BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ I. ÖZEL FİNANS KURUMLARI HAKKINDA

advertisement
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I H A K K I N D A
GENEL BİLGİLER
A.
Kavram
ve
Kurum
Olarak
Özel
Finans
Kurumları
1. Kavramın Ortaya Çıkışı
Ülkemizde bir kısım insanlar dini inançları gereği faize
yaklaşmamaktadırlar. Paraya ihtiyaç duydukları hallerde,
bu
ihtiyaçlarını
faiz
karşılığında
kredi
alarak
gidermemekte; tasarrufları varsa bunları faiz karşılığı borç
olarak vermemektedirler. Dolayısıyla, bu tür faaliyeti
meslek olarak icra eden, Bankalar Kanununa (BankK.) tabi
klasik
bankalarla
bu
amaçlarla
hukuki
ilişkiye
1
girmemektedirler.
Klasik bankaların verdiği aracılık ve benzeri modern
bankacılık işlemlerinin bir çoğunun faizle ilgisi yoktur.
Bununla birlikte bu kişiler, belirleyici nitelikteki temel
işlemlerinde faizi kullandıkları gerekçesiyle bu tür modern
bankacılık hizmetlerini almak amacıyla da klasik bankalara
müşteri olmamakta veya -en azından- isteksiz ve tereddütlü
davranmaktadırlar.
Birinci halde özellikle atıl kalan tasarruflar nedeniyle
sadece kişiler değil ekonomik sistem de etkilenmektedir.
Buna karşılık ikinci halde inanışlarının getirdiği
kısıtlamalar, bazı ihtiyaçlarını gideremedikleri için sadece
bu inanışa sahip bireyleri olumsuz etkilemekte, toplumsal
ve özellikle ekonomik düzene etki etmemektedir.
1B U L U T O Ğ L U , S ö y l e ş i , s . 4 5 .
Hukuk düzeni öncelikle toplumsal etkileri nedeniyle
birinci problemi ve bireysel olmakla birlikte kayda değecek
derecede yoğun yaşandığından ikinci problemi çözmelidir.
Çözüm olarak da iki ihtimal akla gelmektedir.
Birincisi faizden uzak kalmak isteyen kişileri bu inancın
çağın gereklerine uymadığına ve terk edilmesi gerektiğine
ikna etmektir. 2 Bu amaçla, İslam Dininin konu ile ilgili
kurallarının
ilk
konulduğu
yıllardaki
şekilde
algılanmasından vazgeçilmesi 3 ve çağa uygun yorumlanması
konusunda çeşitli teklifler 4 ve girişimler yapılmaktadır. 5
Ancak çağdaş laik devletler, din ve vicdan özgürlüğünü
tanımanın bir sonucu olarak kişilerin inanç alanıyla
ilgilenmemekte, inançları değiştirmek gibi bir görev
üstlenmemektedirler. Bu nedenle bilim dünyasında istenen
bu değişimin devlet tarafından bir müeyyideye bağlanması
mümkün değildir.
2
Gerçekten ülkemizde yaşayan insanların büyük çoğunluğu dini
inançlarından kaynaklanan bu yasağa uymama konusunda
çeşitli
çözüm
yolları
bulmaya
çalışmışlardır.
Osmanlı
Devletinin son döneminde uygulanan “para vakıfları” ve
benzeri
açılımlar
bu
sonuca
ulaşılmasında
etkili
rol
oynamışlardır. ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 151. Para vakıfları
hakkında ayrıca bkz. ÇİZAKÇA, Risk Sermayesi, s. 67 vd.
Ayrıca faiz yasağının zekat verme zorunluluğu ile birlikte
uygulandığı takdirde bir denge kurduğu ve bir anlam ifade
ettiği (ZARAKOLU, s. 7) zekat konusunda bir zorlama
yapılmadığı sürece tek başına faiz yasağı uygulamanın da bir
anlam ifade etmeyeceği savunulmaktadır.
3
ZARAKOLU, s. 7, 17.
4
İMREGÜN, Banka, s.200’de “islam hukukunun faizi reddetmesi
sonucu ülkemizde kredi kurumları ve bankacılığın gelişmesi
çok geç başladığı gibi, kamu vicdanına da henüz tam
yerleşmemiştir ve bu itibarla şekli hukuk açısından tam uyum
sağlanabilse dahi, zihniyet ve içerik açısından uyum ve denge
sağlanması belirli bir süreyi gerektirecektir.”
5
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47.
2
İkinci çözüm, faizle çalışan klasik bankalar yanında
bunlara alternatif kurumlar 6 da oluşturarak bu kişilerin
bankaya duydukları ihtiyacı karşılamaktır. 7
Türk Hukuk düzeni ÖFK.larına bu gerekçeyle yer
vermiştir. 8
2 . Ö z e l F i n a n s K u r u m u K a v r a mı n ı n T a n ı m ı
"Özel Finans Kurumları" (ÖFK) dini sebeplerle faizden
uzak kalmak isteyen kişilerin, finansman ihtiyaçlarını
karşılamaları, tasarruflarını değerlendirmeleri ve modern
bankacılık hizmetlerinden yararlanmaları amacıyla, faizle
çalışan klasik bankalara alternatif olarak kurulan mali
kuruluşlardır. 9
Faizsiz
banka
olarak
da
adlandırılmaktadırlar.
3. Kavramın Tür - İsim Niteliği ve Tür İsmin
Sınırları
Finansal piyasalarda faaliyet gösteren bütün aracı
kurum türlerinin kendine has bir ismi vardır. Bu isimlerin
temel özelliği yalnızca bu kurumlar tarafından kullanılması
ve ticaret unvanlarında yer almasıdır.
Örneğin
BankK.nun
"mevduat
kabulüne
yetkili
olmayanlar" başlıklı 13. maddesinde "banka" kelimesi bu
kurumların ticaret unvanlarının bir parçası sayılmıştır.
Buna göre benzer kurumlardan ayrılmayı sağlayan özel isim
yanında "banka" kelimesi de ticaret unvanında yer
almalıdır. Yine SerPK.nun 34/e maddesine göre menkul
6
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 45.
ÇİZAKÇA, Risk Sermayesi, s. 18. Geleneksel bankacılığı
bünyesine almamış Müslüman toplumlarda özellikle finansman
ihtiyacını karşılamak amacıyla iş ortaklıkları kurulmaktaydı.
Bu ortaklık sistemi eski çağlara dayanmakta olup 10. yüzyıldan
itibaren Avrupa tarafından da benimsenmiş ve “commenda”
adıyla uygulanmıştır. ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 151. Ayrıca iş
ortaklıkları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ÇİZAKÇA, Risk
Sermayesi, s. 18 vd.
8
ZARAKOLU, s. 4.
9
AYTAÇ, s. 221, ZARAKOLU, s. 4.
7
3
kıymetler yatırım ortaklıklarının ticaret unvanında "menkul
kıymetler
yatırım
ortaklığı"
ibaresinin
bulunması
mecburidir ve sadece bu kurumlar bu çekirdek unvanı
kullanabilirler.
Unvanda bu kelimelerin kullanılmasının mecbur
tutulması üçüncü şahısların ilk bakışta bilgi sahibi olmasını
sağlamak amacına yöneliktir. Bu ibarelerin yalnız bu
kurumlara münhasır olması ise müşteriler ve piyasa
nezdinde
bir
karışıklığa
veya
tereddüde
meydan
10
verilmemesi içindir.
Bütün bu düzenlemeler ÖFK.ları için de kendine özgü
bir isim tespit etmek gerektiğini göstermektedir.
Böyle bir seçimin yapılması halinde artık hiçbir gerçek
veya tüzel kişi ticaret unvanında veya her türlü belge, ilan
ve reklamlarında bu kelimeleri ya da Özel Finans Kurumu
olduğu izlenimine sebep olacak hiçbir kelime veya tabiri
kullanamayacaktır.
4. Tür İsmin Unsurları
Literatürde yer alan “Özel Finans Kurumu” adı; özel
mevzuatta, bugüne kadarki tatbikatta ve kurulmuş olan
kurumlardan birinin özel isminde kullanılmak suretiyle
yerleşmiş 11
olup
bundan
böyle
de
Türk
hukuk
12
terminolojisinde bu şekilde geçecektir denilebilir.
10
FRANKO, s. 37.
Bununla birlikte bazı yazarlar “finans” yerine “finansman”
kelimesini de kullanmaktadırlar. Örneğin bkz. ZARAKOLU, s.
7, 9, 10. Kanaatimizce özel mevzuattaki terime sadık
kalınmalıdır.
12
ÖFK.larının Türkiye’ye özgü bir kurum olduğu düşünülebilir.
Ancak aynı ihtiyaçlardan kaynaklanan ve aynı hedeflere
ulaşmak üzere benzer metotlar kullanan yabancı kurumlar da
bulunabilir.
Nitekim Bak. Kur. Kar. 1/1’de “yabancı memleketlerde teşekkül
etmiş olup da bu Kararname çerçevesinde Türkiye’de faaliyette
bulunan veya bundan sonra aynı usullerle Türkiye’de faaliyete
geçecek olan özel finans kurumları bu Kararname hükümlerine
tabidir”
denilmek
suretiyle
yabancı
ÖFK.larından
bahsedilmektedir.
11
4
İsimde yer alan "özel" kelimesi, kurulmuş ve kurulacak
olan şirketlerin kamusal değil özel olduğunu ifade
etmektedir. "Finans Kurumu" ibaresi ise bu kurumların
finansal
piyasaların
bir
aracı
kurumu 13 olduğunu
göstermektedir.
Bu kurumların genel isimlerinde, faizsizlik özelliğini
nazara verecek bir ibarenin yer alması uygulamanın sağlıklı
gelişmesi 14 ve teşhis fonksiyonunun icrası açısından daha
yerinde olurdu. Mesela "faizsiz finans kurumu" ismi bu
ihtiyacı giderecek unsurlara sahiptir. 15
Literatürde kullanılan genel ad bu şekilde belirmekle
birlikte ÖFK olarak kurulan anonim şirketlerin ticaret
unvanında bulunması gereken unsurlar konusunda özel
mevzuatta bir açık hüküm bulunmamaktadır. Bu konu
kurumlara özel kuruluş ve faaliyet iznini verecek olan
makamın takdirindedir.
Bilebildiğimiz kadarıyla bu ismi kendi dilinde bir özel isim
olarak kullanan herhangi bir ülke yoktur. O halde burada sözü
edilen kurumlar olsa olsa faizsiz bankacılık kurumlarıdır.
Hangi yabancı kurumun bir tür ÖFK olduğuna ve Türkiye’de
ÖFK mevzuatına göre faaliyet göstereceğine Bakanlar Kurulu
karar verecektir. Ayrıntılı bilgi için bkz. TEKİNALP, Gülören,
s. 55 vd.
13
ZARAKOLU, s. 5.
14
Nitekim ÖFK.larının bazı müşterilerinin, hesap açtırdıkları gün
önceden açılmış bulunan hesaplara fiilen dağıtılmakta olan kâr
payını net gelir (faiz) olarak alacaklarını zannederek hesap
açtırdıkları, ancak dönem sonunda bu miktarı alamayınca hayal
kırıklığına uğradıkları bilinmektedir.
15
ÇİZAKÇA, Risk Sermayesi, s. 62. ÖFK.larının ilk kuruluş
yıllarında isim konusunda yapılan, islam bankası, islam finans
kurumu gibi tekliflerin laikliğe aykırılık, (CANSEN, s. 71)
dini duyguların istismarının yanlışlığı (BAYINDIR, Risk
Sermayesi, s. 52-53) ve yasaklığı gerekçesiyle reddedildiği
düşünülürse (BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47) bu teklifin hem
nihai amacı sağlayacak hem de laiklik konusundaki tereddütleri
bertaraf edebilecek mahiyette olduğu değerlendirilebilecektir.
Böylece bankaların isimlerinde yer alan banka kelimesi faizi
çağrıştırdığı
gibi,
kurumlar
da
isimlerinde
faizsizliği
gösterecek bir unsura sahip olacaklardır.
5
Nitekim mevcut kurumların birinin 16 ticaret unvanında,
faaliyet konusunu gösteren ibare olarak “özel finans
kurumu” yer almakta diğerlerinde sadece “finans kurumu”
ibaresi bulunmaktadır.
Kanaatimizce literatürdeki terime uygun olarak teşhis
ve bilgilendirme fonksiyonlarını icra etme yanında haksız
rekabete engel olma kudretine de sahip olacağından,
kurumların ticaret unvanında yer alacak türe özel isim
"özel finans kurumu" şeklinde olmalıydı.
Ancak yaklaşık on beş yıllık uygulama çoğunlukla
“finans kurumu” teriminin yetkili makamlarca yeterli
görüldüğünü göstermektedir. Bu aşamadan sonra mevcut
kurumları da etkileyecek şekilde bir değişikliğe gitmek
gerekli değildir.
Yine belirtmek gerekir ki daha sonra oluşturulan başka
bazı mali kuruluş türlerine isim seçerken yeterince dikkatli
davranılmamış ve karışıklığa sebep olabilecek benzerlikler
meydana çıkmıştır. SerPK 39 ile sermaye piyasasında
faaliyet göstermesine izin verilen kurumlar arasında sayılan
“genel finans ortaklıkları” ile Ödünç Para Verme İşleri
Hakkındaki 90 Sayılı KHK.nin 12. maddesi ile düzenlenen
“finansman şirketleri” bu karışıklığın başlıca sebepleridir.
16
Al Baraka Türk ÖFK.nun adında bu unsurlar tamamen mevcut
olmakla birlikte, halen faaliyette olan diğer kurumlar; Kuveyt
Türk Evkaf Finans Kurumu, Faisal Finans Kurumu, Anadolu
Finans
Kurumu,
İhlas
Finans
Kurumu,
Asya
Finans
Kurumu’nun ticaret unvanında "özel" kelimesi eksiktir.
Öte yandan Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu ve Al Baraka Türk
ÖFK.nun ticaret unvanında yer alan "Türk" kelimesi TK 48
gereğince
ancak
Bakanlar
Kurulu
izni
ile
unvana
konulabilmektedir. TK.na tabi ortaklıklar için düşünülmüş
bulunan bu izin, ÖFK.larına Bakanlar Kurulunca kuruluş izni
verildiğine göre ayrıca aranmamalıdır.
Bu izin uygulamada milli bir kimlik taşıyan işletmelere
verilebilmektedir. (TEKİL, Şirketler H. Ders K. s. 243, POROY
/YASAMAN, s. 225, No. 404) Bu kurumların önemli ölçüde
Arap kaynaklı sermaye ile kurulmuş olması milli kimlik
taşımasına engel görülmemiştir.
6
Bu üç tür kurumun tür isminde yer alan “özel finans” ve
“genel finans” arasındaki farkı bulmak veya “finans” ile
“finansman” arasındaki farklılığı algılamak herkes için ve
her zaman mümkün olmayabilir. Bu isimler konunun
uzmanı olmayanlarca karıştırılmaya elverişlidir. Farklı
türler ne kadar gerekliyse aralarındaki farklılığı ifade
edecek ayrıntıları belirlemek de o derece gereklidir.
Ticaret unvanı açısından TK 45/2'nin aradığı çekirdek 17
isim olan anonim şirket ibaresinin bulunması gerekir.
Yukarıda açıklanan görüşler sonucu ortaya çıkan kurumlara
mahsus isim de şirketin işletme konusunu (TK 45/2)
göstermeye yetecektir.
B. Özel Finans Kurumlarının Özellikleri
1. Aracı Kurum Niteliği
Finansal aracılar mali değerlerin atıl surette tutulmasını
önler ve yatırımları artırıcı etki yapar. 18 Bu nedenle
ekonomik hayatın vazgeçilmez kurumlarıdır.
İktisadi hayatın faaliyet sahası kısa vadeli fonların
dolaştığı para piyasası ile orta ve uzun vadeli fonların
oluşturduğu sermaye piyasası olmak üzere kabaca ikiye
ayrılabilir. Bu ayrıma göre sermaye piyasası, finansal
altyapıyı yani mali kesimi anlatan mali piyasayı ve dar
anlamda ekonomik sektörü içine almaktadır. Mali kesim
içerisinde ise TC Merkez Bankası bültenlerinde yer alan
şekliyle bankalar ve diğer mali kuruluşlar olmak üzere iki
ana tür bulunmaktadır. 19
ÖFK.ları
dünya
üzerindeki
faizsiz
bankacılık
uygulamasının bir yansıması şeklinde görünen ve toplumun
dini ve ahlaki yasaklığı nedeniyle faizle iş yapmayı
sakıncalı bulan bir kesiminin bankacılık faaliyetlerine olan
ihtiyaçlarına cevap vermek üzere faaliyette bulunan mali
17
POROY /YASAMAN, s. 223, No. 402.
PARASIZ, s. 75.
19
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 17-19, ÇİLLER
/ÇİZAKÇA, s. 116.
18
7
kuruluşlardır. 20 Öyle ki bu kurumlar bütün temel bankacılık
işlemlerini yapabilmek ve ayrıca modern bankacılık
hizmetlerini sunabilmek amacıyla kurulmaktadırlar. 21
Temel fark olan faizsiz işlem prensibinin teoride önemli
olduğu düşünülerek bu tabana indirgenir ve bir kenara
bırakılırsa ÖFK.ları da diğer mali kuruluşlar gibi bir mali
kuruluşturlar. 22 En geniş manada para ve sermaye
piyasasının bir aracı kurumu olan bankalardan daha geniş
kapsamlı bir faaliyet yelpazesine sahiptirler.
Finansman kapasitesine sahip ekonomik birimlerin bu
tasarruflarını toplayıp ihtiyacı olan ekonomik birimlere
dağıtmak
suretiyle
dolaylı
finansmanı 23
gerçekleştirmektedirler. Mali piyasalarda tasarruf sahibi
ödünç verenlerle ödünç alan harcayıcılar arasında geçiş
mekanizmasını oluşturan kurumlar 24 olduklarına göre,
ÖFK.ları da banka dışı finansal aracı kabul edilmelidir. 25
3 . G ü v e n K u r u m u N i t e l i ğ i 26
Uygulamada bankalar için sıklıkla kullanılan bir terim
olan “güven kurumu” nitelendirmesi 27 kanaatimizce
ÖFK.ları için de kullanılabilir.
Bankalar
müşterilerinin
büyük
kısmı
karşısında
güvenilen kurumlardır. Bu güvenin sebepleri çok çeşitlidir.
20
KONURALP /SARUHAN, s. 24.
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 50, ZARAKOLU, s. 5.
22
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
23
PARASIZ, s. 71.
24
PARASIZ, s. 70.
25
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 237, No. 478.e, ZARAKOLU, s.
5.
26
Ayrıntılı bilgi için bkz. BATTAL, Banka, s. 27 vd.
27
Bu kavram başka şekillerde de kullanılmaktadır. Örneğin
REİSOĞLU (Şerh, s. 592) “güven kurumu”, EREM/ ALTINOK/
TANDOĞAN (s. 23) ve EREN (C. 6 s. 431) “itibar
müessesesi”, ATASAGUN (s. 43) “emniyet
ve itimat
müessesesi, YÜKSEL (Banka, s. 181) “güven müessesesi”
olarak zikretmektedirler.
21
8
Özel izin ve imtiyazla çalışmaları, özel denetim
usüllerine tabi olmaları, Devletin müdahalesine açık
bulunmaları, özel ağırlaştırılmış sorumluluk kurallarına
tabi olmaları ve özellikle mevduat hesabı sahibi müşteriler
karşısındaki itibarları bankaların itibar (güven) kurumu
olarak anılmalarının başlıca sebepleridir.
ÖFK.ları da aynı özelliklere sahiptir.
Bankalar mevduata faiz garantisi vermektedirler.
ÖFK.ları ise topladıkları fonlara böyle bir garanti
vermemektedirler. Sadece elde edilmesi halinde kardan pay
vermeyi ve zarar halinde zarara da iştirak ettirmeyi vaat
etmektedirler. Kâr elde edileceğine dair bir garanti söz
konusu olmamakla birlikte yine de toplanan paranın verimli
ve basiretli şekilde işletileceğine dair bir güven ve bundan
doğan sorumlulukları vardır. Bu güven de bankaların güven
kurumu sayılmasına sebep olan özellikleri ile aynıdır. Özel
izinle kurulmak, özel denetime tabi bulunmak, Devlet
müdahalesine açık olmak ÖFK.ları için de söz konusu olan
özelliklerdir.
O halde ÖFK.ları da bir güven kurumu olarak kabul
edilmeli ve bankaların bu niteliğinin getirdiği sonuçlar
ÖFK.larına da uygulanmalıdır. 28
Güven kurumu olmanın anlamı bankaların müşterileri
karşısında güvenilen taraf olmalarıdır. Güvenen taraf haklı
ve
hukuken
korunmaya
değer
güveni
nedeniyle
korunmalıdır. Bu ise karşı tarafın sorumluluğunun
ağırlaştırılması demektir. 29 Dolayısıyla güven kurumu
olmanın sonuçları, bankaların lehine değil aleyhinedir.
Özen borcunun kapsamını ve dolayısıyla sorumluluklarını
artırıcı etki yapmaktadır. Aynı şekilde ÖFK.larının da özen
borcu ve sorumlulukları ağır takdir edilmelidir. 30
28
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 70, ÇELEBİCAN, s. 68,
İMREGÜN, Banka, s. 71.
29
BATTAL, Banka, s. 123 vd.
30
Aşağıda yeri geldikçe, bu nedenle sorumluluğun ağırlaştırılması
gereken halleri inceleyeceğiz.
9
4. Faaliyetlerinin İmtiyaza Dayanması
Bir iktisadi faaliyetin tamamen serbest piyasa şartlarına
tabi olması halinde özel hukukun tarafların denkliğine
ilişkin temel kuralı gereğince müşterileri ile aynı düzeyde
kabul edilmesi gereklidir.
Ancak Devlet bazı iktisadi faaliyetleri kamu yararı
gereğince özel olarak düzenlemek yoluna gidebilir. Bu
düzenleme; faaliyeti yapacak olan gerçek kişinin ya da özel
hukuk tüzel kişisinin niteliklerinin sınırlanması ve
dolayısıyla bu niteliklere sahip olanların bu tür faaliyetleri
yapmalarını sağlamak amacıyla kamusal izin ve kontrol
düzeninin kurulması şeklinde kendisini gösterebilir. Bu
halde imtiyazlı faaliyet söz konusudur.
İmtiyaz bir idare hukuku işlemidir. Bu nedenle konu
kamu hukuku ile doğrudan ilgilidir. Kamusal alana ilişkin
kanunlar ve bağlı mevzuat bu konuda çeşitli kurallar
koymaktadır. İmtiyazın kamu hukukundaki ölçülerini ve
kamusal sonuçlarını burada değerlendirmeyeceğiz.
Ancak imtiyazın özel hukuk sahasında önemli bir
sonucu vardır. 31
BK 99/2’ye göre imtiyazlı faaliyet yapan gerçek ve
tüzel kişilerin, sözleşmeye koyacakları sorumsuzluk
kayıtları
yardımıyla,
hafif
kusurdan
sorumlu
olmayacaklarını kabul ettirmeleri halinde karşı taraf bu
kaydın geçersizliğini mahkeme önünde ileri sürebilecektir.
Böylece bu tür kurumların bütün gerçek ve tüzel kişiler
gibi emredici hükümler gereğince zorunlu olarak sorumlu
oldukları ağır kusur yanında, aksine sözleşmeye rağmen
hafif
kusurdan
da
sorumlu
tutulmaları
mümkün
olabilecektir.
Doktrinde bankaların BK 99/2 anlamında imtiyazlı
kurumlar oldukları genellikle kabul edilmektedir.
Tekinalp, 32 Arkan, Doğanay, 33 Yargıtay, Akman, 34
İnan, 35 Baştuğ, 36 Eren 37 ve Özel’e 38 göre bu maddede
31
BATTAL, Banka, s. 182
TEKİNALP, Banka, s. 292.
32
10
imtiyazdan kastedilen -geniş bir yorumla- resmi bir izin
veya ruhsat alınarak yapılan işlerdir. Bu nedenle bankalar
imtiyazlı kuruluşlardır.
ÖFK.ları da özel faaliyet türü nedeniyle hususi resmi
izinle kurulduklarına göre imtiyazlı kuruluşlar olarak kabul
edilmelidir. BK 99/2 ve 100/3. maddelerdeki sorumluluğun
ağırlaştırılması ile ilgili kurallar bu kurumlara da
uygulanmalıdır.
5. Faizsiz Faaliyet Yapması
a ) F a i z K a v r a mı v e K a v r a mı n D e ğ i ş k e n l i ğ i
ÖFK.larının faizsiz çalışma özelliğini inceleyebilmek
için önce faiz kavramını ve bu kurumlar yönünden tanımını
belirlemek gerekmektedir.
Günümüzde uygulanan şekliyle kısaca paranın kirası
olarak
adlandırılabilecek
olan
faiz,
çeşitli
hukuk
düzenlerinde ve çeşitli zamanlarda farklı algılanmış ve
uygulanmıştır. 39
Sözgelimi paranın hiç bilinmediği ya da yaygın olarak
kullanılmadığı dönemlerde de bazı tüketim malları ödünç
alınmış, iade edilirken fazlası ile verilmiştir. Bu durum bir
eşyanın ihtiyaç nedeniyle kiralanmasından farklıdır. Bir tür
finansman metodu söz konusudur. Bu nedenle fazlalık
olarak alınan karşılık, kira bedeli değil faiz şeklinde
33
DOĞANAY, (İsmail, s. 30’da) bir Hukuk Genel Kurulu Kararını
örnek göstererek bu görüşünü açıklamakta, ARKAN da
(Elektronik, s. 43’te) Y. 11. H.D.nin 8.3.1977 t.li ve 866/1033
sayılı Kararını nakletmektedir.
34
AKMAN, Sorumsuzluk anlaşması, s. 63.
35
İNAN, s. 141.
36
BAŞTUĞ, s. 324, dpn. 7.
37
EREN, s. 263.
38
ÖZEL, s. 74.
39
KARAHASAN, (C. I, s. 1309’da) faizi, “alacaklının bir miktar
paradan yoksun kalması nedeniyle paranın miktarına ve borcun
süresine göre ona ödenen bir karşılık (ivaz)” olarak
tanımlamaktadır.
11
nitelendirilmiştir. 40 Oysa bugün artık bu tür bir faiz
neredeyse hiç uygulanmamaktadır.
Öte yandan dinler ve dine dayalı hukuk sistemleri bir
çok kavram gibi faizi de dini-hukuki bir kavram olarak
değerlendirmişler ve haram sayarak yasaklamışlardır. Oysa
laik hukuk sistemleri faize dini - hukuki bir anlam
vermemekte buna karşılık iktisadi - hukuki bir anlam
yüklemektedirler. Bu nedenle yasaklamaya gitmemişler,
bazı hallerde bazı türlerini sosyo-ekonomik düzen
kurallarına ya da ahlaka aykırılığı nedeniyle sınırlandırma
ile yetinmişlerdir.
Bu nedenle laik hukuk düzeninin faize yüklediği anlam
ile
dini
hukukun
faize
verdiği
anlam
tamamen
örtüşmemektedir.
Örneğin İslam dini reel zararın telafi edilmesine yönelik
tazminatı faizden ayırmakta ve zarar görenin tazminat talep
etmesini serbest bırakmaktadır. 41 Faizi yasakladığı için de
bu iki kavramı kesin hatlarla birbirinden ayırmaktadır.
Buna karşılık laik Türk Hukuku para borcunun ifasında
geciken borçludan bu gecikme nedeniyle doğan zararın
talep (telafi) edilmesini ifade eden tazminatı (gecikme
tazminatı) faiz (temerrüt faizi) olarak nitelendirmektedir. 42
Bir başka örnek; vade farkının özellikle halk tarafından
faize benzer ya da faiz olarak nitelendirilmesidir. Oysa
faizli
işlemlerde
risk
sermayeyi
kullanan
tarafa
yüklenmekte ve faiz alan riske ortak olmamakta, paranın
vadeli satış yoluyla ticarette kullanılmasında ise risk ticaret
yapan kişinin üzerinde bulunmaktadır. Faiz ve kâr bu
yönden birbirinden ayrı kavramlardır. 43
Günümüzde faiz, paranın (nakit) ödünç olarak
verilmesinde gündeme gelebilecek bir kavramdır. Malın
satıma konu oluşturduğu hallerde, özellikle enflasyon
40
DÖNDÜREN, Ticaret, s. 396 vd.
DÖNDÜREN, Ticaret, s. 618.
42
Bu nitelendirme farklılığı ve bazı sonuçları hakkında bkz.
BATTAL, Para Borçları, s. 339 vd.
43
Ayrıntılı bilgi için bkz. DÖNDÜREN, Ticaret, s. 263 vd.
41
12
nedeniyle, vadeli satışlarda peşin satış fiyatı üzerine
konulan vade farkı da satın alınan malın bedelinin bir
parçasıdır. Bir yönüyle (peşin bedelin üstünde olduğundan)
fazlalıktır. Ancak bu fazlalık faiz değildir. 44 Çünkü
fazlalık, kullanılan ve iade edilen paraya karşılık değil,
satın alınan mala karşılık ödenmektedir.
Oysa bu fazlalığın genellikle (%) olarak belirlenmesi
nedeniyle halk arasında ve bazen de bilimsel çevrelerde 45
vade farkı, faiz olarak isimlendirilmektedir.
Aradaki farkı açıkça vurgulayan bilim adamları da
bulunmaktadır. 46
Yargıtay bir kararında 47 çok isabetli olarak bu iki
kavramın birbirinden ayrı olduğunu tespit etmiştir.
44
DÖNDÜREN, Ticaret, s. 301 vd. Çoğunluk bu görüşte olmakla
birlikte aksi görüşte olanlar da kurumların faaliyet tercihlerine
etki etmeye çalışmaktadırlar. Ayrıntılı bilgi için bkz. ÇİLLER
/ÇİZAKÇA, s. 181.
45
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 46, 49, ZARAKOLU, s. 15.
46
Örneğin
TEKİNALP,
(Finansal
Piyasalar,
s.
165’te)
“müşterilerine nakit ödemesi yapmayıp, müşterinin ihtiyacını
duyduğu malı satın alıp üzerine -faiz değil- kâr koyarak
müşteriye satmak veya kiraya vermek suretiyle çalışan özel
finans kurumu” demek suretiyle iki kavram arasındaki
farklılığa
dikkat
çekmekte
ve
bu
farklılık
nedeniyle
ÖFK.larının klasik anlamda birer kredi kurumu olmadığını
ifade etmektedir.
47
Y. 12. H.D. 15.4.1997 t.li ve 3424/4642 sayılı Kararda (henüz
yayınlanmamıştır) alacaklı İhlas Holdingin icra takibine konu
ettiği alacak için talep ettiği “vade farkı” değerlendirilmiştir.
Kararın
ilgili
kısmı
aynen
şöyledir.
“Alacaklı
takip
talepnamesinde asıl alacak ve protesto masrafı ile birlikte
‘vade farkı’ adı altında birikmiş alacak ve takipten itibaren
%140 faiz talep etmiştir. TK 690. maddesi yollaması ile
uygulanması
gerekli
637.
maddesinde
bono
bedelinin
ödenmemesi
halinde
hamilin
talep
edebileceği
haklar
belirlenmiş olup, bunlar arasında ‘vade farkı’ adı altında
herhangi bir alacak zikredilmemiştir. Vade farkı alacağı ile
temerrüt faizi nitelik itibariyle ayrı olduğundan vade farkı adı
altında temerrüt faizi talep edilemez. Borçlunun birikmiş vade
farkı alacağına ilişkin itirazının kabulü gerekirken yazılı
şekilde vade farkına faiz niteliği kazandırılarak karar verilmesi
13
ÖFK.ları üretim desteği sağlanması ve finansal kiralama
faaliyetinde vade farkı uygulamaktadırlar. 48 Her iki
faaliyette de malın ilk satıcıdan doğrudan nihai alıcıya ya
da kiracıya geçmesi nedeniyle maldan kaynaklanan ticari
risk asgariye inmektedir. Bu durum nedeniyle ÖFK.larının
bu faaliyetlere girişmeleri eleştirilmektedir. 49 Hatta vade
farkı gelirinin faizle eşdeğer sayılmasının sebebi bu
risksizlik durumudur. 50
Gerçekten satımın konusunu oluşturan mal ile ilgili
risklerin satıcının üzerinden doğrudan doğruya nihai alıcıya
geçmesi ve kurumların bir risk yüklenmemesi 51 ilk bakışta
eleştirileri haklı göstermektedir.
Ancak kurumların yaptığı bu tür faaliyetlerde başka bir
risk daha vardır. Vade farkından kâr elde edememe riski.
Gerçekten bir malın peşin alınıp vadeli satılmasında,
öncelikle enflasyon oranlarının tahmin edilenden daha
yüksek çıkması ihtimalinden kaynaklanan bir risk vardır.
Ayrıca
hem enflasyonun
söz
konusu
olmadığı
dönemlerde hem de enflasyondan etkilenmeyecek para
birimleri kullanılarak yapılan vadeli satım sözleşmelerinde
söz konusu olan başka iki risk daha vardır.
Birincisi mal peşin alınsaydı ödenmeyecek olan vade
farkının alıcı tarafından daha verimli kullanılabilecek
olması ihtimali alıcı taraf yönünden bir risk oluşturur. Bu
risk kuruma, peşin aldığı malı bir süre sonra vadeli alsaydı
dahi aynı fiyata veya daha ucuza alma ihtimali şeklinde
yansır.
isabetsizdir.”
Karardan anlaşıldığı kadarıyla alacaklı temerrüt faizi teriminden
kaçınmış ve bunun yerine (temerrüt tazminatı demesi mümkün
iken) yanlış olarak vade farkı kavramını kullanmıştır.
48
KARAGÜLLE, s. 24.
49
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 181.
50
ZARAKOLU, s. 15.
51
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 45.
14
İkinci olarak, kurum tarafından bu türden faaliyetlerden
birinin diğerine tercih edilmesine sebep olan yüksek ya da
düşük kâr riski söz konusudur.
Birinci risk türü dolaylı olarak, ikincisi ise doğrudan
kurumlar üzerindedir.
Laik Türk Hukuku, dini kavramları temel olarak
almadığından, fazlalığın faiz ya da vade farkı olarak
nitelendirilmesi arasında önemli bir fark görmemekte ve bu
teorik tartışma ile ilgilenmemektedir. Elde edilen vade
farkı gelirinin dinen faiz olup olmadığı konusu hukuk
düzenini değil sadece bireysel olarak ÖFK.larının
ortaklarını ve müşterilerini ilgilendirmekte, inançlarına
uygunluk nedeniyle rahatlamalarına yardımcı olmaktadır.
O halde ÖFK.larının faizsiz çalışma özelliğine sahip
oldukları ifade edilirken buradaki faizin Türk Hukukundaki
faiz değil, İslam Dininde - Hukukunda söz konusu olan faiz
şeklinde algılanması gerektiği ifade edilmelidir.
Hukuk düzeni dini anlamda faizsiz çalışan kurumlara
izin vermiştir. Ancak bu durum hukuk düzeninin faizin
hukuki tanımını yaparken dini anlamda faizi temel aldığı
şeklinde değerlendirilemez. Hukuki sonuçlar doğuran bir
kavram olarak faiz yine laik hukuka göre tanımlanacaktır.
Hukuk düzeni sadece, bireysel ekonomik özgürlükleri
kabul etmiş olması nedeniyle, faizi dini hukukun
tanımladığı şekilde algılayıp uzak kalan bireylere
müsamaha ettiği ve müdahaleden kaçındığı gibi, bunun
devamı ve uzantısı olarak, faizsiz çalışmayı
iktisadi
faaliyetinin temel niteliği haline getiren bir özel hukuk
tüzel kişisine de izin vermekte ve kamu yararı nedeniyle
faaliyetlerini emredici hükümlerle düzenlemektedir.
b) Özel Finans Kurumlarının Faaliyetleri ve Faiz
ÖFK.ları İslam Dininin tarif ederek yasakladığı anlamda
faiz alıp vermemelidirler. Her şeyden önce teorik kuruluş
gerekçeleri 52 buna engeldir.
52
KUNTALP, Finansal Kiralama, s. 3, KÖTELİ, ÖFK, s. 14,
15
Ancak acaba buna rağmen bir ÖFK.nun İslam Dininin
yasakladığı anlamda faiz alıp vermesi mümkün müdür?
Kanaatimizce bu soruya doğrudan topluca olumlu ya da
olumsuz cevap verebilmek mümkün değildir. Kurumların
faaliyetleri değerlendirilerek sonuca ulaşılmalıdır.
Kurumların fon toplama faaliyeti iki türlüdür: Cari
hesaplar ve katılma hesapları. Cari hesaplarda saklanmak
ve aynen iade edilmek üzere toplanan fonlara herhangi bir
karşılık ödenmesi yasaktır. Aksi halde bankalarla haksız
rekabete girilmiş olacaktır. Bu nedenle Devlet bu husustaki
emredici hükümlere uyulup uyulmadığını denetlemektedir.
Katılma hesaplarında, işletilmek ve sonucuna ortak
edilmek üzere toplanan fonlara da sabit gelir (faiz) taahhüt
edilmesi yasaktır. Aynı şekilde bu kurala uyulmaması da
bankalarla haksız rekabet sonucunu doğuracağından mali
kuruluşlar piyasasındaki düzeni korumak amacıyla Devlet
bu tür bir uygulamaya izin vermeyecektir.
Hesaplarda toplanan fonların kullanılma şekilleri
konusunda ÖFK.ları bankalardan daha geniş bir uygulama
alanına sahiptirler. Her şeyden önce fonları bizzat ticarette
kullanabilirler.
Ancak faizli kredi olarak verme haklarının bulunup
bulunmadığı incelenmelidir.
Başb. Teb. 20/c’de, katılma hesaplarında toplanan ve bu
maddede öngörülen asıl kullanım şekillerinden biriyle
işletilemeyen
fonların
bankalarda
tutulabileceği
belirtilmiştir. Ayrıca 17/son ile de cari hesaplarda biriken
dövizlerin Türk bankaları nezdinde veya uluslararası para
ve ticaret piyasalarında kullanılmasına izin verilmiştir.
Bu iki hüküm açıkça ÖFK.larının klasik bankalara
mevduat yatırmasına izin vermektedir. Yatırılan paralar
ticari kuruluşlar mevduatı sayılacağına ve bu şekilde faiz
tahakkuk ettirileceğine göre, ÖFK.larının bu kurumlardan
KARAGÜLLE, s. 55.
16
alacakları faiz, faizsiz çalışma ilkesine açıkça aykırılık
oluşturacaktır. 53
Bu durum aynı zamanda ÖFK.larının müşterilerinin
beklentilerine de açıkça aykırılık oluşturur. Zira müşteriler
banka faizi almak istiyor olsaydı, kurumları aracı kılmaya
gerek kalmadan doğrudan bankalara müşteri olacaklardı.
Kurumların
bankalara
para
yatırmalarına
izin
verilmesinin sebebi, atıl kalan fonları hiç değilse bu
şekilde
değerlendirmek
olabilir.
Bu
açıklama
da
kanaatimizce mantıklı değildir. Zira ÖFK müşterilerinin
çoğunluğu faiz almaktan kaçınmaktadır. 54 Ayrıca bu izah
doğru olsa dahi kurumların bankalara fon aktarma yetkisi
önemli şekilde sınırlandırılmalıdır ki kurum yöneticileri
tarafından kötüye kullanılmasın.
Öte yandan kurumlara döviz pozisyonu tutma yetkisi de
verildiğine göre, atıl kalan TL fonlarının uygun dövize
çevrilmesi suretiyle enflasyondan kaynaklanan zarar
önlenebilecektir. Fonların bizzat kurum tarafından verimli
kullanılamaması sonucunda fiilen kâr elde edilememiş
olması ise bu kurumların temel felsefesi olan kâr ve zarara
ortaklık mantığına yabancı değildir.
Yapılacak kanuni düzenleme ile kurumların bankalara
fon transfer etmeleri tamamen yasaklanmalı veya -şayet bu
bir zorunluluk olarak görülecekse- en azından toplam
fonların
%5’i
veya
daha
azı
gibi
bir
ölçüyle
sınırlandırılmalıdır.
Ayrıca bu kurala uyup uymadıkları konusu da
kanaatimizce mali piyasada rekabetin düzenlenmesi
amacıyla denetlenmelidir.
Ancak bir kısım modern bankacılık faaliyetleri
nedeniyle hukuk düzeninin tanımladığı anlamda faizle
faaliyet yapmaları mümkün olup bu hususta son sözü her
kurum kendi dini anlayışına göre ve kendisi için
söyleyecek, dolayısıyla uygulama kurumun faizi nasıl
53
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47.
NECCAR, Risk Sermayesi, s. 35.
54
17
sınırlandırdığına göre kurumdan kuruma değişebilecektir.
Laik hukuk dini kavramları referans almadığından
tartışmada taraf olmayacak, kurumları serbest bırakacaktır.
Örneğin
kredi
kartı
yoluyla
tüketici
kredisi
kullandırmak isteyen bir ÖFK mal ya da hizmet alımlarını
kredilendirdiği takdirde satıma aracılık yapmış olacak ve
vade farkı uyguladığından faizli işlem yapmaktan
kurtulabilecektir. Ancak aynı kurum küçük miktarlarda da
olsa nakit olarak tüketici kredisi talep eden kredi kartı
müşterilerine fon kullandırdığı takdirde karşılık alabilecek
midir? Bu karşılık ödün verilen nakde mukabil alındığından
faizdir. Ancak kurumların bu işlemi yapmalarına engel bir
özel hüküm de yoktur.
ÖFK.larının
topladıkları
fonlarla
veya
kendi
özkaynakları ile peşin mal alıp vadeli satmaları ve vade
farkından kâr elde etmeleri İslam Hukukçuları arasında
helal olup olmadığı yönünden az da olsa tartışmalı bir
durumdur. Çoğunluk bu faaliyeti faiz ya da başka bir haram
kazanç olarak görmemektedir. Ancak yine de kurumların bu
tür faaliyet yerine, kuruluş ilkelerine daha uygun olan, kâr
ve zarara katılmak şartıyla yatırım ortaklığı kurmak
faaliyetine ağırlık vermeleri gerektiği çoğunlukla kabul
edilmektedir. 55
Öte yandan kurumların kendi öz sermayelerini ne tür
işlerde kullanabilecekleri konusunda özel mevzuat ile bir
sınırlandırma getirilmemiş olması nedeniyle aynı ihtimal bu
işlemler için de söz konusudur.
BK 392/2’de “vekil zimmetinde kalan paranın faizini de
vermeye mecburdur” denilmektedir. ÖFK.ları herhangi bir
hukuki ilişki nedeniyle bir miktar parayı haksız olarak ele
geçirmiş veya elde tutmuş olabilirler. Bu paranın iadesi
esnasında faiz verilecek midir?
Bankaların ve ÖFK.larının işlemlerinin çoğu aynı
zamanda bir iş görme sözleşmesi niteliğindedir. Bu
nedenle, iş görme sözleşmelerine uygulanacak temel
55
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 181.
18
sözleşme türü olan vekalet ile ilgili bu kural doğrudan ya
da dolaylı olarak bankalar hakkında da geçerli olacaktır.
Ancak ÖFK.larının faizsizlik özelliği nedeniyle bir istisna
tanınması mümkün müdür?
Kanaatimizce bu kuralın boşluk doldurucu bir nitelikte
olması nedeniyle öncelikle ÖFK ve müşteri arasındaki
ilişkiyi kuran sözleşmede, kurumun zimmetinde kalan
paraya karşılık faiz ödeyip ödemeyeceği konusunda bir
sözleşme hükmü olup olmadığına bakılmalıdır. Sözleşmede
faiz yerine örneğin aynı dönemdeki katılma hesabı
sahiplerine verilen kâr payı kadar bir bedel öngörülmüş
olabilir.
Bu şekilde bir açık hüküm olmadığı takdirde BK
392/2’den yararlanma konusunda tercih hakkı alacaklıdadır.
Alacaklının faiz talebi halinde kurum kendi faizsiz çalışma
ilkesini
gerekçe
göstererek
faiz
ödemesinden
kaçınamamalıdır. Zira bu hüküm yedek hukuk kuralı
niteliğinde olmakla birlikte kanaatimizce müvekkillerin
hakkını ve dolayısıyla kamu düzenini korumaya yönelik bir
hükümdür. Diğer deyişle aksi açıkça kararlaştırılmadıkça
uygulanması zorunlu kurallardandır.
O halde sonuç olarak denilebilir ki ÖFK.larının dini
anlamda faizden uzak kalıp kalmamaları konusunda bazı
işlemler yönünden emredici kurallar yürürlüktedir. Ancak
diğer bazı alanlarda kurumun yönetim kadrosunun faizi
yorumlaması
ve
algılaması
yönünde
farklı
sonuç
çıkabilecektir. Nihai tercih, bu kurumlara müşteri olan
kişilerin kurumlar ve yöneticilerin anlayışı hakkında sahip
oldukları bilgi ışığında verecekleri karara bağlıdır. Zira
özellikle -dini anlamda- tereddütlü ya da tartışmalı
konularda hangi işlemin faiz olduğuna ve hangi faizin
haram olduğuna karar verecek olan da yine bizzat bu
müşterilerdir.
6. Banka Niteliği
ÖFK.ları bankaların verdiği hizmetleri vermektedirler.
Müşterileri ile girdikleri ilişkilerde kullandıkları bazı
sözleşme tipleri klasik bankalarınkinden farklıdır. Bununla
19
birlikte yine de bankaya duyulan ihtiyaç bu kurumlar
yardımıyla giderilmektedir. 56
Bu nedenle ÖFK.ları da bir tür bankadır denilebilir. 57
Aşağıda ayrıntılarıyla inceleneceği üzere ortaya çıkış
gerekçeleri de bu durumu doğrulamaktadır. 58 Ancak banka
denilince akla gelen en önemli özellik, faiz vermeyi vaat
ederek mevduat toplamak ve faiz alarak kredi vermektir. Bu
nedenle banka ile faiz neredeyse özdeşleşmiştir denilebilir.
Faiz alıp vermeyen bir kurumu banka olarak kabul ve
takdim etmek bazı yönlerden sakıncalıdır.
Müşteriler banka ile bu kurum arasındaki farkı
algılayamayabilirler. Bu durum çoğu halde müşterilerde bir
hayal kırıklığı ve bazen de maddi zarara sebep olabilir.
Buna bağlı bir diğer sakınca bankalarla bu kurumlar
arasında bir haksız rekabet oluşabilmesi ihtimalidir. Her iki
türün yaptığı sözleşmeler arasında bir fark olmamasına
rağmen Devlet tarafından ayrı kurallara tabi tutulması,
taraflardan biri -genellikle ÖFK- lehine bir haksızlığın
doğurabilecektir. Bu izlenimin
yapıldığı izlenimini
kamuoyunda
ve
bilimsel
bürokratik
çevrelerde
59
yaygınlaşması
ÖFK.ları üzerinde gereksiz ölçüde bir
kamusal baskı oluşmasına sebep olabilir.
Bütün
bu
nedenlerle
ÖFK.larını
banka
olarak
nitelendirmek yanlış olur.
Ancak farklılığı ifade etmek üzere “faizsiz” kelimesi de
kullanılarak bu kurumlara “faizsiz banka” denilmesi
halinde yukarıdaki olumsuz ihtimaller önemli ölçüde
bertaraf edilebilecektir. Gerçekten uygulamada da bu
kurumlara “faizsiz banka” ve yaptıkları faaliyete “faizsiz
bankacılık” denilmektedir. 60
56
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 50.
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
58
KONURALP /SARUHAN, s. 24.
59
Örnek olarak bkz. ZARAKOLU, s. 19.
60
KONURALP /SARUHAN, s. 24.
57
20
C. Tarihi Gelişimi
Bankacılığın temel işlemi durumunda olan faiz karşılığı
borçlanmanın ortaya çıkışı milattan önceki çağlara
dayanmaktadır. 61
Dinler ve ahlak sistemleri tarafından kısmen veya
tamamen yasaklanması nedeniyle çeşitli devirlerde azalıp
çoğalmakla birlikte, 62 faiz alış verişi devam etmiş, 14.
yüzyıldan itibaren faiz sözleşmeleri organize kurumlar ve
köklü aileler tarafından yapılmaya başlanmış, 18. yüzyıl ile
20. yüzyıl arasında kurumsal ve modern bankacılık bütün
medeni dünyada yerleşmiştir.
Faiz alıp veren bu bankaların İslam ülkelerinde de
faaliyet göstermeye başlaması ile birlikte, Müslüman
düşünürlerin kafasında, tasarrufları değerlendirirken ya da
günlük hayatın gerektirdiği ihtiyaçları giderirken dini
inançlara aykırı usulleri uygulayan bankalar yerine,
inançlarına uygun olan bankaların kurulması fikri oluşmaya
başlamıştır. 63
Bu düşünceler ilk olarak 1960 ve daha sonraki yıllarda
tasarruf sandıkları ile hayata geçirilmiştir. Tasarruf
sandıkları faizsiz bankacılığın fikir babası olarak
değerlendirilen Ahmet En-Neccar'ın önderliğinde Mısır'da
kurulan ve faiz yerine kâr ve zarara katılma -mudarabayöntemini uygulayan kurumlardır. Bunların başarılı
olduğunun
görülmesi
üzerine
çalışma
şekilleri
zenginleştirilmek suretiyle modern bankalarla rekabet
edebilecek duruma getirilmiş ve böylece faizsiz bankalar
kurulmaya başlanmıştır. 64
Belirli sermaye çevrelerinin desteği ile kurulan bankalar
arasında bu çevrelere göre gruplaşmaya doğru gidilmiştir.
Çeşitli İslam ve batı ülkelerinde kurulan bankalar, belli
61
TEKİNALP, Banka, s. 44.
ZARAKOLU, s. 7.
63
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 45, KONURALP /SARUHAN, s. 24,
NECCAR, Risk Sermayesi, s. 32.
64
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 152.
62
21
başlı dört tröstün mali desteğini alarak faaliyetlerine devam
etmektedirler.
İslam ülkelerindeki bu gelişmeler ülkemizde de
kendisini göstermiş, ancak faizsiz bankalardan önce, aynı
ihtiyaca cevap verebileceği düşüncesiyle Kâr ve Zarar
Ortaklığı Belgeleri ile ilgili hukuki düzenleme yapılmıştır.
Sadece tasarrufların faizsiz işletilmesini sağlayan bu sistem
fazla gelişememiştir.
Öte yandan tasarrufların değerlendirilmesi yanında
bankacılık hizmetlerini de veren faizsiz bankalar diğer
İslam Ülkelerinde yaygınlaşmıştır. Bu gelişme bu sistemin
ülkemizde de kurulmasını gündeme getirmiştir.
Özel Finans Kurumu adıyla anılan faizsiz bankalarla
ilgili mevzuat 1983 yılında çıkarılmış ve hemen ardından
1984’te Faisal Finans Kurumu A.Ş. ve Al Baraka Türk Özel
Finans Kurumu A.Ş. kuruluş aşamasını tamamlayarak
faaliyete geçmiş, 1989 yılında Kuveyt Türk Evkaf Finans
Kurumu A.Ş., 1991’de Anadolu Finans Kurumu A.Ş.,
1994’te İhlas Finans Kurumu ve 1996’da Asya Finans
Kurumu A.Ş. kurulmuştur.
D. Kuruluş Gerekçeleri
İslam dininde faizin türleri ve sınırları konusunda
çeşitli
görüşler
var
olmakla
birlikte,
bankaların
uygulamasında mevduat faizi ve kredi faizi olarak
adlandırılan faiz türlerinin haram olduğu konusunda İslam
hukukçuları arasında görüş birliği vardır. 65
Yukarıda açıklandığı üzere bankalara ihtiyaç duyan
insanların inançlarına aykırı usullerde çalışanlar yerine,
inançları doğrultusunda faaliyet gösteren kuruluşları tercih
etmelerine imkan vermek, din ve vicdan özgürlüğünün
sonucu olarak görülmektedir. İnançlara saygıyı Anayasa ve
kanunlarla teminat altına alan devletin, ekonomik hukuk
düzenini de buna göre oluşturması tutarlı bir çözüm
tarzıdır.
65
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 45.
22
Dini
yasaklığı
sebebiyle
tasarruflarını
bankalar
aracılığıyla değerlendiremeyen kişilerin bu birikimlerini
altın ve benzeri atıl yatırımlar ya da atıl nakit durumundan
çıkararak
ekonomiye
aktarmak,
iktisadi
hayatı
canlandıracağı
gibi
insanların
maddi
refahını
da
artıracaktır. 66
Öte yandan ilk kuruluş yıllarında, Arap kaynaklı
sermayenin bu kurumlar vasıtasıyla ülkemize çekilmesinin,
ekonomimizde az da olsa bir canlanma sağlayacağı
düşünülmüştür. 67
Hatta bazı yazarlarca bu kurumların amacı sadece Türk
- Arap ekonomik ilişkilerini canlandırmak olarak
gösterilmiştir. 68
Tasarrufların
ekonomiye
aktarılmasında
faizi
kullanmaksızın aracılık yapan ÖFK.ları, bu yönüyle
ekonomik ihtiyaç olarak görülse dahi bu kurumların
verdikleri ve artırmayı düşündükleri modern bankacılık
hizmetleri için aynı gerekçeler geçerli değildir.
66
BULUTOĞLU, (Uygulama, s. 48’de) ÖFK.larının sadece dış
sermayeyi ülkemize çekmeye yönelik olarak kurulması
gerektiğini savunmaktadır. Faize karşı soğuk duran Türk
vatandaşlarına ait olan ve bankalarda bulunan mevduatın bu
kurumlara
yönelmesinin
engellenmesi
gerektiğini,
aksi
durumda mevcut klasik bankaların bundan zarar göreceğini
ileri
sürmektedir.
Kanaatimizce
bu
görüş
bankaların
gerekenden fazla korunması anlayışından kaynaklanmaktadır.
Öte yandan faizden uzak duran kişilerin büyük çoğunluğunun
bankalara da müşteri olmadığı unutulmamalıdır.
67
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47. İMREGÜN, (Banka, s. 71’de)
bu
beklentinin
gerçekleşmediğini
“Arap
sermayesini
Türkiye’ye getirmek istedik; Araplar geldi, sermayeyi biz
bulduk.
Yani
mevduat
olarak
veriyoruz.
Onlar
bunu
kullanıyorlar ve faiz vermiyorlar, temettü dağıtıyorlar.
Yaptıkları
işlemlerden
elde
ettikleri
karları
da
alıp
götürüyorlar. Ama bu arada bankalarla da büyük bir haksız
rekabet oluyor” şeklinde ifade etmektedir.
68
KUNTALP, Finansal Kiralama, s. 3. Ancak bu bakış açısı
tamamen yerli sermaye ile kurulmuş olan ve çoğunlukla yerli
müşteriye hitap eden Anadolu Finans Kurumu, İhlas Finans
Kurumu gibi kurumların varlık sebebini açıklamaktan uzaktır.
23
Ancak faizden uzak kalmak arzusu biraz genişleyerek
faizle çalışan bankalardan uzaklaşmak şeklinde karşımıza
çıkmaktadır. Bu nedenle modern bankacılık hizmetlerinin
de ÖFK.ları tarafından verilmesi olumlu karşılanabilir.
Ayrıca kurumların bankalarla rekabet edebilmek için de
faaliyet yelpazelerini geniş tutmaları gerektiği söylenebilir.
Bu düşüncelerle kurulmuş olan ÖFK.ları hakkında lehte
görüş beyan edenler, özellikle mevzuat konusunda yeterli
dikkat ve özenin gösterilmemesi nedeniyle kurumların
ekonomik ve hukuki düzende gerekli yeri alamadığını,
ayrıca dış denetimin yeterli olmadığını belirtmekte ve
geliştirilerek muhafaza edilmesini istemektedirler.
Aleyhteki en önemli düşünceler ise korunması gereken
mevduatın BankK. kapsamı ve denetimi dışında kalan
kurumlara akacak olması, 69 ekonomik hayattaki kargaşayı
artırması, haksız rekabete neden olması 70 ve dini kaynaklı
oluşu
nedeniyle
laik
devlet
ilkesini
zedelemesi 71
ihtimalidir.
Anayasanın 24. maddesi devletin ekonomik düzeninin
dine dayandırılmasını yasaklamaktadır. Ekonomik düzene
dini içerikli bir kurumun yerleştirilmesi bu kuralın ihlali
sonucunu doğurabilir. Ayrıca dini duyguların istismar
edilmesi de yasaklanmıştır. Kurumlar için kullanılan “İslam
Bankası” deyimi dini istismar etme sonucunu doğurabilir. 72
Bu iki sebeple kurumlar hakkındaki düzenlemenin (BankK.
96) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebileceği ileri
sürülmüştür. 73
69
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 48.
İMREGÜN, Banka, s. 205, ÇELEBİCAN, s. 69, KARAYALÇIN,
ÖFK, s. 69
71
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47.
72
REİSOĞLU, Çek, s. 46, CANSEN, s. 71, NECCAR, Risk
Sermayesi, s. 31. İslam bankalarının babası olarak bilinen bu
Yazarın da (Prof. Dr. Dari’yi de delil göstererek) faizsiz
bankacılık alanında İslam dininin istismar edilebileceğini ve
halen çeşitli kişilerce edilmekte olduğunu ifade etmesi bu
tehlikenin önemini göstermektedir.
73
REİSOĞLU, (ÖFK, s. 77’de) haksız rekabetin kurumsallaşması
70
24
Kanaatimizce ÖFK.larının bankalardan farklı olarak
sahip oldukları faizsiz çalışma özelliği, menkul ve
gayrimenkul ticareti yapma imkanı, düşük oranda munzam
karşılık ayırma gibi avantajlar gerçekte mali kuruluşlar
piyasasında bir haksız rekabete neden olmayacaktır. 74
Çünkü kurumların bu özelliklerine karşılık bankaların
da sahip oldukları hususiyetler vardır. Sözgelimi, daha
düşük karşılık ayrılıyor olması nedeniyle cari hesapların
ÖFK için bankalardan daha verimli olmasına karşılık,
tasarrufunu saklama amacıyla harekete geçen bir kişi için
TMSF nedeniyle bankalar sistemine müşteri olmak daha
güvenli ve avantajlıdır. 75 Bütün bunlar rekabeti artıran 76 ve
halinde Anayasaya aykırılık oluşacağını savunmaktadır.
BULUTOĞLU, (Uygulama, s. 46, 47’de) Yazar bu sakıncalarını
belirtmesine rağmen bilhassa yabancı sermayenin yurda
girişine sebep olması nedeniyle ÖFK.larının kurulmasından
yana görüş açıklamaktadır.
74
TEKİNALP, (Gülören, s. 74’te) “böyle bir kurumun kurulması
bence anayasaya aykırı değildir. Çünkü herhangi bir kurumun
diğerlerinden farklı yetkilerle mücehhez olması, farklı kanuna
tabi olarak ortaya çıktığında, Anayasaya aykırılık iddiası
yapılamaz kanısındayım. Ama biz bunların bir tür banka
olduğunu biliyoruz, bunun için, bankalara verilmiş yetkilerin
bunlara verilmesi bizi rahatsız ediyor” diyerek haksız
rekabetin söz konusu olabileceği hallerde dahi bunun
Anayasaya
aykırılık
sonucunu
doğurmayacağını
ifade
etmektedir.
Gerçekten bizce de haksız rekabetin varlığı kurumların
Anayasaya aykırılığını değil haksız rekabetin etkili kurallar ve
etkin denetim ile giderilmesi gerektiğini gösterir. Aksi görüşte
REİSOĞLU, ÖFK, s. 77.
75
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 49.
76
ZARAKOLU, s. 17. Yazar da faiz yasağı konusundaki donmuş
kalıpları uygulamanın ve ÖFK.larının kuruluşuna izin vermenin
çağdaşlaşma yolunda geri adım atmak anlamına geldiğini
savunmakta (s. 17) ancak bu kurumların kurulmasının bazı
olumlu yanları da olduğunu belirtmekte ve bankaların yeni
rakipler
bulmasının
bunların
başında
geldiğini
ifade
etmektedir.
25
dengeleyen unsurlar olarak düşünülmeli, 77 farklı düzenleme
ve değerlendirmeye neden olmamalıdır.
Bu konuda en çok dikkat edilmesi gereken husus,
bankalarla ÖFK.ları arasında haksız rekabete neden olacak
uygulamalardan kaçınılması 78 ve uygulanacak hükümlerin
bu husus nazara alınarak belirlenmesidir. 79
77
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 20.
KARAYALÇIN, ÖFK, s. 67, ZARAKOLU, s. 19, TOBB Raporu,
s. 116.
79
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
78
26
I I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N A
UYGULANACAK HÜKÜMLER
A. Kanuni Dayanak
Doğrudan ve yalnızca ÖFK.ları ile ilgili düzenlemelerin
kanuni dayanağı ilk olarak Bankalar Hakkında 22.07.1983
t.li ve 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 90.
maddesinde yer alan ve Bakanlar Kuruluna yetki veren
hükümdür. Bu kararnamenin ve 7129 sayılı Bankalar
Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin
31.08.1979 t.li ve 28 sayılı KHK.nin 25.4.1985 t.nde 3182
sayı ile kanunlaştırılması sonucunda 90. madde 96. madde
olarak şu şekilde yürürlüğünü devam ettirmiştir.
"Diğer Mali Kuruluşlar
Madde 96. 1.Bankalar dışındaki mali kuruluşların kuruluş
ve faaliyetleri bu kanuna tabi değildir.
2.Bu kurumların kuruluşlarına, faaliyetlerine, organlarına,
tasfiyelerine, TK.nun ve diğer mevzuatın çeke ilişkin
hükümlerine tabi olup olmayacağı, Bakanlar Kurulunca
düzenlenir. Düzenleme dışı kalan hususlarda TTK ve
ilgili diğer kanun hükümleri uygulanır."
Dikkat edilirse görülmektedir ki; ÖFK.ları ile ilgili
kanuni dayanak ve tek düzenleme olan bu madde dahi
düzgün bir cümle yapısına sahip değildir. 70 sayılı
Kararnamenin 90. maddesinin ikinci paragrafı iken cümle
düşüklüğü içermeyen bu hüküm, yapılan çeşitli tekliflerin
görüşülmesi sonucunda bu şekilde kabul edilmiştir. 80
Bankalar Kanununu inceleyen BAŞBUĞ, 81 doktrindeki
çoğunluk görüşünün ve Bak. Kur. Kar.nin girişinde yer alan
80
Tutanak Dergisi, C. 15, s. 380-381.
BAŞBUĞ, s. 20. Oysa Bankalar Kanununun 96. Maddesinin
TBMM’ndeki görüşmeleri sırasında bu maddenin ÖFK.larını
düzenlediği yolunda bir tereddüt yaşanmamıştır. Dile getirilen
itirazlar, böyle önemli bir mali müessesenin özel kanunla değil
de, tabi olmaması ve benzer görülmemesi istenen bankalarla
ilgili kanunun bir maddesi ile çerçeve içine alınması üzerinde
yoğunlaşmıştır. Tutanak Der. C. 15, s. 375.
81
27
atfın aksine BankK 96'nın ÖFK.ları için olmadığını, bu
maddenin ÖFK.larını öngörmediğini, kapsam dışında
tutmadığını, bu maddenin kapsamının çok farklı olduğunu
savunmakta ancak bu sonuca zorlama ile ulaştığını da
belirtmektedir. Öte yandan ÖFK ile ilgili olarak ortaya
çıkacak meselelerin ayrı düzenleme yapılmış olması
nedeniyle kapsam dışı kalmasına rağmen amaca bağlı
yorumla yine BankK sistematiği içinde çözülmesi
gerektiğini belirtmektedir. Yazara göre ÖFK.ları BankK 2/2
anlamında ayrı hükümler taşıyan bir kuruluş kanunlarının
bulunmaması nedeniyle dolaylı olarak BankK.na tabidir.
Aynı şekilde ÇEVİK 82 de ÖFK ile ilgili özel mevzuatın
dayanağı olarak sadece 1567 sayılı Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’u zikretmektedir.
Halen para ve sermaye piyasasında faaliyet gösteren
çeşitli kurumların kuruluş kanunları ve diğer mevzuatı
incelendiğinde görülmektedir ki sermaye piyasasında
aracılık faaliyeti yapan kurumlar SerPK.ndan kaynaklanan
özel mevzuata tabidir. Finansman şirketleri ve benzeri bazı
mali kuruluşlar ise 90 sayılı Ödünç Para verme İşleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak
çıkarılmış
olan
mevzuata
göre
faaliyetlerini
yürütmektedirler.
Bu nedenle BankK. 96. maddede sözü edilen banka dışı
mali kurumlar, halen sadece ÖFK.larıdır.
Bu madde yetki devri dışında bir içerik taşımamaktadır.
Ancak ileride ayrıntılı olarak inceleyeceğimizden burada
kısaca değinmemiz gereken önemli bir yetkilendirme
vardır. Çek muhatabı olma hakkı TK 694/1 ile sadece
bankalara verilmiş iken BankK. 96’da Bakanlar Kuruluna
bu konuda genişletici bir düzenleme yapma yetkisi
verilmiştir. Özel durum nedeniyle bu açık yetkilendirme
gerekli görülmüştür. Bakanlar Kurulu da özel mevzuat ile
ÖFK.larına çekle işleyen hesap açma yani çek muhatabı
olma yetkisini vermiştir.
82
ÇEVİK, s. 152.
28
B. Diğer Özel Hükümler
Her ekonomik ve sosyal yapılanma gibi ÖFK.larının da
hukuk düzenindeki yerini alabilmesi için devletin yasama
erki tarafından temel kanuni düzenleme ve yürütme
tarafından da ayrıntıya yönelik düzenleme yapılması
gerekir. Hele bu kurumlar bankalar gibi 83 finansman ve mali
bünye yönünden para ve şahıs itibarları üzerine
spekülasyonlara
çok
açık
iseler,
diğer
iktisadi
teşekküllerden daha sıkı tedbirler ve düzenlemeler
getirilmelidir.
Özellikle
artık
gelişme
devresini
tamamlamış
olduklarına göre, mümkün olan her konuda bankalarla
paralel hukuki düzenleme yapılması hem bizzat kurumlar
hem de ekonomik düzen açısından gereklidir. 84 Ancak
aşağıda açıklanacağı ve tartışılacağı üzere bu konuda
yeterli tedbir ve özen gösterilmemiş, 85 beklenen gelişme
sağlanamamıştır.
BankK. 96’daki yetki devrine dayanarak Bakanlar
Kurulu 16.12.1983 t.li ve 83/7506 sayılı Kararnameyi 86 ve
bunun bazı maddelerini değiştiren 15.3.1984 tarihli ve
84/7833 sayılı Kararnameyi 87 yayınlamış, ayrıntıları
düzenleme yetkisini Başbakanlığa bırakmıştır. 88 Ancak
Bakanlar Kurulu bu düzenlemeyi yaparken, giriş kısmında,
dayanak olarak 70 sayılı KHK.nin 90. maddesi (halen 3182
sayılı BankK.nun 96. maddesi) ve 1567 sayılı TPKKHK.u
zikretmiştir. 89
83
EYÜPGİLLER, Banka, s. 41.
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
85
TEKİNALP, Gülören, s. 67.
86
Bkz. 19.12.1983 t.li ve 18256 sy.lı R.G.
87
Bkz. 21.03.1984 t.li ve 18348 sy.lı R.G.
88
TEKİNALP, (Gülören, s. 67’de) haklı olarak bu ölçüde geniş
yetki devrini eleştirmektedir.
89
ERMAN, s. 351. Yazar 83/7506 sayılı Kararnameye mesnet
olarak 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında
Kanunun gösterilmiş olmasını eleştirmekte ve bu kanunun
ÖFK.larının kuruluşu ile ilgili düzenleme yetkisinin kime ait
olduğunu belirtmediği gibi ÖFK.larından da bahsetmediğini
84
29
Yetki devri sürmüş, Başbakanlık yayınladığı Tebliğ 90 ile
düzenlemeler yapmış ve bazı konularda ayrıntılı düzenleme
yapma yetkisini TC. Merkez Bankasına bırakmıştır.
Banka da konu ile ilgili 1 nolu Tebliğini 91 yayınlamıştır.
Ayrıca Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı 11.1.1997
tarihli Özel Finans Kurumlarının Şube Açmalarına İlişkin
Tebliğ ve aynı tarihli Özel Finans Kurumlarının Sermaye
Tabanı/Risk
Ağırlıklı
Varlıklar
ve
Gayrınakdi
Yükümlülükler Standart Rasyosu Tebliği ile ilave
düzenlemeler yapmıştır.
ÖFK.ları ile ilgili Kararname ve diğer düzenlemeler
öncelikle İslam Ülkeleri kaynaklı faizsiz bankacılık için
düşünülmüş olmakla birlikte, dini arzuya dayanmayan ve
batıda bir hayli yaygın olan yatırım tröstleri gibi benzer
örneklerinin bu çatı altında kurulmalarına ve çalışmalarına
uygun hükümler de taşımaktadır 92.
Gerçekten Bak. Kur. Kar. 1/1, yabancı memleketlerde
kurulmuş olup ta Türkiye’de faaliyette bulunacak olan
ÖFK.larının
da
bu
Kararnameye
tabi
olacağını
düzenlemektedir. 93
Bütün bu mevzuat kurulmuş ve kurulacak olan
ÖFK.larına
uygulanacak
hükümler
demeti
olarak
görülmekle birlikte bir ayrıma gidilmeli ve bir çok hükmün
emredici nitelik taşıdığı buna karşılık uygulamada çeşitli
şekillerde aksi kararlaştırılabilecek olan bazı hükümlerin
varlığı da kabul edilmelidir. Aksi halde ÖFK.ları lüzumsuz
olarak dar bir kalıp içine sıkıştırılmış olurlar. Bu ayrım,
uygulanacak hükümler sıralamasında araya esas sözleşme
haklı olarak ifade etmektedir. Aksi görüşte, AYTAÇ, s. 224.
Buna karşılık ÇEVİK, (s. 152) bu Kararnamenin kaynağı olarak
sadece 1567 sayılı Kanunu zikretmektedir.
90
Bkz. 25.02.1984 t.li ve 18323 sy.lı R.G.
91
Bkz. 21.03.1984 t.li ve 18348 sy.lı R.G. Bu Tebliğde; 25.7.1992
t.li 2 nolu, 2.6.1994 t.li 3 nolu, 27.1.1995 t.li ve 4 nolu
tebliğlerle değişiklikler yapılmıştır.
92
AKIN, s. 405.
93
TEKİNALP, Gülören, s. 60.
30
hükümleri de gireceğinden kurumların bağımsızlıklarını
elde etmelerini sağlayacaktır.
Hangi hükümlerin emredici hangilerinin düzenleyici
(ihtiyari) hüküm olduğu konusunda özel mevzuatta açıklık
olabilir. Diğer hallerde Bankalar Kanunu için kanunda ve
doktrinde 94
kabul
edilen
değerlendirmeyi
kıyasen
uygulamak suretiyle çözüme ulaşmak yerinde olur. Bu
konuyu da çalışmamızda yeri geldikçe ele alacağız.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, mevzuatta yer alan
hükümlerin emredici veya yorumlayıcı olduğunu tespitte
teorik tartışmalardan ziyade bu mevzuatın uygulayıcısı
durumunda olan Hazine Müsteşarlığı ve TC Merkez Bankası
ile kurumların karşılıklı bakış açısı ve birinci grubun
tutumu rol oynayacaktır. Bunun sıhhatli bir yöntem
olmadığı ise aşikardır. Meclis denetiminden geçerek
kanunlaşmamış bir mevzuatın uygulanmasındaki zorlukları
ve bu mevzuattan doğan sıkıntıları da yeri geldikçe
açıklayacağız.
3182 sy.lı K.un 96. maddesi gibi Bakanlar Kurulunun
83/7506 sayılı Kararname eki Kararının 1/4 maddesi de,
düzenleme dışı kalan hususlarda TK ve ilgili diğer kanun
hükümlerinin uygulanacağını belirtmektedir.
Bu atıf nasıl yorumlanmalıdır? 95 "TK ve diğer" denilmek
suretiyle sadece genel kanunlara mı atıf yapılmıştır? Yoksa
94
ÜNAY, s. 48. 3182 sayılı Bankalar Kanununda yer alan
düzenleyici hükümlere örnek olarak 36. maddedeki mudilere
hesap
özeti
gönderme
mecburiyeti
getiren
düzenleme
gösterilebilir. Bu hükmün aksi kararlaştırılabilir. Nitekim
tatbikatta hesap kartonunun arkasına düşülen bir not hesap
sahibine
imzalatılmak
suretiyle
bu
yükümlülükten
kurtulunmaktadır.
ÖFK mevzuatında yer alan, birim hesap değerinin sözleşmelerde
TL cinsinden ifade edileceği hükmü emredici bir hüküm
değildir. Kurumlar da bu şekilde anlamakta ve birim hesap
değerini
TL
yanında
çeşitli
döviz
cinsleriyle
ifade
etmektedirler.
95
Bu atıf şeklini tenkit eden AYTAÇ, s. 246
31
Bankalar Kanunu başta olmak üzere bazı özel kanunlar da
bu atıf kapsamında mıdır?
Kanaatimizce ikinci ihtimal pek mümkün değildir.
Çünkü TK.nu açıkça zikreden kanun koyucunun en önemli
yardımcı kanun olabilecek BankK.nu unutması ya da
bilerek tatbikatçılara bırakması makul görülmemektedir. Bu
atıfla istenen, ilgili oldukları nispette TK. BK. MK. TCK.
HUMK. Vergi kanunları 96 gibi genel kanunlardır.
Özel kanunlar ise yine ilgili oldukları nispette ancak
boşluk doldurmak maksadıyla kıyasen uygulanacaktır. Buna
göre ÖFK.larına öncelikle yukarıda zikredilen kararname
ve diğer mevzuatın hükümleri doğrudan uygulanacak daha
sonra TK.nun anonim şirketlere ilişkin 269 ila 274
maddeleri, gerektiğinde ticaret şirketleriyle ilgili genel
hükümler (m. 136-152), diğer ticari hükümler ve MK. BK.
hükümleri sırasıyla uygulanacaktır. 97
Hemen belirtmek gerekir ki; kurumların kendi içlerinde
ve üçüncü kişilerle girdikleri ilişkilerinden doğan
ihtilafların
çözümünde
uygulanacak
hükümler
sıralamasında emredici hükümler en başta gelecektir.
Kanuna dayanmak ve kanunla verilen yetkileri aşmamak
kaydıyla idari mevzuatta da emredici hükümler bulunması
mümkün ve ÖFK.ları için zaruridir.
Öte yandan bu atıf kanun yapma tekniği açısından da
sakıncalıdır. Zira özel kanunun genel kanunu sınırlamasının
uygun olmasına karşılık Bakanlar Kurulunun Kararname ile
genel kanunları sınırlandırması ve genel kanuna atıfta
bulunması hem teknik hem de hukuki yönden mahzurlar
doğurabilir. 98
96
193 sayılı Kanunun 94/11. maddesinde "ÖFK.larınca kâr ve
zarara katılma hesabı karşılığında ödenen kâr payları”
denilmek
suretiyle
kavram
olarak
ÖFK.ları
doğrudan
uygulanmak
üzere
ilk
defa
bir
kanun
maddesinde
zikredilmiştir.
97
AYTAÇ, s. 225.
98
Tutanak Dergisi, C. 15, s. 379.
32
C. Kıyasen Uygulanabilecek Hükümler
Yukarıda da sözü edildiği gibi ÖFK.larının kuruluş,
faaliyet ve tasfiyelerine uygulanacak hükümlerde bir boşluk
görülmesi
halinde
bunun,
hukukun
bu
konudaki
prensiplerine göre kıyas, yorum usullerinden biri
kullanılarak ve doktrinden yararlanılarak doldurulması
mümkündür.
Bu noktada karşımıza çıkan ilk problem, kıyasın hangi
hallerde ve ne zamana kadar geçerli olacağıdır.
Özellikle bankalarla yapılacak kıyas için; ÖFK.ları
bankalarla faiz uygulamasında ayrıldıklarına göre faiz
dışındaki
problemlerin
kıyasla
halledilebileceği
söylenebilir. BankK.nun kıyasen uygulanması gerçek bir
ihtiyaçtan kaynaklanmalıdır. Aksi halde kanun koyucunun
iradesi
aşılmış
olur.
Çünkü
yukarıda 99
belirtilen
uygulanacak hükümler konusundaki atıf, BankK.nun
doğrudan uygulanmaması amacına yöneliktir. Zira özel
düzenleme yetkisini zaten bu özel kanun vermektedir.
Ancak bu durum kanaatimizce kıyası engellememelidir.
Düzenlemenin yetersizliği nedeniyle, önemli bir
müessese için kıyas gibi tali usullere sık başvurulması söz
konusu olabilecektir. Bu sakıncalı çözümün yerine
BankK.nun ilgili hükümlerine doğrudan atıf yapmak
suretiyle bir tür kıyastan yararlanmak kanaatimizce daha
doğru bir çözümdür.
ÖFK.larının geniş anlamda sermaye piyasasında faaliyet
gösterdiği nazara alınarak 2499 sayılı SerPK.ndan da kıyas
yolu ile faydalanılabileceği düşünülebilir.
Sermaye piyasası halkın elindeki tasarruflarının menkul
değerler aracılığıyla yatırımlara akmasını sağlayan, hukuk
düzeninin himayesi ile devam eden, gelişen ve sosyal
faktörlerin de etkisi altında olan bir sistem 100 olarak
tanımlanmaktadır.
Menkul
kıymetler
vasıtasıyla
99
Bkz. yukarıda A. nolu başlık.
FRANKO, s. 17.
100
33
yatırımların gerçekleştirilmesi ve tasarrufların kanalize
edilmesi amaçlanmıştır.
Genişletici bir yorumla sermaye piyasasında yer aldığı
kabul edilmekle birlikte, menkul kıymet ihracını vasıta
olarak kullanmayan başka tür aracı kurumların varlığı da
kabul olunursa, kıyas imkanı artacaktır.
Örneğin sermaye piyasasının yardımcı kurumları da
riskin dağıtılması ilkesini 101 uygulayacaklardır. Ancak
SerPK. 32’de bu prensibi uygulayacak kurumlar numerus
clausus ilkesine göre 102 aracı kurumlar, yatırım fonları,
yatırım ortaklıkları ve sermaye piyasasında faaliyet
göstermesine izin verilen diğer kurumlar (m. 39) olarak
sayılmıştır.
Bu
kurumlar
portföylerindeki
menkul
kıymetler, gayrimenkuller, altın ve diğer kıymetli
madenlerin alım satımına aracılık yolu ile fonların
ekonomiye transferini sağlamaktadır. 103
ÖFK.larının da katılma hesapları akdetmek suretiyle bir
tür menkul kıymet ihracını gerçekleştirdikleri düşünülerek,
sermaye piyasasının bir yardımcı kurumu oldukları
gerekçesiyle kıyas imkanının varlığı müdafaa edilebilir.
Sermaye piyasasının yardımcı kurumlarından yatırım
fonu, ÖFK.larına en çok benzeyen tip olmakla birlikte 104
arada önemli farklılıklar da mevcuttur. Bu fonu kuran
banka, fon miktarını belli paylara bölerek katılma belgesi
adıyla tasarrufçuya satar, toplanan parayla devlet tahvili,
hazine bonosu, özel sektör tahvili ve hisse senedi gibi
sermaye piyasası araçları, gayrimenkul, altın ve diğer
kıymetli madenler satın alır. Bunlardan elde edilen geliri
fona yatırım yapanlara dağıtır. Bu faaliyetlerden alacağı
komisyondan kâr elde eder. 105
Katılma belgesi özellikle tasarrufların değerlendirilmesi
yanında anında paraya çevrilmesi arzusu ve imkanının da
101
FRANKO, s. 18, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 78.
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 89.
103
ÜNAL, s. 131, PARASIZ, s. 186.
104
AKIN, s. 95, AYTAÇ, s. 245.
105
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 47.
102
34
sonucudur. İstenildiği an o andaki değeri üzerinden paraya
çevrilmesi ÖFK hesaplarında bulunmayan unsurların
başında gelir. Öte yandan zarara da ortak edilmesi ancak
zarar ihtimalini azaltmak üzere istihbarat elemanlarınca
titizlikle incelenen çok sayıda şirketin menkul kıymetine
yatırım yapılmak suretiyle riskin dağıtılması ilkesinin
uygulanması 106 ÖFK.ları ile yatırım fonlarının aynı
piyasada
iş
gören
benzer
müesseseler
olarak
değerlendirilmesine yardımcı olabilir.
Bu sonuca nazaran kanaatimizce ÖFK.ları mevzuatında
yer alan boşlukların doldurulmasında SerPK.ndan da
istifade edilebilmelidir.
D. Hükümlerin Genel Değerlendirmesi ve Eleştirisi
Dünya üzerindeki uygulamada adı faizsiz banka olan
ÖFK.ları şüphesiz ki Türk mali kuruluşlar hukukunun
tanımladığı anlamda Bankalar Kanununa tabi bir banka
değildir. Ancak aynı piyasada faaliyet gösteren ve
ekonomik sistem içinde yerini almış olan bu kurumlara
hukuk sisteminde de ihtiyacı olan yeri vermek ve bir an
önce kanuni düzenlemeye kavuşturmak gerekir.
Bu aşamada, BankK. içinde ve bankalarla birlikte mi,
yoksa ayrı kanunla mı düzenlenmelidir sorusu akla
gelmektedir.
Bazı yazarlara göre 107 BankK.nun kapsamı düzenleyen 2.
maddesi, ÖFK.larını kapsam dışı bırakmıştır. Oysa bunlar
da BankK. anlamında mevduat toplayarak yatırımlara
kanalize etmek suretiyle aynı piyasada aynı işi
yapmaktadırlar. Mevduat ve benzeri işler BankK. 2 ve 3 ile
denetim altına alınmış olmasına rağmen ÖFK.larının
faaliyetleri bu özenle bağdaşmayacak şekilde büyük bir
eksiklik ve yanılgı olarak ortada kalmıştır.
106
FRANKO, s. 18.
BAŞBUĞ, s. 19.
107
35
Başka bir görüş ise 108 BankK. dışında ÖFK.larına özel
ancak esas itibariyle BankK.na paralel kanuni düzenleme
yapılması gerektiğini savunmaktadır.
Biz de bu ikinci görüşe uygun olarak diyebiliriz ki;
mümkün olan en kısa zamanda ÖFK.ları bankalara paralel
olarak
kendine
özgü
kanuni
düzenlemeye
kavuşturulmalıdır.
Bizce kodifikasyon konusundaki boşluk, ÖFK.larının
BankK.na dahil edilmemiş olması değil özel kanuni
düzenleme yapılmamış olmasıdır.
Faiz
olgusu,
bankaların
zorunlu
unsuru
değil
faaliyetlerinin özelliğidir. 109 Bu durumda, faizsiz çalışan
ÖFK.larını sadece bu nedenle her şeyiyle bankalardan ayrı
ve uzak tutmak mali kuruluşlar hukuku ve uygulama
bütünlüğü açısından doğru olmaz. Zira bunun kabulü
halinde kuruluştan tasfiyeye kadar her konuda ÖFK.ları
için ayrı hükümler manzumesi oluşturmak gerekecektir.
ÖFK.ları bankalarla aynı piyasada yer alan benzer aracı
kurumlar olarak değerlendirilmeli, 110 faizsizlik özelliği
nedeniyle, faizle ilişkili faaliyetler dışında kalan konularda
dikkatli bir şekilde BankK.na atıf yapan, diğer konularda
özel hükümler getiren bağımsız bir kanun yürürlüğe
konulmalıdır.
Kanuni düzenlemenin gecikmesi kanun koyucunun bir
deneme devresi öngördüğü şeklinde yorumlanmıştır.
Özellikle tatbikatçıların kanuni düzenlemeyi zorunlu
görmemeleri ve "evvela tatbikat olgunlaşsın sonra bu
uygulamaya paralel olarak kanuni düzenleme yapılır, aksi
halde sonradan değiştirmek icap eder ki bu da zor olur"
şeklinde görüş beyan etmeleri, gecikmeye sebep olmuştur.
Ancak kanaatimizce böyle bir deneme devresi gerekli
değildir. 111 Banker skandalı, yüksek enflasyon, dövizdeki
ani değişmeler ve bankalar krizi gibi önemli acı tecrübeler
108
EYÜPGİLLER, Banka, s. 41, AYTAÇ, s. 242-245.
ERSOY, s. 2-3.
110
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
111
Aksi görüşte AYTAÇ, s. 246.
109
36
yaşamış ve halen de yaşamakta olan ekonomimiz için bu
hukuki teminat göz ardı edilemez. 112
ÖFK.larının BankK. kapsamı dışında tutulmak suretiyle
sadece kararname ve tebliğlerle düzenlenmesinin açık bir
sakıncası da özellikle cezai ve hukuki sorumluluk
konularında kendisini göstermektedir. Zira uygulanacak
hükümlerin yetersizliği nedeniyle açık dengesizlik ve
boşluk vardır. Mevcut hükümlere aykırılık halinde
BankK.nun hükümleri uygulanamaz. 1567 sayılı TPKKK.un
hükümleri ve istisnaen TCK. uygulanabilecektir. 113
Hiç düzenleme yapılmamış olması gibi ÖFK.ları ve
bankaların gerekli olmamasına rağmen ayrı düzenlemeye
tabi tutulması da kanaatimizce Anayasanın 10. maddesinde
yer alan eşitlik ilkesine aykırıdır. Ticari kurumlar arasında
adil rekabet düzenini bozmaktadır. Bu durumda BankK.
1’de yer alan tasarrufları ekonomiye aktarma ve özellikle
tasarrufları
koruma
amacı
da
yeterli
güvenceden
mahrumdur.
112
BAŞBUĞ, s. 113.
MOROĞLU, s. 29.
113
37
I I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N B E N ZE R İ
MALİ KURULUŞLARLA TOPLU
KARŞILAŞTIRMASI
A. Bankalarla Karşılaştırma
1. Kurumsal Yapının ve Temel Niteliklerin
Karşılaştırılması
a) Kurumsal Yapının Karşılaştırılması
aa) Genel olarak
Bankalarla ÖFK.larının verimli bir mukayesesini
yapabilmek için, "banka"nın bir tarifini vermek gerekirse,
"sermaye
ve
tasarruflarını
verimlendirmek
isteyen
kimselerle, yeterli sermayeden yoksun bulunan iş sahipleri
arasında
kurulması
gereken
bağlantıyı
sağlayan" 114
kuruluşlardır denilebilir.
Bankalarda olduğu gibi diğer finansal kurumların
faaliyetinde de genel yapı şudur; finansman kapasitesi
olanlar bu kurumlar aracılığıyla ödünç vererek ödüncün
geliri olan faizi elde edecekler, diğer taraftan finansman
açığı olanlar faiz karşılığı bu krediden yararlanacaklar, bu
arada finansal aracılar da kendilerine para yatıranlara
ödedikleri faiz miktarının, kendilerinden ödünç alanların
ödedikleri karşılıklar ile masrafların altında kalmasından
kâr edeceklerdir. 115
Bu tarif ve izahtan anlaşıldığı gibi faiz olgusu,
bankaların
zorunlu
unsuru
değil
faaliyetlerinin
114
ÜNAY, s. 3.
PARASIZ, s. 70, 391. Bu faaliyet sonucu elde edilen kârın
dağıtımında, bankaların müşterilerine göre daha avantajlı
konumda olduğu genellikle kabul edilmektedir. BAYINDIR,
Para, s. 153.
115
38
özelliğidir. 116 Bu nedenle bankalara benzetilmesi ve buna
göre çözümler üretilmesi yanlış bir tarz olmayacaktır.
Şüphesiz ki bu kurumlar klasik anlamda banka
değildir. 117 Zira faizsiz çalışma prensibi çok önemli bir
özellik olarak kendisini göstermektedir. Ancak tip veya
yakın tip olarak ÖFK.larını değişik özellikli yatırım
bankasına benzetmek mümkün 118 olduğu gibi mevduat
bankaları gibi mütalaa etmek suretiyle ticaret veya iş
benzerliklerini
tartışmak
da
bankaları
ile
olan 119
mümkündür. Belirtmek gerekir ki para piyasası ve sermaye
piyasası ayrımında, mevduat bankalarının kısa vadeli
fonların akışına aracılık yapmasına ve bu nedenle para
piyasasında yer almasına karşılık, kalkınma ve yatırım
bankaları, orta ve uzun vadeli fonlara aracılık etmeleri
nedeni ile sermaye piyasasının en önemli kurumlarından
biri olarak görülmektedir. 120
116
ERSOY, s. 2-3
Merkez Bankası bu konuda açık görüş belirtmemekle birlikte,
bültenlerinde, mali kesimi, bankalar ve mali kuruluşlar olarak
ikiye ayırmakta ve ÖFK.larını diğer mali kuruluşlar arasında
değil parasal yetki kurumları (Merkez Bankası, Hazine,
Sermaye Piyasası Kurulu) ve mevduat bankaları ile birlikte
üçüncü
grup
olarak
bankalar
arasında
saymaktadır.
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 19.
Maliye Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu da ÖFK.larını bankalara
yakın telakki etmektedir. Mesela 85/10129 sy.lı Bakanlar
Kurulu Kararı 1'de bu kurumların ilan ve reklamlar açısından
bankalar
uygulamasına
yakın
sınırlara
tabi
tutulması
Başbakanlıktan istenmiştir.
Yine Bak. Kur. Kar. 3 ile ÖFK.larının asgari ödenmiş sermayesi
belirlenirken BankK. nun 5. maddesine atıf yapılmıştır.
118
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 237, No. 478.e, AYTAÇ, s. 221.
119
AKIN, s. 93. Ticaret bankalarının kısa vadeli işlemleri tercih
etmelerine karşılık iş bankaları sermaye piyasası işlemleri ve
uzun vadeli yatırımlarla meşgul olurlar. TEKİNALP, Banka, s.
17-18.
120
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 18, ÇİLLER
/ÇİZAKÇA, s. 116.
117
39
Ancak bazı yazarlar 121 hükümetin ÖFK ile ilgili
mevzuatı düzenlerken gerçeği gizlemek suretiyle adeta
banka değilmiş gibi bir statü verdiğini, BankK 96. madde
ile kurumların banka dışı mali aracılık ya da menkul kıymet
alım satımı ile uğraşan bir kurum gibi düzenlendiğini,
halbuki ÖFK.larını özleri itibariyle bir banka gibi
olduğunu, bir ihtisas bankası gibi mütalaa edilmek
gerektiğini, Türk bankacılık sektörünün yeteri kadar
ihtisaslaşamaması nedeniyle yatırım bankacılığı konusunda
gereken ayrımın yapılamadığını, oysa bu ayrım yapılmak
suretiyle ÖFK.larına yatırım bankacılığının bir alt türü
olarak bakmak gerektiğini savunmaktadırlar.
Kanaatimizce bütün bu görüşlerde haklılık payı olmakla
birlikte, ÖFK.larını mevduat bankalarına benzetmek ve
tatbikatta bir önemi kalmamış olmakla birlikte, toplanan
paranın işletme şekli ile işletildiği yerlerdeki benzerliğe
dayanarak, ticaret bankalarından ziyade iş bankalarına
yakın olduğunu kabul etmek gerekir. 122
bb) Kuruluş amaçları, aşamaları ve özel izin
zorunluluğu
ÖFK.larının yaptıkları işler itibariyle bir çeşit banka
olduğu fikri 123 temel faaliyet yönünden haklı görünebilir.
Çünkü halktan fon toplayıp iktisadi hayata tahsis etmek
yanında her çeşit bankacılık hizmetini vermektedirler. Bir
de yurtdışındaki benzerleri "faizsiz banka" olarak
adlandırılmaktadır. Ancak bankaların ve ÖFK.larının
kuruluş şekli yönünden bakıldığında, faaliyetlerinin değil
bizzat banka kurumunun tanımı verilerek buradan sonuca
gidilmesi gerekir.
Bankalar halkın derhal kullanmak istemediği paraları
mevduat şeklinde toplayarak, büyük sermayeler oluşturan
121
BULUTOĞLU,
BULUTOĞLU,
arasında toplu
vd.
123
DURAKBAŞA,
122
Söyleşi, s. 19.
Uygulama, s. 46, Ayrıca bankalarla ÖFK.ları
bir karşılaştırma için bkz. TOBB Raporu, s. 118
ÖFK, s. 37, AYTAÇ, s. 224.
40
ve bunları başkalarına vermek suretiyle kredi ve benzeri
işlemleri ticari bir iş veya sanat olarak yapmaya kanunca
yetkili kılınan kuruluşlar 124 olarak tanımlanabilir.
Bu durumda ÖFK.ları ile bankalar arasında kuruluş
yönünden de büyük benzerlikler olduğu görülecektir. Diğer
bütün mali kuruluşlar gibi ÖFK.ları da kuruluşlarında,
TK.ndaki AO.nun kuruluşuna ilişkin hükümlerinin dışında
özel düzenlemeye tabi tutulmuşlardır. ÖFK.larının mali
kuruluşların arasında değerlendirilebilmesi için öne
sürülebilecek hukuki düzenlemelerin en önemlilerinden biri
budur. 125
Bu durumda iki kurum arasındaki paralellikleri nazara
almak gerekir. Bunlar da şöyle sıralanabilir.
•Kurucularda aranacak özellikler aynıdır. Müflis
olmamak ve yüz kızartıcı suçtan mahkum olmamak gerekli
görülmüştür.
•Kuruluş izni önce Bakanlar Kurulundan alınacaktır.
•Kuruluş izninden sonra ayrıca bir de faaliyete geçme
izni alınacaktır. Bu izin bankalar için bankacılık
faaliyetleri yapma ve mevduat kabul etme izni olarak
anılmaktadır.
•Hisse senetleri nama yazılı olacak ve nakit karşılığı
çıkarılacaktır.
Bu dört temel benzerlik göz önüne alındığında
denilebilir ki ÖFK.ları kuruluş şartları yönünden TK.nda
düzenlenen AO.lardan çok, bankalara benzemektedir. 126
124
YÜKSEL, s. 1.
ÖFK.larının kuruluşunda bankalarla olan benzerlikleri bazı
yazarlarca (AKIN, s. 287, EYÜPGİLLER, Banka ve Mali
Kuruluşlar, s. 51) imtiyazlı bir banka statüsünde çalışacakları
şeklinde değerlendirilmiş, bazıları (YÜKSEL, s. 294, ERSOY,
s. 11) ise ÖFK.larını hem banka ve hem de ticaret şirketi
özelliklerini yapılarında toplayan karma nitelikli müesseseler
olarak görmüşlerdir.
126
Tutanak Der. C. 15. s. 78.
125
41
cc) Mali yapı
Ekonomik sistemin merkezinde yer almaları sebebiyle
bankaların mali yönden güçsüzlüğe düşmeleri sadece
ortaklarını ve az sayıdaki alacaklıları değil, çok sayıdaki
mevduat sahibini ve diğer alacaklılarla birlikte başka
bankalardan
alacaklı
olan
kişileri
de
olumsuz
etkilemektedir.
Mevduat sahibinin ve genel olarak piyasanın bankacılık
sektörüne
güveninin
korunabilmesi
ve
daha
da
artırılabilmesi amacıyla Devlet gün geçtikçe daha da
yoğunlaşan bir biçimde bankacılık sektörüne müdahale
etmektedir.
Bu müdahalenin en önemli görüntüsü bankaların mali
yapılarını güçlü tutmaya yönelik tedbirlerin zorunlu olarak
uygulanmasıdır.
Güçlü özkaynak ve sermaye, likiditeyi ve solvabiliteyi
sağlamaya yönelik olarak ayrılan karşılıklar ve özel yedek
akçeler, bunların kontrolüne yönelik yoğun dış denetim
faaliyeti bu tedbirlerden bazılarıdır. 127
ÖFK.ları da paraya aracılık nedeniyle bankalar gibi
ekonomik sistemin merkezinde yer alan kuruluşlardır. Mali
yönden güçsüz hale düşmeleri para yatıran geniş halk
kitleleri yanında piyasanın genel yapısını da etkileyebilir.
Bu nedenle ÖFK.ları için de mali bünyeyi güçlü tutmaya
yönelik bazı tedbirler öngörülmüştür. Bu tedbirler,
kurumların katılma hesaplarına ana para ve kâr garantisi
vermemeleri nedeniyle bankalardaki kadar yüksek oranlar
içermemektedir.
1998 yılında özel mevzuatta yapılan köklü değişikliğe
kadar, bu tedbirler oransal olarak olduğu kadar, tür ve
yaklaşım tarzı olarak da yeterli görülmemekteydi. 128 Yeni
düzenlemelerle birlikte kurumlar bu yönden de bankalarla
paralel yükümlülüklere tabi tutulmuşlardır.
