Sahir AKÇA Yazı İşleri Müdürü [email protected] Değerli okuyucularımız, geçen sayımızda sizlerle bir sır paylaşmıştım, esas yeniliklerin ve gelişmelerin bu sayımızda olacağı ile ilgili. İşte vakit geldi ve o hadise gerçekleşti. da yardım için her zaman hazırdırlar. Görevi devralan kardeşlerimize de güzel, hayırlı, bereketli ve sabırlı çalışmalar dilerim. Adabülteni’miz tâbir-i caizse tepeden tırnağa değişti. Yayın Kurulu, Yayın Yönetmeni, Tasarımcısı yeni isimlerden oluştu ve tabii ki tasarımı da değişti. Siz sevgili okuyucularımız bunun bir bayrak değişimi olduğunu bilir ve takdir edersiniz. Yazarlarımız arasına da çok değerli şahsiyetler katılmıştır. Şehrimizin velud yazarlarından üstad Fahri TUNA, genç ilim adamlarımızdan tarihçi Doç. Dr. Ebûbekir SOFUOĞLU, hanımkardeşlerimizden Melike İLGÜR hanımefendi bu sayımızdan itibaren yazılarıyla sizlerle olacaklar. Maddî ve manevî olarak hizmeti, emeği ve zamanı geçen bütün kardeşlerimize teşekkürü bir borç bilirim. Onların isimlerini ayrı ayrı zikretmesek de şunu da biliyoruz ki onlara ihtiyaç duyulduğun- Yeni hizmet ehli kardeşlerimiz ve yazarlarımız ile daha iyi, daha güzel ve daha faydalı bir Adabülteni bulmak umuduyla, Hoşça kalın. Selâm ve muhabbetlerimle. 2-3 10-11 Yeni Osmanlıların 1. Meşrutiyet İdaresi Kavramlarımız 4-5 12 19-20 Yanlışlarımızı Düzeltelim... Ada’dan Portreler Hak ve Sorumluluklar Arasında Siyaset Üzerinden Dini Kavramları Eleştirmek 6-7 13-14 17-18 21-24 İktidar Sahipleri İlk Namaz Hasan ÇOLAK 8-9 15-16 25-26 Faaliyetlerimiz Sudanlı Yardım Görevlisi Eleştiri; Ama Nasıl? Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sahir AKÇA Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ertuğrul ERDEM Grafik&Tasarım Özer ÖZTÜRK Yayın Kurulu Sahir AKÇA, Yusuf Ertuğrul ERDEM, Atilla YAKAR, Yusuf ERKAN, Enes İLGÜR Reklam Sorumlusu Atilla YAKAR Baskı Burak Ofset İrtibat: Atatürk Bulvarı Kadir Hoca Sokak (Öğretmenevi Yanı) Ötük Apt. No:1/3 Adapazarı /SAKARYA Telefon: 0 264 277 19 46 E-mail [email protected] Yayınlanan Yazıların Fikri Sorumluluğu Yazarlara Aittir. Gönderilen Yazılar İade Edilmez. İsim Zikredilerek İktibas Yapılabilir. KÖŞE YAZISI Hamza TEKİN Hak ve Sorumluluklar Arasında Müslüman toplumsal zulüm karşısında durmakla da sorumlu ve yükümlüdür. Siyasi zulme karşı da direnmek kendinden istenen görevlerdendir... Çağdaş felsefe ve düzenlerin, ifade, tenkit ve muhalefet hususunda insan için hak kabul ettiği şeyler İslam’da kutsal bir hak olma derecesindedir. Eğer onlarda aşırı gidilirse Allah’ın ikab ve azabına hak kazanır. Serbesti ve seçki dairesine girip insanın isterse yapar isterse terk edebilir olduğu hak ile vacip ve farz olan hak arasında büyük fark vardır. Bunlarda sorumlu kişinin terk etme ve şeri özür bulunmadan aldırış etmeme tercih ve hakkı yoktur. Müslüman’ı siyasi kılan şeylerden biri de o imanın gereği tek başına yaşamama emriyle muhataptır. Başkasının problemini önemsemeden yaşayamaz. Özellikle inananların problem ve sıkıntılarından iman kardeşliği hükmüyle sorumludur. Çünkü; “ancak inananlar kardeştirler” Hucurat,10) Hadiste buyurulur ki; “Müslümanların işini önemsemeyen onlardan değildir. Bir mahalleli içlerinde aç insanlar olduğu halde gecelerlerse onlardan Allah’ın ve resulünün koruması kaldırılmıştır.” Kur’an Müslüman’a açı doyurmayı farz kıldığı gibi başkalarını da açları doyurmaya teşvik etmesini de farz kılmıştır. Müslüman Kur’an’ın kötülediği cahiliye ve kendini bilmezlik çağı insanları gibi olamaz. Onlar hakkında Kuran şöyle buyurur: “Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz,” “ Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,” (Fecr,17,18) Yüce kitab bu husustaki ihmal ve aldırışsızlığı dini yalanlama delili olarak takdim etmektedir; 2 “Görmez misin o dini yalanlayanı” “İşte o, yetimi itip kakar;” “ Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;” (Maun,1– 3) Yüce kitap bu gibi kişileri ahirette azaba hak kazanma bakımından kâfirlerle birlikte zikreder. “Çünkü o, ulu Allah’a iman etmezdi,” “ Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.” (Hakka, 33-34) İnsanların bu hale gelip bu şekilde davranmaları fakirin ve zayıfların haklarının zay olup yok olduğu kapitalist düzenlerde ihtilal ve devrime teşvik etmektedir. İnsanların fakirlerle beraber zenginlerin karşısında mücadeleye tutuşmalarını intaç etmektedir. Nitekim Müslüman toplumsal zulüm karşısında durmakla da sorumlu ve yükümlüdür. Siyasi zulme karşı da direnmek kendinden istenen görevlerdendir. Bütün zulümlere karşı hangi çeşidi olursa olsun Müslüman’dan ona karşı mukavemet ve karşı gelme istenmektedir. Zulüm karşısında susmak, aldırış etmemek ve önemsememek bütün ümmetin azaba ve cezaya istihkakını gerektirir. Bu hususta zalimle zulüm karşısında susan aynı cezaya çarptırılacaktır. “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal–25) Yüce kitap tagi ve zalimlere itaat edip onlara yandaşlık yapanları ayıplayıp kötülemektedir. Nuh’un kavmini anlatırken şöyle der: “… malı ve çocuğu kendi ziyanını arttır- maktan başka işe yaramayan kimseye uydular.” (Nuh, 21) Hud kavmi için şöyle der: “O’nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.” (Hud, 59) Firavun’un kavmi içinse şunu söyler: “Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.” (Zuhruf,54) Hatta yüce kitap zalime sırf ruhi ve hissi meyil ve yönelişi dahi ilahi azaba duçar olmanın bir gerekçesi olarak bildirmektedir. “Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” (Hud,113) İslam bütün Müslümanlara siyasi sorumluluk yüklemektedir. Allahın kitabı ile hükmeden bir Müslüman başkanın idare ettiği bir devlette yaşamaları gerekir. İnsanlar bu şartla ona biat etmelidirler. Eğer böyle yapmazlarsa cahiliyye halkı ve toplumu gibidirler. Sahih bir hadiste denir ki: “ Bir imama biat etmeden ölen cahiliyye ölümüyle ölmüştür.” (hadisi Müslim rivayet etmiştir:) ** Müslüman namazın kalbinde tam içinde iken, Allahın kitabındaki insanların siyaset dediği işlerle ilgili ayetleri okurken siyasetin içine dalar, siyaset denizinde yüzmeye başlar. Müslüman Maide suresindeki Allahın indirdiği ile hükmetmeyi emreden, hükmetmeyenleri zalim, fasık ve kâfir olarak niteleyen KÖŞE YAZISI ayetleri okuduğunda siyasete girmiş olur. Bakın bu ayetlerde neler deniyor: “…Kim Allah’ın indirdiği (Hükümler) ile hükmetmezse iste onlar kâfirlerin ta kendileridir.” “…Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Maide,44-45) “…Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.” (Maide,47) Bu ayetler bir karşı muhalefet olarak da kabul edilir. Çünkü bu ayetleri okumakla hâkim düzene ithamlar yöneltilir ve buna teşvik edilir. Çünkü onlar küfür, zulüm ve fısk ile mevsufturlar. Veya bu vasıfların hepsi onlarda bulunmaktadır. İnananların dışındakileri dost edinmekten sakındıran ayetleri okuduğunda da durum aynıdır: “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisa 144). “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.” (Aliimran,28). “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Ali İmran,118) Fıkıh kitaplarında tespit edilen, bela anında okunan kunut duaları bazen tamamen siyasi içeriklidir. Bu dualar son rekâtta rükûdan kalktıktan sonra, özellikle cehri namazlarda okunur. Savaş, zelzele, sel baskını kıtlık ve açlık gibi bir bela anında Müslümanların bu duaları okumaları meşru kılınmıştır. Şehit Hasanulbenna hazretlerinin Mısır halkını moralize etmek ve hazırlamak için bu şeri hükmü yapmayı tavsiyesini hala hatırlıyorum. Müslüman kardeşlerin yayınladığı günlük gazetede Müslümanlardan işgalci İngilizler aleyhine namazlarında kunut okumalarını tavsiye edip yazmıştır. Bununla ilgili bir dua kalıbı da yazarak bu gibi dualar yapmayı önermiştir. İlla bu duayı okuyun diye kimseyi icbar etmemiş ama biz buna rağmen o duayı ez- berleyerek namazlarımızda kunut olarak okumaya devam etmiştik. Hatırımda kaldığı kadarıyla o dua şöyleydi: “ Ey âlemlerin rabbi olan Allah’ım! Korkanlara emniyet sağlayan mütekebbirleri zelil ve hakir kılan zalimlerin belini kıran yüce Rabbim! Biliyorsun ki bu İngiliz yağmacı ve gasıpları bizim toprağımızı işgal edip zorla elimizden aldılar. Bu topaklarda yapmadıkları zulüm bırakmadılar. Fesadı ve bozgunculuğu yaygın hale getirdiler! Ey Rabbim! Bunların hilelerini ve planlarını sonuçsuz kıl. Kılıçlarını körelt, saltanat ve hâkimiyetlerini alaşağı et! Senin topraklarındaki saltanat ve hâkimiyetlerine son ver! Senin inanan kullarına zarar vermeye bir yol bulamasınlar! Yarabbi! Bunları ve bunların yardımcılarını aziz ve muktedir sıfatınla yakalayıp icaplarına bak. Amin!” İşte biz siyasi savaşa böyle giriyorduk. Ellerimizi açmış mihrapta dua ederken savaştaydık. İslam’ın doğası budur; din hiçbir zaman dünyadan ayrılmaz ve ayrı düşünülemez. İslam’da dünya da dinden ayrı olamaz! Kur’an’da, sünnette, tarihte, devletsiz bir din dinsiz bir devlet bilinmemektedir. 3 KÖŞE YAZISI Yusuf YAVUZYILMAZ Siyaset Üzerinden Dini Kavramları Eleştirmek Dini kavramları bağlamlarından kopararak günlük siyaseti belirleyen bir argüman olarak kullanmak, dinin evrenselliğine de gölge düşürmektedir. Dolayısıyla bu kavramları gerek bir konuyu temellendirmek, gerekse eleştiri yapmak amacıyla dile getirenler, seçtikleri kavramları yerli yerinde ve kaynaklara uygun bir şekilde kullanmalıdır. Siyasi partilerin, çeşitli partilere sempati duyan grupların ve bazı sivil toplum örgütlerinin, dini kavramları bağlamlarından kopararak, siyasi muarızlarını eleştirmek amacıyla kullanmaları hem dini kavramların günlük siyasetin aracı haline gelerek aşınmalarına, hem de asıl anlamlarından sapmalara yol açmaktadır. Dini kavramları bağlamlarından kopararak günlük siyaseti belirle- 4 yen bir argüman olarak kullanmak, dinin evrenselliğine de gölge düşürmektedir. Dolayısıyla bu kavramları gerek bir konuyu temellendirmek, gerekse eleştiri yapmak amacıyla dile getirenler, seçtikleri kavramları yerli yerinde ve kaynaklara uygun bir şekilde kullanmalıdır. Bilinçsizce ve bağlamından koparılarak kullanılan kavramlar, kavram kargaşası yarattığı gibi, dini anlayışa da büyük zarar vermektedir. Buradan Müslüman duyarlılığı olan kimselerin siyaset yaparken İslami kimliklerini öne çıkarmaktan kaçınmaları gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Tam tersine siyaset çeşitli toplum kesimlerinin karşılaştıkları sorunları devlet diline tercüme ederek çözüm arama süreçlerini de içerir. Bundan dolayı Müslüman bir siyasetçinin de temsil ettiği kitlenin ekonomik, sosyal, kültürel sıkıntılarını dillendirmek, kamuoyu oluş- KÖŞE YAZISI turmak ve çözmek görevi vardır. Aynı şekilde İslami değerlere bağlı siyasetçilerin, temsil ettikleri kitlenin inanç alanındaki sorunlarına duyarsız kalmaları düşünülemez. Aslına bakılırsa daha genel anlamda çeşitli inanç gruplarının karşılaştığı sıkıntılara da çözüm aramakla mükelleftir. Ayrıca ben dinin siyasete karıştırılmaması gerektiği şeklinde dile getirilen söylemin hem doğru olmadığını, hem de mümkün olmadığını düşünmekteyim. Tarih boyunca din-siyaset ilişkileri hiç kesilmemiştir. Din ile