T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ ANABİLİM DALI ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE MİKROKREDİ UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR MODEL ÖNERİSİ DOKTORA TEZİ Hazırlayan Sedat AYYILDIZ Tez Danışmanı Prof. Dr. Eyüp BEDİR Ankara-2010 ONAY Sedat AYYILDIZ tarafından hazırlanan “İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE MİKROKREDİ UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR MODEL ÖNERİSİ” başlıklı bu çalışma 28.01.2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Çalışma Ekonomisi Bilim Dalında Doktora tezi olarak kabul edilmiştir. ………………. Prof. Dr. Nizamettin AKTAY (Başkan) ………………. Prof. Dr. Eyüp BEDİR ………………. Prof.Dr. Şerife Türcan ÖZSUCA ……………… Prof.Dr. Cem KILIÇ ……………… Doç. Dr. Gülen Elmas ARSLAN ÖNSÖZ Her şeyini sevdiğimiz ve uğruna benliğimizi adadığımız güzel ülkemizin hemen hemen her coğrafik kesiminde yoğun olarak hissedilen işsizlik ve yoksulluk, hem ekonomik hem de sosyal bir hastalıktır. Ankara’nın bir kenar mahallesinde gecekondu evimiz ile okul arasındaki çamurlu yollarla boğuşarak başladığım eğitim hayatımın geldiği bu noktada, işsizlik ve yoksullukla mücadeleye dönük doktora tezlerine bir tanesini daha ekleyebilme çabamı çocukluğumun bana bir vasiyeti olarak görüyorum. Saygıdeğer merhum hocamız Prof. Dr. Kâmil Turan; yoksullukla ilgili değerlendirmelerde neredeyse yoksulluğu övmeye varan değerlendirmelerle ilgili olarak “Evladım fukaralık fazilet değildir” demişti. İşsizlere ve yoksullara dönük politikaları ideolojik bir bakış açısıyla ele alıp adeta bu kesime sempati duymaya varan yaklaşımlar ne yazık ki bu kesimin sorunlarına çözüm olamamıştır. Fazilet olmadığı gibi ciddi bir hastalık olan yoksulluk insanlığın birincil mücadele alanı olmalıdır. Bir bankacı ve Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri öğrencisi olarak, tezimin bu mücadeleye katkıda bulunabilmesini umut ediyorum. “İşsizlik ve Yoksullukla Mücadelede Mikrokredi Uygulaması ve Türkiye İçin Bir Model Önerisi” başlıklı tezimizde tez konusunu belirleme çalışmaları esnasında önerdiğim bu konuyu seçmemde bana anlayış gösteren Saygıdeğer hocam ve tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Eyüp BEDİR’e, yılgınlığa kapıldığım dönemlerde cesaret aşılayan okulumuz Araştırma Görevlisi Sayın Mustafa Çağlar ÖZDEMİR’e tezin bilgisayar ortamına alınmasında bana destek olan sayın Fatih DANACI ile sayın Harun ÜNALAN’a teşekkürü borç bilirim. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................ i İÇİNDEKİLER ................................................................................................. ii TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................... x ŞEKİLLER LİSTESİ ....................................................................................... xi KISALTMALAR ............................................................................................ xii GİRİŞ ..............................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL AÇIDAN İŞSİZLİK, YOKSULLUK VE İSTİHDAMI ARTIRMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR I. İŞSİZLİK.......................................................................................................8 A.Kavramsal Olarak istihdam ve İşsizlik .....................................................8 B. Mikrokredi Açısından İşsizlik Türleri ve Mikrokredi Açısından Değerlendirilmesi ..................................................................................12 1. Çalışma Arzusuna Göre İşsizlik ........................................................12 a. İradi İşsizlik ...................................................................................12 b. Gayri İradi İşsizlik .........................................................................13 2. Görünümüne Göre İşsizlik ................................................................13 a. Gizli İşsizlik ...................................................................................13 b. Açık İşsizlik ...................................................................................14 (1) Geçici (Frictional) - Arızi İşsizlik ............................................15 (2) Yapısal (Structural) - Bünyevi İşsizlik ....................................17 (3) Konjonktürel (Conjonctural) - Devri İşsizlik ...........................18 (4) Mevsimlik (Seasonal) İşsizlik ................................................19 (5) Reel Ücret İşsizliği ................................................................20 (6) Teknolojik İşsizlik ..................................................................21 iii (7) Sürekli Durgunluk - Buhran İşsizliği (Secular Stagnation) .....22 C. Uzun Süreli İşsizliğin Kendi Hesabına Çalışma Üzerindeki Etkisi ........22 II. YOKSULLUK ............................................................................................23 A. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin Önlenmesine Yönelik Stratejiler ve Politikalar.............................................................23 B. Dünyada Yoksulluk ..............................................................................26 C. Türkiye'de Yoksulluk .............................................................................38 1. Türkiye'de İşsizlik ve Yoksulluğun Sosyo Ekonomik Analizi ..............38 2. Türkiye'de Yoksulluğun Azaltılması İçin Yoksullar Lehine Büyüme Politikaları.........................................................................................45 3. Sosyal Riski Azaltma Projesi ve Sosyal Risk Yönetimi (SRAP) ........47 III. İSTİHDAM POLİTİKALARI .......................................................................49 A. Pasif İstihdam Politikaları .....................................................................49 1. Gelir Desteği Sunan Politikalar .........................................................49 a. İşsizlik Sigortası............................................................................49 b. Sosyal Yardımlar ..........................................................................52 c. İş Paylaşımı (Job Sharing)............................................................53 d. Kıdem Tazminatı ve Erken Emeklilik.............................................54 2. Geçici işsizliğe Yönelik Politikalar .....................................................55 a. Genel İstihdam Hizmetleri ve Toplu İşten Çıkarmaların Önlenmesi ....................................................................................56 b. Bölgesel İşgücü Hareketlerinin Düzenlenmesi ve Yoğun İş Arama Programları ..................................................................................57 3. Pasif İstihdam Politikalarının Olumlu ve Olumsuz Etkileri .................58 B. Aktif istihdam Politikaları .......................................................................58 1. İstihdam Yaratmaya ve İstihdamı Korumaya Yönelik Politikalar .......58 a. Küçük İsletmelerin Geliştirilmesi ve Rehabilitasyonuna Yönelik Politikalar .....................................................................................59 b.Yerel Ekonomik Gelişme Programları ............................................60 c. Kamu Yararına Çalışma ................................................................61 2. Genel Aktif İstihdam Politikaları ........................................................61 a. İşgücü Piyasasında Bilgi Sistemi Düzenleme Politikaları ............62 iv b. İşgücü Piyasası Uyum Politikaları ................................................63 c. İş Güvencesi ve Ücret Seviyesine İlişkin Düzenlemeler ...............64 d. Çalışma Yaşamında Esnekliğe İlişkin Düzenlemeler ....................65 e. İstihdam Odaklı Eğitim Politikaları ve İşbaşı Eğitim Programları ..69 f. Ücret Sübvansiyonu ......................................................................71 g. Diğer Ekonomi Politikası Tedbirleri ...............................................73 3. Aktif İstihdam Politikalarının Başarı Açısından Değerlendirilmesi .....74 a. Aktif İstihdam Politika Sonuçlarına İlişkin Genel Değerlendirme Yaklaşımı......................................................................................75 b. Aktif istihdam Politikası Süreçlerinin Değerlendirilmesi ................77 c. Aktif İstihdam Politikalarının Etkilerinin Değerlendirilmesi Yöntemi .........................................................................................78 4. Avrupa Birliği Ülkelerinde Aktif İstihdam Politikaları ..........................79 İKİNCİ BÖLÜM TEORİ VE UYGULAMA AÇISINDAN MİKROFİNANSMAN, MİKROKREDİ VE BİREYSEL GİRİŞİMCİLİĞİN ÖZENDİRİLMESİ I. GENEL OLARAK FİNANSMAN .................................................................81 A. Finans ve Finansal Yönetim .................................................................82 B. Finansal Piyasalar ................................................................................83 C. Günümüzde Uygulanan Finansman Teknikleri .....................................84 1. Borçlanmayla Finansman .................................................................84 2. Sermaye Koyarak Finansman ..........................................................86 D. Finansman ve Vade..............................................................................87 1. Kısa Vadeli Finansman .....................................................................87 2. Uzun Vadeli Finansman. ...................................................................87 E. Günümüzde Uygulanmakta Olan Finansal Teknikler ............................88 1. Factoring...........................................................................................88 2. Forfaiting...........................................................................................89 3. Leasing .............................................................................................90 v II. BORÇLANMA HAKKI VE MİKROFİNANSMAN ........................................93 A. Borçlanma Hakkı ..................................................................................93 B. Kredi Kavramı ve Kapsamı ...................................................................94 1. Kredi Kavramı ...................................................................................95 2. Kredinin Unsurları ve İşlevi ...............................................................95 C. Mikrokredi.............................................................................................96 1. Küçük İşletme Kavramı .....................................................................96 2. Mikro İşletmeler ve Mikro İşletme Finansmanı..................................97 a. Mikrofinansman ve Mikrokredi .................................................... 100 (1) Kavramsal Olarak Mikrofinansman ....................................... 100 (2) Mikrokredinin Tanımı ve Kapsamı .........................................101 (3) Temel Mikrofınans Prensipleri ...............................................108 (4) Mikrofinansman Konusunda Yaşanan Sorunlar .................... 112 (5) Mikrokredinin ve Mikrofinansın Tarihçesi .............................. 113 (6) Mikrokredi Uygulamasının Başarı İlkeleri .............................. 115 (7) Başarılı Sosyal Girişimci Olmanın Özellikleri ........................ 117 (8) Mikrokredilendirmede Hedef Kitle .........................................123 i. Kadın İstihdamı ................................................................. 124 ii. Gençlerin İstihdamı .......................................................... 128 iii. Özürlülerin İstihdamı........................................................ 129 (9) Mikrokredi ve Yoksulluğun Azaltılması .................................. 131 i. Mikrokredi Zirvesi, Yoksullara Yardım Deklarasyonu.........132 ii. Mikrokredi Programlarının Sosyo-Ekonomik Etkileri.........134 (10) Mikrokredi'nin Kalkınma Ekonomisi Açısından Değerlendirilmesi ................................................................. 135 (11) Mikrokredi Programlarının Kurumsal ve Finansal Uygulanabilirliği .................................................................... 138 i. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Davranışçı Risk Faktörleri.................................................................. 139 ii. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Maddi Risk Faktörleri.......................................................................... 140 vi iii. Mikrokredide Kurumsal Uygulanabilirlik, Grameen Bank ve BRAC Verileri................................................................... 140 (12) Mikrokredi Programları ve Kırsal Finans ............................. 142 (13) Mikrofinans Arz ve Talebi ....................................................144 (14) Mikro Finans Kurumları ....................................................... 146 (15) Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar.......................... 147 III. DÜNYA BANKASI VE DÜNYADAKİ BAŞARILI MİKROKREDİ UYGULAMALARI .................................................................................... 148 A. Dünya Bankasının Mikrokredi Çalışmaları.......................................... 148 B. Dünyada Başarılı Mikrokredi Uygulamaları ........................................ 149 1. Bangladeş'te Mikrokredi Uygulamaları ........................................... 149 2. Hindistan' da Mikrokredi Uygulamaları ........................................... 151 3. Çin'de Mikrokredi Uygulamaları ...................................................... 153 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İŞSİZLİKLE MÜCADELE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE MİKROKREDİ UYGULAMALARI I. TÜRKİYE İŞGÜCÜ PİYASASI VE İŞSİZLİKLE SORUNU ....................... 154 A. Türkiye'de İşgücü Piyasası ................................................................. 154 B. İstihdam Piyasasında Enformel Sektör ve Kadınlar............................ 158 C. Türkiye'de İstihdam ve İşsizlik ............................................................ 160 D. Küreselleşme ve İstihdam .................................................................. 162 E. Türkiye'de Gelir Dağılımı Adaletsizliği ve Fırsat Eşitsizliği .................. 166 II. TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZLERİN İŞGÜCÜ PİYASASINA ETKİSİ ..168 A. Türkiye'de Kriz ve Yoksullaşma .......................................................... 168 1. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Az Gelişmiş Ülkeler Üzerine Etkisi ............................................................................................... 175 2. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Türkiye Üzerine Etkisi ......... 179 a. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Kısa Tarihi ....................... 179 vii b. IMF ve Dünya Bankası Politikalarına Rağmen Dünyada Yoksulluk.................................................................................... 183 c. Döviz Kuru Esasına Dayalı Stabilizasyon Programı (Exchange Rate Based Stabilization - ERBS) .............................................. 185 d. Krizlerin Ortaya Çıkardığı Bozuk Kambiyo Rejimi ..................... 187 e. İstihdam Sorunlarının Öncelikle Devlet Reformuyla Çözümü .... 187 III. TÜRKİYE'DE İSTİHDAM POLİTİKALARI ...............................................189 A. iktisadi Krizler ve istihdam .................................................................. 189 1. Türkiye'de Uygulanan Aktif istihdam Politikaları.............................. 196 2. İşsizlikle Mücadelede Maliyet Sorunu ve Bir Kişiye iş Yaratmanın Maliyeti ........................................................................................... 200 3. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin Önlenmesine Yönelik Stratejiler ve Politikalar................................. 205 IV. TÜRKİYE'DE MİKROKREDİ KURULUŞLARI VE UYGULAMALARI ..... 207 A. Türkiye'de Mikrokredi Uygulamaları ................................................... 207 B. Türkiye'de Mikrokredi Kuruluşları ....................................................... 208 1. Kredi Garanti Fonu A.Ş'nin Mikro İşletmelere Katkısı ..................... 211 2. Kobi Aş. Tarafından Mikro İşletmelere Verilmesi Planlanan Hizmetler........................................................................................ 212 3. Türkiye'de Fiilen Mikrokredi Uygulamasını Yürüten Kurumların Yeni Modele Katkıları ............................................................................. 213 4. Tarım Kredi Kooperatifleri ............................................................... 216 5. KOSGEB ........................................................................................ 217 6. Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği .................................................. 218 7. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ............................................................ 219 C. Türkiye'de Mikrofinansman Yaklaşımının Geleceği ............................ 221 viii DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İŞSİZLİKLE VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODEL ÖNERİSİ I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER ....................................... 223 A. Ticari Bankalarda Zorunlu Değişim ve Perakendeci Bankacılık.......... 223 B. Ekonomik Krizler Karşısında Bankacılık Sektörünün Durumu ............ 224 C. Veri Tabanı ve Veri Madenciliği'nin Ticari Bankalarda Hizmet Kalitesi ve Müşteri Portföyü Üzerine Etkisi........................................................... 226 1. Veri Madenciliğinin Bankacılık Sektörüne Etkileri ........................... 228 2. Kâr Marjı'nın Azalması Rekabetin Artması ve Pazarın Daralması ile Beraber Ortaya Çıkan Yeni Arayışlar .............................................. 229 II. İŞSİZLİKLE MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA ÖNERİSİ ............................................................................ 231 A. Kredinin ihtiyaç Duyulan Yere Verilmesi ve Zihniyet Dönüşümü ......... 231 B. İşsizlik ve Yoksulluğun Ulusal Para ve Sermaye Piyasası Tarafından da Algılanması ......................................................................................... 232 C. Bireysel Girişimciliğin Özendirilmesi Lizbon 1 Mutabakatı Toplantısı ve Hedefleri ............................................................................................. 234 D. Sermaye Piyasasının Türkiye Mikrokredi Modeli Açısından Önemi.... 236 1. Mikro işletmelere Yönelik Risk Sermayesi Modeli........................... 239 2. Gayri Resmi Finansal Sektör .......................................................... 239 3. Sermayenin Demokratikleştirilmesi ve Finansal Antropoloji ............ 242 E. Türkiye İşgücü Piyasasının Mikrokredi Açısından Elverişliliği ............. 244 F. Türkiye'ye Özgü Mikrokredi Modelinin Uygulayıcısı Ticaret Bankaları Açısından Mikrokredinin Banka Yapısı İçindeki Yeri ........................... 246 1. Türkiye'deki Bankaların Yönelemediği Pazar: Kırsal Yoksullar ve İşsizler…………. ......................................................................... 247 2. Mikrokredi Uygulamasını Destekleyici Gıda Bankacılığı Esasları ... 257 G. Mikrofinansman Uygulamasında Kârlılık ............................................ 258 H. Mikro Girişimcinin Mesleki Eğitimi ...................................................... 259 ix I. Batıdaki Çalışan Sahip (VVorker Ovvnership) Sisteminin Türkiye'de Geliştirilmesi ....................................................................................... 259 J. İşsizliğin Çözümü için Girişimcilik (Kendi Hesabına Çalışmak) ........... 261 III. TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA SÜRECİ ...................... 262 A. Mikrokredi Başvurusu ve Başlangıç Sermayesine Devlet Garantörlüğü ....................................................................................... 262 1. Kendi Hesabına Çalışmada En Önemli Sorun ................................ 263 2. Hükümetin Mikrofinansın Desteklenmesinde Rolü .........................266 3. Ulusal İstihdam Stratejisi ve Bu Stratejinin Önemli Bir Parçası Olarak Mikrofinansman .............................................................................. 269 4. Sermaye Piyasasında Mikro İşletme Varlıklarına Dayalı Menkul Kıymetlerin Refinansmanda Kullanılması ....................................... 270 5. Mikro İşletme Faaliyetlerinde Otofinansman ve Kredi Koruma Sistemi ............................................................................................ 270 a. Mikrokredide Risk Sermayesi Yaklaşımı ve Kredi Garanti Sistemi ........................................................................................ 271 b. Çalışma Sermayesi ve Mikro işletmelere Yönelik Yeni Finansman Teknikleri .................................................................................... 273 (1) Çalışma Sermayesi ve Çalışma Sermayesinin İstihdam Üzerindeki Etkisi .................................................................. 273 (2) Mikrofinansman Teknikleri ....................................................274 i. Genel Finansman Teknikleri .............................................. 274 ii. Mikro Finansal Kiralama (Micro Leasing) ve Mikro Mevduat Micro Savings .................................................................. 275 B. Başarılı Mikro Girişimlerin Büyüyerek ya da Birleşerek KOBİ'leşmesi 277 C. Türkiye Mikrokredi Model Tablosu ...................................................... 278 SONUÇ ....................................................................................................... 281 KAYNAKÇA ................................................................................................ 297 ÖZET ....................................................................................................... 305 ABSTRACT ................................................................................................ 308 x TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk Oranları, 1987-2001...................................................28 Tablo 2: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk Oranları, 1990-2001...................................................32 Tablo 3: Bazı Uluslararası Yoksulluk Sınırlarına Göre Seçilmiş Ülkelerde Yoksulluk Oranı ve Gini Katsayısı ..............................33 Tablo 4: Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri, 1999 ................35 Tablo 5: Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi, 1999 .....................37 Tablo 6: Eğitim Durumlarına Göre İşsizler (15+ Yaş) ..............................39 Tablo 7: Yaş Grubuna Göre İşsizler (15+ Yaş) (Bin)................................41 Tablo 8: Metropol İşsizliği ........................................................................42 Tablo 9: Cinsiyete Göre İşsizlik Oranı ......................................................43 Tablo 10: Şartlı Nakit Transferi Yardımlarının Bölgesel Dağılımı ...............48 Tablo 11: Ülkemizde Genç İşsizlik ........................................................... 128 Tablo 12: Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar ............................... 148 Tablo 13: İşgücü Durumuna Göre Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus .......... 161 Tablo 14: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri ...................................................................................... 191 Tablo 15: Bir Kişiye İş İmkanı Oluşturmak İçin Gerekli Yatırım Tutarı (2003) ............................................................................ 206 Tablo 16: Nüfus Sayımlarına Göre Köy ve Şehir Nüfusları ...................... 249 Tablo 17: Sektörlerin GSİYH İçerisindeki Payı (Cari Fiyatlarla, %) .......... 249 Tablo 18: Tarım Sektörü ve Tarım Dışı Sektörlerde İstihdam (bin kişi) .......................................................................................... 250 xi ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi.............. 145 Şekil 2: 2003 – 2009 İşsizlik Oranları...................................................... 155 Şekil 3 : Risk Sermayesi Mikro İşletme (RS-Mİ) ...................................... 227 Şekil 4: Sermayenin Demokratikleştirilmesi ............................................ 244 Şekil 5: Ticari Banka Mikrokredi Uygulamasının Banka Örgütsel Yapısı İçindeki Yeri ................................................................... 246 xii KISALTMALAR a.g.e Adı Geçen Eser a.g.m Adı Geçen Makale AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri ABİGEM Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi AGÜ Az Gelişmiş Uluslar ASHI Ahon Sa Hirap Inc. (Filipinler Mikrokredi Kuruluşu) BC-NET Business Cooperation Network BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BRAC Bangladesh Rural Advancement Committee BRE Bureau de Rapproachement des Enterprises CGAP Certified Government Auditing Professional DAP Doğu Asya ve Pasifik DİE Devlet İstatistik Enstitüsü DÖSİM Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü EBSO Ege Bölge Sanayi Odası EC European Commission EIC Euro Info Centre ERBS Exchange Rate Based Stabilization (program) FİNKA Finance for International Community Assistance FOCCAS Foundation for Credit and Community Assistance GB Grameen Bank GDP Gross Domestic Product GEM Gençlik Hizmet Merkezleri GSMH Gayri Safi Milli Hasıla GTZ Alman Teknik İşbirliği Ajansı IBRD International Bank for Reconstruction and Development (IBRD ICA International Cooperatives Association IDA International Development Association IFC International Finance Center xiii ILO International Labour Organization IMF International Monetary Fund İGE UNDP’nin İnsani Gelişme Endeksi İKO İş Gücüne Katılma Oranı İŞKUR İş ve İşçi Bulma Kurumu KDD Knowledge Discovery in Databases KEDV Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı KGF Kredi Garanti Fonu KİT Kamu İktisadi Teşebbüsü KOBİ Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler KOSGEB Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı MEKSA Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı MFI Micromechanical Flying Insect MFK Mikro Finans Kuruluşu MSB Micro and Small Businesses NGO Non Governmental Organisations NLP Neuro Linguistic Programming NUTS The Nomenclature of Territorial Units for Statistics OECD Organisation for Economic Co-operation and Development ÖFK Özel Finans Kuruluşu PAG Proyecto Aldea Global PRIDE Promotion of Rural Initiatives and Development Enterprises ROSCAs Rotating Savings and Credit Associations SBA Small Business Administration SHÇEK Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu SRAP Sosyal Riski Azaltma Projesi STK Sivil Topluk Kuruluşu SYDGM Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü SYDTF Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu SYDV Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı xiv ŞNT Şartlı Nakit Transferi TCMB Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TESK Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu TGMP Türkiye Grameen Mikrokredi Projesi TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TOSYÖV Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı TSKB Türkiye Sınai Kalkınma Bankası TUİK Türkiye İstatistik Kurumu TÜSİAD Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği UNDP United Nations Development Programme VM Veri Madenciliği VTBK Veri Tabanından Bilgi Keşfetme GİRİŞ Modern devletin doğuşu ile beraber endüstri ve ticaret alanındaki gelişmeler kapitalizmin ve akabinde liberalizmin zaferi ile sonuçlanmıştır. Devlet, endüstriyel dönüşümü sağlama işlevi üstlenmiş ve sürekli olarak piyasa olgusunu ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Smith, Ricardo, Malthus ve Marx’ın ekonomi alanında yaptıkları çalışma ve tespitler Birinci Dünya Savaşı’nın ve ideolojik yaklaşımların gölgesinde önemli tespitler olarak ortaya çıkmıştır. 1929’da başlayan Dünya Ekonomik Bunalımı iktisadi yaşamda yeni arayışların başlatıcısı olmuştur. Bu dönemde iktisadi yaşama istihdam yönlü bakılmış ve iki dünya savaşı arasında yaşanan işsizliğin bir nevi sorgulaması yapılmıştır. Özellikle efektif talep, tüketim, yatırım, faiz, üretim ve istihdam düzeyi ile denge kavramları 1929 bunalımı ile beraber teorik ve pratik anlamda ekonomik yaşamdaki yerini almıştır. Hızla gelişen teknoloji ve kapitalizmin yeniden yapılanma arayışları içinde sosyalizm ve kapitalizm olarak ikiye bölünmüş olan dünya ekonomisi 1970 Dünya Petrol Bunalımı ile bir farklılaşmaya daha tanık olmaya başlamıştır. Bu bunalım, sosyalizmin çöküşünün somut başlangıcı ve tüm dünyada daha sonra ciddi sorgulamalara neden olacak olan yeni dünya düzeni ve küreselleşme olgularının da doğuşu anlamına gelmiştir. Yirminci yüzyıl, çok uluslu şirketlerin, dünya ile entegre ekonomilerin ve dolayısı ile bulaşıcı krizlerin yüzyılı olmuştur. Özellikle doğu blokunun çöküşü ile beraber kapalı ekonomiler demode olmuş ancak zayıf ekonomiler de dışa açık olmanın maliyetini yaşayarak öğrenmişlerdir. Son zamanlarda dünyada iktisadi paradigmaların yeniden ele alınmaya başlandığını, Amerikan Merkez Bankası, Dünya Bankası ya da IMF çevrelerinden ciddi ekonomistlerin IMF’yi, uluslararası yardım ve kredilerin mahiyetlerini yeniden tartışmaya açtıklarını görmekteyiz. 2 İktisadi krizler, kimi zaman sistemik olarak kimi zaman da yabancı ekonomilerdeki krizlerin yayılma etkisi nedeniyle ortaya çıkarlar. Ama her halükarda dışa açık ve az gelişmiş ekonomiler krizlerden daha fazla etkilenirler. Bu krizler aynı zamanda azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru sermaye transferine de neden olurlar. Genellikle yüksek faiz ve döviz pozisyonlarında yaşanan sorunlar, ekonomik krizlerin önce mali sektörde hissedilmesine daha sonra da ekonomik yapının tümüne yayılmasına neden olurlar. İktisadi krizlerle ilgili değerlendirme ve politikaların hemen tümünde, krizin nedeni birkaç gösterge ile ortaya konmuş ve çözüm yolu olarak da çoğunlukla mekanik, birbiriyle ilişkili parametreler üzerinde durulmuştur. Tüm bunlar yapılırken iktisadi politikaların temel süjesinin insan olduğu unutulmuştur. Gelişmiş ülkeler iktisat sosyolojisini kullanarak uluslararası iktisadi ibrenin yönünü kendilerine doğru çevirmiş, ancak azgelişmiş ülkelere ise içinde bulundukları durumdan çıkışa ilişkin para otoritesinin yapacağı bazı ekonometrik işlemleri tavsiye etmişlerdir. İktisadi ve sosyal alanda değişik görüşlerin en büyük ilham kaynağı devletin tavrı olmuştur. Devlet denilen devin en küçük bir hareketi toplumda çok büyük hareketlenmelere neden olmuştur. Bu nedenle devletin ne yapması gerektiğine ilişkin olarak otoriteler her zaman kalem yarıştırmışlardır. Oysa “devlet ne yapmalıdır?” Sorusunun değil “ne yapabilir?” sorusunun tartışılması gerekir. Devletin ekonomiyi yönetip yönetemeyeceği hem düzenin doğası ile hem de devletin doğası ile ilgilidir. Erken liberaller, devletin beceriksizliğinden ziyade doğasına dikkati çekmiş ve devletin ekonomiyi doğasından ötürü yönetemeyeceği görüşünü 1 savunmuşlardır. Ancak bu durum bilinçli olarak saptırılmıştır . Devletin mükemmel bir düzen arayışı ve bu konuda doğasından kaynaklanan acizliği ekonomik ve toplumsal hastalıkların temelini teşkil etmektedir. 1 Peter F. Drucker; Yeni Gerçekler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1993, B.3, s.61 3 Devletin ekonomik ve toplumsal hastalıklarla mücadelede en önemli aktör olarak kendini görmesi başarısızlık durumunda da tüm saldırıların devlet kurumuna yönelmesine neden olmaktadır. İnsanlar devlet kurumlarında, fabrika ve benzeri büyük organizasyonlarda istihdam edilmek istemekte ve bu amaçla devlet de üretimi ençoklaştırmak amacıyla her yıl artan oranlarla doğal sermayeyi tüketmekte, petrol ve benzeri fosil kaynaklardan oksijene kadar her şeyi bu amaca feda etmektedir. Bütün süreç “Can havliyle” diyebileceğimiz bir itici güçle işlemekte bu durum ise gelecekte; refah, düzen, değer ve üretim kavramlarının yeniden tanımlanmasına ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyamız 1973 Dünya Petrol Bunalımı ile başlayan ve halihazırda devam etmekte olan yeni bir sürece girmiştir. Bu sürecin teorisinin önceden yazılması gayretleri ve sürecin yapay olarak belli noktalara ulaştırılması çabaları çok net olarak var olmakla beraber çok da yapay olmayan yeni kuramsal ve eylemsel yönelimleri görmezden gelmek mümkün değildir. Yeni dünya düzeninde; üstün bir toplum yaratma çaba ve önkoşulu iflas etmiştir. Askeri, siyasi ya da ekonomik başarıların ön koşulunun üstün bir toplum yaratmak olmadığı anlaşılmıştır. Bireyin ya da bireyleşmenin toplumsal yararı anlaşılmıştır. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya ve Pasifik yönüne doğru kaymaya başlamış Avrupa ve ABD ekonomik performansı artırmak amacıyla bir dizi askeri arayışa yönelmiştir. İktisadi anlamda devletin küçülmesi kaçınılmaz olarak gündeme gelmiştir. Sosyal Devlet anlayışı yerini giderek minimal devlet anlayışına bırakmıştır. Çalışma ilişkileri alanında sendikalaşma sempatisini yitirmiş, atipik çalışma modelleri ortaya çıkmıştır, çalışanların doğrudan üretime ve yönetime katılması önem kazanmıştır. Eğitimli ya da belli bir bilgi ve beceriyi edinen insanlar üretim sürecine katılmalarında devleti bir otorite, aracı ya da katalizör olarak görmektedirler. Devlet bu insanlara ya iş veriyor ya iş temin ediyor ya da işsizlik sigortasından yararlandırıyor. Bir diğer ifadeyle bu sistemde vatandaş kendini 4 tüm ağırlığıyla devletin üzerine yıkıyor ve bunun dışındaki seçenekleri anlamazlıktan geliyor. Bu durumun aşılması ancak bireyin doğrudan üretime katılmasını sağlayacak çekirdek sermaye desteği ile olabilecektir. Aksi takdirde devletin iş piyasasının düzenlenmesi amacıyla yaptığı giderler amacını aşar hale gelmektedir. Merkezi yönetimin yetkilerinin yerel yönetimlere devri ve buna benzer gelişmeler yeni dünya düzeninde önem kazanmaktadır. Ancak bunlardan en önemlisi Yeni Dünya Düzeni’nde hakim olan belirsizlik ortamıdır. Toplumsal yapı teknokratların kısa vadeli ve çözüm odaklı buluş ve önerileriyle dinamizm kazanmış olmakla beraber, iktisadi ve sosyal hayatı kavrayabilecek doktrin ihtiyacı güncelliğini korumaktadır. Marksist Sosyalizmin liberalizme yönelttiği soruların içinde henüz yanıt bulamayanlar çoğunluktadır. Liberal ülkeleri sosyal çözümlere zorlayan da bu çaresizliktir. İşsizlik, cari ücretler seviyesinde çalışma arzusu ve gücü olmasına ve iş aramasına rağmen fertlerin iş bulamaması durumudur. İster gizli işsizlik şeklinde olsun, ister devri, konjonktürel, kronik, teknolojik, bünyevi olsun veya geçici olsun kesin olan şey işsizliğin sosyal ve kişisel bir yara olduğudur. Modern toplumlar İşsizlik Sigortasını işte bu yaranın bir tedavi biçimi olarak görmüş ve kendi bünyelerine uygun işsizlik sigortası düzenlemelerini yapmışlardır. Ancak insanlar çalışmayı sadece bir sigorta, bir yaşam güvencesi olarak görmemektedirler. Çalışmak aynı zamanda Anayasal bir hak, sosyal ve psikolojik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın devlet tarafından sağlanan istihdam olanaklarıyla giderilmesi her zaman mümkün olmayabilir. Anayasamızda da güvence altına alınmış olan, çalışma hakkı ve ihtiyacını gidermek amacıyla AB ülkeleri ve ülkemizde yeni istihdam politikaları belirlenmeye çalışılmaktadır. Ancak ülkemizin ve AB ülkelerinin model olarak birbirlerine benzer yanları bulunmamaktadır. Özellikle nüfusun demografik yapısının farklı olduğu ülkelerde benzer istihdam politikalarının izlenmesi isabetli olmayabilmektedir. Nüfus yapısı yaşlı olan AB ülkeleri ile 5 ülkemizde izlenen istihdam politikaları ve en önemli tamamlayıcısı olan sosyal güvenlik politikaları açısından farklılığın olması kaçınılmazdır. Ülkemizdeki işsizlik beraberinde yoksulluğu ve gelir dağılımı adaletsizliğini getirmektedir. Bir grup vatandaşımız İsviçre düzeyinde refah seviyesine sahipken bir grup vatandaşımız ise Afrika standartlarında yaşamaktadır. Ülkemizde işsizlik sorununu çözmek büyük oranda yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliği sorununu da çözmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu önemli sorunu çözerken devletin uygulayacağı aktif istihdam politikalarının yanısıra çeşitli toplum katmanlarının ve piyasadaki ekonomik aktörlerin sürece katılması büyük önem arz etmektedir. Zira üretimde müteşebbis ve emek unsurlarının bu kadar keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılması soyut bir olgu olup teşebbüs hürriyeti, uygulamada bu ayrımı adeta belirsiz hale getirmektedir. İşsizlerin istihdama dahil olma sürecine yerel unsurları da katarak meslek edindirme ve mikrofinansman yoluyla bireysel teşebbüs sürecini tahrik eden çözümler ortalama bir başarı oranı gösterseler bile toplamda çok ciddi bir başarıyı ifade ederler. İstihdamın çalışanlar açısından en önemli sonucu ve hedefi Sosyal Güvenliktir. Çalışma yaşamında esneklik ve benzeri yeni uygulamalar Sosyal Güvenlik sisteminde de farklı arayışlara yöneltmiş ve özel emeklilik sistemleri devreye girmiştir. Bu durum teşebbüs eğilimini daha da artırmıştır. Mikro işletmelerin mikrokrediler vasıtasıyla canlandırılmasında özel emeklilik fonlarının da ciddi katkısı olacaktır. Kitlesel Üretim (Mess Production) işsizliği körüklemekte ve üretimi kaçınılmaz bazı model ve prosedürlere bağlı kılmaktadır. Yürüyen bant sisteminde az girdi ile yüksek çıktı alma ve düşük maliyetle üreterek fiyata bağlı rekabet avantajı elde etmek üzerine kurulmuş olan sistem küçük üreticiyi rekabet edemez duruma düşürmekte ve teşebbüs özgürlüğüne zarar vermektedir. Kalkınmayı sanayileşme olarak görmek sanayileşmeyi de dev fabrikalarla ifade etmek ve kalkınma sürecindeki tüm değişkenleri bu döngü etrafında ele almak insan denen varlığı unutturmakta ve yeni kalkınma 6 stratejileri üzerinde düşünmekten bizi alıkoymaktadır. Ulusların büyüme ve sanayileşme mücadelesinde duygusal bir varlık olan “insan” ciddi sosyal problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle; Mikrofinansman sadece karı değil aynı zamanda bu sosyal problemleri de hedeflediğinden hem sermaye piyasası hem de iş piyasası açısından önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelecekte, Küreselleşmenin yaratacağı toplumsal çöküşe yanıt olacak ekonomik model ya da modellerin odağı çevre ve insan olacaktır. Yani insanın mutluluğunu ve refahını hedef alan bir üretim modelinin uzun vadede de insanı koruyan, doğayı tahrip etmeyen insan sağlığını tehdit etmeyen bir model olması gerekir. Bu anlamda, uzun vadede toplum sağlığını tehdit eden, toplumsal yabancılaşmaya neden olan kısa vadede de psikolojik tahribat ve depresyonlar yaratan üretim tarzı yerine; uzun vadede toplumu koruyan kısa vadede de insan mutluluğunu ve huzurunu tehdit etmeyen bir üretim modelinde mikrofinansmanın etkinliği oldukça yüksek olacaktır. İş yapma fikri olup, gelir getirici bir faaliyette bulunmak üzere, küçük bir başlangıç sermayesine (Start-Up Capital) ihtiyacı olan yoksullara parasal imkan verilmesi olarak tanımlayabileceğimiz mikrokredi; hayatını temin edecek gıdayı sağlayamadığından karnı doymayan, kendisini dış etkenlerden koruyacak bir barınağa sahip olmayan, asgari sağlık hizmetlerinden yararlanamayan, temel eğitim görmeyen mutlak yoksullarla bu imkanlardan bir kısmına sahip olan ancak diğerlerine sahip olamayan muhtaç kesimleri kapsar. Bu anlamda kadınlar ve işsiz gençler, topraksız köylüler, küçük ölçekli çiftçiler, sokaktaki sahipsiz çocuklar, orman köylüleri vb. kesimler bu tarz kredilerde hedef kitleyi teşkil eder. Mikrofinans kuruluşları arasında; Sivil Toplum Mikro Finans Kuruluşları, Mikro Finans Bankaları ve Kredi Birlikleri’nin yanısıra Ticari Bankalar da sayılmış olmasına rağmen ülkemizde Ticari Bankaların riskteminat dengesine ilişkin kaygıları bu konuda geri kalmalarına neden olmuştur. Dünyada 111 ülkede başarıyla yürütülen mikrokredi çalışmalarının 7 ülkemizde de yoğunlaşması ve Ticari Bankaların bu konuda çalışmaya başlaması ulusal kalkınma açısından büyük önem arz etmektedir. İşsizliği önlemede mikrofinansman modeli ülkemizde ihmal edilmiştir. Bu model hem sosyal hem de finansal boyutları olan ve kalkınmaya ciddi ölçüde destek sağlayacak olan bir modeldir. Devletin karşılıksız harcamalarını da azaltacağından kamu maliyesi açısından da ciddi sonuçlar ihtiva eder. Türkiye’de genç ve eğitimli işsizlerle yaşamını idame ettirmekte zorlanan yoksullar için çözüm arayışlarına yanıt olarak mikro işletmecilik ve mikrokredi uygulamasını ele alacağımız ve bu anlamda ülkemiz için bir model önerisi geliştirmeye çalışacağımız tezimiz dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Kavramsal açıdan İşsizlik, yoksulluk ve istihdamı artırmaya yönelik politikalar ele alınacaktır. İkinci bölümde teori ve uygulama açısından mikrokredi ile mikrofinansmanın genel çerçevesi değerlendirilmeye çalışılacak ve bireysel girişimciliğin özendirilmesi konusu ele alınacaktır. Üçüncü bölümde Türkiye’de işsizlikle mücadele ve mikrokredi uygulamaları ele alınacaktır. Dördüncü bölümde; işsizlikle mücadelede ticari bankaların yeniden yapılandırılması ele alınacak ve sermayenin demokratikleştirilmesi açısından Türkiye için bir mikrokredi uygulama modeli ortaya konulmaya çalışılacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL AÇIDAN İŞSİZLİK, YOKSULLUK VE İSTİHDAMI ARTIRMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR I. İŞSİZLİK A.Kavramsal Olarak İstihdam ve İşsizlik Üretimi oluşturan temel faktörler; tabiat ya da toprak (rant), emek (ücret) ve sermaye (kâr) olarak dikkate alınmakla beraber, hem emek hem de sermaye yönü var olan teşebbüs de dördüncü bir üretim faktörü olarak ele alınmaktadır. Çoğunlukla, “Çalışma Ekonomisi (Labour Economy)” ya da “Emek Ekonomisi” olarak adlandırılan bilim dalının temel aldığı üretim faktörü emek ve onun etrafında dönen temel süreçler ile bu süreçleri ilgilendiren kurum ve kuruluşlardır. Ücret, toplu pazarlık, işçi ve işveren kuruluşları, İstihdam kuruluşları vb. kavramlar Çalışma Ekonomisi’nin önemli kavramlarıdır. İnsan dediğimiz varlık kainatın efendisi ve temel yaşam unsuru olduğundan üretim faktörlerinden emek ve karşılığı olan ücret ve genel seviyesi oldukça önemli bir kavramdır. Tüm bu kavramlar da genel olarak istihdamın bir parçası olarak ele alınırlar. İstihdam genel anlamıyla üretim faktörlerinin üretime sevkedilme seviyelerini; Çalışma Ekonomisi açısından ise tam gün çalışan yetişkin emeğin sayısını2 ifade eder. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açısından İstihdam halihazırda işbaşında olanlar ile işbaşında olmayanların oniki yaş üstündeki kısmını içeren nüfusun miktarı olarak ele alınmaktadır. Tam istihdam, üretim faktörlerinin tümünün üretime sevkedilmiş olduğu ideal ve ütopik istihdam seviyesidir. Herhangi bir anda herhangi bir ulusal ekonomi genel olarak eksik istihdam seviyesinde bulunur. Bir diğer deyişle 2 İlker Parasız, Melike Bildirici; Emek Ekonomisi, s.5 9 işsizlik, sıfır seviyesine indirilmesi imkansız ve belli bir seviyesi tolere edilebilen bir olgudur. Ancak yüksek seviyede bir işsizlik iktisadi ve sosyal bir hastalık olup tüm toplumsal sıkıntıların doğrudan ya da dolaylı tetikleyicisidir. Eksik istihdamı doğal ve kaçınılmaz kılan hem gayrı iradi hem de iradi işsizlerin oluşturduğu doğal işsizlik oranıdır. Nitekim belli bir süre gönüllü olarak işsiz kalmak isteyenlerin ya da belli bir işten diğerine iradi olarak geçenlerin oluşturduğu işsizlik yahut teknolojik gelişmeler, zevk ve tercihlerdeki değişmeler nedeniyle işsiz kalanların oluşturduğu doğal bir işsizlik oranı vardır. Bu, tüm ekonomiler için kaçınılmaz ve doğal bir sonuçtur. Doğal İşsizlik Oranı uzun dönemde beklenen ve gerçekleşen işsizlik oranının eşit olduğu, emek arz ya da talebinin dengede olduğu bir emek piyasasında ortaya çıkan işsizlik oranıdır. Bu orana “Normal İşsizlik Oranı”, “Garanti Edilmiş İşsizlik Oranı” ya da “Tam İstihdam İşsizlik Oranı” adları da verilmektedir3. İşsizlik mevcut ücretler genel seviyesinde çalışma arzu ve yeteneğinde olanların fiziksel olarak da herhangi uygun bir işi yapabilme engeli olmamalarına rağmen iş bulamaması durumudur. İşsizlik çalışma arzu ve isteğinde olunup olunmamasına ve görünümüne göre farklı şekillerde değerlendirilmeye tabi tutulabilir. İşsizlik aynı zamanda çağımızın en ciddi toplumsal hastalıklarından biridir. Bu sorun özellikle az gelişmiş ülkelerde insanı ekonominin rasyonel gereklerini dahi unutturacak kadar etkilemekte ve bir takım sayısal göstergelerden oluşan ekonomik tartışma ve yaklaşımları antipatik kılmaktadır. Ülkemizde; özellikle nüfus artışı, mesleki eğitim politikalarına yeterli önemin verilmemiş olması, aday müteşebbislerin iş kurabilmeleri için gerekli, cazip ortamın yaratılamamış olması, yüksek enflasyon nedeniyle reel iktisadi 3 M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.428 10 faaliyetlerin mütemadiyen cazibesini spekülatif ekonomik faaliyetler karşısında yitirmesi, korumacı ekonomik politikalar işsizliğin yerleşik bir hastalık haline gelmesine neden olmuştur. Bir dizi yapısal ve dışsal etken işsizliğin ülkemizde giderek artmasına ve kronik bir hastalık haline gelmesine neden olmuştur. Özellikle genç nüfus yapısına sahip olan ülkemizde bu durum beraberinde daha ciddi toplumsal ve siyasal yaralar ortaya çıkarmaktadır. İşsizlikle başa çıkmak için elbette eğitim politikası, nüfus politikası gibi politikalar önemlidir. Ancak işsizliğin önlenmesi ciddi bir ekonomik kalkınma politikası ile doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla işsizlikle ilgili değerlendirmelerin odak noktası bu olmalıdır. Ekonomik krizler işsizliğin önemli bir nedeni ve yoğunlaştırıcısıdırlar. Dünya ekonomisinde yaşanan krizler 1970’lerden bu yana giderek sıklaşma eğilimine girmiştir. Yaşanan krizleri kavramaya yönelik yapılan çalışmalar da iktisadın önemli bir alt disiplinini biçimlendirmiş görünmektedir. Krizi analiz etmeye yönelik birçok yaklaşım ve bakış açısı geliştirilmekte, Marksist kuramdan Keynesyen ve Neoklasik kurama, yaşanan bu krizlerin dinamiklerini açıklamaya yönelik kendi içlerinde tutarlı bir çok kuramsal tartışma ileri sürülmektedir. Kuramsal çabaların yanı sıra Kriz İktisadı, iş yaşamında ve üniversitelerde de giderek önemli olmaya başlamıştır. 1961 Anayasasının 42.Maddesi; 1980 Anayasasının da 49. maddesi çalışma hakkı ve ödevine ilişkindir. Anayasanın 49.Maddesinde “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü yer almaktadır. “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü de çalışma hakkının devlet otoritesi tarafından korunduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu hak kimi zaman doğal kimi zaman da olağanüstü nedenlerle kullanılamamakta ve işsizlik dediğimiz durum yaşanmaktadır. Ekonomik krizler çalışma hakkına darbe vuran en önemli etkendir. 11 Toplumların değişen üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkan modern çalışma yaşamı toprağa bağlı üretimi değiştirmiş ve üretim unsurları olan toprak, emek ve sermayenin yanısıra müteşebbis ya da teşebbüs unsurunu ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs unsurunun ortaya çıkması aynı zamanda üretimi oluşturan unsurların, bu unsurlardan biri olan müteşebbis tarafından düzenlenmesi anlamına geliyordu ki, bu düzenleme faaliyeti özellikle endüstri devriminin ilk yıllarından başlamak üzere hesapların, emek yani insan unsuru üzerinde yapılmasına neden olmuştur. İşte emek unsuru üzerinde yapılan bu düzenlemeler aslında 20.yüzyıla damgasını vuran ve sosyal maliyeti oldukça yüksek çalkantıların sebebi olmuş, bu çalkantıları da Avrupa demokrasisinde önemli mihenk taşları olan çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler izlemiştir. Ülkemizde de 4447 Sayılı Yasayla uygulamaya konulan İşsizlik Sigortası (Unemployment Insurance) bu düzenlemelerin en önemlilerinden biridir ve uzun yıllar tartışılarak gecikmeli ve eksik de olsa yasal anlamda çalışma yaşamına girmiştir. İstihdama ilişkin sorunların çözülebilmesi; çağın işgücünden beklentilerini yansıtan özelliklerin işgücüne kazandırılmasına yönelik bir eğitim yapılanması ile yakından ilişkilidir. Mesleğe yönelten bir eğitim yapılanması, emek arz ve talebindeki değişimleri ortaya koyabilen projeksiyonlar yapılabilmesi, mevcut eğitim sisteminin nitelikli eleman yetiştirebilen bir yapıya kavuşturulması ve üniversite-okul-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi, özel sektörün meslek eğitiminde desteğinin alınabilmesi, iş piyasasının iyi organize edilmesi, yaşam boyu eğitimin eğitim sistemimiz içine monte edilmesi vb. çözümler istihdamla ilgili problemlerin aşılmasında oldukça önemlidir4. 4 Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim-İstihdam İlişkisi”, (Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar), GAZİ Üniversitesi İİBF Yayını, Ankara, 2003, s.68 12 B. Mikrokredi Açısından İşsizlik Türleri İşsizlik kavramının türleri itibariyle tasnifinin genel olarak ortaya konulması çalışmamız açısından önem taşımaktadır. Çalışma arzusuna göre ve görünümüne göre farklı tasniflere tutulan işsizlik kavramı bu tasniflerle beraber daha anlaşılır ve politika geliştirilebilir bir nitelik kazanmaktadır. 1. Çalışma Arzusuna Göre İşsizlik a. İradi İşsizlik Gönüllü işsizlik olarak da adlandırılan bu işsizlik türünde kişiler isteğe bağlı olarak işsiz kalmayı tercih ederler. Bu tercihin nedeni çoğunlukla mevcut işin kabul edilmemesidir. İşsizliğin tanımı dikkate alındığında Bu anlamdaki işsizliğin işsizlik kavramı içinde hangi durumlarda yer alacağı tartışma konusu olabilmektedir. İşsizlik kavramında; işsiz istihdam dışında bulunmaktadır, çalışmaya gereksinimi vardır, işe hazır ve çalışma arzusu içindedir ve en son olarak iş bulmak için aktif bir eylem içindedir. Dolayısıyla işsizin çalışma arzusundaki ve iş bulmak amacıyla göstermesi gereken eylemindeki eksiklik ya da yetersizlik iradi işsizi işsiz tanımından uzaklaştırmaktadır. Bir diğer husus iş bekleyişinin gerçeğe uygunluğudur. Sahip olunan niteliklerin dışında iş bekleyişleri gerçekçi olmayacağından bu kişileri de işsiz saymak güç bir durumdur. Son olarak aşırı ücret beklentisi nedeniyle işsizliğe katlananlar yahut mevsimlik çalışmaları kendi arzularıyla tercih edenlerin oluşturduğu işsizlik de iradi nitelik taşıdığından tartışma konusudur. Ancak tüm bu kişiler istihdam edilenlerin dışında bulunduğundan nicelik ve nitelik olarak her halükarda işsizdir. İradi işsizlik miktarı doğal işsizlik oranı içinde yer alır. 13 b. Gayri İradi İşsizlik Gayri iradi işsizlik yukarıda ifade edilen iradi işsizlik dışında kalan ve bundan sonra tanım açıklamalarına devam edeceğimiz tüm işsizlik türlerini içerir. Bu işsizlik türü işsizlik tanımına en yakın işsizlik türüdür. Gayri iradi işsizlikte; kişi istihdam dışıdır, çalışmaya gereksinimi vardır, işe hazır ve çalışma arzusu içindedir, aktif bir iş arama çabası içindedir, gerçek dışı iş bekleyişleri bulunmamaktadır, aşırı ücret özlemi ya da mevsimlik kısa süreli iş tercihleri bulunmamaktadır. Bu anlamda bundan sonra ele alacağımız işsizlik türleri bu kapsamdaki işsizlik türleridir. 2. Görünümüne Göre İşsizlik a. Gizli İşsizlik Teknolojik bir değişme olmaksızın üretim kapasitesine kıyasla fazla miktarda işçinin istihdam edilmesi durumunda gizli işsizlikten bahsedilir5. Toplam çıktı miktarı değişmeden bir işletmeyi veya ekonomik üniteyi terk edebilen işçi sayısı gizli işsizlik sayısını verir6. Bir başka ifadeyle, herhangi bir çalışma alanında işgücünün belli bir kısmını, üretimden çektiğinizde üretim miktarında bir değişme olmuyorsa gizli işsizlik söz konusudur7. Daha başka bir ifadeyle marjinal verimliliği sıfır olan kimseler gizli işsizleri oluşturur8. Gizli işsizliğin belirgin ve yoğun olduğu alan tarım sektörüdür. Zirai faaliyetlerle iştigal eden aile yapılarında hemen hemen her fert istihdam edilmiş görünmektedir. Fakat çoğunlukla bir baba oğulun tek başına gerçekleştirebileceği üretim yedi-sekiz kişilik ailenin tümü tarafından yapılmaktadır. Bahse konu ailede baba ve oğulun dışındakileri üretim 5 Sabahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.163 Mete Törüner, Kuvvet Lordoğlu; Çalışma Ekonomisi, s.212 7 M. Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.429 8 İlker Parasız, Melike Bildirici, Modern Emek Ekonomisi, s.8 6 14 sürecinden çektiğinizde toplam üretim sonucu değişmeyecektir. Dolayısıyla üretimden çekilmeleriyle üretim sonucunu olumsuz yönde değiştiremeyen bu bireylerin tüm gizli işsizdir. Üretim kapasitesinin üzerinde işçi istihdam ediliyorsa üretim kapasitesine uygun olanın üzerindeki işçiler gizli işsizdirler. Ülkemizde tarım sektöründe çalışan nüfusun azalması aynı zamanda belli ölçüde gizli işsizliğin de azalması anlamlarına gelmektedir. Özellikle zirai faaliyetin yoğun olduğu bölgelerde yapılacak küçük sanayi yatırımları, gizli işsizliğin diğer bir ifadeyle atıl emek faktörünü engelleyici nitelik taşıyacaktır. Gizli işsizlere bir diğer örnek ayakkabı boyacısı ve seyyar satıcılardır. Bu meslek grubunun piyasadan çekilmesi hizmetin ve yaşamın sürdürülmesinde genel anlamıyla bir aksama yaratmamaktadır. Dolayısıyla yaşamın bir yerlerine tutunmuş olan ancak üretim ve kapasite açısından varlıkları ile yoklukları arasında fark bulunmayan gizli işsizleri gerçek üretime sevk etmek ve bunu sağlayacak uygulamalar geliştirmek oldukça önemlidir. Bu anlamıyla mikrokredi uygulaması gizli işsizliği de azaltıcı önemli bir uygulama olacaktır. b. Açık İşsizlik Açık işsizlik tam ve net tanımıyla başlangıçta ifade ettiğimiz işsizliktir. Açık işsizlik bu anlamda belli ölçüde iradi işsizlikle gizli işsizliği dışarıda tutar. Çalışma arzu ve isteğinde olan, cari ücret seviyesinde çalışmaya razı olan diğer bir ifade ile kabul edilemez ölçüde bir ücret talebi olmayan, kalifikasyonu ile yüzde yüz aykırı iş talebi olmayan ve aynı zamanda iş arama eylemliliği içinde olanlar açık işsizlerdir. Açık işsizlik kendi içinde; Geçici İşsizlik, Yapısal İşsizlik, Konjonktürel İşsizlik, Mevsimlik İşsizlik ve Reel Ücret İşsizliği olarak tasnif edilebilir. 15 (1) Geçici (Frictional) - Arızi İşsizlik Geçici ya da arızi işsizlik dediğimiz işsizlik türünde; işgücü devir hızının yüksek olduğu gelişmiş ve gelişmekte olan iş piyasalarında, bilgi yetersizliği, iş piyasasının değişmelere yeterli hızda cevap verecek dinamizmde olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkan emek arz ve talebindeki geçici uyumsuzluklar sonucunda oluşan işsizlik geçici işsizliktir. Kanaatimizce geçici işsizliğin doğal işsizlik oranı içinde değerlendirilmesi gerekir. Bilindiği üzere çağımızda insanlar yeni bir iş bulmak için mevcut işlerini bırakmakta, işini kaybettikten sonra yeni iş bulabilmek için bir süre iş aramaktadırlar. Dolayısıyla iradi yahut gayri iradi olarak bir işten diğerine geçerken bir süre (uzun ya da kısa) geçici olarak işsiz kalmaktadırlar. Emek hareketliliğine ve dolayısıyla geçici işsizliğe yol açan nedenler sadece işçilerden kaynaklanmamakta zaman zaman da işverenler firma genişletmek, kalifikasyonu yahut performansı artırmak amacıyla yeni işçiler alır ya da mevcut işçileri işten çıkarırlar. Dolayısıyla iş piyasası diğer piyasaların aksine hiçbir zaman dengeye ulaşmaz. İş piyasasında tam bilgi ve tam mobilite olması mevcut şartlarda mümkün değildir. Kaldı ki mobilitenin hem çalışanlar hem işverenler hem de ulusal ekonomi açısından bir maliyeti söz konusudur ve bu maliyet her zaman katlanılabilir değildir9. Geçici işsizlik çalışma ve çalıştırma hürriyeti ve buna bağlı olarak emek mobilitesi olan bir ulusal ekonomide görülebilecek son derece doğal bir olgu olup sağlıklı işleyen bir ekonominin de göstergesidir. İş piyasasında geçici işsizlik seviyesinin oransal olarak ne olması gerektiği hususu tam istihdam kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu konuda iktisatçıların tam istihdama bakış açıları faklı olduğundan farklı değerlendirmeler yapılmaktadır. Aynı şekilde işçi ve işveren kesiminin de geçici işsizlik oranına 9 M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.431 16 bakış açıları birbirinden ayrılmaktadır. Sendika çevreleri % 1-2 oranını kabul edilebilir sayarken işveren kesimi % 3-5 seviyesini makul saymaktadır10. İster işe yeni başlasın ister iş değiştiriyor olsun, iş arama esnasında işsiz kalışın ortaya çıkardığı geçici işsizlikte iş aramaya ilişkin iki temel model söz konusudur. Bunlardan biri George Stigler’in 1960 Yılı’nda oluşturduğu modeldir. Bu modele göre iş arama faaliyetinin marjinal getirisi, marjinal maliyetinden büyük olduğu müddetçe kişi iş aramaya devam edecektir. İkinci model ise MCCall’ın İş Arama Modelidir. McCall minimum kabul ücreti adı verdiği ücret seviyesinin üzerindeki ilk teklifin uygulamada iş arayan tarafından kabul edildiğini ifade etmektedir. Burada önemli olan kişinin kendine uygun olan kabul ücretini nasıl belirleyeceğidir. Kabul ücretini belirleyen genellikle iş aramanın getirisi ile maliyeti arasındaki ilişkidir. Kişinin alıştığı yaşam standardı, eski işinden aldığı ücret, aynı kalifikasyona sahip arkadaşlarının aldığı ücret teklifleri vs. çerçevesinde belirlenen kabul ücreti bu anlamda da nihai olarak marjinal getirinin marjinal maliyete eşit olduğu (MC=MB) seviyede kabul ücreti belirlenecektir11. Çalışmamız açısından önemli olan bu tespit, aynı zamanda kişinin kendi hesabına çalışmak amacıyla mikro girişimde bulunmaya ilişkin beklentilerine dair ipuçları vermektedir. Sektörel olarak; İnşaat, turizm, şeker vb. sezonluk işlerde geçici işsizlik daha yoğun olarak yaşanmaktadır. Bu anlamıyla geçici işsizlik mevsimlik işsizlik ciddi benzerlik göstermektedir. Geçici işsizlik mevsimlik işsizlikten farklı olarak sezonun bitişiyle alakalı olmayan kısa süreli bir işsizlik türüdür. Sıfıra indirilmesi mümkün olmayıp normal işsizlik gibi bir sosyal yara olmayıp belli ölçüde ekonomiye katkı da sağlayabilmektedir. 10 11 Sabahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.180 M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s. 434, 435 17 (2) Yapısal (Structural) - Bünyevi İşsizlik Yapısal işsizliği toplumun ekonomik yapısı üretir. Üretim yöntemi, teknolojik yapı, uluslararası rekabetteki yetersizlik, sermaye yetersizliği yahut doğal ve iklimsel nedenler gibi ulusal ekonomideki kalıcı ve yerleşik hastalıkların doğal sonucu olan işsizlik yapısal işsizlik olarak adlandırılır. Yapısal işsizlik, iş arayanların çokluğunun yanı sıra münhal işlerin de bulunması ancak yapısal bozukluk nedeniyle piyasalar arasındaki geçişin zor ve maliyetli olması nedeniyle ortaya çıkar. Eğitim politikasının yetersizliği nedeniyle münhal işlerle iş arayanların eğitim ve beceri yönünden çakışmalarının sağlanamaması, diğer bir ifade ile meslekler arası mobilitenin zor olması, münhal işlerle iş arayanların farklı yerlerde olması diğer bir ifade ile coğrafi mobilitenin sağlanamaması, teknolojik gelişme ile birlikte bazı mesleklerin ortadan kalkması ancak bu meslekleri icra edenlerin ileriyi görerek kendilerini yeni sürece adapte etmekte gecikmeleri yahut bilinçli olarak teknolojiye direnmeleri vb. nedenlerle ortaya çıkan yapısal işsizlik bir ulusal ekonomi için bir sosyal hastalık olup en tehlikeli işsizlik türüdür. Mikrokredi uygulamasının kaçınılmaz önkoşulu olan yerel mesleklendirme eğitimleri, yapısal işsizliği önleyici en azından teknolojiye uyumsuzluktan yahut meslekler arası mobilite yetersizliğinden kaynaklanan sorunları azaltıcı bir mahiyet gösterecektir. Yapısal işsizliği salt bünyedeki teknolojik değişimin ve bu değişim sonundaki uyumsuzluğun tetiklediği işsizlik türü olarak ele almak hatalıdır. Meseleyi teknoloji ile ilişkilendirmeyi esas alan bazı iktisatçılar yapısal işsizliği teknolojik işsizliğin içinde ele almayı tercih etmektedirler. Oysa sadece teknolojik gelişme ve değişmeler değil aynı zamanda bünyedeki; iktisadi, sosyal ve kültürel özelliklerdeki değişmelerin tümü bir bütün olarak yapısal işsizliği ortaya çıkarmaktadır. Yapısal işsizlik, teknolojik işsizlik gibi tüm toplum açısından yaygınlık göstermeyip belli gruplar arasında yoğunlaşmaktadır. Uzun süreli bir işsizlik 18 türüdür. Yüksek eğitim düzeyi bu işsizlik türünde seçme şansının azalmasından dolayı negatif etkiye sahiptir12. Yapısal işsizlik hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde görülebilen, ülkelere göre farklılık gösterse bile temel belirleyicileri hemen hemen tüm ülkelerde aynı olan bir işsizlik türüdür. Özellikle ülkemizdeki yapısal işsizliğin aşılmasında sanayileşme hamlesinin beklenmesi gerçekçi bir çözüm değildir. İşsizleri eğiterek üretime sevkedecek finansal çözümleri ulusal istihdam stratejisinin bir parçası haline getirmek gerekir. (3) Konjonktürel (Conjonctural) - Devri İşsizlik Konjonktür sözcüğü bir ulusal ekonomide belli bir dönemde ekonomik ve sosyal yapının gösterdiği özelliklerin tümünü içeren bir konsepti ifade eder. Kapitalist sistem bir dalgalanma, diğer bir ifade ile irili ufaklı krizler ve krizlerden bazı birikimlerle çıkış sistemidir. Dolayısıyla bu dalgalanmalar beraberinde konjonktür değişimini ve sonucu olan konjonktürel işsizliği getirir. Konjonktürel işsizlik kütlesel üretimin (Mess Production) doğal bir sonucu olduğundan üretime doğrudan bireysel katılımın sağlanabilmesi konjonktürel işsizliği önleyecektir. Üretime bireysel katılımın en iyi yollarından biri ise mikrofinansman uygulamasıdır. Çünkü tabana yaygın bir ekonomi ve daha çok üretici ekonomik aktör, ulusal ekonomiyi iç dinamikler açısından yönetebilir hale getirir ve özellikle dışa açık bir ekonomi üzerindeki dışsal etkileri dengeler. Konjonktürel işsizliği aşmaya yönelik politikalar anti deflasyonist diğer bir ifade ile keynesyen politikalardır. Çünkü konjonktürel işsizlik durgunluğun en çok zarar verdiği dayanıklı tüketim malları üreten sektörlerde ve ağır sanayide ortaya çıkmaktadır. Harcama eksenli kamu maliyesi tedbirleri ve piyasanın uygun aktörlerce fonlanması konjonktürel işsizliğin önlenmesinde önemli tedbirlerdir. Bu anlamda refah ekonomisine geçişte oldukça önemli 12 M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.443 19 olan mikrokredi uygulamasının ticari bankalarca başarılı bir biçimde yapılabilmesi durgunluğu kırıcı dolayısıyla konjonktürel işsizliği önleyici etki yaratacaktır. Çünkü ekonomideki daralmanın sebep olduğu bu işsizlik türünde toplam talepte genişleme yaratmanın dışında bir seçenek söz konusu değildir. Toplam talepteki daralma ve bu daralmanın ne kadar süreceğinin çoğunlukla bilinememesi işçi çıkarmalara neden olmaktadır. Mikrokredi uygulaması; talebi konjonktüre bağlı olmaktan nispeten kurtaracak ve iş piyasasına derinlik kazandıracaktır. (4) Mevsimlik (Seasonal) İşsizlik Mevsimlik işsizlik tıpkı konjonktürel işsizlik gibi talepteki dalgalanmaların sonucu olup konjonktürel işsizlikten farklı olarak talepteki dalgalanmayı (daralma ya da genişleme) yaratan doğal, beklenen ve sistematik bir süreç söz konusudur. Örneğin soğuk bölgelerde kışın inşaatın durması, tarımda üretimin mevsim dönemine bağlı olması vb. durumlar önceden bilenen ve beklenen durumlardır. Mevsimlik işsizlikte işsiz kalınacak dönem önceden bilindiğinden ve işçilerin çalışmalarının yıl boyu olmasını sağlayacak programı yapabilmeleri mümkün olduğundan mevsimlik işsizliğin iradi işsizlik mi? Yoksa gayrıiradi işsizlik mi olduğu hususu tartışmalıdır13. Çünkü yazın inşaatta çalışan bir kişi kışın inşaat malzemeleri satan bir ardiye yahut mağazada çalışabilir. Mevsimlik işsizliğin kısmen iradi (gönüllü) işsizlik olmasına neden diğer bir husus da, işin yoğunlaştırılmış olmasından kaynaklanan göreli ücret yüksekliğidir. Dolayısıyla mevsimlik işlerde çalışanlar çalıştıkları sezon süresince elde ettikleri geliri yıllık asgari gelir olarak görebilmekte ve kendilerini ona göre ayarlamaktadırlar. Mevsimlik çalışanların tamamlayıcı mal üreten kardeş sektörlerde sezonun bitimini müteakip çalışabilmeleri ya da münferit olarak bu sektörler 13 M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.454 20 için hazırlık anlamına gelebilecek fason üretimde bulunabilmeleri, piyasada tam bilgi ve tam mobilite olmasıyla da yakından ilgilidir. (5) Reel Ücret İşsizliği Reel ücretlerin yüksek olması nedeniyle ortaya çıkan çalıştırmadan kaçınma tutumundan kaynaklanan eksik istihdam reel ücret işsizliği olarak ifade edilir. Diğer bir ifade ile ücretler genel seviyesinin enflasyondan arındırılarak deflate edilmiş yeni ücretin satın alma gücü açısından ifade edilmiş şeklinde trend itibariyle olması gereken seviye aşılmış ve işverenler tarafından göreli olarak yüksek bulunuyorsa sermaye daha spekülatif alanları tercih ederek münhal iş alanları yaratmaktan vazgeçer. Bazı iktisatçılara göre 1930’lardaki Dünya Ekonomik Bunalımı sonucunda oluşan eksik istihdam reel ücretlerin yüksekliğinden kaynaklanmakta idi. Dolayısıyla bu işsizliği azaltmanın yolu reel ücretleri düşürmektir14. Oysa hatırlanacağı üzere o tarihlerde Keynes, tam tersine satın alma gücünü destekleyecek bir diğer ifade ile toplam talebi körükleyecek kamu harcamaları yoluyla krizi aşmayı öngörmüş ve isabet kaydetmişti. Bir yandan nispi reel ücretler adını verdiğimiz ve farklı gruplar arasındaki reel ücret farkından hareket eden ücretlerde adaletsizliği giderici düzenlemeler yaparken diğer yandan ortalama reel ücret adını verdiğimiz ücret seviyesinde konjonktüre uyun düzenlemeler yapmak gerekir. Ancak reel ücret işsizliğinde yöntem ortalama reel ücretleri ayarlamak şeklindedir. Bir yanı işsizlik diğer yanı yüksek reel ücret olan tercih zorunluluğunda kişiler çalışma arzusunda olurlar ancak bu şartlarda iş bulmak güçleşir. 14 İlker Parasız, Melike Bildirici, Modern Emek Ekonomisi, s.7 21 (6) Teknolojik İşsizlik Teknolojideki hızlı gelişmenin ve bu yolla personel verimliliğinin artırılması nedeniyle ortaya çıkan işsizliktir. Elektronik bilimindeki gelişmeler ve otomasyona geçiş ile birlikte çok insanla elde edilebilen çıktı daha az insanla ve daha yüksek kalite ile elde edilmeye başlanmıştır. Bu durum özellikle sanayi devriminin yaşandığı dönemlerde beraberinde makine ve teknolojik unsurlara saldırıyı (vandalizm) ortaya çıkarmıştır. Teknolojik gelişmeler ile yönetsel becerideki gelişme ve birikimlerin hızla geliştiği sürecin başlangıcında hakikaten ciddi ölçüde teknolojik işsizlik ortaya çıkmıştır. Ancak hızlı teknolojik gelişme akabinde yeni sektörleri ortaya çıkarmıştır. Bu durum hızla münhal iş alanlarını ortaya çıkarmıştır. Özellikle sanayi devriminin başlarında nitelikli işgücü işsizliğinin azalması teknoloji sayesinde olmuştur. Ancak giderek nitelikli işgücü de zamanla makine tarafından ikâme edilmeye başlanmıştır. Sanayi devrimini takip eden süreçte teknolojik gelişmeler makinenin insan yerine ikame edilmesi anlamına gelmemiş ulusal ekonomideki toplam hasılayı artıran bir etki yaratmıştır. Bu durum da çalışma sürelerine ve atipik çalışma modellerinin ortaya çıkmasına etki etmiştir. Teknoloji sayesinde refaha daha çok yaklaşan insanoğlu daha çok boş zaman ve daha çok sosyal yaşam arayışına yönelmiştir. Teknolojik işsizliğe önlem olarak ele alınabilecek uygulamaları şu şekilde ele alabiliriz; Kapasite artırımlarında teknolojik yenilemeyi tercih etmek, aksi durumlarda tedrici olarak teknolojik yenilenmeye geçmek, iş başında eğitim yoluyla işgücünün kalifikasyonu ile teknolojik gelişmeler arasında uyumsuzluğun önüne geçmek vb. önlemler sayılabilir. Teknolojide makinelerin giderek bağımsızlaşması bazı sektörlerde üretim departmanı yerine tek tek makinelerin nihai çıktıyı elde edebilmesi ve çalışmanın işyerine bağlı olmaktan çıkması diğer bir ifade ile ev ve ofis 22 çalışması mikro işletmelere ve mikrokrediye olanak tanıyan gelişmeler olmuştur. Örneğin bir firmanın yüz kişiyi eğitime alıp bunlardan yetmişini vasıflandırdıktan sonra her birinin evine galoş yahut bone üreten birer makine koyması ve üretim sonucunda kalite koşullarına uyan malları uygun birim fiyatlarla satın alıp kendilerine parça başı ücret vermesi bu duruma bir örnektir. Böylece işveren açısından yetmiş çalışanlı ve yetmiş makineli bir üretim birimi ortaya çıkmış olur. Üstelik bu üretim için işverenin üretim anında zayi olan hammadde ve parça başı ödediği ücret dışında bir maliyet (kira, enerji, sigorta vb.) yoktur. Ancak üretime katılanların her biri ayrı ayrı birer mikro işletme olarak çalışmanın yoğunluğu ölçüsünde büyüyebilecek aile fertleri dilerse yeni makineleri de dahil ederek hem toplam geliri hem de sistemi büyütebileceklerdir. Üstelik bu mikro işletmelerin güç birliği yaparak birer küçük işletme olmalarının yolu da her zaman açıktır. (7) Sürekli Durgunluk - Buhran İşsizliği (Secular Stagnation) Bu işsizlik türü kapitalist sistemin daralma ve genişleme şeklindeki dalgalanmalar sonucunda ciddi ölçüde yıpranacağı ve sürekli durgunluğa gireceği varsayımı üzerine ortaya atılmıştır. Ancak Dünya Ekonomik Bunalımı sonrasında devletler irili ufaklı dalgalanma ve krizlere rağmen sürekli büyümüşler ve teknolojik olarak da sürekli yenilenmişlerdir. Çok uzun yıllara yaygın bir buhran hali yaşanmadığından bu işsizlik türü teorik bir varsayım olarak kalmıştır15. C. Uzun Süreli İşsizliğin Kendi Hesabına Çalışma Üzerindeki Etkisi Uzun süreli işsizliğin kendi hesabına çalışma düzeyi üzerindeki etkisine ilişkin iki temel hipotez öne sürülmüştür. Bunlardan biri Employment Push diğeri ise Employment Pull olarak ele alınmaktadır. İstihdamı İtme (Employment Push) hipotezine göre;işsizlik ücretli çalışmayı azaltır ve bu 15 Sebahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.181 23 doğal sonuç nedenile ve zorunlu nedenlerle kendi hesabına çalışma oranı artar. İstihdamı çekme (Employment Pull) hipotezine göre ise yüksek işsizlik kendi hesabına çalışmak isteyenlerin başarı beklentilerini düşürür ve onları korkutur. Aynı zamanda kredi kanallarını da bu endişe nedeniyle kapatır. Dolayısıyla yüksek işsizlik kendi hesabına çalışmayı olumsuz etkiler. Bu iki hipotez de kendi hesabına çalışmanın işsizlik üzerine değil yüksek işsizliğin kendi hesabına çalışma (Self Employment) üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Ancak kronik ve yüksek işsizliğin, oluşan çaresizlik nedeniyle kendi hesabına çalışma arzusunu artıracağı beklenir. Önemli olan bu arzunun, başarısızlık beklentisini azaltacak kamu desteğiyle kamçılanması ve teşvik edilmesidir. Bunun da en önemli yolu, mikrokredi başta olmak üzere kredi kanallarının açılmasıdır. Bu anlamda mikrokredi, yüksek işsizliğin kendi hesabına çalışma üzerindeki olumsuz etkisini önemli ölçüde azaltacaktır. Nitekim bu amaçlarla, işsizlerin karşı karşıya kalabilecekleri kredi kısıtlamalarının önüne geçebilmek amacıyla Almanya’da uygulanan “Bridging” ve “Start-Up Subsidy Allowancer” gibi uygulamalar, bazı OECD ülkelerinde de hayata geçirilmeye başlanmıştır. II. YOKSULLUK A. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin Önlenmesine Yönelik Stratejiler ve Politikalar Yoksulluk sorunu ile işsizlik arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. İşsizlik, yoksulluğun ana sebeplerinden birisidir. İşsizliğin mevcut olduğu bir yerde yoksulluğun olması kaçınılmazdır. Bunun tersi de doğrudur. Yani, yoksulluğun olduğu yerde işsizlik kaçınılmazdır. Yoksulluk kısır döngüsü içerisinde bulunan ülkelerde gelir yetersizliği dolayısıyla yeni yatırımlar yapılamaz ve bu da netice itibarıyla işsizlik sorununu ortaya çıkarır. 24 Yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi, işsizliğin önlenmesi konusunda da iktisatçılar arasında bir görüş birliğinden söz edilemez. İktisatçıların bir kısmı işsizliğin önlenmesinde temel görevin devlete ait olduğunu kabul ederler. Bu iktisatçılara göre devletin temel görevlerinden birisi ekonomide “tam istihdam”ı sağlamaktır. Bilindiği üzere tam istihdam, geniş anlamda tüm üretim faktörlerinin ekonomide çalışabilmesi anlamına gelmektedir. Dar anlamda tam istihdam ise üretim faktörlerinden emeğin, cari ücret düzeyinde iş bulabilme imkanlarını ifade etmektedir. Bu birinci perspektiften farklı olarak ikinci perspektif, işsizlik sorununun ana kaynaklarından biri olarak devletin ekonomiye müdahalesini görür ve çözüm olarak da devletin piyasa ekonomisine müdahalelerinin sınırlandırılmasını önerir. Liberal düşünceye bağlı iktisatçıların pek çoğu bu görüştedir. Onlara göre ekonomide görülen açık işsizlik, konjonktürde ortaya çıkan geçici bir sorundur ve uzun dönemde bu sorun kendiliğinden ortadan kalkar. Bireylerin bir kısmı gönüllü ya da iradi olarak çalışmamayı yeğlerler. Bazı bireyler ise mevsimlik işlerde çalıştıklarından ortaya çıkan işsizlik daimi değil, geçicidir. Üstelik, mevsimlik işlerde çalışanlar arzu ederlerse boşta kaldıkları zamanda bir başka iş bulabilirler. Özetle, işsizlik sorununun çözüme kavuşturulması konusunda liberal iktisatçılar ile devlet müdahaleciliğini savunan iktisatçılar arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bu konudaki tartışmaları bir tarafa bırakarak işsizlik sorununun çözüme kavuşturulması konusunda; Dünyada bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler işgücünün niteliğinin yükseltilmesini gerekli kılmaktadır. Ekonominin ihtiyaç duyduğu meslek alanlarında insan gücü yetiştirilmesine önem verilmelidir. Bu amaçla geleceği de öngörmeye çalışarak üniversitelerde eğitim ve öğretim kontenjanları titizlikle tespit edilmelidir. 