127
Ayrıntılı bilgi için bkz. İMREGÜN, Banka, s. 199 vd.
BATTAL, Denetim, s. 225.
128
42
dd) Denetim
Bankalar mali ve ekonomik önemleri nedeniyle herhangi
bir AO gibi görülmemektedirler. TK.na tabi klasik AO.ların
denetimi
Sanayi
ve
Ticaret
Bakanlığı
tarafından
yürütülmektedir. Buna karşılık geniş halk kitleleriyle ilişki
içine giren bütün iktisadi kurumlar gibi bankaların da dış
denetimlerine özel bir önem verilmekte ve bu denetimler
Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı tarafından yerine
getirilmektedir.
ÖFK.larında da durum farklı değildir. Gerek evrak
üzerinden ve gerekse kurumlarda yerinde yapılan
incelemeler yoluyla denetim konusunda bankalara benzer
bir sistem oluşturulmuş bulunmaktadır.
Denetimin bir diğer ortak özelliği de denetim esnasında
kamuya açıklığın sağlanmasına yönelik düzenlemelere
gidilmiş olmasıdır. 129
Ayrıca kamusal denetimi sağlamak amacıyla BankK. 19
ile Müsteşarlığa tanınmış olan banka genel kurullarında
temsilci bulundurabilme yetkisine benzer bir hüküm özel
mevzuatta da vardır. Bak. Kur. Kar. 5/2’ye göre Hazine
Müsteşarlığı ÖFK genel kurullarında bir temsilci
bulundurur. Bu temsilci genel kurul tutanağını imzalar. 130
Temsilcinin
tutanağı
imzalamasının
sonucu
ve
imzalamamış olmasının müeyyidesi nedir?
Kanaatimizce bu imza genel kurul toplantısının ve
alınan kararların geçerliliğini sağlayan Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı temsilcisinin imzasından farklıdır. Kararların
geçerliliğini etkilemez. Sadece ilgili kamu kurumlarının
ÖFK üzerinde ikaz gibi bazı özel uygulamalar ve yönetime
müdahale gibi müeyyideler tatbik etmesine sebep olabilir.
129
Diğer bir çok konuda olduğu gibi kamunun aydınlatılması
konusunda da Türk Banka Hukukunun Avrupa Birliği ortak
hukuku
ile
uyumlaştırılmasına
yönelik
çalışmalar
yapılmaktadır. Bu yönden ÖFK.ları da bankalar gibi mütalaa
edilmelidir. TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 146.
130
BATTAL, Denetim, s. 227.
43
ee) TC. Merkez Bankası İle İlişkiler
Bankacılık
sektörü
yönünden
Merkez
Bankası,
bankaların bankası olarak anılmaktadır. Bunun sebebi
Merkez Bankasının bankacılık sektörünün tepesinde ve
sisteme hakim konumda bulunması ve bankacılık sektörü ile
ilgili önemli yetki ve görevlere sahip olmasıdır. Devlet
bankalarla muhatap olurken genellikle Merkez Bankasını
bir aracı olarak kullanmaktadır.
Merkez Bankasının ÖFK.ları ile en yakın ilişkisi,
MerBK. 4/III.c uyarınca yetkili mercilerce bankalar ve
diğer mali kurumların ve bu arada ÖFK.larıyla ilgili
kuruluş izinleri ve tasfiyeleri hakkında karara varılmadan
önce Bankanın mütalaasının alınmasıdır. Merkez Bankası
bu yetkiyi kendi sorumluluğu altında ve müstakil olarak
kullanır. Bunun dışında incelememizin çeşitli bölümlerinde
yer aldığı gibi özel mevzuatla da Merkez Bankasına
ÖFK.ları ile ilgili bir çok konuda yetki verilmiştir.
Sistemin gereği olan bu mecburi ilişkilerin dışında,
faizden uzak kalma arzusu nedeniyle ÖFK.ları Merkez
Bankası ile sıkı bir mali ilişki içinde olamayacaktır.
Mevduata hazine garantisinden ve Merkez Bankası
kaynaklarından yararlanamamaktadırlar. 131
Bankaların Merkez Bankası ile ilişkilerinin bir yönü de
bu banka nezdinde faaliyet gösteren risk santralizasyonu
teşkilatını bir istihbarat kaynağı olarak kullanabilmeleridir.
ÖFK.larının da, ilgilenecekleri bütün işlerin analizini
yapacak ve risklerini bildirecek kuvvetli bir kaynağa
ihtiyacı vardır. Aslında arzu edilen, bütün müteşebbisler
hakkında
iyi
bir
istihbarat
sistemi
ve
arşivi
oluşturabilmektir. 132
131
AKIN, s. 384. Bu bakımdan kurumların sağlam bir sermaye
bazına oturtulması ve fon akışı konusunda Merkez Bankasını
hesaba katmadan bizzat tedbir almaları sağlanmalıdır.
132
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 30. Konuşmacı bu işe yaramak üzere
bütün bankaların ve ÖFK.larının eşit düzeyde ortak olacakları
bir istihbarat şirketi kurulması gerektiğini savunmakta, gizlilik
içinde rekabet olamayacağını, sır saklamakla değil hizmet
44
İşte bu ihtiyacı kısmen gidermek amacıyla MerBK. 44
uyarınca Merkez Bankası nezdinde, Türkiye'de faaliyette
bulunan bankaların müşterilerinin risk durumu hakkındaki
bilgileri toplamak üzere, işlem ve kayıtları gizli olan bir
risk santralizasyonu teşkilatı kurulmuştur.
Bu santralde iki tür bilgi toplanır.
•Bankaların müşterilerine açtıkları (limitli) krediler ve
kullandırdıkları krediler ile ilgili bilgiler.
•Ödememe protestoları. Bu kısımda ticari senetlerin
(çek-poliçe-bono) ödenmemesi hali ile ilgili bilgiler yer
almaktadır. 133
ÖFK.ları da çek muhatabı olabilmektedirler. Çeklerin
karşılıksız kalması halinde muhatap bankanın bu durumu
süresi içinde Merkez Bankasına bildirmesi gereklidir. Bu
faaliyeti nedeniyle Merkez Bankasına bilgi aktaran
ÖFK.ları, özel mevzuatta bir düzenleme yapılmamış olması
nedeniyle, gerekli olmasına rağmen, risk santralinde
mevcut bilgilerden mahrum kalmaktadırlar.
Kanaatimizce, çekle ilgili hükümlere tabi olmak
suretiyle üzerine çek keşide edilen ve çek kanununun 9.
maddesi uyarınca da karşılıksız kalan çeklerle ilgili bilgiler
kendisine duyurulan ÖFK.larını eksik düzenlemeyi ileri
sürerek bu bilgilerden mahrum etmek, dürüst rekabet
kuralları ve kanun önünde eşitlik ilkesi ile bağdaşmaz.
Bu nedenle, yoruma dayalı olumlu veya olumsuz
uygulamalarla
yetinmek
yerine
ÖFK.ları
risk
santralizasyonu teşkilatına üye yapılmalıdır.
etmekle rekabet yapılabileceğini belirtmektedir.
Kanaatimizce konuşmacının istihbarat teklifi konusundaki teklifi
uygun olmakla birlikte, şayianın çok etkili olduğu ticari
piyasada özel şirket yerine özerk bir kamu kurumu niteliğinde
bir istihbarat örgütünün bu fonksiyonu yerine getirmesi ve
böylece ticarî sır konusunda hassas olunmasının sağlanması
daha uygun olacaktır.
133
TEOMAN, Çek Yasası, s. 17.
45
ff) Suç ve Ceza İle İlgili Hükümler
Bankaların güven kuruluşu sayılmalarına sebep olan
önemli özelliklerinden biri de özel cezai düzenlemeler
yapılmış olmasıdır. Gerçekten BankK.nun, 79 ila 89.
maddelerinden oluşan On üçüncü Bölümü bankacılık
alanına özgü ceza hükümlerine tahsis edilmiş ve ayrıca özel
kovuşturma yöntemleri belirlenmiştir.
Buna karşılık ÖFK.ları ile ilgili hükümler halen sadece
bir kanun maddesi (BankK. 96) ve ayrıntılı idari
mevzuattan oluşmaktadır. Bu mevzuatta ceza hükümleri yer
almamaktadır. Bu durum suçların ve cezaların kanuniliği
ilkesinden kaynaklanıyor olabilir.
Ancak her ne sebeple olursa olsun bankalarla aynı
piyasada faaliyet gösteren ve aynı amaçlara hizmet eden
ÖFK.ları hakkında özel ceza hükümlerinin konulmamış
olması büyük bir eksiklik ve eşitsizliktir.
Kurumlarla ilgili özel kanun hazırlanırken bu husus da
göz önüne alınmalıdır. Ayrıca özel kanun çıkıncaya kadar
BankK. 96’ya eklenecek bir hükümle ceza hükümleri
yönünden ÖFK.larının bu kanuna tabi olması da
sağlanabilirdi. Bu çözüm için dahi geç kalınmıştır. Ancak
daha geç kalınmamalıdır.
Öte yandan Bak. Kur. Kar. 14’te yer alan 134 ve
Kovuşturma Usulü başlığını taşıyan hükme göre, “Bu
kararnameye ve kararnameye bağlı olarak çıkarılacak
tebliğlere
aykırı
davranışlardan
dolayı
kovuşturma
yapılması, Başbakanlıkça Cumhuriyet Savcılığına yazılı
başvuruda bulunulması suretiyle olur. Bu başvuru ile
Başbakanlık aynı zamanda müdahil sıfatını kazanır.
“Bu
kararnameye
ve
Başbakanlık’ça
yayınlanan
tebliğlere aykırı fiillerin işlendiğine dair bilgi edinen
Cumhuriyet Savcıları, Başbakanlığa bildirerek durumun
incelenmesini isteyebilirler.”
134
Aynı hüküm Başb. Teb. 34’te de yer almaktadır.
46
Bu hükümler BankK.nun aynı başlığı taşıyan 87.
maddesinin iki fıkrasının tekrarı mahiyetindedir. Asıl
önemli
düzenlemeleri
içeren
diğer
iki
fıkra
ise
alınmamıştır. Zira bu fıkralar özel bankacılık suçlarını
doğrudan
ilgilendirmektedirler.
ÖFK.ları
ile
ilgili
mevzuatta ise bu tür bir özel suç yoktur.
O halde bu hükmün anlamı nedir?
Her şeyden önce bu hüküm C. Başsavcılarını bağlayacak
mıdır?
Kanaatimizce kanun çıkarmak suretiyle yasamanın
müdahalesi yargının bağımsızlığına zarar vermez. Bankalar
için durum bu şekildedir. Buna karşılık yürütme organının
bir idari mevzuatla ÖFK.ları ile ilgili bir kovuşturmaya
müdahale
etmesi
sakıncalı
olmuştur.
Ayrıntılarına
girmemekle
birlikte
bu
tartışmanın
bankalar
gibi
sonuçlanması gerektiği kanaatindeyiz.
Bu hüküm bir suç veya ceza ihdas etmemekte, sadece
mevcut genel ve özel kanunlarda yer alan suçların
kovuşturulmasını idarenin iznine bağlamaktadır. Bir de
TCK. 526 ile düzenlenmiş olan -kabahat nevinden- yetkili
mercilerin
emirlerine
riayetsizlik
suçunun
oluşup
oluşmadığı hususunun tartışılması da bu kapsamdadır.
Bankalar için yukarıdaki özel kovuşturma yolunun
öngörülmüş olmasının sebebi, güven kurumu olan
bankaların asılsız dedikodularla yıpratılmasının ve halkın
paniğe kapılarak bundan zarar görmesinin önlenmesi
isteğidir. 135
Bankalar için geçerli olan bu ihtiyaç aynı sebeplerle
ÖFK.ları için de söz konusudur. Bu nedenle, yapılan
düzenleme ile elde edilmek istenen sonuç genel olarak
yerindedir. Ancak yöntemin doğruluğu tartışılabilir. Ayrıca
ortada özel nitelikli bir suç yok iken özel kovuşturma usulü
konulmuş olmasının da fazlaca bir anlamı olmasa gerektir.
Sonuç olarak cezai düzenlemeler yönünden bankalarla
ÖFK.ları arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılıklar
135
REİSOĞLU, Şerh, s. 585, BATTAL, Banka, s. 118 vd.
47
şüphesiz kurumların ve idarecilerinin lehine ancak,
kurumlara güvenerek müşteri olan halkın aleyhinedir. Bu
nedenle bir an önce bankalara paralel özel cezai
düzenlemeler yapılmalıdır.
b) Temel Nitelikleri Yönünden Mukayese
aa) Aracı kurum niteliği
Bankalar para akışına aracılık yapmaktadırlar. Bu
aracılık parayla ilgili vadeli işlemler yoluyla sermaye
transferine aracılık şeklinde görülebildiği gibi, nakit
akışına aracılık suretiyle ücret karşılığı aracılık hizmeti
vermek şeklinde de görülebilmektedir.
Bu durum bankaların ağır sorumluluk kurallarına tabi
olmalarını gerektirmektedir.
ÖFK.ları da bankalar gibi nakit para ve sermaye akışına
aracılık hizmetlerini vermektedirler. Bu nedenle ÖFK.ları
da benzer sorumluluk kurallarına tabi tutulmalıdırlar.
bb) Güven kurumu niteliği
Yukarıda da 136 ifade edildiği gibi bankalar kamu
güvenine mazhar kuruluşlardır. Bu güven özel kanunla
korunmakta olan geniş halk kitlelerinin bu kuruluşlara
müşteri olmasından ve ekonominin merkezinde yer alan
kuruluşlar olmalarından kaynaklanmaktadır.
Benzer durum ÖFK.ları için de geçerlidir. Bu nedenle
bu kurumlar da basiretli yönetim ve müşterilere zarar
verilmemesi zorunluluğu yönlerinden güven kuruluşu
sayılmalı ve bankalarla aynı sonuçlara tabi tutulmalıdırlar.
cc) İmtiyaza dayalı faaliyet yapmaları
Hem bankalar hem de ÖFK.ları kuruluş aşamasında bir
AO olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığından Kuruluş izni
almanın ötesinde Bakanlar Kurulundan kuruluş izni
almaktadırlar.
136
Yukarıda I. B. 2 nolu başlık.
48
Özel mevzuat bununla da yetinmemekte her iki tür
kuruluşun da ayrıca ilgili resmi kurumdan faaliyet izni
almasını şart koşmaktadır.
Gerek özel kuruluş izni ve gerekse faaliyet izni somut
belirli şartları yerine getiren ve başvuruda bulunan herkese
verilmemekte bu konuda yarı siyasi bir takdir hakkı
kullanılmaktadır.
Diğer
deyişle
sektöre
giriş
sınırlandırılmıştır.
Bu durum sektörde yer alan bankaların ve ÖFK.larının
imtiyazlı müesseseler olduğunu ifade etmektedir. 137
dd) Faizsiz çalışma
Bankalar faizsiz çalışmak gibi bir kavram ile ilgili veya
bağlı değildirler. Klasik bankanın temelinde faiz yer
almaktadır.
Buna
karşılık
yukarıda 138 ayrıntılarıyla
açıklandığı üzere ÖFK.ları İslam Dininin yasakladığı
türden bir faiz almamakta ve vermemektedirler.
Bu durum kurumların uyguladıkları sözleşme türlerinde
değişikliğe gitmeleri sonucunu doğurmaktadır. Sözleşme
türlerinin değişmesi ise taraflar arasındaki haklar ve
borçların içeriğinin önemli ölçüde değişmesi sonucunu
doğurmaktadır.
Örneğin
tasarrufunu
bankada
mevduat
olarak
değerlendirmek isteyen kişi, dönem sonunda ne miktar gelir
(faiz) elde edeceğini bilmektedir.
Enflasyonist ortamlarda enflasyonun tahmin edilenden
daha yüksek çıkması halinde, beklenen reel kâr (reel faiz)
kısmen ya da tamamen gerçekleşmeyebilmektedir. İtibari
anlamda bir faiz elde edilmekle birlikte bu faiz gerçekte bir
fazlalığı ifade etmemektedir. Diğer deyişle faiz almaya
niyet ve kastedilmiş ancak beklenmeyen durum nedeniyle
buna muvaffak olunamamıştır.
Ancak bankalar bu caydırıcı ihtimalin çözümünü
bulmuşlardır. Döviz üzerinden hesap açılması halinde
137
İmtiyazın sonuçları için bkz. yukarıda I. B. 3 nolu başlık.
Yukarıda I. B. 4 nolu başlık.
138
49
enflasyonun anaparayı aşındırması ihtimali azalmaktadır.
Bu nedenle çoğu dönemlerde dövize verilen faiz reel faiz
olarak
ifade
edilebilmektedir.
Bazı
bankaların
uyguladıkları, gerçekleşecek olan enflasyon oranı üzerine
belli miktar faiz ödemesi (t.e.f.e + reel faiz oranı) vaat
edilerek hesap açılması uygulaması da bu riski tamamen
ortadan kaldıran ve reel faiz elde edilmesini mümkün hale
getiren bir sözleşme türüdür. Sonuç olarak bankada
mevduat hesabı açtıran bir kişi reel net gelir elde
etmektedir.
Buna karşılık tasarrufunu ÖFK.na götürerek katılma
hesabı açtıran bir gerçek veya tüzel kişi vade sonunda ne
miktarda kâr payı alacağını önceden bilememektedir. Hatta
teorik olarak zarara katılma yani ana parasını dahi kısmen
ya da tamamen kaybetme ihtimalini göz önüne almalıdır.
Hesap açtırırken ancak kurumun o güne kadarki
başarısına ve önceki hesap sahiplerine ne kadar kâr payı
ödediğine bakarak bir tahmin yürütebilir. Ancak bu tahmin
ve beklenti kurum yönünden bir vaat oluşturmamaktadır.
Kurum aldığı parayı benzer hesaplardan gelen paraların
oluşturduğu büyük bir havuza aktaracak ve hesap sahibini
bu havuzun akıbetine ortak etmiş olacaktır. Kurum bu
havuzdaki paranın tamamını bir bütün olarak farz edecek,
uygun parçalara ayırarak çeşitli ticari faaliyetlere sokmak
suretiyle işletecektir. Kullandığı para ile kâr elde etmişse
anaparayı ve karın en az %80’ini havuza iade edecek en çok
%20’sini kendisine kâr olarak alıkoyacaktır. Hesap sahibi
vade sonu geldiğinde havuzdaki paraya başta ortak olduğu
oranda ortak olacak ve bunu kâr payı olarak alacaktır.
Dolayısıyla hesap sahibi, beklentisinin aksine reel
olarak düşük kâr payı ya da zarar ile karşılaşabilir.
Gerçekten bankalar için söz konusu olan reel kâr
(enflasyonu aşan kar) itibari kâr (enflasyon artışından
kaynaklanan kar) ayrımı aynen ÖFK.ları için de söz
konusudur.
ÖFK.ları Türk Lirası üzerinden açılmış bulunan bir
katılma hesabına vade dönemi içinde gerçekleşmiş olan
enflasyon oranından fazla oranda bir kâr payı vermişse bu
50
fazlalık gerçek bir kardır. Buna karşılık verdiği kâr payı
aynı dönemdeki enflasyon oranına yetişememişse itibari
olarak kâr payı vermiş olmakla birlikte reel anlamda hesap
sahibini zarara ortak etmiş demektir.
Beklentilerini ileri sürerek kurumdan herhangi bir
talepte bulunmaya hakkı yoktur. Meğer ki kurum o dönem
içinde hesabın açıldığı havuzda biriken fonları basiretsiz
işletmiş ya da hile yaparak gerçekte var olan kârı gizlemiş
ve böylece zarar vermiş olsun.
Buna karşılık banka hesap sahibine vaat ettiği oranda
faizi, o dönemde zarar dahi etmiş olsa ödemelidir. Aksi
takdirde sorumlu olur.
ee) Kamuyu aydınlatma ilkesi
Kamuyu aydınlatma ilkesi temelde halka açık AO.lar
için kabul edilmiş bir prensiptir. Bilgilerin ilanı ve ilanın
kapsamının anlaşılır olması anlamındadır. 139 Ortaklıkların
durumu, iktisadi faaliyetleri ve mali gücü hakkında verilen
bilgilerin, yapılan açıklamaların tümüdür.
Bu ilke bankalar için de en temel ilkelerden biridir. Bu
yolla mevcut ve potansiyel müşteriler aydınlatılmış olacak,
net ve doğru bilgiler yardımıyla muhtemel yıkıcı
dedikoduların önü kesilecektir.
Genel olarak AO.lar için kamuyu aydınlatma şu gruplar
açısından önemlidir. 140 Pay sahipleri, gelecekteki pay
sahipleri, ortaklık alacaklıları ve son olarak kamu.
ÖFK.ları için hesap sahipleri, AO alacaklıları gibi
düşünülebileceği gibi bu ilkenin uygulanması açısından
hesaplara katılma nedeniyle, yönetime katılma amacı
olmayan ortaklar gibi de mütalaa edilebilir. 141 Her iki halde
de kurumun doğrudan bilgi vermek zorunda olduğu gruplar
arasında yer almaktadır.
139
TEKİNALP, Bilanço, s. 51.
TEKİNALP, Bilanço, s. 24.
141
Kurumlarla hesap sahipleri arasındaki ilişkinin niteliği
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. 4. Bölümde I. A. nolu başlık.
140
51
Gelecekteki hesap sahipleri ise geniş anlamda kamuya
dahildir. Bunların
aydınlatılması, serbest rekabetin
kurulması için kullanılan bir araç olarak rol oynayabilir. 142
Böylece ÖFK.larının kendi aralarında rekabeti sağlanabilir.
Ancak bunun için kurumların faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı
bilgilerin verilmesi gerekir.
Kamuyu aydınlatma ilkesi 143 kanaatimizce ÖFK.ları için
de geçerli olmalıdır. Çünkü bu kurumlarda, halka açık
AO.larda yönetime katılma arzusu olmaksızın kâr elde
etmek amacıyla ortak olan veya olmayı düşünenlerin yerini,
bizzat kuruma değil ancak kurumun faaliyetlerine hesaplar
yoluyla
ortak
olmayı
düşünen
veya
olan
hesap
sahipleri/müşteriler almaktadır.
Bunların yönetime katılma arzusu ya da doğrudan bilgi
sahibi olma imkanı bulunmadığına göre 144 kamuya yönelik
yayınlardan 145 bilgi alabilirler. Oysa yalnızca katılma
hesaplarındaki birim değerinin günlük veya haftalık
olarak 146 kurum içinde ilanı ve katılma hesapları ile ilgili
hesap vaziyetlerinin düzenlenerek 6 ayda bir kamuoyuna
duyurulması bu bilgilenme için kanaatimizce yeterli
değildir. Ancak belirtilmelidir ki; birim değerin ilan
edilmesi, katılma hesabı belgelerinin serbest piyasada
satılması halinde bu satış için gereken referans fiyatın
tespitinde rol oynayacaktır. 147
142
TEKİNALP, Bilanço, s. 34.
FRANKO, s. 40, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 102-108.
Örneğin yatırım fonlarında fon yönetimi genel yönetim
politikalarını fon içtüzüğünde göstermeli, yatırımcıların
değerlendirme yapmalarına yardımcı olmalıdır. s. 116.
144
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 57.
145
TEKİNALP, Bilanço, s. 42. Kamunun hangi konularda
aydınlatılacağının belirlenmesi açısından, bu ilkeye uygun
olarak hazırlanmış bir bilançonun içeriği hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz. s. 42 vd.
146
BÜYÜKDENİZ, s. 182.
147
ÖFK.larında birim değerin günlük veya haftalık olarak
belirlenmesi kurumların takdirine bırakılmış olmakla birlikte
genel teamül haftalık olarak tespit yönünde gelişmiştir. Bu da
hesapların serbest piyasadaki alım-satım rahatlığını azaltan bir
143
52
ÖFK.larının yatırımlar konusundaki tercihleri hakkında
kamuya ayrıntılı bilgi verilmelidir. Böylece tasarruf
sahipleri,
kurumlar
açısından
daha
sağlıklı
bir
değerlendirme yapma imkanına kavuşmuş olacaklardır.
ff) Sorumluluklar
Bankalar
iki
konuda
ağırlaştırılmış
sorumluluk
kurallarına tabi tutulmuşlardır. 148
Birincisi kendi sorumluluklarını sınırlayan ya da
kaldıran anlaşmaların geçerliliğinin imtiyazlı kurum
olmaları nedeniyle sınırlandırılmış olmasıdır. BK 99/2’ye
göre borçlu kastından ve ağır kusurundan her halde
sorumludur. Bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik anlaşmalar
geçersizdir. Ancak borçlunun hafif kusurdan sorumlu
olmayacağı sözleşme ile kararlaştırılabilir. Borçlu imtiyazlı
bir müessese ise hafif kusura ilişkin bu sorumsuzluk
anlaşmasının geçersizliği mahkeme önünde ileri sürülebilir.
BK 99/2 yönünden ÖFK.ları da bankalar gibidir.
İmtiyazla faaliyet görmektedirler ve dolayısıyla hafif
kusurdan
sorumsuzluk
anlaşmalarının
geçerliliği
sınırlanmıştır.
İkincisi çekle işleyen hesaplarla ilgili bir sorumluluk
kuralıdır. TK 724’e göre, sahte veya tahrif edilmiş bir çeki
ödeyen banka hesap sahibine karşı kusursuz da olsa
sorumludur. Böylece bir kusursuz sorumluluk kuralı
getirilmiştir.
ÖFK.ları da çekle işleyen hesap açmak hakkına
sahiptirler. Dolayısıyla TK 724 kendileri hakkında da
geçerli bağlayıcı bir hükümdür.
Bankaların sorumluluğunu ağırlaştıran bir diğer hal
güven kurumu olmalarıdır. Bankalar, bir sözleşmenin tarafı
olmak suretiyle müşteri olsalar da olmasalar da
unsurdur. 0ysa yatırım fonu katılma belgelerinde fon yönetimi
rayiç bedeli günlük olarak belirler. TEKİNALP, Sermaye
Piyasası, s. 118.
148
Ayrıntılı bilgi için bkz. KAPLAN, s. 47 vd., BATTAL, Banka,
s. 123 vd.
53
muhataplarını zarardan koruma yükümü altındadırlar. Bu
yükümlülük sözleşmeden doğan sorumluluk kapsamındadır.
Objektif hüsnüniyet ve güven ilkesinden kaynaklanan bu
yükümlülük asli edimi bulunmayan kanuni borç ilişkisi
teorisi ile açıklanmaktadır. 149
Kanaatimizce ÖFK.ları da bir güven kuruluşudur.
Muhataplarını zarardan koruma yükümlülüğü bankalardaki
gibi genişlemeli ve sözleşme içi sorumluluk kapsamında
değerlendirilmelidir.
Bankacılık sırrı bu konuda bir örnek oluşturabilir.
Banka mensupları veya diğer ilgililerin öğrendikleri,
banka veya müşterilerle ilgili maddi olaylar veya manevi
değerler bankacılık sırrı oluşturur ve BankK. 83 gereğince
açıklanması yasaktır. Henüz müşteri olmamış bir şahsa ait
sır da BankK 83’e göre korunmaya muhtaçtır. Müşteri sırrı
olmamakla birlikte bankanın sırrıdır. 150 Yasağa uymamanın
müeyyidesi sırrı açıklayanın hapis ve ağır para cezasıyla
cezalandırılmasıdır. Sırrın açıklanmasından zarar gören
kişiler failden başka ayrıca bankaya karşı da sözleşme içi
sorumluluk kapsamında tazminat davası açabilmelidirler.
Ayrıca
özel
finans
kurumlarının
denetiminde
görevlendirilen Bankalar yeminli murakıpları ve diğer
görevlilere BankK 85 ile yüklenen sır saklama yükümü,
ÖFK.larını denetlemeleri sırasında öğrendikleri bilgiler
için de geçerlidir. 151
Özel finans kurumlarının bu görevliler açısından
bankalarla bir tutabildiğimize göre diğer görevliler ve
bilgiler açısından da kıyasen aynı hükümleri uygulamamız
gerekirdi. Ancak özellikle cezai sorumluluğun kıyasen
genişletilemeyeceği
nazara
alınırsa
gerek
kurum
personelinin gerekse bankalar yeminli murakıplarının cezai
sorumluluğu açısından bu mümkün görülmemektedir.
149
Bu teoriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. TEKİNALP, Banka, s.
250 vd., KAPLAN, s. 22 vd., AKYOL, Dürüstlük Kuralı, s. 50.
150
ÜNAY, s. 100.
151
ÜNAY, s. 101.
54
Bununla birlikte hukuki sorumluluk yönünden, sır
saklama yükümlülüğünü ihlal eden ÖFK.ları bankalar gibi
sorumlu tutulabilir. Zira yukarıda açıklandığı gibi
bankaların bu konudaki hukuki sorumluluğu, MK.2’deki
objektif iyi niyet kurallarına dayanan güven teorisi ve asli
edimi bulunmayan kanuni borç ilişkisi teorisi ile çoğu
halde doğrudan sözleşme içi sorumluluk kurallarından
kaynaklanmaktadır ve bu teori ile diğer kurallar ÖFK.ları
için de aynen geçerlidir.
Son olarak ÖFK.ları çalıştırıp sonucuna ortak etmek
üzere fon topladıkları katılma hesabı sahiplerine karşı
tamamen sorumsuz değildirler. Hesap sahiplerinin kuruma
işletme yetkisi vermiş olması kurumun bu yetkiyi basiretsiz
kullanması veya kötüye kullanması hakkını vermez. Her iki
halde de ÖFK hesap sahibine karşı sorumludur. Bu
sorumluluk sadece basiretli işletilmeye rağmen kâr elde
edememe riskini üzerine almış olan hesap sahibinin riskini
bu alanla sınırlı tutma zorunluluğunun tabii sonucudur.
Bankalar için bu tür bir sorumluluk söz konusu değildir.
Zira kâr zarar ortaklığı faaliyeti yapmamaktadırlar.
2. Faaliyetleri Yönünden Karşılaştırma
a) Tasarrufların ekonomiye aktarılmasına aracılık
yönünden karşılaştırma
Bankalar gibi ÖFK.larının da temel faaliyeti halktan
çeşitli adlar altında fon toplayıp bu fonları ekonomiye
aktarmak suretiyle aracılık faaliyeti icra etmektir. 152 Ancak
bunu yaparken bankaların faiz alıp vermelerine karşılık,
ÖFK.ları Kâr ve Zarara Katılma Hesabı Sözleşmesini
uygulayarak kâra ve zarara katılma usulünü kullanırlar.
ÖFK.larını bankalardan ayıran en önemli özellik, faizsiz
çalışmalarıdır. 153
Öncelikle tasarrufları toplamaya yönelik faaliyetler
kısmını inceleyelim.
152
KONURALP /SARUHAN, s. 25.
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 38.
153
55
Bankaların kanunlarla tanınan yetkiye dayanarak
tasarruf ve sermaye sahiplerinden ilk taleplerinde veya
vade sonunda iade edilmek üzere topladıkları paralara 154
mevduat adı verilir.
Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi faiz mevduatın bir
unsuru değildir. Karşılığında sonuca katılma taahhüt edilen
veya hiç bir menfaat taahhüt edilmeyen ÖFK fonları da bu
tarifte yer alan unsurları bünyesinde taşımaktadır. Mevduat
olarak kabul edilmesi ve faizsiz faaliyet özelliği dışında
mevduat hükümlerine tabi tutulması gerekir.
Ancak Bankalar Kanunu 155 13/1’in ifadesi bu tarz
yoruma engeldir. 156
154
EYÜPGİLLER, Banka, s. 75, ÖCAL, s. 36 ve buradaki
kaynaklar.
155
Bkz. 2 Mayıs 1985 t. ve 18742 sayılı R.G.
156
Bu bende göre "bu kanun ve özel kanunlarına göre yetkili
olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişi aslen veya fer'an
meslek edinerek mevduat kabul edemeyeceği ve bankacılık
işlemleri yapamayacağı gibi, ticaret unvanları ve her türlü
belgeleri ile ilan ve reklamlarında ‘Banka’ kelimesini ya da
mevduat kabul ettikleri veya bankacılık işlemleri ile
uğraştıkları izlenimini yaratacak hiçbir kelime veya tabir
kullanamazlar. "
ÖFK ile ilgili mevzuatta da bu kurumların topladıkları fonlara
"mevduat"
denilmesinden
özellikle
kaçınılmıştır.
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47. Ancak kimilerince bu hesaplar
mevduat olarak da isimlendirilmektedir. Örnek olarak bkz.
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 70, TOBB Raporu, s. 117.
Hatta Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Finansal
Kiralama Kanunu tasarısının 11. maddesinde finansal kiralama
yapabilecek kurumlar belirlenirken, mevduat kabul eden
ÖFK.larının leasing yapamayacakları, mevduat kabul etmeyen
kurumların ise yapabilecekleri yolunda düzenleme teklif
edilmişti. (KUNTALP, Finansal Kiralama, s. 40.) Ayrıca
TBMM’nde Bankalar Kanununun görüşülmesi sırasında da bu
kurumların topladıkları fonların fiilen mevduat olduğu ifade
edilmiştir. Tutanak Der. C. 15 s. 375.
Bu yaklaşım da kavram konusundaki hassasiyetin herkese şamil
olmadığını göstermektedir.
Ayrıca mevcut kurumlar bu konudaki hassasiyete genellikle
uymaktadırlar.
Ancak
Anadolu
Finans
Kurumu
AŞ.
56
Banka mevduatında ana para garantisi yanında vadeli ya
da vadesiz olmasına göre değişen oranlarda az ya da çok
faiz vaat edilmektedir.
Banka, topladığı mevduatı verimli işletmek suretiyle
yüksek ya da düşük kâr elde edebileceği gibi zarar da etmiş
olabilir. Bu durum mevduat sahibini ilgilendirmez. Ödeme
gücü bulunduğu sürece banka vaat ettiği faizle birlikte
anaparayı
da
ödeyecektir.
Bankanın
ödeyememesi
ihtimaline karşılık tedbir getirilmiş ve mevduat alacağı
tasarruf mevduatı sigorta fonu tarafından sigorta altına
alınmıştır.
Bu durumda hesap sahibinin bankanın parayı verimli
çalıştıracağına güvenmesi gerekmez. Bankanın ödeme
güçlüğüne düşmeyeceğinden emin olması yeterlidir.
Banka çok yüksek kâr elde etmiş olsa dahi mevduat
sahibine yine sadece vaat ettiği faizi ödeyecek, kalan kâr
kendisine ait olacaktır.
Buna karşılık ÖFK.ları topladıkları mevduata sabit gelir
vaat edememektedirler. Katılma hesabında topladıkları
paraları işletmekte ve az ya da çok ne kadar kâr elde
edilmiş ise bunun en az %80’ini hesap sahiplerine
yansıtmaktadırlar. En çok %20 olan kendi karlarından
kısmen ya da tamamen vazgeçerek bunu da hesap
sahiplerine yansıtmaları mümkündür. Bu imkan kurumların
katılma hesabı sahiplerine verdikleri kâr payının memnun
edici seviyede kalmasına ve böylece müşteriler nezdinde
cazip sayılmasına az da olsa katkıda bulunmaktadır.
Bankalarda açılan TL mevduat hesaplarında olduğu gibi
kurumların TL katılma hesaplarında da enflasyon nedeniyle
itibari olarak bir kar-gelir elde ediliyor görünmesine
reklamlarında zaman zaman mevduat kelimesine de yer
vermektedir. Kanaatimizce bu durum hem bankalarla hem de
diğer ÖFK.ları ile bir haksız rekabet oluşturur. Kamuoyu
nezdinde kurumlarla bankalar arasında bir fark olmadığı
izlenimini verir. Bu durum hem bankalar ve kurumlar hem de
her iki tür kuruluşun müşterileri açısından zarar verici olabilir.
Bu nedenle önlenmelidir.
57
rağmen gerçekte (reel olarak) zarar edilmiş olması
mümkündür. Her iki tür kurum, bu ihtimalden kaynaklanan
isteksizlikleri önlemek amacıyla döviz üzerinden hesap
açma alternatifini de müşterilerine sunmaktadırlar. Bu
halde de bankaların birbirlerine göre az çok farklılaşan
oranda net faiz vaat etmelerine karşılık ÖFK.ları net faiz
vaat etmemekte, işletme gelirine ortak etmektedirler.
Ancak bankalarla aynı ekonomik piyasada iş yaptıkları
ve bankaların uyguladıkları riskin dağıtılması ilkesini
uyguladıkları için ÖFK.ları bankacılık sektörünün verdiği
reel
faiz
oranlarına
yakın
oranlarda
kâr
payı
157
dağıtmaktadırlar.
Toplanan tasarrufların kullanılması yönünden kıyas
yapacak olursak; bankaların topladıkları mevduatı faiz
mukabili kredi olarak üçüncü kişilere kullandırmasına
karşılık, ÖFK.ları topladıkları fonlarla bizzat ticaret veya
yatırım yapabilecekleri gibi, kâr ve zarara iştirak
hükümlerine göre üçüncü kişilere bir tür kredi olarak da
kullandırabilirler.
157
Bu durum zaman zaman bankalarla ÖFK.ları arasında bir fark
olmadığına bir delil olarak gösterilmektedir. Kanaatimizce
kurumlar müşteri çekebilmek amacıyla bazı hallerde kendi
kârlarından kısmen ya da tamamen vazgeçerek fonların
çalıştırılmasından elde edilen gelirin %80’inden fazlasını da
hesap sahiplerine intikal ettirmektedirler. Ancak bu durum
faizsiz çalışma ilkesine aykırı olmadığı gibi mevzuata da
aykırı değildir.
Öte yandan verilen reel faiz oranı konusunda bankalar arasında
bir birlik (ayniyet) olmadığı gibi, ÖFK.larının kâr payları
arasında da dönemler, vade ve hesap türleri ve kurumlar
itibariyle de önemli sayılabilecek farklılıklar bulunmaktadır.
Bu nedenle kurumların faize yakın rakamlar verdikleri iddia
edilemeyeceği gibi bu iddia doğru olsa dahi bu durum
bankalarla ÖFK.larının aynı sistemi (faizi) uyguladıklarını
göstermez. Sadece aynı piyasadan beslendiklerini ve riski
yeterince dağıtarak iyi bir aracılık yapmak suretiyle piyasanın
kârlılık oranını hesap sahiplerine aynen yansıttıklarını
gösterir.
58
Toplanan
fonların
değerlendirmesi
noktasında,
bankalarla ÖFK.ları arasında önemli farklılıklar ortaya
çıkmaktadır.
Temel işlem türü olarak bankaların faiz karşılığı kredi
kullandırmasına mukabil ÖFK.ları kâr ve zararına ortak
olarak yatırım yapmaktadırlar. 158 Bunlar hem hukuki yapısı
hem de uygulaması yönünden farklı işlemlerdir. 159
Ancak belirtilmelidir ki ÖFK.larının teorik planda temel
faaliyeti Kâr ve Zarara Katılma Yatırım Akdi yoluyla
müteşebbislere kâr zarar ortaklığı esasına dayalı nakit kredi
vermek iken; güvensizlik, çift defter tutmak suretiyle
gerçek karın gizlenmesi, teminat alma uygulamasındaki
zorlukları gibi kısmen ülkemize özgü sebeplerle bu faaliyet
türünü fazlaca uygulamamaktadırlar. 160
Bunun yerine peşin alıp vadeli satarak vade farkından
kâr elde etmek olarak açıklanabilecek olan üretim desteği
sağlanması ve benzeri (leasing gibi) faaliyetlere ağırlık
vermişlerdir.
Belirtelim ki bankalar da özellikle son on yıldan bu
yana hem tüketici kredilerinde hem de sanayinin
finansmanında bu metodu uygulamaktadırlar. Yapılan
faaliyet her iki kurum türü için de hem hukuki hem
ekonomik yönden aynıdır. 161 Peşin alıp vadeli satmak faizli
bir işlem değildir. Zira vade farkı faiz değildir.
Sonuç olarak; tasarrufların toplanması ile ilgili
yöntemler faizsizlik özelliği ve bununla ilgili bazı sonuçlar
dışında
birbirine
benzemektedir.
Toplanan
fonların
kullanılması konusunda da bir ayrıma gitmek gereklidir.
Kredilendirme işleminde bankalar ve kurumlar farklı
sözleşme türleri ve metotlar kullanmaktadırlar. Aynî
finansman işlemleri de denilen mal alımına aracılık
158
Ayrıntılı bilgi için bkz. ERSOY, s. 3.
Aralarındaki farklar ileride ayrıntılı olarak incelenecektir.
160
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 178.
161
Kurumların kâr payı oranlarının banka faizlerine yakın
oranlarda seyretmesinin bir sebebi de bu ortak faaliyetin
yaygınlaşmış olmasıdır.
159
59
işlemlerinde ise bankalar
uygulamaktadırlar.
ve
kurumlar
aynı
metotları
b) Modern bankacılık işlemlerinin karşılaştırması
Bankacılık işlemlerini klasik ve modern olarak iki gruba
ayırmak her zaman sağlıklı bir ayrım olmayabilir. Ancak
konumuz bankalarla ÖFK.larının mukayesesi olunca bu
ayrım gereklidir. Zira yukarıda gerekçe izah edilirken de
belirtildiği gibi ÖFK.larının amacı her yönden bankalarla
rekabet etmek ve alternatif oluşturmaktır.
Nakit akışına aracılık (çek muhatabı olma, havale,
elektronik ödeme, akreditif), emanet hizmetleri (kiralık
kasa, kıymetli evrak tevdii, vadesiz cari hesap), bilgi satma
(fizibilite raporları hazırlama, danışmanlık, istihbarat
yapma) gibi hizmetlerin tamamını hem bankalar hem de
ÖFK.ları verebilmektedir.
Bu faaliyetlere uygulanacak kurallar yönünden bankalar
ile ÖFK.ları genellikle aynı konumdadırlar. Gerek
müşterilerin talepleri ve bakış açıları ve gerekse verilen
hizmetlerin niteliği aynı kurallara tabi olunmasını
gerektirmektedir.
3. Toplu Değerlendirme
ÖFK.ları ile bankalar arasında hangi benzerlikler ve
farklar olduğunu yukarıda incelemiş bulunuyoruz.
Bu ayrıntılı değerlendirmeler ışığında başlıca şu
konularda benzerlikler bulunduğunu söyleyebiliriz.
Her iki tür kurum da Devlet karşısında aynı ölçüde
sorumlu ve bağımlı pozisyonda bulunmaktadırlar. Bunun
sebepleri; kuruluş ve faaliyetler için özel izin, faaliyetlerin
ve mali durumun denetlenmesi, mali duruma ve yönetime
müdahale
yetkisi
gibi
konularda
benzer
kurallar
konulmasıdır.
Sonuçları ise öncelikle her iki tür kurumun müşterileri
nezdinde bir itibar (güven) kurumu olması ve böylece
müşteriler karşısında sorumluluklarının ağırlaşmasıdır. Bu
sorumluluğun kapsamı alelade bir ticari işletme sahibinin
60
sorumluluğundan farklı olup, daha ağır yükümlülükler
yüklemektedir.
Her iki tür kurumun mali ve idari yapısı ile
teşkilatlanma ve müşterilerle muhatap olma tarzları
birbirine benzemektedir. Bu kurumlara, banka ve ÖFK
ayrımından haberdar olmayan bir kişinin bakış açısı ile ve
dışardan bakılacak olursa, gerek bilanço ve mali tabloların
içeriği yönünden gerekse müşterilerle muhatap olan
birimlerin düzeni ve çalışma tarzı yönünden büyük
benzerlikler olduğu görülecektir. Hatta bu yönden
bakıldığında bankalara benzeyen tek mali kuruluş türü
ÖFK.larıdır denilebilir.
Karşıladıkları ekonomik ihtiyaçlar açısından da her iki
kurum arasında önemli benzerlikler vardır. Tasarruflarını
değerlendirmek isteyenlere yardımcı olmak, finansman
ihtiyacı olanların bu ihtiyaçlarını gidermeye yönelik
çalışmak ve son olarak modern çağın kişisel ve ticari
ihtiyaçları kolaylaştırmaya yönelik olarak keşfettiği
çözümleri uygulamak bunların başlıcalarıdır.
Bu benzerlikler nedeniyle her iki kurumu da “banka”
olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır.
Buna karşılık faiz kavramı ve faize dayalı işlemler
konusunda bir fark vardır. ÖFK.ları İslam Dininin
tanımladığı ve yasakladığı anlamda faiz alıp veremezler.
Bankalar ise böyle bir yasaklayıcı anlayışla hareket
etmezler. Dini bir kavram olarak faizle ve faizin yasaklığı
ile ilgilenmezler. Kanunların izin verdiği ölçüde faiz alır
ve verirler.
Yukarıda benzerlikler arasında ifade edildiği üzere her
iki kurum aynı tür ekonomik ve sosyal ihtiyacı karşılamaya
yönelmiştir. Ancak bu ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
harekete geçen kişiler arasında ayırt edici bir özellik
vardır.
Bir gruptakiler için faizin dinen yasak olması ya da
olmaması önemli değildir. Bunlar bankayı ya da ÖFK.nu
tercih etmekte özgürdürler.
Buna karşılık ikinci grupta yer alanlar, kendi
anlayışlarına ve inançlarına göre dinin tanımladığı ve
61
yasakladığı anlamda faiz alıp vermeyi -ve buna ilaveten
faiz alıp veren bir kurumla başka konularda hukuki ve
iktisadi
ilişkiye
girmeyidaha
başlangıçta
kendi
kendilerine yasakladıklarından, bunlar için tek tercih
ÖFK.larıdır.
“Faiz” almak ve vermek “banka”nın bir unsuru olarak
kabul edildiği takdirde bu temel fark nedeniyle ÖFK.larını
banka olarak kabul etmek mümkün değildir. Buna karşılık
faizi bankanın bir unsuru saymazsak ÖFK.ları da bir tür
bankadır. 162 Ancak kullandıkları temel kavramlar içinde
“faiz” yoktur. Bunun yerine “kâr ve zarara ortaklık” esası
geçerlidir. Bu nedenle ÖFK.larını “faizsiz bankalar” olarak
nitelendirmek doğrudur.
Bankaların
ihtimale
dayanarak
faaliyette
163
bulunmalarının
aksine, ÖFK.ları bir ihtimale göre değil
vakıaya göre faaliyetlerini düzenler.
Bankalar tasarruf sahiplerinden mevduat toplarken bir
tahmini hesap yaparlar. Bu mevduatı kullandıracak ve faiz
geliri elde edeceklerdir. Elde etmeyi umdukları gelirin bir
kısmını mevduat faizi olarak daha baştan hesap sahiplerine
ödemeyi vaat ederler. Oysa faiz geliri elde edilip
edilemeyeceği ve edilecekse miktarı belirsiz ya da
tahminden ibarettir.
Aynı şekilde mevduatı kredi olarak kullandırırken de
kredi alanların bundan kâr elde edecekleri ve kârın bir
kısmını kendilerine ödeyeceklerini farz ederler. Oysa
dönem sonunda kredi alan hiç kâr elde edememiş ve krediyi
batırmış olsa dahi gerekirse teminatlar yardımıyla anapara
ve faiz alacağını elde ederler.
Böylece gerçekte zarara rağmen elde edilen faiz geliri
ile, vaat edilen ve fiilen ödenen mevduat faizi arasındaki
olumlu farkı kendilerine kâr olarak alıkoymuş olurlar.
162
Burada, kullanılan kavrama dikkat edilmelidir. ÖFK.ları da bir
tür bankadır denilebilir. Ancak bu asla “ÖFK.larının alıp
verdiği de bir tür faizdir” anlamına gelmez.
163
PARASIZ, s. 70, SAYI, s. 32.
62
Buna karşılık ÖFK.ları topladıkları fonların işletilmesi
sonucunda elde edilen kâra -ve varsa zarara- ortak
olurlar. 164 Bu ise bir tahmin ve faraziyeyi değil kesinleşmiş
olan bir sonucu paylaşmak demektir. 165
B . B a n k a D ı ş ı D i ğ e r M a l i K u r u l uş l a r İ l e T o p l u
Karşılaştırma
Para ve sermaye piyasasında faaliyet gösteren kurumlar,
1983’ten bu yana gittikçe çeşitlenmektedir.
Birbirinden farklı ihtiyaçları karşılamayı hedefleyen bu
kurumlar içerisinde modern bankacılık hizmetlerinin
tümünü vermeye talip olan bir kurum yoktur. Bunlardan
sadece bazıları bir kısım modern bankacılık hizmetlerini
yürütmektedirler. Diğer deyişle bankalar kurumsal olarak,
mali piyasada faaliyet gösteren diğer kuruluşlara
benzememektedir. Örneğin menkul kıymetlerin halka arzına
ve satışına aracılık yapan aracı kurumların bu faaliyetleri,
bankalar
tarafından
da
bir
asli
faaliyet
olarak
yürütülmektedir. Bu ise kurumsal benzerlik için yeterli bir
yakınlık değildir.
ÖFK.ları mali kuruluşlar hukuku sistemi içinde yer
almaktadır 166. Ancak faaliyet yelpazesi yönünden bankalara
benzeyen ÖFK.larının aynı zamanda herhangi bir sermaye
piyasası kuruluşuna da benzemesi bu nedenle mümkün
değildir.
Bununla birlikte özellikle faizsiz işlem niteliği
yönünden ÖFK.ları ile Yatırım Ortaklıkları ve özellikle
Yatırım Fonları arasında büyük benzerlikler olduğu
söylenebilir.
164
BAYINDIR, Para, s. 152.
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 177.
166
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 237, No. 478.e, TEKİNALP,
Banka, s. 46, MOROĞLU, s. 29. Yazar, "bankalar dışındaki
mali kuruluşlar, yani özel finans kurumları", demek suretiyle
ÖFK.larını mali kuruluş olarak kabul etmiş hatta bir yoruma
göre mali kuruluşları ÖFK.larından ibaret görmüştür.
165
63
Yatırım fonları ve yatırım ortaklıklarında da faizsiz
bankacılıkta uygulanan "çift katlı ortaklık-mudaraba"da
olduğu gibi üç taraflı ilişki vardır. 167 Aynı zamanda
tarafların statü ve fonksiyonlarında da büyük benzerlikler
mevcuttur. 168 Bu benzerlikleri ve kıyas konularını
çalışmanın
ilerideki
aşamalarında
yeri
geldikçe
inceleyeceğiz. Ancak burada belirtmek gerekir ki yatırım
fonları
hesapların
bağımsızlığı
yönünden
yatırım
169
ve ÖFK.larına daha yakın
ortaklıklarına göre daha farklı
hükümlerle düzenlenmişlerdir.
Gerçekten yatırım fonlarında da fona para yatıranların
amacı fonun işletilmesinden elde edilecek gelire ortak
olmaktır. Net kâr vaat edilmediği gibi anapara garantisi
dahi verilmemektedir. Bu yönlerden yatırım fonlarında
ÖFK.larının temel hesap türü olan katılma hesaplarına çok
benzeyen bir uygulama söz konusudur.
Ayrıca fonda toplanan paraların işletilmesi ile ilgili
olarak uygulanan, riskin dağıtılması ilkesi yönünden de
benzerlikler vardır. Her iki tür kurum da elindeki parayı tek
ya da bir kaç işe veya alana yatırmayacak; sektör, bölge ve
kişi bazında riski dağıtacak ve böylece reel zarar riskini
asgariye indirecektir. 170 Aslında bankalar dahil bütün mali
kuruluşlar ve hatta basiretli ticaret yapan bütün tacirler,
zarar riskini azaltmak amacıyla aynı ilkeyi uygularlar.
Başarılı oldukları nispette zarar ihtimalinden de uzaklaşmış
olurlar.
Bu benzerlik ÖFK.larına uygulanacak kuralların tespit
edilmesi yönünden de önemlidir. Özellikle basiretsiz
yönetim ya da kastî davranışlar nedeniyle düşük kâr ya da
zarar eden katılma hesabı sahipleri karşısında ÖFK.larının
sorumluluğu konusunda, aynı duruma sebep olan yatırım
167
ZARAKOLU, s. 10, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 81.
AKIN, s. 95'teki dipnot, AYTAÇ, s. 241, 245, BÜYÜKDENİZ,
s. 174-175.
169
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 103.
170
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 46.
168
64
fonu yöneticisi bankanın bu nedenle sorumluluğu ile ilgili
kurallar ve uygulamalar bir emsal oluşturabilir.
İleride ÖFK.ları ile ilgili incelemelerimiz sırasında yeri
geldikçe yatırım fonları ile de mukayeseler yapılacak ve
ayrıntılı bilgiler verilecektir.
C . D i ğ e r Ü l k e l e r d e k i B e n z e r M a l i K u r u l uş l a r l a
Karşılaştırma
ÖFK.larının diğer ülkelerdeki benzerleri olan faizsiz
bankacılık (İslam Bankacılığı) müesseseleri, temelde aynı
özelliği taşımakla birlikte Türk sistemini dünya üzerindeki
uygulamadan ayıran noktalar da mevcuttur ve bunlar
genellikle ÖFK.larının Türk mali kuruluşlar sistemine
adaptesinin (AO olarak kurulma şartı gibi) veya sistem
içerisindeki yerini bir an önce bulma ve rağbet görme
arzusunun (kâr zarar ortaklığında -mudaraba- fon
kullananın da zarara iştirak ettirileceği şartı gibi)
sonucudur. 171 Ancak aynı saikle genel faizsiz bankacılık
uygulamasından bazı noktalarda ayrılan başka milli
sistemler de mevcuttur. 172
171
ÖFK benzeri bu faizsiz bankacılık kurumlarının Türkiye’de
şube açmaları halinde bu eserde incelenecek olan mevzuat bu
müesseselere de aynen uygulanacaktır. AYTAÇ, s. 225.
Mudaraba, ortaya konulacak olan sermayenin kâr ve zararına
katılma yanında sermayeyi kullananın bunu çalıştırmak üzere
üçüncü bir kişiye devretmesini de mümkün kılan İslam Hukuku
kaynaklı bir sözleşme türü olup, uygulanacak hükümler
açısından adi şirket akdine kısmen benzemektedir.
172
AKIN, s. 207, 273. Dünyadaki dört büyük faizsiz bankacılık
tröstünden biri olarak uluslararası çalışma ağına sahip olan
Kuwait Finance Hause, vadesiz tasarruf hesaplarına ve
fonlarına, düşük riskli alanlara yapılan yatırımlar için %20,
sınırsız dönem için kanalize edilen ortak sermaye için %100’e
kadar varan oranlarda anaparayı geri ödeme garantisi
vermektedir. Pakistan Devlet Bankası (Merkez Bankası)
finansal kurumların faaliyetlerinin asgari ve azami getiri
oranlarını saptamaya yetkili kılınmıştır. Bu oranlar kurumların
faaliyetlerinin kâr-zarar sınırını oluşturmaktadır.
65
Bak. Kur. Kar. 1/1’e göre Türkiye’de kurulmuş ve
kurulacak olan ÖFK.ları gibi, başka ülkelerde kurulmuş
olup da ülkemizde de faaliyet gösteren veya gösterecek
olan yabancı ÖFK.ları bu Kararnameye tabidir. Ancak
halen, Türkiye’de faaliyete başlayan bu tür bir yabancı
kurum yoktur. 173
Uluslararası faizsiz bankacılık uygulamasında bir birlik
mevcut olmadığı gibi, uygulama da henüz bir teamülü
doğuracak kadar gelişmiş ve yaygınlaşmış değildir. 174 Türk
Hukuk sisteminin farklılığı da nazara alındığında bu saha
ile ÖFK.larının şimdilik mukayesesinin mümkün olmadığı
ortaya çıkmaktadır.
Dünya üzerindeki faizsiz bankacılık uygulamasında
genel olarak iki sistem vardır: 175 İhtisaslaşmış bankacılık
(Pakistan) modeli ve model bankacılık (Arap bankacılığı).
İhtisaslaşmış modelde banka sadece kredi aracılığı ile
uğraşırken, model bankacılık sisteminde hem klasik
bankacılık
hem
de
modern
bankacılık
hizmetleri
verilmektedir. İkinci sistem bankalarla rekabette daha
avantajlı olduğundan Türkiye için de uygun görülmüştür.
Bu sistemle çalışan faizsiz bankaların, bir taraftan finansal
piyasalarda aracılık rolünü üstlenirken diğer yandan
modern bankacılık hizmetlerini de sunmak suretiyle
piyasada daha kolay yer tutacağı düşünülmüştür.
173
Yabancı kurumların Türkiye’de faaliyet şartları hakkında bkz.
TEKİNALP, Gülören, s. 55 vd.
174
NECCAR, Risk Sermayesi, s. 31 vd.
175
AKIN, s. 377.
66
67
İKİNCİ BÖLÜM
Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N K U R U L U Ş U , T E Ş K İ L A T I ,
MALİ VE İDARİ YAPISI
I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N K U R U L U Ş U
A. Kuruluş Şekli
1. Anonim Ortaklıkların Kuruluş Türleri Açısından İnceleme
ÖFK.larını düzenleyen mevzuat bu kurumların kuruluşu konusunda
hem TK.ndaki genel kuruluş usulleri olan ani ve tedrici kuruluş
yöntemlerinden hem de BankK.nun bankaların kuruluşu için öngördüğü
düzenlemelerden ayrılmış ve farklı bir yöntem benimsemiştir.
Bu farklılığın sebeplerini bulmak kolay değildir. Kanaatimizce
kuruluş konusunda tamamen bankalarla paralel bir düzenlemeye
gidilmelidir.
Bankaların kuruluş şartlarını düzenleyen BankK. 5/1-b, ortak
sayısının 100’den az olmamasını öngörmekteyken, 22.6.1994 tarihli ve
538 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle 100 ortak şartı kaldırılmıştır.
Böylece bankalar için TK 277’deki genel kural olan 5 ortak
zorunluluğuna dönülmüştür. 176
Bak. Kur. Kar.nin kuruluşu düzenleyen 3. maddesine göre kurumlar
TK 277'deki 5 ortak kuralına tabi olmayacak, 100 ortaklı anonim
ortaklık olarak kurulacaklardır. Bu kuralın konulduğu tarihte bankalar
için de aynı zorunluluk söz konusu iken, daha sonra kaldırılmış buna
rağmen BankK.ndan esinlenerek konulduğu anlaşılan 100 ortak şartı
ÖFK.ları ile ilgili özel mevzuatta halen muhafaza edilmektedir.
Bak. Kur. Kar.ndeki 100 ortak şartına karşılık Başb. Teb. 3'e göre
kurucu ortak sayısı en az 5 olmalıdır. Bu durumda, bir ÖFK şayet
100’den az ortakla kurulmuşsa kuruluştan sonra ortaklar tarafından
hisselerinin bir kısmı satılmak suretiyle ortak sayısı en az 100'e
çıkarılmalıdır.
Özel mevzuatta ÖFK.larının ani veya tedrici kuruluş usullerinden
hangisine tabi olacağı açıkça gösterilmiş değildir.
176
Bu tarihten bir süre sonra 27.6.1995 tarihli ve 558 sayılı KHK ile SerPK.
11’de yapılan değişiklik sonucu, hisse senetleri halka arz olunmuş sayılan
anonim ortaklıklar için öngörülen en az 100 ortak sınırı 250’ye
yükseltilmiştir. Bu değişiklik kanaatimizce BankK.nda yapılan değişiklik
ile aynı bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu husus aşağıda ayrıca
incelenecektir.
69
TK 304'e göre ani olarak kurulan bir AO.nun pay sahipleri
ortaklığın tescilinden sonra beş yıl içinde halka müracaat suretiyle
paylarını elden çıkarmak isterlerse, tedrici kuruluştaki katılmaya
davetle ilgili TK 281-282 ve katılma taahhütnamesi ile ilgili 283-284
hükümlerine riayet etmek zorundadırlar.
Bu hüküm, 100'den az sayıda ortak ile kurulup daha sonra ortak
sayısını 100'e tamamlamak isteyen bir ortak için uygulanacak mıdır?
Kanaatimizce TK.nun bu emredici hükmü ÖFK.ları için de
geçerlidir. Ancak her ortak sayısının artırılması halini bu hükme tabi
tutmak mümkün değildir. Zira bu hüküm halka müracaat halini
düzenlemektedir. Esas sermayenin taahhüt edilen en az %10'luk kısmı
dışında kalan bölümünün temin edilebilmesi için halka müracaat
etmeksizin ortak sayısını artıran bir ÖFK, tedrici kuruluş usulüne tabi
olmayacak, sadece payın devri ile ilgili TK, özel mevzuat ve esas
sözleşme hükümlerine tabi tutulacaktır.
Belirtmek gerekir ki TK.nda halka müracaatın hukuki tarifi
verilmemiştir. 177 Ancak basın radyo, televizyon, duvar ilanları, evlere
broşür gönderilmesi, bunların umuma açık yerlerde, banka ve benzeri
yerlerin girişinde veya bankolarının üzerinde halka arzı halka
müracaatın göstergeleridir. 178 ÖFK.nun ortak sayısını bu yollardan
birini kullanarak artırması halinde TK.nun tedrici kuruluşla ilgili
hükümlerine tabi olacağı açıktır.
Kurucu ortaklar sermayenin en az 1/4'ünü kuruluşta def'aten geri
kalanını da altı ay içinde nakden ödemek zorundadırlar. Buradan
anlaşılacağı üzere maddenin 1. cümlesinde yer alan beş kurucu ve yüz
ortak şartı, kuruluş şekli (ani kuruluş - tedrici kuruluş) ile ilgili bir şart
değildir. Kuruluşta 1/4'ün tediyesi şart olduktan sonra, ortak sayısının
daha sonra 100'e yükseltilme hakkının tanınmış olması kuruluşun
tedrici kuruluş olmasını gerektirmez. Zira tedrici kuruluş ortak
sayısının değil, sermayenin sonradan tamamlanmasına yöneliktir. Bu
durumda kurumlar ani kuruluş usulüne göre kurulacaklardır. 179
2. Kuruluş Aşamaları
Bak. Kur. Kar. 4'e göre, ÖFK.larının birinci plandaki özel kuruluş
iznini Bakanlar Kurulu verecektir. Oysa TK 273'e göre bu kanuna tabi
AO.lara kuruluş izni sadece Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca
verilmektedir.
Bakanlar Kurulurdan alınan kuruluş iznini ardından TK.na göre
gerekli olan diğer aşamalar gerçekleştirilecek ve en son Merkez
Bankasından
alınacak
faaliyet
izni
ile
ÖFK.ları
faaliyete
177
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 250.
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 21.
179
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 239, No. 478.h. Düzenlemeyi tenkit eden
AYTAÇ, (s. 226’da) Kurumların tedrici kuruluşu benimseyebileceklerini de
(s. 227) iddia etmektedir. Kanaatimizce mevzuatta yer alan ani kuruluşla
ilgili hükümler emredici niteliktedir.
178
70
geçebileceklerdir. Kuruluş izni için Merkez Bankasına yapılan
başvurunun şekli ve istenen belgeler Merkez Bankası Tebliği 3'te
sayılmıştır. 180
Merkez Bankasına yapılan yazılı başvuru üzerine, Banka olumlu
görüş bildirdiği takdirde, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı kuruluş izni
verilmesini Bakanlar Kuruluna teklif edecektir. Bakanlar Kurulunun bu
teklifleri uygun görerek vereceği kuruluş izni üzerine TK.nun ani
kuruluş ile ilgili hükümlerine uygun olarak kuruluş işlemleri
gerçekleştirilecektir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının izni ve ardından
Ticaret siciline tescil ile kurum tüzel kişilik kazanacaktır.
Bu noktada artık kuruluş tamamlanmış sıra faaliyete geçmek için
gereken müracaatın yapılmasına gelmiştir.
Bakanlar Kurulunun izin konusunda geniş takdir yetkisi vardır.
Bankanın olumsuz görüş bildirmesi ret için yeterli olmadığı gibi,
olumlu görüş bildirmesi de tek başına izin için yeterli değildir.
Kanaatimizce başvurunun değerlendirilmesinde, bankalarda olduğu
gibi 181 hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyal kriterler kullanılacaktır. Zira
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının izninin hukuki incelemeye dayanmasına
karşılık Bakanlar Kurulunun izni siyasi tercihlere bağlıdır.
Kuruluş izninin reddi kararı Anayasanın 125. maddesi gereğince
idari yargının denetimine tabidir.
180
Bu belgeler şunlardır;
a)mevzuata uygun olarak hazırlanmış ana sözleşme örneği,
b)Kurumun mevzuata uygun ve verimli bir şekilde faaliyet gösterebilmesi için
ihtiyacı olan personel, teknik donanım ve teşkilat gibi konular ile kurumca
gerekli görülen sair hususlardaki tasarımlarını içeren ön rapor,
c)sermayesinin Kararnamede öngörülen asgari sermayeyi aşması halinde
kurumun bu kısımla ilgili olarak önerdiği ödeme planı,
d)yetkili mercilerce tasdik edilmiş ve kurumların kurucularının TC. vatandaşı
olmaması
durumunda
kurucunun
ülkesindeki
Türk
Konsolosluğunca
onaylanmış kuruculara ait kişisel durum belgesi.
Bu belgede, kurucunun isim ve ikametgahı, müracaat tarihine kadar hangi
işlerle ve ne müddet uğraştığı, ticari anlaşmazlıklardan dolayı şahsen ve
idarecisi
bulunduğu
şirketlerin
tazminat
ödemeye
mahkum
edilip
edilmediği, edilmişse miktarı, satın almayı taahhüt ettiği hisse senetlerinin
tutarı gösterilmelidir.
e)kurucunun müflis olmadığını ve yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmadığını
gösteren belge.
Kurumların ortaklar ve sermaye yönünden 6224 sayılı Kanun ve bu Kanuna
göre çıkarılmış olan Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesinde gösterilmiş
olan sınırlara dahil olmaları halinde bu konu ile ilgili mevzuata da tabi
olacakları açıktır. Ancak bu kurumların bankalarla ilgili özel hükümlere mi
yoksa kanunda yer alan genel hükümlere mi tabi olacağı tartışılabilir.
Yukarıda incelendiği üzere her ne kadar ÖFK.ları banka değillerse de
özellikle kuruluş yönünden bankalarla çok büyük benzerlikler arz
etmektedir. Türk iktisadi alanında makro planda oynadığı rol de göz önüne
alınırsa ÖFK.larını bankalarla aynı hükümlere tabi tutulmalarının doğru
olacağı kabul edilmelidir. ULUSAN, s. 12, TEKİNALP, Finansal Kurumlar,
s. 164, REİSOĞLU, ÖFK, s. 77, KARAYALÇIN, ÖFK, s. 67.
181
TEKİNALP, Banka, s. 84.
71
B . K u r u c u O r t a k l a rı n S o r u m l u l u k l a r ı
Bankalar
gibi
güven
kuruluşları 182 olan
ÖFK.larının
da
kurucularının Merkez Bankası Tebliği 3'e göre müflis veya yüz
kızartıcı suçlardan mahkum olmamış olması gerekir. Kurumun güven
ilişkilerine dayanması, ortak seçiminde azami dikkat ve özeni de
gerektirir. Aksi halde kuruluşta sorumluluk söz konusu olacaktır. 183
TK 278'e göre, AO.ların ani kuruluşunda iki tür kurucu vardır. 184
•Esas sözleşmeyi tanzim ve imza eden ve sermaye olarak esas
sözleşmede yazılı parayı koymayı taahhüt edenler.
•İnançlı temsil esaslarına göre bu gruba dahil kurucular hesabına
hareket eden şahıslar.
Bu ikinci grup alelade bir ortak durumunda dahi olmayabilir.
Kanunun bunları da kurucu addetmesi yalnızca sorumluluk
bakımındandır. Şirketin ve dolayısıyla diğer ortakların, gizli kurucular
tarafından zarara uğratılmasını önlemeye yönelik bir tedbirden
ibarettir. Ekonomik yönden çok kuvvetli bir gerçek veya tüzel kişinin,
fazla riske maruz kalmamak, kuruluştan doğan sorumluluktan
kurtulmak için gölge adamlar vasıtasıyla ÖFK kurmaya teşebbüs etmesi
mümkündür. İşte bu durumda kanun koyucu şirket zararının telafisi
için, hesabına hareket edilen şahısları da ortak kabul ederek bunlara
müracaat yolunu açmıştır.
ÖFK gibi kuruluş ve faaliyetiyle son derece kârlı ancak o kadar da
riskli ortaklıklar için özellikle yabancı gerçek ve tüzel kişiler açısından
bu hüküm son derece etkili ve önemlidir.
TK 308/1'e göre ilk yönetim kurulu ve denetçiler de bazı hallerde
kurucularla birlikte sorumludurlar. Buna göre, ÖFK AO’nun
kuruluşunda bir yolsuzluk olup olmadığını hiç veya gereği gibi tetkik
etmemiş olmaları halinde şayet zarar, asıl sorumlu olan kuruculardan
veya fiile iştirak eden üçüncü kişilerden tahsil edilememişse bunlarla
birlikte ilk yönetim kurulu ve denetçiler de sorumlu ve tazminatla
yükümlüdürler.
182
ÜNAY, s. 6.
ÜNAY, s. 17. Yazar yüz kızartıcı suçlardan mahkumiyetin; ağır hapis cezası
ile veya hırsızlık, emniyeti suiistimal, sahtekârlık, dolandırıcılık, yalan
yere şahitlik, yalan yere yemin, cürüm tasnii, iftira, irtikap, ihtilas, irtişa
suçlarından altı ay veya daha fazla hapis cezası ile veya beş seneden fazla
hapis cezası ile ya da asgari haddi bir seneden az olmamak üzere mükerrer
hapis cezalarını gerektiren suçlardan mahkum olmayı ve ayrıca Türk
vatandaşlığından çıkma veya çıkarılmayı kapsadığını ifade etmektedir.
Bu son ihtimalin kurucularda Türk tabiiyeti şartı aranmadığı gerekçesiyle
ÖFK.ları için geçerli olmayacağı düşünülebilirse de kanaatimizce bu
olgunun dahil ediliş amacının vatandaşlık değil, çıkartılmayı gerektiren
eylem veya işlem olması nedeniyle, Türk vatandaşlığından çıkmış veya
çıkarılmış kişiler için de uygulanması uygun olur.
184
DOMANİÇ, Mesuliyet, s. 8.
183
72
Buradaki sorumluluk ikincil (fer'i) mahiyette, şarta bağlı ve askıda
bir tür adi kefalet sorumluluğudur. 185 Ancak genel hükümlere göre
tazminata hükmedilebilmesi için kusurlu bir hareket, zarar ve hareketle
zarar arasında bir nedensellik bağı gerekirken, burada bu bağ aranmaz.
Çünkü artık nedensellik bağı zararın doğması değil devamı açısından
söz konusudur. Bu da fer'i sorumluların görevlerini hiç veya gereği
gibi yerine getirmemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Sorumluluk
doğduktan sonra, kendi aralarında müteselsildir. En önemlisi asıl
borçlu olan kuruculara rücu hakları vardır. Ancak bu rücuda ispat yükü
denetçilere ait olmalıdır.
ÖFK.larının kuruluşu sırasında meydana gelen yolsuzluklardan
doğan hukuki sorumluluk, zararın ödenmesi hali hariç, üç şekilde sona
erer. 186
•Kusursuzluğun ispatı,
•İbra ve sulh,
•Zamanaşımı.
Kusursuzluğun ispatı, yargı mercileri önünde açılmış bir sorumluluk
davasında yapılacak bir müdafaa ile söz konusu olabilir. Ancak böyle
bir davada genellikle önce kusuru ispat davacıya ve sonra bunu
çürütmek davalıya düşer.
TK 310'a göre sulh ve ibra için, kuruluşun tescilinden itibaren 4
yıllık müddetin her halükârda geçmesi gerekir. Ayrıca genel kurulda
ibra alelade ve normal genel kurul kararı ile değil sermayenin %10'unu
temsil eden ortakların muhalefet etmeyeceği bir mevsuf çoğunluğun
gerçekleşmesiyle mümkündür.
TK 309'a göre şirketin kuruculara ve üçüncü şahıslara karşı
tazminat talep hakkı zarara ve bu kişilere ıttıla tarihinden itibaren iki
senelik ve her halde beş senelik zamanaşımı süresine tabidir. Hukuki
sorumluluğu doğuran muamele aynı zamanda cezai yönden de
sorumluluk doğuruyorsa, bu suça ait ceza zamanaşımı, tazminat davası
için de geçerlidir.
185
186
DOMANİÇ, Mesuliyet, s. 59.
DOMANİÇ, Mesuliyet, s. 73.
73
I I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N T E Ş K İ L A T I
A. Organlar
1. Genel Kurul
a) Ortakların Hakları
aa) Genel olarak
ÖFK.larında paylar nama yazılıdır. Bu nedenle genel kurul ÖFK
AO.nun pay defterindeki kayıtlara göre hissedar olan gerçek ve tüzel
kişilerin tümünden oluşur. Genel kurulun ve dolayısıyla ortakların
hakları konusunda ÖFK mevzuatında ayrıntılı düzenleme olmadığından
TK.nun emredici ve aykırı düşmediği hallerde düzenleyici hükümleri
bu kurumlara da uygulanacaktır.
Bunların başında TK 364'te yer alan her hesap dönemi sonundan
itibaren üç ay içinde ve en az yılda bir defa yapılacak olan genel kurul
toplantılarına katılma hakkı gelir. Genel kurul toplantılarının yeri
konusunda özel mevzuatta bir hüküm olmadığına göre TK 371
uygulanacaktır. Buna göre genel kural ortaklık merkezinin bulunduğu
yer olmakla birlikte esas sözleşme ile aksi kararlaştırılabilir. Hatta
toplantı yerinin yurtdışında bir mahal olarak saptanmasına da bir engel
yoktur. Bu imkan yabancı sermayenin ağırlıkta olduğu ÖFK.ları için
son derece elverişli sonuçlar doğurabilir.
Sermaye
Ortaklıklarının
Genel
Kurul
Toplantılarında
Bulundurulacak Ticaret Bakanlığı Komiserleri Hakkında Yönetmeliğin
5. maddesi açıkça Bakanlık komiserlerinin yurtdışında yapılacak bir
toplantıya iştirakine izin vermektedir. Buna karşılık Müsteşarlık
Tebliğinin 31. maddesi gereğince genel kurul toplantısında bulunması
ve tutanakları imzalaması zorunlu olan Müsteşarlık temsilcisinin
yurtdışında yapılacak toplantıya nezareti özel mevzuata bu konuda bir
hüküm konulmamış olması nedeniyle problem doğurabilir.
Ortaklar şirket işleriyle ilgili haklarını bizzat veya hisse
senetlerinin nama yazılı olması nedeniyle verecekleri yazılı temsil
yetkisi ile ve temsilcileri vasıtası ile oy vererek kullanabilirler. (TK
360)
Bunun arkasından ortakların TK 362'de ayrıntıları açıklanan şekilde
bilgi alma hakkı gelir. Bu hakkı düzenleyen hükümler emredici olup,
esas sözleşme veya şirket organlarından birinin kararı ile kaldırılamaz
ve sınırlandırılamaz.
ÖFK AO.nun hissedarlarının en önemli hakkı ise şüphesiz ki oy
hakkıdır. Bu hak genel kurul toplantılarında kararın oluşumuna
katılarak şirketin bünyesi, yönetimi ve temsili ile denetimi konularında
74
etkili olabilme yetkisi 187 şeklinde tanımlanabilir. Bazı hallerde bu yetki
ortağın elinden alınmış veya kendisi tarafından bu haktan feragat
edilmiş olabilir.
Oy hakkı olmayan ortağın genel kurula katılma ve bundan doğan,
müzakerelere iştirak, konuşma, görüş açıklama, bilgi alma ve iptal
davası açma gibi haklarının devam ettiğini kabul eden yazarlara 188 karşı
bu kişilerin genel kurula katılabileceği ancak müzakerelere
katılamayacağı görüşünde olanlar da vardır. 189
Azlık hakları da TK.nda yer aldığı şekliyle kurum ortakları için söz
konusudur.
bb) Ortak sayısının özelliği
Özel mevzuatta ÖFK.larının SerPK.na tabi olup olmayacağı
konusunda açık hüküm bulunmamakla birlikte bu kurumların SerPK.na
tabi tutulmasında fayda yoktur. Zira ÖFK.ları özel bir denetime
bağlanmak suretiyle denetlenme ihtiyacını giderebilirler ve SPK
denetimi dışında tutulabilirler. Ancak menkul kıymetlerini halka arz
etmek istedikleri takdirde SerPK.nun ilgili hükümlerine riayete
mecburdurlar. 190 Bu kanun bazı AO.ları değil, menkul kıymetlerin halka
arz ve satışını denetim altına almaktadır. ÖFK.larının faaliyetlerinin
denetimi ayrı, halka açılmalarının denetimi ayrı konulardır.
ÖFK.ları en az 100 ortakla kurulacak, kuruluştan sonra da en az 100
ortak şartı aranacak ve ortak sayısını 100'den aşağı düşüren devir
işlemleri pay defterine kayıt edilemeyecektir. Ortak sayısı bunun
dışında bir önem arz etmemektedir.
cc) Oy hakkı
TK 373/1. ilk cümleye göre her hisse senedi en az bir oy hakkı
verir. Bu kural emredici bir hüküm olup, maddi veya şekli şartlarla
kısıtlanamaz. 191 SerPK. 14/A gereğince halka arz edilmek üzere imtiyaz
karşılığı çıkarılacak oysuz paylar haricinde oydan yoksun pay çıkarmak
mümkün değildir. TK 385/2'ye göre en az bir oy, pay sahibinin mutlak
müktesep hakkıdır. Teoman 192 hak sahibinin bu haktan ancak kendi
rızasıyla mahrum edilebileceğini kabul eden ve kanunun emredici
hükümlerinden olduğunu, bu nedenle sahiplerinin rızasıyla dahi aksinin
kararlaştırılamayacağını savunan iki ayrı görüşü zikretmektedir.
187
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 3.
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 173.
189
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 480, No. 952 vd.
190
Nitekim halen faaliyette bulunan kurumlardan Al Baraka Türk ÖFK ve İhlas
Finans Kurumu AŞ. hisse senetlerinin halka arz edilmiş olması nedeniyle
Sermaye Piyasası Kurulu kaydındadır.
191
ETK.nda her pay en az bir oy hakkı vermez (m. 290) ve kaç payın bir oy
hakkı verebileceği esas sözleşme ile serbestçe belirlenebilirdi. Ancak buna
karşılık herhangi bir pay sahibi, ne kadar paya sahip olursa olsun, 10'dan
fazla oya sahip olamazdı (m. 365). İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 297.
192
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 5-6.
188
75
Kanuna ve doktrinde yer alan bu görüşlere rağmen yanlış bir
düzenleme yapılarak, 193 Başb. Teb. 9/p.1 ile, her bir milyon TL’lık
hissenin genel kurulda bir oy hakkı vereceği hükmü getirilmiştir. Bu
hükmün dayanağı, Bak. Kur. Kar. 15/g'dir. Bu maddeye göre, "hisse
senetlerinin sahip olabileceği oy hakkını ve genel kurulda oy kullanma
şeklini" düzenlemek yetkisi Başbakanlığa aittir. Görüldüğü gibi burada
ve BankK.nun yetki maddesi niteliğinde olan 96. maddesinde böyle bir
sınırlama mevcut değilken, yetki aşılarak ve emredici hüküm ihlal
edilerek bir milyon TL’ndan az paya sahip ortakların genel kurulda oya
katılma hakkı sınırlanmıştır.
Bu yanlış düzenlemeye dayanarak, kurulan bir ÖFK.nun esas
sözleşmesine de aynı hükümlerin konulması halinde durum ne
olacaktır?
Her pay sahibinin en az bir oy hakkı müktesep hak olduğuna göre,
esas sözleşme ile belli bir miktar paya sahip olmayan kişilerin oy
kullanamayacakları
Başb.
Teb.ndeki
hükme
dayanarak
dahi
194
öngörülemez.
Ancak doktrinde Poroy tarafından savunulan ve pay sahibinin kendi
rızasıyla bu hakkından vazgeçebileceğini kabul eden görüşe nazaran ve
zorlamayla, esas sözleşmede bu hükmün yer aldığını herhangi bir yolla
bildiği varsayılan ortağın payı açısından bu hükmün geçerli olduğu
düşünülebilir.
Belirtmek gerekir ki; ÖFK ortakları açısından bu ihtimal pek de zor
değildir. Çünkü kurucu ortaklar, esas sözleşmeye imza koymak
suretiyle razı olmuşlardır. Daha sonra ortak olanlar için ise, pay
defterine kayıt sırasında tebliğ ya da hisse senedinin arkasına bu
konuda bir hüküm derc edilmek suretiyle rızanın sağlanması
mümkündür. Zira ÖFK hisse senetleri nama yazılı olacaktır. Bu türün
temel özelliklerinden biri de esas sözleşme ve pay defteri ile
ilişkidir. 195 Senetler nama yazılı olacağına göre devralan mutlaka pay
defteri ile ilişki kuracak ve senette yazılı olmasa dahi bu ilişki
sırasında esas sözleşmenin bu hükmünün kendisine tebliği ile rızası
alınmış olabilecektir.
Bütün bu ihtimalleri hiç göz önüne almaya ihtiyaç kalmadan yüz bin
liralık hisse senedine sahip küçük ortakla uğraşmamanın, -oy hakkını
kısıtlayıcı hükmün sebebi kanaatimizce bu olduğundan- çaresi, hisse
senetlerinin asgari bedellerinin yüksek tutulmasıdır. Öte yandan, zaten
halen var olan bu tedbir arzu edilen maksadı yeteri kadar
sağlamamaktadır. Zira sadece oy hakkı sınırlanmış, bilgi alma, dava
açma gibi bazı sosyal haklar yine engellenememiştir. 196
193
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 50.
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 159.
195
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 564, No. 1131.
196
İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 300.
194
76
Yukarıda rıza ile ilgili söylenenler nazara alınmazsa; pay sahibinin
kanunun emredici hükümlerine rağmen esas sözleşme ile oy hakkından
yoksun kılınması halinde emredici hükümlere aykırılık nedeniyle
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının kuruluşa izin vermemesi gerektiği 197
fikri herhangi bir AO için makul olabilirse de ÖFK.ları için pek geçerli
değildir. Çünkü bu kurumların esas sözleşmeleri de kendileri açısından
bağlayıcı olmak üzere konu ile ilgili mevzuata uymak zorundadır. 198
Bunu da haklı bir gerekçe olarak ileri sürebilirler.
Oy hakkını sınırlayıcı esas sözleşme hükmünün kuruluşta izin
safhasında
gözden
kaçırılması
halinde
tescil
aşamasında
düzeltilebileceği savunulmaktadır. 199
Bu tartışmalar bir yana bırakılarak oydan yoksun pay sahipleri
açısından Başb. Teb.nin öngördüğü çareye bakılacak olursa; bu
ortakların paylarını birleştirerek ve ortaklardan birine vekalet vererek
kullanabileceklerinin kabulü gibi, kanundan doğan hakları kısıtlayıcı
ancak kendi mantığı içinde en doğru çözümü getirdiği anlaşılmaktadır.
dd) Oy hakkının vekaleten kullanılması
ÖFK genel kurulunda vekalet vermek suretiyle oya katılmak
mümkün olmakla birlikte, yönetim kurulu başkan ve üyeleriyle birinci
derecede imza yetkisine sahip olan kurum personeli vekil olarak oy
kullanamazlar. Ayrıca vekil olarak oy kullananların kullandıkları oyu
temsil eden hisselerin toplamı sermayenin onda birini aşamaz. Bu
hüküm ile oyların asaleten veya vekaleten tek elde veya belli birkaç
elde toplanması önlenmeye çalışılmıştır. 200
Kanuna dayanarak çıkarılmış bulunan tebliğlerde ve esas
sözleşmelerde yer alan vekaletle ilgili bu hükümlere aykırılık halinde
toplantıda alınan kararların iptali için TK 381 vd.na göre kurumun
genel merkezinin bulunduğu yer mahkemesine üç ay içinde dava
açılabilir.
b) Ortakların Sorumluluğu
ÖFK.nun faaliyeti nedeniyle ortakların sorumluluğu AO şeklinde
kuruluşun tabii sonucu olarak ortaklığa koydukları sermaye ile
sınırlıdır.
Başb. Teb. 33/3'e göre kurumun tasfiyesi sırasında bizzat kurumdan
alacaklı olanlara borçlarının ödenmesinden sonra kalan aktifler ortaklar
arasında sermaye paylarına göre dağıtılır. Tasfiye ile yükümlü
bankanın bu iş için yaptığı masraflar, tasfiyeye tabi kurumun cari
hesaplar ve katılma hesapları dışında kalan aktiflerinden karşılanır.
197
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 160.
Bu zorunluluğun mutlak olarak var olup olmadığı tartışılabilirse de bu
tartışma konumuzun dışında kalmaktadır.
199
TEOMAN, Oy Hakkından Yoksunluk, s. 160.
200
GÜNAL, s. 34.
198
77
Bu noktada sorumluluk genişleyebilmektedir. Kurumdan alacaklı
olan diğer gerçek ve tüzel kişilere karşı ortakların herhangi bir
sorumluluğunun olmamasına karşılık mevcut aktiflerin tasfiyeyi
gerçekleştiren bankanın masraflarını karşılamaması halinde artakalan
kısım için ortaklar şahsen ve müteselsilden sorumludurlar.
Kanaatimizce bu çözüm yolu kurumların AO olarak kuruluşu ile
bağdaşmamaktadır. Ancak tür değiştirilmesini veya yeni tür ihdas
edilmesini gerektirecek kadar önemli bir sapma değildir.
Bu düzenlemede dikkati çeken önemli bir eksiklik, tasfiyeyi yapan
bankanın masraflarını diğer borçlar ödendikten sonra en son ve topluca
mı yoksa masraf yaptıkça ve özellikle sona bırakmadan mı alacağıdır.
Kurum aktiflerinin borçları karşılayamayacağının baştan anlaşılması
halinde akla gelebilecek diğer bir soru da tasfiye masraflarının diğer
alacaklar gibi mütalaa edilerek -ve bu halde açılması gereken iflas
masasına girmiş sayılarak- diğer alacaklılarla aynı oranda ödemeye mi
tabi olacağı yoksa öncelikli alacak mı kabul edileceğidir.
Tasfiye ve dolayısıyla tasfiyeden doğacak sorumluluk hakkında TK,
İİK
ve
diğer
mevzuatın
tasfiye
ile
ilgili
hükümlerinin
uygulanmayacağını belirten Bak. Kur. Kar. 13/a-5, özel düzenleme
yetkisini Başbakanlığa bırakmış, Başbakanlık da tebliğde yukarıda izah
edilen şekilde düzenleme yapmıştır. Bu nedenle zikredilen problemi TK
ve İİK.nun genel hükümlerine dayanarak çözmek mümkün değildir. O
halde acaba mesele nasıl halledilecektir?
Bankaların tasfiyesini düzenleyen BankK 71 ve 72 de meselenin
çözümüne yardımcı olacak hükümler ihtiva etmemektedir.
Kanaatimizce tasfiyeyi gerçekleştiren bankanın masrafları iflas
idaresinin masrafları ve borçları gibi mütalaa edilmek ve İİK 248'de
yer alan "iflasın açılmasından ve tasfiyeden doğan masraflar önce
çıkarılır" hükmüne uygun olarak, kurumun diğer borçlarından önce
ödenmek gerekir. Bu çözümün kabulü halinde ortakların tasfiye
masraflarından doğan şahsi sorumluluğu ancak tasfiyesine girişilen
kurumun mali durumunun çok kötü olması haline münhasır kalacaktır.
Bankalar açısından şahsi sorumluluğu düzenleyen BankK 69'a göre,
bir bankanın %5 hissesinden fazlasına sahip olan ortaklar, kanuna
aykırı karar ve işlemleriyle bankanın bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme yetkisinin kaldırılmasına neden olmuşlarsa
bunların şahsi sorumlulukları cihetine gidilerek mahkemece şahsen
iflaslarına karar verilebilir.
Finansal piyasalarda aracılık yapan bütün güven kuruluşları için
çok önemli olan bu hüküm, hukukun genel prensipleri gereği şahsi
sorumluluk kıyas yoluyla genişletilemeyeceğinden ÖFK.ları için
uygulanamayacaktır. Oysa yapılan düzenlemede benzer bir hükmün yer
alması kanaatimizce isabetli olurdu. Zira yönetim kurulu üyelerinin
sorumluluğu konusunda da ÖFK.larına has özel hükümler sevk
edilmiştir.
78
c) Özel Finans Kurumlarında Paylar ve Hisse Senetleri
aa) Payın Özellikleri
ÖFK.larının paylarının özellikleri Başb. Teb. 4'te şöyle sayılmıştır.
•Nama yazılı olacak ve nakit karşılığı çıkarılacaktır.
•İtibari değeri 100.000.TL.ndan az olmayacaktır.
Bu şartlara sahip hisse senetlerinin çıkarılması ile kurum
ortaklarının şirketteki payı kıymetli evraka bağlı hak haline gelir. 201
TK.nda hisse senetleri düzenlenirken bunların kıymetli evrak
olduklarından bahsedilmiş değildir. Ancak TK 573'te açıkça
zikredilmiş olması nedeniyle doktrinde özelliklerine bakılmaksızın
tartışmasız olarak kıymetli evrak kabul edilmektedir. 202 Hisse senetleri
bildirici mahiyette kıymetli evrak olduğundan 203 gerçek anlamda bir
borçludan söz edilemez. Bu nedenle kurumun borcu ve sorumluluğu
senede göre değildir. Hakları talep etmek için tevdi, yani tasarruf
hakkını kuruma bırakma şart olmayıp, ibraz etmek yeterlidir. Ayrıca
şirket ortaklığı zamanaşımı ile sona ermez. 204
Nama yazılı hisse senetleri TK 416 uyarınca ciro ve zilyetliğin
devriyle intikal edeceğinden kanunen emre yazılı senetler grubuna
dahildir. 205 Mücerret "nama" denilmesi, senedi nama yazılı hale
getirmek için değildir. Aksine TK hükümleri ile kanun koyucu kanunen
emre yazılı bir senet meydana getirmek istemiştir. Bir taraftan
gelecekteki müktesiplerin esas sözleşme ve pay defteri ile ilişki
kurmalarını yani senedi devralırken esas sözleşme ve pay defterini
mutlaka hesaba katmalarını istemiş, diğer taraftan da senedin kolay ve
güvenilir bir şekilde tedavülünü sağlamaya çalışmıştır. 206
Kanaatimizce Başb. Teb. 4'teki nama yazılı olma şartını bu şekilde
anlamak gerekir. Her iki özellik de ancak ilk malikin yani taahhüt
sahibinin adını taşıyan fakat ciro ile devredilen ve dolayısıyla kanunen
emre yazılı bulunan bir senette bulunabilir. Kuruma karşı pay
sahipliğinin kazanılması için ayrıca pay defterine kayıt ve -bağlam
bulunması halinde- kurumun yetkili organının kabulü lazımdır. 207
bb) Payın sağladığı haklar
Hisse senedinin sağladığı hakların başında genel kurulda
müzakerelere katılma ve oy hakkı vardır. TK 373/1'e göre, her payın en
201
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 530.
ÖZTAN, s. 840, POROY /TEKİNALP, s. 6, No. 7.
203
POROY /TEKİNALP, s. 36, No. 31, İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 415.
204
ÖZTAN, s. 841.
205
ÖZTAN, s. 847.
206
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 562, No. 1128, Aksi görüşte POROY
/YASAMAN ve diğerleri için bkz. s. 65, No. 60.
207
Halen faaliyette bulunan ÖFK.larından üçü hisse devrini yönetim kurulunun
kabulüne bağlamıştır.
202
79
az bir oy hakkı olduğu ve oysuz pay olamayacağı 208 hükmünün özel
mevzuatla sınırlandırıldığını daha önce belirtmiştik.
Hisse senedinin getirdiği diğer bir hak da kâr payı alma hakkıdır.
Kârın ödenebilmesi için yukarıda açıklandığı gibi, hisse senedi veya
varsa kuponların ibrazı yeterlidir. 209 Ayrıca tevdi edilmesi gerekmez.
Hisse senedinin, esas münderecatının anlaşılamayacak derecede
yıpranması veya kaybolması halinde bu senetler kanunen emre yazılı
senetler olduklarından TK 743'teki atfa uygun olarak poliçelerin ziya
ve iptaline ilişkin TK 669-677 hükümleri dahilinde iptal edilebilir. 210
TK 569/1'de yer alan “aksine yazılı hüküm olmadıkça nama yazılı
senetler, hamiline yazılı senetler hakkındaki hükümlere göre iptal
olunur” hükmü poliçelerle ilgili özel hükümlerin varlığı nedeniyle
uygulanamayacak, bu nedenle hisse senetleri için aynı maddenin ikinci
fıkrasında
borçluya
sağlanan
imkanlardan 211
AO.lar
yararlanamayacaklardır.
Tedavülü mümkün olmayacak derecede yıpranmış veya bozulmuş
olan hisse senetleri, esas münderecatı ve ayırt edici alametlerinin
tereddütsüz anlaşılması halinde, masrafları ödenmek suretiyle TK 414
uyarınca kurum tarafından değiştirilebilir.
cc) Payın Devrindeki Özellikler
TK.nda yer alan pay devri ile ilgili kurallar ÖFK.larının paylarının
devri konusunda da aynen uygulanacaktır. Ancak kurumlara özgü bir
tartışma pay devrinin sınırlanması, ve yönetim kurulunun devri
kayıttan kaçınması konularında yaşanabilir. Bu konuyu aşağıda
inceleyeceğiz.
BankK.nda,
bankaların
denetimden
uzak
bir
biçimde
el
değiştirmesini önlemek amacıyla banka paylarının devrine ilişkin
ayrıntılı kurallar konulmuştur. Böylece bankaların kontrolü sağlanmış
ve bankaların basiretli idare edilmekte olduklarına yönelik güven
korunmak istenmiştir.
Buna karşılık ÖFK.ları için bu yönde bir hüküm öngörülmüş
değildi. Bu durumun doktrinde ve uygulamada ağır eleştirilere
uğraması üzerine geç de olsa yerinde bir kararla, bankalarınkine benzer
ayrıntılı bir düzenleme yapılmış bulunmaktadır.
Başb. Teb.nin konu ile ilgili 4. maddesine 25.9.1998 tarihinde
eklenmiş olan 4. Fıkrasına göre
“Bir kişinin kuruluş sermayesinin %5’i ve daha fazlasını temsil
eden payları edinmesi veya bir ortaklığa ait payların kurum
sermayesinin %5, %20, %33 veya %50’sini aşması sonucunu veren
hisse edinimleri ile bir ortaklığa ait payların yukarıdaki oranların
208
Bkz. yukarıda 1. a. cc. nolu başlık.
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 530.
210
ÖZTAN, s. 861.
211
POROY /TEKİNALP, s. 90, No. 85.
209
80
altına düşmesi sonucunu doğuran hisse devirleri Müsteşarlığın iznine
tabidir.
“Ortak sayısının beşten aşağı düşmesine yol açan işlemler ile, bu
fıkraya göre izin alınmadan yapılan devirler pay defterine
kaydolunmaz. Bu hükme aykırı olarak pay defterine yapılan kayıtlar
hükümsüzdür.
“Bu bendin uygulamasında;
a) Bir gerçek kişi ile eş ve velayet altındaki çocuklarına, bunların
sınırsız sorumlu olarak katıldıkları veya yönetim kurulu başkanı, üyesi,
genel müdür ya da genel müdür yardımcısı oldukları ortaklıklara,
b) Kamu tüzel kişileri hariç olmak üzere bir tüzel kişinin veya (a)
alt bendinde sayılanların sermayelerinin doğrudan veya dolaylı olarak
%25 veya daha fazlasına iştirak ettikleri ortaklıklara,
ait paylar, bir kişiye ait pay addolunur.
“İntifa hakkı ile oy hakkının edinilmesinde de bu bent hükümleri
uygulanır.
“Kurumların sermayelerinde izne tabi tutulan oranlarda pay sahibi
olan tüzel kişilerin yönetim ve denetiminin el değiştirmesi sonucunu
veren
hisse
edinimleri
ve
devirleri
de,
işlemin
hukuken
tamamlanmasından önce Müsteşarlığın iznine tabidir.
“Kurum sermayesinin %5 ve daha fazlasına sahip olacak ortakların,
kurucularda aranan nitelikleri taşıması şarttır. Bu nitelikleri kaybeden
ortaklar temettü dışındaki ortaklık haklarından yararlanamaz. Bu halde
diğer ortaklık hakları Müsteşarlıkça kullanılır.”