siyasetin arasını koparmak isteyenlerin temel amacı, dini hayatın dışına çıkarmaktır. Din, hayatın bütün alanlarında olduğu gibi siyaset alanında da siyaset yapan insanlara yükümlülükler getirmektedir. Dahası Allahsız bir alan tasavvuru, bir mümin için asla geçerliliği olmayan modern bir tasavvurdur. İslami ilkeler hayatın her alanında olduğu gibi siyaset alanında da geçerlidir. Din bu anlamda siyasi arenada yeterince kullanılmamaktadır. Siyaset dilinin bu kadar yüzeysel ve yer yer ahlak dışı olmasının altında, dine olan duyarsızlık yatmaktadır. Siyaseti İslami değerlerden arındırmak isteyenler; bu alanda ortaya çıkan yalan, verdiği sözü tutmama, yetim hakkı yeme, kamu malına ihanet etme, rüşvet gibi olumsuz davranışlardan rahatsız olmayanlardır. Adalet, eşitlik, özgürlük, hak, hukukun üstünlüğü gibi İslami kavramların siyasette referans olarak kullanılması, siyasetin olumsuz imajını sileceği gibi, insanların daha adil davranmalarını sağlayacaktır. Bu noktada karşı çıkılması gereken, dini kendi çıkarları için kullanarak, dini ve onun temsil ettiği manevi değerler dünyasını araçsallaştırmaktır. Bunu tarihte en iyi uygulayan grup “Hariciler”dir. Hariciler “Hüküm Allah’ındır “ayetini kullanarak ve kendi çıkarları için araçsallaştırarak, tarihin en hoşgörüsüz ve fanatik akımını oluşturmuşlardır. Bu durum irfan, ahlak ve gerçeklikle beslenmeyen bir hareketin nele- re yol açacağı konusunda uyarıcı bir örnektir. Hariciler görünürde çok dindar bir hayat yaşıyor, ancak dindarlıkları Hz. Ali taraftarı olan birini acımasızca katletmelerine engel olmuyordu. Siyasi eleştirilerde yanlış olarak kullanılan İslami kavramların yol açtığı sorun ise birçok sıkıntının yaşanmasına yol açmaktadır. Buradan hareketle özellikle muhalefet partilerinin iktidar partisine yönelik dile getirdiği bir eleştiri üzerinde durmak istiyorum. Bu çevreler iktidarı “biat kültürü” oluşturmakla suçluyorlar. Anlaşılan o ki, bu çevreler “biat” kavramını araştırıp sorgulamadan bilinçsizce takip etme anlamında kullanıyorlar. Bilinçli veya bilinçsiz kelimeye semantik bir müdahalede bulunuyorlar. Dini literatürde olumlu bir anlam yüklenen ve İslam tarihinin dönüm noktalarından biri olan Akabe Biat’larından alıntılanan kavram bambaşka bir anlamda kullanılıyor. Bir insanın kendi kültürel kodlarını oluşturan inanç sisteminin, siyasi alandaki en temel kavramlarından bu kadar habersiz olması ilginç. Yılardır bu ülke sınırları içinde siyaset yapan birinin kavramları kul- lanırken gözlemlenen bilgisizliğini nasıl değerlendirmek gerekir. İsmet Özel, sosyalizmden İslam’a evrilen yaşamını anlatırken yaptığı betimleme açıklayıcı olabilir. “Bugün bana açıklayıcı görünen husus, Cumhuriyetin okullarında eğitim görmüş herkesin, İslami metinlere yaklaşırken ister istemez elverişsiz bir konumda bulunduklarıdır.”(İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Şule yayınları) Bu grup aldıkları pozitivist eğitimin etkisiyle dinle ilgili her kavrama olumsuz yaklaşmaktadır. Sol- sosyalist gelenekten gelen siyasetçilerin yaptıkları bu eleştiriyi bir noktaya kadar anlamak mümkündür. Asıl anlamakta zorlandığım milliyetçi- muhafazakar olarak kendini tanımlayanların da aynı eleştiriyi yapmalarıdır. “Biat” Hz. Peygamberin Mekke’de karşılaştığı olumsuz durumdan kurtulmak ve bir çıkış yolu bulmak amacıyla, bir grup Medineliyle yaptığı; katılım, rıza ve özgür iradeye dayalı sözleşmenin adıdır. “Biat” temelinde bireylerin özgür iradesiyle katıldığı, karşılıklı rızaya dayalı bir sözleşmedir. Dini anlamda özgürlük temelinde yapılan bir eylemi ve siyasal davranış biçimini anlatan bir kavramı; birey iradesini yok sayan bir eylem olarak algılanması ve tanımlanması kötü niyetten kaynaklanmıyorsa eğer, çok derin bir cehalete işaret etmektedir. Bu kavramı bilinçli bir şekilde bilerek kullananlar ise iktidar üzerinden İslamı eleştirdiklerini bilmelidirler. Hiç şüphesiz bireyler gibi partiler de yanlış yapabilirler. Ancak bunların yanlışlıkları eleştirilirken dini kavramların bağlamlarından koparılarak kullanılması hiç ahlaki değildir. Ayrıca dini kavramların semantik bir müdahalede bulunularak bağlamlarından koparılıp araçsallaştırılması, Kur’an’da Yahudilere yönelik yapılan ancak tüm insanlar için geçerli olan şu uyarıyı hatırlatır: “ Oysa onlardan bir çoğu Allah’ın kelamını işitip ne demek istediğini kavradıkları halde, bile bile tahrif ediyorlar”(Bakara/75) 5 KÖŞE YAZISI Yusuf Ertuğrul ERDEM İktidar Sahipleri Bizim gibi düşündüklerine inandığımız bir hükümetimiz var; onlar nasıl tavır alınması gerektiğini bilirler; biz de onları zor durumda bırakmayalım, yeri ve zamanı gelince bizim yerimize gerekeni yapacaklardır.” diye bir tavır takın(ma)mak ne derece doğru acaba? “İktidar”; güç, takat, kudret, kabiliyet anlamlarında kullanılmaktadır. İktidar deyince aklımıza ilk önce “devletin tepeleri” geliyor. Oysa iktidar “güç ve yetki” kullanılan her yerde vardır; evde, işyerinde, okulda, sokakta, otobüste… Çocuğuna karşı güç ve yetki kullanan her baba “iktidarına” dayanarak bunu yapıyor. Eşine karşı güç ve yetki kullanan her koca da öyle. Hoca 6 talebesine, imam cemaatine, muhtar mahallesine, şoför yolcusuna, patron işçisine, anne çocuğuna... Hepsi kendi içinde birer iktidardır. demektir. Bunların bir araya geldiği yerler aynı zamanda şeytanların da göz diktiği yerler olduğundan son derece risk taşıyan yerlerdir. İktidarın meşruiyetini nereden aldığı, neyi temsil ettiği, gücünü neye dayandırdığı, sınırlarının nerede başlayıp nerde bittiği, neleri kapsayıp neleri kapsamadığının da bilinmesi çok önemlidir. İktidar güç demektir, servet demektir, devlet İktidar İmtihanı Kur’an, her iktidar sahibine şu uyarıyı yapar: “İşte bu (iktidar) dönemleri... Biz bunu insanlar arasında döndürür dururuz!.” Bir zamanların KÖŞE YAZISI güç ve iktidara maruz kalan çocuğu, şimdi baba-anne olup iktidarı ele geçirmiş, kendi çocuğu üzerinde iktidar uygulamaktadır. Bir zamanların iktidara maruz kalan talebesi, şimdi hoca olmuş kendi talebesine iktidar uygulamaktadır. gerektiği halde yapmadıklarımız nedeniyle katlanmak zorunda kalacağımız fatura sorumluluğumuz nispetinde muhakkak ki ahirette karşımıza çıkacaktır. O zaman bu savunmamız bize ne derecede yetecek şimdiden düşünmeli ve ona göre tavır almalıyız. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde en şiddetli azab, zâlim sultana olacaktır.” Asıl olan iktidarı emanet olarak algılayacak bir tasavvur ve akla sahip insanlar inşa etmek, “emaneti ehline vermektir”. Emanetin söz konusu olduğu yerde ya “sadakat” vardır, ya da “ihanet”. İktidar emanetine ihanet edenler, bu emanetin bir gün ellerinden alınacağını unuturlar. Bu risk, iktidar büyüdükçe artar. Tabii ki, küçük iktidarların ihaneti küçük, büyük iktidarların ihaneti de büyüktür. Tavsiyeler İktidar sahibi olmadığımız fakat plan, program ve uygulamalarıyla kendimizden bildiğimiz hükümetlerin iktidarlarında dikkat etmemiz gereken önemli bir husus bulunmaktadır. Sorumluluklarımızı devrettiğimiz(!) iktidarlar zamanla dava aşkımızı, ideallerimizi, duyarlılıklarımızı, insani yönlerimizi, protesto kültürümüzü eritip tüketmekte, bizleri gittikçe aslımızdan uzaklaştırmaktadırlar. Her seçim döneminde daha da büyüyerek iktidarı kazanırken; kalbimizi, vicdanımızı, en temiz kalması gereken yanlarımızı kaybetme riski katlanarak artmaktadır. “Bizim gibi düşündüklerine inandığımız bir hükümetimiz var; onlar nasıl tavır alınması gerektiğini bilirler; biz de onları zor durumda bırakmayalım, yeri ve zamanı gelince bizim yerimize gerekeni yapacaklardır.” diye bir tavır takın(ma)mak ne derece doğru acaba? Her hal ve şartta zulme karşı durması gereken Müslümanların, iktidar nimetinden faydalanırken zulme ve adaletsizliğe karşı nasıl bir tutum içerisinde olması gerekir? Yapıp-ettiklerimiz ya da yapmamız “İyiliği emredip kötülükten alıkoymalıyız.” Tüm peygamberlerin bu amacı gerçekleştirmek için gönderildiğini ve ümmetlerini bu konuda çok uyardıklarını unutmamalıyız. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Erkek kadın bütün mü’minler, birbirlerinin koruyucularıdırlar. İyi ve güzel olanı emreder, kötü ve çirkin olanı ise yasaklarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. Allah, işte bunlara merhamet edecektir. Çünkü Allah çok güçlüdür, işi sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunandır.” (Tevbe, 71) Bizler bu ilahi mesajla hareket etmeye dikkat ederken, her kademedeki iktidar sahipleri de Müslüman kardeşlerinin bu duyarlılığından rahatsız olmamalıdırlar. İktidar sahiplerinin kendisi zulm yapmamakla kalmamalı, beraber görev yaptığı alt kademedeki yardımcılarını da zulmetmekten alıkoymalıdır. İslâm düşünce tarihinin en önde gelen âlimlerinden İmam Gazâli’nin “Kimyâ-yı Saâdet” kitabındaki (sh. 443) şu tespiti dikkat çekicidir: “Memur ve hizmetçilerine adaleti tatbik ettirmeyen kimse, halkına tatbik edemez. Kendi çocuklarına ve akrabalarına adaleti tatbik ettirmeden de memur ve hizmetçilerine ettiremez. Kendi beden ülkesinde bunu tatbik etmeden de çocuklarına ve akrabalarına tatbik ettiremez.” Sorumluluk durumlarına göre idareciler söz konusu eserin “Hüküm ve İdare” başlığını taşıyan bölümündeki tavsiyelerden istifade etmeyi ihmal etmemelidirler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet gününde Allah üç kişiye bakmaz: Yalancı sultan, zinacı ihtiyar ve kibirli fakir.” İdareciler özünde, sözünde, yaptıkları işlerinde dosdoğru olmalıdırlar. Duruşlarını zedeleyecek, bozacak tavır almadan önce “hayır” ya da “evet” diyebilmelidirler. Doğru sözlülükten şaşmaya başladıkları an çözülmenin başlangıcı olmakta ve önlenemez şekilde eminlikten uzaklaşmaktadırlar. İşte sorun tam da burada; tıpkı kurtuluşun burada olması gidi. İktidar sahipleri ya olduğu gibi görünmeli ya da göründüğü gibi olmalıdır. İktidar sahiplerinden onları sıkıntıya düşürecek, çeşitli sebeplerle yüzümüze hayır diyemeyip sonunda yalancı duruma düşebilecekleri taleplerde bulunmamaya, bu konuda ısrarcı olmamaya önem vermeliyiz. Mazeretlerini anlayışla karşılamalıyız. İdareye hâkim olmak büyük bir iştir. Allah’ın yarattıklarına adalet ve insafla hükmeden iktidar sahipleri Allah’ın rızasına ulaşacaktır. Yukarıdaki hususlar çeşitli kademelerde bulunan tüm iktidar sahiplerinin yönetim hususunda çok dikkatli olmalarını gerektiğine yöneliktir. Her iktidar sahibi kendisini zalim durumuna düşürecek hususları iyi bilmeli ve tedbirlerini almalıdır. En doğruyu Allah (c.c.) bilir. Dönüş ve gidiş O’nadır. İmanın aslı yerinde olan iktidar sahiplerine (anne, baba, eş, hoca, muhtar, şoför, patron vb.) bu nasihatlerin tesir etmesini ümit ederim. Yararlanılan Kaynaklar: İmam Gazâli, “Kimyâ-yı Saâdet”, Mustafa İslamoğlu, Gerçek Hayat. 