25 Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelere nitelikli işgücü sağlayıcı kurslar ve eğitim seminerleri organize edilmeli, devlet bu alanlara destekler sağlamalıdır. Kırsal bölgelerde halıcılık, el sanatları, konfeksiyon ürünleri vs. alanlarda mesleki eğitim programları uygulanmalıdır. Özellikle yılın belirli aylarını iklim şartları dolayısıyla kapalı mekanlarda geçirmek zorunda kalan bölgelerde ve yerleşim alanlarında bu tür büyük sermaye gerektirmeyen iş alanları desteklenmelidir. Kamu sektöründe gizli işsizlik sorununun üzerine ciddi olarak gidilmeli ve yeni kadrolar istihdam etmek ve yeni elemanlar işe almak yerine fazla işgücünün kurumlar arası dağılımı gerçekleştirilmelidir. İşsizliğin çok daha yaygın olduğu bölgelerde ve yerleşim alanlarında özel istihdam stratejileri ve programları geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. İşgücü üzerindeki vergi, prim ve diğer ilave yükler kaldırılmalıdır. İstihdam üzerindeki vergilerin kaldırılması, yeni iş alanlarının açılmasına olanak sağlayarak uzun vadede işsizlik sorununun azalmasına neden olacaktır. İşsizlik sigortası, ciddi kurallara bağlı olarak ve etkin denetim çerçevesinde edilebileceği uygulanmalıdır. gözden İşsizlik uzak tutulmamalı, sigortasının bu amaçla suiistimal önlemler 16 alınmalıdır . Özellikle, mesleki eğitim ve gizli işsizliğe yönelik özel istihdam stratejileri bağlamında konu düşünüldüğünde Türkiye’de ulusal istihdam stratejisinin yapılandırılmaya muhtaç bir ulusal üretim tarzına bağlı olduğu ortaya çıkar. Sanayileşme konusunda uluslararası rekabet nedeniyle fazla varlık gösteremeyen ülkemizde heba olan birçok değer gibi insan gücünün de 16 Çoşkun Can Aktan, “Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, s.583 26 heba olmasının önüne geçecek Türkiye’ye özgü bir girişimcilik ve üretim modeline ihtiyaç vardır. B. Dünyada Yoksulluk Yoksulluk ulusal ve uluslararası yönleri de olan çok boyutlu ve karmaşık bir sorundur. Global düzeydeki uygulamalar için tek bir çözüm yolu bulunamaz. Daha ziyade, yoksulluğun üstesinden gelmeyi amaçlayan ülkelere, özel programlar ile ulusal çabaları destekleyici nitelikte olan uluslararası ortamın oluşturulması bu problemin çözümünde son derece önemlidir. Açlık ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, gelir dağılımında daha fazla adaletin sağlanması ve insan kaynaklarının geliştirilmesi her yerde önemli bir mücadele konusudur. Yoksulluğa karşı sürdürülen mücadele tüm ülkelerin ortak sorumluluğudur. Kaynakları sürdürülebilir bir şekilde yönetirken kaynakların korunmasına odaklanan çevre politikaları geçimlerini sağlamak için bu kaynaklara gereksinim duyan kişileri de dikkate almalıdır. Aksi taktirde, hem yoksulluk hem de kaynakların ve çevrenin korunması konularında uzun vadeli bir başarının elde edilme şansı üzerinde olumsuz bazı etkiler ortaya çıkar. Benzer bir şekilde, üretimin dayandığı kaynakların sürdürülebilirliği sorununu halletmeksizin mal üretiminin artırılması konusu üzerinde önemle duran bir kalkınma politikası, hemen ya da uzun vadede, yoksulluk üzerinde olumlu etkilere sahip olan verimlilikte azalmaya yok açacaktır. Bu nedenle spesifik bir anti-yoksulluk stratejisi sürdürülebilir bir çevrenin oluşturulmasının temel koşullarından birisidir. Aynı zamanda, yoksulluk, kalkınma ve çevre sorunlarının üstesinden gelmeyi amaçlayan etkin bir strateji, kaynaklar, üretim ve insanlar üzerinde odaklanarak işe başlamalı ve demografik konuları, sağlık ve eğitim hizmetlerinin arttırılmasını, kadın haklarını, gençlerin rolünü ve yerel halk ve toplulukların rolünü daha iyi bir yönetimle birlikte demokratik bir katılım sürecini kapsamalıdır. 27 Uluslararası desteğin yanı sıra bu tip bir eylemde gerekli olan şey Gelişmekte Olan Ülkelerde devamlı ve sürdürülebilir bir iktisadi büyümenin teşvik edilmesi ve istihdamı artırmak ve gelir artırıcı programları güçlendirmek suretiyle yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik doğrudan eylemlerde bulunmaktır. Herkese sürdürülebilir bir geçim düzeyi sağlamayı olanaklı kılma yönündeki uzun vadeli hedef aynı zamanda kalkınma konusunu, sürdürülebilir kaynak yönetimini ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasını çözüme bağlayan politikalara olanak tanıyan bir entegre faktörü şart koşabilir. Bu programın hedefleri şunlardır: Herkese sürdürülebilir bir geçim olanağına sahip olma fırsatının acilen sağlanması; Yeterli bir planlama düzeyini teşvik eden ve gelirlerin artırılması, kaynakların yerel düzeyde kontrol edilmesinin artırılması, yerel kurumların güçlendirilmesi ve kapasitelerinin artırılması ve hizmet dağıtan mekanizmalar olarak hükümet dışı örgütlerin ve yerel yönetimlerin devreye sokulması da dahil olmak üzere entegre insani kalkınma politikalarına odaklanan politika ve stratejilerin uygulamaya konulması; Yoksulluktan muzdarip tüm bölgeler için entegre stratejilerin, sağlam ve sürdürülebilir çevre yönetim, kaynakların harekete geçirilmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve en aza indirilmesi, istihdam ve gelir artırmaya yönelik programların geliştirilmesi; Ulusal kalkınma planları ile bütçelerde kırsal kesime, kentsel alanlardaki yoksul, kadın ve çocuklara yönelik özel politika ve programlar ile birlikte beşeri sermayeye yatırım yapılması konusuna önem verilmesi17. 17 Bu metin 1992 yılında Birleşmiş Milletler öncülüğünde Rio de Jenerio’da yapılan Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kabul edilen Gündem 21 Bildirisi’nin yoksullukla ilgili 3. bölümünün tercümesidir. Orijinal metin için bkz: Report of the United Nations Conference on Environment and Development, Rio de Jenerio, 3-14 June 1992. 28 Dünyanın farklı bölgelerinde yoksulluk düzeyleri ve yoksulluğun yıllar itibarıyla seyrine ilişkin gelişmeler oldukça çeşitlidir. Bu çeşitli gelişmelerden dolayı, ülke ve ülkeler düzeyinde yoksulluk eğilimlerine geçmeden önce, son on yılda bölgeler itibarıyla dünyada yoksulluğun boyutu ve seyri önem kazanmaktadır. Dünyadaki yoksulluğun boyutları ve dünyanın belli başlı bölgeleri arasındaki dağılımı, 1987 ve 2001 yılları için Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 3’den görüleceği üzere, günlük bir doların altında gelir elde eden yoksulların toplam dünya nüfusu içerisindeki oranı 1987 yılında % 28,3 iken 2001 yılında % 21,1’e düşmüştür. Tablo 1: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk Oranları, 1987-2001 (Günlük 1 Dolar Sınırı) Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a 1987 1990 2000 2001 Doğu Asya ve Pasifik (DAP) 417,1 470 261 271 Çin Hariç DAP 114,1 110 57 60 Avrupa / Orta Asya 1,1 6 20 17 Güney Amerika / Karayipler 63,7 48 56 50 Orta Doğu / Kuzey Afrika 9,3 5 8 7 Güney Asya 474,4 467 432 431 Sahra Altı Afrika 217,2 241 323 313 Toplam 1.183,2 1.237 1.100 1.089 Çin Hariç 879,8 877 896 877 b Yoksulluk Oranı 1987 1990 2000 2001 Doğu Asya ve Pasifik 26,6 29,4 14,5 14,9 Çin Hariç 23,9 24,1 10,6 10,8 Avrupa / Orta Asya 0,2 1,4 4,2 3,6 Güney Amerika / Karayipler 15,3 11,0 10,8 9,5 Orta Doğu / Kuzey Afrika 4,3 2,1 2,8 2,4 Güney Asya 44,9 41,5 31,9 31,3 Sahra altı Afrika 46,6 47,4 49,0 46,4 Toplam 28,3 28,3 21,6 21,1 Çin Hariç 28,5 27,2 23,3 22,5 Bölgeler Kaynak: World Bank, World Development Report, 2000/2001, Attacking Powerty, World Bank: Washington, DC, 2000, s.23. (1987 yılı için) World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development a. Günde bir dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon) b. Günde bir dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (%) 29 Nüfus artışından dolayı, yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı oldukça zor değişim göstermektedir. Doğu Asya ve Pasifik, Güney Amerika ve Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde 1987 yılından 2001 yılına yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı düşmüştür. Ancak, Avrupa ve Orta Asya’da 1987 yılında 1,1 milyon olan yoksul insan sayısı 2001 yılında 17 milyona çıkmıştır. Bu artışa paralel olarak, yoksulların toplam nüfusa oranı söz konusu yıllarda % 0,2’den % 3,6’ya çıkmıştır. 1987 yılında Sahra altı Afrika’da 217,2 milyon kişi yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken 2001 yılında bu rakam 313 milyon kişiye çıkmıştır. 1987 yılında Sahra-altı Afrika’da yoksulların toplam nüfusa oranı % 46,6’dan 2000’de % 49’a çıkmış, 2001 yılında ise % 46,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bunun aksine Güney Amerika ve Karayipler’de yoksul insan sayısı yaklaşık olarak % 30 oranında azalarak 63,7 milyondan 50 milyona düşmüş ve yoksulların toplam nüfusa oranı % 15.3’den % 9,5’e gerilemiştir. 1987 yılında 1,183 milyar insan yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken 2001 yılında bu rakam 1,089 milyardır. Bu rakamın 1987 yılında toplam dünya nüfusuna oranı % 28,3 iken 2001 yılında % 21,1’e gerilemiştir. Bir başka ifade ile, mutlak yoksulluk altında yaşayanların oranı 7,2 puan gerilemiştir. Mutlak yoksulluğun, gıda bankacılığı ile başlayan mikrokredi projeleri ile azaltılmasına ilişkin çalışmalar bazı Afrika ülkelerinde başarılı sonuçlar vermiştir. 1987 yılında Çin hariç toplam dünya nüfusunda en fazla yoksul sayısına sahip bölge Güney Asya’dır. Bu bölgeyi sırasıyla Doğu Asya ve Pasifik ile Sahra altı Afrika bölgeleri takip etmektedir. 2001 yılına gelindiğinde ise, yoksul nüfusunun en kalabalık olduğu bölge Güney Asya ve Sahra altı Afrika’dır. Buna karşın yaşanan ekonomik krizlere rağmen, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik bölgesindeki yoksul nüfusunda önemli bir düşüş sağlanmış ve yoksul nüfus sıralamasında 1987’e göre bu bölge üçüncü sıraya gerilemiştir. 2001 yılında yoksul nüfusun en yoğun olduğu dördüncü bölge ise Güney Amerika ve Karayipler’dir. 30 Aynı yıllarda yoksulluk oranlarına bakıldığında ise en kötü duruma sahip olan bölge Sahra altı Afrika’dır. Bu bölgede; 2001 yılında, yaşayan yaklaşık iki kişiden biri yoksuldur ve yoksulların toplam bölge nüfusu içindeki oranı % 49 ile 2000 yılında en yüksek düzeye ulaşmıştır. Bu bölgeyi Güney Asya takip etmektedir. Güney Asya’da toplam nüfus içerisindeki yoksul nüfusun oranı, 2001 yılında % 31,3 olarak gerçekleşmiştir. Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde yoksul nüfusundaki azalma, yoksul nüfusun toplam nüfusa oranında da görülmüştür. 1987 yılında bölgede yaklaşık her yüz kişiden yirmi altısı yoksulken, 2001 yılında yaklaşık her yüz kişiden on beşi yoksuldur. Genel eğilimler olarak, kırsal yoksulluk Asya’da, kentsel yoksulluk ise kentleşme düzeyinin şimdiden çok yüksek oranlara ulaşmasının bir yansıması olarak Latin Amerika’da en yüksek boyutlara ulaşmaktadır. Öte yandan, hızlı kentleşme sonucunda kentsel yoksulluk oranlarının yakın bir gelecekte Asya ve Afrika’da da önemli ölçüde artması beklenebilir18. Dünyada yoksulluğun boyutunu bölgeler itibarıyla göreli gelir yoksulluğu yaklaşımı çerçevesinde inceleyecek olursak, bölgeler arası farklı perspektifler karşımıza çıkmaktadır. Günlük 2 dolarlık göreli yoksulluk sınırı yaklaşımı ile bölgeler itibarıyla yoksulluğun boyutu Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 1 ve Tablo 2 karşılaştırıldığında dünyadaki yoksulluğun profilinin oldukça değiştiği gözlenmektedir. Tablo 1’de yoksulluk sınırı 1 dolar olarak alınırken, Tablo 2 bu sınır 2 dolar alınmak suretiyle düzenlenmiştir. Tablo 2’de dünya nüfusu içerisindeki yoksulların oranına bakıldığında, bölgeler itibarıyla 1990 yılında yoksulluğun en yoğun olduğu bölgeler sırasıyla Güney Asya, Sahra altı Afrika, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik’dir. Dünya ortalaması 1990 yılında, Çin Hariç, % 60,8 iken, 2001 yılında % 52,9’a düşmüştür. 18 F. Şenses., Küreselleşmenin Öteki Yüzü, Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 116. 31 Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde 1990 yılından 2001 yılına yoksul insan sayısında 1.094 milyon kişiden 864 milyon kişiye ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Buna karşın yoksulluk oranının en şiddetli arttığı bölge Avrupa ve Orta Asya’dır. Bu bölgede, 1990 yılında 31 milyon olan yoksul sayısı 2001 yılında 93 milyona çıkmıştır. 1990 yılında Çin hariç toplam 2.653 milyon kişi 2 dolar sınırının altında yoksul iken, 2001 yılında bu rakam 2.735 milyon kişiye çıkmıştır. 1990 yılında Avrupa ve Orta Asya, Güney Amerika ve Karayipler ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki yoksulların toplam dünya yoksullarına oranı % 7,6 iken 2001 yılında bu oran % 10,6’dır. 2001 yılında göreli olarak yoksulların % 90’ı bu üç bölge dışında yoğunlaşmıştır. 2001 yılında Güney Asya’da 1.064 milyon kişi, Doğu Asya ve Pasifik’de 864 milyon kişi ve Sahra altı Afrika’da 516 milyon kişi göreli olarak yoksuldur. Bu bölgelerden sadece Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi’nde yoksul insan sayısında 1990 yılından 2001 yılına düşüş yaşanırken, diğer iki bölgede artış gözlenmektedir. 2001 yılında bu üç bölgedeki yoksulların toplam dünya yoksullarına oranı % 89,4’dür. Bölgeler arasındaki bu farklılık hiç şüphe yok ki, küreselleşen dünya ekonomisi için en önemli problem olarak gözükmektedir. 32 Tablo 2: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk Oranları, 1990-2001 (Günlük 2 Dolar Sınırı) Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a 1990 2000 2001 Doğu Asya ve Pasifik 1.094 873 864 Çin 800 600 594 Avrupa / Orta Asya 31 101 93 Güney Amerika / Karayipler 121 136 128 Orta Doğu / Kuzey Afrika 50 72 70 Güney Asya 971 1.052 1.064 Sahra altı Afrika 386 504 516 Toplam 2.653 2.737 2.735 Çin Hariç 1.854 2.138 2.142 Yoksulluk Oranıb 1990 2000 2001 Doğu Asya ve Pasifik 68,5 48,3 47,4 Çin 69,9 47,3 46,7 Avrupa / Orta Asya 6,8 21,3 19,7 Güney Amerika / Karayipler 27,6 26,3 24,5 Orta Doğu / Kuzey Afrika 21,0 24,4 23,2 Güney Asya 86,3 77,7 77,2 Sahra altı Afrika 76,0 76,5 76,2 Toplam 60,8 53,6 52,9 Çin Hariç 57,5 55,7 54,9 Bölgeler World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development, World Bank: Washington, DC, 2005, s.22. a. Günde iki dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon) b. Günde iki dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (%) Dünya’nın farklı bölgelerindeki yoksulluğun boyutlarının ardından, günlük bir dolar ve iki dolar olarak belirlenen uluslararası yoksulluk sınırlarına göre seçilmiş bazı ülkelerdeki yoksulluk profili ve gelir dağılımı Tablo 5’deki gibidir. Günlük bir dolar yoksulluk sınırına göre Türkiye, Çek Cumhuriyeti, Güney Kore, Polonya ve Rusya Federasyonu en düşük oranlara sahiptir. Ancak Zambiya, Bangladeş, Hindistan ve Endonezya için aynı şeyleri söylemek oldukça güçtür ve ülkeler arasında büyük farklar vardır. 33 Tablo 3: Bazı Uluslararası Yoksulluk Sınırlarına Göre Seçilmiş Ülkelerde Yoksulluk Oranı ve Gini Katsayısı Ülke Yoksulluk Oranı Gelir Dağılımı Anket Yılı Günde 1 $ (%) Günde 2 $ (%) Anket Yılı Gini Katsayısı Çek Cumhuriyeti 2001 <2 <2 1996 0,25 Bangladeş 2000 36,0 82,8 2000 0,31 Brezilya 2001 8,2 22,4 2001 0,59 Şili 2000 <2 9,6 2000 0,51 Çin 2001 16,6 46,7 2001 0,45 Mısır 2000 3,1 43,9 2000 0,34 Hindistan 2000 35,3 80,6 2000 0,33 Endonezya 2002 35,3 80,6 2000 0,34 Kenya 1997 22,8 58,3 1997 0,44 Güney Kore 1998 <2 <2 1998 0,32 Pakistan 2001 17,0 73,6 2001 0,27 Polonya 2002 <2 <2 2002 0,31 Rusya Fed. 2002 <2 7,5 2002 0,32 Sri Lanka 2002 5,6 41,6 2002 0,38 Tayland 2000 <2 32,5 2002 0,40 Türkiye 2002 <2 9,2 2002 0,44 Zambiya 1998 63,7 87,4 1998 0,53 Kaynak: World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The World Bank and the Oxford University Pres, 2005, s.294-295 World Bank, State Institute of Statistics Turkey, Turkey Joint Poverty Assessment Report, 2005, s.8 (Türkiye için) Uluslararası yoksulluk sınırı günde iki dolara yükseltildiğinde, yoksulluğun çok daha yüksek oranlara sıçraması, bu oranın yoksulluk sınırına duyarlılığını, diğer bir deyişle bir dolarlık yoksulluk sınırının civarında önemli bir yığılma olduğunu göstermektedir. Bu yaklaşıma göre Zambiya’da yoksulluk % 87,4 oranındadır. Zambiya’dan sonra bu yaklaşıma göre yoksulluğun en şiddetli olduğu ülkeler Bangladeş, Hindistan ve Endonezya’dır ve bu ülkelerde yaklaşık her on kişiden sekizi yoksuldur. Bu ülkeleri % 73,6 ile Pakistan, % 58,3 ile Kenya, % 46,7 ile Çin ve % 43,9 ile Mısır takip etmektedir. Gelir dağılımı ile ilgili olarak Gini katsayısına bakıldığında ise, gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke 0.59 Gini katsayısı ile Brezilya’dır. Bu ülkeyi 0.53 Gini katsayısı ile Zambiya, 0.51 ile Şili ve 0.45 ile Çin takip etmektedir. Türkiye ve Kenya’da ise Gini katsayısı 0.44’dür. Gelir dağılımında en iyi ülkeler ise Gini katsayısı 0.25 olan Çek 34 Cumhuriyeti ve 0.27 olan Pakistan’dır. Bu ülkeleri sırası ile Polonya, Bangladeş, Güney Kore ve Rusya Federasyonu takip etmektedir. 2004 yılında Satın Alma Gücü Paritesine göre Çek Cumhuriyeti’nde kişi başına gelir 18.400 dolar iken Pakistan’da kişi başına gelir 2.160 dolardır. Bu yaklaşıma göre Polonya, Bangladeş, Güney Kore, Rusya Federasyonu ve Türkiye’de kişi başına gelir ise sırası ile 12.640, 1.980, 20.400, 9.620 ve 7.680 dolardır19. Bu veriler seçilmiş ülkelerde gelir dağılımı adaleti ve yoksulluk profili arasındaki farklılıkları tamamlar niteliktedir. Tablo 6’da beş yaşından küçük çocuklarda kötü beslenme, ölüm ve kaliteli suya erişim oranı gibi bazı refah göstergeleri görülmektedir. Söz konusu alanlarda, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, ve Avustralya gibi gelişmiş ülkelerin sorun İsveç, Japonya yaşamadığı tablodan anlaşılmaktadır. Güney Kore, Malezya ve Şili gibi ülkelerin bu göstergeler çerçevesinde gelişmiş ülke düzeyine çok yaklaştıkları, buna karşılık kötü beslenme oranının Bangladeş, Endonezya, Sri Lanka gibi ülkelerde, çocuk ölüm oranlarının, özellikle Zambiya, Tanzanya, Kenya ve Gana’da çok yüksek boyutlara ulaştığı, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerin ise her iki gösterge açısından da çok yüksek oranlarla karşı karşıya kaldığı gözlenmektedir. Öte yandan, Zambiya, Sri Lanka ve Tanzanya gibi ülkelerde toplam nüfusun yarısından fazla bir kısmının kaliteli sudan yoksun olduğu, Mısır gibi görece gelişmiş bir ülkede bile bu oranın nüfusun % 36’sına ulaştığı görülmektedir. 19 World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The World Bank and the Oxford University Press , s. 292-293 35 Tablo 4: Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri, 1999 Ülkeler Avustralya Cezayir Bangladeş Şili Çin Çek Cum. Mısır Gana Yunanistan Hindistan Endonezya Japonya Kenya Güney Kore Malezya Pakistan Portekiz Rusya Fed. Sri Lanka İsveç Tanzanya Türkiye Fransa ABD Zambiya Düşük Ağırlıklı a Çocuk Oranı Çocuk Ölüm b Oranı Toplumsal Cinsiyet Bazında Gelişim c Endeksi Sıralaması Kaliteli Suya Erişim Oranıd 0 13 56 1 16 1 12 27 ----34 --23 --20 38 --3 38 --31 10 --1 24 6 40 96 12 36 6 59 96 8 83 52 5 124 11 12 120 8 20 18 5 136 42 5 --192 2 91 121 39 76 32 97 108 24 105 92 11 112 29 55 117 28 52 70 5 124 71 71 4 127 99 --84 85 90 --64 56 --81 62 96 53 83 89 60 82 --46 --49 ------43 Kaynak: 1. ve 2. sütunlar: World Bank (2000;Tablo 2: 276-77), 3. sütun UNDP (2001:21013), 4. sütun: World Bank (2000: Tablo 7: 286-287) a. Beş yaşından küçük çocuklar içinde yüzde pay b. Beş yaşından küçük çocuklar için, 1000 kişi içinde c. 162 ülke içinde ülkenin sırası d. Bu olanaktan yararlananların toplam nüfusa yüzde oranı Tablo 5’de seçilmiş ülkelerde UNDP’nin İnsani Gelişme Endeksi’nin (İGE) hesaplanmasında kullanılan yaşam kalitesi göstergelerine ve İGE’ye yer verilmiştir. Tablo 5’de, gelişmiş ülkelerin bu göstergeler açısından oldukça iyi durumda oldukları görülmektedir. Örneğin, İGE Fransa’da 0.924, İsveç ve Avustralya’da 0.936’dır. Ayrıca, gelişmiş ülkeler de dahil, yaşam beklentisinin (yıl olarak) ABD’de 36 76.8’den Japonya’da 80.8’e, okullaşma oranının Japonya’da % 82’den Avustralya’da % 116’ya, satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başına millî gelirin İsveç’te 22.636 dolardan ABD’de 31.872 dolara uzanan önemli farklılıklar gösterdiği ve diğer bileşik endeksler gibi, İGE’nin de bu farklılıkları yansıtma konusunda yetersiz kaldığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde çok olmamasına karşın, bu göstergeler açısından gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklar oldukça büyük boyutlardadır. Yaşam beklentisi Zambiya’da 41 ve Kenya’da 51.3 yıl iken Türkiye’de 69.5, Mısır’da 66.9 ve Bangladeş’de 58.9 yıldır. Toplumun, Bangladeş’te % 40,8’i, Pakistan’da % 45’i ve Hindistan’da % 56,5’i okur-yazar iken, bu oran Rusya Federasyonu’nda % 99,5, Şili’de % 95,6 ve Sri Lanka’da % 91,4’dür. Bunun yanında, okullaşma oranı, Tanzanya’da % 32, Bangladeş’te % 37 ve Pakistan’da % 40 iken, bu oran Rusya Federasyonu ve Şili’de % 78 ve Cezayir’de % 72’dir. 37 Tablo 5: Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi, 1999 Ülkeler Doğumda Okur Yaşam Yazarlık a Beklentisi Oranı (%) Avustralya 78,8 --Cezayir 69,3 66,6 Bangladeş 58,9 40,8 Şili 75,2 95,6 Çin 70,2 83,5 Çek Cumhuriyeti 74,7 --Mısır 66,9 54,6 Gana 56,6 70,3 Yunanistan 78,1 97,1 Hindistan 62,9 56,5 Endonezya 65,8 86,3 Japonya 80,8 --Kenya 51,3 81,5 Güney Kore 74,1 97,6 Malezya 72,2 87,0 Pakistan 59,6 45,0 Portekiz 75,5 91,9 Rusya Federasyonu 66,1 99,5 Sri Lanka 71,9 91,4 İsveç 79,6 --Tanzanya 51,1 74,7 Türkiye 69,5 84,6 Fransa 78,4 --ABD 76,8 --Zambiya 41 77,2 Kaynak: UNDP (2001:141-144) a. Yetişkinler (15 ve daha yukarı yaşlar için) b. İlk, orta ve yüksek öğrenim için bileşik oran c. Satın alma gücü paritesine göre Okullaşma Oranı (%)b 116 72 37 78 73 70 76 42 81 56 65 82 51 90 66 40 96 78 70 101 32 62 94 95 49 Kişi Başına c Gelir ($) 24.574 5.063 1.483 8.652 3.617 13.018 3.420 1.881 15.414 2.248 2.587 24.898 1.022 15.712 8.209 1.834 16.064 7.473 3.279 22.636 501 6.380 22.897 31.872 756 İnsani Gelişme Endeksi 0,936 0,693 0,470 0,825 0,718 0,844 0,635 0,542 0,881 0,571 0,667 0,928 0,514 0,875 0,774 0,498 0,874 0,775 0,735 0,936 0,436 0,735 0,924 0,934 0,427 Satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir dikkate alındığında, gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum net bir şekilde görülmektedir. Bu pariteye göre kişi başına millî gelir; Tanzanya’da 501 ve Zambiya’da 756 dolar iken, Malezya’da 8.209, Türkiye’de 6.380, Cezayir’de 5.063, Mısır’da 3.420 ve Bangladeş’de 1.483 dolara uzanan çok büyük farklılıklar göstermektedir. Bu görünüme paralel olarak İGE’de, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark oldukça büyük ve derindir. 38 C. Türkiye’de Yoksulluk 1. Türkiye’de İşsizlik ve Yoksulluğun Sosyo Ekonomik Analizi Türkiye’de açık işsizlik oranı 2000 Yılı’nda % 6.6 iken, 2002 Yılının başında % 12 olmuş ancak bu durum canlanma ile beraber biraz değişmiş ve 2002 sonlarında tekrar % 10 seviyesine gerilemiştir. Ancak 2002’den 2007’ye kadar olan süre içinde bu yaklaşık % 10’lık işsizlik oranı kronik hale gelmiştir. Ülkemizde işsizlik ve yoksulluk hem metropol kentlerinin, hem kent varoşlarının hem de tarıma dayalı üretimin yoğun olduğu kırsal kesimin bir gerçeği haline gelmiştir. Tablo 6’dan de görüleceği üzere eğitimli kesimde işsizlik oranları artmıştır. Bunun bir nedeni eğitimli insan sayısının artmasıdır. Her ne kadar bu durum bu sonucu göreli hale getirmekte ise de ülkemizde eğitimli insanların eğitim düzeyleri ile mütenasip ve münhal iş alanları yaratılamamıştır. Yeni iş alanları zaten yetersiz olarak açılmakta, nitelikli eleman istihdam edebilecek iş alanları daha da az sayıda açılmaktadır. Bu durum eğitimli kesimde yoğun işsizliğe yol açarak olumsuz sosyal sonuçlar yaratmıştır. Eğitim düzeyi düşük nüfus içinde erkekler kadınlara nazaran işsizlik sorununu daha fazla yaşamışlardır. 39 Tablo 6: Eğitim Durumlarına Göre İşsizler (15+ Yaş) Yıl ve cinsiyet TOPLAM 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 ERKEK 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 KADIN 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Toplam Okuryazar Okuryazar olmayanlar Okuryazar olup bir okul bitirmeyenler İlkokul Orta ve dengi meslek Lise Lise ve dengi meslek Yüksekokul veya fakülte 1.611 1.722 1.805 1.815 1.870 1.699 1.504 1.552 1.606 1.829 1.497 1.967 2.464 2.493 2.498 2.520 2.446 2.377 2.611 132 90 77 64 71 61 46 33 43 45 68 60 79 113 57 60 55 55 64 1.479 1.632 1.728 1.752 1.799 1.639 1.458 1.520 1.563 1.784 1.429 1.907 2.385 2.380 2.441 2.460 2.391 2.322 2.547 72 64 77 66 75 46 31 25 35 34 42 46 44 64 59 98 95 * * (BİN) 804 912 923 937 912 794 654 620 626 791 628 891 1.091 1.113 972 955 899 * * 190 216 209 219 239 236 188 224 212 241 191 256 329 331 364 412 416 1.337 1.506 254 258 316 347 365 350 353 373 401 409 273 336 374 339 427 402 399 * * 85 100 104 81 105 125 129 164 140 157 151 214 280 243 303 306 289 674 679 73 83 99 102 104 90 103 115 151 155 144 164 267 290 316 287 293 311 362 1.088 1.270 1.321 1.324 1.361 1.230 1.116 1.065 1.162 1.312 1.111 1.484 1.826 1.831 1.878 1.867 1.776 1.716 1.877 76 55 49 46 52 38 30 23 24 33 40 45 48 58 44 42 43 43 47 1.012 1.215 1.272 1.278 1.309 1.192 1.087 1.043 1.138 1.279 1.071 1.439 1.778 1.773 1.834 1.825 1.733 1.673 1830 52 54 57 49 55 39 26 20 30 27 32 39 36 48 52 83 78 * * 604 735 735 751 727 625 549 498 519 633 527 736 917 916 827 796 735 * * 141 168 164 170 184 183 151 167 168 175 157 199 264 272 300 342 333 1.105 1.228 124 146 193 198 217 208 216 209 249 257 174 227 229 224 284 251 247 * * 51 65 70 52 72 83 85 88 86 101 101 144 187 160 199 201 184 415 423 42 48 55 59 56 55 62 62 87 86 80 94 145 153 172 152 156 153 179 523 452 484 492 510 470 388 487 445 517 387 483 637 663 620 653 670 660 734 56 35 28 18 20 23 17 10 19 12 28 15 31 55 13 18 12 12 17 467 417 456 474 490 447 371 477 426 506 357 468 606 608 606 635 658 648 717 21 11 21 18 21 7 6 6 5 7 10 7 8 16 7 15 17 * * 201 177 188 186 185 169 106 122 107 158 100 155 174 197 145 159 164 * * 51 48 46 49 56 53 37 58 45 66 34 55 65 60 64 70 83 231 278 130 112 124 149 148 142 138 164 152 152 99 110 144 115 142 151 152 * * 35 35 35 29 33 43 44 76 54 56 50 70 93 83 104 105 105 259 256 31 36 44 43 48 35 42 53 64 69 64 71 122 137 144 135 137 158 183 KAYNAK: TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları. 40 En yüksek işsizlik oranı 15–29 yaş arasında yaşanmakta, ancak 30-39 yaş grubunda da kayda değer bir işsizlik söz konusudur. Durum böyle olunca ülkemizde 15-39 yaş arasındaki toplumsal kesim işsizlik riski ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu dönemin insan hayatındaki en verimli dönem olduğu dikkate alındığında hem ülkemiz açısından hem de birey açısından ciddi sonuçları olduğu anlaşılacaktır. Nitekim bu yaş grubundaki insanları üretime sevkedemeyerek ciddi bir beşeri kayıp yaşanmakta aynı zamanda toplumsal suç ve olumsuzlukların ortaya çıkmasına zemin hazırlanmakta önemli ve yönetilmesi zor sosyal riskler ortaya çıkmaktadır. 1998’li yıllardan itibaren hem erkek hem de kadın nüfusta işsizlik oranının artmaya başlaması bir alarm mahiyetinde olmasına rağmen ülkemizde yapısal önlemler henüz hayata geçirilememiştir. Bu nedenle özellikle 15-39 yaş grubunda kendi hesabına çalışmanın önemli bir seçenek olarak görülmesi gerekmektedir. Ülkemizde girişimci kültürünün oluşabilmesi açısından da bu gereklidir. 41 Tablo 7: Yaş Grubuna Göre İşsizler (15+ Yaş) (Bin) 15-19 20-24 25-29 30-34 35-39 YAŞ GRUBU 40-44 45-49 Yıl ve cinsiyet TOPLAM Toplam 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 ERKEK 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 KADIN 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 1.611 1.724 1.805 1.815 1.871 1.699 1.503 1.552 1.607 1.829 1.498 1.969 2.466 2.493 2.498 2.519 2.446 458 441 423 420 431 401 321 349 321 341 247 317 339 322 288 301 287 427 519 583 593 562 531 499 502 506 548 458 546 641 654 656 609 572 253 282 285 315 320 302 271 283 297 361 277 371 479 517 558 545 530 140 158 184 172 181 146 136 136 146 191 163 229 307 329 341 354 338 101 105 119 119 124 102 99 95 110 134 128 190 244 228 234 243 241 65 73 78 76 95 78 63 73 86 104 88 125 191 172 171 182 187 57 53 53 45 72 57 55 52 66 75 56 100 133 133 121 142 139 52 52 36 38 49 39 31 36 41 41 46 51 74 80 79 91 94 32 28 32 27 25 26 18 16 21 24 19 25 42 38 30 35 41 21 9 9 11 10 12 8 8 10 7 13 9 11 15 14 13 13 8 6 4 2 6 8 5 5 6 5 3 6 5 5 6 4 4 1.089 1.271 1.321 1.324 1.362 1.230 1.115 1.064 1.162 1.312 1.110 1.486 1.827 1.830 1.878 1.867 1.777 297 320 305 287 306 288 225 223 211 218 170 216 229 218 202 211 194 272 367 398 423 390 362 352 318 353 371 319 382 434 438 435 396 362 172 206 208 235 214 218 200 192 211 262 204 279 351 380 420 393 383 94 107 139 118 138 101 103 97 112 140 124 177 225 241 264 269 241 62 82 90 91 92 78 78 70 82 102 100 154 195 176 187 188 182 45 59 61 66 79 62 54 61 69 85 74 104 154 141 142 152 151 47 42 47 37 63 47 48 46 57 64 49 90 121 113 110 125 122 46 49 32 33 45 33 28 34 37 39 37 47 67 71 71 83 87 31 26 31 25 23 26 15 13 18 23 18 23 37 35 29 34 39 18 9 8 11 9 11 8 7 9 7 12 9 10 13 13 12 12 8 6 3 2 6 7 5 5 6 4 3 5 4 4 6 4 4 522 454 485 492 509 469 388 489 445 517 388 483 639 663 620 652 669 161 121 118 133 125 114 96 126 110 124 77 101 110 104 86 90 93 156 152 185 170 173 169 147 185 153 177 139 164 207 216 222 213 210 81 76 77 81 106 84 71 91 86 99 73 92 128 137 138 152 147 46 51 46 55 44 45 33 39 35 52 39 52 82 88 77 85 97 39 24 30 28 32 24 21 25 28 33 28 36 49 52 47 55 59 20 15 17 10 16 16 9 12 17 19 14 21 37 31 29 30 36 10 11 7 8 9 11 7 7 9 11 7 10 12 20 12 17 17 6 3 4 6 4 6 3 2 4 3 9 4 7 9 8 8 7 2 2 1 2 2 1 3 3 3 1 1 2 5 3 2 1 3 3 -1 -1 1 -1 1 -1 -1 2 1 1 -- --1 --1 ---1 -1 1 1 ---- KAYNAK:TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları. 50-54 55-59 60-64 65+ 42 Ekonomik krizlerle beraber küçük inişler ya da çıkışlar gösterebilen işsizlik oranında metropol işsizliği 2006-2007 döneminde de oransal olarak genel işsizlik oranının üzerinde seyretmiştir. Bunun nedeni tarım sektöründeki gizli işsizliğin bu alandaki oranı göreli olarak düşük tutmasıdır. Şehirleşme aynı ölçüde istihdam artışı yaratmadığından özellikle köyden kente göç etmiş lise ve altındaki eğitim düzeyine sahip gençlerin kısa sürede mesleklendirilip kendi hesabına çalışmalarının sağlanması ciddi sosyal sorunların da önüne geçilmesini sağlayacaktır. Bu yüksek işsizlik oranları kent varoşlarında yoksulluğa ve avareliğe dayalı yeni ve farklı bir kültürel yapının oluşmasını da tetiklemektedir. Kentlerde özellikle sosyal güvenlik kaygısı, düzgün iş (decent work) arayışı ve metropolde kendi hesabına çalışmanın büyük risk olduğuna ilişkin korkular işsizliği giderek bir kısır döngüye dönüştürmektedir. Tablo 8: Metropol İşsizliği Tarih Tarım Dışı İşsizlik Oranı (%) İşsizlik Oranı(%) 2006 12,6 9,9 2007 12,6 10,3 2008 Kaynak: TUİK 13,6 11,0 Ülkemizdeki işsizliğin artması ve yüksek işsizlik oranlarının uzun süredir yerleşik hale gelmesi istihdam politikasıyla ilgili ciddi reformlara ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Ekonomi politikalarındaki performansın değerlendirilmesinde istihdamın üstü kapalı biçimde ihmal edildiği ve bir türlü reform düzeyindeki politikalara yer verilmediği görülmektedir. 2006-2007 yıllarında 2001 ve 2002 ekonomik krizlerinin etkilerinin son bulmasının sonuçları işsizlik oranlarının küçük bir oranda düşmesiyle hissedilmiştir. Ancak özellikle kadın nüfusun 2000-2006 yıllarında işsizliği daha yoğun hissetmesinin önüne geçilememiştir. 2006 sonunda işsizlik oranı 43 % 9.9 iken kentlerde % 12.1 olmuştur. 2000-2006 döneminde kırsal kesim kadınlarında işsizlik iki kattan daha fazla artmıştır. Tablo 9: Cinsiyete Göre İşsizlik Oranı (Yüzde) Yerleşim Yerlerine Göre KIR KENT Kadın 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Erkek 2,0 1,7 3,0 4,2 3,2 4,1 4,3 3,8 4,3 Toplam Kadın 4,9 6,5 7,3 7,9 7,3 8,1 7,6 8,3 8,7 3,9 4,7 5,7 6,5 5,9 6,8 6,5 6,8 7,2 Erkek 13,0 16,6 18,7 18,3 17,9 17,0 16,4 11,0 11,6 7,8 10,3 13,0 12,6 12,5 11,6 10,9 10,0 10,7 TOPLAM Toplam Kadın 8,8 11,6 14,2 13,8 13,6 12,7 12,1 10,3 11,0 6,3 7,5 9,4 10,1 9,7 10,3 10,3 11,0 11,6 Erkek 6,6 8,7 10,7 10,7 10,5 10,3 9,7 10,0 10,7 Toplam 6,5 8,4 10,3 10,5 10,3 10,3 9,9 10,3 11,0 Kaynak: TUİK Yoksulluk çalışmalarında kişi başına ortalama tüketim seviyelerini araştırırken, bir haneyi meydana getiren fertlere, hane tüketimini paylaştırmak için bir “tahsis kuralı” geliştirilip uygulanmalıdır. Hane halkını meydana getiren bireylerin hane kaynaklarından aldığı paylarda bir tahsis kuralı baz alınarak bazı düzetmeler yapılmalıdır. Bunun için ağırlıklandırma kullanılabilir yani hanedeki fertler yaş ve cinsiyetlerine göre bir yetişkinin belli bir oranı olarak kabul edilir ve hanede yaşayan fert sayısı (hane halkı büyüklüğü) bu ağırlıkların toplamı olarak alınır. Böylece hanedeki tüm fertler değil, denk yetişkin (equivalent adult) sayısı ölçülmüş olur. Burada hanede bulunan fertler için bir dönüşüm kuralı uygulanmıştır çünkü yoksulluk sınırının belirlenmesinde kullanılan minimum gıda standardı yönetimi, kalori gereksiniminin belirlenmesi için hanedeki denk yetişkin fertlerin sayısının hesaplanmasını gerektirmektedir. Genel anlamda bu tür bir dönüşümün basit formülü; 44 E j n j ; j E: Denk yetişkin fert sayısı nj: Her gruptaki fert sayısı Hanedeki j sayıda farklı demografik gruba bölünmüş fertlerin denk yetişkine dönüşüm katsayısı αj’dır. α katsayısı ve bağlı olduğu demografik gruplar şöyledir; Küçük çocuk (5 yaşından küçük) 0.64 Çocuk (5-17 yaş arası) 1.00 Çalışma yaşında erkek (18-39 yaş arası) 1.00 Çalışma yaşında kadın (18-39 yaş arası) 0.84 Emeklilik yaşında erkek (40+ yaş) 0.88 Emeklilik yaşında kadın (40+ yaş) 0.76 Hane gerçek büyüklüğüne ulaşmak açısından hanede yaşayan fertlerin yaş ve cinsiyet farklılıklarına göre bir yetişkine göre ağırlıklandırılması yeterli değildir, bunun yanı sıra ölçek ekonomilerinde ölçülmesi gerekmektedir. Ölçek ekonomiler, hanedeki denk yetişkin sayısının “gerçek” yetişkin sayısına dönüştürülmesinde kullanılır. Türkiye’de geniş aileler çok yaygındır ve nüfusun % 63’ü bu tür ailelerde yaşamaktadır. Bu nedenle ölçek ekonomisinin ölçülmesi büyük önem taşımaktadır. Hanede tipik olarak tüketilen bazı mal ve hizmetler için bunların hane içindeki maliyeti ve bu mal ve hizmetleri bir veya daha fazla kişinin kullanmasına göre değişiklik göstermez. Örneğin ısınmanın maliyeti hanenin büyük veya küçük olmasıyla alakalı değildir, fakat kişi başına ısınma maliyeti, büyük hanelerde küçük hanelere göre daha düşüktür. Mal ve hizmetlerden hanede ne kadar çok hane halkı üyesi yararlanırsa bunların kişi başına maliyeti de o oranda düşecektir dolayısıyla belli bir refah düzeyine 45 ulaşmanın kişi başına maliyeti büyük hanelerde küçük hanelere göre daha düşük olacaktır20. Türkiye’de 1970’lerden sonra artan kentleşme mevsimsel ve gizli işsizliğin ortaya çıkmasına ve bu anlamda aslında var olan işsizlik düzeyinin kayıtlar itibariyle çok daha hızlı yükselmesine neden olmuştur. Bu durum bu tarihten itibaren işsizlik ve yoksulluk dahil sosyal meselelerin daha yoğun olarak tartışılmasını sağlamıştır. Bir politika uygulayıcısı olarak devletin uyguladığı en önemli politika devletin sosyal niteliğinin de bir sonucu olan sosyal politikadır. Devlet Sosyal politikayı hem ekonomik ve sosyal hayatı yönlendirerek hem de sosyal adaleti sağlayarak yürütür. Bu çerçevede; kalkınmayı planlamak, toplumsal dengeyi sağlamak, kişilere isteme hakkı vermek, mülkiyet hakkının kullanımını sağlamak, çalışanların adil ücret almalarını sağlamak, herkesten kazancına göre vergi almak, gelir dağılımında adaleti sağlamak devletin Anayasal görevleri arasındadır. Sosyal politikanın ana cephesi olan iktisadi kalkınma hem bir hedef hem de farklı cepheleri olması nedeniyle teorik ve pratik yönleriyle geniş bir bilimsel tartışma alanıdır. Ulusal ekonominin sosyal cephesinin en önemli hedefi muhtaçlık ve mağduriyet olarak ortaya çıkan yoksulluğun önüne geçmektir. 2. Türkiye’de Yoksulluğun Azaltılması İçin Yoksullar Lehine Büyüme Politikaları İktisadi büyüme yoksulluğun azaltılmasında son derece önemli bir faktördür. İktisadi kaynakların yetersizliği yoksulluğun önemli bir boyutu ve nedenidir. Ulusal gelirin eşitsizliği artırmayacak bir şekilde büyümesi gelir ve yoksullunu önemli ölçüde azaltır. Ülkelerin sahip oldukları faktör yoğunluğu, beşeri sermaye ve teknoloji düzeyi ile tarihi ve kültürel koşullar yoksullar lehine iktisadi büyüme 20 Sema Alıcı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Gelir ve Tüketim İstatistikleri Şubesi uzman yardımcısı, “Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, s. 435. 46 stratejisinin oluşturulmasında belirleyici faktörlerdir. Genel olarak rekabetçi bir piyasa ekonomisi özel sektörün verimliliğini artırır. İktisadi büyümeyi artıran yatırımların teşvik edilmesi için aşağıda yer alan koşulların yerine getirilmesi gereklidir: Kamu kesiminin iyi bir şekilde yönetilmesi ve sürdürülebilir kalkınma ile uyumlu idari, hukuki ve mali yönetim oluşturulması ve buna uygun bir siyasi ortam meydana getirilmesi; Makro-ekonomik istikrar ile siyasi istikrarın sağlanması; Herkesin uygun ve yeterli fiziki ve sosyal hizmetler altyapısından yararlanması; Tarım arazisi, finansman ve beşeri olanaklar gibi kaynaklara yoksul kesimin güvenli bir şekilde erişiminin sağlanması; Belirli sektörlerde emek-yoğun üretim şeklinin teşvik edilmesi; Toplumsal dayanışma ve birliği koruyan ve mobiliteyi ve kadın-erkek eşitliğini artıran sosyal politikaların devreye sokulması. Büyüme yoksulların lehine olmalıdır. Yoksulların lehine bir büyüme istihdam yaratan, eşitsizlikleri azaltan ve yoksulların gelirlerini artıran politikalarla yürütülebilir. Yoksulluğu azaltan sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması için şunlar yapılmalıdır: Piyasalarda sapmalara yol açan kamusal müdahaleler (aşırı değerlenmiş döviz kuru politikası, ithalat ve ihracat kısıtlamaları, kredi sübvansiyonları ve kamu iktisadi teşebbüslerinin rolünün fazla olması) azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalıdır; Özel sektör için teşvik edici bir ortam oluşturulmalıdır; Kayıt dışı işgücüne ve özellikle kadınlara yeni ve ilave gelir elde etme olanakları sağlayan program ve politikalar (mikrokredi vb.) yürürlüğe konulmalıdır; 47 İktisadi faaliyetleri canlandıran, sosyal hizmetlere erişimi artıran ve istihdam yaratma olanağı yüksek olan altyapı yatırımları artırılmalıdır21. 3. Sosyal Riski Azaltma Projesi ve Sosyal Risk Yönetimi (SRAP) Ülkemizde sosyal yardım alanında faaliyette bulunan kuruluşlardan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Sekreterliği (SYDTF/Fon) 1986 yılında 3294 sayılı Kanun ile kurulmuştur. Fon, faaliyetlerini 931 il ve ilçede kurulu bulunan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV) aracılığı ile yürütmektedir. Mevcut sosyal yardım programlarının daha etkin ve hızlı şekilde ulaştırılabilmesi amacıyla, 9 Aralık 2004 tarih ve 5263 sayılı Kanun ile Fon’un yürütme organı niteliğinde olan SYDTF Genel Sekreterliği, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (SYDGM) olarak teşkilatlandırılarak kurumsal bir yapıya kavuşturulmuştur. 28 Kasım 2001 tarih ve 24597 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren SRAP’ın amacı üst üste yaşanan ekonomik krizler sonrası oluşan yoksullukla mücadelede etkin politikaların geliştirilmesi ve bu politikaları uygulayan kamu kurumlarının kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesidir. SRAP; Hızlı Yardım, Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), Yerel Girişimler ve Kurumsal Gelişim bileşenlerinden oluşmaktadır. SRAP’ın Şartlı Nakit Transferi bileşeni kapsamında, yoksulluk nedeniyle çocuklarını okula kaydettiremeyen, gönderemeyen veya okuldan almak zorunda kalan, okul öncesi çocuklarını düzenli sağlık kontrollerine götüremeyen ailelerin ya da düzenli sağlık kontrollerini yaptıramayan anne adaylarının ekonomik yönden desteklenmesi ve Türkiye’de düzenli bir nakit sosyal yardım sisteminin yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. Yerel Girişimler Bileşeni kapsamında ise, vatandaşlarımızın üretken hâle getirilip kendi gelirini sağlayarak geçimini temin edebilmeleri amaçlanmaktadır. 21 Coşkun Can Aktan. İstiklal Yaşar Vural., “Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, s. 563 48 Tablo 10: Şartlı Nakit Transferi Yardımlarının Bölgesel Dağılımı Bölge Başvuran Hak eden Eğitim fayda Sağlık fayda aile sayısı aile sayısı sahibi sayısı sahibi sayısı Akdeniz 123.716 67.510 120.987 54.845 Doğu Anadolu 208.968 158.079 262.677 197.899 85.277 36.335 63.530 23.953 G. Doğu Anadolu 303.315 249.536 483.220 300.403 İç Anadolu 131.156 64.111 114.562 51.269 Karadeniz 163.624 82.807 144.809 76.530 Marmara 101.091 39.526 76.467 26.797 TOPLAM 1.117.147 697.904 1.266.252 731.696 Ege Kaynak: Sosyal Riski Azaltma Projesi; 6. Danışma Kurulu Son Durum Raporu, Kasım 2005 SRAP kapsamında yürütülen ŞNT yardımlarının detaylı olarak başlıkları aşağıdaki gibidir: Şartlı Nakit Transferleri- sağlık yardımı: Ana- çocuk sağlığı için destekler, -0-6 yaş grubu çocuklara ve hamile kadınlara yönelik destekler. Şartlı Nakit Transferleri- eğitim yardımı: İlköğretime devam eden her kız (22 YTL) ve erkek çocuğa (18 YTL) verilen eğitim desteği. Orta öğretim için bu miktarlar (sırasıyla 28 ve 39 YTL) artmaktadır. Miktarlar her yıl yeniden düzenlenmekte ve artırılmaktadır. Eğitim desteği 12 ay boyunca devam etmektedir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından SRAP kapsamında sağlanan yardım ve hizmetler yoksullukla mücadele alanında ülkemizde yürütülen, objektif kriterler üzerine inşa edilen, başarılı bir uygulamadır. Bu uygulamaların geliştirilmesi, erişilebilirliğinin artırılması, sürdürülebilir bir kurumsal yapıya kavuşturulması gereklidir. Sosyal risk yönetimi bir dizi sosyal önlemden ibaret olmayıp finansal kaynak ve sermayenin demokratikleştirilmesiyle yakından ilişkilidir. Finansal 49 kaynakların üretime sevkedilmek üzere çeşitli toplumsal kesimlere aktarılması arka planında finansal risk yönetimiyle de yakından ilişkilidir. Dolayısıyla finansal anlamda risk yönetimini başarıyla sürdüren toplumlar aynı zamanda kaynakları toplumun alt katmanlarına sevketmekten korkmayan toplumlardır. Bu nedenle başarılı bir sosyal risk yönetimi aynı ölçüde başarılı bir finansal risk yönetimiyle yakından ilişkilidir. III. İSTİHDAM POLİTİKALARI Çalışmamızda istihdam politikaları pasif ve aktif istihdam politikaları şeklinde ve mikrokredi uygulamasını ilgilendiren boyutlarıyla ele alınacaktır. Gerek pasif gerekse aktif istihdam politikalarından hangilerinin hangi stratejilerle uygulanacağı konusu ülkemizde bir ulusal istihdam politikası olup olmadığıyla yakından ilişkilidir. A. Pasif İstihdam Politikaları Pasif istihdam politikaları gelir desteği sunan politikalar ve geçici işsizliğe yönelik politikalar olarak ele alınabilir. Çalışmamız açısından özellikle gelir desteği sunan politikalar önem arzetmektedir. 1. Gelir Desteği Sunan Politikalar Gelir desteği sunan politikalar; işsizlik sigortası, sosyal yardımlar, iş paylaşımı ve kıdem tazminatı ve erken emeklilik uygulaması olarak ele alınabilir. a. İşsizlik Sigortası Gelir desteği sunan pasif istihdam politikaları aktif istihdam politikalarından bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu anlamda pasif 50 istihdam politikalarının aktif istihdam politikalarına zaman kazandırıcı, yaraları sarıcı ciddi etkileri sözkonusudur. Pasif istihdam politikalarının önemli ayağı olan işsizlik sigortasının iki temel unsuru vardır. Bunlardan biri işsizlik tazminatı diğeri ise işsizlere yönelik sosyal yardımlardır. İşsizlik sigortası kapsamında verilen işsizlik tazminatının miktarı ve verilme koşulları da dahil uygulama ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Uzun dönemde çalışanların da yararına olabilecek yapısal değişikliklerden etkilenerek işini kaybeden çalışanların satın alma gücünü korumayı hedef alır. İnsanlar yaşamlarını idame ettirmek amacıyla cari şartlarda mevcut olan fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek, bunları giderebilmek amacıyla belirli bir bedel ödemek ve bu bedeli ödeyebilmek için de çalışmak zorunluluğu duyarlar. Çalışma aktivitesi tarihsel süreç içinde zaman zaman hakir görülmüşse de (Örneğin Roma İmparatorluğu döneminde çalışmanın asillerin göstermesi gereken bir faaliyet olmadığı, aşağılayıcı bir faaliyet olduğu ve toplumun düşük katmanlarınca yapılması gerektiğine inanılmaktaydı) genel olarak tüm toplumsal düşünceler, tüm dinler çalışmayı üstün ve yararlı bir aktivite olarak görmektedir. Günümüzde çalışmanın bireyleşme ve sosyalleşme açısından da önemli olduğuna inanılmakta ve çalışma aktivitesinin ekonomik sonucu kadar sosyal psikolojik sonucu da önemsenmektedir. Çalışmak; hem ekonomik, hem sosyal hem de psikolojik bir ihtiyaçtır. Çeşitli nedenlerle işsiz kalan insanların mağdur olmalarını önlemeye dönük ve zorunlu sigorta kolu olan işsizlik sigortası işsiz kalmanın yaralarını önleyici ve toplam talepteki destabilizasyonu kırıcı pasif bir istihdam politikası olup çalışma yaşamından alıkoymayı değil çalışma yaşamından kopmamayı hedefler. 1961 Anayasasının 42.Maddesi; 1980 Anayasasının da 49. maddesi çalışma hakkı ve ödevine ilişkindir. Anayasanın 49.Maddesinde “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü yer almaktadır. “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam 51 yaratmak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü de çalışma hakkının devlet otoritesi tarafından korunduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu hak kimi zaman doğal kimi zaman da olağanüstü nedenlerle kullanılamamaktadır. Toplumların değişen üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkan modern çalışma yaşamı toprağa bağlı üretimi değiştirmiş ve üretim unsurları olan toprak, emek ve sermayenin yanısıra müteşebbis ya da teşebbüs unsurunu ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs unsurunun ortaya çıkması aynı zamanda üretimi oluşturan unsurların, bu unsurlardan biri olan müteşebbis tarafından düzenlenmesi anlamına geliyordu ki bu düzenleme faaliyeti özellikle endüstri devriminin ilk yıllarından başlamak üzere hesapların emek yani insan unsuru üzerinde yapılmasına neden olmuştur. İşte emek unsuru üzerinde yapılan bu düzenlemeler aslında 20.yüzyıla damgasını vuran ve sosyal maliyeti oldukça yüksek çalkantıların sebebi olmuş, bu çalkantıları da Avrupa demokrasisinde önemli mihenk taşları olan çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler izlemiştir. İşsizlik Sigortası (Unemployment Insurance) bu düzenlemelerin en önemlilerinden biridir ve ülkemizde de uzun yıllar tartışılarak gecikmeli ve eksik de olsa yasal anlamda çalışma yaşamına girmiştir. İster gizli işsizlik şeklinde olsun, ister devri, konjonktürel, kronik, teknolojik, bünyevi olsun veya geçici olsun kesin olan şey işsizliğin sosyal ve kişisel bir yara olduğudur. Modern toplumlar İşsizlik Sigortasını işte bu yaranın bir tedavi biçimi olarak görmüş ve kendi bünyelerine uygun işsizlik sigortası düzenlemelerini yapmışlardır. İşsizlik Sigortası; bir iş yerinde çalışmakta iken, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına rağmen, kendi istek ve kusuru dışında işini kaybedenlere, uğradıkları gelir kayıplarını kısmen de olsa karşılayarak zor duruma düşmelerini önleyen, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren, Devlet tarafından kurulan zorunlu bir sigorta koludur. Yukarıda yer alan işsizlik kavramının tanımı dikkate alındığında işsizlik sigortasının bir risk türü olan işsizliğin yarattığı ekonomik ve sosyal buhranın önüne geçmek ve toplumsal 52 barışı sağlamak amacına yönelik olduğu görülecektir. Ülkemizde 25.08.1999 tarihinde kabul edilen, 08.09.1999 tarih ve 23810 Sayılı ile Resmi Gazete ile yayımlanan 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile İşsizlik Sigortası zorunlu bir sigorta kolu olarak çalışma hayatımıza girmiş bulunmaktadır. b. Sosyal Yardımlar Ciddi bir sosyal yara olan işsizliğin olumsuz sonuçlarını bertaraf etmeye yönelik ve istihdam artırıcı faaliyetlerin dışında ele alacağımız diğer uygulama da sosyal yardımlardır. Yoksulluğu azaltmayı ya da kısmen önlemeyi hedef alan sosyal yardımlar işsizliğe bağlı yoksullaşma durumunda sosyal yaranın derinleşmesini engeller. İşini kaybedenleri ve ailelerini hedef alan sosyal yardımlar kamudan kazanma temeline dayalıdır. Bu anlamıyla istihdam politikalarından çok sübvansiyon olarak adlandırdığımız kamu harcama politikalarını daha çok ilgilendirir. Ülkeden ülkeye uygulama biçimi değişen sosyal yardımlar, işsizlik sigortası kapsamına girmeyen işsiz ve/veya yoksuları hedef alır. Genellikle devletlerin sosyal güvenlik sistemlerinin bir parçası olan sosyal yardımlar diğer aktif ve pasif istihdam politikaları ile eşgüdüm içinde yürütülmektedir. İş piyasasının daha sağlıklı işlemesi için sosyal yardım yapılan kesimin kamudan değil piyasadan gelir etmesine yönelik mikrokredi çalışmalarında bu kesimi öncü yapmak ve bedava geçinmeyi yaşam tarzı haline getirmekten alıkoymak gerekir. Mikrokredi uygulaması işsizliğin açtığı sosyal yaraları kapatmayı hedefleyen pasif istihdam politikalarına yönelik harcamaların asgariye indirilmesini hedefler. Nitekim mikrokredi mesleklendirme programlarını zorunlu kılacaktır. Bu da doğal olarak işsizlikten kaynaklı sosyal yardımların ağırlığını azaltacaktır. İşsizlik tazminatı ve sosyal yardım alan işsizlerden oluşturulacak veri tabanı mesleklendirme ve mikrokredi verilerek kendi 53 hesabına çalışmaya ve üretime teşvik edilecek olan potansiyel müşterilere ilişkin veri tabanının da başlangıcı olacaktır. c. İş Paylaşımı (Job Sharing) Öz anlamıyla, iki ve daha fazla çalışanın tam gün işle ilgili ana vazifeyi kendileri için tanımlanmış bir kısmi çalışma pozisyonu olmamasına rağmen aralarında paylaşarak ve işin kendi bütçesi dışına çıkmadan esnek zamanlı olarak çalışmaları “İş Paylaşımı” dır. İş paylaşımının gerçekleşebilmesinde çalışan ile işveren veya temsilcisi arasında bu yönde bir anlaşma olması gerekmektedir. Moral, motivasyon ve verimlilik açısından yararlı olduğu zaman zaman iddia edilmektedir. Pasif istihdam politikaları kapsamında ele aldığımız bu çalışma tipinde gereken verimin alınabilesi paylaşımın her bir tarafındaki çalışanların işin genel durumuna uygun olarak seçilmiş olmasına bağlıdır. İş paylaşımı özellikle yeni başlayanların işbaşı eğitim dönemlerinde iyi bir çözüm olarak görülebilir. İş paylaşımı, tam gün süreli bir işin ve onun sağladığı yararların birden fazla işçi tarafından paylaşılmasıdır. İş paylaşımı, tam gün süre ile çalışmanın avantajları ile kısmi süreli çalışmanın yararlarını birleştiren bir sistemdir. Bu modelde, hizmet ediminin yerine getirilmesi, birden çok sayıdaki işçi tarafından paylaşılıp üstlenilmektedir. Bir başka deyişle “tam gün” niteliğindeki bir işin yapılması birkaç işçi tarafından günün belirli saatlerinde sırasıyla işe gelinerek gerçekleştirmekte ve bu iş için öngörülen ücret ve diğer sosyal haklar işi paylaşan işçiler arasında paylaştırılmaktadır. İşi paylaşan işçilerin her biri ile işveren ayrı ayrı iş akdi yapar. İş paylaşım sözleşmesinde kimin ne zaman çalışacağına işçiler karar verir. İş paylaşımı ilk olarak ABD’de uygulanmış, daha sonra Avrupa’da denenmiştir. İş paylaşımı paylaşımın türü açısından üç ayrı anlamda söz konusu olabilmektedir. Bunlardan ilki parçalara ayrılmamış bir görevde toplam sorumluluğun paylaşılması, ikincisi sorumlulukların bölünerek paylaşılması, 54 üçüncüsü ise aynı departmanda görev alınmasına rağmen işin tamamen birbirinden ayrılmış bölümlerinin ayrı ayrı paylaşılmasıdır. İşin şekli ve çalışanların kalifikasyonu dikkate alınarak bu paylaşım türlerinden uygun olanını uygulamak suretiyle tam zamanlı çalışmaya kıyasla daha yüksek verim alınabilir. d. Kıdem Tazminatı ve Erken Emeklilik Kıdem tazminatının temel amacı işten çıkarılan işçiyi ödüllendirmek değil işvereni işten çıkarmaktan caydırmasıdır. Bu anlamda iş güvencesi oluşturmayı hedefler. İşletmelerde işe yeni adam almanın ücret dışı maliyetlerini azaltması ve istikrar sağlaması anlamında oldukça yararlıdır. Zira işverenler işten çıkaracakları işçiye kıdem tazminatı ödeyeceklerini bildiklerinden verimsizlik ya da yetersizlik gibi bir nedenle çıkarıyorlarsa bundan vazgeçip işçiyi eğitmeyi ve daha verimli hale getirmeyi seçmektedirler. Bu da yapılamıyorsa performansına uygun bir birimde istihdam ederek sorunu gidermeye çalışmaktadırlar. Bu durum çalışanlar açısından da bir kariyer planlaması olanağını ortaya çıkarmaktadır. Pasif istihdam politikalarından erken emeklilik; yaşlı çalışanları istihdam etmek yerine erken emeklilik olanağı sağlayarak yerlerine yeni istihdam sağlamayı hedefler. Böylece hem işsizlik azaltılmış hem de yaşa bağlı olarak verimlilik artırılmış olur. Yaşlı çalışanlar da emeklilik olanağına kavuştuğundan herhangi bir mağduriyetleri söz konusu olmaz. Toplamdaki maliyeti oldukça yüksek olan erken emeklilik programının aktüaryal dengeler açısından zararlı olmasını engellemek amacıyla bu tarz programlarda nüfusun demografik yapısı dikkate alınmalıdır. Erken emekli edilen kesimin toplam katma değere katkısının esnek çalışma modelleriyle sürdürülmesi de hem maliyeti düşürmek hem de erken emekli edilenlerin aktif yaşlanmalarını sağlamak açısından önemlidir. Kuşku yok ki ülkemiz gibi genç nüfus yapısına sahip ve sosyal güvenlikte ciddi açıklar veren ekonomilerde 55 bu tarz programların yaratacağı toplam maliyet işsizliğin azaltılmasına sağladığı katkıdan kat kat yüksek olacaktır. Mikrokredi ile başarılı bir kendi hesabına çalışma programının erken emekliliğe ihtiyaç doğurmayacağı kuşkusuzdur. Çünkü aslolan istihdamın arz cephesini genişletmek ve bu yolla da toplam katma değeri artırmaktır. Yeni iş alanları yaratmadan mevcut arz seviyesini yaşlı ve gençler arasında dönüşümlü paylaşmak değildir. Deyim yerindeyse büyük fabrikalar kuramayınca küçük fabrikalar kurmaktan, küçük fabrikalar kuramayınca çok küçük (mikro) fabrikalar kurmaktan vazgeçmemek gerekir. 2. Geçici İşsizliğe Yönelik Politikalar Bu tarz politikalar geçici işsizlik dönemlerinde işsizliğe ve/veya yeni işe uyum, süreci hafifletme ve yeni işlerle ilgili bilgi alabilme şeklinde geçici olarak uygulanabileceği gibi, geçici işsizlik devam eden bir süreç olduğundan diğer bir deyişle iş bulma süreleri ve işsiz kalma dönemleri her fert için farklı olduğundan uzun dönemli ve süreklilik gösteren bir politika olarak da sürdürülebilir. Geçici işsizliğe yönelik politikalar genellikle aktif ya da pasif istihdam politikalarının dışında ele alınırlar. Ancak kanaatimizce direkt istihdam yaratmaya dönük olmamaları ve geçici durumların karşılanmasını hedeflediklerinden pasif istihdam politikalarının içinde yer almaları gerekir Geçici işsizliğe yönelik programlar ülkeden ülkeye değişmektedir. Özellikle iş değiştirme hızının yüksek olduğu iş piyasalarında bu politikaların süreklileştirilmesine ve sistemin bir parçası haline getirilmesine ihtiyaç vardır. Ülkemizde ise iş piyasasına işlerlik kazandırma ve tam bilgilendirme çalışmalarını bu anlamdaki politikalar olarak ele almak mümkündür. 56 a. Genel İstihdam Hizmetleri ve Toplu İşten Çıkarmaların Önlenmesi Geçici işsizliğe yönelik pasif istihdam politikalarından genel istihdam hizmeti daha ziyade istihdam danışmanlık hizmetlerini içerir. İşe yerleştirme, iş danışmanlığı ve işe yerleştirmede aracılık hizmetlerini içeren programlardır. Bu tarz politikalar işsizlik süresini kısaltmaya yöneliktir. İşsiz kalan ve gelir desteği süren işsize uygun iş bulunmasına yönelik faaliyetleri kapsaması ve bu anlamda aktif istihdam politikalarına zemin hazırlaması açısından önemli programlardır. Bu tarz bir politikanın başarısı, başarılı bir iş piyasası bilgilendirmesine, bilginin ulaşılabilirliğine, nitelikli ve niteliksiz istihdamın yapısına ve aynı zamanda münhal işlerin durumuna ilişkin sağlıklı veri tabanları oluşturulabilmesine bağlıdır. Özellikle çalışanlara yönelik işe uyum programları ve verimlilik artırıcı programlar ile işverene toplu işten çıkarmanın dışında seçenekler sunulabilmesine yönelik girişimler ve hatta toplu işten çıkarmaların men edilmesine yönelik hukuki düzenlemeler bu kapsamda ele alınabilir. Toplu işten çıkarmaların önlenmesine yönelik programların toplu işten çıkarma olasılığı ortaya çıkan işyerlerinde ve işten çıkarma öncesinde uygulanması ideal olduğundan özellikle sendikalarla birlikte yürütülmesi gereken bu programların da piyasanın yakından izlenebilmesiyle ciddi ilişkileri söz konusudur. Dolayısıyla aynı zamanda mikrokredi programları açısından da oldukça önemli olan; tam, doğru ve akışkan bilgi burada da oldukça önemlidir. 57 b. Bölgesel İşgücü Hareketlerinin Düzenlenmesi ve Yoğun İş Arama Programları İşgücünün, talebin yetersiz olduğu alanlardan talebin yoğun olduğu alanlara kaydırılması, işletmelerde ve ciddi ölçüde yapısal ekonomik olarak gerileme değişmelerin yaşandığı gösteren bölgelerde yoğunlaştırılması gereken bu politikalar sağlıklı bir coğrafi seyyaliyet sağlanmasını ve kontrolünü esas alır. Piyasa dinamikleri içinde özellikle büyük kentlere göç şeklinde zaten izlemekte olduğumuz bu doğal sürecin öngörülebilmesi ve proaktif politikalarla yönlendirilmesi bu tarz politikaların özünü teşkil etmelidir. Dengesiz kalkınma modellerinden kalkınma kutupları oluşturulması modelinin içinde yer alan bu politikalar, az gelişmiş yerlerde istihdam yaratmaya yönelik politikaların sonuç vermeye başlamasına kadar geçen süre içinde işsizliğin hafif etkilerle atlatılmasına yöneliktir. Özellikle gençler için uygulanacak bölgesel işgücü hareketliliğine yönelik politikalar aynı zamanda alışılageldik yaşam alanlarının terkedilip yeni bir yaşamın oluşturulması anlamı da taşıdığından ortaya çıkabilecek kültürel sorunların da bu konsept içinde ele alınmaları gerekmektedir. Yaşlı çalışanların coğrafi mobilitesi ise kültürel alışkanlıklar nedeniyle oldukça zordur. Yoğun iş arama hizmetleri istihdam danışmanlık hizmetlerinden farklı olarak iş arama becerisi fazla olmayan kişilerde ve uzmanlık gerektiren alanlarda çalışan kişilerde uygulanması gereken programları içerir. Klasik istihdam danışmanlık hizmetlerinin dışında ele alınması gerekir. Özellikle pazarlanabilir becerisi olan veya işinin ciddi ölçüde uzmanı olan kişilerin yaşadığı geçici işsizlik dönemlerinde uygulanması gereken programlardır. Bu programlar çerçevesinde gençler ve uzun dönemli işsizler 58 tarafından iş arama kulüplerinin kurulması, iş arama seminerlerinin düzenlenmesi ve buna benzer faaliyetlerin organize edilmesi düşünülebilir. 3. Pasif İstihdam Politikalarının Olumlu ve Olumsuz Etkileri Pasif istihdam politikaları istihdam yaratmaktan ziyade gelir desteği sunan politikalardır. Bu nedenle yoksulluğun derinleşip bir sosyal patlamaya dönüşmesini engeller ve politika yapıcıya zaman tanırlar. İşsizlik sigortası ve kıdem tazminatı işini kaybedenlerin, işsizlik yardımı ve erken emeklilik de işi olmayanlara dönük geçici ama kalıcı uygulamalara da zemin ve fırsat hazırlayan politikalardır. Ancak pasif istihdam politikalarının, varoluş gayelerine aykırı biçimde bedava geçinmeyi alışkanlık haline getirmiş olanların keşfettiği bir kaç bedava kaynak haline dönüşmemesi gerekir. Ne yazık ki ülkemizde asgari ücretle tam mesai yorularak çalışanlar var olduğu gibi, devlet, bazı hayır kurumları ve vakıflar aracılığıyla hiç çalışmadan asgari ücretin üzerinde bir standart yakalayanların da varolduğunu bilmek ve pasif istihdam politikalarını çalışmayı cezalandırmayacak bir seviyede tutmak gerekir. B. Aktif İstihdam Politikaları Aktif istihdam politikaları temel olarak istihdamı yaratmak ve mevcudu korumak, işletmeleri geliştirmek ve rehabilite etmek ve ulusal düzeyde istihdam geliştirici çalışma ve programları esas alır. Aktif istihdam politikalarının özellikle artan istihdam düzeyinin korunabilmesi açısından sistematik ve kalıcı olmaları esastır. 1. İstihdam Yaratmaya ve İstihdamı Korumaya Yönelik Politikalar İstihdam yaratmaya yönelik politikalar işgücü arz ve talebinin uyumlaştırılmasına yönelik politikalar olmalarına rağmen farklılık arzederler. 59 Bu politikalar işgücü arz ve talebinin yetersiz eşleştirme nedeni ile uyumlu hale gelmediği veya işgücü arz ve talebinin işgücünün mahiyeti nedeni ile örtüşmediği durumlarda devreye giren politikalardır. Adından da anlaşıldığı üzere işgücü talebi yaratmaya yönelik politikalar olup üretim ve büyüme sonucunda münhal iş oluşturmayı ve iş gücünün nitelik olarak münhal işlere uygun kalifikasyona sahip kılınmasını hedeflerler. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir yandan sermaye birikimi sağlayarak münhal işler oluşturmak diğer yandan da iş piyasasında çalışma çağına gelenlerin bu işlere uygun niteliklere kavuşmasını sağlayarak çalışma yaşamına dahil etmek amacına yönelik bu politikalar detaylandırılabilmekle beraber genelde aşağıda ele alacağımız politika ve programlardan oluşurlar. a. Küçük İşletmelerin Geliştirilmesi ve Rehabilitasyonuna Yönelik Politikalar Bu programlar tezimizin ana konusu olan mikrokrediler açısından da oldukça önemli programlardır. Özellikle küçük işletmelere, kendi işini kuracaklara yönelik eğitim, teşvik ve danışmanlık çalışmaları istihdamın artmasına ciddi katkı sağlar. Özellikle küçük işletme sahiplerinin eğitim düzeylerinin göreli olarak düşük olması bu işletmelerde ileriye dönük vizyon oluşturulabilmesini güç hale getirmektedir. Nitekim KOBİ’ler bile KOSGEB kredileri için talep edilen stratejik yol haritaları hazırlayıp KOSGEB veri tabanına kaydolabilmekte ciddi ölçüde zorlanmışlar ve bağlı bulundukları Sanayi ve Ticaret Odaları’ndan danışmanlık desteği almak zorunda kalmışlardır. Özellikle eğitim ve vizyon yetersizliği nedeniyle yarattıkları küçük çaplı istihdam düzeyini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilen küçük işletmelerin danışmanlık desteği olmadan ayakta kalabilmeleri oldukça güçtür. Ülkemizde bu alandaki yetersizlik özellikle kırsal kesimlerde mikrokredi programlarının devreye girmesinde yaşanan gecikmenin de asıl 60 nedenidir. Devlet, ticari alanda düzenleyici ve rehberlik edici olmaktan ziyade hesap sorucu ve gelir paylaşıcı olarak varlığını ortaya koymaktadır. Bu tarz programların özellikle kendi işini kurmuş orta yaşlı ve eğitimli işletme sahiplerinin işlerini koruma hususunda yoğunlaşmaları ivedilikle düşünülmelidir. Her küçük işletmenin daha büyük girişimlerin tetikleyicisi ve ortağı olabileceği unutulmamalıdır. Bu tarz programların yürütülmesinde sivil toplum kuruluşlarının desteği alınmalıdır. Ülkemizde büyük işletmelere ve KOBİ’lere dönük çalışmalar hem devlet hem de piyasa (Bankalar, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler vs.) tarafından algılanmış olmasına rağmen küçük ve/veya mikro işletmeler açısından bu pek iç açıcı değildir. Özellikle tarımsal üretimin halen yüksek olduğu ülkemizde bu tarz çalışmalar çok daha önce yapılmalıydı. b.Yerel Ekonomik Gelişme Programları Hangi bölgede ve hangi alanlara yeni yatırımlar yapılması gerektiği, ekonomik gelişmenin ağırlıklı olarak hangi sektörlere dayanacağı öngörüsünün yerel bazda algılanmasını ve uzun dönemde göçü ve işsizliği önleyici yerel projelerin ortaya konulmasını hedefler. Genellikle Valilikler ve Belediyeler tarafından çoğunluğu akademisyenlere yazdırılan yerel kalkınma proje kitapçıkları şık bir durumu ifade etmekle beraber bu konuda atılacak adımları ortaya koyacak yerel irade genelde oluşmamaktadır. Yerel bazda oluşturulabilecek, o yörenin ekonomik yapısına ve geleceğine ilişkin sağlıklı veriler ile öncelikli yatırımların fizibilite etüdlerini içeren hazır veri bankaları yeni yatırımcıları ciddi ölçüde cezbeder. Bu tarz çalışmalar sonucunda özellikle küçük illere çekilebilecek güçlü yatırımlar o illerdeki gelir desteği harcamalarını ciddi ölçüde azaltacak ve yöreye piyasa alışkanlığı kazandıracaktır. Kamudan değil piyasadan kazanma alışkanlığı, kazanılan refleksler ve melekeler nedeniyle kendi kendini katlayarak artıran 61 bir özelliğe sahiptir. Mikrokredi bu reflekslerin oluşmasına başlangıç sermayesi (start-up capital) sağlar. c. Kamu Yararına Çalışma Programları Özellikle uzun süren yoğun işsizlik durumunda beceri erozyonunu ve sosyal sıkıntıları bertaraf etmek amacıyla, kamuya ait bölgelerin alt yapı geliştirme işlerinde istihdam sağlayan programlardır. Bu tarz programlar normalleşmeyle beraber belli sayıda insan için uzun dönemli düzgün işe (Decent Work) dönüşebilir. Bu programların başlangıç hedefi sosyal gayelerle istihdamı destekleyip gelir desteği sağlamak iken, beceri kazanan müstahdemlerin zamanla yeni girişimlerde bulunabilmesini yahut piyasada bir işe girerek piyasadan kazanmasını da sağlayabilir. Bu tarz programlarda özellikle kısa süreli işlerde niteliksiz ya da yarı nitelikli kişileri çalıştırmak çift yönlü fayda sağlar. Hem nitelikli işgücü kısa süreli işlerle meşgul edilip ardından mağdur edilmiş olmaz hem de niteliksiz işgücüne nitelik kazandırılmış olur. Bu tarz programların kamuya maliyeti yüksektir. Kamu yararına olan işlerin özel firmalar aracılığıyla yapılması durumunda bu programlar daha başarılı olurlar. Çünkü özel firmalar kamu yararına işlere bağımlı olmadığından çalışanlara süreklilik arzeden iş sağlama imkanına sahiptirler. 2. Genel Aktif İstihdam Politikaları Genel aktif istihdam politikaları iş piyasasının düzenlenmesini esas alır. İstihdamın korunması ve işsizliğin azaltılması anlamındaki düzenlemeler; piyasadaki bilgi akışı, çalışma yaşamında esneklik, ücret seviyesinin ve sosyal güvenliğin düzenlenmesi bu anlamda genel aktif istihdam politikaları içinde yer alır. 62 a. İşgücü Piyasasında Bilgi Sistemi Düzenleme Politikaları Ülkemizde yeterli bir ulusal istihdam politikasına ciddi ölçüde ihtiyaç vardır. Bu anlayış içinde yürütülecek bir ulusal istihdam politikasının olmazsa olmazı İşgücü piyasasına ilişkin tam, doğru ve akışkan bilgidir. Özellikle 1990’lardan sonra ülkemiz de diğer gelişmekte olan ülkeler gibi piyasa ekonomisine geçişi yoğun özelleştirme programlarıyla hızlandırmış ve özelleştirme ve demografik yapı gibi nedenlerle hızla artan istihdam sorunlarını da çözmek için ciddi çaba sarfetmiştir. Ulusal İşgücü Piyasası’na ilişkin bilgilerin toplanması göründüğünden daha zor ve zahmetli bir iştir. Bu bilgilerin işlenmesi ve kullanıcılarına sunulması bilgilerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesine bağlı olduğundan tam ve doğru olmayan bilginin akışkan olmasının sağlanması çok anlamlı değildir. Özellikle bilgi işlem alanındaki gelişmelerle istatistiki veri depolama alanındaki gelişmeler e-devlet projesi ile birleşip ciddi sonuçlar oluşturulabilir. Özellikle ülkemizin hem demografik hem de ekonomik yapısına ilişkin veriler farklı farklı birimlerde oluşturulmuş ancak bu bilgilerin işlenebilir şekilde bir araya getirilmeleri sağlanamamıştır. Oysa veri depolama (data warehouse) ve depolanan verilerden veri madenciliği (data mining) yoluyla kullanılabilir sonuçlar elde etmek diğer bir deyişle enformasyon-veri-bilgi-çözüm (Information-data-knowledge-solution) süreciyle bilgiyi toplumsal yaşama hizmet eder hale getirmek oldukça önemli hale gelmiştir. Aksi takdirde kütüphaneler, kurumlar ve bilgisayar hafızalarında depolanan bilgiler anlamsız ve önemsiz hale gelir. İşgücü Piyasası Bilgi Sistemi Politikaları aktif istihdam politikalarının bir parçası olmasına rağmen hem aktif hem da pasif istihdam politikalarına zemin oluşturmaktadır. İşgücü piyasasında şeffaflığın sağlanması, bilgiye ulaşmanın maliyetinin düşürülmesi başarılı bir bilgi sistemi oluşturulmasına bağlıdır. 63 Avrupa Ülkelerinde İşgücü piyasası bilgi sistemi uzun bir süreden beri kurulmuş olup kullanıcılarına hizmet vermektedir. Ülkemizde bu çalışmalar arzu edilen bir noktaya ulaşmamıştır. Kanaatim odur ki tıpkı Ulusal Sermaye Piyasasını ve Özel Emeklilik Fonlarını denetlemek ve gözetlemek amacıyla kurulmuş olan Sermaye Piyasası Kurulu ve Emeklilik Denetim ve Gözetim Merkezi gibi, Ulusal İşgücü Piyasası Denetim ve Gözetim Sistemine ve Merkezi’ne ihtiyaç vardır. Sermaye piyasası ve özel emeklilik piyasası yeterince derin olmayan ülkemizde bu piyasalar denetim ve gözetim altında iken oldukça genç nüfus yapısına sahip ve derin bir işgücü piyasası olan ülkemizde böyle bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Çünkü ulusal ekonomimizin makro ekonomik anlamdaki en önemli sorunu işsizlik sorunudur. b. İşgücü Piyasası Uyum Politikaları İşgücü piyasasına ilişkin yasal düzenlemelerin piyasanın ve iş yaşamının gereklerine uygun, farklı mevzuat unsurlarının birbirleriyle uyumlu, kendi içinde tutarlı, yeterli esnekliğe sahip ve günün gereklerine uygun olarak yenilenebilirliğine yönelik düzenlemeleri içerir. İşgücü piyasası uyum politikalarındaki başarı aynı zamanda bir ülkenin çağdaşlığının en önemli göstergelerinden biridir. Uluslararası standartların önem kazandığı küresel ekonomide piyasa ekonomisini seçen ülkeler aynı zamanda uluslararası piyasaya da uyum göstermek zorundadırlar. Bu zorunluluk sadece ekonomik bir gereklilik olmayıp aynı zamanda imzalanan uluslararası anlaşmalara dayanmaktadır. İşgücü uyum politikaları hem devleti, hem işveren kesimini hem de işgücünü bağlayan ve belli ölçüde zorlayan politikalardır. Adeta iş piyasasının kurumsallaşmasının ve derinleşmesinin esası başarılı işgücü piyasası uyum politikası yürütülmesine bağlıdır. İşgücü piyasası uyum politikaları özellikle kriz ve krizden çıkış dönemlerinde işverenlerin ve çalışanların birlikte süreci atlatabilmelerine 64 yönelik olmalıdır. Katı ve tek taraflı mevzuat özellikle ekonomik kriz dönemlerinde korunuyor gibi görünen emek kesimine de ciddi zararlar vermekte ve krizden çıkışla ilgili olarak işbirliği yapma olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. İş piyasası uyum politikalarının önemli bir altyapısı da toplumsal destektir. Çünkü gerekli mevzuatı ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya koymak, yasama organını harekete geçirmek, mevzuatı ortaya koyduktan sonra geri bildirim ve yeniden düzenleme sağlamak, piyasanın düzenlemelere doğru reaksiyon ve algılama gösterebilmesini sağlamak göründüğünden çok daha zordur. İnsanlar kendileri için oldukça yararlı olacak değişimleri bile mevcut alışkanlıklarının yarattığı endişeden dolayı kabullenmekte zorlanırlar. Bu nedenle iş piyasası toplumsal konsensüse en fazla ihtiyaç gösteren piyasadır. Çünkü hem temel sujesi hem de objesi sermaye piyasasından farklı olarak para ya da sermaye değil insandır. Ancak bu güne kadar sermaye piyasasından çok daha fazla ihmal edilmiş olması ve makro ekonomik tartışmalarda geri planda tutulması, istihdam yaratıcı faaliyetlerin ekonomik anlamda sadece risk sermayesi (Joint Venture) ile ifade edilmesi anlamlıdır. Konu ya daraltılarak sığlaştırılmış ya da aşırı genişletilerek soyutlaştırılmış ve ütopikleştirilmiştir. İşgücü piyasası uyum politikaları, genel hatlarıyla; İş güvencesi ve ücret seviyesine ilişkin düzenlemeler, çalışma yaşamında esnekliğe ilişkin düzenlemeler22. c. İş Güvencesi ve Ücret Seviyesine İlişkin Düzenlemeler Özellikle ekonomik koşulların zorladığı dönemlerde koşulların daha da kötüleşmemesi için işverene iş güvencesi ve ücretlere ilişkin konularda inisiyatif tanınmasını zorunlu hale getirir. Ancak bu durumun işçilere ve topluma kabul ettirilmesi her zaman kolay değildir. Ekonominin normal 22 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.57 65 zamanlarda çalışanlar iş sahiplerinden ve toplumdan özveri beklerken ekonominin olağanüstü dönemlerinde ise bu özveri çalışanlardan beklenebiliyor. Bu tarz politikaların izlenmesi zorunlu hale geldiğinde; geçici gelir desteğinin sağlanması, bu sürecin diğer aktif istihdam politikalarıyla desteklenmesi ve bu yolla işini kaybedenlerin kısa sürede tekrar işine yahut yeni bir işe dönmesinin sağlanması oldukça önemlidir. d. Çalışma Yaşamında Esnekliğe İlişkin Düzenlemeler Çalışma yaşamında esneklik sağlayan düzenlemeler işgücü piyasası uyum politikalarına ilişkin diğer düzenlemelerdir. Esnek çalışma koşullarına ilişkin düzenlemeler çalışma yaşamının değişen koşullara uygun hale getirilmesine dönük olduğundan esnekliğe yöneltilen eleştiri ya da övgüler aslında esnekliğin kendisine değil algılanış ve uygulanış biçimine yapılmaktadır. Çünkü adından da anlaşıldığı gibi esneklik pozitif sonuç yaratma amacına dönük hareket alanı yaratılması anlamında ele alınmaktadır. Bir duruş ya da temayülü ifade etmemektedir. Ekonominin, durgunluk (resesyon), yüksek enflasyon ya da devalüasyon gibi nedenlerle kriz sürecine girdiği durumlarda demografik faktörlerin de tetiklemesi sonucunda katı çalışma koşullarını sürdürmek ya imkansız hale gelmekte ya da krizi derinleştirici etki yaratmakta ve ekonomik buhranın sosyal buhrana dönüşmesine neden olmaktadır. Çalışma yaşamında katılık, nihayetinde kısmen ekonomimizde çok tartışılan “Kayıtdışı İstihdama”, kısmen de istihdamdan kaçınmaya yol açmaktadır. Bu durumda elinde fon bulunduranlar katı çalışma koşullarını gerekçe göstererek bu fonları reel ekonomiden kaçırmakta bu da “sembol ekonomisi” ya da “manipülatif ekonomi” ye yol açmaktadır. Ekonomideki kırılganlıklar bu yolla dolaylı olarak tetiklenmekte, istikrar tehlikeye 66 düşmektedir. Böylesi bir ulusal ekonomi de eğer yeterli derinliğe ya da hacme sahip değilse, uluslararası alanda likidite tercihine göre iç piyasada da psikolojik beklenti ve tepkilere göre şekil almaktadır. Bu durumda “ekonomik kriz” bir doğal sonuç olmaktan ziyade adeta spekülatörler tarafından tetiklenen bir uluslararası enstrüman haline gelmektedir. Esas olan iyi işleyen bir iş piyasasında, kurum ve kuralları olan ve üreten bir ekonomidir. İşgücü piyasası uyum politikalarından esneklik politikası, anarşi ve kaos anlamında bir serbesti olarak algılanmamalıdır. Özellikle tarafların rızası ve uzlaşma ile ortaya konulacak bir esneklik olumlu sonuçlar yaratır. Zorlu dönemleri aşmak konusunda taraflara manevra olanağı sağlar. Özellikle çalışma sürelerinde esneklik işçi çalıştırma ihtiyacı duyan ancak kazancı tam zamanlı işçi çalıştırmaya yetmeyen firmaların üretimden vazgeçmelerini engellediği gibi tam zamanlı iş bulamayanlar için az da olsa gelir sağlar. Ekonomik durgunluk dönemlerinde durgunluktan aynı zamanda istihdamı koruyarak çıkabilmek ancak esnek zamanlı çalışma ile mümkün olacaktır. Ancak sadece çalışma sürelerinde değil aynı zamanda ücretlendirme ve iş güvencesi gibi konularda esneklik talebi ve bu esnekliliği süreklileştirme eğilimi de işveren kesimi tarafından zaman zaman ortaya konulabilmektedir. Bu durum iş piyasası açısından bir risktir ve doğru algılanması oldukça önemlidir. Teknolojik gelişme, küreselleşme, yüksek rekabet ve ekonomik bunalımların yoğunlaştığı son yıllarda çalışma yaşamının gündemine giren “Esneklik”, çalışma yaşamının tarafları ve sendikaları tarafından müzakere masalarına da getirilmeye başlanmıştır. Esnekliğin iddia edildiği gibi, teknolojik gelişmenin kaçınılmaz sonucu mu olduğu, yoksa gelişen ve değişen koşullar karşısında elde bulunan ve çalışma yaşamındaki çalışma kültürünün değişimi sonucunda ortaya çıkan bir çalışma seçeneği mi olduğu konusu ise tartışılmaya devam etmektedir. 