TK 416 hükmüne göre, nama yazılı hisse senetleri esas sözleşmede
aksine bir hüküm olmadıkça devir olunabilir. Ciro ve teslim ile
mülkiyetin devri gerçekleşmiş olur. Devir için senedin temlik cirosu ile
ciro edilmesi, mülkiyeti geçirmek maksadıyla zilyetliğinin geçirilmesi
ve devredenin devre yetkili olması gerekir. 212 Devre bağlı bu hakların
kuruma karşı ileri sürülebilmesi için ayrıca pay defterine kayıt
gereklidir. Kayıt mülkiyetin devri ile ilgili olmayıp yalnızca bunun
kuruma karşı ileri sürülmesini sağlar. Önalım hakkı ve bunun
kullandırılmamış olması mülkiyetin el değiştirmesinde önemli
değildir. 213 Ancak kuruma karşı hak iddia edilmesini engelleyen iyi bir
gerekçedir.
Ciro ve teslim malvarlıksal hakları yeni malike geçirir. Ancak oy
kullanma, iptal ve sorumluluk davası açma hakkı eski malikte kalır. 214
Hisse devrinin kurum yetkililerince senede kaydedilmesi bu kaydın
pay defterine geçirilmesini ifade eder. Pay defterine kayıt da devrin
212
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 564, No. 1131.
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 392, No. 722.a.
214
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 564, No. 1132.
213
81
şirkete karşı muteber olması ve yeni malikin ortak sıfatını kazanması
sonucunu doğurur. 215 Yani ihdasi bir tesir yapar. 216
Kurumun yetkili organları şu açılardan gerekli incelemeyi yapmak
ve gerekirse devri tanımaktan kaçınmak hakkına sahiptirler. 217
•Devrin TK 416 hükümlerine uygunluğunu,
•ciroların intizamını, imzaların sıhhatini,
•hisse bedellerinin tamamen ödenip ödenmediğini,
•hisse üzerinde rehin, iptal, ihtiyati tedbir olup olmadığını inceler
(bu arada satılan hissenin TK 313'e göre yönetim kurulu üyelerince
rehnedilmiş hisselerden olup olmadığı da incelenecektir).
Nama yazılı hisse senetlerinin devrine kurumun katılması esas
sözleşmede şart edilmişse, senet kanunen emre yazılı olmaktan çıkar.
Zira bu durumda mülkiyetin nakli için ciro yeterli olmamaktadır. Esas
sözleşmede devrin yasaklanması halinde yine kanunen emre yazılı hisse
senedinden söz etmek mümkün değildir. 218
Hiç sebep göstermeden ya da belli sebeplerle yeni maliki pay
defterine kaydetmeme yetkisi veren esas sözleşme hükmü, devre
kurumun da katılmasını öngören hükümden farklıdır. Bu durumda
yalnız nama yazılı hisse senetlerinde görülen, sınırları belirlenmemiş
bir bağlam ve bağlı nama yazılı hisse senedi söz konusudur.
Kurumlar esas sözleşmedeki hükümlerden yararlanarak, devri
deftere tescilden kaçınabilir.
TK 418'in verdiği izne dayanarak, kurumun devri kayıt talebini
reddetmesi halinde sebep göstermek zorunda olmadığı hükmü
sözleşmeye konulmuş olabilir. Bu hüküm geçerli olmakla birlikte
kurum, tasdiki objektif iyi niyet kurallarına aykırı bir şekilde
reddetmemelidir. 219
Objektif iyi niyet kurallarının neler olduğu her olay için ayrı
belirlenmelidir. Ancak bütün kurumların karşılaşması muhtemel olan
bir soru vardır. Acaba bir gayrimüslimi dini inancı nedeniyle pay
defterine kaydetmeyi reddetmek iyi niyet kurallarına uygun mudur?
Laik bir devlet sisteminin hakim olduğu bir ülkede, din farklılığı
nedeniyle farklı muamele Anayasamızda ve kanunlarda yer alan eşitlik
ilkesine aykırı gibi görünüyorsa da kanaatimizce bu kurumların
İslamilik vasfı yani din kaynaklı oluşları göz önüne alınarak, hisse
devrinin dini nedenlerle reddedilmesi objektif iyi niyet kurallarına
uygun sayılmalıdır.
Diğer deyişle böyle bir düzenleme keyfiliğe hak vermez. Kaydın
reddi halinde devralan veya devreden mahkemeye başvurarak ret
215
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 533.
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 547.
217
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 533.
218
ÖZTAN, s. 852.
219
ÖZTAN, s. 853.
216
82
nedeninin makul olmadığını iddia edebilir. Ret nedeninin keyfi olması
halinde mahkeme pay defterine kayda karar verebilir. Mahkeme
değerlendirmesinde nedenin haklı olup olmadığını değil, keyfi nitelik
taşıyıp
taşımadığını
inceleyecektir.
Bu
davada
ispat
yükü
220
davacıdadır.
Nama yazılı hisse senedinin bağlamını miras, karı-koca mal
yönetimine ilişkin hükümler ve cebri icra 221 halleri etkisizleştirebilir.
Bu ihtimallerden birinin gerçekleşmesi halinde artık kurum kaydı ret
hakkını ileri süremeyecektir. Ancak bu istisnaları da etkisizleştiren bir
hal vardır. Buna göre yönetim kurulu üyeleri veya pay sahipleri bu
payları borsa rayici veya bu yoksa kayıt için başvurma tarihindeki
gerçek değeri üzerinden satın almayı teklif ederek yine kayıttan
kaçınabilir. 222
ÖFK hisse senetlerinin cirosunda kıymetli evrakın temlik ve teşhis
fonksiyonu bulunmakla birlikte garanti fonksiyonu bulunmadığından,
hisse senedini devredenin sorumluluğu, aralarındaki hukuki ilişkiye
dayanır. Bu ilişki de genellikle bir satım sözleşmesidir. 223
Bir ortağın vefatı halinde hisseler ayrıca devre ve pay defterine
kayda ihtiyaç olmaksızın kanunen mirasçılara ait olur ve mirasçılar
kuruma karşı iştirak halinde ortak sıfatını kazanırlar. Miras yoluyla
intikalde deftere kayıt ihdasi değil izhari (açıklayıcı) rol oynar. 224
2. Yönetim Kurulu
a) Seçimi
ÖFK yönetim kurulu genel kurul tarafından seçilen yedi kişiden
oluşur. TK 312 gereğince sadece gerçek kişiler yönetim kurulu üyesi
olabileceğinden tüzel kişiler yerine onların temsilcisi gerçek kişiler
seçilir. Üyeler aralarından birini başkan olarak seçerler. Görev süreleri
üç yıldır.
Yönetim kurulu üyelerinin tabiiyeti ile ilgili olarak TK ve özel
mevzuatta bir hüküm yoktur. BankK.nda da bankalar için bu konuda bir
sınırlama yoktur.
Ancak Başb. Teb. 12/4'e göre genel müdür veya yardımcılarından en
az birinin Türkiye’de mukim veya Türk vatandaşı olması zorunludur.
BankK 31'e göre bu kanun hükümlerine aykırı faaliyetlerden dolayı
hapis veya bir defadan fazla ağır para cezası ile cezalandırılan
kimselerle yüz kızartıcı suçlardan dolayı mahkum olanlar ve müflisler,
ayrıca bankalar dışında menkul kıymetler ve kambiyo borsaları üyesi
220
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 580,
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 530.
koymak suretiyle gerçekleşecek, bu
alıcı tabii olarak pay defterine kaydı
222
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 583,
223
ÖZTAN, s. 854.
224
DOMANİÇ, Kıymetli Evrak, s. 547.
221
No. 1165.
Senede bağlı hissenin haczi senede el
hisse cebri icra yolu ile satılacak ve
talep edecektir.
No. 1181.
83
olan gerçek kişiler ve tüzel kişilerin yönetimden sorumlu ortakları veya
yöneticileri, bankalarda yönetim, denetim kurulunda veya genel müdür,
genel müdür yardımcısı veya birinci derecede imza yetkisine sahip
görevli olarak çalıştırılamazlar.
Kanaatimizce ÖFK yönetim kurulu üyeleri için de bankalardaki
şartların aranması uygun olacaktır.
Yönetim kurulu kararları, aralarına açıklık bırakmamak ve satır
aralarında çıkıntı olmamak kaydıyla tarih ve numara sırasına göre
TK.nun defterlere ilişkin hükümleri uyarınca tasdik edilmiş müteselsil
sayfa numaralı bir deftere günü gününe kaydedilir ve her kararın altı
üyeler tarafından imzalanır. Bu defterin, hukuki bir belge niteliği
taşımaksızın ikinci bir nüsha olarak yabancı bir dilde tutulması
yönetim kurulunun kararına bırakılmıştır. Kanaatimizce bu yerinde
iznin amacı Türkçe bilmeyen üyelere ve ortaklara kolaylık sağlamaktır.
b) Görevleri
ÖFK yönetim kurulu üyelerinin her AO.da olduğu gibi en önemli
görevi ortaklığın yönetim ve temsilidir. Ancak mevzuattaki özel
düzenleme nedeniyle yönetim kurulu, günlük işleri, tayin edeceği bir
genel müdür vasıtasıyla yerine getirir.
Yönetim Kurulu üyeleri ile ortaklık arasında bir güven ilişkisi
vardır. Bu ilişki hukuki yönden vekâlet veya hizmet olarak
nitelenebilir. 225 Her iki halde de güven ilişkisinin sonucu olarak sadakat
borcu söz konusudur. Buna göre üyeler bütün işlemlerinde ortaklık
menfaatlerini ön planda tutmakla yükümlüdürler. 226 Hatta bu
yükümlülük görevin sona ermesinden sonra da devam eder.
TK, AO yönetim kurulu üyelerinin, ortaklık işlerini görürken özenli
bir AO yöneticisi gibi hareket etmesini öngörmüştür. Bu borç, TK
20/II’de yer alan basiretli tacir yükümü ile aynı nitelikte bir borçtur. 227
Özen borcu, esas sözleşmenin öngördüğü diğer görevler yanında
yönetim kurulu üyesine başlı başına görevler yükleyen bir kaynaktır.
Bu özenin gösterilmemesi ÖFK ile yönetim kurulu üyeleri arasındaki
akdin ihlalini teşkil eder.
ÖFK yönetim kurulu üyeleri için bankalardakinin aksine sermayenin
%1'ini temsil eden pay senetlerinin Merkez Bankasına tevdi yükümü
yoktur. Kanaatimizce bu da ÖFK.ları açısından bir eksikliktir.
Bu nedenle ÖFK yönetim kurulu üyeleri TK 313’de yer alan hükme
göre teminat olarak sadece ve en çok 5.000. TL.lık pay senedini
kuruma rehin olarak bırakacaklardır. Bu asgari sınır ÖFK hisse
senetlerinin en az 100.000 TL olması nedeniyle kendiliğinden bu
miktara yükselmektedir. 228 Ancak bu miktar dahi yönetim kurulu
225
ÇAMOĞLU, s. 104.
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 293, No. 585.
227
ÇAMOĞLU, s. 63.
228
MOROĞLU, s. 30.
226
84
üyelerinin şahsi sorumluluklarının mali güvencesi 229 olmaktan çok
uzaktır.
BankK. 22/1 ile banka yönetim kurulu üyelerine de banka
sermayesinin %1’i oranında hisse senedine sahip olma ve bunu tevdi
etme yükümlülüğü getirilmiş fakat %1 iki milyar lirayı aşıyorsa
fazlasının aranmayacağı hükme bağlanmıştır. Bununla da yetinilmemiş
olup her yıl enflasyon artışına uygun bir ayarlamaya gidilmektedir.
ÖFK.ları
bu
yönden
de
bankalara
paralel
düzenlemeye
kavuşturulmalıdırlar.
Rehin bırakılacak hisse senedi başkasına ait olabilmekle birlikte,
TK 312/p.2 gereği yönetim kurulu ortaklardan oluşacağından pay sahibi
olmayan kimselerin yönetim kurulu üyesi olmaları halinde bunlar, pay
sahibi sıfatını kazandıktan sonra işe başlayabileceklerdir.
BankK.28-29'da yer alan yemin etme ve mal beyanında bulunma
yükümü ÖFK yönetim kurulu üyeleri ve diğer görevliler için bu
kurumların genellikle İslam Bankası şeklinde isimlendirilmesine
rağmen getirilmemiştir. 230
Yönetim kurulunun önemli görevlerinden biri de, ÖFK.nun verimli
çalışabilmesi için gereken iç organizasyonu gerçekleştirmesi ve teşkilat
ve personelin idaresidir. Yönetim Kurulu AO.da iş sahibi mevkiinde
olduğundan bu düzenleme kurul için bir hak olduğu gibi aynı zamanda
özen borcundan doğan bir yükümdür. 231
c) Sorumlulukları
ÖFK.ları ile ilgili mevzuatta yönetim kurulu üyelerinin hukuki
sorumluluğu konusunda bir düzenleme mevcut olmadığından genel atıf
gereği bu konuya, TK, BK ve sair ilgili mevzuat uygulanacaktır.
Bankalar için de, BankK 86/2 de TK.nun sorumluluğu gerektiren
hükümleri saklı tutulmuş, cezai sorumlulukla ilgili ayrıntılı düzenleme
yapılmış olmasına karşılık hukuki sorumluluk konusu TK.na
bırakılmıştır.
Oysa kurumların cezai sorumluluğu konusunda özel mevzuatta bir
hüküm yoktur. Bu nedenle TCK ve 1567 sy.lı TPKKK.nun cezai
hükümleri bir AO olarak ÖFK.larına ve yöneticilerine uygulanacaktır.
83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının, 1567 sy.lı Kanuna
dayandırılması cezai hükümlerin kurumlara doğrudan uygulanabilmesi
amacına yönelik bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir. 232
Önce şunu belirtmek gerekir ki, TK.nda yönetim kurulunun sorumlu
olduğu hallerde bu sorumluluk bütün kurula yönelik olmayıp ferdidir.
Yani yönetim kurulunun değil, kurul üyelerinin sorumluluğu söz
229
BAŞBUĞ, s. 54-55.
MOROĞLU, s. 31.
231
ÇAMOĞLU, s. 60.
232
AYTAÇ, s. 240. Bu yorum doğru kabul edilse dahi kanaatimizce uygun
çözüm değildir.
230
85
konusudur. 233 Bunun anlamı, sorumluluk için kusura bakılmaksızın
sadece üye olmanın yetmediği, her bir üyenin ancak kendi kusurlu
fiilinden sorumlu olduğudur. Kusursuzluğunu ispat eden üyenin
sorumluluğu da yoktur. Ayrıca esas sözleşmenin verdiği yetkiye
dayanarak yönetim hakkı üyeler arasında bölünmüşse, bu durumda da
her üye ya da grup sadece kendi görevli olduğu kısımdan sorumlu
olur. 234
Yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğu konusu kamu yararı
ile ilgilidir. Bu nedenle ortaya çıkabilecek menfaat ihtilaflarını
yönetici aleyhine yorumlamak suretiyle çözümlemek gerekir. 235
Bu bilgilerden sonra sorumluluğun vasıflarını incelemeye
geçebiliriz.
AO yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu hakkında, TK320'deki
atıf nedeniyle adi şirketlere ait BK 528/2 hükümleri uygulanacaktır.
Buna göre ücret karşılığında idarecilik yapan adi ortağın sorumluluğu
vekilin sorumluluğu gibidir. Vekilin özen borcunu düzenleyen BK 390
ise işçinin özen borcunu düzenleyen 321. maddeye atıfta
bulunmaktadır. Bu madde de esas itibarıyla objektif bir özen ölçüsü
koymakta, bir yandan da bazı sübjektif unsurlara önem atfetmektedir.
Bu durumda ücret alan yönetim kurulu üyesi için kural olarak objektif
özen borcu vardır. 236
Ancak ücret almayan ÖFK AO yönetim kurulu üyesinin sorumluluğu
genel hükümlere göre belirlenecektir. Buna göre BK 525'teki sübjektif
özen ölçüsü geçerlidir. 237
233
ÇAMOĞLU, s. 28.
ÇAMOĞLU, s. 163.
235
ÇAMOĞLU, s. 7. Yazara göre bu sert yorum tarzı yöneticilerin sorumluluk
endişesi ile rahat hareket etmelerini engelleyecek kadar da katı
olmamalıdır.
236
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 105. Yatırım fonu yönetici ortaklığının
sorumluluğunda da aynı yolla objektif özen borcunun varlığı sonucuna
ulaşılır. İşçinin ihtimam derecesi sözleşmede belirleneceğine göre o günkü
vasıf ve istidatları ile o gün için malumat derecesi ve mesleki vukufu özen
borcunun kaynağını oluşturacaktır.
237
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 291, No. 585. Sübjektif özen borcunu kabul
eden görüşleri eleştiren Çamoğlu, ücret almayan üye açısından da
sorumluluk sisteminin zedelenmemesi maksadıyla objektif özen borcunu
teklif etmektedir. Buna göre ücret kavramı geniş yorumlanmalı ve huzur
hakkı, kazanç payı ve ikramiyeler de bu cümleden sayılmalıdır. Yazar esas
sözleşmede
yönetim
kurulu
üyelerinin
huzur
hakkı
almayacağının
öngörülmesi halinde özen borçlarının objektif olması gerektiğini de kabul
etmektedir.
Tandoğan ise, daha değişik bir bakış açısı getirmekte ve bankalar için itibar
müesseseleri olmasından hareketle yöneticilerinin uyması gerekli özen
ölçüsünü daha sıkı takdir etmek gerektiğini, sonuç olarak basiretli bir
işadamı gibi hareket etmek zorunluluğu altında olduklarını belirtmektedir.
TANDOĞAN, Bankacının Sorumluluğu, s. 106. Aynı görüşte, İMREGÜN,
Kara Ticaret, s. 344.
234
86
TK 338'e göre yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu kusura dayalı
sorumluluktur. Sorumluluğu düzenleyen hükümlerin çoğunda açıkça
kusur aranır. Kusurun derecesi önemli değildir. 238- 239 Ancak TK 338'in
koyduğu kusur karinesi nedeniyle yönetim kurulu üyeleri aksini ispat
etmedikçe kusurlu sayılırlar. Zararı ispat davacı için yeterlidir. 240
Kusursuzluğu ispat genel hükümlere tabidir. 241 Kusurlu işlem ya da
karar kurul kararından ortaya çıkıyorsa, karara katılmadığını ve bu
nedenle sorumlu tutulamayacağını iddia eden üye ret oyu verdiğini,
tutanağa geçirdiğini ve ayrıca bu yanlış karardan denetçileri yazılı
olarak haberdar ettiğini ispat etmelidir.
Meşru mazereti nedeniyle toplantıya katılamamış üye de bunu ispat
halinde sorumluluktan kurtulur. Ancak bir mazereti olmaksızın
toplantıya katılmamışsa, kabul oyu vermiş sayıldığından sorumluluğu
mevcuttur. 242
Yönetim kurulu üyeleri kural olarak, kendilerine verilmiş olan
görevlerin ihlali nedeniyle müteselsilen mesul tutulmuşlardır. TK
336'ya göre burada tam teselsül vardır. Yani sorumlu yöneticilerin
kusur derecesine bakılmaksızın tazminatın tamamı birinden veya
hepsinden talep edilebilir. 243 Müteselsil sorumluluktan kurtulmak da
yukarıdaki şekillerle kusursuzluğun ispatı halinde mümkündür. Bunun
dışında TK.nun müteselsil sorumlulukla ilgili hükmü emredici nitelikte
olduğundan esas sözleşme ile değiştirilemez. 244
Sorumlulukta kusurun derecesi üçüncü kişilere karşı önem taşımaz.
Ancak iç ilişkide rücu hakkı yönünden önemlidir. Ayrıca yukarıda da
belirtildiği gibi TK 336/5’deki şekilde, üyelerden birine veya
bazılarına özel görev verilmişse sorumluluk sadece görevli üyeye aittir.
Teselsül prensibi yürümez. Ancak bu yetki inhisarı Kanun veya esas
sözleşmeye uygun olmalıdır. Her halde kanunların emredici kuralları
bertaraf edilemez. 245
TK 336'ya göre sorumluluk halleri şunlardır.
•Hisse senedi karşılığı ödemelerinin doğru olmaması,
•Dağıtılan ve ödenen kâr paylarının gerçek olmaması,
238
ÇAMOĞLU, s. 14. Yazar bu hükmü eleştirmekte ve doktrinde de
eleştirildiğini
belirterek
burada
kusursuz
sorumluluk
hükümlerinin
uygulanmasına imkan verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
239
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 106. Yatırım fonlarında da yönetici
ortaklığa karşı katılma belgesi sahiplerinin sahip oldukları alacak hakkı
nedeniyle yönetici ortaklığın kusura dayalı sorumluluğu vardır. Ayrıca
kusur karinesi nedeniyle kusursuzluğu ispat üyelere düşer.
240
ÇAMOĞLU, s. 17.
241
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 296, No. 590.
242
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 296, No. 590.
243
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 296, No. 592.
244
ÇAMOĞLU, s. 21.
245
ÇAMOĞLU, s. 20.
87
•Kanunen tutulması gereken defterlerin intizamsız tutulması veya
hiç tutulmaması, 246
•Genel kurul kararlarının sebepsiz olarak yerine getirilmemesi,
•Kanunun veya esas sözleşmenin kendilerine yüklediği görevlerin
kasten veya ihmal ile yerine getirilmemesi. Bu cümleye nazaran ÖFK
yönetim kurulu üyelerinin sorumlu olabilecekleri halleri inceleyelim.
TK 346 gereğince yönetim kurulu üyeleri ÖFK genel müdürlerinin
verdiği zararlardan sorumlu değildir. Ancak bu müdürün tayini ve
talimat verilmesi konusunda gerekli özeni göstermek zorunda oldukları
açıktır. Ehliyetsiz bir müdür seçmeleri veya genel müdürün zarara
sebep
olacak
faaliyetine
göz
yummaları
halinde
ya
da
devredilemeyecek olan bir yetkiyi genel müdüre devretmeleri halinde
meydana gelen zararlardan dolayı şirkete karşı TK 336 uyarınca
sorumludurlar.
TK 337 ise yeni seçilen veya tayin olunan yönetim kurulu
üyelerince, kendisinden önceki üyelerin belli olan yolsuz işlemlerinin
denetçilere bildirilmesi zorunluluğunu getirmiştir. Aksi halde yeni
üyeler seleflerinin sorumluluğuna iştirak etmiş olurlar.
TK 339'da öngörülen hükme göre ise, ortaklığın durumu hakkında
yanlış kanı uyandıracak desiseler kullanan veya gerçeğe aykırı beyanda
bulunan yönetim kurulu üyesi zarardan şahsen sorumludur. Burada bir
haksız fiil söz konusu olduğundan sorumluluğun ferdi olması
tâbiidir. 247
Yönetim kurulu üyelerine karşı tazminat davalarını açmaya ÖFK
AO tüzel kişisi yetkilidir. 248 Yönetim kurulu, tüzel kişinin yargı
mercileri önündeki temsil görevini de üstlendiğine göre genellikle
böyle bir davada eski yönetim kurulu üyeleri ÖFK.nun temsil eden yeni
yönetim kurulu ile hasım olacaktır.
Yönetim kurulu üyelerinin haksız fiilden sorumluluklarının doğması
halinde, burada kusur karinesi olmadığından genel hükümlere göre
kusuru ispat yükü davacı taraftadır. 249
TK 334'te yer alan ortaklıkla işlem yapma yasağı ise ÖFK.ları
açısından ileride incelenecektir. 250
3. Denetleme Kurulu
Başb. Teb.13'e göre üç üyeden oluşacak denetleme kurulunun iki
üyesinin Türk uyruklu olması şarttır. Bu son şart TK 347'ye de
uygundur.
246
Tutulması gereken defterlerin gereği gibi tutulmamasının cezai müeyyideleri
TK 67 gereğince tüzel kişilerde yönetim kurulu üyelerine racidir. Ayrıntılı
bilgi için bkz. POROY /YASAMAN, s. 150, No. 263
247
ÇAMOĞLU, s. 22.
248
ÇAMOĞLU, s. 97.
249
ÇAMOĞLU, s. 17.
250
Bkz. aşağıda 5. Bölümde I. A. 4. nolu başlık.
88
Denetim kurulunun üç üyeden oluşacağına ilişkin bu hüküm, TK
347/1'in en fazla 5, en az 1 denetçi şeklindeki serbestlik tanıyan
hükmünü sabitleştirmekte ise de denetleme kurulunun 4 veya 5 üyeden
oluşacağını belirleyen esas sözleşme hükümlerinin geçerli olacağını da
kabul etmek gerekir. Zira en az üç üye şartı ÖFK.nun daha iyi
denetlenmesine yönelik olduğuna göre, bunu zorlaştıran değil ancak
kolaylaştıran bir şart olan üçten fazla denetçi şartı da düzenlemenin
özüne aykırı olmayacaktır.
Denetçilerin üçten fazla olması halinde ise sadece ikisinin Türk
uyruklu olması yeterli görülmeyecek, TK 347/3'e uygun olarak
2/3'ünün yani 4 kişi olması halinde 3; 5 kişi olması halinde 4 kişinin
TC uyruklu olması şartı aranacaktır.
Denetleme kuruluna, mali, hukuki, iktisadi alanlarda bilgi sahibi
olan gerçek ve tüzel kişiler seçilebilir. Tüzel kişilerin de denetçi
olabilmesi, doktrinde TK 347 ile konduğu farz edilen gerçek kişi
denetçi kuralına aykırı olmakla birlikte, bu düzenleme ile dünya
üzerinde özellikle finansal piyasalarda faaliyet gösteren büyük
AO.ların denetimi için kabul edilmeye başlanan bağımsız denetleme
şirketlerine benzer bir uygulamaya imkan verildiği düşünülerek bu
hükmün faydalı olduğu söylenebilir. 251
Denetleme kurulu üyeleri ile ortaklık arasındaki hukuki ilişkiye
temelde vekalet akdi hükümleri uygulanmalıdır. Ancak bu ilişki bir
hizmet akdi şeklinde de düzenlenebilir. Bu nedenle her iki ihtimalde de
belli bir ücret öngörülmesi, halinde denetçilerin tahakkuk edecek ücreti
talep
hakkı
vardır. 252
Genel
kurul
tarafından
bir
ücret
kararlaştırılmamışa bu durumda seçilen üyelerin görevi reddetme
hakları vardır. Yoksa görevi kabule rağmen daha sonra ücret talep
edemezler.
Denetçiler haklı sebep olmaksızın görevden azledilmeleri halinde
ortak değillerse tazminat isteyebilirler. Aksi halde bu tazminata da
hakları yoktur. 253
Bütün bu haklarının karşısında denetleme kurulu üyelerinin, TK,
özel mevzuat ve esas sözleşme ile verilen görevleri gereği gibi yerine
getirme yükümü vardır. Buna göre denetçiler ÖFK hesaplarının ve
işlemlerinin denetlenmesi sırasında belirledikleri aykırılıkları belgelere
dayanarak düzenleyecekleri bir raporla genel kurula, Müsteşarlığa ve
TC Merkez Bankasına bildirmek zorundadırlar.
Denetçilerin görevlerini ifa sırasında öğrendikleri bilgileri
açıklamama, yani sır saklama yükümlülükleri de vardır.
Denetçilerin bu görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri halinde
objektif özen borcuna aykırı hareket etmiş olmaları söz konusudur.
Yönetim kurulu üyeleri için olduğu gibi denetçiler aleyhine açılacak
251
İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 365, AYTAÇ, s. 231.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 318, No. 637.
253
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 318, No. 638.
252
89
davalarda da davacı tarafın zararı ispat etmesi yeterli olup denetçiler
kusursuz olduklarını ispat edemezlerse kurumun, ortakların veya
üçüncü şahısların uğradıkları zararlardan dolayı müteselsilen
sorumludurlar. 254 ÖFK.larından hesap açtıran kurum müşterileri de bu
anlamda, dava açma hakkına sahip üçüncü kişi sayılmalıdır.
B. Diğer Birimler
1. Şube Teşkilatı ve Muhabirler
Her ticari müessese amacını gerçekleştirmek için gereken teknik
donanıma ve personele sahip olmalıdır. Bu durum ÖFK.ları için de
geçerlidir.
ÖFK.larının verimli bir faaliyet temposuna sahip olabilmeleri ve
aynı piyasada bulunan rakip müesseselerle yarışabilmeleri için
teknolojiyi çok iyi kullanmaları, özellikle kuvvetli bir bilgisayar
sistemine sahip bulunmaları gerekir. 255 Yeterli vasıf ve özelliklere
sahip görevlilerin faaliyetlerini gereği gibi yerine getirebilmelerinin
ancak iyi bir çalışma ortamı ve ileri teknik imkanların sağlanması ile
mümkün olabileceği açıktır. özellikle fon kullananların takip ve
denetlenebilmesi açısından bilgisayar ve haberleşme ağı gereklidir.
Ayrıca ihtisas grupları mahiyetinde, yetki ve sorumluluk sahası
belirlenmiş birimler kurulabilir. Bu ast birimler her halde genel müdüre
bağlı çalışmalıdır. Yönetim kurulu genel müdür dışında, kurula bağlı
ve kurulun direktifleri ile hareket edecek merkezi istişare komiteleri de
kurabilir.
Bütün bu konularda özel mevzuatta bir hüküm bulunmaması,
yetkinin esas sözleşmeye bırakıldığını göstermektedir.
Kurumlar da bankalar gibi şube sistemi ile çalışacaklardır.
BankK.3/4'teki tarife göre şube; bankaların elektronik işlem
cihazlarından ibaret birimleri hariç şube, ajans ve mevduat kabulü veya
diğer bankacılık işlemleri ile uğraşan sabit ya da seyyar büroları gibi
her türlü yerel teşkilatını ifade eder. Kanaatimizce banka yerine ÖFK
kaim olmak üzere aynı tarif kurumlar için de benimsenebilir.
BankK. 14/1’de sayılan kamu bankaları dışında kalan bankaların
şube açmaları kural olarak izne bağlı değildir. Ancak 14/2 gereğince en
az otuz gün önceden Müsteşarlığa bildirilmesi zorunludur. Ayrıca bir
takvim yılı içinde on adedin üzerinde şube açılması Müsteşarlığın
iznine bağlıdır. Üçüncü fıkraya göre, bankalar için öngörülmüş olan
standart
rasyoları
tutturamayanların
yeni
şube
açmaları
da
Müsteşarlığın iznine bağlıdır.
Bankaların şube açmaları ile ilgili iznin usulü ve esasları
Müsteşarlıkça çıkarılmış olan bir yönetmelikle düzenlenmiştir. 256
254
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 319, No. 640.
AKIN, s. 381.
256
21.6.1995 t.li ve 22320 sy.lı R.G.
255
90
Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından yayınlanmış olan Özel
Finans Kurumlarının Şube Açma Esaslarına İlişkin Tebliğ 257 banka
şubelerine benzer bir düzenleme getirmiştir. Ancak farklı olarak izin
alınmaksızın açılabilecek şube sayısı on değil üç olarak belirlenmiş,
bankalar için izinle açılabilecek şube sayısı sınırlanmamış iken
ÖFK.ları için en çok on şube sınırı konulmuştur.
Bu farklılıkların konulmuş olması önemli sonuçlar doğuracak
nitelikte değildir. Ancak kanaatimizce hukuki gerekçeden ve haklı
sebepten yoksundur. Şube konusunda bankalar ile ÖFK.ları arasında bir
fark bulunmamalıdır.
ÖFK şube müdürlerinin hukuki niteliğini tespit edebilmek için
bunların yetkilerini incelemek gerekir. Kanaatimizce ÖFK.nun yalnızca
fon toplama konusunda temsile yetkili şube müdürlerini belli ticarî
muameleler için temsil yetkisi verilen kimse 258 olması nedeniyle ticarî
vekil olarak (BK 453/1), hem fon toplama ve hem de fon kullandırma
konusunda yetkili olan geniş yetkili şube müdürlerini ise banka şube
müdürleri ile bir tutarak ticarî mümessil 259 şeklinde isimlendirmek
gerekir.
Öte yandan TK 42/3'te yer alan ticaret unvanı, tescil ve ilan ile
ilgili hükümlerle, TK 50/1 ve bu maddenin 2. paragrafının atfı ile 47.
madde de ÖFK şubeleri için emredici hükümler olmaya devam
edeceklerdir.
Şube sayısının çoğaltılması suretiyle haberleşme ve müşteriye
ulaşma imkanlarının artırılması hem bankalarla hem diğer ÖFK.ları ile
rekabet açısından faydalıdır. Ancak bu fayda ihtimali masrafları da
beraberinde getirdiğinden kurumlar şube açma konusunda dikkatli ve
esnek bir politika takip etmek zorundadırlar. Muhabir bankalardan
mümkün olduğunca yararlanmak, fuzuli denilebilecek masraf
yapılmasını ve dolayısıyla kurumların güçsüz düşmesini önler. Ancak
kanaatimizce tasarruf potansiyeli yüksek ve yatırım sıkıntısı
çekilmeyen büyük şehirlerde tam yetkili şube açılması lazımdır. Çünkü
muhabir banka ile kurumlar arasında bir sözleşme var olsa da bu bir
ticarî mümessillik veya vekillik akdi olmadığından, şubenin sağladığı
güven, ilgi ve yakınlığı sağlayamaz. Oysa şube müdürü ticari mümessil
veya vekil gibidir. Doğrudan ve dolaylı menfaatleri, muhabir bankanın
aksine kurum ile aynı yöndedir.
257
11.1.1997 t.li ve 22874 sy.lı R.G.
POROY /YASAMAN, s. 159, No. 279. Zira açık yetki verilmedikçe istikraz
yapamaz, kambiyo taahhütlerinde bulunamaz.
259
EYÜPGİLLER, Banka, s. 130, (Yargıtay H.G.K.nun 12.3.1968 t.li ve 20/12
sy.lı Kararına atfen) merkezi yurtdışında bulunan ticarî işletmenin
Türkiye'deki şubelerinin başında tam yetkili ticarî mümessil bulunacağı, TK
42/4'ün emredici hükmü olmakla birlikte müşterilerle temasta bulunan bütün
şubelerin başına bir ticarî mümessil tayin edilmesi mutattır. POROY
/YASAMAN, s. 45, No. 69.
258
91
Halktan geniş çapta mevduat toplayan mevduat bankaları, hem şube
açma yarışı hem de aynı müşteri çevresine hitap ediyor olmaları
nedeniyle mevduat ve kredi işlemlerinde birbirlerine yardımcı olmak
durumunda değildirler.
ÖFK.ları için ise özellikle henüz sistem olarak gelişme safhasında
olmaları nedeniyle çok sayıda şube açmak cazip değildir. 0 halde
taşradaki müşteriye nasıl ulaşılacaktır? Bu sorunun cevabı “muhabir
banka” kavramı ile ilgilidir. 260
Kurumlar bu ihtiyaçlarını, yaptıkları bir sözleşme sonucu şube ağı
geniş bir mevduat bankasını müşterileriyle haberleşme ve nakit
akışında aracı olarak kullanmak suretiyle giderebilecektir. Bankalarla
ÖFK.ları arasında az da olsa bir rekabet var olmakla birlikte bu
sözleşme her iki tarafa da yarar sağlamaktadır. 261 Muhabir banka
teşkilatını kullandırmanın karşılığında bir ücret almakta, ÖFK ise şube
açma maliyetinden çok daha düşük olan bu ücret karşılığı bankanın
teşkilatından yararlanmaktadır.
ÖFK ile muhabir banka arasındaki ilişki bizce vekalet veya
komisyon akdi olmayıp BK 100 anlamında, hizmet akdinden doğan bir
yardımcı kişi ilişkisidir. Bu nedenle muhabir bankanın sorumluluğuna
bu hüküm uygulanmalıdır. 262
ÖFK.ları, muhabir bankanın yaptığı aracılığın bir kısmını
yüklenmek üzere PTT ile de çalışmaktadır. Burada PTT.nin havale
hizmeti söz konusudur. Ancak PTT yardımcı kişi sayılamaz. Zira bir
kamu kurumu niteliğindedir ve hizmetleri özel hükümlere tabidir.
2. Personel Yapısı
Bak. Kur. Kar. 5'te genel kurul, idare meclisi ve denetleme kurulu
olmak üzere üç organ sayılmıştır. Ancak bu organları düzenleyen Başb.
Teb. 11 vd.nda Genel Müdürlük de, bir organ gibi anlaşılabilecek
şekilde düzenlenmiştir. 263
260
EYÜPGİLLER, Banka ve mali Kuruluşlar, s. 53.
Belirtmek gerekir ki bu rekabet Türk mali kuruluşlar sisteminin yapısından
değil, genel olarak bankalar ve banka dışı mali kuruluşlar arasındaki tarihi
ilişkiden ortaya çıkmaktadır ve piyasa farklılığı nedeniyle ülkemizde henüz
büyük boyutlarda değildir. TARLAN, s. 130.
262
TANDOĞAN, 1/1, s. 99. Yargıtay, akreditifin Hukuki yapısını incelediği
H.G.K. 4.11.1964 t.li ve E. 942, K. 637 sy.lı Kararında akreditifi bir havale
ve muhabir bankayı da BK 100 anlamında bir yardımcı kişi olarak
nitelemiştir. Yazar, akreditif için bu görüşe katılmamakta ve ilişkiyi
vekalet olarak nitelemektedir.
263
Kanaatimizce bu çapraşık düzenleme sonucunda, halen faaliyet gösteren
Faisal Finans Kurumu esas sözleşmesinde kurum organları arasında genel
müdürlük de sayılmak suretiyle TK ve özel mevzuatta üç olan organ sayısı
bu kurumda dörde, Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumunda bunlara İcra
Komitesi de eklenmek suretiyle beşe çıkarılmıştır. Yargıtay H.G.K. da
15.1.1985 t.li bir Kararında organ sayısının sözleşme ile çoğaltılabileceğini
kabul etmiş ve bu yolla şube müdürlerinin şirketi temsil edebileceği
sonucuna varmıştır. TEKİL, Şirketler H. Ders K. s. 287.
261
92
Oysa TK sisteminde de AO.nun üç organı vardır. 264 Organ sayısının
ÖFK.ları için özel mevzuatla artırılması mümkün olmakla birlikte
bunun açıkça belirtilmemesi, özellikle kurumların organ eksikliği
nedeniyle sona ermesi konusunda karışıklık doğuracaktır. Kanaatimizce
bu konuda TK.ndaki genel düzenlemeden ayrılmaya gerek yoktur.
Genel müdür bir organ olmayıp AO.nun işlerinin dış ilişkide
icrasıyla ilgili TK 342 anlamında bir personeldir. ÖFK.nun organlar
dışındaki en önemli personeli olan genel müdür, kurumun dış ilişkideki
işleri ile, günlük cari işlerin icrası maksadıyla ve esas sözleşmede
aksine bir hüküm yoksa Başb. Teb. 12 uyarınca yönetim kurulu
tarafından tayin edilir. Kurum ortağı olabileceği gibi dışarıdan da
atanması mümkündür.
Genel müdür yönetim kurulunun gözetim ve talimatı altında görev
yapar. işlerin yürütülmesinden yönetim kuruluna karşı sorumludur.
Genel yönetim ve temsil yetkisi yoktur. Bu yetkiyi yönetim kurulu
muhafaza eder. Genel müdür yönetim kurulunun oy hakkı olmayan tabii
üyesidir. Kanaatimizce bu hüküm emredici nitelikte olup esas sözleşme
ile aksi kararlaştırılamaz.
Genel müdürün tayini ortaklıkla kendisi arasındaki bir sözleşmeye
dayanır. Kararlaştırılan özel şartlara göre bu sözleşme hizmet veya
vekalet sözleşmesi olabilir. Ancak hizmet unsuru ağır bastığından
sözleşmede aksi öngörülmüyorsa hizmet akdi varsayılmalıdır. 265
Personel seçiminde aranacak vasıfları aşağıda açıklayacağız. Ancak
burada şunu belirtmekte fayda vardır. BankK.31'e paralel bir hükmün
özel mevzuata konulmamış olması sebebiyle bu maddede zikredilen
sakıncalı kişilerin, ÖFK.larının her kademesinde çalıştırılması mümkün
olacaktır. 266 Bu durum ise ÖFK.ları açısından son derece tehlikeli
gelişmelere sebep olabilecektir. Oysa bu noktada da bankalara
paralelliğin sağlanması ve personel seçiminde dikkat edilecek
hususların daha ayrıntılı belirlenmesi gerekirdi.
ÖFK genel merkez ve şubelerinde çalışan personel ile kurum
arasındaki ilişki ise İş Kanununun düzenlediği hizmet akdinden
ibarettir. 267
Görevlendirilecek personelin resmi eğitimden ve stajdan geçmiş
olması ilk şart olarak aranmalıdır. Özellikle genel müdür ve
yardımcılarının BankK 24'e uygun olarak, yüksek öğrenim görmüş,
yeterli tecrübeye sahip kimselerden seçilmesi gerekir. 268 Çünkü ancak
eğitilmiş ve denenmiş kimselerin sorumlu olmaya hak ve yetenekleri
264
Organ sıfatı İsviçre'de ise daha geniş yorumlanmakta ve imza ve koordine
yetkisine sahip üst düzey yetkilileri, banka müdürleri, ticari mümessiller
organ sayılmaktadır. TEKİL, Şirketler H. Ders K. s. 287.
265
ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, s. 310, No. 623.
266
MOROĞLU, s. 31, AYTAÇ, s. 243.
267
EYÜPGİLLER, Banka, s. 138.
268
BAŞTUĞ, s. 54-55. Bu konunun özel mevzuatta ayrıntılı düzenlenmemiş
olması bir eksiklik olarak kendini göstermektedir. AYTAÇ, s. 231.
93
vardır. Ayrıca personelin seçiminde meslekle ilgili olmayan vasıf ve
referanslar rol oynamamalıdır.
Personel seçiminde yetki ve sorumluluk genellikle yönetim
kurullarına
bırakıldığından, 269 finansal
piyasanın
bütün
aracı
kuruluşları gibi ÖFK.larında da bu piyasayı yakından tanıyan,
ekonomik, mali ve hukuki konularda bilgi ve tecrübe sahibi, yatırım
bankacılığına yatkın ve özellikle ÖFK.ları hakkında ayrıntılı bilgiye
sahip personelin seçilmesi gerekir. 270 Uzman kadro sayesinde geniş bir
bakış açısına da sahip olunacak ve 271 isabetli analizler yapılarak karar
verilebilecektir.
Özellikle dış ilişkiler açısından bankalar gibi itibar müesseseleri
olan 272 ÖFK.larının halkla muhatap olan personelinin seçiminde,
kuruma itibar, güven ve onur kazandıracak; bilgili, kararlı, esnek,
güven telkin eden, sır tutan, temsil kabiliyeti olan kişiler tercih
edilmelidir.
Özellikle hesaplarda toplanan fonların işletilmesi ticaretin çeşitli
sahalarında uzmanlaşmış personelin bu uzmanlık bilgisi ile 273 verimli
olacaktır.
Kurumun zarara uğratılması halinde bundan dolaylı olarak zarar
gören pay sahipleri ve ortaklık alacaklıları sorumlu yöneticileri, ancak
tazminat ortaklığa ödenmek üzere dava edebilirler. İsv.BK.daki
düzenlemenin aksine alacaklılar yöneticilere karşı iflas açılmadan da
harekete geçebilirler. 274
Başb. Teb. 12/p2'de yer alan, "genel müdür, bu kararların
yürütülmesinden idare meclisine karşı sorumludur" cümlesini
kanaatimizce hukuki sorumluluğu sınırlayıcı bir hüküm olarak
anlamamak gerekir. Çünkü ÖFK.nda genel müdür olarak adlandırılan
AO müdürü TK 342'ye göre, kanun veya esas sözleşme ya da iş görme
şartlarını tespit eden diğer hükümlerle yükletilen mükellefiyetleri
gereği gibi veya hiç yerine getirmemiş olması halinde yönetim kurulu
üyelerinin sorumluluklarına ait hükümler gereğince şirkete, şirket
269
EYÜPGİLLER, Banka, s. 131.
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 57. Bunun için ise Türk Mali
Kuruluşlar
Hukukunun
öğrenilmesini
sağlayacak
teorik
ve
pratik
çalışmalara, kurslara, seminerlere ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın şiddetine
küçük bir delil, halen faaliyetteki bir kurumun Personel müdürünün bir
makalesinde (Hilal Der. Ekim-1986, 27) ÖFK.ları ile ilgili 83/7506 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararnamesini Kanun Kuvvetinde Kararname şeklinde
değerlendirmesidir.
271
FRANKO, s. 40.
272
EYÜPGİLLER, Banka, s. 131.
273
Burada söz konusu olan yatırım politikasıdır. Öyle ki SerPK bu yönetim
şekli ile ilgili ayrıntılı hükümler koymuştur. TEKİNALP, Sermaye Piyasası,
s. 113.
274
TANDOĞAN, Bankacıların Sorumluluğu, s. 101. Yatırım fonu yönetimi veya
kanunda sayılı kişiler fonun kâr dağıtımında haksızlık yapmışlarsa her
yatırımcı bunların iadesini talep edebilir. Türk hukukunda bu sonuca BK
390 ve 392 ile varılmaktadır TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 110.
270
94
ortaklarına ve ortaklık alacaklarına karşı mesul olur. 275 Bu esasa aykırı
bir şartın esas mukaveleye konulması veya müdürün, yönetim
kurulunun emri ve nezareti altında bulunması, sorumluluğu
kaldırmaz. 276
Hatta TK 346 c. l'e göre yönetim kurulu üyeleri müdürlerin
verdikleri zararlardan sorumlu değildirler.
Bu durumda tebliğdeki cümleye sorumluluk hükmü olarak itibar
edilmesi halinde kanunun emredici hükümlerine açıkça aykırılık söz
konusu olacağı gibi, TK 346 nedeniyle müdürün sorumluluğu da
mümkün olamayacaktır. Çünkü mesela zarar gören bir alacaklının
açacağı sorumluluk davasında doğrudan genel müdüre başvurulması
halinde müdür, Tebliğin 12. maddesini ileri sürerek yönetim kuruluna
karşı sorumlu olduğunu, bu yolla kendisine gelinmesi gerektiğini iddia
edecek, yönetim kuruluna gidilmesi halinde ise kurul, 346’daki hüküm
nedeniyle müdüre rücu imkanı olmadığından sorumluluğu kabul
etmeyecektir.
Oysa tebliğdeki bu cümle, emir almak, sevk ve idare yetkisi
açısından sorumlu olmak şeklinde anlaşılırsa bütün bu yorum
zorlamalarına girilmeye ihtiyaç kalmadan, TK.nda yer alan sorumluluk
hükümlerine göre çözüme ulaşılabilecektir. 277
Diğer bir çözüm tarzı da 12. maddenin sorumluluğu sınırlayıcı bir
hüküm olarak kabul edilmesi halinde, TK.nun emredici hükmü
karşısında geçersiz sayılmasıdır.
ÖFK görevlilerinin ve organlarının sır saklama yükümüne uygun
hareket etmemeleri halinde kurumun akdi ve akit dışı sorumluluğu
vardır. Sırrın açıklanmasıyla zarar gören müşteri veya diğer ilgililer
maddi ve manevi tazminat davası açabilirler. Sorumluluk için, çalışanın
kusuru şart değildir. Zaten sorumluluk, adam çalıştıranın sorumluluğu
hükümlerine göre kuruma yöneliktir. Ancak kurumun sorumlu
personele rücu hakkı vardır. 278
Kurum personelinin sır saklama yükümü, bir taraftan yetkili
mercilere istedikleri bilgileri vermek, diğer taraftan bazı özel kişilere
bilgi ve tavsiye vermek hak ve ödevi ile sınırlandırılmıştır. Birinci
sınırlamanın kaynağı öncelikle Mer. Bank. Teb. 16’daki bildirim
mecburiyeti ve Bak. Kur. Kar.nin denetim yetkisini düzenleyen 12.
275
İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 361.
AYTAÇ, s. 231.
277
Doktrinde
çoğunlukla
sorumlulukla
ilgili
hükümler
bu
şekilde
yorumlanmakla beraber, ÇAMOĞLU /Poroy /Tekinalp, (s. 310, No. 624 ve
ÇAMOĞLU, s. 20) icra safhasının bir müdüre bırakılmış olması halinde de
yönetim kurulunun Karar yetkisi devam ettiğinden müteselsil sorumluluğun
sürdüğünü savunmaktadır.
Tandoğan da yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin TK
342 gereğince ortaklık işlemlerinin icra safhası kendisine bırakılan
müdürlere de uygulanacağını belirtmektedir. TANDOĞAN, Bankacının
Sorumluluğu, s. 101.
278
YÜKSEL, s. 64.
276
95
maddesinde örtülü olarak zikredilmiş bulunan bilgi verme ve
incelemeye amade olma zorunluluğudur. İkinci sınırlama ise MK, BK
ve
TK.nun
bazı
hükümlerinden
ve
genel
prensiplerden
çıkarılmaktadır. 279 Öte yandan adlî makamlar, icra-iflas, vesayet
daireleri, miras idaresi, Maliye Bakanlığının vergi incelemesi yapmaya
yetkili mercileri, TC Merkez Bankası, Ticaret Bakanlığı da bilgi
istemeye yetkili makamlardandır. Özellikle mükelleflerle muamelede
bulunan bütün gerçek ve tüzel kişiler gibi kurumlar da yetkililerin
isteyecekleri bilgileri vermeye mecburdurlar.
TC Merkez Bankası bünyesi içinde kurulmuş olan risk
santralizasyonu teşkilatı ile kurumun ilişkileri ise aşağıda ayrıca
incelenecektir.
279
TANDOĞAN, Bankacının Sorumluluğu, s. 120.
96
I I I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N D E N E T L E N M E S İ
A. Genel Olarak
ÖFK.larının adi bir ticari müessese olmaması nedeniyle özel
denetleme usullerine tabi tutulması ekonomik hayatın getirdiği
ihtiyaçlardan biridir. Kamu düzeni ile doğrudan ilgili olan bankacılık
faaliyetlerini kısmen aynen kısmen değişik şartlarla yapan bu
kurumların kanun teminatından uzak olmalarının en önemli
sonuçlarından biri de TBMM denetiminden uzak kalmalarıdır 280 Asıl
denetim mekanizması yürütme organında ve kurumların kendi içlerinde
yer almakla birlikte, yasama organının kontrolü de hukuk güvenliği ve
politikası açısından önemli ve yararlıdır.
Denetim mekanizmasının kurumlar açısından önemli olmasının
sebeplerinden biri de kurumlar ile hesap sahipleri arasında ticaret
şirketlerindeki ortaklık ilişkisine benzer bir bağın bulunmaması ve
menfaatlerin korunabilmesinin bankalar ve diğer aracı kurumlarda 281
olduğu gibi, ancak hesap sahiplerini koruyan dış denetçilerle mümkün
olmasıdır.
Devletin denetlemesinde iki gaye vardır.
Birincisi, hesap sahipleri açısından ödeme güçlüğünü önlemeyi,
likiditeyi sağlamayı amaçlar.
İkincisi
de
kredilerdeki
ölçüsüzlüğü
önleyerek
memleket
ekonomisinin sağlıklı idaresini temin etmeye yöneliktir. 282
Aksi halde banka ve mali kuruluşlar sistemi, ekonomide kaynak ve
gelir dağılımını etkileyen, enflasyon ve ekonomik durgunluğa yol açan,
başarısızlığı dar bir çerçevede kalmayıp bütün ekonomiye bunalım
şeklinde yansıyan 283 külfetli ve riskli bir müesseseler grubu haline
gelecektir.
B. İç Denetim
1. Denetleme Kurulunun Denetimi
ÖFK.larının denetimi ile görevli iç organ olan denetleme kurulu
hakkında ayrıntılı bilgiler yukarıda organlar konusu incelenirken
verilmiştir.
Burada, modern uygulamada artık denetçilerin organ vasfının
zayıfladığını, gerek ihtisas sahibi olma zorunluluklarının bulunmaması
ve gerekse çoğunluk tarafından seçilmeleri nedeniyle kamuyu
280
MOROĞLU, s. 32.
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 76.
282
TOKGÖZ, s. 60.
283
AKGÜÇ, s. 3.
281
97
aydınlatma ilkesini gerekleştireceklerinin şüpheli olduğunu 284 belirtmek
gerekir.
BankK. 25/2 gereğince banka denetim kurulu üyeleri yüksek
öğretim görmüş ve bankacılık, muhasebe ve hukuk konularında bilgi ve
tecrübe sahibi kimselerden oluşmalıdır. Buna karşılık ÖFK denetim
kurulu üyeleri için Başb. Teb. 13/2’de sadece mali, iktisadi ve hukuki
alanlarda ve muhasebe konusunda bilgi ve tecrübe sahibi olma şartı
öngörülmüş, yüksek öğretim emredilmemiştir.
ÖFK denetim kurulu üyeliğine seçilenlerin bu şartlara sahip olup
olmadıkları nasıl belirlenecektir?
Bilgi ve tecrübe sahibi olmak, somut kriterlere bağlanmadığı
takdirde anlamsız bir kural olarak kalmaya mahkumdur. Bu yönden
mevzuat eksiktir. Bu eksikliğin giderilmesi gereklidir. Ancak aynı
eksiklik bankalar için de söz konusudur. Kanun koyucu dış denetime
verdiği önem nedeniyle iç denetimi ihmal etmiş görünmektedir. Bu
durum ÖFK.ları ile ilgili mevzuata da sirayet etmiştir.
Bu nedenle modern görüşe uygun olarak ortaklık işlerinin ve
belgelerinin teknik bilgiye sahip, yeminli ve profesyonel kurumlar
tarafından incelenmesi ve bunların raporlarının genel kurula sunulması
yolunun seçilmesi, denetlemeden beklenenin elde edilmesi açısından
ÖFK.larının
bağımsız
denetleme
kurumlarınca
önemlidir. 285
denetlenmesi konusunu dış denetim bölümünde ele alacağız.
Ancak kurumların Denetleme Kurulu oluşturması zorunluluğu
devam etmektedir ve bu kurul, özen, sadakat borcu ve sorumlulukları 286
yönünden TK.nun ilgili hükümlerine tabi olacaktır. Burada kurumlara
düşen, esas sözleşme hükümleri ve kurumun ilk organizasyonu yardımı
ile mevzuattaki boşluğu gidererek, denetim kurulu eliyle denetime
gereken önemi vermeleridir.
2. Yönetimin Kendisini Denetlemesi (Müfettişler Eliyle
Denetim)
BankK.27’ye göre bankalar, işlemlerinin bankacılık ilkelerine ve
mevzuatına uygunluğunu denetlemek üzere yeteri kadar müfettiş
çalıştırmaları zorunludur. Böylece yönetim organı kendi kendisini ve
bağlı birimlerini denetlemiş olmaktadır.
Buna karşılık ÖFK.ları için özel mevzuatta bir müfettişler grubu
öngörülmemiştir. Böylece kurumlar, hesaplarının ve işlemlerinin iç
ilişkide günlük olarak denetlenmesi için müfettişler tayin edip
etmemekte serbest kalmışlardır. Bununla birlikte mevcut ÖFK.larının
tamamında müfettişlik uygulaması vardır.
284
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 312, No. 627.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 312, No. 627, İMREGÜN, Kara Ticaret, s.
273.
286
İMREGÜN, Kara Ticaret, s. 371.
285
98
Kanaatimizce bu eksiklik, yapılacak olan kanuni düzenleme ile
giderilmeli ve bankalarla paralellik sağlanmalıdır.
C. Dış Denetim
1. Merkez Bankasının Denetimi
83/7506 sy.lı Bak. Kur. Kar.nin Denetime Yetkili Kamu Mercileri
başlıklı 12. maddesine göre ÖFK.larının olağan dış denetimi TC.
Merkez Bankası tarafından yapılacaktır. Bu denetim belgelere
dayanılarak yapılan denetim türüdür.
Merkez Bankasının evrak üzerinde yapacağı denetlemeyi hazırlamak
üzere kurumlar, kâr ve zarara katılma yöntemi ile kullandırdıkları
fonlara ilişkin olarak, fon kullananlarla yaptıkları Kâr ve Zarara
Katılma Yatırım Akitlerinin birer suretlerini, bilanço ve kâr-zarar
hesapları ile cari hesaplarının yıllık sonuçlarını ve katılma hesaplarının
her vade grubuna ait hesap durumlarını, mart, haziran, eylül ve aralık
sonu itibarıyla en geç 15 gün içinde TC. Merkez Bankasına göndermek
zorundadırlar.
Yapılan bu denetimler sonucunda kurumların mevzuat ve işletme
amaç ve ilkelerine aykırı durum ve işlemleri tespit edildiği takdirde,
Müsteşarlıkça uygun bir süre verilerek mevzuata ve işletme amaç ve
ilkelerine uygunluğun sağlanması istenir.
Burada dikkat edilmelidir ki Bak. Kur. Kar. 12. maddesi mevzuat ve
esas sözleşmede yer alan maksat ve mevzu yanında kurumların "işletme
amaç ve ilkelerine uygunluk" gibi muğlak bir kıstas getirmiştir. Siyasi
otorite elinde kurumlara karşı son derece tehlikeli bir silah olarak
kullanılabilecek olan bu hükmün kurumların esas sözleşmeleri ile
sınırlı olarak ve bu şekilde anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz.
Ayrıca belirtmek gerekir ki bu anlama gelecek bir hüküm
konulmamış dahi olsa, iç denetim bahsinde incelediğimiz vasıtalarla
faaliyetlerin kurum amaç ve ilkelerine uygunluğu denetlenebilir.
Verilen süre içinde kurumun gerekli tedbirleri almadığı ve
düzeltmeleri yapmadığı tespit olunduğu takdirde bu kurumun Bakanlar
Kurulunca daimi olarak faaliyetten men edilmesi mümkündür.
İşletme amaç ve ilkelerine uygunluğun denetlenmesi faizsiz çalışma
ilkesine uygun davranılıp davranılmadığının denetlenmesini de
kapsayacak mıdır?
Kanaatimizce kurumların İslam Dininin tanımladığı anlamda faizle
iş yapıp yapmadıkları müşterileri yönünden önemli olmakla birlikte
Devlet için önemli değildir. Laik devlet olmanın da bir gereği olarak
dış denetimle görevli kamu mercileri bu konu ile ilgilenmeyeceklerdir.
Bu durum potansiyel müşteriler için caydırıcı bir etki yapabilir. Ancak
kurumlar arasında bir tercih yetkisi bulunduğuna göre müşterilerin
durumu fazla ağırlaşmış değildir.
Mevzuata aykırılık halinin özel mevzuatta düzenlenen tek
müeyyidesi kurumun geçici veya daimi olarak faaliyetten men
99
edilmesidir. Her ne kadar bu yetkinin siyasi bir makama verilmesi
ideolojik yapısı bulunan kurumlar açısından riskli gibi görünüyorsa da
daha uygun bir çözüm yolu bulunmaması nedeniyle bankalar için
öngörülene benzer bu çözümle yetinilmiştir.
Ancak bankalar ile ÖFK.ları arasında müeyyideler yönünden önemli
farklar vardır. 287 BankK 62’ye göre alınması mümkün olan idari
tedbirler yanında 64. maddeye uygun olarak mali bünyeyi güçlendirici
tedbirlerin de alınması mümkündür.
ÖFK.larının bu konularda bankalarla tamamen paralel hükümlerle
desteklenmesi beklenemez. Zira faaliyetler arasında faizsizlik özelliği
nedeniyle, mühim farklar vardır. Ancak bu durum özel mevzuata bu
konularda daha ayrıntılı hükümler konulmasına engel değildir.
Nitekim bu konuda doktrinde yapılmış olan eleştirilerin de
katkısıyla Bak. Kur. Kar. 12’de yapılan değişiklikle 288 Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakana, Bakanlar Kurulunca faaliyetten
sürekli men kararı verilmeden önce kullanılmak üzere, önemli bazı
yetkiler verilmiştir:
Buna göre Bakan,
“a) kurumun yönetim ve denetim kurulu üyelerini kısmen veya
tamamen görevden alarak veya yönetim ve denetim kurulu üye sayısını
artırarak bu kurullara üye atamaya veya yönetimini bir bankaya tevdi
etmeye,
b)mali bünyesinin güçlendirilmesi için gerekli tüm tedbirleri
almaya,
c) kurumun faaliyette bulunma veya fon toplama iznini faaliyet ve
fon türleri ve/veya şube ve muhabirleri itibariyle sınırlandırmaya
yetkilidir.”
Böylece güven kurumu olmaları nedeniyle devletin yoğun denetimi
ve müdahalesi altında bulunan bankalar gibi, aynı gerekçeyle ÖFK.ları
da kamusal denetim ve müdahaleye açık hale getirilmişlerdir.
2. Hazine Denetimi
Başbakanlığın konu ile ilgili birimi olan Hazine Müsteşarlığının her
zaman bu kurumları yerinde denetleme yetkisi vardır. 289
Başbakanlık adına yerinde yapılacak denetimin kimler tarafından
gerçekleştirileceği, özel mevzuatta belirtilmemiştir. Tasfiye halinde
kurumların mali durumunu inceleme görevi kendilerine verilmiş olan
Bankalar Yeminli Murakıplarının bu görevi de yerine getirmesi
mümkün olmakla birlikte bu görevleri sırasında BankK. 61’deki yetki
ve 85’deki sorumluluklarının aynen geçerli olup olmayacağı belirsizdir.
Özellikle 61. maddenin 3 ve 4. bentlerinde yazılı yetkilerin kurumların
287
AYTAÇ, s. 243.
1.12.1998 t.li ve 98/12065 mükerrer sayılı R.G.
289
TUTANAK Dergisi, C. 15, s. 378.
288
100
denetlenmesi sırasında da tanınmasında kanaatimizce mahzur değil
fayda vardır.
Yapılan dış denetimde ÖFK.larının mevzuata aykırı davranışlarının
tespit edilmesi halinde bunun aynı zamanda suç olup olmadığını
belirlemeye ve kovuşturmaya Cumhuriyet savcılığı yetkilidir. Ancak
bunun için Müsteşarlığın Merkez Bankasının da görüşünü alarak yazılı
başvuruda bulunması gerekir. Cumhuriyet savcılığı re’sen faaliyete
geçemez. Sadece durumu Müsteşarlığa bildirerek incelenmesini
isteyebilir. Müsteşarlığın başvurusu üzerine C. Savcılığınca verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı Başbakanlık itiraz edebilir.
Özel mevzuatta yer alan ve cezai kovuşturmayı düzenleyen
hükümler BankK. ile benzerlik arz etmektedir. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken önemli bir fark vardır. BankK ile suç ihdas edilebilir
ve cezaları belirlenebilir. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi
gereğince kararname ve diğer mevzuatla suç ve ceza ihdas edilemez.
Nitekim
BankK.nun
on
üçüncü
bölümü
cezai
hükümleri
düzenlemektedir.
Bu nedenle Başb. Teb. 34/2’de yer alan “Bakanlar Kurulunca
kurumlara ilişkin olarak çıkarılan kararnamelere ve Müsteşarlık ile
Banka tarafından yayınlanan tebliğlere aykırı fiillerin işlendiğine dair
bilgi edinen Cumhuriyet Savcıları, Müsteşarlığa bildirerek durumun
incelenmesini isteyebilirler.” cümlesi sadece mevcut kanunlarda
düzenlenmiş yetkili mercilerin emirlerine riayetsizlik (TCK. 526) gibi
genel
suçlar
yönünden
bir
kovuşturma
yapılması
şeklinde
anlaşılmalıdır. Zira halen ÖFK.larına özgü özel suçlar söz konusu
değildir.
3. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Denetimi
TK 274/1’e dayanarak çıkarılmış olan Denetim Tüzüğünün 7.
maddesine göre, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı müfettişleri bütün anonim
ortaklıklarda denetleme yapma yetkisine sahiptirler.
Diğer AO.lar gibi banka görevlileri de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
müfettişinin istediği bilgiyi vermek zorundadır. Oysa bu durum BankK
83’e aykırıdır. Bu maddeye göre "bu konuda açıkça yetkili kılınan
mercilerden" başkasına banka ve müşteri sırları verilemez.
Poroy'a göre, bu müdahaleci düzenlemenin isabeti tartışılabilir.
Tekil’e göre ise tartışma gereksizdir. Zira tüzük kanunu bertaraf
edemez, ancak kanuna uygun düştüğü ölçüde uygulanır. 290 Bankalarla
aynı piyasada iş gören güven kurumları olan ÖFK.larının sadece
faizsizlik özelliği nedeniyle herhangi bir AO gibi Denetim Tüzüğüne
tabi tutulması hem bankalarla paralelliğe engel olur, hem de kurumların
denetiminde çift başlılık problemini ortaya çıkarır.
BankK 96 ile her ne kadar Bakanlar Kuruluna denetimle ilgili açık
bir düzenleme yetkisi verilmemişse de yapılan özel düzenlemede yer
290
TEKİL, Şirketler H. Ders Kitabı, s. 81.
101
almayan konularda TK ve ilgili Kanunların uygulanacağı açıkça
belirtilmiştir. Bu durumda denetimle ilgili olarak özel mevzuatta
hükümler yer aldığından TK.na uygun olarak çıkarılan denetim
tüzüğünün hükümleri uygulanmayacaktır denilebilir.
Bu zorlama yorumla denetim tüzüğünü uygulamamak mümkün
olmakla birlikte, en doğru çözüm özel mevzuata bu konuda da açık
hükümler konulmasıdır. Böylece denetim tüzüğüne kaynak teşkil eden
TK 274/2 de kurumlar için uygulanamayacak, şirketin maksat ve
mevzuna aykırılık nedeniyle feshi davası da açılamayacaktır. Bakanlar
Kurulu da işletme amaç ve ilkelerine aykırılık halinde fesih veya
infisah değil sadece faaliyetten men kararı verebileceğine göre bu
durumda faaliyet izni olmayan kurumun maksat ve konusu tamamen
imkânsız hale gelecek ve TK 434/1, b. 2'ye göre infisah edecektir.
Öte yandan kurumlara TK 435 de uygulanmayacak bu maddede
sayılan fesih sebepleri, Bakanlar Kurulunun faaliyetten men kararı
üzerine yukarıdaki gibi infisah sebebi haline dönecektir.
4 . B a ğ ı m s ı z D ı ş D e n e t i m 291
Bankaların ve diğer mali kuruluşların 292 kamu otoritesince
denetlenmesi, bilançoların kamuya güven vermesi, yanıltıcı olmaması
ve bu kurumlar arasında sağlıklı bir rekabet ortamı oluşturulması
açısından isabetli ve faydalıdır. Ülkemizde ise özellikle bankaların
uzun yıllar boyunca sadece bilanço ve kâr-zarar hesaplarının; sadece
şekil yönünden incelendiği ve tek düze hale getirilmesine çalışıldığı
bellidir. Yakın zamanlara kadar bu planların içeriği ve doğruluğu ciddi
bir denetime tabi tutulamamıştır. 293
Ancak 1987 yılından itibaren bağımsız dış denetim kurumları eliyle
denetim uygulaması başlatılmış ve böylece önemli bir adım atılmıştır.
Bankalar ve diğer mali kuruluşlarla ilgili olarak devletin ve onun
ajanı olan TC Merkez Bankasının daha etkili denetleme yapması için,
bu kurumların, raporlarının tarafsızlığından ve gerçekliğinden şüphe
edilmeyen bağımsız denetim kuruluşlarınca önceden denetlenmesi
gerekir.
Bu amaçla yapılan birinci düzenleme, BankK. 54’e dayanılarak
Hazine Müsteşarlığınca çıkarılmış bulunan Bankalarda Bağımsız
Denetim
Yapacak
Kuruluşlara
İlişkin
Esaslar
Hakkında
Yönetmeliktir. 294 Bu yönetmelik ile sadece bankaların dış denetimi
konusu düzenlenmiş ÖFK.larından bahsedilmemiştir.
Öte yandan Sermaye Piyasası Kurulu da yayınlamış bulunduğu
Sermaye
Piyasasında
Bağımsız
Dış
Denetleme
Hakkında
291
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. BATTAL, Denetim, s. 225 vd.
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 9.
293
AKGÜÇ, Bankaların Hesap Durumları, s. 8.
294
Bu Yönetmelik, 21.3.1997 t.li ve 22940 sy.lı R.G.de yayınlanmış ve 18.
maddesiyle 1987 tarihli eski Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.
292
102
Yönetmeliğin 295 2. maddesinde, menkul kıymetlerini halka arz etmiş
olan veya arz etmiş sayılan ortaklıkların yanında bankalar dahil aracı
kurumlar, yatırım ortaklıkları ve yatırım fonlarının mali tablolarının da
bağımsız denetleme kuruluşlarınca denetleneceği hüküm altına
alınmıştır. Ayrıca 9/2 madde ile de Başbakanlık tebliğine uygun
faaliyette bulunan kuruluşların bu yönetmeliğe göre bağımsız
denetleme ile görevlendirilebileceği ancak bankaların "aracılık
faaliyetlerinin" denetlenmesinde de bu yönetmelikte belirtilen usul ve
esaslara uymaları gerektiği belirlenmiştir.
Bu durumda bağımsız dış denetimde bankalar ve diğer mali
kuruluşlar olmak üzere iki ayrı müessese grubu ortaya çıkmaktadır.
Türk mali kuruluşlar sisteminin bir parçası olduğunu kabul
ettiğimiz ÖFK.larının, her iki grubun da dışında tutulmak suretiyle bu
modern uygulamadan yararlanma imkanından mahrum bırakılması
hukuk sistemindeki genellik ve eşitliğe aykırı bir durum ortaya
çıkarmıştır.
Sermaye Piyasası Kurulu, Yönetmeliğin 8. maddesine uygun olarak
çıkardığı, Sermaye Piyasasında Bağımsız Dış Denetleme Hakkında
Yönetmelik Hükümlerine Göre Sürekli Denetlenmeye Tabi Ortaklık ve
Kuruluşların Belirlenmesi Hakkında Tebliğ ile altı grup kuruluşu
bağımsız dış denetime tabi tutmuş, burada da ÖFK.ları sayılmamıştır. 296
Bu eksikliğin giderilmesi amacıyla ÖFK.larının hangi denetim
grubuna dahil edilmesinin doğru olacağı ayrı bir tartışma konusudur.
Mevcut mevzuat incelendiğinde Hazine Yönetmeliğinin sadece
bankalara münhasır olduğu ve diğer mali kuruluşların denetimi ile ilgili
kuralların Sermaye Piyasası Kurulunun Yönetmeliği ile belirlendiği, bu
nedenlerle bu gruba dahil edilmesi gerektiği düşünülebilir.
Öte yandan diğer bir bakış açısı ile yaklaşıldığında da SerP Kurulu
yönetmeliğinin bu kurulla doğrudan ilgili kuruluşları kapsamına aldığı,
ÖFK.larının ise bu anlamda SerP Kurulunun değil TC Merkez Bankası
ve Başbakanlığın denetim ve tasarrufu altında olduğu, bu nedenle de
bankaların tabi olduğu Tebliğdeki kurallara tabi olması gerektiği
sonucuna ulaşılabilir.
Kanaatimizce olması gereken düzen açısından ikinci çözüm yolu
mali kuruluşlar hukuku sistemine daha uygundur. Özellikle Hazine
Yönetmeliğinde yer alan ayrıntılar, ÖFK.larının denetiminde de faydalı
olacaktır.
Olması gerekeni bir kenara bırakırsak ÖFK.larının, SerP Kurulu
yönetmeliğinin 8. maddesinde yer alan "kıstaslar dışında kalan
ortaklıkların da diledikleri takdirde bu yönetmelik kapsamında özel
veya sürekli" denetleme yaptırabileceği hükmüne dayanarak bağımsız
denetleme yaptırmaları mümkündür.
295
296
Bu Yönetmelik, 13.12.1987 t. ve 19663 sy.lı R.G.de yayınlanmıştır.
Bu tebliğ, 18.12.1987 t. ve 19668 sy.lı R.G.de yayınlanmıştır.
103
Ancak bu denetleme sonuçlarının TC Merkez Bankası’nın yapacağı
denetime yardımcı olacağı veya bunun yerine geçeceği yolunda özel
mevzuatta herhangi bir hüküm bulunmadığından kurumların bu şekilde
denetim yaptırmalarını teşvik edici bir gerekçe yoktur.
C. Denetim Araçları
1. Bilanço ve Diğer Bildirimler
Mer. Bank. Teb. 16'ya göre kurumlar, kâr ve zarara katılma yöntemi
ile kullandırdıkları fonlara ilişkin olarak, fon kullananlarla yapmış
oldukları “kâr ve zarara katılma yatırım akitleri”nin birer suretlerini
bilanço ve kâr-zarar hesapları ile cari hesapların yıllık sonuçlarını ve
katılma hesaplarının her vade grubuna ait hesap durumlarını mart,
haziran, eylül ve aralık ayları sonu itibarıyla en geç 15 gün içinde TC
Merkez Bankası’na göndermek zorundadırlar.
Bankalar sisteminde bu yükümlülüğün ayrıntıları belirlenmiştir.
Bankalar,
bakanlıkların
denetlemelerini
kolaylaştırmak
üzere
Müsteşarlık tarafından belirlenen esaslara ve örneğe uygun olarak
düzenlenecek olan ve aktif ve pasif kalemlerin gelişimi hakkında
bilançolardan daha ayrıntılı bilgiler ihtiva eden üç aylık hesap
özetlerini Müsteşarlığa ve Merkez Bankasına gönderirler 297 (BankK 56).
Ayrıca Müsteşarlık, uygulamayı izlemek üzere, bankalardan Merkez
Bankası ile Bankalar Birliğinin görüşünü alarak belirleyeceği esaslar
ve örneklere uygun olarak cetvel, rapor ve mali tablolar istemeye ve
bunların yayınlanma şekli ve şartlarını belirlemeye yetkilidir (BankK
56/3). Bu hükümlerin yerine getirilmesi ve bankaların mali bünyeleri
ve kaynaklarının kullanımı ile ilgili olarak belirlenmekte olan standart
rasyolara uyulması bankalar için zorunludur.
Bankalar hesaplarını ve yıllık bilançoları ile kâr ve zarar
cetvellerini, Bankalar Birliğince hazırlanıp Müsteşarlığın onayı ile
yürürlüğe giren tek düzen hesap planı, tip bilanço ve kâr-zarar cetveli
ve bu konudaki izahnameye uygun olarak tutmak ve düzenlemek
zorundadırlar. Bu hesap ve cetvellerin hazırlanmasında kesirler nazara
alınmamak üzere Türk Lirası kullanılır.
BankK 54 ile, bu bilgi ve belgeler ile bunlarla ilgili denetçi
raporlarının yayımı da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Oysa bütün bu düzenlemeler ÖFK.ları için başta zikredilen
paragraftan ibarettir ve yeterli olduğu söylenemez. Özellikle ÖFK.ları
için tip hesap planı, kâr-zarar tablosu ve bilanço öngörülmemiş olması
mevzuat açısından büyük bir eksikliktir. 298 Bu eksikliğin giderilmesi
için ayrı düzenleme şart olmayıp kanaatimizce BankK ve ilgili
mevzuata atıf yapmak da yeterlidir.
297
298
YÜKSEL, s. 30.
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 44, AYTAÇ, s. 245.
104
Bu yolla, aynı piyasada iş yapan iki ayrı müessesenin bu açıdan da
paralelliği sağlanmış ve ÖFK.ları olgunlaşmış bir mevzuata tabi
tutulmuş olacaklardır. Ancak hazırlanacak bilanço ve cetveller için
belirlenecek tiplerde kurumlara özgü bazı küçük değişiklikler
gerekecektir ki; bunu da Merkez Bankası yapabilir.
Aksi halde Mer. Bank. Teb. 17 ile bankaya verilen, kurumların
işlem ve hesaplarını denetleme yetkisinin hakkıyla kullanılabilmesi
mümkün değildir. Öte yandan bu eksiklik kurumların da bağımsız dış
denetlemeye tabi tutulması halinde, yapılacak olan denetlemeyi
güçleştirecektir.
2. Standart Rasyolar
BankK 56/3 ile 1989’da getirilen düzenleme sonucu bankalar mali
bünyeleri ve kaynaklarının kullanımı ile ilgili olarak Müsteşarlık
tarafından tespit edilen standart rasyolara 299 uymak zorundadırlar.
Bu düzenlemenin amacı bankaların mali durumlarının mevzuatın
emredici hükümlerine uygun olup olmadığını devamlı surette
denetlemek ve riskli hale gelen bankalar için gereken tedbirleri vakit
geçirmeden almaktır.
ÖFK.ları da bankalar gibi geniş halk kitlelerine hizmet veren
kuruluşlardır. Mali bünyelerinin ve kaynaklarını verimli kullanıp
kullanmadıklarının aynı şekilde denetlenmesi gerekir.
Bu nedenle gecikmeli de olsa bankalara benzer bir düzenleme
yapılarak ÖFK.larının uyacakları standart rasyoların belirlenmesi
yoluna gidilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı tarafından Bak. Kur. Kar. 15/m maddesine
dayanılarak çıkarılmış bulunan 300 Sermaye Tabanı/Risk Ağırlıklı
Varlıklar ve Gayrınakdi Yükümlülükler Standart Rasyosu Tebliği ile bu
konuda düzenleme yapılmıştır.
Ancak yapılan bu düzenleme bankaların uyacakları standartlar kadar
kapsamlı değildir. Kanaatimizce bu konuda da bankalar için belirlenen
rasyo türleri kadar ayrıntılı bir düzenleme yapılmalıdır. Sadece ÖFK
katılma hesaplarının kullanım yerleri ve oranları ile ilgili olarak
belirlenecek oranların banka kredilerinden farklılaştırılması gerektiği
göz önünde bulundurulmalıdır.
299
300
Ayrıntılı bilgi için bkz. İMREGÜN, Banka, s. 199 vd.
11.1.1997 t.li ve 22874 sayılı R.G.
105
I V . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N M A L İ Y A P I S I
A. Özel Finans Kurumlarının Sermayesi
ÖFK.larının sermayesinin alt sınırı konusunda neyin ölçü olarak
alınması gerektiği konusu ÖFK.larının kuruluşundan bu yana
tartışılmaktadır.
Bankalar açısından bakıldığında mevduata oranla büyük sermaye,
mudiler ve diğer müşteriler yönünden bir teminattır. 301 Banka ne kadar
yüksek sermaye ile kurulursa iş hacmi o derece geniş olacaktır. Ancak
yalnızca bu olgu kanundaki alt sınırın yüksek tutulması için yeterli
değildir. Nitekim Bankalar Kanunundaki asgari sınır gelişen ihtiyaçlar
ve enflasyon nazara alınarak sık sık artırılmaktadır. Her kurum gibi
bankalar da büyümek zorundadır ve bunun en iyi göstergesi sermaye
artış oranıdır.
Bankalar için sermayenin teminat özelliği çok önemlidir.
Kullandırdığı kredinin geri dönmemesi nedeniyle mevduat sahiplerine
karşı ödemeden aciz duruma düşmesi halinde bankanın karşılıkları,
yedek akçesi ve en son sermayesi devreye girecektir. Bu nedenle
mevduat ve kredilerle sermaye arasında bir oran kurulması teminat
fonksiyonu açısından faydalıdır. Ayrıca alt sınırın çok düşük
tutulmaması macera heveslilerini de önleyecek ve mali kuruluşlar
piyasasında spekülasyonlara engel olacaktır.
Yatırım fonları açısından da, yönetici ortaklığın (ÖFK sisteminde
hesaplarda biriken fonları kullanan kurumun) sermayesinin büyük
olması tasarruf sahiplerine güven ve kuvvet verir. Çünkü sorumluluk
halinde başvurulacak kaynak kuvvetlidir. Ayrıca hem Türk hem de
İsviçre uygulamasında, yönetici ortaklığın yöneteceği fonun miktarı ile
kendi sermayesi arasında bir oran kurulmuştur. 302
Bütün bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki; ÖFK.ları için tespit
edilecek asgari sermaye aynı piyasada iş yapan kurumlar olmaları
nedeniyle bankalarla paralellik arz etmelidir.
Ancak sermayenin teminat unsuru açısından farklılık vardır.
Bankaların bütün mevduatı açısından ve kullandırılan kredinin
dönmemesi durumunda söz konusu olan, öz kaynağın teminat özelliği,
ÖFK.larının topladığı fonların yalnızca küçük bir kısmını oluşturan
cari hesaplar için aynen geçerlidir. Katılma hesaplarında kâr ve zarara
ortak olunması nedeniyle, teminat ihtiyacı sadece bu hesaplarda
toplanan fonların kullandırıldığı yerden herhangi bir nedenle
dönmemesi ve bunda kurumun kusurlu veya kasıtlı olması ya da
dönmesine rağmen ÖFK.nun bunu kötü niyetle hesap sahiplerine
yansıtmaması halinde kendisini gösterecektir. Kısaca, anapara garantisi
301
302
PARASIZ, s. 133.
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 82, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 102,
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 77.
106
sadece cari hesapta vardır. Katılma hesaplarında ise böyle bir garanti
söz konusu olmadığından ancak kötü niyet veya kusur halinde teminata
ihtiyaç olacaktır.
Bu nedenle ÖFK.larının faaliyetleri nazara alınarak, savunulan
sermayenin yüksek tutulması gerektiği 303 fikrine katılmıyoruz.
Kanaatimizce bankalar ve diğer mali kuruluşlarda olduğu gibi, sermaye
ile kullandırılacak fonların ilgisini kurmak gereklidir. Ancak bu oranın
tespitinde, katılma hesapları ile ilgili yapılan açıklamaları nazara
alarak bankalardan daha geniş kapsamlı bir şekilde fon kullanma
yetkisi vermek gerekir. Bu sayede ÖFK.larının banka faizleri ile
rekabet etmesine yetecek derecede kâr dağıtması mümkün olacaktır.
Bu tartışmalardan sonra mevcut düzenlemeyi şu şekilde
özetleyebiliriz.
ÖFK.larının ödenmiş sermayelerinin 304 toplamı, Bak. Kur. Kar. 3.
maddesi ile en az beş milyar TL olarak belirlenmiş iken bu madde
1994’te değiştirilmiş 305 ve ÖFK.larının ödenmiş sermayelerinin,
bankalar için BankK. 5/1-d ve 78 maddelerinde getirilmiş rakama göre
belirleneceği öngörülmüştür. Böylece önemli konulardan biri olan
sermaye tabanı yönünden bankalar ile ÖFK.ları arasında paralellik
sağlanmıştır. Bankalar için belirlenmiş olan asgari rakam artırıldıkça
ÖFK.ları için söz konusu olan ödenmiş sermaye tabanı da kendiliğinden
artmış olacaktır.
Ayrıca Başb. Teb. 2’ye eklenen üç bend ile ödenmiş sermaye ve
buna bağlı kavramların tanımı yapılmıştır. Buna göre ödenmiş sermaye,
kurumların üç aylık hesap özetlerindeki fiilen ödenmiş veya Türkiye'ye
ayrılmış ve ödenmiş sermayelerinden zararın yedek akçelerle
karşılanmayan kısmı düşüldükten sonra kalan tutardır. Özkaynak
kurumların ödenmiş sermayeleri ve yedek akçeleri toplamından oluşur.
Yedek akçeler ise TTK ve ilgili kanunlar ile kurumların ana
sözleşmelerine göre ayrılan ve kurumun üç aylık hesap özetlerinde
görülen yedek akçeler ile yeniden değerleme fonları toplamından, varsa
zararın düşülmesi sonucunda elde edilen tutardır.
Bak. Kur. Kar. 3’te yer alan sermayenin nasıl ve ne zaman
ödeneceğine ilişkin hüküm de bu değişiklik ile yürürlükten kaldırılmış
olmakla birlikte bu hükmün tekrarı niteliğinde olan Başb. Teb. 3 halen
yürürlüktedir. Buna göre kurucular 306 bu sermayenin 1/4'ünün def'aten,
geri kalan kısmını altı ay içinde nakden ödeyeceklerdir.
303
AKIN, s. 287.
Dikkat edilmelidir ki burada TK.ndaki asgari sermaye değil bankalarda
olduğu gibi asgari ödenmiş sermaye söz konusudur. POROY /Tekinalp
/Çamoğlu, s. 239, No. 478.j.
305
13.1.1994 t.li ve 93/5104 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı.
306
Madde metninde her ne kadar "kurumların" ödeme zorunluluğundan söz
ediliyorsa da bir AO.nun kendi kendisine ödeme yapması söz konusu
olmayacağına göre bu ödeme sorumluluğunun kuruculara ait olduğunu kabul
etmek TK.nun sistemine uygun düşecektir.
304
107
Dikkat etmek gerekir ki yukarıda izah edildiği üzere; bankaların 307
hem ani hem tedrici kuruluşu benimsemiş olmasının aksine ÖFK
mevzuatı sadece ani kuruluş usulünü benimsemiş olmakla birlikte 308
katılma payının çeşidi bakımından kuruluş türü olarak bankalarda
olduğu gibi sadece nakdi kuruluşu kabul etmiştir.
Zira BankK 5/1-c'de yer alan, hisse senetlerinin nakit karşılığı
çıkarılacağı şartı; ÖFK mevzuatında, hem Başb. Teb. 4/1’de “nakit
karşılığı çıkarılması” şeklinde ve hem de Başb. Teb. 3'te "1/4'ünü
def'aten geri kalan kısmını altı ay içinde nakden" denilmek suretiyle
yer almıştır.
Yabancı ortaklar sahip oldukları sermaye payını Merkez Bankasınca
alım satımı yapılan döviz cinsinden nakit olarak Türkiye’ye getirmek
zorundadırlar. Bunların sermaye paylarını kısmen veya tamamen
satarak elde ettikleri hasılat Başb. Teb. 30/c'ye göre satış günündeki
kur üzerinden dövize çevrilerek beş yıl süreyle bloke edildikten sonra
yurt dışına transfer edilebilir.
ÖFK kurucuları kuruluş için başvuru sırasında verecekleri kişisel
durum belgelerinde satın almayı taahhüt ettikleri sermaye payını da
belirtmek zorundadırlar. Ayrıca faaliyete başlamak için yapılan
başvuruda da nakden ve def'aten ödenmiş bulunan sermaye miktarını
bildirmek zorundadırlar. Bu iki mükellefiyetin yerine getirilmesi ile
ilgili olarak kurucuların sorumluluğu yukarıda incelenmiştir. 309
Kurucular sermayenin tamamını taahhüt ettiklerinden kuruluşta beş
olan ortak sayısını yüze çıkarmak için halka müracaat edilmesi halinde
bunun tedrici kuruluş olarak değerlendirilmesine, daha önce de ifade
ettiğimiz gibi kanaatimizce imkan yoktur. Çünkü AO.ların tedrici
kuruluşunda halka müracaatın maksadı ortak sayısını artırmanın
ötesinde sermayenin kalan kısmını temine yöneliktir ve kuruluş
safhasının sona ermesi için gereklidir. Oysa ortak sayısı 100 olmadan
da ÖFK.nun kuruluş sahası tamamlanmış olabilir. Ortakların 3.
maddenin aradığı sayıya ulaşmamış olması kuruluş safhası ile ilgili
olmayıp, olsa olsa faaliyet safhasında müdahaleyi gerektiren bir
durumdur.
Bak. Kur. Kar. 3 ile belirlenen asgari ödenmiş sermaye miktarından
daha fazla sermaye ile kurulan kurumların, sermayesinin bu sınırı aşan
kısmının ödeme şartları müsteşarlıkça ayrıca belirlenir. Bu durumda
asgari ödenmiş sermaye yukarıda izah edilen kurallara tabi olacak,
fazlaya ait usulleri müsteşarlık belirleyecektir. 310
307
TEKİNALP, Banka, s. 85.
Aksi görüşte AYTAÇ, s. 227.
309
Bkz. yukarıda I. B. nolu başlık.
310
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, (s. 225'te) Başbakanlığa verilen bu düzenleme
yetkisini ödemeye çağrı yetkisi olarak görmektedir. Aytaç ise (s. 226'da)
"apel yetkisi bir bakıma müsteşarlığa bırakılmış olmaktadır" diyerek
tereddüdünü belirtmektedir. Özel mevzuatın bir çok yerinde var olan yetki
devri kanaatimizce genel düzenleme ile ilgilidir. Başbakanlık apele değil
308
108
Sermayenin artırılması ile ilgili olarak özel mevzuatta bir hüküm
bulunmadığından, kurumlar TK.nun bu konudaki hükümlerine ve esas
sözleşmeye göre artırımı gerçekleştirebileceklerdir. Ancak Başb. Teb.
28'e göre, kurumların elde ettiği net kardan, Türkiye’de ikamet
etmeyen sermaye sahiplerine isabet eden miktarın bir kısmı veya
tamamı kurumun talebi ve müsteşarlığın kararı ile esas sermayeye ilave
edilebilir. Böyle bir uygulama için esas sözleşme hükmü veya genel
kurul kararı dışında hissedarın rızasının alınması gerektiği açıktır.
Çünkü 30/a'ya göre, dağıtılmasına karar verilen kârların yurtdışına
transferi mümkündür. Ayrıca bu kârların sermaye artırımında
kullanılmasında da TK.nun emredici hükümlerine uygun hareket
edilmelidir. 311
B . M a l i B ü n y e n i n G ü ç l ü O l m a s ı Zo r u n l u l u ğ u
Yukarıda da ifade edildiği üzere geniş halk kitleleri ile hukuki
ilişkiye giren ÖFK.larının güçlü bir özkaynağa sahip olması her şeyden
önce mevcut ve potansiyel müşteriler nezdinde bir güven duygusu ve
itibarın oluşmasına sebep olacaktır.
Bu sonuç kurumların herhangi bir ekonomik dalgalanmadan en az
etkilenerek çıkmalarını ve dolayısıyla müşterilerin güveninin devamını
ve zarar görmelerinin önlenmesini sağlayacaktır.
Öte yandan kurumların güçlü bir mali yapıya sahip olmaları
ekonomik hayatın ve sistemin istikrar içinde yürümesine de yardımcı
olacaktır. Zira ekonomik hayatın merkezinde yer alan bankalar gibi
ÖFK.ları da paraya ve sermayeye aracılık yapmakta ve geniş bir güven
altında çalışmaktadırlar.
Son
olarak
kurumların
mali
durumlarının
bozulmasından
kaynaklanan riski paylaşmaya ya da dışarıya aktarmaya yardımcı
olacak bir sigorta sistemi de yoktur. Oysa bankanın batması ihtimaline
karşılık bankalardaki tasarruf mevduatı Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu tarafından sigortalanmıştır. Benzeri bir sigorta sistemi zarara da
iştirak edilecek olması nedeniyle ÖFK katılma hesapları için gerekli
olmamakla birlikte, anapara garantisini içeren cari hesaplar yönünden
kanaatimizce zorunludur. Bu tür bir sigorta sistemi kurulmadığı sürece
özkaynakların kuvvetli olması da buna bağlı bir zorunluluk olarak
görülmelidir.
apelin
şeklini
belirlemeye
yetkilidir.
Apeli
yönetim
kurulu
gerçekleştirecektir. Nitekim halen faaliyette bulunan kurumlardan ilk üçü,
esas sözleşmelerinde bu yolda düzenleme yapmıştır.
311
Aksi görüşte AYTAÇ, s. 230.
109
C. Mali Bünyeyi Güçlü Tutmaya Yönelik Tedbirler
1. Genel Olarak
Bankalar için var olan risklerin büyük çoğunluğunun, ÖFK.ları için
de söz konusu olduğu düşünülürse, bankalar için mecburi olan 312 olağan
tedbirleri ÖFK.larının da aynen uygulamaları gerektiği savunulabilir. 313
Ancak gerçekte banka risklerinin en önemlisi olan enflasyon riski
yani geleceğe yönelik enflasyon beklentilerinde görülen ve ancak
enflasyon oranlarının makul seviyeye düşmesi ve istikrarlı bir
ekonomik piyasanın oluşması ile sona erecek olan risk, ÖFK.ları
açısından söz konusu değildir. Çünkü bankaların mevduat sahiplerine
sabit faiz vaat etmelerine karşılık ÖFK katılma hesaplarında, hesap
sahiplerine karşı yüklenilmiş bir taahhüt yoktur. Tek taahhüt fonların
iyi bir şekilde işletileceği vaadidir ki bu durum bankalar açısından da
söz konusudur ve bu taahhüde uyulmaması her iki kurum müşterileri
açısından da ikinci bir risk türünü oluşturur. Bu risk, verilen ödüncün
veya sermayenin kötü niyetli faaliyet sonucu geriye dönmemesi
ihtimali olarak da ifade edilebilir.
Kurumların kötü yönetilmesi riskine karşı, risk meydana gelmeden
önce uygulanacak olan ve mali bünyeyi güçlü kılmaya yönelmiş
bulunan devamlı tedbirleri olağan tedbirler olarak nitelendirebiliriz.
Hesaplarda biriken fonlardan bir kısmının kullandırılmasının yasak
olması ve bloke edilmesi zorunluluğu ÖFK.larının uygulayacakları
olağan tedbirlerin başında gelir. Bu miktarların mahiyeti ve işleyişi
karşılıklar kısmında incelenecektir.
İkinci tür tedbirler ise toplanan fonların kullandırılacağı yerler ve
oranları ile ilgili sınırlandırmalardır. 314
Bankaların mevduata verecekleri faizin BankK. 37/1 gereğince
Bakanlar Kurulu ya da yetkilendirmesi halinde Merkez Bankası
tarafından sınırlandırılması mümkündür. Merkez Bankası zaman zaman
mevduat faizine bir üst sınır çizmek yoluna gitmektedir. Bu
uygulamaya paralel olarak ÖFK.larının katılma hesabı sahiplerine
verilecek kâr payının da bir üst sınırlamaya tabi tutulması akla
gelebilirse de kanaatimizce katılma hesaplarının farklılığı nedeniyle
böyle bir uygulamaya yer yoktur.
312
YASAMAN, Kredi, s. 221 vd.
İMREGÜN, (Banka, s. 202’de) bu nedenle, özel mevzuatta yer alan mali
bünye ile ilgili hükümleri yetersiz bulmakta ve bunun Avrupa Birliği
Hukukuna uygunluk yönünden bir eksiklik olduğunu (s. 205) belirtmektedir.
314
YÜKSEL, s. 294, AYTAÇ, s. 239, ÇELEBİCAN, s. 69. Yazarlar, ÖFK.larının
topladıkları fonlardan karşılık ve disponibilite ayırma zorunda olmamasını
ve kişisel kredi sınırı ve kredi, senet ve riziko dağılımı katsayılarının
bulunmamasını kurumlara yöneltilen eleştiriler arasında saymaktadır.
313
110
2. Yedek Akçeler
Kanuni ve ihtiyari yedek akçelerle ilgili olarak ÖFK.larının özel
mevzuatında hiçbir düzenleme yapılmadığından bu konuda tamamen TK
hükümleri uygulanacaktır. Buradaki hükümlerin bir kısmının emredici
olduğu nazara alınırsa geri kalan konularda, kurumların kendi esas
sözleşmelerine ayrıntılı hükümler koyabilecekleri ortaya çıkar. 315
Bu durumda yedek akçeleri, bankalardaki gibi mali bünye ile ilgili
önemli tedbirler haline getirmek kurumların inisiyatifine bırakılmıştır.
Ancak hazırlanacak kanun açısından, kurum alacaklılarına karşı iyi bir
teminat oluşturabilecek olan yedek akçelerin ayrıntılarının özel
mevzuatla açıkça veya en azından Bankalar Kanununa atfen
düzenlenmesi yerinde olacaktır.
Bankalar, kanuni yedek akçeler dışında gönüllü olarak ihtiyari
yedek akçeler ayırırlar. Bu ayrımın nedeni ek emniyet fonu
oluşturmanın yanı sıra kabul edilmesi düşünülen yüksek miktarda
tasarruf
mevduatı
ile
özvarlıklar
arasındaki
kanuni
oranın
korunmasıdır. 316
TK 466/4'e göre, bu maddenin üçüncü fıkrasının ikinci bendinde yer
alan ikinci ayrım yedek akçeyi, amaçlarının ortaklıklara bizzat katılma
olması nedeniyle holdingler ayırmak zorunda değildirler.
Burada yer alan holding istisnası içine, geniş anlam vererek yatırım
ortaklıklarını sokanlar da mevcuttur. Oysa gerçek anlamda yatırım
ortaklığı, bir menkul değer portföyünü işletme amacını güder. Yoksa
işletme konusu bizatihi katılma değildir ve katılma bu açıdan devamlı
değildir.
Bu
nedenle
yatırım
ortaklıkları
bu
muafiyetten
317
yararlanamaz.