7 KÖŞE YAZISI Eleştiri, Mehmet KUZU Ama Nasıl? Tenkitçi, şayet tenkitin inceliklerini kavrayamamışsa, kendini kibir hastalığından kurtaramaz. Bu kalbin ölümü demektir. Kendine ait hidayet yollarını kapamasıdır ki başkalarının hidayetine vesile de olamaz. Buna tenkitte körleşme, amacı kaybetme, eleştiride ifrata kayma diyebiliriz. İslam toplumunu tehdit eden sapma da budur. Büyük fitnelerin doğmasına sebebiyet verir. Toplum fertlerden oluşan dinamik bir yapıdır. İslam toplumu, peygamberlerin eğitiminden geçen dengeli düşünüp, ölçülü yaşayan insanlarla en sıhhatli dönemini yaşadı. İnsanların manevi hazzı doruklarına kadar hissettikleri bu ölçülü hal “iman” kavramıyla tanımlanabilir. İman başlı başına denge insanı olmak demektir. Her hususta ifrat ve tefritten kaçınıp, mutedili yakalamak mümin için önemlidir. Toplumu oluşturan bireyler imanla toplumun bir parçası haline dönüşürler. Artık onların varlığı nihai anlamda toplumun bir parçası olmaktır. Bütünüyle varlığının hedefi olan “kulluk”,”Rabbin rızasını kazanma”,ebedi saadet yurdunda cennette Cemalullah’a ulaşabilme, duygu ve düşüncede denge insanı olmakla gerçekleşir. İslam toplumunun cüzleri olan, iman çizgisi üzerindeki cemaatler ve benzeri oluşumlar, bu toplumun uzuvlarıdırlar. Eğer bu uzuvlardan biri, imanın gereği olan hassas ölçüyü kaçırırsa, insanı oluşturan organizmanın maddi ve manevi dengesi bozulduğu gibi; cemaatlerdeki tefessühe İslam toplumunun bünyesini sarsar. Kurtuluş bekleyen insanların ümitlerinin kırılmasına sebep verir. İnsanı, insan olma hedefinden saptırır. Cemaatleri fertler oluşturur. Fertlerin imanı bilinçleri ölçüsünde, cemaat kendine ait işlev ne ise onu en güzel şekilde ortaya koyar. İslam toplumunun bünyesinin güçlü olmasına da katkı sağlar. Cemaat için eğitilmiş insan unsuru 8 önemlidir. İnsanın eğitiminde de ölçü Kur’an kıstasları olmalıdır ki denge insanı olunabilsin. Peygamber (as)rehberliğindeki iman eğitiminden gecen nefislerin sahipleri toplumun ve cemaatin seçkinleridirler. Onlarda sahabe gayreti, kavrayışı, imanı, tevazusu ve teslimiyeti belirgin özellikleriyle görülür. biride “TENKİT”deki ifrattır. Esasen eleştiri, medeniyetlerin inkişafı için olmazsa olmazlardandır. İnsanların kendi nefislerine yönelik eleştirel yaklaşımları nefis muhasebesinin sıhhatini gösterir. Bir toplum tenkit anlayışını dengeli bir şekilde kullanabilirse bünyesine sızabilecek birçok hastalıktan da kurtulabilir. Kin, nefret, haset, gıpta, öfke gibi duyguların kontrolü, imanı bir bilinçle sağlanabilinirse, o zaman denge insanı olma vasfı kazanılmış olur. Bu duygular yerli yerinde kullanılmadığında ise insan kendisine, cemaatine ve toplumuna zarar verir. Tenkit bilgiyle iç içedir. Mutedil tenkitte samimiyet ve bilgi elzemdir. Bilginin, hurafelerden kurtarılması, hakikatin berrak bir şekilde ortaya çıkması bu tür tenkitlerle olur. Olumlu tenkitler yerinde ve bilinçli bir şekilde yapılırsa eğitimin bir parçası olur. ALLAH(cc) İslam toplumunun oluşumunda, bu tarzdaki tenkitlerle sahabenin üzerinden Müslümanlara eğitim örnekleri vermiştir. Kuran’daki İslam toplumunu, cemaatleri ve Müslüman ferdi tehdit eden tehlikelerden KÖŞE YAZISI eleştiri içerikli ayetler bunun en güzel örneğidir. Müminlerin davranışlarında ve inançlarındaki eleştiri üslubu ne kadar yumuşaksa, kâfirlerinki de o kadar serttir. Abese suresi örneği bu eleştiri eğitiminin peygamberlere bile uygulandığını göstermektedir. Kalem suresi ilk nazil olan surelerdendir. Orada ise müşriklerin vasıfları sayılarak tenkit edilmiş, Müslümanların o vasıflarda olmamaları gerektiği vurgulanmış, müşriklerin ise bu hallerle cehennem azabına duçar olacaklarını göstermiştir. Kalem suresi Kur’an-ı Kerim sıralamasında 68. suredir. 8. ayetten 16. ayete kadar.”O halde, hakkı yalan sayanların, sözlerine sakın uyma. İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece kendileri de yumuşasınlar. Sakın uyma: servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgan günaha dadanmışa! Şerefsiz hem de kaba soysuz olana! Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda “bu eski insanların masalları!” diyene. Yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.” Burada tenkit edilenlerin isimleri zikredilmez. Bu özellikleri taşıyan herkesi bu tenkit kapsar. Tenkidin bu noktasında müminlerinde eğitimine işaret vardır. “Sakın ha…, denmektedir. Müşriklere durumları gösterilirken mutedil olanları da uyarılmaktadır. Eğitim amacı taşıyan bu rahmani eleştiriler, insanın kâmil mümin olması ve böylece sıhhatli İslam toplumunun oluşması içindir. Hucurat suresindeki eleştiri incelendiğinde eleştirinin amacının eğitim olduğu çok net bir şekilde görülür. Orada ”Ey inananlar, bir topluluk, (diğer) bir toplulukla alay etmesin.Belki (alay ettikleri kimseler),kendilerinden iyidirler.Kadınlar da(diğer) kadınlarla alay etmesinler.Belki onlar kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.İnandıkdan sonra kötü ad(la çağırmak),ne kötü bir şeydir! Kim tövbe etmezse,işte onlar,zalimlerdir.Ey inananlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğer birisini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah,tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.”(11-12) Tenkitte ölçü Kur’an olmalıdır,heva ve heves değil. Tenkitçi, şayet tenkitin inceliklerini kavrayamamışsa, kendini kibir hastalığından kurtaramaz. Bu kalbin ölümü demektir. Kendine ait hidayet yollarını kapamasıdır ki başkalarının hidayetine vesile de olamaz. Buna tenkitte körleşme, amacı kaybetme, eleştiride ifrata kayma diyebiliriz. İslam toplumunu tehdit eden sapma da budur. Büyük fitnelerin doğmasına sebebiyet verir. Toplumsal kardeşlik anlayışını zedeler. Cemaat olma vasfının kaybolmasına yol açar. Tenkitte ifrat ilim sahibi insanları da kıskacına alabilir. Nitekim tarihte nice kıymetli âlimler sadece farklı değerlendirmelerinden dolayı tekfir silahını kullanmaktan çekinmediler. Eğer tenkidi cahil insanlar yapmaya başlarsa işte o zaman da iş çığırından çıktı demektir. O tür insanlar her şeyin doğrusunu kendilerinin bildiğini ima eder. İyi ve güzel olan şeyleri birbirinden ayırmadan kıyasıya eleştirir. Eleştirdiği konu hakkında gerçek bir bilgiye sahip olmadığı gibi, eleştirdiği kişileri de, cemaatleri de yakinen tanımamaktadır. Siyasetten hukuka, bilimden dine varıncaya kadar hemen hemen her konuda fikir sahibi olduğunu zanneden bu cahil münekkitler toplumun bünyesine zarar vermektedirler. Bizi üzen husus İslam toplumunun kanseri konumundaki bu hastalığın farkına varılıyor olunmamasıdır. Tv ekranlarında Müslümanların itibar ettiği insanların, birbirlerini kıyasıya eleştirmeleridir. Bu eleştiriler Kur’an çerçeveli değildir. Eski devirlerin ifrat yüklü tenkit kopyalarıdır. Zaten birçok yeni diye sunulan bilgiler de o döneme aittir. Ümmet bilincine zarar veren bu eleştirmenlere iltifat etmemek gerekir. Belki de tedavinin başlangıcı burasıdır. Daha sonra hakikatleri kişinin kendisinin araştırmasıdır. 9 TARİHTEN NOTLAR Doç. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU Yeni Osmanlılar’ın, Osmanlı’ya Dayattığı I. Meşrutiyet İdaresi Meşrutiyetçi aydınlar, kanunlara uygulanma şansı kazandırabilecek olan meşruti idare ile ayrıca, yine devletin başına problemler açan, yabancı devletlerin müdahalelerinin son bulması, bürokrasinin canlılık kazanması, Osmanlı’dan bağımsızlık türü hareketlerin son bulması, halkın devlete olan soğukluğunun giderilmesi gibi problemlere de çare bulunulacağını düşünüyorlardı. Aydınlar, cemiyetlerin ileriyi gören ferasetli gözleri olarak düşünülürler. İçinde bulundukları cemiyetlerin gelecekleri hakkındaki düşünceleri, cemiyetleri geleceğe hazır halde tutarlar. Bu çerçevede aydınlar gelecekle ilgili düşünceleri ve kurguları ile bir yarışın var olduğu izlenimini veren Dünya güçler arenasında cemiyetlerine zaman kaybı yaşatmamış olurlar. Yani, bugün yaşanılanlar, aydınların geçmişteki düşünceleri, kurguları, öngörüleri idiler. Her cemiyetin aydınlarının bu fonksiyonları icra etmesinin beklendiği gibi, Osmanlı Aydınları’ndan, Türk Aydınları’ndan da bu fonksiyonlar beklenirdi. Belli ölçülerde Osmanlı ve Türk Aydınları, bu beklenilen fonksiyonları icra etmişlerdir de. Bu noktada Osmanlı Modernleşmesi başta olmak üzere, yenileşme hareketlerinin başladığı dönemlerden itibaren Osmanlı toplumuna yeni ufuklar kazandırmaya çalışmışlardı. Bu çerçevede Defterdar Sarı Mehmet Paşa’dan Koçi Bey’e, Kınalızade’den Ömer Talib’e tüm aydınlar Osmanlı Devleti’ne yol çizmeye, karşısına çıkacak tehlikeler hususunda onu hazırlıklı olmaya çağırmışlardı. Bu uyarılar hususunda, bu uyarıların isabetli olup-olmadığı, devletin bunları dikkate alıp-almadığı değerlendirmelerinin yanı sıra son dönemler sayılabilecek Meşrutiyet dönemi aydınları da devlete bazı uyarılarda, hatırlatmalarda bulunmuşlardı. Yaşadıkları dönem itibariyle bir bakıma, Tanzimat dönemi aydını da denilebile10 cek Meşrutiyetçi aydınlar, Devleti içine düştüğü gerilemeden-inkırazdan kurtarmak için o zamana kadar öne sunulan ıslahat çarelerine ilaveten yeni bir ıslahat teklifi ile öne çıkıyorlardı. Onlara göre, Meşruti idare tarzının devlet yönetiminde uygulanması olarak özetlenebilecek bu ıslahat önerisi ile devlet içine düştüğü bunalımdan kurtulacaktı. Meşrutiyetçi aydınlar, kendilerine kadar uygulamaya konulan ıslahatların başarılı olamamalarının hatta ıslahat tekliflerinin ortaya atılmasına neden olacak devletin inkırazının ortak nedeni: Devletin kanunlarından tavizlerin verilmesi ve ıslahat tekliflerinin uygulanamaması, onların ihlal edilmesi idi. Onlara göre kanunlardan verilen bu tavizler olmasa, kanunlar ve ıslahat teklifleri uygulanma şansı bulsa, devlet inkırazdan kurtulabilecekti. Meşrutiyetçi aydınlar, kanunlara uygulanma şansı kazandırabilecek olan meşruti idare ile ayrıca, yine devletin başına problemler açan, yabancı devletlerin müdahalelerinin son bulması, bürokrasinin canlılık kazanması, Osmanlı’dan bağımsızlık türü hareketlerin son bulması, halkın devlete olan soğukluğunun giderilmesi gibi problemlere de çare bulunulacağını düşünüyorlardı. Aslında “ Yeni Osmanlılar” ismiyle de bilinen Ali Suavi, İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Meşrutiyetçi aydınlar meşruti idare ile halkın yönetime katılmasının sağlanması ile yönetime dinamizm gelecek ve bir kontrol mekanizması tesis edilmiş olacaktı. Bu çerçevede, Devletin bozulmaya yüz tutmasının da, daha önce uygulanma şansı bulamayan ıslahat hareketlerinin başarılı olamamasının da ortak nedeni kontrol mekanizmasının olmaması idi. Aslında kontrol mekanizmasını sağlayan teftiş sistemi Osmanlı Devleti’nde yok değildi. Var olan bu teftiş sisteminin başarılı olamamasının nedeni, bu sistemin de layıkıyla uygulanamaması-ihlal edilmesi idi. Çünkü ihlali yapan da ve bu ihlali teftiş edecek olan da memur olduğu için, kontrol beklenen kurumda, kontrol vazifesi uygulanmayarak yeni bir ihlalle karşılaşılmasına yol açılıyordu. Bunun için ihlali yapanla, kontrolü yapan kişilerin aynı sıfatta kişiler olmaması veya diğer bir ifadeyle ihlali yapanı kontrol edecek konuma, o ihlalden mağdur olacak olan kişinin getirilmesi gerekiyordu. Böylece ihlali yapacak olan memura, bu ihlalden mağdur olacak kişi taviz vermeyecek ve bu otokontrol sistemi içinde devletin kanunları ihlal edilmeyecek, böylece de devlet sistemine dinamizm gelecekti. Meşruti idareyle de, kontrol mekanizmasına halkın