67 Esneklikle ilgili tartışmaların, sistemin tamamlayıcı unsurları olan teknolojik alt yapı, kalifiye eleman, mesleki eğitim, yasalar ile piyasanın ve ekonominin özellikleri gözönüne alınarak değil de, esnekliğin olmaması halinde işletmelerin batacağı, rekabet gücünü yitireceği gibi kanıtlanması çok zor bulunan tezlerle ortaya konulması esnekliği çalışma barışını zedeleyici bir unsur haline getirmektedir. Diğer yandan işsizliğin azaltılmasında esnekliğin bir enstrüman olarak kullanılması tezi ise bilimsel dayanaktan yoksun kalmıştır. Oluşturulacak bir ulusal istihdam politikası içinde esnek çalışma modeline olması gerekenden daha büyük anlam yüklemek bilimsel bir yaklaşım değildir. Esnek çalışma ne işsizliği önlemede bir yaklaşım ne de girişimcilerin rekabet başarısının olmazsa olmasıdır. Ancak katı çalışma ilişkilerinin nefessiz bıraktığı çalışma yaşamına gerekli hallerde nefes aldırabilmeyi hedefleyen bir uygulama olarak yararlı olduğu ise kuşku götürmez bir gerçektir. Özellikle sosyal güvenlik sisteminde gerekli reformları gerçekleştirilememiş olduğu, “düzgün iş” ihtiyacının büyük ölçüde karşılanamamış olduğu ve işsizliğin halen yüksek olduğu ülkemizde iş piyasansın düzenlenmesi açısından esnekliğin ele alınış biçiminde hassasiyet gösterilmesine ihtiyaç vardır23. Toplumsal ilişkiler alanının en önemli kesitlerinden biri olan üretim, sadece teknik bir konu değildir. Üretim süreci teknik bir süreç olmakla beraber; insan uygarlığının hem bugününü hem de geleceğini yakından ilgilendiren iş ilişkileri, üretim ilişkileri, yönetim ve bölüşüm ilişkileri de sözkonusudur. Bu nedenle üretim ilişkilerinin ve üretimi hedefleyen çalışma ilişkilerinin insanileşmesi çağdaş dünyanın bir ideali haline gelmiş, yaşamın her yönüyle insanileşmesi en önemli tartışma konularından biri haline gelmiştir. 23 Şerife Türcan Özsuca; “Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası” s.35. 68 Esneklik kapsamı itibariyle şu şekilde ele alınabilir; Sayısal Esneklik: İşletmelerin kullanacakları işgücü miktarını ve niteliğini belirleyebilme hususundaki esnekliği ve serbestliği ifade eder. PartTime çalışma, İş paylaşımı, geçici çalışma gibi A-tipik istihdam şekilleri, sayısal esnekliğin uygulanmasını kolaylaştırmakta ve artırmaktadır. Zamana Göre Esneklik: Zamana göre esneklik; kadınların, özürlülerin, öğrenci ve emeklilerin daha kolay iş bulmalarına imkân sağlayan işin niteliği gereği tam mesai gerektirmeyen işlerde gereksiz ve verimsiz çalışma ve maliyetlerin önüne geçmek, çalışanlara daha fazla dinlenme olanağı sağlamak amacıyla yapılan esnek süreli çalışmalardır. Kısmi süreli çalışma, kayan iş süreleri, vardiyalı çalışma, telafi edici çalışma, yoğunlaştırılmış iş haftası gibi çalışmalar biçiminde uygulanabilmektedir. Özellikle parça başı işlerde İşçilerin işe başlama ve paydos saatlerini kendilerine göre ayarlayabilmeleri, günlük ve haftalık azami çalışma sürelerinin daha uzun zamana yayılarak yumuşatılması zamana göre esnekliğe örnek verilebilecek uygulamalardır. İşlevsel Esneklik: İşlevsel esneklik; üretim metodları, teknolojik şartlar ve iş yüküne bağlı olarak yeni görev tanımlamaları yoluyla gerektiğinde çalışanlara değişik alanlarda görev ve sorumluluk verebilmeyi (işgücünün esnek kullanımı), uygulamada geçici işçi istihdamı şeklinde görülen ve belirli süreli hizmet akdi, kısmi süreli hizmet akdi gibi çalışmalar (yeni istihdam modelleri) ve çalışmamıza daha önce de değinilen İş (çalışma) paylaşımı uygulamalarını içerir. Evde çalışma, çağrı üzerine çalışma, tele çalışma ve uzaktan çalışma, ödünç iş ilişkisi gibi çalışma biçimleri işlevsel açıdan esnetilmiş çalışma biçimleridir. Ücret Esnekliği: Ücret esnekliği, işletmelerin ücret yapısını ve düzeyini değişen işgücü piyasasına ve karmaşık piyasa ekonomisi şartlarına göre ayarlayabilme keyfiyetini ifade eder. 69 e. İstihdam Odaklı Eğitim Politikaları ve İşbaşı Eğitim Programları Enformasyon teknolojisindeki baş döndürücü değişme ve gelişmeler istihdam edilebilirlik kriterlerini ve buna bağlı olarak da iş yaşamını ciddi ölçüde değiştirmiştir. Üretim teknolojisi, işletmecilik ve yönetim anlayışı, pazarlama kavramı, insan kaynakları yönetimi ve nihayet eğitim ve istihdam gibi konularda yepyeni bakış açıları ortaya çıkmış ve hızla uluslararası standartlara uyabilmeyi ve hatta rekabette üstünlük sağlamayı hedefleyen proaktif yaklaşım biçimleri ortaya çıkmıştır. Teknolojiye yatkın yaratıcı ve yenilikçi bir çalışma ve bunu destekleyecek bir eğitim anlayışı ön plana çıkmıştır. Bu yapı bir değişimden daha ileri düzeyde, toplumsal yaşamın kurum ve kurallarıyla geniş çaplı olarak farklılaşması, toplumun felsefe ve ideolojisinde başkalaşmayı ifade eden bir “dönüşüm” (Mutasyon) olarak ortaya çıkmaktadır. Globalleşme, bölgeselleşme, serbestleşme ve özelleştirme, demokratikleşme ve otomasyon (bilgisayarlaşma) yeni sürece damgasını vurmuş ve uyumu adeta zorunlu hale getirmiştir24. Yenilikçi teknoloji ve bilgi toplumunda yukarıdaki değişmeler olurken sosyo-ekonomik yapı ve buna bağı olarak üretim ilişkilerinde de değişim yaşanmıştır. Sanayileşme ile beraber sanayi toplumlarında hakim olmaya başlayan üretim ve tüketimde ayrışma ve işbölümü, yerini birlikte üretim ve kullanımda paylaşıma; serbest rekabet içinde kar maksimizasyonu, yerini toplumsal yarar ilkesine; sınıflı toplum anlayışı yerini katılımcı diyaloga; parlamenter demokrasi yerini katılımcı demokrasiye; sosyal ayaklanma ve tepki eylemleri (grev, lokavt, iş yavaşlatma, işyerini tahrip etme vs.) yerini yönetime katılma ve diğer sivil arayışlara; klasik işletmecilik yerini sosyal sorumluluğu esas alan müşteri odaklı işletmeciliğe bırakmıştır25. 24 Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim- İstihdam İlişkisi”; Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar; s.53 25 Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim- İstihdam İlişkisi”; Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar; s.60 70 Toplumsal yaşamdaki ve dolayısıyla iş yaşamındaki bu dönüşüm sürekli eğitimi istihdamın en önemli unsuru haline getirmiştir. Çünkü üretime katılacak her yeni kişi en azından kendisine ödenecek ücret ve kendisini çalıştırmaktan kaynaklanan diğer giderlerin toplamı kadar katma değer yaratmak ve bu katma değeri yaratmak için ihtiyaç duyduğu nitelikleri edinmek durumundadır. Bu aynı zamanda adil olmanın da gereğidir. Eşit ücret yerine performansa dayalı ücret sisteminin da zorlaması sonucu çoğul alanda uzmanlaşma önemli bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Uzmanlaşmanın hem sağlayıcısı hem de sonucu ise kimi zaman devletin, kimi zaman işletmelerin kimi zamanda çalışanın bizzat kendisinin finanse ettiği sürekli eğitimdir. Bu eğitim aynı zamanda yatay örgütlenme içinde her an fikri alınabilecek olan ya da ciddi bir sorumluluk alabilecek olan çalışana mesleğine ilişkin teknik gelişmelerin dışında vizyon kazandırmayı da hedef alan çok yönlü bir eğitimdir. Nitekim günümüzde hangi meslekte olunursa olunsun, iletişim, ekip çalışması, motivasyon, NLP vb. eğitimlerin yoğunluk kazandığı ve çalışanlardan çoğul alanda inisiyatifli bir uzmanlaşma beklendiği görülmektedir. Eğitimin bu yönde giderek önem kazanması istihdam odaklı eğitim politikalarını ve meslek eğitimini aktif istihdam politikaları içinde önemli hale getirmiştir. İşgücünün niteliğinden ve yetersizliğinden kaynaklı yapısal istihdam problemleriyle başa çıkmanın en önemli yolu iş başında eğitim başta olmak üzere meslek eğitimidir. İş başında eğitim bir yandan işgücünün verimsizlik nedeniyle işini kaybetmesine engel olurken diğer yandan işini kaybettiğinde işgücü piyasasında pazarlanabilir olmasını sağlamaktadır. Özellikle işgücünün “aday” statüsünde işe alınıp eğitimden sonra yeterli görüldüğünde işe kabul edilmesi eğitimi aynı zamanda işe kabulü sağlayan önemli bir anahtar haline getirmektedir. Diğer bir deyişle işgücünün işbaşında aldığı eğitimi başarması ve üretime tahvil edebilmesi aynı zamanda işi alabilmesini eğer sağlamaktadır. eski çalışan ise de pozisyonunu koruyabilmesini 71 Özellikle işgücü talebinin yüksek olduğu ancak bu talebin nitelik yetersizliği nedeniyle karşılanamadığı durumlarda eğitim en önemli aktif istihdam politikası olarak öne çıkmaktadır. Ancak özellikle ülkemizde görevi eğitim olan kurum ve kuruluşların bu anlamda iş piyasasındaki işlevsellikleri ve işbirliği faaliyetleri oldukça yetersiz kalmaktadır. Eğitim çoğunlukla üretimden kopuk ve soyut bir süreç olarak ilerlemektedir. Özellikle proje bazlı çalışmalar ve döner sermayeye dayanan üretim ve satış çalışmalarını eğitimle birlikte yürüterek eğitim faaliyetlerinin genel bütçeden aldığı paya oranla daha ciddi sonuçlar yaratması sağlanabilir. Devlet, özel eğitim kuruluşlarına ve iş piyasasına eğitim pazarlayan bir profesyonel yapı olarak etkin olabilir. Genelde eğitim ve özelde de mesleki eğitim bir aktif istihdam politikası olarak stratejik öneme sahiptir. Ancak ülkemizde istihdama yönelik kamu örgütlenmesi dağınık ve eksik olduğundan bu durum eğitim fonksiyonunun istihdam fonksiyonu ile sinerjiye girmesini engellemektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi işgücü piyasasına ilişkin yeterli veri tabanları oluşturulması ve eğitim yapılanmasının da bu çerçevede yeni pozisyonuna kavuşması ile mümkün olacaktır. İstihdam dışındaki işgücünü istihdam edilebilir hale getirmek üzere yetiştirmek, istihdam dışında iken eğitimin başarılması koşulu ile aday olarak ve deneme süreli şekilde istihdam edip eğitmek ya da istihdam içinde iken mevcut niteliklerin yetersiz ve demode olmasını engellemek diğer bir ifade ile istihdamı korumak amacıyla eğitmek ve tüm bu eğitim süreçlerini iş piyasasında sistemli hale getirebilmek belirlenecek olan ulusal istihdam stratejisinin de en önemli unsuru olacaktır. f. Ücret Sübvansiyonu Özellikle yapısal reformlar ve büyük çaplı dönüşümler esnasında bir ekonomide ortaya çıkabilecek olan yapısal işsizliğin bertaraf edilmesinde uygulanabilecek olan önemli bir aktif istihdam politikası “Ücret Sübvansiyonudur.” Ücret sübvansiyonu politikası, reformdan etkilenen 72 sektörlerde yaşanan durgunluk nedeniyle işini kaybedenlerin, yükselen ancak henüz yeterli istihdam gücüne sahip olmayan sektörlerde istihdam edilmesi ve belirli bir süre, firmaların yükünün ücret sübvansiyonu ile hafifletilmesini esas alır. Bu yolla hem firmaların büyümesine, normalleşmesine ve istikrara kavuşmasına destek olunur hem de işgücünün satınalma gücü korunarak piyasa dengelerini olumsuz etkilemesi engellenmiş olur. Görülüyor ki gerek yeni istihdam yaratılması gerekse mevcut istihdamın korunması işverenin istihdama ilişkin maliyetleri ile işgücünün satınalma gücünün korunması arasında sağlıklı bir dengenin oluşturulabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla bu dengeye yönelik politikalar aynı zamanda belli ölçüde hassas politikalardır. Oysa ki gelişen sektörlerle uyumlu mikro işletmelerin oluşturulup desteklenmesine yönelik mikrokrediler direkt istihdam yaratıcı olmaları, sermayenin tabana yayılması esasına dayanmaları ve “Osmanlı-Türk” yapısında eskiden beri yetersiz olan girişim alışkanlığını topluma yaymaları açısından ciddi bir çözüm olarak görülmelidirler. Ücret sübvansiyonu istihdam yapısındaki hastalıkların maliyetini toplumun tüm kesimlerine yayarak daha kötü sonuçlar ortaya çıkmasını engellemeye yöneliktir. Teknolojik gerekçeler ve işletmede yenilenme çalışmaları ya da sermaye yetersizliği dönemlerinde devlet istihdamı korumak amacıyla geçici zaaf içindeki bu işletmelere kredi vermek yerine ücret sübvansiyonu uygulamaktadır. Burada amaç devletin katlandığı bu maliyetin işveren tarafından kullanılışını istihdam lehine sınırlamaktır. Ancak bu desteğin belli büyüklüğe erişmiş işletmeler ve gelişme gösteren sektörler açısından geçerli olması bazı sakıncalar yaratabilir. Bu durum işletmeler tarafından bir istismar aracı olarak kullanılabilir. Kamudan özel sektöre direkt sermaye transferi anlamına gelen bu politikanın yerine Ticaret Bankalarınca işsiz ve yoksul kesime verilecek kredilerin geri dönmeyenlerini belirli oranda garanti etmek aynı zamanda piyasadan kazanma alışkanlığının oluşturulması açısından da oldukça önemlidir. 73 g. Diğer Ekonomi Politikası Tedbirleri İstihdamı korumaya ve dolaylı olarak da olsa istihdam yaratmaya yönelik diğer ekonomi politikası tedbirleri; İstihdam üzerinden alınan vergilerin kaldırılması ya da azaltılması, sosyal güvenlik prim oranlarının düşürülmesi ve bu nedenle kaybedilen prim gelirlerinin devletin prim toplamaya yönelik diğer harcamalarının kısılması yoluyla kompanse edilmesi, ekonomik kriz dönemlerinde krizin belirme ve son bulmasına kadar geçen süre içinde devletin görevlendireceği “kriz doktorları” tarafından profesyonel yönetim desteği verilmesi, spekülasyonu cazip olmaktan çıkaran, elinde kaynak bulunduranları reel sektörde girişimde bulunmaya sevkedecek istikrar sağlayıcı para ve sermaye politikalarının benimsenmesi ve benzeri uygulamalar bu kapsamda sayılabilir. Ülkemizde istihdam problemleri tartışılırken temel olarak alınması gereken unsur “ekonominin iş yaratma kapasitesidir”. Dolayısıyla yatırımistihdam ilişkisini temel alacak reel ekonomi önlemleri ön plana alınmalıdır. Nitekim ülkemizde 2002 verilerine göre tarım sektörünün GSMH içindeki payı % 14’lere gerilemesine rağmen toplam istihdamın içinde tarımda çalışanların payı % 40’lar seviyesindedir. Tarım sektöründe çalışanların kayda değer bir bölümü (% 48.5) ücretsiz aile işçisidir26. Kanaatimce gizli işsizler, ev kadınları ve özürlüler başta olmak üzere enformel sektörü hedef alan, yeni mikro işletme yatırımlarının risk sermayesi yaklaşımı ve mikrofinansman yoluyla ortaya konulması ve bu yolla reel sektörün ve kendi hesabına çalışma (self employment) şeklindeki istihdam modelinin ulusal istihdam politikamıza monte edilmesinin kayda değer sonuçları olacaktır. 26 Cem Kılıç, “Türkiye’de İşgücü Piyasası ve Kriz”, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar, Gazi Üniversitesi, İİBF Yayınları, Ankara, 2003 74 3. Aktif İstihdam Politikalarının Başarı Açısından Değerlendirilmesi Aktif İstihdam Politikalarının ve kullandığı enstrümanlarının etkinliğinin ölçülmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak gerek bu alanda kullanılan kaynakların kamu kaynakları olmasının konunun değerlendirilmesinde yarattığı çekince diğer yandan da konunun sadece ekonomik değil aynı zamanda toplumsal sonuçlarının da olması nedeniyle ortaya bir ölçülebilirlik sorunu da çıkmaktadır. Ölçülebilirlik ve görecelilikten arınma problemi hemen hemen tüm iktisadi ve toplumsal politikaların ana sorunudur. Ancak sonuçları ölçmekten kaçınmak ortaya çıkacak olumsuz sonuçlara karşı önlem alamamak gibi çok daha ağır problemlere yol açar. Özellikle esnek olmayan politikalar zamanla dışsal etkenlere bağlı olarak beklenen sonuçları vermeyebilir. Ancak sonuçlarının algılanması gayreti çıkarılacak sonuçlar açısından oldukça önemlidir. Avrupa komisyonu AB üyesi ülkelerin aktif istihdam politikalarının sonuçlarının değerlendirilmesini ve karşılaştırılmasının önemine binaen bu yönde bir karar almış bulunmaktadır. Çünkü programların yan etkilerinin ve beklenmeyen sonuçlarının tespit edilmemesi programların yenilenmeleri ve rehabilite edilmeleri konusunda önemli ipuçlarının gözden kaçmasına neden olabilir. Dolayısıyla aktif istihdam politikalarının sonuçlarını değerlendirmek amacıyla kullanılan yöntemsel araçların programların yan etkilerini ve beklenmeyen sonuçlarını ölçebilecek yeterlilikte olması gerekir. Sonuçlar ister parasal ister sosyolojik olsun tespit edilmeleri oldukça önemlidir. Ülkeler arası program değerlendirme çalışmaları birliğe üye olmayan ülkeler açısından da giderek önem kazanmaktadır. Ülkemiz de 1998 yılında orta gelir grubunda bulunan ülkelerde yürütülen aktif istihdam programlarının uluslararası düzeyde yürütülmesine ev sahipliği yapmıştır27. 27 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.70 vd. 75 a. Aktif İstihdam Politika Sonuçlarına İlişkin Genel Değerlendirme Yaklaşımı Toplumsal yaşam çok değişkenli, hem sosyolojik hem de ekonomik süreçleri bir arada barındıran, genellikle ve öncelikle makro bakış açısına ihtiyaç gösteren karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle genelde tüm sosyal politikaların özelde de aktif istihdam politikalarının öncelikle makro sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir. Kanaatimce ülkemizde de öncelikli olması gereken makro yaklaşımda birinci değerlendirme konusu işgücü piyasasının ve piyasaya müdahale edebilecek kamu kurum ya da kuruluşlarının nasıl yapılandırıldığı ya da örgütlendiğidir. İkinci makro değerlendirme aracı hükümetlerin programlarında yer alan büyüme hedeflerinin istihdamla gerçek anlamda ne kadar ilişkili olduğu ya da hangi somut yaklaşımları içerdiğidir. Üçüncü yaklaşım ise yukarıda ele alınan iki yaklaşım çerçevesinde hükümetlerin ve kurumların izlediği örgütlenme ve istihdam odaklı yapılanma programlarının makro sonuçlarının kümülatif olarak ortaya konulabilmesi ve karşılaştırılabilir hale gelmesidir. İş piyasasına doğrudan müdahale etme ve yakından gözlemleme yetki ve fırsatı olan kamusal unsurların yapılanma, örgütlenme ve hareket kabiliyetlerinin değerlendirilmesi iş piyasasına ilişkin ciddi veriler elde etmemizi sağlar. Bu yapı kimi ülkelerde istihdam bakanlığı kimi ülkelerde bakanlığın altında büyük bir kurum, kimi ülkelerde sivil örgütlenmeler ve piyasaya yönelik istihdam komisyonculuğu, kimi ülkelerde ise sosyal tarafların katılımı ile oluşturulan örgütlerden meydana gelmektedir. Ancak nasıl olursa olsun önemli olan bu kurumların geniş çaplı olmasından ziyade etkin olması ve adeta piyasa mantığı ile sahada varlık gösterebilmesidir. Bunun da yolu dikey değil yatay örgütlenme, kurumlar arası işlevsel ilişki biçimi, güçlü bir hareket kabiliyeti ve geri bildirim olanağından geçmektedir. Daha da önemlisi bu tarz kurumlaşmalar tarafından yaratılan katma değerin kendilerinin yarattığı toplumsal maliyetten büyük olması gerekir. Ülkemizde de bu anlamda ciddi sakıncalar bulunmakta ve bu durum tezimizde 76 incelenecek olan piyasaya yaklaştırılmış sosyal kredi ya da borçlanma yaklaşımlarını önemli kılmaktadır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki işsizlik sigortası ya da işsizlilere yönelik sosyal yardımlar gibi pasif istihdam politikaları arzulanan sonuçları vermemekte hatta ters sonuçlar yaratabilmektedir. Örneğin 20 OECD ülkesinde yapılan bir çalışmada, işsiz bir kişinin işsizlik sigortasından aldığı ödemenin % 10 artırılması ya da işsizlik sigortası ödeme süresinin 1 ay uzatılması işsizlik oranını % 1 oranında artırmaktadır. Yine ABD’de yapılan buna benzer bir araştırmada, işsizlik sigortası miktarındaki % 10’luk artışın işsizlik süresini bir hafta uzattığı anlaşılmıştır. Bu durum makro 28 değerlendirme yönteminin önemini ortaya koymaktadır . İstihdamın artırılması toplumsal yararı büyük olan erdemli bir hedeftir. Bu hedef çoğunlukla iş piyasasının taraflarından biri olan işgücünün yaşam standardını korumak ya da artırmakla karıştırılmaktadır. Bu tarz kurumlaşmaların başarısı kamu otoritesinden işgücü lehine daha çok taviz koparabilmek olmamalıdır. Sonuç, hem arz cephesi hem de talep cephesi büyüyen ve optimum noktada kesişen toplam istihdam olmalıdır. Bu sonuç ise tüm sosyal tarafları dikkate alan işlevsel bir kurumlaşma ile ve hesap sorulabilirlik ile mümkündür. Ülkemizde mali ve parasal kurumların hesap sorulabilirliği üst düzeyde olmasına rağmen sosyal niteliği ağır basan, makro hedefleri sorulabilirliği ise gerçekleştirmekle neredeyse yok görevli denecek kurumların kadar azdır. hesap Hesap sorulabilirliğin artırılması için ise sonuçların ölçülebilirliğinin artırılması ve performans kriterlerinin ortaya konulması şarttır. 28 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.75 77 b. Aktif İstihdam Politikası Süreçlerinin Değerlendirilmesi Aktif yararlanılan istihdam diğer bir politikalarının yöntem de sonuçlarının süreç değerlendirilmesinde değerlendirmesidir. Makro değerlendirme yönteminden farklı olan bu yöntemde makro süreci oluşturan iş süreçleri ve sonuçları ayrı ayrı değerlendirilir. Süreç değerlendirmesi istihdam politikalarını oluşturan iş süreçlerinin dikey olarak başlangıcından sonucuna kadar tüm aşamalarıyla değerlendirilmesi şeklinde ortaya çıkar. Bu yapılırken bir yandan benzer iş piyasalarında aynı işlerin nasıl yapıldığı incelenirken sonuç başarıları dikkate alınarak iş akışında gerekli tadilatların yapılması olanağı ortaya çıkar. Kanaatimce iş piyasasını düzenlemek ve gözlemekle sorumlu kurumların yapılan işlere ilişkin yoğun iş değerlendirme ve görev tanımlama çalışmalarına yoğunlaşması gerekmektedir. Bu durum başlangıçta iş piyasasına değil tamamen kurum içi atmosfere yönelik görünmesine rağmen sonuç olarak bu çalışmalar esnasında yapılan işlerin toplam etkinlikteki payının sorgulanması olanağı ortaya çıkacaktır. Ülkemizde kamu tarafından yürütülen işlere ilişkin böylesine derinlemesine bir analiz yapıldığında ortaya çok ilginç sonuçların çıkabileceği aşikardır. Aktif istihdam politikalarını oluşturan süreçlerin başarısı politikaların başarısı için önemli işarettir. Süreç değerlendirmede süreci gözlemleme ve sürecin programın ana hedefine uygunluğunu test etme bu yöntemin ana unsurlarını teşkil eder. Aktif istihdam politikalarına ilişkin yürütülen politika ve programlar ile kamusal istihdam ofisi (Ülkemizde İş-Kur) tarafından yürütülen kombine ve koordine süreçlerin değerlendirilmelerine ilişkin farklı yaklaşımlar var olmasına rağmen nihai yaklaşım süreç araştırmasına ilişkin şu ilkeleri kabul eder: Süreye ilişkin hem yukarıdan aşağı hem da aşağıdan yukarıya incelemeyi savunan yaklaşımlar entegre edilmeli ve kontrol ve gözlem kıstasları korunmalıdır. 78 Sürecin etkinliğini belirlemede daha uzun bir süre belirlenmelidir. Değerlendirme bir bütün olarak politika ve uygulama rejimini dikkate almalı, yeni uygulamalar konusunda aceleci olmak yerine mevcut uygulamalarda örgütlenme, finansman ve performansı dikkate alarak sabırlı olunmalıdır. Süreçte yer alan aktörlerden daha ziyade programın hedef kitlesinin durumu üzerinde durularak uygulamaların sonuçları ölçülmelidir. Uygulamaların sonuçları sayısal ve sözel yöntemlere başvurularak analize tabi tutulabilmelidir. c. Aktif İstihdam Politikalarının Etkilerinin Değerlendirilmesi Yöntemi Aktif İstihdam politikası sonuçlarına ilişkin ölçme ve değerlendirmelerin iş piyasası ve toplumsal yapı açısından ciddi yararları vardır. Oluşan değerlendirmeler bilgi birikimi ve paylaşımına kaynaklık etmektedir. Benzer iş piyasasına sahip ülkelerde oluşabilecek deneyimlerin paylaşımı sağlanacağından sonuçların geri bildirimi ve programların rehabilitasyonu kolaylaşacaktır. Etki araştırması hem programın kendi içindeki yansımalarının hem de yönelik olduğu hedef kitle üzerindeki etkilerinin tespiti ile ortaya konulmaktadır. Aktif istihdam politika programlarının kendi içindeki değerlendirmeleri fayda maliyet ilişkisinin tespitine dayanır. Programın maliyeti programdan beklenen faydadan daha yüksek ise başarısız; ancak maliyetten yüksek getirili bir sonuç elde edildiğine inanılıyor ise program başarılıdır. Bu yöntem programlar arası geçiş olanakları açısından ciddi veriler ortaya koyarken programa katılan unsurların özelliklerini dikkate almada yetersiz kalmaktadır. Programa katılan kitleye ilişkin gözlemlenebilir sonuçların değerlendirilmesi yöntemi daha deneysel bir yöntem olup 79 iktisatçılardan ziyade eğitimciler ve diğer uygulamacılar tarafından daha güvenilir bulunmaktadır. Bu yöntemde aktif istihdam politika programına katılan grubun (kontrol grubu) benzer fakat programa katılmayan diğer gruplarla karşılaştırılması sonuçları daha ölçülebilir kılmaktadır29. 4. Avrupa Birliği Ülkelerinde Aktif İstihdam Politikaları İktisadi yaşamı düzenlemek üzere harekete geçen hemen hemen tüm ülkelerde birinci amaç enflasyonu durdurmak ve fiyat istikrarı yoluyla stabil bir iktisadi yapıya kavuşmak olmuştur. Kısa vadede enflasyon ve işsizlik arasındaki ters yönlü ilişkinin (trade of) de etkisiyle aktif istihdam politikaları yerine fiyat ve gelir politikaları öncelikli olmuştur. OECD ülkeleri bu tercihe yönelirken İsveç ve Kanada istisnai olarak farklı politikalar izlemişlerdir. 1970’li yıllarda bu durum değişmeye ve işsizlikle mücadele ve yerel bazda istihdam yaratmaya yönelik politikalar oluşturulmaya başlandı. Ancak uygulanan ana ekonomik politikalar değişmediğinden bu yeni politika bünyede yeterince etkili olamadı. Dünya petrol krizinin olumsuz sonuçlarını da bertaraf etmeye yönelik bu politikalar yeterince etkili olamadı. 80’li yıllarda piyasa ekonomisinin ve bir miktar da kuralsızlaşmanın hakim olmaya başlamasıyla beraber bu yeni sisteme uyumlu olabilecek esneklikte bir işgücü piyasasının oluşmasını hedefleyen girişimler biraz bilerek biraz da bilmeyerek aktif istihdam politikalarıyla piyasanın tanışmasına neden olmuştur. Piyasa mekanizması içinde uygulanan ana politikalarla uyumlu işgücü piyasası politikalarının gerekliliği kendisini hissettirmiştir. Çünkü işsizlik ve beraberindeki sosyal problemleri yaşayan kesimler oklarını direkt olarak piyasa mekanizmasına yöneltmişlerdir. 29 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.83 vd. 80 90’lı yıllarda Avrupa Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD Sekretaryasının “İşgücü Piyasası Politikaları için Yeni Çerçeve” adlı raporunun ve bu rapor çerçevesinde ortaya konulan bildirinin de etkisiyle işgücü piyasası önlemleri alınırken verimlilik ve adalet hedeflerinin birlikte yürütülerek genişletilmesi gereği ortaya çıkmış ve bu anlayış içinde Avrupa komisyonu (EC) tarafından standart bir öneri olarak aktif işgücü piyasası politikaları temel araç olarak bir çok ülke tarafından takip edilen temel tavsiye haline getirilmiştir. İKİNCİ BÖLÜM TEORİ VE UYGULAMA AÇISINDAN MİKROFİNANSMAN, MİKROKREDİ VE BİREYSEL GİRİŞİMCİLİĞİN ÖZENDİRİLMESİ I. GENEL OLARAK FİNANSMAN Finans, ihtiyaç duyulan fonların uygun şartlarda sağlanması ve etkin bir şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyetleri içerir. Fonların piyasadaki arz ve talebi finansın genel konusunu ihtiva eder. Fon ise finansmanın en genel aracıdır, nakit, vadesiz mevduat, nakde çevrilebilir değerler ve gerektiğinde para gibi görev yapabilecek çeşitli unsurları kapsar. Finansal yönetime ilişkin çeşitli yaklaşımlar sözkonusudur. Bunlar; yalnız nakit parayla ilgilenen yaklaşım, işletmede kullanılan fonların sağlanması ve idare edilmesine yönelik yaklaşım ve finansal Yönetimin işletmenin tüm yönetiminin bölünmez bir parçası olduğuna ilişkin yaklaşımdır30. Bir disiplin olarak finansın üç ayrı bölümü vardır. Birincisi şirketlerin finansal yönetimine ilişkin olanıdır. Buradaki temel sorun fonların nasıl elde edileceği ve nasıl kullanılacağıdır. Çalışmamız açısından finansın önem taşıyan yönü de burasıdır. Finansın ikinci kesimi finansal piyasalar ve finansal kurumlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Üçüncüsü ise yatırımlar ile ilgilenir. Çalışmamız açısından önem taşıyan konulardan biri de finansal piyasanın işgücü piyasası başta olmak üzere diğer piyasalarla olan işbirliği sorunudur. Tipik bir şirkette, finansal yönetici finansal piyasalardan fonları sağlar ve bunları reel mallara yatırır. Örneğin bir inşaat şirketinin finansal yöneticisi, bir buldozer almak (reel bir mala yatırım) için borç para alabilir (finansal piyasadaki bir işlem). Finansal kurumlarda ise, finansal yönetici finansal piyasalardan fon sağlar ve bu fonları finansal varlıklara yatırır. Örneğin bir 30 İsmet Mucuk,”Modern İşletmecilik”,Türmen Yayınları İstanbul 2000 82 banka finansal yöneticisi, mevduat alır (finansal piyasadan borçlanma) ve bu yeni elde edilmiş fonları ev almak isteyen bir müşterisine kredi olarak verebilir. Şirketlerin finansal yönetimine ve finansal kurumlarla piyasaların incelenmesine ek olarak, finans, yatırımları da içermektedir. Bu alan esas itibariyle, en iyi finansal varlıkların veya bunların portföyünün seçimi ile uğraşır ve bir şekilde elde edilmiş fonların tahsisi üzerine yoğunlaşır, insanların bütün parasını bir hisse senedine mi yoksa hisse senetleri ve tahvillerin portföyüne mi yatırması gerektiği gibi konularla uğraşır. Finansın bu üç alanı birbirini tamamlamaktadır. Finansal yöneticiler bankalar gibi finansal kurumlarla iş yapmak zorunda oldukları gibi, firmanın pay senetlerini borsada satmak isteyebilirler de. Bunun anlamı firmanın pay senedini yatırımcılar için çekici yapmak zorunda olmalarıdır. Bu nedenle finansın bir alanı diğerleri ile yakından ilişkilidir. İşletme bir şirket halinde ise varlıkların değerinin maksimum yapılması, bunun toplam hisse senetlerinin değerini maksimum yapmaktır. Varlıkların değerini maksimuma çıkarmak için para veya sermaye zorunlu, fakat yeterli değildir31. A. Finans ve Finansal Yönetim Diğer disiplinler ile kıyaslandığında modern finans kısa bir tarihe sahiptir ve 1950’lerde önem kazanmaya başlamıştır. 1950'lerden itibaren finans esas itibariyle finansal piyasalara ilişkin faaliyetlerde doğan özel bir sorunlar gurubu üzerinde yoğunlaşan ayrı bir disiplin olarak iktisattan ayrılmış ve gelişmeye başlamıştır. 31 Robert Kolb, W.,Rodrigez J. Richardo,”Financal Management”, (Sermaye Piyasası Kurulu,1996) Kemal Tosun, ”İşletme Yönetimi” 83 Esas itibariyle iki tür piyasa vardır; finansal piyasalar ve reel mal piyasaları. Reel mal piyasaları; varlık alımı, buğday gibi fiziki varlığı olan mallarla ilgilenir. Finansal piyasalar ise, finansal varlık, tahvil gibi nakit ödemeleri şeklinde müstakbel yararlar vadeden unsurlarla ilgilenir. Finansal piyasalar, finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasalardır. Menkul kıymet borsaları pay senetlerinin alınıp satıldığı finansal piyasaların bir örneğidir. İş yapabilmek için paraya ihtiyaç vardır. Yani günlük hayatımıza girmiş bir deyimle, işi finanse etmek gerekir, para, iş sahibinin kendisi tarafından işe konabileceği gibi çeşitli şekillerde borç olarak da sağlanabilir. Bu anlamda finansın girişim özgürlüğünün artmasına ve yeni aktörlerin piyasaya girmesine ciddi hizmetleri sözkonusudur. Akışkan ve adil bir finans piyasasının oluşması açısından finansın ayrı bir önemi vardır. Bol parası bulunan bir işadamı için işi finanse etmek zor bir sorun değildir; lüzumlu parayı kolayca işine yatırabilir. Fakat işadamının amacı işin finanse edilmesi, yani lüzumlu paranın sağlanması değildir. Amaç para kazanmak, kâr elde etmektir veya daha bilimsel ve gerçeğe uygun bir deyim kullanılır ise amaç, işletme varlıklarının değerini (hisse değerini) maksimum düzeye çıkarmaktır. B. Finansal Piyasalar Finansal piyasa; fon arzedenlerle fon talep edenlerin fon akımına aracılık eden kuruluşlar aracılığıyla belli bir hukuki ve idari düzen içinde yatırım ve finansman araçlarını alıp sattıkları piyasadır. Finansal piyasalar kendi içinde para piyasası ve sermaye piyasası olarak ayrılmaktadırlar. Kısa vadeli fonların ve genellikle para türünden araçların alınıp satıldığı piyasa para piyasası orta ve uzun vadeli yatırım ve finansman araçlarının alınıp sattığı piyasa ise sermaye piyasası olarak adlandırılır. Sermaye piyasaları kendi içinde birinci el piyasalar (primary market) ve ikinci el piyasalar (secondary market) olarak ayrılırlar. 84 Ülkemizde yürürlükte bulunan sermaye piyasası araçları; Hisse Senetleri, Oydan Yoksun Hisse Senetleri, Tahviller, Hisse Senedi ile Değiştirilebilir Tahviller, Kâra İştirakli Tahviller, Katılma İntifa Senetleri, Kâr – Zarar Ortaklığı Belgeleri, Banka Bonoları ve Banka Garantili Bonolar, Finansman Bonoları, Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler, Gayrimenkul Sertifikaları, Yabancı Sermaye Piyasası Araçları, Yatırım Fonu Katılma Belgeleri, Gelir Ortaklığı Senetleri, Vadeli İşlem Sözleşmeleri olarak sayılabilir. C. Günümüzde Uygulanan Finansman Teknikleri İşletmenin yaşaması, rekabet edebilmesi ve büyümesi için en önemli unsur ihtiyaç duyulan kaynağın yerinde ve zamanında elde edilebilmesidir. İşletme bu kaynağı çok farklı şekillerde edinebilir. Önemli olan hangi durumlarda hangi finansman türünün tercih edileceğidir. Bu anlamda firma dış kaynaktan finansman bulmayı hedefliyorsa borçlanmayla finansman ancak firma ortaklarının mal varlığı ve dağıtılmamış karlardan oluşan kendi iç fonlarından yararlanmayı düşünüyorsa sermaye koyarak finansman (otofinansman) söz konusu olur. 1. Borçlanmayla Finansman Faiz oranı, yatırımcının size ödünç para verirken üstlendiği riskin düzeyini göstermektedir. Bu nedenle yatırımcı, kendini risk altında hissetmezse, daha az faiz talep eder. Bir diğer deyişle faiz alınan riskin bir fonksiyonudur. Risk arttıkça faiz artar. Ödeme gücü arttıkça da, faiz düşer. Bu nedenle yeni bir iş için talep edilen faiz oranı, daha yüksek olacaktır. Enflasyonist ekonomilerde en önemli sorun yüksek faiz nedeniyle borçlanma yoluyla finansmanın zorlaşmasıdır. Borçlanmayla finansmanda borç veren taraf, şu sorulara verilen cevapları değerlendirerek, değerlendirme yapacaktır: geri ödeme kabiliyetine 85 dair, şu anda mevcut olan bir işe yönelik bir kazanç ya da yeni bir işe yönelik elde edilen kâr şeklinde bir teminat gösterilebilecek mi? İşi yönetmeye yönelik yeterli yönetim tecrübesine sahip mi? Yeterli başlangıç sermayesine sahip mi? Makul bir maddi teminata (menkul kıymet, ikamet edilir mal varlığı) sahip mi? Borçlanmayla finansman şirketin kontrolünün kaybedilmemesini sağlar. Yeni ortak bulmak yerine ihtiyaç duyulan sermaye borçlanmayla sağlandığı için kâr paylaşımına gerek kalmaz. Bu durum firmanın daha hızlı büyümesini sağlar. Karar mekanizması elde tutulmuş olur. Borç alma yönteminde, bir diğer avantaj ödünç alınan para ödendikten sonra ödünç veren kişinin, yapılan iş üzerinde herhangi bir alacağı kalmayacaktır. Düzenli olarak geri ödenen borç, borç alanla verenin arasında güvenin oluşmasını ve işletme yönetiminin nakit akışının kolaylaşmasını sağlar. Borçlanmayla finansmanın dezavantajlarına gelince; faize duyarlı bir işletme yapısında faiz yükü işletme bilançosunun bozulmasına ve kredi kuruluşlarının firmanın kredi notunu düşürmesine neden olabilir. Ayrıca borç almanın zaman ve külfet açısından getireceği yük yararını ortadan kaldırabilir. Borç verilenin mali sağlamlığının kredibilitesini artırması teknik olarak doğru fakat sonuç itibarıyla fasit bir daireye yol açmaktadır. Bu durum aynı zamanda sermayenin makul bir süre içinde ve adil yollarla el değiştirmesine de engel olmaktadır. Piyasa mekanizması içinde piyasaya irili ufaklı daha çok sayıda firmanın girebilmesi borç verenlerin risk alabilme kapasitelerinin artmasına bağlıdır. Bunun da yolu borç verme kriterini sadece borç alanın verebileceği teminata bağlı olmaktan çıkarıp, piyasa mekanizmasının ve devletin devreye sokacağı yeni garantörlük sistemlerinin ortaya konulmasıdır. Çalışmamızda borçlanmayla finans esas alınmıştır. Kolay borçlanabilme ve borçlanmanın negatif bir imaja neden olmaması gerektiği, girişim özgürlüğünün sağlanabilmesinde borçlanmanın önemli olduğu 86 üzerinde durulmuştur. İşsiz ama yeterli üretim bilgisiyle donanmış kişilerin yoksulluğa mahkum edilerek sübvansiyonlar yoluyla kamudan geçinmeleri yerine kendi hesaplarına çalışarak kamuya yük olmamalarının sağlanmasında borçlanma imkân ve özgürlüğünün önemi büyüktür. 2. Özsermaye İle Finansman Bu yöntemde, işletmedeki payın bir kısmını satarak finansman elde etmek söz konusudur. Sermayeye ortak olan kişi, iş ortağı olur ve işletme yönetiminde de kendi payı oranında söz sahibi olur. Örneğin, sermaye koyarak finansmanın bir şekli olan hisse senetlerinin satışı şu şekilde işlemektedir: Yapılan analizden, işin, mevcut olandan daha fazla maddi kaynağa ihtiyacı olduğu tespit edilmiş olmalıdır. Finansal opsiyonları dikkate alarak borç almak yerine hisselerden bir kısmının satılması tercih edilmiş olmalıdır. Bir grup hisse senedi satışı önerisi düzenlenir. Bu, karışık bir yöntem olabilir. Çünkü işin devamı için bazı yasal ve raporlama yaptırımlarına uymak gerekir. Hisse payları satıldıktan sonra, yatırımcılar, başkalarına devredecekleri veya gelecekte satacakları paylara sahip olurlar. Sermaye sahipleri, işe ortak olmaları sebebiyle, işletmenin uzun dönemli başarısı ve gelecek kârları ile ilgilidirler. Sermaye sahipleri, şirketteki paylarını tekrar diğer yatırımcılara satabilirler. Sermayedarlar, borç alan yatırımcılara oranla riskle daha büyük oranda karşı karşıya kalırlar. Bu demektir ki, iş zarardaysa, sermayedarlar, borç aldıkları döneme oranla daha fazla para kaybedebilirler. Çünkü şirketten alacaklı kişiler, sermayedarlardan daha önce paralarını alma hakkına sahiptirler. Aynı şekilde, daha fazla risk almalarından dolayı, şirket kârdayken, şirketten alacaklı kişilere göre kârdan daha fazla pay alırlar. Sermaye ile finansmanda, kişilerin sermayelerini koyarak yaptıkları yatırım tekrar geri ödenmez. Sermaye hissedarı olarak, işi başarıya götürmek üzere ortaya atılan fikirlerin ya da uygulamaların borç olan yatırımcılara göre, 87 daha fazla yaptırım gücü olur. Ayrıca sermaye hissedarları, kendi payları olması sebebiyle, işin gelişmesi yönünde olumlu çaba gösterir. İşe sermayedar ortaklar almak, işi tek başınıza kontrol etmeyi engeller. Ayrıca, sermaye koyarak finanse edilmiş bir işletme, karmaşık ve dışardan muhasebeci ve danışmanlara danışılmasına ihtiyaç gösterir32. D. Finansman ve Vade Vade açısından finansman genel olarak kısa vadeli finansman ve uzun vadeli finansman olarak ele alınır. Mikrofinansmanın vadesi borçlanma ile sürdürülen işin getirisinin dönüşüne bağlıdır. 1. Kısa Vadeli Finansman İşletmede normal bir şekilde yürütülen çalışmalar çerçevesinde, sürekli olarak işletmeye fon giriş ve çıkışları sözkonusudur. Böylece tüm faaliyetleri kapsayan bir "nakdi sermaye >üretim faktörleri > yarı mamül > mamül > nakit" şeklindeki dönüşüm mevcuttur. Bu devir, nakit şeklindeki parasal sermaye ile başlayıp nakdin işletmeye dönüşü ile son bulur. İşte bu olağan işletme faaliyetlerinin yürütülmesinde, çalışma sermayesi önemli bir rol oynar. Büyük bir değişkenlik gösteren fon ihtiyacı, kısa süreli finansmanla sağlanacak fonlarla karşılanır. Kısa vadeli finansman, kısaca, bir yıla kadar vadeli borç sağlanması olarak tanımlanabilir. 2. Uzun Vadeli Finansman İşletmenin makine, teçhizat, arsa, bina gibi duran varlıklarının öz sermaye ile veya uzun vadeli kredilerle finanse edilmesi gerekir, işletmenin kuruluşu ve işleyişi sırasında, uzun vadeli finansmana, kısa vadeli 32 Robert W. Kolb, Richardo J. Rodrigez, ”Financal Management”, (Sermaye Piyasası Kurulu,1996) 88 finansmana göre daha seyrek olarak başvurulur. Sermaye şirketlerinde ve özellikle anonim şirketlerde uzun süreli fon ihtiyacı, mevcut öz sermaye yanında, uzun vadeli finansman yolu olarak "hisse senedi " ve "tahvil" çıkarmak suretiyle karşılanır. Diğer tüzel kişilerin böyle bir imkanı yoktur. Hisse senedi sahibine şirkette bir pay verilmesi uzun vadeli finansman yöntemlerinden biridir. Hisseye sahip olan, hissenin büyüklüğü oranında şirketin geliri ve varlıkları üzerinde hak sahibi olduğu gibi şirketi denetim yetkisine de sahip olur. Tahvil çıkarma yolu ise, kişileri şirkette hisse sahibi yapmadan, satın aldıkları tahviller için ödedikleri paralara karşılık önceden belirlenmiş oranda faiz ödeme taahhüdü ile uzun vadeli finansman sağlanır. Mikrokredi uygulamasında vadenin uzun ödemelerin küçük miktarlara bölünmesi başlangıçta oldukça önemlidir. Ancak kredi yoluyla borçlanma genel itibariyle uzun vadeli bir borçlanma değildir. E. Günümüzde Uygulanmakta Olan Finansal Teknikler KOBİ’ler başta olmak üzere mikro işletmeler açısından yeni finansal tekniklerin uygulanabilir hale gelmesi, özellikle büyük işletmeler karşısındaki rekabet avantajının bertaraf edilmesi açısından önemlidir. 1. Factoring Factoring, büyük miktarda kredili satışlar yapan firmaların, bu satışlardan doğan alacak haklarının "factor" veya "factoring şirketi" olarak adlandırılan finansal kuruluşlar tarafından satın alınması esasına dayanan bir finansal faaliyettir. Bir factoring anlaşması ile factor, satıcı firmanın yaptığı kredili satışlarla ilgili her türlü muhasebe kayıtlarının tutulması, kredili satışlardan doğan alacakların vadesinde tahsil ve takip edilmesi, alacakların tahsil edilmemesi halinde doğacak kayıpların tam olarak karşılanması, satıcı 89 firmaya kredili satış tutarlarının belirli bir oranında kredi verilmesi, potansiyel ve mevcut müşterilerin mali durumları hakkında bilgi toplanması ve malların satış imkanlarını arttırmak üzere piyasa araştırması yapılması gibi fonksiyonları üstlenmektedir. Factoring alacak hakkının satışıyla firmalara fon sağlayan bir finans yöntemidir. Factoring ilk kez Anglo-Sakson ülkelerinde yürürlüğe konulmuştur. 1300'lü yıllarda yün kumaş ihraç eden İngiliz ihracatçılar, alıcıların ödeme yapacakları hususunda güvence vererek alacaklarını daha sonra factor adı verilen finans kuruluşlarına satıyorlardı. Bu yöntem 1830'larda Amerika'nın tekstil ithalatında yeniden ortaya çıkmıştır. O dönemde Amerika'da bazı faktoring şirketleri İngiltere'nin bazı tekstil atölyelerini temsil ederek, mallarını satmış ve fatura tutarlarını alıcılardan tahsil ederek atölye sahiplerine aktarmışlardır. Factoring faaliyetlerinin 1973 sonunda dünyada ortaya çıkan petrol krizinden sonra büyük gelişme gösterdiğine tanık oluyoruz.1970'li yılların ortalarından itibaren birçok firmanın satış olanaklarını hızlı genişleme çabalarına girmeleri factoring işlemlerinin artmasına neden olmuştur. 2. Forfaiting Forfaiting özellikle vadeleri altı aydan başlayan yatırım malları ihracatında kullanılan bir finansman tekniğidir. Forfaiting genellikle yatırım malları ihracatından doğan ve belli bir ödeme planına göre tahsil edilecek olan alacakların bir banka ya da bu alanda uzmanlaşmış bir finansman kurulusu tarafından satın alınmasıdır. Forfaiting genellikle ihracatçının borcu karşılığında ihracatçıya verdiği emre yazılı senet ya da poliçeler kullanılmakta ve işlem tamamlandıktan sonra ihracatçının hiçbir yükümlülüğü kalmamaktadır. Forfaiting işlemlerinin mazisi, dünya yapısının önemli ölçüde gelişme gösterdiği 1950’li yılların sonlarında ve 1960’li yılların başlarına kadar 90 uzanmaktadır. Sözkonusu yıllarda özellikle yatırım mallarında satıcı pazarlarının giderek alıcı pazarları şekline dönüşmesi, Batı ve Doğu ülkelerinin arasında ticaretin yeniden doğuşu, dış ticaret engellerinin ve döviz kontrolünün hafifletilmesi, dış ticarette serbestleşme eğilimlerinin güçlenmesi, gelişmekte olan ülkelerde dış alımların ve yatırım malları taleplerinin artması forfaiting'in gelişmesine zemin hazırlamıştır. İhracatın finansmanında forfaiting tekniğinin işleyişinde; İhracatçı, ithalatçı, aval ya da garanti veren banka ve alacak hakkını satan banka (forfaiter) olmak üzere dört taraf vardır. Bu dört taraf arasındaki mal, senet ve para akışı şu şekilde olur; Dışsatımcı ve forfaiter, forfait işlemi ile ilgili olarak aralarında bir sözleşme yapar, ithalatçı ihracatçıya sipariş verir, ihracatçı malları sevk eder. İthalatçının kabulünden sonra, bir banka tarafından da garanti verilerek ticari senet ihracatçıya gönderilir. İhracatçı ticari senedi forfaitere verir ve forfaiter faiz ve komisyonu düşerek mal bedelini ihracatçıya öder. Daha sonra da forfaiter söz konusu vadede ödeme yapması için aval ya da garanti bankaya başvurur ve ithalatçı vade sonunda forfaitere ödemeyi yapar. 3. Leasing Ünlü İngiliz iktisatçısı Adam Smith'in sermaye birikiminin kaynağının üretim araçlarının mülkiyeti olmayıp işletilmesinin olduğu tezi leasingin temelini oluşturmaktadır. Bir diğer ifade ile üretim için gerekli bina ile makine ve techizatın mülkiyetini elinde bulunduran değil, onu işletip üretime sevkeden sermaye birikimi sağlar. Leasing işlemleri ilk kez 1950’li yıllarda ABD de yapılmaya başlamıştır.1960’lı yıllarda Avrupa ülkeleri ve Japon firmaları tarafından da benimsenmiştir. 1973 sonunda ortaya çıkan petrol krizinin gelişmekte olan ülkelerin dış finansman olanaklarını kısıtlaması, bu ülkelerde orta ve küçük ölçekli firmaların finansmanında, bu ülkelere teknoloji ve yabancı sermaye 91 girişlerinde leasing önemli rol oynamaya başlamıştır. Öte yandan 1950’li yılların başlarında Dünya Bankası, Uluslararası Finas Kurumu (IFC) aracılığıyla gelişmekte olan 15 ülkenin talebi doğrultusunda bu ülkelere leasing konusunda yardımcı olmaya başlamıştır (Bu 15 ülke arasında Türkiye'de vardır). Leasing kelime olarak kiralama anlamına gelmektedir. Leasing bir kiralama şirketinin (Leaser) kiracı konumundaki şirketin (Leasee) gereksinimlerine uygun bir menkul ya da gayrimenkul değeri satın alıp bunu belli bir süre için şirketin kullanımına tahsis etmesidir. Kiralayan şirketler çeşitli varlıkların kiralanmasına aracılık eden uzmanlaşmış mali kuruluşlar olabileceği gibi, bir tek mal üzerinde yoğunlaşan ve genelliklede üretici firmanın uzantısı olarak faaliyet gösteren kuruluşlar da olabilir. ''Leasing'' işlemine konu teşkil eden mallar maddi olabileceği gibi, patent, lisans, marka gibi hakların kullanılmasında olduğu gibi maddi olmayan nitelikte de olabilir. Kiracının, kiralanan varlığın ekonomik ömrünün büyük bir kısmını ya da tamamını kullanma yetkisine sahip olduğu ya da mülkiyet dışındaki tüm riskleri ve yararları üstlendiği finansal kiralamalar genellikle bir leasing şirketi aracılığıyla yapılır. Finansal kiralama da kiralanacak teçhizat kiracı tarafından seçilir, fiyat ve teslim koşulları için üretici ya da ihracatçıyla anlaşma yapılır. Daha sonra kiracı bir leasing şirketiyle teçhizatın satın alınarak kendisine kiralanması için anlaşma yapar. Leasing firmasının finansmanını şirketin bağlı olduğu bir kredi ya da bir banka sağlayabilir. Leasing firmaları uluslararası sermaye piyasalarından da ödünç alabilir. Leasing firmaları ilgili ülkelerin hukuksal ve özel normlarından kaçınmak için alıcı ülkede ya da bir üçüncü ülkede şube açabilir. Leasing firmaları bazı vergi avantajlarından yararlanmak için de vergi cenneti olarak bilinen ya da serbest bölgelerde kiralama işlemlerine girişebilir. Leasingde esas, ihracatçıları sayısız leasing şirketi arasında yaratılan uluslararası ilişkilerden yararlandırma fikridir. Uygulamada, ihracatçı kendi ülkesindeki leasing şirketine başvurur, kendi satış projeleri hakkında dış ülkelerdeki 92 potansiyel alıcıların isimleri hakkında bilgi verir. Yerli leasing şirketi potansiyel ithalatçıların ülkelerindeki leasing şirketleriyle temas kurar. Bu leasing şirketleri ithalatçıların yerine malları ve teçhizatı satın alır. Leasing işlemlerinin yabancı leasing şirketlerine aktarılması bir ülkenin ihracatını arttırmasının diğer yoludur. Leasing yeni yatırımlar için finansman olanaklarını arttırmakta ve finansman maliyetlerini azaltmaktadır. Bu şekilde sermaye yetersizliği çeken ülkelerin bu sorununu çözmektedir. Sıkı para politikası izlenen dönemlerde, bu politikaların yatırımlar ve işsizlik üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmakta ve orta ve küçük firmaların finansman olanaklarını arttırmaktadır. Uzun süreli leasing anlaşmalarında, maliyetler önceden belirlendiğinden sağlıklı bütçe yapabilme olanağı sağlamaktadır ve ülkedeki iktisat politikası değişikliklerinden firmanın etkilenmemesini sağlamaktadır. Firmalar büyük fonlara gereksinme duymaksızın teknolojik gelişmelere ayak uydurma şansına sahip olmaktadır. Kira ödemeleri kiracının ödeme gücüne göre düzenlendiği için, firmaya bir nakit akımı sağlamaktadır. İthalatçının malların karşılığını ödemek için önemli bir meblağı atıl olarak tutulmaktan kurtulmasını sağlar. Leasing bir ülkeye dış borçlanmaya gerek kalmadan finansman sağlama olanağı verir. Leasing üretici firmaların mallarının tanıtımı ve pazarlama olanaklarını arttırır. Kiraya verene satış seçeneğine göre daha fazla kar sağlamasına olanak verir. İhracatçı için leasing işlemi peşin satışla eşdeğer bir işlemdir. Bu nedenle ihracatçı ne ihracatın finansmanı ne de döviz riski konularında bir endişe duymamaktadır. İhracatçının yabancı müşterileri malın riskinden de kurtulmuş olur; çünkü leasing şirketi mali satın aldığı için müşterilerle ilgili riski de üstlenmiştir33. Mikro işletmeler açısından leasing, üretim araçlarının finansmanına dönük önemli bir başlangıç sermayesi aracıdır. Dünyada başarılı uygulamaları olan mikro leasing finansmanının Türkiye işgücü piyasasında 33 Tuğba Adalı, www.5mworld.com online dergi, “Uluslararası Yeni Finansman Teknikleri Leasing” 93 işsizliği önlemeye dönük mikrofinansman çalışmalarında da hayata geçirilebilmesi büyük önem arzetmektedir. II. BORÇLANMA HAKKI VE MİKROFİNANSMAN A. Borçlanma Hakkı Finansal borçlanma iki yönlü bir ilişkidir. İlişkinin bir yönü fon sağlayanlar diğer yönü de fon ihtiyacı olanlardır. Fon sağlayanlar açısından bu ilişkinin sağlanması hem görev hem de risk anlamına gelir. Fon ihtiyacı olanlar açısından da risk ve ihtiyaç (kimi zaman hak) anlamına gelir. Dolayısıyla fon sağlayanlarla fon ihtiyacı olanların menfaat ilişkisinin sağlanması ilişkinin dürüstlüğü yahut basiretliliği ve teminatı ile doğrudan ilişkilidir. Bilinen en eski ve en yaygın finansman yahut borçlanma yöntemi “kredi”dir. Yine bankacılık sisteminin bilinen en temel iki fonksiyonu mevduat toplamak ve kredi vermektir. Diğer bir deyişle bankalar en genel ifadesiyle elinde fon fazlası olanlardan bu fonları belli bir bedel karşılığında (faiz) borçlanarak (mevduat) fon ihtiyacı olanlara yine belli bir bedel (faiz) karşılığında borç verirler (kredi). Bankaların bilançolarının aktifindeki en önemli kalem kredilerdir. Dolayısıyla en önemli gelirleri de kredilerden elde ettikleri faiz geliridir. Gerek yeni sermaye piyasası araçlarının devreye girmesi gerekse faiz oranlarındaki düşme eğilimi gelecek yıllarda kredi gelirlerinin düşeceğini ancak yine de önemini yitirmeyeceğini ortaya koymaktadır.34 Devletler bir yandan toplumsal refahı artırmak için çaba sarf ederken diğer yandan sosyal alandan çekilmeyi diğer bir deyişle sosyal alanı 34 Mehmet Takan, Bankacılık, s.242 94 daraltarak piyasa koşulları içinde sosyal sorunların giderilmesini hedeflemişlerdir. Dolayısıyla devletin sosyal alandaki faaliyetleri; toplumsal refahın yükselmesi ve işletmelerin sosyal sorumluluk anlayışı nedeniyle azalmış olmakla beraber kâr hedefine odaklanmış olan piyasanın sosyal alanı da kârlı hale getirerek verimlilik ve etkinlik artışıyla bu alanda da ciddi başarılar elde etmesinin de büyük katkısı olmuştur. Sürekli genişleyen “piyasa”; “sosyal alanı” daraltmakta ve giderek “sosyal alan” ile “piyasa alanı” iç içe geçmektedir. Kanaatimce devletin sosyal alanda problem çözmeye çalıştığı her konu piyasa oyuncuları açısından potansiyel bir pazar ve kâr alanıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre; “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyiliği için gerekli hayat standartlarına, gıdaya, giyeceğe, konuta ve sağlık hizmetlerine, gerekli sosyal hizmetlere ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi kontrolünde olmayan başka şartlar altında geçim imkanını bulamama haline karşı güvenceye hakkı vardır.” Dolayısıyla bireylerin yaşlılık sakatlık ve dulluğun yanısıra işsizlik ve yoksulluğa karşı da güvence hakları vardır. Devletimiz bu anlayış çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın üçüncü bölümünde; “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altındaki hususları anayasal güvence altına almıştır. Bunlardan çalışmamız açısından en göze çarpanı “Çalışma Hakkı ve Ödevidir”. Dikkat edilirse bu hak ve ödev kazanç elde etme hak ve ödevi olarak ele alınmamıştır. Dolayısıyla asıl mesele kişilere maddi olanak sağlamaktan ziyade maddi olanaklarını yaratabilecekleri çalışma, üretme diğer bir ifadeyle ekonomik değer yaratma ortamını sağlamaktır. Bu konuda başarı sağlamanın en önemli yolu mikrokredi uygulamasıdır. B. Kredi Kavramı ve Kapsamı Kredilendirme bankaların rekabet gücünü, başarısını ve kârlılığını etkileyen ve banka bilançolarının aktifinde yer alan bir alacak kalemidir. Kredinin büyüklüğü bankaların aktif büyüklüğü içinde yer alan önemli ve 95 dinamik bir kalemdir. Kredinin unsurları, fonksiyonları, türleri ve kredilendirme süreci bankaların hizmet kalitesini de belirleyen önemli unsurlardır. Bankanın piyasaya ne çeşitlilikte kredi ürünleri sunabildiği bu kredilerin nasıl bir süreçle sunulduğu ilgili olduğu üretim ya da tüketim faaliyetinde nasıl bir fonksiyon üstlendiği oldukça önemlidir. Başarılı bir kredi yönetimi hem bankanın hem de borç alanların taleplerini üst noktada karşılanabildiği bir yönetimdir. 1. Kredi Kavramı Kredi genel olarak kredi alana belirli bir satın alma gücü sağlayan (tüketim ya da üretim amacıyla) ve belirli bir vade sonunda karşılığı olan faizle birlikte tek kalemde ya da periyodik olarak geri ödenen parasal değeri ya da borçlanma hakkını ifade eder. Bankacılık açısından kredi; müşteri ile yapılan mülakat ve ihtiyacın tespitinden sonra, yapılacak banka içi ve banka dışı istihbarat ve teminat ile ödeme kabiliyetinin sorgulanması sonucunda gerçek ya da tüzel kişilere banka kaynağının ilgili mevzuat ve bankacılık kanununun belirlediği sınırlar dahilinde kullandırılmasıdır. 2. Kredinin Unsurları ve İşlevi Kredi kavramını oluşturan unsurlar; zaman, risk, güven ve gelirdir. Zaman, kredinin geri ödeme vadesini ifade eder. Bu vade belirli bir zaman diliminin sonu, belirli bir zaman dilimi içinde eşit periyotlar ya da yine belirli bir zaman dilimi içinde değişken periyotlar şeklinde olabilir. Bankalar kullandırdıkları kredilerde vadeden kaynaklanan riski minimize etmek arayışındadırlar. Bankalar açısından temel sorun topladıkları mevduatın ve aldıkları uluslararası kredilerin vadesi ile verdikleri kredilerin vadesi arasında belli bir uyum sağlamaktır. Özellikle bankacılık sektöründe yeni bir disiplin olan risk yönetimi kredileri de kapsayan, ödememe, vade uyumsuzluğu ve hatta konjonktürel koşullardan dolayı kredilerin zaafa uğraması ve faiz riski gibi durumlara karşı önlem alır. Kredi ilişkisi belli bir güven ilişkisine dayanır. Günümüz bankacılık uygulamasında bu güvenin dayandığı unsur müşterinin 96 krediyi geri ödeyebileceği düzeydeki geliri ve bankanın kredinin teminatı olmak üzere müşteriden aldığı kefalet, aval, rehin, ipotek vb. teminatlardır. Kredilendirme süreci ve kredi yönetimi banka için önemli ve ayrıntılı emek isteyen bir süreçtir. C. Mikrokredi Bankacılık sisteminin yeterince gelişmediği ve piyasa ile iç içe geçemediği ülkelerde grup borçlanmaları amacıyla oluşturulmuş gayri resmi finansal borçlanma yöntemleri geleneksel bankacılıktan mikrokrediyi ayırmaktadır. Gruplara borç veren köy bankaları ve sosyal bölümler ciddi başarılar elde etmişlerdir. Oysa mikrokredi grup fonu ve borçlanmasının ötesini ifade eder.35 1. Küçük İşletme Kavramı İngiltere’de, küçük, orta ve büyük işletmelerin tipik bir karışımı vardır. Yaklaşık % 95’i 10’dan az kişi çalıştırır. Eğer 10-249 arasında işçi çalıştıran şirketler eklenirse, İngiliz iş dünyasının % 99,8’i KOBİ’lerdir. Bu, İngiltere’de toplam 3,7 milyon işletmenin dışındadır. Tüm dünyada işletmelerin büyük çoğunluğunu oluşturan ve mikro işletmeler açısından önemli ipuçları verebilecek olan küçük işletmeler özellikleri itibarıyla şu şekilde ele alınabilirler; • Küçük işletme kişisel yaşam biçimi ve kişisel riskle yakından ilişkilidir. • Küçük işletme dayanışması karşılıklı dayanışmaların yönetimini ifade eder. • Uzmanlık gerektiren bir alanda edinilen çok özel bilgi (know-how) ve bu bilgiye kimin sahip olduğu (know-who) çok önemlidir. • Küçük işletme tek başına her zaman geçerlidir ve bu sorumluluğun genellikle işletme sahibinde kalışını ifade eder. 35 Beatriz Armendariz de Aghion & Jonathan Morduch; The Economics of Microfinance; The MIT Press, Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts, 2005, s.119. 97 • Üç ayaklı sehpa veya üç ayaklı tabureye benzetilebilecek olan küçük işletmeler kolay karar alabilmeyi, yaparak ve yaşayarak öğrenmeyi ifade eder. • Pazarlama ve satış yeteneği ile finansman ve muhasebe maharetleri açısından mikro işletmelerden daha üstün durumdaki küçük işletmeler ürün ve hizmete dair kişisel bilgi ve yetenek açısından mikro işletmelere benzerler. Yukarıda üç ayaklı tabureye benzettiğimiz küçük işletmede, üç ayaktan, müteşebbis tarafından getirilen ürün ve hizmeti ifade eden ayak genellikle çok kuvvetlidir. Ürün ve hizmetlerini pazara taşımak ve siparişler almak için pazarlama ve satış maharetlerine sahiptir. KOBİ müteşebbisleri bir başarı sağlamak için ihtiyaç duyulan finansman ve muhasebe maharetlerini nadiren kullanırlar36. Bu yönüyle mikro işletmelere benzerler. Nitekim profesyonel yönetim ve muhasebe desteği açısından hem mikro işletmelerin hem de küçük işletmelerin devlet desteğine ihtiyacı vardır. 2. Mikro İşletmeler ve Mikro İşletme Finansmanı Mikro işletmeler, uluslararası anlamda 5’ten az çalışanı olan ve sermayesi 35.000 USD’nin altında olan küçük işletme türleridir. Tipik bir mikro işletme ticari bankacılık sektöründen yararlanamayan bir işletmedir. Mikro finans kurumları mikro işletmelerin özellikle üçüncü dünya ülkelerindeki temel para kaynaklarıdır. Üçüncü dünya ülkelerinde mikro finans kuruluşlarından kredi bulan girişimciler mikro girişimci olarak adlandırılırlar. Genel olarak mikro-iş (micro-business) mümkün olan küçük bir sermaye ile başlar. Bu sermaye genelde bir işe girişmek için gerekli olan genel sermaye miktarından daha küçüktür. Avusturalya gibi ülkelerde bu iş genelde tek bir kişinin kendi başına kurup yönettiği ve hiç çalışanı olayan bir iş olarak algılanmaktadır. Mikro işletmeler aynı zamanda normal çalışma koşulları 36 Uluslararası Koordinatör, İşletme Danışmanları Kurumu’nun, PO Box 888, Harrogate, HG2 8UG, İngiltere. 98 karşısında fiziksel ve psikolojik güçleri yeterli olmayanlar açısından da hayata tutunmanın önemli aracıdırlar. Bizim çalışmamız açısından mikro işletme; kapsamı ve sermayesi açısından KOBİ tanımının altında kalan, enformel sektör içinde yapılandırılabilecek olan ve ülkemizde ticari bankacılık açısından finansmanı ve faaliyetleri mümkün olan işletmeleri ifade eder. Çünkü mikro işletmelerin gayri resmi finansal sektörden kaynak bulma zorunluluklarını bizatihi kendilerinin temel yapısını ortaya koyan unsur olarak görmek doğru değildir. Kısaca mikro işletmeyi tanımlarken mevcut finansal sistemin dışında kalan ve kişisel çabalarla ortaya konulan üretim faaliyetlerini esas almak bu yapının gelişmesinin önünü tıkamak demektir. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda mikro girişimler ve küçük işletmeler istihdamın büyük bir payını teşkil ediyor. Bu girişimler çok iyi gelişiyor, çünkü onlar düşük gelirli nüfuslara ekonomik kendi kendine yeterlilik için fırsatlar veriyor. Ekonomik krizler sırasında, mikro girişimler ve küçük işletmeler yurtiçi ekonominin çok önemli bir belkemiği olarak çoğu kez kendini çabuk toparlayanlardır. Gene de, onların büyüklüğüne ve önemine rağmen, bu işletmeler bankalar tarafından sağlanan tasarruf, kredi ve ödeme hizmetlerine nadiren ulaşır. Bu ‘eksik hizmet verilen’ işletmeler malî hizmetlerden çeşitli nedenlerden dolayı yoksun kalmaktadır, söz konusu nedenler arasında küçük boyutlu kredilerle ilişkili yüksek ticari işlem maliyetleri ve kabul edilen kredi riskleri, ve kayıtlı (formal) ekonominin dışında faaliyet gösteren müteşebbislerden alınan malî bilginin güvenilmezliği sayılabilir. Sonuç olarak, bu müteşebbisler mutlaka biraz esnekliği ve yüksek maliyetleri olan gayri resmi kanallara başvurmalıdır. IFC’nin eksik hizmet verilen işletmeler için bankacılık hizmetleri konusunda artan vurgulaması tam zamanında yapılıyor. Malî hizmetlerin globalleşmesi nedeniyle, yeni gelişen ve geçiş ekonomilerinde büyük ve orta ölçekli kurumsal müşterilerin küçük bir grubu için sanayi şiddetli rekabet yaratmıştır. Sonuç olarak, 99 büyük ölçüde sahipsiz mikro girişim ve küçük işletme piyasasını hedeflemek için malî aracıların akıntı yönünde hareket etmesi amacıyla yeni teşvikler yaratılmıştır. IFC malî aracılar için cazip yatırım alternatifleri /seçenekleri haline gelebilsinler diye riski iyileştirerek/ oranları ödüllendirerek, malî kurumlar için mikro ve küçük işletme finansmanını kârlı hale getirmeyi ve sürdürülebilir kılmayı hedefliyor. Böyle yapmakla, mikro girişimler ve küçük işletmelerin elde edebileceği malî ürünlerin hacmi ve çeşidi epey artacaktır. Mikro girişimler ve küçük işletmelerin girişimlerinin büyümesi için en önemli engellerden biri olarak malî hizmetlerin eksikliği zikredilir. Eğer ekonomik kalkınma dünyanın her tarafında kârlı mikro-girişimleri ve küçük işletmeleri çalıştıran milyonlarca fakir insanlara ulaşacaksa, bu çok sayıda eksik hizmet verilen işletme, insanları yüksek kalite malî hizmetleri alabilsinler diye kayıtlı malî sistemlerin kapsama alanını daha genişletmeye teşvik etmenin mutlaka yolları bulunmalıdır. Dünyanın her tarafında yeni gelişen piyasalarda risk-alıcı bir malî yatırımcı olarak Uluslararası Finansman Kurumu’nun (IFC) deneyimi veri iken, bu konuya çabaların yönlendirilmesine yardımcı olmak için çok iyi düşünülmelidir. Bu nedenle, mikro ve küçük işletme finansmanı (MSB) gittikçe artarak IFC’nin malî sektör stratejisinde daha büyük bir rol oynuyor37. Mikrokredi işletmelerinin başarısını faaliyetleri ve büyümeleri süresince etkileyen en önemli unsur hükümet politikalarıdır. Mikrokredi işletmeleri aynı zamanda kırılgan birimlerdir. Bu nedenle bir yandan uygun hükümet politikalarına ihtiyaç var iken diğer yandan da ekonomik krizlere ve olumsuz rekabet koşullarına karşı korunmaya ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla üç temel politika mikrokredi işletmelerinin yaşamlarını etkiler bunlardan biri mikro işletme kurmaya ilişkin bürokrasidir. Diğeri vergi politikasıdır. Son olarak hükümetlerin küçük işletme politikaları olmalıdır.38 Ülkemizde henüz başlayan KOBİ politikalarının bir an evvel sonuç vermesi ve bu başarılı sonuçların mikro işletme çalışmalarına teşmil edilmesine ihtiyaç vardır. 37 Renate Kloeppinger-Todd, Malî Uzman, Uluslararası Finansman Kurumu (IFC). Türkiye’de Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi, T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara, 2000, s.75-82. 38 100 a. Mikrofinansman ve Mikrokredi Küçük ve orta boy işletme dışında kalan daha küçük ölçekli işletmelerin finansmanı mikrofinansman olarak ele alınmaktadır. Bu tarz işletmelerin borçlanmalarına dünyada yaygın olarak mikrokredi adı verilmiştir. (1) Kavramsal Olarak Mikrofinansman Mikrofinansman öncelikle kredi ve mevduattan oluşan finansal hizmetlerin küçük ölçekte ve zaruret halindeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını ifade eder. Bu ihtiyaç sahipleri bağ-bahçe işleriyle iştigal edebileceği gibi balıkçılık ya da sürü hayvancılığıyla ilgilenenler olabilir. Bunlar kendi ölçeklerindeki mikro işletmelerini yöneten ve bu kapsamda, üreten, stoklayan tamir eden veya satan ve karşılığında ücret, komisyon vb. gelir elde eden ancak bu gelirleri genel ortalamanın altında kalan ister kırsal kesimde isterse kentsel alanda yaşasın gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça düşük gelirleri olan yahut bu gelirleri zaman zaman kesintiye uğrayan kesimlerdir. Bu kesime sunulan iki hizmetten mevduat hizmeti, mudilerin artan likiditelerinin gelecekte yatırımlarına dönmesini temin etmek maksadıyla depolanmasını içerir. Kredi hizmeti ise gelecekte kazanılması umulan geliri elde etmeye yönelik halihazırdaki yatırıma ilişkin harcamalara kaynak sağlamak şeklindedir. Bunlardan daha da önemlisi, mikrofinans hizmetleri düşük gelirli kesime risklerini azaltma olanağı sağlama, yönetim anlayışlarını ilerletme, verimliliklerini artırma, yatırımlarına yüksek getiri sağlama, kendilerine ve kendilerine muhtaç hane halklarına yüksek yaşam kalitesi sağlama işlevine sahiptir. Mikrofinans hedef kitlesi, bu tarz finansal hizmetlerden kredi hizmetini formel finansal sektörden seyreklikle alabilmektedir. Daha ziyade informel borç verenlerden sağlan bu hizmet yüksek maliyetli ve diğer destekleyici 101 hizmetlerden yoksun olmaktadır. Bankaların küçük kredilerin kârlı olmayacaklarına ilişkin tutumları bu durumun oluşmasında etkili olmuştur. Bankalar plasmanlarını tabana yayma sürecinde belgeli geliri garanti olan müşterilerin harcamalarını finanse etmeyi esas alan kredilere ağırlık vermişler ve bireyi ticari krediler açısından dikkate almamışlardır. (2) Mikrokredinin Tanımı ve Kapsamı Mikrokredi; iş yapma fikri olup, gelir getirici bir faaliyette bulunmak üzere, küçük bir başlangıç sermayesine ihtiyacı olan yoksullara imkan verilmesi projesidir. Sadece güvene dayanan, teminatsız ve kefilsiz küçük sermaye şeklindeki mikrokredi, yoksulların kendi kendilerine yoksulluktan kurtulmaları için etkili bir stratejidir. Mikrokredi sistemi vasıtasıyla kişiye yemesi için bir balık verilmez. Ona nasıl balık tutulacağı da öğretilmez. Ancak bunların ötesinde, yoksulun balık tutmak için bir ağ veya kayık kiralaması veya alması sağlanır. Dünyanın temel bankacılık ilkesi şöyledir: “ne kadar paran varsa, o kadar para alırsın” ve “paran yoksa para alamazsın.” Ahlaki ve hukuki olmak kaydıyla; “daha fazlaya sahipsen, daha fazla elde edebilirsin” prensibi yanında, “ne kadar aza sahipsen o kadar daha fazla önceliğin olacaktır” prensibi de uygulanmalıdır. Mikrokredinin amaçları şöyle belirtilebilir: Klasik yollarla kredi elde edemeyeceklere, yoksulluğu, gelir dağılımındaki adaletsizliği ve işsizliği azaltacak şekilde, ailesi ve kredi alan için, kendi kendine gelir getirici bir faaliyet yapılmasını sağlayarak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı gerçekleştirmektir. Böylece; ekonomik krizin muhtaç nüfus üzerindeki etkisinin azaltılması, yoksulların gelir elde etme ve istihdam fırsatlarının arttırılması ve 102 yoksul hanelerin kendi geçimlerini sağlayacak işleri kurabilmeleri ve sürdürebilmeleri hedeflenmektedir. Mikrokredide hedef kitleyi sırasıyla kadınlar, işsiz gençler, işsiz yaşlılar, özürlüler ve gaziler, küçük ölçekli çiftçiler, sokaktaki sahipsiz çocuklar, çocuklarını Çocuk Esirgeme Kurumuna vermek mecburiyetinde kalan aileler, topraksız köylüler, orman köylüleri oluşturmaktadır. Mikrokredi projesi, etkin olarak dünyanın yaklaşık 111 ülkesinde uygulanmaktadır. Ülkemizde de yoksullukla mücadele çerçevesinde; Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, Diyarbakır Valiliği ve Grameen Trust’ın işbirliği sonucu, mikrokredi “Türkiye Diyarbakır Grameen Bank Mikrokredi Projesi (TDGMP)” adı altında 11 Haziran 2003’te Diyarbakır’da uygulanmaya başlanmıştır. Yapılan etki araştırmaları; hane halkı seviyesinde, mikrokredilerin aile içinde gelir artışı, sermaye birikimi yanında gelişen tüketim, tasarruf ve daha iyi eğitim imkanı sağladığı görülmektedir. Araştırmalar, hane halkı gelirinde %25 ile %75 arasında bir artış sağlandığını göstermiştir. Mikrokredi Projesi ile “Kadın, eline en ufak fırsat geçtiğinde, yoksulluktan kurtulmak için olağanüstü mücadele verir.” düşüncesi kanıtlanmıştır. Kadınlara sağlanan mikrokredilerin çocukların daha iyi şartlarda yaşamaları üzerinde doğrudan etkili olduğu tesbit edilmiştir. Sadece Bangladeş’te mikrokrediden yararlananların %48’i Fakirlik Sınırının üzerine çıkmıştır. Nitekim Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül “Mikrokredi Sistemi; grup dayanışmasına ve sosyal sorumluluk esasına dayandığından, toplumda hoşgörü ve uzlaşmaya imkan vererek, gelir getirici bir faaliyette bulunmanın yanında, birlik ve beraberliğin oluşmasına ve istihdamın artırılmasına katkıda bulunmaktadır”. Demek suretiyle mikrokredi 103 faaliyetleri içinde istihdam artışının da önemli bir hedef olduğunu ortaya koymuştur. Kapsamlı araştırma sonuçları göstermektedir ki; (i) mikrofinans çok yoksul hane halklarının temel ihtiyaçlarını karşılamalarına ve kendilerini risklerden korumalarına yardım etmektedir, (ii) düşük gelirli hane halkı tarafından kullanılan finansal hizmetler, hane halkının ekonomik refahının artışı ve girişimlerin istikrarlı büyümesine eşlik etmektedir, (iii) Mikrofinans kadınların ekonomik girişimlerini destekleyerek güçlenmelerine, cinsiyet eşitliğinin yaygınlaşmasına ve hane halkının refahının artmasına yardımcı olmaktadır, (iv) müşterilerin program kapsamı içinde kaldıkları sürenin uzaması ortaya çıkan etkinin kapsamını olumlu yönde belirlemektedir. Mikrofinans başvuruları büyük çoğunlukla karşılanamamaktadır. Küresel talep aralığının 400 ila 500 milyon hane halkı olarak tahmin edildiği 2002 yılında, sadece 30 milyon hane halkının sürdürülebilir mikrofinans hizmetine erişebildiği rapor edilmiştir. Çok sayıda hane halkının henüz mikrofinans hizmetinden yararlanamamasına karşılık, mikrofinans müşterilerinin sayısı son beş yılda yıllık yüzde 25 ila 30 artış göstermiştir. Mikrofinansla ilgili diğer bazı veriler, kapsam ve öneminin anlaşılması açısından kısaca aşağıda sıralanmıştır: 1990'larda, gelişmekte olan ve geçiş sürecindeki 125 ülkede, kişi başına düşen gelir artışı yüzde 3 olarak belirlenirken 54 ülkede azalmıştır. 