ÖFK.larının bu muafiyetten yararlanması da yine aynı nedenlerle
mümkün değildir. Birincisi, faaliyetine katılınan işletmeler mutlaka
yedek akçe ayıran tüzel kişiler olmayabilir. İkincisi; katılma
holdinglerdeki gibi genel ve devamlı değil çoğunlukla belli bir veya
birkaç faaliyet dalına yönelik ve geçicidir. Son olarak, ÖFK kâr ve
zarara katılma yatırım akdi uygulaması, ÖFK.nun faaliyetlerinin sadece
bir kısmını oluşturur.
Bütün AOlarda ve dolayısıyla bankalarda kârdan ayrılan yedek
akçeler ile, aşağıda açıklanacak olan, bankalara mahsus diğer
karşılıklar arasındaki en önemli fark, birincinin işletmenin kâr etmesi
halinde ayrılmasına karşılık, ikincisinin her halde ve toplam mevduat
üzerinden ayrılmasıdır. Karşılıklar daha ziyade tasfiye olunacak
alacaklar için ayrılır ve bunların zarara dönüşme ihtimali fazladır. 318
315
Nitekim faaliyetteki kurumlar, esas sözleşmelerinde birbirinden bazı
noktalarda farklılık arz eden ancak mali bünyenin güçlendirilmesine yönelik
ayrıntılı düzenlemeler yapmışlardır.
316
PARASIZ, s. 134.
317
TEKİNALP, Bilanço, s. 290.
318
EYÜPGİLLER, Banka, s. 45, TEKİNALP, Bilanço, s. 274.
111
Bir de TK 465'e uygun olarak, ileride yerine getirilecek teslim ve
tesellüm mükellefiyetlerinden veya bunlara benzer taahhütlerden
doğması muhtemel zararlara karşılık olmak üzere ayrılan yedek akçeler
vardır. Bu karşılıklar özel maksatlıdır. Risk gerçekleşmeyip, serbest
kalınca asıllarına yani yedek akçeye dönüşürler. 319 ÖFK.ları da
herhangi bir AO gibi bu hükme tabi olacaklardır.
Bankaların BankK.na göre ayırmak zorunda oldukları muhtemel
zararlar karşılıkları ise gerçekte tam anlamı ile yedek akçe
niteliğindedir. Fakat sadece maksatları kesin olarak tespit edilmiştir. 320
Bunların ayrılma nedenleri banka bünyesini sağlamlaştırmak, 321
mevduatı korumak, her türlü zararı kapatmak üzere özel kaynak
oluşturmak 322 şeklinde sayılabilir.
ÖFK.ları için böyle bir özel yedek akçe ayrılması zorunluluğu söz
konusu değildir. Kanaatimizce bu konuda da bankalarla paralellik
sağlanmalı, ÖFK.larına, düşük oranlı da olsa muhtemel zararlar
karşılığı ayırma zorunluluğu yüklenmelidir.
3. Diğer Karşılıklar
Bankaların TK.ndan doğan yedek akçeler ve BankK.nda doğmakla
birlikte aynı mahiyette olan muhtemel zararlar karşılıklarının dışında,
ancak geniş anlamda zorunlu yedek akçe sisteminin bir parçası olarak 323
ayırmak zorunda oldukları bazı karşılıklar vardır.
Bu karşılıkların bir kısmını, adı konulmamış olmakla birlikte
ÖFK.ları da ayırırlar.
Bunların başında disponibilite gelir. Disponibilite, bankalarca
çeşitli yükümlülüklerine karşı elde hazır vaziyette yani ya kasasında ya
da Merkez Bankasında bulundurulan nakit veya hiçbir şarta, vadeye
bağlı olmaksızın nakde dönüştürülmesi ve tasarrufu mümkün olan
değerleri ifade eder. 324 Bu ayırmada önde gelen amaç, likiditenin
sağlanması ve hesap sahiplerinin korunmasıdır. 325 Likidite, ödemelerin
zamanında yapılabilmesi için aktifteki değerlerin pasifteki vadelerden
önce paraya çevrilebilmesi yeteneği 326 olarak tanımlanabilir.
Munzam karşılıklar ise mudilerin korunması ile likiditenin
temininden ziyade mevduatın bir kısmının ayırma yolu ile atıl duruma
getirilmesi ve bu suretle kredi ve para arzının kontrolünü sağlamak
amacına yöneliktir. Merkez Bankası nezdindeki özel bloke hesapta
319
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 689.
MOROĞLU, s. 31.
321
EREM /ALTINOK, s. 24.
322
TEKİNALP, Bilanço, s. 271.
323
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 690.
324
TEKİNALP, Bilanço, s. 274, YÜKSEL, s. 86, ÜNAY, s. 23, Bu değerlerle
ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. KARAKOÇ, s. 18.
325
TEKİNALP, Bilanço, s. 274, KARAKOÇ, s. 17.
326
ÜNAY, s. 23.
320
112
toplanacak bu munzam karşılığın oranının tespitinde ülkenin ekonomik
durumu göz önünde bulundurulur. 327
Hem umumi disponibilite ve hem de munzam karşılıklar TK
anlamında yedek akçe olmadığı gibi, bunları TK 465/2'ye uygun
karşılıklar olarak değerlendirmek de zordur. Bu karşılıklar farklı bir
sistem için düşünülmüş olup TK mantığının dışındadırlar. Kaynakları
da safi kâr olmayıp mevduattır.
ÖFK.larının ayırmaları gereken karşılıklar ile ilgili olarak özel
mevzuatta bazı hükümler yer almaktadır. Bu hükümlerde yer alan
oranlar genel ekonomik krizler ve özellikle kamuoyunun baskısı
nedeniyle zaman zaman değiştirilmektedir.
Mer. Bank. Teb. 10'da Blokaj başlığı altında ÖFK.larının ayırmaları
ve Merkez Bankası nezdindeki bir bloke hesapta tutmaları gereken
karşılıklar kısaca belirlenmiştir.
Cari hesaplardan ayrılacak olan tek karşılık Merkez Bankasına
yapılacak olan TL fonların %8’i, yabancı para fonların %11’i
oranındaki blokajdır. Bu karşılık Merkez Bankasına yatırılması ve kâra
ve özellikle zarara katılmama nedeniyle banka mevduatı ile aynı
özelliklere sahip olan cari hesaplardan ayrılması sebebiyle
kanaatimizce mevduat munzam karşılıkları gibidir. Cari hesaplardan
yapılan bu ayırmalar, bu hesaplardan kullandırılan ve geri dönmesi
şüpheli alacaklar için bir teminat niteliğindedir. 328
Mer. Bank. Teb. 11 ile katılma hesaplarında biriken fonların da aynı
oranda Merkez Bankasına blokesi öngörülmüştür. Bu ayırmanın
mahiyeti konusunda açıklayıcı bir hüküm mevcut değildir. Ancak
blokenin Merkez Bankasına ve nakit olarak yapılması, bu ayrımın da
bir tür mevduat munzam karşılığı gibi düşünüldüğünü göstermektedir.
Katılma hesapları tasarruf mevduatı sigorta fonunun kapsamı dışında
tutulduğundan blokaj oranı düşük belirlenmiştir. 329
Banka niteliğinde olmayan fakat para piyasasında faaliyette bulunan
bir takım aracı kurumlar, zorunlu karşılık ayırmak durumunda
olmadıkları için imtiyazlı duruma geçebilirler. Bu da aracı kurumlar
için genel olarak söz konusu olan, risklere karşı zorunlu karşılık oranı
mekanizmasının adil çalışmaması sonucunu doğurur. 330 Ancak bu demek
değildir ki; bütün aracı kurumlar aynı oranda karşılık ayırmak zorunda
olmalıdırlar. Bilakis kanaatimizce, her müessese türünün, kendi
özelliklerine göre ayrı ayrı oran ve şartlara tabi 331 tutulması gerekir.
327
TEKİNALP, Bilanço, s. 274, KARAKOÇ, s. 28.
MOROĞLU, s. 31. Yazar ÖFK.larının TK.nda yer alan yedek akçeler dışında
muhtemel zararlar karşılığı ayırmadıkları gibi geri dönmesi şüpheli
alacaklar için karşılık ayırmadıklarını da iddia etmektedir.
329
AYTAÇ, s. 244.
330
PARASIZ, s. 184.
331
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 83.
328
113
Bu durumda bankaların verdikleri teminatlı-teminatsız krediler için
hükümlerin,
ayırmak
zorunda
oldukları
karşılıklarla
ilgili 332
ÖFK.larının kullandırdıkları fonlara da aynen uygulanması söz konusu
olmamalıdır. Çünkü burada faiz karşılığı kredi değil, kâr-zarar
ortaklığı (iç ortaklık) vardır. Risklerin mahiyeti değişiktir.
Katılma hesaplarından bankalardaki gibi fazla oranda karşılık
ayrılması, kullanılabilecek fonların ve dolayısıyla kârın düşmesi
sonucunu doğurur. Bu nedenle karşılık oranını çok iyi bir hesaplama ve
planlama ile belirlemek gerekir. 333
D. Bozulan Mali Bünyeyi Güçlendirmeye Yönelik Tedbirler
Mali bünyeyi güçlü tutmayı amaçlayan olağan tedbirlere karşılık,
zayıflayan mali bünyeyi güçlendirmeye yarayan geçici tedbirlere
olağanüstü tedbirler denir. 334
Başb. Teb. 32'de belirlenen olağanüstü tedbirler şunlardır. Yapılan
denetlemeler sonunda kurumun mevzuat ve işletme amaç ve ilkelerine
aykırı durum ve işlemleri tespit edildiğinde Merkez Bankasının da
görüşü alınmak suretiyle, Müsteşarlıkça uygun bir süre verilerek
kurumun kanun ve işletme amaç ve ilkelerine uygunluğunun sağlanması
istenir. Verilen süre içinde kurum tarafından gerekli tedbirlerin
alınmadığı veya düzenlemelerin yapılmadığı tespit olunduğu takdirde
ya da tedbirlere rağmen mali durum düzelmezse, Bakanlar Kurulunca
kurumun devamlı olarak faaliyetten men edilmesi mümkündür.
Görüldüğü gibi burada, alınacak tedbirlerin neler olacağından çok
sonuçları açıklanmıştır.
Kanaatimizce, BankK 64/1'de yer alan tedbirleri, uygun olduğu
ölçüde ÖFK.larına da uygulamak gereklidir.
Bu amaçla 1.12.1998 tarihinde Bak. Kur. Kar. 12’de yapılmış olan
değişiklik, bu konudaki eksikliği önemli ölçüde gidermiştir.
Yeni düzenlemeye göre bankalarda olduğu gibi ÖFK.larında da mali
durumun bozulması halinde ilgili bakan kurumun yönetimine, mali
durumuna ve faaliyetlerine müdahale etmeye hatta yönetimini bir
bankaya (muhtemelen bir kamu bankasına) devretmeye yetkilidir. Bu
müdahaleye rağmen gerekli uyum ve iyileşme sağlanamadığı takdirde
Bakanlar Kurulu kurumun faaliyet izninin kaldırılmasına ve dolayısıyla
tasfiyesine karar verebilir.
Belirtelim ki ÖFK.larının ihtiyacı olan özel kanunda bu konuda da
ayrıntılı düzenleme yapılmalıdır.
332
Karşılıklarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. GÜLEN, s. 46 ve ayrıca
11.12.1985 t.li ve 85/10128 sy.lı Bakanlar Kurulu Kararı.
333
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 42. Yazara göre katılma hesaplarında risk baştan
kabul edildiğinden yedek akçe kuralları dışında BankK'ndakine benzer
tedbirlere çok fazla gerek yoktur.
334
TEKİNALP, Banka, s. 515, YASAMAN, Kredi, s. 221 vd.
114
E. Mali Bünyenin Düzelmemesinin Sonuçları
Olağan ve olağanüstü tedbirlere rağmen bir ÖFK.nun mali
durumunun düzelmemesinin sonucu Bak. Kur. Kar. 12/4 ve Başb. Teb.
34/2’de açıklanmıştır. Buna göre bu kurum Bakanlar Kurulunca daimi
olarak faaliyetten men olunacaktır.
Faaliyetten men edilmenin sonucu, kurumun esas sözleşmesinde
yazılı amaçları gerçekleştirmesinin imkansız hale gelmesidir. Böylece
sona erme hallerinden biri gerçekleşecek ve tasfiye sürecine girilmiş
olacaktır.
115
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N K L A S İ K B A N K A C I L I K
FAALİYETLERİ
I. KURUM FAALİYETLERİNİN GENEL
DEĞERLENDİRMESİ
Birinci bölümde çeşitli vesilelerle açıklandığı üzere bankalarla aynı
piyasa işlemlerini farklı usullerle yapan ÖFK.larının faaliyetleri,
bankalar sisteminden esinlenerek iki ayrı grupta toplanabilir. 335
Birinci grup faaliyetler, bankaların ve mali kurumların temel
faaliyeti olan kredi işlemleridir. Bu grubun bir yönünü tasarrufların
toplanması yani mevduat ve ödünç kabulü, diğer yönünü de toplanan
paranın ödünç veya kredi olarak verilmesi oluşturur.
Bu grup faaliyetlerde kurumlar mümkün olduğu kadar fazla sayıda
tasarruf sahibinden cari hesap ve katılma hesabı şeklinde topladığı
fonları kendi sermayesini de kısmen dahil etmek suretiyle mümkün
olduğunca kârlı yatırımlara bizzat ve aracı akit ve şahıslar vasıtasıyla
aktarmakta ve bu yatırımların sonucuna (getirisine) katılma hesabı
sahiplerini ortak etmek suretiyle aracılık yapmaktadır.
ÖFK.ları, Bak. Kur. Kar. 1/3'te yer alan inhisari 336 yetkiye
dayanarak faizsizlik esasına göre topladığı fonları yine bu temel esasa
uygun olarak kullanmakta veya kullandırmaktadır.
Ayrıntıları alt bölümlere bırakmakla birlikte şunu belirtmek gerekir
ki; faizsiz çalışma usulünün kaynağı, modern ekonomideki faizi
paranın kirası olarak kabul eden görüşe yöneltilen eleştiri ve itirazdır.
335
ÜNAY, s. 3.
Kararnamenin 1. maddesinde yer alan inhisari yetki ile ilgili düzenleme
kanaatimizce yerinde değildir. Çünkü bu Kararnamenin kaynağı olan
Bankalar Kanununun 13. maddesinde, bu kanun veya özel kanunlarına göre
yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişinin meslek edinerek
mevduat kabul edemeyeceği belirtilerek bir sınır çizilmiştir. kanunun 96.
maddesine dayanarak Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulan ve deyim yerinde
ise bu kanunun bağrından çıkan kurumların, kanaatimizce mevduat
toplamakla temelde aynı olan fon toplama yetkilerini, kanundaki sınıra
rağmen yeniden Kararname ile inhisar altına almak; kanunlar düzenine
Kararname ile müdahale etmek sonucunu doğurmaktadır.
Oysa temel kuralı, bu konudaki genel kanun olan Bankalar Kanunu koymuş
olup özel düzenleme yalnızca bu kanuna tabi olmak durumundadır. Yeni bir
sınıra zaten ihtiyaç yoktur.
ÖFK.ları ile ilgili kanun çıkarılması halinde ise artık 96. madde nedeniyle
BankK.nun mehaz olması söz konusu olamayacağına göre çıkarılacak özel
kanunda ÖFK.larına mevduat veya fon kabulü yetkisi verilmelidir.
336
117
Buna göre para bizatihi ihtiyaç gideren değil, ihtiyaçların
giderilmesine aracı olan bir mübadele vasıtasıdır. Mal ödüncü
şeklindeki kirada beklenen amaç kiralananı kullanmak suretiyle
mutlaka fayda (kar) olarak gerçekleşmektedir. Buna karşılık paranın
kullandırılmasında beklenen kara amacı kâr veya zarar şeklinde tecelli
ederek muhtemel hale gelmektedir. İhtimalden yola çıkarak riske
katılmaksızın kesin net kazanç sağlamak doğru bir davranış olarak
değerlendirilmemektedir.
Kullandırılan fonların zararına da ortak olunması halinde banka
sisteminde verilen mevduat faizinden daha düşük bir miktarda kâr
dağıtılacağı düşünülebilirse de, bankaların zarara katılmadan elde
edilen kazanç avantajına karşılık, ÖFK.larının da fon toplama
maliyetleri düşüktür. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir. 337
•Toplanan fonlardan TC Merkez Bankasına yapılan bloke oranı
düşüktür.
•Disponibilite oranları bankalara göre daha düşüktür.
•ÖFK.ları fazla şube ve personelle çalışmadığı için harcamaları
mevduat bankalarına göre daha azdır.
•Kurumların özellikle yabancı uyruklu kurucular nedeniyle İslâm
dünyası ve diğer uluslararası finans çevreleriyle iyi ilişkileri vardır.
•Kurumların farklı çalışma özellikleri nedeniyle yurtdışından düşük
maliyette fon temin edebilmesi mümkündür.
İkinci grup faaliyetler ise hizmet işlemleri şeklinde de
adlandırılabilecek olan havale, kiralık kasa, çek karnesi verilmesi,
teminat mektubu gibi yardımcı işlemlerdir. Bu tür işlemler bankalarla
aynı yöntemlerle yürütüldüğünden üzerinde fazla durulmayacaktır.
Bir de ikinci hizmet grubu içinde yer alan mali işlemler vardır. Bu
grupta da hisse senedi, menkul kıymet ve kambiyo işlemleri yer alır.
ÖFK.ları için bir bölümü söz konusu olan bu faaliyetleri ikinci grup
içinde ve yeri geldikçe inceleyeceğiz.
337
SELÇUK, s. 224, REİSOĞLU, Çek, s. 422.
118
I I . Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N F A A L İ Y E T İ ZN İ
ALMASI
A. İznin Anlamı
Bak. Kur. Kar. 15/f’ye göre Başbakanlık, kuruluş izni almış olan
ÖFK.larına faaliyet izni vermeye ve faaliyet iznini iptal için Bakanlar
Kurulu'na teklifte bulunmaya yetkili kılınmıştır.
Yetki devri mahiyetinde kaleme alınmış olan bu maddeden
anlaşıldığına göre ÖFK.ları kuruluş aşamasının tamamlanması ile
faaliyetlere başlayamayacaklar, bankalarda olduğu gibi Başbakanlıktan
faaliyet izni alacaklardır.
Başb. Teb. 6'ya göre kuruluş safhasını tamamlayan kurumlar
Merkez Bankasına bir beyanname vererek faaliyete başlama izni
isteyeceklerdir. Bu hüküm kurumlarla Başbakanlık arasındaki
yazışmalarda Merkez Bankasının aracı olacağını göstermektedir. Yoksa
Başbakanlık yetkisini Bankaya devretmiş değildir. Aynı madde ile
verilecek beyannamenin içeriğinin Bankaca belirleneceği de hüküm
altına alınmıştır.
Merkez Bankası ise konu ile ilgili 1 nolu tebliğin 4. maddesinde
faaliyet izni başvurusu için gerekli bilgi ve belgeleri saymış, 5.
maddesinde ise, kanaatimizce verilen yetkiyi aşarak ibraz edilen bilgi
ve belgelerin incelenmesi sonucu durumu uygun bulunanlara en geç bir
ay içinde Merkez Bankasınca faaliyet izni verileceğini, uygun
bulunmayanlarla noksanlıklarını gidermeyenlerin ise başvurularının
reddedilmiş sayılacağını düzenlemiştir.
Kanaatimizce yukarıdan aşağıya doğru gelen yetki devri 338 ve özel
kanun yokluğu bu karışıklığa neden olmuştur. BankK 11'de bankaların
bankacılık işlemlerine ve mevduat kabulüne başlama izinlerinin Sanayi
ve Ticaret Bakanlığının görüşü de alınarak Müsteşarlıkça verileceği
belirtilmiş olmasına karşılık, aynı sisteme dahil olan kurumlar
hakkında aynı bilgi ve belgelere dayanarak verilecek faaliyet izninin
Merkez Bankasınca verileceğinin düzenlenmesi eşitlik ve uygulama
birliğini zedeleyecektir.
Düzenlemenin çarpıklığının bir diğer delili de Mer. Bank. Teb.
6’da, kurumların mevzuatta gösterilen işlemler dışında yapmak
istedikleri işlemler için Merkez Bankası aracılığıyla Müsteşarlıktan
izin alacağının düzenlenmiş olmasıdır.
338
Yetki devrinin sakıncaları hakkında bkz. TEKİNALP, Gülören, s. 67.
119
Yapılacak kanuni düzenleme ile bu konudaki çelişki giderilmeli ve
kurumların Merkez Bankası ile olan ilişkilerinin sağlam bir temele
oturtulması sağlanmalıdır.
B. İznin Sonuçları
Bakanlar Kurulunun bir ÖFK.na kuruluş izni vermesi, bu alanda
yeni bir kuruma daha yetki vermesi demektir. Kurucular bu izinden
sonra hazırlıklara girişecekler, tüzel kişiliğini kazanmış olan kurumun
faaliyete geçmesi için gerekli teknik altyapıyı ve personel sistemini
kuracaklardır.
Henüz bir ticari işletme olarak faaliyet görmeye hazır halde
değilken geniş halk kitlelerini ilgilendiren faaliyetlere girişilmesi
uygun görülmemiştir. Bu nedenle hazırlıklar tamamlanacak ve bundan
sonra faaliyete başlanacaktır.
Gerekli hazırlıkların tamamlanıp tamamlanmadığı faaliyete geçme
izni aşamasında incelenecek ve bir noksanlık bulunmadığı takdirde
faaliyet izni verilecektir.
Faaliyet izni almış olan bir kurum, ilgili mevzuatın öngördüğü
bütün yetkilere sahip olacak ve bu mevzuatla belirlenen kurallar
çerçevesinde kalmak kaydıyla serbestçe faaliyet yürütebilecektir.
Bu faaliyetlerden birincisi Bak. Kur. Kar. 1/2’de ifade edildiği
şekliyle cari hesaplar ya da katılma hesapları yoluyla fon toplayıp, bu
fonları ekonomiye tahsis etmektir. Bu faaliyetin ayrıntıları aşağıda
dördüncü ve beşinci bölümde açıklanacaktır.
Genel izin kapsamında bulunan diğer faaliyetler ise aşağıda
incelenecektir.
ÖFK.ları, TC Merkez Bankası aracılığıyla Müsteşarlıktan özel izin
almak koşuluyla başka bazı faaliyetlerde de bulunabilirler. Bu
faaliyetlere ilişkin esas ve şartlar, izin verilirken Müsteşarlık
tarafından ayrıca belirlenir.
Bu düzenlemede dikkati çeken özellik, sayılan faaliyetlerin genel
izinle değil, Müsteşarlıktan alınacak özel izinle yapılabilecek
olmasıdır. Bu faaliyetlerin ayrıca izne bağlı tutulması, faaliyet izni
verme yetkisinin Merkez Bankasından alınarak yeniden bir üst makam
olan Müsteşarlığa verilmesi sonucunu doğurmuştur. Böylece farklı
özelliklere sahip bu faaliyet dallarında daha değişik bir prosedür
uygulanacaktır.
Ancak Başb. Teb. 25'ten anlaşılamayan bir husus; her kurum
tarafından aşağıda incelenecek “her faaliyet türü” için mi, yoksa ayrı
ayrı “her faaliyet” için mi izin alınmak gerektiğidir. Kanaatimizce
birinci ihtimal daha makuldür. Aksi takdirde sebebi anlaşılmaz bir
hükümle kurumlar bu özel faaliyetler açısından müsteşarlığın
danışmanlığı ve izni ile çalışan müesseseler haline getirilmiş olacaktır.
120
Bu faaliyetlerde kanaatimizce özellikle belirtilen haller dışında
katılma hesapları kullanılmamalıdır. Ancak kurum fonları ve
sorumluluk kuruma ait olacağından cari hesaplar kullanılabilir.
121
I I I . G E N E L İ Zİ N K A P S A M I N D A K İ K L A S İ K B A N K A C I L I K
FAALİYETLERİ
Başb. Teb. 25'te kurumların fon toplama ve kullandırma dışında
bazı işlemleri de yapabileceği belirtilmiştir. Bu faaliyetlerin en önemli
özelliği sadece bankalara ya da bankacılık sektöründe faaliyet gösteren
diğer kurumlara münhasır olmamasıdır. Diğer gerçek ya da tüzel kişiler
de bir ticari faaliyet olarak ya da arızi bir şekilde aynı faaliyetleri icra
edebilirler.
Ancak bankalar gerek geniş şube ağı ve gerekse teknik
altyapılarının elverişli olması nedeniyle bu faaliyetlerde banka dışı
rakiplerine göre daha avantajlı durumdadırlar.
Aynı şekilde ÖFK.ları da bankalar gibi, uygun teknik altyapıya ve
donanıma sahip oldukları nispette bu hizmetlerin görülmesinde diğer
rakiplerine nazaran avantajlı durumda olabilirler.
A. Kiralık Kasa Hizmeti
Kiralık kasa akdinde, banka veya kurumun kasa dairesindeki kiralık
kasalardan birinin kullanılması bir kişiye devredilmektedir.
Bu hizmet bankaların uygulaya geldikleri bir faaliyet türü olup,
rekabetin sağlanması açısından ÖFK.larına da yetki verilmiştir. 339
Bankalar uygulamasında kasanın bir anahtarı kiralayanda bulunur diğer
anahtarın da bankada bulunmasında bir mecburiyet olmamakla birlikte
genellikle güvenlik ve benzeri gerekçelerle banka da bir anahtarı
kendinde saklamakta ve kasa iki anahtarın aynı anda kullanılmasıyla
açılabilmektedir. 340
Bu sözleşme önceleri vedia akdinin bir çeşidi sayılmaktaydı. Ancak
kiraya verenin tedbir alma ve koruma borcu bulunmasına karşılık, çift
anahtar sistemi de olsa kasayı yalnız başına açamadığından ve kasanın
içinde ne olduğunu bilemediğinden vedia akdindeki gibi bir geri verme
yükümünden söz edilemez. Aynı zamanda kasa boş dahi olsa ücret
ödenecektir.
Bu nedenlerle bu sözleşmeyi kendine özgü yapısı olan bir sözleşme
sayan yazarlar vardır. Ancak bugün baskın olan görüş, bu sözleşmenin
bir tür taşınmaz kirası olduğu yolundadır. 341 Taşınmaz kirası olduğunun
339
ERSOY, s. 5.
KAPLAN, s. 209.
341
YÜKSEL, s. 178.
340
122
kabulü halinde dahi, 6570 sy.lı Kanunun uygulanması, kanunun
gayesine ve akdin özel mahiyetine uygun düşmez. 342
B. Havale ve Transfer İşlemleri
Bu işlemler de genellikle bankalar tarafından yürütülen işlerden
olup, kurumlara da ayrıca yetki verilmiştir.
Havale işlemiyle ödeme yetkisi verilen bir kimse bir başkasının
hesabına ve kendi adına üçüncü kişiye misli mallar ve özellikle para
ödemeye yetkili kılınır. Bu işlemle kuruma ödeme, gönderilene de
parayı çekme yetkisi verilmiş olur. Havale, lehdarın hesabına alacak
kaydedildiği anda uygulanmış sayılır. 343
Kurumlara verilen bu yetki özellikle Arap ülkelerinde çalışan
işçilerin havalelerini ve iş adamlarının kaynak transferini bankaların
aracılığı olmadan gerçekleştirebilmeleri amacına yöneliktir. Ayrıca
rekabetin eşit şartlarda yapılabilmesi için de bu yetki gereklidir.
Ancak havale hizmetlerinin yurt dışında muhabir bankalar ve yurt
içinde de geniş bir şube ağı gerektirdiği açıktır.
C . F i z i b i l i t e E t ü t l e r i H a zı r l a m a k
Kurumlar özellikle yatırım sözleşmesi yapacakları gerçek ve tüzel
kişilerin faaliyetlerini ve yatırımlarının verimliliğini iyi belirlemek ve
değerlendirmek zorundadırlar. Bu ise en iyi şekilde ancak kurumların
kendi
içlerindeki
değerlendirme
birimleri
aracılığıyla
gerçekleştirilebilir.
Fon kullandırılacak olan gerçek ve tüzel kişilerin faaliyetlerinin
değerlendirilmesi için gerekli bir ön işlem niteliğinde olan bu çalışma,
kurum açısından aynı zamanda gelir getirici bir hizmettir.
Ortak yatırım işlemi yapmamakla birlikte, kurumların piyasayı iyi
tanıyan uzmanlık birimlerinden istifade etmek isteyen kişi ve
kurumların fizibilite taleplerinin ücret mukabili karşılanması
mümkündür.
D. Merkez Bankasının Uygun Göreceği İşlemler
1. Genel Olarak
Özel mevzuatta kurumların faaliyetleri sınırlandırılmamış, Başb.
Teb. 25/1-d ile bu sınırı tespit yetkisi TC Merkez Bankasına
342
343
TANDOĞAN, s. 1/1.
Ayrıntılı bilgi için bkz. YÜKSEL, s. 99 ve AKYOL, Dürüstlük Kuralı, s. 34-5
123
bırakılmıştır. Öyle ki ÖFK.ları mali kuruluşlar arasında en geniş
işletme konusuna sahip ortaklıklar haline getirilmiştir. 344
Bu yetki, verilecek hizmetler konusunda bankalarla ÖFK.ları
arasında paralellik sağlayacak ve rekabet imkanını temin edecektir.
Bankalarca
yapılan
işlemlerin
hangilerinin
kurumlarca
da
yapılabileceği konusundaki en önemli genel sınırlama yapılan işlemin
faizle bir ilgisinin bulunup bulunmadığıdır. Çünkü kurumlar açısından
faizsiz işlem prensibi, müşterilerine ve ortaklarına karşı sorumlu
oldukları önemli konulardan biridir.
Üzerinde durulması gereken en önemli faaliyet türü, çek hesabı
açılması 345 ve teminat mektubu verilmesidir. 346
ÖFK.larının faiz nedeniyle yapamayacakları faaliyetlerden en
önemlisi ise iskonto ve iştira işlemleridir. Bankaların, müşterileri
tarafından ciro yoluyla, alacağın temliki ile ilgili usullere göre ya da
başka bir şekilde vadesinden önce kendilerine devredilen ticari
senetlerin bedelini, vadeye kadar geçecek olan süreye isabet eden faizi
ve komisyonlarını senet bedelinden düşerek ödemeleri işlemine iskonto
denir. Temelde faize dayalı olması nedeniyle ÖFK.larının bu işlemi
yapmaları söz konusu olamaz. 347
2. Sermaye Piyasasında Aracılık İşlemleri
SerPK. 3/i aracı kurumları, aracı kuruluşlar ve bankalar olarak
tanımlamıştır. Buna göre bankalar, SerPK 34 gereğince faaliyet izni
almak
suretiyle
sermaye
piyasasında
aracı
kurum
olarak
çalışabilirler. 348
ÖFK.ları bankalarla aynı faaliyet yelpazesine sahip olduklarına göre
acaba sermaye piyasasında aracı kuruluş olarak faaliyet gösterebilirler
mi?
SerPK.nun 3. ve 34. maddelerinde bankaların bir aracı kuruluş
olarak açıkça zikredilmiş olmasına karşılık ÖFK.larından söz
edilmemiştir. Özel mevzuatta da bu konuda açık bir hüküm
bulunmamaktadır. 349
Ancak ÖFK.larının banka dışı aracı kurumlardan biri olarak kabul
edilmesi mümkündür. Zira SerPK. 33’te aracı kurumların vasıfları
belirlenirken; piyasada bu kurumlara güven duyulmasını sağlamak
344
AYTAÇ, s. 232.
Çek hesabı açılması konusunu cari hesaplar bahsinde ayrıca inceleyeceğiz.
346
Teminat mektubu verilmesi aynı zamanda özel izne bağlı faaliyetlerden de
sayıldığından bu bölümde incelenecektir.
347
MOROĞLU,
s.
29.
Yazar,
ÖFK.larının
yapabilecekleri
bankacılık
faaliyetlerini sayarken iskontoyu da zikretmektedir.
348
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 96.
349
AYTAÇ, s. 233.
345
124
amacıyla, 350 hisse senetleri nakit karşılığı ve nama yazılı olarak
çıkarılmış anonim şirket şeklinde kurulmaları, sermayelerinin kurulca
belirlenen miktardan az olmaması, esas sözleşmelerinin SerPK.
hükümlerine uygun olması ve kurucuların müflis ya da yüz kızartıcı
suçlardan mahkum olmaması şartları öngörülmüştür.
Bu şartların tamamı ÖFK.larına uygundur. SerP. Kurulu tarafından
belirlenecek sermaye tabanının bankalar için belirlenmiş ve ÖFK.ları
için de zorunlu hale getirilmiş olan sermaye tabanından daha yüksek
olması beklenemez. Kurucuların nitelikleri de ÖFK kurucularının
nitelikleri ile aynıdır.
Öte yandan “diğer kurumlar” denilmek suretiyle sınırlı sayı
ilkesinin benimsenmediği de ifade edilmiş bulunmaktadır. 351
Ancak 33. maddenin başında yer alan “aracı kurumların
kuruluşlarına izin verilebilmesi için ...” cümlesi, bu kurumların
aracılık yapmak üzere kurulması gerektiği gibi bir anlam içermektedir.
“Kuruluşlarına izin” verilecek olması önceden kurulmuş olan ve
şartları uygun anonim şirketlerin faaliyet göstermelerine izin
verilemeyeceği şeklinde anlaşılabilir.
Kanaatimizce bu madde geniş yorumlanmalı ve mevcut anonim
şirketlere de izin almak şartıyla aracılık faaliyetinde bulunma yetkisi
verilmelidir.
Sonuç olarak ÖFK.ları da SerP. Kurulundan özel izin almak şartıyla
aracılık faaliyeti yapabilmelidirler. Ancak faizsizlik özelliği nedeniyle
ÖFK.ları aracılık faaliyetlerinin sadece bazı türlerini yapabilirler.
Nitekim SerP. Kurulunca yayınlanmış olan Seri V, 19. Tebliğe 31
sayılı tebliğle eklenmiş olan geçici 1. maddeyle ÖFK.larına ve sigorta
şirketlerine 30.6.1997 tarihine kadar başvurmak şartıyla aracı kurum
kurma imkanı tanınmıştır. Bu hüküm ilk bakışta ÖFK.larının doğrudan
bir aracı kurum olarak çalışamayacakları anlamına geliyorsa da
kanaatimizce iki husus birbirinden farklıdır.
Menkul kıymet alım satımı, menkul kıymetin türüne göre farklı
sonuçlara tabi olacaktır. Tahvil ve benzeri faize dayalı menkul
kıymetler mevcut olduğu gibi, hisse senedi gibi kural olarak faizle
ilgili olmayan menkul kıymetler de vardır.
3. Yatırım Fonu Kurulması
29.4.1992 tarihli ve 3794 sayılı Kanunla yapılan köklü
değişikliklerden önce SerPK.nda yer alan sınırlayıcı hükümler
350
351
ÜNAL, s. 83.
ÜNAL, s. 66.
125
sebebiyle ÖFK.larının yatırım ortaklığı veya yatırım fonu kurarak
sermaye piyasasına girebilmeleri mümkün görülmemekteydi. 352
Mevcut kanuni düzenleme (SerPK. 35) yatırım ortaklıklarının
yalnızca portföy işletmeciliği faaliyetinde bulunmak üzere anonim
ortaklık
olarak
kurulmalarını
emretmektedir.
Bunun
dışında
yapabilecekleri faaliyetler SerP. Kurulu tarafından düzenlenmektedir.
Bu haliyle yatırım ortaklıkları sermaye piyasasına özgü bir AO türüdür.
ÖFK.larının kendi özkaynaklarını ya da fonları kullanarak bu tür bir
AO kurmaları kanaatimizce mümkün değildir.
Yatırım fonu kurulması için ise bağımsız bir tüzel kişilik gerekli
değildir. Aksine mevcut bir AO yatırım fonu kurup işletebilir.
SerPK. 38/3’e göre; bankalar, sigorta şirketleri, aracı kurumlar ile
şartları uygun bulunan emekli ve yardım sandıkları yatırım fonu
kurabilirler.
Bu kapsamda ÖFK.ları da yatırım fonu kurabilmelidirler. Özellikle,
aracı kurum olarak faaliyet göstermek üzere SerP. Kurulundan izin
almış oldukları takdirde hiç bir engel kalmamış demektir.
Ancak kanaatimizce yatırım fonu kurmak ve işletmek ÖFK.ları için
uygun bir faaliyet sayılamaz. Zira aşağıda incelenecek olan müstakil
hesaplarda fon toplama faaliyeti aynı imkanı sağlamaktadır.
4. Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgesi (KOB) İhracı
KOB.leri anonim şirketlerin, her türlü faaliyetlerinin finansmanı
ihtiyacını karşılamak amacıyla ve SerP. Kurulu izniyle ihraç
edebilecekleri menkul kıymetlerdir. 353 Tasarruf sahipleri bu belgeleri
satın almak suretiyle bir anonim şirketin yönetimine ortak olmaksızın
kâr ve zararına ortak olmaktadırlar.
Bu nedenle bu menkul kıymet türü faizsiz banka ihtiyacının
karşılanmasına yönelik atılmış ilk adımdır. Daha sonra ÖFK.ları
kurulunca uygulaması azalmış olmakla birlikte yürürlüğünü devam
ettirmektedir.
ÖFK.ları da KOB ihraç edebilirler mi?
13.12.1984 tarihinde çıkarılan Seri III, 2 nolu ve 14.7.1992’de
yenilenen Seri III, 11 nolu Tebliğin 5/e, 3. fıkrasında “ÖFK.larının
ortaklıklara katılmasını sağlamak amacıyla çıkarılabilecek KOB.larda
vade 15 yılı, halkın ÖFK hesaplarına katılmasına ilişkin olarak
çıkarılacak KOB.larda 2 yılı aşamaz” denilmek suretiyle KOB ile
ÖFK.ları arasında iki yönden ilişki kurulmuştur. 354
352
AYTAÇ, s. 233
Ayrıntılı bilgi için bkz. aşağıda 4. Bölümde I. C. 2. nolu başlık
354
BOZER/GÖLE, s. 284, YASAMAN, Borsa, s. 68.
353
126
Birincisi, bir anonim ortaklığın KOB ihraç etmesi ve ÖFK.nun da
bunları satın almasıdır. Bunlar için 15 yıllık vade öngörüldüğüne göre
ve ayrıca katılma hesaplarında biriken fonların kullanılma yerleri
arasında KOB alımı da sayılmadığına göre, kurumlar katılma
hesaplarında biriken fonlarla KOB satın alamayacaklardır. Ancak kendi
öz kaynaklarını ya da cari hesaplarda biriken fonların özel mevzuatla
izin verilen kısmını (sonuçları kendilerine ait olmak üzere)
kullanabileceklerdir.
İkinci olarak halkın ÖFK hesaplarına katılmasını sağlamak amacıyla
ve bizzat ÖFK tarafından KOB çıkarılabilir. Bu konuda ÖFK.ları ile
ilgili özel mevzuatta bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak bir yasak da
bulunmamaktadır. Ayrıca KOB.leri ile ilgili olan ve ÖFK.larının
kuruluşundan sonra çıkarılmış bulunan özel mevzuat konuyu bu şekilde
açıkça düzenlediğine göre ÖFK.ları bu özel kurallara uyarak KOB.leri
çıkarabileceklerdir.
Bu usulde bir tür özel katılma hesabı açılmış olmaktadır. ÖFK.ndan
KOB satın alanlar kurumun bu paralarla yapacağı her tür yatırım ve
aracılık faaliyetinin sonuçlarına ortak olacaklardır.
Katılma hesaplarından farkı ise şuradadır. Katılma hesabı sahipleri
hesap açtırırken bir menkul kıymet satın almamaktadırlar. Oysa KOB
alarak ÖFK.na fon aktaranlar, karşılığında bir menkul kıymet satın
almış olmaktadırlar. Bu menkul kıymetin ilgili piyasalarda satılması
yoluyla vade sonu beklenmeksizin elden çıkarılması kolaylaşmış
olmaktadır.
Ayrıca katılma hesabı sahiplerinin alacağı kâr veya zarar payının
hesaplanması ile, KOB sahiplerinin ihraççı kurumdan alacağı kâr ve
zarar payının hesaplanması farklı kurallara ve yöntemlere tabidir.
5. Kambiyo Faaliyeti
Kambiyo, borçlunun bulunduğu yerden başka bir yerdeki
alacaklısına para nakline gerek olmaksızın borcunu ödeme imkanlarının
sağlanmasıdır.
Ancak son zamanlarda kambiyo, ülkeler arası para nakli yerine
geçmekte, yani bir ülke parasının diğer bir ülke parası ile
değiştirilmesi anlamına gelmektedir. 355 Bu haliyle kurumların
yapmasında mahzur olmamakla birlikte, vadeli satımda bir tür faizin
söz konusu olması bu açıdan kurumları sınırlamaktadır.
Başb. Teb. 27 ile ÖFK.larına döviz pozisyonu tutma ve kambiyo
işlemleri yapma yetkisi verilmiştir. Bu iznin kurumların ilkeleri nazara
alınarak sınırlandırılmamış olması özel mevzuatın eksikliğidir.
355
TOKGÖZ, s. 97.
127
6. İstihbarat Hizmetleri
Merkez Bankasının iznine tabi faaliyetler başlığı altında
incelenmesi gereken hizmetlerden biri de, özel mevzuatta açıkça
zikredilmemiş olmakla birlikte kurumların müşterilerine, diğer
müşterileri hakkında bilgi verme (istihbarat), tavsiyede bulunma
hizmeti vermesidir.
Kendisinin açık veya zımni bir rızası olmaksızın, müşteri ile ilgili
bilgileri başkalarına veren kurumun, bu müşterisine karşı sır saklama
yükümünü yerine getirmemiş olması nedeniyle akdi sorumluluğu
vardır. Ancak bazı hallerde zımni rızanın varlığı, müşteri ile kurum
arasındaki akdi ilişkinin güven ilkesine göre yorumlanmasından ve
istihbarat vermek hususundaki uluslararası bankacılık teamülünden
doğabilir.
Buradaki güvenin ölçüsü, kurumun müşteri yararına hareket ettiğini
makul olarak düşünebilecek olup olmadığıdır. Bununla birlikte
kurumun, müşterinin açık muvafakatini alması gerekir. Ancak bu
muvafakat elbette müşterinin zararına veya yanlış bilgiler için söz
konusu olamaz. Bu hallerde izin verilmiş olsa dahi sorumluluk söz
konusu olur 356
Sorumluluğun türü ve kaynağı konusunda doktrinde gittikçe
güçlenen eğilim güven ilişkisi nedeniyle akdi sorumluluğun kapsamının
mümkün olduğunca geniş belirlenmesidir.
Öte yandan kurumun müşterisine verdiği bilgi veya tavsiye bir akdi
ilişki sonucu ise bunların yanlışlığından dolayı kurumun bilgi verdiği
müşterisine karşı sorumluluğu tam bir akdi sorumluluk; hatır ilişkisi
sonucu (ücretsiz) ise, akit dışı sorumluluk şeklinde belirlenmelidir. 357
E . C a r i H e s a p A ç ı l m a s ı 358
1. Hukuki Yapısı ve Mevduat Niteliği
a) Hukuki Yapısı
83/7506 sy.lı Bak. Kur. Kar.nin 6. maddesi ile ÖFK.larına toplama
yetkisi verilen ikinci fon türü olan Cari Hesaplar, 2. maddenin c
356
TANDOĞAN, Bankacının Sorumluluğu, s. 122, Yazar olumsuz bilgilerin
sadece sözlü olarak verilmesinin de sorumluluğu gerektirdiğini, ticarî
hayatın sağlıklı işlemesine ve böylece menfaatlere hizmet ettiği
düşüncesinin dahi bu uygulamayı haklı gösteremeyeceğini ifade etmektedir.
Ayrıca bkz. REİSOĞLU, Çek, s. 507.
357
TANDOĞAN, Bankacının Sorumluluğu, s. 122.
358
Cari hesapların açılışı, işleyişi ve kapatılması ile ilgili olarak ayrıca
aşağıda katılma hesapları hakkında verilmiş ayrıntılı bilgilere de
başvurulmalıdır.
128
bendinde "TL ve tebliğlerde belirlenen esaslar dahilinde döviz
cinsinden açılabilen ve istenildiğinde kısmen veya tamamen her an geri
çekilebilme özelliği taşıyan, karşılığında hesap sahibine faiz, kâr veya
her ne nam altında olursa olsun bir bedel ödenmeyen ve TMSF
kapsamına girmeyen fonların oluşturduğu bir hesap türü olarak" tarif
edilmiştir.
Bu tariften de anlaşılacağı gibi cari hesaplar, bankalardaki vadesiz
mevduat hesapları ile -bu hesaplara sağlanan genellikle düşük oranlı
faiz dışında- büyük benzerlik göstermektedir.
Tasarruf mevduatı sözleşmesi; karz, usulsüz vedia veya kendine
özgü yapısı olan sözleşme niteliğinde görülmektedir. 359
Karz ile usulsüz vediada iade borcunun bir nev’i borcu olması ve
mülkiyetin ödünç alan veya tevdi edilene geçmesi bu akitleri ariyetten
ayırmakta ve birbirine yaklaştırmaktadır.
Ancak ikisini birbirinden ayırmak için üçüncü bir kıstas daha
vardır. Yapılış gayelerindeki fark. Karzda, faizli ise faiz almak, faizsiz
ise yardım gayesi varken, adi veya usulsüz vediada muhafaza gayesi
vardır. 360
Bu
durumda
vadesiz tasarruf
mevduatı
usulsüz
vediaya
benzemektedir.
BK 463’e göre "İda (vedia-emanet) öyle bir akittir ki, onunla
müstevdi mudi tarafından verilen bir şeyi kabul ve onu emin bir halde
hıfzetmeyi deruhte eder."
Adi vediada vedia verenin malik olması gerekmez, ancak kabul
eden, saklatandan izinsiz kullanamaz. Usulsüz vediada ise aynen iade
mecburiyeti yoktur. Tevdi edilen şeyin zarar ve yararı alıcıya aittir.
Aralarındaki en açık fark usulsüz tevdide mülkiyetin saklayana
geçmesidir. Saklayıcının tek borcu mislen iadeden ibarettir. Vedia
akdinin ivazlı olması da mümkündür. 361
Bunların sonucunda denilebilir ki ÖFK cari hesaplarına BK.nda yer
alan usulsüz vedia ile ilgili hükümler uygulanacaktır.
Bu durumda ÖFK cari hesapları bir tür mevduat hesabıdır. 362
Bununla birlikte gerek özel mevzuatta ve gerekse uygulamada,
kanaatimizce isabetli bir tercih sonucu banka mevduatını ve dolayısıyla
faizi çağrıştırması nedeniyle bu hesaplar için “mevduat” teriminin
kullanılmasından kaçınılmaktadır. 363
359
KAPLAN, s. 171 vd., TANDOĞAN, 1/1, s. 66.
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 765.
361
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 32.
362
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47’de bu hesapların
nedeniyle mevduat sayılamayacağını savunmaktadır.
363
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47.
360
129
karşılıksız
olması
Cari hesap akdi denilen ve bankalarca uygulanan hesaplar da para
borçlarının belli dönemlerde takas yolu ile ödenmesini ifade eden özel
bir ödeme tarzıdır.
Bunlardan alacaklı cari hesabı türü, ÖFK cari hesapları için uygun
bir nitelendirme olabilir. Bu sistemde süre belirlenmeyebilir ve bu
durumda taraflardan her birisi feshi ihbar edebilir. Alacaklı cari hesabı
sahibinin fesih yetkisini kabul etmek uygundur. 364
b) Bedelsizlik Niteliği
ÖFK cari hesapları, karşılığında faiz, kâr payı ve herhangi bir bedel
ödenmeksizin açılan ve çek kullanımına müsait olan hesaplardır. 365
Cari hesaplara karşılık hesap sahiplerine taahhüt edilmesi ve
ödenmesi yasak olan kâr payının anlamı açıktır. Ancak, bedel kapsamı
içine neler girecektir?
Kanaatimizce bedelden anlaşılması gereken, denk karşılıktır. Bu
durumda aynı miktar para çok kısa vadeli (katılma hesabı şeklinde)
olsa idi hesap sahibi kurumdan ne kadar kâr payı alacak idi ise, bu
miktar yaklaşık olarak bedel kabul edilmelidir.
Bu bedelin nakdi ya da gayri nakdi olması da önemli değildir.
Yukarıda belirttiğimiz sınıra yaklaşan nitelik ve değerdeki eşantiyon ve
hediyeler geniş bir yorumla gayri nakdi menfaat şeklinde mütalaa
edilebilir.
Bazı İslam ülkelerindeki faizsiz bankalar, cari hesapları da kendi
içinde vadeli ve vadesiz olarak ikiye ayırmakta ve vadesiz olanları
bedelsiz iade etmelerine karşılık, kendileri yönünden daha cazip olan
vadeli cari hesapları artırabilmek amacıyla sahiplerine diğer bankacılık
hizmetlerinden yararlanma kolaylıkları getirmektedirler. 366
Cari
hesap
sahibi
olmak
katılma
hesaplarından
fon
kullandırılmasında öncelik nedeni olarak kabul edilecek olsa bu
imtiyaz bir karşılık olarak değerlendirilebilir mi?
Bu uygulama bir tür bedel olarak kabul edilebilirse de, kurumun bu
ölçüyü kullanmasında gerçekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu tercih,
itimada dayalı ticaretin gereğidir.
Cari hesap sahiplerine sağlanan hizmet kolaylıkları ise bedel
değildir.
Hesap sahiplerine tanınan hizmet kolaylıklarının başında gelen ve
ayrıntıları aşağıda incelenecek olan, çek keşide edebilme imkanı veren
hesapların vasfı, sadece bu nedenle değişmez. Yani bankalardaki gibi
364
YÜKSEL, s. 96.
YÜKSEL, s. 293, TUNCER, s. 74, KONURALP /SARUHAN, s. 25.
366
ZARAKOLU, s. 8.
365
130
cari hesaplar üzerine münhasıran çek keşide edilmesi bu hesapları cari
hesap olmaktan çıkarmaz. 367
c) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu İle İlgisi
Cari hesapların diğer bir özelliği de bankalar arası bir iç sigorta
kurumu olan TMSF kapsamına girmemesidir. 368
Bu durumun özel mevzuatta açıkça zikredilmiş olması TMSF
kapsamına alınabilmesi ihtimalinin varlığını hatırlatmaktadır.
Tasarrufların sigortalanması tasarruf sahiplerinin güveninin
korunmasının birinci şartıdır. Gerçekten mevduat toplayan bir bankanın
batması halinde tasarruflarını tamamen yitirmek endişesi tasarruf
sahiplerini bankalara para yatırma konusunda tereddüde sevk edebilir.
Bunu önlemek ve tasarrufların tamamının ya da hiç değilse bir
kısmının geri ödenmesini garanti altına almak amacıyla yapılacak en
iyi uygulama devletin himayesi ve teminatı altında işleyen bir sigorta
fonu oluşturmaktır.
Bankacılık uygulamasında bu çözüm tarzı tercih edilmiştir. Bu
amaçla kurulan TMSF, BankK. 65 vd.nda ayrıntılı hükümlerle
düzenlenmiştir. Bu fon, gerçekte bir sigorta kurumu değildir. Bu
sistemde riskin bir kısmının dışa aktarılması değil, bir anlamda riskin
dağıtılması söz konusudur. Bankaların hem sigorta eden, hem sigorta
ettiren olmaları nedeniyle karşılıklı sigorta esaslarına yakın bir çalışma
düzeni görülmektedir. 369
BankK. 67/2’ye uygun olarak yayınlanmış olan 92/2707 sayılı Bak.
Kur. Kar.nin 94/5565 sayılı Kararname ile değişik 2. maddesine göre
halen 370 döviz ve TL olarak açılmış tasarruf mevduatı hesaplarının
tamamı mevduat sigortası kapsamındadır.
Tasarruf mevduatının tamamının sigorta kapsamına alınmış olması
nedeniyle, daha önce düşük olan sigorta primleri yükseltilmiş ve
sermaye yeterliliği rasyosu ile ilişkilendirilerek bankaların mali
durumuna göre kademelendirilmiştir. Bu uygulamanın kalıcı olması
beklenmektedir.
ÖFK katılma hesaplarının, temel özellikleri yönünden vadeli
mevduattan farklılığı ve teminatının söz konusu olmaması 371 nedeniyle,
367
ÜNAY, s. 13.
SELÇUK, s. 215, Yazar, kanaatimizce yanlışlık eseri olarak TL ile açılan
hesaplarda biriken fonların TMSF kapsamına girdiğini belirtmektedir.
369
TEKİNALP, Banka Tedbirleri, s. 518.
370
5.5.1994 t.li R.G.de yayınlanan bu değişiklikten önce mevduatın tamamı
değil bir kişiye ait mevduatın belirli bir miktarı (en son 50 milyon idi)
sigorta kapsamında bulunmaktaydı.
371
Katılma hesaplarının yatırım fonlarındaki katılma belgelerine benzetilmesi
halinde de kurumun işletme karşılığında komisyon alması söz konusu
368
131
bir sigorta uygulamasına tabi tutulması gerekli değildir. Oysa ÖFK cari
hesapları bankaların cari hesapları ile aynı amaca hizmet etmekte ve
aynı hukuki kurallara tabi bulunmaktadır. Buna rağmen TMSF
kapsamına alınmamıştır. 372
Bankaların tasarruf mevduatı için söz konusu olan garanti ihtiyacı
ÖFK cari hesapları için de vardır. Bu nedenle bu hesaplar için de
sigorta gereklidir.
Çözüm olarak mevcut sigorta fonu kapsamına alınmak yöntemi
benimsenebileceği gibi müstakil sigorta sistemi kurmak da mümkündür.
Bankaların ve kurumların aynı mali havuza dahil olmaları mevcut
ayrıma uygun düşmeyeceğinden kanaatimizce ikinci çözüm yolu tercih
edilmeli ve ÖFK cari hesaplarına özgü ancak TMSF benzeri bir özel
sigorta sistemi kurulmalıdır. 373
2. Çalışma Şekli
a) Cari Hesapların Açılışı ve İşleyişi
ÖFK.larında cari hesap açtırmak için bir alt sınır bulunmadığından,
herhangi bir miktar TL. veya döviz ile kurum şube veya muhabirlerine
başvurarak nama yazılı cari hesap açtırmak mümkündür. İçeriği TC.
Merkez Bankasınca çıkarılan 1 nolu tebliğin 3. ekinde açıklandığı
şekilde düzenlenecek olan Özel Cari Hesap Akdi 374 imzalanarak,
taraflar arasında akit tamamlanmış olur.
ÖFK cari hesap sahipleri hesaplarındaki parayı kısmen veya
tamamen istedikleri zaman çekebilirler veya yeniden para yatırabilirler.
Bankacılık uygulamasında, çekle işlemeyen cari hesap sahibine,
BankK 36/1 gereğince her ocak ayında bir hesap özeti gönderilir.
Ancak hesap açılırken aksi kararlaştırılabilir. 375 ÖFK.larında açtırılan
cari hesaplar için böyle bir zorunluluk bulunmadığından, hesap
olacağından
BK
417/2'de
yer
alan
müvekkilin
emri
olmadıkça
komisyoncunun mukavele konusunu sigorta ettirmeye mecbur olmadığı
hükmü bu hesaplar için de geçerli olacak ve TMSF benzeri bir kurum bir
mecburiyet olmaktan çıkacaktır. Ayrıca bkz. BÜYÜKDENİZ, s. 175.
372
Doktrinde BULUTOĞLU, (Uygulama, s. 47-48) halkın bu hesapları mevduat
hesabı olarak görmelerini önlemek amacıyla cari hesapların TMSF
kapsamına alınmadığını savunmaktadır. Kanaatimizce cari hesapların
mevduat olarak anılmasının ve algılanmasının mahzuru bulunmamaktadır.
Zaten biz de bu nedenle cari hesaplar için bir sigorta oluşturulmasını teklif
etmekteyiz.
373
AKIN, s. 377, Yazar bu teklifin İslama aykırı olmadığını ve aynı zamanda
mevduatın devletin resmi teminatı altında bulunmadığı kapitalist ekonomi
sistemine de uygun olduğunu belirtmektedir.
374
Merkez Bankasının Tebliğinin 3 no.lu ekinde “Özel Cari Hesap Akdi”nde
bulunması gereken hususlar sayılmıştır.
375
KÜNEY, s. 84.
132
sözleşmelerine
bu
konuda
hüküm
konulmamaktadır.
Ancak
kanaatimizce cari hesaplar için benzeri bir mükellefiyet getirilmesi
hesapların işleyişi ve hesap sahibince takibi açısından uygun olacaktır.
b) Cari Hesaba Çek Keşidesi
Cari hesap sahiplerine sağlanan en önemli hizmet, kurum üzerine
keşide edilmek üzere çek defteri verilmesidir.
ÖFK.larının cari hesap sahiplerinin çeklerini kabul edip
edemeyecekleri, kuruluşlarından itibaren tartışma konusu olmuştur.
BankK.nun konuyu düzenleyen 96. maddesine göre ÖFK.larının TTK ve
diğer kanunların çeke ilişkin hükümlerine tabi olup olmayacağına
Bakanlar Kurulu karar verecektir. Bakanlar Kurulu ise çıkardığı
kararnamede açıkça bu konuya temas etmemiş ancak 1/4’de, faaliyetle
ilgili
esasları
düzenleme
yetkisini
Başbakanlığa
bırakmıştır.
Başbakanlığa bağlı Hazine Müsteşarlığı ise kendisine verilen bu karar
yetkisini TC Merkez Bankasına devretmiştir. Merkez Bankası da bu
zincirleme yetki devrine dayanarak, kurumlara çekle işleyen cari hesap
açma yetkisini vermiştir.
Ancak karışıklığa yol açan, yeterli dayanaktan yoksun bu izin
yeterli görülmemiş ve 11 Aralık 1985 t.li R.G.de yayınlanan 85/ 10129
sy.lı Bakanlar Kurulu Kararı ile ÖFK.ları, açık olarak, TTK ve diğer
ilgili mevzuatın çekle ilgili hükümlerine tabi kılınmıştır. 376 Böylece
çekle ilgili şüphe ve ihtilaf da ortadan kalkmıştır.
Bu düzenleme ile, bankacılığın en temel faaliyet türlerinden biri
olan 377 çek defteri verilmesi hizmeti ÖFK.ları için de mümkün hale
gelmiştir. 378 Ancak ÖFK.larına verilen bu yetki bazı yazarlarca kanuna
uygunluğa
yönünden
tartışılmış,
bazılarınca
da
tereddütle
karşılanmıştır. Reisoğlu’na göre bankalar çek kanununa tabi olmak
suretiyle bu kanunun ceza tehdidi altında iken ÖFK.larına sadece çekle
işleyen hesap açma hakkı tanınması sakıncalıdır. Bu nedenle mümkün
olduğunca sınırlı bir alanda yararlanılması uygun olacaktır. 379
Kanaatimizce ÖFK.ları da, 85/10129 sayılı Kararname gereği
bankalar gibi çekle ilgili bütün mevzuata tabi olacağından böyle bir
sakınca söz konusu değildi. Ancak hemen belirtmek gerekir ki ceza
hükümleri konusunda özel mevzuatta varolan boşluk burada da kendini
göstermektedir.
Bankalarda çekle işleyen alacaklı cari hesap açtırılması için
müşterinin bir imza kartonu ve hesabın tabi olacağı şartları gösteren bir
376
ERMEYDAN, s. 85.
AKIN, s. 183. TEOMAN, Çek Yasası. s. 13.
378
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 70.
379
REİSOĞLU, Çek, s. 9.
377
133
taahhütname imzalaması gerekir. Bu taahhütnamede sorumluluk, kayıp
hali, damga vergisi gibi konular da yer alır. 380
ÖFK.ları çekle ilgili olarak bankaların tabi oldukları mevzuata
aynen tabi olacaklarına göre hesaben tesviyeyi gerçekleştirmek üzere
Çek K.nun 6. maddesine göre çıkarılan, 25.09.1985 t. ve 18879 sy.lı
R.G. de yayınlanan Bankalararası Takas Odası Merkezi Yönetmeliğine
uygun olarak kurulan Takas Odalarında en az bir şubeyi temsilci olarak
bulundurmak zorundadırlar. 381
Bankalar gibi ÖFK.ları da, Çekle ilgili 3167 sy.lı Kanunu
uygularken bu işlemlerin gerektirdiği basiret ve itinayı göstermek
zorundadır. 382 Bu hüküm genel hukuk prensiplerinden ve hüsnüniyet ve
TK.nun koyduğu basiretli tacir gibi faaliyet ve dikkat ilkesinden
kaynaklanmaktadır. Buna göre gerekli araştırmaları yapmadan çek
karnesi veren kurum karşılıksız çekin keşidesinden sorumludur.
Çek, kanuni bir ödeme aracı olmakla birlikte 383 sahte veya tahrif
edilmiş bir çekin ödenmesinden doğan zarar TK 724 gereğince muhatap
kuruma aittir. Çek keşidecisinin çek karnesini saklamakta kusuru varsa
ve kurum bunu ispat edebilirse sorumluluktan kurtulabilir. Bu halde
kusurun derecesi önem kazanır. Ancak bu hüküm emredici nitelikte
olmadığından, zararın keşideciye ait olacağı çek anlaşmasına derc
edilebilir. Şu kadar ki bariz tahrifata rağmen kurum ödemede bulunursa
ağır kusur nedeniyle sözleşme geçerli olmayacağından sorumluluk yine
söz konusu olacaktır. 384
Banka üzerine keşide edilen çekin karşılıksız olmasına rağmen
ödenmesi halinde iktisadi açıdan müşteriye kredi verilmiş olur. 385
ÖFK.nun böyle bir ödemede bulunması halinde ise bu krediyi
hesaplardan değil kendi kaynaklarından vermiş olacaktır. Bu durum
hesapların bağımsızlığı ilkesinin bir istisnasını oluşturacağından, cari
hesaplarla öz kaynakların karışmasını önleyecek şekilde dikkatli işlem
yapılması gerekir.
TK 711 gereğince çek hamili ile keşideci arasında çıkan
anlaşmazlık nedeniyle keşideci çekten caydığını bildirse dahi banka,
müddeti içinde ibraz edilen çek bedelini ödemek zorundadır. 386
380
KÜNEY, s. 61.
KÜNEY, s. 47.
382
KÜNEY, s. 38, TEOMAN, Çek Yasası, s. 24.
383
YÜKSEL, s. 163.
384
KÜNEY, s. 66.
385
ARKAN/GÖLE, s. 54.
386
TEOMAN, Çek Yasası, s. 15, ÜNAY, s. 37.
381
134
c) Cari Hesaplarla Toplanan Fonların Kullanılması
ÖFK Cari Hesapları 387 adından da anlaşılabileceği gibi her an geri
çekilebilme imkanına sahip olan ve asıl maksadı gelir elde etmekten
ziyade güvenlik altında saklanarak gerektiğinde kullanılmayı temin
etmek olan hesaplardır. 388
Bu nedenle kurumlar geri çekilme ihtimaline karşı hazırlıklı olmalı
ve bu hesaplarda kullandıkları fonları, bu ihtimali nazara alarak
dengelemelidirler.
Bu amaçla özel mevzuata da bazı sınırlamalar konulmuştur. Buna
göre, cari hesaplarda biriken TL fonların %8’i, yabancı para fonların
%11’i Merkez bankası nezdinde açılan hesapta bloke edilecektir. Bu
blokaj -bankalar için de geçerli olan-, sistemin risklerini karşılamak 389
ve likiditeyi sağlamak amacına yöneliktir. Riskleri karşılamaya yönelik
diğer bir önlem de hesapların bağımsızlığı ilkesine uyulması ve cari
hesap alacaklılarının imtiyazlı alacaklı sayılmalarıdır.
Kalan kısmın kullanılması ile ilgili sınırlayıcı hükümler de bu
amaca yöneliktir. Başb. Teb. 17/2’ye göre cari hesaplarda biriken
fonların geri kalan bölümünün %50’si gerçek ve tüzel kişilere bir
yıldan uzun vadeli olarak, geri kalan kısmı en çok on iki ay vadeli
olarak ticari işleri finanse etmek için kullandırılabilir. Kullandırılan
fonun en az %80’i vadesinde aynen tahsil edilecek şekilde yani sonuca
katılmasız ve faizsiz adi ödünç olarak verilir. En çok %20‘si ise kâr ve
zarara katılma yatırım akdi çerçevesinde kullandırılabilir.
Dolayısıyla cari hesap sahipleri hesaplarından kısmen veya
tamamen para çekmek istedikleri takdirde gecikme veya ödeyememe
söz konusu olmayacaktır.
Kurumların cari hesapları kullanılırken bu sınırları aşmaları halinde
emredici hükümlerin ihlali söz konusudur. Zira bu hüküm dış ilişki ile
ilgilidir ve aykırı hareket halinde, güven müesseseleri olarak telakki
edilen bu kuruluşların ekonomik alandaki itibarları etkilenebilir.
Ancak bu kadar önemli bir riskin sadece genel sorumluluk
hükümleri ile bertaraf edilmesine çalışmak, mevzuatta sorumluluklar
konusunda varolan boşluğun önemli bir delilidir.
Cari hesaplarda yer alan döviz ve TL hesaplarının ayrı ayrı
muhasebeleştirileceğini emreden Başb. Teb. 16 hükmü, hesapların
kullanılma yerleri konusunda bir sınırlama getirmemektedir. Ancak
aynı
tebliğ,
(17/2)
kurumların
sonucuna
katılmak
üzere
387
Ayrıntılı bilgi için bkz. 3. Bölümde II. E. nolu başlık.
Diğer bir görüşe göre bu hesapların gayesi daha ziyade kısa süreli tevdiatlar
veya ÖFK ile diğer iç ve dış finans kurumlarının arasındaki nakit
hareketlerine azaltmaktır. POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 238, No. 478.f.
389
SELÇUK, s. 219.
388
135
kullandırabilecekleri %40'lık kısmı ile sadece kâr ve zarara katılma
yatırım akdi yapabileceklerini belirtmektedir. 390 Böylece yapılacak
sözleşmenin, sonuca iştirakle ilgili hükümleri de bu akde uygun
olacaktır.
ÖFK.ları cari hesaplarını genişletmek suretiyle külfete girmeksizin
gelirlerini artırma imkanına sahiptir. 391 Bunun için iyi bir reklam
çalışması yapılmalı ve cari hesap sahiplerine cazip hizmet imkanları
sunulmalıdır.
3. Cari Hesap Sahibinin Korunması
Yukarıda incelendiği üzere cari hesaplar için oluşturulmuş bir
sigorta sistemi bulunmadığından hesap sahibinin, kurumun iflası
halinde başvurabileceği harici bir teminatı yoktur.
Bu ağır durumu önlemek üzere ÖFK.ları için, bankacılık sisteminde
olmayan bir uygulama zorunluluğu getirilmiştir.
Başb. Teb. 2/o’ya göre kurumlar anonim şirket olarak tutmak
zorunda oldukları kendi hesaplarını, katılma hesaplarında toplanan
fonları ve cari hesaplarda toplanan fonları üç ayrı hesapta ayrı ayrı
muhasebeleştireceklerdir. 16/1’e göre de cari hesaplarda biriken
fonların kurum tarafından işletilmesi sonucunda ortaya çıkan kâr veya
zarar hesaplara yansıtılamayacak ve kuruma ait olacaktır.
Ayrıca 16/2’ye göre de cari hesap alacaklıları, yatırmış oldukları
fonların tamamı için bu fonu kabul etmiş olan kurumun sermaye ve
ihtiyatları ile cari hesaplar karşılığı aktifleri üzerinde birinci sırada
imtiyazlı
alacaklı
durumundadırlar.
Diğer
deyişle
kurumun
özkaynakları cari hesap sahipleri için diğer alacaklılara nazaran
öncelikli teminat oluşturmaktadır.
16/3 ile verilen yetki uyarınca Merkez Bankası tarafından Tebliğin
8. maddesi ile belirlenen sınır gereğince kurumun kabul edebileceği
cari hesap toplamı, öz kaynakları toplamının on katını aşamaz.
Bu uygulama cari hesap sahipleri için önemli bir teminat oluşturur
ve kanaatimizce etkili bir koruma sağlamaktadır.
390
GÜNAL, s. 18. Yazara göre döviz TL.na, TL. da dövize çevrilerek
kullanılabilir.
391
SELÇUK, s. 220. Yazar ÖFK.nun katılma hesaplarının getirisine %20
oranında iştirak edebilmesine karşılık cari hesapta biriken fonların
kullanılmasında böyle bir sınırın olmadığını, dolayısıyla kurumun kâr
marjının yükseltilebileceğini savunmaktadır. Oysa kurumun fon kullanan ile
yaptığı sözleşmenin %20’lik kâr ve zarar sınırına tabi olmadığı ve bu oranın
taraflarca yapılacak anlaşmada serbestçe belirleneceği, elde edilen getirinin
ise hesap sahiplerine yansıtılmayıp sadece kurum hesaplarına intikal
edeceği şeklindeki hukuki düzenleme karşısında bu ifade önemli bir hata
oluşturmaktadır.
136
I V . Ö ZE L İ ZN E B A Ğ L I F A A L İ Y E T L E R
A. Teminat Mektubu Verilmesi
Teminat mektubu iktisadi olarak bir kredi türü olup 392 hukuken
garanti sözleşmesi mahiyetindedir. 393
Bak. Kur. Kar. 1'de kurumların toplanan fonları nasıl kullanacakları
kısaca sayılırken yurtdışı teminat mektubu verilmesinde de
kullanılabileceği belirtilmiştir. Görüldüğü gibi bu hükmün ifadesinden
yurtiçi teminat mektubu verilemeyeceği anlamına gelen garip bir sonuç
çıkmaktadır. 394 Başb. Teb. 25 ise yurtiçi ve yurtdışı ayrımı yapmaksızın
teminat mektubu verilmesini özel izne bağlı faaliyetler arasında
saymıştır.
Bu durumda, kararnamede bir yanlış ifadelendirme yoksa,
müsteşarlık kendisine verilen yetkiyi aşarak yurtiçi teminat
mektuplarını da mümkün hale getirmektedir denilebilir.
Kanaatimizce yurtiçi ve yurtdışı ayrımı yapmaksızın temelde farklı
olmamaları nedeniyle teminat mektubu verilmesi faaliyetini bu kapsam
içine sokmak ve Müsteşarlığın iznine bağlı saymak gerekir. 395
Ancak teminat mektuplarının, modern ekonomik hayatta çok geniş
bir uygulama alanı bulmasına karşılık, nakit borca karşılık olarak
kullanılmak üzere verilmesi halinde faize yaklaştığı gerekçesiyle İslam
Hukuku prensipleri açısından tartışmalı bulunduğu da belirtilmelidir.
Uygulanması
halinde
karşılığının
ne
olacağı
ve
kurum
hesaplarından mı yoksa katılma hesaplarından veya cari hesaplardan mı
aktarılacağı da tartışmaya ve ayrıntılı düzenlemeye muhtaç bir
konudur.
Özel mevzuatta katılma hesaplarının kullanım şekilleri arasında
teminat mektubu verilmesi faaliyeti sayılmadığına göre kanaatimizce
ÖFK.ları bu faaliyeti kurum kaynaklarını kullanmak suretiyle
gerçekleştirebilirler. Bu durumda kâr ve zarar da kuruma ait olacak ve
hesap sahiplerine hiç bir şekilde yansımayacaktır.
392
TEKİNALP, (Finansal Kurumlar, s. 165’te) diğer faaliyetlerinin kredi
kapsamında bulunmamasına rağmen, teminat mektubu işlemleri nedeniyle
ÖFK.larının bir kredi kurumu niteliğine büründüğünü ifade etmektedir.
393
YÜKSEL, s. 221.
394
POROY /Tekinalp /Çamoğlu (s. 237, No. 478.e) da sadece yurtdışı teminat
mektupları verilebileceğini ifade etmektedir.
395
MOROĞLU, s. 29, AKIN, s. 174. Bir de kati teminat mektubu ve geçici
teminat mektubu ayrımı vardır. Her iki tür de yukarıda sözü edilen kurallara
tabi olmakla birlikte geçici teminat mektubunda kurumun teminat borcunu
yerine getirmesi İslam hukukuna göre caizdir. Ancak mecburi değildir.
Çünkü henüz ihale veya başka bir sözleşme kesinleşmemiştir. Bu nedenle
kurum için ortada bir borç olmadığından mecburi kefalet de yoktur.
137
Teminat mektupları genellikle bankalar tarafından verilmekle
birlikte başka gerçek ya da tüzel kişilerin de bu tür işlemleri
yapmalarına bir engel yoktur. 396
Kurumlar halen teminat mektubu vermektedirler. Ancak bu konuda
bankalarla paralel bir durumda değildirler.
Tatbikatta teminat mektupları bilhassa kamu ihaleleri için
kullanılmaktadır. Bu ihalelerde hangi kurumların teminat mektuplarının
geçerli olabileceği konusu 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve ilgili
mevzuat ile düzenlenmektedir. Bu kanunun 26. ve 27. maddelerinde
sadece “banka”lar öngörüldüğünden Maliye Bakanlığınca, ÖFK.larının
bu tür işler için teminat mektubu veremeyecekleri veya verseler dahi
geçerli olmayacağı sonucuna varılmıştır. 397
Mevcut kanun yönünden bu sonuç doğru görünebilir. Ancak
kanaatimizce Maliye Bakanlığınca geniş bir yorum yapılarak ya da
kanun değişikliği yapılarak ÖFK.larının da devlet ihaleleri için teminat
verebilmeleri mümkün hale getirilmeli ve böylece bankalarla kurumlar
arasında bu yönden de paralellik sağlanmalıdır.
Gerçekten Devlet İhale Kanunu 8 Eylül 1983’te kabul edildiğinde
henüz ÖFK.ları ile ilgili mevzuat yürürlükte değildi. Ayrıca ilk
dönemlerde bankalar iki gruba ayırılmakta ve teminat mektupları kabul
edilecek bankalar tek tek sayılarak ilan edilmekteydi. 1985’ten bu yana
bu uygulamadan vazgeçilmiş ve faaliyet izni bulunan bütün bankaların
teminat mektuplarının geçerli sayılması yoluna gidilmiştir. 398
Bu uygulamanın sebebi alınan tedbirler nedeniyle faaliyet izni
bulunan bütün bankaların asgari ölçüde güvenilen sağlam kuruluşlar
olarak kabul edilmeleridir.
Giriş bölümünde açıkladığımız üzere bankalarınkine benzer
gerekçelerle ÖFK.ları da güven kuruluşları olarak kabul edilmelidir
(Bunu engelleyen eksiklikler varsa giderilmelidir). Bunun sonucu
olarak da her şeyden önce devlet, bu kurumlara güvenmelidir -ki
bireyler de asgari güven duygusuna sahip olsunlar- ve bu güvenini
teminat mektuplarını resmi ihalelerde kabul etmek suretiyle
göstermelidir.
B. Özel Şartlarla Ortaklıklar Kurmak
Kurumların, katılma hesapları ve cari hesaplarda toplanan fonları
müstakil işletmelere sermaye koyarak ortak olmak suretiyle
kullanamayacağı, Başb. Teb. 29 ile belirlenmiştir. Bununla birlikte; bu
396
397
398
REİSOĞLU, Teminat, s. 36.
REİSOĞLU, Teminat, s. 80.
REİSOĞLU, Teminat, s. 79.
138
tebliğle belirlenmiş hükümler dışındaki farklı şartlarla ortaklıklar
kurmak, Müsteşarlığın iznine bağlıdır.
Burada her faaliyet için ayrı izin alınması gerektiği düşüncesi
amaca daha uygundur.
Bu faaliyet yeni bir ortaklık kurmak şeklinde gerçekleşebileceği
gibi var olan ortaklığa veya diğer bir kuruma iştirak etmek şeklinde de
olabilir. Ancak katılma hesaplarının 399 nasıl kullanılabileceği ayrıca ve
kanaatimizce tahdidi olarak sayıldığından bu faaliyet için katılma
hesapları kullanılmamalıdır.
Bu ortaklığın bir özelliği de ÖFK.nun, bu şirketin aynı zamanda
idaresine de ortak olacak olmasıdır.
Başb.Teb.nin “Kurum’un işletme ve ortaklıkları” başlıklı 29.
maddesinde kurumun iştirakleri konusunda önemli sınırlamalar
getirilmiştir.
C. Ticari Amaçla Mülk Alım Satımı
Bu faaliyet izni ile kurumlar kendi öz kaynaklarının atıl durmasını
önlemek üzere gayrimenkul üzerine işlemler yapabileceklerdir. 0ysa
gayrimenkul ticareti bankalar için çeşitli nedenlerle yasaklanmıştır.
BankK.nun gerekçesinde de yer alan bu sebeplerden bazıları, 400 büyük
sermayeye sahip bankaların alıcı olarak bu piyasaya girip, fiyatları
yükseltmesini önlemek ve ticaret bankalarının yapıları gereği kısa
vadeli kredilere bağlanması gereken mevduatının uzun vadeli ve
donmuş kredi haline gelmesini engellemektir.
Gerçekte ÖFK.ları için de var olan bu sakıncalardan ikincisinin,
fonların bu faaliyet için kullanılmamasını sağlamak suretiyle
giderilmesi mümkündür. Müsteşarlık vereceği özel izinde bu nokta
üzerinde hassasiyetle durmalıdır.
399
400
EYÜPGİLLER, Banka ve Mali Kuruluşlar, s. 58.
YÜKSEL, s. 244.
139
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N
K E N D İ N E Ö ZG Ü F O N T O P L A M A F A A L İ Y E T İ
(KATILMA HESABI AÇILMASI)
I. KATILMA HESABININ HUKUKİ YAPISI
A. Sözleşmeye Uygulanacak Hükümler
Bak. Kur. Kar.nin 2. maddesine göre katılma hesabı, "Kuruma 'Kâr
ve zarara Katılma Hesabı Akdi' karşılığında yatırılan ve bu fonların
kullanılmasından doğacak kâr ve zararlara katılma sonucunu doğuran,
gerçek ve tüzel kişilerce yatırılan fonlardır".
Bu tanımda yer alan unsurlar şunlardır.
i. Taraf Unsuru: Fona para yatıran gerçek veya tüzel kişi ile bu fonu
kabul eden ÖFK olmak üzere iki taraf öngörülmüştür.
ii. Amaç Unsuru: Hesap sahiplerince yatırılan paraların
özelliklerine göre birleştirilmesi sonucu oluşacak fonun kurum
tarafından işletilmesinden doğacak kâr ve zarara katılma, esaslı
maksattır.
iii. şekil Unsuru: Ayrıntıları ileride belirleneceği üzere, taraflar
arasında sıhhat şartı olarak yazılı şekle tabi olmak üzere Kâr ve Zarara
Katılma Hesabı Akdi kurulmalıdır.
Görüldüğü gibi katılma hesabı akdi kendisine has unsurları olan bir
sözleşme tipidir. BK'da yer alan çeşitli akit türleri ile benzerlikleri
olmakla birlikte alt türü veya benzeri olduğu düşüncesi ile kapsamına
alabileceğimiz belirli bir temel sözleşme tipi mevcut değildir.
Katılma hesabı akitlerinin kendine özgü yapısı olan sözleşmelerden
biri olarak kabul edilmesi en doğru yaklaşımdır. Sözleşmenin unsurları
BK.nun
öngördüğü akit tiplerinin hiçbirinde bütünüyle mevcut
olmadığından, doğacak ihtilaflar bu tür sözleşmeler için genel kaynak
kabul edilen iyi niyet kurallarına ve işlerde yaygın teamüllere göre
çözümlenmeli, yorumlanmalı ve tamamlanmalıdır.
Ayrıca mahiyetleri müsaade ettiği oranda bunlara, benzedikleri akit
tiplerine ilişkin kanun hükümleri kıyasen uygulanır. Gerektiği hallerde
problemlerin çözümü için BK.nun
genel hükümlerine de
başvurulabilir.
141
Ancak bu tür sözleşmelerde çözüm yolları genellikle adet hukuku ve
içtihatlarda bulunur. Örf ve adet hukukunda da kural bulunmaması
halinde MK 1 gereğince hakim kanun koyucu yerine geçer. 401
BK.nun, vekalet akdini düzenleyen 13. Babının 1. faslının ilk
maddesi olarak düzenlenmiş olan 386/II’ye göre "diğer akitler
hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi vekalet
hükümleri cari olur". Katılma hesabı akdi hakkında kanuni düzenleme
bulunmaması nedeniyle bu hükmün uygulanacağı akla gelebilirse de bu
yorumun iki engeli vardır.
Birincisi bu hüküm iş görme akitlerini kapsamaktadır. Katılma
hesabı akdinin ortaklıktan uzaklaştığı oranda iş görme akitlerine
yaklaştığı ve bu nedenle 386/II kapsamına girdiği düşünülse de, vekalet
dışında kendisine özgü yapısı olan iş görme sözleşmelerinin
bulunabileceği kabul edilmeli 402 ve bu çıkış yolu katılma hesabı
akitlerine uygulanmalıdır.
İlk bakışta katılma hesaplarında bir ortaklık yapısı hissedilebilirse
de 403 aşağıda inceleneceği üzere kanaatimizce gerçekte bir adi ortaklık
söz konusu değildir. Zarara ortaklık özelliği akdin nihai amacı
olmaktan ziyade, ÖFK.larının faizsiz ve riske dayalı faaliyet
prensiplerinin sonucudur. Bu prensip o derece önemlidir ki faizsiz
bankacılık olgusu anglo-sakson ekonomistlerince "risk kapital" olarak
isimlendirilmiştir. 404
ÖFK.larınca uygulanan ve İslâm Hukukunda çift katlı mudaraba da
denilen 405 kâr zarar ortaklığı yönteminde, konulan sermaye bu hukuk
kurallarına göre vedia hükmündedir. 406 Ancak bu günkü hukukumuzda
vedia, menkul bir malın ya da paranın "saklanmak amacı
ile"
başkasına verilmesi şeklinde tanımlandığına göre kâra ve zarara
katılma şartı taşıyan bir sözleşmeyi vedia olarak nitelendirmek zordur.
Yani sonuca katılma halinde vedia değil karz veya şirket akdi
hükümleri cari olacaktır.
Buna uygun yeni bir terim olarak Dünya üzerindeki faizsiz
bankacılık
uygulamasında
"çalıştırılan
vedia"
deyimi 407
kullanılmaktadır. Bu isim aşağıda incelenecek olan sonuca katılmalı
ödünç ile de benzerlik arz etmektedir. Bu kıstası kullanarak, yaptığımız
401
TANDOĞAN, 1/1, s. 13.
TANDOĞAN, 1/1, s. 36.
403
Bu görüşte GÜRDOĞAN, Sempozyum, s. 168.
404
Özellikle Alman iktisatçılarının kullandığı bu terim Amerikan hukukunda
Venture Capital şeklinde geçer. Bu terimler faizsiz bankacılığın temel
esprisi olan riske ortak olma gerçeğini çok güzel ifade etmektedir. ÇİLLER
/ÇİZAKÇA, s. 122.
405
AKIN, s. 125, ÖZSOY, s. 47.
406
AKIN, s. 64.
407
NECCAR, Banka, s. 77.
402
142
değerlendirmeler sonucunda, katılma hesaplarına ödünç (karz) ya da
ortaklık hükümlerinden birinin uygulanması gerektiğini söyleyebiliriz.
B. Hesap Sahibinin Talep Hakkı
1. Talep Hakkının Kapsamı
Katılma hesabı sahibine faiz veya sabit bir gelir ödenmez.
Anaparanın geri ödeneceği garantisi de verilemez. Hesap sahibinin
talep hakkı ve kurumların mükellefiyeti birim hesap değerine tekabül
eden miktardan ibarettir.
Başb. Teb. 19/f gereğince kurumların, katılma hesaplarının
işletilmesinden doğan kâr ve zarardan alacakları pay, ayrı ayrı %20 yi
geçemeyeceğine göre hesap sahiplerinin kâr ve zarara katılma oranları
en az %80'dir.
Kurumlar, işletilme sonucu kuruma intikal eden kâr veya zararın
%80’ini en geç bir hafta içinde kendi hesaplarına ve katılma
hesaplarına aktaracaklardır. Böylece hesap sahipleri açısından
eşitsizlik asgariye inmiş olacaktır. 408
Ayrıca kurum bu yolla zararı o işe soktuğu bütün sermayeye
yayacağından zarar asgariye indirilmiş olacaktır. Zararın fonları aşması
mümkün değildir. Yani zarar nedeniyle hesap sahiplerinin fevkalade
sorumluluğuna gidilemez. Çünkü kurum da fon kullandırdığı gerçek
veya tüzel kişilerin zararına en çok o işe yatırdığı fon kadar ortak
olacaktır. 409 Kendi işletme masrafları ise kurumun üzerinde kalacaktır.
Hesabın vade sonunda zarar ettiğinin belirlenmesi halinde hesap
sahibinin kurumdan gelir talep etme hakkı yoktur. Ancak kurumun
katılma hesabı akdinde yazılı şartları hiç veya gereği gibi ifa etmemesi
halinde bu sözleşmenin ifasının istenip istenemeyeceği tartışmalıdır. 410
Zira sözleşme ihlal edilmişse geçmişe yönelik yapılacak bir şey yoktur.
Yeni vade dönemi için ise kuruma yapılacak böyle bir talebin önemi
yoktur.
Bu ihtarın açılacak tazminat davasına esas teşkil edeceği
düşünülebilirse de zararın varlığı halinde tazminat talebi için ayrıca
sözleşmenin ifasını ihtara ihtiyaç yoktur. Ancak delil olarak
kullanılabilir. Tazminat davası kurum organları ve yöneticilerinin
kusur veya kasıt ile ya da basiretsiz idaresi sonucu hesap sahiplerinin
zarar etmesi halinde kuruma karşı açılabilir. BK.96. vd.ndan doğan bir
hak olup zamanaşımı süresi BK 126 gereğince 10 yıldır.
408
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 25.
AKIN, s. 128.
410
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 133'te bu talebi yatırım fonları için
mümkün görmektedir.
409
143
Katılma hesapları sonuçlarına kurumun %20’lik iştirakini;
komisyon, ortaklık kâr payı, sonuca katılmalı ödünç katılma payı ya da
kurum masraflarının karşılığı olan gider payı olarak 411 değerlendirmek
mümkün ise de kanaatimizce burada ödünç akdinden doğan bir katılma
payını uygun görmek gerekir.
Masraflara katılma payı olarak görülemez. Zira zarar halinde değil
sadece kâr varsa bu kardan nispî bir rakam olarak alınmaktadır. Oysa
masraf payı olsaydı, zarar halinde de alınabilmesi gerekirdi.
Katılma hesaplarının sonuca katılmalı ödünç olarak anlaşılması
halinde ödünç akdinde talep edilebilecek faize ilişkin kanuni sınırların
burada uygulanmaması gerekir. Zira kârdan pay alma ile faiz tamamen
farklı esaslara dayanmaktadır. 412
Her ne kadar Yargıtay 1972 t.li bir kararında, ödünç verenin sadece
kâra katılma şartını koşması halinde kâra katılma payının azami faiz
hadlerini geçmemesi gerektiğine hükmetmiş ise de kanaatimizce zarara
katılmanın da bir şart olarak öngörüldüğü sözleşmelerde bu sınır
uygulanmamalıdır. Zira bu durumda kâr aynı zamanda zarar riskinin
karşılığını oluşturur. 413
Yargıtay Tic.D.nin 1954 t.li kararına göre taraflar arasındaki
münasebetin bir ortaklık olmayıp kâra iştirak kaydıyla ödünç olması
halinde ödünç verenin, ödünç alanın uğradığı zararla ilgilenmesi için
kanuni bir sebep yoktur. 414 Buna göre ÖFK kâr ve zarara katılma hesabı
akdinde zarara da katılma şartı yer almazsa, sonuca katılmalı ödünç ve
özellikle adi şirket hükümlerine dayanılarak hesap sahiplerinin zarara
ortak olmaları istenemeyecektir.
Enflasyon nedeniyle ödünç olarak verilen paranın değerinin düşmesi
halinde, BK 306’da yer alan karz akdinin tanımındaki "aynı vasıfta"
ibaresine dayanılarak artı değer istenemez. Çünkü olağanüstü haller
dışında meydana gelen değer değişiklikleri günümüzde artık beklenen
olaylar niteliğini almışlardır. 415
Buna göre hesap sahipleri yatırdıkları fona karşılık faiz
almadıklarını iddia ederek enflasyon dolayısıyla meydana gelen kıymet
düşüşünü kurumdan isteyemeyeceklerdir.
Katılma hesabı sahiplerinin talep haklarından biri de bilgi alma
hakkıdır. Birim hesap değeri üzerinden muhasebeleştirilen katılma
hesapları ile ilgili olarak kurumca yılda iki defa altı aylık devreler
itibarıyla hesap vaziyeti tanzim edilip kamuya duyurulması zorunludur.
411
YÜKSEL, s. 293.
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 17.
413
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 42.
414
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 774.
415
TANDOĞAN, 1/2, s. 356.
412
144
Ayrıca katılma hesaplarının genel durumunu ve verimliliğini gösteren
birim değeri de günlük veya haftalık olarak ilan edilmelidir.
ÖFK ile ilgili mevzuatta bu şekilde belirlenen bilgi alma hakkı,
kamuyu aydınlatma ilkesi nedeniyle daha değişik şekillerde de tezahür
edebilir.
Kanaatimizce, yatırım fonlarında olduğu gibi, 416 ÖFK katılma
hesaplarında da yönetime katılma, genel kurul ve benzeri haklar söz
konusu olmadığından, bilgi alma hakkının sınırları geniş olmalıdır. Tek
sınır "fonun" menfaatlerinin tehlikeye düşmesi ihtimalidir. Gerçi
yatırım fonlarında yatırımcılar ile fon yöneticisi banka arasındaki ilişki
vekalet olarak değerlendirilmekte ise de vekalet akdindeki genel kural;
yatırım fonlarında, denetleyecek olanların (belge sahiplerinin)
sayısının çokluğu ve dış denetimin kuvvetli tutulması gibi nedenlerle
bir kenara bırakılmıştır.
ÖFK katılma hesaplarının ödünç akdi temeline dayandığının kabulü
halinde bu hak zaten söz konusu değildir. Bu durumda ÖFK için
kamuyu aydınlatma ilkesi 417 daha önemli bir rol oynayacaktır.
2. Özel Finans Kurumunun Katılma Hesabı Sahibine Karşı
Sorumluluğu
a ) S o r u m l u l u ğ u n K a p s a mı
ÖFK.larının hesap sahiplerine karşı sorumluluğunu belirleyebilmek
için her şeyden önce kurumların bu konuda uymak zorunda oldukları
kanuni yükümlülükleri belirlemek gerekmektedir.
ÖFK.larının topladıkları cari hesaplar, katılma hesapları ve
kurumun
kendi
öz
kaynaklarının
ayrı
ayrı
işletilmesi,
muhasebeleştirilmesi 418 ve tasfiye edilmesi özel mevzuata emredici
kurallar olarak konulmuştur. Buna göre bu üç hesabın birbirinden
etkilenmesi söz konusu değildir.
Hesapların bağımsızlığı ilkesi olarak adlandırılabilecek bu kural
nedeniyle her hesap kendi kapasitesi ile giriştiği faaliyetten sorumlu
tutulacak, hesaplar arasında nihai fon aktarılması söz konusu
olmayacak, sonuçta hesap sahipleri açısından bir teminat elde edilmiş
olacaktır.
Kurumun aldığı ödünçleri kendi hesabına geçirmeyecek olması
nedeniyle, hesap sahibi, kurumun aczi halinde sözleşmeden rücu
edemez.
416
TEKİNALP, Sermaye piyasası, s. 120, EYÜPGİLLER, Mali Kuruluşlar, s.
108, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 113.
417
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 133.
418
BÜYÜKDENİZ, s. 181.
145
Aynı ilkenin benzer bir şeklinin uygulandığı Kolektif Yatırım
Kurumlarında BK 393/1 nedeniyle müvekkilin vekile karşı şahsi bir
talep hakkı bulunduğundan vekilin iflası halinde aynî bir hakkı yani,
ayırma hakkı mevcuttur. 419 Bu imkan ÖFK.larındaki hesapların
bağımsızlığı ilkesine benzemektedir.
SerPK.nda düzenlenmiş olan yatırım ortaklıklarında İsviçre
uygulamasının aksine ortaklığın malvarlığı ile menkul değerler
portföyü aynıdır. Kanunda açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte
genel olarak düzenlemeden bu sonuç çıkarılabilmektedir. 420
Yatırım fonlarında ise fonun ayrı bir tüzel kişiliği olmamakla
birlikte yönetici ortaklığın portföyden ayrı malvarlığı vardır ve ikisini
birlikte yönetmek zorundadır. Hatta iflas halinde yatırım fonunun
malvarlığı iflas masasına dahil olmaz ve yönetici ortaklığın
malvarlığından ayrılır. 421 Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere, banka dışı
mali kuruluşların tamamı için hesapların bağımsızlığı ilkesi önemli bir
prensiptir.
Hesapların bağımsızlığı ilkesinin diğer bir sonucu da cari hesaplar
ve katılma hesapları üzerinde kurumun borçları nedeniyle rehin tesis
edilememesi ve teminat maksadıyla temlik edilememesidir. Bu yasak
ÖFK mevzuatında açıkça zikredilmemiş olmakla birlikte kanaatimizce
yukarıda
belirtilen
hesapların
bağımsızlığı
ilkesinden
çıkarılabilmektedir.
Yatırım fonlarında da fon malvarlığının rehnedilmesi veya teminat
maksadıyla temlik edilmesi yasaklanmıştır. 422
b) Sorumluluğun Sınırları
ÖFK.larının topladığı fonları verimli kullanamaması ve zarara
sebep olması halinde sorumluluğu söz konusu olacak mıdır? Bu
sorumluluk kârın olması gerekenden az olması haline de şamil
kılınabilir mi?
Aşağıda ayrıntılı olarak inceleneceği üzere biz katılma hesabı
sözleşmesinin ortaklık sözleşmesi niteliğinde değil ödüncün bir türü
olan sonuca katılmalı ödünç sözleşmesi olduğu kanaatindeyiz. Ancak
kurumun hesap sahibine karşı sorumlulukları konusunda adi şirketin bir
türü olan gizli şirkete ait hükümler de uygulanmalıdır.
Adi şirkette “gerekli ihtimamın gösterilmemesi durumunda yönetici
ortak kusurlu sayılmak ve bu eylem ve işleminden ortaya çıkan
zarardan diğer ortaklara karşı sorumlu tutulmak gerekir.” 423
419
TEKİNALP,
TEKİNALP,
421
TEKİNALP,
422
TEKİNALP,
420
Sermaye
Sermaye
Sermaye
Sermaye
Piyasası, s. 103, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 197.
Piyasası, s. 102, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 10.
Piyasası, s. 109, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 10.
Piyasası s. 136.
146
Bu nedenle yukarıdaki soruların her ikisinin de kanaatimizce tek
cevabı vardır. Zarar veya az kâr sonucu önemli olmaksızın; kurumlar,
yöneticilerinin veya diğer ortaklarının kusurları ya da kasıtları ile
fonların kullanılmasında başarısızlığa neden olmuşlarsa sorumlu
tutulabilmelidirler.
Diğer deyişle kurumlar ticari hayatın olağan risklerinden sorumlu
olmayacaklardır. Bu risk kurumların kendisine özgü yapısı nedeniyle
hesap sahiplerine yansıtılacaktır. ÖFK.nun kâra veya zarara aracılığı,
ticari riske de aracı olması anlamındadır.
Kurumlar hangi hallerde özen borcunu ihlal etmiş sayılacaklardır?
Yargıtay'ın bir kararına göre 424 “özenle ifa borcunun sınırı özellikle
sözleşme hükümlerine göre belirlenir. Çünkü sözleşmede normalin yani
mutadın altında ya da üstünde bir özen borcu şart edilmiş olabilir. Bu
itibarla eğer sözleşmede özenin derecesi belirlenmişse bu yön tarafları
ve hakimi bağlayacaktır.” Hesap sahipleri ÖFK.larını sözleşme
kapsamında güven kurumu olarak gördüklerine göre bu güven
ölçüsünde kurumların sorumlulukları da ağırlaşmış kabul edilmelidir.
Yine bir başka kararında Yargıtay, 425 “verilen bir paranın rantabl bir
şekilde işletilmesi için davalıya tevdi edilen vekaletten dolayı davalı
vekilin özen ve sadakat borcu iki ana noktada toplanabilir. İlki paranın
yatırılacağı (kullandırılacağı) kişinin veya şirketlerin seçimi, hemen
ardından gelen ise paranın yatırılması sırasında alınacak hukuki
güvence ve teminatlar ile daha sonra ortaya çıkan ve gelişen olaylardan
dolayı icap eden tedbir, işlem ve başvurular zinciridir” demektedir.
