________, Devrimler ve Tepkileri-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1924-1930,
Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2007.
______________, Üçüncü Meşrutiyet, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
Gökbilgin M. Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, c.II, Türkiye İş Bankası yay.,
Ankara, 1965.
Güneş, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Türkiye İş Bankası
Kültür yay., İstanbul, 2009.
Gürler, Hamdi, “Atatürk’ün Silah Arkadaşlarının Nutuk Üzerine Değerlendirmeleri”,
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, sayı 8, Güz 2008, s.147-162.
İğdemir, Uluğ, Heyeti Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989.
___________, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1999.
413
İnan, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK
yay., Ankara, 1996.
İnönü, İsmet, Hatıralar, 2 cilt, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1987.
Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, 2 cilt, TTK yay., Ankara,
1989.
________________, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, çev. Cemal Köprülü,
TTK yay., Ankara,1986.
Kandemir, Feridun, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan Matbaası,
İstanbul, 1965.
Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 2 cilt, TTK
yay., Ankara, 1988.
Karabekir, Kâzım, Hayatım, Emre yay., İstanbul, 1995.
______________, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2008.
______________, İstiklâl Harbimizin Esasları, Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi,
İstanbul, 1951.
__________________, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre yay., İstanbul,
1982.
__________________, Paşaların Hesaplaşması, Emre yay. İstanbul, 1992.
__________________, Paşaların Kavgası, Emre yay., İstanbul, 1991.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, İletişim yay., İstanbul, 2009.
Karay, Refik Halit, Minelbab İlelmihrab, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1964.
Kaya, Halit, Refet Bele’nin Askeri ve Siyasi Hayatı (1881-1963), Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara,
2008.
414
Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938,
TTK yay., Ankara, 2000.
Kutay, Cemal, Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf
Orbay 1881-1964, 5 cilt, Kazancı Matbaacılık, İstanbul, 1992.
Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yay., çev. Boğaç Babür
Turna, Ankara, 2010.
Liman von Sanders, Türkiye’de 5 Yıl, Kesit yay., İstanbul, 2006.
“Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İngilizleri Ürkütmüştü!”, Yakın Tarihimiz, c.I,
sayı 12, s.353-355, 17 Mayıs 1962.
Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma
Merkezi yay., Ankara, 1990.
Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman yay., İstanbul, 1980.
Orbay, Rauf, “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, c.I-IV, sayı 1-52, İstanbul,
1962-1963.
Özalp, Kâzım, Milli Mücadele, c.I, TTK yay., Ankara, 1998.
Özbudun, Ergun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1992.
Özçelik, Ayfer, Ali Fuat Cebesoy, Akçağ yay., Ankara, 1993.
Özdemir, Mehmet, Refet Bele, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1992.
Özgül, M. Cemil, Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’daki Çalışmaları (27 Aralık 1919-23
Nisan 1920), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1989.
Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4 cilt, TTK yay., Ankara, 1993.
Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilâli, c.I, Kastaş A.Ş. yay., İstanbul, 1987.
415
Simavi, Lütfi, Sultan Mehmed Reşat Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim
(Osmanlı Sarayı 1909-1918), Şehir yay., İstanbul, 2007.
Soysal, Mümtaz, Dış Politika ve Parlamento, Sevinç Matbaası, Ankara 1964.
Süslü, Azmi-Balcıoğlu, Mustafa, Atatürk’ün Silah Arkadaşları-Atatürk Araştırma
Merkezi Şeref Üyeleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999.
Şengil, Mizyal Karaçam, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Düşünce
Akımları (1920), Cem Yayınevi, İstanbul, 1996.
Şimşir, Bilal N., Atatürk’ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, TTK yay, Ankara,
1991.
Taşkıran, Cemalettin, Milli Mücadele’de Kâzım Karabekir Paşa, Atatürk Araştırma
Merkezi yay., Ankara, 1999.
Tengirşenk, Yusuf Kemal, “Milli Mücadelede Ruslarla İlk Temasımız”, Yakın
Tarihimiz, c.IV, s.97-100.
Tevetoğlu, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1971.
Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması 19231931, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul, 1999.
Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, c.II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009.
_____________, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler,
Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1999.
Türkgeldi, Ali Fuad, Görüp İşittiklerim, TTK yay., Ankara, 1987.
Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekat,
c.II, Kısım I, II. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995.
Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), c.VI, Genelkurmay
Basımevi, Ankara, 1974.
416
Unat, Faik Reşit, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Birinci Devresinde Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun Kuruluşuna ve Çalışmalarına Ait Bazı
Vesikalar”, Tarih Vesikaları Dergisi, c.3, sayı 13, Ağustos 1944.
Uzun, Hakan, Atatürk ve Nutuk, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006.
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, İlk Meclis, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayımcılık
A.Ş, İstanbul, 1999.
______________________, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu, Çağdaş yay.,
İstanbul, 1990.
“Yeşil Ordu Cemiyeti” Yakın Tarihimiz, c.I, sayı 3, s.69-72; sayı 4 s.101-104; s.5,
s.133-135; sayı 10, s.297-298.
Yılmaz, Önay, Bandırma Yolcuları-Mustafa Kemal İle “Kurtuluş” Destanını
Başlatanların Öyküsü, Alfa yay., İstanbul, 2008.
417
Download