74 başka ülkede, artış,bir jenerasyonda ikiye katlanması gereken bir yılda, yüzde 3'ün altında seyretmiştir (UNDP, İnsani Kalkınma Raporu, 2003 ). En az 30 milyon kişi mikrofinans hizmetinden yararlanmaktadır (Unitus Web sitesi ) Varolan 10.000 Mikrofinans Kuruluşu (MFI) potansiyel pazarın sadece yüzde 4'üne ulaşabilmektedir ( 2001 Dünya Bankası İstatistikleri). 104 Uygun durumda bulunan serbest meslek sahibi kesimin yüzde 90'ı mikrokredi programlarına ulaşma olanağından yoksundur. Karşılanamayan talep yaklaşık 270.000.000'dur ( Unitus ). Afrika'da, kırsal alandaki iş gücünün yüzde 60'ını oluşturan ve yiyecek üretiminin yüzde 80'ine katkıda bulunan kadınlar, çiftçilere sunulan kredinin yüzde 10'unu alabilmektedirler ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Dünya Bankası şu anda 7000'in üzerinde mikrofinans kuruluşunun, gelişmekte olan ülkelerde 16 milyonun üzerinde insana hizmet sunduğunu tahmin etmektedir. Bu kuruluşların tüm dünyada elde ettiği toplam nakit ciro 2.5 milyon Amerikan Doları olarak öngörülmekte ve potansiyel artış göze çarpmaktadır ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Bağışta bulunan kimseler arasında mikrofinans kuruluşlarının yaygınlık kazanması nedeniyle, resmi yardımın, sağlık, su projeleri ve eğitim gibi yaşamsal ve öncelikli bakım programlarından alınarak mikrofinans kuruluşlarına Mikrofinans hakkında aktarılması Veri kaygısı Enstantaneleri– yaşanmaktadır Mikrokredi ( Sanal Kütüphanesi ). Bu programlardan en fazla yararlanan kişilerin kadınlar gibi görünmelerine karşın, krediyi alan ve ödeyen kişilerin kadınlar ve kullananların erkekler olduğu anlaşılmaktadır ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Programları diğer kurumlar tarafından yaygın bir biçimde örnek olarak alınan, Bangladeş'teki Grameen Bankası, aşırı yoksul kişilere kredi sağlamayı amaçlamaktadır. Bankanın kriterlerine uyan ve kredi hakkından yararlanan kişilerin yüzde 94'ü kadınlardan oluşmaktadır. Grameen Bankası'nın kredi kullanıcılarının yüzde 98'i ödemelerini muntazam biçimde yapmaktadırlar. Banka, her ay 30 milyon Amerika Doları'nı 1.8 milyon ihtiyaç sahibine ödünç vermektedir ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). 105 Tasarruf, yoksullar için, hem yaşamsal bir güvenlik ağı olması bakımından hem de dışarıdan gelen kaynaklara başvurmaksızın bir finans olanağı sağlaması bakımından önemlidir.Pek çok güçlü mikrofinans kuruluşu, özellikle Afrika'da, müşterileri için kredi fonu sağlamaları açısından temel bir kaynak olarak ihtiyaç sahibi kredi alıcılarının tasarruflarını kullanarak değerlendirmektedir ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Mikrofinans Zirvesi, dünyanın en yoksul 100 milyon ailesi için 21.6 milyar Amerikan Dolarının mikrofinans yoluyla sağlanması gerektiğini öngörmektedir. Zirvenin planlamacıları, sadece kredi alıcılarının tasarruflarının 2 milyar Amerikan Doları'na çıkarılabilmesinin olanaklı olduğunu belirtmektedirler. Gerçekte ulaşılacak olan rakam bundan daha yüksek de olabilir ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Çalışmalar, Bangladeş'in en yoksul kesiminin sadece yüzde 4'ünün, herhangi bir kredi sisteminden faydalanmadan ekonomik olarak kendisini yoksulluk sınırının üstüne taşıyabildiğini göstermektedir. Fakat, Grameen Bankası'nın sunduğu krediden faydalanan bireylerin ve ailelerin yüzde 48'inin yoksulluk sınırının üstüne çıktıkları görülmüştür (Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi). Dünya üzerinde, şu an 13 milyon mikrokredi kullanıcısı olduğu, kullanılan kredi miktarının 7 milyar Amerikan Dolarına ulaştığı ve yapılan geri ödemelerin oranının yüzde 97 olduğu tahmin edilmektedir. Bu sonuç yıllık büyüme hızının yüzde 30'u oranında gerçekleşmiştir (Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi). Yoksul kişilerin yüzde 2'sinden azı, sarrafların dışında başka kaynaklardan finansal hizmet (kredi ya da tasarruf) almaktadırlar (Mikrofinans Kütüphanesi). hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal 106 500 milyon mikro ve küçük ölçekli girişim sahibi kişiden 10 milyonu iş yerleri için finansal destek hizmetlerine erişebilmektedir ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Mikrokredi hizmetleri için, 7 milyonluk bir potansiyel ödünç alma talebi bulunmaktadır ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ). Kişisel tasarruflarını değerlendirmek isteyen kişilerin oluşturdukları sayı 19 milyonu bulmaktadır (Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi). Dünyanın en zengin yedi kişisi küresel yoksulluğu ortadan kaldırabilecek ekonomik gücü ellerinde bulundurmaktadır. Bu kişilerin toplam servetleri, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan en yoksul kesimin temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli olandan fazlasını teşkil etmektedir (Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi). Mikrokredi programlarının etkileri üzerine 24 ülkede yapılan araştırmalar, bu yolla hane halkının gelir seviyesinin önemli bir derecede arttığını göstermektedir. Bu artışlar, genellikle krediyi alan kişinin işinde ortaya çıkarak dolaylı yoldan hane halkının gelirini etkilemektedir. Çalışmalar, mikrokredilerin, ödünç alan kişilerin sattıkları mal ve hizmet sayısında artışa neden olurken ikmal ve hammadde bedellerinin düşmesine etkide bulunduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, satışlar artmakta ve kâr yüzde 25 ila 40 oranında yükselmektedir (Unitus). En üst seviyede bulunan mikrokredi kuruluşları pazarın yarısına ulaşmaktadır (2001 Dünya Bankası İstatistikleri). Mikrofinans kurumlarının sadece yüzde 1'i finansal açıdan istikrarlı durumdadır ( 2001 Dünya Bankası İstatistikleri ). Mikrofinans kuruluşları, kendine yeterlik seviyesine bölgeden bölgeye değişen gider ve gelir yapılarıyla ulaşmaktadır: Asya'daki FSS Mikrofinans kuruluşları, düşük giderler sayesinde yüksek bir kâr seviyesine ulaşmaktadırlar. Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Afrika gibi 107 diğer bölgelerde, mikrofinans kuruluşları yüksek giderler sebebiyle, kâra ulaşmak için yüksek gelir ve yüksek verimlilik parametrelerini bir araya getirmek durumundadırlar (Isabelle Barres, Mikrobankacılık Bülteni, 2002). Endonezya'da kredi kullanan kişiler, kontrol gruplarının yüzde 3'lük gelir artışlarına göre yüzde 12.9'luk bir gelir artışı sağlamaktadırlar. Endonezya Rakyat Bankası üzerine yapılan başka bir araştırma, Endonezya'nın Lombok Adası'ndaki kredi kullanıcılarının ortalama gelirlerinin yüzde 112 düzeyinde yükseldiğini ve hane halkının yüzde 90'ının yoksulluk sınırını aştığını göstermektedir (CGAP, Odak Notları. 24, Elizabeth Littlefield). Farklı bölgelerde sürdürülen mikrofinans programları, kadın müşterilerin kredi kullanımı konusundaki etkin rollerinin arttığını rapor etmektedir. Nepal'deki Kadınları Güçlendirme Programı, üyelerinin yüzde 68'inin, mal alış – satışında karar verme durumunda bulunduklarını, kızlarını okula gönderdiklerini, çocuklarının evlilikleri ve aile planlaması konularında söz sahibi olduklarını ortaya çıkarmıştır. Bu tür kararların alınması konusunda yetki sahibi merci geleneksel olarak kocalarıdır. Eğitim ve finansal hizmetler konularını birleştiren Dünya Eğitim Kurumu, kadınların, kız çocuklarının eşit eğitim, yiyecek ve tıbbi yardım konusunda eşit haklara sahip olmaları için daha güçlü bir pozisyonda bulunduklarını bulgulamıştır. Filipinlerde hizmet veren TSPI, hane halkı gelirinin yöneten kadınların sayısının yüzde 33'ten yüzde 51'e çıktığını rapor etmektedir. Kontrol grubunda yer alan kadınların sadece yüzde 31'i hane halkının gelirinin değerlendirilmesinde karar mercii olmaktadır (CGAP, Odak Notları. 24, Elizabeth Littlefield). 1997 yılında 7.6 milyon olan mikrokredi kullanıcısı yoksul kişi sayısı, 2001 yılında 26.8 milyona çıkmıştır. Bunların 21 milyonu kadındır. Kadınlar bu yolla, yardımlarını kontrolü, ekonomik kararlar almak ve yaşamları üzerinde kazanmışlardır. Bazı kontrol sahibi tahminlere olmak göre, konusunda her yıl, yeterlik mikrofinans 108 programlarına katılan kişilerin yüzde 5'i ailelerini yoksulluk sınırının üstüne çıkartabilmektedirler (UNDP, İnsani Kalkınma Raporu, 2003). 2186 mikrokredi kuruluşu, 31 Aralık 2001 itibariyle 54,904,102 müşterileri bulunduğunu ve bunların 26,806,014'ünün ilk kredilerini aldıkları sırada yoksulluk sınırının en altındaki seviyede bulunduklarını bildirmişlerdir. 994 kuruluş ortak olarak, gelişimlerini özetleyen bir 2002 yılı Eylem Planı sunmuşlardır. Her ailenin beş bireyden oluştuğu baz alınarak yoksulluk seviyesinin en altında bulunan 26.8 milyon müşterinin edindikleri kredilerle 134 milyon aile üyesini etkiledikleri hesaplanmıştır (Mikrokredi Zirve Raporu 2002). Önceki iki yıl boyunca, krediden yararlanan çok yoksul kadınların sayısının 1999'daki 10.3 milyondan 2000 yılında 14.2 milyona ulaştığı tespit edilmiştir. 2001 yılı itibariyle 21,169,754 kadına ulaşılmıştır. Bu sayı, 31 Aralık 2000'den, 31 Aralık 2001'e kadar, ulaşılan kadın sayısının yüzde 49.6 seviyesinde yükseldiğini göstermektedir. Bu sayı 7,016,841 yeni en yoksul seviyedeki kadının geçen yıl mikrokredi aldığını belirlemektedir (Mikrokredi Zirve Raporu 2002). Geçen beş yıl içinde en yoksul seviyedeki müşteri sayısı yüzde 350 artarak 1997'deki 7.6 milyondan 2001'deki 26.8 milyona ulaşmıştır (Mikrokredi Zirve Raporu 2002). Mikro Bankacılık Bülteni'nin sunduğu veriler, en üst seviyedeki 63 mikrofinans kuruluşunun enflasyona göre düzenlendikten ve sübvansiyonları düşüldükten sonra toplam yardımın yüzde 2.5'u oranında bir gelirleri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, ticari bankacılık sektörü ile bir karşılaştırma sunmakta ve mikrofinansın, ana alandan perakende bankacılık sektörüne kadar çekici bir nitelik kazanmasını uman kişilere umut vermektedir (CGAP). (3) Temel Mikrofinans Prensipleri CGAP, mikrofinans olarak bilinen yoksul kimselere finansal hizmet erişimini genişletmek için işbirliği yapan 28 adet kamu ve özel kalkınma 109 kurumunun oluşturduğu bir ortaklıktır. CGAP prensipleri bu 28 üye donör kurum tarafından geliştirildi ve onaylandı; ve hatta bu prensipler 10 Haziran 2004 tarihli G8 Zirvesi'nde liderler tarafından da onaylandı. Yoksul kimselerin sadece kredilere değil çeşitli finansal hizmetlere ihtiyaçları vardır. Herkes gibi yoksul insanların da uygun, esnek ve bütçelerinin el verdiği ölçüde çeşitli finansal hizmetlere ihtiyacı vardır. Duruma göre, yoksul kimseler sadece kredilere değil aynı zamanda tassaruflara, sigortaya ve para transferi hizmetlerine de ihtiyaçları vardır. Mikrofinans yoksullukla savaşmak için güçlü bir araçtır. Yoksul insanlar finansal hizmetlere erişebildikleri zaman, para kazanabilirler, kendi varlıklarını oluşturabilirler ve dış etkenlere karşı kendilerini daha iyi koruyabilirler. Fakir aileler günlük yaşam savaşından, gelecek planlamaya geçmek için mikrofinansı kullanır: böylece daha iyi beslenme, barınma, sağlık ve eğitim için daha fazla para harcayabilirler. Mikrofinans yoksul insanlara hizmet eden bir finansal sistem kurmak demektir. Birçok gelişmekte olan ülkede, yoksul insanlar nüfusun büyük bir bölümünü oluşturur. Bununla birlikte bankalar tarafından en az hizmet görenler de bu yoksul kesimdir. Mikrofinans sıklıkla marjinal bir sektör, donörlerin, kamu otoritesinin veya sosyal yatırımcıların ilgilenebileceği kalkınma hamlesi olarak algılanır. Mikrofinans geniş kitlelere ancak finansal kesimin içine tamamiyle entegre edildiğinde ulaşacaktır . Mikrofinansın geniş kitlelere ulaşması için sürdürülebilir yapıda olması gerekir. Yoksul insanların çoğu ihtiyaçlarını karşılayacak, kaliteli finansal hizmet alamamaktadır. Bunun nedeni bu şekilde hizmet sağlayacak güçte kuruluşların olmayışıdır. Bu hizmetleri sağlayacak güçlü kuruluşların maliyetlerini karşılayabilecek kadar ücret talep etmesi gerekir. Masrafların karşılanması, donör desteğine ihtiyaç duymadan hedeflenen hacme ve etkiye ulaşmada tek youldur. Finansal olarak süreklilik sağlayan eden kuruluş uzun vadede hizmetlerine arttırarak devam edebilir. Sürekliliği başarmak; işlem 110 masraflarını azaltmak, müşteriye daha yararlı hizmetler sunmak ve bankacılık hizmetleri sunulmamış birçok yoksul insana ulaşmak için yeni yollar bulmak demektir. Mikrofinans kalıcı yerel finansal kuruluşlar kurmak anlamındadır. Yoksul insanlar için sürekli finansal hizmet sağlamak için güçlü yerel mikrofinans kuruluşları oluşturmak gerektirmektedir. Bu kuruluşlar yerel birikimleri çekmeye, kredi olarak tekrar kullanıma sokmak ve diğer başka finansal hizmetler sağlamak için gereksinim duyarlar. Yerel mikrofinans kuruluşları ve sermaye piyasaları olgunlaştıkça kamu ve kalkınma bankalarının da dahil olduğu donör ve hükümet finansmanına daha az bağımlık olacaktır. Mikrokredi her zaman soruların cevabı değildir. Mikrokredi her durum için en iyi çözüm yolu değildir. Geri ödemek için hiçbir imkanı olmayan yoksul ve aç insanlar kredilerden en iyi şekilde yararlanmadan önce başka desteklere ihtiyaç duyarlar. Birçok durumda, diğer destekler yoksulluk soruna daha etkin çözümler getirebilir;.-örneğin; küçük ölçekli bağışlar, iş ve eğitim programları. Faiz oranı tavan değerleri fakir insanların kredi almasını daha da zorlaştırarak onlara zarar vermektedir. Birçok küçük ölçekli kredi oluşturmak daha az sayıda fakat daha büyük ölçekli kredi oluşturmaktan daha fazla masrafa yol açmaktadır. Mikrokredi verenler ortalama banka kredi oranlarının üzerinde faiz oranı belirlemedikleri sürece, kendi masraflarını karşılayamazlar. Büyümeleri donörlerden ve hükümetten aldıkları az ve belirsiz para ile sınırlanacaktır. Hükümetler faiz oranlarını düzenledikleri zaman, bu oranları o kadar düşük seviyelerde tutmaktadırlar ki mikrokredi verenler kendi masraflarını karşılayamamaktadır, bu yüzden bu tür düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Bununla birlikte, mikrokredi verenler yüksek faiz oranlarını etkin olmayan operasyonların masraflarını kredi alan kişilere karşılatmak için kullanmamalıdır. 111 Hükümetin görevi finansal hizmetleri doğrudan sağlamak değil erişim için uygun ortamı sağlamaktır. Hükümetler yoksul insanlara finansal hizmeti teşvik eden ve aynı zamanda birikimleri koruyan politikalar oluşturmalıdır. Hükümetler makroekonomik istikrar sağlamalı, faiz oranı tavan değerleri belirlemekten kaçınmalı ve sürekliliği sağlanamayacak sübvanse edilmiş ve yüksek temerrütlü kredi programlarıyla piyasaları bozmaktan uzak durmalıdır. Aynı zamanda, hükümetler yolsuzlukları sıkı kontrol altına almalı ve mikrofinans kurumları için sektör altyapısını destekleyici bir ortam oluşturmalıdırlar. Alternatif fonların uygun olmadığı özel durumlarda hükümet finansmanı sağlam ve bağımsız mikrofinans kuruluşları için bir tür garanti oluşturabilir. Bağış niteliğindeki fonlar özel sermayeyi tamamlamalı, özel sermaye ile rekabet etmemelidir. Donörler mikrofinans için bağış, kredi, sermaye türü destekler sağlarlar. Bu tür destekler geçicidir ve mikrofinansman kuruluşlarının kapasite oluşturması için kullanılmalıdır. Aynı şekilde yine bu destekler, kredi derecelendirme şirketleri, kredi büroları ve denetim şirketleri gibi mikrofinans sektörünü destekleyici altyapıyı kurmada ve örnek uygulamaları desteklemede kullanılmalıdır. Bazı durumlarda ulaşılması zor nüfus söz konusu olduğunda daha uzun dönem donör desteğine ihtiyaç duyulabilir. Donörler, mikrofinansı finansal kesimin içine entegre etmeye çalışmalıdırlar. Proje oluşturulmasına ve uygulamasına, uzmanlığı başarılı uygulamalarla kanıtlanmış eksperler kullanarak destek vermelidirler. Donörler, fon desteğine devam etmeden açık performans hedefleri belirlemelidirler. Her projenin donör desteğine ihtiyaç duymadan sürdürülebilirliğini hedefleyen gerçekçi planları olmalıdır. Sağlam kuruluşların ve yöneticilerin eksikliği kritik bir engeldir. Mikrofinans, sosyal hedeflerle bankacılığı birleştiren uzmanlaşmış bir alandır. Yeterli kapasite ve gerekli sistemler her düzeyde oluşturulmalıdır. Mikrofinansa yapılan kamu ve özel yatırımlar sadece paranın transferi değil, bu kapasiteyi gerçekleştirmekte kullanılmalıdır. 112 Mikrofinans’ın, performansını ölçebildiği ve açıkladığı zamanlar en iyi çalıştığı zamanlardır. Mikrofinans kuruluşlarına ait standart finansal (örneğin; faiz oranları, kredinin geri ödenmesi ve finansal etkinlik) ve sosyal (örneğin; ulaşılan müşteri sayısı ve onların yoksulluk sınırı) performans göstergeleri olmalıdır. Performans göstergeleri açıklanmalı ve bu bilgiler ışığında donörler, yatırımcılar, denetçiler ve müşteriler masraflarını, risklerini ve kazançlarını değerlendirmelidirler. (4) Mikrofinansman Konusunda Yaşanan Sorunlar Mikrofinansman uygulamasının zorluğunun başında hizmetin verildiği müşteri kesiminin maddi imkanları yok denecek kadar kısıtlı, belli eğitim almamış, yoksul kesim olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda fon aktaran kurumun fonun uygun şekilde kullanımını denetlemesi, geri dönüşünü garanti altına alması sorun olmaktadır. Mikrofinansman hizmetinden yararlanan kişiler içinde sorun vardır. Zira zaten düzenli bir geliri olmayan bir kişinin mevcut maddi yükünün üstüne yeni bir borç yükü getirilmektedir. Bu durumda geri ödemede ciddi sorunlar yaşanabilir. Mikrofinansman hizmetlerinin diğer bacağı olan tasarrufların değerlendirilmesinde ise fakir kesimin tasarruflarını daha çok altın, emlak, hayvan benzeri alanlarda değerlendirmesi alışkanlığı karşımıza çıkmaktadır. Genelde yeterli eğitim alamamış yoksul kesim bankacılık hizmetlerinden yararlanmaktan çekinmektedir. Bu kesim kaynak ihtiyacını mümkün olduğu ölçüde ailesinden, arkadaşlarından sağlama yoluna gitmekte veya yüksek faiz ödeme durumunda olmasına rağmen tefeciye gitmektedir. Yukarda açıklanan nedenlerden dolayı mikrofinansman uygulamalarının başarılı olması için ciddi engeller vardır. Ancak dünyada bu uygulamaları başarı ile yapan tatmin edici bir geri dönüş oranına sahip kuruluşlar vardır. Başarı için 113 öncelikle alt yapının oluşturulması gerekmektedir. Mikrofinansman kuruluşunun yetkili şubesi müşteriye yakın olmalı, elemanları konularında uzman olup müşteri ile teke tek ilgilenebilmeli, gerektiğinde yoksul kesime gerekli teknik bilgi ve eğitim verilmeli, sağlanacak kaynakla üretmeyi planladıkları ürünler için gerekli pazar araştırması yapılmalı, hatta yeni pazarlar oluşturulmaya çalışılmalıdır, kredinin geri dönüşünü sağlayacak mekanizmalar üzerinde çalışılmalı, grup baskısı, garanti fonu gibi uygulamalar yaygınlaştırılmalı, yüksek olan kredi maliyetini düşürmek için teknolojiden yararlanmaya çalışılmalıdır. El işi yapan ve sipariş usulü çalışan bir kadının iplik, kumaş ihtiyacını karşılayacak bir tutarı borçlanarak, ürünü satmasından sonra borcunu geri ödemesi gibi çok sık uygulanan mikrokredi örneğinde olduğu gibi, mikrokredi daha çok, az bir sermaye ile piyasada talep olunan bir malı üretip satabilecek ancak sermayesi yetmeyen kişi ve işletmeler için yararlı olmaktadır (5) Mikrokredinin ve Mikrofinansın Tarihçesi Mikrokredi uygulamalarının başlangıcı iki şekilde olmuştur. Bunlardan biri birçok ülkedeki din ve gelenek kaynaklı yardımlaşma ve dayanışmalardır. Diğeri ise kırsal kesimdeki üreticilerin informel finansal ortamdan borçlanmasıdır. Örneğin, 1990’da Endonezya kırsalında yapılan bir araştırma hane halklarının % 70’inin informel sektörden borçlandıklarını ortaya koymuştur. Yine Manchester Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmada Hindistan ve Bangladeş’teki hane halklarının yılda iki hafta finansal işlem gerçekleştirdiği kaydedilmiştir. Bu işlemler informel yarıformel ya da formel biçimde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki borçlanmalar kredi kooperatifleri ve ROSCA’lar (Rotating Savings and Credit Assosiations) aracılığıyla örgütlenmeye çalışılmış ise de bu piyasada düzenli bir para piyasasından söz etmek mümkün değildir. İlişki genellikle “sen şimdi bana borç ver ben de zamanı geldiğinde ve ihtiyaç duyduğunda sana borç veririm” şeklinde 114 yürümekte idi. Bu aynı zamanda informel alanda kredi ve mevduatın içiçe geçmesi anlamına geliyordu.39 Dünyada mikrokredi uygulamalarının modern bankacılık anlamındaki ilk işaretleri Prof. Muhammet Yunus tarafından 1976 yılında Bangladeş’te başlamıştır. Yoksul kadınları girişimci yapmak amacıyla 27 ABD dolarlık sermaye ile kurulan ve bugün 81 ülkede faaliyet gösteren Grameen Bank’ın ilk kredi alan kadın müşterisi bir dilenciydi. Bu kadına 1 ABD doları verildi ve aldığı para ile dilencilik yaparken çikolata, sakız gibi şeyleri de satmaya başladı. Türkiye’de mikrokredi uygulamaları 1980’lerden bu yana Ziraat Bankası ve Halk bankası gibi kamu bankaları tarafından çiftçiye ve dar gelirliye subvanse edilmiş krediler şeklinde uygulanagelmektedir. Ayrıca esnaf kooperatifleri de çiftçi ve esnaflara kredi kaynağı sağlamaktadır. Ancak tam manası ile mikrokredi çalışmaları Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV) ile Türkiye İsrafı Önleme Vakfı tarafından başlatılmıştır. 1995-1997 yılları arasında İstanbul’un dar gelirli bölgelerinde 100 kadına iş yapmaları için küçük miktarlarda krediler verilmiştir. Bu kredilerde geri dönüş oranının %98 oranında gerçekleşen kredilerden yararlanan kadınlar aktif ekonominin içine girmişlerdir. Ancak, 1999 depremi sonrasında ülkenin ve KDEV’in öncelikleri değişerek söz konusu projelerin devamlılığı için fon arayışları ertelenmiştir. 2002 yılında mikrokredi projesi için gereken fonun bulunmasıyla KEDV, Maya Mikro Ekonomik Destek İşletmesi’ni kurarak mikrokredi programını başlatmıştır. Kırgızistan Cumhuriyetinde 1995 yılında FİNKA-Kırgızistan (Dar Gelirlilere Uluslararası Yardımlaşma Fonu) ABD’nin geri ödemesiz verdiği 6 milyon dolarla faaliyete başlamıştır. 1999 yılında mikrokredi birliklerinin sayısı 77’ye ulaşmıştır. Günümüzde 175 kredi birlikleri bulunmakta olup, bunların içinden 116’sı aktif bir şekilde faaliyet göstermekte diğerleri ise gelişme 39 Beatriz Armendariz de Aghion & Jonathan Morduch; The Economics of Microfinance; The MIT Press, Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts, 2005, s.57-59 115 aşamasındadır. 1999’da kredi birliklerinin 110’una 17,9 mln som verilmiştir ve bu kredilerin 4,9 mln somu ödenmiştir. Kırgızistan’da mikrokredi birliklerinin başarılı uygulamaları diğer komşu ülkelerin de dikkatini çekmiş olup, 1999 yılının Mayıs ayında Özbekistan’dan ve Aralık ayında da Tacikistan’dan Kırgızistan’a mikrokredi birliklerinde kurs almaya gelmişlerdir. Şu anda Kazakistan’dan da kurslarla ilgili bilgi isteğinde bulunmaktadır. Mikrofinans 90’lı yıllarda iki görüş açısı arasında tartışılıyordu; Birincisi finansal sistem yaklaşımı diğeri yoksullara borç verme yaklaşımıdır. Bizim çalışmamız açısından ele alınacak yaklaşım finansal sistem yaklaşımıdır. Çünkü piyasa sistemi içinde yoksullara borç verme ya da doğrudan yardım etme uygulamaları diğer unsurlarla desteklenmediklerinden ve tek tarafın menfaatini esas aldıklarından istenen sonucu vermemektedirler. Sübvansiyon esaslı yaklaşımlar ya da yardımlaşma esaslı yaklaşımlar (kooperatifler, birlikler vs.) eski oldukları gibi finansal sistem açısından da yeterli değer üretme özelliğine sahip değildirler.40 (6) Mikrokredi Uygulamasının Başarı İlkeleri Kredi uygulaması faydası ve riski arasında sıkışan hassas fakat etkin bir uygulamadır. Nitekim kredinin hem ihtiyaç duyulduğu yere hem de finansal başarı yaratacağı yere verilmesi aynı zamanda toplumsal açıdan büyük yarar sağlamaktadır. Ancak kredi verenler açısından en önemli sorun ve en önemli risk kredinin geri dönmeme riskidir. Bu risk gerekçe gösterilerek kredinin teminat bazlı kullandırımı ve ekonomik anlamda güçlü olanları daha da güçlendirmesi kredi verenin başarısını sağlamakla beraber ortaya ciddi bir etik problemini çıkartmaktadır. Nitekim Milton Friedman’ın “bir yoksulun diğer bir yoksulun yanında durması tembelliğinden değil sermaye bulamamasındandır” demesi de teminat eksenli kredi uygulamasının toplumsal anlamdaki eksikliğini ortaya koymaktadır. 40 Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor); The World Bank, Washington D.C., 2001, s.22. 116 Mikrokredinin ana konusu insanların küçük çapta aldıkları borçlarla kendi işlerini geliştirerek gelirlerini artırmalarıdır. Bu olay; kendi ufak işlerini kurmuş olan, ailelerini geçindiren ve aldıkları mikro borçları geri ödeyen milyonlarca alıcı tarafından ispatlanmıştır ki başarmak için ihtiyaç duyan diğer şahısların da şansı olabilir. Mikrokredi alıcıları gelmesi ihtimale bağlı bağış ve yardımların bir sonraki ödemesi için umutsuzca bekleyip yalvaracaklarına şu an aktif olarak ailelerinin geleceklerini değiştirmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğa karşı bir silah olarak mikrokredi; eğitim, sağlık, insan hakları ve iyi bir hükümet kadar hayati bir önem taşımaktadır. Fakirliği azaltmaktaki önemini vurgulamak için Birleşmiş Milletler 2005 yılını Mikro Kredinin Uluslar Arası Yılı ilan etmiştir. Dünya Bankası fonlarının % 1 ‘inden azı mikro krediye ayrılmasına rağmen Birleşmiş Milletler Sermaye Kalkınma Fonu yönetici sekreteri Richard Weingarten ‘’Mikro finans hizmetlerine olan talep başta Afrika olmak üzere büyük ölçüde karşılanamamaktadır.‘’ diye belirtmiştir. Mikrokredi gelişmekte olan ülkelerde neden bu kadar iyi şekilde işlemektedir? Yanıt ise: Gelişmekte olan ülke ekonomileri gelişmiş ülkelerden tamamiyle farklıdır. Bu ekonomiler, gelişmiş ülke ekonomilerine kıyasla çok daha küçük olan mikro ölçekler üzerinden işlem görür. Bu fark önemlidir çünkü yoksul hayat süren tüm insanlar aslen gelişmekte olan ülkelerde ya da Çin ve Hindistan gibi kısmen gelişmiş ülkelerdeki gelişmemiş bölgelerde yaşarlar. Bu insanların gelirleri ve giderleri gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin çok az bir kısmına tekabül eder ve yaşamlarını gelişmiş ülkelerdekilere biraz benzer bir şekilde oluşturmaya çalışırlar.41 Ülkemizde hayata geçirilecek olan bir mikrokredi uygulamasının başarılı olabilmesi için müşteriler ve mikro finans kuruluşları (MFK) açısından belli özelliklere sahip olması gerekir. Müşteriler açısından düşük işlem 41 Phil Smith & Eric Thurman, A Billion Bootstraps; The McGraw-Hill Companies, New York, 2007, s.35-37. 117 maliyeti sağlamalıdır. Şöyle ki mikrokredi müşterileri yoksul/işsiz olmaları ve oldukça küçük çapta borçlanmaları nedeniyle işlem maliyetlerinden ciddi ölçüde etkilenirler. Dolayısıyla makul bir faiz oranı dışında herhangi bir işlem maliyetinin olmaması gerekir. Müşteriler açısından üretim faaliyeti sonucunda elde edilen ve tüketilmeyen ya da üretime dahil edilmeyen tasarrufların miktarı ne olursa olsun sisteme dahil edilerek değerlendirilmesi gerekir. Bu durum kısa sürede mikrokredilerin kaynağının mikro mevduatlardan oluşmasını sağlayacaktır. Nihayet müşteriler açısından diğer önemli bir konuda mikrokredi alacakları bankaya ve krediye kolay erişmeleridir. Gerek bankacılık sisteminin coğrafi konuşlanması gerek banka örgütlenmelerinin bu tarz bir krediye uygun olması ve gerekse prosedür yoğunluğunun engelleyici bir özellik arzetmemesi bu anlamda önem taşımaktadır. MFK’lar açısından mikrokredi uygulamasının başarısı şu özelliklerle yakından ilişkilidir. Böyle bir kredi uygulamasını başlatan kurumun finansal açıdan sağlam olması bir diğer ifadeyle kaynak yeterliliği, kaynak bulabilme kapasitesi, karlılık, aktif büyüklük ve risk düzeyi açısından uygun durumda bulunmalıdır. Bunun dışında özellikle kırsal kesimde örgütlenebilme ve ekonomik dalgalanmalar karşısında bu örgütlenmesini koruyabilmek konusunda uzun vadeli projeksiyon sahibi olmalıdır. İnsan kaynağı bu tarz geniş çaplı ve tabana yaygın bir kredi çalışması esas alınarak yapılandırılmalıdır. Mikrokredi uygulamasında başarıyı hedefleyen MFK’ların (ticaret bankaları, esnaf kuruluşları, STK’lar, ÖFK vb.) devletle bu konuda gerekli dayanışma ve altyapı çalışmalarını sonuçlandırabilmesi gerekmektedir. (7) Başarılı Sosyal Girişimci Olmanın Özellikleri Daha az başarılı olanlar da dahil olmak üzere genelde çok başarılı girişimcilerin güvenli ve ısrarcı insanlar oldukları varsayılır. Bu doğru olmayabilir: Araştırmada en dikkat çeken belgelerde “çok başarılı‘’ ve ‘’ortalama‘’ girişimci kavramları arasında kontrastlar olduğu ve çok başarılı 118 girişimciler sanıldığı gibi güvenli, ısrarcı ve bilinir olmadıklarıdır. Anahtar farklar onların motivasyonlarından çok daha fazlasıdır. En başarılı girişimciler onlar için derinden çok anlamlı olan uzun vadeli amaçları gerçekleştirmede en kararlı olanlardı. Buna göre onlar araştırdıkları imkanlarda, beklenen engellerde, gözlemlenen sonuçlarda ve planlanan başlıklarda sistematik bir tutum izlediler. Onlar daha çok kalite ve verimlilikle ilgilidirler ve kendilerini istihdam ettikleri insanlara ve ilgili oldukları işlerle ve partnerlerine vermişlerdir. Son olarak, onlar uzun vadeli beklentilere değer verirler. Motivasyonlarından dolayı, çok başarılı girişimciler çok doğru karar verenlerdir. Bu basit bir yaklaşım olarak görülebilir fakat es geçilemez. İstasyonu terk etmiş bir treni niteliği gereği geri döndürmek çok zordur. Özellikle fonlarınız önceden yetkilendirilmiş işleyen bir plana destek oluyorsa o treni durdurup ‘’Çalışmıyor‘’ ya da ‘’Varsayımlarımız yanlıştı‘’ demek zeka, tevazu ve cesaret ister. Bununla beraber, girişimcinin eğilimi belli bir plan ya da yaklaşımdan çok bir amaca bağlılıktan çıkar. Stratejileri ya da modelleri problemlere, yeni fırsatlara ve değişen pazar koşullarına cevap olarak gelişen yeni kurulmuş işler gibi sosyal değişim organizasyonları genelde bir çok yineleme geçirirler. Eğer bu şekilde olmazsa bir organizasyonun ulaşacağı noktada önemli bir etki bırakması olası değildir. Girişimcinin bu işleyen süreçte kendi kendine kararlı olmada istekli olması (pazara yönelik şeffaflık ve doğal olarak büyüme odağıyla beraber) hayati bir önem taşımaktadır. İlgi çekici bir şekilde, kendince kararlı olma eğilimi genç girişimcileri daha yaşlı ve oturmuş olan benzerlerinden ayırdığı görülen bir özelliktir. Bu; girişimciler olayın içine zamanla artan bir şekilde içlerine girdikçe ya da bütünleştikçe daha da azaldığı gözlenen bir süreçtir. Dahası, girişimciler kendi organizasyonları büyüdükçe pazarla olan ilişkilerini kaybederler. Artan bir şekilde bilgiler onlara endirekt yönetim kanallarıyla ulaşır ve problemler daha sonraki evrelerde ortaya çıkarlar. Bu noktada, bu durum treni durdurup geri döndürmek ekstra düzeyde bir zeka ve kararlılık gerektirir çünkü 119 düzeltme binlerce insanı yeniden eğitmek açısından masraflı ve zaman harcayan bir çaba gerektirebilir. Bu Grameen Bank‘ın 1990’ların sonlarında yaşadığı son tecrübelerden biriydi. Muhammed Yunus yönetim kanalları aracılığıyla bankanın kredilendirme sistemindeki içsel zayıflığın geri ödemelerde sıkıntılar ve bazı borçlularda zorluklar yarattığını öğrendi. Bu durum Yunus ve kurmaylarının problemi anlamada, teşhis etmede, çözüm geliştirmede, bu çözümü uygulamada ve en nihayetinde 12.000 çalışanını yeniden eğitmesinde birkaç yılına sebep oldu. 2002’de Yunus resmi olarak bankanın kredilendirme programını ‘’bir ölçünün hepsine uyması‘’ yaklaşımından çok borçluların ihtiyaç ve sorunlarına yönelik olarak daha yanıtlayıcı esnek bir bankacılık sistemiyle Grameen Bank 2‘yi kurdu. Grameen Bank 2‘nin ilkinden daha iyi bir performans gösterip göstermeyeceğini göreceğiz. Fakat bu tür bir girişimsel çabaların bugünün dünyasında gücü elinde bulunduran en büyük bürokrasilerde dahi duyulmamış olması not etmeye değerdir. Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz buna global ekonomik istikrarsızlığa sebep olan ve gelişen dünyada bir çok zorluk çeken insan yaratan politikaları defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen hala önceden kararlaştırılmış bir çok politikaya hakim bir kuruluş olan IMF‘nin başarısızlığını analiz ettiği Globalite ve Yarattığı Kaygılar adlı kitabında bu girişime yer vermiştir. ‘’Bir çok yetenekli ve yüksek maaşlı hükümet bürokratlarından oluşan bir organizasyon nasıl olur da bu kadar çok hata yapar?‘’42 diye soruyor Stiglitz. IMF göze batacak şekilde ve kısmen ideolojisinin güçlü rolünden ve kurumsal olarak hata yapmayacak bir yapısı olduğuna inandığından kısmen de hiyerarşik organizasyon yapısının dünya görüşü üzerinde hakim 42 Joseph E. Stiglitz, “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı”, Çev. Arzu Taşçıoğlu&Deniz Vural, İstanbul, Plan B İletişim, 2002, s.60 vd. 120 olduğunun tüm kuruluşta yaygın olmasından dolayı hatalarından ders almada oldukça geç kalıyor. Krediyi kimin kullandığının önemsenmediği sürece başarıda sınır olmayacağı yönünde bir söyleyiş var. Girişimciler için, krediyi paylaşmaktaki istek ‘’kritik yolu‘’ başarmaktan geçer çünkü en yalın haliyle ne kadar çok kredi paylaşırlarsa daha çok insan onlara yardım etmek isteyecektir. Fakat bu kalite kendince kararlı olma yetisi ve yüksek motivasyondan doğar. Eğer bir girişimcinin gerçek niyeti sadece bir değişim yapmaksa kredi paylaşımı doğal olarak kendiliğinden oluşacaktır. Bununla beraber, eğer gerçek niyet olmuş olan bir değişimi tanımlamaksa o zaman kredi paylaşımı ters tepebilir. Sosyal girişimciler mevcut organizasyonları yeniden yöneterek değişim gerçekleştirebilirler. Bununla beraber halk sosyal girişimciler için çoğu zaman yeni düşünceleri test etmek ve pazarlamak açısından en geniş alandır. Emin olmak için iş sektöründe epey bir serbestik vardır. Fakat iş sektörü çok kısa zamanda görece kâr etmen mümkün olduğu pazarlama ürünleri ve hizmetleri ile sınırlıdır. Toplum için büyük değerler yaratan bir çok organizasyon kâr etmezler ve yatırımcıların beklemek isteyeceklerinden daha fazla zaman gerektirirler. Teşvik edici yapıları ve kurumsal sınırları caydırıcı bir biçimde aktif olsa da sosyal girişimciler sık sık hükümetlerde ve akademilerde bulunabilirler. İki yıldan dört yıla uzanan seçim dönemleri ve devam etmekte olan yayınlanmış talepler bir çok on yıllık gelecek dönemle beraber aktivite odaklı bireyler için hoş karşılanmayan engellerdir. Bu, sosyal yeniliklerde üniversite ve hükümetlerin kritik roller oynamadıkları anlamına gelmemelidir. Eğer dünyadaki üniversiteler ve hükümetler tarafından finanse edilmeyip, üzerinde çalışılmayıp, tanıtılmasaydı mikrokredi alanı bu kadar çabuk bir şekilde genişleyemezdi. Bununla beraber, düşüncelerini üniversitelerde öğretirler iken başlatan sosyal girişimciler (örneğin Muhammed Yunus ve Jeroo Billimoria) genelde 121 organizasyonlarını kurmak için akademiden çıkarlar. Bunu yaparken de sık sık makul düzeyde finansal ve profesyonel riski göz önüne alırlar. Bununla kazandıkları ise hareket etme özgürlüğü ve alanlarında bulunan doğruluğun ötesini görebilecek mesafedir. Bu kritiktir çünkü bütün yenilikler geçmişten ayrı olabilme kapasitesini gerektirir. Kurulmuş yapılardan bağımsızlık sosyal girişimcileri sadece hakim olan varsayımlardan kurtulmalarını sağlamaz fakat aynı zamanda onlara kaynakları yeni yollarla birleştirecek genişliği de sağlar. Elbette ki bir sosyal girişimcinin en öncelikli görevlerinden bir tanesi de bir sosyal simyacı gibi hizmet etmektir: yeni sosyal bütünlükler yaratmak; insanların fikirlerini, tecrübelerini, vasıflarını ve kaynaklarını toplumun doğal olarak sadece üretmek için sıraya konmadığı bir düzenle bir araya toplamaktır. İnsanlar tipik olarak kârlılık, iş, kültür ve yakınlıklara kendi kendilerine ilgi duyarlar. Üniversiteler fakültelere, hükümetler bakanlıklara, ekonomik ve sosyal aktiviteler de sanayilere ya da alanlara bölünmüştür. Sosyal girişimciler bu tür bir düzene dünyayla bütünleşme ihtiyacı içinde yaklaşırlar. Jeroo Billimoria‘nın dediği üzere hastaneler ve polis işbirliği yapmayacaklarsa sokak çocukları için bir acil telefon hattı kurmanın bir anlamı yoktur. Sosyal girişimciler bütün sorunlarla yüzleşerekten ve isteyerekten disiplin sınırlarını aşarak, hep beraber kalite olarak yeni işleyebilir çözümleri oluşturabilecek çeşitli tecrübe ve uzmanlık alanlarıyla değişik evrelerden insanları bir araya toplarlar. Örneğin Ashoka, sosyal takiplerle ilgili iyi anlaşılır bir iş konseptine başvurarak başladı. Çocuk hattı sokak çocuklarını, vatandaşları, iş sektörünü ve hükümeti bir araya getirdi. Sonuç sokaklara yönelik etkili marka olarak kabul görmüş geniş kapsamlı bir network. Sosyal girişimcilerin yaratıcı birleştirmeleri modern endüstriyel toplumlardaki aşırı bölünmeye ve özelleşmeye karşı sezgisel bir yanıt olabilir. Renascer, Çocuk Hattı Ve Üniversite zirvelerinin her biri insanların toplu 122 ihtiyaçları olduğunu ve bu sorunların insanlar beraber çalışmadıkları sürece çözülemeyeceğini göstermiştir. Bu durum belki de sosyal girişimcilerin neden iletişimsiz kalmak yerine görevlere entegre olduklarını göstermektedir. Bir çok sosyal girişimci düşüncelerini ilerletmek, insanları küçük gruplar halinde ya da tek tek ikna etmek için çok uzun yıllarını harcarlar ve genellikle de bunları anlamak ya da etkisini ölçmek aşırı derecede zordur. Genelde yıllar boyunca görece meçhul bir durumda çalıştıktan sonra anlaşılabilir bir hal alırlar. Ekonomist Joseph A. Schumpeter gözlemlerine göre girişimciler kâr amaçlı değil fakat özel bir hanedan kurmak, rekabetçi bir savaşta kazanmak ve yaratmanın zevkini yaşamak amacıyla motive olmuşlardır. Eğer öyleyse sosyal girişimcileri iş sektöründeki girişimcilerden ayıran nedir? Bu soruyla beraber sosyal girişimciliğin temeline iniyoruz: etik. Motivasyonlarının etik kalitesini göz önüne almadan sosyal girişimcilik hakkında konuşmak anlamsızdır: Neden? ise en nihayetinde iş sektörü ya da sosyal girişimciler eninde sonunda aynı kişidirler. Sorunları aynı şekilde düşünürler. Aynı tür soruları sorarlar. Aradaki fark mizaçlarında ya d yeteneklerinde değildir fakat vizyonlarının doğasındadır. Özetle, sosyal girişimciler yaşamlarında bazı zamanlar halledilmesi onlara bağlı olan bazı sorunları çözmek için kendilerini bu soruna odaklarlar. Genelde, bir şey uzun bir zamandır planlanıyor olur ve belli bir anda (bir olayın da tetiklemesiyle) kişisel hazırlık, sosyal ihtiyaç, ve tarihi fırsat bunları birleştirir ve kişi de kesin aktiviteyi alır. Decision (karar) kelimesi ‘’kesmek‘’ anlamına gelen Latince decidere kelimesinden gelmektedir. Bu noktadan hareketle, sosyal girişimcilerin kendileri için olan diğer opsiyonları kesip atıyor gibi görünüyor. Zamanla kendi düşünceleri onlar için başka her şeyden daha önemli bir hale geliyor. Kiminle evlenecekleri, nerede yaşayacakları, hangi kitapları alacakları vs. onların düşünce prizmalarından geçmektedir. Her ne kadar insanların neden sosyal girişimci oldukları açıklanabiliyorsa da, onları 123 teşhis etmek de mümkündür ve toplumlar bu kişilere, onları cesaretlendirerek, neye ihtiyaçları oldukları konusunda yardımcı olarak destek olurlar.43 (8) Mikrokredilendirmede Hedef Kitle Tipik mikrofinans müşterileri, resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan düşük gelirli kişilerdir. Mikrofinans müşterileri, normalde, genellikle kendi evinde çalışan serbest meslek sahibi girişimcilerdir. Kırsal alan ve bölgelerde, genellikle küçük çiftçiler ve gıda işleme ve küçük esnaflık gibi düşük gelir getiren faaliyetlerle iştigal eden kişilerdir. Kentsel alan ve bölgelerde ise, mikrofinans faaliyetleri daha çeşitlidir ve dükkan sahipleri, hizmet sağlayıcılar, zanaatçılar, seyyar satıcılar, vb. gibi grupları kapsar. Mikrofinans müşterileri, yoksullar ya da yoksul olmayan ve oldukça istikrarlı bir gelir kaynağı bulunan, fakat korunmasız olan kişilerdir. Pek çok sebeple, geleneksel resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı ile gelir düzeyi arasında ters orantı vardır: Yoksulların finans kuruluşlarına erişim olanağı düşüktür. Öte yandan, yoksullar için gayri resmi finansal düzenlemeler o kadar pahalı veya külfetli olacaktır. Ayrıca, gayri resmi finansal düzenlemeler belirli finans hizmeti gereksinimlerine uygun olmayabilir ya da yoksulları bir şekilde dışlayabilir. Bu dışlanmış ve yeterince hizmet alamayan pazar kesiminden bireyler de mikrofinans müşterileri olurlar. Mikrofinansın kapsamına giren hizmet tipleri kavramını genişlettiğimizde, mikrofinans müşterilerinin yarattığı olası pazar da genişler ve büyür. Örneğin, mikrokredinin pazar alanı ve kapsamı, çeşitli farklı tiplerde tasarruf ürünleri, ödeme ve havale hizmetleri ve çeşitli sigorta ürünlerini içeren daha zengin ve çeşitli bir finans hizmetleri dizisine göre çok daha sınırlı olabilir. 43 David Bornstein, How to Change the World (Social Entrepreneurs and the Power of New Ideas), Oxford University Press, New York, 2004, s.233-241 124 Örneğin, çok yoksul çiftçilerin çoğu ödünç almak istemeyebilirler ve bunun yerine, kendi günlük yaşam ve geçim gereksinimleri için harcadıkları birkaç aylık bir süre içinde, tarımsal mahsullerini ve bu mahsullerin getirilerini korumak ve muhafaza etmek için daha emin bir yer tercih ederler. İstihdamda özel ilgi gerektiren kesimleri kadınların istihdamı, çocukların istihdamı, özürlülerin istihdamı ve gençlerin istihdamı olarak dört alt başlık altında inceleyebiliriz. i. Kadın İstihdamı Piyasa ekonomilerinde yapılan işlerin değerlendirilebilmesi için ücret ya da kar karşılığı yapılması gerekmektedir. Ücret veya kar karşılığı yapılmayan işler milli gelir hesaplamalarında dikkate alınmamakta, bu işlerde çalışan işgücü de faal işgücü içerisinde sayılmamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde kadınlar işgücü piyasasına sınırlı olarak katılma imkanı bulabilmekte ve kadınların çalışma imkanı buldukları alanlar da genellikle işgücü piyasası dışında kalan üç alanda kendini ortaya koymaktadır. Bunlar; a. Geçimlik üretim: kadınlar tarafından ailenin tüketimine yönelik olarak öncelikle tarım sektöründe yapılan ve pazardan alınacak malları ikame eden bahçe sebzeciliğiyle, bahçe tarımını ve elde edilen gıda üretimini kapsar. b. Ev içi üretimi ve bağlantılı işler: Ev içi üretimin sınırlarını geçimlik üretimin sınırlarından ayırmak her zaman kolay değildir. Burada piyasadan alınabilecek bazı mal ve hizmetler hane içinde kadın tarafından üretilir veya yerine getirilir. Örneğin giysilerin dikilmesi, örülmesi, çeşitli gıdaların hazırlanması, konserve, geleneksel tıbbi bakım ve diğer ev işleri vb. c. Gönüllü çalışma: toplum adına devletin yerine getirmesi gereken bazı sosyal hizmetlerin gönüllü örgütler tarafından düşük maliyetlerle gerçekleştirilmesini sağlar”44. 44 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,27 125 Bu çalışma türleri toplum tarafından yeterli görülmediği için kadın çalışmasının görünmezliği söz konusu olabilmektedir. Birçok ülkeyi kapsayan çalışma ve araştırmalar bize kadınlar tarafından yapılan ve kayıt dışı kalan bu tür işlerin o ülkelerin GSYIH’larının yaklaşık olarak 1/3 ile 1/2’si arasında bir oranda gerçekleştiği görülmektedir. Kadın emeğinin bu şekilde kayıt dışı kalmasındaki en büyük bakış açısı cinsiyete dayalı bir değerlendirmenin yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısına göre kadın “…öncelikle ev içindeki işleri yapmakta ve çocuk doğurup onlara bakmakla yükümlüdür. Kadının işgücü piyasasına katılması ve ücretli olarak çalışmasının genel toplumsal onay gördüğü koşullarda bile bu, asli ev kadınlığı ve annelik görevlerini ihmal edilmeden yapılmalıdır. Ev kadınlığı ve annelik kapsamında harcanan ev içi emek ekonomik bir kategori olarak görülmemektedir”45. Türkiye’de kadınların istihdama katılma oranı kırsal bölgelerde ve kentlerde farklılık göstermektedir. Kırsal bölgelerde bu oran % 47.6 iken, kentsel yerlerde bu oran % 15.8’dir. kentsel yerlerde kadın istihdamının düşük olmasının değişik nedenleri vardır. Bunlar arasında “…kırdan kente göç olgusu, okullaşma oranındaki iyileştirilmeler ve ümidi kırılmış işsizlerin yüksekliği bulunmaktadır. Kırsal alanda tarımsal üretimde yer alan kadın, göçle birlikte kentte istihdam dışı kalarak iktisaden faal nüfusun dışına çıkmaktadır. Bu bağlamda kentlere göç eden kadınların büyük çoğunluğu ev kadını haline gelirken diğerleri ya enformel sektörde çalışmakta ya da işsizlere katılmaktadır”46. İstihdamın cinsiyet açısından sektörel dağılımına baktığımız zaman kadınların büyük çoğunluğunun tarımda ücretsiz aile işçisi olarak istihdam edildiğini görmekteyiz. İmalat sanayinde özellikle tekstil sektöründe kadın işgücüne olan talep son yıllarda artma eğilimine girmiştir. Ancak meydana gelen bu talep artması enformel sektörden karşılandığı için sosyal güvenlik 45 46 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,27 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28 126 haklarından yararlanamayan bir çalışan grubu ortaya çıkmıştır. Enformel sektördeki işgücünün genel yapısına baktığımız zaman bu sektörde bulunan işgücünün istihdama hazır konumda bulunan işgücünün en zayıf kısmını oluşturduklarını ve çalışma koşullarının kötü olduğu piyasalarda çalışmayı kabul etmelerinin de bu nedenden dolayı bir anlamda zorunlu olduğunu görüyoruz. Zaten bu kesimde yer alan işgücünün sahip olduğu kabiliyet ve donanımları çalışma imkanları iyi olan başka piyasalarda çalışmalarına imkan vermemektedir. Çok kötü şartların hakim olduğu piyasalarda çalışmak zorunda kalan kesimler genelde göçmenler, etnik azınlıklar, kadınlar, gençler ve çocuklardır. “..Bu gruplar zaten toplum içinde ayrımcılığa uğradıklarından küçük atölyelerde ve evlerde fason üretim, yarı zamanlı ya da geçici işlerde çalışmaya en uygun kesimlerdir”47. Kadınların yarı zamanlı ve esnek saatli işleri kolayca kabul etmeleri, çalıştıkları işte süreklilik taleplerinin fazla olmaması, geçici olarak işten ayrılmayı daha kolay kabul etmeleri vb. nedenler kadın işgücünün enformel sektörde daha kolay kabul edilmesine imkan vermektedir. “İhracata dayalı büyüme üzerinde temellenen yapısal uyum politikasının tüm elemanları kadın istihdamını da etkilemektedir. Bunlar, düşük ücretler, işgücü piyasasında kuralsızlaştırma, enformel üretim ilişkilerinin varlığını sürdürmesi, kamu kesimi harcamalarının kısılması ve özelleştirme yoluyla işten çıkarmalardır”48. Türkiye’de özellikle tekstil sektöründe dünya piyasasında rekabet edebilmenin temel faktörlerinden birisi ucuz işgücü olarak görülmekte ve bu da enformel üretim ilişkisini giderek arttırmaktadır. 1988-1993 yılları arasında kentlerde çalışan kadınların % 56’sının sosyal güvenlik kapsamı dışında kalması, kadın işgücünün ağırlıklı olarak enformel sektörde istihdam 47 48 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28 127 edildiğinin bir göstergesidir. Sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan alanlarda çalışan erkeklerin oranı ise % 29’dur49. Hizmet sektöründe kadınlar genellikle eğitim ve sağlık alanlarında daha çok yoğunlaşmaktadırlar. Buradan hareketle kadın istihdamının gelişme yönünün hizmetler sektörü olduğunu söylemek mümkündür. Sanayileşme kadınları daha yoğun bir şekilde işgücü piyasasına çekmiş ancak işgücü piyasasında kadınların ikincil konumlarını değiştirmemiştir. Bu durumun sebebi başlangıçta eğitim durumu olmasına rağmen, kadınların eğitim durumlarının erkeklerle başa baş bir konuma gelmesine rağmen ikincilik durumu değişmemiştir. Toplumsal olarak cinsiyetin işgücü piyasalarına yansımaları şu şekilde özetlemek mümkündür; -Piyasadaki işlerin hala kadın işi erkek işi olarak değerlendirilmesi anlayışı devam etmektedir. -İşyerindeki birçok yönetim ve denetimle ilgili konularda kadınlara daha az yer verilmeye devam edilmektedir. -Kadın erkek arasında ücret farklılaşması varlığını sürdürmektedir. -Kadınların çalışarak elde ettikleri gelirle genellikle aile bütçesine katkıda bulundukları düşünüldüğünden kadınlar arasında daha çok evde çalışma şeklinde çalışma yaygınlaşmaktadır50. Eğitim kadın istihdamını istihdamını artırmaktadır. Fakat olumlu işgücü yönde etkilemekte piyasasının ve kadın düzenlenmesinde toplumsal değerlerin etkenliği devam etmektedir. Bu nedenlerden dolayıdır ki bir taraftan istihdam politikalarıyla kadının eğitilmesi ve bir taraftan da cinsiyete dayalı istihdamı önleyecek tedbirler almakta yarar bulunmaktadır51. 49 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29 51 DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29 50 128 ii. Gençlerin İstihdamı İşsizliğin ekonomik sonucu ücret ve gelir kaybı olarak ortaya çıkmakta, sosyal sonucu ise toplum içinde kişinin kendini tanımlayamaması ve sosyal huzursuzluklardır. Gençlerin maruz kalacakları işsizlik sonrası yansımalar gerek aile içerisinde ve gerekse de toplumsal bazı mekanizmalarla kısmen de olsa belli bir noktaya kadar engellenebilse de onları topluma kazandıramamak sosyal huzursuzluklara yol açmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı genç nüfusun istihdamı konusu büyük önem arz etmektedir. Gençlerin istihdamı konusu, günümüzde hemen hemen bütün ülkelerde önemli bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Türkiye’de ise genç nüfusun genel nüfus içerisindeki payının yüksek olması nedeniyle daha da büyük bir öneme sahiptir. Ülkemizde, rakamsal olarak baktığımız zaman gençlerin işsizlikleriyle ilgili şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır; Tablo 11: Ülkemizde Genç İşsizlik 15-19 YAŞ 20-24 YAŞ NÜFUS 7.064.000 4.668.000 İŞGÜCÜ 2.730.000 2.628.000 38.6 56.3 2.390.000 2.185.000 EKSİK İSTİHDAM 258.000 (% 9.5) 273.000 (% 16.9) İŞSİZ 339.000 (%12.4) 443.000 (% 10.4) İKO (%) İSTİHDAM EDİLENLER KAYNAK: TUİK Türkiye’de 15-24 yaş arasında bulunan nüfus 11.732.000 kişi olup bu rakamın toplam nüfusa oranı % 18.0’dır. 15-24 yaşları arasındaki nüfusun 5.358.000 kişilik bir kısmı işgücüne dahildir. Bunlardan 4.575.000 kişi istihdam kapsamındadır. Bu yaş grubunda işsizlik % 14.6 ve eksik istihdam ise % 9.9 gibi yüksek bir orandadır. 129 Genç nüfusun istihdam edilememesinin en başta gelen sebebi yeterli istihdam alanlarının hazırlanamamasıdır. Genç nüfusun işsiz kalmasındaki bir diğer neden de iş ararken başlangıçtaki hedeflerin yüksek olmasıdır. Bu grupta da işsizlikten en çok etkilenenler eğitimsiz ve niteliksiz gençlerimizdir. Gençlerin istihdam oranlarını yükseltebilmenin en önemli koşullarından birisi gençlerimizin eğitim durumlarını yükseltmektir. Bu amaçla ortaöğretimin mesleki eğitime yönelik olarak gençlerimize gerekli bilgi ve vasıfları kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. İş ve meslek danışma bürolarının kurularak yaygınlaştırılması da gençlerimizin iş arama ve bulmalarına olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Bütün bunlara ek olarak genç girişimciliğin de çeşitli teşviklerle desteklenmesi de ayrıca büyük önem taşımaktadır. Değişik ülkelerde yapılan araştırmalar gençlerin yetişkinlere göre daha çok işsiz kaldıklarını, kızların da erkeklere göre daha fazla işsiz kaldıklarını göstermektedir52. Gençlerin eğitimlerini yeni tamamlamış olmaları, işgücü piyasasına iş aramak maksadıyla yeni giriyor olmaları vb. nedenlerden dolayı işsizlik oranları daha yüksektir. iii. Özürlülerin İstihdamı Gelişmişliğin ölçülmesinde kullanılan kriterlerden biriside o ülkede yaşayan özürlü insanlara sağlanan imkanların durumudur. Çalışma hayatının her alanında özürlülere yönelik istihdam imkanları ve kolaylıkların sağlanması öncelikle istenilen konuların başında gelmektedir. Bu açıdan bakınca Türkiye’de Özürlüler İdaresi Başkanlığının kurulması olumlu bir gelişme olmuştur. Özürlü insanların çalışma ilişkileri açısından hayatlarını çalışma hayatına başlamadan önceki hayatları ve çalışma hayatındaki hayatları 52 DPT (1987), 32 130 olarak iki kısımda değerlendirmek mümkündür. Bu insanların çalışma hayatına başlamadan önce çalışma hayatının gerektirdiği donanım ve bilgilerle donatılmaları gerekmektedir. Ayrıca çalışma hayatına başladıktan sonra da onların rahatça işlerini yapmalarına imkan verecek şekilde gerekli ekipmanları ve düzenlemeleri yapma zorunluluğu vardır. Türkiye’de özürlülerin çalışma hayatına yeterince katılabilmeleri ya da bir başka ifade ile istihdama katılmalarını temin etmek maksadıyla kontenjan uygulamasına gidilmiş olmasına rağmen istenen başarı henüz yakalanamamıştır. Bu amaca ulaşabilmek için “…Önce istihdam edilebilirliği, daha sonra bir yandan iş olanakları yaratmak, diğer yandan da onların çalışma ortamlarını kolaylaştıracak işyeri düzenlemelerini yapmak gerekmektedir”53. Kamu kesiminde yaklaşık olarak özürlü istihdamında % 75’ler seviyesinde istihdam boşluğu vardır. Bu oranın bu kadar yüksek olmasının temel nedeni özürlülerin gerekli eğitim imkanlarından yeterince yararlanamamalarıdır. 1987 tarih ve 19402 sayılı “Sakatların İstihdamı Hakkında Tüzük”ün ek bölümünde özürlülerin yapabilecekleri işler belirtilmiştir. Özürlülerin belli işlerde çalışmaları, kendi işlerini kurmaları, evlerinde çalışmaları ve iş kooperatifleri kurmalarına yönelik destekleyici politikalara her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Zaten özürlülere meslek ve beceri kazandırma merkezleri açmak 572 sayılı yönetmelikle belediyelerin görevleri arasında sayılmıştır54. Özürlülerin daha yoğun ve daha aktif bir şekilde istihdam edilen işgücü arasına katılabilmeleri için daha bağlayıcı ve pratiğe yönelik zorlayıcı hükümler içeren yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Ayrıca çıraklık ve mesleki eğitim kanununda özürlülere yönelik düzenlemelere yer verilerek özürlü 53 54 DPT (1987), 33 DPT (1987), 33 131 insanların çalışma hayatına hazırlanarak daha fazla ve aktif bir şekilde katılmalarına imkan verilmelidir55. (9) Mikrokredi ve Yoksulluğun Azaltılması Yoksul kesimi finansal hizmetlerine dahil etme imkanları olmasına rağmen resmi finans kuruluşları yoksul kesimi kasten kurumsal finansın dışında tutmuştur. Resmi bankacılar yoksul kesimi kredilendirme de riskli olarak görürlerken yoksul kesimde bankaları genelde sosyal olarak üstün tabakada olanlara hizmet için var olan güvenilmez kurumlar olarak görürler. Bazı idraklar yoksul kesimin resmi bankalarla iş yapmasını sınırlayan bazı yasakları oluştururlar. Kırsal Finansal Yapı ve Grameen Bank 2004’te mikrofinans ödemeleri Özel bir organizasyon olan GB toplam ödemelerin % 29’unu oluşturmaktadır. Resmi finans kuruluşları derece derece sanayilerdeki aktivitelerini azaltmaktadırlar. Ulusal ticari bankalar, özel ticari bankalar ve diğer özel bankaların birleşik payları 2003’teki % 15.8’den 2004’te % 16.5 ‘e yükselmiştir. Yönetimsel makamlar/şubeler, özel kurumlar ve ulusal ticari bankalar 2004’te pazar paylarındaki marjinal oranları kaybettiler. Gelişmekte olan ülkeler kârsız olduğunu düşündüklerinden mikro finansı doğru bir opsiyon olarak görmemektedirler. Bu ülkelerdeki finansal kuruluşlar tipik olarak üç konuda kaygılanmaktadırlar: çok riskli olması, çok pahalı olması ve sosyo ekonomik ve kültürel engellerin olması. Bununla beraber, bir yandan mikro finans müşterisi giderek artmakta diğer yandan resmi finans kuruluşları finansal hizmetler sunmada giderek başarı elde etmektedirler. Bu iki unsur potansiyel mikro finans kuruluşlarını harekete geçmeye zorlamaktadır. Bu kuruluşların banka statüsünde olmayan ve NGO (Non-Governmental Organizations - Yani STK’lar) statüsündeki organizasyonlara kıyasla mikro kredilendirilmesinde çeşitli avantajları vardır. 55 Mehmet Gök, İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara, Eylül, 2004 132 Bir çoğunun, şubelerinin geniş network’ü, iyi kurulmuş içsel kontrol yapıları, bir çok işlemi takip edecek yönetimsel ve muhasebecilik sistemleri ve son olarak kendi fon kaynaklarına sahiptirler, hükümet dışı organizasyonların yaptıkları gibi seyrek ve geçici bağışçı kaynaklarına bağlı olmadan sahip oldukları kendi fon kaynakları açısından gerekli fiziksel altyapıya sahiptirler.56 Bu nedenle ülkemizde resmi finansal kuruluşların en önemlileri ve başarılılarını temsil eden çok şubeli ticari bankalar açısından mikrokredi çalışması hem uygulanabilir hem de kârlıdır. i. Mikrokredi Zirvesi ve Yoksullara Yardım Deklarasyonu Kongrede amaç, 2005 yılına kadar, dünyanın en yoksul 100 milyon ailesine ve özellikle bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmaları ve işe yönelik diğer faaliyetleri gerçekleştirebilmeleri için kredi sağlayacak global bir hareketi başlatmaktır. Mikrokredi zirvesi yoksulluğu sona erdirmek için gerçekleştirilen büyük çabaların yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Başarılı olmak için yoksulluğu sona erdirme yönündeki tüm hareketlerin geniş bir strateji yelpazesi içinde uygulanması gereklidir. Dünyanın en yoksul 100 milyon ailesine ve özellikle bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmaları ve tasarruf kabiliyetlerini artırmaları için kredi sağlamanın da aralarında olduğu mikrokredi hizmeti sağlayabilecek kurumların oluşturulması bu stratejilerden sadece birisidir. Tecrübeler yoksul kişilerin, özellikle kadınların, genellikle yoksulluğu azaltma programlarının dışında tutulduklarını göstermektedir. Finansal hizmetlere kadınların erişebilmeleri, kadınların tasarruf etmeye yatkın olmaları, yaratıcı girişimciler olmaları ve kazançlarını doğrudan aile ihtiyaçlarının karşılanmasına tahsis etmeleri gerçeklerine rağmen, cinsler arasındaki ayrımcılık nedeniyle büyük zorluklarla karşılaşmaktadır. 56 Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007, s.62. 133 Mikrokredi Zirvesi Organizasyon Komitesi, Yoksullara Yardım İçin Danışma Grubu (Consultative Group to Assist the Poorest-CGAP)’nun Politika Danışma Grubu (Policy Advisory Group-PAG) tarafından saptanan “yoksul” ve “en yoksul” tanımlamalarını benimsemiştir. PAG, Yoksulları her bir ülke tarafından saptanan yoksulluk sınırının altında yaşayan kişiler ve en yoksul grubu ise yoksullar grubunun en alt kesimini oluşturan % 20’lik kesim olarak nitelemektedir. Gelişmekte Olan Ülkelerde Zirve’nin ortaya koyduğu hedefe varmak için odaklandığımız nokta yukarıda tanımlanan en yoksul nüfus kesimine ulaşmaktır. Sanayileşmiş Ülkelerde ise ilk kredilerini aldıkları zaman ilgili ülkenin kendisi tarafından saptanan yoksulluk sınırının altında yaşayan ailelere öncelikle hizmet sunan programlara odaklanmak zorundayız. Zirve, hükümet ve hükümetler dışı örgütlerin insanlık ailesinin karşı karşıya kaldığı bir çok önemli konuyu ele almak için bir araya geldikleri son on yılda yapılan global düzeydeki zirve ve konferanslardan ilham almaktadır. Mikrokredi Zirvesi, Yeryüzü Zirvesi (Earth Summit), Çocuklar İçin Dünya Zirvesi (The World Summit for Children), Kahire Nüfus Konferansı (The Cairo Conference on Population), Kopenhag Sosyal Zirvesi (The Social Summit in Kopenhagen) ve Pekin Kadın Konferansı (The Women’s Conference in Beijing)’nın dokümanlarında ifade edildiği gibi adil ve sürdürülebilir bir dünya düşüncesini benimsemektedir. Sorumluluğu, özgüveni ve mali açıdan kendine yeterliliği artıran ve toplumların kendi problemlerini çözme yetenekleri olduğunu gösteren metodolojileri kullandığından mikrokredi sürdürülebilir sosyal ve iktisadi ilerleme için önemli bir araçtır ve son on yılda düzenlenen global düzeydeki toplantılarda üzerinde uzlaşmaya varılan amaçların bir çoğuna ulaşılmasında temel bir stratejidir. 134 Mikrokredi Zirvesi’nin ve bu hareketin amacı yoksulluğun ortadan kaldırılması ve sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için çalışması gerektiğidir. Yüz milyon aileye ve özellikle bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmak ve diğer işler için kredi sağlayarak ulaşmaya kendini adayanları yoksulluğu sona erdirmek için yürütülen çalışmalarda bu önemli adım etrafında birleşmeye davet etmektir.57 ii. Mikrokredi Programlarının Sosyo-Ekonomik Etkileri Yoksul kesim mikrokredi programlarına iştirakleri serbest mesleklerindeki gelirlerinin artacağına ve destek olacağı beklentisindendir. Bu programa iştirak aslen tüketim açısından yoksulluğun azalmasına etki eder ve destek temelli istihdam direkt olarak ölçülebilir. Programa iştirakın faydaları hamilelikten korunma, doğurganlık ve çocukların eğitimlerindeki sosyoekonomik hasılalardaki değişiklikler ölçerek aynı zamanda endirekt olarak da ölçülebilir. Bu değişimler kısmen gelir ve istihdamın yarattığı sonuçlar ve kısmen de programın kredisiz hizmetlerinin sonucu olarak ortaya çıkan tutum ve davranışlardaki değişikliklerden meydana gelir. Program iştirakçileri arasında meydana gelen gelir ve istihdam değişiklikleri yerel köy ekonomisini etkileyebilir. Eğer ekonomik değişiklikler mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep olmuyorsa programın tamamen pozitif bir katkısı olduğu söylenebilir. Eğer program iştirakçileri köydeki mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep oluyorsa programın köy etkisine katkısının sıfır hatta negatif olduğu bile söylenebilir. Programın komple etkisini tamamen gösteren iki önemli faktör; mikrokredi programları tarafından finanse edilen aktivitelerin büyüme potansiyeli ve artırılan kredinin mevcudiyeti ile çözümlenen kredinin pazar eksikliklerinin boyutudur. Bu makale mikrokredi programlarının iştirakçiler üzerindeki sonuçlarını tüketim, beslenme, istihdam, net değer, eğitim, hamilelikten korunma ve 57 The Microcredit Summit, Declaration of Support, February 2.4.1997 135 doğurganlık konuları açısından ele almaktadır. Bu sonuçlar kredinin ve programa iştirak sürecinin etkisini yansıtan mikrokredi programlarından alınan miktarların kümülatif etkileri açısından değerlendirilmektedir. Yerel ekonomiye olduğu kadar erkek ve kadın kredi kullanıcıları üzerindeki etkileri de ele almaktadır. İştirakçi olmayan ev düzeyindeki halkı ve gerektirmektedir. Bu da, etkiyi köyün değerlendirmek karakteristik gözlemleme özelliklerini imkanı belirlenmesini programların kredi etkilerini bireysel iştirak düzeyindeki varyasyonlarına bağlı olarak değerlendirmek için programın belirli bir köyü cezbetmesi açısından köy düzeyindeki özelliklerdeki farklılıkların kontrol edilmesi gerekliliğidir. Programın köy düzeyindeki ortalama gelir, istihdam ve yoksulluk üzerindeki etkisi Programın etkisinin köy düzeyindeki farklı etkilerini köyün gözlemlenebilir özelliklerini kontrol ederekten köy düzeyinde gerilemeyi uyarlayarak tahmin edilebilir. (10) Mikrokredi’nin Kalkınma Ekonomisi Açısından Değerlendirilmesi Mikrokredi uygulaması en küçük iktisadi aktör olan bireylerin kişisel bilgi ve yeteneklerini doğrudan üretime sevkedip bireysel bazda birer işletme haline gelmelerini ve birer üretim birimi olmalarını esas aldığından sonuçları ve hedefleri itibarıyla kalkınmayı yakından ilgilendirmektedir. Nitekim toplumsal kalkınmaya ilişkin iktisat teorilerinde mikrokredi ile kalkınmanın temel dayanaklarına ilişkin unsurlar sözkonusudur. Özellikle toplumsal refahın tabana yayılması ve eşitlikçi kalkınma sağlanabilmesine ilişkin anlayışlar mikrokredi felsefesiyle dolaylı olarak ilişkilidir. Ortodoks iktisat teorileri kalkınma ve yatırım stratejilerine göre Dengeli Kalkınma (Rodan, Nurkse, Lewis) ve Dengesiz Kalkınma (Hirschman, Kalkınma Kutupları Modelleri) olarak sınıflandırılırlar. Bu anlamda mikrokredi hem ekonomideki arz cephesini hem de talep cephesini stimule edecek 136 (uyaracak) nitelikte olduğundan hem dengeli hem de dengesiz kalkınma teoriler. Özellikle ekonomi ile ilgili tartışmalarda çok sık gündeme gelen özel kâr ile sosyal kârlılık arasındaki farkın ortadan kalkması açısından mikrokredi uygulaması büyük önem taşımaktadır. Özel kâr beklentisi içinde olanlar tarafından istismar edilen yoksul/işsiz kesimin geniş çaplı olarak üretim faaliyetine sokulması ve sosyal kâr imkanından yararlanmalarının sağlanması gerekmektedir. Bu ise piyasa mekanizması içinde ve ticari bankalarca verilecek mikrokredilerle sağlanabilecektir. Elbette ki bu belli ölçüde planlamaya dayalı olacaktır. Dengesiz kalkınma teorisyenlerine göre belli şartlar içinde dengesizlik, ilerlemeyi bozmaktan çok canlandırır, teşvik eder ve sektörlerde sıçramalara yol açarak ekonomiyi dinamik bir sürecin içine sokar. Onlara göre şartların oluşması durumunda dengesizlik, hızlı kalkınmanın bir engeli değil, bir gerekliliğidir. Aksine denge üzerine fazla ısrar etme, durgunluk yaratarak dar boğazlara neden olabilir. Dar boğazlar ise bazı şartlarda üretimi geciktirmekle kalmaz, bundan başka, birbirini tamamlayan faaliyetlerin gerilemesi ve yavaşlaması sonucunu yaratır. Dengesiz kalkınma teorilerinin söz konusu düşüncelerinin temelinde yatan neden, geri kalmış ekonomilerde sermayenin kıt oluşudur. Onlara göre, kıt olan sermayenin eşit dağılımı düşük ölçekli işletme tiplerinin ortaya çıkmasına ve düşük verime neden olmaktadır. Bunu önleyebilmek için yatırımlar, ekonomide kalkınmayı gerçekleştirecek sürükleyici sektörlere kaydırılmalıdır. Fakat her sektör sürükleyici özelliğe sahip değildir. Bu sektörleri tespit edebilmek için ekonomide sektörlerin ileri ve geri bağlantı katsayılarına bakılmalıdır. Dengesiz kalkınma teorisinin öncüsü A. O. Hirschman’dır. Hirschman’a göre geri kalmış ekonomiler, dengeli kalkınma teorisyenlerinin öngördükleri gibi, bütün sektörlerde eş anlı bir kalkınma hamlesini gerçekleştirecek ne sermaye miktarına ve ne de arz ve talep yönüyle piyasa 137 genişliğine sahiplerdir. Halbuki bu ekonomiler içerisinde öyle sektörler vardır ki, bu sektörlere dengesiz bir biçimde de olsa ağırlık verilmesi sektörler arası ilişkilerden dolayı ekonomide bir sıçrama, bir büyük itiş gerçekleştirebilir. Kanaatimizce piyasa ekonomisi içinde kalkınma hem dengeli kalkınma dinamikleri hem de dengesiz kalkınma dinamikleri tarafından yönlendirilir. Her iki görüşün de reddetmediği planlama olgusu ekonominin gidişatı doğrultusunda ortaya çıkan dengesizlikleri giderme eğilimini yaratır. Ancak kalkınmayla ilgili en arzu edilen durum refahın dengeli olarak dağıtıldığı durumdur. Kalkınmanın hızına ilişkin savunulan teori hangisi olursa olsun arzulanan sonuç zenginliklerin adil dağılımıdır. Keynes’in genel teorisi efektif talep ilkesine dayanır. Keynes’e göre, girişimci veri istihdam düzeyinde kullandığı faktörün maliyetine belirli bir kâr ilave etmek isteyecektir. Bu maliyet artı kâr fiyatı ve dolayısıyla girişimcinin gelirini oluşturacaktır. Girişimci sağlayacağı istihdam imkanı üzerinde düşünürken gelirini maksimize etmeye çalışacaktır. Dolayısıyla belli sayıda kişinin istihdam edilmesiyle elde edilen çıktının arz fiyatı ile yine aynı sayıda kişinin istihdam edilmesiyle girişimcinin elde etmeyi beklediği gelir arasındaki ilişki Keynesyen talep ilişkisidir. Dolayısıyla mevcut istihdam düzeyindeki gelirinden memnun olup olmaması durumuna göre istihdam seviyesini artıracak ya da azaltacaktır.58 Keynes bu ilke doğrultusunda dünya ekonomik bunalımından çıkışın çözümü olarak istidamın yapay olarak uyarılmasını ve satın alma gücü sağlamasını önermiş ve bu anlamda başarılı olmuştur. Nitekim Nurkse’ün dediği gibi yoksulluğun bir kısır döngüye dönüşmemesi açısından kamuda istihdam edilemeyen yoksul kesimin mikrokrediler yoluyla üretime sevkedilmesi önemli bir çözüm yolu olacaktır. Rostowian sosyo-ekonomik gelişme trendi başlıca beş değişik aşama göstermektedir: Geleneksel toplum aşaması, Take-off' a geçiş aşaması, 58 John Maynard Keynes, Genel Teori, Çev. Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2008, s.31-33 138 Take-off aşaması, Ekonomik Büyüme ve Kalkınmanın Gerçekleştiği dönem veya aşama ve Refah aşamasıdır.59 Rostow’un refah toplumuna erişme konusunda aşama kaydettiğini düşündüğü demokratik yapı, eğitim ve kültürel gelişme gibi unsurların toplumun tüm katmanlarına yayılması oldukça önemlidir. Toplumda üreten ve tüketen en minimal iktisadi aktörlere fırsat eşitliğinin verilmiş olacağı ve bu yolla refaha erişileceği varsayıldığında yozlaşmanın ortadan kalkması ile sermayenin demokratikleştirilmesi arasında çok ciddi bir bağ olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Rostow’un iddia ettiği gibi dördüncü aşama olan Olgunluğa Geçiş Dönemi ekonomik açıdan birçok olumlu özelliği yansıtmasına rağmen yozlaşmanın da üst seviyede olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla iktisadi gelişmişlik açısından üretim ilişkileri ile kültürel yozlaşma arasında bir bağ sözkonusudur. Güçlülerin zayıflardan fahiş derecede faydalanabilmesi yozlaşmanın esasını oluşturmakta ve bu durumdan çıkış ise fırsatların demokratik dağıtımına bağlıdır. Dolayısıyla hem kalkınmaya geçiş hem de kalkınma aşamasındaki ahlaki yozlaşmanın önlenmesi açısından mikrokredi uygulaması önemli bir çözüm olacaktır. (11) Mikrokredi Programlarının Kurumsal ve Finansal Uygulanabilirliği Programın uygulanabilirliği programın finansal, ekonomik ve kurumsal sürdürülebilirliğine ve kredi kullanmış kişilerin arasında programın ekonomik sürdürülebilirliğini tanıtabilme kapasitesine dayanmaktadır. Uygulanabilirlik için temel koşul finansal yeterliliktir ki bu da verilen borcun masrafının bile silinebilme kapasitesidir. Uygulanabilir bir programın işlemesi verilen borcun masrafının (fonların masrafları, buna ilaveten yönetimsel ve ödenememiş borçların masrafları) borç alana çıkarılan masrafa (bu faiz oranıdır) eşit ya da daha az olması şeklindedir. 59 Coşkun Can Aktan, Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, İstanbul: T Yayınları, s.63-70. 1 Bkz: W.Rostow, İktisadi Kalkınmanın Merhaleleri, Ankara: MEB Yayınları, 1971. 139 Birçok mikrokredi programında fon masrafları pazar masraflarına yansımaz çünkü sübvanse edilen kaynaklar devirli kredi ve kurumsal gelişim için kullanılır. Sübvanse edilmiş fonların kullanıldığı bir program sübvanse edilmiş fonların fırsat maliyetinin durdurulması anlamında bile ekonomik olarak sürdürülebilir olmalıdır. i. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Davranışçı Risk Faktörleri Bir programın sürdürülebilirliği mikrokredi programlarının kaynaklar üzerinde artış yapması ve kontrolüne, borçların geri ödenme oranlarına ve programların kurumsal gelişimine bağlıdır. Birikmiş olanların mobilizasyonu mevcudiyetini sürdürecek bir finansal kurumun içsel bir bölümüdür çünkü bu olay dış kaynaklara bağımlılığı ve dış kaynaklardan gelecek baskıları azaltacaktır. Kendi kendini finanse etme ayna zamanda finansal disiplinde de gelişim sağlayacaktır. Borçların geri ödenmesi kısmen davranışsal, maddi ve dış faktörlerin belirlediği borçlunun borcu telafi etme tutumuna bağlıdır. Borçluların borçlarını geri ödeme niyetleri bireysel nitelikler kadar sosyoekonomik faktörlere de bağlıdır. Asimetrik enformasyon, grup temelli mikrokredi programlarının borç kontratları uygulayarak grupları gözlemlemesi ve sosyal baskı yapmasıyla üstesinden gelmeye çalıştığı, borç ödemenin belirleyici etmenlerinden birisidir. Her ne kadar sosyoekonomik çevrenin borçları geri ödemede engelleyici bir etkisi olsa da sosyal ve grup baskısı borç kontratlarının uygulanmasında öne çıkan etmen olabilir. Yerel çevrelerdeki kritik faktörlerden düzenlemeleridir. birisi de borç kontratlarını uygulayan hükümet Bangladeş’in de dahil olduğu gelişmekte olan bir çok ülkede hükümetlerin uyguladığı borç kontratları ne bağlayıcıdır ne de kolaylıkla uygulanabilir. Dahası, politik sebepler ya da sosyal transfer politikaları yüzünden hükümetler genelde geri ödenmeyen borç kültürünü 140 oluşturan ya da teşvik eden küçük borçları silerler ya da borçların faizlerini havale ederler ki bu da genelde geri ödenmeyen bir borç kültürünü oluşturur ya da teşvik eder. ii. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Maddi Risk Faktörleri Maddi risk faktörleri de borcun ödenmesi tutumunda etkili olur. Bir bölgenin agro iklimsel özellikleri üretim koşullarına etki eder ve buna bağlı olarak da borçluların borçlarını geri ödeme kapasitesine de etki eder. Daha iyi agro iklim ortamı daha iyi gelir imkanları ve daha iyi geri ödeme kültürü oluşturur. Kârlılık ile ilgili kaygılar resmi finansal kurumların agro iklimsel açıdan riskli bölgelere kredi sağlamalarından kaçınmalarına sebep olur. Bunun aksine yoksul kesimi hedefleyen mikrokredi kuruluşları hedef kitlelerine ulaşmak için riskli tarım iklim bölgelerinde faaliyet gösterebilirler. Bunu yapma gereksinimleri bu kurumların finansal uygulanabilirliklerini azaltabilir. iii. Mikrokredide Kurumsal Uygulanabilirlik, Grameen Bank ve BRAC Verileri Finansal kurumlar kurumsal olarak uygulanabilir olmalıdırlar. Herhangi bir kişinin liderliğine bağlı olmasına gerek olmadan yönetimsel ve yönetim sistemini sağlayabilecek etkili prosedürleri olmalıdır. Bir programın yönetim ve karar verme yapısı kurumsal uygulanabilirliğin ölçülerinden birisidir. Kurumsal uygulanabilirlik aynı zamanda personel ve kurumsal kaynakların nasıl tahsis edildiğine, nasıl ödüllendirildiğine ve personel gelişimi ve teşvikinin verimliliğe katkısına bağlıdır. Uygulanabilir bir mikrofinans kuruluşu kaynaklarını içsel maliyet yeterliliği oluşturmaya tahsis etmelidir. 