Kurumların
topladıkları
fonları
hangi
kriterlere
göre
kullandırabileceklerini yukarıda incelemiştik. Bu kriterlerde ihtilaf
halinde açılacak sorumluluk davasında 426 hakim sistemin kuruluş
amaçlarını da göze almak suretiyle her olayı kendi şartları içinde
değerlendirerek karar vermelidir. Özen borcunun yerine getirilmediğini
ispat külfeti hesap sahibi üzerindedir. 427
Yatırım fonlarında yönetici ortaklığın normal yönetimden doğan
zararlara karşı sorumluluğu yoktur. Yatırım politikasının yanlış
değerlendirilmesi sonucu fon zarar ederse yönetici ortaklık herhangi
bir zarar ziyan ödemekle yükümlü tutulamaz. 428 Ancak yöneticiler
haksız olarak fonun kıymetlerini zimmetlerine geçirmiş veya fonu
423
13. H.D. 7.3.1986 t. ve 356/1345 sayılı Kararı. KARAHASAN, C. 6, s. 1061.
4. H.D. 22.2.1974 t. ve 73/3098, 74/865 sayılı Kararı. KARAHASAN, C. 6,
s. 691.
425
13. H.D. 5.2.1991 t. ve 7902/1070 sayılı Kararı. KARAHASAN, C. 6, s. 679.
426
AKIN, s. 359, 106.
427
KARAHASAN, C. 6, s. 679.
428
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 105.
424
147
kârını düşük göstermişlerse her belge sahibi BK 390 ve 392 gereği
bunların geri verilmesini talep edebilir. 429
Zarar dolayısıyla genel hükümlere göre dava hakkı saklıdır.
Yönetici ortaklık hiçbir kusuru olmadığını ispat etmedikçe meydana
gelen zarardan katılma belgesi sahiplerine karşı sorumludur (BK 96).
Ísviçre'de Borçlar Kanunumuzdan farklı bir düzenleme ile, ağır
kusur ve kast dahil sorumluluğun hiç bir şekilde ortadan
kaldırılamayacağı emredilmiştir. Oysa BK 99'daki genel hükümde hafif
kusur hali için borçlunun sözleşme ile sorumluluktan kurtulmasının
mümkün olduğu belirtilmektedir. 430 Ancak BK 99/2 gereğince borçlu
imtiyaz suretiyle yetki verilen bir faaliyetin icrası esnasında hafif
kusurdan sorumsuzluk kaydı koymuşsa, bu kayıt hakim tarafından
geçersiz sayılabilir. 431
Bankalar bu madde anlamında imtiyazlı müesseseler sayılmaktadır.
Yargıtay da bu nedenle olayların çoğunda bankaların kabul ettirdiği
sorumsuzluk
anlaşmalarını
geçersiz
sayma
eğilimi
içinde
bulunmaktadır.
Kanaatimizce ÖFK.ları da BK 99/2’deki kurala tabi tutulmalı ve
problem, sorumsuzluk anlaşmaları genellikle geçersiz sayılmak
suretiyle çözümlenmelidir. 432
Nitekim AO yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu düzenleyen
TK 336’da da; üyelerin, kanun veya esas sözleşme ile yüklenen
görevleri kasıt veya ihmal ile yerine getirmemeleri halinde sorumlu
olacağı belirtilmektedir. 433 İhmalin derecesi önemli olmayıp, kusura
dayalı sorumluluğun en geniş şekli ile uygulanması gereklidir.
ÖFK.ları açısından güven kuruluşları olmaları nedeniyle bu genişlik
daha ziyade gerekli görülmelidir. 434
Hukuki sorumlulukla ilgili olarak kurumlara karşı bir dava
açılmışsa alınan karar yalnızca başvuran açısından değil bütün hesap
sahipleri açısından talep hakkı doğurur. 435
İşlemleri ile bankanın zor durumuna neden olan yöneticiler aleyhine
banka adına dava açılması Hazine Müsteşarlığının talebine bağlıdır.
429
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 110.
EREN, s. 228, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 77.
431
EREN, s. 263.
432
İmtiyazla ilgili olarak bkz. yukarıda 1. Bölümde I. B. 3 nolu başlık.
433
EYÜPGİLLER, s. 92.
434
ŞEKERCİ, s. 289, 261, 341. Kâr ve zarara katılma yolu ile fon
kullandırmanın İslam hukukundaki karşılığı olan mudaraba sözleşmesinde
ise emanet ve vekalet ilişkisi nedeniyle işletici sermaye sahibinin vekilidir.
Bu nedenle kasıt dışında ancak sözleşmede varsa ağır kusurdan sorumluluk
söz konusu olacaktır.
435
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 77. TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 110,
KAPLAN, s. 208.
430
148
Banka yönetim kurulları açısından bir teminat niteliğinde olan bu
hüküm ÖFK.larına da uygulanmalı ancak müsteşarlığın bu konudaki
geniş 436 takdir hakkı sınırlanmalıdır.
C. Benzer Müesseselerle Mukayese
1. Yatırım Fonu Katılma Belgeleri
Yatırım fonu sözleşmesi ile bir araya gelen katılma belgesi sahipleri
bir tüzel kişilik oluşturmazlar. Aralarında hiçbir ilişki yoktur. Yalnızca
tüzel kişiliğe sahip yönetici ortaklığa karşı münferit talep hakları
vardır. 437
Aynı durum ÖFK katılma hesabı sahiplerinin, yatırım fonundaki
yönetici ortaklık durumunda olan ÖFK.na karşı münferit talep
haklarının varlığı yönünden de söz konusudur. Bu nedenle kâr ve zarara
katılma akdi yatırım fonuna iştirake benzetilmektedir. 438
Amaç unsuru açısından, ortaklık sözleşmesinden farklarda da aynı
özellik görülmektedir. Her ne kadar adi ortaklıkta da sözleşme ile yeni
ortak alınmasına izin verilmesi, müteselsil sorumluluğun bertaraf
edilmesi, malvarlığının idaresinin ortaklardan (taraflardan) birine
bırakılması mümkünse de, katılma belgesi hamilleri bir adi ortaklık
oluşturamazlar. Zira adi ortaklığın temel unsuru olan ortaklık kurma
amacı yoktur. 439 Fonun bünyesi kısa ve uzun süreli katılmalarla, girme
ve çıkmalarla devamlı değişkendir ve her belge sahibinin diğerleri ile
ilgisi olmaksızın kâr amacı vardır. Ancak sonuca katılma söz konusu
olduğundan zarar edilmesi de mümkündür.
Ayrıca adi ortaklıkta ortağın bir dereceye kadar ortaklığa
müdahalesi bir hak ve vazifedir. Mesela BK 525'e göre yönetim üçüncü
şahsa bırakılsa bile, fevkâlade işlerde bütün ortakların ittifakı lazımdır.
Oysa yatırım fonları ve ÖFK katılma hesaplarında bu imkan söz konusu
değildir.
Son olarak adi ortaklıkta mevcut olan şahsen tanıma ve güven
unsuru bu kurumlarda mevcut değildir. 440
Yatırım fonu sözleşmesi katılma belgesi sahipleri ile yönetici
ortaklık arasında akdedilen iltihaki bir sözleşmedir. 441 Katılmak
436
EYÜPGİLLER, Sorumluluk, s. 92.
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 109. Yazara göre yatırım sözleşmesi
vekalet sözleşmesine benzeyen sui generis bir sözleşmedir.
438
BULUTOĞLU, Söyleşi, s. 15.
439
ÜNAL, Menkul Kıymetler, s. 146. Yazar bu nedenle katılma belgelerini sui
generis bir sözleşme olarak değerlendirmektedir.
440
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 118.
441
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 109.
437
149
isteyenler, şartları önceden belli olan bu sözleşmeyi ya kabul ederler
ya da etmezler. Değiştirerek kabul söz konusu değildir. 442
Yönetici ortaklığın yaptığı çağrı icap hükmündedir. Belgenin satın
alınması ile ortak olunur. Çağrı icaba davet olarak nitelendirilirse,
yönetici ortaklık çağrısı ile bağlı olmayacak ve kendisinin kabulü ile
sözleşme
kurulacaktır.
Ancak
BK
7
birinci
ihtimali
kuvvetlendirmektedir. 443
2499 sy.lı SerPK.nda konu düzenlenirken Yatırım Fonunu yöneten
veya yönetiminden sorumlu olan ortaklık ile belge sahipleri arasındaki
ilişkinin bu konuda hüküm bulunmayan hallerde 37/2 gereğince
BK.ndaki vekalet akdi hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir.
Yatırım Fonunun yönetici ortaklıktan ayrı bir tüzel kişiliği yoksa da
korunma ve saklanması açısından bu ortaklığın SerPK 37/2 gereğince
BK.ndaki vekalet akdi çerçevesinde sorumlu olduğu ayrı bir malvarlığı
vardır. 444
ÖFK.larının da topladığı fonlardan ayrı bir malvarlığı olup,
hesapların bağımsızlığı ilkesi bu durumu desteklemekte ise de
sözleşmenin özelliği gereği kanaatimizce katılma hesaplarında hesap
sahibi ile ÖFK arasındaki ilişkiye vekalet akdi hükümleri değil
doğrudan ödünç hükümleri uygulanmalıdır.
İkinci ihtimal olan inançlı mülkiyet esasına göre yönetimde ise,
katılma belgesini satın alan tasarruf sahibi, yatırım fonunun bir
bölümüne oransal olarak sahip olmakta ve aynı anda, sahip olduğu
hakkını yönetmesi amacıyla ve inançlı olarak yönetici ortaklığa
devretmektedir. 445
Aşağıda açıklanacak olan inançlı mülkiyet esasına dayalı yönetim,
ÖFK katılma hesapları açısından da kanaatimizce uygundur.
Son olarak yatırım fonlarında, fonun ayrı tüzel kişiliğinin
olmaması, belge sahiplerinin çifte vergilendirmeye maruz kalmasını
önlemektedir. 446
ÖFK.larında da katılma hesaplarının çifte vergilendirmeye maruz
kalmasını önlemek üzere hesap sahiplerine dağıtılan kazancın hem
nihai işleticide, hem de ÖFK elinde iken gelir veya kurumlar vergisine
tabi tutulmasını önleyecek düzenleme yapılmıştır. Hatta daha ileri
gidilerek elde edilen kâr mevduat geliri gibi değerlendirilmiş ve diğer
gelir türlerine göre düşük oranda vergiye tabi tutulmuştur.
442
YASAMAN,
YASAMAN,
444
YÜKSEL, s.
445
YASAMAN,
446
YASAMAN,
443
Yatırım
Yatırım
284.
Yatırım
Yatırım
Fonları, s. 69.
Fonları, s. 70.
Fonları, s. 69.
Fonları, s. 74
150
2. Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgeleri (KOB)
Kâr ve Zarar Ortaklığı belgeleri tasarruf sahipleri ile AO şeklinde
kurulmuş tüzel kişi işletmecileri, riskin dağıtılması ilkesi söz konusu
olmaksızın inançlı mülkiyet esaslarına göre çalışmak üzere kâr ve zarar
ortaklığında bir araya getiren menkul kıymetlerdir. 447
KOB.leri TK.nun kıymetli evrak ve AO ile ilgili hükümleri ile SerP
Kurulunun Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı
Kararda Öngörülen Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgeleri Çıkarılmasına Dair
Seri III, 11 Nolu Tebliğine 448 uygun olarak ihraç edilebilir. 449
Bu sözleşmenin uygulaması dar çerçevelidir. Çünkü belgelerin
çıkarılması uzun ve ağır bürokratik formalitelere bağlanmıştır.
ÖFK.ları ile aynı teorik temele oturtulmaları nedeniyle doktrinde
genellikle faizsiz bankacılık sisteminin başlangıcı olarak kabul
edilmektedir. 450
KOB.lerinin niteliği konusunda çeşitli görüşler öne sürülmüştür.
Maliye Bakanlığının tahvil olarak kabul edilmesi gerektiği fikri; kâra
iştirakli tahvillerin KOB sayılmasına karşılık KOB.nin bir kâra iştirakli
tahvil olmaması, zarara da iştirak edebilme ihtimali nedeniyle farklı
olduğu şeklindeki gerekçelerle eleştirilmiştir. 451 İntifa senedine yakın
olduğu görüşü 452 de eleştirilmiş, hisse senedinin bazı haklarına sahip
olmakla birlikte, mali ve özellikle sosyal haklarının mevcut olmaması
ve kâr paylarının vergi matrahının tespitinde gider olarak
düşülebilmesi imkânı açısından KOB.nin imtiyazlı hisse senetlerinden
farklı olduğu savunulmuştur. 453
Ayrıca yönetime katılma söz konusu olmadığından şirketten farklı
olduğu, zarara da iştirak nedeniyle karzdan farklı olduğu ve bu
447
GÜNAL, s. 16, EYÜPGİLLER, Mali Kuruluşlar, s. 55. Sistemin en önemli
teminatının şirketin iyi niyeti olduğu hakkında bkz. ERTUNA, s. 47.
448
14.7.1992 t.li ve 21284 Mük. Sayılı R.G.
449
BOZER/GÖLE, s. 283, YASAMAN, Borsa, s. 68, ÜNAL, Menkul Kıymetler,
s. 144.
450
AYTAÇ, s. 221, ÜNAL, Menkul Kıymetler, s. 144, YASAMAN, Borsa, s. 68.
451
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgesi, s. 18. Yazara göre KOB zarara katılma
unsurunu içermemiş olsaydı kâra ortaklı tahville aynı hukuki yapıya sahip
olacaktı, hatta her ikisi aynı kurumun iki değişik adı olarak ortaya
çıkacaklardı denilebilir. Nitekim TEKİNALP KOB.ni Kâra İştirakli Tahvil
bağlığı altında incelemektedir. TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 617, No.
1278 vd. Maliye Bakanlığı da konuya aynı yönde bakmış hatta KOB.lerini
ilk zamanlarda tamamen kâra İştirakli Tahvil olarak görmüştür. Bkz.
15.1.1982 t. ve 17575 sy.lı R.G.de yayınlanan TPKK Hk. 22 sy.lı Karara Ek
8/4053 sy.lı Kararın birinci maddesi. YILDIRIM, s. 50, YAVAŞ, s. 125.
452
Poroy'a atfen, AKIN, s. 285.
453
YAVAŞ, s. 125.
151
nedenlerle sui generis bir sözleşme niteliğinde bulunduğu da
savunulmaktadır. 454
KOB hakkında en kuvvetli ve son görüş, bunların sonuca katılmalı
ödünç sözleşmesi olduğu fikridir. 455 KOB.lerinin menkul kıymet olduğu
konusunda doktrinde bir ihtilaf yoktur. 456
KOB.leri AO.lara faizsiz olarak kredi verenler için çıkarılabilir.
Buradaki kredi ödünç akdi anlamındadır. Çünkü bir defada ve belli bir
miktar para ödünç olarak verilmektedir. Oysa kredi açma
sözleşmesinde, kredi veren belli limitler içerisinde bir çok defa para
verme, akreditif açma, çeklerini ödeme, başkaları lehine kefalet ve
teminat verme gibi borçlar altına girer. 457
Bunun yanında 193 sy.lı Gelir Vergisi Kanununun 75. maddesine
2361 sy.lı Kanunla eklenen 12. bent ile, 5422 sy.lı Kurumlar Vergisi
Kanununun 14. maddesine 2362 sy.lı Kanunla eklenen 8. bent hükmü
de KOB.lerinde bir ödünç sözleşmesinin esas alındığını göstermektedir.
Bu hükümlere göre faizsiz kredi nedeniyle ödenen kâr payları gider
olarak gösterilebilecektir. Ortaklık düşünülmüş olsaydı belge sahibine
verilen kâr payları kazanç niteliğinde olacağından gider olarak
gösterilemeyecekti. Bu yolla KOB kâr payı mevduat gelirine eşdeğer
tutulmuş ve hukuki ilişkide ödünç olarak görülmüştür. 458 ÖFK.larının
faaliyetlerinde de aynı hükümler uygulanacağından sonuç yargısı bu
kurumların katılma hesapları için de geçerli olmalıdır.
KOB sahibi, belgeyi çıkaran şirkete verdiği ödünce karşılık faiz
almayacak, bunun yerine kâr ve zarara ortak olacaktır. Kâr garantisi de
verilmeyecek ve bunlar belgeye kaydedilecektir. Ödünç sözleşmesinde
akit serbestisi gereği karşı ivaz olarak faiz yerine, kârdan payın şart
edilmesi mümkündür. Zarara da ortak edilmek ise ödünç sözleşmesinin
olağan şekli değildir. 459
KOB.nin hukuki niteliğinin tespiti açısından, kâra ortaklık
nedeniyle sonuca katılmalı ödünçten hareketle taraflar arasındaki ilişki
454
ÜNAL, Menkul Kıymetler, s. 144.
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 133, KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri.
24.
456
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 18.
457
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri, s. 9.
458
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri, s. 34.
459
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri, s. 10, Yazara göre kâra katılmanın yani
bu usulle faizden fazla gelir elde etmenin riskini ödünç verilen miktarın
zarar nedeniyle azalması değil, kâr elde edilememesi halinde bir şey
alamaması oluşturur. Bu görüşe katılamıyoruz. Çünkü kanaatimizce
KOB.lerinin satın alınmasının gerçek nedeni faizin üstünde gelir elde
etmenin yanında tasarruf sahibinin inanca dayalı psikolojik tercihi ve
tatmin hissidir. Bu nedenle yüksek kârın riski az kâr değil, zarar ve hatta
fazla zarardır.
455
152
araştırılırken, taraflar arasında ortak gaye ihtimalinin ortaya çıkması
şirket akdi değerlendirmesine yol açmıştır.
Sonuca katılmalı ödüncün, şirket ile ödünç akdi unsurlarının
birleşmesinden ortaya çıkmış karışık muhtevalı bir akit olduğu fikrine
karşılık, doktrinde yer alan hakim görüşe uygun olarak, ödünç
sözleşmesinin bir alt türü şeklinde kabul ediyoruz. Bu durumda temelde
bir ortak gaye var olmayıp, kâr elde etmek konusundaki birlik de ortak
gaye için yeterli değildir.
KOB.nde kârla birlikte zarara da ortaklık söz konusu olduğundan
doktrinde çoğunluk bu unsurun, sonuca katılmalı ödünçten çok ortaklık
lehine bir emare oluşturacağını kabul etmektedir. 460
Buna bağlı olarak, faaliyet konusunun sınırlanması da adi ortaklık
lehine kuvvetli bir delildir.
Ancak KOB.leri için menkul kıymet alımı sınırlaması nedeniyle
kısmen geçerli olan bu değerlendirme, ÖFK katılma hesapları için
geçerli değildir. Zira kurumlar bu hesaplarda toplanan fonları
diledikleri faaliyetlerde kullanabilirler.
KOB.nin niteliğini tespitte en önemli unsur, ortak gayeyi birlikte
gerçekleştirme unsurudur (affectio societatis). Buna göre adi ortaklıkta
her ortağın faaliyetlere katılma ve bunun uzantısı olarak yönetime ve
denetime katılma yetkisi vardır. Affectio societatisin olmadığı bir ilişki
adi ortaklık biçiminde değerlendirilemez. KOB.lerinde ise bu unsur
yoktur.
Adi ortaklık aleyhindeki en kuvvetli delil olan bu niteleme de kesin
değildir. BK dan sonradan çıkarılmış olan iç şirkette kural olarak gizli
ortağın yönetime katılması söz konusu değildir. Şirketin işlerini faal
ortak kendi adına ve gizli ortak ile kendisi hesabına yürütür. KOB bu
ilişkiye benzetilebilir. Ancak iç ortaklıkta gizli ortağın denetim hakkı
mevcuttur. Kısıtlanabilirse de kaldırılamaz. Bu durumda KOB sahibine
denetim hakkı vermek gerekecektir. 461 Oysa bu yetki ne KOB
sahiplerine ne de katılma hesabı sahiplerine tanınamaz.
KOB.nde kâr ödeme ve zarar mahsubu vade sonunda yapılır.
Vadeler üç ay ile on yıl arasında olabilir. Çıkarılabilecek miktar şirket
öz kaynakları ile orantılı olarak sınırlanmıştır. Kâr-zarara katılma oranı
460
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri, 17. Aynı sonuca erişildiğinde ÖFK kâr
ve zarara katılma akdi için yukarıda bu görüşe karşı yaptığımız savunmayı
burada tekrarlamak kolay değildir. Çünkü KOB.nde bazı unsurlar yönünden
eksiklik söz konusudur. Bu nedenle KOB.nin temelinin sonuca katılmalı
ödünç olduğu görüşünde ÖFK katılma hesaplarındaki kadar ısrarlı
olamamaktayız.
461
KUNTALP, Kâr Ortaklığı Belgeleri, s. 21.
153
en çok %80 olacak, belge için hesaplanan kazançtan amortisman
düşülmeyecektir. 462
Görüldüğü üzere, KOB.leri nin uygulamasına yönelik bu
düzenlemede de ÖFK katılma hesapları ile bir benzerlik söz konusudur.
D. Katılma Hesaplarında İnançlı Mülkiyet Esasları
1. Ínançlı Muamelelerin Mahiyeti
SerPK ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak çıkarılacak
olan yatırım fonu katılma belgelerinin yönetici ortaklık tarafından
inançlı mülkiyet esaslarına göre işletileceği SerPK 37/1’de
belirtilmiştir. İnançlı mülkiyet, inançlı muamelelerin özel bir şekli
olduğuna göre inançlı muamelelerin özelliklerini tespit etmek ve
böylece ÖFK katılma hesaplarına kıyasen uygulanabilecek bir kaynak
elde etmek mümkün olacaktır.
İnançlı muamelelerle, inanan olarak nitelenen bir gerçek veya tüzel
kişi, teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere malvarlığına dahil
bulunan bir hakkı ya da nesneyi, aynı amaca yönelik olağan hukuki
muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum vücuda getirmek suretiyle
inanılan adı verilen bir gerçek veya tüzel kişiye kazandırır. 463
Hakları iktisap eden inanılan kişi bunlardan bazılarını hiç
kullanamaz. Bazılarını da ancak önceden hak ve halen menfaat sahibi
olan kişinin gösterdiği biçimde kullanmak zorundadır. Yani hedef
tutulan iktisadi sonucu aşan hukuki sonuçlara yönelen tasarruf söz
konusudur. 464
İnançlı kazandırma olağan bir kazandırmanın hukuki sonuçlarını
tamamen doğurur. İnanılan gerçek malik ve inanç konusu kendi
malvarlığına katılmış olduğundan her çeşit hukuki muamelede
bulunabilir. Mülkiyet konusu şey, cebri icraya ve iflas masasına dahil
olur. İnananın mahcuz malda istihkak talebi de söz konusu olamaz. 465
İnançlı işlemlerde iki unsur vardır. Hakkın devri işlemi ve inanç
anlaşması. Böylece kazandırmanın doğurduğu sonuçlar nispî olarak
sınırlanır ve inanılanın hukuki durumu tespit edilir. İnanç konusu
iktisadi bakımdan inanana aittir. Bu nedenle verilen talimatlara uygun
hareket edilmelidir.
Bunun sonucu olarak inananın menfaati ön planda olduğundan,
mesela yatırım fonlarında söz konusu olan inançlı devir saf inançlı
462
AKIN, s. 284, Ayrıntılı bilgi için bkz. EYÜPGİLLER, Mali Kuruluşlar, s.
104.
463
EREN, C. I. s. 281, UYGUR, s. 153, ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 99.
464
TANDOĞAN, Sempozyum, s. 73.
465
ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 99.
154
muameledir. 466 Fon sözleşmesinde yönetici ortaklığın fon malvarlığının
inançlı maliki olacağı belirtildiğinden sözleşmeye aykırı hareket
halinde katılma belgesi sahibinin sadece şahsi talep hakkı vardır.
İstihkak davası ve benzeri hakları mevcut değildir. 467
İnançlı muamelelerin bir türü olan saf inançlı muamelelerin bir
kısmında yönetim amacıyla yapılan devirler yer alır. İnanılan inanç
konusunu başkası yararına elinde bulundurur. Başkasının kârı için
kullanır, yönetir veya saklar veya başkası yararına bir şey satın alır,
satar, devreder veya devralır. 468
İnanç anlaşmasına vekalet hükümleri ister doğrudan, ister kendisine
özgü yapısı olan sözleşme oluşu nedeniyle kıyasen 469 uygulansın, bu
anlaşmanın inançlı kazandırma için geçerli bir illet teşkil ettiği
doktrinde ve mahkeme kararlarında genellikle kabul edilmektedir. 470
2. İnançlı Muamelelerin Hükümleri
Saf inançlı muamelelerde taraflar arasındaki iç ilişkide inanılanın
hukuki iktidarı borçlar hukuku yönünden sınırlandırıldığından,
inanılanın hukuki durumunun belirlenmesi için inanç anlaşmasının veya
bu anlaşmayı da içine alan asıl sözleşmenin ayrıntıları ile incelenmesi
gerekir. Çünkü tarafların durumu, hak ve borçları buna göre
belirlenecektir. 471
Saf inançlı muamelelerde, özellikle yönetimde gösterilecek özen
açısından en yakın tip sözleşme olarak vekalet hükümlerinin
uygulanması mümkündür. Ancak uygulanacak hükümlerin her somut
durum için özenle araştırılması ve belirlenmesi amaca daha elverişlidir.
Pratik çözüm, en yakın tipik sözleşme hükümlerinin örnekseme yolu ile
uygulanmasıdır. Hatta bazı hallerde MK 1 gereğince hakimin kanun
koyucu yerine geçmesi de mümkündür. 472
Vekalet hükümleri kıyasen uygulandığında, inanılanın başlıca
mükellefiyeti inanç gayesini yerine getirmektir. Bunun arkasından
inanana hesap verme yükümü ve inanç konusunun aynen ve semereleri
ile birlikte iadesi gelir. İnanılan bu borçları yerine getirirken basiretli
bir idarecinin göstereceği özeni göstermek zorundadır. 473
466
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 188.
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 188, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 111.
468
ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 109.
469
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 188.
470
TANDOĞAN, Sempozyum, s. 76.
471
EREN, C. I, s. 281, UYGUR, s. 153, ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 119.
472
EREN, C. I, s. 282, ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 117.
473
Tarafların hak ve yükümlülükleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.
ÖZSUNAY, Sempozyum, s. 120-121, ÖZSUNAY, İnançlı Muameleler, s.
145, 146, 149, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 196.
467
155
3. İnançlı Mülkiyetin Katılma Hesaplarına Tatbik İmkanı
ÖFK.ları katılma hesabı sahiplerinin kuruma tevdi ettiği fonlara
ödünç akdi hükümlerine göre sahip olacaklarından bu akde ait
hükümler uygulanacaktır.
Ancak bazı hallerde katılma hesaplarına inançlı mülkiyet
hükümlerinin de tatbikinde fayda vardır. Özellikle inanılan
durumundaki ÖFK.nun özen borcunun tespitinde ödünç akdi hükümleri
yeterli olamayacağından, inançlı mülkiyet için geçerli olan vekalet ve
diğer akit hükümlerinin uygun düştüğü ölçüde bu hesaplarla ilgili
ihtilaflara da uygulanması gerekir. Bu uygunluğu takdir yetkisi somut
olayın özelliklerini nazara almayı gerektirdiğinden doğrudan hakime
aittir.
E. Mevduat Sözleşmesinden Farkı
ÖFK.larının yaptıkları faaliyetlerde faizin yer almaması dışında
bankalardan farklı düzenlemeyi gerektirecek önemli bir ayrılığı
bulunmadığını çeşitli vesilelerle ifade ettik.
Bak. Kur. Kar. 6'da yer alan emredici hüküm sebebiyle, kurumların
kabul edebilecekleri fon nevileri “cari hesaplar” ve “katılma
hesapları”dır.
Katılma hesabı, kuruma kâr ve zarara katılma hesabı akdi
karşılığında yatırılan ve bu fonların kullanılmasından doğacak kâr ve
zarara katılma sonucunu doğuran, gerçek ve tüzel kişilerce yatırılan
fonlardır.
Mevduat toplama yetkisi münhasıran bankalara verildiğinden ÖFK
fonlarının mevduat şeklinde algılanmasını önlemek maksadıyla 474 özel
mevzuatta, mudi, mevduat, tevdiat gibi banka hukukuna ve
işletmeciliğine
ait
kelimelerden
dikkatle
kaçılmıştır.
Hazine
Müsteşarlığının, ÖFK.larının reklam ve ilanlarında uyacakları esas ve
şartları düzenleyen 22 Nisan 1986 t.li yazısı, kurumların ilan ve
reklamlarında mevduat topladıkları izlenimini doğuran ve kuruluşlara
ilişkin hukuki düzenlemelere veya hukuk sistemine uygun düşmeyen
ifadeleri kullanmalarını yasaklamaktadır.
Bankalara istenildiği zaman veya muayyen vadenin sonunda
çekilmek üzere yatırılan paralara mevduat denir. 475
474
Mevduat kelimesinden kaçılmasının diğer bir amacı da faiz nedeniyle
bankalarla ilişkiye girmekten kaçan tasarruf sahiplerini faizle neredeyse
eşdeğer tutulan mevduat kelimesi ile karşı karşıya bırakarak tereddütte
kalmalarına sebep olmayı önlemektir denilebilir.
475
PARASIZ, s. 134, KÜNEY, s. 1, ÖCAL, s. 36, Banka bilançolarına mevduat
adı altında giren hesapların özellikleri, genellikle alacaklı bakiye
vermesidir.
156
Genellikle geri çekilme imkanı göz önüne alınmak suretiyle vadeli
ve vadesiz mevduat olarak ikiye ayrılmaktadır.
Bu ayrım ÖFK hesapları açısından da mukayeseye uygundur.
Mevduatın hukuki temeli olan sözleşmenin karz mı yoksa vedia mı
olduğu tartışılmış ve genellikle vadesiz mevduat, usulsüz tevdi; vadeli
mevduat ise karz olarak nitelendirilmiştir. 476 Hesaba yatırılan paranın
mislen iadesi söz konusu olduğundan usulsüz vediaya daha yakın olan
vadesiz mevduatın ayrıca BK 472 gereğince izne tabi olmaksızın
kullanılması da mümkündür.
Bu durumda kurumların cari hesaplarını vadesiz olmaları nedeniyle
vadesiz mevduat olarak değerlendirmek 477 ve usulsüz vediaya ilişkin
hükümleri özel mevduatta yer alan emredici hükümlere aykırı olmamak
şartıyla tatbik etmek mümkündür.
Yargıtay 1954 ve 1955 t.li kararlarında mevduatı karz olarak
nitelendirmesine karşılık Ticaret Dairesinin 1972 ve Hukuk Genel
Kurulunun
1983
tarihli
kararlarında
mevduat
vedia
olarak
değerlendirilmiştir. 478
Özellikle vadeli mevduatı karz olarak değerlendirmek uygulamanın
ihtiyaçlarına cevap veren ve mevduat türlerinden bir çoğu için uygun
olan bir yorum tarzı olur. Ancak sınıflandırma ve vasıflandırmada
mudinin ve kabul eden tarafın iradeleri de önemlidir. 479
Aşağıda ayrıntıları ile açıklanacağı üzere katılma hesaplarının
sonuca katılmalı ödünç olarak değerlendirilmesi halinde bankaların
vadeli mevduatı ile aynı hukuki yapıya sahip olduğu kabul
edilmelidir. 480
Bu değerlendirme sonucunda diyebiliriz ki ÖFK hesaplarının
açılması, işleyişi sona ermesi ile ilgili hususlarda faiz özelliği
haricinde
mevduatla
ilgili
hükümlerin
kıyasen
uygulanması
mümkündür.
Vediada olduğu gibi karzda da ödünç alanın faiz şeklinde bir
edimde bulunması akdin zorunlu unsuru değildir. Sözleşme ile
belirlenmemişe adi karzda faiz şart değildir. Ancak ticarî ödünçte faiz
şart edilmese dahi şayet aksi açıkça kararlaştırılmamışsa faiz
ödenmelidir. 481
476
TANDOĞAN, 1/2, s. 331, EYÜPGİLLER, Banka, s. 75, YÜKSEL, s. 71.
Nitekim TBMM’de Bankalar Kanununun görüşülmesi sırasında da bu
kurumların topladıkları fonların fiilen mevduat olduğu ifade edilmiştir.
Tutanak Der. C. 15 s. 375. Ayrıca bkz. yukarıda 1. Bölümde I. B. 5 nolu
başlık.
478
YÜKSEL, s. 73, KAPLAN, s. 171.
479
KÜNEY, s. 2.
480
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 47.
481
TANDOĞAN, 1/2, s. 299.
477
157
Ticarî ödünç olduğu açık olan ÖFK katılma hesaplarında, yatırılan
para karşılığında faiz (sabit gelir) verilmeyeceğinin sözleşmeye dahil
edilmesi halinde bu problem halledilmiş olacaktır.
Karzın gayesi ödünç alana kullanabileceği bir sermaye sağlamaktır.
Bu gaye ancak mülkiyetin geçmesi ile gerçekleşebilir. Ödünç verenin
malik olması gerekmez. İyi niyetli ödünç alana karşı emin sıfatıyla
zilyet olması yeter. Hatta para ve hamiline yazılı kıymetli evrakta
ödünç verenin iyi niyeti dahi şart değildir. Borç alanın iyi niyeti
yeterlidir. 482
F. Adi Ortaklık ve Sonuca Katılmalı Ödünç Akdi Ayrımı
1. Tartışmanın Kaynağı
Öncelikle şu tespiti yapmak gerekir ki, adından da anlaşılacağı
üzere katılma hesabı akdi bir hesap sözleşmesidir ve hesap açtırılmak
suretiyle akdedilmektedir. İşleyiş yönünden vadeli ve ihbarlı banka
mevduatına da benzediğine göre bu mevduatın hukuki temeli olan karz
akdi 483 katılma hesabı akdi için de akla gelen ilk sözleşme tipidir.
Ancak amaç unsuru açısından bakıldığında kâra ve zarara ortaklık
ilkesi nedeniyle mevduattan ve mevduatın temeli olan karzdan
uzaklaşılarak adi şirket akdine yaklaşılmaktadır.
Katılma hesaplarına bu iki sözleşmenin de uygulanma imkanı
olduğuna göre karma akit olarak değerlendirilmesi üçüncü bir ihtimal
olarak akla gelmektedir. Ancak burada kanaatimizce birbirinden farklı
hükümler ihtiva eden ödünç ve ortaklık akitlerinin her ikisinin de
karma surette uygulanması mümkün değildir. Çünkü farklı sonuçlara
götürmektedirler. 484 Bu durumda üçüncü ihtimali pek nazara almaksızın
sonuca ulaşmaya çalışacağız.
2. Taraf İradelerinin Etkisi
Kâr ve Zarara Katılma hesabı akdinin sonuca katılmalı ödünç mü
yoksa adi şirket akdi mi olduğu konusunda sonuca varabilmek için en
önemli kıstas şüphesiz ki tarafların iradeleridir.
Bu nedenle tarafların kullandıkları kelimelere değil gerçek
iradelerine bakılacaktır. Yargıtay bir kararında “bir kimsenin, bir başka
kimseye veya ortaklığa, yalnız kardan belli aralıklarla belli oranda pay
almasını sağlayarak para vermesi, o sözleşme ortaklık olarak
tanımlansa bile (paylı ödünç)ten ibarettir” diyerek 485 bu durumu açıkça
ifade etmiştir.
482
TANDOĞAN, 1/2, s. 299.
AKIN, s. 125.
484
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 51 vd.
485
Y. 4. H.D. 10.5.1966 t. ve 4379/5530 sayılı Kararı, KARAHASAN, C. 6, s.
483
158
Şirket akdinin meydana gelebilmesi için öncelikle taraflar arasında
şirket kurma iradesi olmalıdır. Doktrinde bu irade, şirketi diğerlerinden
ayırmaya yarayan tipik unsur olarak görülmektedir. 486
Adi şirkette ortakların edimleri ortak gayenin gerçekleşmesine
yardım eder. Aralarında bir denklik ya da bir karşılıklılık yoktur. Oysa
sonuca katılmalı ödünçte ödünç verenin, ödünç alanın faaliyetleri
sonucu meydana gelen üründen alacağı pay edimin ivazıdır. 487 Yani
karşılıklı akit söz konusudur.
Doktrinde kullanılan işbirliği esprisi şirket akdinin de unsuru
olarak, bir akdin sonuca katılmalı ödünç mü yoksa şirket akdi mi
sayılacağını belirlemek konusunda hakime tarafların iradesini tespit
açısından yardımcı unsur olabilir. 488 Her iki sözleşmede de kâr elde
edilmesi konusunda tarafların menfaat birlikleri vardır. Ancak bu
menfaat birliği akdin gayesinin de ortak olduğunu göstermez. 489
Bu açıdan bakıldığında sermaye koyma ve kâr ve zarara ortaklık
iradesi şirket akdinin asli unsuru değil şirket kurma ve aktif işbirliği
iradesinin neticesidir.
Ortaklığın doğması için hususi bir mamelek tesisine ihtiyaç
yoktur. 490 Hakiki ve müşterek maksat şirket kurmak olduğu takdirde
ortada bir şirket akdi vardır (Animus Contrahendae Societatis).
Beyanlardan bu anlaşılıyorsa akit tipini hakim tespit edecektir.
Hakim bu meseleyi hallederken taraf iradesi ile birlikte olayın
şartlarını göz önüne alacak, şahsi kanaatine göre değil taraflar için
tatmin edici olup olmayacağına göre sonuca bağlayacaktır. Ancak
önemli engeller varsa sözleşmeyi adi şirket olarak kabulden
kaçınmalıdır. 491 Bu engelleri şimdi inceleyeceğiz.
3. Zarara Katılma Unsuru
Ödünç akdinde karşılık olarak faiz veya gelirden bir miktarı ya da
her ikisi şart edilmiş olabilir. Kârın belli bir oranının şart edilmiş
olması halinde sonuca katılmalı ödünç söz konusudur. 492
Sonuca katılma esası BK.nda yalnızca hasılat kirası ve hizmet
akdinde öngörülmüştür. Ancak, BK 19-20'de yer alan sözleşme
serbestisi ve faizin, karzın zorunlu ve tipik unsuru olmaması
1054.
TEKİL, C. I, s. 39.
487
DOĞANAY, Ümit, s. 58.
488
TEKİL, C. l, s. 41. Nitekim aynı gaye için angaje olma, pay sahibi için
sadakat (doğruluk) borcunu, rekabet yasağını ve denetim hakkını da getirir.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 33, No. 60.
489
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 13. KUNTALP, KOB. s. 17.
490
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 60.
491
DOĞANAY, Ümit, s. 70.
492
TANDOĞAN, 1/2, s. 336-337-338, DOĞANAY, Ümit, s. 58.
486
159
nedenleriyle diğer sözleşmelerde ve bu arada karzda da söz konusu
olabilir. 493
Adi şirkette ise ortakların kârın yanında zarara iştiraki genellikle
geniş anlamda zorunlu unsur olarak kabul edilmektedir.
Ancak zarara katılmanın söz konusu olmadığı adi ortaklıklar
olabileceği gibi istisnaen zarara katılmalı ödüncün olabileceğini kabul
eden yazarlar da vardır. 494 Belirtmek gerekir ki doktrinde çoğunluk ve
Yargıtay, zarara iştirak halinde bu durumun sadece adi şirket lehine
kuvvetli bir delil oluşturduğu görüşündedir. 495 Yoksa kesin bir ölçü
değildir.
Kâra katılmalı ödünçte ödünç alacaklısının borç ödemekten aczi
halinde ödünç verecek olan BK 310'a dayanarak ödemeden
kaçınabileceği halde, adi ortaklıkta ortak bu yükümden kurtulamaz.
Her ne kadar katılma hesaplarının mahiyeti gereği kurumlarla hesap
sahipleri arasında böyle bir mükellefiyet mümkün değil ise de, adi
ortaklığın aksine katılma hesaplarında hesap sahipleri zarara en çok
yatırdıkları fon kadar katılırlar. 496
Bu durumda sonuç olarak, sadece kâr yanında zarara da katılmak,
katılma hesabının adi ortaklık akdi sayılmasına yeterli değildir.
4 . Y ö n e t i m e v e D e n e t i m e K a tı l m a U n s u r u
Ödünç verenin kâr ve zarara ortaklığının yanında temsil ve
yönetime katılma ve denetleme yetkisinin varlığı adi şirket lehine
kuvvetli bir delil oluşturmaktadır. 497 Olağan ödünç akdinde ödünç
verenin idareye katılma ve kontrol yetkisi yoktur. 498 Ancak sonuca
katılmalı ödünçte denetleme yetkisinin verilmesi mümkündür. Bu
durumda geniş denetleme yetkisi ortaklığı, dar yetki ise karz akdini
gösterir. 499
Bu aşamada halka açık ortaklıklarda yönetime katılma isteğinin
zayıflamasının sonuçlarını da bir kıyas aracı olarak ele almak gerekir.
493
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 6, 14.
Bu görüşteki yazarlar, TANDOĞAN, 1/2, s. 334, KUNTALP, Sonuca
Katılmalı Ödünç, s. 15.
495
DOĞANAY, Ümit, s. 58, TANDOĞAN, 1/2, s. 345, FEYZİOĞLU, Akdin
Muhtelif Nevileri, s. 773, KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 15, Yazar
zarara katılmanın öngörülmemiş olması halinde bunun adi şirketin önemli
bir unsuru olması nedeniyle sonuca katılmalı ödüncün varlığının kabul
edilmesi gerektiğini belirtmektedir.
496
TANDOĞAN, 1/2, s. 335.
497
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 15, TANDOĞAN, 1/2, s. 336-337,
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 773.
498
DOĞANAY, Ümit, s. 58.
499
TANDOĞAN, 1/2, s. 338.
494
160
Halka açık anonim ortaklıklarda, basit bir aksiyoner rolü de olsa,
ortağın yönetim üzerinde yapacağı kontrol, yöneticiler hakkında
vereceği karar ve onlara hareket serbestisini sağlayacak oyu ile
işletmenin kaderi üzerinde hayati tesir icra etmesi mümkündür. Halka
açık AO.lardaki kamuyu aydınlatma ilkesi de hisse senedi sahibine
müşterek gaye için kendisine düşen özeni göstermek imkanının
sağlanması fikrine dayanır. 500
Bunun sonucunda halka açık AO.larda dahi -zayıflamış da olsayönetime katılmanın var olduğu ortaya çıkar. Böylece bu tür AO.lar,
bazı ortaklar açısından yönetime katılmanın söz konusu olmadığı şirket
türünün var olabileceği savunmasını da etkisiz hale getirmektedir.
Adi şirkette müşterek gayenin tahakkuku için, eşit durumda gayret
ve özen sarf etme yükümü olarak anlaşılan affectio societatis
unsurunun, şirket akdini benzerlerinden ayırmaya yarayan bir yardımcı
kıstas olduğu nazara alınırsa 501 şu sonuca ulaşılacaktır.
İdare ve denetleme hakkı veya arzusuna sahip olmaksızın sadece
verdiği ödüncün sonucuna katılma ihtimali ile sınırlanmış olarak kâr
elde etme arzu ve gayesi ile ÖFK.na parasını tevdi eden katılma hesabı
sahibinin bu iradesi, ödünç akdinin varlığı lehine kuvvetli bir
karinedir.
Öte yandan, sadece kâr elde etmeye yönelik dahi olsa parasını
nemalandırma arzusu ve amacı banka hesap sahibinde de var olduğuna
göre kâr ve zarara katılma hesabı akdi ödünç akdinin bir alt türüdür
denilebilir.
Yargıtay da bir kararında 502 “amaç doğrultusunda çalışma ise az çok
işbirliğini (affectio societatis) gerektirir. Bu öğenin bulunmaması
sözleşmeyi sonuca katılmalı hizmet ya da ödünç gibi öteki tür
sözleşmelere kaydırır” demektedir.
5. Yardımcı Kıstaslar
•Akdin mahiyetinden karşılıklı akit olduğu anlaşılıyorsa sonuca
katılmalı ödünç olduğuna hükmetmek gerekir. 503
•Sermaye koyan tarafın kâr payını temlik hakkının yasaklanması adi
şirket lehine bir delildir. 504
•Paranın tahsis yerinin, işlerin görülme şeklinin ve bilançonun
ayrıntılı düzenlenmesi de kısmen adi şirket lehinedir. 505
500
Poroy’a atfen, TEKİL, C. l, s. 41.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 42.
502
Y. 13. H. D. 24.11.1980 t. ve 6387/6111 sayılı Kararı. KARAHASAN, C. 6,
s. 1033.
503
DOĞANAY, Ümit, s. 57.
504
TANDOĞAN, 1/2, s. 338.
501
161
•Sonuca katılmalı ödünçte gayenin ortak olduğu (kâr elde etme
amacı) iddia edilse de gerçekleşmesi için ödünç verenin aktif katılma
borcu yoktur. 506
•Ödünç verenin ihtimam borcu da yoktur. Ödüncü alan işinin
patronudur. 507
•Sözleşme süresinin uzunluğu ya da belirsizliği, adi ortaklığı; kısa
veya belirli oluşu da sonuca katılmalı ödüncü gösterir. 508
•Ödünç alan yaptığı harcamalardan ve hukuki sözleşmelerden tek
başına sorumludur. 509
•Sonuca katılmalı ödünç, ödünç alanın iktisadi gayeye ulaşması
veya gayenin imkânsız hale gelmesi ile kendiliğinden sona ermez. Adi
şirkette ise her iki durumda akit kendiliğinden sona erer. 510
•Ayrıca kâra katılmanın safi kârdan değil, gayrı safi kazanç yahut
satış hasılatı, imalat toplamı üzerinden hesaplanmasının öngörülmesi,
fesih ihbar sürelerinin kısa tutulması gibi haller ise sonuca katılmalı
ödüncün varlığına delil sayılmaktadır. 511
6. Kıstasların Değerlendirilmesi
En önemli kıstas olan tarafların iradesi, ÖFK katılma hesabı akitleri
için kanaatimizce hakimin takdirine ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.
Çünkü diğer kıstaslar sonuca katılmalı ödünç lehine bir sonucu ortaya
koymaktadır. Nitekim zarara katılma ve yönetimden uzak kalma
kıstasları, katılma hesapları için de lehte birer delil durumundadır.
Diğer yardımcı kıstasların da bunu teyit eder mahiyette ölçüler ihtiva
etmesi gösteriyor ki, kâr ve zarara katılma hesabı akdine sonuca
katılmalı ödünç hükümleri uygulanmalıdır. 512
7. Sonuca Katılmalı Ödüncün Hukuki Yapısı
Sonuca katılmalı ödüncün yapısı hakkında iki görüş vardır.
Birincisi, şirket ve ödünç akdi unsurlarının bir araya gelmesinden
oluşmuş karma bir akit olduğu ve tarafların gayelerinin ortak olduğu,
ikincisi de ödünç sözleşmesinin bir alt türü olduğu ve esaslı
unsurlarının değişmediği görüşüdür. 513
505
TANDOĞAN, 1/2, s. 336, 338, KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 15.
DOĞANAY, Ümit, s. 57
507
DOĞANAY, Ümit, s. 58.
508
TANDOĞAN, 1/2, s. 337.
509
BAŞBUĞ, s. 72.
510
DOĞANAY, Ümit, s. 58.
511
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 773.
512
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 223.
513
İkinci görüş için bkz. KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 13,
TANDOĞAN, 1/2, s. 324.
506
162
Şimdi bu görüşler ışığında sonuca katılmalı ödüncü inceleyelim.
Sonuca katılmalı ödünç, sonuca katılmalı borç ilişkilerinin bir
türüdür. Bununla kastedilen, başkasına ait bir ürüne bu ürünün
meydana getirilmesinde katkısı bulunan diğer bir kişinin katıldığı
hukuki işlemdir. 514 Gelir getirecek vasıfta bir ticari teşebbüse bir
miktar para ödünç verilir ve faiz yerine kârdan hisse alınır. Unsurları
şöyle açıklanabilir.
•Tam iki taraflı borç yükleyen bir sözleşmedir. Bir tarafın bir
miktar paranın kullanılmak ve iade edilmek üzere mülkiyetini geçirme
yükümü, diğer tarafın dönem sonunda belirlenen oran üzerinden varsa
kâra veya zarar varsa zarara ortak etmek yükümü vardır. Böylece aynı
anda ifa kuralı geçersizdir. 515
•Ödünç alanın borcu belirsizdir. Ödünç vereni bu akdi tercih
etmeye iten yüksek kazançtan mahrum olmama arzusu; zarar halinde
kâr alamama ve zarara da katlanma rizikosunu beraberinde getirir
(Böylece ÖFK.larının istediği riske katılma unsuru da gerçekleşmiş
olacaktır). 516
•Adi karz akdinin aksine sonuca katılmalı ödünçte kullanım amacı
tipik bir unsurdur. Üretime dönük, kâr getiren bir faaliyet olmalıdır.
Hangi tür faaliyet veya faaliyetler olacağı sözleşmeye derc edilebilir. 517
•Adi şirketin aksine sonuca katılmalı ödünçte taraflardan birinin
ölmesi hukuki ilişkiyi etkilemez (BK 312). Her iki akitte de feshi ihbar
hukuki ilişkiyi sona erdirir. Ödünç alanın iflası adi şirketteki gibi
ödünç akdini çözdüğü halde, ödünç verenin iflası halinde akit sona
ermez. Aynı şekilde şirket akdinin aksine ödünç verenin hacir altına
alınması akdi sona erdirmez. 518
•Sonuca katılmalı ödüncün sona ermesinde uygulanacak BK 312'de
yazılı altı haftalık süre emredici hüküm olmadığından sözleşme ile
değiştirilebilir. Nitekim ÖFK.larının uygulaması değişiktir.
•Adi şirketin sona ermesi halinde ortaklar arası ilişkiler derhal sona
ermez. Tasfiye durumuna geçilir. Ödüncün sona ermesi halinde ise
ödünç alanın iade borcu muaccel olur. İşletmenin tasfiyesi söz konusu
değildir. 519
514
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 5.
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 8.
516
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 11, DÖNDÜREN, Para, s. 212.
517
KUNTALP, Sonuca Katılmalı Ödünç, s. 8. Kanaatimizce adi şirketin de
unsurları arasında sayılan bu şart sonuca katılmalı ödünç için zorunlu
tutulmalıdır. Aksi takdirde ÖFK katılma hesabı akitleri açısından
değerlendirme sıkıntısı çıkacaktır.
518
DOĞANAY, Ümit, s. 59.
519
DOĞANAY, Ümit, s. 59.
515
163
•Sonuca katılmalı ödünçte gaye birliği kabul edilse dahi
gerçekleşmesi için ödünç verenin faaliyete aktif katılma borcu
yoktur. 520 Zaten ÖFK.larında buna imkan da yoktur.
8. Özel Finans Kurumları Açısından Sonuçları
Katılma hesabı akdi sonuca katılmalı ödünç olarak kabul edilirse,
ÖFK.ları da rahatlayacaktır. Ortaklığın kabulü halinde İslam Hukukuna
göre geçerli olacak ve kurumların yapılanmaları itibarıyla uygulanması
gerekecek olan temel bir kural vardır: Mudarabada işletici zarara ortak
edilemez.
Bu hükümden kurtulmak suretiyle, hem mudarabaya göre fon
kullandırdıkları müşterilerini riske ortak edebilecek, hem de kendileri
de riske hesap sahipleri ile birlikte katlanacaklar ve böylece itimat
telkin edeceklerdir.
Ayrıca sonuca katılmalı ödünç bir yandan, genellikle ödünç
verenlere faizden daha elverişli olabilecek kâr payı alma imkanını ve
dini inançları nedeniyle faizle temas etmek istemeyenlere, verdikleri
ödünce karşılık alma imkânı sağlamakta; öte yandan yatırımcıları,
işletmeye bağlayıp da henüz kâr elde edemedikleri güç dönemlerde faiz
yükünden kurtarmaktadır. 521 Bütün bunlar genelde, bankaların vadeli
mevduat hesapları ile şirket hisse senetleri arasındaki bir pozisyonun
ortaya çıkardığı faydalardır.
520
521
DOĞANAY, Ümit, s. 57.
TANDOĞAN, 1/2, s. 335.
164
II. KATILMA HESABININ ÇALIŞMA ŞEKLİ
A. Katılma Hesabının Açılışı
1. Genel Olarak
Katılma hesapları, ÖFK.larına en az 100 bin TL veya açıldığı
gündeki değeri üzerinden bu miktar karşılığı döviz yatırmak suretiyle
açılır. Hesaplarla ilgili ayrıntılı bilgiler kurum ile hesap sahibi
arasında imzalanacak olan "Kâr ve Zarara Katılma Hesabı Akdi"nde
belirtilir.
Katılma hesapları, vadelerine göre 90, 180, 360 gün ve daha uzun
vadeli olmak üzere dört gruba ayrılırlar ve her grup kendi içinde bir
bütün teşkil eder. TC Merkez Bankası vade sürelerini yeniden
belirlemeye yetkilidir.
Hesap açtıracak olan şahsın bizzat kurum şubelerine başvurması
halinde yapılacak olan işlemler bellidir. Tatbikinde de pek problem
bulunmamaktadır. Ancak yaygın şube ağı kurulmamış olması nedeniyle
muhabir banka veya PTT havalesi ile açtırılacak hesaplarda bazı
ihtilaflar olabilir. Her ne kadar paraya ilişkin karzda BK 73/1
gereğince ilk ödeme alacaklının ikametgahında yapılacaksa da aksine
anlaşma mümkün olduğundan genellikle tarafların iradesi bunun aksine
yönelir. 522 Katılma hesaplarında ise havale ile ilgili 523 hükümler
uyarınca havale ÖFK.na ulaştığı anda hesap açılmış sayılacaktır.
2. Hesapların Açılmasında İcap ve Kabul
Fon toplamak amacıyla kurulmuş ve bu amacı gerçekleştirmek üzere
faaliyete başladığını ilan ederek açılışını yapmış olan bir ÖFK.nun
hesaplara fon kabul etmesi beklenen durum olmakla birlikte, acaba
reddetme hakkı var mıdır?
Sözleşme, özellikle taraflar birbirinden uzak iken akdedilmişse,
hangi andan itibaren hüküm ifade edecektir? İşte bu soruların cevabı,
çift taraflı akitlerin kuruluş usulü olan icap ve kabule ilişkin
hükümlerin kurum faaliyetlerine uygulanması ile verilecektir.
İlan ve reklamları ile halkı kendisine para yatırmaya çağıran
ÖFK.nun bu faaliyeti bir icap mıdır, yoksa bir icaba davet midir?
Sözleşmeyi yapmak isteyen taraf son sözü kendisine alıkoymak
istediği takdirde icap yerine icaba davet yapar. İcaba davetin iki yolu
vardır. Ya teklifte sözleşmenin esaslı unsurlarından en az birini eksik
bırakmak, bildirmemek ya da bütün unsurları bildirmekle beraber
522
523
TANDOĞAN, 1/2, s. 350.
ÜLGEN, s. 934-935.
165
teklifin bağlayıcı olmadığını sarih veya zımni olarak ifade etmek. 524
Oysa ÖFK.ları özellikle muhabir banka ve PTT havalesi ile yapılmasını
istedikleri sözleşmeler için yaptıkları ilanlarda iki ihtimali de
uygulamamaktadırlar.
Taraflardan birinin diğerine yaptığı ve muvafakat edildiği takdirde
sözleşmenin meydana gelmesini sağlayacak nitelikteki teklife icap
denir. Bu teklifin icap sayılabilmesi, hedeflenen sözleşmenin kurulması
için gereken unsurları ihtiva etmesine bağlıdır. 525 İcabın etkili
olabilmesi için muhataba ulaşması gerektiği de açıktır. 526 İsviçre-Türk,
Alman hukuklarında Roma hukukunun aksine icap bağlayıcıdır. İcabın
bağlayıcılığı, icabın serbestçe geri alınamaması, 527 aksine işlemin
sorumluluğu gerektirmesi demektir.
Muhataba yapılan ve sözleşmenin icaba uygun olarak kurulmasını
sağlayan irade açıklamasına kabul denilir. Bunun da etkili olması
ulaşmasına bağlıdır. 528
Kabulün sözleşmeyi ne zaman kurduğu konusunda BK 10/1'de
"gaipler arasında icra olunan akitlerde kabul haberi irsal olunduğu anda
hüküm ifade eder" denilmekte ise de hakim doktrine göre bu hüküm
sözleşmenin kuruluş anını değil hüküm doğuracağı anı belirlemektedir.
Bu görüşe kaynak olan BK 3-5-9 ise vusül’den (varmak) söz
etmektedir. O halde sözleşme kabul haberinin icapçıya ulaştığı an
kurulmuştur. Fakat hükümlerini kabul haberinin yollandığı andan
itibaren meydana getirmeye başlar. Yani sözleşme, kabul beyanının
icapçıya ulaşması şartı ile, yollanması anında kurulmuş olur. 529
Kamuya hizmet veren müesseselerin herkesle sözleşme yapma
zorunluluğu var gibi görünse de bu yükümlülükleri kanuni bir akit
yapma mecburiyetinden değil umuma yönelik yaptıkları icaptan ileri
gelir. Yoksa akit yapmaktan kaçınma imkanları her zaman vardır. 530
Ancak bu çekinme sonucu, kabul eden taraf zarara uğrarsa bu zararı
tazmin yükümü doğar.
TC Anayasası 48/1 gereğince herkes istediği sözleşmeyi yapmakta
serbesttir. Akit yapma zorunluluğu fiili tekel halleri için söz
konusudur. 531 Bu açıdan bankalar da belirli bir kişiye hesap açıp
524
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 86, Von TUHR, s. 176.
UYGUR, s. 37.
525
EREN, C. I, s. 305, TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 84.
526
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 84.
527
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 88, UYGUR, s. 36.
528
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 93, Von TUHR, s. 182.
529
EREN, C. I, s. 306, TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 96.
530
Schwarz'a atfen, TANDOĞAN, 1/1, s. 11. Yazar bu durumda icap değil icaba
davetin varlığını kabul etmektedir.
531
EREN, C. I, s. 375.
166
açmamakta serbesttirler. 532 Yani bankaların ilan ve reklamları icap
olmayıp icaba davet niteliğindedir.
Bütün bu tespitlerden sonra diyebiliriz ki; ÖFK.larının, kendilerine
bizzat başvurarak sözleşme yapmak yani hesap açtırmak isteyen
tasarruf sahiplerini, seçme hakkı kural olarak bulunmakla beraber,
muhabir banka veya PTT aracılığıyla açtırılmak istenen hesaplar için
kurumun ret imkanını kabul etmek bazı mahzurları beraberinde
getirecektir.
Katılma hesaplarındaki asgari 100.000 TL veya karşılığı döviz şartı
dışında hiç bir şarta bağlı olmayan hesaplarla ilgili olarak yapılan ilan
ve reklamlar sonucu PTT aracılığı ile para yatıran bir tasarruf sahibinin
bu hareketini icap olarak değerlendirmek ve kuruma
kabul
edip
etmeme konusunda bir imkan tanımak formaliteleri uzatabileceği gibi,
kurumun eline de lüzumsuz bir yetki ve koz vermek olacaktır.
Her ne kadar icabın geçerli ve bağlayıcı olabilmesi için esaslı
noktaları ve bu arada miktarı, bedeli ve icabı yapan tarafın yorumlayıcı
hükümlere muhalif olarak teklif ettiği şartları ihtiva etmesi gerekli ise
de 533 ÖFK.larının ilan ve reklamlarında yaptığı gibi, icabı yapan taraf,
sözleşmenin belirli hatta esaslı noktalarını diğer tarafın kabul
beyanıyla veya daha sonradan tayin etmesine müsaade edebilir. 534 Bu
yorum
da
kurumların
ilan
ve
reklamlarının
icap
olarak
değerlendirilmesini kuvvetlendirmektedir.
Öte yandan hesapların muhabir banka veya PTT kanalıyla açılmış
olması,
bu
aracılara
yapılan
başvurunun
kabul
olarak
değerlendïrilmesine engel değildir. Zira icapta bulunan taraf kabulün
bizzat kendisine yapılmasını isteyebileceği gibi banka, PTT, vb.
temsilcilerine yapılmasını da kabul edebilir. 535
Kanaatimizce kurum hesapları acısından sözleşmenin kuruluş ve
hüküm doğurmaya başlama vakitlerini ayırmamak ve hesaba yatırılacak
olan paranın kurumun eline geçtiği andan itibaren başlatmak uygun
olacaktır. Aksi takdirde posta veya muhabir bankadaki gecikmeden
ÖFK sorumlu tutulabilecektir ki bu da iyi niyet ve kusura dayalı
sorumluluk hükümleri ile bağdaşmaz. Ayrıca katılma hesaplarının
geçmişe etkili olarak başlatılması hesap sistemini de karıştıracaktır.
Hesap akitleri herkes için genel şartları belli iltihaki akitlerdir. Bu
nedenle sözleşme serbestisi kuralı burada sadece taraf seçimi olarak
geçerli olup muhtevanın belirlenmesi açısından böyle bir serbestlik söz
konusu değildir. 536
532
YÜKSEL, s.
Von TUHR.,
534
Von TUHR.,
535
Von TUHR.,
536
YASAMAN,
533
70.
s. 176.
s. 176.
s. 177.
Yatırım
Fonları,
s.
77.
167
Yatırım
fonu
kollektif
yatırım
3. Hesap Sahibinde Aranacak Vasıflar
a) Genel Olarak
Bak. Kur. Kar.nin "Hesaplara Katılma" başlığını taşıyan 7.
maddesine göre cari hesaplara ve katılma hesaplarına, Türkiye’de
ikamet eden gerçek ve tüzel kişilerin TL veya döviz olarak
yatıracakları fonlardan başka, yurtdışında mukim gerçek ve tüzel
kişiler de TL veya döviz olarak fon yatırabilir. Katılma hesaplarından
vadesinde ya da otuz gün önceden ihbar etmek şartıyla vadesinden önce
para çekilebilir.
ÖFK.larına, özel mevzuatta yapılan bu düzenleme dışında kalan
konularda, yukarıda izah edildiği üzere farklı düzenlemeyi
gerektirmeyen hallerde bankaların tasarruf mevduatına ilişkin
hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekir. Aşağıda bankalarla ilgili
mevzuata kıyasen ÖFK.larının uygulaması gereken hükümleri
açıklayacağız. 537
ÖFK.larınca hesap açılırken dikkat edilmesi gereken hususların
başında hesap açtıracak olanın tasarruf yetkisinin tespiti gelir. Yani
Medeni Kanun anlamında hakları kullanma ehliyetinin (fiil ehliyeti)
var olup olmadığı araştırılmalıdır. Çünkü 18 yaşını doldurmak veya
evlenmek suretiyle ya da mahkeme kararı ile reşit veya mümeyyiz
olmayan kişiler medeni haklarını kanuni temsilcileri aracılığıyla
kullanabilirler. 538 Kurumlar bu konudaki ihmalleri nedeniyle doğacak
zararlardan TK 20/2 gereğince sorumlu olurlar. 539
Hesaba para kabulü ve ödenmesi sırasında yapılacak incelemelerden
en önemlisi kimlik kontrolü ve imza tespitidir. Vekalet veya imza
yetkisinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının tespiti açısından
kurumun sorumluluğu, özenli bir işadamından beklenmeyecek ağır
ihmal halinde doğar. 540
Hesaba para yatırılması ve para çekilmesi sırasında para yatıranın
yetkili olup olmadığının belirlenmesi ve hesap sahibinin hesap cüzdanı
veya akit metnini göstermesi ayrıca hesap kartonundaki imza ve
mühürlere uygun imza veya mühür kullanması yeterli görülür. 541 İmza
kullanan körler hakkında MK. 16 uygulanır. İmza atamayanlar ise
sözleşmelerinde de bireysel ve birey üstü özellikler bir aradadır.
Sözleşmenin münferiden akdedilmesi sözleşmenin değiştirilmesine imkan
vermez. Öte yandan sözleşme ile ilgili mahkeme Kararı birey üstü özellik
nedeniyle bütün yatırımcalar üzerinde etki icra edebilir. Peter JAGGl’ye
atfen TEKİNALP Sermaye Piyasası s. 109.
537
Ayrıntılı bilgi için bkz. KAPLAN, s. 170 vd.
538
YÜKSEL, s. 29.
539
YÜKSEL, s. 70.
540
YÜKSEL, s. 58.
541
ÜNAY, s. 28.
168
mühür kullanabilirler. HUMK. 297’ye göre, cüzdanla işlem yapan
kuruluşlarda başlangıçta kullanılan mühür kullanılmaya devam ederse
bir onaya lüzum olmaksızın geçerlidir. Bu nedenle mühür hesap
kartonu ve cüzdanına basılır. Örneğe uygunluğu kontrol edilmekle
yetinilir. 542
Hesap cüzdanı verilen banka cari hesaplarda geçerli olan bu
uygulama kanaatimizce hesap cetveli kullanılan ÖFK katılma
hesaplarında da geçerli olmalıdır. Çünkü özel mevzuat gereği, ayrıca
bir kâr ve zarara katılma hesabı akdi imzalanmakla birlikte hesabın
durumu ayrı bir cetvel üzerinde gösterilmekte, kâr payının, tamamının
veya bir kısmının çekilmesi halinde bu cetvele kaydedilmektedir.
Ancak anaparanın kısmen çekilmesi halinde miktarın burada da yazılı
olması nedeniyle adı geçen akit metni yenilenmektedir.
Özel mevzuatta bu konuda emredici bir hüküm olmadığından
kurumlar farklı düzenleme yapma hakkına sahiptirler. Ancak bu
boşluğun yerinde olduğunu söylemek zordur. Özel mevzuat ile bu
konuda bankalarla uygulama birliği sağlanmalıdır.
b ) K ü ç ü k l e r i n v e Kı s ı t l ı l a r ı n K e n d i A d l a r ı n a A ç a c a k l a r ı
Hesaplar
Mümeyyiz ve tasarrufa ehil küçükler kendi namlarına hesap
açabilirler ve üzerinde tasarruf edebilirler. Zira muamele ehliyeti
genişletilmiş küçükler kazançlarında diledikleri gibi tasarruf
edebileceklerdir. Hatta bu küçüklerin kazançlarını yatırdıkları katılma
hesaplarında ana babanın tasarruf hakkı yoktur. Ancak bu hesabın
açılabilmesi için mezuniyet belgesi istenir. Bu belge duruma göre,
evlenmeye dayananlar için evlenme cüzdanı, mahkeme kararına
dayananlar için kesinleşmiş ilam, ana babanın çalışmaya izin verdiği
haller için ise bu yetkiyi içeren talimat mektubu olabilir. 543
Vesayet altındaki kimse kendisini gerçeğe aykırı surette ehil
göstererek hesap açtırır ve işlem yaparsa ÖFK iyi niyetle hareket etmiş
olmak kaydıyla MK 295 uyarınca sorumluluktan kurtulur. 544 Ancak
mümeyyiz küçük veya mahcurun yaptığı karşılıklı akit, kanuni
mümessilin onay ya da reddine kadar eksiktir ve askıdadır.
Tam ehliyetli tarafın yani kurumun tayin edeceği ya da ettireceği
mehil sonunda hesap sözleşmesi ya baştan hüküm ifade edecek ya da
hükümsüz kalacaktır. Bu süre içinde kurum için de bir borç
doğurmaz. 545 Ancak katılma hesaplarında, hükümsüzlüğü askıda hesaba
yatırılan fonun havuza dahil edilerek kullandırılmaya başlanmasından
542
ÜNAY, s. 31.
KÜNEY, s. 85, ÖSZUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 26, ÜLGÜR, s. 6.
544
ÜNAY, s. 31.
545
KANETİ, s. 52.
543
169
sonra, hükümsüzlüğün askıda olduğunun anlaşılması halinde kanuni
mümessil akdi onaylamazsa hesaptaki para tamamen mi geri verilecek
yoksa vadesinden önce para çekilmesi ile ilgili kurallar uygulanarak
kâr elde edilmişse yatırılan miktar, zarar halinde ise hesapta kalan
miktar mı ödenecektir?
Kanaatimizce, tasdik edilmemesiyle vadesinden önce hesabın
kapatılması halinde bu konudaki genel kural uygulamalı ve fazlalık
fona gelir yazılmalıdır. Bir hesap dönemi sona erdikten sonra hesap
kapatılacaksa sözleşmenin zımnen onaylandığı kabul edilerek geçmiş
dönemin veya dönemlerin kârı da hesap sahibine verilmelidir.
Küçüklerin kendi ticari faaliyetleri dışında elde ettikleri gelirleri
ile açacakları hesaplarda veli olan ana babanın müşterek tasarruf
yetkisi vardır. Münferit tasarruf yetkisi için ortak bir yetki mektubu
imzalamak suretiyle birbirlerine karşılıklı muvafakat vermeleri gerekir.
Yalnızca biri yetkili olacaksa diğer tarafın feragati yeterlidir. 546
Mahcurlar adına açılacak katılma hesabında vesayet ilâmının
görülmesi, vasinin kimliğinin kontrolü ve vesayet altındaki küçük veya
mahcura ödeme yapılmaması gerekir.
Kayyum bir malın idaresi veya belli bir işin takibi için
atanacağından, temsil ettiği şahıs adına hesap açtırma ve para çekme
yetkisine sahip olup olmadığı konusunda kayyum atanma ilâmı
incelenmek
suretiyle
sonuca
ulaşılmalı
ve
ilama
uygunluk
547
sağlanmalıdır.
Ayyaşlık, israf ve akıl zayıflığı dolayısıyla vesayet altına alınan
kişiye katılma hesabı açılmış ve tasarrufa imkan verilmişse bu tasarruf
hükümsüzdür ve bu riski kurum taşımak zorundadır. Çünkü istihbarat
derlemesi sırasında ve hesap açılırken gerekli özeni gösterseydi
durumun ortaya çıkacak olduğu kuruma karşı her an ileri sürülebilir.
İradeyi sakatlayan hallerden özellikle akıl hastalığının fark edilmesi
kapsamlı ve risklidir. 548
c) Çocuklar Adına Anne Babanın Hesap Açtırması
Anne baba, velayetleri altındaki çocuk adına birlikte açtırdıkları
çocuk hesabından ancak birlikte para çekebilirler. Bu hesaplardan
ailenin reisi olması nedeniyle MK 263/2 gereğince baba da tek başına
para çekebilir. 549 Evliliğin devamı sırasında hesap yalnız baba
tarafından açılmışsa, baba küçük adına yatırdığı parayı her zaman
546
KÜNEY, s. 84.
ÜNAY, s. 31.
548
ÜNAY, s. 10.
549
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 21, YÜKSEL, s. 34.
547
170
çekebilir. 550 Anne tarafından küçük adına bir hesap açılması durumunda
ise, şayet hesap kayıtsız şartsız ise hesaptan baba da para çekebilir. 551
Sadece çocuğun para çekebileceği bir hesapta, anne bu bağışı
yaparken babanın hesap üzerinde tasarrufta bulunmaması şartını hesap
kartonuna veya sözleşmeye yazdırırsa babanın velayet hakkına
dayanarak para çekmesi önlenmiş olur. 552 Bu durumda anne veli olarak
değil ancak bağışlamasından dönen kişi olarak (MK 239) bu hesaptan
para çekebilir. Annenin katılma hesabının kârını çekmesine müsaade
edilmemelidir. Zira bu kâr artık hesabı açtıranın bağışı değil, hesap
sahibinin alacak hakkıdır.
Velayet hakkını tek başına kullanan ana ya da baba, küçük adına bir
çocuk hesabı açtırdığı takdirde bu hesapta tek başına tasarrufta
bulunabilir. 553
Yurtdışında çalışan anne babanın Türkiye’deki mümeyyiz küçük
çocuğu adına açtırdığı hesaptan çocuğun para çekmesi mümkündür.
Ancak kurumun ana babadan muvafakat alması uygun 554 ve
sorumluluktan kurtulmak açısından lüzumludur.
Küçükler adına açılan hesapta 18 yaşından sonra ve yalnızca küçüğe
ödeme kaydı varsa iki türlü değerlendirilmesi mümkündür.
Kurumun vekaletsiz iş gören sıfatıyla hareket ettiği düşünülebilir.
Böyle bir hesaptan ana babanın para çekmesi veya gelirini talep etmesi
imkansızdır. Ancak çocuk için olağanüstü gider gerekiyorsa, hakimin
kararı ile herhangi bir malı gibi kurum hesabındaki paranın harcanması
mümkündür.
Bu tür hesaplar üçüncü kişi yararına sözleşme olarak nitelenebilir.
Bu durumda para reşit olduktan sonra sadece hesap sahibi tarafından
çekilebilir. Ancak bu hesap anne tarafından açılmışsa belli durumlarda
veli olarak değil ama bağışlamadan dönen olarak hesaptan para çekmesi
mümkündür. 555
Küçükler adına ve yalnız bunlara ödeme yapılmak kaydıyla açılan
hesaplarda kanaatimizce kurumların faaliyet süreleri açısından da
özellik vardır. Faaliyet süresi sınırlı olan bir ÖFK 556 katılma hesapları
550
YÜKSEL, s. 34.
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 23, ÜNAY, s. 29, Yazar, ana
babanın ikisinin iştiraki veya birinin diğerine vekaleti ile çocuk adına hesap
açılması halinde hesabı ilk açtıranın tek başına para yatırması ve
çekmesinin kabul edilebileceğini belirtmektedir.
552
YÜKSEL, s. 34.
553
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 27.
554
ÜNAY, s. 30, ÜLGÜR, s. 14.
555
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 23.
556
Nitekim halen faaliyette olan Al Baraka Türk AO.nun faaliyet süresi 30 yıl
ile sınırlı olup tedbir alınmadığı takdirde bu problem ile karşılaşması
mümkündür.
551
171
veya cari hesaplara, reşit olması bu sürenin kalan kısmından daha uzun
sürecek olan küçük adına fon kabul edememelidir.
Bu tür hesaplarda çocuğun ergin olmadan ölümü halinde hesaptaki
meblâğ parayı ilk yatırana değil çocuğun mirasçılarına ait olacaktır. 557
Aslında çocuklar adına açılan bütün hesaplarda mevcut paraların
mülkiyeti küçüğe ait sayılmalı ve hesap açanın ölümü halinde mirasa
dahil edilmemeli buna karşılık küçüğün ölümü halinde onun terekesine
dahil edilmelidir. 558 Özellikle ÖFK katılma hesapları açısından bu
hükmün uygulanmasında yarar vardır.
d) Küçükler Adına Üçüncü Kişilerin Hesap Açtırması
Ana babanın velayeti altındaki küçük için üçüncü kişinin açtırdığı
hesap bağışlama niteliğindedir. Sınırlı ehliyetsiz, kanuni temsilcisinin
yasaklamaması halinde bu bağışlamayı kabul edebilir. Küçüğün tam
ehliyetsiz olması halinde ise bağışlamayı kanuni mümessilin sarahaten
veya zımnen kabul etmesi gerekir. Bu tarz hesapta kanuni temsilcinin
serbest tasarruf hakkı vardır. Ancak hesabı açanın ana babaya
yararlanma ve yönetim hakkını tanımaması halinde kanuni temsilcinin
tasarruf hakkı yoktur. 559
Üçüncü kişinin açtırdığı hesaplarda hesap küçük namına açılır.
Ancak sözleşmeyi hesabı açan imzalar. Hesap kartonuna küçüğün
doğum tarihi de yazılır. Arzu edilirse paranın ancak küçük tarafından
reşit olunca alınabileceği kaydı konulabilir. 560
Üçüncü kişinin açtırdığı hesaplarda ölünceye kadar tasarruf hakkını
saklı tutması mümkündür. Bu durumda bir ölüme bağlı muamele söz
konusu olduğundan 561 kanaatimizce faaliyeti süreyle sınırlı olan
ÖFK.larının bu şekildeki hesabı kabulü güçlük çıkarabilir. Bu tür
hesaplarda mülkiyet hesabı açtırana ait olduğundan üzerinde dilediği
gibi tasarruf edebilir. Hatta hesap, açan şahıs üzerine vergilendirilir.
Alacaklılar açısından da durum farklı değildir. 562
e) Hesap Üzerinde Mirasçıların Hakları
Mirasçıların hesap üzerinde gerçek hak sahibi olup olmadıklarını
kurum denetlemek zorundadır. Mirasçılık hakkı MK 538'e uygun
veraset ilâmı ile ispat edilebilir. 563
557
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 23.
BAŞBUĞ, s. 72.
559
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 24, ÜLGÜR, s. 9, 12.
560
KÜNEY, s. 85.
561
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 24
562
YÜKSEL, s. 35.
563
YÜKSEL, s. 52.
558
172
Hesap sahibinin ölümü halinde mirasçılarının hesap üzerinde iştirak
halinde mülkiyet hakkı vardır. Paylaşmaya kadar kullanma ve
yararlanma hakları bakımından bütün mirasçıların birlikte hareket
zorunluluğu vardır. Hesaptan ödeme yapılabilmesi için ya bütün
vârisler başvurmalı veya içlerinden ya da dışarıdan birine vekalet
vermelidirler. Birlikte başvuruda muvafakatle veraset hissesine göre
ödeme yapılır. Ancak tek başına başvuran ve mirasçılığını ispat eden
murise de, ihtilaf halinde kullanılmak üzere taahhütname almak ve
kefil göstermesini istemek kaydıyla kendi hissesi verilebilir. 564
Hesap sahibinin ölümünden sonra sağ kalan eşin mirastan intifa
hakkını seçmesi halinde, katılma hesaplarında mirasın açılması anında
var olan ana paranın bundan sonraki getirisinden yararlanma imkanı
vardır. Çıplak mülkiyet hakkı bulunan diğer mirasçılara ise, intifa
hakkı sona ermeden ana paradan ödeme yapılamaz. İntifa hakkı
sahibinin hakkından feragat etmesi halinde hesabın kapatılması ve
bakiyenin paylaştırılması imkanı vardır.
Müşterek muvafakat olmaksızın hesabın kurumun bir şubesinden
diğerine devri de mümkün değildir. 565
B. Katılma Hesabında Toplanan Fonların Kullanılması
1. Hesaplardaki Fonların Kullanılma Yerleri
TC Merkez Bankasında bloke edilecek olan kısmın dışında kalan
fonlar gerçek ve tüzel kişilere aşağıda ayrıntıları ile incelenecek olan
dört ayrı şekilde kullandırılır. Kurum, hesaplarından katılma
hesaplarını ve cari hesapları ayırmaya ve katılma hesabını da
vadelerine göre müstakil hesaplarda takip etmeye mecburdur. Ancak
döviz olarak açılmış bulunan katılma hesapları vadelerine ve döviz
cinslerine bakılmaksızın tek hesapta işletilir.
Bak. Kur. Kar. 6’da yer alan, hesapların vadelerine göre müstakil
olarak işletileceği hükmü emredicidir. Zira metinde "mecburdur"
ibaresi yer almaktadır. Aynı kararnamenin dövizle ilgili 7.
maddesindeki düzenlemede ise böyle bir mecburiyet konulmamıştır.
"işletilir" denilmek suretiyle kanaatimizce kurumlara uygulamada
esneklik tanınmak istenmiştir.
Döviz katılma hesaplarının vadelerine ve döviz cinslerine
bakılmaksızın tek hesapta işletilmesi belki ülke ihtiyaçları açısından
faydalı görünmektedir. 566 Ancak TL.nın vadelerine göre ayrı
işletilmesinden beklenen faydayı ortadan kaldıracağı da açıktır. Çünkü
564
ÜNAY, s. 32.
YÜKSEL, s. 91.
566
GÜNAL, s. 24.
565
173
bu halde hesap sistemi karışacak, 567 havuz yönteminin anlamı
kalmayacak ve en önemlisi hesap sahipleri yönünden adaletsizlikler
ortaya çıkacaktır. Vade gruplarının bir anlamı kalmamaktadır.
Hesap sahibi açısından kâr payı çekme ve kapatma imkanı nedeniyle
en kârlı vade üç aylık dönem olmakla birlikte 568 kurum için tersine,
fonların kullanılmasında uzun vadeli işler genellikle daha kârlı işler
olduğundan kârdan zarar söz konusu olacaktır. Oysa döviz hesaplarının
vadelerine göre ayrı işletilmesi halinde her havuz kendi faaliyetinden
kazanır ve bu durum uzun vadeli hesap sahipleri lehine olabilir.
Kurumlar, Başb. Teb.nin 20/d maddesi gereğince ikinci faaliyet
yılından itibaren katılma hesaplarında biriken fonların yıllık ortalama
olarak %25’ini döviz sağlayıcı faaliyetlere tahsis etmek zorundadırlar.
Bu hüküm ÖFK.larının kuruluş amacına uygun ve isabetli bir hüküm
olmakla birlikte, cari hesapların kullanılmasından veya öz kaynağın
işletilmesinden
doğan
faaliyetlerin
bir
sınırlandırılmaya
tabi
tutulmamış olması, kanaatimizce eksikliktir.
2. Katılma Hesaplarının Kullanılmasında Riskin Dağıtılması
İlkesi
Katılma hesapları kâr vermekle birlikte teoride zarara da ortak
edebileceğinden teminatsızdır. Hesap sahipleri için tek teminat,
kurumların tecrübesi, uzmanlığı ve ticari kudretidir. 569
Özel mevzuatta ÖFK.larının iştirakleri ile ilgili sınırlamalar dışında
fonların kullanılması ile ilgili bir düzenleme yoktur. Ancak yine de
kurumun, fonların işletilmesi sırasında riskin dağıtılması ilkesini
gerçekçi olarak uygulaması halinde zarar ihtimali asgariye inecektir.
Hatta zarar ihtimalinin münferit faaliyetler seviyesinde söz konusu
olabileceği, makro düzeyde ise kâr zarar tablosunun daima müspet
sonuç vereceği söylenebilir. 570
Finansmanda en önemli ilke olduğu kabul edilen ve Bütün
Yumurtaları Aynı Sepete Koymama ilkesi olarak da adlandırılabilecek
olan 571 riskin dağıtılması ilkesine göre de, ÖFK faaliyetlerinde
sorumluluk doğurabilecek risk iki türlüdür.
567
DURAKBAŞA, ÖFK Kâr Zarar Bölüşümü, s. 46. Yazar, döviz dışındaki
katılma hesaplarının vadelerine göre ayrı gruplar halinde izleneceğine
işaretle buna havuz (pool) adını vermektedir.
568
BÜYÜKDENİZ, s. 182.
569
Katılma hesaplarına benzer müesseselerden KOB.lerinde de AO.nun basiretli
idaresi
ve
idarecilerin
iyi
niyeti
dışında
önemli
bir
teminat
bulunmamaktadır. ERTUNA, s. 47, BÜYÜKDENİZ, s. 175.
570
AKIN, s. 72.
571
TOPÇU, s. 51.
174
Birincisi, işleticinin yalan beyanından doğan moral risk. İkincisi de
piyasa gelişmelerinin beklenenden farklı olmasından doğan iş riskidir.
İlk riskin bertaraf edilmesi sistemin yayılmasına ve ekonomik
hayattaki moral değerlerin kuvvetlenmesine bağlıdır ve bütün ticari
faaliyetler için geçerli olan özel bir durumdur. İkinci tür riskin en iyi
çaresi
ise
riskin
dağıtılması
ilkesi
yoluyla
portföyün
çeşitlendirilmesidir. 572
Bankalar açısından bir zorunluluk olarak görülen ve kanunla
teminat altına alınan bu ilkenin 573 ÖFK.ları için de özellikle katılma
hesaplarında aynı biçimde zorunlu tutulmaması bir eksikliktir.
BanK.daki kadar ayrıntılı olmasa da katılma hesaplarından bir kişiye
kullandırılacak fonun azami sınırının özel mevzuatta tespit edilmesi
gerekir. 574
Başb. Teb. 20/e’de yer alan “her bir vade grubunda toplanan
fonlardan tek bir gerçek veya tüzel kişiye kullandırılabilecek azami
miktar Banka tarafından belirlenir” hükmüne rağmen bu düzenlemenin
yapılmamış olması önemli bir eksikliktir.
3. Katılma Hesaplarında Hesapların Bağımsızlığı İlkesi
Katılma hesaplarının kullanılmasında önemli bir prensip de
hesapların bağımsızlığı ilkesidir. Buna göre kurum alacaklıları katılma
hesapları üzerinde hak iddia edemezler.
Bu hesaplardan kullandırılan fonlarla ilgili bir alacak için, mesela
yapılan bir kâr ve zarara katılma yatırım akdinde taahhüt edilen ancak
fon kullanana fiilen teslim edilmeyen kısım için bu şahsın katılma
hesapları üzerinden alacak hakkı olup olmadığı, yani bu alacağın Başb.
Teb. 19/d anlamında kurum alacağı mı, yoksa hesap üzerindeki bir
alacak hakkı mı olduğu mevzuatta açıkça belirlenmemiştir.
Katılma hesaplarının tek alacaklısı hesap sahipleridir. Ancak
kanaatimizce, bu problemin hallinde fon kullanan tarafı da mağdur
etmeyecek şekilde bir düzenleme yapmak, fon kullananın kurumdan
alacaklı olduğunu ancak özellikle tasfiye halinde alacağını kurum
hesaplarından sağlayamaması durumunda katılma hesaplarından da
talep hakkı olduğunu kabul etmek gerekir.
Katılma hesaplarının toplandığı vade gruplarından (Havuz-pool)
aktarma yapılması, yani kısa vadeli fonların uzun vadeli işlerde, uzun
vadeli fonların kısa vadeli işlerde kullanılması da özel mevzuata göre
mümkün olmakla birlikte, kanaatimizce bazı yönlerden uygun değildir.
572
AKIN, s. 378, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 140.
ÜNAY, s. 26.
574
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 44.
573
175
Her ne kadar hesap sahipleri hem iç iradelerinde hem de akit
metinlerinde yer alan bu kayıtları kabul etmek suretiyle açıkça
kurumlara bu imkanı verebilirlerse de, burada kurumlara düşen, hesap
sahiplerinin iznini suiistimal etmeden mümkün olduğunca her grubu
kendi yapısına uygun şekillerde değerlendirmek ve böylece hesap
sahipleri arasında kâr dağıtımını en adil bir şekilde gerçekleştirmeye
çalışmaktır.
Uzun vadeli faaliyetlerin kısa vadeli olanlara göre daha kârlı olduğu
açıktır. Katılma hesabı belgelerinin satıldığı serbest ikinci piyasanın
oluşması ile, hesap sahipleri kısa vadeli hesaplardan, daha uzun vadeli
hesaplara yönelecekler, bu da kurumların her tür faaliyet için rahatlıkla
fon bulmalarını sağlayacaktır. 575 Zira uzun vadeli fonların kısa vadeli
işlerde kullanılmasının kolay olmasına karşılık, kısa vadeli fonların
uzun vadeli faaliyetlerde kullanılması sakıncalıdır.
4 . Ö z e l F o n T o p l a m a v e K u l l a nı m U s u l l e r i
a) Katılma Hesaplarının Tarımsal Endüstride Kullanılması
Bu özel faaliyette katılma hesapları bizzat kurum tarafından
çalıştırılacaktır. Yani kurumların aracılığı söz konusu olmayacaktır.
Fona para yatıranlar açısından kârın dağılmamasından dolayı
kârlılığı nedeniyle avantajlı olan bu faaliyet sahası o oranda da
risklidir. Bu nedenle bu fonların kullanılması sırasında denge çok iyi
korunmalıdır.
Özellikle sadece tarımsal endüstri alanına izin verilmiş olması,
İslam ülkeleri içerisinde Türkiye'nin bu sektörde ticaret şansının
yüksek olmasına bağlanabilir.
b ) M ü s t a k i l H e s a p l a r d a F o n T o p l a nı l m a s ı
Her özel proje için Hazine Müsteşarlığına başvurarak özel izin
almak kaydıyla, özel projelerinin finansmanı için ve münhasıran o
işlere tahsis edilmek üzere müstakil hesaplarda fon toplanabilecektir.
Bu fonlarda genel faaliyet kuralının aksine, riskin yatırımlarda
dağıtımı ilkesi geçerli değildir. Bu nedenle daha titiz hareket etmeyi
gerektirmektedir.
Görüldüğü gibi bu faaliyet hem nerede kullanılacağının belirtilmiş
olması nedeniyle toplanılması açısından, hem de belirli bir faaliyet
olması nedeniyle kullanım yeri açısından farklılık göstermektedir.
Kanaatimizce burada özel projeden maksat, devletin ekonomik
politikası açısından önemli olan sahalardaki yatırımlardır.
575
BÜYÜKDENİZ, s. 182.
176
C. Hesaplar Üzerinde İşlemler
1. Hesabın Devri
ÖFK hesaplarının devri ve temliki her halde mümkündür. Kural
olarak borçlunun yani kurumun onayı veya kuruma ihbar zorunluluğu
yoktur. Ancak kurumun üçüncü kişilere karşı iyi niyetle ödemede
bulunma ihtimalini ortadan kaldırabilmek için BK 165 gereğince
hesabın devrine ait -tercihen noterce düzenlenmiş- senedin kuruma
tebliği gerekir.
Hesabın devri, kurumun durumunu ağırlaştıramaz yani eski hesap
sahibine karşı sahip olduğu mahsup, takas gibi defi haklarını devralana
karşı da ileri sürebilir. 576 Aksi halde kurumların elinden hukuki
dayanak olmaksızın önemli bir hak alınmış olur.
Sözleşme veya hesap cüzdanının zilyetliğinin mülkiyetin devri
amacıyla geçirilmesi şarttır. Zilyetliği geçirenin mülkiyeti devre
yetkisi olmalıdır.
Katılma hesabı belgelerinin üzerinde yazılı hesap değeri ile,
düzenleyen kurumun günlük veya haftalık ilan ettiği birim değeri
çarpılmak suretiyle belgenin değerinin piyasada belirlenmesi
mümkündür. Ancak, bu işlemin sonucu bir tür referans fiyat fonksiyonu
görecek, belgenin gerçek değeri arz ve talebe göre belirlenecektir. 577
Bankalar sisteminde hesapların menkul haczi hükümlerine göre
haczedilmesi
mümkündür.
Bu
halde
aksi
haciz
kararından
anlaşılmadıkça sadece birinci haciz ihbarnamesinin bankaya tebliğ
edildiği anda hesapta mevcut değerler haczedilir.
Hesap cüzdanları kıymetli evrak olmadığından hesap cüzdanının
haczi ile hesabın haczi gerçekleşmiş olmaz. Ancak borçlunun haczi
etkisiz bırakmasını önlemek amacıyla icra memurunca hesap cüzdanına
el konulması mümkündür. 578
Buna karşılık ÖFK katılma hesabı belgeleri kıymetli evrak olarak
kabul edildiği takdirde belgenin haczi üzerinde yazılı alacağın da haczi
sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle bankacılık uygulamasındaki haciz
işlemlerini bu durumu da dikkate alarak ÖFK katılma hesaplarına
uygulamak gereklidir.
Borçlunun kurumda gerçekten hesabı varsa haciz tutanağı
düzenlenir ve yazının bir sureti de iliştirilerek, hesabın haczedilişi,
alacaklının muvafakati ve icra memurunun izni olmadan hesap üzerinde
tasarrufta bulunamayacağı, taahhütlü bir mektupla hesap sahibine
bildirilir. Ayrıca defter ve kartlara kaydedilir.
576
YÜKSEL, s. 77.
BÜYÜKDENİZ, s. 182.
578
YÜKSEL, s. 81, ÜNAY, s. 107, KURU, s. 10.
577
177
Haciz tutanağının düzenlenmesi ve bu haczin borçluya bildirilmesi
ile borçlunun kurumdaki hesabı haczedilmiş olur. Haczin tekemmülü
için kuruma birinci haciz ihbarnamesinin gönderilmesi de şart değildir.
İİK 88'in üst başlığına göre ihbarnamenin gönderilmesi borçluya
ödemeyi önleyen bir muhafaza tedbiridir. 579
Borçlunun hesabı veya haczedilecek malı yoksa bu durum yine yedi
gün içinde icra dairesine bildirilir. Aksi halde kurum kendisinde
mevcut olmayan bir alacağa dayanarak ödeme yapmak zorunda
bırakılabilir. 1958 t.li bir Yargıtay İ.İ.D. Kararına göre bu nedenle
yapılan ödeme hesap sahibinden rücuen talep edilebilir. 580
Ayrıca MK 864 gereğince, hesaba haciz konulması, daha önce
yapılmış bir sözleşmeden doğmak şartıyla sonradan muaccel olacak
alacaklarla ilgili olarak kuruma ait olan hapis ve takas hakkını ortadan
kaldırmaz. 581
Kurum takip borçlusundan aynı zamanda alacaklı olup da alacağı
müeccel ise, kurumun alacağının vadesinin, borçlunun hesabının
vadesinden daha önce sona ermesi halinde kurum kendi alacağı ile
borçlunun katılma hesabından doğan alacağını takas edebilir. 582
Bankalardaki vadeli hesaplarının haczedilen bakiyeleri vade
sonunda ödenir. Vadenin dolduğu tarih icra dairesine önceden
bildirilmelidir. 583 Ancak katılma hesaplarından vadeden önce de para
çekilmesi mümkün olduğuna göre hesap sahibine tanınan bu imkan kati
haciz talep eden alacaklıya da tanınmalıdır. 584
İflas eden gerçek veya tüzel kişiye ait katılma hesaplarında da hak
sahibi masa, ancak vadeden sonra hesaptaki paraya el koyabilir.
Vadesiz mevduatta ise özelliği gereği her an hesaptaki parayı çekmek
mümkündür. 585
ÖFK.larında açılan her iki tür hesabın rehni mümkündür ve yazılı
usule tabidir. Rehin verene iyi niyetli ödemeyi önleyebilmek için akdin
rehin alan tarafından kuruma ihbarı şarttır. Bilgi verilen kurum artık
rehin veren veya alana ödemede bulunmaz. Ödeme için iki tarafın
muvafakati lazımdır. Uyuşamamaları halinde borçlu kurum hesap
bakiyesini BK 91 gereği resmi makamlara tevdi ederek borcundan
kurtulur. 586
579
KURU, s.
YÜKSEL,
581
YÜKSEL,
582
KURU, s.
583
ÜNAY, s.
584
KURU, s.
585
ÜNAY, s.
586
YÜKSEL,
580
12.
s. 78.
s. 78.
61.
34.
60.
33.
s. 78.
178
MK 875'in ikinci cümlesinde emredilen bu genel tevdi yeri bir
banka olduğuna göre rehin veren ile kabul eden arasında uyuşmazlık
olması halinde katılma hesaplarının bankaya tevdii yerine, aynı vade
ile yenilenmiş sayılması uygun görülmelidir.
Rehin sadece rehin sözleşmesinden sonraki kârı içine alır. Ancak
rehinde rehin alana alacağın mülkiyeti değil sadece rehin tutarını hesap
üzerinden tahsil etme hakkı geçer. 587
2. Hesaptan Para Çekilmesi veya Kapatılması
Katılma hesapları vade sonunda son dönem kârı veya zararı ile
birlikte çekilmek sureti ile kapatılabileceği gibi vadesinden önce de bir
ay önceden ihbar etmek şartı ile ve içinde bulunulan vade döneminin
varsa sadece zararına ortak olmak suretiyle kapatılabilir.
Katılma hesaplarından kısmen para çekilmesi de mümkündür. Bir
kısmının çekilmesi halinde kalan meblâğ üzerinden kâr ve zarar
hesaplanmasına devam edilecektir. Ayrıca sadece dönem kârları da
çekilebilir.
Hesaplardan para çekilmesi sırasında kullanılan cüzdanın ve
imzanın kontrolü konusunda, Yargıtay’ın bankalar için öngördüğü
çözüm yolu kullanılabilir. Mahkemeler, bankalarca hesap cüzdanlarına
derc edilen, cüzdan hamiline ayrıca kimlik aramaksızın ödemede
bulunma hakkı kaydını bir çeşit sorumluluktan kurtulma şartı sayıp, BK
100'ün ışığı altında, banka görevlilerinin somut olayın gereklerine göre
hamilin imzasını ve kimliğini iyi incelememekle ağır kusur işleyip
işlemediklerini araştırmakta, ayrıca hesap sahibine cüzdanı iyi
saklamamak ve herkesin eline geçebilecek bir yerde bırakmak veya
bankaya cüzdanın kaybından bilgi vermemek gibi bir müterafık kusurun
isnat edilip edilemeyeceği üzerinde de durmaktadırlar. 588
Yatırım fonu sözleşmesinde katılma belgesi sahiplerinin sözleşmeyi
fesih ve o günkü değeri üzerinden belgelerinin karşılığını alma hakları
vardır. 589. Ayrıca yatırım fonlarında, katılma belgesi sahipleri ile
yönetici ortaklık arasında vekalet ilişkisi olduğundan müvekkil vekili
her zaman azledebilir. BK 396'nın aksine, doğacak zararlardan sorumlu
olmaz. Ayrıca azil söz konusu olduğundan, istifadan farklı olarak ferdî
sonuç doğurur. 590
Kurumların likiditeyi temin edememeleri ya da başka nedenlerle
hesap sahiplerinin haklı taleplerine karşı ödeme yapmamaları halinde
hesap sahiplerinin ÖFK aleyhine iflas talebinde bulunmaları İİK 179'a
587
YÜKSEL, s. 78.