vekili sıfatıyla seçilmiş vekiller gelecek ve bu anlamda ihlalden mağdur olacak olan ve bu muhtemel mağduriyetten dolayı asla bu ihlale göz yummayacak olan halk gelmiş olacaktı. Öte yandan 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasından beri başta Rusya olmak üzere yabancı güçler Osmanlı’nın içişlerine müdahale ediyor, devleti kendi aleyhine tavizlere zorluyordu. Bu tür müdahalelere karşılık Yeni Osmanlılar da, büyük TARİHTEN NOTLAR devletlerin, Osmanlı vatandaşları olan Hıristiyanların haklarını koruma bahanesiyle, onları, nihayetinde bağımsızlığa götürecek imtiyazlar koparması ile devletin büyük oranda güç kaybına uğradığını iddia ediyorlar, bunun önlenmesi için de meşruti idareyi bir de bu açıdan, bir çare olarak düşünüyorlardı. Onlara göre, meşruti ile temsilcilerini meclise vekil olarak gönderen gayrimüslimler, haklarını vekilleri vasıtasıyla arayabilecekler ve böylece gayrimüslimlerin hakları ihlal ediliyor bahanesiyle büyük devletler Osmanlı Devletinin içişlerine karışamayacaklar, bunu gayrimüslimler lehinde lüzumundan fazla, hatta onları bağımsızlığa götürecek kadar kullanamayacaklardı. Hatta meşruti idarenin tesisi ile yabancı müdahalesinin son bulacağı gibi, yine gayrimüslimlerin hakları ihlal ediliyor bahanesi ile silaha sarılan, özellikle Bulgar ve Makedon çetelerinin silah bırakacağına bile inanıyorlardı. Buna göre meşruti idarenin tesisi ile gayrimüslimler, vekilleri vasıtasıyla haklarını alacaklar, ve böylece silahlı çete faaliyetlerine bile gerek kalmayacaktı. Yine bu çerçevede meşruti idarenin tesisi ile Müslüman ahali de meclise vekillerini gönderecek, merkezdeki en alt düzeyden en üst düzeye kadar memurlar ve taşradaki ayan, eşraf, ağa, mütesellim gibi ileri gelenler ve taşradaki memurlar halkın haklarını ihlal edemeyecek ve böylece de tüm Müslüman halklar da küs olmayacak ve devletine bağlanacaktı. Yeni Osmanlılar, meşruti idarenin tesisi ile bu faydaların oluşacağına gerçekten inanıyorlardı. Yeni Osmanlılar, meşruti idareden bu faydaları beklerken, Osmanlı toplumunun yapısını layıkıyla bilmediklerinin farkında değillerdi. Meşruti idarenin diğer faydaları bir yana, dış müdahale ve terörizme bile bir son vereceğine duyulan inanç, biraz fazla iyi niyet taşıyor gibiydi. Çünkü bu beklentiler, meşruti idareyle gerçekleşmediği gibi daha kötü sonuçlara bile yol açmıştı. Mithat Paşa’nın savaş taraftarlığına karşılık tahta yeni geçen Abdülhamit’in savaşa karşı olması savaşı önleyemeyince, savaş kararı meşruti idare altında oluşturulan olağanüstü bir mecliste görüşülmüş ve 93 Harbi’ne(1877-1878 OsmanlıRus savaşı) karar verilmişti. Halbuki meşruti idare olmasaydı, Osmanlıya çok ağır maliyetler veren bu savaş vuku bulmayacaktı. Çünkü tahta henüz çıktığı o zamanlarda, bugünkü popüler ifadeyle iktidar olan fakat muktedir olamayan Padişah ve bürokratları savaşa karşı iken, başta Sadrazam Mithat Paşa olmak üzere, o zamanın gerçek muktedirleri olan meşrutiyetçiler, savaş taraftarı idiler. İşte I. Meşrutiyet’i Osmanlı’ya kabul ettiren Meşrutiyetçiler, Devleti Osmanlı-Rus savaşına sokmakla Romanya, Sırbistan, Karadağ gibi büyük toprak parçalarının kopmasına, Balkanlardaki diğer toprak parçalarının özerk yapı kazanmasına, Ermeni meselesinin ilk defa resmi bir anlaşmaya konu olmasına yol açmış oluyorlardı. Bu problemler sanki yaşanmamış gibi, Osmanlı’nın başına böyle bir gaileyi açan I.Meşrutiyet’ten sonra, II.Meşrutiyet’le ise Bulgaristan, Doğu Rumeli, Bosna-Hersek, Girit, Kıbrıs gibi çok önemli toprak parçaları kaybedilerek devletin başına bir başka büyük problem açılmış oluyordu. Yani II. Meşrutiyet’in sadece ilanıyla, ne, büyük devletlerin müdahaleleri ne, terörizm faaliyetleri bitiyor, tam tersine sadece bir rejim değişikliği ile devlet, herhangi bir savaş yapılmadan, tek bir kurşun bile atılmaksızın çok büyük toprak parçaları kaybediliyordu. Devletin problemlerine çözüm olarak düşünülen meşrutiyet, devletin felaketi haline dönüşmekle belki de dünya tarihinin bir trajikomik ilk olayı haline geliyordu. Yine Osmanlı’nın yıkılması ile sonuçlanan I. Dünya savaşına dahil olma süreci de Meşruti idarenin bir sonucu olan İttihat Terakki iktidarının ferasetsiz ve diktatörce adımları sonucu gerçekleşmişti. 1. Bölüm Sonu... 11 TESPİT Yanlışlarımızı Düzeltelim Yaşadığımız coğrafyada Müslüman adet ve gelenekleri uygulanmakta, ibadetlerine devam edilmektedir. Bunlardan bir tanesinde erkek çocukların sünnet ettirilmesidir. Konuya adet, gelenek, ibadet kavramıyla başladım. Acaba çocuklara sünnet yaptıranların amaçları ne?, niyetleri ne? Herkes kendi içindekini bilir(Ameller niyetlere göredir, kişinin kazancı niyetine göredir.). Sünnet cemiyetleri öyle hale geldi ki; ibadet maksadından uzaklaşıldı. İsraf, haram, bidatler aldı başını gidiyor. Davetiyelere peygambere ümmet olmaktan bahseden ifadeler kullanılıyor ama sünnet ruhuna aykırı davranışlar sergileniyor. Sünnet yapmaya karar veren aileler, yıllar önceden hazırlıklara başlıyor. Ev dekorasyonu değiştiriliyor, ev yenileniyor, kılık kıyafetler hazırlanıyor(yakın çevre de dâhil.). Salonlar tutuluyor, çocuklara bir daha kullanmayacakları pelerinli, fesli, yaldızlı elbiseler giydiriliyor. Hatta ilginçtir çocukların sünnet kesimleri haftalar, aylar, hatta bazen yıllar önce yapılıyor. Davetiyeler basıldı, üzerinde değişik mesajlar, “gelmezseniz darılırız” türünden falan!. Düğün günü geldi, gerginlikler, kırgınlıklar, yorgunluklar takılar. Bir de; “kim ne getirdi, ne taktı” takipleri. “Daha önce bize gelmişti, ne takalım” kıyaslamaları. Hele bir de o hafta sık 12 düğünler var ise hatır için gidip görünmeler ve müsaade istemeler veya zarf göndermeler. Düğün sahiplerine bilgi olsun diye aktarayım. Düğünlerin külfetinden olacak birisi Sakarya’nın değerli hürmet edilen Ahmet Tomar Hoca efendiye şu soruyu yöneltiyor. _“Hocam sünnet düğünleri o kadar çok oluyor ki, çok meşgul oluyoruz, meşakkat getiriyor ve maddi olarak külfet getiriyor. Bu durumda ne yapalım? _“Çağrıldığınız meşru düğünlere gidin. Sünnet cemiyetine para vermeseniz de olur. Evlilik düğünlerine hediye verip destek olunuz.” demiştir. Maalesef sünnet düğünlerini asıl maksadından uzaklaştırıp ticarete çevirmeyelim. İslam’ın ruhundaki sünnet uygulamasına ve merasimine gelince, önce sünnet ismini değiştirelim. Erkeklerin uzuvlarının kabuğunun kesilme işlemine HITAN denir. Yani sünnet diye yerleşen uygulamanın adı HITAN’dır. Değişik zamanlarda uygulamalar yapılmış ve kayıtlara geçmiştir. Diğer dinlerde de uygulamaları yapılmaktadır. 7 günlükken kesilebilir, hükmünden, ergenleştikten sonra kesilmelidir denecek kadar geniş yorumlanmış, hükümleri mevcuttur. 7 günlükken kesilirse sinirler oluşmadığından ağrı hissedilmez, kılcal damarlar oluşmadığından kan akmaz. Hatta bir hatıramı nakledeyim. Bir çocuğumun 7. günü saçlarını akika niyetle kesiyordum. (Akika: çocuğun 7. günü saçını kesmek, ağırlığınca altın infak etmek sünnettir; ayrıca akika kurbanı da kesilir). Ense kısmındaki deri katlı olduğundan saç derisi makas arasında sıkıştı, ben çocuğun feryat etmesini beklerken çıt sesi dahi çıkmadı. Yıllar sonra bu hıtan araştırmasında rastlayınca öğrendim. Meğer çocuk 7. gününde sinirler oluşmadığından acı hissetmemiş. Çocuğun ergenleşince hıtan yapılmasını savunan görüş te var. Onların iddiası şu: Hıtan yaptırmak bir ibadettir. Çocuk ibadetle mükellef olmadığından çocuğa açı çektirmeye gerek yok, ergenleşince kendi bilinciyle yaptırsın diyenler vardır. Görüşlerin ortası ve makul gözüken şudur: Çocuk bu ibadeti farkına varınca yaptırılsın. Psikolojik sıkıntıya da sokturulmasın. Yani makul yaş olarak 7 yaşları tavsiye edilmiştir. Türkiye’de; uygulanmasa da bazı ülkelerde kız çocuklarının hıtan uygulaması yapılmaktadır. Peki, cemiyet yapılması yani ikram yapılmasının uygulaması nasıl olmalı? Günümüzde sıkıntı olan, meşakkat veren asıl soru bu. Asrı saadette değişik uygulamalar yapılmıştır. Sadece hıtan yapanlar mevcutken, hıtan yaptırdığı halde, bazı gücü yetenler ikramda bulunmuş. Allah Resulü Muhammed(SAV) ikisine de yorum getirmemiştir. Bizim günümüzdeki tespit ve tavsiyemiz şudur: Her şey ibadet niyet ve manasında yapılmalıdır. Haramdan, israftan, bidatlerden uzak kalınmalıdır. Hıtan uygulaması sünnet iken, farz olan bir ibadetten bahsetmek istiyorum. Bizleri yaratan rabbimiz öncelikle kendisinin tek ilah olduğuna iman etmemizi istiyor. Kendisinden başka ilah edinilmemesini ve kendisinden başka tapınılacakları reddetmemizi, kendisine kulluk yapmamızı bizden istiyor. Kulluğu da peygamberinden öğrenmemizi ve onu takip etmemizi tavsiye ediyor. Allahın istediği ve Rasulullah’ın mücadelesinde ilk istenen, öncelik iman edilmesidir. İmandan sonraki ilk ibadette namazdır. Kur’an’daki ayetlerde de iman edin, namaz kılın buyuruyor. Bizler Rabbimize kulak verelim, gereğini yerine getirelim. FAALİYETLERİMİZ İlk Namaz Bizleri yaratan rabbimiz öncelikle kendisinin tek ilah olduğuna, iman etmemizi istiyor. Kendisinden başka ilah edinilmemesini ve kendisinden başka tapınılacakları reddetmemizi, kendisine kulluk yapmamızı bizden istiyor. Kulluğu da peygamberinden öğrenmemizi ve onu takip etmemizi tavsiye ediyor. Allahın istediği ve Rasulullah’ın mücadelesinde ilk istenen, öncelik iman edilmesidir. İmandan sonraki ilk ibadette namazdır. Kur’an’daki ayetler- Peygamberimiz Hz Muhammed (SAV)’buyuruyor: “Hepiniz çobansınız, güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın evinden sorumludur. O halde hepiniz çobansınız, eliniz ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz.”(Buhari – Müslim) “7 yaşına gelince çocuklarınıza namazı öğretiniz. 10 yaşına vardıklarında kılmazlarsa dayak vb. şekillerle cezalan- Bizim Peygamberimizin getirdiklerini uyguladıklarına cevabımız (Anam, babam sana feda olsun ya Rasulullah)tır. Yine yaşadığımız toplumda bazı önemli günlerde kutlamalar, kokteyller düzenlenir. Doğum günleri kutlanır. Çocukların doğum gününde arkadaşları, akrabaları, akranları, sınıf arkadaşları, apartman komşuları çağırılır, pastalar kesilir, ikramlar yapılır, hediyeler verilir. Diğer çocukların önemli gününde yine toplanılır aynı uygulamaya devam edilir. Bizler diyoruz ki; en önemli vazifemiz kulluğumuz olan namaz başlangıcını bir merasim haline getirelim. Adını koyalım İLK NAMAZ; çocuğumuzun, ailemizin en önemli günü olsun. Dostlarımızı, sülalemizi, apartman sakinlerini, sokak komşularımızı, çocuğumuzun akranlarını, arkadaşlarını çağıralım. Bu günün çok önemli bir gün olduğunu hissedelim, hissettirelim. İkramlarda bulunalım. Hediyeler verelim. Dualar edelim. Hayatımızın rehberi Peygamberimizin tavsiyesine uyarak 7 yaşındaki geleceğimiz olan çocuğumuza namazı öğretmeye başlayalım. “7 yaşına gelince çocuklarınıza namazı öğretiniz. 