141 Yoksul kesime finansal hizmetler sunan bir kuruluş müşteri odaklı olmalıdır ve bu finansal hizmetlerin sunumu istem güdümlü olmalıdır. Hizmetler için üyelerin talepleri programın grup temelli organizasyonu aracılığıyla program aktivitesine uygulanmalıdır. Kurumsal uygulanabilirliğin içsel kısmı böylece oluşturulmuş grupların uygulanabilirliğidir. Gruplar mikrokredi kuruluşları ile onların üyeleri arasındaki aracılardır. Bağımsız bir grup üyesinin bağımsız bir sesi yoktur ve kendi grubuna bağlı programlar aracılığıyla etkileşimde bulunur. Mikrokredi programları hedef bireylere ve ailelere ulaşmak için gruplarla etkileşim içinde olurlar. Grup üyeleriyle bu etkileşimler sayesinde mikrokredi kuruluşları geleneksel finansal kurumlara oranlara çok daha fazla kişiselleştirilmiş hizmetler sunarlar. Bir mikrokredi kuruluşunun sürdürülebilirliği hem grupların hem de personelin uygulanabilirliğine bağlıdır. Grupların dinamikleri ve organizasyonun yönetim yapısı bir mikrokredi programının kurumsal olarak sürdürülebilirliğini belirlemek açısından anlaşılır olmalıdır. Bu, yönetim yapısı, teşvik sistemi yapısı ve işçi ciro oranının incelenmesi anlamına gelmektedir. Grupların uygulanabilirliği bireylerin devam etmekte olan bir mikrokredi programının hizmetlerine girişini sağlar ve böylece borçluların uygulanabilirliğini ve mekanizmanın kendi sunumunu etkiler: eğer gruplar uygulanabilir düzeyde değilse grup temelli mikrokredi programı uygulanamaz. Grup temelli kredi sağlama riskli olabilir çünkü grubun birliği hızla ilerlemek açısından bazen zordur. Grup uygulanabilirliği üyelerin program kurallarına ve düzenlemelerine uymalarına bağlıdır. Bu da akabinde grup oluşumunu yararlarına, maliyetlerine ve grubu eksiksiz olarak muhafaza edebilmeye bağlıdır. Eğer grupta arta kalanların maliyetleri faydalarını aşıyorsa üyeler gruptan ayrılacaklardır ve grup ta dağılacaktır.Üyelerin ayrılma oranlarını incelemek böylece grup temelli bir mikrokredi organizasyonunun sürdürülebilirliğini değerlendirmek açısından iyi bir yoldur. Sürdürülebilirliğin bir başka göstergesi ise üyelerin borçlarını geri ödeme tutumları ki bu durum akabinde üyelerin program hizmetlerine girişlerine devam etmelerini belirler. 142 Program sürdürülebilirliği şube düzeyli operasyonlar kadar program düzeyli toplam data temelinde de değerlendirilir. Grameen Bank, BRAC ve RD -12 nin toplam program düzeyli dataları 1989 ve 1994 arasındaki dönemi kapsar. Program maliyetlerinin analizleri ise 1985 – 1991 arasındaki dönem serisi datalara dayanmaktadır. Örneğin 118 Grameen Bank ve 126 BRAC şubeleri ve bütün 139 RD – 12 şubeleri gibi. Şube düzeyi dataları yağmur miktarı, elektriklendirme, okullar agro iklimsel ve yerel faktörler gibi zamanla değişmeyen bazı özelliklerle ilgili aynı düzeyli verilerle tamamlanmıştır. Bu şube ve program düzeyindeki veriler yoksul kesime sağlanan finansal hizmetlerin maliyetlerini ve ilgili hizmetleri sağlamak için kurumun gelişim masraflarını belirlemek için kullanılırdı. Çünkü bütün datalar kıyaslanabilir değildi, ekonomik analizlerin maliyeti ve devletin gelir yapısı üç program için uygulanamıyordu. (12) Mikrokredi Programları ve Kırsal Finans Piyasaları Mikrokredi programları, örnek olarak verecek olursak yoksul kesimin ve küçük ölçekli kırsal üreticilerin kredi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan tarımsal gelişim bankaları gibi geleneksel finans kuruluşlarının başarısızlıklarına alternatif olarak geliştirilmişlerdir. Bu kurumların geleneksel finans kuruluşları performanslarının kıyaslanması ortaya benzer kaynaklarının artı ve eksi taraflarını çıkarmıştır ve bu politika oluşturanların değişik müşteri gruplarına hizmet sunan alternatif programların maliyet etkilerini değerlendirmelerini sağlayacaktır. Eksik bilgilendirme ve eksik uygulama kırsal kredilendirme kavramını zorlaştıracaktır. Kötü program planlaması yüzünden geleneksel finans kuruluşları kredi sözleşmesi sistemini uygulamada başarısız olmuşlardır ve ciddi borç telafi problemleriyle karşı karşıya kalmışlarıdır. Sonuç olarak, çiftçilere ve benzer kişilere hizmet eden birçok finans kuruluşları finansal 143 olarak uygulanabilir durumda değildir ve bu yüzden önemli ölçüde hükümet tarafından sübvanse edilmişlerdir. Mikrokredi kurumları borç telafi oranlarını geliştiren, yakın gözlem ve borç alanların denetlenmesi gibi yöntemlerle başarılı bir şekilde gayri resmi şekilde kredi sağlamanın göze çarpan özelliklerini kapsamayı başarmışlarıdır. Gayri resmi kredi sağlayıcılara oranla çok daha düşük faiz oranları uygularlar ve genelde de bağışçıların sağladığı fonlarla faaliyet gösterirler. Mikrokredi programları kırsal sektörde faaliyet gösteren resmi finans kuruluşları gibi kendi kendilerine sürdürülebilir yapıda değildirler. Bununla beraber mikrokredi ve geleneksel finans kuruluşlarının sübvanse kaynakları farklıdır. Bu makale mikrokredi ve resmi kurumların sübvanse kaynaklarını ele almaktadır. Aynı zamanda mikrokredi programlarının kırsal finansal pazarlar üzerindeki etkilerini araştırmaktadır. Mikro finansın etkilerine kırsal bölgelerde gayri resmi ve resmi kredilendirmenin hacmi ve oranı açısından ele alır. Aynı zamanda kurumsal finansın (resmi ve mikrofinans olarak) interhousehold kaynak transfer etkilerini de inceler. Son araştırmalar göstermiştir ki eğer bir kredi pazarı iyi geliştirilmemişse interhousehold transfer aktif kredi pazarının yokluğunda oluşturulur. Örneğin, üretim riskine bağlı gelir riski aileler arası işlemlerle azaltılıyorsa, kırsal bölgelerdeki ev halklarının kendi aralarında yapacakları evlilikler (kızların köy dışındaki kocalarla evlendirilmesi) düzgün tüketime katkı sağlar. (Rozenweig and Stark 1989). Eğer mikrokredi ve resmi finans kuruluşlarının köy kredi pazarına etkisi varsa, evler arası transferlerin yansımalarının da azalması beklenecektir. İncelenen bir başka konu ise mikrokredi programlarının ya da resmi finans kuruluşlarının tarımsal kalkınma bankası gibi tarımsal finansmana etkilerinin olup olmadıklarıdır. Sezonluk olmasından dolayı, tarım yüksek risk içeren bir sektördür ve böylece finanse edilmesi de zorlaşır. Kırsal sektörde 144 bile genellikle tarıma resmi finans kuruluşları tarafından verilen avans miktarı tarım dışı sektörlere verilen avans miktarından daha azdır. Mikrokredi programları kredileri kırsal tarım dışı üretimde kullanan fonksiyonel olarak arazi sahibi olmayan ailelere kredi sunar; tarım finansmanı mikrokredinin çok küçük bir kısmını içerir. Bununla beraber, faaliyetler karşısında fonların mübadele edilebilir olmasından dolayı eğer bireylere karşı değilse mikrofinans ve resmi finans tarım sektörüne kurumsal kredinin tedarikini artırabilirdi. Eğer kredinin tedariki artmışsa, hangi tür kurumsal finanstan hangi çiftçiler faydalanmıştır? Geçmiş araştırmalar büyük ölçekli çiftçilerin geleneksel finans kuruluşlarından başta gelen faydalanan kişiler olduğunu göstermiştir (Z. Ahmed 1989; Hossain 1988; Braverman and Guasch 1989). Mikrofinans kuruluşları büyük ölçüde marjinal çiftçilere ve arazisiz ev halkına fayda sağlarlar. (Hossain 1988). Böylece geniş çaptaki küçük ve orta ölçekli çiftçilerin kurumsal kredilere giriş olanakları muhtemelen mahrum olacaklardır. (13) Mikrofinans Arz ve Talebi Mikrofinans talebi mikrofinans gelişmesinin temel tetikleyicisi olmuş, ancak arz cephesinde yeterli karşılık bulamamıştır. Mikrofinans ihtiyacının anlaşılması ancak gelişmekte olan ülkelerdeki gelir düzeyinin tespit edilmesi ve karşılık bulamayan resmi sektör finansal hizmet ihtiyacının tahmin edilmesi ile mümkün olabilir. Nitekim Dünya Bankası’na göre 1998’de 1.2 milyar insan (dünya nüfusunun % 24’ü) geçiş halindeki ya da gelişmekte olan ülkelerde yaşamakta ve aylık 1 dolardan az gelir ile geçinmektedir.1999’da 4.5 milyar insan yani dünya nüfusunun %75’i düşük ya da orta ölçekte düşük gelirli ekonomilerde yaşamaktadır. Bundan da öte 2.4 milyar düşük gelirli insan yılda sadece ortalama 410 dolar milli gelirle yaşamakta iken 2.1 milyarlık kısmı da kişi başına yıllık ortalama 1200 dolar milli gelir ile yaşamaktadır. Bundan da öte dünya üzerindeki 4.5 milyarlık düşük ya da orta derecede düşük gelirli nüfusunun % 80’i herhangi bir resmi finansal hizmet alamamaktadır. Bu konuda tutucu olanlar bu rakamın % 90 olduğunu ifade 145 etmektedirler. Sözkonusu bu kesimin 3.6 milyarlık kısmı ortalama 5 kişilik hane halklarından oluşmaktadır. Bu 720 milyon aile demektir. Bunların yarısı (360 milyon) herhangi bir kredi kuruluşundan finansal hizmet almamışlardır. Bu nedenle bu büyüklükteki mikrofinans talebi ancak global ölçekli finansman sağlayan ve kendi kendine yeterli finansal kurumlar tarafından karşılanabilir.60 Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi Birincil Arz Cephesi Birincil Talep Cephesi -Ticaret Bankaları -Özel Finans Kurumları -Gönüllü Donörler -Devlet Garantörlüğü Bilgi (İşlem) Merkezi İkincil Arz Cephesi -İşsiz ve/veya yoksul ancak mesleklendirilmiş Kadınlar, gençler ve sakatlar İkincil Talep Cephesi -Esnaf Birlik ve Kooperatifleri -Tarım Kredi Kooperatifleri -KOSGEB -KOBİ A.Ş -KGF -Tüm meslek sahibi mikro girişimciler Finansal Danışma Cephesi Sosyal Danışma Cephesi -İŞKUR -TOG -TİSVA -TDGBP -T.C Başbakanlık Kad. St. ve Sor. Gn. Md. -KEDV (Maya Mikrokredi) -SPK -BDDK -TBB Şekil 1: Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi Yukarıda ifade edilen bilgi merkezinin çekirdek yapısı modelimiz açısından KOSGEB “Finansal Bilgi Bankası” benzeri bir merkez olacaktır. Girişimciliği Geliştirme Enstitüsü ve Küçük İşletmeler Geliştirme Merkezi’de söz konusu bu mikro işletme bilgi merkezi ile koordinasyon halinde olacaktır. Mikrofinansta informel sektöden borçlanmak formel sektörden borçlanmaktan daha ucuz değildir. Mikrokredi sadece yardım amaçlı olmayan 60 Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor); The World Bank, Washington D.C., 2001, s.10, 11. 146 hem sosyal hem de finansal içerikli bir kredilendirme olarak dikkate alınmalıdır. Ticaret bankalarınca yürütülecek ve bu yönüyle ilgili bankalara kâr ve yeni müşteri pazarına erişme olanağı sağlayacaktır. Devlet iki işlev açısından sisteme dahil olacaktır; Bu finans modelini ulusal istihdam politikasıyla bütünleştirme, işsizlikle mücadelede yapılan devlet harcamalarının bir kısmını mikrofinans garantörlük sisteminde kullanarak aldığı sonucu maliyetlerle karşılaştırma şeklinde olacaktır. Bu anlamıyla ülkemizde özellikle kalabalık işsiz yığınlarının talebi oluşturduğu bu uygulamada arz cephesinin bir yönü devlet diğer yönü modern ticari bankalar olacaktır. İşsiz ve/veya yoksul olanın müşteri olduğu bir sistem kârlı olamaz anlayışı bir yanılgıdır. Tüketici olarak müşteri yapılan bu kesimin üretici olarak da müşteri yapılması çok daha büyük bir sinerji yaratacaktır. Günümüzde bu husus aydınlanmaya başlamış formel finans kurumları bu informel alanda kârlılık görmeye başlamışlardır. Bu kârlılığın işletmelerin sosyal sorumluluğuyla örtüşmesi ise ekstra bir avantajdır. (14) Mikro Finans Kurumları MFK’lar mikrofinansman hizmeti veren ticari bankalar, tasarruf bankaları, kooperatifler, sivil toplum örgütleri, yardımlaşma grupları, aile bireyleri ve arkadaşlardır. MFK’ların bir çoğu sivil toplum örgütü olarak örgütlenmiş, ancak en önemli gelir kaynağı olan bağışlardaki azalma bunları dönüşüme zorlamaya başlamıştır. Hali hazırda “formel”, “yarı formel” ve “informel” olarak nitelendirilebilecek üç tip örgütlenme mevcuttur: Formel Kurumlar: Daha çok tarım ve küçük sanayi gibi stratejik sektörlere sübvansiyonlu kredi veren kamu bankalarıdır. Devlet destekli programlara aracılık etme isteği ve mikrofinansmanın karlı bir iş olduğunun anlaşılmaya 147 başlaması üzerine, özel bankalar ve finansman şirketleri bu alana yönelmeye başlamışlardır. Mikrofinansman hizmeti veren formel kurumlar bankacılık otoritelerince düzenlenmekte ve denetlenmektedir. Yarı-formel Kurumlar: Daha çok sivil toplum örgütleri ve kooperatiflerdir. Bunlar, bankacılık otoritelerince düzenlenmemekte, ancak diğer kamu otoritelerinin lisansıyla ve denetimi altında faaliyet göstermektedir. (Finansal kooperatif ve birliklerin nadiren temel bankacılık düzenlemelerine tabi olduğu görülebilmektedir.) İnformel Kurumlar: Kurum olarak nitelendirilmesi güç olan yardımlaşma sandıkları, tefeciler, aile bireyleri ve arkadaşlardan oluşur ve kamu otoritesi tarafından düzenlenmesi ve denetimi söz konusu değildir. (15) Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar Mikro girişimlerde sorunların çözümüne ilişkin aşağıda yer alan tabloda süreç içinde ticaret bankalarının ve devletin yapması gerekenler sorunun niteliğine göre farklılık gösterir. Dinamik süreç içerisinde kredinin geri dönüşüne, girişimcinin eğitimine ve kazanç beklentisine finansal risklere ve ortaya çıkabilecek sosyal güvenlik sorunlarına ilişkin çözüm yolları aşağıda tablo halinde verilmiştir. Tablomuzda da görüldüğü üzere mikro girişimde en önemli sorunlar kaynak sorunu, kredi geri dönüşünün organizasyonu ve risk faktörüdür. Bu risklerin bertarafı ile ilgili olarak gerek devletin gerekse ticaret bankalarının katkı ve çözümleri modelimizin başarısındaki en önemli etkenler olacaktır. 148 Tablo 12 : Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar Ticaret Bankalarının Katkısı Kaynak Sorunu Uygun Müşteriye Tahsis Kredi Geri Dönüş Organizasyonu Beklenen Kazanca Dair Korkular/Girişim Yetersizliği Risk Mikro mevduatların Devreye Alınması Analiz ve Know-How Desteği Sosyal Güvenlik BES vb Özel Emeklilik Fonları İşin Yürütülmesine Dair Korkular Muhasebe ve Nakit Akışı Bilgi ve Teknik Desteği Mesleki Eğitim Yetersizliği Müşteri Edinme Anlaşmaları Karşılığında Eğitim Sponsorluğu ------------------Kriz Doktorluğu/Bilgi Desteği Kuruluş Giderleri Vergiler Kriz vb. Konjonktürel Dalg. Risk Yönetimi/Takip Devletin Çözüme Katkısı Meslek Sahibi İşsizlere İlişkin Veri Akışının Sağlanması TCMB Karşılıklarının Düşük Tutulması Know-How ve Pazarlama Desteği Risk Sermayesi / Nispi Garantörlük Sigorta Primlerinin Düşük Tutulması Üniversite ve Mikro Girişimci İletişimin Sağlanması İş-Kur Tarafından Sağlanacak Mesleki Eğitimler Muafiyetler Muafiyetler Pazarlama Desteği ve Haksız Rekabete Karşı Koruma III. DÜNYA BANKASI VE DÜNYADAKİ BAŞARILI MİKROKREDİ UYGULAMALARI A. Dünya Bankasının Mikrokredi Çalışmaları Dünya Bankası- Birleşmiş Milletler Teşkilatına bağlı olarak kurulan, ve dünyada fakirliği ortadan kaldırmak için genellikle orta ve uzun vadeli kredi vererek, gerekli teknik yardım ve müşavirlik hizmetleri sunarak ülkelerin kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuş 184 ülkenin üye olduğu bir kuruluştur. Dünya Bankası; Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) ve Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC), Çok Yönlü Yatırım Garanti Kurumu (MIGA), Uluslararası Yatırım İhtilafları Uzlaşma Merkezi (ICSID) gibi alt kuruluşlardan oluşan, başlangıçta (Bretton Woods sistemiyle) IBRD olarak kurulan ancak daha sonra Dünya Bankası (WB) adını alan uluslararası bir 149 kuruluştur. Mikrokredi alanında da özellikle Bangladeş, Kırgızistan, Bosna Hersek gibi az gelişmiş ülkelerde mikrofinansman kuruluşlarının kuruluşunda teknik yardım, finansman sağlama çalışmalarında bulunmuştur. B. Dünyada Başarılı Mikrokredi Uygulamaları Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde farklı biçimlerde de olsa mikrokredi uygulamalarına rastlamak mümkündür. Kimi zaman gayri resmi gruplaşmaların aralarında yarattıkları ve borçlanma sandıkları olarak ifade edebileceğimiz oluşumlar, kimi zaman devletlerin desteği ve katkısıyla ortaya çıkan resmi-yarı resmi finansal kuruluşlar, kimi zaman da mikrofinansman bankaları şeklinde (Grameen Bank gibi) ortaya çıkmaktadır. Ancak dünyadaki en başarılı mikrokredi uygulamaları; Bangladeş, Hindistan ve Çin uygulamalarıdır. 1. Bangladeş’te Mikrokredi Uygulamaları Dünyada Hindistan ve Çin’den sonra yoksulluk olgusunda 3. sırada bulunan Bangladeş’te 65 milyon kişi uluslararası yoksulluk sınırı altında yaşamakta ve muhtemel ekonomik büyüme ile gelecek iyileşmeyi bekleyemeyecek kadar acil durumda bulunmaktadır. 1980’lerde yoksullar için Bangladeş’in en büyük sivil toplum kuruluşu olan ve özel bir banka statüsü kazanan Grameen Bank tarafından topraksız kişilere özel bir uygulama başlatılmıştır. Bugün Bangladeş’in mikrokredi uygulaması dünyadaki en kapsamlı uygulamadır. Hükümet bu programı kullanarak 2015 yılına kadar ülkedeki yoksulluğu yarıya indirmeyi hedeflemektedir. Bu programın en büyük uluslararası finansal desteği Dünya Bankasından gelmekte olup, 5.5 milyon kişi Dünya Bankasının yoksullukla mücadele mikrokredi programından borç 150 almıştır. Mikrokredi milyonların hayatını değiştirmekle beraber hâlen büyük bir yoksul kitleye de ulaşamamıştır. Yapılan çalışmalara göre, 12 milyon kişi veya 2.5 milyon en yoksul hane halkına henüz geleneksel mikrokredi programları çerçevesinde ulaşılamamıştır. Ancak bu büyük kesim de program kapsamına alınabildiği zaman programın başarılı olduğu kabul edilebilecektir. Bangladeş’te de diğer ülkelerde olduğu gibi yoksullar, tüm iş olanaklarının ve ulusal ve özel bankalardan kredi ve borç alabilme olanağından yoksundurlar. Öte yandan, ülkede tavukçuluktan, sütçülüğe, inek yetiştirme, küçük ticaret, pansiyonculuk, seramik gibi birçok gelir getirici işe başlamak için gerekli küçük miktardaki finansmana ulaşamama yoksulluğu bu kesimlerde kronikleştirmektedir. Bu anlamda, mikrokredi milyonlarca yoksulun bu tür engelleri aşmasına ve yaşamlarını iyileştirmesine olanak sağlamaktadır. Bu tür fonların en önemli kullanıcıları kadınlar olmaktadır. Bangladeş’te mikrokredi kullanıcılarının % 80’ini kadınlar oluşturmakta ve bu sayede karar verme mekanizmalarında etkili olmaya başlayan kadınların da hane halkının refah düzeyine, özellikle çocukların eğitimine ve sağlığına daha büyük harcama yaptıkları gözlenmektedir. Bu tür bir gelişmeden, önce aileler, sonra da tüm toplum yararlanmakta ve bunun toplumsal bütünleşmeye katkısı büyük olmaktadır. Bangladeş’te en büyük mikrokrediyi veren Grameen Bank’ın yanında birçok sivil toplum kuruluşu da toplumsal gelişme projelerine mikrofinansman sağlamaktadır. Dünya Bankası hem faizsiz kredilerle bazı mikrokredi projelerine destek verirken, 1996 da ilk yoksullukla mücadele programı kapsamında 105 milyon dolar vererek, 2000 yılına kadar 2.2. milyon kişiye kredi sağlamıştır. Bu kişiler kredileri genellikle temiz suya ulaşmak, sağlıklı ve hijyenik koşullarda yaşayabilmek, çocuklarını okula gönderebilmek ve ev halkının gelir getirme kapasitesini yükseltmek için kullanmışlardır. 2001 de başlayan ikinci programda ise, 151 milyon dolar kentte ve kırda yaşayan 151 kişilerin krediye ulaşmaları ve sürdürülebilir projeler yapabilmeleri için verilmiştir.61 Bangladeş’in mikrokredi programı bu konuda dünyadaki en başarılı örneklerdendir. Bundan sonraki 4-5 sene içinde kullanıcıları artırmak, mikrokredi veren kuruluşlar ile yasal düzenleme yapmak ve kayıt sistemi geliştirmek ve yenilikçi ve daha etkili mekanizmalar geliştirmek için çalışmalar yapılmaktadır. Mikrofinansta, Asya örneklerinin yanı sıra, Latin Amerika ve Afrika’da da başarılı, geniş kitlelere yayılan mikrofinans kuruluşları (MFK)’nın uygulamalarına rastlanmaktadır. Latin Amerika’da mevcut mikrofinans ağları içerisinde Opportunity International ve ACCION International, Grameen Bank’tan birkaç yıl önce faaliyete geçmeleriyle, Compartamos ise 2004 yılının en kârlı mikrofinans kuruluşu olarak derecelendirilmesiyle dikkati çekmektedirler. Uygulamalarıyla örnek gösterilebilecek mikrofinans kuruluşları arasında ise şunlar sayılabilir: 1. Ahon Sa Hirap Inc. (ASHI)- (Filipinler), 2. Mibanco (Peru); 3. Uganda’da FINCA (Foundation for International Community Assistance), FOCCAS (Foundation for Credit and Community Assistance) ve PRIDE (Promotion of Rural Initiatives and Development Enterprises) 4. Zambuko Trust (Zimbabve). 2. Hindistan’ da Mikrokredi Uygulamaları Hindistan’da son yıllarda hızlanan ekonomik büyüme sonucu yoksulluk azalmakla birlikte, ölçüm sorunları yüzünden büyümenin yoksulluğun azaltılması üzerindeki gerçek etkisi tartışmalıdır. 2000’li yılların başlarında, 61 T.C. Başbakanlık, DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2007, s.27. 152 Hindistan’da 260 milyon kişi yoksulluğu belirleyen sınırdaki tüketim sepetine ulaşmak için gerekli geliri elde edememektedir. Yoksul grubun % 75’i ise kırsal kesimde yaşamaktadır. İstatistiklere göre, Hindistan’daki yoksul sayısı tüm dünyadaki yoksulların % 22’sini oluşturmaktadır. Bu sayılara göre Hindistan’da yoksulluk planlamanın her zaman en önemli boyutu olmuştur. Hindistan’da yoksullukla mücadele programlarının başarısı kırsal kesimlerde 1993-1994 döneminde % 37 olan yoksulluğun, 1999-2000 döneminde % 27’ye düşmesi ile tanımlanmaktadır. Yoksulluk açısından ülke içinde eyaletler arasında da büyük farklılıklar vardır; Güney ve özellikle Kerala eyaleti eğitim ve sağlık bakımından belirgin olarak daha iyi durumdadır. Kerala bölgesi ülkedeki yoksulluğun azaltılması konusundaki en başarılı örneklerden biridir. Yaygın düşük gelir düzeylerine rağmen Kerala’da ortalama ömür beklentisi Washington D.C.’dekinden daha yüksektir. Hindistan’da kırsal yoksulluğun azaltılması için; kırsal alanda ücretli iş ve istihdamı artırıcı programlar, işle beraber sağlanan gıda desteği, kırsal kesimdeki evsizlere barınma ve ev sağlanması, ulusal sosyal güvenlik sistemini geliştirme, toprak reformları, kendi işinin sahibi olmak isteyenleri parasal olarak ve bilgi açısından güçlendirme (başarılı mikrokredi sistemi uygulaması) gibi uygulamalar sürekli geliştirilmektedir. Kerala’da sağlanan başarı kamusal eylemin etkinliğine, politik ve sosyal mobilizasyondaki güçlü geleneğe bağlanmaktadır. Bu da etkin toprak reformları ve özellikle eğitim ve sağlıkta yaygın bir sosyal altyapının gerçekleştirilmiş olmasına dayandırılmaktadır. “Kerala kalkınma modeli” son yıllarda bir çok kalkınma platformunda aktif olarak tartışılmaya başlanmıştır. Son olarak, Kerala geniş kırsal kitleleri harekete geçiren ve kısa zamanda kayda değer sonuçlar gösteren adem-i merkeziyetçi bir planlama uygulaması başlatmıştır.(İdeolojik rekabet, sınıfsal ve etnik çatışma ile seçkinler ve hükümetin farklı düzeyleri arasında derin güvensizliğin olduğu ortamlarda seçkinlere yapılan karşı geliştirilen meydan okuma iktidar ilişkilerini değiştirmektedir. Bu durumda yoksulluğun azaltılması, merkezî olarak fonlanan bir yoksulluk karşıtı stratejiyle, 153 merkeziyetçi olmayan organlarca sıkı biçimde kontrol edilen bir çerçeve içerisinde tahsis edilen yürütme yetkisi ile gerçekleştirilmektedir). Bu yapı içerisinde, Kerala’da mevcut merkeziyetçi olmayan halk örgütlenmeleri içerisinde, Komşuluk Grupları ve Yardımlaşma Grupları’nın birleşmeleriyle oluşturulan ve panchayat adı verilen yerel yerinden yönetim grupları dikkati çekmektedir62. 3. Çin’de Mikrokredi Uygulamaları Hükümetler yoksulların kendi kendilerine yardim etmelerine izin verdiği sürece, Bangladeş’teki Grameen Bank modelinin komünist bir ülkede de uygulanamaması için hiçbir neden yoktur. Nitekim Hükümet Çin'de yoksulluk çizgisinin altında yaşayan yaklaşık 80 milyon kişi bulunduğunu kabul etmektedir. Gayri resmi rakamlara göre ise bu sayı nüfusun yüzde 10'u ya da yaklaşık 120 milyon kişidir. Doğru sayı hangisi olursa olsun , Çin dünyanın en kalabalık insan malzemesine sahiptir. Çin'de çok sayıda yoksulluğu önleyici program uygulanmış, ancak hiçbiri iz bırakmamıştır. En şiddetli yoksulluğun yaşandığı bölgeler özellikle kötü bir iklimi bulunan, toprak erozyonunun yaşandığı dağlık bölgelerdir. Çin Dış İşleri Bakanlığı hükümetin saptadığı iki eyalette yoksulluğun giderilmesi için Grameen Metodolojisini benimsemiştir. (Çin’de her bakanlığın yoksulluğu giderici bir strateji benimseyip iki eyalette uygulamaya konması istenmektedir.) Dış işleri yetkilileri Grameen Metodolojisini bizzat yerinde incelemek üzere Bangladeş”i ziyaret etmişlerdir. Çin’de Grameen benzeri projeler Çin Bilimler Akademisi'ne bağlı olan Kırsal Kalkınma Enstitüsü aracılığıyla dört bölgede uygulanmaktadır63. 62 World Bank, World Development Report: 2000/2001 Attacking Poverty, World Bank Washington, DC, 2000. 63 Muhammed Yunus, “Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru” Çeviren: Gülden Şen, Doğan Kitapçılık AŞ., s. 230 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İŞSİZLİKLE MÜCADELE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE MİKROKREDİ UYGULAMALARI I. TÜRKİYE İŞGÜCÜ PİYASASI VE İŞSİZLİK SORUNU A. Türkiye İşgücü Piyasası Gelir dağılımı eşitsizliğinin ve yoksulluğun kalıcı bir şekilde azaltılmasında istihdam politikaları önemli bir yere sahiptir. Ancak, ülkemizde işgücü piyasasında önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların başında; istihdam ve işgücüne katılma oranlarındaki düşüklük, tarımın istihdam içerisindeki görece yüksek payı ve mevcut işgücünün bu sektörden kopuşu, işgücü piyasası ile eğitim arasındaki ilişkinin kurulamaması ve yüksek orandaki kayıt dışı sektör olarak sıralanabilir. 2005 yılı TÜİK Hane halkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de 15 yaş ve üstü nüfus 50.8 milyon kişi olup, % 49,6’sı erkek, % 50,4’ü kadındır. 1989 yılından 2003 yılına kadar düşüş eğilimi gösteren işgücüne katılma oranı, 2004 yılında % 48,7’ye yükselmekle birlikte, 2005’te % 48,3’a gerilemiştir. Bu oran; erkeklerde % 72,2, kadınlarda % 24,8’dir. İşgücüne dahil olmayan nüfus 26,3 milyon kişi olup, 13 milyonunu ev kadınları, 3,4 milyonunu öğrenciler ve 2,9 milyonunu emekliler oluşturmaktadır. Türkiye ekonomisine bütün olarak bakıldığında istihdamda kriz sonrası ilk iki yılda artış görülmemesine rağmen, 2004 ve 2005 yıllarında istihdamda sırasıyla toplam 644 ve 255 bin artış olmuştur64. 2004 yılı, işgücü 64 HAK-İŞ bu konuda aşağıdaki görüşü dile getirmiştir; “Son üç yıldır Türkiye’nin uygulamakta olduğu ekonomik programın olumlu etkileri ve büyüme işgücü piyasasına yansımamıştır; başka bir deyişle Türkiye’de “istihdamsız büyüme” yaşanmaktadır. Bunun temel sebepleri ise yatırım hacminin zayıf olması ve işgücüne katılan nüfusu absorbe edecek 155 piyasasında 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrasında iyileşmenin ve yüksek büyüme hızlarının etkilerinin istihdama yansımaya başladığı yıl olmuştur. 2004 yılında yıllık bazda istihdam 1999 yılından bu yana ilk kez artış göstermiştir. İstihdam oranı 2004 yılında % 43,7’ye yükselmekle birlikte, 2005 yılında tekrar % 43,4’e gerilemiştir. Cinsiyete göre istihdam oranlarına bakıldığında, 2005 yılında bu oranın erkekler için % 64,8; kadınlar için ise % 24,8 olduğu görülmektedir. İstihdamın artması, kişilerin iş bulma ümidini ve dolayısıyla işgücüne katılımını da artırmıştır. İşsizlik oranında da, 1999 yılından bu yana ilk defa bir düşüş sağlanmıştır. İşsizlik oranı; 2003 yılındaki % 10,5 seviyesinden, 2004 ve 2005 yıllarında % 10,3’e düşmüştür. 2006 yılında işsizlik oranı hem kadınlar, hem de erkeklerde % 9,9’dur. Şekil 2: 2003 – 2009 İşsizlik Oranları Kaynak: TUİK yeni işlerin yaratılamaması, istihdam üzerindeki vergi ve prim yüklerinin ağırlığı ile işgücü verimliliğindeki artışlardır”. 156 Ekonomideki yapısal dönüşüm sürecinde bazı sektörler küçülürken bazı sektörler büyümüş ve bu durum istihdamın da sektörel dağılımını etkilemiştir. Son yıllarda tarımda yeniden yapılanma sürecinde sektörde rekabetin tesis edilmesi çabaları devam etmektedir ve bu durum, tarım sektöründe işgücünden kopmalara neden olmaktadır. 2005 yılı için istihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde, çalışanların % 45,8’inin hizmet, % 29,5’unun tarım, % 19,4’ünün sanayi ve % 5,3’ünün inşaat sektöründe çalıştıkları görülmektedir. 2005 yılında işgücünün % 61,9’unu, istihdamın % 62,3’ünü ve işsizlerin % 58,1’ini lise altındaki eğitim seviyesindekiler oluşturmaktadır. İşgücüne katılım oranı eğitim düzeyiyle doğru orantılıdır. NUTS 1 bölge sınıflaması düzeyinde işsizlik oranlarına bakıldığında, tarım dışı işsizlik oranının Türkiye ortalaması % 13,6 iken, bu oran % 22,3 ile Ortadoğu Anadolu Bölgesinde en yüksek, % 9,9 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde en düşük düzeydedir65. NUTS 1 bölge sınıflamasında ayrıca işsizlik oranının % 13,8 ile Ortadoğu Anadolu bölgesinde en yüksek, % 4,1 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde en düşük olduğu görülmektedir. TÜİK Hane halkı İşgücü Anketlerine göre, kayıt dışı istihdamın boyutları incelendiğinde66; 2004 yılında % 53 olan kayıt dışı istihdamın, 2005 yılında % 50,1 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Kayıt dışı istihdamın % 51,8’i tarım kesiminde, % 48,2’si tarım dışı sektörlerde yer almaktadır. Kayıt dışı istihdam en yaygın olarak ücretsiz aile işçileri ve yevmiyeli çalışanlar arasında görülmektedir. 65 NUTS 1 ( Düzey 1) kapsamında, İstanbul, Batı Marmara, Ege, Doğu Marmara, Batı Anadolu, Akdeniz, Orta Anadolu, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'dan oluşan 12 bölge yer almaktadır. 66 Türkiye’de kayıtdışı istihdam, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayan kişileri kapsamaktadır. 157 Kayıt dışı istihdam ve kayıt dışı ekonomi ülke ekonomisini canlandırıyor görünse ve kişilerin refahını günlük olarak artırıyor olsa bile, orta ve uzun vadede ülke ekonomisinde önemli tahribatlara yol açmaktadır. Sorun yapısal olup, çözümü de yapısal reformlara bağlıdır67. Her yıl yaklaşık 700-800 bin kişi işgücüne katılmakta, istihdam ise işgücüne katılan grubu absorbe edecek kapasiteyi gösterememektedir. 2005 yılında işgücü 276 bin kişi artarken, istihdam 255 bin kişi artmıştır. 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz, pek çok işletmenin kapanmasına ve özellikle bankacılık sektörü istihdamında bir düşüş yaşanmasına ve yatırımların yavaşlamasına neden olmuştur. Ayrıca, yaşanan ekonomik krizin ardından, eğitimli nüfus arasındaki işsizlik ile uzun dönemli işsizlik başta olmak üzere işsizliğin önemli bir sorun olarak ortaya çıktığı görülmektedir. 2002-2007 yılları arasında yaşanan kayda değer (toplamda yaklaşık %35) büyümeye rağmen istihdamda beklenen artış gerçekleşmemiştir. Ekonomik büyüme istihdam artışından ziyade faktör verimliliğindeki artış ile borçlanma ve yabancı sermayedeki artıştan kaynaklanmaktadır. Verimlilik artışı kısa dönemde büyümenin istihdam yaratma kapasitesi üzerinde olumlu etkide bulunmamakla birlikte uzun dönemde söz konusu kapasiteye olumlu etkisi olmaktadır. İstihdam imkânlarının arzu edilen düzeyde artmayışının önemli nedenlerinden biri de üretim artışlarının yeni kapasite yaratan yatırımlardan ziyade, mevcut kapasitenin kullanılması ile elde edilmesi olmuştur. Sanayi sektöründe kapasite kullanım oranları yükselmiştir. 2001 yılında yüzde 70 seviyelerine gerilemiş olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı, 2005 yılında yüzde 79 seviyesine ulaşmıştır. İşgücü piyasalarının küreselleşmesi birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Uluslararası ticarette yaşanan serbestleşme, enformasyon teknolojisindeki gelişmeler, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde hakim olmaya başlayan ve neredeyse kuralsızlaşmaya varan liberal 67 A.B. Yereli, Karadeniz, O., Kayıt Dışı İstihdam, Odak Yayınevi, 2004, s. 239. 158 politikalar, gelişmekte olan ülkelerde nitelikli işgücü sayısındaki artış ve buna mukabil aynı oranda iş tatmini sağlanamaması ve nihayet teknolojinin çok uluslu şirketler aracılığıyla giderek yaygınlaşması gibi etmenler işgücü piyasalarının küreselleşmesine yol açmıştır. Dolayısıyla bu süreçte ulusal işgücü piyasalarının küresel işgücü piyasası içindeki yerinin tekrar ele alınmasına ihtiyaç doğmuştur. 1998 Yılı’nda Latin Amerika ülkeleri işgücü piyasalarına yönelik bir araştırmaya göre düşük ücret alan ülkelerde aynı şekilde işçi başına üretilen katma değerin de düşük olduğu bunun gelişmekte olan ülkelerde yetişmiş işgücü azlığından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Bu durum aynı zamanda yetişmiş işgücünün gelişmiş piyasalara göçünün de bir sonucudur68. Ülkemiz aynı zamanda Avrupa Birliği’ne üye olma yolunda gerekli düzenleme ve reformları tamamlama gayretindedir. Ancak 22 Haziran 1993 tarihinde başvuran ülkelerin adaylıklarının kabulü için belirlenen Kopenhag Kriterleri ile, 1 Ocak 1993’te anlaşmaya varılan Maastricht Kriterleri ve Genişleme Raporları’nın Türkiye’yi konu alan bölümlerinde İstihdam ve İşsizlik konusu gereğince yer almamakta ancak buna rağmen endişeler işgücünün serbest dolaşımına engel olmak şeklinde ortaya konulmaktadır. B. İstihdam Piyasasında Enformel Sektör ve Kadınlar Küreselleşme ile beraber sermaye, mal ve hizmet mobilitesinin yanısıra dünya coğrafyası üzerinde yoğun bir emek mobilitesi de yaşanmıştır. Özellikle yetişmiş emek yapısında ortaya çıkan bu mobilite, kimi piyasalar açsından emek ithali iken kimi piyasalar açısından da emek ihracı ya da göçü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla gelişmekte olan piyasalarda cinsiyete dayalı ayrımcılığın (Gender Discrimination) yaşandığı uygulamalar kadın emeğinin göçüne neden olmuştur. Küreselleşme ile beraber 21. Yüzyılın başında dünyadaki göçmen sayısı 175 milyon olmuştur. Bir diğer ifadele bu 68 Birgül Şimşek, İşgücü Piyasalarının Küreselleşmesi ve Küresel İşgücü Piyasası’nda Ulusal İşgücü Piyasalarının Yeri” Muğla, 2002, www.isguc.org 159 dönemde her 35 kişiden biri göçmendir. Bu anlamda göçmen işçiler de enformel sektörün bir parçasını ihtiva eder. Kadınların dünya çapında sendikal faaliyetlere katılımı da oldukça düşük kalmıştır. Bunun nedeni ise cinsiyete dayalı işbölümüdür. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda kadınlar tarımda ücretsiz aile işçisi konumundadır. Hal böyle olunca kırdan kente göçle beraber kadınların tarım dışı işlerde iş bulma şansı erkeklere kıyasla daha azalmaktadır. Enformel sektörde sendikalaşmanın güçlüğü kadınları sendikalardan uzak kılmaktadır. Genelde kadınların işgücüne katılım oranının düşüklüğü (2000 Yılı’nda % 26) özelde de kadın emeğinin enformel sektöre sıkışmış olması ve formel alandaki cinsiyete dayalı işbölümü iş piyasasında zaten müşkül durumda bulunan kadınların sendikal yapılardan da uzak kalmasına neden olmaktadır. 69 Enformel Sektör olarak ele alınan ilişkiler özetle şu yapıyı ihtiva eder: çok küçük bir yatırım gerektiren, uzmanlaşmanın olmadığı, toplam üretime katkının son derece az olduğu, genellikle tek kişi tarafından yürütülen, herhangi bir iş örgütlenmesine dahil olmayan ve hiçbir yasal güvencesi olmayan işler ve bu işler etrafında dönen ilişkileri kapsar. Bu sektöre enformel sektör (Informal Sector) denilmesinin yanı sıra; marjinal sektör, örgütlememiş sektör, kurumlaşmamış sektör, korumasız sektör, türedi sektör, gecekondu istihdamı gibi isimlerde uygulamada verilmektedir. Enformel sektör tezimiz açısından oldukça önemlidir. Kanaatimce ülkemiz iş piyasası ve bu iş piyasasını kavrayacak projelerin anlaşılabilmesi ya da başarısı ülkemizdeki enformel sektörün ve kayıtdışı istihdamın sağlıklı analizlere tabi tutulabilmesine bağlıdır. Enformel sektör hem kayıtdışı hem de kayıtlı istihdamın belirli kısmını ihtiva eder. Zira belli bir süre kayıt altında çalışıp daha sonra sosyal güvenceden yoksun olarak ve düşük ücretle çalışmaya devam edenleri de bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Emek yoğun teknolojilerde sosyal 69 Gülay Toksöz; “Türkiye’de Kadın İşçiler ve Sendikal Örgütlenme”, TES-İş Dergisi, Mart, 2005 160 güvenlikten yoksun çalışan çocuk ve kadın emeğini, ücretli ev işçiliği ya da ücretsiz aile emeğini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Örneğin götürü işlerde amelelik yapan bir kocası ve boyacılık yaparak eve küçük miktarlarda kazançlar getiren iki çocuğu bulunan bir kadının bu dört kişilik ailenin evdeki beslenmesi ve barınmasını konforlu hale getirmek için gösterdiği olağanüstü çabayı bu tarz çalışma kapsamında derlendirmek gerekir. Yoksul tarım çalışanları, mevsimlik ırgatlar, işportacılar, boyacılar, simitçiler, haftalık ev temizliğinde çalışan kadınlar, aile yanında çocuk bakan kadınlar bu kapsamda değerlendirilmelidir. Dolayısıyla kadınlar ve sakatlar başta olmak üzere eğitimli ya da eğitimsiz işsizler, kayıtdışı istihdam edilenler ve enformel sektörün kapsamına giren tüm insan unsuru mikrokredi uygulamasının hedef kitlesini ihtiva eder. C. Türkiye’de İstihdam ve İşsizlik Tablo 13’de de görüldüğü üzere 15 yaş ve üzeri nüfus 1988-2006 döneminde sürekli olarak artmıştır. Dolayısıyla işgücünün toplam nüfusa oranı da istikrarlı bir artış seyri izlemiştir. Örneğin; 1988-2006 döneminde işgücü/toplam nüfus oranı % 63.3’ten % 71.2’ye çıkmıştır. Buna rağmen işgücüne katılım oranında belirgin ve yüksek bir düşüş olmuştur. İşsizlik oranları artmıştır. Tabloda görülen diğer bir husus da kadın işsizliğinin erkek nüfusa oranla daha yüksek olduğudur. Ülkemizdeki bu durum dünya geneli ile uyumludur. Nitekim dünyadaki mikrokredi projelerinin öncelikli hedef kitlesinin kadınlar olması da bu durumdan kaynaklanmaktadır. Ülkemizde de özellikle kadın nüfusun mesleki eğitime ve girişimciliğe yönlendirilmesi büyük önem arzetmektedir. 161 Tablo 13: İşgücü Durumuna Göre Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus Yıl ve cinsiyet Toplam nüfus TOPLAM 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 ERKEK 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 KADIN 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 15-yaş 15+yas 15+yaş oranı işgücü İşgücüne dahil olmayan (Bin) İşgücüne katılma oranı İstihdam edilen Eksik istihdam işsiz İşsizlik oranı Eksik istihdam oranı 53.284 54.047 55.294 56.407 57.521 58.478 59.455 60.585 61.724 62.871 64.008 65.139 66.187 67.296 68.393 69.479 70.556 71.611 72.606 68.901 69.724 (Bin) 19.538 19.732 19.694 19.538 19.537 19.521 19.417 19.409 19.482 19.572 19.713 19.829 19.976 20.138 20.352 20.567 20.650 20.785 20.938 18.907 18.952 33.746 34.315 35.601 36.869 37.938 38.957 40.038 41.176 42.243 43.299 44.295 45.311 46.211 47.158 48.041 48.912 49.906 50.826 51.668 49.994 50.772 (%) 63.3 63.5 64.4 65.4 66.0 66.6 67.3 68.0 68.4 68.9 69.2 69.6 69.8 70.1 70.2 70.4 70.7 71.0 71.2 72.5 72.8 19.391 19.931 20.150 21.010 21.264 20.134 21.877 22.286 22.697 22.755 23.385 23.878 23.078 23.491 23.818 23.640 24.289 24.565 24.776 23.114 23.805 14.355 14.385 15.451 15.859 16.720 18.643 18.162 18.890 19.546 20.544 20.911 21.433 23.133 23.667 24.223 25.272 25.616 26.260 26.892 26.879 26.967 (%) 57.5 58.1 56.6 57.0 56.0 52.1 54.6 54.1 53.7 52.6 52.8 52.7 49.9 49.8 49.6 48.3 48.7 48.3 48.0 46,2 46,9 17.755 18.222 18.539 19.288 19.459 18.500 20.006 20.586 21.194 21.204 21.779 22.048 21.581 21.524 21.354 21.147 21.791 22.046 22.330 20.738 21.194 (Bin) 1.281 1.389 1.309 1.513 1.748 1.568 1.856 1.568 1.539 1.398 1.449 2.164 1.591 1.404 1.297 1.143 995 817 890 689 779 1.638 1.709 1.612 1.723 1.805 1.815 1.871 1.700 1.503 1.552 1.607 1.830 1.497 1.967 2.464 2.493 2.498 2.520 2.447 2.376 2.611 (%) 8.4 8.6 8.0 8.2 8.5 8.9 8.6 7.6 6.6 6.8 6.9 7.7 6.5 8.4 10.3 10.5 10.3 10.3 9.9 10.3 11.0 (%) 6.6 7.0 6.5 7.2 8.2 7.7 8.5 7.0 6.8 6.1 6.2 9.1 6.9 6.0 5.4 4.8 4.1 3.3 3.6 2.9 3.2 26.648 27.092 27.662 28.274 28.829 29.256 29.708 30.269 30.834 31.407 31.972 32.533 33.058 34.154 34.692 34.692 35.226 35.747 36.214 34.178 34.589 9.987 10.130 10.107 9.998 9.991 9.972 9.894 9.881 9.910 9.950 10.016 10.071 10.142 10.220 10.327 10.432 10.471 10.538 10.613 9.665 9.672 16.661 16.962 17.556 18.277 18.838 19.284 19.815 20.388 20.924 21.457 21.956 22.462 22.916 23.389 23.827 24.260 24.755 25.209 25.601 24.513 24.917 62.5 62.6 63.5 64.6 65.3 65.9 66.7 67.4 67.9 68.3 68.7 69.0 69.3 69.6 69.8 69.9 70.3 70.5 70.7 71.7 72.0 13.536 13.664 13.990 14.665 15.002 15.046 15.553 15.858 16.183 16.464 16.848 17.025 16.890 17.040 17.058 17.086 17.902 18.213 18.297 17.098 17.476 3.125 3.299 3.566 3.612 3.837 4.239 4.263 4.530 4.742 4.994 5.108 5.437 6.025 6.349 6.768 7.174 6.854 6.996 7.304 7.415 7.441 81.2 80.6 79.7 80.2 79.6 78.0 78.5 77.8 77.3 76.7 76.7 75.8 73.7 72.9 71.6 70.4 72.3 72.2 71.5 69.8 70.1 12.520 12.548 12.901 13.395 13.682 13.723 14.191 14.628 15.067 15.400 15.687 15.713 15.780 15.555 15.232 15.256 16.023 16.346 16.520 15.382 15.598 1.150 1.222 1.195 1.359 1.523 1.401 1.587 1.332 1.322 1.247 1.302 1.932 1.416 1.255 1.158 994 881 705 770 585 647 1.017 1.116 1.089 1.271 1.321 1.323 1.362 1.230 1.116 1.065 1.162 1.312 1.111 1.485 1.826 1.830 1.878 1.867 1.777 1.716 1.877 7.5 8.2 7.8 8.7 8.8 8.8 8.8 7.8 6.9 6.5 6.9 7.7 6.6 8.7 10.7 10.7 10.5 10.3 9.7 10.0 10.7 8.5 8.9 8.5 9.3 10.1 9.3 10.2 8.4 8.2 7.6 7.7 11.3 8.4 7.4 6.8 5.8 4.9 3.9 4.2 3.4 3.7 26.636 26.955 27.632 28.133 28.692 29.222 29.747 30.316 30.891 31.465 32.036 32.606 33.129 33.687 34.239 34.787 35.330 35.864 36.392 34.722 35.134 9.550 9.602 9.587 9.541 9.547 9.549 9.524 9.529 9.572 9.623 9.697 9.849 9.834 9.918 10.025 10.135 10.180 10.247 10.324 9.242 9.279 17.085 17.353 18.045 18.592 19.145 19.673 20.223 20.787 21.319 21.842 22.339 22.849 23.295 23.769 24.214 24.652 25.150 25.617 26.067 25.480 25.855 64.1 64.4 65.3 66.1 66.7 67.3 68.0 68.6 69.0 69.4 69.7 70.1 70.3 70.6 70.7 70.9 71.2 71.4 71.6 73.3 73.5 5.855 6.267 6.160 6.345 6.262 5.269 6.324 6.428 6.514 6.292 6.537 6.853 6.188 6.451 6.760 6.555 6.388 6.352 6.480 6.016 6.329 11.230 11.086 11.885 12.247 12.884 14.406 13.899 14.360 14.805 15.551 15.803 15.996 17.108 17.318 17.455 18.098 18.763 19.264 19.588 19.464 19.526 34.3 36.1 34.1 34.1 32.7 26.8 31.3 30.9 30.6 28.8 29.3 30.0 26.6 27.1 27.9 26.6 25.4 24.8 24.9 23,6 24,5 5.235 5.674 5.637 5.893 5.778 4.777 5.815 5.958 6.127 5.805 6.092 6.335 5.801 5.969 6.122 5.891 5.768 5.700 5.810 5.356 5.595 131 168 115 154 226 167 269 236 216 151 147 233 176 149 139 149 115 113 119 104 132 621 593 524 452 484 491 509 470 387 487 445 518 387 482 638 663 620 652 670 660 734 10.6 9.5 8.5 7.1 7.7 9.3 8.0 7.3 5.9 7.7 6.8 7.6 6.3 7.5 9.4 10.1 9.7 10.3 10.3 11.0 11.6 2.2 2.7 1.9 2.4 3.6 3.2 4.2 3.7 3.3 2.4 2.2 3.4 2.8 2.3 2.1 2.3 1.8 1.8 1.8 1.7 2.1 TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları. 162 D. Küreselleşme ve İstihdam Küreselleşme ile beraber devletin sosyal nitelikli faaliyetlerinin iktisadi ve toplumsal faydaları tartışılmaya başlanmıştır. Yani ülkelerin övünerek uyguladıkları ve bizde de Anayasa’ya yerleşmiş olan Sosyal Devlet yahut refah devleti anlayışı yerini minimal devlet anlayışına bırakmaya 70 başlamıştır . Çalışma ilişkileri alanında da değişmeler gözlenmektedir. Kısmi süreli çalışmalar ve klasik işçi-işveren ilişkisi ile ifade edilemeyecek yeni çalışma tarzları ortaya çıkmaktadır. Sendikalaşma sempati ile bakılan bir olgu olmaktan çıkmaktadır. Bilhassa çalışma ilişkileri ile ilgili olarak Kadir ARICI hocamızın şu tespiti büyük önem arzetmektedir: ''Günümüzde sanayileşme ve ona bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler iş hukukunda geleneksel müessese ve kavramları değiştirecek ölçüye varmıştır. İktisadi hayatta yaşanan milli ve milletlerarası seviyedeki rekabet şartları, çalışma hayatını da etkilemektedir. Hızla değişen ve eskiyen ve gün geçtikçe de pahalanan üretim teknolojisi; müteşebbis yönü ile işverenin, piyasa ekonomisi şartlarında rekabet edebilmesi için vazgeçilmez bir şeydir. Ayrıca, bilgi toplumu ve sanayi sonrası toplum aşamalarına yönelen bir dünyada müteşebbisin çağa uygun bir yönetim esnekliğine sahip olmasının gerekli olduğu da kabul görmeye başlayan bir görüştür. Şu halde, işveren müteşebbis o şekilde bir işletme yönetimi oluşturmalıdır ki hem elindeki teknolojiyi amorti edebilsin, hem yeni teknolojiye sahip olabilsin, hem de rekabet şartlarının gerektirdiği yönetim imkanlarına sahip olabilsin.''71 O halde çalışma yaşamı ile ilgili olarak devlet açısından farklı bazı işlevler gündeme gelmektedir. Bunlar; kişilerin çalışma hakkını kullanmasını sağlayan, diğer bir deyişle kişilere iş bulan devlet, çalışanların sağlığını ve iş güvenliklerini tehlikeye sokacak sürelerde ve koşullarda çalıştırılmasını önleyebilen devlet, 70 Bkz. Savaş, Vural Fuat; Politik Yozlaşma Ortamında Refah Devleti’nden Minimal Devlete adlı makale, Türkiye Günlüğü Dergisi, s.30, Eylül-Ekim 1994 71 Kadir Arıcı, Çalışma Sürelerinin Hukuki Gelişimi ve Yeterliliği açısından 1475 Sayılı İş Kanunu’nda Çalışma Süreleri; Kamu İşverenleri Sendikası, Ankara-1992, s.153,154 163 çalışanların normal çalışma sürelerinde dinlenme haklarını koruyabilen devlet ve nihayet değişen çalışma koşularında işin gerektirdiği süre kadar çalıştıran, bu anlamda emeğin ve teknolojinin atıl kalmasını önleyen ve bunun sonucunda çalışanlarına daha iyi bir sosyal hayat sağlayan devlet. Asıl tezimize uygun olarak şöyle bir gerçek ortaya çıkmaktadır. Devlet eli ile sosyal meselelere çözüm bulma endişesi ile hareket edildiğinde meseleler daha mikro nitelik kazandıkça devletin işlevleri birbirleri ile çelişkiye düşmektedir. İşte yeni dünya düzeni çalışma yaşamında devletin fonksiyonlarında ciddi çelişki ve çatışmaların olacağı bir süreci ifade eder. Çatışma işçi ve işverenler arasındaki bir çatışma değil, müdahale ettiği herhangi bir alan ile ilgili olarak işin içinden çıkmakta zorlanan devlet kurumları arasındaki pasif çatışma şeklinde olmaktadır. Bu çelişkiyi gidermenin yolu ise üretimi ve piyasayı en minimal noktaya kadar barıştırmaktadır. Belli bir bilgi ve beceriyi edinen yahut eğitimini tamamlayan insanlar bugüne kadar devletin kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlardı. Devlet bu insanlara ya iş veriyor ya iş temin ediyor ya da işsizlik sigortasından yararlandırıyordu. içine girilen yeni süreç tüm ülkelerin devleti küçültmek hedefine yöneldiğini gösteriyor. Dolayısıyla üretime entegre olmak ve yaşamını idame ettirmek bireylerin kendi sorunu olmaya başladı. Devlet bu sorunu çözmek yerine çözümüne ilişkin mekanizmaları piyasa koşuları içinde oluşturmak durumundadır. Bu mekanizmalardan mikrokredi ile kendi hesabına çalışmanın teşvik edilmesi 2005 Yılı’nda yapılan dünya mikrokredi zirvesi ile giderek önemsenmeye ve başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Küreselleşme istihdam yaratma konusunda bir başarısızlığı da ifade etmektedir72. Küresel ekonomik büyüme, ILO tarafından sunulan yeni rapora göre, yoksulluğu azaltan daha iyi ve yeni işlere dönüşümünde bugün gittikçe başarısız olmaktadır. Raporda, ILO küresel yönelimlere dikkat çekerek farklı 72 http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm www.kamusen.org.tr 164 bölgelerin, iş yaratma, verimlilik sonuçları, ücret iyileştirilmesi ve yoksulluk azatlımı konularında karışık sonuçlar gösterdiğini bulmuştur. Yine aynı rapora göre son yıllarda, ekonomik büyümeyle istihdam büyümesi arasında zayıflayan bir ilişki mevcuttur. Bu, büyümenin otomatik olarak yeni işler yaratmadığı anlamına gelir. Rapordaki ‘istihdam esnekliği’ göstergesi, GDP’de ölçülen ekonomik büyüme ile iki büyüme katkısı değişkeni (istihdamdaki ve verimlilikteki olumlu veya olumsuz değişiklik) arasındaki ilişkiye bakmaktadır. İki yıllık çalışma bulmuştur ki; büyümede %1’lik artışa rağmen 1999 ile 2003 arasında küresel istihdamda yalnızca % 0.3’lük bir büyüme söz konusudur. Yukarıda ifade edilen durum aynı zamanda Andre Gorz’un “İktisadi Aklın Eleştirisi”73 adlı eserinde ifade ettiği gibi, çalışma kavramının iktisadi yaşamdaki yerinin yeniden sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ne küreselleşmenin ne de sosyal devletin kurtarıcı olarak görülmesi gerekir. İktisadi aklın kutsallaştırdığı ve yaşamanın aracı değil amacı haline gelen çalışma anlayışında iktisadi faaliyet sonucunda elde edilen “en çok” un en iyi olmadığı “en geniş kesimlerce paylaşılabilenin” ve “dünyaya en az zarar verenin” en iyi olduğu yeni anlayışlara ve bu anlayış çerçevesinde şekillenmiş işgücü piyasalarına ihtiyaç hissedilmektedir. Her GDP yüzde büyümesi için % 0.5 ve %0.9 arasında istihdam büyümesi ile en yoğun istihdam büyümesi orta doğu ve Afrika’da yaşanmıştır. büyümesinin Diğer ‘kendi göstergeler işi’ ise bu bölgelerdeki (self-employment) sınıfında istihdam olduğunu göstermektedir. Afrika gibi tarımın yaygın olduğu ekonomilerde işler yapılanırken pek çok iş resmi değildir ve düşük verimlilikte olup çalışanların kendilerini geçindirme seviyesine uygun değildir. Örneğin, günde 1 dolardan aza çalışan işçi sayısı 1994 ve 2004 arasında 28 73 Andre Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, B.2, İstanbul, 2007 165 milyon kadar artmıştır74. Kendi hesabına çalışmada oluşturulan mikro işletmelerde oluşan istihdamın içinde bir miktar gizli işsizlik olmasına ve mevcut istihdamın gelir düzeyi oldukça düşük olmasına rağmen Afrika ve Ortadoğu’da büyümenin istihdama daha büyük oranda yansıması, bu bölgelerde başlatılan mikrokredi uygulamalarının ciddi başarılar ortaya koyması özellikle gelişmekte olan ülkelerde çalışma ve üretmeye ilişkin paradigmaların küreselleşme ile birlikte yeniden sorgulanmasını önemli kılmaktadır. Yukarıda ILO tarafından hazırlanan rapor aynı zamanda küresel ücret dengesizliğinin de arttığını ortaya koymaktadır. Gelişmiş ekonomilerdeki artan ücret eşitsizliği, yüksek-yetenekli işçi talebinde diğerine göre daha fazla artışa neden olmuştur. Aynı zamanda ticaret eğiliminde de artış görülmüştür. Artan ücret dengesizliğinin çözüm yollarından biri olan mesleklendirme aynı zamanda girişim talebini de artıran bir etki yaratmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme aynı zamanda yarattığı handikaplar açısından kendi hesabına çalışmayı teşvik edici mahiyette olmasına rağmen yeterli kaynak ve uygun koşulların olmaması girişim arzusuna ket vurmaktadır. Bir çok gelişmiş ekonomide büyüme, uluslararası şirketlerin pazar alanlarını genişleterek transfer ettikleri sermayelerini kat kat fazlasıyla geri almaları yoluyla gerçekleşmektedir. Uluslararası sermaye aynı zamanda IMF politikalarını izleyerek öngörülen alanlarda kartelleşme eğilimindedir. Oysa dünyaya ihraç ettikleri piyasa ekonomisinde en önemli işlev tam rekabettir. Rekabete aykırı koşullar sevimsiz görülür. Ancak 2001 Nobel Ödülü’nü iki meslektaşıyla paylaşan ekonomist Joseph e. Stiglitz ABD ve IMF’in; Rusya, Çin ve Polonya gibi ülkelere göçerdiği istikrar hedefli programların istikrar sağlamadığını, bu ülkelerin kendi iç dinamikleri doğrultusunda ve istikrar programlarına rağmen farklı politikalarla düzlüğe çıktıklarını, istikrar programlarına bir müddet bağlı kalan Rusya’nın ciddi hüsran yaşadığını ifade etmekte ve ihraç edilen düşüncenin aksine ABD’nin yeterince antitröst 74 http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm www.kamusen.org.tr 166 politikalar uygulamadığını öne sürmektedir75. IMF ve borçlu ülkelerin ilişkileri iç dinamikler üzerine kurgulanmış projeler düzeyinde değil borç verenin teminat şartlarını borçluya dayattığı bir ilişki düzeyinde yürümüştür. Bu şartlar da uzaktan kontrole imkan veren alabildiğine liberalleşme (özelleştirme, kontrolsüz kambiyo rejimi vs.) şeklinde tezahür etmiştir. E. Türkiye’de Gelir Dağılımı Adaletsizliği ve Fırsat Eşitsizliği Ülkemizde genel ekonomik yapının seyri nasıl olursa olsun en az değişen durum gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik beraberinde fırsat eşitsizliğini getirmekte fırsat eşitsizliği de uçurumun giderek derinleşmesini tetiklemektedir. Zaman zaman ortaya çıkan sermayenin el değiştirmesi çabaları ise politika belirleyen ekiplerin değişmesi dolayısıyla ortaya çıkan yapay düzenlemelerdir. Genel ekonomik politikaların içinde gelir dağılımı adaleti ve fırsat eşitliğine ilişkin düzenlemeler istihdamın artırılması ve yoksulluğun azaltılması düzleminde ortaya konulmalı ve tıpkı enflasyon ve büyüme hedefleri gibi işsizlik ve yoksulluğa ilişkin hedefler ortaya konulmalı ve bu hedefe yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Gelir dağılımına devletin müdahale enstrümanları sübvansiyon ve yardım düzeyinde kaldığı müddetçe piyasa ekonomisi içinde kalıcı çözümler geliştirilemez. Piyasa ekonomisi içinde istihdamın artırılması konusu her zaman devletin sorumluluğu olarak görülmüştür. Nitekim sağlıklı işleyen bir piyasa sisteminde devletin müdahalesine en fazla ihtiyaç gösteren alan işgücü piyasasıdır. İşgücü piyasasına yönelik istihdam artırıcı ve gelir dağılımını düzenleyen çözümler her zaman devletten beklenilmiştir. Nitekim internet aracılığıyla (insankaynaklari.com) yapılan “Devletten ne bekliyorsunuz?” konulu ankette; “istihdamın artırılması konusunda devletin sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yaklaşık % 74’ü “Evet kesinlikle düşünüyorum” şeklinde cevap vermiş % 18’i ise “özel 75 Joseph E. Stiglitz, Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev. Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural, planb yayınları, B.1, İstanbul, 2002 167 sektöre daha çok sorumluluk düşüyor” demiştir. “İstihdam konusunda devlete düşen en büyük sorumluluk nedir?” sorusuna ise yaklaşık % 40’lık bir oran “girişimciliğin özendirilmesi”, % 20 “özel sektörün desteklenmesi”, % 17 “iş güvencesinin sağlanması” ve % 15 “kamuda yeni iş olanaklarının ağlanması” şeklinde cevap vermiştir76. Buradan da çok net anlaşıldığı üzere çıkan sonuç devletin müdahalesinin mutlaka istendiği ancak bu müdahalenin doğrudan bir müdahale yerine “girişimciliğin desteklenmesi” şeklinde olması gerektiğidir. Özel sektörün istihdama özendirilmesi şeklindeki yaklaşım ise ciddi ölçüde palyatif kalmaktadır. Olması gereken istihdamın karlı hale getirilmesine yönelik düzenlemelerdir. Bu durum ise özendirme ifadesinin yetmediği bir anlayışa işaret eder. Karlı, rantabl ve verimli çalışmaya koşullanmış girişimlerin istihdama yönelik aktivitelerinin de bu koşullara uygun hale gelmesini sağlayacak ekonomi politikası enstrümanlarına ve sosyal inovasyonlara ihtiyaç vardır. Reel sektör yatırım ortamının iyileştirilmesi gerekmektedir. Spekülatif amaçlı yabancı sermayenin mali sektöre yönelmesi ve bu sektörde ortaya çıkan sermaye transferlerindeki artışı yatırım ortamının iyileştirilmesi olarak görüp bu sermayenin hoşlanmadığı parasal dalgalanmaları engellemek amacıyla sıkı para ve kur politikası enstrümanlarına odaklanılması yukarıda ifade edilen istihdama yönelik politikalar açısından ciddi bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim, TÜİK Ekim 2007 verileri çerçevesinde; yüzde paylar analizine göre ilk yüzde 20’lik grubun gelirden aldığı pay artarken, beşinci yüzde yirmilik grubun payı düşmüştür. Gelir dağılımı eşitsizlik ölçülerinden “Gini Katsayısı” % 0.2 azalmıştır. Ülkemizde 2002 – 2007 arasındaki beş yıllık sürede ekonomi toplamda % 35 oranında büyümesine karşın, işsizlik oranı % 9.7 ile (gizli işsizlik ihmal edilerek) yaklaşık olarak aynı yüksek oranını korumuş gelir dağılımı ise yukarıda ifade edildiği üzere daha da bozulmuştur. O halde spekülatif yabancı sermaye transferine ve borçlanmaya dayalı büyüme oranımızın istihdama ve gelir dağılımı adaletine katkısı sıfır 76 www.ntv.com.tr/news/302055.asp 01.06.2005 168 olmuştur. Bu durum istihdama ilişkin politikaların finans piyasası ile ilgili politikalarla birlikte ve iç içe yürütülmesi gereğini ortaya koymaktadır. II. TÜRKİYE’DE EKONOMİK KRİZLERİN İŞGÜCÜ PİYASASINA ETKİSİ A. Türkiye’de Kriz ve Yoksullaşma Türkiye işgücü piyasasındaki yapısal sorunların ana nedeni ekonominin periyodik olarak krizlere maruz kalması ve politikaların bu krizlerden çıkışı esas alan politikalar olmasıdır. Sermaye ve mal piyasasını ciddi ölçüde dengesiz hale getiren krizler işgücü piyasasını da istihdam yaratıcı olanakları sınırlaması nedeniyle olumsuz etkiler. Türkiye 2000 sonunda yeni bir kilometre taşına geldi, dayandı. Bu, önceki döneme ait birikim modelinin tıkanması ve bu tıkanıklığın yeni bir birikim formatıyla aşılması ihtiyacı demekti. Nasıl bir birikim modeliydi tıkanan ve yenisi nelerin üstüne inşa edilecekti? Bu sorunun yanıtı, Türkiye kapitalizminin kuşbakışı olarak birikim süreçlerini anımsamaktan geçiyor. 1923-1945 dönemini kapsayan “ilk birikim” yıllarını bir yana bırakırsak, Türkiye sermaye birikimi sürecinin 50 küsur yıllık bir geçmişi vardır ve bu süreç, belli başlı üç ana döneme ayrılabilir; 1) 1950’lerden 1970’lerin sonlarına uzanan 30 yıllık “ithal ikameci birikim” dönemi, 2) 1980’den 1989’a uzanan “ihracata dönük birikim” dönemi, 3) 1990’lı yıllardan Büyük Kriz’in yaşandığı 2000’e uzanan “sıcak paraya dayalı büyüme” dönemi. Bu üç dönemin ana özelliklerini ifade etmeden önce, 2001’i (ucuzlatılmış ihracatı temel alan) yeni bir birikim formatı arayışı içinde olunan, yeni bir dönemin başlangıç yılı olarak niteleyebiliriz. 1950’lerde başlayıp, 1960’lı ve 1970’li yıllarda hızlanan Türkiye’nin ithal ikameci birikim modeli, sabit döviz kuru, korunan bir iç pazar, düşük faiz 169 hadleri ve yoğun devlet desteği ile dayanıklı-dayanıksız tüketim malları üretme ağırlıklı bir sanayileşmeye dayanıyordu. Ticaretten sanayiye geçiş yapan yerli firmaların, yabancı sermayeyle işbirliği temelinde başlattıkları sanayileşme bu birikim modelinin omurgasını oluşturmuş, KİT’ler de bu sanayiye başta düşük fiyatlı girdi olmak üzere destek veren bir rol üstlenmişlerdi. Ancak bu birikim modelinin sorunu, döviz kurunun sabit tutulmasının etkisiyle ihracatı kulak arkası etmesi ve girdi, araç-gereç yönünden ithalata bağımlı olmasıydı. Bu, her yıl artan oranlarda dış açık verilmesi demekti. Dış açık, işçi dövizleri ve tarım ürünleri ihracıyla kapatılamayınca dış borçlanma kaçınılmaz olmuştur. Ancak yapının dış borç ödeme kabiliyetinin azalmasıyla da birikim modelinin kendini yeniden üretme şansı kalmamıştır. 1960’ların ortalarında (2000’de Türkiye’nin 200 milyar dolarlık milli geliri olan bir ekonomisi olduğunu anımsayarak), Türkiye’nin sadece 8 milyar dolarlık (1965 GSMH’si) bir büyüklükte, henüz emekleme çağında bir olduğunu hatırlamamız gerekir. Ve yine hatırlayalım ki, o zamanlar Türkiye geniş anlamda değer üretimi (GSMH), ABD’dekinin 88’de 1’i, Almanya’dakinin 14’te biriydi. Bu birikim modelindeki tıkanıklıkları aşmak için Türkiye, 55 yıllık IMF’li tarihindeki stand-by düzenlemelerinin 8’ini bu dönemde yapmıştır. Ancak, bu düzenlemeler gerilim yaratacak içerikte olmamıştır. Bu dönemlere ilişkin IMF programlarının, hiç değişmeyecek istikrar programı kapsamında olduğu görülür. Sabit tutulan kurun aşırı değerli hale getirdiği yerli paranın devalüe edilmesi, ihracatın teşviki, kamu harcamalarının kısılması ve iç talebi daraltıcı deflasyonist önlemlerin uygulamaya konulması, IMF’in kredi vermek için gerekli koşullarıdır. 1960’ların sonlarına doğru da, IMF, yeni bir devalüasyon için baskı yapmaya başladı. Sonuç % 66’lık devalüasyon ile doların 15 TL’ye yükselmesi oldu. IMF’li yıllar 1975 sonrasında hızlandı. 1974 petrol şokundan sonra 1978’de % 32’lik bir devalüasyonla dolar kuru 25 TL’ye çıkarıldı. Daha sonra 1979’daki stand-by anlaşmasıyla da dolar 47 TL’ye çıkarıldı. 170 1970’lerin sonları 30 yıldır uygulanan iç pazara dayalı ithal ikameci birikim modelinin ömrünün tükendiği yıllardı. 1980’de Türkiye kapitalizmi 60 milyar dolar dolayında bir milli gelir üretiyordu. Artık yeni bir düzlemde birikimi sürdürmek gerekiyordu. Bu da hem sermayenin kendi içinde ve dünya sermayesiyle ilişkilerinde hem de işçi sınıfıyla ilişkilerinde bir yeniden yapılanmayı gerektiriyordu. 12 Eylül’le başlayan ve 1983 sonunda Kurulan ANAP iktidarıyla süren “yeni dönem” de, Türkiye sürekli ödemeler dengesi sorunu yaratan ithal ikameci birikim tarzı kulvarından, ihracata dönük birikim tarzına doğru yöneldi. Sabit kurdan uzaklaşan döviz politikası, başta ihracat olmak üzere döviz kazandırıcı faaliyetleri artırdı. Sanayide de ithale bağımlı sektörler yerine tekstil, gıda gibi uluslararası işbölümünde iddialı olunabilecek sektörlerde yoğunlaşıldı. Ancak yine de, “Yeni dışa açılmacı model, kronik ödemeler dengesi krizini ortadan kaldırmadı. Çünkü, ithala dayalı ara malları ve yatırım malları üretiminden vazgeçilmedi, dolayısıyla bu sanayilerin girdi bağımlılığı azalmadı, tersine, ticaretin liberalleşmesiyle arttı. 1978/1979’da 13 milyar dolar olan dış borçlar 1985’e gelindiğinde 25 milyar doları aştı. 1978’de milli gelirin % 28’i olan dış borç stoku, 1985’te % 30’a çıktı. Döviz kurunu sabite yakın, faizleri ise yüksek tutan bir yaklaşımla, adına “sıcak para” denilen kısa vadeli kredi girişi, finansal liberalleşmeye gidilen 1989 sonrasında hızla teşvik edildi ve ekonomi bu borçlanmayla çarklarını döndürdü, yüksek büyüme hızlarına ulaştı. Özellikle 1989-1993 döneminde ekonomide iç pazara dönük yüksek büyüme hızları gerçekleştirildi. İhtiyaç duyulan dış kaynak ise yine dış borçla sağlandı. 1986’da 32 milyar dolar olan dış borç stoku % 100’ün üstünde bir büyümeyle 1993 sonunda 67 milyar dolara ulaştı. 171 1990-1993 dönemine ait genişleme aralığında giren sermaye, milli gelirin % 3,8’ine ulaşırken büyüme hızı da yıllık % 6’yı buldu. İkinci genişleme dönemi olan 1995-1997 aralığında da sermaye girişinin milli gelire oranı % 4,8’i buldu, ortalama büyüme de % 7,8’e ulaştı. Buna karşılık sıcak paranın kaçtığı 1994’te çıkan sermaye milli gelirin % 4,51 boyutunu bulurken o yıl ekonomi % 6 küçülmüştü. 1998’de de giriş, milli gelirin % 1,8’ine inerken büyüme de % 3,9’da kaldı. 2000 yılında, yabancı kökenli sermaye girişlerinin toplamı Kasım 2000 krizi öncesi 15 milyar dolara yaklaşırken, 2000 de büyüme oranı da % 7’yi aşıyordu. Talep genişlemesinin kur politikası ve serbest dış ticaret rejimiyle beslenmesi sonunda dış açıklar hızla arttı. Sıcak para hareketlerini ellerinde tutanlar, dış dengenin sürdürülemez olduğunu anladıkları anda da sermayelerini çektiler ve bu kaçışlarla birlikte, yaşanan panik döviz çıpasına hücumla sonuçlandı. Dövize hücum, kırılgan bankacılık sistemini sarstı ve ilk şok Kasım 2000’de yaşandı. Bu yılın sonunda ekonomik hasarın bilançosu şu başlıklar altında toplanabilir; 1) % 9’u aşan küçülme sonucu milli gelir düzeyinde kayıplar. 2) IMF’den ek dış borçlanma ile artan yük. 3) İç borç ve faizlerde ek yük. 4) İşsizlik artışı. 5) Üretim düşüşleri, iflaslar, dünya rekabet gücünün azalması. 2000 yılında 202 milyar dolar olan GSMH’nin, IMF’in varsaydığı % 3’lük küçülmeyle kalmayıp % 9,5 küçülmeyle 2001 milli geliri 148 milyar dolar oldu. Bu çerçevede 2000’e göre 54 milyar dolarlık bir milli gelir kaybına uğrayan Türkiye’nin kişi başına düşen geliri de 2000’de gerçekleşen 3,095 dolardan 2,160 dolar dolayına düştü. 172 Yaşanan krizler, Türkiye’nin üretim dinamiklerini de aşındırdı. Sanayide üretim düşüşleri ve kapasite kullanım azalışlarıyla önemli bir atalet yaşanırken, firmaların mali yapılarının bozulmasıyla yenileme ve teknoloji yatırımları da durdu. Bu, dünya rekabet arenasında Türkiye’nin geride kalması, rekabet gücünü kaybetmesi anlamında da geliyor. Mali sektör ile imalat sanayi ve medyada büyük boyutlarda işsizlik yaratan kriz, esnaf ve ticaret kesimini de derinden etkiledi. Kurulan her 100 işyerine karşılık 72 işyeri kepenklerini indirdi. Türkiye’de istihdam edilenlerin sayısı 2000 sonunda 20 milyon 182 bin kişiyken, 2001 sonunda toplam istihdamda 960 bin kişilik azalma oldu. Ayrıca, lise ve daha yukarı eğitimli 15-24 yaş grubuna dahil olanların arasındaki işsizlik oranı aynı dönemlerde % 24’e yükseldi. Reel sektörün yanı sıra “beyaz yakalılar” olarak anılan ve yönetici pozisyonunda çalışanlar da krizden derin biçimde etkilendi. Bu grupta olup da iş arayanların sayısı % 60 arttı. İşten çıkarmalar en çok bankacılık, Telekom, bilişim teknolojisi ve medya sektörlerinde yaşandı. Finans sektöründe 30 bine yakın kişi işini kaybetti. Bu rakamın 2002 sonunda özel sektör bankalarındakilerle birlikte 50 bin kişiyi bulması bekleniyordu. Reel sektöre gelince, Kasım 2000 krizini izleyen dönemde imalat sanayinin çeşitli kollarında binlerce insan işsiz kaldı. İşsizlik verileri pek güvenilir olmamakla birlikte, DİE’nin işgücü anketi sonuçlarına göre kentteki işsiz ve eksik istihdam edilenlerin oranı 2000’de % 16,3 iken 2001’in sonunda 17,2’ye çıktı. Kentlerde eğitimli gençler arasındaki işsizlik oranı % 27’yi buldu. Kırsal kesimdeki atıl işgücü oranı ise % 9,5 olarak belirlendi. Ülke milli gelirinin % 10 gibi rekor bir düzeyde gerilediği 2001’de dehşetli küçülme toplumun tüm kesimlerinde bir refah kaybı yaratmakla 173 beraber, krizden en fazla etkilenen kesimleri, gelir piramidinin zaten altında olan ücretli kesimler, tarım kesimi ve devletin yardımına muhtaç emekli, dul ve yetim kesimleri oluşturuyor. Savaş yılları bir yana bırakılırsa, tarihin en yoğun işsizliğini yaşayan Türkiye’de toplumsal kesimler mutlak yoksullaşma ile nispi yoksullaşmayı iç içe yaşıyorlar. Yoksul kesim mikrokredi programlarına iştirakleri serbest mesleklerindeki gelirlerinin artacağına ve destek olacağı beklentisindendir. Bu programa iştirak aslen tüketim açısından yoksulluğun azalmasına etki eder ve destek temelli istihdam direkt olarak ölçülebilir. Programa iştirakın faydaları hamilelikten korunma, doğurganlık ve çocukların eğitimlerindeki sosyoekonomik hasılalardaki değişiklikler ölçerek aynı zamanda endirekt olarak da ölçülebilir. Bu değişimler kısmen gelir ve istihdamın yarattığı sonuçlar ve kısmen de programın kredisiz hizmetlerinin sonucu olarak ortaya çıkan tutum ve davranışlardaki değişikliklerden meydana gelir. Program iştirakçileri arasında meydana gelen gelir ve istihdam değişiklikleri yerel köy ekonomisini etkileyebilir. Eğer ekonomik değişiklikler mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep olmuyorsa programın tamamen pozitif bir katkısı olduğu söylenebilir. Eğer program iştirakçileri köydeki mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep oluyorsa programın köy etkisine katkısının sıfır hatta negatif olduğu bile söylenebilir. Programın komple etkisini tamamen gösteren iki önemli faktör; mikrokredi programları tarafından finanse edilen aktivitelerin büyüme potansiyeli ve artırılan kredinin mevcudiyeti ile çözümlenen kredinin pazar eksikliklerinin boyutudur. Bu makale mikrokredi programlarının iştirakçiler üzerindeki sonuçlarını tüketim, beslenme, istihdam, net değer, eğitim, hamilelikten korunma ve doğurganlık konuları açısından ele almaktadır. Bu sonuçlar kredinin ve programa iştirak sürecinin etkisini yansıtan mikrokredi programlarından alınan miktarların kümülatif etkileri açısından değerlendirilmektedir. Yerel ekonomiye olduğu kadar erkek ve kadın kredi kullanıcıları üzerindeki etkileri de ele almaktadır. 174 İştirakçi olmayan ev düzeyindeki halkı ve etkiyi köyün gerektirmektedir. Bu da, değerlendirmek karakteristik gözlemleme özelliklerini imkanı belirlenmesini programların kredi etkilerini bireysel iştirak düzeyindeki varyasyonlarına bağlı olarak değerlendirmek için programın belirli bir köyü cezbetmesi açısından köy düzeyindeki özelliklerdeki farklılıkların kontrol edilmesi gerekliliğidir. Programın köy düzeyindeki ortalama gelir, istihdam ve yoksulluk üzerindeki etkisi Programın etkisinin köy düzeyindeki farklı etkilerini köyün gözlemlenebilir özelliklerini kontrol ederekten köy düzeyinde gerilemeyi uyarlayarak tahmin edilebilir. Etkin bir yoksulluğu azaltma stratejisi açık ve tutarlı bir yaklaşıma dayalı stratejik düşünmeyi gerektirir. Yoksulluk bütün boyutları ile ele alınmalı ve buna uygun yöntemlerle azaltılmalıdır. Yoksulluğu azaltma stratejisi beş aşamayı içermelidir: (1) Yoksulluğun tüm boyutları ile tanımlanması; (2) Yoksulların, yoksulluk sınırının ve sosyal kategorilerin tanımlanması; (3) Yoksulluğun ölçümünde kullanılan metot ve yöntemlerin seçilmesi; (4) Yoksulluğa yol açan yapısal ve dinamik faktörlerin analiz edilmesi, (5) Uygulanacak politika ve programların formüle edilmesi ve seçimi. Bu beş aşamada yapılacak uygulamaların titizlikle tespit edilmesi ve aksiyon planlarının oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Yoksulluğu etkin ve sürdürülebilir bir şekilde azaltmayı hedefleyen bir strateji aşağıda yer alan politikaları içermelidir77. 77 Bu konuda DPT (2001) ve World Bank (2001)’den geniş ölçüde yararlanılmıştır. 175 1. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Az Gelişmiş Ülkeler Üzerine Etkisi IMF ve Dünya Bankası’nın temel amacı, Bretton Woods Sistemi ile oluşturulmaya çalışılan daha serbest, dış denkleşme sorunlarının olmadığı, dış ödeme güçlüklerinin yaşanmadığı ve istikrarlı bir uluslararası döviz kuru sisteminin olduğu uluslararası ortamın oluşmasını sağlamak olmuştur. Bretton Woods Sisteminde ayarlanabilir sabit kur sistemi geçerliydi. Buna göre ülkeler paralarını anahtar para konumundaki ABD Dolarına bağlayacaklardı. IMF bu sistemin uygulanmasında ve çıkabilecek sorunların çözümlenmesinde kilit konumdaki bir kuruluştu. Buna göre eğer üye ülkelerden birinin ödemeler bilançosu açık verirse, bu ülke önce döviz rezervini kullanacak, daha sonra para ve maliye politikası ile yurtiçindeki toplam harcamalarını kısacak ve gerekirse IMF’den kısa süreli kredi kullanacaktır. Bütün bunlara rağmen dış denkleşme sorunu giderilemezse son çare olarak devalüasyona başvurulacaktır. Burada dikkat edilirse ödemeler bilançosu denkliğinin sağlanması temel hedeftir ve bunu sağlarken en önemli araç olarak ihracatın arttırılmasından ziyade ithalatın (toplam harcamaların kısılması kanalıyla) kısılmasına ağırlık verilmiştir. II. Dünya Savaşının sonundan 1970’lerin ortalarına kadar olan dönemde gelişmekte olan ülkelerin izledikleri politikalar bu doğrultuda olmuştur ve “ithal ikameci” büyüme stratejisi ön plana çıkmıştır. 1970’lerin başlarına gelindiğinde, dış denkleşme sorunlarının artması, dolar bolluğundan kaynaklanan likidite sorunu, ABD ekonomisinin gücünün azalması ile ortaya çıkan ABD dolarına olan güvenin sarsılması, ABD’nin emisyon kazançları ve AGÜ’lerin kalkınma sorunlarının bu sistemde içinde çözülmesinde yaşanan sorunlar Bretton Woods sisteminin Mart 1973’de yıkılmasına neden olmuştur. Fakat, bu sistemin işletilmesini sağlayan IMF ve Dünya Bankası bundan sonraki yıllarda, dünya ekonomisindeki gücünü yitirmemiştir. 176 Sisteme gözcülük eden ve sorunların çözümüne ilişkin mekanizmalar üreten bu ikiz kuruluşların faaliyetlerini ve etkinliklerini arttırarak devam ettirebilmesinin nedenini, 1974 yılında dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik krizin ardından ortaya çıkan gelişmelerde aramak gerekir. 