TANDOĞAN, Bankacının Sorumluluğu, s. 115.
589
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 132, EYÜPGİLLER,
Kuruluşlar s. 121, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 78.
590
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 112.
588
179
Banka
ve
Mali
tabidir. Ayrıca TK 436 gereğince şartların
mahkemeden şirketin feshini talep edebilirler.
oluşması
halinde
D . K a t ı l m a H e s a b ı n d a Za m a n a ş ı m ı
Bak. Kur. Kar.nin hesaplarda zamanaşımını düzenleyen 11.
maddesine uygun olarak kaleme alınan Başb. Teb.nin 24. maddesine
göre; cari hesaplarda, hesapla ilgili son muamele tarihinden veya hesap
sahibinin herhangi bir şekilde en son yazılı talimatı tarihinden itibaren
on yıl geçmiş olması halinde, katılma hesaplarında ise ilk vade
bitiminden itibaren on yıl süreyle hesap sahibince bir işlem yapılmayan
veya aranmayan hallerde hesap tutarı, sahibinin isim, kimlik ve
adresini içeren bir belge ile birlikte hazine hesabına geçirilmek üzere
TC. Merkez Bankasına devredilir.
Bu düzenlemenin katılma hesapları ile ilgili kısmının kaleme alınış
tarzı düzgün değildir. Sadece “ilk vade bitiminden itibaren on yıl süre
ile işlem yapılmamış” olması halinde devri öngörmekte, böylece ilk
vade bitiminden itibaren herhangi bir tarihte bir işlem yapılmış olması
halinde zamanaşımının söz konusu olmayacağını ifade eder tarzda
anlaşılmaktadır.
Oysa zamanaşımı ilk vade bitiminden itibaren işlem yapılmayan
hallere mahsus olmamalıdır. BankK 36’da bu düşünce doğru bir şekilde
ifade edilmişken, ÖFK.ları için yanlışlık eseri olarak, farklı anlama
gelebilecek bir hüküm konulmuştur. 591
Ödünç akdinde de geri verme borcu, on yıllık zamanaşımına tabidir.
ve zamanaşımının başlangıcı sözleşmede iade için vade tespit edilmişse
vadenin dolduğu tarihtir. 592
ÖFK hesaplarındaki on yıllık zamanaşımı süresinin tespitinde BK
125'teki bu genel hükümden ziyade BankK 36'daki hüküm rol
oynamıştır. 593 Ancak her ikisi de tebliğin 28. maddesi ile ilgili
görüşümüzü teyit etmektedir.
Tebliğin 24. maddesinde BankK 36’da olduğu gibi hesap tutarının
devredileceği emredilmiştir. Hesap tutarı cari hesaplarda bakiye,
katılma hesaplarında ise birim hesap değerine göre hesaplanan
miktardır.
Hesaplarda zamanaşımını kesen işlemler genel olarak, para çekme,
yatırma, nakil (virman), 594 alacak ve borç kayıtları olarak belirlenebilir.
Cari hesaplarda çek keşide edilmesi de para çekme anlamında olup
591
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, (burada da aynı eksik ifade tekrarlanmaktadır).
bkz. s. 23.
592
TANDOĞAN, 1/2, s. 364.
593
EYÜPGİLLER, Mali Kuruluşlar, s. 115.
594
Hesaplarda zamanaşımının durması söz konusu olmayıp ancak kesilmesi ve
böylece kaldığı yerden değil yeni baştan işlemeye bağlaması söz konusudur.
180
zamanaşımını keser. Katılma hesaplarında hesaba kâr-zarar payı
işlenmesi gibi tek taraflı işlemler 595 zamanaşımını kesecek etki yapmaz.
Ancak bunun hesap sahibinde bulunan hesap cetveli veya hesap
cüzdanına işlenmesi zamanaşımını keser. Bu nedenle kâr payı
işlemelerinin tarihleri de hesap cetvellerine ve hesap kartonlarına
işlenmelidir. 596
Kurumlar on yıllık zamanaşımına konu olacak hesapların sahiplerini
uyarmak amacıyla yılda iki defa, on yıllık sürenin dolmasına en çok bir
yıl kalmış hesapları bir liste halinde hazırlayarak şubelerinde muhafaza
eder. Bu listenin inceleme için hazır bulundurulduğu Türkiye’de
yayınlanan en yüksek tirajlı beş gazeteden birinde ve ayrıca kurumun
lüzumlu göreceği iller ve ülkelerde ilan edilir.
Küçükler adına ve yalnızca bunlara ödeme yapmak kaydıyla açılan
hesaplarda on yıllık zamanaşımı süreleri küçüğün reşit olduğu tarihten
itibaren işlemeye bağlar. Ancak küçükler adına kayıtsız şartsız
açtırılan hesaplarda zamanaşımını dolması için küçüğün reşit olması
gerekmeyip normal zamanaşımı kuralları geçerlidir. 597
F. Hesapların Dayandığı Sözleşmeler ve Metinleri
Sözleşme özgürlüğü, hukuk düzeninin sınırları içinde fertlerin irade
beyanları ile diledikleri hukuki sonuçları ortaya çıkarabilme özgürlüğü
olarak tarif edilirse çok geniş anlamıyla akit yapıp yapmama, tarafları
seçme, şekil belirleme, sözleşmeyi değiştirme veya ortadan kaldırma,
muhtevasını belli etme özgürlüğü 598 şeklinde farklı gruplara ayrılabilir.
İşte sözleşme serbestisinin ÖFK hesapları açısından hukuk
düzenindeki tek sınırı, özel mevzuat ve ilgili oldukları oranda genel
kanunlardaki emredici hükümlerdir.
Genel kural olarak özel hukuk sözleşmeleri şekle bağlı değildir.
Yani geçerlilikleri için kanunda belirlenmiş özel şekil şartları yoktur. 599
Ancak ÖFK.ları birer güven kurumu olmaları ve sistem olarak
kamuya mal olmaları nedeniyle yapacakları sözleşmelerin ve bu arada
hesap akitlerinin özel mevzuatla sınırlanması uygundur. Böylece
bankacılık sektöründe önemli tartışmalara neden olan genel işlem
şartlarının ÖFK.ları tarafından uygulanmasına bir sınır getirilmiş
olacaktır.
595
ÜNAY, s. 49.
YÜKSEL, s. 89.
597
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 21.
598
TANDOĞAN, 1/1, s. 9.
599
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 100
596
181
Nitekim cari hesaplar ve katılma hesapları ile ilgili sözleşmelerde
bulunması gereken şartlar Mer. Bank. Teb.nin 1 ve 3 nolu ekinde
sayılmıştır.
Bu durumda, BK.nda numerus clausus ilkesinin yer almamasına
rağmen 600 ÖFK.larının yapabilecekleri akit tipleri özel mevzuat
tarafından sınırlandırılmış olmaktadır.
ÖFK cari hesaplarını bankalardaki vadesiz tasarruf mevduatına
benzetmek ve hesap cüzdanını yeterli görmek mümkündür. Cüzdanla
birlikte bir de hesap akdi imzalanmış olabilir. Ancak bu halde dahi
bankalardan farklı bir uygulamaya tabi tutmamak gerekir.
Hesap cüzdanı hesaba uygun olarak hazırlanan ve hesap
hareketlerini göstermeye yarayan bir cetveldir. Aynı zamanda
düzenleyen bankanın veya kurumun hesap sahibine karşı bir borç
senedidir. Bu yüzden hesap hareketlerinde cüzdanın yetkililerce
imzalanması gerekir.
Hesap cüzdanının veya sözleşmenin kaybı halinde, hesabın
blokesini sağlamak üzere en kısa yoldan kurum haberdar edilmelidir. 601
Haber verme şeklinin nasıl olacağı belli olmamakla birlikte, ispat
açısından vesikalı haberleşme sisteminin kullanılması uygundur. Aksi
halde kötü niyetli görevlinin suiistimal yolu açılmış olur.
Bankalarda hesap cüzdanını kaybeden mudiye ödeme yapılabilmesi
için kendisinden bir ibraname alınması ve hesap kapatılarak yeni bir
numara ile yeni bir hesabın açılması gerekmektedir. 602 Hesap sahibi
bankaca tanınmıyorsa ibranamenin noter onayından geçirilmesi yerinde
görülmektedir. 603
Bankaların tasarruf cüzdanı kıymetli evrak değildir. Ancak Alman
uygulamasındaki gibi cüzdan üzerine, yatırma ve çekmelerde bankanın
ibrazı yeterli göreceğini, kimlik araştırma hakkı olmakla birlikte
yükümlü de olmadığı yazılmak suretiyle eksik nama yazılı kıymetli
evrak haline getirmek mümkündür. Sadece borçlu lehine konulmuş olan
böyle bir kayıt, hamiline kaydı olarak adlandırılır.
Böylece ortaya çıkan eksik nama yazılı senetle banka, iyi niyet
kurallarına uymak kaydıyla cüzdanı ibraz eden herkese ödeme
yapabilir. Eksik nama yazılı senet, kıymetli evrak ile ispat senedi
arasında bir yerdedir. Çünkü borçlunun her hamile ödeme yükümü
600
TANDOĞAN, 1/1, s. 9
YÜKSEL, s. 93.
602
KÜNEY, s. 86, ÜNAY, s. 37, YÜKSEL, s. 93.
603
ÜNAY, s. 37.
601
182
yoktur. Senet hamilinin de ödemeyi isteme hakkı değil sadece bir şansı
vardır. 604
604
YÜKSEL, s. 92.
183
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N I N F O N K U L L A N D I R M A
FAALİYETİ
Faizsiz çalışma özelliği nedeniyle yeni bir tür sayılan ÖFK.larının
kullanmakta olduğu sözleşme türlerinden bazıları Türk hukukunda bu
güne kadar uygulanmakta olanlardan bu yönden farklıdır.
Aşağıda önce fon kullandırma faaliyetleri ile ilgili genel bilgiler
vereceğiz. Daha sonra ÖFK.larının bu faaliyetlerini sırasıyla ele alacak
ve bu farklar ile uygulanacak hükümleri ayrıntıları ile inceleyeceğiz.
Ancak belirtelim ki bankaların menkul ve gayrimenkul mal ticareti
yapamamalarına karşılık ÖFK.ları özel nitelikleri gereği bizzat ticaret
yapma hakkına sahiptirler.
I. FONLARIN KULLANILMASI İLE İLGİLİ GENEL
ESASLAR
A. Genel Olarak Fon Kullanılması Şartları
1. Tercih Hakkının Kuruma Ait Olması
ÖFK.larının fon toplama faaliyetinde havuz sistemi uygulanmakta
ve hesaplar vadelerine ve para cinslerine göre ayrı havuzlarda
toplanmaktadır. Bununla birlikte, bu havuzlardaki mevcudun birbirine
karıştırılmadan kullanılması şart olmadığından, çeşitli yatırımlarda
kullanılacak fonların hangi havuzdan veya havuzlardan temin edileceği
konusunda inisiyatif tamamen ÖFK.na aittir. Sistemin ve hesap açma
sözleşmesinin gereği de budur. 605
Mer. Bank. Teb.nin 1 nolu Ekinin 8. maddesine göre kurumun
çeşitli vadelerde toplanan fonları birlikte kullanma hakkının olacağı,
bu durumda her bir vade grubunun kâr ve zarardan katkısı oranında pay
alacağı ve katılma hesaplarına para yatıranların ancak kendi vade
grubuna isabet eden kâr dağıtımında hak sahibi olacağını belirtir bir
ibarenin Kâr ve Zarara Katılma Hesabı Akdinde bulunması gerekir.
Bu durumda vadeler arasında aktarma imkanı vardır. Ancak uzun
vadeli fonlardaki parayı kısa vadeli işlerde kullanmak mümkün ve
bazen makul olmakla birlikte kısa vadeli fonların uzun süreli
yatırımlarda kullanılmasının istisna olmaktan çıkarılarak devamlı hale
605
DURAKBAŞA, ÖFK Kâr Zarar Bölüşümü, s. 45.
184
getirilmesi arada kapanan hesaplar açısından haksızlık ihtimalini akla
getirmektedir. 606
Kanaatimizce bu ihtimal sistemin gereğidir ve haksızlık söz konusu
değildir. Çünkü, kısa vadeli katılma hesabı açtıran, yukarıda zikredilen
mecburiyet nedeniyle sözleşmede yazılı olduğundan, kurumun elindeki
bu imkanı başta öğrenmekte ve kabul etmektedir. Ayrıca, kısa vadeli
fona uygun, kısa vadede gelir getirecek verimli faaliyet bulunmaması
halinde atıl tutulmaktansa uzun vadeli işlerde çalıştırılması kısa vadeli
fon için daha iyidir.
Ancak yine de vade ve faaliyet süresi arasında büyük farklar
olmaması için havuzlardan sağlanacak azami miktar ile ilgili nispî bir
sınır koymak yerinde olacaktır. Böylece hesap sahipleri, kendi rızaları
ile dahi olsa haksızlığa uğramamış olacaklardır.
Fonların kullandırılmasında aşağıda ayrıntılarıyla incelenecek olan
faaliyet türlerinden hngisinin tercih edileceği de kurumların
(yöneticilerinin) risk ve yönetim anlayışlarına ve takdirlerine
bırakılmıştır. Ülkemizin ekonomik yönden sağlıklı gelişebilmesi için,
bu durumun değişmesi ve bazı tür kurumların belirli faaliyet türleri
üzerinde yoğunlaşmasının sağlanması gerektiği savunulmaktadır. Bu
kapsamda ÖFK.larının da kâr ve zarar ortaklığı yöntemi ile fon
kullandırma faaliyetine ağırlık vermesine yönelik düzenlemeler
yapılması teklif edilmektedir. 607
2. Faaliyet Türleri İle İlgili Beklentiler ve Gelişmeler
ÖFK.larının fon kullandıracağı faaliyetlerin tercihinde ekonomik
hayatın getirdiği iki ihtimal söz konusudur. Birincisi, sanayi ve ticaret
yatırımlarının mal temini yoluyla desteklenmesi, ikincisi de nakit
sermaye vererek ticari faaliyetlere ortak olunması.
Ayrıca ikinci tür tercihten kaynaklanan bir diğer ihtimal de risk
sermayesi (venture capital) ortaklıkları kurmak ve bu sektörün
ülkemizde de gelişmesini sağlamaktır. 608
Faizsiz bankacılık ile risk sermayesi ortaklığı arasında tarihi
sebeplerden kaynaklanan bir beraberlik ve yakınlık vardır. 609
Bu nedenle ÖFK.larının ülkemizde faaliyete geçmeye başladığı
yıllarda ekonomik kamuoyunda ve bilim çevrelerinde yaygın kanaat 610
606
DURAKBAŞA, ÖFK Kâr zarar Bölüşümü, s. 45.
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 179. Yazarlar bu amaçla özel mevzuata konulacak
hükümle kâr ve zarara katılma yatırım sözleşmesinin bir takvim ve hedef
çerçevesinde her yıl oransal olarak artırılmasının emredilmesini teklif
etmektedirler.
608
Ayrıntılı bilgi için bkz. ÇİZAKÇA, Risk Sermayesi, s. 21 vd.
609
Ayrıntılı bilgi için bkz. ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 176 vd.
610
AKIN, s. 405, AYTAÇ, s. 238, GÜRDOĞAN, (Sempozyum, s. 170'te) bu
607
185
kurumların geliştikçe bilhassa ikinci yönteme öncelik vererek her iki
yöntemi de uygulayacakları ancak ilk kuruluş yıllarında bir süre birinci
tür faaliyetlere ağırlık verecekleri yolunda idi.
Ancak yıllar geçmesine rağmen henüz ikinci tür faaliyetlerde bir
mesafe alınamamış olması beklentileri boşa çıkarmakta ve kurumların
yöneticileri bu nedenle eleştirilmektedir. 611 Kanaatimizce eleştirilere
sebep olan bu durumun haklı gerekçeleri vardır.
İşletmecilerin finansman ihtiyacını karşılamak amacıyla bir malı
peşin alıp uzun ya da kısa vadeli olarak talep sahibine satmak yeterli
teminat sağlanmış olduğu takdirde büyük bir kötüniyet riski
içermemektedir. 612
Oysa bir işletmenin ticari faaliyetine ortak olunması halinde
işletmeciye ya da idareciye güvenmek gerekmektedir.
Zira ülkemizde kayıt dışı ekonomik yapı özellikle küçük ve orta
çaplı işletmelerde vergi için ayrı defter, borç ve alacakların takibi için
ayrı defter uygulaması şeklinde devam etmektedir. Bu uygulama
tamamen ya da önemli ölçüde önlenemedikçe, bir ÖFK.nun, faaliyetine
ortak olduğu işletmenin gerçekte ne miktar kâr elde ettiğini ticari
defterleri incelemek suretiyle tesbit etmesi mümkün olmayacaktır.
Diğer deyişle bu faaliyeti uygulayan bir kurumun muhatabı tarafından
kasten yanıltılması mümkündür.
Bu durum ise teminatla karşılanamayacak türden bir risk
oluşturmaktadır. 613
O halde bu tür faaliyetlerde riskin asgariye indirilebilmesi için
faaliyetin tamamen ve sıkı bir şekilde kontrol altında tutulması
gerekmektedir. Bu kontrol bir denetim mekanizması kurarak değil
bizzat ve aktif olarak yönetime katılmak suretiyle gerçekleştirilebilir.
ÖFK.larının bunu yapabilmesi için faaliyetine ortak olduğu bütün
işletmeler nezdinde en az bir ya da birkaç vasıflı elemanı daimi surette
bulundurması 614 hatta yönetimde etkin olması 615 gerekir. Her işletmenin
yöntemin gerekli tecrübeden yoksun firmaların kaybetme ihtimalinin yüksek
olması, işin takibinin güçlüğü ve ortaya çıkan zararın bütünüyle ÖFK
tarafından karşılanması nedeniyle kurumlarca az başvurulan bir yöntem
olduğunu, ancak küçük ölçekli ve belirli bir uzmanlık isteyen alanlarda
uygulanmasının yaygınlaştırılabileceğini belirtmektedir.
611
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 178, NECCAR, Risk Sermayesi, s. 32.
612
DURAKBAŞA, ÖFK Kâr Zarar Bölüşümü, s. 44.
613
ÇİZAKÇA, Risk Sermayesi, s. 21.
614
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 179, KONURALP /SARUHAN, s. 25.
615
KONURALP /SARUHAN, s. 25. Yazarlar bu durumun, yerli işletmelerin
Arap sermayedarlarının kontrolüne geçmesine sebep olabileceğini iddia
etmekte ve sakıncalı bulmaktadırlar.
186
bu şekilde kontrol edilmesi gerek personel ve gerekse işletme
maliyetlerini önemli ölçüde artıracaktır. 616
Öte yandan bu denetim de yeterince sağlıklı değildir.
Görevlendirilen personele de güvenilmesini gerektirir.
Ayrıca fon kullanan tarafın da kurumun kendi yönetimine
katılmasına ve müdahalede bulunmasına yatkın olması gereklidir. 617
Bu durum ÖFK.larının kâr ve zarara katılma yatırım akdi yoluyla
fon kullandırmasını önemli ölçüde engellemektedir. Daha kolay ve
masrafsız olan ve mal teminine aracılık yönteminin çeşitli türlerini
uygulamaya devam etmektedirler. 618
Kanaatimizce ekonomik yapı bu şekilde devam ettiği sürece
ÖFK.larının çekinmesini haklı karşılamak gerekmektedir. Bu nedenle
öncelikle ekonomik şartlar değiştirilmelidir. 619
Ancak bu tercihin ÖFK.larının kârlılığını ve dolayısıyla hesap
sahiplerinin kâr oranlarını olumsuz etkilediğini de belirtmek
gerekmektedir. Mal teminine aracılıkta sadece aracılık kârının
bulunmasına karşılık, kâr ve zarara katılmalı yatırım ortaklığında,
destek verilen faaliyetin her aşamasındaki kara ortak olunmaktadır. 620
3. Kurumsal İlkelerden Kaynaklanan Sınırlamalar
ÖFK fonları ile her türlü ticari faaliyete girişebilmek mümkündür.
Kurumların yapısından doğan tek gerçek sınır, dini anlamda faize
temas etmemesidir.
Faize temas yasağı; kanaatimizce kurumların katılma hesaplarında
toplanan fonların gelir getirici faaliyetlere aktaramadıkları kısmını
ticari bankalara mevduat olarak yatırma hakları bulunup bulunmadığı
konusunda da belirleyici olacaktır.
Başb. Teb. 17/3’te, cari hesaplarda “biriken dövizler ayrıca Türk
bankaları nezdinde veya uluslararası para ve ticaret piyasalarında da
kullanılabilir” denilmektedir. Bu maddede zikredilen “bankada
kullanma imkanı”nın anlamı nedir?
Cari hesaplarda biriken fonlar karşılığında hesap sahiplerine hiçbir
gelir verilemeyeceğine göre bu şekilde çalıştırılması halinde elde
edilen faiz geliri kurumun kendi geliri olarak kayda geçecektir. Faiz
almamayı bir hayat felsefesi haline getirmiş olan müşterilerin bu faizle
616
BULUTOĞLU, Uygulama, s. 50.
Bu şart bilhassa tecrübeli ve işini rayına oturtmuş bulunan işletmeciler için
kolay kabul edilemeyecektir. NECCAR, Risk Sermayesi, s. 37.
618
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 178.
619
ÇİZAKÇA, (Risk Sermayesi, s. 22 vd.nda) bu amaçla risk ile vergi yükü
arasında ters orantı kurmaya yönelik bir vergi reformu teklif etmektedir.
620
NECCAR, Risk Sermayesi, s. 35.
617
187
ilgisi olmadığı, kurum ortaklarının ise kendi hayat felsefelerini
kendilerinin belirleyecekleri düşünülebilir.
Ancak benzer imkan katılma hesapları için de getirilmiştir. Başb.
Teb. 20/c’ye göre; olağan fon kullanma metotlarına “göre
kullandırılamayan fonlar bankalarda tutulabilir.” Bu halde bankadan
elde edilecek faizin gelir olarak ilgili havuza aktarılacağı ve bu havuza
iştirak eden bütün katılma hesabı sahiplerine hisseleri oranında intikal
ettirileceği açıktır.
Bu ise katılma hesabı sahiplerinin beklentilerine tamamen aykırı bir
durumdur. Faizsiz yöntemlerle ticaret yapılarak hesap sahiplerine bu
faaliyetin kârından hisse verilmesi gerekirken faiz karşılığı bir bankaya
yatırmak gibi daha kolay bir yolla elde edilen gelirden pay verilmesi
sistemin ruhuna aykırıdır.
Bu hükümler, kurumların sadece kendi sistemlerine göre çalışan
yabancı bankalarla ilişkiye girmeleri şeklinde yorumlanabilir. 621 Ancak
kanaatimizce bu yorum mevcut mevzuat karşısında zorlama bir yorum
olacaktır. Faizle çalışan bankalara faiz karşılığı hesap açılmasına
açıkça izin verilmektedir.
Bu iznin haklı bir gerekçesi olmadığı kanaatindeyiz. Kurumlar
topladığı fonları ya kullanırlar ve kâr elde ederek dağıtırlar ya da
verimli kullanamazlar ve zarar ederek bunu yansıtırlar. Bununla
yetinmeleri gerekir.
Katılma hesabı sahipleri de aynı şekilde bu sonuçla yetinmelidirler.
Aksi takdirde katılma hesabı sahipleri, doğrudan bankada açacakları bir
mevduat hesabı ile elde edebilecekleri faiz gelirinin -en çok %20’lik
kısmını kuruma aracılık kârı olarak bırakılıp- bir kısmına, hiç bir
gerekçesi yok iken dolaylı yoldan kavuşmuş olacaklardır.
Kurumların bu konudaki yetkisi ilk fırsatta kaldırılmalıdır. Şayet
faizle çalışan bankaların bankacılık sistemine hakimiyetinden
kaynaklanan kabul edilebilir bazı zorunluluklar varsa bu durumda
makul bir oranla sınırlandırılmalıdır. Bu konuda belirlenecek standart
rasyoya
kurumların
uyup
uymadıkları
da
ayrıntılı
olarak
denetlenmelidir.
Böylece müşterilerine kâr payı adı altında faiz geliri dağıtan
kurumların akde aykırılık gerekçesiyle hukuki sorumluluğu yoluna
gidilebileceği gibi özel mevzuata aykırılık nedeniyle faaliyetten men
müeyyidesi de uygulanabilecektir.
Sermaye piyasasında işlem gören hisse senedi, tahvil, gelir ortaklığı
senetleri, 622 kâr ortaklığı belgeleri gibi menkul kıymet türünden
621
622
AYTAÇ, s. 237.
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 35, Durakbaşa, Gelir Ortaklığı Senetlerine ÖFK
fonlarından para aktarmakta bir sakınca olmadığını, bunun tamamen
188
kıymetli evraka yatırım yapılıp yapılamayacağı da; bunların,
kurumların esas sözleşmeleri ile organ olarak düzenledikleri ve
danışma kurulu olarak çalışan dini denetleme heyetlerince incelenerek
karara bağlanmasından sonra ortaya çıkacaktır. 623
Bu heyet kurum yönetimini ve en üstteki genel kurulu bağlayıcı
karar alamayacağına göre denetim yetkisi de yoktur. Kurumun denetim
kuruluna ve ortaklara bilgi vermek şeklindeki dolaylı denetim ise
yeterli değildir. Ancak bu sorun kurumların iç işleyişi ile ilgili olup
daha ziyade dini yönden de tartışmalı sayılabilecek konuları
içermektedir.
4. Ortaklıkla İşlem Yapma Yasağının (TK 334) Kurumlar
Yönünden Sonuçları
ÖFK.larının fon kullandırma sınırları ile ilgili diğer bir engel de
TK 334/1’de yer alan ortaklıkla işlem yapma yasağıdır. Buna göre
yönetim kurulu üyelerinden hiçbiri, genel kuruldan izin almadan
kendisi veya başkası namına, bizzat veya dolayısıyla şirketle şirket
konusuna giren bir ticari muamele yapamaz.
Genel kurulun izni ile yasağın kalkabileceği de göstermektedir ki
bu yasağın amacı üçüncü kişileri değil doğrudan doğruya ortaklığı ve
ortakların haklarını korumaktır.
Fonların kullandırılması kurumun ticari faaliyetini teşkil ettiğine
göre, fon kullanmak isteyen yönetim kurulu üyesinin bu talebi TK
334'e tabi tutulacak mıdır?
kurumun kârlılık tercihine bağlı olduğunu, DÜNDAR da bu senetlerin
havuzda toplanıp dağılma sistemi ve faizsiz olması nedeniyle ÖFK.larının
çalışma tarzına benzediğini savunmaktadır.
ÖFK.larında faizden kaçışın sonucu olarak en önemli özellik kâr ile birlikte
zarara da ortak olunmasıdır.
Bu senetlerin kaynağı olan köprü, baraj, yol gibi altyapı tesislerinin zarar
etmeyeceği öne sürülebilir. Ancak mesela barajın çökmesi halinde riskin
kime ait olacağı, belge sahiplerinin ana parayı geri alma garantilerinin
mevcut olup olmadığı bu yönden önemlidir. 2983 sy.lı Tasarrufların Teşviki
ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kanun ve ilgili
Yönetmelikte bu konular net olarak düzenlenmemiş olmakla birlikte,
düzenleme yapılmamış olan konularda TK.nun hisse senedi ile ilgili
hükümlerinin
uygulanacağı
emredilmek
suretiyle
konu
açıklığa
kavuşturulmuştur.
Hisse senedi, anonim şirket ortağını şirketin kârına da zararına da ortak eden
bir kıymetli evraktır. ÖFK.larının riske dayalı çalışma mantığına uygundur.
Bu nedenle biz de kurumların bu yatırım araçlarını satın alabilecekleri
kanaatindeyiz.
623
Ancak bu konularda yapılmış ayrıntılı ilmi çalışmalar çok azdır. ERSOY, s.
11.
189
Kanaatimizce bu sorunun cevabı olumlu olmalıdır. Hatta yasağın
örtülü işlemlere de şamil olduğunu kabul etmek gerekir. 624 Buna göre
bu yasağı kaldırıp icazet verme yetkisi genel kurula aittir. Yasağa
rağmen kurumla yapılan işlem üyeyi bağlamakla birlikte ortaklığı
bağlamadığına göre, hükümsüzlüğü askıda bir işlemdir.
Genel kurulun adi çoğunlukla alacağı karara göre sonuca
ulaşılacaktır. Kurum açısından bağlayıcılık, baştan beri söz konusu
olmadığından mahkemeden iptal veya fesih kararı almaya gerek yoktur.
İşlem yapma yasağını çiğnemek aynı zamanda yönetim kurulu
üyesinin sadakat borcuna da aykırılık teşkil eder. 625
Aynı maddenin ikinci fıkrasında “Bankalar Kanununun hususi
hükümleri mahfuzdur” denilmek suretiyle, bu yasağın ihlali halinde
daha ağır sonuçlar doğuracak olan bankacılık sektörü için özel kanunla
konulmuş kurallara öncelik verilmiştir. Zira bu özel kanunda yer alan
kurallar doğrudan doğruya bankaların güvenli çalışması ve üçüncü
kişileri (müşterilerin) haklarının korunması ile ilgilidir.
BankK. 41 ve 42. maddelerle getirilmiş olan ayrıntılı sınırlamalar
sektörde yaşanmış olan acı tecrübelere dayanmaktadır.
Uzun süreden bu yana yapılan tenkitler üzerine, benzeri
sınırlamalar ÖFK.larının ortakları, mensupları, yönetim kurulu üyeleri
ve akrabaları hakkında da konulmuştur.
Böylece bu kurumların yönetiminde bulunan kişilerin, kendi
ellerindeki yönetim (takdir) yetkisini kendi lehlerine kullanarak;
kurum, ortakları ve katılma hesabı sahipleri aleyhine haksız kazanç
elde etmeleri önlenmiş bulunmaktadır.
B. Kullanılabilecek Fonlar
ÖFK.nun kullandırabileceği fonların iki kaynağı vardır: Cari
hesaplar ve katılma hesapları. Ayrıca öz kaynaklar da faaliyetlerde
kullanılabilir.
Cari hesaplarda biriken fonların TL için %8, yabancı para için
%11’i Merkez Bankasında tutulmak zorundadır. Kalan kısım ise
ÖFK.larının yetki ve sorumluluğunda olmak üzere kullanılabilir.
Başb. Teb. 29’a göre kurumlar, cari hesaplarda ve katılma
hesaplarında toplanan fonlarla müstakil bir işletme kuramayacakları
gibi herhangi bir işletmeye sermaye koyarak ortak olamazlar.
Bu sınırlandırma tek başına önemli bir anlam ifade etmediği
gerekçesiyle eleştirilmiş ve bunun üzerine 6.11.1998 tarihli R.G.’de
624
625
ÇAMOĞLU, s. 84.
ÇAMOĞLU, s. 84.
190
yayınlanan 7 nolu tebliğ ile, genel fon kullandırma sınırları bankalara
paralel bir biçimde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Bu değişikliği içeren Mer. Bank. Teb. 9/A’ya göre;
“1)Kurumların, her iki tür hesapta biriken fonlardan bir gerçek veya
tüzel kişiye kullandırabilecekleri fonların toplam tutarı, kurumun
özkaynaklarının %20’sini geçemez. Bu oran aşılmamak şartıyla
kurumların katılma hesaplarından kullandırabilecekleri fonlar, her bir
vade grubuna ait katılma hesabı havuzunda biriken tutarın %20’si ile
sınırlıdır.
2)İhracat ve yurt dışı müteahhitlik hizmetleri için kullandırılan
fonlarda 1. bentte belirtilen oranlar %25’tir.
3)Bir adi ortaklığa kullandırılacak fonlar, sorumlulukları oranında,
ortaklara kullandırılmış fon sayılır.
4-a)Her birine kullandırılacak fon tutarı hakkında (1) ve (2)
bentlerdeki sınırlar saklı kalmak üzere bir kurumun dolaylı fon tahsisi
ilişkisi içinde bulunulan gerçek ve tüzel kişilerin tümüne
kullandırabileceği fonların toplam tutarı, özkaynaklarının %75’ini
geçemez. Bu oran aşılmamak şartıyla, kurumların dolaylı fon tahsisi
ilişkisi içinde bulunulan gerçek ve tüzel kişilerin tümüne katılma
hesaplarından kullandırabileceği fonlar, her bir vade grubuna ait
katılma hesabı havuzunda biriken tutarın %60’ı ile sınırlıdır.
b)Bu
tebliğ
uygulamasında,
lehlerine
fon
kullandırılıp
kullandırılmadığına bakılmaksızın,
i)bir gerçek kişi ile eş ve velayeti altındaki çocuklarına, bunların
sınırsız sorumlulukla katıldıkları veya yönetim kurulu başkanı, üyesi,
genel müdür ya da genel müdür yardımcısı oldukları ortaklıklara,
ii)kamu tüzel kişileri hariç olmak üzere bir tüzel kişinin veya
(i)bendinde sayılanların sermayelerinin doğrudan veya dolaylı olarak
%25 veya daha fazlasına iştirak ettikleri ortaklıklara
kullandırılan fonlar, gerçek veya tüzel bir kişiye dolaylı olarak
kullandırılmış fon sayılır.
Dolaylı iştirak oranı, iştirak oranlarının çarpılması suretiyle
hesaplanır.
5-Kefalet, teminat ve benzeri yükümlülükler ile kurumlarca kabul
edilen aval ve kefaletler de bu madde uygulamasında fon kullanımı
olarak kabul edilir ve bu şekildeki gayrı nakdi fonlar %50 oranında
dikkate alınır. Her kurum ve /veya bankanın riskin en az %15’ini
üstlenmesi ve katılan kurum ve/veya banka sayısının 3’ten az olmaması
şartıyla, konsorsiyum şeklinde verilecek teminat mektuplarında bu oran
%25’tir.”
Ayrıca bazı fon kullandırma işlemlerinin -risksiz ya da çok düşük
riskli olması nedeniyle- bu maddedeki sınırlandırmalara tabi olmadığı
da belirtilmiştir.
191
Bu düzenlemede yer alan sınırlama ve yukarıda TK 334 yerine
öngördüğümüz sınırlamaların her ikisi de faaliyetlerde bazı kişilerin
imtiyazlı
duruma
geçmesini
önlemeye
yöneliktir.
Böylece
faaliyetlerden elde edilecek gelirin en çok %20’sinin kuruma ait
olabileceğini düzenleyen hükmün dolanılması ikinci bir %20 ile
önlenmiş olacaktır. Ayrıca karar yetkisini elinde tutanların, bu yetkiyi
istismar ederek, kurumun faaliyet kurallarını bertaraf etmek suretiyle
haksız kazanç elde etmesinin de önüne geçilmiş olacaktır.
Başb. Teb. 29’da yer alan ve hesaplarda biriken fonlarla müstakil
bir işletmeye sermaye koyarak ortak olunamayacağını düzenleyen
hüküm, sadece henüz finansal piyasada tutunma aşamasında olan
kurumlar için makul karşılanabilir.
Zira kârlı görüldükten sonra yukarıdaki sınırlar içinde kalan türden
faaliyetlere girilmesinde kanaatimizce bir mahzur yoktur. Hatta Başb.
Teb.ne dayanılarak çıkarılmış olan Mer. Bank. Teb.nin 2 nolu ekinin 7.
maddesinde de "fon kullananın faaliyetinin tümüne mi yoksa belli bir
faaliyet dalına mı ortak olduğunun", kâr ve zarara katılma yatırım
akdinde yer alacağı hükmü de bir işletmenin bütün faaliyetlerine ortak
olunabileceğini
zımnen
ifade
etmek
suretiyle
kanaatimizi
desteklemektedir.
Ancak bir fark vardır. Birinde iktisadi faaliyetin sonucuna kaydî
yönden ödünç vermek suretiyle iştirak, diğerinde ise sermaye koyma
söz konusudur. Kâr ve zarara katılma yatırım akdinin adi ortaklık ve iç
ortaklıkla ilgili bahsinde etraflıca incelenecek olan bu fark
kanaatimizce yasaklama için yeterli sebep değildir.
C. Fonların Kullanılabileceği Yerler ve Sınırları
Başb. Teb. 17'ye göre cari hesaplarda biriken fonların kurumun
kullanımına açık olan kısmının yarısı, gerçek ve tüzel kişilere bir
yıldan uzun vadeli, kalanı da en çok on iki ay vadeli olarak ticari işleri
finanse etmek için kullandırılabilir. Bu kullanımın en az %50'si
vadesinde aynen tahsil edilecek şekilde gerçekleştirilmiş olmalıdır.
Burada kanaatimizce karşılıksız verilen bir ödünce ilişkin anlaşma
amaçlanmıştır.
Cari hesaplarda biriken fonların en çok %20'si ile kâr ve zarara
katılma yatırım akdi hükümleri uyarınca fon kullanan kişinin kâr ve
zararına iştirak edilir. Burada dikkati çeken bir sınırlama söz
konusudur. Sadece kâr ve zarara katılma yatırım akdi hükümlerine göre
fon
kullandırılabilecek,
diğer
fon
kullanma
usulleri
uygulanamayacaktır.
192
Riskin dağıtılması ve likiditenin temin edilmesi amacıyla 626 Mer.
Ban. Teb. 9 ile katılma hesaplarından ya da cari hesaplardan bir gerçek
veya tüzel kişiye kullandırılabilecek azami fon tutarı kurum öz
kaynaklarının %20’si ile sınırlanmıştır.
Bu durumda kurumlar öz sermayelerine ya da ortaklarına dayanarak
kurdukları ortaklıklara, hesaplarda biriken fonları aktaramayacaklar,
böylece kurumun, katılma hesabı kârlarının en çok %20'sine iştirak
edebileceği hükmü dolanılamayacaktır.
Kurumların cari hesaplardan verecekleri karşılıksız ödünçlerin
süresinin ne kadar olacağı belirlenmemiştir. Kanaatimizce kurumların
uyguladıkları kâr ve zarara katılma yatırım akdinin gerçekleşebileceği
en kısa süreden daha uzun olmamalıdır. 627 Ancak bunun da bir sınırı
olmadığından
kurumlar
istedikleri
şekilde
karşılıksız
ödünç
verebileceklerdir.
Kanaatimizce, kâr ve zarara katılma yatırım akdinin en kısa süresi,
suiistimali önlemek ve denetimi kolaylaştırmak üzere en azından kârzarar hesaplanmasını mümkün kılacak kadar uzun olmalıdır.
D. Fon Kullandırma Faaliyetinde Uyulacak Esaslar
1. Genel Olarak
ÖFK.ları topladığı fonları çeşitli şekillerde bizzat üretime ve
yatırıma kanalize edebileceği gibi, gerçek ve tüzel kişilerin ekonomik
faaliyetlerinin emrine de verebilir. 628
Fon kullanmak isteyen müşteri, bankadan kredi alan kişi gibi
değerlendirilmeli, aynı şekilde araştırma ve kontrole tabi tutulmalıdır.
Bunu gerçekleştirecek şekilde, fon talep eden müşterinin kimliği, ahlâk
ve karakteri, işindeki yetenek derecesi, serbest serveti, alacağı fonun
mali
durumuna
ve
ödeme
gücüne
uygun
olup
olmadığı 629
belirlenmelidir. İstihbarat denilen bu araştırmalar ne kadar kuvvetli
olursa riskler o derece azaltılmış olur.
İstihbarat konuları üçe ayrılabilir. Fon kullanacak olanın şahsi, mali
ve ekonomik durumu.
Şahsi durum araştırması, tüzel kişiler açısından büyük ortaklar ve
yöneticiler için yapılabilir. Genel olarak bu kişilerin kimliği, ahlak ve
626
AYTAÇ, s. 237.
AKIN, s. 168.
628
AKIN, s. 205. Genel kural bu olmakla birlikte kurumun topladığı fonları bir
başka mali kuruluşa mudaraba akdi hükümlerine göre sermaye olarak
vermesi de mümkündür ve bu durumda İslam hukuku açısından çifte burçlu
mudaraba söz konusudur. ZARAKOLU, s. 10.
629
ÜNAY, s. 95, AKGÜÇ, s. 3.
627
193
karakteri, yeteneği, kredi kullanma engellerinin var olup olmadığı 630
araştırılacak, uzun ticari mazisi, teşebbüs kabiliyeti, yapacağı
faaliyette ihtisası, marifeti ve yüksek varlıklı oluşu 631 tercih sebebi
olacaktır. 632
Gerçek kişilerde ise dürüstlük, doğruluk, içtenlik, açıklık, bilgi,
akılcı davranış, yetenek, sağlık durumunun elverişliliği ve diğer şahsi
nitelikler ayrı ayrı aranacaktır. 633
Fon kullanmak isteyenin mali durumunda araştırılması gereken ise
çeşitli kaynaklar yardımıyla 634 yapmakta olduğu veya önceden
sonuçlandırdığı faaliyetlerin gelir getirme kapasitesi ve öz varlığı
yönünden değerlendirilmesidir. 635
Bu amaçla karşılıklı görüşmeler yapılmalı, hesap durumu, bilhassa
işletme hesabının özeti ve şirket sözleşmeleri, bilançosu, 636 resmi ve
yarı resmi kayıtlar, yayınlar, ticaret sicili ve gazetesi, tapu sicili, vergi
kayıtları, mahkeme, icra, noter, odalar ve birliklerinde tutulan kayıtlar,
Merkez Bankası istihbarat servisi ve Risk Santralizasyonu Teşkilatı 637
bilgileri dikkatli şekilde incelenmeli, piyasa inceleme ve araştırmaları
ile diğer kurum ve bankalardan sağlanan bilgiler ve varsa firmanın
daha önceki işlemleri ile ilgili olarak kurumda tutulan kayıtlar
değerlendirilmelidir.
Bu meyanda, ticari hayatta çok başvurulan bir hileye de dikkat
edilmelidir. Başarısızlığı veya suiniyeti bilinen kişilerin eski
şirketlerinin yerine, yeni şirketler kurması ve bu şirketler adına talepte
bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Bu durumun tehlikelerinden
kurtulmak için tüzel kişi tacirlerle ilgili bilgiler arasında yer alan
ortaklarıyla ilgili ayrıntıların da değerlendirilmesi gerekir.
Fon taleplerinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gereken ve talep edenin kontrolü dışında bulunan ekonomik faktörler
de değerlendirilmelidir. 638
630
ÜNAY, s. 76.
KÜNEY, s. 128.
632
AKGÜÇ, s. 5.
633
AKGÜÇ, s. 6-7-8.
634
ÜNAY, s. 89, AKGÜÇ, s. 15-16.
635
AKGÜÇ, s. 8.
636
Mali tablolar incelenirken firmaların rakam yığınlarının arkasında yatan
temel politikaları araştırılmalı ve dış finansman ihtiyacının sebepleri
belirlenmelidir. Bu da sadece masa başı çalışmaları ile yetinmeyerek işyeri
ziyaretlerinde firmanın sahip ve idarecileri ile yapılacak görüşmelerle
gerçekleştirilebilir. AKGÜÇ, s. 4.
637
Risk
santralizasyonunun
kullanılıp
kullanılamayacağına
ilişkin
değerlendirme için bkz. yukarıda 1. Bölümde III. A. 1. a. ff. nolu başlık.
638
AKGÜÇ, s. 13.
631
194
Bu kapsamda ekonomik hayattaki dalgalanmalar, firmanın faaliyette
bulunduğu endüstri kolundaki gelişmeler, hükümetlerce işlenen genel
ve özel ekonomi politikaları incelenmelidir.
Bu inceleme sonucunda kurum amaç ve ilkelerine uygunluğu
belirlenen 639 kârlı ve gelişen ortaklıklara ve yeni kurulan verimli
teşebbüslere riskin dağıtılması ilkesine göre 640 fon kullandırılır.
2. Uyulacak İlkeler
a) Hesapların Bağımsızlığı İlkesi
Kurumlar fon kullandırma faaliyetleri için üç tür kaynağa
sahiptirler. Kendi kaynakları, cari hesaplarda biriken fonlar ve katılma
hesaplarında biriken fonlar.
Yukarıda anlatılmış olan hesapların bağımsızlığı ilkesi gereğince
kurumlar bu üç hesabı birbirinden bağımsız işleteceklerdir. Muhasebe
sistemi buna göre kurulacak ve kurumların denetiminde de bu hususa
dikkat edilecektir.
Kurumun kendi kaynaklarının kullanılmasından ortaya çıkan kâr ve
zarar tamamen kuruma aittir. Cari hesapların çalıştırılmasından
kaynaklanan kâr ve zarar da aynı şekilde kurumun kendi kaynaklarına
aktarılacaktır. Diğer deyişle zarar halinde kurum kendi özkaynakları
yardımıyla bu zararı kapatacak, cari hesaptan aldığını aynen iade
edecektir.
Katılma hesaplarının çalıştırılmasından elde edilecek olan kârın en
çok %20’sini kurum kendi hesabına kâr olarak aktaracak, faaliyetin
zararla sona ermesi halinde de yine zararın en çok %20’sini kendi
hesaplarından çekip zarara katılma payı olarak katılma hesabına
aktaracaktır.
Bu uygulama öncelikle cari hesap sahipleri için bir teminat
oluşturmaktadır. Bu kişiler yatırdıkları paraları diledikleri zaman
çekebilirler. Özellikle kurumun mali durumunun bozulması halinde cari
hesap sahipleri kurumun kendi hesaplarına karıştırılmamış olan bu
paralar üzerinde hak sahibidirler. Öte yandan kurumun bu hesapta
bulunan fonları çalıştırması ve zarar etmesi halinde de kendi
kaynakları öncelikle bu zararı karşılamak için kullanılacaktır. Diğer
deyişle cari hesap sahipleri, alacaklarını elde etmek amacıyla kurum
malvarlığı üzerinde öncelikli alacaklı durumundadırlar.
Hesapların bağımsızlığı ilkesi katılma hesabı sahipleri yönünden de
önemli sonuç doğurmaktadır. Bu hesaplar hem diğer iki hesap türünden
bağımsızdır. Hem de kendi içinde hesap ve vade türlerine göre
639
640
Ayrıntılı bilgi için bkz. NECCAR, Banka, s. 85.
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 2. TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 140.
195
bağımsız işletilecektir. Böylece her katılma hesabı sahibi sadece kendi
istediği türden faaliyetin sonucuna katılmış olabilecektir.
b) Riskin Dağıtılması İlkesi
Yukarıda hesapların kullandırılma yöntemleri incelenirken de ifade
edildiği üzere bir çok mali kuruluş ve özellikle bankaları için riskin
dağıtılması bir zorunluluk olarak öngörülmüş olmasına rağmen
ÖFK.ları için böyle bir yükümlülük getirilmemiştir. Bu önemli bir
eksikliktir ve en kısa zamanda giderilmelidir.
Bununla birlikte kurumlar basiretli işletmecilik mantığının bir
gereği olarak riskin dağıtılması ilkesini uygulamak zorundadırlar.
Özel mevzuatta bu konuda bir düzenleme yapılmış olsaydı,
uymamanın müeyyideleri de gösterilecekti. Ayrıca buna uymayan
kurumlar özellikle yeterli kâr dağıtmamalar veya zarara ortak etmeleri
halinde katılma hesabı sahiplerine karşı basiretsiz yönetim nedeniyle
hiç tereddütsüz sorumlu tutulabileceklerdi.
Mevcut düzenlemede emredici hükümlerin bulunmaması nedeniyle
kurumlar riski dağıtmanın ölçüsünü belirlemekte serbesttirler.
Basiretsiz yönetim nedeniyle kurumun katılma hesabı sahiplerine karşı
sorumluluğunun gündeme getirilmesi halinde riski objektif olarak
yeterince dağıtmamış olması, açık bir basiretsizlik hali olarak
değerlendirilebilecek midir?
Kanaatimizce özel mevzuat emretmiş olmasa dahi ekonomik hayatın
tecrübeleri ve olağan akışı kurumları bu ilkeyi uygulamaya
zorlamaktadır. Uygulamamaları halinde basiretli bir işadamı gibi
hareket etmiş sayılmaları mümkün değildir. Oysa TK 20/2 her tacire,
ölçüsü ve kapsamı mesleğine göre değişen ölçüde, basiretli davranma
yükümlülüğünü getirmektedir. Özellikle de mali kuruluşların yukarıda
açıklandığı gibi, bu ilkeyi uygulamama konusunda bir tercih hakkı
bulunmamaktadır.
O halde sonuç olarak denilebilir ki özel mevzuatta belirtilmemiş
olmasına rağmen ÖFK.ları da bu ilkeyi uygulamak zorundadırlar. Aksi
halde sorumlu tutulabilirler. Mevzuat yeterli olsaydı sorumluluğun
sınırı buna göre belirlenebilecekti. Mevcut durumda ise sorumluluk,
ilkenin yeterince uygulanıp uygulanmadığını objektif kriterlere göre
belirleyecek olan bilirkişi yardımıyla karar vermek üzere hakimin
takdirindedir. 641
641
Bu değerlendirmede kurumların yatırım kapasitesi ve hareket kabiliyeti
nazara alınmalıdır. Sözgelimi menkul kıymetler ile çalışmaları nedeniyle
yatırım fonları ÖFK.larından daha avantajlıdır. BULUTOĞLU, Uygulama, s.
50.
196
Bu tespitten sonra riskin dağıtılması ilkesinin içeriğini
belirleyelim.
Sermaye piyasasının aracı kurumları için en temel prensip olan 642 ve
bir çok aracı kurum için verilen tariflerde bir unsur olarak yer alan
riskin dağıtılması ilkesi, yatırımların bir işletme veya konuya
hasredilmeyip değişik sahalara bölünmesini ifade eder.
Bu yolla düzgün ve istikrarlı gelir sağlanarak kollektif yatırımlara
olan ilgi artırılabilir ve spekülatif yatırımlara set çekilebilir. Bu aracı
kurumların riskin dağıtımında uzman kadrolar tarafından yönetilmesi
halinde, yapılan yatırımların kârlılık şansı yüksek olur. Önceden
tahmin edilemeyen nedenlerle bazı yatırımlar zarar etmiş dahi olsa
riskin dağıtılması ilkesi sonucu çoğu halde toplam işlem sonucu
açısından zarar söz konusu olmayacaktır. 643
Ekonomik hayatın en temel kurallarından biri riskleri asgariye
indirmektir. 644 Bu nedenle sadece sermayeye aracı kurumlar değil kendi
sermayesini çalıştıran kişiler de yapabildikleri ölçüde faaliyet
dallarını, yatırım alanlarını ve bölgelerini çeşitlendirmek suretiyle
riski asgariye indirmeye çalışmaktadırlar.
Risk yeterince dağıtılabildiği takdirde bir ya da birkaç alanda veya
işlemde ortaya çıkan zararı diğer alanlardaki karlar kapatacaktır.
ÖFK.larının katılma hesabı sahiplerine her dönemde az ya da çok
reel gelir dağıtmaları, zarara ortak etme ihtimalinin teorik boyutta
kalmasına ve bu da kurumların eleştirilmesine neden olmaktadır. Oysa
bu durum riskin dağıtılması ilkesinin uygulanmasının tabii sonucudur.
Gerçekten ticaret kâr elde etmek için yapılır ve toplumsal kaos ve
savaş hali gibi çok özel olağanüstü haller dışında, piyasadaki
işletmelerin büyük çoğunluğu az ya da çok reel kâr elde eder. Hatta
ekonomik kriz dönemlerinde dahi işletmelerin yine de yarıdan çoğu
kârlıdır. Olağan dönemlerde kârlı işletmeler toplam işletmeler içinde
%80-90 gibi yüksek oranlara ulaşır.
O halde piyasanın çeşitli alanlarında ve ülkenin çeşitli bölgelerinde
faaliyet gösteren farklı kişilere ait 100 işletmenin faaliyetine herhangi
bir şekilde ortak olan bir sermaye sahibi, dönem sonunda bu
işletmelerden yirmisi zarar etse dahi kalan sekseni kâr edeceğinden ve
bu kâr zararı kapatacağından neticede kâr elde etmiş olacaktır.
642
FRANKO, s. 40-41, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 1, TEKİNALP, Sermaye
Piyasası, s. 78, 107, 112.
643
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 51. Yukarıda da değindiğimiz gibi iyi
yönetim halinde beklenmeyen durumlar; sonuç üzerinde, genel zararın
ortaya çıkmasına sebep olacak kadar fazla etkili olmayacaktır.
644
NECCAR, Risk Sermayesi, s. 34.
197
Bu sonuç riski yeterince dağıtan bütün kurumlar için de aynen
geçerlidir.
Riskin dağıtılması genel olarak şu şekillerde gerçekleştirilebilir. 645
•Mali yönden dağıtılması: İki şekilde olabilir, Ya kurumlar, öz
sermaye veya fonların toplamını nazara alarak, kullandırılacak fonların
üst sınırlarını tespit ederler. Ya da sonucuna katılınacak faaliyetin
genel maliyetinin belli bir oranını, yatırımın üst sınırı olarak
belirleyebilirler.
•Hukuki yönden dağıtılması: Sabit gelirli veya değişik gelirli
faaliyetlere yatırım yapılır. Gelirin değişken olması halinde risk ve bu
oranda da kâr fazladır. 646
•Coğrafi yönden dağıtılması: Yatırımların bölge, ülke ve kıtalara
bölünmesi ile politik, askeri risklere, devletleştirmeye karşı korunma
sağlanmış olur.
•Ekonomik yönden dağıtılması: Sınai ve ticari alanlarda değişik
sektörlere dağıtılmasıdır. Bu sayede krize giren sektörler nedeniyle
fonun zararları asgariye indirilmiş olur. 647
Son olarak belirtelim ki riskin aşırı derecede dağıtılması da kontrol
güçlüğü nedeniyle doğru değildir.
3. Fonların Kullanılmasında Teminatlar
Hesap sahiplerinin ÖFK.larına yatırdıkları fonlara karşılık iki tür
teminatı vardır. Kasıt veya kusur olmaksızın zarar edilmesi riskine
karşılık kurumların ticari kudret ve kabiliyeti ve sorumluluğa neden
olacak şekilde kâr elde edilememesi ya da kâr edilmesine rağmen
bunun hesap sahiplerine kısmen veya tamamen çeşitli şekillerde
dağıtılmaması riskine karşılık da kamu kurum ve kuruluşlarının
yapacakları denetlemeler ve konulmuş olan hukuki-cezai sorumluluk
hükümleri.
Öte yandan kurumlar da topladıkları fonları kullanırken teminatlı
işlem ilkesine uygun hareket etmek zorundadırlar. Aksi halde özen
borcuna aykırılık nedeniyle hesap sahiplerine karşı sorumlulukları
gündeme gelebilecektir. 648
Kurumların fon kullandırdıkları gerçek ve tüzel kişilerden
alabilecekleri teminat da bankacılık uygulamasında olduğu gibi iki
türlüdür: Kefalet ve rehin.
645
FRANKO, s. 40-41, YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 52, TEKİNALP,
Sermaye Piyasası, s. 81.
646
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 128.
647
YASAMAN, Yatırım Fonları, s. 31.
648
Y. 13. H.D. 5.2.1991 t.li ve 7902/1070 sayılı Kararı. KARAHASAN, C. 6, s.
679.
198
Şahsi veya gayri nakdi teminat da denilen kefalette borçlu ile
birlikte bir üçüncü şahıs da kullanılan fonun ve kârının haksız olarak
kuruma aktarılmaması ihtimaline karşı ödemeyi taahhüt eder. Burada
borçlu veya kefilden hangisinin durumu daha iyiyse alacağın ondan
tahsilini sağlamak amacıyla bu tercih hakkını veren müteselsil
kefaletin uygulanması daha uygundur. 649
Fon kullandırılan şirket ortaklarının da şahsi sorumluluklarını
sağlamak ya da genişletmek veya fon kullandırılanla bağı olan
kimselerden de teminat almak yolu ile kurumun şahsi teminatının
artırılması mümkündür. 650 Böylece fon kullandırılan kişinin kanunen
sorumlu olduğu malvarlığı değerleri çoğaltılmış ve suiistimalin önüne
büyük ölçüde geçilmiş olur.
Aynî ya da maddi teminat türünde ise 651 kullandırılan fonlar,
yukarıda bahsedilen risklere karşı menkul (rehin) veya gayrimenkul
(ipotek) ile teminat altına alınır.
1447 sy.lı Ticari İşletme Rehni Kanunu ile düzenlenmiş olan rehin
türünün ÖFK.larının kullandırdığı fonların teminat altına alınmasında
da kullanılıp kullanılamayacağı müzakereye muhtaç bir konudur. Zira
ticari işletme rehninde rehin veren taraf (fon kullanan taraf) konusunda
bir problem olmamakla birlikte, 2. maddeye göre lehine rehin verilen,
ancak tüzel kişiliği haiz, sermaye şirketi olarak kurulmuş kredi
müesseseleri, kredili satış yapan gerçek veya tüzel kişiliği haiz
müesseseler veya kooperatifler olabilir.
Bu kısıtlama ticari işletme rehni imkanını sadece kredi
müesseselerine tanımak amacını gütmektedir. 652
ÖFK.larının tüzel kişiliği haiz sermaye şirketi olarak kurulmuş
kredi müesseselerinden sayılması ve mürtehin taraf olarak kabulü
mümkün müdür?
Üretim desteği sağlanması yolu ile fon kullandırılması halinde
ÖFK.nun kredili satışı söz konusu olduğundan bu tür faaliyetlerde
ikinci şıktan hareketle bu soruya olumlu cevap verilmeli ve ticari
işletme rehninin uygulanabileceği kabul edilmelidir.
Kâr ve zarara katılma yatırım akdi yoluyla fon kullandırılması
halinde de kredinin faizsiz de olabileceği göz önünde bulundurulmak
suretiyle yine olumlu sonuca ulaşılmalıdır.
Bütün bunlara ek olarak belirtilmelidir ki fon kullanma talepleri
değerlendirilirken yukarıda incelenmiş olan şahsi, mali ve ekonomik
649
ÜNAY, s. 63, NECCAR, Banka, s. 95. Yazar kollektif sorumluluğu ikinci
derecede sorumluluk olarak değerlendirmektedir.
650
YÜKSEL, s. 237.
651
KÜNEY, s. 26, NECCAR, Banka, s. 95.
652
POROY /YASAMAN, s. 48, No. 74.
199
faktörler ihmal edilerek yalnız maddi teminatla yetinmek yeterli
olmamaktadır. 653
Yapılan faaliyetin çeşitli teminatlarla desteklenmesi zaman zaman
yeterli olmayabilir. Bu durum diğer mali kuruluşlarda özellikle
bankalarda olduğu gibi, ÖFK.nun mali yapısını olumsuz etkiler.
Bankalar mali bünyeyi güçlendirici tedbirler niteliğinde olan
mevduat munzam karşılıkları ve disponibiliteye ek olarak, BankK. 32/3
gereğince teminatsız kalan kredilerin olumsuz etkisini önlemek
amacıyla, daha özel mahiyette bir tedbir uygulamaktadırlar. Buna göre
idarî veya kanuni takibe alınan alacaklar için karşılık ayırmak
zorundadırlar. Kanaatimizce ÖFK.larının da özellikle ekonomik
konjonktürdeki dalgalanmalar döneminde bu tarz idarî tedbirlerle
korunması ve desteklenmesi gerekir.
E . K â r v e Za r a r ı n B e l i r l e n m e s i
1. Kâr ve Zarara Katılmaya İlişkin Genel Sınırlar
a) Genel Olarak
Kurumların en temel prensipleri ve faaliyetlerinde faizden
ayrıldıkları nokta, kârına katıldıkları her faaliyetin zararına da ortak
olmalarıdır.
Kâr ve zarara katılma yatırım akdi adı verilen temel çalışma
tarzında, fon kullandırılan kişilerin kârına ve zararına iştirak şart
olmakla birlikte oranlarının ayrı ayrı olması mümkün ve pazarlık
usulüne bağlıdır.
Kâr ve zararın hesaplanabilmesi açısından fonun alan kişi
tarafından hangi faaliyette kullanılacağının ayrıntılı belirlenmesi
gerekir. Bu kişilerin faaliyetlerinin tümüne katılması da mümkündür.
Her iki ihtimalde de kurumların zarar dolayısıyla ödeyeceği meblağ,
kullandırdığı fon tutarını aşamaz. Bu kuralla, zarara katılmaya,
kurumları koruyan bir sınır getirilmiştir. Fonları aynı şartla toplayan
kurumların, kullandırdığı fonun zararına sınırsız olarak ortak olması
halinde kendi öz kaynaklarından ödeme yapması gerekebilir. 654
b) Düzenlemenin Eleştirisi
Kâr ve zararın hesaplanması ve hesap sahipleri arasında adil bir
şekilde paylaştırılması konusunda Bak. Kur. Kar. 15/b'nin verdiği
653
654
AKGÜÇ, s. 15.
Yatırım Fonlarında da fonla ilgili bütün masraf ve borçlar fondan
karşılanacak olup, yatırımcıların fon borçlarından dolayı sorumlulukları
yoktur. Yani katılma belgesi sahipleri de zarara en çok katılma belgesine
yatırdıkları meblâğ kadar katılırlar. TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 131.
200
yetkiye dayanarak Başb. Teb. 2/1-m-n'de tarifi yapılan düzenlemenin
ayrıntılarına girmeden diyebiliriz ki; bu sistem, hesaplarla ilgili bütün
taraflar açısından olabilecek en iyi kâr-zarar dağıtım tarzıdır. Kârzararın tespiti için yatırım fonlarının aksine bilançoya gerek yoktur. 655
Kâr-zararın alacak hakkına dönüşmesi için ayrıca kurumun karar veya
işlemine gerek olmayıp vadenin dolması yeterlidir. 656
Buna karşılık kâr ve zarara katılma oranlarının değiştirilebilmesi ile
ilgili düzenleme bazı sakıncaları taşımaktadır.
Başb. Teb. 19/f'ye göre kurumların, katılma hesaplarının
işletilmesinden doğan kârdan ve zarardan alacağı pay %20'den çok
olamaz. Kurumca faaliyete başlarken belirlenen oranın bu sınır içinde
kalmak kaydıyla değiştirilmesi, Merkez Bankasının iznine bağlıdır.
Görüldüğü gibi kurumların kâra ve zarara katılma oranlarının farklı
olması mümkündür.
Bu düzenleme kurumlar açısından suiistimali mümkün kılan bir
yapıya sahiptir. Her ne kadar katılma hesabı akdinde bu oranın açıkça
yazılması gerektiği Mer. Bank. Teb.nin 1 nolu ekinde belirtilmişse de
hesap açtıranların ince harflerle yazılmış bütün bu genel işlem
şartlarını okumaları beklenemez. Bu şartların geçerli olduğu genellikle
kabul olunmakla birlikte, kurumların, zarara katılma oranlarını kâra
katılma oranlarından düşük tutmaları halinde iyi niyet ve emniyetin
suiistimal edildiği de açıktır.
Bu nedenle kanaatimizce fonların elde ettiği kâr ve zarara
kurumların aynı oranda katılmaları gerektiği, özel mevzuatta emredici
hüküm olarak yer almalıydı. 657
Yukarıda izah edilen kâr ve zarara katılma ile ilgili hükümler
kanaatimizce emredici niteliktedir. Çünkü, Bak. Kur. Kar. 8 bu madde
dışında olmak üzere taraflara ayrıntılı düzenleme yapma yetkisi
vermiştir. Bu durumda kâr ve zarara katılma yatırım akdinin en kısa
süresinin katılma hesaplarındaki en kısa vadeden daha kısa olmaması
gerektiği söylenebilir. Bu durum hakkaniyete daha uygundur. Böylece
kısa vadeli hesap sahipleri; kurumun, kısa vadeli fonları uzun vadeli
fonlarla
birlikte
uzun
vadeli
işlerde
kullanmasından
zarar
görmeyeceklerdir. Ancak kısa vadeli fon kullandırmanın da fon
655
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 119.
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 131.
657
İsviçre ve Fransız uygulamasında yönetici ortaklığın ve saklayıcı bankanın
kâra iştirakleri yasaklanmıştır. Komisyon dışında bir gelir alamazlar. Oysa
Türk sisteminde yatırım fonunun yöneticisi fon gelirinden ücret dışında
başka menfaatler elde edebilir. Kâr payının bu gruba sokulması halinde
ÖFK.ları ile benzerlik de kuvvetlenmektedir. YASAMAN, Yatırım Fonları,
s. 93, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 120, 121.
656
201
kullanan taraf açısından işletme
yönünden mahzurları olabilir.
ve
kısa
sürede
geri
döndürme
2. Riskin Dağıtılmasının Kâr ve Zarar Üzerindeki Etkisi
ÓFK.nun fon kullandırdığı gerçek ve tüzel kişilerin bu faaliyet
sonucunda zarar etmeleri mümkündür. Ancak yukarıda incelendiği
üzere kurumlar için vazgeçilmez bir prensip olan riskin dağıtılması
ilkesi nedeniyle, herhangi bir faaliyet sonucu oluşan zararın hesap
sahiplerine net zarar olarak yansıması çok zayıf bir ihtimaldir. Sadece
kârdan zarar yani kârın azalması söz konusu olacaktır.
Ticari hayata global bakıldığında kâr etmek maksadıyla iş yapıldığı
ve kriz dönemleri dışında bunlardan en çok %20’sinin zararla
sonuçlandığı görülecektir. Aynı oranı kurumun fon kullandırdığı
faaliyetlere uygularsak, yüz faaliyetten yirmisinin zararla sonuçlanması
halinde dahi -iyi bir risk dağılımı uygulanmışsa- diğer seksen
faaliyetin kârı bu zararı kapatabilecektir. 658
Kurumların kullandırdıkları fonlardan elde ettikleri ve hesap
sahiplerine dağıttıkları kârın enflasyon oranlarının altında kalması
mümkündür. Bu halde reel zarar söz konusu olacaktır. Ancak bu
ihtimalin hesap sahipleri açısından en pratik çözümü, hesapların
enflasyondan etkilenmeyecek bir para birimi (döviz) üzerinden
açılmasıdır. 659 Böylece az da olsa kâr bir anlamda garanti altına alınmış
olacaktır. Zira kurumlar bu güne kadar döviz katılma hesaplarına az ya
da çok kâr dağıtmışlardır.
658
DURAKBAŞA, s. 45, Yazar, ÖFK faaliyetleri sonucunda yüksek enflasyon
dönemlerinde rakamsal olarak zarar oluşmasının beklenemeyeceğini
belirtmektedir.
Bu tespitin karşıt anlamından çıkan enflasyonun düşük olduğu hallerde zarar
olabileceği ihtimaline kasıtlı veya kusurlu basiretsiz idare halini istisna
tutmak kaydıyla –bu durumda her halükârda zarar edilecektir- katılmak
mümkün değildir. Zira enflasyonun düşmesi halinde farazi ticari gelirin de
düşmesi normal olmakla birlikte bu dönemde piyasa şartlarının iyileşmesi
sonucu riskli yatırım sayısı da azalacağından zarar eden yatırım ve böylece
zarar ihtimali de asgariye inmiş olur.
İstikrarlı ekonomik düzen bütün ticaret hayatına ve bu arada ÖFK.larına
olumlu etki yapacaktır. Yeter ki yatırım tercihlerinde gerçekçi kriterler göz
önüne alınsın ve riskin dağıtılması ilkesine önem verilsin.
659
ŞEKERCİ, s. 146. Kâr ve zarara katılmalı ödünç veya adi ortaklığın İslâm
hukukundaki benzeri olan mudaraba akdinde sermaye para olarak konup ta
bu para ile eşya aldıktan sonra paranın değeri düşerse mudarabanın hükmü
eşyaya geçer, yani bu mal sermaye olur. Sözleşme sona erdiğinde sermaye
koyan parasını, değer kaybettiği gündeki kıymeti üzerinden alır. Kalan
kazanç sözleşmeye göre bölüşülür.
Enflasyonun olumsuz etkilerini giderecek çözüm tarzlarından biri olan bu usul
de fon kullanan açısından ağırdır ve zaten Türk hukukunda uygulama imkanı
da yoktur.
202
3. Beklenen Kârın Elde Edilememesinin Sonuçları
Basiretsiz idare ya da kastî hareketler nedeniyle zarara sebep
olunması halinde ÖFK yöneticilerinin sorumluluğuna gidilebilir. Hesap
sahibinin kuruma karşı kazandığı böyle bir dava bu davanın tarafı
olmayan diğer hesap sahiplerine de (katılma hesabı sözleşmesinin
bireysel üstü niteliği nedeniyle) etkili olur. 660
4. Masrafların Kâr ve Zarara Etkisi
ÖFK.ları ile ilgili özel mevzuatta hangi masrafların gelirden
indirileceği açıklanmamıştır. 661
Kurumlar, katılma hesaplarının işletilmesinden doğan masrafları
kendi
kaynaklarından
karşılayacak
ve
bu
hesaplara
aksettiremeyeceklerdir.
Diğer
deyişle
kendi
bilançolarında
göstereceklerdir. Ancak fonu kullanan üçüncü kişiler açısından durum
farklıdır. Fonun kullanılması sırasında yapılan masraflar işletme
masrafları olarak kabul edilecek ve sonuçta net kârın belirlenmesinde
brüt kârdan indirilecektir.
5. Kâr ve Zararın Taraflar Arasında Takası İmkanı
İki ayrı faaliyetine, iki ayrı sözleşme ile fon kullandırılan bir
gerçek veya tüzel kişinin bir ortaklık faaliyetine kendi kusuru ile
verdiği zararı, diğer sözleşme sonucu sağladığı kârdan mahsup
ettirmesi mümkün olmayıp bu kârı ödemek ve diğer sözleşmeyi ayrıca
değerlendirmek zorundadır. 662 Bu kuralın özellikle bir faaliyet
sonucunda meydana gelen toplam zararın kurumun kullandırdığı fonları
aşması halinde kötü niyetli işleticileri engellemesi açısından önemi
vardır.
Ancak kanaatimizce bu kural aynı sözleşmenin hesap dönemleri
arasında uygulanmamalıdır. Oysa Başb. Teb. 26'ya göre fon kullanan
tarafından kuruma ödenen geçici kâr kurum açısından kesindir. Bu
hüküm yukarıdaki sakıncanın bir benzerini bu defa genellikle fon
kullananlar açısından doğurmakta, bir dönem önce ödediği kârı, ÖFK
açısından kesin olması nedeniyle daha sonra hesap üzerinde ödemesi
660
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 110. Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz.
yukarıda I. B. 2. b. nolu başlık.
661
GÖKALP /DEĞİRMENCİ, s. 64. 2983 sy.lı Kanunla Düzenlenen Gelir
Ortaklığı Senetlerinin işletilmesinden sağlanan gelirlerden bu tesislerin
yıllık işletme, bakım, onarım, idame ve her türlü masraflarını çıkarıldıktan
sonra kalan tutar üzerinden ödeme yapılır. ÖFK fonları ile bir tesisin
işletilmesine ortak olunması ve özellikle böyle bir işletme için özel amaçlı
fon toplanılması halinde bu kural kıyasen uygulanabilmelidir.
662
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 238, No. 478.g.
203
gereken zarara mahsup edemeyen fon kullanan, sonuçta kurumun kâr
etmesine rağmen zarar edebilmektedir. 663
663
Ayrıntılı bilgi için bkz. aşağıda 5. Bölümde III. B. 2. d. nolu başlık.
204
II. TOPLANAN FONLARLA ÜRETİM DESTEĞİ
SAĞLANMASI
A. Üretim Desteği Sağlanması Faaliyetinin Hukuki Yapısı
1. Genel Olarak
ÖFK.larının en çok uyguladıkları faaliyet türü üretim desteği
sağlanması yolu ile fon kullandırılmasıdır. Bu faaliyette işletmelerin
finansman ihtiyacı, kredi ya da ortaklık temelinde nakit kullandırmak
şeklinde değil, ihtiyaç duyulan eşyanın teminine aracılık yapmak
suretiyle karşılanmaktadır. 664
Kurumlar tarafından, talep üzerine asıl satıcısından peşin satın
alınan eşya, talepte bulunan kişiye vadeli –taksitli- olarak
satılmaktadır.
Böylece bir yandan nihai alıcıların finansman ihtiyaçları
karşılanmakta, diğer taraftan ÖFK.ları tarafından toplanan fonlar eşya
satımına aracılık şeklindeki vadeli satım yolu ile kullanılarak kâr elde
edilmekte ve hesap sahipleri ile kurum arasında paylaştırılarak
dağıtılmaktadır.
Başb. Teb. 20/b, 2.p’da üretim desteği sağlanması yolu ile fon
kullandırma; işletmeler için gayrimenkul, ham ve yarı mamul maddeler
ile teçhizat ve makine temini amacıyla, gerekli madde, teçhizat ve
gayrimenkulleri üçüncü şahıslardan peşin satın alıp vadeli satma
şeklinde izah edilmiş, 2/j’de de aynı tanım, "Alım-Satım Akdi" başlığı
altında yer almıştır.
Ekonomik yönden bakıldığında bu faaliyet bir finansman işlemi
olmakla beraber faizli kredi değil doğrudan ticaret niteliğindedir.
Hukuki
yönden,
yapılan
faaliyette
kullanılan
sözleşmeler
değerlendirilerek bir sonuca ulaşılmalıdır.
Üretim desteği sağlanmasında biri peşin, diğeri vadeli satış olmak
üzere iki ayrı satış akdi söz konusudur. Nitekim özel mevzuattaki her
iki tanımın arkasından gelen ve faaliyetin şeklini belirleyen, “kurumun
satın alma ve satma akdini sözleşme serbestisi dahilinde aynı anda
tamamlaması şarttır" cümlesi de iki ayrı sözleşme gereğini zımnen
ifade etmektedir.
Bu faaliyetin en büyük özelliği iki sözleşmenin aynı anda
tamamlanması gereğidir. Ancak bu düzenlemeyi açıklayabilmek için
664
ZARAKOLU, s. 12.
205
kanaatimizce iki ayrı alım satım akdinden ziyade, birbirine organik
olarak bağlı bileşik (mürekkep) akdin 665 varlığını kabul etmek gerekir.
Bu nedenle üretim desteği sağlanmasında nihai alıcı olan müşterinin
hem kuruma malın satın alınmasını emrettiği hem de kurumun kendisi
için satın aldığı malı satın almayı taahhüt ettiği görüşüne
katılmıyoruz. 666 Bizce vaat var olmakla birlikte satın alma emri söz
konusu değildir.
Üretim desteği sağlanması yönteminde kurulan satım akdinde, satım akdinin temlik borcu doğuran akitlerden olması nedeniyle 667- aynı
anda ifa zorunluluğu söz konusu olmadığına göre, yalnız
basamaklardan birinin ifa suretiyle tamamlanması akdi kurmaya
yetmektedir. Taraflar borçlarını ayrı zamanlarda ifa edecek ancak iki
ayrı akdin kurulması aynı anda gerçekleştirilecektir. Bu durumda
geciktirici şarta bağlı bir sözleşme söz konusudur. Zira dönülmesi
imkansız bir akit değil, akıbeti birinci akde bağlı bir tür ön akit
vardır. 668
İşletmede kullanılmak üzere talep edilen menkul veya gayrimenkul
malın vasıfları ve satın alma şartları nihai alıcı tarafından ÖFK.na
bildirilecek, kurum yapacağı araştırma ve değerlendirme sonucunda
satın alma, satma ve teslim şartları ile vadeyi belirleyerek asıl satın
alma ve satma akdinin başlangıcı niteliğinde olan bir anlaşmayı nihai
alıcı ile imzalayacaktır.
Bu sözleşme BK 22’ye uygun bir satın alma vaadi olarak
anlaşılabilir. Ancak doğurduğu sonuçlar itibarıyla kısmen farklıdır.
Zira bu akit hem nihaî alıcıyı hem de kurumu bağlayıcıdır. Ancak
hüküm ifade edebilmesi kurumun malı temin edebilmesi geciktirici
şartına bağlıdır.
Öte yandan, BK 22’ye göre akit yapma vaadi bir akdin ileride inşa
edilmesine dair yapılan mukaveledir. Burada ise sadece aynı taraflarca
ileride yapılacak tek bir sözleşme değil, aynı zamanda üçüncü kişiyle
yapılacak olan diğer bir sözleşme söz konusudur.
Bu ön sözleşmeye dayanan kurum talep edilen malı üçüncü bir
kişiden satın alacaktır. Bu üçüncü kişi (ilk satıcı) ile kurum arasında,
hükümlülüğü askıda ve akıbeti ilk sözleşmeye bağlı olan bir alım satım
665
TANDOĞAN, 1/1, s. 74. Bu akdin taraflarını, ilk satıcı, ÖFK ve nihai alıcı
olarak sıralayabiliriz. bu nedenle ÖFK.nun ilk satıcı ile yaptığı satım
sözleşmesinin üçüncü şahıs yararına sözleşme olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Zira burada nihai alıcı üçüncü şahıs değil sözleşmenin
tarafıdır. AKYOL, Tam Üçüncü şahıs Yararına Sözleşme, s. 12.
666
ÖZSOY, s. 76.
667
TANDOĞAN, 1/1, s. 3, 133.
668
TEKİL, Ticari İşletme, s. 96.
206
akdi yapılacaktır. Bunun üzerine, kurum malı temin ettiğini nihai
alıcıya bildirecek ve yaptığı sözleşmeyi de kesinleştirecektir.
Bu ana kadar hükümlülüğü askıda olan ikinci sözleşme de aynı anda
kesinleşecek ve hüküm ifade etmeye başlayacaktır. Görüşme,
mutabakat ve ifa ayrı ayrı zamanlarda gerçekleştirilmekle birlikte, akit
özel mevzuatın emrettiği gibi aynı anda tamamlanmış olacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi burada bir mürekkep akit söz
konusudur. Bu tür sözleşmeler yani akdedilmiş olmakla birlikte belli
noktalarının açıklığa kavuşabilmesi için tamamlanması gereken, fakat
akdin tamamlanmasında taraflardan birinin veya üçüncü kişinin
objektif hüsnüniyet kuralları çerçevesinde takdir hakkını kullanabildiği
akitler akit yapma vaadi değildir. 669
Öte yandan ÖFK üretim desteği sağlanması faaliyeti iki tarafı da
ilzam eden bir akit olduğundan bir akit yapma vaadi olarak görülmesi
mümkün değildir. Zira iki tarafı ilzam eden akit yapma vaadi, ancak
esas sözleşmenin harici bir engel nedeniyle akdedilmesinin mümkün
olmadığı hallerde haklı görülebilir. 670
Bu durumda üretim desteği sağlanması faaliyetinde akit yapma
vaadi ancak sadece satın alınacak malla ilgili olarak azami ihtiyaç
miktarının tahmin edildiği fakat gerçek ihtiyaç miktarının bilinmediği
durumlarda uygulama yeri bulabilir.
Üretim desteği sağlanması faaliyetinin bu şekilde gerçekleşmesi
ÖFK.ları için bir mecburiyettir. Ancak bu mecburiyet özellikle
ÖFK.ları lehine konulmuştur. Çünkü bu sayede vazgeçme hasar vb.
nedenlerle kurumun elindeki maldan zarar etmesi söz konusu
olmayacaktır.
Sözleşmeye konulan hükümlerle menkul malın devri sırasındaki
sorumluluk da dağıtılabilirse, aynı anda tamamlama nedeniyle kurum
mala ancak bir an ve farazi olarak sahip olacağından risk asgariye
inmiş olacaktır.
Riskin bu şekilde ortadan kalkması bu faaliyeti faize yaklaştırıyor
gibi görünmekte ve eleştirilmektedir.
Vade farkı faizden farklı riskleri içermektedir. 671 Ancak yine de
eleştiriler
yerindedir.
Kurumlar
daha
riskli
faaliyetlere
de
672
girebildikleri ölçüde asıl kuruluş amaçlarına yaklaşmış olacaklardır.
Öte yandan bu sınırlama ile kurumların spekülâtif amaçla ham ve
yarı mamul madde stok etmeleri de önlenmiş olacaktır. 673 Zira bu
faaliyet türünde gerçekte kurumlar ellerinde mal tutamayacaktır.
669
BECKER, s. 122.
BECKER, s. 126.
671
Ayrıntılı bilgi için bkz. yukarıda 1. Bölümde I. B. 4. b. nolu başlık.
672
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 181.
670
207
Akdin tamamlanması sırasında mal mevcut ve muayyen olmakla
birlikte kurumun mülkiyetinde değildir. Hem nihai alıcı hem de kurum
malın kimin mülkiyetinde olduğunu bilmektedir. Kurumun borcu bu
malı üçüncü şahıstan tedarik ederek mülkiyetini müşteriye (nihai alıcı)
nakletmektir.
Lakin her iki borç bir tek devir muamelesiyle icra edilebilir. 674 Yani
ilk satıcının kurum ile yapacağı anlaşmaya uygun olarak malın
mülkiyetini doğrudan doğruya nihai alıcıya nakletmesi mümkün olup
kurumun mal üzerindeki mülkiyeti iktisap ettikten sonra devri şart
değildir. Satımda esas gaye satılan mal üzerindeki mülkiyetin nihai
alıcıya geçmesidir.
Kurum ve nihai alıcı satılan malın üçüncü şahsa ait olduğunu
bildiğine göre kurumun üzerine aldığı borç BK 110 anlamında bir
garanti taahhüdü şeklinde de vasıflandırılabilir. 675 Burada önemli olan,
ilk satıcının temlike rıza göstermesidir. Bu rızadan sonra mülkiyet
doğrudan, kurum ile birlikte, kurum aracı olmaksızın veya kurum
kanalıyla nakledilebilir. Nakil şekli ikinci planda kalır.
Dolayısıyla bu şekilde gerçekleştirilen sözleşmede akitten önce
imkânsızlık söz konusu değildir. Ancak nakil anı, taraflardan birinin
iflası halinde malın masaya girip girmemesi açısından önem taşır. 676
Böylece bazı yönlerden komisyonculuk sözleşmesine benzeyen bu
zincirleme (bileşik-mürekkep) akitle kurumlar komisyon ve aracılıktan
ziyade paranın alım gücünden yararlanacaklardır. Zira nihai alıcının
zaten çok iyi bildiği bir piyasadan alışveriş yapılacağından, ticari
kabiliyet ve pazarlık gücünden ziyade peşin alıp vadeli satımdan ortaya
çıkan vade farkından kâr edeceklerdir.
Zaten Başb. Teb. 20/b.2’de hüküm altına alınan, sözleşme serbestisi
dahilinde faaliyette bulunma yetkisi de kurumlara her açıdan kendi
çıkarlarını gözetebilme imkanını vermektedir.
ÖFK.ları üretim desteği sağlanması faaliyetine uygulanması kolay,
basit ve alım-satımdaki kâr marjının bilinmesi dolayısıyla düşük riskli
olmaları 677 ve kısa vadede sonuç alınabilmesi nedeniyle rağbet
edeceklerdir.
Ancak bu yola, kâr ve zarara katılma yatırım akdinin verimli
olmadığı dönemlerde gidilmelidir. 678 Zira bu faaliyet tarzı kurumların
asıl kuruluş amacı olan sanayi ve ekonomiye doğrudan fon
673
EYÜPGİLLER, Mali Kuruluşlar, s. 53.
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 24.
675
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 87.
676
TANDOĞAN, 1/1, s. 24.
677
GÜRDOĞAN, Sempozyum, s. 170.
678
AKIN, s. 161.
674
208
aktarılmasından uzak olduğu gibi alıcının vadesinde parayı ödememesi
de kurumlar açısından büyük bir risktir.
Bu nedenle bu çalışma tarzı kurumların gücü olabileceği gibi zaaf
noktası da olabilir. İşi değerlendirme ve özellikle spekülatif mallarda
ileriyi görüşteki uzmanlığı önemli rol oynayacaktır. 679
2. Uygulanacak Hükümler
Üretim desteği sağlanması suretiyle fon kullandırma faaliyeti içinde
yer alan, birbirine bağlı iki alım satım akdine BK.nda yer alan satım ile
ilgili hükümlerin uygulanması tabiidir.
Ancak bir de TK 25 hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı
tartışılmalıdır.
Ticari satışlara bu maddede yazılı hususi hükümler dışında
BK.ndaki genel hükümler uygulanacağına göre evvela üretim desteği
sağlanması faaliyetinde kullanılan satım akitlerinin ticari satım olup
olmadıkları belirlenmelidir.
Ticari satımın çeşitli kıstaslar var olmakla birlikte konumuzla ilgili
olanı satın alınanın tekrar satılması veya ticari işletme faaliyetlerinde
kullanılmasıdır. Ayrıca tacirler arasındaki satımın TK 21 gereğince
ticari olması asıldır. Ancak alıcı tarafından aksi ispat edilebilir. 680
Bu durumda hem nihai alıcıya satmak üzere malı satın alan
ÖFK.nun ilk satıcı ile yaptığı akit ve hem de işletmesinde kullanmak
üzere malı kurumdan satın alan nihai alıcının kurumla yaptığı akit
ticari satım akdidir. Bu nedenle TK 25’te yazılı şu hükümler emredici
hüküm olarak, üretim desteğinin her iki basamağında uygulanacaktır.
Buna göre;
1)Sözleşmenin mahiyetine, malın cinsine ve tarafların maksadına
göre akdin kısım kısım icrası mümkün veya mümkün olmamasına
rağmen alıcı kısmen yapılan teslimi ihtirazı kayıt koymaksızın kabul
etmişse, ifa edilmemesi nedeniyle alıcının sahip olduğu haklar yalnızca
teslim edilmemiş kısım hakkında kullanılır. Kanaatimizce bu hakların
başında, hem ÖFK ve hem nihai alıcı açısından, aşağıda
inceleyeceğimiz akdin ifa edilmediği defi gelir.
2)Alıcı mütemerrit olduğu takdirde satıcı malın satışına izin
verilmesini mahkemeden isteyebilir. Mahkeme satışın açık artırma veya
görevlendireceği kimse eli ile yapılmasına karar verebilir. Satış
masrafları satış bedelinden çıkarıldıktan sonra artan para, satıcının
takas hakkı mahfuz kalmak şartıyla satıcı tarafından alıcı namına bir
bankaya tevdi olunur ve durum alıcıya bildirilir.
679
680
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 28.
TANDOĞAN, 1/1, s. 131.
209
Bu hüküm özellikle nihai alıcının tek yanlı ve haksız olarak akitten
cayması ve malı teslim almaktan kaçınması hali için geçerli ve ÖFK
açısından faydalıdır. Zira böylece ÖFK nihai alıcının temerrüdü
nedeniyle satıcı elinde ve kendi sorumluluğunda kalan malın kendi
zararına bir durum ortaya çıkarmasını önleyecektir. 681
Dikkat edilirse burada akdin tamamlanması ile ilgili değil hukuken
tamam ve geçerli bir akdin ifası ile ilgili bir düzenleme vardır.
ÖFK.nun her iki akdi aynı anda tamamlamaması halinde bu hüküm bir
işe yaramayacaktır. Bu nedenle özel mevzuata konulmuş olan aynı anda
tamamlama şartı ÖFK ve diğer taraflar açısından yerinde bir hükümdür.
3)Malın ayıplı olduğu teslim sırasında belli ise alıcı iki gün içinde
keyfiyeti satıcıya bildirmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı,
teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye
ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa
haklarını muhafaza için keyfiyeti bu müddet içinde satıcıya bildirmeye
mecburdur. Diğer hallerde BK 198/e-3 uygulanır.
Bu hükmün de en önemli yanı ÖFK.nun malı kendisi teslim
almaksızın ilk satıcı tarafından doğrudan nihaî alıcıya teslimini
sağlaması halinde dahi ayıptan bizzat sorumlu olacağıdır. Ancak
ÖFK.na bu durumda makul süre içinde ilk satıcıya rücu imkanı
tanınmalıdır.
4)BK 107’de yer alan bir yıllık zaman aşımı süresi ticari satımlarda
altı aya indirilmiştir. Ayrıca sözleşme ile daha da kısaltılması
mümkündür.
Son olarak ÖFK ile nihai alıcı arasındaki sözleşmeye BK.nda yer
alan taksitli 682 satım ile ilgili hükümlerin uygun düştüğü ölçüde tatbik
edilebileceğini belirtmek gerekir.
3- Sözleşmenin Özellikleri
ÖFK.larının topladıkları fonları özel mevzuat tarafından yetki
verilen faaliyet şekillerinden dilediklerine yönlendirmeye hakları
vardır. Bu faaliyetler esnasında yapacakları sözleşmeler şekil ve
muhteva yönünden sınırlandırılmış değildir. Bu durumun tek istisnası
KZK yatırım akdi ile fon kullandırılması faaliyetidir.
Bu faaliyette uygulanacak olan sözleşmenin asgarî şartları ve
unsurları özel mevzuatla düzenlenmiştir.
681
POROY /YASAMAN (s. 122, No. 217’de) bu fıkranın kaleme alınış
tarzındaki
eksikliği
tartışmakta
ve
sadece
alıcının
kabul-kabz
mükellefiyetindeki temerrüdünü düzenlediği sonucuna ulaşmaktadırlar.
682
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 153.
210
Üretim desteği sağlanması faaliyetinin dayanacağı sözleşme için ise
bu tür bir zorunlu muhteva belirlenmemiş, sözleşme serbestisi
kurallarına göre taraflarca akdedileceği belirtilmekle yetinilmiştir.
Kanaatimizce bu yolla kurumlara tanınan geniş yetki ve pazarlık
gücü engellenmeden özel mevzuatta yapılacak düzenleme ile, bu
faaliyetin özellikle iki basamaklı alım satıma ait özel niteliklerinin
açıklığa kavuşturulması gereklidir. Böyle bir düzenleme kurumların
faaliyetlerinin kontrolünü de kolaylaştıracaktır.
Satım akdinin rızai bir akit olmasının sonucu olarak, yapılacak olan
sözleşmede mal ile paranın değiştirilmesi hususunda anlaşma yeterli
olup ayrıca satım konusunun teslimi ve paranın ödenmesi satışın tamam
olması için şart değildir. 683 Oysa ÖFK.larının yapacakları bu tür satım
sözleşmeleri için özel mevzuatta kurumlara satın alma ve satma akdini
aynı anda tamamlama mecburiyeti getirilmiştir. 684
Burada da malın teslim yeri ve zamanı önemli değildir. Ancak akdin
tamamlanması geciktirici şarta bağlı sayılmalıdır. Bu da yapılan her iki
sözleşmeye, birbirleri ile yükümlülük yönünden bağlı olduklarına dair
bir şartın konulması ile mümkündür. Ancak bu yolla vaatten cayma
halinde ilk satıcı tarafından nihai alıcının ve kurumun ifaya zorlanması
mümkün olacaktır. 685
Üretim desteği sağlanması faaliyetinin özelliği nedeniyle sözleşme
serbestisi kuralının mümkün olduğu kadar geniş tutulması gerekir. Yani
taraflar arasında, satılacak olan malın cinsi, miktarı, teslim yeri, tarihi,
semenin ödenme şekli, zamanı ve miktarı konusunda yapılacak anlaşma
bir sınırlamaya tabi değildir.
Özellikle kurumca peşin
satın
alınan
malın
nihai
alıcıya
satılması sırasında elde edilecek net veya brüt kârın nihai alıcı
tarafından bilinmesi mümkün ve uygundur. Zaten pazarlık da bu miktar
üzerine yapılacaktır. Bu nedenle nihai alıcı ile kurum arasındaki alım
satım akdine ilk satıcıdan alış fiyatının kaydedilmesi kanaatimizce
kurumun faaliyetinin ve elde ettiği kârın denetlenmesi açısından
kontrol imkanı sağlayan yardımcı bir kaynak olabilir.
B. Üretim Desteği Sağlanması Faaliyetinin İşleyişi
1. Genel Olarak
BK, satış anında mevcut olan, ancak satıcının mamelekine dahil
bulunmayan şeylerin satışını mümkün kılmaktadır. Yani satıcı
683
TANDOĞAN, 1/1, s. 94.
ERMEYDAN, s. 78.
685
AKIN, s. 159.
684
211
sözleşmenin kurulduğu anda başkasının mülkiyetinde bulunan şeyleri
de satabilir.
Bu takdirde satış anında satıcının bu şeyler üzerinde tasarruf yetkisi
bulunmadığından, onları tedarik etmesi yani sahiplerinden satın alma
veya başka bir usulle mülkiyetine geçirmesi gerekir. Akdin kurulması
anında satıcının mülkiyetinde bulunmayan şeyin, ifa zamanında
satıcının tasarrufunda bulunması yeterlidir. 686
ÖFK da nihai alıcı ile ön akit mahiyetindeki satım sözleşmesini
yaparken malın maliki değildir. Ancak sözleşme geçerlidir ve tarafları
bağlar. Ayrıca tarafları bağlamak üzere, bu akdin ilk satıcı ile kurum
arasında yapılacak olan alım-satım akdine tabi olduğu da sözleşmeye
derc edilecektir. Böylece ÖFK henüz mülkiyetine almadığı bir malın
satışını yapmış olmaktadır. İkinci akit gerçekleştiği ve mülkiyet
kuruma geçtiği anda ise birinci akit gereği mülkiyet nihai alıcıya
geçmiş olacaktır.
2. Tarafların Hak ve Borçları
a) İfa Yükümü
Ticari satımda teslim için bir vade tayin edilmiş olması bu satımın
kesin vadeli satım olduğuna bir karine teşkil eder. 687 ÖFK.nun her iki
tarafla yaptığı akit de bu şekildedir. Bunun sonucunda alıcının seçimlik
hakkını kullanması için satıcıya ayrıca mehil vermesine lüzum yoktur.
Yani satıcıyı temerrüt haline sokmak için ihtar ve münasip mehil tayini
gerekmez.
Ayrıca alıcının teslim talebinden vazgeçerek, ifanın yerine
getirilmemesi nedeniyle zarar ve ziyanının tazminini isteyeceği de
kabul olunmalıdır. Eğer alıcı gecikmeye rağmen istiyorsa vade
tarihinde satıcıyı bu isteğinden haberdar etmelidir. Vadenin dolmasına
rağmen alıcının sesini çıkarmaması, teslimden vazgeçtiğine karine
teşkil eder.
Oysa BK 187/1 gereğince alelâde satımda alıcı tazminat isteyecekse
ifa tarihinden sonraki en kısa sürede (derhal) satıcıyı haberdar
etmelidir.
Alıcının itiraz etmemesi halinde ise sonradan satıcı ile anlaşmak
kaydıyla gecikmiş ifa için yeni bir mehil verilebilir. Bundan sonra BK
106’daki seçimlik haklar kullanılacaktır. 688
Kesin vadeli alelade satımda olduğu gibi ticari satımda da satıcının
muayyen vadede teslim borcunu yerine getirmemesi halinde alıcı BK
686
TANDOĞAN, 1/1, s. 81.
TANDOĞAN, 1/1, s. 133.
688
TANDOĞAN, 1/1, s. 133.
687
212
106’ya dayanarak akdi feshedebilmelidir. Ancak vade geldiğinde bu
arzusunu satıcıya derhal bildirmesi gerekir. 689
Akit konusunun ifa zamanında mevcut olması imkansız ve bu
imkansızlık devamlı ise akit batıldır. Oysa satıcı ifa anında mevcut
olan bir şeyi tasarrufuna alamamışsa ve bu nedenle borcunu yerine
getiremiyorsa ademi ifa nedeniyle tazminatla yükümlü tutulabilir. 690
Zira akdin konusunun muayyen bir mal olduğu hallerde, satıcı objektif
ve kusuru olmaksızın sübjektif imkânsızlık sonucu akdi ifa edememişse
sorumluluktan kurtulur. 691
Borçlar Hukukunda gerek objektif ve gerekse sübjektif imkânsızlık
hallerinde kusur prensibi hâkimdir. Yani sözleşmenin ifası ile ilgili
engeller borçlunun hafif veya ağır herhangi bir kusurundan
doğmamalıdır. Borçluya isnadı mümkün ufak bir ihmal dahi
imkansızlığın varlığını kabul etmeye engeldir.