10 yaşına vardıklarında kılmazlarsa dayak vb. şekillerle cezalandırınız. Oğlan ve kız bir yatakta yatıyorlarsa yataklarını da 7 yaşında ayırınız.” (Ebu Davut) de de iman edin, namaz kılın buyuruyor. Bizler şimdi Rabbimize kulak verelim. Gereğini yerine getirelim. [ Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıtı İnsan ve taşlar olan ateşten koruyunuz.] (66 Tahrim – 6) [ Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et.] (20 – Taha 132) Hayat kitabımız Kuran’da bunlar buyruluyor. dırınız. Oğlan ve kız bir yatakta yatıyorlarsa yataklarını da 7 yaşında ayırınız.” (Ebu Davut ) Önderimiz Allah Resulü de böyle tavsiye ediyor. Haydi, gereğini yerine getirelim. Sünnet (hıtan) merasimi için yapmış olduğumuz bir sürü masraf, emek, zaman ayırmamız var. (Kesinlikle sünneti hafife almak olarak anlaşılmamalı). Namazın ne olduğunu, nasıl hazırlanıldığını, nasıl kılındığını onun anlayacağı seviyede anlatalım, idrak edeceği şekilde anlatalım. Kendimiz uygulayarak örnek olalım. Beraberce güzelce tatbik edelim. Hediyemiz olan küçük boy özel seccadesinin verelim, erkek için takkesini, kız için başörtüsünü takalım. Tespihini, resimli abdest - namaz kitapçığını ve elif cüzünü takdim edelim. Ayrıca davetliler, diğer hediyeleriyle çocukları mutlu edebilirler. Ebeveyn de davetlilerine ikramda bulunsun. 13 FAALİYETLERİMİZ Ailesine şunu tavsiye ediyoruz. Bu seccade devamlı kendiniz namaz kıldığınızda yan tarafa çocuğunuzun seccadesini de serin o dilediği zaman gelsin. Orada size eşlik etsin. Abdest almasını güzelce öğretiniz. Namaz kılma alışkanlığı kazandırınız. Elif cüzünden de Kur’an okumasını öğretiniz. Size 3 yıl zaman tanıyoruz. 3 yıl sonra tekrar geleceğiz, geldiğimizde HAKİKİ NAMAZ başlamış olacak. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed’in(SAV) tavsiyesine uyacağız. “Çocuk 10 yaşına gelince namaz kılmazsa dayak v.b şekillerle cezalandırınız.” Çocuğuna 7 yaşında namaz eğitimi başlayan aile 10 yaşında artık alışkanlık haline gelen namaz kılmasını birlikte uygulayacağız. 3 yıl önce birlikte kılarak öğretmiştik. Ailesi 3 yıl boyunca sistemli olarak öğretecekti. Artık 10 yaşında kendisi kılacak seviyeye gelen çocuk namazını kendi isteğiyle ve kendi kendine kılabilecekti ve bunu büyüklerine gösteriyor. Ne mutlu; namazla başlayan, geli- 14 şen gençliğe. Ne mutlu; namaz kılan evlada sahip olan aileye. Ne mutlu; Allah’a kullukla gelişen nesle sahip olan, topluluklara. larınızın da İLK NAMAZ merasimini gerçekleştirelim. Müftülerimizi, imamlarımızı, büyüklerimizi, anneleri, babaları bu kampanyaya sahip çıkmaya ve yaymaya davet ediyoruz. Çocuklarımıza namaz alışkanlığını kazandırmak için sevgili Peygamberimize tabi olalım. Allah’ta size yardım etsin. (47 Muhammed–7)-(22 Hac–40) • İlk namazı, me�asim haline getirelim. • Hakiki namazımız, hayatımızın dönüm noktası olsun. • İlk Kur’an okuyuşumuzu, unutmayalım. • İlk hatmimizi unutmayalım, unutturmayalım. • İlk orucumuzu, özel iftar şöleniyle kutlayalım. • Tam tutulan �amazan ayı orucumuzu, unutulmaz yapalım. • İlk tesettüre bürünüşümüzü, unutulmaz günler arasına koyalım. Sünnetle (hıtan) ilk namaz bağlantısını hem kıyas yapmış; hem de önemini vurgulamış oluyoruz. 7 yaşında İLK NAMAZ’la çocuğumuza namazı öğreteceğiz. Namaza başlatacağız. 10 yaşında HAKİKİ NAMAZ’la çocuğumuzu Allah’a kulluk yapan nesiller haline getireceğiz. Çalışmak bizden, neticeye ulaştırmak Allah’tan. Ailelere tavsiyemiz bunu kendiniz uygulayabilirsiniz. Ayrıca bu uygulamamızı yaygınlaştırmak istiyoruz. Bizleri arayın yaş seviyesi uygun olan çocukların 7. yaş gününde evinizde ziyaret edelim. Sizlerin çocuk- Bu günler bizim özel günlerimiz olsun, hasretle beklediklerimiz hayırla yâd ettiğimiz, mübarek dini günlerimiz olsun. FAALİYETLERİMİZ SADAKAT Geleneksel İftarını Kenpark’ta Yaptı Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) gönüldaşları gelenekselleşen iftarlarını geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Kent Park’ta gerçekleştirdi Sakarya’da faaliyet gösteren birçok İslami kuruluşun oluşturduğu çatı yapılardan Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) gönüldaşları toplu iftar programı çerçevesinde Kent Park’ta buluştular. Gösterişten ve israftan sakınılarak ailelerin bir araya gelmeleri, tanışmaları ve kaynaşmaları arzulanan buluşmada; SADAKAT ’a bağlı çeşitli kuruluşlara üye aileler, iftarı kendi hazırladıklarıyla yaptılar. Ücretsiz çay servisinin yapıldığı iftarda çocuklara ise dondurma ikram edildi. SADAKAT ’in ikinci Ramazan programı ise toplu bayramlaşma merasimi oldu. 15 FAALİYETLERİMİZ Ramazan Faaliyetlerimiz Ramazan ayının ilk günlerinde Ribat Eğitim Vakfı kurucu Abdullah BÜYÜK hocamız Sakaryalılarla buluştu... Ribat Eğitim Vakfı kurucusu Abdullah BÜYÜK hocamız Ramazan’ın ilk haftasında Sakarya’daydı. Üç günlük ziyareti boyunca sivil toplum kuruluşları, vakıf gönüllüleri ve Sakarya eşrafıyla ziyaretleşmeler ve iftar programları düzenlendi. Ramazan ayının manevi ikliminde gerçekleşen buluşmalarda dünya çapında Müslümanların son durumlarıyla ilgili bilgi alışverişinde bulunuldu. SADAKAT Bayramlaşması Sakarya’da faaliyet gösteren İslami kuruluşların ve STK’ların ortak çatı organizasyonlarından olan SADAKAT (Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu) bayramlaşma merasimini Büyükşehir Belediyesi’nin yanındaki park alanında gerçekleştirdi. Ailece yapılan bayramlaşmada alanda geniş bir halka oluşturulurken, misafirlere çikolata ve gülsuyu ikramı yapıldı. SADAKAT ’in gelenekselleşen bayramlaşma merasimi, ümmetin birliği, kurtuluşu ve özgürlüğü için yapılan duanın ardından son buldu. Tavaf ve Sa’y Duaları Başta ADABÜLTENİ okurları olmak üzere kutsal Hac ve Umre yolculuğuna çıkacak Müslüman kardeşlerimiz için Peygamber Efendimizin dilinden Tavaf ve Sa’y duaları hazırladık. Hac ve Umre yapan kardeşlerimizin yakından bildiği gibi Tavaf ve Sa’y’da “kaçıncı tavaftayım”, “kaçıncı sa’y’ı yapıyorum” düşünesi huşuyu etkilemektedir. Hazırladığımız kitapçıkla bu endişeyi gidermeye çalıştık. ADABÜLTENİ okurlarımıza bu sayımızla birlikte hazırlamış ol- 16 duğumuz bu kitapçığı ücretsiz olarak hediye ediyoruz. Ayrıca dileyen herkes Ribat Eğitim Vakfı Adapazır Şubesi’ne ulaşarak bu kitapçıklardan ücretsiz olarak alabilirler. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında maddi ve manevi katkıda bulunanlardan Allah razı olsun. En ufak gölgenin aranacağı günde bu çalışmanın bereketi onların üzerine gölge olsun. Amin Abdullah BÜYÜK hocamız ayrıca artan zamanlarda televizyon ve radyo programlarıyla diğer Sakarya’lı hemşehrilerimize hitap etti. KAVRAMLARIMIZ Sahir AKÇA Ribat Murabıt Ribat ismi maddî ve manevî birçok mânalarda da kullanılmıştır. Ordugâh, Kasır, Sınır Karakolu, Müstahkem Mevkî, Sınır Tekkesi gibi maddî yerler yanında, gönlü sevgiliye bağlayan, sevgi, bir namazdan sonra başka bir vakit namazını bekleme, birinin kalbine sabır sebat vererek kuvvetlendirme, cesur, kuvvetli-metin kalpli olma, korku anında temkinli-cesur olup kaçıvermeme gibi manevî anlamlarda da kullanılmıştır. Hep heyecanlanmışımdır bu kelimeleri duyduğumda veya okuduğumda. Tabiî ki bu hâl bana kelimelerin kavram ve manalarını öğrendikten sonra oldu. Aslında bu kelimeler biz Müslüman toplumlara hiç yabancı değildir ve gelmemelidir de. Ne çâre ki bilmem kaç senesinde bir gecede câhil bırakılışımızın bir neticesi olsa gerek bu unutkanlığımız veya yabancı gibi kalışımız. Bizim Vakıf çalışmalarımızın ismi olan ve bu çalışmaların ürünle- rinden biri olan Adabültenimizin sâhipliği de bu isim iledir. Biliyorsunuz ki bu isim; “Ribat Eğitim Vakfı”dır. Muhataplarımızın karşılarına bu isimle çıktığımızda bizlere sorulan soruların başında gelen ise; “Ribat ne demek, açılımı nedir? Onlar şöyle zannediyorlar; Ribat birkaç kelimenin kısaltılarak aldığı bir hâldir. Biz bir vakıf olduğumuz ve vakıf, dernek sendika, vs. isimleri genelde kısaltılarak uygun-hoş bir kelime şeklinde beyan edildiğinden muhataplarımız da bizim ismimizi öyle zannediyorlar olsa gerek. Oysa ki bu isim Kur’an-ı Kerîm âyetlerinde ve Hadis-i Şeriflerde geçmektedir. Tabiî ki bunlara bağlı olarak İslâm Tarihi literatüründe de önemli bir yeri ve zamanı tutmaktadır. Rabbimiz bizlere Kur’an-ı Kerîm’in El-Enfâl Sûresi 60. âyetinde: “Siz de onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp (Ribat) beslenen atlar (süvari atları) hazırlayın ki, bununla Allah’ın düşmanını ve sizin düşmanınızı ve 17 KAVRAMLARIMIZ 18 bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve size asla zulmedilmez.” ve Âl-i İmrân Sûresi 200. âyetinde de: “Ey iman edenler sabredin, sebat gösterin, Ribat yapın-Murâbıt olun (Allah yoluna sımsıkı bağlı kalın - Allah’ın düşmanlarını gözetleyerek hudutlarda kalın, ikâmet edin) ve Allah’tan korkun ki felah bulasınız - kurtuluşa eresiniz.” diye buyurmaktadır. Hadis-i Şeriflerde ise; Allah yolunda savaşmak için atların hazır tutulması anlamında kullanıldığı gibi daha çok da nöbet tutmayı ifade etmektedir. “Allah yolunda bir gece nöbet (Ribat) beklemek bir ay’ı oruç ve ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada yaptığı ameli ve Ayrıca Ribat ismi maddî ve manevî birçok mânalarda da kullanılmıştır. Ordugâh, Kasır, Sınır Karakolu, Müstahkem Mevkî, Sınır Tekkesi gibi maddî yerler yanında, gönlü sevgiliye bağlayan, sevgi, bir namazdan sonra başka bir vakit namazını bekleme, birinin kalbine sabır sebat vererek kuvvetlendirme, cesur, kuvvetli-metin kalpli olma, korku anında temkinli-cesur olup kaçıvermeme gibi manevî anlamlarda da kullanılmıştır. Ancak anlaşılacağı gibi bugün bu mâna ve mefhumlardan maalesef bîhaber olduğumuzdan veya bırakıldığımızdan bize en çok sorulan sorulardan olmaktadır. Bir Müslüman olarak bütün bu güzel hasletlere sâhip olan ve bu güzellikleri de amele döken, hayatına aksettiren yâni fiilen yaşayan güzel rızkı devam eder. Kabir azabından da emin olur.” (Buhari, Cihad, 73; Müslim, İmare, 163; Nesai, Cihad, 39.) “İki göz vardır ki onlara ateş değmez. Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz.” (Tirmizi, Fedâila’l-Cihad, 12.) Fıkıhçılar ise; “Ribat, Müslümanları kâfirlere karşı korumak için sınırlarda beklemektir. Sınır ise, halkın düşmandan korkusu olduğu her yerdir.” Demişlerdir. Ribat; Müslüman süvarilerin atlarını bağlayıp nöbet tutmaları olayından adını aldığından sınırlarda at bulunsun bulunmasın nöbet tutmak için oluşturulmuş mekânların adıdır. insanlara da Murâbıt denmektedir. Kim böyle güzel, asil, övülmüş, Allah ve Rasûlünün takdir ve tasvibini almış kişi olmak istemez, bir mü’min olarak? Kim o güzel amelleri işleyip, gönlünü o mânevî iklimlere açmak istemez, bir mü’min olarak? Şöyle bir düşündüm de, bizim ülkemizde de böyle güzel insanlar yaşadı mı diye? Hemen aklıma Kur’an kalesinin Murâbıtı Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretleri, iman kalesinin Murâbıtı Bediuzzaman Said Nursî Hazretleri, tasavvuf kalesinin Murâbıtlarından bir M. Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri, bir M. Zâhid KOTKU Hazretleri, mücâdele kalesinin Murâtıbı Şeyh Said Hazretleri, ayrıca Kur’an müfessiri Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Kur’an Şa- iri M. Akif ERSOY gibi daha birçok yazar, düşünür, fikir ve dava adamı muhterem zevat sökün ediverdi. Burada ismini zikretmemiş olduğum birçok merhum ve yaşayan bütün Murâbıtlarımızdan Allah râzı olsun ve sayılarını çoğaltsın. Çünkü bunlar bizlere fikir ve yaşantıları ile örnek ve önder olan şahsiyetlerdir. İşte ben bu mânaları öğrenip anladıktan sonra ne zaman Ribat ve Murâbıt sözlerini yâni bu kavramlarımızı duyuyorum, hep heyecanlanıyorum. Hele de sevgili hocam, değerli insan, dava ve gönül adamı, “ Vakıf İnsan” Muhterem Abdullah BÜYÜK Hocaefendinin “Murâbıta Notlar” eserini okuyup, kendimi muhatap sandıktan sonra! Bu da şu sebepten olsa gerek: Ben de bir Murabıt olabilir miyim diye? Önce bir Dergi, daha sonrada bir Vakıf olarak bütün Türkiye insanlarına hizmet saadetinde çaba sarfedenler, bu ismi gerçekten çok ama çok yerinde ve mâna itibariyle de çok isabetli bir şekilde tesbit ederek hizmetlerinin ism-i hârikaları olarak seçmişler. Ben şahsen hem bu isimle bizi tanıştırdıkları hem de hizmetlerini bu ismin mâna ve mefhumuna uygun bir şekilde canla başla ülkemizde ve de şimdi de dünyada temsil ettikleri için bu ismin bânî veya bânîlerine müteşekkirim. Evet, yıllardır tanıyıp ve hizmetlerini takdir ile takip ettiğim “Ribat Dergisi” ve “Ribat Eğitim Vakfı” kurucusu ve yöneticileri yukarıda izahına çalıştığımız minval üzere hizmetlerine devam etmektedirler. Bu güzelliklerden şehrimizde nasiplenmektedir. 1995 yılında faaliyete geçen Vakıf Şubemiz, hem Ribat Dergisinin temsilciliğini yapmakta hem de Vakfın kuruluş amacı çerçevesinde hemşehrilerimize hizmet etme gayretindedirler, İnşâallah aynen Ribat’ın mânasına uygun bir şekilde. ADA’DAN PORTRELER Adapazarı Semalarında Bir Yıldız; Fahri TUNA Cevdet Hoca ( Şimşek) Adapazarı ne zaman aydınlanmış, “elektrikle” caddeleri, sokakları ne zaman ışıklandırılmış dersiniz? 1926. Ama Adapazarı’mızı bir de “manen aydınlatanlar” vardır. Onların başında da Cevdet Hoca gelir. Peki kimdir Cevdet Hoca? Nerelidir? Nerede doğmuştur? Adapazarı’na ne zaman gelmiştir? Adapazarı’nda ne gibi bir misyonu yerine getirmiştir? Nerede nasıl ölmüş, nereye defnedilmiştir? Aileden kimler vardır? İlginçtir; Cevdet Hoca’nın Gölcük’ten Adapazarı’na yerleşmesi de 1926 yılındadır; demek ki şehrimizde “fiziki” ve “manevi” aydınlanma aynı yıllarda başlamıştır. BATUM’DAN GÖLCÜK HASANEYN KÖYÜNE “İnsanların olduğu gibi devletlerin de kaderi vardır” denir; Osmanlı devleti artık miadını doldurmak üzeredir; 1875’ler... Balkan ve Kafkaslarda büyük sosyal problemler yaşanmaktadır; bizim birer sancağımız, eyaletimiz hatta vilayetimiz olan ülkeler bir bir elimizden çıkmaktadır. İşte o günlerde – muhtemelen – 1293 yılında (187778) Osmanlı-Rus Harbi’nde Gürcistan Batum’da mukim Hüseyin Efendi, kendi durumundaki binlerce kişi gibi, ailesini alır Dersaadet’e (İstanbul’a) sığınır; II. Abdülhamit de onları Kocaeli Sancağı Gölcük İlçesi Hasaneyn Köyü’ne yerleştirir. Hüseyin Efendi’nin burada 3 oğlu doğar: Süleyman, İbrahim Remzi ve Ahmet Cevdet. Yazımızın kahramanı Ahmet Cevdet 1307 (1891) yılında doğacaktır. Hüseyin Efendi, “gözlerinden zeka fışkıran” üç oğlunu da medresede okutmaya kararlıdır; hem de İstanbul’da. Üç kardeş Fatih Medresesinden mezun olurlar. (1) 1926’DA ADAPAZARI VE VAİZLİK DÖNEMİ BAŞLAR. Cevdet Hoca için; 1911’den itibaren 12 yıl sürecek “yedek subaylık dönemi” başlar; bütün Osmanlı erkekleri gibi, üç coğrafyada yedi düvele karşı verilen amansız bir bağımsızlık mücadelesi. 12 yıl sonra İzmit’e döner. Savaş bitmiş, cumhuriyet kurulmuş, çok şükür bağımsızlık korunmuştur. Hüseyin Efendi Ailesi İzmit’te manifaturacılıkla geçimini sağlamaktadır. Bu arada medreseydi, savaşlardı derken Gürcü Cevdet Hocanın yaşı otuzu geçmiştir; Maşukiye’den Çerkes kızı Nuriye Hanım’la evlenir. Ahmet Cevdet “ısrarla” Adapazarı’na yerleşmekten söz etmektedir.1926 yılında Adapazarı’nın kuzey doğu bölgesindeki Savaş Caddesi üzerinde on dönüm arazi satın alınır ve ev yapılarak yerleşilir. Aile ticaret kökenlidir ya; manifatura ve terziliğe devam edilir. İlmi, irfanı ve tatlı sohbeti ile dikkati çeken Ahmet Cevdet ise “merkez vaizi” olarak memuriyete başlar. Orhan Camii, Ağa Camii ve Tozlu Camii’nde erkeklere, İhsaniye (Kırmızı) Camii’ndeyse kadınlara vaaz etmeyi vefat ettiği 1966 yılına kadar – kırk sene müddetle – sürdürecektir. ORTACAMİİ’NDE ÖMÜRBOYU FAHRİ İMAMLIK Bu arada aile, 1934’te çıkan “Soyadı Kanunu” icabı “şimşek” soyadını alır. 1940’ın başları. Türkiye ilginç bir sosyal değişim yaşamaktadır. Ahmet Cevdet Şimşek’in en küçük oğlu M. Selahaddin Şimşek’e kulak verelim: “ Babamdan dinlemiştim. Dönem İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemi. Adapazarı’nda bir tek Orhan Camii ibadete açıktır; diğer camiler imamlık kadrosu bulunmadığı gerekçesiyle kapalıdır. Orta Camiinin, Şehir Bandosu’nun çalışma mekanı olması kararlaştırılmıştır. Bu kararı duyan babam koşar dönemin kaymakamına: - Bu camiiyi niye kapatıyorsunuz? - İmam kadrosu yok! - Peki ben ömür boyu ücret olmadan imamlığı taahhüt etsem, camiyi tekrar ibadete açar mısınız? - Elbette. Bu cevabı alan babam, büyük bir sevinçle meccanen Orta Camii İmamlığı görevine başlar. Babam bu fahri görevi, söz verdiği üzere, ölene kadar da 19 ADA’DAN PORTRELER sürdürmüştü.” (2) Cevdet Hoca’yla birlikte Orta Camii’de güzel ve hoş bir gelenek de başlar: Hatimle teravih kılmak!. 1940’tan bu yana yetmiş bir yıldır devam eden bir gelenektir bu. BÜTÜN HAYIRLI ORGAZİSYONLARIN MERKEZİNDE O VAR Yukarıda anlattığımız üzere; Orta Camiini kapanmaktan o kurtarır. Diğer yandan 1837’de Gubarizade El-Hacc Ahmet Efendi’nin vakfettiği ahşap Tozlu Camii, ki gubari tozlu demektir, 1943 Depreminde yıkılmıştır ve yenide yapılamamıştır. Cevdet Hoca yakın dostlarıyla birlikte bu işe de el atar; 1950 yılında Adapazarı Camiler ve Kuran Kursları Kurma ve Koruma Derneğini kurarlar, 1954’te yeni Tozlu Camiinin temeli atılır, 1963’de inşaat tamamlanır ve ibadete açılır. Sakarya 1. Noterliğince 25 Şubat 1965 tarihinde onaylanan “Adapazarı Tozlu Camii Kebiri ve Külliyesi Te’sis Senedi”nde yer alan mütevelli heyet listesinin 18. sırasında şöyle yazmaktadır: “Kurucu Üye No: 18, Adı Soyadı: Hacı Cevdet Şimşek, Baba adı: Hüseyin, doğum yeri / yılı: İzmit-1307 (1891), Mesleği: Dernek üyesi / vaiz” (3) Bu arada TZDK’nın Çark Caddesi üzerindeki arsasından 10 dönümü İmam-Hatip Okulu açılmak üzere bağışlanmıştır; temel atmak, okulu tamamlamak gerekir; bu hayırlı işin de merkezinde Cevdet Hocayı görürüz; 1956 yılında okulun temeli onun duasıyla atılır. “MAKAMIMIZ BELLİ; GÖRMEK İSTEYEN BUYURSUN” 1960’ların Adapazarı, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, 2. Tümeni teftişe gelir. Gelmişken ablasını, eniştesi eğitimci Celal Akın’ı, bir de “kıtadan askerlik arkadaşı” Cevdet Şimşek’i görmek ister; yaverine emir verir, “bizim kıtada bir yedek subay Ahmet Cevdet vardı, hocadır Adapazarı’nda, bir getirin de hasret gidereyim.” Olayın geriye kalan kısmını küçük oğlu rahmetli M. Selahaddin Şimşek’ten dinleyelim: “ Yaver, sorar 20 soruşturur, babamı fahri imamlığını üstlendiği Orta Camii’nde -adeta bir kütüphane olan- imam odasında bulur. - Efendim, paşam sizi emretti” der. Babam sorar: - Ne yapacakmış paşan beni? - Görmek istiyor efendim, hasret giderecekmiş. -Bizim makamımız belli, görmek isteyen buyursun gelsin” eliyle camiyi göstererek. Ve gitmez Tümene. Babamın yaptığı bir generali ret değildir, bir alimin emirle bir şey yapmayacağı dersidir bir, arkadaşlık eşit şartlar üzerine kuruludur, emirle bina edilemez iki. Çok onurlu adamdı babam.” (2) “SAHİH BİLGİ ZİNCİRİNİN HOCASI” Yerleştiği 1970 yılından bu yana Adapazarı’nı ışık veren Hamza Tekin Hocaefendi “Eskiden Medreselerde diploma değil icazet verilirdi, icazet zinciri de çok önemliydi, Cevdet Hoca sahih bilgi zincirinin devamıdır” (4) derken “Adapazarı’nın Bilgesi” Dr. Sadık Canlı “ben kendisini bizzat tanıma şerefine eremedim ama iki oğlu Sabahaddin ve Selahaddin’i yakından tanırdım. Selahaddin müthiş bir çocuktu; anlatmaya kelimeler yetmez. Cevdet Hoca ve çocukları Adapazarı’na şeref katan insanlardı” (5) diyecek, Sakarya Barosu’nun entelektüel avukatlarından Demrican Dilek de “Cevdet Hoca mükemmel bir insandı, Atlantik Kitabevine sık sık gelirdi, müthiş güzel ve etkili bir üslupla konuşurdu, konuşmasında kitaplardan en ince detaylarla bilgiler verirdi, ben onun gibi çok okuyan ve kitapları seven bir de Osman Naz’ı tanıdım” şeklinde görüş açıklayacaktır. (6) “Ayaklı Adapazarı Arşivi” olarak bilinen Erol Girişken’e göre “Uzun boylu, çok güzel giyinen, çok güzel bir insandı. Yobaz değildi; çok sosyal bir insandı, herkesle görüşür konuşurdu. Orta Camii’nin altında manifaturacılık yapan İdris Amcamla (Nuri, Nedim ve Engin Paker’in babaları) hemen her ikindi sonrası kahve içtiklerini, tatlı tatlı sohbetler ettiklerini hatırlarım ” diyecektir. (7) Kaleci-teknik direktör Ekrem Karaberberoğlu da “Cevdet Hoca, son zamanların Adapazarı’ndaki en iyi din alimiydi. Çok beyefendi bir insandı. Önünden geçemezdik saygıdan. O geçerken esas duruşta dururduk. Şimdi bile içim ürperiyor. Babam da alim biriydi ve çok yakın dosttular” görüşündedir. (8) ORHAN CAMİİ KÜRSÜSÜNDE TESLİM EDİLEN SON NEFES İnanıyoruz ki “nasıl yaşarsak öyle öleceğiz”; “Rabb’inin dinine hizmetle geçen” 75 yıllık ömrünün son günlerinde Cevdet Hoca, bir Pazar günü, her zaman olduğu gibi öğle ile ikindi arası Orhan Camii kürsüsünde vaaz etmekte, nasihatlerde bulunmaktadır. 1949’dan bu yana Adapazarı’nda ikamet eden Tüccar Şaban Üstüner’den dinleyelim: “Kürsüdeki Cevdet Hoca’yı dinliyorduk. Hoca Haccı, Arafat’ı anlatıyordu. Bir ara “hacıları Arafat’ta görüyorum” dedi. Bu son sözü oldu. Son nefesini kürsüde Yaradan’a teslim etti. Kürsüden indirdiler, yıkadılar, bir saat kadar sonra ikindi namaz ardından cenaze namazını kıldık, Yorgalar Mezarlığına defnettik.” (9) Aynı günlerde Sakaryaspor’da forma giyen Zeki Aydıntepe de “Maç bitmişti, duş alıp çarşıya, oradan da camiye gelmiştim. Meğer biraz önce Cevdet Hoca vefat etmiş, cenazeyi hazırlıyorlardı. İkindi sonrası da namazını kılıp defnettik” (10) diyecektir. Evet; 1926-66 arası kırk yılını Adapazarı’nı aydınlatmakla geçiren Ahmet Cevdet Şimşek Hocaefendi, 06 Mart 1966 Pazar günü ikindi namazı sonrası binlerce kişinin kıldığı cenaze namazının ardından, Atatürk Bulvarı, Halkevi, Kavaklar Caddesi, Turan Caddesi güzergahı izlenerek Yorgalar Mezarlığındaki ebedi istirahatgahına defnedilecektir. Adapazarı semalarında bir yıldız gibi parlayan Ahmet Cevdet Şimşek’i, ölümünün üzerinden nice kırk beş yıllar geçse de, verdiği hizmetler, bıraktığı güzel hatıralarla ve fatihalarla anıyoruz. KÖŞE YAZISI Hasan ÇOLAK Mustafa AYDIN Sakarya, Taraklı, Akçapınar köyü 1946 doğumlu Hüseyin ve Emine hanımın yedinci ve son çocuğudur. 1958 yılında köyünde Köy imamı Yakup Duman hocaefendide hafızlık yapmıştır. 1969 yılında Pamukova Çardak köyünde başladığı görevine imam hatip, Geyve Umurbey Köyü imam hatip, Akyazı Gazi Osman Paşa Camii, Adapazarı Ozanlar Camii ve son olarak Orhan Camii müezzinliği görevlerinde bulunmuştur. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bir insanı anlatmak ve yazmak her zaman mümkün olmayabilir. Hasan Çolak hocamız da “kendine münhasır” tavrıyla bir görev ikliminden geldi ve geçti. Hayatının merkezine tek bir kelime yazılacak olsa, o da şu olur sanırım; “NÜKTEDAN” (İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri, ince anlamlı, pek çoğu hoşa giden, gülümseten şakalı söz.) İkinci bir kelime ise ”sabır” olur sanırım. Diğer ifadesiyle “görev hamalı” Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle “İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal, hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal.” Hasan hocam öyle bir görev hamalıydı ki, o görevini sızlanmadan, müşteki olmadan mukaddes bir emanete döndürerek eda etmiştir. Nihat Bülbül’ün ifadesiyle; “Hocamızın merkezi sistemden ezan sesini duydum mu içim rahatlıyor ve şehirde her şey normal seyrinde devam ediyor diye rahatlıyorum” sözüdür. Sanırım hocam kundağından, son ana varıncaya kadar tebessümü ilke edinmiştir. Birinin ifadesiyle; hocam bize ağır konuşsa da O’nun sözü bize dua gibi geliyor olmuştur. Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek Sen derviş olamazsın.. Derviş gönülsüz gerek Yunus ahlâkını daima hayat düsturu edinmiştir. Vücudunun boyunu sesiyle, sesini musikiyle, musikiyi kalbiyle buluşturan bir ruh ahlakına sahiptir. Ömrünün yarısından fazlasını tarihi Sultan Orhan Gazi Camii’nin minaresinde geçiren bir vazifeşinas insandır. Tarihi kaynaklara göre imam ve müezzin olarak dokuz hoca efendiyle beraber görev ifa etmiş, on bir müftüyle hizmette bulunmuş, on binleri aşan cemaate sedasıyla ezan ve kamet i gönüllerine taşımıştır. NÜKTE ÖRNEKLERİ Sabah namazlarında okuduğu mukabele esnasında, bazen cemaatinin hep bir ağızdan hatırlatma yapması neticesinde onlara; “Er- 21 KÖŞE YAZISI kekseniz tek tek gelin” diyerek, bir ağızdan söylemeyin ikazını nükteyle yapmıştır. Bir kandil gecesi ona hitaben; “Hocam namaz için camide yer yok mu?” diyen şahsa; “Musallada dört kişilik boş yer var, istediğine uzanabilirsin” demiştir. “Hocam sen hafız mısın?” diyene “Evet” der. Ve adam camideki bir Kur’ânı eline alır ve bazı ayetleri sorar. Hocamız okuyunca adam; “ Tamam” der. Hocamız; “O Kur’ân benim Kur’ânım, sen kendi Kur’ânından sor” der. Adam “Doğru söylüyorsun” der; fakat sonra her Kur’ânın aynı olduğunu anlayınca nükteye tebessüm eder. “Hocayla kızın nasibinin nerden çıkacağı belli olmaz” sözüyle her an sürprize açık olduğunu ifade ederdi. Namaz kıldırmak için öne çıkan bir müftü efendiye; “Sizin namaz olur; ama cemaatin namazı olmaz” deyince müftü bey; “Neden?” diye sorar. Cevaben; “Cemaat ‘uydum imama’ diyecek siz ise müftüsünüz? Namaz ne olacak?” der. Vali beyle yemek sonrası hesap ödemek için elini cebine atar ve nükteyle; “ Vali bey param yetişmedi, bozuğunuz var mı?” der. Vali bey elini cebine atınca; “Gerek yok tamamladım” nüktesinin sonunda vali bey onu başka bir zaman yemeğe davet eder. Onun nükteleri ikiye ayrılır. Biri naklettiği olay ve fıkralar, diğeri ise bir anda, konuşulan olaya uygun söylediği tebessüm ettirici sözleridir. Evliliği için şöyle der; “Allah’tan pahalı bir kadınla evlenmemişim.” Yani geçimimin kolay olduğunu ifade etmiştir. Cenazeleri için sala okutmaya gelen iki devlet memuru hocamıza sorarlar: “Salayı kaça çağırıyorsun?” 22 Camiden uzak bu insanlar soruyu dahi eksik sorarlar. O da der ki; “Üç boy sala var. Hangisini istersiniz?”. Onlar da “orta boy sala” derler ve fiyatını sorarlar. Hoca; “Okuyalım da anlaşırız.” der. Salayı okur ve yanlarına gelir. “Ben siz misafirsiniz diye birinci sınıf okudum” der. Adamlar şaşkın vaziyette bakarken hocamız onlara; “Biz sizler için varız, geçmişinize rahmet olsun. Bir şey istemez.” diyerek onlarla vedalaşır. Ayağı kesik bir cenazeyi yıkamak için davet edilir. Cenazeyle ilgilenen dostunu teneşirin yanına davet eder. Örtüyü kaldırır ve adamın kesik ayağını göstererek; “Bak adamın bir ayağı yok ama yıkama parasını tam alırım” der. Oradakileri acılı da olsa tebessüme sevk eder. dinleyenleri şaşkına çevirir. Kısa kısa söylediği şiir sözleriyle de gönülleri fethederdi. Hocamız otuz altı yıl Orhan Camii’nde hac ve umre vazifeleri haricinde hiçbir zaman sabah namazına gelmemezlik yapmamıştır. Sabah ezanından önce dört sayfa ve ezandan sonrada altı sayfa okuyarak mukabelesine devam etmiştir. Ayrıca iyi bir vaaz dinleyicidir. Kulağı daima camideki vaazlardadır. Güzel Kur’an okuyanı takdir eder ve değer Hocamızın katıldığı bir engelliler seminerinde, okuduğu Kur’an tilavetinden sonra, panelin yöneticisi sayın profesör şöyle der; “Hocamız hariç hepimiz engelliyiz.” (Yani Kur’ân okumasını bilmeyen engellidir demek istemiştir). Hocamız bunun üzerine söz alır ve “Ben de engelliyim. Zira soyadım ÇOLAK’tır” der. Herkesi kahkahaya gark eder. Böylece mütevazılığini sergiler. DEDESİNDEN TESBİT “İstanbul’da okudum ve biraz bir şeyler öğrendim Taraklı’ya geldim. Bir cemiyette mevlit, ilahi vs. okuyorum ve dedem de bana bakıp başını sallıyor. Okumam bitince dedeme baktım “Aferin” diyeceğini beklerken dedem şunu söyledi: “Evladım rençperin kötüsü bostancı, hocanın kötüsü ise destancı” olur dedi. O gün bu gün destancı olduk. GÖREV ANLAYIŞI Her müezzin aynı zamanda ses özelliğine de önem verendir. Hasan hocamızın sanat musikisi ve ilahi çeşitlerine hâkimiyeti dinleyenlerin malumudur. Toplanılan merasime uygun söylediği ilahiler ve özel sohbetlerdeki sanat musikisi örnekleri verir. Kur’anla edebi bir arada bulunduranlara imrenir ve onlar cennete gitmezse biz nasıl gideriz derdi. İmkânları nispetinde cömert ve ikram ediciydi. Küçük hesaplar yapmazdı. Düğünlere hediye vermek ister veremezse mahcubiyet yaşardı. Cenazelere çağrılmazsa mezarlığa gitmezdi. Sabah saat onda geldiği camiden, gece yatsının edasıyla ayrılırdı. Gelen vaiz efendilere sarık ve cübbelerini ikram eder, onları ve herkesi neşelendirirdi. Önce cami ve vazifesi, sonra evi ve ailesi gelirdi. Kıyafette balo merasimine çıkarcasına gömlek ve kravatta takım elbiseleri imrendirircesine üzerinde taşırdı. İmam odasında dahi ceketsiz durmaz daima şık ve yakışıklı KÖŞE YAZISI olmanın örneği olurdu. İmam odasında ki demlediği “tek karanfilli çayı” içenlerin damağında kalır ve yüksünmeden hizmeti yapmayı severdi. “Hocam camide misin? Çayını içmeye geleceğim” diyene, “Bir şey getirmeden gel” diyerek nükteyle simit vs. almasını temin ederdi. Tevhîd ve İslâm hâkimiyeti dualarının en canlı ve can alıcı noktalarıdır. Akıncı ve mücahit ruhuna sahipti. Yemek duası kendi tarzında idi: “ Yediğimiz aştır yaştır, bizi bu güzel sofralara kavuştur” ifadesiyle yemeği tebessümle sonlandırırdı. Bir dostun ifadesiyle; görünüşü “Marmara Müftüsü” gibiydi. Bir müftü efendinin; “İsteğin var mı?” sorusuna; “Mümkünse siz izine ayrılınca on gün beni müftü olarak bırakın da millet müftü görsün” diyecek kadar söz üstadıydı. Ezan ve salayı ibadet aşkıyla ve usulüyle okur, asla keyfi name ve boğaz oyunları yapmazdı. Akıcı ve canlı; ama daima kalbi olarak okumayı tercih ederdi. tebriği, Din Görevlileri Derneği’nin teşekkürü ve cemaatle helalleşmeyle son bulmuştur. Sultan Orhan Gazi Camii’nde “Ezanı Muhammedi” emanetini muhafaza ve izzetle eda eden Hasan Çolak hocaefendiye cemaatimizle beraber şükranlarımızı arz ederiz. Ve kırk dört yıllık görev hayatı 2011 yılı temmuzun ilk haftasında bir cuma namazı kıldırmasıyla son bulmuştur. Cami imamları Mustafa Aydın, Alaattin Beşel ve Talip Bozkaya’nın konuşmalarıyla Müftü Yardımcısı Muhammed Suiçmez’in 23 KÖŞE YAZISI Hocamızın Son Cuma Hutbesi İslam şehirlerin anası olan Mekke-i Mükerreme de, Allah Resulü Muhammed aleyhisselamın dilinde, Kelimei tevhid ile insanlığa yeniden tanıtıldı ve kıyamete kadar sürecek olan manevi gücüne tekrar kavuştu elhamdülillah. Mekke’de İslâm’ın şiarı ve kutsal çağrısı Bilali Habeşi’nin işkenceler altında dilinden dökülen “EHAD” kelimesi ki Kur’ân’ın ifadesiyle, “KUL HUVELLAHU EHAD”; “De Ki o Allah eşsiz ve benzersiz tektir.” Ervah Cümleden Görür Allahu Ekberi Akseyleyince Arşa Lisanı Muhammedi İslâm’ın bu tevhid mücadelesini Medine diyarına taşımasıyla ehad sözü kuvvetine Allahu Ekber sedasını da katarak, dinin şiarı ve islamın kutsal çağrısı olan ezan-ı Muhammedi ile kemale ermiştir. Ezan; Ehad’den Ekber’e yani ortağı olmayan birden, en büyüğe ifadesiyle minarelerin şerefesinden, gönüllerin köşküne taht kurmuştur. Emri Bülendsin Ey Ezanı Muhammedi Kâfi Değil Sadana Cihanı Muhammedi Hz. Ebu Bekir’in ifadesiyle; “Ezan imanın şeairindendir.” Ezan İslâm’ın öğretisi, tebliği ve amellerin baş tacı namaza ve cemaate davettir. Bu sebepledir ki Hz. Ömer; “ Yöneticilik görevim olmasaydı, müezzin 24 olmayı tercih ederdim” diyerek müezzinlik görevinin önemine işaret etmiştir. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem de; “Kıyamet günü insanların en uzun boylusu ve şereflisi müezzinlerdir. İlk safta durmanın ve müezzinlik yapmanın faziletini bilseydiniz birbirinizle yarışırdınız, zira müezzini işiten cin, insan, ağaç, taş her şey onun lehine tanıklık eder... Kuru, yaş her şey müezzinin bağışlanması için dua eder” buyurmaktadır. Aziz Müminler! Doğumumuzda kulağımıza okunan ezan ve kamet eğitimi ile başladığımız hayata yine ezan ve kamet ile devam etmek mümin olmanın en büyük onurudur. Ezan, kelimelerinin tekrarıyla mükâfat, duasıyla şefaat, edasıyla cemaate ulaştıran vahyin semada yankılanan çağrısıdır. Ezan Müslüman varlığının simgesi ve kalplerin takvasıdır. Zira Rabbimiz buyurur ki; “Kim Allahın şeairine/simgelerine saygı gösterirse, şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.” Ruhumun Senden, İlahi Şudur Ancak Emeli, Değmesin Mabedimin Göğsüne Namahrem Eli Bu Ezanlar Ki, Şehadetleri Dinin Temeli Ebedi Yurdumun Üstünde Benim İnlemeli Bu duygularla müezzinler günde beş defa Müslümanlar adına İslâm değerlerini insanlara hatırlatan ve şahitlik eden insanlardır. Onlar imanın elçisi, gönüllerin tercümanı, İslâm’ın alemdarı, özgürlüğün bayraktarı, talip olduğumuz cennetin anahtarı ve müezzinlerin efendisi Bilali Habeşi’nin görev arkadaşlarıdır. Bu sebepledir ki Allah resulü; “Allah’ım imamları olgunluğa ve doğruluğa sevk et ve müezzinleri de bağışla” duasıyla kendilerine özel dua ettiği ve “En hayırlınız size müezzinlik yapsın, Kur’ânı en iyi okuyanlarınız imamlık yapsın” buyruğuyla bu yüce görevin mesuliyetini bildirmiştir. Müezzin o kimse ki; ‘bir daha dünyaya gelsem yine müezzin olurdum’ diyerek bu ulvi emaneti kardeşlerine teslim etme bahtiyarlığına erendir. Duam Şudur Ki; Biz Kısık Sesleriz... Minareleri Sen, Ezansız Bırakma Allahım Ya Çağır Şurda Bal Yapanlarını Ya Kovansız Bırakma Allahım Müslümanlıkla Yoğrulan Yurdu Müslümansız Bırakma Allah’ım Âmin.