1974 krizi gelişmiş ülkelerde iki önemli sorunu beraberinde getirmiştir: Dünya ekonomisinin genişleme süreci artık durmuş ve sonuçta işsizlik ve enflasyon bir arada görülmeye başlamıştır. AGÜ’ler de bu krizden fazlasıyla paylarını almışlardır. Gelişmiş ülkelerdeki toplam talep daralması, AGÜ’lerin hammaddelerine olan talebi azaltmış ve buna ek olarak Batı ekonomilerinde yaşanan enflasyon, az gelişmiş ülkelerin ithalatını çok pahalı hale getirmiştir. Bu iki unsur bir araya gelince yani ihracat azalıp, ithalat faturası artınca, AGÜ’ler ödemeler bilançosu sorunları ile karşı karşıya gelmişler ve bu ülkelerin dünya finans piyasalarından olan fon talepleri artma eğilimine girmiştir. Diğer yandan, 1974 yılında petrol ihracatçısı ülkeler birliği OPEC petrol fiyatlarını varil başına 3 kat arttırmış -bazı iktisatçılara göre 1974 yılı krizinin temel nedeni bu fiyat artışıdır ve bu kriz bir petrol krizidir- ve bu yüzden OPEC üyesi ülkelerin elinde oluşan “petro-para” olarak adlandırılan önemli fonlar değerlendirmek üzere başta Avrupa olmak üzere birçok gelişmiş finans piyasasına arz edilmiştir. Birçok uluslararası kuruluşun elinde biriken bu fonlara en önemli talep ise yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı AGÜ’lerden kaynaklanmıştır. Başlangıçta bu fon alış verişi sorun yaratmamış, ancak AGÜ’lerin içinde bulundukları ekonomik koşulların olumsuzluğu nedeniyle vade bitimlerinde bu fonlar geri dönmemeye başlamıştır. Bu durum dünya ekonomisinde ülkeler ve finans kurumları arasındaki borç alış verişlerinin düzenlenmesi ihtiyacının ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşte burada IMF ve Dünya Bankası artık yeni görevlerine başlamaktadır. Bundan böyle uluslararası finans piyasalarından borçlanmak isteyen bir ülke IMF’nin denetiminden geçecek ve onun onayını alan ülkeye de uluslararası bankalar ve ülkeler gönül rahatlığıyla borç verecektir. Bu 177 güveni sağlamak için IMF, denetimine aldığı ülkelerin ekonomilerini kontrol altında tutarak bu ülkelerin borçlarını zamanında ve eksiksiz ödemelerini sağlamaya yönelik politikalar üretmeye başlamıştır. Bir ülkeye IMF tarafından “yeşil ışık” yakılabilmesi için, ilgili ülkenin IMF tarafından oluşturulan standart IMF paketini hazırlayacağı “niyet mektubu” kanalıyla Fon’a vermesi ve burada taahhüt ettiği politikaları IMF denetiminde uygulaması gerekmektedir. Standart bir IMF paketinde ise genel çizgileriyle şunlar yer almaktadır: Dış açık veren ülke devalüasyon yapmalıdır. Anti enflasyonist politikalar bağlamında devlet harcamaları kısılmalı, reel ücretler düşürülmeli ve fiyat kontrolleri kaldırılmalıdır. İhracata dayalı büyüme stratejisi izlenmeli ve yabancı sermaye teşvik edilmelidir.78 Son madde bilindiği gibi 1980 sonrasında AGÜ’lerin izlediği önemli bir sanayileşme stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni dönemle birlikte, 1980 öncesinin ithal ikameci politikalarının terk edilmesi gerekmiştir. Dışa açık sanayileşme politikasının ve beraberinde izlenecek diğer liberal ekonomi politikalarının dayanakları şöyle açıklanmaktadır: AGÜ’lerin dış denge sorunu ancak ihracat artışı ile mümkündür, ayrıca ihracat sayesinde ülkedeki işgücünün teknik düzeyi artar, istihdam artar, bu ülkelerin kendilerine olan güvenleri yükselir ve ekonomik bağımsızlık sağlanmış olur. Tüm bunların gerçekleşebilmesi için teknoloji, yatırım ve ticari akımlara ülkelerin açık kapı politikaları uygulaması, özel sektörün geliştirilmesi ve bu yapılırken de fiyat kontrollerinin, tarifelerin ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması ve özellikle de elektik gibi altyapı yatırımlarında monopollerin sınırlandırılması gerekmektedir. Tüm bu faaliyetler, devletin ekonomide rolünün özelleştirme uygulamalarıyla küçültüldüğü bir sistemde, etkin finansal kurumlarıyla bir bütün olarak AGÜ’lere sunulmaktadır. IMF’nin izlemiş olduğu politikalar üyelerinin oluşturduğu politikalar olmasına karşın, ağırlıklı oy sistemi sistemi bu kuruluşun tüm politikalarının 78 Cherl Payer, The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex: Penguin Books, 1974, s.25 178 gelişmiş ülkelerin kontrolünde olmasına neden olmaktadır.Dolayısıyla IMF’nin izlediği politikaları gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisi üzerinde uygulamak istedikleri senaryoların uzantısı olarak görmek ve yorumlamak yanlış olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerin AGÜ’lere yukarıda çok özet olarak sıralanan iktisat politikalarını uygulatmaya çalışmasındaki temel amacın, bu ülkelerin 1974’de başlayan ve salınımları giderek sıklaşan iktisadi krizlerin olumsuz etkilerini AGÜ’lere yayarak azaltmaya çalışması olduğu söylenebilir. Dolayısıyla finansal sistemde ortaya çıkan dengesizlikler IMF’i bu konuda önlemler almaya yönlendirmiştir. IMF artık dünyada uluslararası mal, sermaye ve para akımlarının önündeki engellerin kaldırılmasına ve daha küresel hale gelen dünyada yer alan ekonomilerin finans piyasalarında dengesizliğe neden olabilecek sorunlarını çözmeye yönelik politikalar izlemeye başlamıştır. Artık amaç, kapitalist ekonomiye entegre olmaya çalışan eski Doğu Bloğu ülkelerinin, dünya ekonomisine uyum sürecini hızlandırmak, global dünyanın bir bölgesinde yaşanan veya yaşanacak finansal çalkantıların önüne geçmek ve Kuzey’e sorun yaratabilecek, Güney ülkelerini terbiye etmektir. Güney ülkelerinin ekonomileri artık eski önemlerini yitirmişlerdir. Çünkü artık teknolojik gelişmeler güneyin hammadde ve işgücü stoklarının gerekliliğini azaltmıştır. Ayrıca soğuk savaşın sona ermesi dolayısıyla da Güney’in dünyada nüfuz alanı olarak kullanılma gerekliliği de ortadan kalkmıştır.79 Bu bağlamda kapitalizmin krizinin içinde bulunulan evresiyle, gelişme iktisadının çöküşü arasında da ilişki kurmak mümkündür. Kapitalizmin krizinin üçüncü dünyaya yansıtılmasının mekanizmaları önceden yatırım, birikim gibi sanayileşme ve iktisadi gelişme çabalarını gerektiriyorken, şimdi finansal problemleri aşmayı gerektirmektedir. “Artık kapitalizmin krizleri yaygınlaştırması için Gelişme İktisadına değil Finans İktisadına ihtiyacı vardır”. Dolayısıyla IMF ve Dünya Bankası’nın Yeni Dünya Düzeni içindeki 79 Alkan Soyak, Cengiz Bahçekapılı, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl.13, Sayı.144, 1998, ss.4861. 179 rolü de bunu sağlamaya yönelik olacaktır. Yukarıda anlatılmaya çalışılan bu rol dönüşümünü daha belirgin hale getirmek için, bu kurumların iktisat politikalarını yaygınlaştırıldığı en önemli yayın organlarından bir olan Finance and Development dergisindeki yazıların gelişme-finans ayrımına göre yoğunluk dönüşümünü incelemek bir sonraki bölümün amacını oluşturmaktadır. 2. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Türkiye Üzerine Etkisi Ulusal ekonomimizde sürekli ortaya çıkan krizlerde çıkışa ilişkin yöntem olarak borçlanma ve bu borçlanma karşılığında IMF’ye verilen taahhütler benimsenmiştir. Bu durum genellikle niyet mektuplarıyla ortaya konulan; cari harcamaların kısılması ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi şeklinde tezahür etmektedir. Bu her iki önlem öncelikle işgücü piyasasını hızlı biçimde olumsuz etkilemektedir. a. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Kısa Tarihi İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya ekonomisi, ABD ekonomisi önderliğinde yaklaşık 20-25 yıl süren bir genişleme dönemine girmiştir. Bu genişlemenin kaynakları talep ve üretim artışına neden olan etkenlerdir. üretim cephesinde, teknolojik gelişme ve işgücü verimliliğindeki artış, işgücü arzı fazlalığından kaynaklanan ücretlerin düşük olmasına yönelik baskılar ve bunun yanı sıra ilksel ürün fiyatlarının düşük olması; talep cephesinde ise devlet harcamalarında (yatırım ve askeri harcamalar) meydana gelen artış bu uzun süreli büyümenin kaynaklarını oluşturmuştur.80 Sanayileşmiş ülkeler İkinci Dünya Savaşı sona ermeden önce 1944 yılında dünya ticaretinin serbestleştirecek, ülkeler arasında çok yanlı denkleşmeyi 80 sağlayacak, savaşta yıkılan ekonomilerin Bernard Roiser,; İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları, 1991, s.58-62. onarımını 180 hızlandıracak bir süreç oluşturmak amacıyla New Hampshire eyaletinin Bretton-Woods kasabasında düzenlenen bir konferansta bir araya gelişmişlerdir. IMF ve onun ikiz kuruluşu niteliğinde olan Dünya Bankası bu konferansta tasarlanmıştır. ABD savaş sonrası döneminin en güçlü ve en zengin ülkesi olması nedeniyle, bu kuruluşların tasarımında etkin bir rol oynamıştır. Özellikle Fon’un kuruluş amacı üye ülkelerin kısa dönemli borç ihtiyaçlarını karşılamak ve dolayısıyla parasal istikrarı sağlamaktır. Dünya Bankası’na, yıkılan Batı Avrupa’yı imarına yönelik faaliyetlerde bulunma görevi verilmiştir. Bretton Woods konferansında üçüncü dünyanın iktisadi gelişme problemleriyle ilgilenilmemiştir. Bunda rol oynayan unsurlardan en önemlisi, kuruluş döneminde Latin Amerika ülkelerinin dışında, üçüncü dünya ülkelerinin çoğunun sömürge konumunda olmalarıdır.81 1950’ler Fon’un temel amacı olan parasal istikrarı sağlamanın yanı sıra özellikle ekonomik liberalizm felsefesiyle uyumlu bir gelişme ideolojisinin de üretildiği ABD’nin dönemlerdir. Bu dönemlerde, Fon’un en güçlü üyesi olan serbest ticaret ideolojisini yansıtan Laissez Faire anlayışı doğrultusunda, sermaye ve mal hareketi üzerine konan engellemelerin kaldırılmasıyla ülkelerin bundan yarar sağlayacağı görüşü egemen kılınmaya çalışılmıştır. Her ne kadar 1980’lere kadar IMF’nin istihdam politikalarında “Keynesyen” iktisadın etkisi var ise de Fon’un gelişme konusundaki temel felsefesi, piyasa güçlerinin işlevini yerine getirebilmesi için mümkün olan en fazla serbestinin sağlanması ve bunu engellemeye yönelik fiyat teşvikleri, yurtiçi sanayinin korunması gibi fiyat sistemini ve serbest piyasa ilişkilerini çarpıtan devlet müdahalelerinin ortadan kaldırılmasını öngörmektedir. Bununla birlikte “çarpıklık” kavramının, kullanılmak için seçilen modelden ayrı olarak içinin doldurulamayacağı ve zengin ülkelerin uygulamalarından kaynaklanan ticaret korumacılığı gibi piyasa çarpıklıklarına Fon’un hiç bir tepkide bulunmamasının yarattığı eşitsiz güç ilişkilerinin bu kavram içinde nasıl değerlendirileceği önemli tartışma konularıdır. 81 Cherl Payer, The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex: Penguin Books, 1974, s.22. 181 Latin Amerika Okulu olarak bilinen yapısalcı iktisatçılar tarafından eleştiriye maruz kaldıktan sonra, eğer iktisadi gelişmeye bir alternatif olarak sunuluyorsa, parasal istikrarın bir politika olarak küçük bir çekiciliğe sahip olduğu kabul edilmek zorunda kalmıştır. Buna karşın yine de özellikle IMF Staff Paper dergisinin o dönem çıkan çeşitli sayılarında belirtildiği gibi, Fon’un fakir ülkelerin gelişmesinin gerçek şampiyonu olduğu ve yalnızca kaynak temin ettiği için değil, borçlanma koşullarını da belirlediği için bu ülkelerin Fon’a müteşekkir olmaları gerektiği ifade edilmektedir. Bu cümleden, Fon’un 1960’larda, kendi ideolojik gelişme kavramı doğrultusunda, finansmanını sağlayıp geri ödeme koşullarını da belirleyerek üçüncü dünya ülkelerinin iktisadi gelişme süreçlerini biçimlendirmeye başladığı sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır Diğer yandan başlangıçta savaşta yıkıma uğramış Batı Avrupa’nın imarına yönelik faaliyet göstermeyi amaçlayan Fon’un ikiz kuruluşu Dünya Bankası ise, Marshall Planı’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1950’lerin sonunda faaliyetlerini Azgelişmiş ülkelere (AGÜ) kaydırmış ve özellikle verdiği kredilerle, bu ülkelerdeki özel sektörün geliştirilmesini ve dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının kanalize edilmesini hedeflemiştir. Bununla birlikte, Dünya Bankası’nın kredi açtığı projelerin, AGÜ’lerin gelişme çabalarına ne derece katkıda bulunduğu ile ilgili bazı şüpheler bulunmaktadır. Genellikle ülke ekonomisine uymayan öneriler getiren ve ülkeyi çok iyi tanımayan Dünya Bankası uzmanlarının yanlış yönlendirmelerinin neden olduğu olumsuz sonuç veren projelerin azımsayamayacak sayıda olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca Dünya Bankası’nın borçlu ülkeye kredi sağlamasından sonra, projenin tamamlanması için gerekli olan makine, donanım ve yardımcı hizmetlerin istenilen kaynaktan temini konusunda serbest bırakılması gerektiği ilkesine rağmen, uygulamada, proje hizmetleri de Dünya Bankası uzmanları tarafından veya onların önerdiği firmalarca verilmektedir. Tüm bunların ötesinde, 1970’li yıllardan sonra Dünya Bankası’nda görevli uzmanların AGÜ’lerin iktisadi gelişme süreçlerini biçimlendirmeye yönelik 182 bazı reçeteler yazdıkları, genellikle neoliberal içerikli bu reçetelere uymayan ülkelere kredi verilmesinde olumsuz yaklaşımda bulundukları iddia edilmektedir.82 Dünya Bankası’nın iktisadi gelişme anlayışında da zaman içinde bir evrim yaşanmıştır. 1950-60’lı yıllarda Banka kendi güdümünde hızlı sanayileşme ve alt yapı yatırımlarını teşvik edici projelere ağırlık verirken, 1970’lerde ilginin fakirliğin azaltılmasına doğru değiştiği görülmektedir. Bu yıllarda özellikle AGÜ’lerin kentsel ve kırsal alanlarının entegre biçimde gelişimine yönelik projelere ağırlık verilmesiyle fakirliğin azaltılması hedeflenmiştir. 1980’lerin başında üçüncü dünyanın borç güçlükleri ve makroekonomik istikrarsızlıklarla çalkanmaya başlamasıyla Banka’nın politika çerçevesini büyümenin restore edilmesine yönlendirmesi söz konusudur. 1990’lara gelindiğinde ise yine fakirlikle savaş temelinde özellikle çevre sorunlarına eğilen ve kadının bu savaştaki rolünü vurgulayan çalışmalara ağırlık verildiği görülmektedir. Sonuç olarak IMF ve Dünya Bankası’nın gelişmiş ülke merkezli iktisadi gelişme yaklaşımları, üçüncü dünya ülkelerine birer kurtuluş gibi sunulmakta, Dünya Bankası’nın önceleri sanayileşme daha sonraları fakirlikle mücadele bağlamında önerdiği program ve projelerini, IMF’in finansal güdülemeleriyle hayata geçirebilmek mümkün olabilmektedir. Bu aşamada her iki kuruluşun kapitalizmin çevrimleri doğrultusunda üçüncü dünyaya sundukları bu gelişme modelini nasıl biçimlendirdiklerini yani önerdikleri iktisat politikalarını gözden geçirmek gerekecektir. 82 Cem Alpar, Tuba Ongun; Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar: AGÜ’ler Yönünden Değerlendirme, Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayın No: 1985/3, 1985, s.104-114. 183 b. IMF’nin Türkiye Üzerine Etkileri Dünya üzerinde bazı ülkeler zengindir bazıları da yoksul. Tıpkı insanlar gibi. Burada asıl sorun bu gerçeğin kendisi değil, bu gerçeğin nasıl tezahür ettiği ve konumların nasıl korunduğu ya da sürdürüldüğüdür. Sorun insanlığın, gelinen bu noktada ilkelliğin veya çağdaşlığın neresinde olduğu, hangi durumların siyasi ve iktisadi politikaların doğal ve bilimsel sonucu, hangilerinin ulus ya da medeniyet kayırmaların sonucu olduğudur. Reel ekonomik gerçek ve gereklerin karşısına hep bir yöne doğru akışı sağlayan hangi uluslararası düzeneklerin kurulduğu ya da böyle bir durumun olup olmadığıdır. Bu tarz bir sorgulama ne yazık ki Marksizm ile özdeşleştirildiğinden tıpkı onun gibi demode kılınmıştır. Ancak özellikle yeni dünya düzeni ya da küreselleşme olgusu ile beraber bu konu tekrar bilim adamlarının gündemine oturmaya başlamıştır. Ülkemizde de iktisadi korumacılık, devletçilik, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ya da batı karşıtlığı eğilimlerinin dışında sağduyulu ve bilimsel kaygılarla bu konu ele alınmalı ve ülkemiz açısından ciddi bir iktisadi kalkınma modeli oluşturulmalıdır. 1960’lardan bu yana gelinen yapı ve genel trend değerlendirildiğinde bunun önemi anlaşılacaktır. Türkiye-IMF tarihinin bugünkü ekonomik yapı açısından en anlamlı dönemleri 70’li yıllara isabet eder. 1970 Yılı’nda yapılan, daha sonra şaibeli olarak tanımlanan ve Türkiye’yi 12 Mart sürecine sokan büyük devalüasyonun yapılmasına oldukça zor karar verilmiş, dönemin tüm bürokrat ve politikacıları devalüasyon kararına karşı direnmiştir. Sonuçta devalüasyon kararı alınmış -ki bu arada devalüasyon yapılacağı haberi piyasaya sızmıştır- ve bu karar toplantıdan bir saat sonra Kemal CANTÜRK tarafından Türkiye’nin Washington’daki mali danışmanı Ahmet Tufan GÜL’e şu şekilde aktarılmıştır: “Papaza söyle, o ayin yapılacak. Bütün dualar okunacak”. Burada “Papaz”, IMF Türkiye Masası Şefi Sturc, “ayin” kararlaştırılan devalüasyon, “bütün dualar” da zamlar ve diğer ek kararlar anlamına geliyordu. 10 Ağustos 1970 tarihinde Türk lirasının dolar 184 karşısındaki değerinin 9 liradan 15 liraya düşürülmesine karar veriliyor ve karşılığında IMF’den 950 milyon dolar borç alınıyordu. Daha sonra devalüasyonun önceden bilindiği söylentileri yayılıyor ve devalüasyona şaibe düşüyordu.83 Devalüasyonun önceden bilinmesi bir gecede % 66 gelir etmek anlamına gelmekteydi. Daha sonra ortaya çıkan diğer şaibeler de dikkate alındığında IMF politikalarının; IMF, Siyasiler ve Bürokrasiye yakın çevreler açısından bu yönüyle de algılanmasında büyük yarar vardır. Amerikan finans çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal, 16.01.2002 tarihli baş makalesinde IMF’nin Türkiye’yi katletmesine engel olunması gerektiğini söylemiştir. Aynı makalede Arjantin’in IMF’yi safdışı edemediği için ciddi sıkıntılarla karşılaştığı; Ancak Rusya’nın, IMF’yi safdışı edince istikrarı yakaladığı ifade edilmiştir.84 Bazı milletlerin zengin bazılarının yoksul olmasının nedeni Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı eserinde ifade ettiği gibi ekonomik özgürlüktür. Bireyler ekonomik faaliyetlerinde kendi özgür irade ve tercihleriyle hareket ederler.85 Bu nedenle bireyler ve ülkeler gösterdikleri farklı ekonomik performanslar ve konjonktürel şartlar nedeniyle farklı ekonomik güçte olurlar. Ancak tartışılması gereken, dışa açık fakat kurgulanmış, özgürlük sürecine kontrol noktaları konmuş ve bu yolla zenginliğini hep aynı alanlara akıtan özgürlüğün gerçek özgürlük olup olmadığıdır. Türkiye mütemadiyen bir sıcak para politikası oynamayı sürdürmüş 86 ve sürekli ulusal ekonomisini iç ve dış manipülasyonlara açık tutmuştur. IMF’nin ülkemizden bir türlü çıkmamasının ya da çıkamamasının nedeni de budur. Türkiye hem kontrolsüz sıcak parayı sevmiş hem de ahlaklı bir ulusal ekonomik yapı kurmaya çalışmıştır. Bu durum çelişkilidir. 83 Yalçın Doğan, IMF Kıskacında Türkiye (1946-1980), Tekin Yayımevi, Ankara, Şubet 1987, s.117,118 84 Hürriyet Gazetesi, “IMF’nin Türkiye’yi Katletmesine Mani Olun”, 17.01.2002 85 Coşkun Can Aktan, Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, 1999, s.96,97 86 Sabah Gazetesi’nde Doç.Dr.Faruk Selçuk ile yapılan Röportaj, 26.02.2001 185 Küreselleşme sürecinde, zenginlerin insanlığı unuttuğunu düşünen ciddi miktardaki kişi ve topluluklar protesto eylemlerine girişmişlerdir. Nitekim Brezilya’nın Porto Alegre şehrindeki “Dünya Sosyal Forumu” toplantısına ve New York United Church Center’da yapılan “Davos’u Gözleme Grubu” (The Public Eye On Davos) toplantısı büyük ilgi görmüştür. Porto Alegre’deki toplantıya dünyanın her ülkesinden 13 bin delege ve 50 bin katılımcı iştirak etmiştir. Bu toplantılarda delegeler dört günde 28 konferans, 100 seminer ve 700 atölye çalışmasında yoksulluk, azgelişmişlik, insan hakları, basın hürriyeti, ahlaki çöküş ve çevre konularını ele almışlardır.87 c. Döviz Kuru Esasına Dayalı Stabilizasyon Programı (Exchange Rate Based Stabilization - ERBS) Ekonomik krizlerden çıkış ile ilgili olarak ileri sürülebilecek önerilerin öneri sahibine göre farklılıklar göstereceği kaçınılmazdır. Örneğin, Dünya Bankası ya da IMF’nin; krizle boğuşan ülkelerde üretimin ve ihracatın artırılması, istihdamın korunması, büyümenin artırılması vb. önerilerde bulunması beklenemez. Çünkü bu kuruluşlar borç servisi yaparlar. Temel hedefleri borç verileni borcunu geri ödeyebilir hale getirmektir. Örneğin bir banka, kredi verdiği firmanın borcunu geri ödeyebilmesini öncelikli olarak hedefler. O firmanın, daha çok kişiyi istihdam ettiği, büyüdüğü, yeni şubeler açtığı gerçeği ancak kredi borcunun geri ödenmesiyle kabul görür. Oysa firma daha çok borç batağına saplanarak kredi borcunu geri ödeyebilir, çalışanlarının bir kısmını işten çıkarabilir, üretimi ve satışı yavaşlayabilir, imajı kötüleşebilir. Bu firma kredi borcunu geri ödemişse bu durum banka açısından pozitif değerlendirilir. “Sayın Michel Camdessus, Başkan” diye başlayan ve Uluslararası Para Fonu Washington D.C. 20431 adresine gönderilen 9 Aralık 1999 tarihli ve B.02.1.HM.0.DEİ.02.00/500 Sayılı niyet mektubunun 7. Maddesi şöyle diyordu; “Programımız üç temel unsura dayanmaktadır : programın 87 Güngör Uras, “Porto Alegre”, Milliyet Gazetesi, 05.02.2002 186 başlangıcında kamu sektörü temel fazlasının mümkün olduğunca yüksek tutulması, yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı döviz kuru taahhütleri. Başlangıçta kamu sektörü temel fazlasının yüksek programlanması gereklidir. Çünkü kamu hesaplarındaki zayıflık yüksek enflasyonun arkasında yatan temel faktördür. Yapısal reformlara, mali ayarlamayı sürdürülebilir kılmak, etkinliği artırmak ve artan özelleştirme gelirleri sayesinde kamu borcunun azaltılmasını kolaylaştırmaya ihtiyaç vardır. Sıkı döviz kuru taahhüdü ve tutarlı gelir politikası, özellikle enflasyonla mücadelenin ilk aşamasında, enflasyon ve faiz oranlarının daha hızlı indirilmesi için gereklidir.”88 Enflasyonun düşürülmesi ve faiz oranlarının aşağı çekilmesinde döviz kurunun önemli olduğu başından beri söylenegelmiş ve IMF tarafından bu tarz taahhütler geçmişten beri alınagelmiştir. IMF politikalarının yoğunlaştığı ve dünya petrol bunalımının ortaya çıktığı 1970’lerden sonra faiz, döviz ve enflasyon ilişkisi genel mantığı ve bileşik kaplar ilişkisi içinde ele alınmış ve Türkiye, ekonomik kalkınma için parasının değerini hiç durmadan düşürmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da dalgalanmaya bırakılan döviz kuruna dayalı bu stabilizasyon programları Döviz Kuru Esasına Dayalı Stabilizasyon (Exchange Rate Based Stabilisation- ERBS) adını almıştır. Krizle beraber yükselen faizler paranın faize akmasına, dolayısıyla Türk Lirası’na dönüşe neden oluyor ve daha yüksek faiz elde etmek isteyen sermaye dövizi bozarak faize yöneliyordu. Nitekim ülkemizde faizin bir gecede % 7500’lere kadar çıktığı dönemde bu durum yaşanmıştı. Bu durum dövizden kaçışı sağlamış ve devalüasyon riskini ortadan kaldırmıştı. Ancak bu kez de Türk Lirasının değerlenmesi sıkıntı yaratıyor, dış ticaret zarar görüyor ve ihracatçılar isyan ediyordu. Ancak yüksel faiz ne kadar sürdürülebilecek ve sermayenin üretimden aldığı pay demek olan faiz giderek 88 Niyet Mektubu İçin Bakınız (http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/imf/mektup.html) 187 emeğin aldığı payı düşürecek ve alt gelir grupları bu duruma ne zaman kadar dayanabileceklerdi? d. Krizlerin Ortaya Çıkardığı Bozuk Kambiyo Rejimi Bilindiği üzere 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve 32 Sayılı Karar; rejimini Türk lirasının değerinin zarar görmemesi üzerine oturtmuştur. Ülkemizde günlük alışverişlerin döviz etiketi üzerinden yapılması dünyada eşine ender rastlanan bir durumdur. Daha da ilginç olanı bu durumun yasalar ve Yargıtay’ın ilgili kararlarıyla suç olarak nitelendirilmiş olması ve bu suçun mütemadiyen işleniyor olması. Örneğin Türkiye’de yerleşik kişilerin, Türkiye’de yerleşik kişilerden yapacakları işlemler nedeniyle döviz kabul etmeleri bir “kambiyo suçudur”. Oysa bu suç şu anda ülkemizde olağan bir biçimde işlenmeye devam etmektedir. Türkiye’de yaptığınız bir alışverişin bedelini döviz olarak tahsil ettiğinizde 144.76 YTL. para cezası olan bir suçu (kambiyo suçu) işlemiş oluyorsunuz.89 Ülkemiz neredeyse, para giriş çıkışlarının en kolay olduğu ülkelerden biridir. Bu nedenle ülkemize sermaye ya hiç gelmemekte ya da ölçüsüz gelmektedir. Gelen sermayenin ise temiz sermaye olmadığı görülmektedir. Kara para tacirlerinin, spekülatörlerin ilgi odağı olan ulusal ekonomimiz özellikle para çıkışlarının ciddi denetiminden de yoksundur. Bu yönüyle reel ekonomiye ciddi katkılar sağlayabilecek uluslararası yatırımcıların güvenini kazanamamaktadır. Büyük meblağlı para giriş çıkışları, arkasına psikolojik desteği de alarak tıpkı Merkez Bankası’nın piyasayı fonlaması ya da piyasadan fon çekmesi gibi piyasayı yönlendirebilmektedir. Bu durum üreten sermaye değil spekülatif vurgun arayan sermaye cenneti haline gelmemize neden olmaktadır. 89 Şükrü Kızılot, “Dövizle Alışveriş Suç mu?”, Sabah Gazetesi, 26.12.2000 188 e. İstihdam Sorunlarının Öncelikle Devlet Reformuyla Çözümü Bugün tüm dünyada tartışılan temel gündem maddelerinden birisi devlet reformudur. Dünyadaki değişim dinamikleri ve değişim trendi devletin yeniden tanımlanmasını ve bu çerçevede devletin yeniden yapılandırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. 90 Dünyadaki değişimin gerisinde kalmamayı, gelişmiş ülkeler arasında yer almayı ve çağdaşlaşmayı hedefleyen Türkiye’nin bunu başarabilmek için devlet reformunu süratle gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu amaca yönelik olarak toplumun tüm kesimlerinin görüş ve önerilerinden yararlanılarak akılcı ve her kesimin üzerinde uzlaşabileceği çözümlerin üretilmesi gerekir. Bu amaçla yürütülecek çalışmalar, üzerinde uzlaşılabilecek görüşlerin açığa çıkmasını sağlarken, ilgili sorunların çözümlerini de hızlandıracaktır. Uzlaşmaya varılamayan görüş farklılıklarının saptanması ise, sorunların daha kapsamlı bir kesimlerince şekilde tartışılmasına benimsenebilecek olanak daha sağlayacak sağlıklı çözüm tüm toplum önerilerinin geliştirilmesine yardımcı olabilecektir. Devletin hem finansal piyasa hem de iş piyasası açısından yeniden inşası küresel dalgalanmalar karşısındaki dirayeti açısından zorunlu hale gelmiştir. “Tarihin Sonu”91 adlı makalenin yazarı ABD'li Francis Fukuyama "Devlet İnşası" adlı makalesinde de güçlü devleti savunarak tüm dünyayı şaşırtmıştır. Çünkü çok uluslu şirketler aracılığıyla serbestleşmeyi ve piyasalaşmayı destekleyen ABD artık girmekte zorlanmadığı ulusları kendi düzen ve disiplin anlayışını kabul etmeye yönlendirmiştir. Bir başka deyişle ‘devletini bana göre yeniden inşa et’ demiştir. Çünkü ABD’nin bu uluslarüstü ekonomik nizamına uygun olamayan devletler-özellikle ulus devletler- aynı zamanda oyunu bozan bir tehdit olarak da varlıklarını ortaya koymaktadırlar. 90 91 TİSK İşveren Dergisi, Haziran 1998 Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev. Zülfü Dicleli, Gün yayıncılık, İstanbul, 1999. 189 Fukuyama, savaş sonrası toplumların yeniden yapılandırılmasında ve terör üreten merkezlerin ortadan kaldırılmasında ulus inşasını kaçınılmaz olarak gördüğünü ifade etmiştir. Ulus inşasının ilk aşamasını, "çatışma sonrası yeniden yapılandırma" olarak adlandırmıştır. Fukuyama "Devlet inşası"92 kitabında küresel ekonomideki büyümenin, bilginin ve sermayenin ulus devletlerin egemenlik yetkisini aşındırdığına dikkat çekmiş ve devletin güçten düşmesini küresel topluluk için bir felaketin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Ona göre devletler, dünyanın her köşesinde zayıftır. Bu zayıf devletler, çatışma ortamı ve yeni terörizm nedeniyle uluslararası düzen için birer tehdit oluşturmaktadır. Sözkonusu bu devletleri çeşitli ulus inşa şekilleri vasıtasıyla güçlendirmek, uluslararası güvenlik açısından hayati bir görev haline gelmiştir. Dolayısıyla devlet inşasını gerçekleştirmenin daha iyi öğrenilmesi, geleceğin dünya düzeni açısından büyük önem taşımaktadır. Çeşitli yazar ve düşünürlerin Ulus devletin sona erdiğine ve yeni dünya düzeninde ulus devlet modelinin yerinin olmadığına ilişkin kanaatlerine rağmen, Fukuyama, Yirmibirinci Yüzyıl Dünyası'nın temel siyasal biriminin Ulus Devlet olduğunu ileri sürüyor. Kanaatimizce bu düşünce ulus devlet modelinin savunulmasından ziyade ekonomik ve siyasal olarak tüm alanlarına ABD tarafından sızılmış bulunan ülkelerde ABD varlığına tehlike olabilecek devlet dışı unsurların etkisizleştirilmesini hedeflemiştir. Ancak çalışmamız açısından önem taşıyan yönü siyasal değil sosyal açıdan da devletin yeniden planlanmasının savunulmuş olmasıdır. Örneğin, bir ülke ekonomisinde yer alan reel piyasa ile sermaye piyasasının düzenlenmesi bu anlamda bir ulus devlet anlayışı ile mümkün olabilir. 92 Francis Fukuyama, Ulus İnşası; Çev.Hasan KAYA, Profil Yayınları, B.1, Ankara, 2008, s.103 vd. 190 III. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM POLİTİKALARI A. İktisadi Krizler ve İstihdam Ekonomik krizler her şeyden önce yarattıkları belirsizlik ve kaos nedeniyle tüm toplumsal alanlarda hissedilirler. Kriz ortamında ekonomik aktörlerden tümü açısından karar verme ve yönetme süreci zorlaşır. Görüş mesafesi daralır ve bilhassa bireylerin yaşamları üzerindeki kontrol duygusu kaybolur. Kriz, öncelikle insanların güvenini tehdit etmektedir. İnsanlar işsiz kalma ve parasız kalma tehdidiyle karşılaştıkları zaman, yaşamlarının tehdit edildiği düşüncesine kapılırlar. Çünkü, yeniden iş bulma ve para bulma umutları da aynı koşullar nedeniyle artık yok olmuştur. Bu durum çalışanların iş motivasyonlarının düşmesine sebep olur. Çalışanlar bu nedenle iş barışını bozucu düşmanca yaklaşımlara adeta içgüdüsel olarak yönelirler. Krizin çalışanlar üzerinde yaratacağı etkilere karşılık bazı önlemler alınmalı ve kriz döneminde tüm şirketler bu konuda duyarlı olmalıdır. Bu önlemler; Kriz dönemleri için bir plan yapılması, sağlıklı durum saptaması yapılması ve fırsatların değerlendirilmesi, krizin çalışanlara bütün nedenleri ile anlatılması, işletmenin krizi nasıl yöneteceği konusunda bilgi verilmesi, yapılacak tüm çalışmalarda açıklanması, mevcut gözlemlemesi ve ve en fazla potansiyel gerekli çalışanların müşterilerinin değişimlerin önemseneceğinin ihtiyaçlarının yapılması, iyi çalışanların motivasyonlarının üst düzeyde tutulabilmesi için adil olunması (örneğin zorunlu işten çıkarmalarda kıdemsizlerin ve başka yerde iş bulma şansı olmayanların işletme için öncelikli olmaması), yeni koşullar sebebiyle çalışanların özel hayatlarında yaşayabilecekleri sorunlara önem verilmesi, gider azaltıcı tedbirlerin personel ile paylaşım içinde alınması ve bütün bu 191 süreçte içtenlik, paylaşım, dürüstlük, insana verilen değer mütemadiyen vurgulanmalıdır93. Şirkette gerçek bir küçülme ihtiyacı varsa bunu gerçekleştirmek için krizler beklenmemelidir. Bu tür durumlarla karşılaşmamak için gerçekçi istihdam politikaları yürütülmeli ve işe alımlarda ihtiyaçlar doğru bir şekilde ölçülmelidir. Krizlerin şirketlere durgunluk getirmesi de göz önünde bulundurularak bu dönemin gelişim adına fırsata dönüştürülmesi sağlanmalı, eğitimlerle çalışanların yetkinliklerinin arttırılmasına fırsat yaratılmalıdır. Daha fazla sosyal aktivite ortamı yaratılarak kolektif bir moral ve dayanışmaya destek olunmalıdır. İktisadi krizler milli hasılada ciddi düşüşlere ve yoksullukta artışa neden olurlar. Bu durum sadece yoksullaşanların hayat standartlarını etkilemeyip aynı zamanda yoksulluktan kurtulma yönündeki güç ve yeteneklerini de olumsuz yönde etkiler. Yoksul çocuklar kötü beslenme ve zorunlu nedenlerle eğitimini terketmek gibi nedenlerle hayata karşı güçlerini kriz anlarında daha da yitirirler94. Ekonomik krizlerin ülkelere göre yoksulluk üzerindeki etkisi ile ilgili olarak, gelir ve harcamalarda bir önceki yıla göre değişimlere ilişkin olarak aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere ekonomik krizlerde, bilhassa kriz döneminde yoksulluk ciddi artış göstermektedir. 93 Yelda Tavlan, Neslihan Şahin, “Kriz ve Çalışanlar Üzerindeki Etkisi”, (http://www.humanitas.com.tr/downsizing.htm)-makaleler, 94 Coşkun Can Aktan, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayını, Ankara, 2002 192 Tablo 14: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri Ülke Adı Kriz Öncesi Kriz Yılı Kriz Sonrası Arjantin 25.2 (1987) 47.3 (1989) 33.7 (1990) Arjantin 16.8 (1993) 24.8 (1995) 26.0 (1997) Endonezya 11.3 (1996) 18.9 (1998) 11.7 (1999) Ürdün 3.0 (1986-1987) - (1989) 14.9 (1992) Meksika 36.0 (1994) -(1995) 43.0 (1996) Rusya 21.9 (1996) 32.7 (1998) -- Tayland 11.4 (1996) 12.9 (1998) -- Kaynak: World Bank, World Development Report, 2000/2001, s.163 Krizlerin yarattığı en önemli yaralardan biri de ortaya çıkan gelir dağılımı bozukluklarıdır. TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 2000 yılında bölgesel gelir dağılımın ciddi ölçüde bozulduğu ortaya çıkmaktadır. Bu istatistiklere göre Türkiye’de 81 ilden yalnızca 20’si kişi başına ortalamanın üzerinde gelir elde edebilmişler. Kişi başına ortalama gelirin üzerinde gelir elde edilen illerin tümü, Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinde bulunuyor. Bu durumun tek istisnası ise Zonguldak. Türkiye ortalamasının yarısından az gelir elde edilen illerin tümü ise Doğu ve güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde bulunuyor. Türkiye’de nüfusun yarısı toplam gelirin yüzde 32’sini elde etmektedir. Bu çok da kötü bir sonuç değildir. Kötü olan bölgesel farklılığın bariz ve büyük oluşudur95. Stand-by kaynaklı ekonomik stabilizasyon programları ciddi maliyetler yaratmakta ve “insan” ihmal edilmektedir. Ülkemizde 1999 yılında başlayan ve 2003 yılı ortalarına kadar etkisini sürdüren Ekonomik krizden sonra bir dizi önlem alınmıştır. Bu önlemler, Merkez Bankası’nın daha da güçlendirilmesi ve yasal çerçeve ile enflasyon hedeflerini gerçekleştirmede güçlendirilmesi, batmış olan bankalar için strateji belirlenmesi, kamu bankalarının yeniden 95 Ercan Kumcu., “Türkiye’de Gelir Dağılımı”, Hürriyet Gazetesi, 02.05.2002 193 yapılandırılması, sıkı para politikası uygulanması, enflasyon ve büyüme hedeflerinin yeniden belirlenmesi, dış kredi ve mevduatlara güvence verilmesi, özelleştirmenin hız kazanması, bütçenin yeniden belirlenmesidir. Ancak, içinde “insan” unsurunun olduğu yegane önlem, çalışanlarla masaya oturularak daha düşük ücretlere razı olmalarının sağlanmasıdır. Açıklaması ise, aslında alınan tüm bu önlemlerin sonuçta insan unsurunun refahı ile ilgili olduğudur. 20-21 Şubat 2001 tarihinde gecelik faizler Merkez Bankası interbank piyasasında yüzde 6.200, Repo piyasasında ise yüzde 7.500’lere kadar çıktı96. Krize likit olarak giremeyen bankalar çok kısa sürede battılar ve o tarihlerde faizlere ödenen yüksek meblağlar da halkımızın ifadesiyle “hortumlanmış” sayıldı. Halbuki sermayesi yetersiz ve Türk lirası ve/veya döviz açık pozisyonuyla krize yakalanmış herhangi bir bankanın bu faizlerle ayakta durmasına imkan yoktu. Devlet, enflasyonun düşürüleceği yönündeki kararlılığını ifade etmiş ve bazı bankalar da devlete olan güvenlerinin de göstergesi olarak yüklü miktarda Devlet İç Borçlanma Senedi alarak kâr etmeyi ummuşlardı. Sonuç: Batan bankalar, haklı ya da haksız karalanan iş adamları, bir gecede zenginleşen spekülatörler ve işsizlik olmuştu. Eksi dokuza varan küçülmeler ve dolar bazında 1996’lara geri giden refah seviyesi. Kaybedilen beş yıl. Bu maliyet az ve orta gelirli kesime ağır yükler yüklemiştir. Borca dayalı ve krizlere hazırlıksız politika ve yaklaşımlar Türkiye’nin borcunun onyedi yılda 3 kat artmasına neden olmuştur. Krizin yoğun yaşandığı 2001 Yılı’nda iç ve dış borçlar GSMH’yı aşmıştır97. Ancak bu durum yaşandıktan sonra, durumun vahametinden ziyade, oldukça soğukkanlı bir biçimde borçların hazine tarafından kolayca çevrilebileceği, iç borcun kolayca ertelenebileceği, gerekirse konsolidasyon yapılabileceği, dış borçların ise zaten vade yapısı itibariyle kısa vadede sorun çıkarmayacağı, 96 97 Hürriyet Gazetesi Ekonomi Köşesi, 22.02.2001 (www.ekohaber.net/database/flash119.asp), “Borçlar Milli Geliri Aştı”, 30.07.2002 194 aslında önemli olanın borcun miktarı değil vadelere göre dağılımı olduğu vs. tartışılmaya başlanmıştır. Yani sanki borç hiç bir zaman ödenmeyecekmiş gibi. Azınlıkta olmakla beraber bir başka grup ise IMF’ye rest çekilmesi gerektiğini ya da Moratoryum ilan edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Ancak tüm bu yaklaşımların gösterdiği en önemli nokta; geçmişi ve geleceği algılamış, hafızası taze bir ulusal iktisadi duruşun olmadığı, bu tarz yaklaşımların derhal ve önyargılı olarak korumacılık, devletçilik, piyasa karşıtlığı vs. şeklinde algılandığıdır. Ekonomik krizin sadece mali sektördeki somut maliyeti, kamu bankalarının görev zararları ve fona geçen bankaların zararları dikkate alındığında 50 Milyar dolardır98. IMF’den bunun onda birini almak için içine girilen haller düşünüldüğünde rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır. Krizin hemen ardından 10 bin bankacının işsiz kalması da ayrı bir maliyet olmuştur. Ülkemizde ekonomik krizler bir toplumsal silkelenmeye, topyekün refaha ulaşma kalkışmasına dönüşememekte ve Merkez Bankası ile Hazine’nin popülarite savaşına, ekonomi sihirbazlığına dönüşmektedir. Bu kurumların başındakiler ve ekonomiyi koordine eden siyasiler krizi günlük olarak izlemeye ve neler olup bittiğini anlamaya çalışan halk ve medya önünde adeta analiz yarışmasına girişmekte ve neden neyin çıkacağına ilişkin kehanet geliştirmeye çalışmaktadırlar. Sivil toplum örgütleri, istihdam ve sosyal güvenlik kurumları ise aksine ekonomik kriz dönemlerinde sessizleşmekte ve “sizin açıklarınız yüzünden kriz oldu” suçlamaları karşısında büzüşmektedirler. Örneğin dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi ERÇEL, piyasaya fazla likidite verildiğini, verilen fazla likidite nedeniyle Net İç Varlıkların program hedefini aştığını ve likiditenin geri çekilmesi için çalışma başlattığını, kriz sırasında yanlış bilgi vererek olumsuz değerlendirme yapan uluslararası 98 Zülfükar Doğan, “Bankalarda Fatura 50 Milyar Dolar”, Milliyet Gazetesi, 18.12.2000 195 kurumların uyarıldığını ifade ederek99 hem uluslararası hem de ulusal anlamda ekonomik, toplumsal ve psikolojik yönleri olan karmaşık ve unsurları arasında çoklu regresyon ilişkisi bulunan bir süreci ilginç bir noktaya indirgemiş oluyordu. Oysa Merkez Bankası’nın yapması gereken şey ciddi bir kriz senaryosuna sahip olması ve kriz anında duruma -sınırlı olan müdahale gücünü kullanarak- müdahale etmesidir. Kriz öncesi tedirginliği iyi değerlendirememiş ve Turkish Bank Genel Sekreteri Tuğrul BELLİ’nin ifadesiyle kriz anında uyumuş ve likiditeyi gereksiz yere tırmandırmıştır100. Ekonomik yapı kirlenmeye elverişli hale getirilmiş ve krizlere davetiye çıkarılmıştır. Türkiye’de krizlerin büyük çoğunluğunun yapısal olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin ciddi çalışan bankaların yanısıra bazı art niyetli şahısların banka kurarak sektörde ciddi bankalara sıkıntı vermesine şapka çıkarılmıştır. Bankalarının içlerini; back to back krediler yoluyla, off shore bankalar aracılığıyla, vergi cennetlerinde kurulan Posta Kodu şirketleri aracılığıyla,yurt içinde kurulan paravan şirketler aracılığıyla ve kendi şirketlerine kredi açmak suretiyle boşaltanların101 varlığı daha öncelerde yapılan denetimler nedeniyle bilinmesine rağmen gerekli önlemler alınmamıştır. Enflasyonu düşürme ve büyüme tercihleri karmaşasında istihdam unutulmuştur. Ekonomimizde yaşanan ve ekonomik kriz dönemlerinde iyice depreşen diğer bir tartışma da enflasyonu düşürmenin ve büyümeyi artırmanın eş zamanlı olamayacağı yönündedir. Dolayısıyla diğer bir deyişle, ya bir miktar enflasyona razı olarak büyüyeceksiniz yani enflasyonla birlikte kalkınmayı tercih edeceksiniz ya da enflasyonu düşürecek ama büyümeyi unutacaksınız. Birinciyi denerseniz enflasyon nedeniyle ortaya çıkacak kirlenme ve gelir dağılımı adaletsizliğine katlanacaksınız. İkinciyi denerseniz 99 Sabah Gazetesi, “Para Geri Çekilecek”, 08.12.2000 Milliyet Gazetesi, “Merkez Bankası Krizde Uyudu”, 18.12.2000 101 Milliyet Gazetesi, “Üç Banka DGM Yolunda”, 30.12.2000 100 196 yani enflasyonu kısarak büyümeyi unutursanız bu kez ekonomide oluşacak bir resesyona razı olacaksınız. Bu tarz yaklaşımlar ekonomik başarısızlıklara kılıf uydurulabilmesine ciddi katkılar sağlarlar. Hepsinden önemlisi iç dinamiklere dayalı ve reel sektöre ağırlık veren büyüme anlayışını unuttururlar. Oysa büyümenizi sadece enflasyonla finanse etmek zorunda değilsiniz. Özellikle Türkiye’de sürdürülebilir büyümenin finansmanı yurt dışından gelen sermaye akımları olmak durumundadır. Yurt dışından sermaye gelmemesi ülkemizdeki büyümenin handikabıdır102. Ancak yurt dışından sermaye gelmesi de özellikle finansal ve stratejik kurumların yabancılara doğrudan satışına dayanmamaktadır. Büyüme-enflasyon dengesi kriz ve sonrası döneminin en çok tartışılan konularından biri olmuştur. Konu sadece ekonomik değil politik atışmalara da neden olmuştur. Zira iktidarlar kriz döneminde, enflasyonu düşürmeyi hedeflerken diğer yandan da küçülmenin kaybettireceği oyları düşünürler. Bu ikilem muhalefetin de zorlamasıyla kriz döneminde ciddi biçimde yaşanmıştır103. Kriz dönemlerinde enflasyon hedeflemesini gerçekleştirecek değişkenlere dönük para politikaları ulusal ekonomi politikasını yönlendirenlerin istihdamı göz ardı etmesine ve işsizliğe rağmen iktisadi denge arayışlarına neden olmuştur. 1. Türkiye’de Uygulanan Aktif İstihdam Politikaları Ülkemiz iş piyasasında en belirgin değişmelerden biri işsizliğin niteliksiz kesimden nitelikli kesime doğru kaymasıdır. Dolayısıyla uygulanan aktif istihdam politikalarının nitelikli işsizliği dikkate alacak şekilde yapılanması gerekmektedir. Yine buna benzer bir başka durum ise ülkemizde 102 103 Ercan Kumcu, “Büyümenin Finansmanı” adlı yazı, Hürriyet Gazetesi, 17.09.2002 Erdal Sağlam, “Büyüme-enflasyon dengesi”, Hürriyet Gazetesi, 08.04.2002 197 kentleşme ile birlikte kent işsizliği (urban unemployment) ya da açık işsizliğin başgöstermesidir. Tarımsal kesimdeki gizli işsizlik göçle beraber açık işsizliğe dönüşmüştür. Tarımdan gelip imalat ve hizmet sektöründe çalışmaya başlayanlar göçle paralel bir sanayi gelişmesinin olmaması karşısında işsizlikle karşı karşıya kalmışlar ve Türkiye 1970’lerden sonra şehir işsizliğini ve beraberindeki sosyal problemleri yaşamaya başlamıştır. Bu durum, aynı zamanda takip eden yaklaşık kırk yıllık sürede sanattan eğitime, bilimden siyasete kadar bir çok alanda kendi oryantalist ve arabesk damgasını vurmuştur. Bu atmosfer içinde Türkiye kendi ulusal istihdam stratejisini ortaya koymakta ve olgunlaştırmakta gecikmiştir. Ancak eğitimli işsizliğin ortaya çıkardığı toplumsal muhalefet, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme arzusu ve Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri alanında ortaya çıkan entellektüel birikim konunun önemini ön plana çıkarmıştır. Yukarıda bahsedilen ortam iş piyasası açısından üç önemli sonucu ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri kırsal kesimden göç edenlerin işsiz kalmasıyla ortaya çıkan İşgücüne Katılma Oranının (İKO) giderek azalmasıdır. İkincisi sanayileşmenin tamamlanamamış olması nedeniyle hizmet sektöründe ortaya çıkan aşırı büyümedir. Bu hızlı ve dağınık gelişmelerin ortaya çıkardığı üçüncü sonuç da kayıt dışı çalışmanın giderek artmasıdır ki bu üçüncü sonuç iş piyasasına ilişkin gelişmelerin ölçülebilirliğine de ciddi zararlar vermiştir. Kentsel yapı içinde işgücü biri formel diğeri enformel alan olmak üzere ikiye bölünmüştür. Enformel sektör aynı zamanda tezimizin ana konusu olan mikrokredilerin de önemli hedef kitlesidir. Özellikle kırsal kesimde ücretsiz tarım işçisi konumunda olan ve nispeten de olsa üreten kadınlar kente göçle beraber ev hanımı olmuş ve işgücü piyasasının dışına itilmişlerdir. Bu anlamda mesleklendirme, satış ve kalite standardı konularında gerekli alt yapı desteğinin verilmesi koşulu ile ve sağlanacak çekirdek sermaye imkanıyla kadınların kendi adlarına çalışması ve kendi kendini istihdam etmesi (self-employment) mikrokredi projesinin temel hedefidir. 198 Geçmiş yıllarda yüksek enflasyon; reel ücret, maaş ve tarımsal gelirlerde azalmaya yol açmış belirli bir istihdam seviyesine rağmen istihdam içindekiler yeterince mutlu olamamışlardır. Daha yüksek gelir elde etme isteği aile içindeki, çocukların, yaşlıların, kadınların ve işsizlerin de çalışma yaşamına katılmaya zorlanmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla bu durum, ev dışında temizlik ve hizmetçilik, çocuk bakıcılığı, seyyar satıcılık, boyacılık vb. çalışma alanlarıyla belirginleşen enformel sektörü ortaya çıkarmıştır. Zaman zaman da kendi evlerinde ürettiklerini (örgü, çeyiz malzemesi, süs eşyası ya da ineğinden sağdığı süt vb.) dışarıda ya da pazarda satarak yaşam standartlarını yükseltmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla devlet ya da piyasa tarafından düzgün iş (decent work) sağlanamayanlar enformel kesimde kendi hesabına çalışma yönündeki girişimlerini çok sık ortaya koymuşlardır. Ancak bu girişimler sistem ve organizasyon eksikliği ve çekirdek sermaye ya da başlangıç sermayesi (start-up capital) yetersizliği nedeniyle ülkemizde mikro işletmelere ve giderek KOBİ’lere dönüşememiştir. Türkiye’de istihdamla ilgili kuruluş Türkiye İş Kurumu’dur (İŞKUR). İşkur iş edinmek amacıyla kendisine başvuranlarla ilgili bir veri tabanı oluşturmuştur. Ancak bu başvuru sahiplerine ilişkin kayıtlar toplamda Türkiye iş piyasası gerçeğini yansıtmaktan uzaktır. Bir diğer deyişle İşkur gerçek işlevini toplumsal yapıya benimsettirememiştir. Toplum tarafından iş piyasasını düzenlemekle görevli modern bir kamu istihdam ofisi değil de bir hayır ve yardım teşekkülü olarak algılanmış ve bu imajını değiştirememiştir. Özellikle hizmet sektöründe çalışanlar ya da çalışmak isteyenler için, iş değişikliği ya da yeni işe girme talepleri bazı internet siteleri tarafından sanal ortamda şeffaf biçimde çok daha küçük bir organizasyonla ve daha başarılı biçimde gerçekleştirilebilmektedir. Ülkemizde işsizlik sigortası uygulama verileri, TÜİK de mevcut olan ve iş piyasası açısından anlamlı olabilecek veriler, İşkur’un elindeki veriler, istihdama ilişkin sanal ortamda oluşmuş veriler ve kayıtdışına ilişkin (toplanabildiği ölçüde) verilerin toplanıp anlamlandırılabilir hale gelmesini sağlayacak güçlü bir veri 199 tabanının oluşturularak ulusal istihdam stratejisine esas teşkil edecek hale getirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda e-devlet projesi kapsamında anlamlı olabilecek bu süreç yapılacak nüfus sayımında istihdama ilişkin daha fazla soru ve elde edilecek soruların sanal ortamda depolanması sonucunda daha yararlı hale getirilebilecektir. Yasal anlamda yapılacak bir değişiklikle İŞKUR’a kayıtlı olmak zorunlu hale getirilmelidir. Bu zorunluluk statü seçimine ilişkin bir zorunluluk değil durumun mutlaka tespiti ve kayıtlı hale gelmesine ilişkin bir zorunluluk olmalıdır. Kanaatimce İŞKUR’un işsizleri temsil edebilecek düzeye ulaştırılması öncelikli konudur. Temsilde başarılı olunup olunmadığı ikinci konudur. İŞKUR, sınırlı etki alanına sahiptir. Bu etki alanının genişletilmesi gerekmektedir. Türkiye’de istihdamla ilgili diğer kuruluşlar; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Ticaret ya da Sanayi Odaları, Sendikalar ve kurdukları konfederasyonlar ile üniversitelerdir. İş piyasasının düzenlenmesinde ve ulusal istihdam stratejisinin oluşturulmasında üniversitelerin daha etkin olmaları gerekmektedir. Güçlü bir iş piyasası bilgi sisteminin oluşturulması amacıyla özellikle inovatif düşünme yeteneğine sahip üniversite gençliğinin emeğinden ve üniversite öğretim kadrolarının tecrübesinden yararlanılması büyük önem arzetmektedir. İŞKUR ve TÜİK tarafından ortak yürütülen TOR6 projesi, üç alanda yoğunlaşmaktadır. Bunlar; Çalışma istatistikleri, işgücü piyasası bilgileri veri sisteminin oluşturulması ve iş piyasasına ilişkin araştırmalar. Bu proje, eksikliği büyük oranda hissedilen iş piyasası bilgi sitemini oluşturmayı, iş piyasası ile ilgili araştırmalar yapmayı hedeflemektedir. Şimdiye kadar proje kapsamında; istihdam, ücret yapısı ve gelir düzeyine ilişkin araştırmalar ve akademik toplantılar yapılmıştır. İş piyasasına ilişkin bilgi akışının sağlanabilmesi amacıyla gerekli bilgisayar ağı kurulmuştur. Türkiye yaklaşık on yıllık bir süredir aktif ve pasif istihdam politikaları uygulama eğilimi göstermeye başlamıştır. Pasif istihdam politikalarından 200 işsizlik sigortasının yasalaşması (4447 Sayılı Kanun) ve uygulanmaya başlaması, kıdem tazminatına ilişkin hükmün (1475 Sayılı İş Kanunu Md. 14) 4857 Sayılı Yeni İş Kanunu’nda aynen korunması ve çalışma yaşamını yakından ilgilendiren özellikle de çalışma yaşamında esneklik sağlayan yeni düzenlemelerin yasalaşması bu dönemin önemli gelişmeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 2. Türkiye’de Uygulanan Pasif İstihdam Politikaları Ülkemiz uygulamasında İşsizlik Sigortasından şu çalışma grupları yararlanabilmektedir: 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesine göre bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılan sigortalılar; 506 Sayılı Kanunun geçici 20’nci maddesi kapsamına girip de memur ve sözleşmeli statüde olmayanlar; Mütekabiliyet esasına dayalı olarak yapılan anlaşmalara göre Türkiye’de sigortalı olarak çalışan yabancılar; 4081 Sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanun’a göre çalıştırılan koruma bekçileri; Ücretli ve sürekli olarak ev hizmetlerinde çalışanlar; Kamu sektörüne ait tarım ve orman işlerinde ücretle çalışanlar; Özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışanlar; Tarım Sanatlarına ait işlerde çalışanlar; Tarım işyerlerinde yapılan ve tarım işlerinden sayılmayan işlerde çalışanlar; Tarım işyeri sayılmayan işyerlerinin park, bahçe, fidanlık vb. işlerinde çalışanlar. İşsizlik sigortası zorunlu bir sigorta kolu olup, Sigortalı, İşveren ve Devlet’in ödediği primlerin İşsizlik Sigortası Fonu’na aktarılarak kapitalize edilmesi ve fondaki olası açıkların devlet tarafından karşılanması suretiyle hayatiyet kazanmaktadır. İşsizlik Sigortası Fonu’na aktarılacak prim kesintisi; sigortalının prime esas aylık brüt kazancı üzerinden belli bir oranda, işverenden, Devlet’ten prim kesilmesi suretiyle gerçekleşmektedir. Bu primlerin yetersizliği halinde açık devlet tarafından karşılanacaktır. 201 Ülkemizde İşsizlik Ödeneğinden Yararlanmanın koşullarına gelince; İşsizlik Sigortası uygulamasında geçerli olan işsizlik durumu yukarıda ifade ettiğimiz işsizlik tanımına göre daha da daraltılmış bulunmaktadır. İşsizlik sigortasının yukarıda ifade ettiğimiz tanımından da anlaşılacağı üzere bu sigorta kolu bir işyerinde çalışmakta iken çeşitli nedenlerle işlerini kaybeden işsizleri kapsamaktadır. Diğer bir temel koşul ise 120 günü sürekli olmak üzere, son üç yıl içinde en az 600 gün süre ile prim ödemiş olup da kendi istek ve kusuru dışında ve aşağıda yer alan biçimlerde işsiz kalmış olmaktır. O halde herhangi bir işyerinde çalışmamış olan ya da çalışmış ve hizmet akdi aşağıda yer alan şekillerle feshedilmiş olsa dahi belirtilen prim ödeme koşulunu sağlayamamış işsizler İşsizlik Sigortasından yararlanamamaktadır. Hizmet akitleri, ihbar önellerine uygun olarak işveren tarafından feshedilenler; Hizmet akitleri, sağlık sebepleri, işverenin kanunda belirtilen ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları ve işçinin çalıştığı işte bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler nedeniyle bizzat kendileri tarafından feshedilen işçiler; Sağlık sebepleri veya işyerlerinde işçiyi bir haftadan fazla süre çalışmaktan alıkoyan bir zorlayıcı sebebin ortaya çıkması halinde işveren tarafından hizmet akdi feshedilenler; Belirli süreli hizmet akdi ile çalışmakta olup da sürenin bitiminde işsiz kalanlar; İşyerinin el değiştirmesi, kapanması veya kapatılması, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedenleriyle işten çıkarılmış olanlar; Özelleştirme nedeniyle hizmet akdi sona erenler işsizlik ödeneğine hak kazanırlar. Bu koşullara uyan işsizin, son koşul olan başvuru koşulunu gerçekleştirmek üzere; İşten Ayrılma Bildirgesi ile birlikte hizmet akdinin yukarıda yer alan nedenlerle son bulduğu tarihi izleyen 30 gün içinde, İŞKUR’un en yakın ünitesine başvurması gerekmektedir. Ülkemizde İşsizlik Ödeneğinin hesaplanması ve ödenme şekli şöyledir: Kanuna göre işsizlik ödeneği asgari ücretin net miktarını geçemez. İşsizlik ödeneği günlük bazda hesaplanır. Sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak günlük ortalama net kazanç bulunur ve bu 202 kazanç aylık olarak her ayın sonunda işsiz adına açılacak banka hesabına havale edilecektir. İlk işsizlik ödeneği, hak kazanılan tarihi izleyen ayın sonunda ödenecektir. İşsizlik Ödeneği şu sürelerle ödenecektir: Daha önce belirttiğimiz şartları taşıdığından işsizlik sigortasına hak kazanan işsiz eğer çalışıyor iken; 600 gün prim ödemişse 180 gün, 900 gün prim ödemişse 240 gün, 1080 gün ve daha fazla prim ödemişse 300 gün süre ile işsizlik ödeneğine hak kazanır. Eğer işsizlik sigortasına hak kazanan işsiz belirtilen sürelerdeki ödeneğinin tamamını kullanamadan işe girer ancak bu kez işsizlik sigortasına hak kazanamayacak biçimde yeniden işsiz kalırsa kalan süre kadar ödeneğe yeniden kazanmış olur. Ancak eğer işsiz yeniden işsizlik sigortasına hak kazanacak biçimde işsiz kalırsa bu yeni hak sahipliğinden doğan süre kadar işsizlik ödeneğinden yararlanır. İşsizlik sigortasına hak kazanıldığı tarihten başlamak üzere şu hallerde işsizlik ödeneği kesilir: İŞKUR tarafından işsize mesleğine uygun ve son çalıştığı işin ücret ve çalışma koşullarına yakın, işsizin ikamet ettiği belediye mücavir alanı sınırları içinde bir iş teklif edilmesine rağmen işsizin bu teklifi haklı bir neden olmaksızın reddetmesi. İşsizin gelir getirici bir işte çalıştığının tespit edilmesi hallerinde işsizlik ödeneğine hak sahipliği kaybedilmiş olur. Bazı hallerde de işsizlik ödeneği kesilir ancak bu hallerin son bulmasından itibaren yeniden başlar. İşsiz haklı bir neden göstermeden Kurum tarafından (İŞKUR) önerilen bir mesleki eğitim faaliyetine katılmamış ya da yarım bırakmış ise bu süre zarfında işsizlik ödeneği alamaz. Böyle bir durumun ortadan kalkması ile de yeniden hak kazanır. Ancak bu durumda hak sahipliğinin sona erdiği tarih toplam hak sahipliğinin sona erdiği tarihtir. Diğer bir deyişle işsiz böyle bir olumsuz davranış içinde bulunduğu süreye ilişkin işsizlik ödeneklerini alamaz. İşsizlik sigortasında hak sahipliğinin son bulması ile ilgili üçüncü durum ise bu hakkın askıda kalması durumudur. Muvazzaf askerlik dışında herhangi 203 bir nedenle silah altına alınanlar ile hastalık ve analık nedeniyle işgöremezlik ödeneği almaya hak kazananlar bu durumları süresince ödenek alamazlar ancak bu durumlarının son bulmasından sonra kalan ödeneklerini almaya hak kazanırlar. Diğer bir deyişle bu süre zarfında ödeneğe esas süre durmuş olur. Sistem işsizin İŞKUR tarafından gösterilebilecek olan işi almaya her an hazır olmasını zorunlu kıldığından muvazzaf askerlik hizmetini yapanlar işsizlik ödeneğinden yararlanma haklarını yitirirler. İşsiz kalan kimse eğer işsizlik sigortası alıyorsa mağduriyeti nispeten azaltılmış olduğundan niteliklerine daha uygun iş arayacaktır. İş ararken acele etmek zorunda olmadığı için niteliklerine daha uygun işi bulacak ve bu durum çalışanın verimliliğine daha olumlu yansıyacaktır. İşsizlik sigortası işsizlere de alım gücü sağladığından toplam talep zerinde olumlu etki yapar. Çalışanlar işlerini kaybetmeleri durumunda işsizlik sigortasına hak kazanmak isteyecekler ve gerekli şartlara sahip olabilmek için de işlerinde ahlak ve iyi niyet kurallarına sadakat göstereceklerdir. Bu durum da verimliliğin artmasını sağlayacaktır. İşsizlik sigortası kapsamında işsize verilecek olan eğitimlerin işsize büyük yararı olacak ve bunun hem verimlilik üzerinde hem de işsizin nitelikleri üzerinde olumlu etkisi olacaktır. İşsizlik sigortasının en önemli faydalarından biri de sosyal patlamaları önleyici, işsizleri suç ve gayri ahlaki eylemlerden alıkoyucu etkisidir. İşsizlik ödeneği alanlar ve özellikle bu kesimde belirli vasıfları taşıyanlar mikrokredi uygulaması için önemli bir potansiyel müşteri kesimini oluştururlar. İşsizlik Sigortası; eksikleri olmasına rağmen, Sosyal Devlet ilkesinin Yeni Dünya Düzeni’nin gölgesinde eridiği günümüzde ülkemiz açısından ileri ve yararlı bir adımdır. Ancak gerek kapsam ve gerek ödenek itibariyle işsizlik dediğimiz sosyal yarayı giderici boyutta değildir. Sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçeye yükünün giderek arttığı göz önüne alınırsa işsizlik sigortasını daha ciddi kapsamda uygulayacak bir sosyal güvenlik sisteminin de ülkemizde olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla işsizlik sigortası da dahil çalışma alanındaki tüm düzenlemelerin bir bütün olarak ele alınacağı ciddi bir 204 sosyal güvenlik reformuna ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Bir toplumda işsizliği ortaya çıkaran nedenlerle mücadele edilmiyorsa işsizlik sigortası çelişkili bir durum yaratacaktır. Yani bütün şartlar işsizliği kaçınılmaz biçimde artırıyor ve bu şartlarla yeterince mücadele edilemiyorsa işsizlik sigortası tek başına bir anlam ifade etmeyecektir. Yani “önce işsiz bırak sonra onu sigortala” metodu pek akılcı bir metot olmayacaktır. Bir başka husus ise kayıt dışı istihdam edilen çalışanların durumudur. Bu kişilerin uğradığı işsizlik durumu işsizlik sigortasına doğal olarak konu edilememektedir. Bu nedenle özellikle ülkemiz gibi kayıt dışı istihdamın yoğun olduğu ülkelerde işsizlik sigortası gerekli anlamı ifade edemeyecektir. İnsanı merkezde tutan üretim ve çalışmayı esas almak ve bunu sağlayıcı tedbirler üzerinde durmak gerekir. Mikrofinansman bu anlamda oldukça ciddi bir uygulamadır. İşsizlik tazminatının çalışmayı cazip olmaktan çıkarmaması amacıyla belli uygulamalar geliştirilebilir. Örneğin Çek Cumhuriyeti’nde işsizlik sigortası kapsamında işini kaybeden kişilere ilk altı ay içinde en son aldıkları maaşın % 60’ı ödenirken aktif programlardan birine katılan işsize 10 puan daha fazla ödenmekte program süresince işsizin giderleri istihdam ofisi tarafından karşılanmaktadır104. Türkiye, sosyal yardım sistemini devlet politikası aracı olarak, sosyal güvenlik sistemine ve istihdam politikasına monte edememiştir. Özellikle yaşlı kesimde etkisini daha çok hissettiren sosyal yardım ihtiyacı emekli ayıklarının artırılması yönünde etki yaratmakta ve bu durum da bir yandan sosyal sigorta sisteminde aktuaryal denge sorunlarına neden olmakta diğer yandan emeklilik sistemi içinde yer almayanlar aleyhine sonuçlar yaratmaktadır. İnformel alanda toplumun kendi kendine yardım mekanizması sosyal yardım sisteminin yerini almış ve bazı alanlarda istismara açık sonuçlar yaratmıştır. Muhtaçlık düzeyinin yaşanmaktadır. Bu gerçekçi durum biçimde aynı tespit zamanda edilmesinde iyi bir güçlükler mikrofinansman mekanizmasının kurulamasının da nedenidir. Adeta muhtaçlık veri tabanı 104 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.18 205 diyebileceğimiz bir veri tabanının oluşturulmasının yolu da mikrofinansmana ilişkin alt yapı çalışmalarıyla açılmış olacaktır. Ülkemizde, 1475 Sayılı İş Kanunumuzun 14. maddesinde yer alan Kıdem Tazminatı yeni 4857 Sayılı İş Kanununda düzenlenmemiş ve eski hüküm aynen korunmuş olmasına rağmen işveren kesimi tarafından istihdamı caydırdığı gerekçesiyle sık sık eleştiri konusu yapılmaktadır. İstihdam düzeyinin düşmesini engelleyen ve çalışanlara iş güvencesi sağlayan kıdem tazminatının sebep olabileceği verim düşüşüne ilişkin ciddi yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Özellikle kamudaki çok adamla az iş üretme hastalığının verimlilikle aşılması oldukça önemlidir. Bu yönde yapılacak çalışmalardan gerekli sonuçlar alınana ve mikrofinansman destekli kendi kendine çalışma (Self Employment) yoluyla işsizlik düzeyi düşürülene kadar kıdem tazminatı önemli bir mekanizma olarak işlevini sürdürmelidir. 3. İşsizlikle Mücadelede Maliyet Sorunu ve Bir Kişiye İş Yaratmanın Maliyeti 2003 yılında onaylanan yatırım teşvik belgelerine göre, bir kişiye iş imkanı oluşturmak için (2003 yılı fiyatlarıyla) ortalama 142.7 milyar lira yatırım yapmak gerekiyor. İmalat sanayinde bir kişiye iş imkanı oluşturmak için, gerekli yatırım miktarı ortalama 119.7 milyar liradır. Her bölgede yapılan yatırımların konusu, büyüklüğü ve teknolojisi birbirinden farklıdır. bu sebeple, her bölgede bir kişiye iş imkanı oluşturmak için gerekli yatırım miktarı da birbirinden farklıdır. mesela, Marmara bölgesinde bir kişiye iş imkanı oluşturmak için ortalama 193.8 milyar lira yatırım gerekirken, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 128.5 milyar liralık yatırım harcaması bir kişiye iş imkanı oluşturabilir105. 105 Aziz Akgül, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, “Türkiye’nin Sorunlarına Çözüm Serisi: 14” 206 Tablo 15: Bir Kişiye İş İmkanı Oluşturmak İçin Gerekli Yatırım Tutarı (2003) Toplam Yatırım (Trilyon) Sektörlere Göre Tarım Madencilik İmalat Sanayi Enerji Hizmetler TOPLAM Bölgelere Göre Marmara İç Anadolu Ege Akdeniz Karadeniz Doğu Anadolu Güneydoğu Çok Bölgeli TOPLAM Kaynak: TUİK Oluşturulacak İş İmkanı (Kişi) Kişi Başı Yatırım (Milyar TL) 327.7 349.4 13.075.9 494.8 11.693.7 25.937 4.081 14.540 109.267 0.427 53.490 181.805 79.3 24.0 119.7 1.158.9 218.6 142.7 12.547.1 3.404.5 2.535.0 3.568.5 637.3 397.6 1.893.6 953.0 25.936.6 64.148 19.464 26.932 31.578 9.082 4.992 14.741 10.268 181.805 193.8 174.9 94.1 113.0 70.2 79.7 128.5 92.8 142.7 Özellikle eğitimli işsizler ve meslek sahiplerinin kuracakları mikro işletmelerin başlangıç sermayesi büyüklükleri yukarıda belirtilen rakamların yaklaşık onda biri civarında olacaktır. Bu durum küçük ölçekli üretimin yeniden düşünülmesine değer bir durumdur. Sorun Türkiye ekonomisinin kendi üretim karakterinin inkişaf etmesinin önünü açma meselesi bağlamında ele alınmalıdır. 207 IV. TÜRKİYE’DE MİKROKREDİ KURULUŞLARI VE UYGULAMALARI A. Türkiye’de Mikrokredi Uygulamaları Ülkemizde mikrofinansman, bir görüşe göre, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki para vakıflarında uygulanmaktaydı. Bu dönemde nakde sıkışan küçük esnaf, vakfa başvurarak evini teminat gösterip nakdi alır ve kendi evinde kira ödeyerek oturur borcu bitince tekrar evine sahip olurdu. Vakıf bu hizmetinin yanında fakirlere yiyecek yardımı, yolları tamir gibi hizmetlerde de bulunurdu. Cumhuriyet döneminde ise kredi birlikleri, kooperatifler, emanet sandıkları küçük esnafın nakit ihtiyaçlarını karşılamak için başvurabildikleri kurumlar olmuşlardır. Bunun ötesinde Halk Bankası, Ziraat Bankası,Vakıflar Bankası küçük ölçekli işletmelere, çiftçilere devlet destekli ucuz kredi veren kuruluşlar olmuşlardır. Halk Bankası son dönemlerde kadın girişimcilere yönelik özel kredi tahsisi yapmaktadır. Ayrıca Garanti Bankası, İş Bankası, gibi bazı özel ticari bankalar mikro işletmeler için özel kredi hizmetleri verme girişimlerini sürdürmektedirler. Yurt dışındaki uygulamalara benzer şekilde ticari bankalardan kredi başvurularında gerekli olan teminatı sağlamak için özel bir Kredi Garanti fonu AŞ oluşturmuştur. Kredi Garanti Fonu Türkiye-Almanya Teknik İş Birliği Anlaşması çerçevesinde TOSYÖV (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı), MEKSA (Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı), TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu), TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) tarafından kurulan ve 1995 yılında Halk Bankası ve KOSGEB’in ortak olduğu Kredi Garanti Fonu İşleteme ve Araştırma AŞ ile ilgili banka (ilk yıllar Halk Bankası) arasında imzalanan protokol uyarınca oluşturulmuştur. 10 yıllık bir dönem içinde 1.330 projeye 52.5 milyon euro kefalet 208 kredisi sağlanmış bulunmaktadır. Hizmetlerin karşılığında kefalet bakiyeleri üzerinden cinsine göre % 2-3 komisyon alınmaktadır. Bütün bunların dışında ülkemizde bazı sivil toplum örgütleri dünyadaki benzerleri gibi özellikle kadınlar için mikrokredi uygulamaları yapmaktadırlar. Bu tip mikrokredi uygulamasının ilk örneklerinden biri Maya mikrokredidir. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı –KEDV- tarafından 2002 yılında kurulmuştur. Amacı evinde, tezgahında ya da dükkanında kendi işini yapan ya da bir iş kurmak isteyen dar gelirli kadınlara maddi destek vermektir.31.6.2004 itibarıyla 712 üyesi olup, toplam 960.000 YTL kredi dağıtmıştır. Ortalama kredi meblağı 760 YTL’dir. Son yıllarda mikrokredi konusu, Türkiye gündemine Diyarbakır milletvekili ve Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr.Aziz Akgül öncülüğünde 2003 yılındaki bir uluslararası toplantı ile getirilmiştir. Söz konusu toplantıda dünyada mikrofinansman konusunun öncülerinden sayılan Grameen Bankasından gelen yetkililer konu hakkında bilgi vermişler ve ülkemizde ilk uygulama Diyarbakır da başlamıştır. B. Türkiye’de Mikrokredi Kuruluşları KOSGEB küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin teknolojik yeniliklere uyum sağlamalarını, rekabet güçlerini arttırmaları amacıyla kurulmuş bir kamu kuruluşudur. Bu amaca bağlı olarak öncelikle bu tip işletmelere gerekli bilgi aktarımını sağlamak için bilgilendirme, elektronik ticaret ve işletmeler arası işbirliği hizmetleri vermektedir. Bunun yanında teknoloji araştırma ve geliştirme desteğini teknoloji geliştirme merkezleri aracılığı ile yapmaktadır. Finansman konusu ile ilgili olarak finansal bilgi bankası oluşturulmuş, Kredi Garanti Fonu AŞ’ye KOBİ’lerin Halk Bankasından kullanacakları kredilerin teminatlarında kullanılmak üzere fon temin edilmiştir. Girişimciliği Geliştirme Enstitüsü ve Küçük İşletmeler Geliştirme Merkezleri ile girişimcilere yol gösterilmektedir. Bu 209 hizmetlerin dışında Pazar araştırma ve ihracatı geliştirme enstitüsü yoluyla işletmelere danışmanlık hizmetleri verilmektedir. Türkiye Halk Bankası tarafından mikro işletmelere verilen hizmetlerTürkiye Halk Bankası KOBİ’lerin finansmanı amacıyla kurulmuş olan kamu bankasıdır. Ayrıca teknik yardım ve danışmanlık hizmetleri de vermektedir. Bu çerçevede esnaf ve sanatkarların kooperatifler halinde örgütlenmeleri, ürünlerin pazarlanması, eğitim konularında da yardımcı olmaktadır. Mikro işletmeler için Teşvik belgeli KOBİ Kredisi satın alacakları makine teçhizat ve hammadde için kullandırılmaktadır. Bu kredi türünün yanında bilgisayar yazılım kredisi, genç ve kadın girişimci kredisi, KOBİ takım tezgahları kredisi, ürün geliştirme kredisi, iş yeri edindirme ve yenileme kredisi, onarım kredisi, serbest meslek kredisi, fuar ve sergilere katılma kredisi gibi sanayi kredileri ile mikro işletmeler ve şahıslar desteklenmektedir. Ayrıca banka kaynaklarından Halk İşlem Kredisi ile küçük işletmelerin günlük nakit ihtiyaçlarının karşılandığı azami 30 milyar TL limitli kredi uygulaması vardır. Türkiye’de mikrokredi kuruluşları hali hazırda STK’lar ya da kamusal kooperatif ve vakıflar şeklinde örgütlenmişlerdir. Modern bankacılık sisteminin bu konuda ciddi bir örgütlenmesi söz konusu değildir. Kooperatifler açısından Uluslararası Kooperatifler Birliği'nin (ICA) kuruluşunun 100.yılında (1995) Manchester kentinde yapılan Genel Kurul Toplantısında gözden geçirilerek kabul edilen Kooperatifçilik İlkeleri şunlardır; Gönüllü ve herkese açık üyelik: Kooperatifler, cinsel, sosyal, ırksal, siyasal ve dinsel ayırımcılık olmaksızın, hizmetlerinden yararlanabilecek ve üyeliğin sorumluluklarını kabule razı olan herkese açık gönüllü kuruluşlardır. Üyeler tarafından gerçekleştirilen demokratik denetim: Kooperatifler, siyasa oluşturma ve karar alma süreçlerine katılan üyelerince denetlenen demokratik kuruluşlardır. Seçilmiş temsilci olarak hizmet eden erkekler ve kadınlar üyelere karşı sorumludur. Birim kooperatif kuruluşlarında üyeler eşit 210 oy hakkına sahiptir (her üyeye bir oy hakkı). Diğer düzeydeki kooperatif kuruluşlarında ise oy hakkı demokratik bir yaklaşımla düzenlenir. Üyelerin ekonomik katılımı: Üyeler, kooperatiflerinin sermayesine adil bir şekilde katkıda bulunur ve bunu demokratik olarak yönetirler. Bu sermayenin en azından bir kısmı genellikle kooperatifin ortak mülkiyetidir. Çoğunlukla üyeler, üyeliğin bir koşulu olarak taahhüt edildiği üzere (var ise) sermaye üzerinden kısıtlı miktarda gelir elde ederler. Üyeler gelir fazlasını, muhtemelen "en azından bir kısmı taksim olunamaz kaynaklar" oluşturma yoluyla kooperatiflerini geliştirme, kooperatifle yapmış oldukları işlemlerle orantılı olarak üyelerine kar sağlama ve üyelerce onaylanan diğer faaliyetlere destek olma gibi amaçların biri ya da tamamı için ayırırlar. Özerklik ve bağımsızlık: Kooperatifler özerk, kendi kendine yeten ve üyelerince yönetilen kuruluşlardır. Kooperatifler, hükümetler dahil olmak üzere diğer kuruluşlarla bir anlaşmaya girmeleri ya da dış kaynaklar yoluyla sermayelerini sürdürecek artırmaları ve üyelerinin durumunda, demokratik bunu kooperatiflerin yönetimini özerkliğini koruyacak şekilde gerçekleştirirler. Eğitim, öğrenim ve bilgilendirme: Kooperatifler, üyelerine, seçilmiş temsilcilerine, yöneticilerine ve çalışanlarına kooperatiflerinin gelişimine etkin bir şekilde katkıda bulunabilmeleri için eğitim ve öğretim imkanı sağlar. Kooperatifler genel kamuoyunu — özellikle de gençleri ve kamuoyunu oluşturanları — işbirliğinin şekli ve yararlan konusunda bilgilendirirler. Kooperatifler arasında işbirliği: Kooperatifler, yerel, ulusal, bölgesel ve uluslararası oluşumlarla birlikte çalışarak üyelerine daha etkin bir şekilde hizmet eder ve kooperatifçilik hareketini güçlendirir. Topluma karşı sorumlu olma: Kooperatifler, üyelerince onaylanan politikalar aracılığıyla toplumlarının sürdürülebilir kalkınması için çalışırlar. 211 Görüldüğü üzere kooperatifleşme mikrokredi felsefesine en uygun yapıdır. Nitekim ulusal kalkınma hamlesinde kooperatiflerin ve kooperatifçiliğin önemi ülkemizde de geçmiş yıllarda gündeme gelmiştir. Hem üretim hem de tüketim dayanışması açısından kooperatifler işsizliğin ve/veya yoksulluğun azaltılmasında önemli bir etkendirler. 1. Kredi Garanti Fonu A.Ş’nin Mikro Işletmelere Katkısı KOBİ’lerin bankacılık sisteminden yararlanırken karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri teminat konusudur. Bu sorunu çözebilmek amacıyla TürkiyeAlmanya Teknik işbirliği anlaşması çerçevesinde ilk kurucuları; Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK), Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği (TOBB), Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayii Destekleme Vakfı (MEKSA) ve Türkiye Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticileri Vakfı (TOSYÖV)’dır. Daha sonra sırasıyla Küçük ve Orta Ölçekli Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) 1995’de ve Türkiye Halk Bankası A.Ş (THB) 1996’da KGF AŞ’ne hem ortak olarak hem de sorumluluk fonuna destek vermek suretiyle katılmışlardır. KGF AŞ , KOBİ’lerin kullandığı her türlü nakdi ve gayri nakdi krediye garanti verir. Bu krediler, - Yeni iş kurma, - Mevcut tesisin genişletilmesi - Hammadde temini - Yeni teknoloji kullanımı - Yeni iş yerine taşınma - Nakit sıkıntısı giderme - İhracatın finansmanı - İthalatın finansmanı - Teminat mektubu amaçlı krediler ile - KOBİ’lerin kullandığı diğer nakdi ve gayri nakdi kredilerdir. 212 KGF A.Ş. en fazla 5 kişiye kadar çalışanı olan küçük ve orta boy işletmelere garanti/kefalet vermektedir ve kefalet talep eden firmalar TOBB veya TESK’e kayıtlı olmalıdır. Garanti/kefalet talebinde bulunan firmaların değerlendirmeye alınmasında KGF tarafından maktu bir inceleme ücreti alınmaktadır. KGF A.Ş. vermiş olduğu teminatlar karşılığında kredinin vadesine ve türüne göre teminat bakiyesi üzerinden %3 oranında yıllık komisyon almaktadır. Kredi Garanti Fonu ile anlaşma yapan bankalar Halk Bankası başta olmak üzere, Garanti bankası, Şekerbank, Vakıflar Bankası ve Yapı kredi bankasıdır. Üç banka ile görüşmeler devam etmektedir. 2. KOBİ AŞ. Tarafından Mikro Işletmelere Verilmesi Planlanan Hizmetler KOBİ AŞ; TOBB, T. Halk Bankası, KOSGEB, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK), 5 Sanayi Odası (Ankara, EBSO-İzmir, İstanbul, Denizli, Balıkesir), 2 Ticaret Odası (Adana, İzmir), 7 Ticaret ve Sanayi Odası (Adapazarı, Antalya, Bursa, Manisa, Mersin, Giresun, Samsun), 2 Ticaret Borsası (Erzurum, Manisa) ve Halk Leasing'in ortaklığıyla 320 milyar sermaye ile 30 Aralık 1998'de kurulmuştur. Şirketin sermayesi Mart 1999'da yapılan Olağanüstü Genel Kurul'da 1 Trilyon TL'ye çıkarılmıştır. Şirketin amacı, büyüme ve ihracat potansiyeline sahip olduğu halde finansman yetersizliği nedeniyle gelişme gösteremeyen KOBİ'lere ortak olmak suretiyle finansal destek sağlamaktır. Bu destek, KOBİ kendine yeter duruma gelinceye kadar devam edecektir. Destek süresi KOBİ AŞ'de en fazla 5 yıl olarak belirlenmiştir. Şirket, finansal desteğin yanı sıra KOBİ'lerin kuruluş, gelişme ve büyüme aşamalarında danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin verilmesi de amaçlanmaktadır. Şirket kar amacı taşımamaktadır, ancak sermayesini koruması ve varlığını devam ettirmesi için ortaklık yapılacak KOBİ'lerin yatırım önerilerinin ülkemizin rekabet gücünü arttırıcı ve çağımızın ekonomik gelişmeleri doğrultusunda 213 olmasına büyük özen gösterilecektir. Böylece KOBİ'lerin daha çok yenilik niteliği taşıyan ve rekabet gücünü arttıran yatırımları desteklenmiş olacaktır. KOBİ A.Ş. ortaklık bazında yatırımda bulunduğu KOBİ'lerin hisselerini sürekli elinde bulundurmayacaktır. Desteklenen KOBİ'lerin gelişimi belli bir karlılık ve büyüme düzeyine ulaştıktan sonra KOBİ A.Ş.'nin ortaklık hissesi, piyasa değeri üzerinden işletmenin esas sahibine satılacaktır. Eğer bu mümkün olmuyorsa, hisseler yeni bir ortağa ya da borsada satılacaktır. TOBB, KOBİ AŞ'nin şirket yapısını Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı olarak değiştirmiş ve hizmete geçmek için organizasyon çalışmalarını hızlandırmıştır. İşbank tarafından mikro işletmelere sağlanan hizmetler-İşbank 2002 yılında Küçük işletmeler kredisi projesi ve 2003 yılında Küçük işletmeler İhracat döviz kredisi projesi başlatmıştır. Bu tip kredilerin amacı, ticaret ve sanayi alanında faaliyet gösteren küçük işletmelerin nakit ihtiyaçlarının, gelirlerine uygun şekilde ödeme imkanının sunulması suretiyle karşılanmasıdır. Kredi tutarı azami 50.000 –100.000 YTL arasında değişmektedir. Garanti bankası tarafından mikro işletmelere sağlanan hizmetler-Garanti bankası KOBİ’lere yönelik olarak, ticari ve yatırım amaçlı “şirkete destek bulalım kredisi”, makine ve teçhizat alımı için “makinelerimizi yenileyelim kredisi”, teknoloji gelişimi için “teknolojimizi geliştirelim kredisi”, çalışma ortamını değiştirmek için “bizim işyerini yenilesek kredisi” vermektedir. Kredi Garanti Fonu AŞ ile anlaşması bulunmakta ve şirketlerin teminat sorunu çözümlenmektedir. 