Objektif imkansızlık hukuki veya fiili olabilir. Sübjektif
imkânsızlık ise, borçlunun borcunu şahsi engeller nedeniyle ifa
edememesidir.
İmkansızlık akdin kurulmasından önce ise akdin ifa edilmemesinden
borçlu mesuldür. Akdin kurulmasından sonra doğmuş ise borçlu
kendisine kusur isnat edilemeyeceğini ispatlamadan zararı tazminden
kurtulamaz. Kusursuzluğunu ispat edebilirse BK 117’deki hükme uygun
olarak borç ortadan kalkar. 692
İşletmede aksaklık, nakliyeci kusuru, siparişlerin çokluğu, özellikle
ÖFK uygulamasında ikinci müteahhitlerin gecikmesi, nevi borçlarında
borçluyu mesuliyetten kurtaramaz. Çünkü borçlu bu malı kural olarak
başka bir yerden tedarik edebilir ve etmeye de mecburdur. Meğer ki bu
gibi hallerde de sorumluluğu olmadığı akitten açıkça veya zımnen
anlaşılsın.
Burada görüldüğü gibi imkânsızlık ölçüsünde bir değişiklik yoktur.
İmkansızlık, nevin sınırları ile kayıtlıdır. 693
ÖFK.nun üretim desteği olarak gerçekleştirdiği her faaliyet, sınırlı
nevi borcunun söz konusu olup olmadığı konusunda ayrı ayrı
değerlendirmek suretiyle sonuca ulaşılacaktır.
Borcun konusu olan şeyi daha önceden temin etmemiş olan borçlu,
ifa zamanı gelince son anda ortaya çıkan el koyma ve benzeri
689
TANDOĞAN, 1/1, s. 135.
TANDOĞAN, 1/1, 5. 81.
691
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 180.
692
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 175.
693
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 179.
690
213
nedenlerle temin edemez ise bundan BK 117 ve 96 gereğince sorumlu
sayılır. 694
Borçlunun borçtan kurtulması ya da tazminat borcu altına girmesi
için ölçü olarak fevkalade hal ya da mücbir sebep sonucu
imkânsızlaşmasını aramak doğru olmaz. Ölçü her ne olursa olsun,
borçlunun sorumlu tutulup tutulamayacağıdır. Bu ise sonuçları
itibarıyla yukarıdaki iki kavramdan daha geniştir. Buna ilişkin ön
kıstas verilemeyeceğinden her olay ayrı değerlendirilmelidir. 695 Ancak
borçlunun basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümü boşluk
doldurucu bir hüküm olarak burada da uygulanabilir. 696
Borcun ifasında geçici imkansızlık şu hallerde devamlı imkansızlık
gibi mütalaa edilir.
•Geçici imkânsızlığın ne kadar süreceği bilinmiyorsa ve
sözleşmenin amacı tehlikeye düşecekse, karşı tarafın sözleşmeye bağlı
kalması dürüstlük kuralı gereği beklenemeyeceğinden, devamlı
imkansızlık hükümleri uygulanır. Ancak buna rağmen tarafların
bekleyeceği
anlaşılırsa
ya
da
taraflar
akdin
bitmeyeceğini
kararlaştırmışlarsa engelin kalkmasına kadar beklenir.
•Borcun yerine getirilmesinde alacaklının bir çıkarı kalmamışsa
beklemesi istenemez.
•Zamanın geçmesi ile edim sözleşmede kararlaştırılandan tamamen
farklı bir nitelik alıyorsa 697 devamlı imkansızlık vardır.
BK 67 gereğince, hilâfı kararlaştırılmamışsa satıcı teslim borcunu
şahsen ifaya mecbur olmadığından malı nihai alıcıya ÖFK yerine ilk
satıcının teslimi mümkündür. Bunun için ayrıca sözleşme hükmüne
gerek yoktur. Aksine, bizzat ifa için sözleşmeye hüküm konulmalıdır.
Zira burada borçlunun şahsi maharet, kabiliyet veya niteliklerinin rol
oynadığı şahsen ifa borcu söz konusu değildir. 698 İfanın üçüncü şahıs
tarafından yapılması halinde borçlunun da itirazı hali hariç olmak
üzere alacaklının ifayı ret hakkı yoktur. Bu halde yapılan ifanın normal
sonucu borcun sona ermesidir. Yoksa alacak hakkı ifada bulunan şahsa
geçmez (BK 113).
Öte yandan alacaklı veya onun temsilcisi olmayan üçüncü bir şahsa
yapılan ifa kural olarak alacaklının talep hakkını sona erdirmezse de
694
DURAL, s. 113.
DURAL, s. 112.
696
Yargıtay 11. H.D. de 27.11.1979 t.li Kararında kusurlu imkansızlık halinde
BK 117'ye dayanmanın mümkün olamayacağına, basiretli bir işadamı gibi
hareket edilmesi gerektiğine Karar vermiştir. TEKİL, Ticari İşletme, s. 96.
697
DURAL, s. 101. Mesela teknolojik gelişmenin ürünü olan ve hızlı gelişmeye
paralel olarak hızla demode olan bilgisayar cihazlarının bu özelliğe sahip
oldukları düşünülebilir.
698
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 766.
695
214
bazı özel hallerde borcu sona erdirebilir. Bu özel hallerden konumuzu
ilgilendirenler şunlardır.
•Alacaklının ifanın üçüncü bir kişiye yapılması için borçluya yetki
vermesi,
•Alacaklının bir havale münasebeti kurarak, bir taraftan borçluyu
üçüncü şahsa ifada bulunmaya, diğer taraftan da üçüncü şahsı bu ifayı
borçludan istemeye yetkili kılması, (BK 457-462). Burada üçüncü şahıs
alacaklının gerçek anlamda temsilcisi sayılamaz. O kendi adına hareket
eder. 699
İkinci istisnai hal, üretim desteği faaliyetindeki söz konusu olan
üçüncü şahsa ifanın yapısına daha uygun düşmektedir.
b) Akdin İfa Edilmediği Def'inin Kullanılma İmkanı
ÖFK ile nihai alıcı arasında yapılan alım satım ön akdinin satın
alma için verilen vekalet olduğunun kabul edilmesi halinde, vekil malı
satın almış ve mülkiyeti kendi üzerine geçirmişse vekilin, mülkiyeti
vekalet verene geçirme ve bunun da sözleşmeye uygun olarak semeni
vekile taksitler halinde ödeme yükümü vardır. Burada eksik iki taraflı
akit var olmakla birlikte değer bakımından borçlar arasında, karşılıklı
akitlere benzer bir münasebet olduğundan BK 81’de yer alan akdin ifa
edilmediği def'i kullanılmalıdır. 700 Buna göre bir taraf kendi borcunu
ifa etmiş ya da ifasını teklif etmiş olmadıkça diğer tarafı ifaya
zorlayamaz.
Neviyle ve ferdiyle tayin edilmiş bir edimde ayıplı edim, borca
aykırı edimdir. Borca aykırı edim ise ifa sayılamayacağından, karşı
edim alacaklısı akdin gereği gibi ifa edilmediği defini ileri sürerek
kendi edimini ifadan çekinebilir. 701 Karşı edim alacaklısı eksik edimi
kısmen ifa olarak da alabilir.
Bunu kabul etse bile bütününü elde edinceye kadar kendi ediminin
bütününü ifadan kaçınabilir. Meğer ki karşı edimin bir bölümünün
alınması edimin ona tekabül eden kısmı için BK 81 deki defi hakkına
dayanmaktan vazgeçmek şeklinde anlaşılsın.
Akit gereğince kısmi ifa varsa kabul zorunlu olmakla birlikte, karşı
edimi kısmi ifa şartı yoksa edimin tamamlanmasına kadar defi
geçerlidir. 702
Yani ÖFK nihai alıcıya malın yalnızca bir kısmının teslimini
sağlayabilmişse ve sözleşmede de kısmi ifa halinde bu kısmın
ödemesinin yapılacağı şartı yer almıyorsa kurum, taksit sürelerine
699
TEKİNAY /AKMAN /BURCUOĞLU /ALTOP, s. 769.
KANETİ, s. 86.
701
KANETİ, s. 113, AKYOL, Tam Üçüncü şahıs Yararına Sözleşme, s. 217.
702
KANETİ, s. 123.
700
215
rağmen ifa tamamlanana kadar edimi ifadan kaçınan nihai alıcının bu
hareketiyle zarara uğrayabilecektir.
Bu nedenle yapılacak olan satım akdinde kısmi ifanın şart edilmesi
halinde, ifa edilen kısmın karşılığı olan edimin toplam edimin
taksitlere olan oranına uygun olarak ödenmesi de kararlaştırılmalıdır.
Aksi halde vadeli satımdan kâr elde etmek amacını güden ÖFK bu
sonuca ulaşamayacaktır.
Karşılıklı akitlerde borçlardan birinin borçlunun kusuru olmaksızın
imkansızlaşmış olması halinde karşı edim kural olarak ortadan kalkar.
Edimin kısmen imkansızlaşmış olması halinde ise karşı edim aynı
nispette iner. Borçlardan birinin borçlunun kusuru ile imkânsızlaşmış
olması halinde ise karşı edim varlığını korur. İmkansızlaşan edim
kısmen veya tamamen tazminata çevrilmiş olur. 703 Böylece akdin ifa
edilmediği definin ileri sürülmesi de söz konusu olamaz. 704
c) Diğer hak ve yükümlülükler
Alım satım akdinde BK 102 gereğince borçlu temerrüdünün ilk
hukuki neticesi gecikme tazminatıdır. Ancak borçlu, temerrüdün
mücbir sebepten doğduğunu ispat ederek mesuliyetten kurtulabilir. 705
ÖFK üretim desteği sağlanması faaliyetinde kurumun nihai alıcıya
malı teslimde temerrüdüne ilk satıcının temerrüdü sebep olmuşsa
kurum mesuliyetten kurtulabilecek midir?
Bu sorunun olumlu cevaplandırılabilmesi halinde kanaatimizce
nihai alıcının hakkı elinden alınmış olacaktır. Bu durumda nihai
alıcıya, ilk satıcıya müracaat hakkı tanınmasının uygun olacağı
düşünülebilirse de ifa halinde zincirde bir halka olan ÖFK.nun ifa
edilmeme durumunda aradan çıkarılması yerine, nihai alıcıya ÖFK dan
talep hakkının ve kuruma da ilk satıcıya rücu hakkının tanınması uygun
olacaktır.
Böylece kuruma itimat ederek sözleşme yapan nihai alıcı, kurumun
muhatap olması nedeniyle bu itimadı her an kullanabilecektir.
Burada önemi bir problem de, ÖFK.nun nihai alıcıya ödediği
tazminat için ilk satıcıya rücu etme imkanı yanında kârdan mahrum
kalmasından doğan zararı da ilk satıcıdan talep edip edemeyeceğidir.
Kanaatimizce bir ticari satım söz konusu olduğuna göre, ilk
satıcının kusurlu olması halinde bu zararın tazmini istenebilmeli, aksi
halde sözleşme içi sorumluluk unsurları oluşmadığından bir talep hakkı
söz konusu olmamalıdır.
703
KANETİ, s. 54.
Alıcının temerrüdü ve sonuçları için bkz. FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif
Nevileri, s. 238-239.
705
ARSLANLI, Ticari Bey', s. 370.
704
216
ÖFK.nun satın aldığı malın doğrudan nihai alıcıya teslimi
yetkisinin alacağın temliki olarak kabul edilmesi halinde, kural olarak
alacak hakkı, ihtiva ettiği bütün yetkileri ile birlikte bütün olarak
temlik edileceğinden münferit ve parça alacak haklarının nihai alıcıya
geçmiş olması gerekir. Temlik eden şahıs temlik ettiği alacağın bazı
yetkilerinin kullanılmasına sınır getirebilirse de 706 üretim desteği
sağlanması faaliyetinde böyle bir sınırlama söz konusu olmadığı gibi
kanaatimizce buna gerek de yoktur.
BK 117’ye göre borçlunun sorumlu olmadığı imkânsızlık borcun
yerine getirilmesine engel olursa borçlu borcundan kurtulur. Bu
durumda sadece alacak hakkı değil borç sözleşmesi tamamen sona
erer. 707 Ancak bu halde ispat yükü borçludadır. Bunun da değişik
yolları vardır.
İmkânsızlığın başkasından doğduğu yani kusursuzluk ispat
edilebilir. Böylece ÖFK.ları kolayca sorumluluğu üzerlerinden
atabileceklerdir. İlk satıcı ise kendi kusuru ile, imkânsızlığı meydana
getiren olaylar arasında illiyet bağının olmadığını ispat edebilir.
Ayrıca gereken her şeyin yapılmasına rağmen imkansızlığa engel
olunamadığı da ispat edilebilir. 708
Son olarak şunu belirtmek gerekir ki ÖFK ile nihai alıcı arasındaki
alım satım sözleşmesi gereğince, önce malın teslimi ve daha sonra
vadesinde karşılığının alınması kararlaştırılacağından, malın teslimini
isteyen nihai alıcıya karşı kurumun akdin ifa edilmediği defi yanında
hapis hakkı da söz konusu değildir. 709
Bu nedenle ÖFK.nun bu sözleşmeyi teminata dayalı olarak icra
etmesi gerekir.
706
AKYOL, Üçüncü Şahsın İfayı Talep Yetkisi, s. 7.
DURAL, s. 125.
708
DURAL, s. 135.
709
KANETİ, s. 18-19.
707
217
I I I . K Â R V E ZA R A R A K A T I L M A Y Ö N T E M İ İ L E F O N
KULLANDIRMA
A. Hukuki Yapısı
1. Faaliyetin Sözleşmesel Niteliği
a) Genel Olarak Sözleşmeye Uygulanacak Hükümler
Kâr ve zarara katılma yöntemi ile fon kullandırma faaliyeti, Türk
Hukukuna ÖFK.ları ile ilgili özel mevzuatla birlikte girmiş olan ve kâr
ve zarara katılma yatırım akdi denilen bir sözleşme türüne dayanılarak
icra edilmektedir.
Başb. Teb. 20’de yapılan düzenlemeye göre, kurumların katılma
hesapları ve cari hesaplarda toplanacak fonları kâr ve zarara katılma
yöntemi ile kullandırabilmesi için, fon kullandırılacak gerçek ve tüzel
kişilerle "Kâr ve Zarara Katılma Yatırım Akdi" imzalaması gerekir.
Bu sözleşmenin mahiyeti ve hukuki yapısı konusunda ayrıntılı
düzenleme yapılmamış olduğundan, ihtilafların çözümünde kıyas usulü
uygulanmak suretiyle sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.
Bu amaçla, öncelikle, en yakın tip durumundaki bankaların kredi
açma sözleşmeleri ile karşılaştırma yapalım.
Bankacılık uygulamasında, toplanan mevduatın temel kullanım şekli
olan kredi açma sözleşmesi; banka ile müşteri arasında kurulan,
bankanın belli şartlarla ve belli sınırlar içinde kredi vermeyi, kredi
alanın da kararlaştırılan faiz ve aldığı krediyi geri ödemeyi taahhüt
ettiği bir sözleşmedir.
Bu tariften çıkan sonuca göre faiz ödemesi, kredi sözleşmesinin
temel unsurudur. Oysa ÖFK.larının kâr ve zarara katılma yöntemi ile
kullandırdığı fonların faiz şeklinde bir karşılığı yoktur. Kâr ve zararın
bölüşülmesi söz konusudur.
Ayrıca kredi sözleşmesi bir çerçeve anlaşma niteliğindedir. Kredi
alan bunu hiç kullanmayabileceği gibi, birkaç defada da kullanabilir.
Sonraki münferit kredi işlemleri çerçeve anlaşmanın sonucudur. 710 Her
ne kadar ÖFK.nun yönteminde de sağlanacak fonun bir kısmının peşin
ve diğer kısmının taksitle ödenmesi yolunda taksit anlaşması söz
konusu olabilir ise de bu durum kredide olduğu gibi bir çerçeve
anlaşması niteliğinin varlığını göstermeye yetmez.
710
AKYOL, Kredi Açma Sözleşmesi, s. 180.
218
Bunlardan da anlaşılacağı gibi, banka kredi sözleşmesi ile ÖFK kâr
ve zarara katılma yatırım akdi birbirinden farklı özelliklere sahiptir. 711
Bu durumda akla ilk gelen yakın tip, BK 520/1’de adi şirket akdi
olarak düzenlenen ancak gerçekte genel olarak şirkete ait olan 712
tanımın ortaya koyduğu sözleşmedir. Buna göre "şirket bir akittir ki
onunla iki veya daha ziyade kimseler saylerini ve mallarını müşterek
bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler."
Adi şirket akdi BK.nda 22 madde ile düzenlenmiştir. Bunlardan iç
münasebet ile ilgili olanlar genellikle düzenleyici, dış münasebetle
ilgili olanlar emredici mahiyettedir. 713 Ayrıca BK.nda yer alan açık
atıflar dışında BK.nun genel hükümleri ancak şirket akdinin mahiyeti
ile bağdaştığı ölçüde adi şirketler hakkında uygulanabilir.
İki kişi arasındaki şirket akdine benzerlik nedeniyle genel
hükümlerin bir çoğu uygulanabilir. 714
Ancak iki taraflı akitlere ilişkin özel hükümler acaba bu tür akitlere
uygulanabilecek midir?
Bu sorunun cevabı; ÖFK kâr ve zarara katılma yatırım akdinde
hemen daima, kurum ve fon kullanan şeklinde sadece iki taraf
bulunacağından konumuz yönünden önemlidir. Örneğin yatırım akdinde
taraflardan birinin edimini yerine getirmemesi nedeniyle, mesela
kullandırılması taahhüt edilen fonun tamamen veya kısmen
konulmaması halinde karşılıklı akitlerin önemli bir def'i olan akdin ifa
edilmediği def'i kullanılamaz.
Bir fikre göre edimler arasında bir değişim (synnalagma)
olmamakla birlikte şirket akdi karşılıklı bir akittir. 715 Zira hangi akdin
karşılıklı akit olduğu ve taraflara hangi hakları verdiği, akit tiplerine
711
Bu nedenle banka kredileri için söz konusu olan akit yapma vaadi
tartışmasını (BECKER, s. 122). ÖFK KZK. yatırım akdi için gündeme
getirmek gereksizdir.
712
TEKİL, C. I, s. 9.
713
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 130. Ancak iç münasebetle ilgili 522, 530/2,
531, 535/1-3-4-6-7, 536 hükümleri de emredici mahiyettedir. Yargıtay Tic.
D.nin 13.4.1962 t.li bir Kararına göre, "şirketlere taalluk edip de amir
hüküm olup olmadığı hususunda tereddüt doğan hükümlerin mahiyetini
tespitte evvela o hükmün iç ve dış münasebetlerden hangisini ilgilendirdiği
araştırılmalıdır. İç münasebetle ilgili hükümler aksine sarahat yoksa
müfessir, dış münasebetle ilgili hükümler ise amirdir. TEKİL, Şirketler, s.
175.
714
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 64, Bunun iki önemli istisnası, BK 130 ve
106/2 hükümleridir.
715
Bu nedenle akdin ifa edilmediği def'i şirket akdinde de ileri sürülebilir.
KANETİ, s. 47.
219
göre mutlak olarak değil her akdin muhtevasına göre ayrı ayrı tespit
edilecektir. 716
Buna karşılık adi şirketteki müşterek gaye unsurunu ön plana
alarak, adi şirketin bu nedenle karşılıklı akitlerden ayrıldığını, şirket
akdinin birleşme akdi olduğunu kabul eden 717 yazarlar da vardır.
Ancak bu görüşte olan yazarlar da katı bir ayrımdan yana
görünmemekte ve mesela iradeyi bozan sebepler, hükümsüzlük,
temerrüt ve sonraki imkânsızlık gibi konularda karşılıklı akitlerle ilgili
hükümlerin birleşme akitlerine ve bu arada şirket akdine de mahiyeti
ile telif edilebildiği ölçüde uygulanabileceği kabul etmektedirler. 718
İsviçre hukukunda adi şirket, karşılıklı değil sui generis akit olarak
kabul edilmekte ve özellikle ikiden çok ortaklı şirket akdi, karşılıklı
olmadığı gerekçesiyle kendine özgü yapısı olan akit olarak
benimsenmektedir. 719
Oysa karşılıklı akitler yalnızca değişim akitlerinden ibaret
olmadığından denklik yeterli görülmeli ve adi şirket karşılıklı akit
sayılmalıdır. Değişim akitlerinde denklik, değiştirilen edimler arasında
yer almasına rağmen, şirket akdinde denklik sermayeler arasında değil
sermaye ile kâr payı arasındadır.
Bu bakımdan şirket akdine karşılıklı akitlerle ilgili hükümler
uygulanırken bu farklar ve akdin özel durumu göz önüne alınmalıdır. 720
ÖFK yatırım akdinin özel durumu şudur; ticari işletme prensipleri
açısından kullandırılan fon işletmenin defterlerine borç olarak
kaydedilmekte, sermaye olarak değerlendirilmemektedir. Zira süreli bir
ortaklık söz konusudur. Bu nedenlerle de sona erme ve tasfiye
hallerinde karşılıklı akitlere ilişkin hükümlerin uygulanmasına dikkat
edilmelidir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, işletmecilik açısından ortaya
çıkan ödünç, kâr ve zarara katılma yatırım akdinin hukuken sonuca
katılmalı ödünç olabileceği ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır. Ancak
ödünç verenin zarara da katıldığı ve özellikle taraflar arasında gaye
birliğinin mevcut olduğu bir sözleşme kâr iştirakli ödünç değil adi
şirket akdidir. 721
716
KANETİ, s. 61. Bu durumda kâr ve zarara katılma yatırım akdi için adi
şirket hükümleri kesin olarak uygulanamasa dahi karşılıklı akit olduğu yine
de kabul edilmelidir.
717
TEKÍL, C. I, s. 115.
718
TEKİL, Şirketler, s. 35.
719
KANETİ, s. 64-65. Yargıtay Tic. D. de 1964 t.li iki Kararında aynı yönde
sonuca ulaşmıştır.
720
KANETİ, s. 65. Alman hukukunda da bu görüş ağır basmaktadır.
721
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 61 (Bern İstinaf Mahkemesinin 2.11.1961 t.li
Kararına atfen).
220
İki kişi arasındaki mukavelenin kâra katılmalı ödünç mü yoksa
şirket akdi mi olduğu konusunda yorum güçlüğü halinde sırasıyla, akde
verilen isme, mukavelede yer alan hükümlere ve taraflar arasındaki
ilişkinin içeriğine göre sonuca ulaşmak gerekir.
Ayrıca, kredi alan işletmenin yönetimine geniş ölçüde katılan kredi
veren müessese, ödünç alacaklısı değil ortak sayılır. 722
Ancak bu sözleşme mahiyeti itibarıyla, klâsik adi şirketten ziyade,
adi şirketin bir türü olan ve ETK.nda 518. maddede tarifini bulan
hususi şirket (iç ortaklık) akdine benzemektedir.
İç şirket, bir ticari işletme veya faaliyetin sadece kâr ve zararına
iştirak maksadıyla kurulmuş adi şirkettir. Burada birlikte ticaret icrası
kast olunmaksızın, sadece bir veya bir kaç ticari muamelenin sonucuna
katılma söz konusudur. 723
İç şirketin varlığı üçüncü kişilerce bilinmez. Şirketin dış ilişkisi
yoktur (ETK 521). Aktif ortak akitleri kendi adına yapacağından gizli
ortağı dışa karşı temsil etmesi ve gizli ortağın sorumluluğu söz konusu
değildir (ETK 525). 724
Hususi şirket akdi, sadece sermayesi olanlar (ÖFK) ile emeği ve
ihtisası olanı (fon kullanan) birleştirmeye ve isteyen ortağı gölgede
bırakmaya yarayan şirket türüdür. 725 ÖFK yatırım akdinde de yönetime
katılma söz konusu değilse (olağanüstü müdahale ve denetleme yetkisi
hariç) iç şirket söz konusudur denilebilir. Bu sözleşmede fon
kullandıran kurumun zarara iştiraki kullandırdığı fonlarla sınırlıdır.
Alacaklının, iç şirketin varlığını bilmesi gizli ortak olan ÖFK.na
müracaat hakkını vermez (ETK 525 c.2).
Gizli şirkette iç ilişki açısından iştirak halinde mülkiyet değil aktif
ortağın şahsi mülkiyeti kabul edilmelidir. Ancak tereddüde düşülmesini
önlemek
üzere,
yapılacak
sözleşmede
bu
konunun
açıkça
belirtilmesinde fayda vardır. 726 Ayrıca sınırsız sorumluluk söz konusu
olmadığından gizli ortak ÖFK.larında olduğu gibi zarara ancak
722
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 61 (Schaffhausen Kanton Mahkemesinin
26.3.1956 tarihli Kararına atfen).
723
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 45, No. 72.a, KARAYALÇIN, Şirketler, s.
172. Bu şirket tipi Fransız şirketler hukuku uygulamasında "association
commerciale en participation" olarak adlandırılan şirket türünün ETK.ndaki
şeklidir. (POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 44, No. 72) Bu türün Alman ve
İtalyan hukuklarındaki karşılığı da “association en participation“
şeklindedir ve Türkçe’ye katılma ortaklığı olarak çevrilebilir. TEKİL,
Şirketler, s. 25. ARSLANLI, Hususi şirketler, s. 6. Dikkat edilirse bu akde
verilen ismin Türkçe karşılığı Kâr ve Zarara Katılma Yatırım Akdi ismi ile
benzemektedir.
724
ARSLANLI, Hususi şirketler, s. 46.
725
FEYZİOĞLU, Akdin Muhtelif Nevileri, s. 37.
726
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 174.
221
sermayesi oranında katılır. Halin icabı, teamül veya sözleşme hükmü
ile bu sınır genişletilebilir. Bu ilişki Türk tatbikatında ender bulunan
bir şekil değildir. 727
Sonuç olarak denilebilir ki ÖFK kâr ve zarara katılma yatırım akdi,
şirket
akdinin
farklı
hükümlerle
kısmen
değiştirilmiş
bir
uygulamasıdır. Çünkü bu değişiklikler sonucunda ortaya çıkan
sözleşme tipi, adi ortaklığın bir alt türü olan iç ortaklığa
benzemektedir. Bu durumda sözleşmede ortaya çıkan boşluklar adi
şirket hükümlerinden yararlanarak doldurulacaktır.
İç ortaklığın halen yürürlükteki TK.nda düzenlenmemesi nedeniyle
uygulanacak hükümler adi şirkete ilişkin olanlarıdır. Zaten kanun
koyucunun Eski TK.nda yer alan iç şirkete ilişkin hükümleri yeni
TK.na almamasının sebebi, bu tür akitlere BK.nda yer alan adi şirkete
ilişkin hükümlerin uygulanmasını uygun görmüş olmasıdır. 728
Öte yandan doktrinde bu çözümün verimliliği tartışılmakta ve adi
ortaklık hükümlerinin iç şirket akitlerinde yeterli olamayacağı da ifade
edilmektedir. 729
b) Unsurları
aa) Şekil Unsuru
Mer. Bank. Teb. EK 2’de, ÖFK.larının yapacakları kâr ve zarara
katılma yatırım akdinin yazılı şekle tabi olacağı belirtilmiş ve
bulunması gereken bilgiler sayılmıştır. 730
Oysa adi şirket akdinde yazılı şekil sıhhat şartı olmayıp, yazılı
sözleşme, HUMK 287 vd. açısından senetle ispat kuralı nedeniyle bir
ispat vasıtasıdır. 731 Ancak ortaklar ortaklık sözleşmesinin yazılı veya
727
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 44, No. 72.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 172.
729
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 15, No. 19.
730
ERMEYDAN, s. 79. Kâr ve Zarara Katılma Yatırım akdinde bulunması
gereken hususlar şunlardır.
•
Kurumun ve fon kullananın açık unvanları ve anlaşmayı yapan yetkililerin
isimleri,
•
Tarafların isimleri ve adresleri,
•
Kurumun ve fon kullanacak olanların imzaları,
•
Kullandırılacak olan fonun tutarı,
•
Kurumun ve fon kullananın ayrı ayrı kâr ve zarara katılma oranları,
•
Kurumun zarar dolayısıyla ödeyeceği meblağın kullandırdığı fon tutarını
aşamayacağı ibaresi,
•
Fon kullananların faaliyetlerinin tümüne mi yoksa belli bir faaliyet dalına
mı ortak olunacağı,
•
Ortaklık belli bir faaliyet dalı ile sınırlı ise bu faaliyetin açıkça tanımı,
•
Kâr ve zarar ortaklığının süresi.
731
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 68, TEKİL, Şirketler, s. 35. Hususi şirketler
728
222
resmi bir şekle bağlı olmasını kararlaştırırlarsa bu şekil artık sıhhat
şartıdır. Buna uygun yapılmayan sözleşme nedeniyle tarafların sorumlu
tutulmaları mümkün değildir. Kararlaştırılan yazılı şeklin sadece ispat
vasıtası olarak istenmiş olması mümkündür. Bu husus ileri süren
tarafından ispat edilmelidir. 732
Kanaatimizce Mer. Bank. Teb. ile getirilen yazılı şekil şartı yatırım
akdi açısından önemlidir ve bu nedenle sıhhat şartı olarak kabulü
uygundur. Aksi takdirde çeşitli nedenler dolayısıyla tarafların
sorumluluğu cihetine gidilemeyecektir. Ayrıca yukarıda sayılan,
sözleşmede bulunması gereken şartlar da sıhhat şartı sayılmalıdır.
Ancak bu şartlar tip sözleşme yapılması gerektiği anlamında
anlaşılmamalıdır. 733 Aksi halde ÖFK için çok gerekli olan sözleşme
serbestisi kuralına aykırı hareket edilmiş olacaktır. Oysa sözleşmeye
bu sayılanların yanında, ancak emredici hükümlere aykırı olmamak
üzere farklı hükümler de derc edilebilmelidir.
Öte yandan hususi şirketlerde şirket sözleşmesine verilen ismin bir
kıymeti yoktur. Zira isim, sözleşmenin hakiki mahiyetini değiştiremez.
Taraflar şirket mevzuunu ticari muamele serbestisi içinde diledikleri
gibi tayin edebilirler. Yani akitlerle ilgili genel unsurlar ve şirket
akdinin unsurlarının tamam olması yeterlidir. Hususi şirket akdinin asli
unsurları şöyle sıralanabilir.
•Animus
Contrahendae
societatis
(şirket
kurma
iradesi)
bulunmalıdır.
•Şirket, iç şirket olmalı üçüncü şahıslara karşı mevcudiyeti
olmamalıdır.
•Íştirak gizli kalmalı, hususi şerikin üçüncü şahıslara karşı
sorumsuzluğu açık olmalıdır. 734
bb) Konu Unsuru
KZK yatırım akdinin konusu, fon kullanacak olan gerçek veya tüzel
kişinin gelir getirici bütün faaliyetlerine veya bir kısım faaliyetine ya
da belirli bir parti malın alım satımından doğacak kâr ve zarara katılma
şeklinde olabilir. 735 Bunların ayrıntıları yukarıda sayılan emredici
hükümler ve tarafların mutabık kalacakları diğer sözleşme hükümleri
ile belirlenecektir.
için de aynı hükümler geçerlidir. ARSLANLI, Hususi şirketler, s. 36.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 49, No. 75.
733
DURAKBAŞA, ÖFK Kâr Zarar Bölüşümü, s. 45, Yazar bu şartları tip
sözleşme olarak değerlendirmektedir.
734
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 36.
735
Aynı kural ETK.nda yer alan hususi şirket akdi için de geçerlidir.
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 14-15.
732
223
Adi şirket akdinin kurulmasında akit serbestisi mutlak olmayıp
ÖFK.ları için kanunla ve özel mevzuatla konulan sınırlar içindeki
serbestliği ifade eder. 736 Ayrıca gerçekleşmesi imkânsız, hukuka,
ahlaka, adaba aykırı şirket mevzuu tespit edilmişse bu adi şirket akdi
mutlak butlan ile batıldır. 737
Şirket akdinin konusunun kanun ve özel mevzuat hükümlerine
aykırılığı veya uygunluğu Türk Hukuku bakımından aranır. Yabancı
hukukların emredici kurallarına uygunluk söz konusu değildir. 738
ÖFK.ları bu konuda, özellikle İslam Hukukunu bir kaynak olarak
alamazlar. Türk Hukuku tartışmasız uygulanacaktır. Ancak bütün
bunlar yukarıda sayılan emredici hükümlerle çatışma halinde söz
konusudur. Yani sözleşme serbestisi gereği, İslam Hukukuna uygun
kuralların konulması mümkün ve hatta ÖFK.larının dinî özelliği
nedeniyle tabii sayılmalıdır.
Konu unsurunun en önemli yanı, tarafların irade beyanlarıdır. Adi
şirket kurma arzusu tarafların irade beyanlarından açık bir şekilde
tespit edilebiliyorsa; BK 520’ye göre adi şirket gayesi, ortakların
şahsı, katılma paylarının nevi ve kapsamı konularında uyuşma, şirket
akdinin inikadı için kafi gelmektedir. Bununla birlikte diğer
boşlukların kanunun yardımcı hükümleri ile doldurulabilmesi halinde
sadece borç ve hakların tespiti de akdin tamamlanması için yeterli
kabul edilmektedir. 739
Şirket akdinin meydana gelebilmesi için öncelikle taraflar arasında
bir şirket kurma iradesinin (animus contrahendae societatis) varlığı
gereklidir. Bu irade, zarara da katılmaya şamil olması nedeniyle
taraflar arasındaki ilişkinin ödünç akdinden ayırt edilmesini ve adi
şirket (hususi - gizli şirket) olarak tespitini sağlar. 740
Adi şirket akdinin ortaya çıkması için esaslı noktalarda taraf
iradelerinin birleşmesi şart olmakla birlikte 741 şirket akdinde affectio
societatis'i, eşitlik ve aktif işbirliği manasında anlayarak akdin asli
unsuru sayan görüşe 742 katılmıyoruz. 743 Roma Hukukundan bu yana asli
736
DOĞANAY, Ümit, s. 75. Hususi şirketlerde de adi şirketlerle ilgili
hükümler ihlal edilmemek şartıyla ortaklar hususi şirketin şekil ve
şartlarını diledikleri gibi tespit edebilirler. ARSLANLI, Hususi Şirket, s.
21.
737
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 57, 62. Tekil bu hallerde ve ayrıca konunun
imkansız olması halinde müeyyidenin hükümsüzlük olduğunu belirtmektedir.
TEKİL, Şirketler, s. 36.
738
DOĞANAY, Ümit, s. 75.
739
DOĞANAY, Ümit, s. 69.
740
TEKÍL, Şirketler, s. 39.
741
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 57.
742
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 33, No. 60.
743
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 61.
224
unsurlardan biri olarak kabul edilen aktif işbirliği iradesi özellikle çok
ortaklı AO.lar nedeniyle tartışılmaktadır. 744
Özellikle hususi şirket türünde (BK 540/2’deki gibi) idarenin aktif
ortağa ait olması nedeniyle aktif işbirliği mümkün olmadığı gibi, BK
521-523’ün koyduğu ortaklar arasında eşitlik kuralı kanun gereği
mutlak değildir. Şirket akdinin asli unsurları; sadece taraflar üzerinde
mutabık kalmazlarsa akdin doğmuş sayılamayacağı hususlardır. 745 Aksi
halde adi şirket uygulaması sınırlanacak ve mesela bu açıdan farklı
olması nedeniyle kâr ve zarara katılma yatırım akdini adi ortaklık
kabul etmek imkansız hale de gelecektir. Ancak affectio societatis taraf
iradelerini tespit etmek açısından bir yardımcı unsur olabilir. 746
cc) Sermaye Unsuru
Adi şirket akdinin BK 520’de yer alan tanımına göre taraflar
saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmek
durumundadırlar. Buna göre her adi şirket ortağı, itibar, nakit, alacak,
diğer bir mal veya emek olarak bir sermayeyi -İsviçre hukukunda
katılma payı- koymak zorundadır. 747 Müşterek gaye için elverişli her
türlü iktisadi değerin konulması mümkündür. 748 Bu unsur aynı zamanda
tarafların temel vecibesidir. 749
BK 520/1’de yer alan "saylerini ve malların" terimini, kaynak
İsvBK. 530/1'e uygun olarak emeklerini "veya" mallarını şeklinde
değerlendirmek gerekir. Bu durumda ortaklardan herhangi biri mal
veya emekten herhangi birini katılma payı olarak koyabilirler. 750
Buradaki emek mefhumu ortağın aktivitesini ifade eder. 751
Bu anlayış tarzı sadece nakdi sermaye koyan ÖFK ile, sadece
emeğini ortaya koyan fon kullanan arasındaki kâr ve zarara katılma
yatırım akdini de adi ortaklık kabul etmenin yolunu açmaktadır.
744
TEKİL, Şirketler, s. 40.
TEKÍL, Şirketler, s. 39.
746
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 61.
747
TEKİL, C. I, s. 139. Hususi şirketlerde ise şirket sermayesi yoktur (ETK
520). Şerikler şirkete bir sermaye tahsis etmiş olabilirler, ancak bu
durumda sözleşmeye bakılmalıdır. Eğer şirket sözleşmesinde bu hususta bir
hüküm varsa mülkiyet şekli bu hükümlere göre belirlenir. Şirket
sözleşmesinde bu konuda bir hüküm yoksa kural olarak ortakların
sermayeleri üzerindeki mülkiyet hakkını muhafaza ettiklerini, şirket
mevzuunun mütevali ticari muameleler olması halinde ise iştirak halinde
mülkiyetin mevcut olduğunu kabul etmek uygundur. (ARSLANLI, Hususi
Şirket, s. 28-29) Birinci çözüm tarzı fon kullananın iflası halinde akdin
taraflarının sorumluluk sınırlarının belirlenmesi açısından daha uygundur.
748
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 135.
749
TEKİL, C. l, s. 38.
750
TEKİL, C. l, s. 10.
751
TEKİL, C. l, s. 139.
745
225
Adi şirket akdinin karşılıklı akit olmadığı gerekçesi ile, sermaye
koyma borcunun yerine getirilmemesi halinde ifa davası açılamayacağı,
akdin ifa edilmediği definin kullanılamayacağı, ademi ifaya rağmen kâr
payının şirket akdi var olduğu sürece ödenmesi gerektiği, ancak bu
hallerde
sadece
ortaklığın
feshinin
istenebileceği
görüşüne
752
katılmıyoruz (45). Çünkü yukarıda da açıkladığımız gibi kanaatimizce
adi şirket, özellikle ÖFK.larının yaptığı şekliyle karşılıklı akit
olduğundan bu türün bütün imkanlarının ÖFK ve fon kullanan
tarafından kullanılabilmesine izin verilmelidir.
Kâr ve zarara katılma yöntemi ile fon kullandırılmasında tarafların
ortaya koyacakları sermayenin şekli ve miktarı KZK yatırım akdi ile
belirlenecektir. ÖFK.nun koyacağı sermaye nakit olacaktır. Ancak fon
kullananın nakdi veya aynî sermaye koyması, yani faaliyette kendi
nakdini veya alacağını ya da menkul-gayrimenkul malını, tesisini
kullanması mümkün olduğu gibi kurumdan sağladığı fonları sadece
aktivitesini kullanarak işletmesi de mümkündür.
dd) Taraf Unsuru
Adi şirket akdinin kurulması için en az iki tarafın bulunması
gerekir. BK 520/1’de yer alan "iki veya daha fazla kimse" ibaresindeki
kimse kelimesi fert değil şahıs anlamındadır. 753 Bu nedenle tüzel kişiler
de adi şirket ortağı olabilirler.
Tüzel kişilerin faaliyet alanı iştigal konusu ile sınırlı olduğundan
ancak kendi maksat ve konuları dahilindeki adi şirketlere ortak
olabilirler. İsviçre Federal Mahkemesi bir kararında aksi halde yapılan
işlemin tüzel kişi ortağı bağlamayacağına hükmetmiştir. 754
ÖFK.larının faaliyet sahası, kârlı gördüğü bütün ticari işlemler
olduğundan bu taraf açısından bir problem yoktur. Ancak fon kullanan
tüzel kişi yukarıdaki kurala aynen tabi olacaktır. Bu nedenle fon
tahsisine karar verilirken ve KZK Yatırım akdi imzalanmadan önce fon
kullanacak tüzel kişinin esas sözleşmesi dikkatle incelenmelidir.
Taraflarla ilgili önemli bir konu da, fon kullanan tarafın kaç kişi
olabileceğidir.
Kanaatimizce, fon tahsis eden ÖFK ve kullanan taraf olmak üzere
en çok iki taraf olabilir. Fon kullanan tarafın birden çok kişiden
oluşması halinde dahi bu kişilerin birbirine karşı iç ilişkide ortak
olduğu ancak dış ilişkide, ÖFK.na karşı müşterek borçlu veya alacaklı
oldukları kabul edilmelidir.
752
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 66.
TEKİL, C. l, s. 9. Arslanlı aynı yorumu ETK.ndaki hususi şirketle ilgili
olarak yapmaktadır. ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 13.
754
TEKİL, C. l, s. 136.
753
226
Aksi halde tarafların özellikle kâr ve zarara katılma pozisyonları
açısından problemler ortaya çıkabilir. Bu nedenle en iyi çözüm; tek bir
akitte fon kullanan birden çok kişinin sözleşme gereği fon kullanana
düşen kâr ve zararı kendi aralarında yapılmış olan özel sözleşmeye
göre bölüşmesi, ÖFK.nun da fonu kullandırdığı havuza kâr veya
zarardan düşen miktarı aksettirmesidir. 755
Taraf unsurunun bir özelliği de, tarafların fiil ehliyetine sahip
olması gereğidir. 756 Bu unsur ÖFK açısından problem olmamakla
birlikte fon kullanacak taraf açısından son derece önemlidir.
Banka sisteminde özellikle kanuni temsilcilerin izni ile bir meslek
veya sanatı kendi başlarına yürüten çocukların da kazandıkları parayı
bankaya yatırmaları ve o nispette krediye hak kazanmaları
mümkündür. 757
Kanaatimizce bankalarda söz konusu olan bu uygulama aynı
şartlarla yani açtırdığı cari hesapla sınırlı veya oranlı bulunmak
kaydıyla ÖFK KZK yatırım akdinde de mümkün olmalıdır. Her ne
kadar ÖFK.nda kredi değil ortaklık söz konusu ise de fon kullananın
küçüklüğünden ve kabiliyetsizliğinden doğan risk iki işlemde de
aynıdır.
2. Akdin Doğurduğu Sonuçlar
a) Asli Sonuç: Kâr ve Zarara Katılma
Adi şirketin unsurlarını açıklarken de belirttiğimiz konu unsurunun
sonucu olarak KZK yatırım akdinin her iki tarafının aslı amacı; fon
kullandırılan faaliyetin sonucuna, yani olağan olarak -zarar etmek
üzere ticaret yapılamayacağına göre- kârına, fevkalade hal sonucu
olarak da zarara iştirak etmektir.
BK 523’e göre
"Hilafına mukavele olmadıkça her şerikin kâr veya zarardan hissesi
sermayesinin kıymeti ve mahiyeti ne olursa olsun müsavidir.
755
Bu çıkış yolu da ÖFK Kâr ve Zarara Katılma Yatırım akdinin karşılıklı
akitlere ilişkin hükümlerin kendisine uygulanabileceği iki taraflı bir adi
şirket akdi olduğunu göstermektedir. Zira hususi şirkete iki taraflı değil çok
tarafı akit hükümlerinin uygulanabileceği yolundaki görüşün kaynağı,
hususi şirket akdinde taraf unsurunun iki olarak sınırlandırılmamış olması
ve bu nedenle aradaki sözleşmenin de çok taraflı olabileceğidir.
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 11.
756
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 57.
757
ÖZSUNAY, Çocuklar Adına Hesaplar, s. 26. YÜKSEL, s. 37. Adi şirket
akdinde tarafların fiil ehliyeti ve küçüklerle mahcurlar ve ayrıca vesayet
müessesesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. KARAYALÇIN, Şirketler, s.
58.
227
"Mukavelede şeriklerin yalnız kârdan veya zarardan hisseleri tayin
edilmiş ise bu tayin kâr ve zararın ikisine de şamil sayılır. Şeriklerden
biri sermaye olarak yalnız sayini ortaya koymuşsa zarara ortak
olmayarak yalnız kâra iştirak ettirilmesi şart edilebilir". 758
Bu hükmün mefhumu muhalifinden şirkete emeği ile katılmayan
ortakların zarara katılmayacakları kaydının muteber olmayacağı
neticesine varılmaktadır. Kanun koyucunun gerçek iradesi bu yolda
olmakla birlikte zımnen ifade etmeyi tercih etmiştir. 759
ÖFK KZK yatırım akdinde kurumun zarara iştiraki o işe tahsis
ettiği fondan fazla olamaz. Bu hüküm hususi şirketlerle ilgili genel
prensibe de uygundur. 760
Ayrıca TK.nun Meriyet ve Tatbik şekli Hakkındaki Kanunla BK
530'a eklenen fıkraya göre şirketi idare edenler en az yılda bir kere
hesap vermeye ve kâr paylarını ödemeye mecburdurlar. Hesap
devresinin uzatılmasına ilişkin her şart batıldır. 761
Kanaatimizce adi şirketler için emredici olan bu hüküm ÖFK KZK
yatırım akdi için de aynı nitelikte olmalıdır. Bu durumda kullanılan
fonun temin edildiği vade grubuna bağlı olmak üzere tespit edilecek
hesap dönemleri bir yıldan uzun olmayacaktır. Ancak bunu sözleşme
süresi ile karıştırmamak gerekir.
Yargıtay HGK. 11.12.1963 t.li bir kararında adi şirketlerin
kurulabilmesi için katılma payının girilen şirkete getirilmesinin şart
olmadığına, katılma payı koymamış ortağa kâr payı ödenmesinden
kaçınılamayacağına hükmetmiştir. Bu içtihadın kaynağı olan, adi
şirketin rızai bir akit 762 olduğu prensibini ÖFK KZK yatırım akdine de
758
Son cümle, kâr zarar ortaklığının İslâm Hukukundaki karşılığı olan
mudarabanın kurallarına da uygundur. Ancak mudaraba için bu hükmün
emredici olmasına karşılık, 523. maddede yer alan bu hüküm düzenleyici
(yedek) hüküm mahiyetindedir. Bu nedenle ÖFK KZK yatırım akdi için
uygulanması sözleşme ile aksinin kararlaştırılmamış olmasına bağlıdır.
Ancak aksi hüküm, ÖFK ile ilgili mevzuatta yer
alan
emredici
kural
gereği sözleşmede yer alacaktır. Buna göre fon kullananın zarara
katılmaması söz konusu değildir.
Öte yandan ÖFK kullandırdığı fonun zararına, katılma payı oranında değil
sadece katılma payı kadar ve sözleşmede belirtilen oranda iştirak edecektir.
ÖFK KZK. yatırım akdi bu hali ile de mudarabadan ziyade müteşebbisin
bütün malvarlığı ile sınırsız, finanse edenin (commendator) katılma payı ile
sınırlı sorumlu ortak olduğu, -komandit şirkete kaynak oluşturmuş olancommenda mukavelesine benzemektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. TEKİL,
Şirketler, s. 44-45, ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 152.
759
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 140. Aynı kural hususi şirketin gizli ortağı için
de geçerlidir. ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 45.
760
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 45.
761
TEKİL, C. l, s. 140.
762
TEKİL, C. l, s. 115.
228
uygulamak halinde taksitle yapacağı fon tahsisini geciktiren veya ifa
etmeyen ÖFK.na kâr payı ödemesi devam edecek; ancak sadece fesih
davası açmak için bir imkan ortaya çıkmış olacaktır. 763
KZK yatırım akdini rızai bir akit olmaktan çıkaramayacağımıza
göre yukarıdaki sakıncayı bertaraf etmek üzere, karşılıklı akitler için
kabul edilen akdin ifa edilmediği defi’ni kullanma imkanını fon
kullanana tanımak yerinde olacaktır.
Öte yandan hususi şirkete sermaye koymak borcu, sermayenin
nemalandırılması
imkanının
ortadan
kalkması
halinde
sona
764
ereceğinden aktif ortağın iflası halinde hususi ortak ancak bağlanmış
muamelelerin ifası için sermaye vermeye mecbur olup, bunlar da
bitmişse sermaye borcunun kalan kısmını ifaya mecbur değildir. Fon
kullanan taraf bu durumda da akdin ifa edilmediği def'ini
kullanabilmelidir.
b) Fer'i Sonuçlar: Yönetim ve Denetim Yetkileri ve Sorumluluk
ÖFK ile fon kullanan gerçek veya tüzel kişi arasında imzalanan
KZK yatırım akdinin sonucu olarak fon kullanan taraf iç ortaklıktaki
(hususi şirket) yönetici ortağın yerini almaktadır. Çünkü özel mevzuat
gereği ÖFK kullandırdığı fonun ancak denetimi ile meşgul olabilir.
Yoksa bir ticari işletmeye sermaye koyamayacağından yönetim
yetkisine de sahip olamayacaktır.
Adi şirkette idareci olan ve olmayan ortak arasındaki ilişki vekalet
hükümlerine tabi olduğundan 765 mutat yönetim işlerinin kapsamı dardır.
Sulh, feragat, kabul, tahkim bu kapsam dışındadır. BK 388/3 gereğince
bu işlemler için özel yetki şarttır. 766
Vekalet ilişkisi nedeniyle vekilin genel yetki ile yapabileceği işler
olağan işler sayılır. Ancak vekalet ilişkisi kuralı emredici bir hükme
dayanmadığından ortaklık sözleşmesi ile idareciye vekilden farklı bir
statü tanınması mümkündür. 767 Kanaatimizce bu imkân KZK yatırım
akdi için de vardır. Bu sözleşmenin adi şirketin bir türü olan hususi
şirkete yakın olması önemli değildir. Kanundaki boşluktan doğan
sözleşme serbestisi gereği, ÖFK ve fon kullanana da aynı imkan
tanınmalıdır.
Hususi şirkette idare hakkı iç ilişkiyi ilgilendiren bir müessese
olduğundan ortaklar arasında istenildiği gibi düzenlenebilir. Yani iç
763
TEKİL, Şirketler, s. 34.
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 45'teki dipnot.
765
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 60, No. 89
766
TEKİL, C. l, s. 137.
767
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 60, No. 89.
764
229
ortağa tanınabileceği gibi bütün ortaklara da verilebilir. Denetim hakkı
da aynı hükümlere tabidir. 768
Adi şirkette idare hakkında bir mukavele hükmü veya ortaklık
kararı yoksa ortakların hepsi teker teker yetkili olmak üzere idareci
sayılır. 769 Ancak bir idareci ortak tarafından icra olunan temsilde karine
olarak yönetim ve temsil yetkisini üstlenen ortak BK 533 gereğince
şirketi ve bütün ortakları temsil etme hakkına sahiptir. 770
KZK yatırım akdinde de bu hüküm uygulanabilir. Çünkü sözleşmede
açıkça belirtilmemiş olsa dahi bu sözleşmenin kaynağı olan özel
mevzuat gereği yönetim ve bundan doğan temsil yetkisi fonu kullanan
idareci ortağa aittir.
Ortaklar, ortaklık ilişkisi sona erinceye kadar, ortak gayeye uygun
biçimde sadakatle davranma ve ortak menfaatlere aykırı davranışlardan
kaçınma borcu altındadırlar. 771 KZK yatırım akdinde olduğu gibi,
ortakların yönetici olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılması halinde
yönetici ortak, şirket işlerinde mutaden kendi işinde gösterdiği öncelik
ve ihtimamı sarf etmekle yükümlüdür. Bu kriter nedeniyle yönetici
ortak kendi kusuru ile sebep olduğu zararları, sağladığı yararlarla
mahsup imkanı olmaksızın diğer ortaklara ödemekle yükümlüdür. 772
Ancak yönetici ortak ücret alıyorsa vekil gibi sorumlu olacağından,
ihtimam derecesi daha ağırlaşacaktır. İşleri tam bir sadakatle,
ihtimamla ve bizzat yürütmekle mükelleftir. Sorumluluğun tayininde
sübjektif ölçüler göz önüne alınmalıdır. 773
Öte yandan tacir olmanın gerektirdiği yükümlerden biri olarak, fon
kullanan aktif ortağın basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir.
TK 20/2 ile düzenlenmiş olan bu yükümlülüğe göre, tacir ticaretine ait
bütün faaliyetlerinde tedbirli ve makul ve mutat ölçülerde ileriyi gören
bir tacir gibi davranacaktır. Tacirin ticaretinin özelliği de göz önünde
tutularak uygulanacak olan bu objektif ölçü, boşluk doldurucu nitelikte
bir hükümdür. 774
Adi şirketin her ortağı yönetici olsun veya olmasın, şirket işlerinin
gidişatı ile ilgili bilgi almaya ve şirketin defterlerini ve evrakını
incelemeye ve kendisi için şirketin mali durumu hakkında özet
768
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 40-41.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 59, No. 88.
770
TEKİL, C. l, s. 135.
771
SELİÇİ, s. 31.
772
TEKİL, C. l, s. 143, KARAYALÇIN, Şirketler, s. 144.
773
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 144, Aksi görüşte TEKİL, C. l, s. 143. Yazar
bu durumda yönetici ortağın kendi özel işleri ile kıyaslanmaksızın iyi bir
aile reisi gibi ihtimam göstermesi, müdebbir bir tacir gibi hareket etmesi
gerektiğini savunmaktadır.
774
POROY /YASAMAN, s. 113, No. 207.
769
230
çıkarmaya yetkilidir. BK 531’e göre yönetici olmayan ortakların bu
hakları mukavele ile önlenemez. O kadar ki bu hakları kısıtlayan veya
ortadan kaldıran sözleşmeler hükümsüzdür. 775
Adi şirket borçlarından ortaklar birinci derecede sorumludurlar.
Tüzel kişilik ve ayrı malvarlığı bulunmadığından ortaklar önce şirkete
müracaat def'ini ileri süremezler. BK 32’ye göre temsil yetkisini haiz
ortağın yaptığı hukuki işlem diğer ortakları karine olarak bağlar. 776
Oysa KZK yatırım akdinde hususi şirketteki gizli ortak konumuna
yakın bir mahiyeti bulunan ÖFK.nun kullandırdığı fon nedeniyle bu
miktarın
üstünde
sorumluluğu
söz
konusu
olamayacağından;
sorumluluğu sınırlandırılmıştır. İdareci ortak durumunda bulunan fon
kullanan da üçüncü kişilerle yaptığı sözleşmeleri ortaklık hesabına ve
kendi adına yapamayacağından doğrudan ÖFK.na müracaat söz konusu
olmayacaktır. Zira bu durumda dolaylı temsil söz konusudur ve bizzat
temsilci
alacaklı
veya
borçludur. 777 Ancak
fon
kullananın,
kullandırılması kararlaştırılan fonla sınırlı olarak, ÖFK.na rücu ve
zararını talep hakkı söz konusu olabilir.
Türk hukukunda adi şirketin tüzel kişiliği bulunmadığından,
yukarıda açıklandığı üzere bağımsız malvarlığı yoktur. Şirkete getirilen
malvarlığı üzerinde şeriklerin iştirak halinde mülkiyeti (propriete en
commun) vardır. Bu rejimde hisseler ayrılmış değildir. Bu nedenle
ortaklardan birinin şahsi alacaklısı alacak hakkını ancak o ortağın
tasfiye payı üzerinden kullanabilir. Sonuçta BK 534’te yer alan
"müştereken şirkete ait olur" ifadesi İsvBK. 544’teki asıl metne uygun
olarak "iştirak halinde mülkiyet şeklinde ortaklara aittir" şeklinde
anlaşılmalıdır. 778
Ancak kanunda bu konuda emredici hüküm mevcut olmadığından,
sözleşme ile müşterek mülkiyet şekli kararlaştırılabileceği gibi 779 daha
farklı bir mülkiyet rejimi de belirlenebilir.
KZK yatırım akdinin diğer bir sonucu da bu akit sonucunda ortaya
çıkan ticari faaliyet nedeniyle bu fonu kullanan gerçek kişinin başkaca
ticari faaliyeti bulunmasa dahi tacir hükmünde olacağıdır. 780 Çünkü TK
775
TEKÍL, C. I, s. 141.
TEKİL, C. l, s. 137.
777
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 34, TEKİL, Şirketler, s. 144.
778
TEKİL, C. l, s. 134.
779
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 133.
780
Tacir olmanın hükümleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. POROY
/YASAMAN, s. 102 vd. Yargıtay Tic. D.nin 2.2.1971 t.li bir Kararına göre
adi ortaklığın Ticaret Sicili Tüzüğü hükümleri dairesinde tacir olan ortağı
sayesinde sicile kaydedilmesi mümkündür. Ancak bu yükümlülüğe riayet
edilmemiş olması adi ortaklık akdinin kurulmuş olmasına veya bunun
ispatına engel değildir. (TEKİL, Ticari İşletme s. 92) Ayrıca adi şirketin
ticari işletme işletmemesi halinde ticaret unvanı alması da söz konusu
776
231
14/1’e göre ticari işletmenin kısmen dahi olsa kendi adına
işletilmesinden maksat adi şirket ortağı olarak işletmedir. 781 Bir ticari
işletme faaliyetinin varlığı için gereken diğer şartların bulunması
halinde, ÖFK dan fon temin eden gerçek kişi, adi şirket ortağı olmakla
tacir sayılır.
BK 526’da yer alan rekabet yasağı ile ilgili hükme göre ortaklardan
hiçbiri kendi hesabına, şirketin gayesine muhalif veya zararlı işler
yapamaz.
Ancak kanaatimizce bu hükmün KZK yatırım akdinde özellikle
ÖFK.na uygulanması çok zordur. Çünkü kurumun işi budur ve bir başka
gerçek veya tüzel kişiye aynı faaliyet nedeniyle fon kullandıramaması
işletmecilik açısından sakıncalı olur.
Bu durumda tek taraflı olarak sadece fon kullanana bu yasağı tatbik
etmek hakkaniyete uygun olamayacağına göre, yönetici ortak açısından
da bu hükmü etkisiz kabul etmek gerekir. Ancak ÖFK ile yaptığı
sözleşmeye ikdam yani öncelik ve yeterli ihtimamı gösterme borcu
devam eder.
KZK yatırım akdinin hususi şirket olarak kabulü halinde bu
konudaki tereddüt de ortadan kalkacaktır. Zira hususi şirkette, şirket
sözleşmesi ile aksi kararlaştırılmadıkça aktif ortağın başka bir hususi
şirkete ortak olacağı kabul olunabilir. İç ortağın aynı mevzu ile meşgul
diğer bir hususi şirkete iştirakinde de menfaatler dengesi açısından bir
mahzur yoktur. 782
olmayacağına, göre (s. 108) ÖFK ile fon kullanan tarafından kurulan adi
ortaklığın ticaret unvanı da söz konusu olmayacaktır. Öte yandan ETK
520'ye göre hususi şirketin ticaret unvanı yoktur. Zira hususi şirketin dış
ilişkisi yoktur. ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 18.
781
POROY /YASAMAN, s. 94-95, No. 174. Yazarlar bu görüşe delil olarak
TK.nun 1951 tasarısında "veya bir adi şirket adına şeklindeki ibarenin
1956'da "kısmen dahi olsa” şekline çevrildiğini göstermekte ve bunun
yerine eskisine benzer şekilde, "adi şirket şeriki sıfatıyla" denilmesini
teklif etmektedirler.
Ayrıca belirtmek gerekir ki hususi şirketin tacir olmayan ortağının bu nedenle
tacir sıfatını iktisap etmesi için şirket mevzuunun mütevali ticari
muameleler olması gerekir. Devamlılık unsuru gerçekleşmeyeceğinden bir
veya müteaddit ticari muamele olması yetmez. ARSLANLI, Hususi Şirket, s.
13.
782
ARSLANLI, Hususi Şirket, s. 42.
232
B . K â r v e Za r a r a K a t ı l m a Y ö n t e m i n i n İ ş l e y i ş i
1. Yatırımın Seçimi
a) Genel Olarak
ÖFK.ları topladıkları fonları bu bölümde incelenen faaliyetlerden
herhangi biriyle değerlendirmek imkanına sahiptir. KZK yöntemi ile
fon kullandırmaya karar vermesi halinde kurum, kendisi işletmeciyi
aramaktan ziyade genellikle yapılan başvuruları değerlendirecektir.
Kriterlerini aşağıda ayrıntıları ile inceleyeceğimiz KZK yatırım
akdinde, banka kredilerindeki banka aracılığı kalkacağından yerini üçlü
ilişki şeklinde ortaklık alacak ve taraflar kolektif psikolojinin zayıf
etkilerinden kurtulacaktır. Çünkü menfaatler müşterektir ve taraflardan
birinin riskten ya da sorumluluktan kaçmaması önce kendi lehine
olacaktır.
Bu nedenle kurumlar fon kullandırdığı gerçek veya tüzel kişiyi
küçük bir sarsıntıda veya piyasanın bozulmasında yüzüstü bırakamaz. 783
Ortaklık söz konusu olduğundan hesaplar baştan sağlam yapılmak
zorundadır. 784
Buraya kadar bütün söylenilenler de göstermektedir ki ÖFK.larının
çalışma mantığında, modern ekonominin homo economicus insanı için
rasyonellik kriteri olan riskten kaçınmanın yerini, biraz da dinî
mülahazalarla riski üçlü ilişkide bütün tarafların yüklenmesini teşvik
eden sosyal sorumluluk fikri almaktadır. 785
Çünkü ÖFK.ları KZK yatırım akdinde tasarruf sahipleri ile
işleticiler arasına sermaye bilgi ve tecrübesinden yararlanılacak olan
koordinatör ortak olarak 786 girer. Böylece iştirakçinin faaliyetini
destekleyerek rekabet gücünü artırır.
ÖFK.ları, verimli olduğunu belirledikleri proje sahiplerine KZK
yatırım akdi yöntemiyle fon kullandırmaya karar verdiklerinde taraflar
arasında bir "Kâr ve Zarara Katılma Yatırım Akdi" imzalanır. Bu
metinlerin birer sureti TC Merkez Bankası Tebliğinin 16. maddesi
gereği, Mart, Haziran, Eylül ve Aralık sonu itibariyle en geç 15 gün
içinde TC Merkez Bankasına gönderilmek zorundadır.
Doktrinde bazı yazarlar 787 kurumlara getirilen bu zorunluluğu amacı
aşan bir istek olarak değerlendirmektedir. Diğer faaliyetlerle ilgili
ayrıntılı bilgi istenmemesine karşılık yalnızca bu akit suretlerinin
783
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 180.
AKIN, s. 323.
785
AKIN, s. 74.
786
AKIN, s. 364.
787
DURAKBAŞA, ÖFK, s. 44.
784
233
istenmesi lüzumsuz gibi görünüyorsa da kanaatimizce devletin kontrol
yetkisi açısından bu gerekli olup, diğer fon kullanma usulleri için de
yakın takip imkanlarının belirlenmesi gereklidir. Bu denetleme,
kurumların dürüst çalışmasında etkili bir rol oynayacağı gibi dürüst
çalışan kurumlara da sadece faydası olacaktır. Zira bu sayede devletin
kontrolünden destek alan tasarruf sahipleri ÖFK.larını tercihte daha
kararlı olacaklardır.
b) Yatırımın Seçiminde Uygulanacak Kıstaslar
ÖFK fon kullandıracağı kişi ve faaliyeti yönünden şu incelemeleri
yapmalıdır. 788
•Fon kullanacak olanın sadece borç ödeme ahlakına değil bütün
olarak sosyal ve ticari ahlakına, önceki faaliyetlerdeki tutumuna
bakılacaktır.
•Rekabeti engelleyen ve serbest piyasa mekanizmasının etkinliğine
son veren tekelci eğilimlere destek olmamalıdır.
•Riskin dağıtılması ilkesinin uygulanması yanında fonlar,
teminatları farklı olan iş türlerine dağıtılmalıdır. Böylece ekonomik
krizlerden etkilenme ihtimali de azalır.
•Kredi isteyenin sermayesi, moralitesi, ortakları, malvarlığı,
göstereceği teminatların kabul edilebilirliği, gözetim ve istihbarat
imkanlarının var olup olmadığı araştırılacaktır.
•Yatırımın kanunlara, özel mevzuata ve kurumun ilkelerine
uygunluğu araştırılacaktır. Kurumun ilkelerinin başında ise ekonomik
menfaatlerin sosyal ve ahlaki amaçlar yanında ikinci planda kalması
gelmektedir.
Ayrıca, 789 şunlar da araştırılmalıdır.
•Fon kullanmak isteyenin medeni hakları kullanma ehliyeti, 790
•Fon kullanacak olan kişinin ticaret siciline tescil edilmiş olması
(Kanaatimizce yeni kurulan bir firma için de bu özellik aranmalıdır.
Çünkü yukarıda belirtildiği gibi fon kullanma nedeniyle tacir sıfatı da
kazanılmaktadır),
•Firmanın doğru ve yetkili temsilcileri ile işlem yapılıyor olup
olmadığı,
•Fon talep edenin kuruma kaynak sağlayıcı işlemlerinin (hesaplar
vb.) var olup olmadığı da göz önüne alınabilir.
788
AKIN, s. 362, EYÜPGİLLER, Banka, s. 92.
EYÜPGİLLER, Banka, s. 82.
790
YÜKSEL, s. 73.
789
234
•Son olarak kanun ve özel mevzuat gereği faaliyet yapılması
yasaklanmış kişilerden olup olmadığı belirlenmelidir.
Bütün bunlar sonucunda, fon kullandırılması uygun görülürse
gerekli bilgi ve belgeler ve özellikle uygun teminatlar alınarak
sözleşmenin tamamlanması yoluna gidilebilir.
c) Fon Tahsisinde Teminat ve Likidite
ÖFK.ları da yaptıkları sözleşmeleri teminata bağlamaya ihtiyaç
duyduklarında teminat mektubu ve benzeri kefaletler arayabilir. Ağır
teminatlarla çalışmaya her zaman değil ancak özellikle ilk yıllarda
ihtiyaç duyulacaktır. Aksi takdirde doğacak riski kurumların taşıması
gerekir ki bu çok ağır bir yüktür. Bankacılık sisteminin teminat
unsurundan yararlanmak ÖFK.ları açısından sakıncalı değildir. 791
Ancak alınan teminatın, zarar edildiği gerekçesiyle kullandırılan fonun
geri ödenmemesinin değil ağır kusurla veya kasten zarara sebep
olunmasının ya da kâr elde edildiği halde tamamen veya kısmen
gizlenmesinin karşılığı olduğu açıktır.
Kullandırılan fon nedeniyle fon kullananın yükümlülüğü yanında
başka destekler de bulunuyorsa, kefaletli kredi söz konusudur. 792
BK 483-503’te düzenlenen, kefaletin dört şeklinin de ÖFK.larınca
uygulanması mümkündür. 793
Kurumların KZK yatırım akdinde işletici taraftan teminat almamış
olması halinde bankalardaki açık krediye benzer bir durum ortaya
çıkmış olur. Açık kredi veren alacaklı için teminat ise yalnızca
borçlunun ahlaki ve mali durumu ile işindeki yeteneğidir. 794
Belirli ve hukuken tahsis edilmiş bir karşılık olmadığından daha
riskli gibi görünen bu tür fon kullandırma, uygulamada en emin usul
olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü ÖFK.nun asıl dayanağı işleticinin
karakter açısından verdiği güven 795 ve girişimci gücü, tecrübe ve
işindeki uzmanlığı ve ibraz ettiği hesap durumu ve bilançodan
çıkarılabilecek olan sermayesi, üçüncü kişilere olan borçları, likidite
durumu ve verimidir. 796
791
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 29.
ÜNAY, s. 62.
793
BAŞBUĞ, s. 222. Bankalar için söz konusu olan gayrimenkul ipoteği
mukabili kredi açma yasağının kanaatimizce ÖFK.larının fon kullandırma
faaliyetlerine de uygulanmasına gerek yoktur. Çünkü bankalara konulan bu
yasağın amacı, BankK 50'de yer alan gayrı menkul üzerine işlem yasağının
dolanılmasını önlemek olup, kurumlar için böyle bir temel yasak söz konusu
değildir.
794
ÜNAY, s. 62.
795
DÖNDÜREN, Para, s. 212.
796
YÜKSEL, s. 210.
792
235
ÖFK.ları teminat bankacılığına alternatif olarak ortaya çıktığına
göre esas olan teminat değil işin kendisidir. Bu nedenle teminatlı
işlemler mümkün olduğunca azaltılarak zaman içinde bu noktaya
varılmalıdır. 797
Kurumlar kullandıracakları fonları ve teminatları likidite konusunda
sıkıntı
çıkmayacak
şekilde
dengelemelidirler.
Böylece
hazır
bulundurulacak mali imkanlarla, herhangi bir nedenle doğacak panik
sonucu hesap sahiplerinin para talepleri karşılanır ve kamuoyunda
oluşan endişeler yatıştırılır.
Likidite nispeti memleketin mali, iktisadi ve siyasi durumu ve
halkın ekonomik hayatı değerlendirme tarzı nazara alınarak tespit
edilmelidir. 798 Aksi halde bu tedbirsizlik hem ekonomik hayatta
çalkantıya hem ÖFK sisteminin ağır yara almasına neden olacaktır.
d) Riskin Dağıtılması İlkesinin Uygulanması
Risk,
bir
eylemle
ilgili
sonucun
değişebileceği
veya
değiştirilebileceği ihtimali olarak 799 izah edilebilir. Mali işlemlerde
çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. 800
Fon kullandırılan faaliyetlere göre özel veya genel olarak ikiye
ayrılabilen bu risklerin tamamı, riskin dağıtılması ilkesinin çeşitli
şekilleri ile uygulanması sonucu asgariye indirebilir. Bu şekillerin
neler olduğu ÖFK ile ilgili özel mevzuatta belirtilmemiştir.
Fonların kullanılması ile ilgili sınırlamalar doğrudan bu ilke ile
ilgilidir. Ancak bunun dışında da kurumlar, ilkenin icabı olan diğer
kurallara uymak zorundadırlar. 801
Taahhüdün yerine getirilmemesi riski 802 de denilebilecek olan
borçlunun iyi niyetli olmaması ihtimalinde riskin dağıtılması ile
birlikte ÖFK.ları açısından teminat da gerekli olacaktır.
Finansal piyasaların faaliyetleri için genel olarak geçerli olan riskin
dağıtılması ilkesi, 803 iyi tatbik edilmesi halinde zarara katılma
prensibinin de yardımı ile kâr ve zarara katılma yöntemiyle fon
kullandırma faaliyetinde faydalı sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
797
DURAKBAŞA, Söyleşi, s. 29, DÖNDÜREN, Para, s. 212.
TOKGÖZ, s. 43.
799
PARASIZ, s. 407-408.
800
ÜNAY, s. 71, PARASIZ, s. 407, EYÜPGİLLER, Banka, s. 114.
801
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 140.
802
PARASIZ, s. 407-408.
803
PARASIZ, s. 74, TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 78, 107, 112.
798
236
2. Sözleşmenin Hükümleri ve Uygulanması
a) Yönetim Yetkisi ve Borçları
ÖFK.larının KZK yöntemi ile kullandırdıkları fonlarla ilgili olarak
adi şirket ve hususi şirket akitlerinin uygulanabileceğini belirtmiştik.
Bu nedenle KZK yatırım akdini, şirket akdi hükümlerini göz önünde
tutarak inceleyeceğiz.
Özel mevzuatta, KZK yatırım akdi ile temin edilen fonun
işletilmesine kurumun iştirak edeceğini gösteren bir hüküm
bulunmadığına göre, fonu alan taraf yönetim yetkisine sahip demektir.
Nitekim adi ortaklıkta da mutat işlerin idaresi yetkisi bir ortağa
veya bazı ortaklara zımnen veya açıkça verilebilir. Sözleşme ile verilen
yetki
ortaklar
tarafından
haklı
bir
neden
olmaksızın
804
ÖFK.larının fon kullanan işletmecinin
sınırlanamayacağına göre,
yetkisini sınırlamayı veya kaldırmayı arzu etmesi halinde haklı sebebin
varlığını ispat ederek hakimin müdahalesini sağlaması gerekir.
Bu karar sonucunda aktif ortağın idare yetkisinin ortadan kalkması
halinde ancak iç şirketin feshi talep edilebilir. Çünkü aktif ortak olan
fon kullananın idare yetkisini kaldırdıktan sonra kurumun iç şirketi
devam ettirmesi mümkün değildir. 805
Önemli, olağanüstü işlerde idareci olan ve olmayan bütün ortakların
oybirliği şart olmakla birlikte iç şirkette esas itibariyle gizli ortağın
idare hakkı olmadığından, 806 önemli işlerde oybirliği gereğinin iç
şirkette de uygulanabileceği şüphelidir. Ancak kanaatimizce KZK
yatırım akdinin yapısı gereği, kuruma olağanüstü hallerde idareye
katılma yetkisi değil, böyle bir konuda alınan kararı uygun görmüyorsa
muhtemelen akde muhalefet nedeniyle feshi talep yetkisi verilmelidir.
Zira akdin yapısından olağanüstü işlerde de yetkinin devredildiği
anlaşılmaktadır.
BK 525 sadece şirkete umumi vekil tayini ve alelade şirket
muameleleri üstündeki işlemler için oybirliğini zaruri hale getirmiş,
ancak
gecikmesinde
zarar
umulan
hallerde
bunlardan
vazgeçilebileceğini belirtmiştir. 807 Sözleşmeye aykırılık nedeniyle fesih
804
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 144.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 177.
806
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 177. Şirket sözleşmesiyle gizli ortağa idare
hakkı verilebileceğini (atipik iç şirket) ifade eden Yazar, bu durumda iç
şirketin nasıl devam edeceğini belirtmemektedir. Ancak kanaatimizce ÖFK
KZK. yatırım akdinde kurumun böyle bir yetkisinin var olması halinde iç
şirket değil klâsik adi şirket olarak görmek gerekir.
807
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 142. Hangi işlerin önemli olduğunu doktrin ve
tatbikat belirleyecek olmakla birlikte bu amaçla bir kıstas olarak vekalet
hükümleri uygulanabileceği gibi, TK 165'te yazılı kollektif ortaklık için
sayılan mutat işler ölçüsü burada da benimsenebilir. Bu ölçü maksada daha
805
237
imkanının kullanılması açısından, olağanüstü işler ile olağan işlerin
farklı değerlendirilmesi ve hakimin takdir yetkisini kullanırken ayrı
kıstaslar uygulaması gerekir. 808
İdareci ortağın yönetimden doğan borçları şöyle sıralanabilir. 809
•Ortaklık işlerine kendi işi gibi ihtimam göstermesi gerekir (BK
528/1).
•Kendi kusuru ile sebep olduğu zararları, şirkete diğer işlerde temin
ettiği menfaatler ile mahsup ettirmeye hakkı olmaksızın tazmin etmek
ile mükelleftir (BK 528/2).
•Ücret alıyorsa vekil gibi sorumlu olmak durumundadır (BK
528/p.2, 321, 390).
•Yılda en az bir kere hesap vermek ve kârdan hisseyi ödemek
zorundadır (BK 520).
•Ortaklık işlerinin incelenmesine BK 531 hükümleri çerçevesinde
müsaade etmek zorundadır.
Bu borçları yerine getirmeyen, işleri yürütmek için gerekli ehliyeti
kaybeden (BK 529) veya iflas eden (BK 397) ortak aleyhine idare
hakkının kaldırılması ve bunun sonucunda ortaklığın feshedilmesi ya
da kısıtlanması talebiyle (haklı sebeple) mahkemeye başvurulabilir. 810
b) Denetim Yetkisi
Adi şirkette şirket işlerini fiilen yürüten ortaktan işlerin gidişi
hakkında haber ve bilgi almak, şirket defterlerini ve belgelerini
incelemek, kendine mahsus olmak 811 şartıyla şirketin mali durumu
hakkında özet çıkarmak, idareci olsun, olmasın her ortağa tanınan ve
sözleşme ile vazgeçilemeyen bir haktır. 812
İdareci olmayan ortak açısından bu sadece bir haktır yoksa bir
yükümlülük değildir. Çünkü itiraz ve bizzat müdahale hakkı yoktur.
Ortaklıkla hiç ilgilenmemesi halinde affectio societatis unsuru
açısından bir eksiklik ortaya çıkabilir. Ancak işlerle ilgilenir, hatta
uygundur.
Mesela idareci ortağın bütün işlerini vekile bırakması halinde aykırılığın
önemi
nedeniyle
iptale
Karar
verilebilirken
yönetim
yetkisini
devretmemekle birlikte personel sayısını çoğaltarak masrafları yükseltmesi
halinde doğrudan iptale değil, değişiklik yapılması kaydı ile devama karar
verilebilir.
809
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 62, 63, No. 91.
810
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 144.
811
Bu bilgilerin ayrıntılarına girmeksizin kurum tarafından yayınlanabilmesini
kabul etmek gerekir. Çünkü yayınlanması sisteminin zararına olan bilgiler
dışındaki bilgilerin açıklanmasında hesap sahiplerinin ve kamunun
aydınlatılması açısından mahzur değil fayda vardır.
812
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 147.
808
238
müşterek gaye bakımından yardımcı olur fakat hiç bilgi almaya gerek
duymazsa ortak olarak durumunda bir eksiklik yoktur. 813
Denetleme ve bilgi alma hakkı ortaklık sıfatına bağlı olduğundan
başkası tarafından kullanılamaz. KZK yatırım akdinde kurumun konu
ile ilgili organı veya görevlisi vekil değil bizzat kurum olarak
denetleme yapar. Ortaklığa zarar vermeyecek şekilde bilirkişi
kullanılması da genellikle kabul edilmektedir. 814 Ancak bu istihdam iyi
niyet kurallarına uygun olmalıdır. Bu yolla zarar verilmesi halinde
tazminat davası açılabileceği gibi bu durumun yeterli haklı sebep
sayılması ve şirket akdinin feshinin istenmesi de mümkündür. 815
ÖFK katılma hesap sahibinin, kurumun fon kullandırdığı
faaliyetlerle ilgili doğrudan bilgi alma hakkı söz konusu değildir.
Çünkü hesap sahibi ile ÖFK.nun ilişkisi ortaklık değildir ve ÖFK hesap
sahibinin vekili değildir. bu nedenle,
kullanılan fonun asıl sahibi
olduğu iddiası ile denetim hakkının varlığı kabul edilemez.
Son olarak sermaye borcunu ödemekte geciken ortağın BK 531'in
tanıdığı şirket işleri hakkında bilgi alma ve şirketin hesaplarını
inceleme hakkını kullanmasına engel olunamaz. 816 Burada akdin ifa
edilmediği def'inin kullanılmaması daha uygun olacaktır.
c ) S e r m a y e K o n u l m a sı v e E t k i l e r i
ÖFK KZK yatırım akdi ile fon kullandırılması halinde, kullanılan
fonu adi ortaklığa konulan sermaye olarak kabul etmek gerekir.
Bu durumda sermayenin miktarı ile fon kullanana ödeme şekli ve
zamanı sözleşmede belirlenecektir. Belirtmek gerekir ki kullandırılan
fonun tek kalemde ödenmesi mümkün olduğu gibi parça parça ödenmesi
de mümkündür. Ayrıca sözleşme rızai akit türünden olduğuna göre
imza ile tamamlanacaktır.
Sözleşmeye
rağmen
sermaye
koyma
borcunun
yerine
getirilmemesinin bu sözleşmeye has kanuni müeyyidesi olmamakla
birlikte bu durum şirket akdinin feshi için haklı bir sebep sayılabilir.
Ayrıca talep hakkı bulunan ortak ifa davası da açabilir. 817
Şirket akdinde bir ortağın borcu, ifa sırasında diğer bütün ortakların
borcuna bağlıdır. Bir ortağın borcunu yerine getirmesini isteyen davacı
kendi borcunu yerine getirmemişse davalı ortak ifadan kaçınabilir.
İdare yetkisini haiz ortak için de aynı şey geçerlidir. 818 Bu durumda
813
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 66, No. 94.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 147, POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 66, No.
94.
815
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 147.
816
KANETİ, s. 67.
817
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 137.
818
KANETİ, s. 84.
814
239
sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen ortağın kâr payı üzerinde
hak sahibi olması da imkansızdır. 819
Sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen ortağın zarara iştirak
ettirilmesi mümkün müdür?
Borcunu ifa etmemiş olan şirket ortağının kârdan pay almak için
sermaye borcunu sonradan ödemesi de mümkün ve bu geçerlidir. Oysa
ifa edilmemiş ortaklık sözleşmesine dayanarak yapılan faaliyetten zarar
edilmesi ve fon kullandıracak tarafın sermaye ödemeyi reddetmesi
halinde yukarıdaki sorunun cevabını müspet olarak vermek ve cebren
zarara ortak etmek gerekir.
Zararın mütemerrit ortağa düşen kısmının ödenmesini isteyen aktif
ortağın bu talebine karşı, sermaye ödemesi gerekirken ödemeyen taraf
akdin yerine getirilmediğini bu nedenle zarara ortak edilemeyeceğini
ileri süremez. Zira aktif ortak kendisine güvenmiş ve ortak iradesine
dayanarak faaliyete girişmiş, hatta akdi yerine getirmiş ancak sonuçta
zarar etmiştir.
Adi şirket akdinde sermayenin bir kısmının sonradan ödeneceğinin
kabul edilmesi halinde ödenmeyen kısım için durum ne olacaktır?
Kanaatimizce hiç ödenmemesi halinde geçerli olacak olan
yukarıdaki çözümler sermayenin ödenmeyen kısmı için de aynen
geçerli olmalıdır. Ödenen kısma ise sözleşmedeki hükümler
uygulanacaktır. Buna göre fon kullanan, kâr elde edilmiş olması
halinde kendisine ödenen kısmın kârını ÖFK.na verecek, faaliyetin
zararla sonuçlanmış olması halinde ise toplam sermaye üzerinden
zarara ortak edecektir.
İşletmede gizli şirket nedeniyle meydana gelen kıymet artışlarına
şayet gizli ortak nakdi veya aynî sermayesi ya da emeğiyle katkıda
bulunmuşsa katkısı nispetinde bu artışa iştirak etmesi gerekir. 820
d) Kâr ve Zararın Tespit Edilmesi ve Dağıtılması
ÖFK.ları ile ilgili özel mevzuatta kâr ve zararın oranları ile ilgili
olarak yer alan tek hüküm, Başb. Teb. 20/b-4’teki "kurum fon
kullandırıldığı gerçek ve tüzel kişilerin kârına sözleşmede belirlenen
oranda iştirak edebilir. Bu fonu kullanan gerçek veya tüzel kişinin
zarar etmesi halinde ise kurum husule gelen zarara azami o işe tahsis
ettiği meblâğ kadar katılır." hükmüdür.
Bir de Bak. Kur. Kar. 8 ile kâr ve zararın taraflarca belirlenmesi
usulleri hüküm altına alınmış ve kâr ve zararın hesaplanması ve
denetlenmesi ile ilgili bunun dışında kalan düzenleme yetkisi KZK
yatırım akdi ile tarafların iradelerine bırakılmıştır.
819
820
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 137.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 179.
240
Özel mevzuatta ÖFK.nun, fon kullananın kâr ve zararına ayrı
oranlarda katılıp katılamayacağını açıkça belirten bir madde var
olmamakla birlikte Mer. Bank. Teb. 2 nolu ekinde yer alan, KZK
yatırım akdinde bulunması gereken hususlar arasında 5. madde olarak,
kurumun fon kullananın kâr ve zararına katılma oranının ayrı ayrı
belirleneceği de sayılmıştır. Buna göre ÖFK.larının fonların kâr ve
zararına katılma oranları farklı olabilir. 821
Gizli ortaklıkta zarara iştirakle ilgili olarak Alman hukukunda iki
hüküm vardır.
•Gizli ortak zarara sadece sermaye payı kadar iştirak eder. Bïr tür
komanditer ortaktır. Ancak açık sözleşme hükmü ile zarara iştirak
genişletilebilir.
•Gizli ortak lehine şirket sözleşmesine konulan zarara iştirak
etmeme şartı geçerlidir.
Oysa Türk hukukunda özel bir istisna hükmü olmadığından gizli
ortak adi şirket ortağı gibi eşit oranda zarara katılır.
Ancak
sözleşme
ile
zarara
iştirak
sermaye
payı
ile
sınırlandırılabilir. Hatta bu sınırlama sözleşme ile olabileceği gibi
halin icabından ve teamülden de anlaşılabilir. İkinci imkan olan zarara
katılmama şartı ise hukukumuzda geçerli değildir. 822
Alman hukukunda yer alan hükümlerden birincisi KZK yatırım
akdinde özel mevzuatın emredici hükmü ve sözleşme gereği aynen
uygulanmaktadır.
İkincisinin
ise
Türk
hukukunda
ve
ÖFK
faaliyetlerinde uygulama kabiliyeti yoktur.
Başb. Teb. 26’da da tekrarlanan Bak. Kur. Kar. 8’e göre, kurum
tarafından gerçek ve tüzel kişilere kullandırılan fonla ilgili
faaliyetlerden doğan geçici kâr gerçek ve tüzel kişilerce kuruma ödenir
veya zarar varsa kurumdan tahsil edilir. Bu ifadeden anlaşılacağına
göre kâr ve zararın tahsili, kullanılan fonun vadesi içinde yer alan
birkaç dönemde gerçekleştirilebilir. Bu süreler bir yıldan kısa olabilir.
Mesela bir yıl vadeli fon kullanımında sözleşme ile dört ayrı geçici
muhasebe dönemi belirlenebilir. 823 Bundan amaç, kısa vadeli fonları da
uzun süreli faaliyetlerde kullanmak ve sonucunu kısa vadeli hesaplara
gecikmeksizin aktarabilmektir.
Ancak bu durum önemli bir problem ortaya çıkarmaktadır.
821
AKIN, s. 364. İslam hukukunda kâr ve zarara katılma akdinin karşılığı olan
mudarabada da kazancın eşit olması şart değildir. Çünkü İslâm dininde
mutlak eşitlik arzusu uygun görülmez. Kâr ve zarar oranlarının günün
değişen ekonomik şartlarına göre değişebileceği kabul edilir.
822
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 175.
823
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 238, No. 478.g.
241
Kurumun ve dolayısıyla tarafların kâr ve zarara katılma oranlarının
değişik olduğu durumlarda -ki yukarıda değindiğimiz gibi bu
mümkündür- eğer sözleşmede kurumun kâra katılma oranı zarara
katılma oranından daha yüksek olarak belirlenirse fonun vadesi içinde
geçici muhasebe dönemi usulünün uygulanması kurum açısından
devamlı surette daha kârlı olmaktadır. Oranın aksi olması halinde ise
fon kullanan daha avantajlı olmaktadır. Ancak yarı yarıya veya kâr ve
zarara katılma oranlarını aynı olması halinde mutlak bir eşitlik söz
konusu olabilir. 824
Bu çarpık sonuca iki düzenlemenin birleşmesi sebep olmaktadır.
Birincisi, kuruma ödenen kârların ve kurumdan tahsil edilen zararların
kurum açısından kesin olması, ikincisi ise, ayrı ayrı kâr ve zarara
katılma oranlarının, kurumlar ve fon kullananlar için ayrı oranlarda
belirlenebilmesine imkan veren mevzuattır.
Birinci etkenin kaldırılması mümkün olmakla birlikte bu durumda
verimli kâr dağıtımı söz konusu olamaz. İkinci hükmün kaldırılması
halinde ise sözleşme serbestisi kuralına bir engel konulmuş olacaktır.
Kanaatimizce ikinci hüküm feda edilmeli ve bu çarpık ve adaletsiz
sonuç engellenmelidir.
Ayrı ayrı olmak üzere, tarafların, kâr ve zarara katılma oranlarının
aynı olması sözleşme serbestisinin esasını bozmadığına göre bu
düzenlemenin kaldırılması daha az mahzurludur.
Zaten ortakların kâr ve zarar oranları arasında fahiş bir nispetsizlik
varsa diğer unsurların da varlığı halinde BK 21 gereğince gabin
nedeniyle nispî butlan söz konusudur. Bir ortağın iştirak hissesinin
kaldırılmış veya çok cüzi bir oran olarak belirlenmiş olması halinde ise
artık gabin değil, gayrı muhik olması nedeniyle BK 20 gereğince
mutlak butlan söz konusudur. 825
Fon kullanan tarafından, kâr dolayısıyla kuruma ödenen meblâğlar
bu kişilerce gider olarak kaydedilir. Zarar halinde borç olarak aldığı ve
bilançonun pasifinde krediler bölümüne borç olarak kaydedilecek
olan 826 meblağdan kuruma ait olan kısmını keserek, kendi kâr ve zarar
hesabına intikal ettirecek, 827 kalan fonu da iade ederek borçlarından
düşecektir.
TK.nun Tatbikat Kanunu ile BK 530’a eklenen hükümle, adi şirket
idarecisinin diğer ortaklara yılda en az bir defa hesap verme ve
824
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 238, No. 478.g.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 63. Roma hukukunda societa leonina olarak
adlandırılan bu ortaklıklar aslan payı kaydı nedeniyle bütün hukuk
sistemlerinde ve bu arada İslam hukukunda da yasaklanmıştır. DÖNDÜREN,
Ticaret, s. 447.
826
TEKİNALP, Bilanço, s. 228.
827
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 238, No. 478.f.
825
242
bununla birlikte kâr payı ödeme yükümü getirilmiştir. Fon kullananlar
açısından da geçerli olduğunu kabul ettiğimiz bu emredici hükmün
amacı, ortaklar ve hatta mirasçılar arasında zamanında hesap
görmemekten doğan ihtilaf ve güçlükleri önlemektir. 828
Kâr ve zararın tespitinde önemli hususlardan biri de net kârı elde
etmek için hangi masrafların kârdan indirilebileceğidir.
Kâr Ortaklığı Belgelerinin kâr ve zararının tespitinde tüm yedek
akçeler ve bu nitelikteki fonlar ve karşılıklar, amortismanlar, şirketin
ihraç ettiği tahvillerle kullandığı kredilere ait tüm finansman giderleri
ve KOB ihracında aracılık yapan kurumlara ödenen komisyonlar gider
olarak yazılamaz. 829 Sadece ilgili faaliyetlerden elde edilen gelirlerden,
faaliyetin gerçekleşmesi için yapılan giderlerin çıkarılmasına müsaade
edilmiştir.
Kanaatimizce ÖFK.larından fon kullananlar da sadece doğrudan
kullanılan fonla ilgili masrafları ilgili oldukları ölçüde gider olarak
yazmalıdır. Mesela faaliyetin bir kısmına katılınıyorsa genel
giderlere, 830 ortak olunan faaliyetin işletme bütünü içindeki yeri ve
oranına göre katılmak gerekir. Bu da göstermektedir ki kurumların fon
kullandırdıkları işletmeleri çok iyi değerlendirmeleri ve takip etmeleri
gerekir.
Risklerle ilgili bölümde de açıklandığı gibi, kötü niyet (kast) veya
ihmal sonucunda zarar meydana gelmesi veya kâr elde edilmesine
rağmen aynı nedenlerle zarar varmış gibi gösterilmesi halinde, ortaklar
arasında kâr ve zararda ihtilaf ortaya çıkabilir. Bu durumda yönetici
ortak özellikle ihtilâflı masraf kalemleri konusundaki beyanlarını
vesikalarla ispat etmek zorundadır.
Kurum lehine ve ihtilafları azaltıcı bir uygulama olarak, ortalama
kâr haddi esasının getirilmesi de doktrinde savunulmaktadır. 831 Buna
göre özellikle faizsiz bankacılık sisteminin yerleştiği ülkelerde özerk
bir kamu kurumu ortalama kâr haddini yıllık olarak tespit eder. Yapılan
sözleşmeye göre bu oranın üzerinde kâr elde edilmesi halinde fazlalık
kuruma ait olacak, düşük kâr veya zarar halinde ise kurumun zarara
iştirak edebilmesi için, fon kullanan sebebini özerk müesseseye ispat
etmek ve kabul ettirmek zorunda olacaktır.
Böylece kurumlar ihtilaf nedeniyle işletmelerin hesaplarını
incelemekten de kurtulacaklardır. Bu usulle aynı zamanda küçük sanat
erbabı da kolayca finanse edilebilecektir. Çünkü denetleme ve kontrol
828
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 139, POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 58, No.
84.
829
YILDIRIM, s. 56.
830
Bu genel giderlerin neler olduğu vergi kanunlarında net kazancın tespiti için
kullanılan kriterlerden istifade edilmek suretiyle belirlenebilir.
831
AKIN, s. 164.
243
yetkisi kuruma değil bağımsız bir müesseseye ait olacaktır. Ancak
kanaatimizce bu sistemin ülkemizde yerleşmesi için henüz çok
erkendir. Şartlarının oluşması için uzun zaman geçmesi ve ÖFK.larının
sistem olarak deneme safhasını aşması gerekir.
e) Tarafların Sorumluluğu
Tasarruf
sahiplerinden
fon
toplayan
ÖFK
bu
fonların
kullanılmasında basiretli davranmak yani, kârlı ve verimli yatırımları
seçmek zorundadır. 832 Bu görevinde hesap sahiplerine karşı doğrudan
sorumludur.
Basiretli
davranış
borcunun
gereği
olarak
fon
kullananların hesaplarını ve diğer durumlarını iyi değerlendirmek,
takip ve kontrol etmek zorundadır.
Kurumların fon kullanılmasında mali sorumluluğu ise en fazla o işe
tahsis ettiği fon kadardır. 833
Fonların kullanılması sırasında sözleşme ile verilen temsil yetkisi
içerisinde yapılan veya sonradan icazet verilen işlemlerde ortaklar
müteselsilen sorumlu olurlar.
Buradaki sorumluluk müteselsil olmaktan başka birinci derecededir.
Zira adi ortaklığın tüzel kişiliği yoktur. 834 Ortaklık mukavelesine bu
kuralın aksine hüküm koymak mümkündür.
BK 533/son c. gereğince, kendisine idare ve temsil görevi verilen
ortak, şirketi ve bütün ortakları üçüncü şahıslara karşı temsil etme
yetkisini kazanacağına göre şirket hesabına ve kendi namına bir üçüncü
şahıs ile muameleye girişirse bu üçüncü şahsa karşı yalnız kendisi
borçlu ve alacaklı olur.
İdareci olan ve olmayan ortak ayrımı nedeniyle hususi şirket
hükümlerine yaklaşan bu sorumluluk şekli ÖFK KZK yatırım akdine
uygun görülebilir. Ancak iç şirkette dış ilişki söz konusu olmadığından
üçüncü şahıslarla kendi adına sözleşmeye giren aktif ortak, bu şahıslara
karşı kendi malvarlığı ile sorumlu olur. Gizli ortak dahi şirket
akdinden doğan alacağını genel hükümlere göre isteyebilir. Herhangi
bir alacaklıdan farkı yoktur. 835
Bu nedenle kanaatimizce fon kullananların ÖFK.larına karşı
sorumluluğunda bu kuralların uygulanması gerekir. Bunun için ise
sözleşmeye bu yolda hükümler konulmasında fayda vardır. Zira adi
ortaklıkla ilgili BK 533, KZK yatırım akdindeki idareci olan ve
olmayan taraf düzenlemesine uygundur.
832
AKIN, s. 130.
AKIN, s. 143. Pakistan'daki faizsiz bankacılık modelinde de bankanın mali
sorumluluğu bağladığı finansman ile sınırlıdır.
834
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 70, No. 100.
835
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 175.
833
244
İdareci ortağın müşterek unvanla işlem yapma hali dışında sebep
olduğu haksız fiillerden diğer ortaklar sorumlu değildir. 836 Sistem
gereği yatırım akdinin ortaya çıkardığı ortaklığın müşterek unvanı
olamayacağına göre fonu kendi adına işletmekte olan ortak müşterek
unvan kullanırsa bu işlem mutlak butlan ile batıl olacağı gibi hukuki ve
cezai sorumluluk da tamamen fon kullanana ait olacaktır.
Adi şirket ortağı idarede yeterli ihtimamı göstermemesi nedeniyle
kusurlu sayılmışsa bu fiilin zararlarından diğer ortaklara karşı
sorumludur. 837 Kusurlu fiil dışındaki işlemlerden elde edilen
gelirlerden bu zararın mahsubu yani takas mümkün değildir. Ancak bir
fiil hem kâr hem zarar doğurmuşsa bu ikisinin takası mümkündür.
Fon kullananın sözleşmeye aykırı olarak işi genişletmesi halinde,
adi ortaklık yönetici ortağının yetkisini aşması söz konusudur ve şahsi
sorumluluğu vardır. 838 Bu fiili nedeniyle alacaklı üçüncü şahısların da
gizli ortak konumundaki kuruma müracaat hakları yoktur. Zira
müteselsil mesuliyet prensibi burada da yürümez. Bunun gibi fonu
kullanan da ÖFK.na müracaat ederek zarara ortak olunmasını talep
edememelidir.