Âmin. Âmin. RÖPORTAJ Sudanlı Yardım Görevlisi Mahmut İbrahim Özellikle misyonerler Afrikalıyı fakirlik üzerinden Hıristiyanlaştırdılar Allah izniyle bu hesapları Afrika’da tutmayacak Müslümanlar zillet içindeydiler. Zalimlerin üzerlerinde baskıyla diktatörleşmişlerdir. Libya, Mısır ‘da yaşanıyor. Allah dinine sahip çıkacaktır. Sudan Avrupa’dan çok çekmiştir. Sudan bunlara rağmen dimdik ayaktadır. Allah’a tevekkül edip meydan okumuşlardır. “[Allah bizi dişi ve erkekten yarattı. Üstün olan takva sahipleridir.] [Sevdiklerimizden infak etmedikçe bir’e erişememeyiz.][Allah yaptığınız amelleri gösterecektir.] “Müminler kenetlenmiş tuğla gibidirler.” “Müminler bir ceset gibidir. Acı duyunca vücut etkilenir. Uykusuz kalır yardımlaşır.” “İki göz yanmayacak Allah yolunda nöbet tutan göz-Allah için ağlayan göz.” Böyle şerefli bir topluluğa hitap etmek beni onurlanmıştır. Bu buluşmanın temeli İslam kardeşliğimizdir. Öyle bir din, öyle bir inanç ki ne renk ne bölge tanır. Muhammed (SAV)de devletini, milletini, bu anlayışa göre kurmuştur. Peygamberimizin (SAV)’in kurduğu devlette Ebubekir vardı, Bilal vardı, Selman vardı. Bu samimiyeti bu ortamda sizlerin arasında gördüm. Afrika ile ilgile- nilmesinden mutlu oldum. Sudan’la Türkiye’nin tarihsel ilişkisi de var. Atalarının yazdığı tarihi okuyoruz. Türk kardeşlerimiz cihat ve tebliğinde aktifler. Osmanlı bunun örneği. Tekrar canlanmasını istiyorum. Bunun işaretlerini görüyorum. Neticede zafer Müslüman tarafının olmuştur. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan bir açılım oldu. Türkiye’den grupların Afrika’ya gelmesi devam ediyor. Sonuçta Rabbimize bunlar için dua etmemiz gerekiyordu. Özellikle misyonerler Afrikalı’yı fakirlik üzerinden Hıristiyanlaştırdılar Allah izniyle bu hesapları Afrika’da tutmayacak Müslümanlar zillet içindeydiler. Zalimlerin üzerlerinde baskıyla diktatörleşmişlerdir. Libya, Mısır ‘da yaşanıyor. Allah dinine sahip çıkacaktır. Sudan Avrupa’dan çok çekmiştir. Sudan bunlara rağmen dimdik ayaktadır. Allaha tevekkül edip meydan okumuşlardır. Sudan’da sabah ve akşam kur’an okunur. Her yaştan kişi, gün aydınlığında,ay ışığında,lamba aydınlığında okunur.Kur’an’sız gün yoktur. Misafirlerimizi ilk getireceğimiz yer, Kur’an okunan bölgeler olacaktır. Biz meydanı boş bırakmadık. Tebliğlerimiz devam ediyor. Zorluklara rağmen. Uyanış beklemekteyiz. Her yönden birliktelik, diriliş için ihtilaflarda bir araya gelmekteyiz. Zayıf noktalarımız giderilmekte. Allah bizi zaferle müjdeliyor. Ayette var. Bu uyanış zirve yaparsa zirveye çabuk varacağız. İslam davetinin geçmişinde zorluklar vardı. Peygamberin (SAV), hulefayi reşidinin, tabiinin. Sonunda zafer Müslümanların oldu. Sudanlı olarak sizlerle uyum içindeyiz. Hedeflerimizi sona erdirene kadar, İslam’ın tekrar zafere ulaşıp ayakta olması için çalışmalara devam ediyoruz, 25 RÖPORTAJ Biz zafere ulaşacağımıza inanıyoruz. Bu birliktelik oldukça zafere ulaşırız. Birlikteliğimiz tek ceset gibi olacak. Hadisteki gibi, sıkıntılarımızda yardımlaşılacak. Çoğunlukla çevremizdekiler derneğimizden faydalanıyorlar, buraya bağlıdırlar. Ribat – Rida seviyesinde Sudan’da çalışacak. Sudan adetlerine uyarak Sudan kardeş kuruluşuyla hedefe uyumlu koşacağız. Hocamız geldiğinde sistemin oturduğunu görecek. İslam gayemiz, sizin burada ayakta durduğunuz gibi biz de çalışacağız.” (Mahmut İbrahim) Sudan’da bir kişi kaç parayla normal yaşantısını sürdürür? —100 $ yeterli. Türkiye’den başka hizmet getiren var mı? —Misyonerler daha çok çalışıyor. Darfur %100 müslüman olduğundan fitneyi ateşliyorlar. Fakirliği istismar ediyorlar. Müslümanlardan Katar, Suudi Arabistan, İran kültür 26 merkezi açmakla meşguller. Çatışmalar Müslümanlar arasında mı? —Harp iki tarafta var. Güneyde ve kuzeyde. İngilizler ülkeyi böldü. İngilizler farklı yapı çıkardılar; Kuzey Arap kaldı; Güney diye ayrıştırdılar. Müslüman’a saldırmak için güçleniyorlar. Darfur’daki savaşı kızıştırdılar. Herkes Müslüman. Meseleleri Kur’andır. Her evde mutlaka hafız vardır. Çocukların bazısına fitne başlattılar. Ama, Allah nurunu tamamlayacaktır. Eğitim düzeyi nasıl(dini-beşeri) —Şehir merkezlerinde eğitim var. Dini eğitim çok yaygın, özellikle kırsalda Darfur’da Kur’an eğitimi çocuk yaşta başlar. Ufakken dahi birkaç cüz ezberler. Adet, örf oldu. Dışarıdan gelen yardım nasıl dağıtılıyor. —B.M’in 120.000 askeri var. Kamplar var. B.M yardımları dağıtır. Kampların dağılmasını istemiyorlar. Devlet zekatı kendi toplar. Talep eden derneklere, projelerine fon aktarılıyor. Odun ışığında Kur’an okuma var dediniz, Peki! Kur’anı hayata geçirme anlayışı nasıl? —Namaza çok duyarlılar. Sudan devleti okullarda din eğitimi veriyor mu? —Sudan İslam devleti olduğundan bu soru abesdir. Yöneticeler İslami hareket mensubudur. İmamların maaşlarını kim öder —3 kısımdır. 1-Resmi görevlidir, diyanetten alır.2-Gönüllü kuruluşların yardımlarıyla ayakta durur.3Vahhabiler atadıkları imamın maaşını verir. Türkiye’de gördüğün en hoşuna giden şey ve seni şaşırtan ne oldu? —Osmanlı’nın İstanbul’daki hatırasını iyi görmedim. —Konya’daki minare sayısı çok hoşuma gitti. Son söz bizler kardeşiniziz bilin. ? ÇOCUK EĞİTİMİ Mükemmel Anne - Baba Mı Mükemmel Çocuk Mu Anne baba doyumsuz olduğu ve hep daha hep daha dediği için çocukta da doyumsuzluk yerleşir. Çocuk nerede durması gerektiğini bilemez.Son noktayı onun yerine başkaları koyar. Mükemmeliyetçi anne baba her şeyin en iyisini çocuğundan bekler. Kendi gerçekleştiremediği yaşantıları çocuklarının gerçekleştirmesini ister.Mükemmeliyetçi anne babanın çocuğu sınıfın birincisi ve hatta okulun birincisi olmalıdır. Ayrıca çok iyi resim yapmalı,şarkı söylemeli,iyi konuşmalı,lider olmalı, iyi yüzmeli,koşmalı herkesin parmakla göstereceği örnek davranışlar sergileyen çocuk olmalıdır. Hayır ! Böyle ailelerde çocuk asla çocuk olmaz. Çocukluğunu yaşayamaz. Çocuk anne babanın kurallarına ters olan hareketlerde bulunduğunda çocuğa verilen cezalar da katı ve sert olmaktadır.Önce duygusal sömürü demagoji “Saçımı senin için süpürge ettim, hayırsız evlat,ölürsem hakkımı helal etmeyeceğim….gibi” Eğer bunlar işe yaramazsa fiziksel şiddet uygulanmaktadır.Ve tüm bunlar “Çocuğumun iyiliği için” mantığından yola çıkılarak yapılmaktadır. Çocuklarınıza çocukluklarını yaşama fırsatı verelim. Geçen günler özellikle çocukluk günleri bir daha asla geri gelmez.Bırakın çocuklarınızın da neşeyle anlatabilecekleri çocukluk yaşantıları olsun.Hiç kimse mükemmel olamaz.Hepimizin eksik yönleri mutlaka vardır.Kendimizin bir devamı değildir çocuklarımız. Kendi yaşamadığımız yaşantıları onlardan beklemeyelim. Yapmamız gereken ondan yapamayacağı davranışları beklemek yerine ona örnek olacak davranışları sergilemek ve onun yeterli olgunluk düzeyine gelmesini beklemektir. Peygamberimiz (sav) “Büyüğüne saygı duymayan, küçüğüne şefkatle muamele etmeyen bizden değildir” (Tirmizi, Birr, 15) buyurmuşlardır. Mükemmeliyetçi Anne Baba Tutumunun Çocuğun Kişilik Gelişimi Üzerinde Kalıcı Etkileri: Mükemmeliyetçi anne baba tutumuyla yetişen çocuklar ağır nörotik gelişim gösterirler. Kişilik ve karakter yapıları genelde çok katıdır.Esneklik görülmez.Onlar için bir şey ya siyahtır ya da beyaz. Hayatlarında gri ve diğer renkler yer almaz.Bir şey veya kimse ya iyidir ya da kötü. Çocuk daima bir çatışma içindedir. Kendi doğal iç güdüleri ve ağır kurallar arasında sıkışıp kalmıştır.Sürekli sevgi ve nefret karışımı duyguları aynı anda yaşar. Çocuk her işte en iyisi ve en üstünü olmak ister.Fakat her işte istediği seviyeyi yakalamayınca hayal kırıklığına uğrar. Aşağılık duygusu çocukta gelişir. ”Bu durumu anne babama nasıl açıklarım?”düşüncesi çocuğu hiç yalnız bırakmaz. Çocuklarımız için neleri değiştirmeliyiz? •Öncelikle yaşama ve çocuklarımıza bakış açımızı değiştirmeliyiz. Artık, onlara güvenmeyi öğrenmeliyiz ki, onlar da kendilerine güvenebilsinler, •Yeteneklerini o�taya koyabilecekleri fırsatlar oluşturmalıyız, •Kendi, yetiştiriliş ta�zımızı onlar için örnek almamalıyız, •Onları başka çocuklarla kıyaslamamalıyız, Artık kendi başlarına yapabilecekleri davranışlarda, onlara şans tanımalıyız, Kendi başlarına yemek, uyumak gibi. Çocuk eğer direnç gösterirse bu doğaldır. Bu durumda anne ve babanın kararlı olması önemlidir. •Başarısızlıklarından dolayı onları suçlamamalı ve aşağılayıcı kelimeler kullanmamalıyız. Bu durumun altında yatabilecek nedenleri araştırmalıyız. Arkadaş ilişkilerini kontrol etmeli, ancak bunu onlara belli etmemeliyiz. Onlara sorumluluklar vermeli, başardığında ödüllendirmeli, başarısızlıklarında kınamamalıyız, •Onları yapabilecekleri konusunda yüreklendirmeli ve desteklemeliyiz ve bunu onları bir şey yapmaya zorlamakla karıştırmamalıyız. •Onların yanında, eşimizle ta�tışmamalıyız, •Çocuklarımıza, onları sürekli bir şeylerden koruyor izlenimi vermemeliyiz, •Onla�a kendi korkularımızı yansıtmamalı, empati kurmalı ve onları anladığımızı hissettirmeliyiz, •Olumlu dav�anışlar sergilediklerinde onları bu davranışlarından dolayı takdir etmeliyiz, •Onla�a yaşamı kötü ve olumsuz olarak empoze etmemeliyiz.Çocukların dünyaya pozitif bakış açısını olumsuz yönde etkilemeye ve değiştirmeye anne-babası dahil, hiç kimsenin hakkı yoktur. •Çocukların en büyük gereksinimlerinden biri mutlu bir yaşam sürme ihtiyacıdır ve anne-babanın da en büyük görevi, bunu çocuğa yaşatmaktır. Allah’ım bana, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SÜKÛNET, Değiştirebileceklerimi değiştirmek için CESARET, İkisini birbirinden ayırabilmek için de AKIL VER. Melike İLGÜR Okulöncesi Öğrt. 27 ÇOCUK SAYFASI Fıkralar Plân Bozuldu Akıl hastahânesinde deliler bir araya gelip kaçış plânı yaparlar. Elebaşları plânı anlatır : -Büyük bir kütük bulup ilk önce 1. kapıyı, 2. kapıyı ve daha sonra 3. kapıyı kıracağız ve herkes başının çaresine bakıp kaçacak. Sabah olunca bir kütük bulurlar doğruca 1. kapıyı kırarlar, 2. kapıya koşup onu da kırdıktan sonra 3. kapıya yönelirler. 3. kapının açık olduğunu gören elebaşları der ki : -Arkadaşlar plân bozuldu geri dönün. Yabancı Dil İki kedi oturuyormuş. Birisinin yavrusu gelip annesine; -Anne, hav, hav, hav demiş. Öteki kedi de; -Hayrola! Senin çocuğa ne oldu? Diye sormuş. Anne kedi hemen cevap vermiş: -Bizim çocuk yabancı dil öğreniyor da… Öğrenci Temel leri hâmile kalır. Çoğu Deniz Atı türlerinin hâmileliği yaklaşık olarak iki ile üç hafta arasında sürer. * Fil’ler, zıplayamayan tek hayvandır ve Fil’ler günde ortalama iki saat uyurlar. * Karga’lar Ortalama 120 yıl yaşarlar. Öğretmeni geç kalan küçük Temel’e çıkışmış: -Sabah sekizde sınıfta olmalıydın! Küçük Temel: -Uyy! Pen yokken önemli pi şey mi oldi, öğretmenim? Diye cevap vermiş. * Bir Istakoz Delinin biri hastahânedeki havuza eğilip su içtikten sonra, doğrulup ağzındaki suyu yere tükürmüş. Onu gören başka bir deli; -Ne oldu , demiş, suyu niye tükürdün? Birinci deli: -Havuza iki şeker atmıştım, yine de tatsız. İkinci deli: -Akıllım, tabii tatsız olur. Niye karıştırmadın? Bunları Biliyor Musunuz? * Fare’ler * Semender Zayıflamak İçin Genelde siyah renkli ve sarı beneklidir. Kuyruklu kurbağa olarak da bilinir. * Mantarlar neden şemsiye şeklindedir? Çocuk arkadaşına anlatıyordu -Babam zayıflamak için bir atla çalışıyor. Arkadaşlarından birisi merakla sordu: -Peki baban kilo verdi mi? * Deniz Atları Alışılmamış bir yolla ürerler. Erkek- 7 senede ancak yarım kilo alabilir. * Ayı’lar Kış uykusunda ağırlıklarının % 25’ini kaybederler. Bir Deve’den bile daha uzun süre susuz kalabilir. Bilmece (Yağmurlu yerde yetiştiklerinden) Havuz 28 Çocuk: -Hayır, ama at 5 kilo verdi!