3. Türkiye’de Fiilen Mikrokredi Uygulamasını Yürüten Kurumların Yeni Modele Katkıları Ülkemizde akademik anlamıyla olmasa da fiilen mikrokredi ve benzer uygulamaları yürüten ya da oluşturulacak mikrokredi fonlarına kaynak sağlayabilecek kurum ve kuruluşlar; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, Kredi Garanti Fonu, İşsizlik Sigortası Fonu, KOSGEB, Avrupa 214 Parlamentosu ve Dünya Bankası’ndan Alınabilecek Kaynaklar, TOBB ve TÜSİAD Kaynak Desteği, Mikro İşletmelerden Alınacak Vergilerin Bir Kısmı vb. sayılabilir. Hükümet tasarısı olarak hazırlanan “Mikro Finans Kuruluşları Hakkındaki Kanun Tasarısı” sayesinde fakirliğin ve işsizliğin azaltılmasına yönelik olarak, kendi hesabına çalışacaklara kredi verebilecek iki çeşit mikro finans kuruluşu oluşturulması düzenlenmektedir: Birincisi, mikro finans sektörüne girerek buraya yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılar ile ticari bankaların kurabilecekleri mevduat kabul eden mikro finans kuruluşlarıdır. İkincisi ise, Edirne’den, Hakkari’ye, Muğla’dan Artvin’e kadar Türkiye’nin her köşesinde işsizliğin ve fakirliğin azaltılmasına yönelik olarak; vakıf, dernek, meslek kuruluşları, sendikalar, il özel idareleri ve belediyeler tarafından kurulabilecek genellikle kâr amacı gütmeyen ve mevduat kabul etmeyen mikro finans kuruluşlarıdır. Böylece, kendi hesabına çalışmak isteyen ancak teminat gösteremeyenlere asgari bir başlangıç sermayesi bulma imkanı sağlanmış olacaktır. ABD fakirlere kendi işlerini kurmaları için mikrokredi (başlangıç sermayesi) olarak asgari ücret olan 1,200 $ verirken, biraz daha durumu iyi olanlara ise SBA (Small Business Administration-Küçük İşletmeler Başkanlığı) önderliğinde ve ABD ticari bankacılık sistemini de devreye sokarak yeni istihdam oluşturmaya yönelik biraz daha büyük meblağlarda girişimcilik kredisi verilmektedir. Bangladeş’te fakirlere verilen başlangıç sermayesi 38 dolar seviyesindedir. Diyarbakır’da kendi hesabına çalışmak isteyen dar gelirli kadınlara başlangıç sermayesi olarak 1,5 milyar liraya kadar teminatsız, kefilsiz, icrasız ve mahkemesiz kredi verilmektedir. Bu projede kredi bir insan hakkı olarak kabul edilmekte olup, tapuya değil insana kredi verilmektedir. Yıllık verilen kredi, üzerine hizmet maliyeti eklenerek, 46 hafta boyunca haftalık geri ödemelerle tahsil edilmektedir. Böylece, kendi hesabına çalışmak isteyen 215 kadınlar, üretime katılarak iş kadını olabilmektedir. İşsizliğin azaltılması için Almanya ise, işsizlik fonunu kredi olarak işsizlere kullandırarak, 2003 yılında 142,000 kişiye kendi işini kurma imkanı sağlamıştır. Kendi gücünü ve potansiyelini hareket ettirmeden, bir başkasına dayanma zihniyeti yanlıştır. Bu bakımdan, dar gelirli olup da kendi işini kurmak isteyen herkese mikrokredi vasıtasıyla iş kurma imkanı verilmelidir. Böylece, insanların kendilerine inanmaları ve güvenmeleri sağlanırken, sermaye birikimi modeline uygun olarak, önce küçük ve daha sonraki dönemlerde artarak büyüyen bir sermaye yanında, alın terini de içine katarak geçimini bir başkasına ihtiyaç duymadan sağlamak isteyen istisnasız dar gelirli herkesi mikrokredi prensiplerine uymak şartıyla iş kadını ve iş adamı yapmak gerekir. Diğer taraftan, ana fonksiyonlarından birisi girişimciliğin artırılması olan KOSGEB’in bu görevini yerine getirerek ülkedeki istihdamın arttırılmasında ABD’deki küçük işletmeler başkanlığı olan SBA gibi Türk ticari bankacılık sistemi ile birlikte rol üstlenmelidir106. Kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar: KOSGEB, Türkiye Halk Bankası, Türkiye Vakıflar Bankası, KOBİ AŞ Kredi Garanti Fonu, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Küçük Sanayi ve El Sanatları genel Müdürlüğü, Küçük Sanayi, Sanayi Bölge ve Siteleri Genel Müdürlüğü, GAP Bölgesi Girişim Destekleme ve Yönlendirme Merkezi, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Milli Prodüktivite Merkezi. Mesleki Teşekküller: Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Kefalet Kooperatifleri ve Küçük Sanayi Kooperatifleri Özel Kuruluş - vakıflar: Türkiye Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı 106 Aziz Akgül, “İşsizliğin ve Fakirliğin Azaltılmasında Bir Çözüm Önerisi: Kendi Hesabına Çalışma”, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yayınları, serisi 14, Ekim 2004 216 Teknik yardım ve danışmanlık hizmetleri veren diğer kurum ve kuruluşlar ile yurtdışı destekli veya örgütlü diğer kurum ve kuruluşlar: Hollanda Yönetim İşbirliği Programı, Balkan Ülkeleri Ticareti Geliştirme Bölge Merkezi, Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü Ankara Ofisi ve Avrupa Yatırım Bankası.”olarak sıralanmıştır. Diğer taraftan Mikro finans kuruluşları hakkında kanun tasarısı hazırlanmış olup, mikrofinansman kuruluşlarının kuruluş, çalışma, tasfiye ve denetlenmesine ilişkin esaslar düzenlenmeye çalışılmaktadır. Taslağa göre bu tip kuruluşlar da bankalara benzer şekilde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) ve Kurulunun onayına, denetimine tabi olacaklardır. Taslağa göre mikro finans alanında faaliyet gösterecek mevduat kabul eden ve etmeyen kuruluşların üye olacağı ve BDDK tarafından belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde Mikro Finans Kuruluşları Birliği ile bu kuruluşlardaki mevduatın sigorta edilebilmesi amacıyla Mikro Finans Güvence Fonu oluşturulacaktır. 4. Tarım Kredi Kooperatifleri 28.04.1972 tarih ve 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu; birinci maddesinde bu kanunda yazılı hükümlerden faydalanılmak suretiyle üreticilerin, aralarında ekonomik menfaatlerini korumak ve özellikle meslek ve geçimleriyle ilgili ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla karşılıklı yardım ilkesine dayanan ve tüzel kişiliği olan değişir ortaklı, değişir sermayeli Tarım Kredi Kooperatifleri kurabileceklerini hüküm altına almıştır. Bu kanunun madde 3.I.C maddesinde ifade edildiği gibi Tarım kredi Kooperatifleri ortaklarının menfaatlerini korumak amacıyla Mevduat toplamak, bankacılık hizmetleri ve sigorta acenteliği yapmak yetkisine sahiptirler. Yine madde 3.II.a’da hüküm altına alındığı üzere Kooperatiflerin finansman işlerini düzenlemek yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla Tarım Kredi Kooperatifleri özellikle tarımla uğraşan kırsal kesimde mikrofinansmanın lokomotifi olabilecek yapı ve yetkiye sahiptirler. 217 Türkiye’de başlatılan Türkiye-Diyarbakır Grameen Bank Mikro Kredi Proje’si kapsamında tarım sektöründe şu işlere mikrokredi verilmiştir. Sebze Yetiştiriciliği, Tütün Yetiştiriciliği, Pamuk Yetiştiriciliği ve Buğday Yetiştiriciliği. Tarım Kredi Kooperatiflerinin bu tarımsal alanlarda verilecek kredilere destek sağlaması aynı zamanda yukarıda adı geçen 1581 sayılı yasanın da gereğidir. Uygulamada Tarım Kredi Kooperatifleri kredi uygulamasında ciddi bir finansal yapılanma ortaya koyamamışlardır. Tarım Kredi Kooperatifleri, bir milyonun üzerindeki çiftçi ortaklarıyla tarımsal faaliyetlerinde kullanmak üzere her türlü ihtiyaçlarını sağlayarak üretimlerine katkıda bulunmayı, kooperatifçilik ilkeleri çerçevesinde dayanışmayı ve Türk tarımı ile ekonomisine hizmet etmeyi amaçlar. Çiftçilerin tarımsal girdi ihtiyaçlarını karşılamak, beklentilerine kalite ve istikrarla karşılık vermektir. Hizmetlerin sürekliliğini sağlamak üzere, gerekli yatırımları gerçekleştirebilmek; çiftçilere kullanabilecekleri kredi kaynaklarını sağlamak; çalışanların ve toplumun ekonomik ve sosyal gelişmesine yardımcı olmak üzere, tüm kaynakların akılcı kullanımını sağlayarak savurganlığa ödün vermemek Tarım kredi Kooperatiflerinin temel amaçları arasındadır. 5. KOSGEB KOSGEB; küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin teknolojik yeniliklere süratle uyumlarını sağlamak, rekabet güçlerini yükseltmek ve ekonomiye katkılarını ve etkinliklerini artırmak amacıyla 20 Nisan 1990 tarihinde kurulmuştur. Bilgilendirme ve İşletmelerarası İşbirliği Hizmetleri: Globalleşme sürecinin yaşandığı günümüzde büyük önem kazanan bilginin kullanımında KOS işletmelerinin payının arttırılması için KOSGEB, Avrupa Birliği'nin KOBİ'lere yönelik 1997-2000 yılları için hazırladığı Çok Yıllık Programda "KOBİ'lerin İlk Durak Noktası" tanımı ile en önemli destek programı olan 218 Avrupa Bilgi Merkezleri (Euro Info Centre. EIC) Ağına AB'nin XXIII. Genel Müdürlüğü ile imzaladığı andlaşma ile katılmıştır. KOSGEB Bilgi Sistemleri ve Elektronik Ticaret Süreçleri Grubu bünyesinde Eylül 1994' de kurulan Avrupa Bilgi Merkezi; Ülkemizdeki KOS işletmelerinin özellikle AB ile ilgili olmak üzere her türlü bilgi ihtiyacını ve Yurt dışındaki KOS işletmelerinin ülkemiz İş Dünyası ile ve KOS işletmeleri ile ilgili bilgi ihtiyacını karşılamanın yanısıra Avrupa Birliği'nin KOBİ'lerin uluslararası anlaşmalarına katkıda bulunmak için başlattığı destek programlarından İşletmelerarası İşbirliği Ağı (Business Cooperation Network; BC-NET), ve İşletmelerarası İşbirliği Merkezi (Bureau de Rapproachement des Enterprises; BRE) programlarında Türkiye temas noktasıdır. Ülke çapında yaygın KOBİ kitlesine ulaşmak için oluşturduğu "AB Bilgi ve İşbirliği Danışmanları Ağı" ile birlikte hizmet veren KOSGEB Avrupa Bilgi Merkezi'nin bilgi ve işbirliği hizmetleri, KOS işletmelerinin 107 Uluslararasılaşmaları için önemli bir destek sağlamaktadır . 6. Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği Türkiye Esnaf Ve Sanatkarlar Kredi Ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri bir anasözleşme ile isimleri, merkezleri ve taahhüt ettikleri sermaye payları gösterilen S.S. Esnaf ve sanatkarların kurduğu Kredi ve Kefalet Kooperatifleri tarafından, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre süresiz olarak değişir ortaklı, değişir sermayeli, sınırlı sorumlu bir birlik kurmuşlardır. Birliğin amacı; ortak kooperatiflerin ortakların mamüllerini en iyi şartlarla değerlendirmelerine, kredi ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmak, çalışmalarını koordine etmek ve müşterek menfaatlerini korumaktır. 107 www.kosgeb.gov.tr 219 Anasözleşme madde iki de belirtilen faaliyet alanları içinde çalışmamız açısından en önemli olanı “Ortaklarının kredi ihtiyaçlarının karşılanmasında, bankalar ile diğer kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinin düzenlenmesinde ve sorunlarının çözümlenmesinde yardımcı olmak, ilgili bankalarla gerekli işbirliğini sağlamak.” Şeklinde ifade edilen faaliyet alanıdır. Dolayısıyla ülkemizde bu birliğe üye esnafın kaynak sorununu çözmek bu birliğin en önemli görev alanı olup Türkiye mikrokredi uygulaması modelimizde ticari bankalardan sonra ikincil arz cephesinin içinde yer almaktadır. Görüldüğü üzere ülkemizde gerek kentsel gerekse kırsal alandaki tarım ve esnaflık faaliyetlerinin finansman sorunu kooperatifçilik temelinde ve yasal düzeyde çok eskiden beri var olmasına rağmen bu kurumlar tarafından kullandırılan kredilerin niteliği topluma anlatılamamış ve bu krediler hibe ya da sübvansiyon mantığı içinde ele alındıklarından siyasal etkilerin de zorlamasıyla hem alınışı hem geri dönüşü modern finans hizmetinin dışında birer olgu olarak ortaya çıkmıştır. 7. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Vakfın amacı, Türkiye’nin sahip olduğu bütün kaynakların verimli ve etkin kullanılmasının sağlanmasına ve toplumda israfın önlenmesi bilincinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktır. Yoksulluğun azaltılması için; mikrokredi, mikrofinans, gıda bankacılığı ve eğitim faaliyetlerinde bulunur. Kamu, özel sektör ve gönüllü kuruluşlar ile işbirliği yapılarak; hizmet içi eğitim, konferans ve seminer ile diğer eğitici programlar yoluyla, toplumun tasarruf ilkelerine uygun ve israf önleyici hayat tarzı içinde yaşayabilmelerini sağlamaktır. Vakfın yıllık gelirlerinin % 20’si yönetim ve yönetimi sürdürme giderleri ile ihtiyat ve vakıf malvarlığını arttıracak yatırımlara, % 80’i ise vakıf amaç ve hizmet konuları doğrultusunda tahsis ve sarf olunur. 220 Vakfın amacını geçekleştirmeye yönelik olarak; emek, zaman ve maliyet israfının önlenmesi bilincinin toplumun her kesiminde geliştirilmesini sağlamak maksadıyla; Değişik kurumlar ile müşterek veya tek başına israfı ve fakirliği azaltma çalışmaları ve projeleri yapar. Vakfın amacı istikametinde; toplantı, konferans, resim sergileri, sanat etkinlikleri, sempozyum, kongre tertip eder. İsrafı önleme ve fakirliğin azaltılması bilincinin geliştirilmesine katkı sağlamak üzere; CD, kaset, kitap, dergi ve broşür hazırlanması ve dağıtımını yapar. Internet ortamında israfı önleme ve fakirliği azaltma istikametinde bilinçlendirme çalışmaları yapar. Çocuklar ve gençler arasında israfı önleme ve fakirliği azaltma yarışmaları yapar Fakirliğin ve israfın azaltılması maksadıyla; mikrokredi ile gıda bankacılığı ve giysi bankacılığı faaliyetlerini yapar. Vakıfın gayesine uygun olarak, Vakıf her türlü eğitim ve öğretim faaliyetinde bulur. Bu bağlamda; kurslar, dershaneler, ve mesleki eğitim merkezleri açar, sertifika programları yapar ve uygular. İyi insan ve iyi vatandaş esasına dayalı olarak; İsrafın, suçun ve fakirliğin azaltılması bilincinin geliştirilerek toplumda yaygınlaştırılmasının mümkün olabileceği her düzeyde; okulöncesi, ilköğretim ve lise seviyelerinde örgün veya yaygın eğitim yapabilecek okullar, yüksek okullar, yüksek öğretim 221 kurumları, üniversite, enstitüler, kültür merkezleri, derslik, kitaplık, konferans merkezi, laboratuar, ve öğrenci yurdu yaptırır ve işletir. Diğer taraftan, tasarruf bilinciyle yetişmiş ancak maddi imkanları yetersiz başarılı çocuk ve gençlerin her seviyedeki eğitim ve öğrenimlerinin desteklenmesi amacıyla, karşılıklı veya karşılıksız burs verir108.” C. Türkiye’de Mikrofinansman Yaklaşımının Geleceği Türkiye’de çok yaygın olmamakla birlikte uygulanan mikrofinansman yaklaşımı, Bangladesh başta olmak üzere Mikrofinansmanın uygulandığı birçok ülkede olduğu gibi ağırlıklı olarak kadınları kapsamaktadır. Bunun temel nedenlerinin ekonomik olmasının yanında hatta daha fazla sosyolojik ve psikolojik boyutlu olduğu yapılan bazı alançalışmalarında ortaya konmaktadır (Abdul Bayes vd., 1998: 221-232). Bunlar arasında özellikle yoksul ailelerde kadınların göreceli olarak daha zor koşullarda yaşamaları üzerinde durulmaktadır. Kadın ailesini özellikle çocuklarını daha iyi besleme, daha sağlıklı ortalarda büyütmek ve okula göndermek için büyük bir istek ve azim içinde bulunmaktadır. Ayrıca kadının borcunu ödeme ve gelişime daha açık olma gibi özellikleri ve girişim ve kredilendirme konularında kadınların hedef kitle seçilmelerinde önemli rol oynamaktadır. Girişimcilik ve ekonomik refah arasındaki doğrudan ilişki ve özellikle kadın girişimciliğinin ekonomik ve sosyal etkileri her yıl düzenli olarak yayınlanan “Kadın Girişimcilik Araştırması Sonuçlarında (Gender Enterpreneurship Results (GEM) da yer almaktadır (GEM, 2006). Bunun yanında özellikle AB’nde erkek girişimcilere kıyasla daha düşük olan kadın girişimci oranını yükseltmek amacıyla kadın girişimciliği yüreklendirecek politika ve teşviklerle ilgili bir çerçeve hazırlama gereği duymuşlardır. 108 www.israf.org 222 Ülkemiz açısından bakıldığında, genel olarak girişimcilik ve kadın girişimciliğinin oranı OECD ortalamasından düşüktür. OECD ülkeleriyle ilgili resmi istatistiklere göre Türkiye özellikle, kadın işgücü istihdamı açısından en alt sırada yer almaktadır. Kadın işyeri sahipliği olarak bakıldığında, bu oran AB ülkelerinde % 16 – 40 arasında yer alırken, Türkiye’de iş yeri sahibi kadınların oranı yalnızca %4 düzeyindedir. Türk kadınlarının ekonomik yaşamda ilerleyememesinin başlıca nedenleri incelendiğinde; aile içinde cinsiyeti nedeniyle yüklendiği sorumluluklar, baskılar, eğitim düzeylerinin düşük, becerilerinin farklı alanlara yoğunlaşmış olması gibi unsurların ön plana çıktığı görülmektedir. Ayrıca, kadın girişimcilik açısından bir değerlendirme yapıldığında aşağıda yer alan bazı engellerle karşı karşıya kalındığı izlenmiştir (ABİGEM, 2007): • Bu konuda örnek alınabilecek kadın girişimci modellerinin veya öncülerin çok az olması, • Finansman sağlamada erkek girişimcilere göre daha büyük zorluklarla karşılaşılması, • İşletme mülkiyeti açısından, geleneksel miras uygulamalarının sonucunda işletme ve yönetim rollerinin erkeklerin üzerinde olması. Girişimciliğin önünde var olan ve yukarıda söz edilen engelleyici unsurların yanında, Türkiye’nin ekonomik ve sosyolojik farklılıklarının bulunduğu coğrafik özellikler ile kent- kır arasındaki sosyo-kültürel yapı farklılıkları kadın girişimciliği önünde büyük engeller olarak durmaktadır. Mikrofinansman yaklaşımının gündemde tutulması ile başta STK’lar olmak üzere resmi ekonomik ve sosyal kurumlar ile özel finans kurumlarının konuya olan ilgileri “girişimcilik” ve “kadın girişimciliği” konularında önemli oranda artışlara yol açabilecektir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODEL ÖNERİSİ I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER A. Ticari Bankalarda Zorunlu Değişim ve Perakendeci Bankacılık Finansal hizmetler sektörünün en önemli kurumlarından biri olan bankaların temel fonksiyonları fon sağlama, fon kullanım ve hizmet işlemleridir. Değişimin yaşandığı finans dünyasında bankalar fonksiyonlarını yerine getirirken, sürekli bir yenilik arayışı içerisine girmişlerdir. Bankaların bu anlamda başlattıkları yeniliklerden birisi de perakendeci bankacılık uygulamalarıdır. Tüketici kredileri, kredi kartları ve elektronik fon transfer sistemleri (otomatik vezneler, satış noktasından fon transferi, home banking), call center, internet ve WAP bankacılığı; bankaların doğrudan bireylere yönelik perakendeci bankacılık (retail banking) olarak adlandırılan hizmetleri adeta bankacılığın rönesansını başlatmıştır. Perakendeci bankacılık; bankaların pazarlama ve teknolojiyi birbirinin tamamlayıcısı olarak görmeleri sonucunda ortaya çıkan, çağdaş pazarlama anlayışı çerçevesinde teknolojik olanaklardan da gereksinmelerini yararlanarak, karşılamaya bireylerin yönelik sürekli değişen bankacılık ve hizmetleri artan olarak tanımlanabilir. Toplumun çeşitli bölümlerinde satın alma gücünün yeni gereksinmelere yol açması, mevduat ve kredi işlemlerinde rekabet döneminin başlaması hizmetlerin çeşitlendirilmesini ve sunuş biçimlerinin etkilenmesini getirmiştir. Böylece değişimle birlikte geleneksel yöntemleri olmuştur. yaşlanarak, perakendeci bankacılık ürün ve bankacılık hizmetleri talep edilir 224 Geleneksel bankacılık kavramının yerini, değişen şartlara kolayca uyum sağlayabilen, müşteri gereksinmelerini temel alan bankacılık anlayışına bırakmasıyla bankalar özellikle orta ve alt gelirli tüketicilerin finansal hizmetlerden yararlanmalarını sağlamak üzere bu piyasalarda çeşitli ürünler sunmaya başlamışlardır. Sadece üretim ve pazarlama şirketlerinin finansman ihtiyacını karşılayan bankalar, artık doğrudan en son tüketicinin finansal ihtiyaçlarını da karşılayacak olan hizmetler sunmaktadırlar. Bu gelişim aynı zamanda risk sermayesi çalışmalarının geniş tabana yayılabilmesine katkı sağlayacaktır. B. Ekonomik Krizler Karşısında Bankacılık Sektörünün Durumu Yükselen ekonomilerde yurtdışı kaynaklı krizlerin de yayılma (bulaşma) etkisiyle; faiz oranlarında artış, banka bilançolarında bozulma, hisse senedi piyasasındaki düşme, banka dışı bilançolarda yaşanan şok ve belirsizliğin artması gibi nedenler krizleri ortaya çıkarır.109 Çevresel etkiler ve devletin yetersiz önlemleri zaman zaman gelişmekte olan ekonomileri bu şekilde krize sürükleyebilmekte ve krizin odak noktası olan bankalar ekonominin can damarı olmaları nedeniyle ciddi biçimde etkilenmektedirler. Ekonomik krizlerin ortaya çıkışında diğer önemli bir husus da gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere kriz ihraç etmeleridir. IMF öncülüğünde gelişmekte olan ülkelere sunulan programlar hakkındaki komplo değerlendirmeleri de bilimsel incelemelerin yanısıra varlığını sürdürecek gibi görünmektedir. Nitekim ülkemizde en son yaşanan krizden sonra geçilen ve geçildikten sonra çok daha ciddi şok gelişmelere neden olan dalgalı kur rejimine geçiş kararının o yıllarda İspanya’da yapılan G-8 toplantısında alındığı, 22.02.2001 tarihinde İstanbul’da yapılan olaylı G-20 toplantısında bu kararın dayatıldığı ifade edilmektedir.110 109 Morris Goldstein, Philip Turner, Yükselen Ekonomilerde Bankacılık Krizleri (Çev.ve sunuş Ali İhsan Karacan), Dünya Yayıncılık, Ankara, Ocak-1999, B.1, s.14 110 Bkz. “Her şey G-20’de Kararlaştırıldı” Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001 225 ABD ve IMF’nin o dönemdeki başkanı Hörst KÖHLER’den Türkiye’nin bu kararını destekledikleri yönünde açıklamalar gelmeye başlamıştı.111 Oysa bu karardan kısa bir süre önce, Hörst KÖHLER, Financial Times dergisiyle yaptığı bir röportajda Türkiye ekonomisinin “çürümüş” olduğunu ifade ediyordu. Dalgalı kur kararı ile beraber dünya bankalarına Türkiye’yi destekleme çağrısında bulunan KÖHLER’in bu çağrısı doğal olarak karşılık bulmamış ve Türkiye o dönemde (2000-2001) komşusu Bulgaristan’ın dahi oldukça altında bir yabancı sermayeyi ancak çekebilmiştir. Burada önemli olan IMF’nin önerdiği para ve kur politikalarının doğruluğu değil bu politikaların dayatılıp dayatılmadığıdır. Türkiye’nin IMF’nin önerdiği dalgalı kur sistemiyle IMF’den 7.5 milyar dolarlık ilave yardım aldığı dönemde Arjantin’e dolara karşı birebir sabit kur sistemi karşılığında 40 milyar dolarlık kurtarma paketi verilmiştir. Bu dönemde dünyadaki bir çok analistin IMF’yi eleştiren değerlendirmeleri basına yansımıştır.112 Türkiye’nin ve Arjantin’in bu gün karşı karşıya bulunduğu en büyük sorun borç yüküdür. Borç yükünün bu denli büyük olmasının altında ise siyasi nedenlerle yapılan bütçe içi ve dışı harcamalar, yanlış yatırımlar, yanlış yönlendirilmiş ve istismara açık istisna, muafiyet, teşvikler ve bir türlü ardı arkası gelmeyen yolsuzluklardır. Benzer borç yükü sorunu, Kore ve Tayland gibi ülkelerde de ortaya çıkmış ancak bu ülkelerde borç yükü devletin değil özel sektörün borcu olarak tezahür etmiştir.113 Özellikle krizin 2000/2001 döneminde Türkiye IMF’nin de dayatmasıyla tüm ağırlığı kısa vadeli borçlarının ödenmesine vermiş ve borcun vadesini artırmıştır. Ancak bu durum toplam borç servisi maliyetlerini yükseltmiştir. Dolayısıyla bu dönemde IMF’den sağlanan bütün kaynaklar aslında sadece 111 Yasemin Çongar, Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001 “Türkiye’de Krizi IMF Körükledi”, Sabah Gazetesi, 23.02.2001 113 Erhan Kılıçözlü, “Borç: Bize Mahsus Bir Sorun Değil”, Global Bülten Dergisi, Haziran 2001, s.11 vd. 112 226 uluslararası sermayenin güvenini kazanmak amacıyla sarfedilmiş ve borç yükü artmıştır.114 Yaşanan bu IMF odaklı kriz bankacılık sisteminin bilançolarının bozulmasından ve uluslararası sermaye akımlarının daralması ve bu nedenle Türkiye için risk algılamasında artış yaşanmasından kaynaklanmıştır. Merkez Bankası rezervlerinin sabit kuru savunmak için yetersiz kalışı iddia edildiği gibi krizin asıl nedeni olmamıştır. C. Veri Tabanı ve Veri Madenciliği’nin Ticari Bankalarda Hizmet Kalitesi ve Müşteri Portföyü Üzerine Etkisi Sadece sayım gibi büyük ölçekli çalışmalarda kullanılan 1950’lerin devasa boyutlu ilk bilgisayarları; günümüze gelindiğinde artık avuç içine sığacak derecede küçülmüş ve günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Neredeyse günlük yaşamın akışındaki tüm iş ve işlemler bilgisayarla veya bilgisayar destekli olarak gerçekleştirilmeye doğru ilerlemektedir. Bu açıdan bakıldığında, küçük bir işletmenin dahi günlük işlem verileri zaman içerisinde katlanarak büyümekte ve fiyatları anlamlı derecede düşen sabit diskler sayesinde saklanabilmektedir. 1990’lara kadar, yaygın olarak ‘Dijital Hafıza’ çağrışımı yapan bilgisayarlar, geçmiş işlemlere ait verileri gerektiğinde sunmakta ve bir takım hesaplamalara izin vermekteydi. 1990’lardan itibaren ise bilgisayarlarda, çoğunlukla da kullanılabileceği veri tabanlarında, sorgulanmaya depolanan başlamış; veri nihayetinde yığınlarının yığınla nasıl verinin içerisinde gözden kaçan ve keşfedilmeyi bekleyen bilgiler olduğu düşüncesi hakim olmuştur. Bu noktadan itibaren veri yığınları arasında sıkışıp kalmış bilgilerin 114 nasıl açığa çıkarılabileceği üzerine yoğunlaşılmış ve Erinç Yeldan, “İstikrar Kim İçin? Kriz İdaresi Üzerine Değerlendirmeler”, Birikim Dergisi (www.bagimsizsosyalbilimciler.org/iktisatg.htm) , Kasım 2002, s.11,11 Veri 227 Tabanlarında Bilgi Keşfi (VTBK, Knowledge Discovery in Databases -KDD) kavramı ortaya çıkmıştır. VTBK kavramının oluşumunda, parça parça, farklı format ve ortamlarda verinin ayrı ayrı değerlendirilmesi yerine; biraraya getirilerek, aralarında doğrudan ilişki bulunması düşünülmeyen değişkenlerin (alanların), dolaylı birtakım ilişkileri ima edebileceği mantığından hareket edilmiştir. Veri madenciliği ise VTBK’nin özünü oluşturan keşif kısmının gerçekleştiği bir adım olarak alınabileceği gibi bağımsız bir süreç olarak da değerlendirilebilmektedir. Veri madenciliğinin yeni gelişen bir alan olması nedeniyle, farklı kaynaklarda farklı tanımlar yapıldığı görülmektedir. Buna karşın, veri madenciliği genel anlamda; büyük miktarda veri içerisinden, gizli kalmış, değerli, kullanılabilir bilgilerin açığa çıkarılması biçiminde ifade edilebilir. Veri içerisinde keşfi bekleyen bilgilerin varlığı düşüncesi sayesinde, İstatistik farklı bir bakış açısıyla yeniden keşfedilmiş; zaman içerisinde Makine Öğrenimi ve Yapay Zeka desteğiyle neredeyse düşünebilen Akıllı Algoritmalar ile İstatistiğin birleşimi, Veri Madenciliği’ni meydana getirmiştir. Şüphesiz ki veri madenciliğini bilişimden ayrı tutarak salt istatistik olarak düşünmek çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Temel anlamda, verinin yer aldığı veri tabanları ve özel bir şekli olan veri ambarları, yapay zeka ve makine öğrenimine dayalı yöntemler de söz konusudur. Veri madenciliği ile Klasik İstatistik arasında belli noktalarda ayrışmalar söz konusu olsa da, içerisinde istatistiği telaffuz etmeden veri madenciliğinden bahsetmek mümkün olmamaktadır. Öyleki, bu konu en iyi biçimde ‘İstatistikçiler, Veri Madenciliğini elle yaparlar.’ ifadesiyle özetlenebilir. 228 1. Veri Madenciliğinin Bankacılık Sektörüne Etkileri Veritabanları günümüzde terabaytlarla ifade edilmektedir. Bu büyük hacimde verinin içinde stratejik önem taşıyan gizli enformasyon yatmaktadır. Temel soru, bu gizli kalmış enformasyonun nasıl açığa çıkarılacağıdır. Bu sorunun en güncel ve popüler yanıtı Veri Madenciliği (VM) olarak karşımıza çıkmaktadır. Veri madenciliği veri kümesi içerisinde keşfedilmemiş örüntüler yoluyla anlamlı sonuçlar ve bu sonuçları karşılayan inovatif çözümler bulmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla veri madenciliğinin amacı, geçmiş faaliyetlerin analizini temel alarak gelecekteki davranışların tahminine yönelik karar verme modelleri yaratmaktır. Veri madenciliği, William Frawley ve Gregory Piatetsky-Shapiro tarafından, ‘... verideki gizli, önceden bilinmeyen ve potansiyel olarak faydalı enformasyonun önemsiz olmayanlarının açığa çıkarılması...’ olarak tanımlanmıştır. 115 Çalışmamız açısından veri madenciliğinin önemi bankacılık sisteminde küçük ve çok sayıda müşteri birimine ait depolanmış veriden yararlı enformasyon oluşturabilmesine ilişkin yönüdür. Bu durum aynı zamanda mikro işletmelere ilişkin verilerin depolanması ve anlamlandırılması açısından büyük önem taşımaktadır. Veri madenciliği, pek çok analiz aracı kullanımıyla veri içerisinde örüntü ve ilişkileri keşfederek, bunları geçerli tahminler yapmak için kullanan bir süreçtir.116 Veri madenciliğinin temel malzemesinin büyük hacimde veri olduğu dikkate alındığında; veri madenciliğinin uygulama alanlarının başında finans kesimi gelmektedir. Özellikle bankacılık kesimi 2000’lerin başından itibaren Müşteri İlişkileri Yönetimi, Müşteri Profillendirmesi, Kampanya Yönetimi, Kredi derecelendirme, Risk Yönetimi konularında yaygın olarak veri 115 A., Smith Berson, ve K. Thearling, Building data mining applications for CRM.McGraw Hill, 510, USA.1999. 116 TWO CROWS. Introduction to data mining and knowledge discovery. Two CrowsCorporation, 36, USA,1999. 229 madenciliğinden yararlanmaktadır. Sigorta kesimi ise daha çok Hilekarlık Tespiti yönünden veri madenciliği ile ilgilenmektedir. Sermaye Piyasaları açısından bakıldığında ise düzenleyici otoritelerin daha çok sermaye piyasası suçları ve düzenleme ihlalleri tespiti açısından veri madenciliğinden faydalandığı gözlenmektedir. 117 2. Kâr Marjı’nın Azalması Rekabetin Artması ve Pazarın Daralması ile Beraber Ortaya Çıkan Yeni Arayışlar Ulusal ekonomideki değişimler bankacılık sistemini ciddi ölçüde etkilemiştir. Bu çerçevede faiz oranlarında serbestlik, döviz işlemlerinde serbestlik, rekabeti zorlaştıran mevzuat değişiklikleri, mevduat yapısının vadeliden vadesize ya da kısa vadeye dönüşmesi, mevduat maliyetlerinin artması, personel ve idari giderlerle teknolojiye yapılan yatırımların artması bankacılığın aktif yapısında bozulmaya sermaye ihtiyacında büyümeye yol açmıştır. Bu durum daha çok faaliyet ve müşteriye rağmen kârlılığın yavaş artmasına ve müşteri sadakatinin azalmasına yol açmıştır. Bunun sonucunda gerek kurumsal gerekse perakendeci bankacılık alanında aynı pazardan daha büyük dilim alma mücadelesi giderek yerini pazarı büyütme arayışlarına bırakmıştır. Mikrokredi piyasası pazarın büyümesi açısından ideal bir piyasadır. Yukarıda ifade edilen gerçekler ışığında bankalar aynı zamanda işletmenin sosyal sorumluluğunun yarattığı bir ivmeyle mikrokredi talep cephesine ulaşmak için gayret sarfetmeye başlamışlardır. Örneğin, HSBC Bank A.Ş. ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) Mikrokredi sistemini Türkiye’de yaygınlaştırmak için bir çalışma başlatmışlardır. Bu iki kurum, yoksul insanlara onurlu bir gelecek sunmayı amaçlayan "Mikrokredi ile Topluma Destek Projesi" için beş yılda beş milyon dolarlık mikrofinansman kredisi çalışmasına başlamışlardır. Topluma Destek Projesi ile ulaşılması hedeflenen 2,5 milyon kişilik kitleyi, öncelikli olarak kırsal ve kentsel 117 Ali Serhan Koyuncugil, “Veri Madenciliği ve Sermaye Piyasalarına Uygulanması”, 2007 230 yerleşimlerdeki gelir üretemeyen bölgelerde yaşayan kadınlar ve üniversitelerden yeni mezun olmuş gençlerden oluşturmayı hedeflemişlerdir. Bu proje ile aynı zamanda mikrokredinin STK’larla birlikte yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. HSBC ve TOG’un başlattığı çalışmada; sadece bağımsız denetimden geçmiş STK ve mikrokredi kuruluşlarına kredi tahsis etmek, STK’ların bu alanda güçlenmesine destek olmak, 2010 yılına kadar beş milyon dolarlık fon tahsis edilmiş olan mikrokredi sisteminin sürekliliğini sağlamak, kredinin 3 eşit parça halinde, kentsel yerleşimlere, kırsal kesime ve üniversite sonrası gençlere tahsisini sağlamak ve bu konuya hem uluslararası tecrübe ve bilgi hem de kaynak sağlayarak liderlik yapmak hedeflenmiştir. Böylece TİSVA’nın Grameen Bank ile birlikte Diyarbakır’da başlattığı TGMKP’nin yanı sıra Ankara’da da mikrokredilerin ticari bankalarca yürütülmesine ilişin ilk çalışma başlatılmış oldu. Yürütülen bu çalışmalarda bugüne kadar yoksullara kullandırılan kredilerden ise hiç batık çıkmaması dikkat çekicidir. 2.6 milyon dolarlık kredinin geri dönüşü % 100 olmuştur. Uygulama kapsamında Fakirbank ya da Damlabank adında bir de banka kurulması planlanmaktadır. Kanaatimiz odur ki, yoksul ve/veya işsizlerin kredi hizmeti alabilecekleri bankaları da kendileri gibi tanımlayıp adeta düşkün bir yeni finans sektörü yaratmak anlamlı değildir. Hali hazırdaki tüm ekonomik birimlere finans hizmeti veren bankalara yoksullar ve işsizler de hiç tereddütsüz girmeli ve gerekli finans hizmetini almalıdır. Yoksula yoksul banka yerine yoksulun ve işsizin bu statüsüne son verecek zengin banka ile hizmet sunmak gerekir. 231 II. İŞSİZLİKLE MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA ÖNERİSİ A. Kredinin İhtiyaç Duyulan Yere Verilmesi ve Zihniyet Dönüşümü Bir mikrokredi borcu yoksul insanların kendi toplumlarında ekonomi basamaklarını tırmanmasını sağlayan yek yoldur. Mikrokredinin ana konusu insanların küçük çapta aldıkları borçlarla kendi işlerini geliştirerek gelirlerini artırmalarıdır. Bu olay; kendi ufak işlerini kurmuş olan, ailelerini geçindiren ve aldıkları mikro borçları geri ödeyen milyonlarca alıcı tarafından ispatlanmıştır ki başarmak için ihtiyaç duyan diğer şahısların da şansı olabilir. Bu alıcılar gelmesi muhtemel olmayan bağış yardımlarının bir sonraki ödemesi için umutsuzca bekleyip yalvaracaklarına şu an aktif olarak ailelerinin geleceklerini değiştiriyorlar. Mikrokredi Zirvesi Kampanyası ‘nın yöneticisi Sam Daley Harris 2006 sonbaharında Mikrokredi Zirvesi Kampnayası Raporundaki Son Durum ‘da bir önceki yılda 3,133 mikrofinans kuruluşunun 113 milyon aileye hizmet ettiğini belirtmiştir. Bu takdire layık bir başarı iken mikrokrediden neredeyse yararlanmak üzere olan 500 milyon aile hala yoksul durumdadır ve halen 300 milyon aile daha bundan yararlanabilir. Yapılan en iyi hesaplamalara gore, mikrokrediden yararlanabilecek her 8 kişiden 1’inin şu an bu sisteme giriş imkanı mevcuttur. Gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğa karşı bir silah olarak mikrokredi; eğitim, sağlık, insan hakları, ve iyi bir hükümet kadar hayati bir önem taşımaktadır. Fakirliği azaltmak açısından önemini vurgulamak için Birleşmiş Milletler 2005 yılını Mikrokredinin Uluslararası Yılı ilan etmiştir. Birleşmiş Milletler Sermaye Kalkınma Fonu yönetici sekreteri Richard Weingarten ‘’Mikro finans hizmetlerine olan talep başta Afrika olmak üzere büyük ölçüde karşılanamamaktadır.‘’ diye belirtmiştir. Buna rağmen, Dünya Bankası fonlarının % 1 ‘inden azı mikrokrediye ayrılmaktadır. 232 Öyleyse, mikrokredi gelişmekte olan ülkelerde neden bu kadar iyi şekilde işlemektedir? Yanıt ise: Çünkü gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri gelişmiş ülkelerden tamamiyle farklıdırlar. Bu ekonomiler, gelişmiş ülke ekonomilerine kıyasla çok daha küçük olan mikro ölçekler üzerinden işlem görürler . Bu fark önemlidir çünkü yoksul hayat üsren tüm insanlar aslen gelişmekte olan ülkelerde ya da Çin ve Hindistan gibi kısmen gelişmiş ülkelerdeki gelişmemiş bölgelerde yaşarlar. Bu insanların gelirleri ve giderleri gelişmiş ülkelerdeki aynı oranların çok az bir kısmını tasvir ederler ve yaşamlarını gelişmiş ülkelerde görünenkilere biraz benzer bir şekilde dayanaraktan oluştururlar. B. İşsizik ve Yoksulluğun Ulusal Para ve Sermaye Piyasası Tarafından da Algılanması Yoksulluk aynı zamanda iktisadi değer üretememekten kaynaklanan gelir yoksunluğudur. İktisadi değer üretememenin nedeni ise çalışma ve üretmeye ilişkin paradigmaların neden olduğu iktisadi akılcılaştırmadır. Anayasal bir hak olan çalışma hakkının elde edilemeyişi yaşamsal bir faaliyet olan çalışmanın kolaylıkla gerçekleştirilmesini sağlayacak koşulların olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir diğer deyişle çalışma hakkının kullanılabilmesi istihdamın iş piyasası tarafından bahşedilmesine bağlı kalmaktadır. Oysa para ve sermaye piyasasının doğrudan istihdama dahil olmayı sağlayacak mekanizmaları bu durumu düzeltecektir. Dolayısıyla Anayasal bir hak olan çalışma hakkı felsefesi itibariyle işsizliği ve yoksulluğu yakından ilgilendirmektedir. Bu anayasal hakkın vatandaşlara sağlanması sadece iş piyasası ve kurumlarının sorumluluğu altında olmamalıdır. Mikrofinans müşterilerine sürdürülebilir bir fonlama yapılabilmesine dönük fiansal kurumlaşma, süreci bir yardımlaşma süreci olmaktan çıkarıp bir finansal süreç haline getirmekte ve bireysel finansmanla ilgili riskli süreçlere müdahale imkanı yaratmaktadır. Çarkın sürekli dönmesinde modern bir 233 fonlamanın etkisi büyüktür.118 Küçük ölçekte de olsa ekonomik olarak faal yoksullara yönelik finans hizmeti sunarken tasarruf ve mevduata ilişkin hizmet bir çok ülkede unutulmuştur. Üstelik sadece kırsal kesimlerde değil düşük gelirli kent varoşlarında da bu hizmet unutulmuştur. Mikrofinans devrimi enformasyon devriminin etkisiyle çok ciddi ölçüde hızlanmıştır.119 Mevcut uygulamada kurumsal mikrofinans taleplerinin karşılanamamasının nedeni güvenilir ve yeterli bilgi akışındaki kesintidir. Yani formel mikrfinans sektöründe de talep karşılanamamaktadır. Enformasyon ve inovasyona ilişkin gelişmeler perakende bankacılığın gelişimine olanak tanımış ve bankacılık sektörünün riskini tabana yaymasını sağlamıştır. Bu durum aynı zamanda bilgisayar teknolojisinde ortaya çıkan veri depolama (data warehouse) ve veri madenciliği (data mining) yoluya mikrofinansman uygulamalarına olanak sağlamıştır. Örneğin ülkemizde HSBC ve Finansbank’ın başlattığı mikrofinans uygulamasında kullandırılan kredinin çok az olmasının nedenleri; enformasyon yetersizliği, mikrofinans kültürünün sistem içine oturmamış olması ve mikrofinans müşterilerinin tasarruflarına dönük çalışmaların yetersizliğidir. Geniş tabanlı ve sürdürülebilir mikrofinans politik ve demokratik paylaşımın büyütülmesine yönelik çevresel koşulların yaratılmasına da zemin yaratır. Mikrofinansman gelirin yeniden bölüşümü, GSMH’nın büyütülmesi ve kaydi para oluşumuna katkı sağlaması sübvansiyonlardan daha önemli ve geçerlidir. açısından kuşkusuz Böyle bir sürdürülebilir mikrofinansman kendi kendine yeten finansal kurumların yer aldığı düzenlenmiş finans sektöründe başarılı kılınabilir. Piyasa ekonomisi yaygınlaştırılacak ve ekonomide esas yapı olarak kabul edilecekse, bu çerçevede ekonomik alan dahil tüm alanlarda özgürleşme sağlanacaksa piyasanın kan dolaşımını sağlayan finans 118 Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor), s. 26. 119 Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor), s. 28. 234 hizmetinin elitist bir anlayışla ele alınması beklenemez. Yoksulluğu ve işsizliği finans hizmetinden ayıran anlayışın bilinçaltında pür devletçi kaygılar mevcuttur. Oysa Modelimizde sisteme dahil olan tüm unsurlar sonuçtan fayda elde etmektedir. Bu faydaların toplumsal tartışmaya açılması bile sistemin başlangıcı açısından önemlidir. Mikrokredi, ezilen kesimlerin yaygın olduğu gelişmekte olan piyasalarda finansal sistemin derinliğini artırarak spekülatif girişimleri caydırır, toplumsal barışa hizmet eder. Geniş ve güçlü bir orta sınıfın oluşmasına zemin hazırlayarak kalkınmada sıçramayı gerçekleştirir. Mikrokredi devletin finansal piyasalar aracılığıyla tek tek bireylere ulaşabilmesi anlamına gelir ki bu durum işsizlikle ilgili güçlü bir veri tabanının oluşmasına da hizmet eder. C. Bireysel Girişimciliğin Özendirilmesi Lizbon 1 Mutabakatı Toplantısı ve Hedefleri Avrupa Konseyi bilgiye dayalı ekonominin parçası olarak istihdamı, ekonomik reformları ve toplumsal uzlaşmayı güçlendirmek üzere birlik için yeni bir stratejik hedef üzerinde anlaşmaya varmak amacıyla 23-24 Mart 2000 tarihlerinde Lizbon’da özel bir toplantı düzenlemiştir. Avrupa Birliği’nde 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan Lizbon Stratejisi sosyal dışlanma ve yoksulluk sorununun çözümüne bütüncül bir yaklaşım getirmekte, bu sorunun çözümü için geliştirilen sosyal politikaların ekonomik büyüme ve istihdamla ilişkisini kurarak hem piyasa sistemini en etkin şekilde işler kılmayı hem de sorunu kalıcı bir şekilde çözmeyi hedeflemektedir. Bu strateji ülkemizde yeterli bir yansıma bulamamıştır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci göz önüne alındığında Lizbon Stratejisi, gerek sorunsal içeriği, gerek soruna yaklaşımı, gerekse de sorunu çözme yöntemi bakımından ayrıca önem kazanmaktadır. Bu bakımdan, Lizbon Stratejisi rehber alınarak, sosyal dışlanma ve yoksullukla 235 mücadelenin, sürdürülebilir büyüme ve istihdam politikalarıyla uyumlaştırılmasının sağlanması; politikaların gerçekleştirilmesine ilişkin hedeflerin ve ilgili kurumların görevlerinin açık ve net bir şekilde tanımlanması; hedeflere ulaşmak konusunda somut değerlendirmenin yapılabilmesine yönelik gerekli ölçümleme, izleme ve yönlendirmeyi hayata geçirecek koordinasyon mekanizmasının ivedilikle oluşturulması 120 gerekmektedir . Birlik 2010 yılına kadar, daha iyi ve daha çok sayıda iş ve toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye dayalı dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi durumuna gelmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe yönelik olarak; Rekabetçi, Dinamik ve Bilgiye Dayalı Bir Ekonomiye Geçişin Hazırlanması için; Herkese açık bilgi toplumu, Avrupa araştırma ve yenilik alanının oluşturulması, yenilikçi işletmelerin, özellikle de KOBİ’lerin kurulması ve gelişmesi için uygun bir ortam yaratılması, iç pazarın tümüyle işler bir hâle gelmesi için gereken ekonomik reformlar, mali piyasalarda etkinlik ve entegrasyon, makroekonomik politikaların koordinasyonu: Mali konsolidasyon, kamu maliyesinin kalitesi ve sürdürülebilirliği, insana Yatırım Yaparak ve Aktif Bir Refah Devleti Kurulması gerekmektedir Avrupa Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi için; bilgi toplumunda yaşamak ve çalışmak için eğitim ve mesleki eğitim, Avrupa için daha çok iyi iş: Aktif bir istihdam modernleştirilmesi, politikasının toplumsal katılımın geliştirilmesi, artırılması, sosyal güvenliğin kararların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Daha Tutarlı ve Sistemli Bir Yaklaşım için; mevcut süreçlerin iyileştirilmesi, yeni bir şeffaf koordinasyon yönteminin hayata geçirilmesi, gerekli araçların seferber edilmesi amaçlanmaktadır121. 120 DPT, IV. İzmir İktisat Kongresi Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Çalışma Grubu Raporu, 2004, s. 6 121 TÜSİAD, Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanları Konseyi Belgesi 23-24 Mart 2000, Yayın No: Tüsiad-T/2003/1-346, 2003 236 D. Sermaye Piyasasının Türkiye Mikrokredi Modeli Açısından Önemi Finansal piyasa enstrümanlarından Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıkları ciddi önem arzetmektedir. Girişim (Risk) Sermayesi (joint venture), dinamik, yaratıcı ancak finansal gücü yeterli olmayan girişimlerin yatırım fikirlerini gerçekleştirmeye olanak tanıyan bir yatırım finansmanı türüdür. Aynı zamanda girişimin desteklenmesi açısından önemli bir olgu olan Risk Sermayesi ülkemizde yeterince olgunlaşmamış ve girişimciliğin artmasına herhangi bir etkide bulunamamıştır. Özellikle Başlangıç Sermayesi ihtiyacını gidererek faaliyete koyulmuş mikro işletmelerin faaliyetleri esnasında ihtiyaç duyacakları çalışma sermayesi ihtiyacına yönelik Risk Sermayesi (joint venture) faaliyetlerine ihtiyaç söz konusudur. Bu anlamda kurulacak Mikro Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı devlet tarafından teşvik edilmelidir. Kuşku yok ki bu kuruluş faaliyetlerini sermaye piyasası mevzuatına uygun olarak yürütmelidir. Sermaye piyasası faaliyetlerine aracılık eden aracı kurumlar ile bankaların; değer yaratmak kaydi para hacmini genişletmek ve menkulleştirmelerin (securitization) dayandıkları kıymetlerin dayandıkları uzaklaşmalarını önlemek somut amacıyla kıymetler özellikle ile reel eğitimli faaliyetlerden işsizlere yönelik girişimleri destekleyen sermaye piyasası faaliyetlerini yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Dolayısıyla bu iki piyasa arasındaki ilişkinin sağlıklı oluşu piyasadaki üretim birimlerinin çok ve küçük olmasıyla sağlanabilir. Büyük firmalara verilen krediler ile büyük firma varlıkları üzerine çıkarılmış menkul kıymetler ve hisselerinden oluşan, giderek de kaydi ve dolaylı olarak çoğaltılan sermaye piyasası enstrümanları ekonomik krizlere karşı hassasiyeti de o ölçüde artırmakta, bu yolla ekonomi psikolojik etkilere ve uluslararası likidite krizlerine fazlasıyla açık hale gelmektedir. 237 Piyasanın algılanabilirliği ve ölçülebilirliği de o ölçüde azalmaktadır. Dolayısıyla özellikle mesleki eğitim ve proje sahibi işsizlerin mikrokredi yoluyla başlangıç sermayesi imkanı bularak ortaya çıkaracakları mikro işletmeler ve bu işletmelerin reel piyasaya sağlayacakları katkı ve menkulleştirmelerin belli ölçüde mikro işletme faaliyetlerine dayanması ulusal ekonomiyi psikolojik etkiden arındıracak ve hassasiyetini azaltacaktır. Çalışmak, üretmek ve temel ihtiyaçlarını giderebilmek gibi önemli bir eşiği geçmiş insanların büyük çoğunluğa erişmesi toplamda ekstra bir sinerji yaratacak ve yeni oluşumların kapısını aralayacaktır. Önemli olan ekonominin gerçek fiyatı ile piyasa fiyatı arasındaki uçurumun derinleşmesini, reel piyasa (mal piyasası ve işgücü piyasası) faaliyetlerini sürekli büyüterek engellemektir. Sermaye piyasası temel esprisi itibarıyla reel piyasaya ve dolayısıyla istihdama hizmet etmelidir. Oysa uygulamada reel piyasanın efendisi durumundadır. Ülkemiz açısından önemli bir durum da teknolojik dışlanmışlıktır. Ülkemiz; teknoloji geliştirememekte, teknoloji transferini ise sınırlı ve geç başarmaktadır. Üretim bilgisinin üretilmesi ve kullanılması dünyada belirli ülkelerin tekeline geçmiş bulunmaktadır. Bu durum; emek ve sermayenin verimliliği ile ekonomik büyüme ve rekabete doğrudan etki etmektedir. Daha da önemlisi mikro işletmeler açısından oldukça önemli gördüğümüz Risk Sermayesi olgusunun gelişmesini de engellemektedir. Girişimci olmanın ön koşularından biri olan girişimcilik yeteneği ve bilgisi teknolojik gelişmelerle yakından ilişkilidir. Ülkemizde özellikle girişimci olmaya elverişli kültürel yapının olmayışına dair Tekinalp’in şu saptaması oldukça önemlidir: “Yalnız memurluk etmek, askerlik yapmak, kazançlı işlere rağbet göstermemek Türkleri eksiltmiş ve fakirleştirmiştir. Türklerin arazi sahibi olan birkaç yüzbininden gayrısı memurluk ve askerlikle geçinen proleteryadır. Bunlar açlıktan ölmeyecek kadar bir maaşla iktifa ederler. Türkler zaten şayan-ı hayret derecede kanaatkardırlar. İsraftan pek çekinirler. Yılda bir kere, o da bayram günü esvap yaptırırlar ve o esvabı yıl boyunca giyerler. Bu kadar az ihtiyacı olan bir halkta teşebbüs fikri ve gayret ateşi için bir saik 238 olmayacağından, bittabi Türkün hat-ı iktisadiyeleri de mahduddur, ticaretleri adeta yok gibidir.”122 Türkiye ekonomisi ve toplumsal yapısının girişimci üretememeye ilişkin tıkanıklığının ve talihsizliğinin bir sıçrama noktası ile aşılması gerekmektedir. Bunun yolu ise büyük ölçekli firmalar eliyle sanayileşmeye ağırlık vermek ve bu uğurda tarımsal üretim başta olmak üzere küçük üretimi ihmal etmek olmamalıdır. Devlet büyük ya da küçük üreten herkese yeterli AR-GE desteğini verebilmelidir. Kuşku yok ki devletin mikro işletmelere destek vermesi devasa işletmelere destek vermesinden daha kolaydır. Mikro işletmelere sağlanacak finansman desteğinin yanı sıra şu konularda destek sağlanmalıdır: strateji oluşturma, mali planlama ve bütçe oluşturma, pazar sorununu çözme, maliyet kontrolü, nakit yönetimi, mikro işletmeler arasında işbirliği sağlaması, mikro girişimcinin sosyal güvenlik sorununun çözülmesi. KOBİ’lere yönelik inovatif çözümler ve finansal desteklere ilişkin ciddi aşamalar kaydedilmiş olmasına rağmen daha küçük ölçekteki mikro işletmelere ilişkin çalışmalarda aşama kaydedilememiş olmasının nedeni girişimcilik ve sermayeye dair geçmişten gelen önyargılardır. Sermaye; aristokratik bir anlayışla üst sınıflara yakıştırılmış ve bu kesimlerin iştigal alanı olarak kabul edilmiştir. Bu durum merkantilist dönem ve sanayi devriminin gelişim dinamikleri doğrultusunda olağan karşılanabilir. Ancak bu sarsılmaz ön kabulün bir paradigma haline gelmesi toplumdaki bir hastalığa işaret eder. Girişimci, çalışmayan ama çalıştıran ve büyük ihtimalle zengin kişi olarak kabul edilegelmiştir. Oysa ki bağımlı ya da bağımsız ekonomik bir faaliyette bulunarak yaşamını idame ettirme refleksi bir insan hakkı olarak algılanmalıdır. 122 M. Tekinalp (Aktaran: LANDAU J.M , “Tekinalp Bir Türk Yurtseveri” (1883-1961) , İletişim Yayınları , İstanbul,1996) 239 1. Mikro İşletmelere Yönelik Risk Sermayesi Modeli Kurumlar Fon Risk Sermayesi Şirketleri -Mikro İşletme Tasarrufları -Bireysel tasarruf -Emeklilik Fonları -Bankalar -Sigorta Şirketleri -Kamu Destek K A R Yatırım Girişim Yapan Mikro İşletme K A R Piyasa B O R S A K A R Şekil 3 : Risk Sermayesi Mikro İşletme (RS-Mİ) Yukarıda geliştirmeye çalıştığımız risk sermayesi mikro işletme modelinin özü mikro işletmelerin risk sermayesi şirketleri aracılığıyla topladıkları fonları kullanarak yaptıkları yatırımların piyasada değerlendirilmesini esas alır. Ancak mikro ölçekte bir işletmenin faaliyetinin sermaye piyasasında herhangi bir borsa aracılığıyla değerlendirilebilmesi mevcut ölçeğiyle mümkün olmadığından bunların birleşerek piyasada değerlendirilmesi mümkün olabilir. 2. Gayri Resmi (Enformel) Finansal Sektör Gayri resmi sektör terimi tek bir tür ekonomik aktivite ya da pazarı içermez fakat pazarda, işçi pazarında ve finansal pazarda ticari emtiaların gayri resmi bir şekilde kontratlanmasıyla ilgili bir çok işlemi kapsar. Gayri resmi sektör konsepti ilk olarak Uluslararası İşçi Örgütü’nün (ILO) 1970’lerin başındaki Dünya İstihdam Programı’yla ortaya çıktı. Gayri resmi, paralel, kara, yer altı, bölünmüş, organize olmamış, parçalanmış ve kısıtlı pazar gibi terimler literatürde değişik şekillerde resmi olarak düzenlenen ve denetlenen ülkelerde dışarıda adı geçen çeşitli ekonomik aktivite şekillerini açıklamak için kullanılmaktadır. Bu durumda 240 resmi düzenleme ve kontrollerin ötesindeki bütün aktiviteler yapıları gereği gayri resmi addedilirler. Geleneksel gayri resmi finans; tefeci, tefeci dükkanı, arkadaş ve akrabalardan alınan borçlar, gayri resmi pazarlardaki tüketici kredisi, kredi birlikleri, ROSCA’lar (Rotating Savings and Credit Associations – Döner Tasarruf ve Kredi Birlikleri, Bangladeş’te aynı zamanda Loteri Samities olarak bilinirler), para koruyucular, yüksek satış mağazaları, çek bozduran pazarlar ve hükümet dışı organizasyonlar gibi terimleri içerir.123 Tanımsal kavramların zaman içerisindeki değişimleriyle gayri resmi sektörün göreceli önemi de değişikliğe uğramış oldu. 1970’lerin başlarında bu sektörün ekonomideki önemi ve terminolojiler üzerine çok tartışmalar yapıldı. 1980’lerde, kullanılan markaya bakılmaksızın bu fenomeni anlamaya yönelik odaklanmalarla beraber yeni terimler türedi. 1992’ye kadar gayri resmi terimi; serbest meslek, mikro teşebbüsler, yer altı ya da kara borsa ekonomisi ve gündelik iş gibi değişik isimlerde kullanıldı. Ekonomik dualizm, önemsiz mal üretimi, marjinal ve geleneksel sektör gibi terimler gündemden inmiştir. Dolayısıyla, gayri resmi aktivitelerle iş yapan kişiler uygun tabirle korumasız yoksul işçiler, gayri resmi kişiler ve girişimciler olarak adlandırılabilir. Gayri resmi sektör konseptinin popülaritesinin politika uzmanları ve hükümetler arasında popüler olması yoksullukla ilgili konulardan türemiştir.124 Ülkemizde de “tefecilik” şeklinde kendini gösteren gayri resmi finansal sektörün büyüklüğü hakkında bilgi sahibi olamayışımız önemli bir eksikliktir. Çünkü resmi finansal sektörün başarısının sorgulanmasında bu önemli bir veri olacaktır. Ülkemizde girişimiliğin ve dolayısıyla üretimin güdüklüğünün altında yatan en önemli sorun finansal piyasanın başarısızlığıdır. Doğru ve yeterli fonlamayla fırsat eşitliğinin sağlanamamasıdır. 123 Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007, s.64. 124 Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007, s.65. 241 Birleşmiş Milletlerin wor teftişi geçim sağlayacak yapısına rağmen gayri resmi sektörün ekonomik büyümeyle birlikte solmadığını ortaya koymuştur. Gelişmekte olan dünyada gayri resmi sektör 1980’lerden bu yana istihdam artışının merkezi gibi olmuştur. Kemer sıkma politikalarının yapısal uyum programlarıyla belirlendiği bir çevrede üretim şekillerinin değişmesi ve artan rekabetle birlikte resmi sektör artan iş gücü açısından yeterli istihdamı oluşturmakta başarısız olmuştur. Gayri resmi sektör resmi sektördeki fazla işçi gücünü adeta bir sünger gibi emmektedir. Bangladeş’te her yerde bulunmasına rağmen gayri resmi finans sektörü, döner sermayeyi sabit sermayeye göre görece küçük çapta kredilendirdiğinden geniş bir şekilde daha görünmezdir. Gayri resmi kredi düzenlemelerinin hızla yön değiştiren farklılıkları ve gayri resmi borç verenlerin çeşitliliği genellemeleri zorlaştıran bir başka faktördür. Gayri resmi borç para verenler ofis dışında işlem yapmazlar ve sadece birkaç kayıt tutarlar. Gayri resmi finans sektöründeki operatörlerin çoğunluğu bireylerdir ve işlemler borçlu ve kredi veren arasında yüz yüze yapılan görüşmelerle oluşturulan güven temelindedir. Genelde karşılıklı teminat konusu ele alınmaz, kredinin güvenliği borçlunun geçmişinde bulunan kredi kayıtlarına, kişisel iyi niyetine ve ödemeyi sürdürebilecek sosyal durumuna dayanır. Faiz oranı esnekliği kredi verene fonların fırsat maliyetlerinin ve taahhüt risklerinin karşılanması olanağını verir. Çok sık fahiş faiz oranları ve borçlanmanın diğer açık ve örtülü masraflarına rağmen gayri resmi kaynaklardan borç alanlar bu kaynaklarla iş yapmanın nedenlerini tekrarlayarak ve övünerek anlatırlar. Finansal aracılık teorisinin terminolojisinde asimetrik enformasyondaki riskler resmi sektöre oranla muhtemelen gayrı resmi sektörde daha düşüktür. 125 Gayri resmi finansın ekonomik gelişmedeki rolünü belirtmede birçok yazar gayri resmi finansın hem sosyal hem ekonomik olarak faydalı bir işlevi olduğunu vurgular. Gayri resmi finans resmi sektörün sık sık sağlayamadığı 125 Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007, s.65. 242 fakat kırsal kesim tarafından önem arz eden örneğin eğitim, sağlık hizmetleri ve diğer acil giderler gibi konularda finansmanın kaynağıdır. Gayri resmi finansın ekonomik alana katkısı resmi finans kadar değer oluşturabilmesidir. Yoksula yeni risk sermayesi genellikle gayri resmi sektörden sağlanacaktır. Akademisyenler ve politikacılar arasında giderek artan görüş ise şu anki koşullar altında (örneğin, yapısal uyum, fiyat düşüşü) bir çok gayri resmi aktivitenin geçmişte marjinal olarak adlandırılmasına rağmen yoksullara yönelik risk sermayesi açısından önemli ekonomik değerler ihtiva ettiği yönündedir. Mikrokredi uygulamalarının yaygınlık kazanmaya başladığı bazı Afrika ve Asya ülkelerindeki gayrı resmi finans sektörünü, ülkemizdeki acımasız tefecilik sistemi ile karşılaştırmak isabetli değildir. Bu sektörü daha ziyade ülkemizdeki dini ve/veya geleneksel sosyal yardım sektörüne benzetmek daha doğru olacaktır. Bu tarz yapılanmaların yardım düzeyinden kredi düzeyine çıkamamasının nedeni ülkemizde tefeciliğin oluşturduğu kötü imaj ve donörlerin bu şekilde damgalanmaktan duydukları korkudur. 3. Sermayenin Demokratikleştirilmesi ve Finansal Antropoloji Finansmanın “insan”ı içermeyen salt bir matematiksel sistem olarak ele alınması özünde komünist kaygılar taşır. Finansmanın bireye indirgenmesi, bireye indirgenmiş bir finansal yaklaşımda da teminat merkezli borçlanmanın yeniden tartışılması gerekmektedir. Basel II yaklaşımı teminatlar açısından bankacılığı biraz daha aristokratikleştirmiş ve sistemin kalkınmanın lokomotifi olmasından öte kendini korumaya dönük hale gelmesine neden olmuştur. Ekonomi biliminde; bireyi ele alan mikro ekonomi gelişmiş ve üzerinde önemle durulmuştur. Tüketim teorisi birey, üretim teorisi de firma eksenli olarak ele alınmışır. Ancak finans biliminde özellikle istihdam yaratıcı finans 243 genellikle risk sermayesi (capital venture) kapsamında ele alınmış birey ve firma açısından ciddi geçişkenliğin sözkonusu olduğu mikrofinans konusu ülkemiz açısından ihmal edilmiştir. Finansmanın önemli bir ayağı olan finansal antropoloji ihmal edilmiştir. Bu durum aynı zamanda piyasa ekonomisinin özgürleştirme iddiasına yönelik samimiyetsizlik eleştirilerinin de nedenidir. Ekonomik krizlerin çoğunluğu dışsal etkilerden kaynaklanan finansal krizlerdir. Sarsıntı dereceleri ise piyasadaki finansal derinlikle yakından ilişkilidir. Krizlerin öngörülmelerinde ve atlatılmalarında finansmanın bireye indirgenmesinin etkisi büyük olacaktır. Zira ekonomik faaliyetler, tüketim bazında bireye indirgenmiş üretim bazında ise birey seyirci ve edilgin bırakılmıştır. Bu durum ise gelişmekte olan piyasaların uluslararası oyuncular tarafından uzaktan kumanda edilebilmesinde önemli bir etken olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların % 90’a yakın bölümü finans kurumlarından ya finans hizmeti almıyor ya da az alıyor. Bu durum bir çok gelişmekte olan ülkede finans hizmetinin demokratikleşmemiş olduğunu ortaya koymaktadır126. 126 Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor), s. 9 244 İş piyasası Ulusal İstihdam Politikası Sermaye Piyasası Ulusal Para ve Sermaye Piyasası Politikaları (Bankacılık) Sermayenin Demokratkleştirilmesi İŞ-KUR SPK-BDDK (İlgili mikro işletme Birimi) -Mesleklendirme -İhtiyaç (Finansman tipi belirleme) (Mikrofinansman Birimi) -Mikro işletmelere yönelik sermaye piyasası enstrümanları oluşturmak/koordinasyon ve denetim İşsiz/Mİkrokredi Müşterisi Şekil 4: Sermayenin Demokratikleştirilmesi Klasik modelde mali piyasa (para ve sermaye piyasası) iş piyasasından bağımsız olup iş piyasası “insanı” mali piyasa ise finansal varlığı esas alır. Oysa bu durum sermayenin tabana yayılmasının önündeki en büyük engeldir. Bu iki piyasanın finansal antropoloji yaklaşımı ile entegre hale getirilmesi ve sermayenin demokratikleştirilmesi esas olmalıdır. E. Türkiye İşgücü Piyasasının Mikrokredi Açısından Elverişliliği Türkiye İstatistik Kumu 2007 Yoksulluk Çalışması sonuçlarına göre; Ülkemizde fertlerin yaklaık % 0.54’ü gıda yoksulluğu anlamındaki mutlak açlık sınırının altında, yüzde 18.56’ sı ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Satınalma gücü paritesi çerçevesinde, kişi başı günlük harcaması 1 doların altında olan fert bulunmamakta, buna karşın 2.15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırının 245 altında bulunan fert oranı % 0.63 olarak tahmin edilmiştir. Yoksulluk sınırı kişi başı günlük 4.3 dolara çekildiğinde ise yoksul fert oranı % 9.53 olarak belirlenmiştir. (www.tuik.gov.tr) Bu durum yoksulluğun yaygın hale geldiğini ve yoksul kesimlerin ekonomiye dahil edilmesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır. Halen uygulanmakta olan yapısal değişim projeleri (aşırı istihdamın azaltılması gibi) köyden kente göç dalgasını tersine çevirebilecek ve pek çok ücretlinin mikro girişimciliğe yönelmesini sağlayacak niteliktedir ve bu haliyle mikrofinansman için uygun bir ortam bulunmaktadır. Hali hazırda MFK’ların hedef kitlesine de hitap etmekte olan Ziraat ve Halk Bankası’nın özelleştirilmeleri sonucunda doğabilecek boşluk, yeni kurulacak MFK’lar için bir potansiyel ortaya çıkarabilir. Coğrafi büyüklük ve bölgesel farklılıklar da mikrofinansman için olumlu faktörler arasında sayılmalıdır. Aynı zamanda eğitimli işsizlik, genç nüfus yapısı, tarımdaki gizli işsizlik, hızlı kentleşme gibi olgular ülkemiz piyasasını mikrokredi açısından elverişli hale getirmektedir. 246 F. Türkiye’ye Özgü Mikrokredi Modelinin Uygulayıcısı Ticaret Bankaları Açısından Mikrokredinin Banka Yapısı İçindeki Yeri Günümüzde bankacılık diğer mal ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren kuruluşlar gibi faaliyetlerini toptan ve perakende olarak ayırmış bulunmaktadır. Bu durum gelişen teknoloji ile beraber bankaların birey düzeyindeki hizmetlere yoğunlaşabilmesi ile mümkün olabilmiştir. Hali hazırda örgütlenme yapıları içerisinde mikro işletme bankacılığını kurumsallaştıramamış olan ticari bankaların örgüt yapısı içinde mikro işletme bankacılığının yukarıda geliştirdiğimiz şekilde de görüldüğü gibi perakende bankacılığın bir alt birimi olması gerektiği kanaatindeyiz. BANKA Toptancı Bankacılık (Wholesale Banking) Kurumsal Bankacılık (Merchant Banking) Ticari Bankacılık (Commercial Banking) Perakendeci Bankacılık (Retail Banking) Özel Bankacılık (Private Banking) Bireysel Bankacılık (Individual Banking) KOBİ Bankacılığı (SME Banking) Mikro işletme Bankacılığı (ME Banking) Şekil 5: Ticari Banka Mikrokredi Uygulamasının Banka Örgütsel Yapısı İçindeki Yeri 247 1. Türkiye’deki Bankaların Yönelemediği Pazar: Kırsal Yoksullar ve İşsizler Türkiye’de yoksul ve/veya işsiz olarak nitelendirebileceğimiz insanların yoğun olarak bulunduğu en önemli alanlardan biri kırsal kesimdir. Ancak Kırsal istihdamın üçte ikisini oluşturan tarım sektörü çalışanlarının yüzde 93’ünü kapsayan “kendi hesabına çalışanlar” ile “ücretsiz aile işçileri”nden kaynaklanan geleneksel istihdam yapısı, kırsal kesimde açık işsizliğin ortaya çıkışını engellemekte, verimsiz üretim yapısının devam etmesine ve işsizlik oranının ülke ortalamasının aksine bir hayli düşük değerler almasına neden olmaktadır. Kırsal alanda son yıllarda artış eğilimi gösteren işsizlik yüzde 5,9 ile kentlerdeki işsizlik oranından (yüzde 13,6) bir hayli düşük kalsa da, önemli düzeyde gizli işsizlik barındıran tarım sektörü hesaplama dışı tutulduğunda tarım dışı işsizlik yüzde 16,1 seviyesine ulaşmakta ve işsizlik kentlere kıyasla daha önemli boyutlara ulaşmaktadır. İşsizlik sorunu daha ziyade genç erkek nüfusu etkilemektedir. Tablo 16: Nüfus Sayımlarına Göre Köy ve Şehir Nüfusları Sayım Yılları Köy 1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 2000 2008 Köy Şehir Şehir Nüfusu Nüfusunun Nüfusu Nüfusunun (milyon Payı (%) (milyon Payı (%) kişi) 10,3 12,4 13,5 14,1 15,7 17,1 18,9 20,6 21,9 23,5 25,1 23,8 23,2 23,8 17.9 75,8 76,5 75,6 75,1 75,0 71,2 68,1 65,6 61,6 58,2 56,1 47,0 41,0 35,1 25.0 kişi) 3,3 3,8 4,3 4,7 5,2 6,9 8,9 10,8 13,7 16,9 19,6 26,9 33,3 44,0 53.6 24,2 23,5 24,4 24,9 25,0 28,8 31,9 34,4 38,4 41,8 43,9 53,0 59,0 64,9 75 Kaynak: DİE, Genel Nüfus Sayımları Toplam 13,6 16,2 17,8 18,8 20,9 24,0 27,8 31,4 35,6 40,4 44,7 50,7 56,5 67,8 71.5 248 Kırsal istihdamın yaklaşık üçte ikisini oluşturan tarım sektörünün (bitkisel üretim, hayvancılık, su ürünleri ve ormancılık alt sektörleri) GSYİH içindeki payı dönemler itibarıyla azalma göstermiştir. 1980 yılında yüzde 26,1 olan tarım sektörünün GSYİH içindeki payı 1990 yılında yüzde 17,5’e 2004 yılında ise yüzde 11,2’ye düşmüştür. Tablo 17: Sektörlerin GSİYH İçerisindeki Payı (Cari Fiyatlarla, %) 1980 1990 2000 Tarım 26,1 17,5 14,1 Sanayi 19,3 25,5 23,3 Hizmetler 54,6 57,0 62,6 Toplam 100,0 100,0 100,0 Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2005 2004 11,2 24,9 63,9 100,0 Tarım sektörünün istihdamdaki payı 1990 ve 2000 yıllarında sırasıyla yüzde 46,9 ve yüzde 36 olarak kaydedilmiş, 2004 itibarıyla yüzde 34 oranında gerçekleşmiştir. Sektör ulusal istihdam içindeki nispi önemini büyük oranda korumaktadır. Tablo 18: Tarım Sektörü ve Tarım Dışı Sektörlerde İstihdam (bin kişi) Yıllar TÜRKİYE Tarım Tarım Dışı Toplam 2008 5.016 16.177 21.193 % 23.6 76,4 100,0 2004 7.400 14.391 21.791 % 34,0 66,1 100,0 2000 7.769 13.811 21.580 % 36,0 64,0 100,0 1995 9.080 11.506 20.586 % 44,1 55,9 100,0 1990 8.691 9.848 18.539 % 46,9 53,1 100,0 Kaynak: DİE Hane halkı İşgücü Anketleri KIR Tarım Tarım Dışı 4.369 2.815 60,8 39,2 6.716 3.233 67,5 32,5 7.349 3.128 70,1 29,9 8.635 2.559 77,1 22,9 8.308 2.515 76,8 23,2 Toplam 7.184 100,0 9.949 100,0 10.477 100,0 11.194 100,0 10.823 100,0 Diğer taraftan, imalat sanayii üretimindeki gelişmelere de bağlı olarak tarım sektörü dış ticareti, mutlak olarak artmasına karşın, toplam dış ticaret içerisindeki payı azalmaktadır. Bu süreçte, tarımsal ihracatın payı tarımsal ithalata göre daha hızlı bir düşüş göstermektedir. 249 Ayrıca, gıda sanayii imalat sanayii üretim değerinin yüzde 20’sini oluşturmakta ve yaklaşık 250 bin kişiye istihdam sağlamaktadır. Son yıllarda gıda sanayiinin gösterdiği gelişme eğilimi; iç ve dış talebin gelişimi, tarımsal ürün çeşitliliği, gıda güvenliği ve kalite konularında tüketici bilincinin gelişmesi, organik tarım ürünlerine artan ilgi ve talep, AB’ye uyum süreci, tarımsal rekabet gücünün artırılması ve gelirin yükseltilmesi yönünde potansiyel ve fırsatlar sunmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’nin coğrafi konumu itibarıyla, yüksek gelirli AB ülkeleri ile birlikte Karadeniz, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkas ülkeleri pazarlarına erişim avantajı bulunmaktadır. Tarım ve gıda ürünleri ticaretinin serbestleşme eğilimleri ve AB ile tek pazar perspektifi dikkate alındığında, bu fırsatlardan yararlanılabilmesi için sektörün işgücü, örgütlenme, pazarlama ağlar ve doğal kaynak potansiyelini harekete geçirerek piyasa koşullarıyla uyumlu rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşması büyük önem kazanmıştır. Kırsal ekonominin güçlendirilmesinde; önemli istihdam alanı olan tarım sektörünün yapısal sorunlarının çözümü önemini korumaktadır. Tarımsal yapının zayıf yönleri aşağıda özetlenmektedir: ♦ Küçük ve parçalı işletme yapısı, ♦ Geçimlik ve yar geçimlik üretimin yaygın oluşu, ♦ Mesleki eğitim, örgütlenme ve işbirliği konularında etkinsizlik, ♦ Tarımsal ürünlerin kalite ve standartlar açısından iyileştirme ihtiyacı içinde olması, ♦ Tarım-sanayi entegrasyonunun zayıflığı ve pazarlama güçlükleri, ♦ Eğitim ve yayım hizmetlerinde yetersizlik ♦ Düşük verimlilik, ♦ Sermaye ve mali kaynak yetersizliği, ♦ Tarım topraklarında yaşanan erozyon sorunu, ♦ Kamu örgütlenme yapısının dağınıklığı. 250 Bu zayıflıklar, üretimde verimsizlik kısır döngüsü içerisinde çiftçi gelirlerinin yeterli düzeye ve istikrara kavuşması, yaşam kalitesinin yükselmesi önünde engel teşkil ederken, yoksulluk sorununu da beraberinde getirmiştir. Göç eğilimlerinin devam etmesi nedeniyle kırsal ekonomi işgücü ve sermaye gibi üretken güçlerini kaybetmektedir. Bu etki, tarım arazilerinin sınırlı olması kadar geçim kaynaklarının çoğunlukla ormancılığa bağımlı bulunduğu, pazara ve hizmetlere erişim imkanları açısından görece dezavantajlı olan orman köylerinde ve kent merkezlerine uzak kırsal yerleşimlerde daha yoğun hissedilmektedir. Ormanlık alanlarda bulunan 20.726 orman köyünde 7,7 milyon kişi yaşamaktadır. Bu köyler, kişi başına düşük milli gelirleriyle Türkiye’nin en yoksul ve sosyo-ekonomik açıdan en az gelişmiş toplum kesimlerinden birini oluşturmaktadır. Kırsal ekonomi istikrarlı bir çeşitlenme eğilimi göstermektedir. Ancak, kırsal alanın iş imkanları sunma konusundaki performansı tarımdan ayrılan işgücü ile karşılaştırıldığında yeterli seviyeye ulaşamamıştır. Kırsal ekonominin çeşitlenme eğiliminde; yerel kaynaklara, coğrafi koşullara, kırsal alanların kentlerle ilişkilerine, sanayi ve turizm merkezleri ile hizmetlere erişim imkanlarına bağlı olarak hem bölgeler arasında hem bölgelerin kendi içlerinde önemli farklılıklar görülmektedir. Kırsal kesimde işgücüne katılım oranlarının kentlere kıyasla daha yüksek tespit edilmesi, kentlerden farklı olarak; kadınların çoğunlukla ücretsiz aile işçisi şeklinde tarımda istihdam edilmesi ve öğrencilerin örgün eğitim sürecinden erken ayrılmalarından kaynaklanmaktadır. Tarım istihdamının yapısal sorunları, çiftçi gelirlerinin istikrarsız ve yetersiz oluşu, tarım dışı gelir getirici faaliyetlerin kısıtlı olması, kırsal yoksulluğun daha geniş toplum kesimlerini etkilemesine neden olmaktadır. Kentler ve kırsal alanlar için hesaplanan Gini katsayıları dikkate alındığında 251 kırsal alanlarda dengeli bir gelir dağılımı tespit edilmesi, gıda ve gıda dışı yoksulluğun daha geniş toplum kesimlerini etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, yoksullukta eşitlik koşullarının egemen olduğunu göstermektedir. Yoksulluk sorunu; geniş aile yapısına sahip hanelerde yaşayanları, kadınları, yevmiyeli olarak tarımda çalışanları, eğitim düzeyi düşük kesimleri, tek ebeveynli aileleri ve engellileri daha fazla etkilemektedir. Gelir kaynaklarının yetersizliği ve düzensizliği, kayıt dışı istihdam koşulları ve sosyal güvenlik sistemindeki yetersizlikler nedeniyle tarım kesimi başta olmak üzere kırsal kesimde çalışanların çoğunluğu sosyal güvenlik şemsiyesi dışındadır. Çalışanların sosyal sigorta kapsamı dışında olması, aynı zamanda sağlık sigortası hizmetleri dışında kalmalarına da neden olmaktadır. Bu durum, kişilerin yeşil kart sistemine geçmesine veya sağlık güvencesinden yoksun yaşamalarına neden olmaktadır. Kırsal işgücünün eğitim düzeyi, kırsal kalkınmanın hızlandırılması açısından en önemli kısıtlardan birini oluşturmaktadır. 2004 yılı itibarıyla, kırsal işgücünün ancak yüzde 24’ü sekiz yıllık ilköğretim ve dengi meslek okulu veya üzeri, yüzde 14’ü ise lise ve dengi meslek okulu veya üzeri öğrenim düzeyine sahiptir. Kırsal alanda tarım ve tarım dışı sektörlerde gelir, iş ve istihdam olanaklarını artırıcı beceri geliştirme ve meslek edindirmeye yönelik yaygın eğitim hizmetlerinin uygulanması önemini korumaktadır. Sosyo-ekonomik koşulların yanında, kırsal nüfusun örgün eğitim olanaklarına erişiminin ilköğretimden sonra sınırlı bulunması, öğrencilerin örgün eğitim sürecinden zorunlu olarak erken ayrılmalarında etkili olmaktadır. Tüm ilköğretim okullarının yüzde 73’ü köylerde kurulu bulunurken, ortaöğretim kurumlarının ancak yüzde 7’si köylerde bulunmaktadır. Diğer taraftan, nüfusu azalan ve eğitim hizmetlerine erişim güçlüğü yaşanan köylerde bulunan sınırlı sayıdaki öğrenciye eğitim hizmetleri sunumunun daha etkin ve sürekli kılınması amacıyla taşımalı eğitim hizmeti verilmektedir. 252 Kırsal alanlarda, ortaya konulan eğitim politikaları sonucunda sağlanan olumlu gelişmelere rağmen, kırsal ve kentsel nüfusun eğitim düzeyi ve kırsal alanda eğitim hizmetlerine erişimde cinsiyet eşitsizliği önemini korumaktadır. 2002 Hane halkı İşgücü Anketi sonuçlarının da gösterdiği üzere kırsal nüfus içerisinde 15 ve üstü yaş grubunda okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 80,5 olarak gerçekleşmiştir. Diğer taraftan, 2004 yılında köy ilköğretim okullarında her 100 erkek öğrenciye karşılık yaklaşık 88 kız öğrenci eğitime devam etmektedir. Kırsal kesimde, 2000 yılında yaklaşık 3 olan doğurganlık hızı, 2003 yılında 2,65’e gerilemiştir. Bu değer az gelişmiş bölgelerde 4’ün üstüne çıkmaktadır. Ancak, kırsal yerleşimlerdeki kadınların sadece yüzde 57,7’si doğum öncesinde doktor hizmeti alabilmektedir. Doğumların yüzde 35’i ise evde yapılmaktadır. Sağlık hizmetlerine doğrudan erişim imkanı bulan köy oranının düşük olması ana çocuk sağlığı, koruyucu sağlık hizmetleri ve mobil sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasını ve etkin kılınmasını zorunlu kılmaktadır. 2005 yılı itibarıyla, yaklaşık 35 bin köy ve sayıları 40 bini aşan köy bağlısı yerleşim birimi bulunmaktadır. Türkiye’de kırsal yerleşimlerin plansız, dağınık, küçük ve sayıca fazla olması, köylerin önemli bir bölümünün yüksek, eğimli, engebeli sahalarda kurulmuş bulunmaları fiziki ve sosyal altyapı hizmetlerinin sunumunun aksamasına neden olduğu gibi, kırsal yerleşimlerin kalkınma açısından belirleyici olan ekonomik ölçeği yakalayamaması sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca, kırsal yerleşimlerin topoğrafik konumu ve yapılaşma şekli, doğal afetlerden kaynaklanan riskleri artırmaktadır. Diğer taraftan, köylerde yeni yerleşim yeri belirleme, imar planı yapımı ve kredili konut yapımı talebi artmaktadır. Planlı dönemde (1960 sonrası), kırsal ekonomilerin geliştirilmesi, kırsal alana hizmet ve altyapı sunumunun etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi, küçük ve dağınık kırsal yerleşim yapısından kaynaklanan sorunların çözümünde kamusal hizmetlerin maliyet etkinliğinin artırılması ve merkezi konumdaki 253 köyün hizmet sunum kapasitesinin artırılması amaçlanmıştır. Bu çerçevede, kırsal alanlarda yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik model arayışları çeşitlenmiş, geliştirilen merkez köy, köy-kent gibi kalkınma modelleriyle bu temel sorunun çözülmesine çalışılmıştır. Ancak, kalkınma, planlama ve uygulamayla ilgili gelişmeler sınırlı kalmış, köy yerleşim birimlerinin ancak yüzde 1’i planlı yerleşime kavuşabilmiştir. Kırsal alanlarda, fiziki altyapı hizmetlerinden köy yolları, içme suyu, kanalizasyon ve arıtma tesislerinin yaygınlaştırılması ve standartlarının yükseltilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Diğer taraftan, elektrifikasyon ve haberleşme altyapıları büyük ölçüde tamamlanmıştır. Ancak, söz konusu altyapıların iyileştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Hane halkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’nin uzun vadeli bilgi toplumuna dönüşüm hedefinde, kırsal kesimin bilgiye erişim imkanları kısıtlı kalmaktadır. Kişisel bilgisayarlara sahip olma ve internete evde erişim imkanı olan hane oranı nispeten düşüktür. 