ÖFK uygulamasında henüz yer almamakla birlikte, sadece emeği
sermaye olarak koyan aktif ortağın zarara katılmaması mümkündür.
Ancak bu halde dahi bu ortak dış ilişkide diğer ortaklar gibi genel
hükümlere göre sorumlu olur. Zarara ortak olmadığı iddiası ile
sorumluluktan kaçamaz. 839 Sözleşmede yer alacak olan böyle bir hüküm
sadece iç ilişkide bir talep hakkı doğurur.
Ayrıca BK 534 gereğince adi ortaklık sözleşmesinde aksine hüküm
bulunmadığı takdirde iştirak halinde mülkiyet nedeniyle ortağın şahsi
alacaklısı alacak hakkını ancak o ortağın tasfiyedeki hissesi üzerinden
kullanabilir. 840 Sözleşme ile aksinin kararlaştırılması, MK 623'e uygun
müşterek mülkiyet esaslarının kabul edilmesi ile mümkündür.
Bak. Kur. Kar. 8/4’e göre fon kullanımından doğan kâr ve zararın
muhasebeleştirilmesi ile ilgili olarak TK ve Vergi Kanunlarından doğan
tüm mükellefiyetler fon kullanan gerçek ve tüzel kişilerin
yükümlülüğünde ve sorumluluğunda kalır. 841 Hesap ve defterlerin
mevzuat ve kanuna uygun tutulmaması halinde idareci ortak
durumundaki fon kullanan hem devlete, hem kuruma ve hem de üçüncü
şahıslara karşı şahsen sorumludur.
836
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 70, No. 101.
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 145.
838
AKIN, s. 130.
839
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 136.
840
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 70, No. 102
841
AKIN, s. 292.
837
245
3. Akdin Sona Ermesi
a) Sona Erme Nedenleri
KZK yatırım akdine, adi şirkete ilişkin hükümlerin doğrudan
uygulanacağını kabul ettiğimize göre adi şirket akdinin sona ermesi ile
ilgili hükümlerin de tatbik edilmesi gerekir.
ÖFK KZK yatırım akdinde bulunması gereken şartlar arasında
sözleşmenin süresi de vardır. Bu nedenle sona erme nedenlerinin
başında sürenin sona ermesi gelmektedir. Süre unsuru yatırım akdi için
önemli bir unsur olmakla birlikte, sürekli borç ilişkileri sona erme
sebeplerini bünyelerinde taşımadıklarından bir sürekli borç ilişkisi olan
adi ortaklık akdinin de kural olarak süresi söz konusu değildir. Ancak
ortaklık sözleşmesinde belirtilen gayeye erişilmesi ile ilişkinin sona
ermesi (BK 535) bu açıdan bir istisnadır. 842
Ortaklar ortak bir amaç etrafında bağlandıklarından amaç unsuru
sözleşmenin kurucu unsurudur. Ortak amaç kalmadığında da artık
ortaklığın varlığı söz konusu olmayacaktır. Bunun tabii sonucu, BK
535/1’deki ortaklık gayesinin gerçekleşmesi veya imkansızlaşması
hallerinde ortaklık ilişkisinin sona ereceğidir. Böylece amaç unsuru
süre sonunu tayin eden bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. 843 Bu sonuç
kanaatimizce sözleşmede süre belirlenen haller için de geçerlidir.
Ayrıca ortaklık amacının elde edilmesinin imkânsız hale gelmesi
durumunda ortaklık ilişkisi BK 535/1 gereğince kendiliğinden sona
erer. 844
Mirasçılar ile şirketin devamına ilişkin yapılmış bir sözleşme
olmadıkça, ortaklardan birinin ölümü halinde sözleşme yine
kendiliğinden sona erer. 845
Adi şirket ortaklarından birinin hacir altına alınmasına kanun, akdin
kendiliğinden sona ermesi sonucunu bağlamıştır. Çünkü bu akitte şâhıs
unsuru önemlidir. Ancak hüküm emredici değildir. Yani hacredilen
ortakla akdin devamı kararlaştırılmış olabilir. 846 Hususi şirket aktif
ortağı sayılabilecek olan fon kullananın hacir altına alınmış olması
842
SELİÇİ, s. 65.
SELİÇİ, s. 65.
844
SELİÇİ, s. 90.
845
SELİÇİ, s. 83, KARAYALÇIN, Şirketler, s. 178, Yazar, BK 535/2 gereğince
gizli ortağın ölümü halinde şirket akdinin sona ermesi gerektiğini
söylemekte, diğer sona erme sebepleri hakkında adi şirkete ait hükümlerin
uygulanabileceğini belirtmektedir. KZK. yatırım akdinde gizli ortak
durumundaki ÖFK.nun ölümü söz konusu olmayacağına göre sona ermesine
Karar verilmesi veya süresinin dolması hallerinde mirasçılık söz konusu
olamayacağından tasfiye olgusu içinde akdin de sona ermesine Karar
verilmesi gerekecektir.
846
SELÍÇİ, s. 85.
843
246
halinde kişilik unsuru daha da ön plana çıkacağından, aksine
düzenleme yapmamak ve yatırım akdinin sona ereceğini kabul etmek
gerekir.
Bu hükümleri fiil ehliyetini kaybeden aktif ortak için de uygulamak
ve diğer ortağa olağanüstü fesih hakkı tanımak gerekir. 847
Ortaklardan birinin ve özellikle fon kullananın tasfiyedeki hissesi
hakkında cebri icra yapılması veya iflası 848 ya da haczi 849 halinde
ortaklık ilişkisi BK 535/3 gereğince kendiliğinden sona erer. Bu
durumlarda tasfiye payının paraya çevrilmiş olması aranmalıdır.
Ayrıca BK 535/3’te yazılı şekillerden biriyle sözleşmenin
zamanından önce sona ermesi hallerinde diğer ortaklar lehine bir
tazminat hakkı doğmaz. 850 Genel kuralın bu olduğu kabul edilmekle
birlikte şunu belirtmek gerekir ki kötü niyetli olarak akdi sona
erdirmek maksadıyla kendisini muvazaalı olarak borçlandıran ve haciz
veya iflasa neden olan fon kullananı bu hükümle korumak hakkaniyete
aykırıdır. Bu nedenle tazminat taleplerinde fon kullananın kast ve ağır
kusuru dışında meydana gelen iflas ve diğer hallerden sorumlu
tutulmaması, kast veya ağır kusur varsa tazminata hükmedilmesi
gerekir.
Sürekli borç ilişkilerinin hukuki işlemle sona erdirilmesi
şekillerinden, tarafların anlaşması hali de 851 KZK. yatırım akdine
uygulanmalıdır.
Tek taraflı hukuki işlemle sona erme hali, olağan fesih ve
olağanüstü fesih olmak üzere ikiye ayrılır. İfa edilmekte olan, ifa
süresi belirsiz bir sürekli borç ilişkisini taraflardan her birinin bir
sebebe dayanmaya gerek olmaksızın beyanı ile sona erdirmesi olarak 852
tarif edilebilecek olan olağan feshin, süreli olması nedeniyle yatırım
akdine uygulanması mümkün değildir.
Olağanüstü fesih ise belirli veya belirsiz süreli, sürekli borç
ilişkisini vaktinden önce ileriye etkili olmak üzere sona erdiren bir
imkandır. Geçerliliği akdî veya kanuni bir fesih sebebine bağlıdır.
Devam eden bir ilişkide sürekli edimin yerine getirileceğine duyulan
güven, taraflar arasında bir güven ilişkisi kurmaktadır. İcrasına
847
SELİÇİ, s. 85. ·
POROY/ Tekínalp /Çamoğlu, s. 71, No. 108. Vekaleti sona erdiren
sebeplerden olan iflas, idareciliği de sona erdirir (BK 397). Fonu
kullananın idarecilik sıfatının sona ermesi halinde akit de imkansızlık
nedeniyle kendiliğinden sona ereceğinden iflas, hususi şirket akdini de sona
erdirmiş olacaktır.
849
TEKİL, C. l, s. 136.
850
SELİÇİ, s. 89.
851
SELİÇİ, s. 105 vd.
852
SELİÇİ, s. 104.
848
247
başlanmış sürekli borç ilişkisinin normal ifa süresinde, taraflarca
öngörülmeyen bazı sebeplerin ortaya çıkması, mesela taraflardan
birinin sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle güven ilişkisi
yıkılacağından, artık ilişkinin sürdürülmesini beklemek dürüstlük
kuralına aykırı görülebilecektir. İşte bu durumdaki ilişkiyi sona
erdirme hakkı, olağanüstü fesih imkanının temelini oluşturur. 853
ÖFK uygulamasında süre ile bağlı olmasına rağmen adi ortaklığın
da bir sürekli borç ilişkisi olduğu nazara alınırsa, haklı nedenle fesih
de denilebilecek olan olağanüstü fesih imkanının ÖFK KZK yatırım
akdinde uygulanabileceğini kabul etmek gerekir. Bu durumda ortaklık
yükümlülüklerinin ifa edilmemesi, itimadı ve güven ilişkisini sarsacak
hallerin ortaya çıkması, müşterek gayenin çok zor veya imkansız hale
gelmesi gibi durumlarda, BK 535/7 gereğince mahkemeye yapılacak
müracaatla ortaklığın feshi talep edilebilir. Haklı sebeplerin varlığını
hakim takdir eder. 854 Alınacak olan ilam, kesinleştikten sonra hüküm
ifade edecek ve ileriye etkili olmak üzere akdi sona erdirecektir.
Karşılıklı akitlerde tarafların birinin borçlu temerrüdüne düşmesi
halinde, karşı taraf BK 106’ya göre mehille ya da 107’ye göre mehilsiz
olarak akitten rücu edebilir. Borçlunun kusuru şart değildir. Ayrıca BK
108’e göre karşı tarafın kusursuzluğunu ispat edememesi halinde
akitten rücu eden tarafın, fesihle birlikte menfi zararının tazminini
isteme hakkı da vardır. 855 ÖFK KZK yatırım akdinde özellikle kurumun
sermaye tahsis borcunu yerine getirmemesi, fon kullananın da kâr
payını kuruma vermemesi hallerinde bu hükümler uygulanabilmelidir.
KZK yatırım akdinin feshi ihbar ile 856 sona erebilmesi için
sözleşmeye bu konu ile ilgili hüküm konulmalıdır. Böyle bir imkandan
ÖFK.nun yararlandırılması halinde ekonomik durumun kötüleşmesi, fon
kullandırdığı sektörün kârının düşmesi veya zarar ihtimalinin belirmesi
durumlarında kendi lehine ve fon kullanan aleyhine olarak feshi ihbar
ile sözleşmeyi sona erdirmesi mümkündür. Bu nedenle kanaatimizce bu
yolla sözleşmeyi sona erdirme imkanı belli hallerde kullanılmak üzere
sadece fon kullanan tarafa ait olmalıdır.
Banka kredi açma sözleşmelerine koyulan tek yanlı fesih hakkına
ilişkin kayıtlar riske katılmamanın tabii sonucudur ve ÖFK.ları
tarafından da uygulanması bu nedenle doğru değildir.
853
SELİÇİ, s. 104.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 72, No. 111. Yazar, BK 535/son'un aksi
manasından süreyle sınırlı ortaklıkların feshi için ihbar gerektiği sonucunun
çıkarılacağını belirtmektedir.
855
KANETİ, s. 58.
856
TEKİL, C. l, s. 148.
854
248
Geleceğe etkili olmak üzere sonuç doğuran bu sona erme
şekillerinin yanında bir de geçmişe etkili olan, hükümsüzlük nedeniyle
sona erme hali söz konusudur.
İrade birleşmesine dayanarak kurulduğuna göre adi ortaklık,
BK.ndaki hükümsüzlük sebeplerinin etkisi altındadır. Ehliyetsizlik,
şekil bakımından eksiklik, muvazaa, kanuna, ahlâka ve adaba, kamu
düzenine, şahsiyet haklarına aykırılık ve imkansızlık hallerinde geriye
etkili sonuç doğuran mutlak butlan söz konusudur. İrade bozuklukları
ve gabin halinde ise iptal edilebilme sebebi vardır. 857 Ancak bu hallerde
sona erme geriye etkili değildir.
b) Sona Erme şekli
Yukarıda sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi
halinde aktif ortak durumunda olan fon kullanan, ortaklık sonucunun
elde edilmesinden ve dağıtılmasından sorumlu olduğundan tasfiyeyi
bizzat yapar ve gizli ortağa yani ÖFK.na hesap verir. 858 Bu nedenle adi
şirketin feshine karar veren mahkeme ayrıca tasfiye memuru tayin
etmez.
Normal süreden önce sona erme ve işlerin umulandan daha uzun
sürmesi halinde devam eden bu işler de aktif ortak tarafından
tamamlanır. Bu faaliyetin sonucu da bölüşülür. 859 Aktif veya gizli
ortağın, sürenin dolmasından sonra sonuç alındığına dair itirazları
dinlenemez. Ancak genel hükümlere göre tarafların talep ve dava
hakları saklıdır.
KZK yatırım akdinin geçersizliğine karar verilmesi halinde ise
tasfiyenin nasıl yapılabileceği tartışılabilir. Zira geçersiz sözleşmeye
dayanan sürekli borç ilişkilerinin, edimlerin iadesi yolu ile tasfiyesi
çok güçtür. Özellikle ortaklık ilerlemişken geçersizlik öğrenilir ve
butlan veya iptal ile eski hale iade gereği ortaya çıkarsa bütün bu
ilişkilerin geriye etkili olarak hukuk sahasından silinmesi için büyük
sıkıntılara girmek gerekecektir. 860
Özellikle vade içerisinde dönemli olarak kâr ve zarar tahsilinin
kararlaştırılmış olması halinde arada elde edilen kâr ve zarar ÖFK
tarafından katılma hesabı sahiplerine dağıtılmış olacağından bütün
bunları geriye toplamak imkânsızdır. ÖFK.nun kendi öz kaynaklarından
alınmasına karar verilmesi ise özellikle kusurun fon kullanana ait
olması halinde haksızlık olacaktır.
Bu durumda özellikle güveni koruma ihtiyacı ortaklık alacaklıları
açısından kendisini göstermektedir. Güvenilen ortak, butlan veya fesih
857
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 54, No. 79.
POROY /Tekinalp /Çamoğlu, s. 73, No. 114.
859
KARAYALÇIN, Şirketler, s. 178.
860
SELİÇİ, s. 48.
858
249
sonucunda hiç ortak olmamış gibi farz edilip ortaklık geriye etkili
olarak geçersiz sayılırsa, buna güvenerek ortaklıkla ilişkiye giren
alacaklı üçüncü kişinin menfaati korunmamış olur. Oysa bu menfaat
korunmalıdır. Böylece burada, başlangıçta ortaya çıkan hukuki güvenin
korunması gereği olarak ortaklık alacaklılarına ve ÖFK katılma hesabı
sahiplerine karşı, ortaklık ilişkisinin başlangıçtan beri geçersiz
sayılmasına engel olunabilmelidir. 861 Bu sayede yukarıda sayılan
sakıncaların da ortaya çıkması önlenmiş olacaktır.
861
SELİÇÍ, s. 48.
250
IV. KİRA AKDİ (LEASING)
A. Hukuki Yapısı
Başb. Teb. 2/k ve 20/b’de "mal ve hizmet üretiminde kullanılacak
teçhizatın mülkiyeti kurumda kalmak koşulu ile sözleşme serbestisi
dahilinde işletmelere kiraya verilmesi" şeklinde tarif edilen kira akdi,
mali kuruluşlar hukukunda sermaye kiralaması veya finansal
kiralama 862 olarak adlandırılan faaliyetin ÖFK.larınca uygulanma
şeklidir. 863
Zira 3226 sy.lı Finansal Kiralama Kanununun 4. maddesinde
finansal kiralama sözleşmesi, kiralayanın, kiracının talebi ve seçimi
üzerine üçüncü kişiden satın aldığı veya başka surette temin ettiği bir
malın zilyetliğini, her türlü faydayı sağlamak üzere ve belli bir süre
feshedilmemek şartıyla kira bedeli karşılığında kiracıya bırakması,
olarak tanımlanmıştır.
Bu faaliyetin kaynağı olan finansal kiralama sözleşmesi, 3226 sy.lı
Kanunla düzenlenmeden önce, kendisine özgü yapısı olan sözleşmeler
grubuna girerken bu kanundan sonra artık bu kategoriden çıkmıştır. 864
Bu durumda, kanundan önce yapılmış olan düzenlemeyle leasing
yapabilecekleri düzenlenen 865 kurumların bu faaliyetleri halen
yürürlükteki 3226 sy.lı kanuna tabi olacak mıdır? 866
Kanun gereği bankaların bizzat leasing yapmaları yasak olmakla
birlikte, leasing piyasasına bu konuda uzmanlaşmış filyal şirketler
kurarak girebilirler. 867 Kanaatimizce ticari bankalarla ilgili bu
düzenlemeyi ÖFK.larına da uygulayarak bu kurumların leasing
faaliyetinde bulunmak istemeleri halinde kanundaki şartlara uygun
leasing şirketleri kurmaları gerektiğinde hükmetmek amacı aşan bir
862
ARIKEL, s. 39. Yazar finansal kiralama hakkında şu tanımlara yer
vermektedir. "Finansal kiralama, belli bir süre için kiralayan ve kiracı
arasında imzalanan, kiracı tarafından seçilip kiralayan tarafından satın
alınan bir malın mülkiyetini kiralayanda kullanımını kiracıda bırakan bir
sözleşme olup, malın kullanımı belli bir kira sözleşmesi karşılığında
kiracıya bırakılmıştır."
"Finansal kiralama, kiraya verenin kiralanan mala ait bütün riskleri ve
menfaatleri aynen malikmişçesine kiracıya devrettiği bir kiralama şeklidir."
863
ZARAKOLU, s. 12, ERMEYDAN, s. 81.
864
TANDOĞAN, 1/1, s. 68.
865
KUNTALP, Finansal Kiralama, s. 42.
866
AYTAÇ, s. 237. Yazar da sadece bu çelişkiyi belirtmektedir.
867
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 70, ALTOP, s. 84, VARLIK, s. 280,
ARIKEL, s. 46. Ancak Kalkınma ve Yatırım Bankaları kendileri ile ilgili
mevcut
kanunlara
göre
doğrudan
finansal
kiralama
faaliyetinde
bulunabilirler.
251
yorum olur. 868 Zira leasing şirketleri birer aracı kurumdur. Diğer
deyişle ticari bir müessese olmayıp mali bir kuruluştur. Ayrıca
gelişmekte olan ülkelerde ve bu arada ülkemizde genellikle aranan,
Leasing şirketlerinin bir güvence olarak güçlü sermayeye sahip olması
zorunluluğu 869 ÖFK.ları için gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Nitekim Finansal Kiralama Kanununun hazırlanması aşamasında
Bakanlar Kurulu tasarısının 11. maddesine leasing yapabilecek
kurumları belirlemek üzere konulmuş olan “mevduat kabul etmeyen
ÖFK.larının”
leasing
yapabilecekleri,
mevduat
toplayanların
yapabilecekleri hükmü daha sonra tasarıdan çıkarılmıştır. 870
Ancak bu kanunun özel leasing kurumu kurularak faaliyet yapılması
gereği dışındaki emredici hükümleri, özellikle sözleşmenin yapısı ve
özellikleri ile ilgili düzenlemeleri ÖFK.ları için de mecburi
olmalıdır. 871 Bu durumda kurumların leasing faaliyetlerine, aşağıda
inceleneceği şekilde 3226 sy.lı Kanun ve bu kanunun 26. maddesindeki
atıf gereği, yeterli hüküm olmayan hallerde Borçlar Kanununun genel
ve sözleşmenin niteliğine uygun düştüğü oranda ise özel hükümleri
uygulanacaktır.
ÖFK.ları, ticaret yapılmasına aracı olabilmekle birlikte kendileri de
topladıkları fonlar ve öz kaynakları ile bizzat ticaret yapabilen
kurumlardır. Ayrıca, bankalara böyle bir yetki tanınmamış olmasına
rağmen, ÖFK.larına ait özel düzenlemeye 3226 sy.lı kanundan önce ve
baştan beri leasing yapabileceklerini gösteren hükümler konulmuştur. 872
Bu durumda ÖFK.larına ayrıca bir finansal kiralama kurumu
kurmaksızın bu faaliyeti yapma hakkı tanınmalıdır. 873 Böylece esasen
bir tacir bankacılık hizmeti olan finansal leasing için 874 hazırlanmış
olan ve tacir bankacılığın gelişmesine katkıda bulunacak olan bu izinle
kurumlar da bu amaca katkıda bulunmuş olacaklardır.
Finansal Kiralama Şirketlerinin kendi özkaynaklarını ve kredileri
kullanarak leasing yapmalarına karşılık ÖFK.ları kendi sermayeleri
yanında halktan katılma hesabı adı altında topladıkları fonları da bu
868
Nitekim faaliyetteki kurumlar bizzat leasing yapmaktadır. TEKİNALP,
Finansal Kurumlar, s. 70, CEYLAN, s. 218.
869
ALTOP, s. 80, dpn. 3.
870
Ayrıntılı bilgi için bkz. KUNTALP, Finansal Kiralama, s. 40.
871
ARIKEL, s. 48. "Çalışma alanları içinde finansal kiralamanın da bulunduğu
ÖFK.larının bu alanda faal bir rol oynayacakları şüphesizdir” diyen yazar
da ÖFK.larının ayrı bir şirket kurmaksızın leasing yapabileceğini kabul
etmektedir.
872
Leasing sözleşmesi kavramına ÖFK.larının kurulması hakkındaki Bak. Kur.
Kar. Eki Kararın 1. maddesinde yer verilmiştir.
873
ALTOP, s. 84, KÖTELİ, Finansal Kiralama, s. 80.
874
VARLIK, s. 280.
252
faaliyette
kullanabileceklerdir.
bu
durum
ÖFK.ları
lehine
875
görülmektedir.
Sermaye kiralaması olarak da adlandırılabilecek olan finansal
kiralamada, uzun süreli bir finans sözleşmesi niteliği vardır. Üç
taraflıdır. Üçüncü taraf olan kiraya veren sayesinde finansman
kolaylığı sağlanmaktadır. Yatırım yapmak isteyen işletme, kendi sınırlı
imkanlarını kullanmak yerine 876 bu işle uğraşan finans kurumuna
başvurarak ihtiyaç konusu malların kurumca satın alınıp kendisine
kullandırılmasını ister.
Bu sözleşmede malın mülkiyeti kiraya verende, kullanma hakkı yani
zilyetliği ise kiracıdadır. Ayrıca kiralananın bakım, sigorta ve diğer
masrafları ile demodelik ve teknoloji eskimesi riski kiralayan ile
birlikte kiracıya aittir. Ancak kiralananın sözleşme süresi sonunda
kiracıya satışı kararlaştırılmış olabilir. Bu durumda risk sadece ve
tamamen kiracıya ait olur.
ÖFK.larının yapacakları bu faaliyetin risksiz olduğu düşünülebilir.
Zira ithal edilen malların kiralanmasında ortaya çıkan kur riskine
kiracı katlanacak bununla birlikte enflasyonla ortaya çıkan değer
artışından ise kiralayan yararlanacaktır. Ancak kiralılar açısından
cazibe azaltıcı bir sonuç doğuran bu durum, 3226 sy.lı Kanunun 9.
maddesinde yer alan, kiralananın sözleşme süresi sonunda önceden
belirlenecek ve gerekirse kira bedeline eklenerek taksitlendirilecek
fiyatla
satın
alınması
imkanıyla
kısmen
de
olsa
ortadan
877
kaldırılmıştır.
Öte yandan, ÖFK.ları için eskiyen teknoloji nedeniyle leasing
mallarının birikimi söz konusu olabilir ki bu da katılma hesabı
sahiplerine de zararın yansımasına sebep olan aleyhte bir sonuç
doğurur.
B. Leasingin İşleyişi
ÖFK.ları
bu
faaliyeti
kendi
öz
kaynaklarını
kullanarak
yapabilecekleri gibi katılma hesaplarında biriken fonları da
kullanabilirler. Ancak amortisman yönünden verimli olmaması
nedeniyle özellikle kısa vadeli fonların kullanılması doğru değildir. 878
Hemen belirtmek gerekir ki finansal kiralama işlerinde süre ve sınırın
tespitinde uygulanacak yönetmeliğin ikinci maddesinde yer alan,
kiralayanın borçlarının toplamının öz kaynaklarının 15 katını
geçemeyeceğine dair sınırlama da ÖFK.larına uygulanmamalıdır. Zira
875
KÖTELİ, Finansal Kiralama, s. 80.
YÜKSEL, s. 135.
877
AKIN, s. 159.
878
Bu faaliyetin üstün ve zayıf yönleri için bkz. CEYLAN, s. 214.
876
253
ÖFK.ları denetim dışı ayrı bir kurum aracılığı ile değil, bizzat kendi
tüzel kişiliğinin sorumluluğu ile bu faaliyeti gerçekleştirecektir.
Buna karşılık aynı yönetmeliğin 4. maddesinde yer alan, kiralayanın
gerçek veya tüzel bir kişiden olan kira alacaklarının toplamının öz
kaynaklarının %25’ini geçemeyeceğine ilişkin hükmü ise ÖFK.nun
kendi öz kaynakları ile yaptığı leasing işlemleri için uygulamak,
katılma hesaplarından bu faaliyet türünde kullanılan fonlar için de
%25’lik oranla ayrıca uygulamak gerektiği kanaatindeyiz. Bu ayrımın
gözetilmemesi halinde riskin azaltılması maksadına yönelik bu
sınırlamanın amacı aşması mümkündür.
3226 sy.lı Kanunun 5. maddesi gereğince, finansal kiralama
sözleşmesine taşınır veya taşınmaz mallar konu olabilir. Patent gibi
fikri ve sınai haklar bu sözleşmeye konu olamazlar. 879
Bedelin miktarı ve ödeme şekli konusunda kanunda sınırlayıcı bir
hüküm bulunmadığından, bu ayrıntılar özel mevzuatta yer alan
sözleşme serbestisi sınırı dahilinde taraflarca kararlaştırılacaktır.
ÖFK.larının yaptıkları Finansal Kiralama Akitleri de noterlerde
3226 sy.lı K. gereği tutulacak olan özel sicile tescil edilmelidir.
Noterlerde tutulacak siciller özellikle üçüncü şahısların iyi niyetini
ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Sözleşmenin en az dört yıl süre ile feshedilemeyeceğini öngören 7.
madde
hükmünün
ise
kurumlara
uygulanıp
uygulanmayacağı
tartışılabilir. Kanaatimizce bu hüküm tarafları ve sözleşmenin
sağlamlığını
koruyucu
bir
hüküm
olduğundan
ÖFK.larına
uygulanmalıdır.
Finansal kiralamada da BK.nda yer alan kira akdine benzer şekilde
kiralananın mülkiyeti kiralayanda kalır. Ancak sözleşmeye sözleşme
süresi sonunda kiracının malı kiralayandan satın alabilmesine imkan
tanıyan bir hüküm konulabilir. 880
Kiracı, sözleşme süresince kiralanan malın zilyedi olup,
sözleşmenin amacına uygun olarak her türlü faydayı elde etme
imkanına sahiptir. Ancak zilyetliği başkasına devretmesi yasaktır.
Ayrıca sözleşmede öngörülen şart ve usullere uygun olarak itinayla
kullanmak zorundadır. Aksine hüküm yok ise bakımdan ve korunmadan
kiracı sorumlu olup masraflar da kendisine aittir.
Malın sözleşme süresi içinde hasar ve ziyanının sorumluluğu da
kiracıya aittir. Bu durumda sigorta yaptırma mecburiyeti kiralayana ait
olmakla birlikte primlerin ödenmesinden kiracı sorumludur. 881 Ancak
879
ARIKEL, s. 45.
AKIN, s. 151. İslam hukukunda müşareke mütenakise yani azalan ortaklık da
denilen sistemde buna benzer bir uygulama vardır.
881
AKIN, s. 158.
880
254
hasar ve ziya sorumluluğu ödenen sigorta miktarının karşılanmayan
kısmı ile sınırlıdır.
Kiralanan malın ÖFK tarafından teslim edilememesi halinde BK 106
hükmü uygulanır.
Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa ÖFK kiralananın mülkiyetini
başkasına devredemez. Devrin mümkün olması halinde ise ancak başka
bir leasing kurumuna devir yapılabilir. Devralan sözleşmeyi aynen
devam ettirmek zorundadır. Ayrıca devrin kiracıya karşı geçerli olması
için kendisine tebliğ edilmesi de gerekir.
Finansal kiralama sözleşmesi olağan olarak kararlaştırılan sürenin
dolması ile son bulur. Ancak tarafların anlaşması ile uzatılması
mümkündür.
3226 sy.lı K.un 22. maddesi kiralayan şirketin sona ermesi ve tüzel
kişiliğinin hitamı hallerinde sözleşmede aksine bir hüküm yoksa
finansal kiralama sözleşmesinin de sona ereceğini düzenlemektedir.
Ancak kanaatimizce, sınırlı süreli olarak kurulmuş olan ÖFK.larının
bu sürelerini aşacak şekilde leasing sözleşmesi yapmaları mümkün
değildir. Yapılmış olması, kurumun faaliyetinin devamı için yeterli
olamaz. Sadece tasfiye işlemlerinin uzamasına neden olabilir. Ancak
bu, kira süresinin dolmasının beklenmesi demek değildir.
Kiralayan kurumun, süre dışında fesih ve benzeri bir nedenle sona
ermesi halinde kurum tasfiye haline geçeceğinden kiralama süresinin
sona ermesine kadar tasfiyeyi uzatmak mümkündür. İşte bu durumda
sözleşmeye konulmuş olan sona ermeye rağmen kiralamanın devam
edeceğine ilişkin hüküm işe yarayacak, bu sözleşme olağan sürenin
sonuna kadar muteber olacaktır.
Aynı maddeye göre kiracının iflası veya aleyhine yapılacak bir icra
takibinin semeresiz kalması yani aciz halinde ve ayrıca kiracının ölümü
veya fiil ehliyetini kaybetmesi ya da işletmesini tasfiye etmesi
hallerinde sözleşme sona erer. Ancak taraflarca aksi kararlaştırılmış
olabilir. Bu durumda ölüm halinde mirasçı, fiil ehliyetinin kaybı
halinde vasi veya kayyum ile sözleşme aynı şartlarla devam edecektir.
Ancak iflas veya aciz halinde artık kiracının verdiği teminatlar da
şüpheli olacağından kurumların sözleşmenin bu halde dahi devamı
şartını kabul ederken titiz olmaları gerekir.
23. maddeye göre, finansal kiralama bedelini ödemede temerrüde
düşen kiracıya verilecek olan otuz günlük sürede de bedelin
ödenmemesi halinde kiralayan kurum sözleşmeyi feshedebilir. Ancak
sözleşmede
süre
sonunda
mülkiyetin
kiracıya
geçeceği
kararlaştırılmışsa bu süre altmış günden az olamaz.
Taraflardan birinin sözleşmeye aykırı harekette bulunduğu hallerde
bu aykırılık nedeniyle diğer tarafın sözleşmeyi devam ettirmesinin
beklenemeyeceği durumlarda sözleşme feshedilebilir. Bu hallerde,
fesihten önce süre verilmesinin şart olup olmadığı kanunda
255
belirtilmemiş olmakla birlikte, devam etmesinin beklenemeyeceği
durumlara münhasır olması nedeniyle kanun koyucunun süreye gerek
duymadığı kabul edilebilir.
Sözleşmenin kiralayan kurum tarafından haklı nedenlerle feshi
halinde kiracı, malı iade ile birlikte vadesi gelmemiş finansal kiralama
bedellerini ödemekle yükümlü olduğu gibi ayrıca kiralayanın bunu aşan
zararından da sorumludur.
Sözleşmenin kiracı tarafından feshi hâlinde ise kiracı malı geri
vermekle beraber uğradığı zararın tazminini kiralayandan talep
edebilir.
Finansal kiralama sözleşmesinin olağan süresi sonunda sona ermesi
halinde sözleşmeden doğan satın alma hakkı bulunmayan veya bu
hakkını kullanmayan kiracı, finansal kiralama konusu malı derhal geri
vermekle mükelleftir.
256
V. MAL KARŞILIĞI OLAN VESAİKİN ALIM SATIMI YOLU
İLE FON KULLANDIRMA
A. Genel Olarak
Başb. Teb. 20/b-4’te "kurumla fon kullanan arasında mal karşılığı
vesaikin kurumca peşin satın alınması ve vadeli olarak fon kullanana
daha yüksek bir fiyattan geri satılmasını düzenleyen bir akit" olarak
tarif edilen, mal karşılığı vesaikin alım satımı yolu ile fon kullandırma
faaliyetinin dış ticaret rejimi ile izin verilen hususlar için söz konusu
olduğu da aynı madde ile belirtilmiştir. Bu durumda ÖFK.larının
üretim desteği sağlanması faaliyeti yurt dışından gerekleştirilmektedir.
Zira burada da vesikayla temsil edilen ve işletme ihtiyacı olan malın
üçüncü kişilerden peşin satın alınıp vadeli satımı söz konusudur.
Ancak asıl önemli olan, burada bankaların kredi ve aynı zamanda
aracılık faaliyetlerinde önemli yer tutan akreditif işleminin değişik bir
isimle karşımıza çıkmasıdır.
Kanaatimizce özel mevzuatta bu tarz bir düzenlemenin ihtiyar
edilmesinin sebebi, diğer faaliyetlerde olduğu gibi bu faaliyette de
bankalarla benzerliği hissettirmemek arzusudur. Bu arzu kurumların
banka ve faizden uzak kalmak isteyen müşterileri için de olumlu
sonuçlar verebilecek bir düşüncedir. 882
B. Hukuki Yapısı
ÖFK.ları ile ilgili mevzuatta, mal karşılığı olan vesaikin alım
satımı yolu ile fon kullandırma şeklinde isimlendirilen akreditif
muamelesi, talimat veren (amir) hesabına, çoğu zaman belirli
belgelerin teslimi karşılığında belli bir vade ile belirli bir tutarın
üçüncü kişiye ödenmesi veya emrine hazır tutulması için verilen
Bir
kredi
hizmeti
olarak
talimat
olarak
tanımlanabilir. 883
değerlendirilebileceği gibi, 884 modern bankacılık hizmetleri arasında
kabul edilmesi de 885 mümkündür.
ÖFK.larının faaliyetleri arasında her ikisi de söz konusu olacaktır.
Yani finansmanlı akreditif usulü de denilebilecek olan peşin alıp vadeli
satmak faaliyetinde, kurumun işletmeyi kredilendirmesi söz konusudur.
Zira topladığı fonları veya öz kaynaklarını, vade farkı karşılığında
882
Ancak halen faaliyette bulunan kurumlar, esas sözleşmelerinde yapacakları
faaliyetler arasında akreditifi de zikretmek suretiyle bu konuda özel
mevzuatta var olan hassasiyeti göstermemişlerdir.
883
YÜKSEL, s. 113.
884
PARASIZ, s. 139.
885
YÜKSEL, s. 113.
257
işletmeye tahsis edecektir. Bankacılık hizmetlerinden olan aracılık
faaliyeti niteliğindeki akreditifte ise kurum fon kullandırmayacak,
sadece aracılık faaliyetini yapacak, bu faaliyet karşılığı da bir servis
ücreti alacaktır. 886 Bu faaliyetin katılma hesapları ile bir ilgisi yoktur.
Akreditifte genellikle dört taraf vardır. ÖFK ile muhabir banka
arasındaki ilişki, yardımcı kişi ilişkisi değil vekalet akdine dayalı alt
vekil ilişkisidir. Bu nedenle kurumun sorumluluğu konusunda BK 100
değil, 391/b.2 hükmü uygulanacaktır. 887
Ayrıca akreditif açmak, satıcı henüz ifaya hazır olmasa bile
satıcının önce ifa zorunda olduğu bir borçtur. Bu nedenle kurumun
muhabirinin satıcıya akreditifi bildirdiği anda, akreditif açılmış sayılır.
Akreditif açma borcu kurumun kusuru ile yerine getirilemezse satıcı
kendi borcunu yerine getirmekten kaçınabilir. 888
C. İşleyişi
Kurumun asıl faaliyeti, toplanan fonları yüksek gelir getirmek üzere
en az riskli işlemlerde kullanmaktır. Akreditif faaliyetinin finansmanlı
şeklini uygulamak bu açıdan kurumlar için verimli bir tercihtir.
Bu faaliyette işletmesi için makine, ekipman, ham, mamul, yarı
mamul maddeye ihtiyaç duyan işletmeci, yurtdışından ithal edeceği bu
malları temsil eden vesikayı kendi namına satın alması için kuruma
talimat verir. Kurum bu vesikayı muhabir kurum veya banka vasıtasıyla
peşin olarak satın alır ve vadeli olarak akreditif açtırana satar, aradaki
vade farkından kâr elde eder. 889
Burada, görmeden yapılan bir alım satım söz konusu olduğundan
risk ihtimali fazladır. Özellikle bozulma ve deformesi mümkün
mallarda vadeli satış riski kuruma ait olacağından bu tarz yatırıma
gereğinden çok yönelmek ÖFK.ları açısından mali sorumluluk
doğurabilir.
886
TÖRE, s. 45-46-47, TANDOĞAN, 1/1, s. 99, ERMEYDAN, s. 81.
TANDOĞAN, 1/1, s. 99. Yazar Yargıtay’ın aksi görüşte olduğunu da
zikretmektedir.
888
KANETİ, s. 57.
889
TÖRE, s. 45.
887
258
ALTINCI BÖLÜM
Ö ZE L F İ N A N S K U R U M L A R I N S O N A E R M E S İ V E T A S F İ Y E S İ
I. GENEL OLARAK SONA ERME
ÖFK.larının sona ermesi bir AO olmaları nedeniyle her şeyden önce
TK.ndaki genel kurallara tabidir. Ancak kurumların özel niteliklerinden
kaynaklanan sebeplerle farklı bazı durumlar da söz konusu olabilir.
BankK.nun Bakanlar Kuruluna ÖFK.larıyla ilgili olarak yetki veren 96.
maddesinin metninden anlaşıldığına göre, Bakanlar Kurulunun kurumların
sona ermesine ilişkin düzenleme yapma yetkisi yoktur. Zira sadece kuruluş,
faaliyet, organlar ve tasfiye ile ilgili konularda düzenleme yapma yetkisi
verilmiş bunların dışındaki konularda TTK ve ilgili diğer kanunların
uygulanacağı belirtilmiştir. Bu nedenle kurumların sona ermesi ile ilgili
olarak özel mevzuatta bir düzenleme yapılmamıştır. 890
Bu düzenleme yerindedir. ÖFK.ları faaliyetleri ve faaliyetlerinin sona
ermesi ile ilgili konularda özel düzenlemeye muhtaç olmakla birlikte, bir AO
olarak kuruluş ve özellikle sona erme konularında genel düzenlemenin çok
fazla dışına taşmaya muhtaç değildir. Nitekim bankaların tasfiyeleriyle ilgili
özel düzenleme yapılmasına rağmen Banka AO.nun sona ermesi genel
hükümlere bırakılmıştır.
Biz de genel hükümlerin tekrarından kaçınarak ÖFK.larının sona ermesi
ile ilgili mevzuatı ana hatlarıyla değerlendireceğiz.
890
AYTAÇ, s. 242.
259
II. SONA ERME SEBEPLERİ
A. İnfisah Sebepleri
1. Sürenin Dolması
ÖFK AO esas sözleşmesinde kurumun belirli bir süre (yıl, devre, belli bir
tarih veya diğer bir belirleyici usul) sonra sona ereceği yazılı olabilir. Bu
durumda TK 434/1-1 gereğince belirli sürenin dolması ile kurum
kendiliğinden sona erer. Faaliyetlere devam etmek suretiyle süre sınırsız
duruma getirilemez. Ancak esas sözleşmeye sürenin sona ermesi halinde nasıl
bir yol takip edileceği yolunda bir hüküm konulabilir. Nitekim halen
faaliyetteki kurumlardan Al Baraka Türk ÖFK AO nihai kuruluşun
gerçekleştiği yıldan itibaren 30 yıl süre ile kurulmuş, esas sözleşmeye ayrıca,
bu sürenin bitiminden bir yıl önce genel kurulda karar alınmak suretiyle
sürenin uzatılabileceği de derc edilmiştir. 891
2. AO.nun Maksadının Elde Edilmesinin İmkansız Hale Gelmesi
Burada ele alınması gereken konu, ÖFK.larının maksadının ne olduğu ve
bunun hangi yolla elde edilebileceğinin tespit edilmesidir. ÖFK.larının genel
kuruluş maksatlarının ve kurumların esas sözleşmelerinde yazılı amaçlarının
gerçekleştirilebilmesi için; kuruluş aşamasının tamamlanmasından sonra özel
mevzuatta yazılı şartları yerine getirmek suretiyle faaliyet izninin alınmış
olması ve bu iznin devam etmesi gerekir.
Bak. Kur. Kar. 15/f’de yer alan atfa uyularak Başb. Teb. 8 ile yapılan
düzenlemeye göre; bu tebliğin 6. maddesinde düzenlenen faaliyete başlamak
için izin beyannamesinin Merkez Bankasına verilmesi üzerine banka gerekli
incelemeleri
yaparak
durumunu
uygun
bulduğu
takdirde
kuruma,
beyannamenin verilmesini takip eden en geç bir ay içinde gerekli faaliyet
iznini verir.
Yaptığı inceleme sonucunda kurumun durumunu mevzuata uygun
bulmaması halinde iki aylık süre vererek noksanlıklarını gidermesini ister.
Kurumun bu süre içinde noksanlıklarını giderememesi halinde ise faaliyet izni
talebi reddedilmiş sayılır.
Bu olumsuz idari işlemin yargı yoluna gidilmemek veya gidilip başarılı
olunamamak suretiyle kesinleşmesi halinde kurumun durumunun ne olacağı
özel mevzuatta açıkça belli olmamakla birlikte bu durumda kanaatimizce
891
Bu kurumun belirli süreli olarak kurulmuş olmasının faaliyetlerinde meydana
getireceği olumsuz tesirleri, kurumların faaliyetleri ile ilgili bölümde incelemiştik.
Kısaca belirtmek gerekirse sınırlı süreli olması nedeniyle bu sürenin sonuna doğru
süreyi aşacak faaliyetlerde bulunamayacak, katılma hesaplarına bu süreyi aşan
vadede fon kabul edemeyeceği gibi fonları da kalan süresinden uzun vadeli
yatırımlara aktaramayacaktır. Yani fiilen tasfiye durumuna geçeceğinden otuz
yıllık süre faaliyetleri yönünden yirmi beş yıla kadar düşebilecektir.
260
BankK. 9'daki hüküm kıyasen uygulanarak Bakanlar Kurulunca verilen
kuruluş izninin yine bu kurulca iptali için Müsteşarlığın öneride bulunması
gerekir. İşte bu önerinin yapılmamış olması halinde dahi artık maksadını elde
etme imkanı olmayan ÖFK AO.nun TK 434/1,2'ye göre kendiliğinden sona
erdiğini kabul etmek gerekir.
Öte yandan yukarıdaki hükümlere göre faaliyet iznini almış olan kurumun
faaliyet göstermesinde sonradan sakınca görülmesi halinde Merkez
Bankasının da görüşü alınarak Müsteşarlığın talebi ve Bakanlar Kurulunun
kararı ile kurumun bütün teşkilatının veya bazı şubelerinin daimi veya geçici
olarak faaliyetten men olunması mümkündür.
Bakanlar Kurulunun kurumun tamamen ve daimi olarak faaliyetten men
edilmesine karar vermesi halinde de bu idari işlemin kesinleşmesi üzerine
artık kurumun maksadının elde edilmesi imkansız hale gelecektir. Bu nedenle
infisah ettiğinin kabulü gerekir.
Buna benzer bir durum da Bak. Kur. Kar. 12 ve Başb. Teb. 32'de yazılı
sonuçların ortaya çıkması halinde kendini gösterir. Müsteşarlık veya
Bankanın yapacağı denetlemeler sonucunda bir ÖFK.nun mevzuat ve işletme
amaç ve ilkelerine aykırılığının tespit edilmesi halinde, verilecek uygun süre
içinde bu aykırılığı gidermek üzere gerekli tedbirlerin alınmadığı ve
düzeltmelerin yapılmadığı belirlendiği takdirde, kurum Bakanlar Kurulunca
geçici veya daimi olarak faaliyetten men olunabilir. Bu şekildeki faaliyetten
daimi men kararının kesinleşmesi halinde de artık kurumun maksadının elde
edilmesinin imkansız hale geldiğinin ve bu nedenle infisah ettiğinin kabulü
gerekir.
TK 434 maksadın elde edilmesinin imkansız hale gelmesini infisah sebebi
saydığından faaliyet izni devam eden bir kurumun iştigal konularından birinin
veya bazılarının, herhangi bir nedenle imkansız hale gelmesi durumunda
infisah söz konusu olmaz. 892
3. Sermayenin Üçte İkisinin Yitirilmesi
TK 434/1-3’e göre ÖFK AO esas sermayesinin üçte ikisinin yitirilmesi
halinde genel kurulca sermayenin tamamlanmasına veya kalan üçte bir ile
iktifaya karar verilmediği takdirde şirket infisah eder. Ancak bu infisah
sebebi ÖFK.ları için istisnaidir. Zira sermayesinin üçte ikisini yitiren bir
kurumun mali durumu faaliyete devama yetmeyecek kadar kötü demektir. Bu
durumda infisahtan önce yetkili mercilerce faaliyetten men kararı
verileceğinden bu ihtimal hayli zayıftır.
4. Pay sahiplerinin Sayısının Asgari Sınırın Altına Düşmesi
TK 434/1-4'e göre pay sahiplerinin sayısının beşin altına düşmesi halinde
AO infisah eder.
892
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 719, No. 1548.
261
TK.nda düzenlenen AO.larda ortak sayısının alt sınırının beş kişi olmasına
rağmen, ÖFK.ları Başb. Teb. 3'e göre en az 100 ortaklı bir AO olarak
kurulmak zorundadır. Özel mevzuatta ortak sayısının 100'den aşağı düşmesi
halinde bunun sonucunun ne olacağı belli değildir.
Özel mevzuattan açıkça anlaşılmamakla birlikte Başb. Teb. 32'deki
“mevzuat ve işletme amaç ve ilkelerine aykırı durum" ibaresi geniş
yorumlanmak suretiyle ortak sayısı ile ilgili sınırlayıcı hükmün ihlalinin
mevzuata aykırı durum olarak kabul edilmesi ve bu durumda aynı maddedeki
tedbirlerin alınması mümkündür. Bu tedbirler de sonuçta kurumun devamlı
veya geçici olarak faaliyetten men edilmesi şeklinde belirecektir. Bu durumun
sona erme açısından doğuracağı sonuçları yukarıda açıklamıştık.
Genişletici yorumun isabetli olacağının kabulü halinde ÖFK.ları ile ilgili
özel mevzuatta da BankK.ndakine benzer özel hükmün varlığı ve bu hükmün
genel kanunda yer alan genel kuralı bertaraf edeceği kabul edilmelidir. Sonuç
olarak ortak sayısının 100'den aşağı düşmesi bağımsız olarak doğrudan bir
infisah sebebi değildir.
5. Özel Finans Kurumunun İflasına Karar Verilmiş Olması
Özel mevzuatta kurumların iflası ile ilgili özel bir düzenleme olmadığına
göre, herhangi bir AO.nun iflası ile ilgili bütün hükümler uygun düştüğü
ölçüde ÖFK.larına da uygulanacaktır.
BankK. sisteminde ise, 68, 69, 72. maddelerde yer alan özel hükümlerle
kısmen genel düzenlemelerden uzaklaşılmıştır. Kanaatimizce ÖFK, özel
mevzuatında bu yolda düzenleme yapılmamış olması mevzuatı hazırlayanların
kurumların ticari şirketlere mi yoksa bankalara mı yakınlaştırılması gerektiği
yolundaki kararsızlıklarından ileri gelmektedir.
Bu kararsızlık birer güven kuruluşu kabul edilen ve mali piyasaların aracı
kuruluşlardan olan ÖFK.larının sorumluluklarının genişletilmesi ve
faaliyetlerinin özelliğine adapte edilmesini engellemektedir. Örnek olarak; bu
konuda özel mevzuatta bir hüküm bulunmaması nedeniyle, BankK. 69'da yer
alan ve bankanın mali durumunun bozulmasına veya iflasına sebep olan etkin
ortaklarının veya idarecilerinin iflaslarına karar verilebileceğini düzenleyen
kuralın ÖFK.larına uygulanmasına imkan olmadığından 893 kurum idareci ve
ortaklarının şahsi sorumluluğu bankalara göre daha dar çerçevelidir.
6. Kurumların Esas Sözleşmelerinde Gösterilen Sebepler
Kurumların esas sözleşmelerinde kanunda yazılı sona erme sebepleri
dışında infisah sebepleri öngörmelerini engelleyen bir özel mevzuat hükmü
olmadığından esas sözleşmede öngörülen böyle bir sebebin gerçekleşmesi
halinde de kurum infisah eder.
893
MOROĞLU, s. 30.
262
7. Kurumların Birleşmesi
Özel mevzuatta birleşme ile ilgili bir hüküm mevcut olmamakla birlikte
mevzuatın genel çatısından, bu konuda da kuruluş kararını veren makamın
izni gerektiği sonucu çıkarılabilmektedir. Birleşme halinde tasfiyesiz infisah
söz konusu olacaktır. 894
B. Fesih Sebepleri
1. Kurum Organlarından Birinin Eksikliği
Bu eksiklik kurumun mahkemece feshine karar verilmesini gerektirecek
bir hal olduğu gibi, yukarıda ortak sayısı ile ilgili olarak incelediğimiz Başb.
Teb. 32'de yer alan mevzuata aykırı durumun oluştuğunun kabulü de
mümkündür.
Türk anonim şirketler sisteminde organ sayısının, kanunda yazılı üç organ
dışında organlar oluşturmak suretiyle esas sözleşme ise artırılmasının
mümkün olduğu düşünüldüğünde, özel mevzuatta yer alan ve organları üç adet
olarak tespit eden hükmün düzenleyici hüküm olduğu ve kurumların esas
sözleşmeleri ile bertaraf edilebileceği de kabul edilmelidir. 895
Bu durumda, esas sözleşmeyle ihdas edilen organın eksikliği halinde
feshin istenip istenemeyeceği problemi ortaya çıkacaktır. Kanaatimizce
kanundan ve özel mevzuattan kaynaklanan bir sona erme sebebi için
mevzuatın öngördüğü sınırlayıcı kuralları uygulamak ve üç temel organ
dışındaki organ eksikliklerinde fesih kararı vermemek gerekir.
2. Esas Sermayenin Üçte İkisinin Yitirilmesi
TK 436'ya göre şirketin alacaklıları esas sermayenin üçte ikisini kaybeden
şirketin feshini mahkemeden talep edebilirler.
3. Esas Sözleşmede Öngörülen Sebepler
Kurumlar esas sözleşmelerine koyacakları hükümlerle kanunda yazılı
sebeplerin dışında belli hallerde mahkeme kararı ile ya da genel kurul kararı
ile feshi mümkün hale getirebilirler.
4. Genel Kurulca Feshe Karar Verilmesi
TK.nun öngördüğü toplantı ve karar nisabı ile genel kurulca feshe karar
verilebilir.
894
895
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 99, No. 163.a.
Nitekim faaliyetteki kurumlardan Faisal Finans Kurumunun esas sözleşmesinde
genel müdürlük de bir organ gibi düzenlenmiştir.
263
III. TASFİYE
A. Genel Olarak
BankK. 96’ya göre, ÖFK.larının tasfiyesi ile ilgili olarak özel mevzuatta
düzenlenmemiş olan konularda TK ve diğer mevzuatın ilgili hükümleri
uygulanacaktır. Öte yandan Bak. Kur. Kar. 13 ve Başb. Teb. 33'te yer alan
hükümlere göre kurumların tasfiye karar ve işlemlerinde TK. İİK. ve diğer
mevzuatın tasfiye ile ilgili hükümleri uygulanmayacaktır. 896
Burada dikkati çeken olgu, Bakanlar Kurulunun, BankK. 96’daki yetki
hükmünü aşarak, tasfiye karar ve işlemlerinde uygulanacak kuralların
çerçevesini daraltması ve sadece Başb. Teb. ile düzenlenen hükümlerin
uygulanacağını belirtmesidir. Gerçi kurumlarla ilgili özel mevzuatta
genellikle var olan yetki devrinin bir örneği de burada görülmektedir
denilebilir.
Ancak Bakanlar Kurulunun özel mevzuatta düzenlenen hükümler dışında,
96. maddede olduğu gibi genel hükümlere atıf yapması gerekirken genel
hükümleri bertaraf ederek tasfiye usullerinin tamamen özel düzenlemeyle
belirleneceğini hüküm altına alması ve buna rağmen Başb. Teb. 33. ile,
kısmen Bakanlar Kurulu Kararındaki hükümler tekrar edilmek suretiyle bazı
konuların düzenlenmiş ve bunun dışında kalan konularda tatbikatın tamamen
boşlukta bırakılmış olması yetki tecavüzünden doğan bir eksikliktir.
Bu durumda kurumların tasfiye karar ve işlemlerine özel mevzuattaki
hükümler, TK ve diğer mevzuat hiç göz önüne alınmaksızın, yeterli olduğu
ölçüde uygulanacaktır. Bakanlar Kurulu’nun Kararnamenin 13. maddesinde
"kurumların tasfiyesinde" şeklinde genel bir ifade kullanmayarak, "tasfiye
karar ve işlemlerinde" ibaresini tercih etmesinin, tasfiye ile ilgili hükümlerin
sınırlarının daraltılması ve tasfiyenin belli konularında özel mevzuatın
uygulanmasının sağlanmak istenmesi şeklinde anlaşılması halinde AO.nun
tasfiyesi ile ilgili olarak TK. ve İİK. da yer alan ilkelerin ÖFK.larına da
uygulanması gerekir.
B. Tasfiye Kararı
TK.nda düzenlenen AO.ların tasfiyesinde ayrıca bir tasfiye kararına gerek
olmaksızın sona erme ile birlikte tasfiye dönemi başlatılmış olur. ÖFK.larında
ise sona erme sebeplerinin ortaya çıkması halinde Bak. Kur. Kar. 13 ve Başb.
Teb. 33'e göre yetkili organ aracılığı ile bu keyfiyetin Hazine Müsteşarlığına
bildirilmesi gerekir.
Bu makamın bağlı olduğu bakanlık, faaliyetlerini tasfiye etmek isteyen
kurumun durumunun mevzuat ve işletme amaç ve ilkelerine uygun olup
896
AYTAÇ, s. 241.
264
olmadığını görevlendireceği maliye müfettişleri, hesap uzmanları veya
bankalar yeminli murakıplarına inceletir.
Bu incelemenin Ticaret Bakanlığı denetçileri yerine Maliye Bakanlığına
bağlı uzman denetçiler ve bankalar yeminli murakıplarına yaptırılması
ÖFK.ları ile diğer mali kuruluşlar ve özellikle bankalar arasındaki yakınlığı
göstermektedir.
İnceleme sonucunda ortaya çıkacak olan durum Müsteşarlığın tasfiye
konusunda iki karardan birini vermesine yol açacaktır.
Birinci ihtimal; kurumun durumunun mevzuat ve işletme amaç ve
ilkelerine uygun bulunması ve müsteşarlıkça verilecek makul süre içinde
kendi kendisini tasfiye etmesi yetkisinin verilmesidir. Verilecek süre iki yılı
geçemez.
Bu noktada, özel mevzuatta yer alan hükümlerin yeterli olmaması
nedeniyle bir boşluk doğmaktadır. Zira TK hükümleri uygulanamayacaktır.
Kanaatimizce bu sınırlayıcı hükmü özel mevzuatta düzenleme yapılmış
konulara hasretmek suretiyle bertaraf etmek ve kurumun kendi kendini
tasfiyesine karar verilmiş olması nedeniyle AO.ların tasfiyesi ile ilgili TK
hükümlerini uygun düştüğü ölçüde uygulamak gerekir.
TK 440-441'e uygun olarak görev yapan tasfiye memurları tasfiyenin
gözetimini üstlenen müsteşarlık veya ticari bankaya gözetimin gerçekleşmesi
için gereken bilgiyi vermek ve kolaylık göstermek zorundadırlar. Bu tasfiye
usulünde Müsteşarlık veya görevlendireceği bir ticari bankanın gözetimi söz
konusudur.
Gözetici olarak bir bankanın seçilmesi de kurumlarla bankalar arasındaki
yakınlığı göstermektedir. Ancak tasfiye gözetiminin herhangi bir faizli banka
yerine bir ÖFK.na veya en azından kamu bankalarına verilmesi mali
kuruluşlar hukuku sistemi açısından daha isabetli olurdu.
Kurumun belirlenen süre içinde kendini tasfiye edememesi halinde
Müsteşarlığın bağlı bulunduğu bakanlık Bakanlar Kuruluna tedrici tasfiye
kararı alınması için başvurur.
İkinci ihtimal; yapılan inceleme sonucunda kurumun durumunun mevzuat
ve işletme amaç ve ilkelerine aykırı olduğunun tespit edilmesi halidir.
Bu durumda da Müsteşarlığın bağlı olduğu bakanlık Bakanlar Kuruluna
başvurarak tedrici tasfiye kararı alır. Tedrici tasfiyenin ne olduğu konusunda
özel mevzuatta bir bilgi olmadığı gibi, doktrinde de açıklık yoktur. Ancak
tedrici tasfiye işlemlerinin her altı ayda bir düzenlenen raporla Merkez
Bankasına ve Müsteşarlığa bildireceği öngörüldüğüne göre kurumun mali
durumunun veya idari yapısının yetersizliği nedeniyle normalden yavaş
işleyecek bir tasfiye usulü olacaktır.
Tedrici tasfiye için asgari veya azami bir süre yoktur. Müsteşarlığın
belirleyeceği bir ticari banka tarafından yürütülür. Ayrıca bu usulde hesap
sahiplerinin durumu belirsizdir ve düzenlemeye muhtaçtır. Dikkat edilirse
burada birinci ihtimalin aksine tasfiye, TK.na uygun olarak görev yapan
tasfiye memurlarınca değil bizzat ticari banka tarafından gerçekleştirilecektir.
265
Birinci ihtimalde sadece gözlemci olan ticari banka burada kurumun
yetersizliği nedeniyle tasfiye memuru durumundadır. Burada da tasfiyeyi
ticari banka yürütecekse hiç değilse kamu bankası olması veya daha iyisi, bir
özel finans kurumunun gerçekleştirmesi sisteme daha uygundur.
Özel mevzuatta yer alan hükümlerden, yukarıda sayılan yollardan hangisi
ile tasfiye yapılacağı yolunda karar yetkisinin kime ait olacağı
anlaşılamamaktadır. Zira tasfiye isteyen kurumun mevzuat ve işletme amaç ve
ilkelerine uygun olup olmadığını müfettiş veya murakıplar inceleyecektir.
Ancak bunların raporları bağlayıcı mıdır yoksa Müsteşarlığın takdir
yetkisi var mıdır?
Kanaatimizce mevzuat ve işletme amaç ve ilkeleri gibi muğlak bir kıstasın
yetki ve sorumluluk yönünden kuvvetli bir makama bırakılması doğru olur.
Nitekim olağan tasfiyeye Müsteşarlık karar verebilmekte, tedrici tasfiyeye ise
Bakanlar Kurulu karar vermektedir.
ÖFK.nun iflasının mevzuat ve işletme amaç ve ilkelerine aykırı durum
olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışılmalıdır. Kanaatimizce iflas hali
kurumun zafiyetini gösteren bir durum olduğundan tedrici tasfiye kararı
verilmelidir. Bu durumda tasfiyeyi yürüten banka iflas idaresi olarak görev
yapacaktır.
C. Tasfiye Usulü
1. Genel Olarak
Tasfiye karar ve işlemlerinde TK.nun uygulanmayacağının hüküm altına
alınmış olması, tasfiye usulü ile ilgili genel ilkeler ve kuralların göz önüne
alınmayacağı anlamına gelmez.
AO.ların tasfiyesine hakim ilkeleri kısaca şöyle sıralayabiliriz. 897
•Sicilden kayıt silininceye kadar AO.nun tüzel kişiliği devam eder.
•Ortaklığın maksadı değişir. Kazanç paylaşma amacı tasfiye amacına
dönüşür. Bu nedenle yeni işler ancak tasfiyeye yönelik olarak ve tasfiyeye
yardımcı olmak üzere yapılabilir. Bu ilkeye nazaran ÖFK.ları tasfiye
döneminde hesaplara yeni fon kabul edememelidirler.
Tasfiye başlamadan önce açılmış bulunan hesapların ise hem hesap
sahipleri ve hem de kurum ortakları açısından en kârlı bir şekilde işletilmeye
devam edilmesi gerekir. Bu hesaplardan vadesi dolanların vadeleri aynı
şartlarla yenilenmemeli ve sona ermeden sonraki ilk vade bitiminde hesap
sahibine iade edilmelidir.
Hesap sahibinin bulunamaması halinde kanaatimizce 10 yıllık zamanaşımı
süresi beklenmeksizin tasfiye memurluğunun kararı ile aynı şartlarla başka bir
ÖFK.na devredilmelidir. Zamanaşımı süresinin dolmasının beklenmesi halinde
897
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 730 vd. No. 1569.
266
kurumun hakları haleldar olacağından, usulüne uygun olarak yapılmış tasfiye
ilânı ile tasfiyeyi öğrendiği varsayılan hesap sahibinin menfaatine tercih
edilmelidir.
•ÖFK AO.nun organları varlıklarını aynen sürdürürler. Ancak karar organı
olan genel kurulun karar alma yetkisi yönünden ve yönetim kurulunun icrai
kararlar yönünden yetki ve görevlerinin sınırları daralır. Özellikle tedrici
tasfiye halinde karar yetkisi büyük çoğunlukla tasfiyeyi yürüten ticari
bankaya geçer. Olağan tasfiye halinde ise esas sözleşmede belirlenmiş veya
genel kurul kararı ile tayin olunmuş bir tasfiye memuru yoksa yönetim kurulu,
müsteşarlık veya bir ticari bankanın gözetiminde özel bir organ sıfatı alarak
tasfiyeyi yürütür.
•Tasfiyenin ticari bir banka tarafından veya bu bankanın gözetiminde
yapılması halinde bu bankanın uyması gereken en önemli ilkelerden biri,
kurumla hesap sahipleri arasında akdedilmiş olan sözleşmeye uymak,
özellikle faizsiz işlem kuralına en az basiretli bir ÓFK. idarecisi kadar sahip
çıkmaktır.
Bankaların tasfiyesini düzenleyen BankK. 71, tasfiyenin ve borçların ilânı
ile ilgili olarak bazı hükümler koymuş ve 81 ile de 71. maddedeki işlemleri
usulüne uygun olarak yerine getirmeyen tasfiye memurları hakkında hapis ve
para cezası tatbik edileceği hüküm altına alınmıştır.
ÖFK ile ilgili özel mevzuatta ise, yürütmenin suç ve ceza koyma yetkisi
bulunmaması nedeniyle bu yönde hükümlere yer verilmemiştir. Bu eksiklik de
yapılacak kanuni düzenleme ile giderilmelidir.
Başb. Teb. 36/B ile tasfiye işlemlerinin kurum hesapları, katılma hesapları
ve cari hesaplar için ayrı ayrı yürütüleceği belirtilerek bu konudaki ilkeler
belirlenmiştir. Tasfiyenin ayrı ayrı yürütülmesi ilkesi hesapların bağımsızlığı
ilkesinin tasfiye işlemlerindeki tezahürüdür. Ancak kurumun tasfiyesi her
halûklarda hesapların da tasfiyesini gerektirmektedir.
Oysa SerPK. 38/6 ile yatırım fonunun kurucusunun veya yöneticisinin
iflası veya tasfiyesi halinde, yatırım fonu malvarlığı ile ilgili tedbirleri
almaya SerP. Kurulu yetkili kılınmıştır. Bu durumda yöneticinin
malvarlığından bağımsız işletilmekte olan fon malvarlığı, yöneticinin
tasfiyesine rağmen devam edecek demektir. 898
Görüldüğü gibi yatırım fonlarında hesapların bağımsızlığı ilkesi sonucu
bankanın tasfiyesi fonun tasfiyesini gerektirmemektedir.
Oysa ÖFK.larında kurumun tasfiyesi halinde hesapların başka bir kuruma
devri ve devamı söz konusu değildir. Kanaatimizce ÖFK.larında da aynı
çözüm tarzının benimsenmesi faydalı olur. Zira kurumların asıl maksadı
katılma hesapları olup, bu çözümün kabul edilmesi halinde yatırım fonlarında
söz konusu olan yararlar aynen gerçekleşecektir.
898
ERMEYDAN, s. 89.
267
Öte yandan katılma hesabı akdi hükümleri de bu uygulamaya uygun olup
başka kurum nezdinde devama ilişkin bir hükmün özel mevzuata konulması
hesap sahiplerinin rızasının alınmış olması anlamına gelecektir.
2. Cari Hesapların Tasfiyesi
Tasfiye haline geçen kurumun, satış değerine göre değerlenerek çıkarılan
ilk envanteri ve tasfiye bilançosuna göre belirlenen mevcut sermayesi ve
ihtiyatları karşılığı aktifleri ile cari hesaplar karşılığı aktifler ilk önce cari
hesaplardan doğan yükümlülüklerin karşılanmasına tahsis olunur. Cari
hesapları incelerken ayrıntılarıyla gördüğümüz gibi bu hesaplar dolayısıyla
hesap sahiplerine hiç bir kazanç temin edilmediğinden ve kullanılmasından
doğan kâr-zarar tamamen kuruma ait olduğundan, kurum sermayesinin cari
hesapların kapatılmasında kullanılması isabetli bir çözüm tarzıdır.
Cari hesaplarda biriken fonlar tasfiyenin başlaması ile birlikte Merkez
Bankasında açılacak bir hesaba devredilir ve bu fonlardan cari hesap
alacaklılarına yapılacak ödeme için tasfiye sonucu beklenmez. Her an geri
çekilebilme özelliği taşıyan cari hesaplar açısından bu da yerinde bir
hükümdür.
3. Katılma Hesaplarının Tasfiyesi
Katılma hesapları vadelerine göre ayrı havuzlarda işletildiğinden tasfiye
de her vade grubu için ayrı ayrı yapılır. Vadelerine bakılmaksızın tek hesapta
işletilen döviz katılma hesapları ise yine tek grup olarak ve ayrıca
sonuçlandırılır. Döviz katılma hesapları ile ilgili bu ayrım hesapların
çalıştırılma tarzından kaynaklanmaktadır.
Tasfiye edilen kurumun döviz katılma hesaplarındaki aktifleri ve TL
hesaplarının her vade grubundaki aktifler, ilgili katılma hesabı sahiplerine
"birim hesap değeri" üzerinden ödenmek amacıyla tasfiye ile görevli bankaya
devredilir.
Tasfiye ile görevli bankadan ne anlaşılması gerektiği açık olmamakla
birlikte kanaatimizce bu olağan tasfiye halinde denetimi üstlenen banka değil
tedrici tasfiye usulünde bizzat tasfiyeyi yürüten bankadır. Zira gözetici
bankaya devre ihtiyaç yoktur. Ancak madde metni her iki sonucu da haklı
gösterecek şekilde kaleme alınmıştır. 899
Katılma hesaplarının ne zaman ödeneceği de özel mevzuatta açıkça belli
olmamakla birlikte birim hesap değeri üzerinden ödenmesi öngörüldüğüne
göre vade sonunda ödenecek demektir. Zira kurum normal faaliyetlerine
devam ederken, vadeden önce para çekmek isteyen hesap sahiplerine zarar
halinde birim hesap değeri üzerinden, kâr halinde ise sadece yatırılan miktar
kadar ödeme yapılmaktadır. Burada böyle bir ayrım gözetilmediğine göre
vadeden önce iadenin söz konusu olmadığı sonucuna ulaşılabilir.
899
TEKİNALP, Sermaye Piyasası, s. 111.
268
4. Kurum Hesaplarının Tasfiyesi
Kurumun cari hesapların tasfiyesine tahsis edilenler dışında kalan aktifleri
kurumun diğer alacaklılarına ödenir. Bu ödemeler sonucunda hala bir şey
kalmışsa, kalan aktifler ortaklar arasında sermaye paylarına göre bölüştürülür.
Kurumun
aktiflerinin
alacaklılar
arasında
paylaştırılması
nasıl
yapılacaktır? Katılma hesabından fon kullanmak üzere sözleşme yaptığı için
kurumdan alacaklı olan kişiler kurumun özkaynakları üzerinde alacak hakkı
sahibi olabilecekler midir?
Özel mevzuatta yer alan ve kurum hesapları üzerinde hak sahibi olan
”diğer alacaklılar”dan maksat kanaatimizce kurumun katılma hesaplarından
kullandırdığı veya kullandırmayı taahhüt ettiği fonlarla ilgili alacaklar
dışında kalan alacaklardır.
Katılma hesapları ile ilgili taahhütlerin, katılma hesaplarının tasfiyesi
sırasında ve bu hesaplardan ödenmesi, hesapların bağımsızlığı ilkesinin en
önemli sonuçlarından biridir. Aksi halde bu ilkenin bir anlamı kalmadığı gibi
alacaklılar arasında haksızlığa da sebep olabilir.
Artakalan fonların tasfiye masraflarını karşılayamaması durumunda
karşılanmayan kısım için, TK.ndaki tek borç ilkesinin 900 aksine ortakların
şahsen ve müteselsilen sorumluluğu ilkesi getirilmiştir. Gerçi bu emredici
kural bir idarî mevzuatla değiştirilmiş olmaktadır. Ancak bu mevzuat özel
kanun (BankK) ile yapılan yetki devri sonucu kanun kuvvetine çıkarılmıştır.
Bu durumda tasfiye masraflarını kurum malvarlığından karşılamayan
tasfiye yöneticisi banka, ortaklardan birine ya da bazılarına şahsi sorumluluk
nedeniyle başvurduğunda, bu ortağın kendi sorumsuzluğunu ileri sürme
imkanı yoktur. Ortak olmak suretiyle emredici özel mevzuata da tabi olmuş
demektir. TK.ndaki tek borç ilkesinin kendisine tatbik edilmesini
isteyememelidir.
Başb. Teb. 33/B-3’ün yaptığı düzenlemeden anlaşıldığı kadarıyla kurumun
aktifleri
alacaklılara
ödenecek
sonra
kalanla
tasfiye
masrafları
karşılanacaktır. Kalan mevcut masrafları karşılamaya yetmezse şahsi
sorumluluk başlayacaktır. Ancak bu hususta tam bir netlik yoktur.
Yapılacak farklı bir değerlendirme ile ortakların şahsi sorumluluğu
daralabilecek ya da genişleyebilecektir.
Şayet kurum mevcutlarından, önce tasfiye masraflarının ve ardından diğer
borçların karşılanacağı kabul edilecek olursa, ancak kurumun hiç malvarlığı
olmamalıdır ki masrafları dahi karşılayamasın ve ortakların şahsi
sorumluluğuna gidilsin. Kurum malvarlığı ile önce masraflar karşılanacak ve
böylece ortakların şahsi sorumluluğu kalkacak, kalan mevcut alacaklılara
dağıtılacaktır. Alacaklılar kısmen tatmin edilmiş olacaklardır. Bu tarz
yorumda ortakların şahsi sorumluluğu alacaklılar aleyhine daraltılmaktadır.
900
TEKİNALP /Poroy /Çamoğlu, s. 517, No. 1019.
269
İkinci ihtimale göre işlem yapılarak, önce borçların ödenmesi ve ardından
tasfiye masraflarının tahsiline çalışıldığı takdirde, bu sefer de özellikle
kurumun aktiflerinin borçlarını karşılamaya yetmemesi durumunda bu borçlar
nedeni ile şahsi sorumluluğuna gidilemeyen ortakların masraflar için şahsi
sorumluluğuna başvurmak gerekecektir.
Bu yorum amaca daha uygun olmakla birlikte en doğru olanı tasfiye
konusunda kurumlara özgü ayrıntılı düzenleme yapıp, düzenleme dışı kalan
konularda TK, İİK ve diğer ilgili kanunlara atıfta bulunmak suretiyle
mevzuattaki boşlukları gidermektir.
270
S 0 N U Ç
I. Genel Olarak
Mali piyasaların aracı kuruluşlarından olan ÖFK.larının mali kuruluşlar
hukuku sistemi içindeki yerinin özellikle bankalarla mukayeseli olarak
incelendiği bu çalışmada ortaya çıkan sonuçlar genel olarak şöyle
sıralanabilir.
•Türk mali piyasası son yirmi yılda Avrupa ve Amerikan sistemlerine
yaklaşacak kadar çeşitlenmiştir. İktisadi düzende kendisini gösteren bu
gelişme, hukuk düzeninde muhtaç olduğu rahatlık ve uyumu bulamamıştır.
Kanuni ve idarî mevzuat sistemimizde genel olarak var olan karmaşıklık,
uyumsuzluk ve tecavüz ortamından ÖFK.ları da nasibini almıştır. 901 ÖFK.ları
ile ilgili mevzuatın yapısı, kaynağı ve kudreti tartışma konusudur. Zira
iktisadi rekabet ortamında hak ettiği yeri alan ÖFK.ları, hukuki açıdan;
idareye (Bakanlar Kuruluna) yetki devreden tek bir kanun maddesi (BankK.
96) ile düzenlenmiştir.
Bunun sonucunda emredici-düzenleyici hüküm ayrımı zorlaşmış, suçun ve
cezanın kanuniliği ilkesi nedeniyle özellikle cezai sorumluluk ve şahsi
sorumluluk konularında mevzuatta boşluk doğmuş, özel kanuni düzenlemeye
muhtaç olan bu kurumlar genel kanunların arasına bırakılmıştır. Bu eksikliğin
kurumların yaygınlaşmasını ve verimli faaliyet göstermesini önleyeceği
söylenebilir. 902
•Kurumlarla ilgili özel mevzuatın yetersizliği nedeniyle muhtemel bir çok
problemin çözümünde kıyas faaliyetine ihtiyaç vardır. Bu amaçla diğer mali
kurumlar ve özellikle menkul kıymetler yatırım fonları ve bankalar ile ilgili
mevzuat, tatbikat ve doktrin bir kaynak olarak kullanılabilecek durumdadır.
•ÖFK.larının kuruluş şekli, bankaların kuruluşuna benzemektedir. 903
Ancak belirtmek gerekir ki, ÖFK.larında bankaların aksine sadece ani kuruluş
usulü mümkün olup, tedrici kuruluş söz konusu değildir.
•ÖFK.ları ile diğer mali kuruluşlar ve özellikle bankalar arasında
faaliyetler yönünden, teoriden 904 kaynaklanan bir fark vardır. Bankacılık
sisteminde, özellikle ticari yatırımlar için kredi alanlar, bankaya ödeyeceği
faizden daha çok kâr elde edecekleri ihtimali ile faiz ödemeyi taahhüt eder.
Bankalar da topladıkları mevduatı kullandırmak suretiyle, hesap sahiplerine
ödemeyi taahhüt ettikleri faizden daha fazla kârı elde edebileceklerini tahmin
ederler.
901
ZARAKOLU, s. 19.
EYÜPGİLLER, s. 53.
903
AYTAÇ, s. 241.
904
ŞENCAN, s. 231.
902
271
Buna karşılık ÖFK.ları taahhütlerini gerçekleşmeme ihtimali olan bu
tahminlere değil kesin gerçekliğe göre belirlemektedirler.
Şöyle ki; temel faaliyet olan katılma hesaplarında topladıkları fonları,
riskin dağıtılması ilkesine göre çeşitli ticari, sınai ve zirai işlerde
kullanmakta veya kullandırmakta, sonuçta fiilen elde etmiş oldukları kâr veya
zararı hesap sahiplerine yansıtmaktadırlar.
Bankacılıkta hem mevduatın hem de kredinin faize dayanmasına karşılık,
ÖFK.ları hem fon toplamada hem de fon kullandırmada kâr ve zarara katılma
esasına dayanmaktadır. Bu fark da temelde, kurumların faizsizlik özelliğine
dayanır. Paranın mal olmayıp sadece mübadele aracı olduğu, bu nedenle
alınıp satılamayacağı, bizzat paradan feragatin, hak kazandıran gerçek bir
feragat olmadığı fikrinden kaynaklanmaktadır.
Bu mantığa dayalı ilk kurum ÖFK.ları değildir. İlk olarak KOB.leri Türk
hukuk düzenindeki yerini almış, yeteri kadar verimli olmadığından 905 faizsiz
bankacılık sistemi kurulmuştur.
•Riskin dağıtılması ilkesinin isabetli uygulanması halinde kurumun ve
hesap sahiplerinin zarar ihtimali asgariye iner ve sadece basiretsiz idare ve
genel ekonomik çöküntü haline münhasır hale gelir.
Zira ekonomik faaliyetler ve genel anlamda ticaret, kazanç gayesiyle
yapılır. Ortalama yüz işten seksen-doksanı kazanç ile sonuçlanır. Riskin
dağıtılması ilkesi verimli uygulanmak suretiyle faaliyetlerin ekonomik
yelpazeye oranlı olarak dağıtılabilmesi halinde, her on faaliyetten sekizdokuzu kâr getirecek, bir-iki faaliyetin zararı da bu gelirle kapatılmış
olacaktır.
Bu nedenle olağan durumda ve dönemde ÖFK.ları, kâr ve zarara katılma
hesabı sahiplerine; bankaların ticari işlerdeki kazanç ve kredi maliyetlerine
uygun olarak müşterilerine verdikleri faiz miktarına yakın oranda kâr payı
vereceklerdir.
Aradaki fark; bankaların vereceği faizin baştan belli ve kesin olmasına
karşılık, ÖFK.larının faraziyeye dayanmamaları sebebiyle 906 ne kadar kâr payı
vereceğinin dönem sonunda belli olması ve hatta zarar halinde hesap
sahibinin -yatırılan fon kadar- zarara da ortak edilmesidir. Oysa bankalarda
geri dönmeyen krediler ve sıkıntılı yıllarda artan mevduat azalışına karşılık
taahhütlerin aynen devam etmesi bankaları iflasa kadar sürükleyebilir.
ÖFK.ları bu ihtimallerden uzak olarak mali aracılık yapabilir. 907
•Yukarıda açıklanan nedenlerle katılma hesabı sahiplerinin beklentilerini
korumak amacıyla ve teminat oluşturmak üzere bankalar kadar yüksek oranda
905
Aksi görüşte YILDIRIM, s. 53.
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 177.
907
BAYINDIR, Para, s. 153.
906
272
karşılık ayırmak zorunda olmayan ÖFK.larının fon toplama maliyetleri
düşüktür. 908
•ÖFK.ları yatırım fonları gibi sınırlı sahada değil bankalar gibi çok çeşitli
sahalarda faaliyet imkanına sahiptirler. Hatta emtia alım satımına aracılık ve
gayrimenkul üzerine işlemler gibi bazı konularda daha serbesttirler. 909
Son zamanlarda bankaların gelirleri içinde kredi gelirlerine yakın yer
tutan modern bankacılık hizmetlerinin ÖFK.ları tarafından da faizsizlik
şartıyla aynen gerçekleştirilebileceği düşünülürse, buradan elde edilen
kazancın kurumların mali durumunu güçlendireceği şüphesizdir. Ancak bunun
için de her kurumun yeterli şube ve muhabir ağını kurmuş ve teknik
imkanlarla donatmış olması gerekir.
•ÖFK.larının modern bankacılık hizmetlerinden istifade edebilmesi ve
hesaplarda biriken fonları özel nitelikli faaliyetlerde kullanabilmesi için
ayrıca Merkez Bankasının da iznini alması gerekir. Zira kurumlar bu bankanın
izin ve denetimine bağlı olarak çalışır. Sermaye Piyasası Kurulu veya Ticaret
Bakanlığı yerine Merkez Bankası ile ilişki kurmaları, ÖFK.larının mali
piyasalardaki bankacılık sektörüne yakın yerini 910 de sağlamlaştırmaktadır.
•ÖFK.larının katılma hesapları ve cari hesaplarda topladıkları fonlar
(faizsizlik özelliği dışında) banka mevduatlarından farklı değildir. Ancak
faizden uzaklaşıldığını göstermek ve bankalarla iltibası önlemek amacıyla
mevduat ve benzeri terimlerden kaçılmaktadır. Özellikle cari hesaplar
muhafaza gayesi güttüğünden ve bankaların vadesiz tasarruf mevduatına
benzediğinden, bu hesaplar gibi usulsüz vedia hükümlerine tabi olmalıdır.
Ayrıca hesapların işleyişi ile ilgili olarak da bankalar sistemi ve ilgili
mevzuat kıyasen uygulanmalıdır.
•Katılma hesaplarında kullanılan sözleşme türü 911 özel mevzuatta
belirtilmemiştir. Ancak mevcut kurallara bakılarak bir sonuca ulaşmak
mümkündür. Kâr ve zarara katılma temel kuralı nedeniyle adi ortaklık akla
gelebilirse de bu akdin şartları tamamen oluşmamakta ve uygulanan sözleşme
sonuca katılmalı ödünce daha yakın görünmektedir. Farklı hükümlerin ise
inançlı muamelelere ilişkin kurallarla tamamlanması mümkündür. 912
908
TOBB Raporu, s. 118.
Bu durum kurumların hem bir banka hem de bir anonim ortaklık olarak düşünülmüş
olmasından kaynaklanmaktadır ve yapısal fonksiyonlarının bir sonucudur. AYTAÇ,
s. 231.
910
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
911
Ancak özellikle katılma akdinin Borçlar Kanunundaki hangi sözleşme türüne
uyduğu konusunda herhangi bir hükmün idari mevzuatta yer alması beklenemez.
Hatta ayrıntılı kanuni düzenleme yapılması halinde dahi kanun koyucunun özel
kanunla sözleşme ihdas etmekten kaçınması nedeniyle bu konu tartışmaya açık
kalacaktır.
912
Öte yandan katılma hesapları sermaye piyasasında ikincil bir piyasa oluşturma
potansiyeline sahiptir. BÜYÜKDENİZ, s. 181, 182.
909
273
•Hesap sahiplerinin en önemli teminatlarından biri hesapların bağımsızlığı
ilkesidir. Bu ilkenin hem kâr ve zararın dağıtılması hem de kurumun tasfiyesi
sırasında uygulanması ile haksızlıklar önlenmiş olacak ve fonların işletilmesi
kolaylaşacaktır.
•Kurumların kâr ve zarara katılma esaslarına uygun olarak çalışmak ve
ekonomiye fon aktarmak amacıyla kuruldukları nazara alınarak, topladıkları
fonları bu amaca daha yakın olan kâr ve zarara katılma yatırım akdi usulü ile
kullanmaları gerektiği söylenebilir. Ancak kurumlar daha kısa vadeli ve daha
az riskli olduğu için genellikle üretim desteği faaliyetini tercih etmektedirler.
Gelişme dönemi yılları için makul sayılabilecek olan bu durumun ilerideki
yıllarda KZK. yatırım akdi lehine değişmesi gerekir.
•KZK. yatırım akdi ortaklık iradesi ve sonuca katılma ile diğer unsurların
benzeşmesi nedeniyle adi şirkete ve özellikle ETK.nda düzenlenmiş olan iç
şirkete benzemektedir.
•Üretim desteği sağlanmasında toplanan fonlarla peşin satın alınan malın
vadeli olarak üçüncü kişiye satılması ve vade farkından kâr elde edilmesi söz
konusu olup birbirine bağlı iki alım satım akdi ile gerçekleştirilmektedir.
•Mal karşılığı vesaikin alım satımı faaliyetinde, akreditifin bazı türleri
ortaya çıkmaktadır. Vade farkına dayalı finansmanlı akreditif bir tür kredidir
ve bu faaliyette katılma hesaplarında biriken fonlar kullanılabilir. Aracılık
faaliyeti niteliğindeki akreditif ise kredi veya vade farkı söz konusu
olmadığından modern bankacılık hizmetlerinden birinin gerçekleştirilmesi
şeklindedir.
•ÖFK.larının sona ermesi isabetli olarak tamamen genel hükümlere
bırakılmış, ancak sorumluluk ile ilgili olarak özel hükümler yardımıyla
bankalarla paralelliğin sağlanması ihmal edilmiştir. Öte yandan özel
mevzuatın
yetersizliği
özellikle
kurumların
tasfiyesinde
kendisini
göstermektedir. Zira uygulanacak ve uygulanmayacak hükümler belirsizdir.
•BankK 79 ila 89. maddelerde bankacılık sektöründe söz konusu
olabilecek hatalı ya da kasıtlı davranışların cezai müeyyideleri
düzenlenmiştir. Bu durum bankaları daha sorumlu çalışmaya sevk etmektedir.
Aynı ihtiyacın ÖFK.ları için de söz konusu olmasına rağmen, suçların ve
cezaların kanunla belirlenmesi zorunluluğu ve ÖFK.ları ile ilgili bir kanun
bulunmaması nedenleriyle bu konuda önemli bir boşluk vardır.
II. Mevcut Durumun Değerlendirilmesi
•Özel Finans Kurumlarının mali kuruluşlar hukuku içindeki yeri
konusunda doktrinde bir birlik olmamakla birlikte; her şeyiyle kendine özgü
bir müessese olmayıp bankalara yakın olduğu görüşü hâkimdir. 913 Bankalar
içinde de kalkınma ve yatırım bankalarından ziyade mevduat bankalarına ve
913
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
274
ticaret bankalarından çok iş bankalarına benzer müesseseler olduğu
söylenebilir.
ÖFK.larının bankalardan ayrı mütalaa edilen en önemli özelliği ise
kullanılan akit tiplerinin bankalar ve diğer mali kuruluşlardakilerden
farklılığıdır.
•ÖFK.ları ile ilgili mevzuat kanun yapma tekniğine uygun değildir. Mali
piyasalarda önemli yer tutan kurumların tamamen idarî takdir ve düzenlemeye
bağlı kılınması kurumların en güvensiz taraflarıdır. 914 Öte yandan bu eksiklik
kurumların yasama tarafından denetimini de engellemektedir.
•ÖFK.larının kuruluş ve faaliyetlerinde Sermaye Piyasası Kanunu ile
ilişkileri belirgin değildir. Bankalardaki gibi bir istisna hükmüne yer
verilmediğinden, SerPK.nun hangi hükümlerinin uygulanıp hangilerinin
uygulanmayacağı tartışmaya açıktır. 915
•TK.nda düzenlenmiş AO tipinde ortakların sermaye koyma borçlarından
başka borçları olmadığını ifade eden tek borç ilkesi, bazı mali kuruluşlar gibi
ÖFK.larında da bir kenara bırakılmış ve istisnai durumlarda ortakların şahsi
sorumluluğuna gidilebileceği hükmü getirilmiştir.
Ancak özel mevzuatta hem ortakların hem de idarecilerin şahsi
sorumluluğu ile ilgili hükümler yetersiz ve düzensizdir. Ayrıca kurum
personelinde aranacak vasıflar da dikkatli belirlenmemiştir.
•ÖFK denetim kurulunda tüzel kişi denetçilerin de bulunabileceğini
düzenleyen özel mevzuat hükmü, TK.nun dar yorumuna aykırı olmakla
birlikte, denetimle ilgili yeni ve modern görüşe uygundur.
Ancak kurumların iç denetimi için, bankalarda olduğu gibi müfettişlerin
kullanılmasının emredici hüküm olarak mevzuata konulmamış olması bir
eksikliktir.
Dış denetimin iki şekilde gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Merkez
Bankasının evrak üzerinden yapacağı denetim için kurumların devamlı bilgi
verme yükümü vardır. Başbakanlık (Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı)
tarafından kurum işlemlerinin yerinde denetimi en önemli denetim şekli
olmakla birlikte, bu denetimin kimlerce gerçekleştirileceği belirsizdir.
•ÖFK.larının katılma hesaplarında topladıkları fonları nerelerde ve hangi
sınırlar içinde kullandırabilecekleri konusu özellikle sınırlar yönünden
kısmen yetersiz ve suiistimale açıktır. Bu konuda 1998 yılında yapılmış olan
yeni düzenlemeler eksiklikleri kısmen telafi etmiş bulunmaktadır.
•Cari hesapların karşılıksız olma özelliği teminat ihtiyacını da
beraberinde getirmesine rağmen, sistem olarak bankalara yakınlaşmama
arzusu sonucu bu hesaplarda biriken fonlar TMSF dışında bırakılmışlardır.
Tasfiye sırasında cari hesaplar ve kurum hesaplarında mevcut aktiflerin
914
915
AYTAÇ, s. 242, TEKİNALP, Gülören, s. 67.
AYTAÇ, s. 223.
275
öncelikle cari hesaplardan doğan borçların karşılanmasına yönelik olarak
kullanılması bir tür teminat olmakla birlikte bunun yeterli olduğu
söylenemez.
•ÖFK.larının topladıkları fonları kullanım şekli ile ilgili olarak çeşitli
problemler vardır. Özellikle KZK. yatırım akdi ve leasing (finansal
kiralama) 916 faaliyetinde bir çok mesele çözüm beklemektedir.
III. Özel Finans Kurumları ile İlgili Sistemde Yapılması Gereken
Değişiklikler
•ÖFK.larını ile ilgili en önemli eksiklik özel kanununun bulunmamasıdır.
Bu özel kanun bir an önce çıkarılmalıdır. 917 Bu amaçla yapılacak çalışmada
özel mevzuat içindeki en ayrıntılı metin olan Başbakanlık Tebliğinin esas
alınması mümkündür. Sadece ÖFK.larının faizsizliği gerekçesiyle, bankalarla
ilgili olarak yürürlükte bulunan ve artık yerleşmiş mevzuattan (BankK)
uzaklaşılmamalıdır. 918
•Kurumlar bankalara benzediğine ve bazı yönlerden alt türü olarak kabul
edildiğine göre 919 faizsizlik özelliğine dokunulmadan bankalara paralel kanuni
düzenleme yapılmalıdır. Bu yolla mevzuatın bir deneme vasıtası olması ve sık
sık değiştirilmek zorunda kalması da kısmen önlenecektir.
•Ekonomik hukukun Avrupa Birliğine uyumlaştırılması çalışmaları
kapsamında bankalar için öngörülen gelişmeler ve değişiklikler ÖFK.larına da
uygulanmalıdır. 920
•ÖFK.larının faizsiz çalışma prensibine sadık kalıp kalmadıkları,
bankalarla haksız rekabetin önlenmesi ve -kamu yararı niteliği de taşıyanmüşterilerin beklentilerinin gerçekleştirilmesinin sağlanması amacıyla sıkı
şekilde denetlenmelidir.
•Mevcut mevzuatta kurumlara tanınmış olan klasik bankalara fon aktarma
yetkisi, faizsiz çalışma ilkesini ihlal edecek niteliktedir. Bu yetki ya tamamen
kaldırılmalıdır. Ya da suiistimali önlemek amacıyla hiç değilse toplam
fonların %5’i gibi bir oranla sınırlanmalıdır.
•Kurumların SerPK. karşısındaki durumu özel mevzuata açık hüküm
koymak suretiyle açıklığa kavuşturulmalıdır. 921
916
CEYLAN, s. 226.
ZARAKOLU, s. 19, DURAKBAŞA, (1985’te, Söyleşi, s. 38’de) bu ihtiyaç baştan
giderilmediğine göre bir süre daha beklenmesi ve elde edilecek tecrübelerden
yararlanılması gerektiğini savunmuştur.
918
MOROĞLU, s. 29, AYTAÇ, s. 245. ZARAKOLU, s. 19.
919
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164, İMREGÜN, Banka, s. 205, REİSOĞLU,
ÖFK, s. 77.
920
TEKİNALP, Finansal Kurumlar, s. 164.
921
AYTAÇ, s. 223.
917
276
•Personel seçiminde bankalarla paralellik sağlanmalı, aranacak vasıflar
ayrıntılı olarak belirtilmelidir.
•Toplanılan fonların nerelere ve hangi şartlarla kullanılabileceğini
belirlemek üzere bankalardaki gibi ayrıntılı kurallar konulması gerekir.
Böylece kurum idarecilerinin keyfiliği önlenebileceği gibi risk ve sorumluluk
dağıtılmış ve iç denetim kuvvetlendirilmiş olacaktır. Bu konuda da 1998
yılında bankalardakine kısmen benzer biçimde yapılmış olan yeni
düzenlemeler yeterli değildir.
•Hesap sahiplerine verdiği çek karneleri nedeniyle Merkez Bankasının
bilgi merkezi ile ilgili olan ÖFK.ları, diğer bilgiler ve özellikle fon
kullandırma sırasında değerlendirme yapmasına imkan verecek istihbarat
bilgileri yönünden de risk santraline bağlanmalıdır.
•ÖFK.larının evrak üzerinden denetimini gerçekleştirecek olan Merkez
Bankasına bu denetim için verilecek olan bütün bilgi ve belgeler ayrıntılı
olarak düzenlenmeli ve tekdüze hale getirilmelidir. 922 Böylece iki taraf için de
şahsi takdir ve değerlendirmeler asgariye inmiş ve ilişkiler daha objektif bir
temele oturmuş olacaktır.
•ÖFK.larının mevcut ve gelecekteki hesap sahiplerinin, en geniş anlamda
kamunun aydınlatılmasına önem verilmeli, sabit gelir ve teminat sahibi olan
banka mudilerinin bilgilendirilmesindeki ölçüler bu konuda yeterli
görülmemelidir. Zira ÖFK katılma hesabı sahipleri sonuca katılmalı ödünç
nedeniyle adi ortaklığa yakın bir pozisyondadırlar ve yatırdıkları paraların
nerelerde hangi şartlarla kullanıldığını özet olarak bilmeleri kuruma karşı
olan güvenlerini artırır.
•ÖFK.larının mali durumunun kötüleştiği hallerde alınması gereken
olağanüstü tedbirler ayrıntılı olarak belirlenmeli ve bu konuda BankK. 62 ve
64'e paralellik sağlanmalıdır. Mali bünye yedek akçelere yapılacak ilave
ayrımlarla da desteklenmelidir.
•Disponibilite ve munzam karşılıkların oranları kurumların sonuca katılma
ve teminatsızlık özellikleri de dikkate alınarak, bankalarla haksız rekabete
engel olacak şekilde 923 yeniden belirlenmelidir.
•Toplanan fonların kullanılmasında ÖFK.nun sorumluluğu ayrıntılarıyla
belirlenmeli, mümkün olduğunca geniş tutulmalıdır. Zira faaliyetlerinin yapısı
gereği idarecilerin kabiliyeti ve dürüstlükleri hesap sahiplerinin en önemli
teminatıdır.
•Cari hesaplar için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na benzer ve bütün
ÖFK.larını içine alacak bir fon oluşturulmalıdır.
•Kurumların topladıkları fonları KZK. yatırım akdi usulüyle de
kullandırmalarını sağlamak amacıyla, mevzuata sınırlayıcı hükümler
922
923
TUNCER, s. 56.
ZARAKOLU, s. 19, İMREGÜN, Banka, s. 205
277
konulmalı, 924 bu akitte tarafların hak ve borçları ve kârın dağıtılması usul ve
oranları ayrıntılı olarak düzenlenmeli, ancak akit serbestisi kuralının ihlal
edilmemesine dikkat edilmelidir.
Zira kurumlar ticari anlamda riskli faaliyetlerini artırdıkları nispette,
kuruluş amaçlarına ve temel ilkelerine uygun faaliyet göstermiş
olacaklardır. 925
•Akit serbestisi, üretim desteği sağlanması faaliyetinde de dikkatle
gözetilmeli ve denetim buna göre gerçekleştirilmelidir.
•Kurumların finansal kiralama sözleşmesini nasıl uygulayacağı ve
Finansal Kiralama Kanunu'na ne şekilde tabi olacakları açıklığa
kavuşturulmalıdır.
•Kurumların iç ve dış denetiminde bankalarla paralellik sağlanmalı,
özellikle bağımsız dış denetim, kurumlar için de zorunlu hale getirilmelidir.
924
Ayrıca venture capital (risk sermayesi) sektörünün ülkemizde yaygınlaşmasının en
kestirme ve masrafsız yolu da ÖFK.larının yatırım politikalarını değiştirerek,
fonlarını kâr ve zarara katılma yatırım akdi yoluyla kullanmalarını sağlamaktır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 178 vd.
925
ÇİLLER /ÇİZAKÇA, s. 181.
278
Download