2005 yılı itibarıyla internete erişim imkanı olan hanelerin oranı kentte yüzde 11,6 iken, kırsal yerleşimlerde yüzde 3,5 düzeyinde tespit edilmektedir. Kentsel alanlarla sosyo-ekonomik bütünleşmenin sınırlı olması ve bireylerin örgün eğitim sürecinden daha erken ayrılması göz önünde bulundurulduğunda, özellikle genç nüfus için bilgiye erişim imkanlarının artırılması büyük önem kazanmaktadır. Doğal kaynaklar ve temiz kırsal çevre, kırsal kalkınmanın hızlandırılmasında önemli potansiyel alanlardan birini oluşturmaktadır. Toprak, su, mera ve orman kaynakları, biyolojik çeşitlilik (gen, tür ve ekosistem çeşitliliği), doğal güzellikler; hızlı kentleşme ve sanayileşmenin yarattığı olumsuzluklar, turizm faaliyetlerinin plansız gerçekleştirilmesi, yerleşimlerin altyapı eksiklikleri, doğal afetler, bilinçsiz ve aşırı kaynak kullanımı gibi faktörler nedeniyle yıpranma kalmaktadır. Havza bazında sürdürülebilir tehdidiyle doğal karşı kaynak karşıya yönetimi uygulaması; toprak, su, orman ve mera kaynaklarının kullanımında önem 254 kazanmaktadır. Su ürünleri stokları ve yetiştiricilik potansiyelinin değerlendirilebilmesi açısından stokların sürdürülebilir kullanımı ve su kirliliğinin kontrol altına alınması önemini korumaktadır. Ülke coğrafyasının aşırı eğimli yapısı nedeniyle toprak kaynaklarının en önemli sorunu, tarım topraklarının da yaklaşık yüzde 60’nı tehdit eden erozyondur. Kabiliyetlerine uygun kullanılmayan arazilerin, toplam arazi varlığının yüzde 30’unu aşması diğer önemli sorun alanını oluşturmaktadır. Bu sorun, ağırlıklı olarak yüksek verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanıma açılması; buna karşılık, orman, mera, fundalık ve çalılık vasıflarını haiz arazilerin ise tarım veya terk edilmiş tarım arazisine dönüşmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Su kaynakları ve tarımsal üretim ilişkisi açısından da önemli sorunlar yaşanmaktadır. Ekonomik olarak sulanabilir alanların yaklaşık yüzde 40’ının sulamaya açılmamış olması, tarımsal verimliliğin artırılmasında önemli bir potansiyelin varlığını işaret etmektedir. Mevcut sulamalarda tamamlayıcı altyapı çalışmalarının gerçekleştirilmesi, yararlanıcıların bilgi ve örgütlenme düzeyi, kullanılan sulama teknikleri ile ilgili sorunlar önemini korumaktadır. Diğer taraftan; kontrolsüz ve plansız kentleşme, yerleşme, sanayileşme ve turizm faaliyetleri doğal zenginliklerin tahribine, kırsal ekonominin bağımlı olduğu tarım ve kıyı alanlarının kirlenmesine yol açmaktadır. Özellikle, orman kaynakları yangınlar, aşırı ve amaç dışı kullanımlar nedeniyle erozyona uğramaktadır. Mevcut kaynağın yaklaşık yarısının bozuk ve vasıfsız orman alanlarından oluşması, sınırlı miktardaki nitelikli orman alanlarının korunması ve geliştirilmesi hususunda teknik ve idari önlemlerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Belediyelerin katı atık toplama ve bertaraf, kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisi altyapılarının yetersiz olması nedeniyle, atık suların ve katı atıkların ayrıştırılmadan alıcı ortamlara ve kırsal çevreye bırakılması su ve toprak kaynaklarının niteliklerinin düşmesine neden olmaktadır. 255 Türkiye’de gelişmişlik farklılıklarının giderilmesine yönelik politikaların uygulamaya konulmasıyla kırsal alanın gelişmesi ve kırsal toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi açısından bazı gelişmeler kaydedilmişse de, istenilen hedeflere ulaşılamamış, gelişmişlik farklılıkları varlığını korumuştur. Halen demografik özelliklerinin yanı sıra, gelir yapısı, fiziki ve sosyal altyapı, istihdam, girişimcilik, insan kaynakları, sosyal hizmetlere erişim, çevre kalitesi, kadının rolü gibi konularda kır-kent arasındaki dengesizlikler varlığını korumakta ve bölgesel gelişmişlik farkları ile birlikte ele alındığında daha da derinleşmektedir. Bu nedenlerle, merkezi yönetim, yerel yönetimler, özel kesim ve sivil toplumun işbirliği ile kaynakları etkin ve verimli kullanarak yöre halkının katılımını esas alan kırsal kalkınma faaliyetlerinin hızlandırılması amacıyla kalkınma stratejilerinin belirlenmesi ihtiyacı doğmuştur. 2. Mikrokredi Uygulamasını Destekleyici Gıda Bankacılığı Esasları Gıda Bankacılığı (Food Banking); Üretici, satıcı veya hizmet sunanların elinde bulunan ancak son kullanım tarihinin yaklaşması, paketleme hatası, üretim, ihracat veya ihtiyaç fazlası gibi nedenlerle bunlar açısından değerini kaybeden ve çöpe gitme ihtimali bulunan malların ihtiyaç sahibi olanlara ulaştırılmasını amaçlayan bir sistemdir. 1967 yılında çok küçük bir organizasyon olarak Amerika Birleşik Devletlerinde başlayan bu sistem, bugün 200 den fazla gıda bankası ile, ABD’de her yıl 23 milyondan fazla iyi beslenemeyen insana (bunun 8 milyonu çocuk ve 4 milyonu yaşlı) acil gıda yardımı sağlamaktadır. Bu sistemde ekonomik açıdan durumu iyi olmayan vatandaşlar ile ellerinde çeşitli nedenlerle piyasaya sürülemeyen veya pazarlanması verimli olmayan ihtiyaç fazlası gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddeleri bulunan üretici, lokanta, market, otel vb. gerçek ve tüzel kişiler arasında köprü oluşturularak, bir yandan israf önlenmekte diğer taraftan da sosyal adaletin sağlaması yolunda önemli bir adım atılmaktadır. 256 Tüzüğünde veya senedinde ihtiyacı bulunanlara gıda, temizlik, giyecek ve yakacak yardımı yapabilmesine ilişkin hükümler bulunan ve kâr amacı gütmeyen dernek veya vakıf Gıda Bankası olarak faaliyet göstermektedir. Gıda Bankası, üretici veya satıcılardan bedel ödemeden almış olduğu ürünleri aracı işlevini görerek ihtiyacı olanlara düzenli ve sağlıklı bir şekilde ulaştırılmasını sağlamaktadır. Gıda Bankacılığı, çeşitli sebeplerle pazarlama imkânı olmayan veya satışı ekonomik olmayan gıda, giyecek, temizlik ve yakacak mallarını elinde bulunduran üretici, satıcı veya hizmet işletmelerinin bu sistemde daha etkin olarak yer almasını sağlayacak vergisel teşvikleri de içermektedir. Gelir Vergisi Kanunun 40 ve 89 uncu maddelerinde yapılan değişiklikler ile, fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda maddelerinin maliyet bedelinin vergi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınabilmesi imkânı sağlanmıştır. 5281 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile gıda yanında 01.01.2005 tarihinden itibaren temizlik, giyim ve yakacak maddeleri de kapsam içerisine alınmıştır. Buna göre, Gıda Bankacılığı kapsamında gıda, temizlik, giyim ve yakacak maddesi bağışlayan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri bağışa konu malların maliyet bedellerini vergiye tabi kazancın tespitinde gider olarak göz önünde bulundurabileceklerdir. Ayrıca, gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan malların maliyet bedellerinin tamamı, yıllık beyanname ile bildirilen gelirden indirilebilmektedir. Diğer tarafta, Katma Değer Vergisi Kanununun 17 inci maddesine göre, gıda bankacılığı faaliyetinde bulanan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda, temizlik, giyim ve yakacak maddelerinin tesliminde katma değer vergisi hesaplanmayacaktır. Gıda Bankacılığı yapan dernek veya vakıf bağışlanan mala karşılık bağış makbuzu vb. belgeyi düzenleyerek bir örneğini bağış yapana verecek ve kurduğu organizasyon ile teslim aldığı makarnaları 257 bedelsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtacaktır. Sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülecek olan Gıda Bankacılığına ilişkin esaslar şu şekilde ele alınabilir; STK'ları, gıda maddelerinin güvenli, etkili ve uygun bir şekilde nakli, depolanması, ve muhtaçlara dağıtılması için gerekli olan düzenleme yeteneği, teknik kapasite ve elemana sahip olmalıdır. STK aracılığıyla dağıtılacak gıda maddeleri ücret karşılığı dağıtılamaz, üçüncü kişilere satılamaz. Kâr, komisyon vb. talep edilemez. Gıda bankacılığı yapacak STK, ürünlerin depolanması, tasnifi, muhafazası ve dağıtımı için uygun depo alanları tahsis eder. Ürünlerin dağıtılacağı ihtiyaç sahibi kişi ve ailelerin listeleri STK'nın oluşturacağı bilgi bankasında yer alacak, dağıtım organizasyonları söz konusu listelere göre yapılacaktır. Dağıtım organizasyonu kargaşa, kaos ve kişilerin mağdur olmasına sebep olmayacak şekilde planlanacak ve gerekli güvenlik önlemleri alınarak gerçekleştirilecektir. Dağıtım esnasında kişilerin onurunun zedelenmesine sebep olabilecek şekilde teşhir edilmesinin önlenmesi esas alınacaktır. İhtiyaç sahipleri arasında hiçbir ayrım yapılamaz. Ürün dağıtımında tek kriter, kişilerin temel beslenme ihtiyacı için gerekli satınalma güçlerinin bulunmayışı ve doğal afete maruz kalmış kişiler olmalarıdır. Gıda maddeleri STK'nın yönetici, üye ve yakınlarına dağıtılamaz. Son kullanma tarihi geçmiş, insan sağlığına zararlı ve standartlara uygun olmayan ürünler dağıtılamaz. 258 Türk bankacılık sistemi bir yandan tüm kesimleri hem mevduat hem de kredi anlamında sisteme dahil etmeye çalışırken diğer yandan para piyasası aktörleri olarak bankacılığın sosyal sorumluluklarını tanımlamak ve bunları bankacılık mesleğinin etik ilkelerinin ötesine taşımak zorundadır. Nitekim bu kapsamda yaratıcı çözümlerle işsiz ve yoksul kesimi değer yaratmaya bu değeri sermaye piyasasında çoğaltmaya, bu yolla kaynak yaratmaya yaratılan kaynağın sağladığı menfaatin bir kısmını sosyal sorumluluk alanına taşımaya, kendi bünyesinde gıda bankacılığı mekanizmasını kurmaya ve yoksulluğa savaş açmaya çalışmak durumundadır. G. Mikrofinansman Uygulamasında Karlılık Mikrofinans kârlı olabilir. MicroBanking Bülteninden alınan verilere göre, dünyanın en büyük mikrofinans kuruluşlarından 63’ünün ortalama getiri (kâr) oranı, enflasyon ayarlaması yapıldıktan ve bu programların aldığı devlet yardımları çıkartıldıktan sonra, bunların toplam aktiflerinin yaklaşık yüzde 2,5’idir. Bu oran, ticari bankacılık sektöründeki kâr oranlarıyla kıyaslanabilen bir düzeydedir ve mikrofinansın perakende bankacılık sektörüne giriş için yeterince çekici bir yol olabileceği konusundaki yaygın umudu beslemektedir. Pek çok kişi, mikrofinans yöntemi bankacılık sistemine dahil edildiğinde, müşteri sayısında kitlesel bir artışın olabileceğine inanmaktadır. H. Mikro Girişimcinin Mesleki Eğitimi Meslek eğitimi talebinin düşük olmasının bir nedeni yetersiz enformasyon ise de diğer ve asıl nedeni, kişilerin mesleğini icra edebileceğine ilişkin hususlarda karamsar davranmasına neden olan koşullardır. Mesleki eğitimin ön koşul olduğu bir mikrokredilendirme imkanı bu süreci olumlu etkileyecektir. Bireylerin mesleklerini icra etmek üzere kuracakları mikro girişimler için kaynak bulabileceklerine olan inançları güçlü olduğunda mesleki eğitim talebi artacaktır. Kaynak bulma konusundaki 259 endişelerin ortadan kalkması başarılı mikrokredi uygulamaları ile mümkündür. I. Batıdaki Çalışan Sahip (Worker Ownership) Sisteminin sürdürülebilirliği sorunlarını Türkiye’de Geliştirilmesi Enflasyon, büyüme ve borçların çözümlemek, istihdam artışını beraberinde getirmemektedir. Bu hususlar, gerekli ve ön şartlardır. Ancak sorunun çözümü için, yeni yatırımlar yanında, girişimciliği özendirecek özel stratejiler de geliştirmek gerekiyor. Türkiye’de işsizliğin azaltılmasında iki stratejinin uygulanması etkinleştirilmelidir: Bunlardan birincisi, insanların kendi kendilerine gelir getirici bir faaliyette bulunmalarını sağlayacak şekilde, kendi hesaplarına çalışmalarına yardımcı olunmalıdır. İkincisi ise, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nitelikli ara insan gücünü oluşturacak şekilde, istihdam imkanları bulunan mesleki ve teknik eğitim almış insan gücünün yetiştirilmesinin sağlanmasıdır. Türk girişimciliği yetersiz olmakla birlikte, yüzlerce yıl ticari hayatın dışında kalmış olan insanımızın sahip olduğu cesaret, hırs, yeniliğe karşı uyum gibi girişimcilik açısından önemli nitelikler yanında, gerekli bilgi açığının da kapatılmasıyla, ülkemizdeki girişimcilik faaliyetleri giderek artmaktadır.. Selçuklular döneminde ve Osmanlıların kuruluş döneminde bir esnafsanatkar örgütü olan Ahilik teşkilatı, başarılı olmasına rağmen, Osmanlı devletini oluşturan toplum grupları arasında bir iş bölümüne gidilerek, Türkler ticari işlerin dışında bırakılmıştır. Osmanlı Devletinde ticareti, daha çok Rum, Yahudi ve Ermeniler üstlenirken, Türkler askerlik, ulemalık, bürokratlık ve hayvancılık ile tarım gibi işlere yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla Türk toplumu yedi sekiz nesli kapsayan 260 çok uzun yıllar ticaretin dışında kalmış ve Türk toplumunda gerek sosyokültürel ve gerekse ahlaki açılardan arzu edilen ölçüde bir ticari altyapı ve ticaret kültürü eksikliği oluşmuştur. Ancak, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve özellikle İttihat ve Terakki döneminde “Türk’ten iş adamı ve tüccar yapma”, “Müslüman ve Türk ticaret adamı” oluşturma konusunda çalışmalar yapıldı. Türk’ten iş adamı ve tüccar yapma çabaları, Osmanlı Devletinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde çok önem kazanmıştır. Cumhuriyetin ilan edilmesinden 9 ay önce, 1923 Şubat ayında İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde alınan ilke kararlarından birisi de, “Türk ve Müslüman ahaliden tüccar ve iş adamı oluşturma” konusundadır. Yeni Cumhuriyetin bu politikası 1930’lu yıllara kadar sürdürülmüştür. ABD’ de ortaya çıkan Worker Ownership sisteminde hatırı sayılır sayıda girişimci küçük miktardaki birikimlerini bir araya getirerek oluşturdukları işletmenin hem çalışanı hem de ortağı olarak hem fiziksel hem de zihinsel güçlerini bir araya getirmektedirler. Nitekim yirmi civarında emekli öğretmenin bir araya gelerek kitap satmak üzere kurduğu Amazon firması günümüzde dünyanın en büyük firmalarından biri haline gelmiştir. Ülkemizde bu amaçla bir araya gelip büyüyen firmalarda mevzuat boşluğu nedeniyle yaşanan istismarla cesaret kırıcı olmuştur. Oysa istihdam sorununun aşılması yeni nesil girişimcilerin ortaya çıkması ile yakından ilişkilidir. J. İşsizliğin Çözümü İçin Girişimcilik (Kendi Hesabına Çalışmak) İşsizliğin azaltılması için, kendi hesabına iş yapmak bir çözüm yolu olarak görülmelidir. Girişimci; üretim için gerekli faktörleri bir araya getirerek, mal ve hizmet üretimi için gerekli işi başlatan, ayrıca üretim için gerekli finansman kaynaklarını ve üretimin değerlendirileceği pazarları bulan kişidir. 261 Bir kişinin girişimci olabilmesi için, risk ve sorumluluk üstlenebilme, dinamik bir kişilik, yeniliklere açık olma, kendi hesabına iş yapabilme tutkusu gibi belirli niteliklere sahip olması gerekir. Bazıları kendi kendisinin patronu olmak, başkalarından emir alarak çalışmamak için, bazıları ise mevcut iş alternatiflerinin sağlayacağı kazanımlardan daha fazlasına ulaşmak için, kendi hesaplarına iş yapmayı isteyebilirler. Ayrıca, kendi geleceğini kendi karar ve gayretleriyle şekillendirmek, daha bağımsız ve esnek bir iş ortamına sahip olmak yanında, yeni iş fırsatlarını değerlendirme de kendi işini kurmada etkili olabilir. Diğer taraftan, kendi hesabına iş yapmak isteyenler, bağımsız olmayı arzulayabilir ve bu amaçla riskleri göze almak isteyebilir. Kişilerin bu kabiliyeti ve azmi, rekabet ortamının zorluklarını yenilebilmesinde en önemli faktörlerden birisidir. Kendi hesabına çalışmayı arzu edenler, aynı zamanda piyasadaki boşlukları gören kişilerdir. Tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını algılayıp, bunun yerine getirilmesi doğrultusunda genellikle yenilikçi fikirlere sahip olurlar. Girişimcilik niteliğinin kazandırılmasında aile ve çevrenin etkisi olduğu gibi bu nitelik eğitimle kazandırılabilir. Bu bakımdan, liselerin ve üniversitelerin istisnasız bütün bölümlerinde seçimlik ders olarak “Girişimcilik dersi” mutlaka programa konulmalıdır. Çünkü, işsizlikten kurtulmak için hangi eğitim ve öğretimi alırsa alsın kişiler, kendi işlerini kurmaları açısından yönlendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Avrupa Birliği ülkeleri mesleki ve teknik eğitimi, istihdamın en önemli aracı olarak değerlendirirken, ülkemizde mesleki ve teknik eğitime mevcut durumdan çok daha fazla önem verilmelidir. 262 Türkiye’deki yüksek işsizlik oranlarına rağmen işyerleri, nitelikli ara işgücü temininde zorlanıyor. Ülkemizde mevcut eğitim sistemi, rekabetçi ekonominin ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi ve beceriye sahip işgücü yetiştirilmesinde yetersiz kalırken, kalifiye işgücünün yetiştirilmesi büyük ölçüde özel sektörün çabalarıyla ancak gerçekleştirilebiliyor. III. TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA SÜRECİ A. Mikrokredi Başvurusu ve Başlangıç Sermayesine Devlet Garantörlüğü Ülkemiz mikrokredi uygulamasının gayri resmi organizasyonlardan ziyade bankalar tarafından yürütülmesi gerekmektedir. Bunun en önemli nedeni ülkemizde bankacılık sisteminin işleyiş olarak birçok gelişmekte olan ülkeye rağmen daha iyi durumda olmasıdır. Dolayısıyla Türkiye mikrokredi modelinin tamamen piyasa işleyişi içinde oluşturulması gerekmektedir. Modelin bir ayağı mikrokredi müşterisi olarak tanımlayacağımız yoksul/işsiz birey diğer ayağı ise genelde sermaye piyasası özelde ise ticaret bankalarıdır. Bu iki unsur arasında mikrokredi uygulamasının sağlıklı olarak işlemesini sağlayacak olan devlet iki şekilde sisteme dahil olacaktır. Birincisi modelin bir ayağı olan yoksul/işsiz bireyin mikrokredi müşterisi haline gelmesini sağlayacak olan mesleklendirme ve yerel mikrokredi merkezine yönlendirme faaliyeti olacaktır. Devletin üstleneceği sermaye ve para piyasasına ilişkin sorumluluk ise SPK ve BDDK mevzuat ve teamüllerinin sermayenin demokratikleştirilmesi ekseninde yeniden düzenlenmesi ve ticaret bankalarının bu konuda ihtiyaç duyacağı garantörlüğe ilişkin kaynağın sübvansiyonların belli bir kısmından sağlanması olacaktır. Bu anlamda mesleklendirilmiş ve mikrokredi hakkında bilgilendirilmiş yoksul/işsiz birey, yerel mikrokredi merkezine başvurarak ticaret bankaları açısından potansiyel bir müşteri haline gelecektir. Yerel banka ile mikrokredi ilişkisi kurulan mikrogirişimciye pazarlama ve geri ödeme performansına ilişkin know-how 263 desteği verilecektir. Devlet tarafından ilgili birimlerce büyüyen ya da birleşen mikro işletmeler KOBİ haline getirilecek ve profesyonel anlamda yönetim desteği sağlanacaktır. 1. Kendi Hesabına Çalışmada En Önemli Sorun: Sermaye Kendi hesaplarına çalışmak isteyenlerin karşılaştıkları sorunların en önemlilerinden birisi yetersiz sermayedir. Kendi hesaplarına çalışmak isteyen kişiler, çoğunlukla sermaye yetersizliği nedeniyle kendi işlerini kuramamakta ve işsiz kalarak daha da fakirleşmektedir. Devletten iş istemeyen, istihdam sorununa kendi çözümlerini üreten ve vergi ödemek isteyen girişimcilerin en büyük sorunlarından biri olan sermaye temini konusunda, geri ödemesi olmak kaydıyla, küçük bir başlangıç sermaye ile desteklenmeleri gerekir. Türkiye’de nüfus yapısının genç ve dinamik olması sebebiyle, kendi hesabına çalışmayı özendirmek, işsizliğin azaltılmasında önemli bir fırsat olarak görülmektedir. Türkiye’de dağıtılan toplam kredilerin sadece % 3’ü küçük ve orta boy işletmelere tahsis edilirken, bu oran ABD’nde % 42.7, Federal Almanya’da % 35, Japonya’da % 50’dir. Burada finansal ihtiyaç, girişimcilerin piyasadan kazanmak yerine, külfetsiz bir nimet olan sübvansiyonlar aracılığıyla para kazanma, başka bir ifadeyle devleti aracı yaparak toplumdan gelir transfer etme eğilimi olmamalıdır. Piyasalardan kazanmak yerine, devletten kazanmanın çok yaygın bir yol olduğu toplumumuzda bu eğilim ortadan kaldırılmalıdır. Burada amaç veya ifade edilmek istenen husus, devleti aracı yaparak başka kesimlere yapılması gereken kaynak transferini daha düşük faizli, daha uzun vade ve daha fazla ödemesiz devresi olan krediler elde edilmesi 264 olmamalıdır. Ancak, finansal sorunlar esas olarak bir sübvansiyon sorunu olarak algılanmamalıdır. Almanya’daki küçük ve orta ölçekli işletmelerin sermayesinin ortalama olarak sadece % 40’ı öz sermayeden oluşmakta, % 60’ı borçlanmak suretiyle karşılanmaktadır. Almanya’da bu konuda yapılan araştırmalar, işletme ölçeği büyüdükçe toplam sermaye içinde öz sermaye payının arttığını göstermektedir. Mevcut istatistikler dikkate alındığında ise, ülkemizde Almanya tablosunun tam tersi bir tablonun mevcut olduğu belirtilebilir. Ülkemizde işletmeler küçüldükçe işletmenin öz sermaye oranı artarken, borçlanma oranı azalmaktadır. Bu oran (toplam yatırımlar içindeki kredi payı) Türkiye’deki KOBİ’lerde % 7-8’lere düşmektedir. Bu oranın ölçek büyüklüğü azaldıkça daha düşük seviyelere indiğini, çok küçük işletmeler olarak tanımlanan 1-9 personel çalıştıran işletme grubunda % 2-3 seviyelerine kadar düştüğü belirtilebilir. Genç girişimci adayları için bu oran % 1’lerin bile altında kalmaktadır. Bu konu, üzerinde hassasiyetle durulması ve kısa sürede değiştirilmesi gereken bir Türkiye gerçeğidir. İyi yetişmiş nitelikli, hırslı işsiz gençlerimiz gerekli itici güç olan sermayeye ulaşmaları halinde, kendi hesaplarına çalışmaya başlayarak, üretime ve istihdama katılma konusunda istekli olacaklardır. Vatandaşlarımız genel olarak borçlanmadan korkmakta veya borçlanmanın iyi karşılanmaması nedeniyle, mümkün olduğu kadar kendi imkanlarıyla hareket etme eğiliminde olmaktadır. İş adamlarımız borcun gelecekteki faiz ve anapara ödemelerinden ürkmekte, kendi yağları ile kavrulmayı tercih etmektedir. 265 Halbuki girişimci, kendi parasıyla değil, başkalarının parasıyla iş yapabilen, bu riske girebilen ve bunun için gerekli ikna etme ve gücen verme yeteneğine sahip olan kişilerdir. Ancak, mevcut duruma, bankalar ile diğer borç veren kurumların da küçük işletmelere fazla ilgi göstermemeleri ve krediyi insana değil tapuya vermeleri de etkili olmaktadır. Toplumda her para sahibi olan ve yatırım için gerekli fonlara sahip kişi ve kurumların çoğu girişimcilik niteliklerine sahip olmayabilirler. Buna karşılık, girişimcilik niteliklerine sahip olan insanların çoğunun da yatırım için gerekli parası yoktur. Dolayısıyla, bu niteliklere sahip kişilere, ihtiyaçları olan fonları aktaracak mekanizmaların geliştirilmesi gerekir. Burada önemli olan borçlanmak veya borçlanmamak değildir. Önemli olan ne zaman, ne kadar ve hangi şartlarda borçlanılacağının iyi belirlenmesidir. Kendi karşılaştıkları hesaplarına çalışmak en sorun, önemli isteyenlerin bankalar finansman tarafından bulmada teminat olarak gayrimenkul ipoteği istenmesidir. Aslında bankalar gayrimenkule kredi vermektedir. Halbuki kendi hesabına çalışmak isteyenler, sahip oldukları gayrimenkulleri nakde çevirip yatırım yapmak istemektedir. Ekonomik açıdan doğru olan da budur ve küçük işletmelerin bu yolda teşvik edilmesi gerekir. Kendi hesabına çalışmak isteyen ancak küçük bir sermayeye ihtiyaç duyanlar karşısında bankalar gayrimenkullerle kendilerini garantiye almaktadırlar. Ancak, bankaların teminat konusundaki bu tutumu küçük girişimciyi iş kurmada zorlamaktadır. Ticari Bankalar krediyi, girişimcilik niteliklerine sahip veya elinde ekonomik açıdan uygulanabilir projeleri olan kişilere değil, gayrimenkulü olan kişilere tahsis etmektedir. Kendi işini kurmak isteyene değil, tapuya kredi verilmektedir. Bu durum, potansiyel kendi hesabına çalışmak isteyenlerin işlerini başlatmalarını çok zorlaştıran önemli faktörlerden birisidir. Bu bakımdan, ticari bankalardan ayrı olarak, bu durumu kavrayan ve anlayan 266 mikro finans kuruluşları kurularak yaygınlaştırılmalı ve kendi hesabına iş kurmak isteyenlere sermaye sağlanmalıdır. 2. Hükümetin Mikrofinansın Desteklenmesindeki Rolü Hükümetin mikrofinans konusunda karmaşık bir rolü vardır. Son yıllara kadar, hükümetler, genel olarak, dezavantajlı insanlar için kredi programları da dahil “kalkındırma finansı” kaynağı yaratmanın kendi sorumlulukları olduğuna inanıyorlardı. Kırsal bölge kredi programlarının yirmi yıllık geçmişi ve eleştirisi, hükümetlerin yoksullara kredi/ödünç verme konusunda çok kötü bir iş yaptıklarını göstermektedir. Politikacıların kontrolü altındaki kredi kuruluşları için kısa vadeli politik kazançlar baştan çıkarıcı bir işlev görmektedir; bu kuruluşlar fonlarını çok çabuk (ve düşüncesiz) harcamakta ve sadece arada sırada (temerrüde düşen borçlulara karşı sert davranmakta isteksiz) tahsil etmektedirler. Kentsel bölgelerde ise, hükümetler aslında bu işe hiç girmediler. Kentsel bölgelerde, devlet yardımlı mikro-işletme kredisi kırsal bölgelere kıyasla hâlâ oldukça seyrek ve nadirdir. Fakat artık mikrofinans oldukça popüler bir hale gelmiştir ve hükümetler mikrokredi dağıtmak için tasarruf bankaları, kalkınma bankaları, posta tasarruf bankaları ve ziraat bankaları gibi kuruluşları kullanma eğilimini göstermektedir.Ancak hükümetin geçmişteki tuzaklardan kurtulma niyeti ve bunu yapmak için uygun ve açık bir yolu olmadıkça ve olmadığı sürece, bu, genel olarak iyi bir fikir değildir. Pek çok hükümet, fonları çok taraflı ajanslardan mikrofinans kurum ve kuruluşlarına yönlendiren üst kurul ve kurumlar kurmuşlardır. Bu üst kurul ve kurumlar oldukça karmaşık olabilir ve mikrofinans konusunda birkaç tane başarılı örneği vardır. Mikrofinans konusunda başarılı olan üst kurul ve kurumlar, başarılı mikrofinans kuruluşlarının sırtında yükselirler ve bunun tersi söz konusu değildir. Son olarak, hükümetler, çok sayıda finansal aktörün 267 çok yoksul insanlara finans hizmetleri sunma yeteneğine etki eden mevzuat çerçevesiyle ilgilenerek de mikrofinans işine dahil olabilirler. Büyük işletmelerin ölçek ekonomisi avantajına karşılık mikro işletmelerde kapsam ekonomisi ve ağ ekonomisi avantajlarının oluşturulması hükümet desteği ile sağlanmalıdır. Hükümet mikro işletmelerin yeni ekonomide etkinliklerinin güçlü bir sanal organizasyon ile ortaya konulması ve pazarlama desteği sağlanması hususlarında her türlü desteği sunmalıdır. Bu iş için devlet tarafından işsizlik ve yoksullukla mücadelede kullanılan fonların bir kısmından yararlanılabilir. Mikro işletmelerin gelişmesine destek alanında Pazar geliştirme çok önemli bir husustur. Genlikle, mikro işletmeler, çok sınırlı pazarlarda birbirleriyle rekabet içinde kalmaktadırlar. Dolayısıyla, pazar imkanlarının genişletilmesi, gelir olanaklarının önemli miktarda arttırılması için hayati bir unsurdur. DÖSİM, 3B gibi kurumlar ve çeşitli kulüpler ve dernekler tarafından desteklenen fuarlar, pazar geliştirme alanında önemli bir rol oynamakla beraber, kapsam olarak oldukça dardırlar. Nispeten az sayıda kişiyi cezp etmekte, el sanatları sektörü ile sınırlı kalmakta ve aktif olmaktan çok pasif pazar geliştirme faaliyetleri ile daha büyük pazar sözleşmeleri, ürün tasarım ve ambalajlaması veya pazar araştırması konularında etkin destek sağlayamamaktadırlar. Pazar geliştirme alanında birtakım ek önlemlere gereksinim duyulmaktadır: Uluslararası alıcıları arayıp bulan ve yerel mikro işletmelere bu alıcıların tasarım ve kalite standartlarına uygun üretim yapmalarına yardımcı olunması, Daha geniş bir müşteri tabanı, Sürekli sınanan pazarlar ve pazar aracılığı programları, 268 Mikro işletmelerin daha geniş pazarlama olanakları konusunda bilgi sağlayan ve bu pazarlara yönelik üretim konularında destek veren yayım hizmetleri. Yukarıda sayılan önlemleri içeren bir program modeline örnek olarak Bangladeş Kırsal Kalkınma Komitesi gösterilebilir. Bu komite, binlerce kadın mikro girişimciye uluslararası pazarlarda satabilecekleri ürünleri üretmelerinde yardımcı olmuş ve bu ürünler için pazar kanallarını açmıştır. Bir başka model ise Tanzanya’daki İş Merkezi tarafından sağlanan pazar aracılık hizmetleridir. Bu Merkez, küçük işletme sahiplerine Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da alıcı bulmaktadır127. 3. Ulusal İstihdam Stratejisi ve Bu Stratejinin Önemli Bir Parçası Olarak Mikrofinansman Türkiye’nin bugüne kadarki sosyal ve ekonomik kalkınma sürecinde, modernleşme çabaları, sanayileşme ve sosyo-ekonomik dönüşümün bir sonucu olarak, kentsel ve kırsal alanlar arası gelişmişlik farklılıkları önemini korumaktadır. Bu süreçte, kırsal alanlar; kentlerin göstermiş olduğu gelişme ivmesini yakalayamamıştır. Türkiye ekonomisinin sanayi ve hizmet sektörleri lehine yapısal dönüşümü, bölgeler arası ve kırsal alanlardan kentlere gerçekleşen göç bunun temel nedenleri arasında bulunmaktadır. Bu kapsamda, bugüne kadarki en önemli gelişmeler; özellikle 1950’li yıllarda tarımdaki mekanizasyon süreci ile başlayan, 1980’lerde Piyasa Reformu Programının uygulamaya konulmasıyla serbestleşen ekonomi politikaları ile yeni bir ivme kazanarak kırsal nüfusun çözülmesi sonucunu doğuran kentleşme süreci ve 1980’den sonra tarım sektörünün ulusal ekonomiye katkısının yapısal olarak değişmesi ve oransal olarak azalmasıdır. 127 T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi” Ankara, 2000 269 1950’li yıllarda nüfusun yüzde 75’i köylerde yaşamaktayken, bu oran 1980’de yüzde 56’ya, 2000 yılında ise yüzde 35’e gerilemiştir. Ancak, nüfus yapısındaki bu hızlı değişime rağmen halen ülke nüfusunun önemli bir bölümü oluşturan 23,7 milyon kişi köy statüsündeki yerleşimlerde yaşamaktadır. 1995-2000 döneminde, 1980-1990 dönemine göre köylerden şehirlere gerçekleşen göçün ivmesi yavaşlamakla beraber, çalışma çağı yaş grubunda bulunan fertlerin köyleri terk etme eğiliminin önemini koruduğu görülmektedir. Göçün kırsal kesimin ekonomik ve sosyal yapısı üzerindeki etkileri bölgeler arasında önemli farklılıklar göstermektedir. Marmara bölgesi, Ankara ili, Ege ve Akdeniz kıyılarında bulunan illerde köyler göç almakta iken, ülkenin kalan kısmında ağırlıklı olarak göç vermektedir. 4. Sermaye Piyasasında Mikro İşletme Varlıklarına Dayalı Menkul Kıymetlerin Refinansmanda Kullanılması Mikro işletmeler bazında kurulacak olan ve mikro işletmelerin varlıklarına ortak bir ana şirketin sermaye piyasası aracılığıyla borsaya kote edilmesi ve bu şirketin varlıkları üzerine menkul kıymet çıkarılması çıkarılan bu menkul kıymet kazançlarından elde edilen fonların ise mikro işletmelerin yeniden finansmanında (refinansman) kullanılması mikro işletmeler için önemli bir kaynak sağlayacaktır. Bu sürecin işleyişi mikro işletmelere yönelik risk sermayesi konusu ele alındığında ortaya (Şekil 3) konulmuştu. 5. Mikro İşletme Faaliyetlerinde Otofinansman ve Kredi Koruma Sistemi Günümüzde işletmelere kaynak sağlayan kuruluşlar aynı zamanda yönetim desteği de sağlamakta ve firmanın moralitesini yakından takip etmektedirler. İster gerçek ister tüzel kişi müşterilerine ilişkin yaşam eğrileri (life cycle) hazırlamakta ve müşteri profillerini kayıt altına almaktadırlar. Bu 270 bilgiler aynı zamanda düzenli ve sistematik olarak devletin ilgili birimleriyle de paylaşılmaktadır. Mikro işletmelerde işletmenin bir yıl içerisindeki olumlu performansı kreditör bankanın finansal kaynağın yanı sıra finansal yönetim desteğinin de verilmeye başlanmasını sağlayacaktır. Bu nedenle başarılı bir mikro işletme hem kazancının tasarruf edilen kısmı ile otofinansman sağlayacak hem de yüksek moralite nedeniyle bankasından kaynak bulabilecektir. Bu anlamda otofinansman yoluyla oluşturulan mikro mevduatlar (micro savings) aynı zamanda kreditör banka açısından birer teminat niteliği de kazanacaktır. Bu durum mikrokredi müşterisi ile ilgili teminat sıkıntısını ortadan kaldıracağından mikro girişimciyi kısa sürede riski müşteriler grubundan çıkaracaktır. a. Mikrokredide Risk Sermayesi Yaklaşımı ve Kredi Garanti Sistemi Kredi Garanti Fonu 14 Temmuz 1993’te Türkiye ile Almanya arasında imzalanan teknik işbirliği anlaşması çerçevesinde kurulmuş mali kurumdur. Döner sermayenin açılış miktarı olan 3,5 milyon DM, 1994’te Almanya tarafından sağlanmıştır. İşletme için ana kurallar Halk Bankası ve Alman Teknik İşbirliği Ajansı (GTZ) tarafından belirlenmiştir. Fonun temel amacı, ticari bankaların teminat isteklerini karşılayamayan ve yüz kişiye kadar çalışanı olan küçük ve orta ölçekli işletmelere garanti sağlamaktır. Türkiye’deki bankalar, kredi talebinde bulunan kişi ve şirketlerden kredinin % 200 oranında ve genellikle ipotek de içeren teminat istemektedirler. Bu gereksinimi karşılayamayan işletmeler, Kredi Garanti Fonuna başvurabilir. Fon, aşağıdaki kurallara göre başvuruları değerlendirir ve garanti sağlar; Kredi talebi bir banka ile birlikte yürütülmelidir. Banka başvuruyu işleme koyar ve değerlendirir. Eğer başvuru sahibi teminat dışında 271 bankanın tüm gerekliliklerini karşılıyorsa başvuru dosyası başvuranın isteği üzerine Kredi Garanti Fonu’na transfer edilir. Başvuru sahibi TOSYÖV (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Vakfı), TESK ya da TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) üyesi olmalıdır. İşletmedeki çalışan sayısı, sahibi de dahil, bir ila yüz arasında olmalıdır. Yüzden fazla çalışanı olan şirketler için garanti ya da teminat hizmeti yoktur. İşletmeye sağlanacak teminatın azami miktarı 250,000 DM’nin Türk lirası karşılığından fazla olamaz. Fon, istenen banka kredinin % 80’inden fazlasını teminat veremez. Kredi teminatının süresi 5 yılı geçemez. Vadesi 5 yıldan fazla olan vadeli kredilere teminat verilmez. Teminat süresinin her yılı için % 2 komisyon alınır. Bir yıldan az olan garanti süreleri için komisyon ücreti yine % 2’dir. Ancak, bir başka kredi için yine aynı yıl içinde bir garanti talebi olursa, komisyon % 1 olur. Başvuru sahibi, muhasebe kurallarına uymak zorundadır ve Fon, teminat süresi boyunca işletmenin tüm muhasebe kayıtlarını inceleme hakkını muhafaza eder. Fon, banka kredi garantisini teminat altına almak için teminat ya da müşterek imza isteyebilir. Gayrimenkul teminatı üzerinde ısrar eden bankaların tersine, Fon her tür teminatı kabul etmektedir –makine, stok, araçlar gibi. Bugüne kadar, fona 40 başvuru olmuş ve tümü Halk Bankası’yla olan 14 firmanın (bir işletmenin sahibi kadın) garantileri onaylanmıştır. Fon, KOBİ’lere tüm bankalardan kredi teminatı verme eğiliminde olmasına rağmen bugüne kadar Halk Bankası dışında herhangi bir bankayla protokol yapılmamıştır. Bu üç nedenle açıklanabilir: Birincisi, fonun ek bankalarla acil anlaşmalar yapma ihtiyacı yoktur, çünkü garantiler için mevcut olan fonlar sınırlıdır. İkincisi, bankalar henüz kendisini kanıtlamamış bir kuruluşla garanti 272 programı içine girmek konusunda isteksizdir. Üçüncüsü, diğer bankalar tarafından KOBİ’lere verilen kredilerin faiz oranları Halk Bankası faiz oranlarından yüksektir, çünkü sübvansiyonludur. Fon yöneticileri şu anda sağladıkları garanti hizmetlerine olan talebin seviyesinden memnun değildir. Yöneticiler, düşük talep düzeyinin, Türk ekonomisinin Nisan 1994’ten beri içinde bulunduğu ciddi ekonomik koşullardan kaynaklandığına inanmaktadırlar128. b. Çalışma Sermayesi ve Mikro İşletmelere Yönelik Yeni Finansman Teknikleri Çalışma ya da başlangıç sermayesi (start-up capital) mikro işletmede süreci başlatan en önemli olgudur. Bu kavram bu nedenle Türkiye İsrafı Önleme Vakfı tarafından “Can Suyu” olarak adlandırılmıştır. Bunun en önemli nedeni başlangıç sermayesinin mikro işletme yaşam eğrisinin başlatıcısı olmasıdır. Bu başlangıçtan sonra sürecin işlemesini sağlayacak farklı finansman teknikleri uygulanabilecektir. Dolayısıyla çalışma sermayesinin istihdam üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. (1) Çalışma Sermayesi ve Çalışma Sermayesinin İstihdam Üzerindeki etkisi İşletmelerin varlıklara ve alacaklara bağlayacakları fonların kullanım yerleri işletmenin özelliklerine göre değişir. Bu varlıkların türü ve miktarı, belirli bir işletmenin ürettiği mallara, teknik gereklere ve yöneticilerin değer yargılarına göre değişir. Amaç işletmenin piyasa değerini artırmaktır. 128 T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi”, Ankara, 2000 273 Bu varlıkları esas olarak ikiye ayırırız. (i) Dönen varlıklar, (ii) Duran varlıklar. Bu ayrıma esas teşkil eden husus, varlığa bağlanan finansal kaynağın bağlanma süresidir. (i) Dönen Varlıklar: Bir çalışma dönemi içerisinde (genellikle bir yıl) en az bir kere nakit haline dönüşen veya nakit olarak tutulan varlıklardır. (ii) Duran Varlıklar: İşletmede bir yıldan uzun süre kullanılmak amacıyla, işletmeye kazandırılan varlıklardır. Bunlara yatırılan fonlar uzun dönemde azar azar serbest kalır. Örnek; makine ve teçhizat. Fonlar her yıl ayrılan amortismanlar yoluyla serbest kalırlar. Çalışma sermayesini oluşturan unsurlar dönen varlıklar dediğimiz kalemlerdir. Bunların başlıcaları ise şunlardır. Nakit (Kasa ve bankadaki paralar) Serbest Menkul Kıymetler:Her an pazarlanabilir menkul kıymetler (hisse senetleri ve tahviller) Kısa vadeli alacaklar (Alacak senetleri, müşteriler) Stoklar Peşin ödenmiş giderler Ancak yeni kurulan bir işletmede, başlangıç işletme sermayesi içinde menkul kıymetler ve peşin ödenmiş giderler yer almaz. Netice olarak ifade etmek gerekirse sabit yatırımların meydana getirdiği tesislerin hammadde, enerji, insangücü vb. harcamalarla üretime geçmesi ve ürettiği mamulün satılarak tekrar işletme gücü olarak işletmeye dönüşüne kadar geçen süre içindeki harcamalar işletme sermayesini oluşturmaktadır. Burada tanıtılan işletme sermayesi , daha net ifadeyle “başlangıç işletme sermayesi”dir. 274 (2) Mikrofinansman Teknikleri Mikrofinansman genel finansmanın işleyişinden çok farklı değildir. Sadece mevcut finansman tekniklerinin farklı bir ölçekte uygulanması ve sosyal kaygıların da dikkate alınmasını hedefler. Bu çerçevede mikrofinansman tekniklerini genel teknikler ve mikro leasing olarak ele alabiliriz. i. Genel Finansman Teknikleri Mikrofinansmanda çekirdek sermaye oluşumu için genel finansman modeli bankacılık kanunu çerçevesinde faaliyet gösteren ticari bankalarca verilecek olan mikrokredidir. Bu kredinin miktarı, müşteriye ödenme şekli ve geri dönüş şekli (vade ve miktar itibarıyla) ülkemiz için genel bir konsensüsle belirlenmeli ve alt ve üst sınırları mikro işletme ölçeğinde olmalıdır. Sınırları genişletilerek mikro işletme mantığından uzaklaşılması en önemli tehlikedir. Mikro işletmede kira ve kuruluş giderleri gibi giderler sıfır olmalıdır. Ülkemizde bir ticari işletmenin kuruluşuyla ilgili giderler yaklaşık 4.000 YTL civarındadır. Sadece bu giderler açısından bakıldığında mikro ölçekte bir işletmenin bu giderlerden muaf olması ve üretim yapılacak mekanın kamu tarafından tahsis edilmesi önemli bir gerekliliktir. Bu çerçevede geri dönmeyen kredilerin belli ölçekte kamu tarafından finanse edilmesi koşuluyla mikrokredi 5.000-10.000 YTL sınırlarında olmalıdır. Dolayısıyla mikro işletmeler için kullanılabilecek en yaygın finansman modeli borçlanmayla finansman yani mikrokredi olmalıdır. ii. Mikro Finansal Kiralama (Micro Leasing) ve Mikro Mevduat (Micro Savings) Bilindiği üzere leasing, bir kiralama şirketinin (Leaser) kiracı konumundaki şirketin (Leasee) gereksinimlerine uygun bir menkul ya da gayrimenkul değeri satın alıp bunu belli bir süre için şirketin kullanımına 275 tahsis etmesidir. Mikro işletmelerde kendi hesabına çalışmayı sağlayan araç gereçler ile makine ve teçhizatın finansal kiralama yoluyla elde edilmesi dünyada mikro leasing (micro leasing) olarak adlandırılmaktadır. Leasing işlemini büyük ölçekli yapan ve ticari bankaların birer yan şirketleri olan leasing şirketleri ülkemizde henüz mikro işletmeleri gündemlerine almamışlardır. Mikrokredide krediyi veren bankalar açısından en önemli sorun olan teminat sorunu leasing uygulamasıyla ortadan kalkmaktadır. Çünkü finansal kiralamaya tabi tutulan araç ve gerecin mülkiyet hakkı borç ödenene kadar kiralaya verende kalmaktadır. Bu durum aynı zamanda malın mülkiyetini iktisap etmek amacıyla başlangıçta mikro işletmenin daha istekli ve verimli çalışmasını sağlamaktadır. Küçük işletmelerin ekipman edinmek için diğer alternatiflere kıyasla leasingi tercih etmeleri için birkaç gerekçeyi şöyle ele alabiliriz. Küçük işletmeler leasing yoluyla makine ve teçhizata harcayacakları kendi kaynaklarını ellerinde tutarak nakit akışlarını geliştirirler. Çünkü birçok işletme karlı olup olmamalarının dışında nakit ihtiyacıyla ilgili yetersizlikler nedeniyle batmaktadır. Firma satın almalarla ilgili olarak yeterli özkaynağa sahip değilse satın almalarını leasing yoluyla yaparak özkaynak dengesinin bozulmamasını sağlar. Leasingin klasik garanti sisteminden farklı olarak avantajı malın kiraya verende kalmasıdır. Kaldı ki malların sigortalı olmuş olması ayrıca bir garantiyi ifade eder. Leasing makina teçhizat finansmanının en yüksek esneklikteki formudur. Çünkü leasing de finansör klasik finansörden farklı olarak borç alanın ödeme gücünü değil sektördeki saygınlığını yeterli görmek imkanına sahiptir. Leasingde otofinansman makinanın ekonomik ömrüyle paralel olduğundan makinanın üreticisi açısından da büyük avantaj sağlar. Ekonomik ömrü ve beraberinde borcu biten makinanın kullanılmaya devam edilmesiyle elde edilen kar ekstra bir kardır. Çünkü asıl kar borcun ya da makinanın ekonomik ömrü süresince kullanılmasından elde edilen kardır. 276 Ülkemizde leasing uygulaması yaygınlıkla kullanılmasına rağmen mikro işletme ölçeğinde yeterince tanıtılamamıştır. Daha önce önemli bir sorun olan katma değer vergisinin iş makinalarında yüzde bir seviyesine düşürülmesi önemli bir katkı sağlamışsa da ülkemizin teknolojik zayıflığı nedeniyle bu makinaların yurt dışından getirilmesi finansal kiralamanın da yabancı para üzerinden yapılması sık sık devalüasyon riski taşıyan ülkemizde borç alanların aynı zamanda kur riski almalarına da neden olmuş ve bu nedenle üretim açısından önemli olan bu güçlü finansal enstrüman yeterince kullandırılamamıştır. B. Başarılı Mikro Girişimlerin Büyüyerek ya da Birleşerek KOBİ’leşmesi Kurulacak olan mikro işletmelerden belirli bir büyüklüğe erişenler doğal olarak büyüklükleri açısından mikro işletme tanımından çıkıp KOBİ statüsüne kavuşacaklardır. Yeni KOBİ’leşen bu işletmelere derhal KOBİ’lere verilen tüm destekler verilerek uyum sorunları çözülmelidir. Ancak kendiliğinden KOBİ’leşemeyen ve faaliyet alanları ve işleyiş şekilleri itibarıyla KOBİ’leşmeye uygun olanların yapay müdahale ile birleştirilmeleri ve KOBİ’leşmeleri sağlanabilir. Gerek işgücü piyasasında gerekse sermaye piyasasında bu birleşmelere olanak tanıyan ve ortaya çıkan yeni birleşimleri destekleyen her türlü yenilikçi mevzuat ve kurumlaşma ortaya konulmalıdır. Bu durum Türkiye ekonomisinde yeni ve doğal girişimci tabanın ortaya çıkmasını sermaye birikiminin gerçekleşmesini sağlayacaktır. 277 C. Türkiye Mikrokredi Modelinin İşleyişi Çalışmamızdaki Türkiye Mikrokredi Modelinin esası, kredinin ticaret bankaları tarafından tahsis edilmesine dayanır. Yoksul ya da işsizlere yönelik ayrı bir özel finansman yapılanması içine girmenin ülkemiz bankacılığının geldiği yer itibariyle yararı ve gereği olmayacaktır. Yoksul/İşsiz Mikrokredi müşterisinin il ya da ilçe mikrokredi merkezine başvurması ile başlayacak olan süreç aşağıdaki akış şemasında da görüldüğü üzere kredinin ticaret bankasının ilgili şubesinin tahsisi ile sona erecektir. Teknik Destek Teknik Destek DPT BDDK (Ulusal Ajans ve TDA) V E R i V E R i KGF SYDTF ile Ortak Garantörlük V E R i İl/İlçe Mikro Kredi Merkezi Başvuru Veri Mikro Kredi Müşterisi K R E D i B A Ş V U R U Mülki İdare (SYDTF) Belediye Mesleki Eğitim V E R i V E R i KOSGEB Banka Şubesi Şube Mikro Kredi Departmanı Banka Genel Müdürlüğü İş-Kur Veri ve İstihbarat Akışı 278 Modelimizin işleyiş sürecine katkıda bulunacak olan birincil ve ikincil talep cephesi ile yine birincil ve ikincil talep cephesi arasındaki ilişki, finansal danışma cephesi ile sosyal danışma cephesinin de desteği ile gerçekleştirilir. Kredi tahsisinden sonra bu ilişki kredi geri dönüşleri ile mikro işletmelerin büyüme, birleşme ya da tasfiye devir sürecinde de devam eder. Mikrokredi arz-talep cephelerinin harekete geçirilmesi ve koordinasyonu devlet eliyle ve il/ilçe mikrokredi merkezi aracılığıyla gerçekleştirilecektir. Bu anlamda sağlıklı veri akışı ve depolaması modelimiz açısından oldukça önemlidir. Birincil Arz Cephesi -Ticaret Bankaları -Özel Finans Kurumları -Gönüllü Donörler -Devlet Garantörlüğü İkincil Arz Cephesi -Esnaf Birlik ve Kooperatifleri -Tarım Kredi Kooperatifleri -KOSGEB -KOBİ A.Ş -KGF Finansal Danışma Cephesi -SPK -BDDK -TBB Birincil Talep Cephesi Bilgi (İşlem) Merkezi -İşsiz ve/veya yoksul ancak mesleklendirilmiş Kadınlar, gençler ve sakatlar İkincil Talep Cephesi -Tüm meslek sahibi mikro girişimciler Sosyal Danışma Cephesi -İŞKUR -TOG -TİSVA -TDGBP -T.C Başbakanlık Kad. St. ve Sor. Gn. Md. -KEDV (Maya Mikrokredi) 279 Mikroişletmelerin ihtiyaç duyduğu başlangıç sermayesi, çalışma sermayesi ve büyüme-gelişme sermayesini oluşturacak fon kaynaklarına ilişkin işleyiş; şekil 6’da yer aldığı gibi farklı kaynakların birikimiyle gerçekleşecektir. Bu nedenle ülkemizde Kobi-Borsa çalışmasına benzer bir risk sermayesi yaklaşımına ihtiyaç vardır. Mikro İşletmelere İşletmelere Yö Yönelik Baş Başlangı langıç Sermayesi ya da Çekirdek Sermaye (Start(Start-Up Capital) Capital) Ticari Bankalar + Devlet Garantö Garantörlü rlüğü Mikro İşletmelere ma Sermayesi İşletmelere Yö Yönelik Çalış alışma Ticari Bankalar + Otofinansman Mikro İşletmelere İşletmelere Yö Yönelik Bü Büyüme – Geliş Gelişme Sermayesi RSmı RS-Mİ Yaklaşı Yaklaşım + Ticari Bankalar + Otofinansman Şekil 6: Mikro İşletme Fon Kaynakları 280 SONUÇ Gelecekte üretimin ençoklaştırılması amacıyla her yıl artan oranlarla doğal sermaye tüketimi, petrol vb. fosil kaynaklardan oksijene kadar herşeyin bu amaca feda edilmesi, refah, düzen, değer ve üretim kavramlarının yeniden tanımlanma ihtiyacı üretim ve çalışmaya ilişkin paradigmaların yeniden sorgulanması ihtimali mikrokredi benzeri uygulamaları önemli hale getirecek ve çalışma bu yolla ekonomik olmaktan çok kültürel bir olgu olarak ortaya çıkacaktır. Refah, sayısal değil sosyal anlamda tanımlanıp algılandıktan sonra sembol ekonomisi ya da manipülasyona dayalı ekonomi yerini “yeni ekonomi” ye bırakacaktır. Yeni ekonomide vazgeçilemez en önemli iki kriter çevre ve insan olacaktır. İnsanlar; devlet, fabrika vb. büyük organizasyonlarda istihdam edilmek yerine kendilerine uygun istihdam biçimlerine ilişkin arayışlara yöneleceklerdir. Çok kazanmak kadar; çalışmanın mahiyeti, boş zaman, sosyal aktivite, kendini gerçekleştirme ve ifade etme gibi olanaklar işi daha cazip kılacaktır. Küçük ya da mikro işletmeler aracılığıyla üretim devleti iş kapısı olmaktan çıkaracak, eğitimli ve/veya meslek sahibi insanları küçük veya mikro işletmeler kurmaya yöneltecektir. Böylece, manipülasyonlardan arındırılmış ve güvenin tesis edildiği piyasalarda insanlar başkaları tarafından istihdam edilmek yerine heba olan fiziksel ve zihinsel enerjilerini, kuracakları küçük ya da mikro işletmeler aracılığıyla üretime kanalize edeceklerdir. Ticaret bankalarının piyasadaki yoğun faaliyetleri bu arayışların hem tetikleyicisi hem de çözümü olacaktır. Bankalar bu yolla daralan Pazar sorununu da çözeceklerdir. Tezimizde; yoksulluğun, işsizliğin tetikleyicisi ya da bir başka ifade ile işsizliğin yoksulluğun yansıması olduğu, kapitalist sistem içerisinde yaratılmış olan düzen ve refah anlayışının mevcut algılayışıyla işsizliğin sona ermesine hizmet edemediği, bunun nedeninin ise sermayenin işsiz ve yoksul kesimden sermaye piyasasının da işgücü piyasasından uzaklaşması olduğu, ülkemizde 281 sermayenin demokratikleştirilerek yeni girişimci sınıfın mikro işletmeler aracılığıyla tabandan çıkarılması gerektiği, bankacılık sektörünün yeni bir anlayışla işsiz kesimi portföyüne katarak bu kesimin kendi hesabına çalışma (self employment) yoluyla direkt olarak istihdama katılmasına destek olması gerektiği, müteşebbis, emek ve sermaye kavramlarının klasik sosyalist ya da kapitalist anlayıştakine benzer bir tasnife tabi tutulmayıp bu üç unsurun iç içe geçtiği yeni üretim tarzı olan mikro işletmelerle hem işgücü piyasasının hem de sermaye piyasasının ulusal kalkınmaya daha çok hizmet eder hale geleceği savunulmuştur. Piyasa sisteminde sermaye piyasasının önemli bir çıkmazı vardır ve bu çıkmaz özellikle gelişmiş ülkelerde başlayan ekonomik krizlerin ve bu krizlerin diğer ülkelere bulaşmasının asıl nedenidir. Şöyle ki; gelişmiş piyasalarda sermaye piyasası reel ekonomik faaliyetin ortaya çıkardığı varlıklar üzerine çıkarılmış sermaye piyasası araçlarının giderek çoğaltılması ve esasına dayandığı varlıktan uzaklaşması sonucunda giderek herhangi bir reel değeri temsil etmeyen varlıklar ortaya çıkmaktadır. Menkul değerle temsil ettiği reel kıymet arasındaki ilişki bulanıklaşmaktadır. Bir diğer ifade ile sermaye piyasası fiktif bir şişkinliğe sahip olmaktadır. Bu durum başlangıçta derinliğin artması ve spekülatif faaliyetlerin zorlaşması açısından faydalı görünmekte ise de ekonomi hamiline yazılmış nominal kağıtlardan oluşan sanal bir ekonomiye dönüşmektedir. Ortaya reel değil sembol bir faaliyet çıkmakta ve kaydi faaliyet ekonomideki daralma nedeniyle taahhütlerin yerine getirilememesine neden olan gelişmelerin ortaya çıkmasından itibaren tamamen psikolojik etkiyle ve hızla büzüşmeye başlamaktadır. Çünkü sermaye piyasası karşılıksız olarak şişkinleşmiştir. Bu durum gelişmekte olan ülkelere hızla ve şu yollarla yayılır: gelişmiş ülke yatırımcıları daralan kaynaklarını ikame etmek amacıyla gelişmekte olan ekonomilerdeki yatırımlarını azaltır veya geri çeker, uluslararası krediler (sendikasyon ve sekuritizasyon kredileri) pahalı hale gelir, gelişmiş ülke yatırımcılarının arbitraj ve Cary Trade işlemleriyle gelişmekte olan ülkelerde para kazanma iştahı azalır, gelişmekte olan ülke yatırımcılarının gelişmiş ülkelerdeki menkul 282 kıymetlerinin değeri düşer. Kısaca ekonomi önce gelişmiş piyasalarda (developed market) aslına rücu etmeye başlar ve bu etki uluslararası finans ilişkileriyle gelişmekte olan piyasalara (emergency market) bulaşır. Bu durum piyasa ekonomisinde kaçınılmazdır. Ancak önemli bir zorunluluğu ortaya çıkarır. Sermaye piyasasının büyüklüğü ile reel piyasanın (mal piyasası ve işgücü piyasası) büyüklüğü arasında bir ilişki olmak durumundadır. Bir diğer ifade ile bir ulusal ekonomide kredi ve menkul kıymetlerden oluşan büyüklüğün reel sektörün büyüklüğüne oranı krizlerin kolay aşılabilmesinde belirleyici olmaktadır. Gerek bankalar, gerek kamusal birlik ve kooperatifler gerekse STK’lar bünyesinde mikrokredilere yönelik uygulamaya destek sağlayacak altyapı çalışmaları varolmasına rağmen koordinasyon eksikliği ve mikro girişimci yetersizliği nedeniyle daha kapsamlı ve geniş bir mikrokredi uygulamasından bahsetmek mümkün olamamaktadır. Ülkemizde gelişmenin dinamiği üretim, üretimin dinamiği girişim, girişimin dinamiği ise enformel sektör ve işsizlerdir. Bu kesimin üretime sevk edilmesi ise ancak başarılı bir mikro işletme ve mikrokredi politikasıyla mümkün olabilir. Dolayısıyla “büyük sanayi hamlesi” gibi hedefler yerine çok sayıda mikro girişimle hem sermaye birikimi sağlamak hem de işsizliği azaltmak ve bu çift yönlü gelişimden ekstra bir sinerji elde etmek mümkündür. Büyük işletme yönetiminin rantabilite ve etkinlik arayışının işsizliği artırıcı etkisi küçük işletmelerle aşılabilir. Çünkü mikro işletmelerde müteşebbis, emek ve sermaye iç içe geçmiştir. Schumacher Küçük Güzeldir adlı çalışmasında; Teknolojinin biçim vermekte olduğu üretim tarzı hastalıklı ise ve sonuçları insanlık dışı hale geliyorsa sistemin kendisinden önce teknolojinin kendisine bakıp insan yüzlü bir teknoloji arayışına yönelmek gerekir. Bu anlamda en büyük sermaye eğitimdir. Bu eğitim kuşkusuz sadece üretimin ençoklaştırılmasına yönelik değil sağlıklı bir yaşamla iç içe geçmiş üretim biçimine yönelik olmalıdır. Çünkü teknoloji kendi yasaları gereği kendi kendini engellemeye müsait değildir demektedir. 283 Ülkemizde 1999 ve 2000 yıllarında yaşanan krizden serbest kura dayalı enflasyon hedeflemesi programı ve IMF kaynaklı yapısal reformlarla çıkılmaya çalışılmıştır. Oysa krizden çıkış büyük ölçüde psikolojik olarak dibe vuran yapının çıkış arayışı ve bu arayışın karşılanması ile ortaya çıkmış ancak önemli sorunları gideremediği gibi kalıcı ya da uzun vadeli olamamıştır. 1999 – 2001 döneminde durmuş olan inşaat sektörü hızlı bir patlamayla harekete geçti. Çünkü faizler enflasyona kıyasla yüksek tutularak TL’ye değer kazandırıldı. Aynı zamanda yurtdışındaki likidite bolluğu ve risk iştahı bankalara ciddi ölçüde fon aktarılmasını sağladı. Sıcak para o güne kadar bekleyen reel sektör faaliyetlerini (özellikle inşaat) ve tüketimi harekete geçirdi. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu hareketlenme; inşaat sektöründe patlama, ihracat artışı ve az da olsa imalat sanayi artışıyla oluşmuş ve sistemli bir reel sektör üretimine dayanmamıştır. Bu politika; daha sonra (2007 ve sonrası) uluslararası likidite iştahının azalması dolayısıyla uluslararası sermayenin tüketimi ve inşaatı finanse etme isteğinin ortadan kalkması nedeniyle tıkanmıştır. YTL’ye ihtiyacı olan bankalar piyasayı fonlamakta tereddütlü davranmaya başlamışlardır. Çünkü diğer yandan TCMB enflasyon hedeflemesi nedeniyle YTL’yi azaltmıştır. Böylece 2002 – 2007 döneminde bir ölçüde başarılı olan dalgalı kur destekli enflasyon hedeflemesi politikası bu kez büyümenin önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Üstelik 2002 – 2007 döneminde toplamda % 35’lik büyümeden iş gücü piyasası nasibini zaten alamamıştır. Yaşanan bu tıkanma sıcak para ile fonlamanın doğal ve bilinen bir sonucudur. Uluslararası sermayenin risk iştahının yüksek olduğu dönemde ülkemizin özelleştirme gelirlerini artırma iştahı da yüksek olmuş ve bu iki durum örtüşerek özelleştirme gelirlerini artırmıştır. Bu duruma iç ve dış borçlanma da eklendiğinde geleceğin teminat olarak verilmesiyle bugünden refah satın ama sisteminde, refahın sürekliliğinin sağlanmasının mümkün ya da kalıcı olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim 2002 – 2007’deki % 35’lik büyümenin istihdama hiç etki etmemesi ve işsizliğin aynı seviyede kalması göreli refah dönemlerinin kalıcı yapısal reformlar için ciddi fırsatlar olduğu ve önlem 284 alınmadığında ise sıcak para etkisiyle (belli miktarda yabancı yatırımın ülkeyi terk etme kararı vermesiyle) büyük hüsrana yol açacağı bilinmelidir. Nitekim bir aile babasının evini satıp bir yıl içinde ailesine çok görkemli bir hayat yaşatması gülünç bir durumdur. Ancak bu babanın söz konusu bir yıllık süre içinde aile ekonomisiyle ilgili ciddi açılımlar yaratması bu gülünçlüğü belli ölçüde hafifletebilir. Dolayısıyla 2002 – 2007’deki büyümenin yapay bir büyümeye dönüşmemesi için ciddi makro ekonomik politikalarla desteklenmiş olması gerekirdi. Sonuç belli ölçüde daha iyi olabilirdi. Dolayısıyla ülkemiz ekonomisinin 2007 yılından itibaren girdiği tıkanma söylenegeldiği gibi dışsal değildir. Borç, avans ve malvarlığı satışı ile sağlanan yapay refah doğası gereği tıkanmıştır. Ekonominin nefes alma dönemi ciddi bir tedavi ile desteklenememiştir. Bundan en büyük zararı ülkemiz işgücü piyasası görmüştür. Ekonomide asıl sorununun üretim sorunu olarak algılanması bir yanılgıdır. Her yıl artan oranlarla üretim ve ne pahasına olursa olsun üretimin ençoklaştırılması, bu çerçevede emek ve işletme sermayesi açısından konunun değerlendirilmesi ve değer kavramının nihai ürüne harcanmış olan sermaye ve emek ile ölçülmesi bu uğurda her yıl artan oranlarla doğal sermaye tüketimi, fosil kaynaklardan oksijene kadar her şeyin hızla üretimin ençoklaştırılmasına feda edilmesi düzen, değer ve üretim kavramlarının yeniden ele alınmasına ciddi ölçüde ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Doğal sermaye kaynaklarının hızla eritilmesi ve onların yeniden üretilememe gerçeği çağdaş insanın ekonomideki tüm sorunlara farklı bir bakış açısıyla bakmasını zorunlu kılmaktadır. Üretimin hangi hızla artırıldığından ziyade; hangi doğal sermayeyi ne ölçüde tüketme karşılığında elde edildiği, nasıl bölüşüldüğü, ne ölçüde refaha (aynı zamanda mutluluğa) dönüştüğü giderek daha önemli olmaktadır. Kendi Hesabına Çalışma (Self Employment) İşsizliği Önler mi? Kendi hesabına çalışmanın (Self Employment) işsizliği (Unemployment) azaltması ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda; İşsizlerin yetersiz finansal hizmet 285 almaları durumunun, işsizlerin ve işsizliğin kredi kısıtlamalarının kaldırılıp kredilerin kuvvetlendirilmesi üzerinde etkisinin olduğu ortaya çıkmıştır. Yani yüksek işsizlik kredi kanallarının açılmasına etki etmektedir. İşsizlik aynı zamanda kredi kısıtlamalarının tamamen dışında girişim başlangıcı üzerinde çeşitli etkilere sahiptir. Şöyle ki; yüksek işsizlik bağımlı bir işte çalışarak kazanma ümidini azaltmakta ve bu yönüyle kendi hesabına çalışmayı zorlaması nedeniyle pozitif bir etki yaratmaktadır. Bir diğer ifadeyle yüksek işsizlik kendi hesabına çalışma dürtüsünü artırır. Pekiyi aynı şekilde kendi hesabına çalışma işsizliği azaltıcı etkiye sahip midir? Burada negatif bir etken girişimciliğin yüksek işsizlik üzerindeki etkisini azaltmaktadır. O da, yüksek işsizliğin yaşandığı ortamlarda kendi hesabına çalışma sonucundaki başarıya ilişkin beklentilerin azalması suretiyle ortaya çıkan negatif etkenlerdir. Bu nedenlerle işsizliğin girişim başlangıcı üzerindeki net etkisi belirsizdir. ( Daniela Glocker, Viktor Steiner, Self-Employment – A Way to End Unemployment?, Impressum, Berlin, 2007, s.8 vd ) Hatta bu nedenle; yüksek işsizlik, kredi kanalının genişletilmesinin aksine daraltılması şeklindeki uygulamaları da (yüksek risk düşük teminat nedeniyle) beraberinde getirebilmektedir. Oysa ki girişim duygusunun temel tahrik edici ve eyleme geçirici unsuru yeterli kaynağa ulaşılıp ulaşılamayacağı ve faaliyet süresince yeterli finansal hizmet alarak muhtemel tıkanıklıkların aşılıp aşılamayacağı ile yakından ilişkilidir. Ancak mevcut uygulamalar bu gerçeğe göre yapılanmadığından bugüne kadar ki pratik olgu karşısında çok net olarak kendi hesabına çalışma ile işsizlik arasındaki ilişkinin belirsiz olduğunu söyleyebiliriz. 2000 yılı’ndan önce OECD ülkeleri bazında yapılan araştırmalar işsizlik ve kendi hesabına çalışma arasında pozitif bir ilişkinin olduğunu ileri sürüyordu. Ancak bu ilişkinin göreceli olduğu işsizlerin yaş, eğitim, cinsiyet ve etnik yapı bazında değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkıyordu. Kendi hesabına çalışan küçük ve mikro işletmelerin uzun yıllara yaygın yaşam eğrilerinin (life cycle) tespiti ve işsizliğe ilişkin verilerle karşılaştırılması ilerleyen yıllarda daha sağlıklı verilerin ortaya konulmasını sağlayacaktır. 286 Bankacılık sisteminin sosyal politikalar karşısındaki pozisyonuna ilişkin ampirik çalışmaların yetersizliği bu konudaki en önemli engeldir. Ancak OECD ülkelerinde küçük işletme girişimleri işsizliğin azaltılması açısından oldukça önemsemektedir. Kolay borçlanabilme, girişim özgürlüğü ve nispi refah düzeyi yüksekliği gibi faktörlerin yüksek işsizlik oranlarına müsaade etmemesi (özellikle Akdeniz ülkelerinde) aradaki ilişkiyi deneysel olarak kanıtlamaya ve bilimsel bir veri haline getirmeye yetmemektedir. Bir başka görüşe göre kendi hesabına çalışmanın işsizliği azaltıcı rolüyle ilgili olarak hem pozitif hem de negatif kanaatler var. (D.B. Audretsch, M.A. Carree, A.J. van Stel, A.R. Thurik, Does Self-Employment Reduce Unemployment, Eim Business&Police Research, Zoetermeer, 2005) Çünkü işsizlikteki değişimler kendi hesabına çalışma (Self Employment) üzerinde net bir pozitif etkiye sahiptir. Aynı zamanda kendi hesabına çalışma oranındaki değişimlerde işsizlik oranı üzerinde negatif etkiye sahiptir.Bu negatif etki birinci etkiden daha güçlüdür. Her iki süreç de dinamik süreçler olduğundan aradaki korelasyona ilişkin net ifadeler ortaya koymak mümkün değildir. Kendi hesabına çalışmanın işsizlik üzerindeki etkisini ampirik olarak kanıtlama olanağı mevcut değil iken, kendi hesabına çalışmayı teşvik etmeye dönük bir alt uygulama olarak mikrokredi ile işsizlik arasında olumlu ve kanıtlanmış bir ilişkiden girişimciliğin artırılması söz ve etmek sermaye mümkün birikiminin olamayacaktır. Ancak sağlanmasında risk sermayesinin (capital venture) olumlu etkisini göz ardı etmek mümkün değildir. Bu kapsamda sermaye birikiminin işgücü talebini artırması beklenir. Dolayısıyla Sanayi Devrimi’ni yaşamamış ülkelerde sermaye birikiminin mikro işletmelere mikrokredi verilmesi yoluyla sağlanabileceği ve bu yolla hem doğrudan hem de dolaylı olarak işsizliğin azaltılabileceğine kuşku yoktur. Bu tarz mikro girişimlerde verilen finansal hizmetlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve bunun sonucunda da başarılı mikro girişimlerin ve mikro 287 girişimlerin birleşiminden oluşan daha güçlü yapıların ortaya çıkarılması sonuçta geometrik olarak artan bir başarıyı getirecektir. Bu durum aynı zamanda atipik çalışma modellerinin daha da yaygınlaşmasına ve kendi hesabına çalışanların sosyal güvenliğinde de yeni açılımlara zemin hazırlayacaktır. Diğer önemli bir husus ise işsizliğin kaynağı ve sonucu olan yoksulluktur. Mikrokredi zenginliğin yaygınlaştırılması ya da yoksulluğun azaltılması anlamında işsizlik açısından başarılıdır. Çünkü yoksulluğun neden ve sonuçlarına ilişkin yapay yaklaşımlar sorumluluktan kaçabilmek amacıyla ortaya atılmıştır. Özellikle sistem ya da sınıfsal sömürüyü merkeze alan yaklaşımlar buna örnek verilebilir. Tarih boyunca özellikle teknik alanda ciddi gelişmeler kaydeden insanoğlu, insanlığın en temel sorunlarından biri olan işsizlik konusunda yeterli ve samimi olarak kafa yormamıştır. Oysa işsizlik ve yoksulluk bir çok sosyal ve siyasal çalkantının tetikleyicisi olmuştur. Tarihsel anlamda yoksulluğun yeterince ilgilenilen bir alan olmamasının nedeni yoksulluğun neden ve sonuçlarına ilişkin yeterli araştırmanın yapılmamış olmasıdır. (John Kenneth, Galbraith; The Nature Of Mass Poverty, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts and London, England 1979) Yoksulluğun iki biçimi var; Birincisi bazı toplumların belli bir azınlığını bazı durumlarda etkileyen yoksulluk. İkincisi tüm kesimleri etkileyen ancak diğer bazı toplumları daha az etkileyen yoksulluk. Birincisinin nedenleri; bireysel, ailesel ya da toplum baskısıdır. Genetik, çevresel, ırki, eğitim vb. nedenlere dayanabilir. İlgi alanımız bu yoksulluk türü değil. İlgi alanımıza giren yoksulluk çoğunlukla hemen hemen herkesin yoksul olduğu kırsal kesimlerde görülen, servet ya da zenginliğin istisnai bir şans olduğu yoksulluktur. Bu kitlesel yoksulluk türünün yukarıda ifade ettiğimiz durumsal yoksulluk türünden daha az araştırılmış olması ilginç bir çelişkidir. Bu tarz kitlesel yoksulluğun anlatımı, nedenleri ve sonuçları geçerliliklerinden ziyade kolaylıklarından dolayı tercih edilmişlerdir. Çünkü hiç kimse yaptığı bilimsel 288 çalışmalarda kendini riske etmek istememiştir. Oysa yaptıkları çalışmaların sonuçları ya pratik sonuçlarla çelişmiş ya da kafaları karıştırmıştır. En genel olanlarından biri, kitlesel yoksulluğun her düzeyde ele alınan sofistike nedenlerinden birini Allah vergisi fiziki koşullar olarak gören anlayıştır. Buna göre toplumlar hatta ülkeler “doğal yoksul” dur. Toprak çoraktır ya da erozyona uğramıştır ya da yetersizdir. Mineraller, hidrokarbonlar, diğer kaynaklar vs. yetersizdir. Bu yetersizlikle mücadele ya da bu çevresel koşullara başkaldırının sonucu ise herkesin yoksullaşmasından başka sonuç doğurmaz. Oysa toprak ve diğer tabii olanakları yetersiz olan Japonya’nın zenginliği bu görüşle uyuşmamaktadır. Aynı şekilde Tayvan ve Singapur’da da aynı durum sözkonusudur. Petrol açısından zengin olan İran ve Suudi Arabistan’ın zenginlik açısından bu ülkelerle boy ölçüşememesi’de ayrı bir çelişkidir. Yoksulluğa dair diğer bir genel anlatım ise yoksulluğun nedenini hükümet etme biçiminde ya da ekonomik sistemde arar. Allah vergisi kaynakların azlığından kaynaklanan rastlantısal olmasına rağmen hükümet ya da sistemden kaynaklanan yoksulluk rastlantısal olmayıp bürokrasinin ve kapitalistlerin hırslarından kaynaklanmaktadır. Bu yoksulluk süreklidir. Çünkü herşey güç sahiplerinin lehine yürümektedir. Komünizmin temel varsayımlarından biri olan bu iddia’da pratik yaşam ile örtüşmemiştir. Nitekim; Hong Kong, Singapur ve Tayvan komünist Çin’e nazaran daha büyük gelişmeler göstermiştir. (John Kenneth, Galbraith; The Nature Of Mass Poverty, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts and London, England 1979) İşsizlikle mücadelede temel çözüm yeterli sermaye birikimi ve bu amaca hizmet edecek olan tasarruf eğilimi olmasına rağmen işsizlik konusu salt emek arz ve talebine bağlı olarak ele alınmıştır. Sermaye birikimi emek talebini ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla sermaye arz ve talebi de en az emek arz ve talebi kadar dikkate değer bir konudur. Dolayısıyla işsizlikle ilgili politikalarda sermaye arzı ve dolayısıyla emek talebini ortaya çıkaracak olan 289 risk sermayesi olgusu kendi hesabına çalışmayı düşünenler açısından bir kez daha ele alınmalıdır. Mikro kredi mikro işletmelere yönelik finansman uygulamalarından en ideal olanıdır. İşsizlik hastalığının nedenleri ve çözümlerine ilişkin değerlendirmelerin tümünde makro ekonomik politikaların (Büyüme, gelir dağılımı, sermaye birikimi, sanayileşme vs.) yetersizliği ele alınmakta ve çözüm olarak da kamu otoritesinin bu politikaları uygulamadaki biçiminin şu veya bu şekilde değiştirilmesi önerilmektedir. Oysa Mikro Kredi Uygulaması ekonomik bir hastalık olan işsizliğin çözümünde problemin bizzat sujesi olan işsizleri harekete geçirmeyi ve işsizlerin istihdamını sağlayacak sermaye birikimini beklemek yerine sermayenin bizzat çekirdek sermaye şeklinde küçük parçalara bölünüp tabana yaygın biçimde işsizleri harekete geçirecek bir kıvılcım olarak algılanmasını önermektedir. Mikro kredide ulusal sermaye, tüketilmek üzere değil tekrar ekonomiye katılmak üzere ve tabana yaygın biçimde farklı bir kesime (işsiz ve yoksullara) transfer edilmektedir. Üstelik az miktardaki bir transfer çok sayıda işsize hareket kazandıracaktır. Daha da önemlisi transfer edilen bu sermayeden amacına ulaşmayanlarının akibeti ve eğer sermaye heba edilmişse nasıl heba edildiği çok daha kolay anlaşılacak ve bunun için karmaşık bilanço analizlerine girmeye gerek kalmayacaktır. Tezimize göre Andre Gorz’un da ifadesiyle herşeyin sayılabilir ve satılabilir olduğu, daha fazlanın daha değerli olduğu, çalışma ve modernliğin fetişleştirildiği yapı mutluluğun vazgeçilmezi değil tersine mutsuzluğun kaynağıdır. (Andre Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, B.2, İstanbul, 2007) Yaşamak için çalışmak (az çalışmak değil etkin ve düzgün çalışmak), çalışmak için yaşamamak ve iktisadi yapıyı bunun üzerine kurgulamak gerekir. Dünya uygarlığının varlığı boyunca sağlayacağı huzurdan hangi nesile ne kadarını teslim edeceğini şimdiden belirleme hakkımız olmalıdır. Çok çalışarak bizden sonrakilere eksikliğini hiç hissetmedikleri ve varlığından da yeterince mutlu olamadıkları bir zenginlik ve modernlik bırakmak ve bunun 290 için hiç durmadan çalışmak hangi takdire mazhar olmayı hedeflemektedir? Üst üste konulmuş kazanımlarımızın toplamda ve nihayette ne doğuracağını bilmeksizin çalışmak, mutluluğun tüketime ve çalışmaya bağlı olmaktan ziyade duygusal, kültürel ve sanatsal alışverişe dayandığını unutmak ve bu koşuşturma içinde farkında olmadan insan uygarlığının insansı yönünü yok ederek zaman ormanında kaybolmak ve belki de sonumuzu hazırlamak işten bile değildir. Çalışma ve hayatın işlevsel bütünleşmesinin ötesindeki arayışlar çalışmayı hayattan uzaklaştırmakta ve hayat alanının giderek daralmasına neden olmaktadır. Nitekim zengin toplumların o ölçüde mutlu toplumlar olmadığı çok açıkça görülmektedir. Dolayısıyla emek ve sermayeyi birbirinden ayırmayan sermayeyi emek faaliyetinin içinde billurlaştıran bir üretim biçimine ihtiyaç vardır. Tam gün bağımlı çalışma, sosyal sermaye açısından negatif etki yaratabilmekte ve insan yaratıcılığını azaltabilmektedir. Buna karşın sistem karşısındaki olası karşı duruş riskini de ortadan kaldırdığından sisteme dönük bazı gizli işlevler de içermektedir. Tutsaklaştıran çalışma yerine özgürleşme amacına hizmet eden çalışmayı sağlayacak felsefik olgunlaşmanın sağlanamaması; meselenin gayrıinsani bir kapitalist rekabet nedeniyle de giderek karmaşıklaşması; insanlar, aileler, firmalar ve ülkeler arasındaki yarışın toplumu sevgisizleştirmesi yeni bir çalışma ve üretme anlayışına ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de İşsizlik ve Yoksulluğu Önlemeye Yönelik Çalışmaların Maliyetine gelince; Tablo 14’de de görüldüğü üzere ülkemizde 2003 yılı verileri baz alınarak bir kişiye iş yaratmanın maliyeti ortalama 142.700 YTL’dir. 2006 itibarıyla işsizlik oranı % 9.9 olup bu oran 2008 ortalarına dek aynı seyretmiştir. Yani 2006 yılında 24.776.000 kişilik işgücünün 2.447.000’inin işsiz olduğu varsayıldığında 2.447.000 x 142.700 YTL’lik bir yatırıma ihtiyaç olduğu ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle 349.186.900.000 YTL’lik bir yatırım yapılması gerekir. kaldı ki böyle bir yatırım yapılsa bile bunun istihdam yaratıcı yatırım olma oranının ne olduğu ayrıca önem 291 taşıyacaktır. Dolayısıyla mevcut finansal kaynakların bu yatırımı yapacak yeni yatırımcılar araması ya da mevcut yatırımcılardan bunu bekleyerek yatırıma dönük kredilerin verilebilmesi rekabet kriteri açısından da mümkün olamayacaktır. Çözüm 2.447.000 kişilik işsiz kesimi yeni müşteriler olarak görüp bir yandan bankacılar için yeni pazar yaratmak diğer yandan işsizliği önlemeye yönelik reel sektör yatırımlarının bizzat işsizler tarafından yapılmasını sağlamaktır. Diğer yandan devletin işsizliği azaltmak ya da mevcut seviyesinde tutmak amacıyla direkt olarak bu amaca hedeflenmiş kurumlar ve fonlar aracılığıyla yaptığı mutad giderler dikkate alındığında durumun vehameti daha da iyi anlaşılacaktır. Mikrokredinin alternatif maliyeti olan sübvansiyonlar ise ayrı ve ciddi bir gider kalemidir. Bir başka ifade ile devlet işsizliği azaltıcı yatırımları yapamadığı ve yaptıramadığı gibi işsizlik nedeniyle ciddi bir kamusal harcama yapmaktadır. Devletin işsizliği azaltmak için yaptığı giderler ile işsizlikten kaynaklanan sübvansiyonlar işsizlere verilecek mikrokredilere yönelik garantörlük sisteminde kullanıldığında sonuç çok daha etkin ve yararlı olacaktır. Çünkü devlet işsizlik riskinin belli bir kısmını ticari bankalar aracılığıyla para ve sermaye piyasasının üzerine atmış olacaktır. Bu durum sermayenin demokratikleştirilmesi ve finansal antropoloji yoluyla insanı sermaye piyasasının merkezine taşıyacak ve işgücü piyasasını rahatlatacaktır. Ticaret Bankaları açısından orta ve alt gelirli kimselere verilecek olan kredilerin geri dönmeme riski üst gelir grubuna göre daha azdır. Bir diğer deyişle risk yönetimi açısından orta ve alt gelir grupları daha az riskli gruplardır. Dünya mikrokredi uygulamaları ve Türkiye’deki lokal uygulamalar (TDGBP, Maya mikrokredi vb.) kullandırılan mikrokredilerde geri dönüş oranlarının % 90 ve üzerinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum devletin sağlayacağı garantörlüğün maliyetli olmayacağını ortaya koymaktadır. Türkiye’deki işsizlik sosyo-kültürel açıdan; metropol, varoş ve kırsal kesimlerde kendine has özellikler taşımaktadır. Bu anlamda işsizler ulaşılabilir ve segmentlerine ayrılabilir durumdadır. Nitekim gençler (eğitimli- 292 eğitimsiz), kadınlar ve kırsal kesim hane halkı bu sisteme kolay biçimde dahil edilebilir yapıdadırlar. Bu çerçeveden hareketle ticaret bankaları ile mülki amirliklerin ekseninde dönecek olan ve ilgili kurum ve kuruluşları da gereği gibi konumlandıran, devletin nispi garantörlüğünü içeren Türkiye’ye özgü mikrokredi modeli bir şekil ile ortaya konulmuştur. Ülkemizde devlet yerel yapılanması bu uygulamanın potansiyel müşterilerinin tespiti, eğitilmesi, kredilendirilmesi ve işe sevk edilmesi açısından gerekli alt yapıya sahiptir. Mikrokredi Uygulaması; gerek bireysel girişimciliğin özendirilmesi ve gerekse işsizliğin özendirilmesi açısından iki yönlü bir uygulamadır. Bu nedenle Mikrokredi Uygulaması çalışmamızda aktif ve pasif istihdam politikalarının dışında üçüncü ve bağımsız bir istidam politikası olarak değerlendirilmektedir. Bankacılık sektörü toplumsal hedeflere ulaşılmasında daha etkin hale getirilmeli, yoksul kesimlerin “müşteri” olmaları sağlanmalıdır. Demokratik ve anayasal sistemler tüm vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğunu kabul ettiklerinden itibaren banka şubelerinin kapılarından sadece belirli ekonomik güçteki insanların girmesi kabul edilemez bir durum olur. Devletin yoksul ya da orta halli kesime borç veren kurumlarının (Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği, Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Fonu vb.) borç verme anlamındaki girişimlerinin başarısızlığı bu kesimin borca sadakatsizliğinden değil oluşturulan finansal sistemin yetersizliğinden ve siyasal manipülasyonlardan kaynaklanmaktadır. Bunun anlaşılabilmesi ve dolayısıyla borç veren –borç alan anlayışından kredi alan – kredi veren kültürüne geçiş sağlanacaktır. Devletten hibe mantığıyla borç alan orta ve alt gelirli kesimler bu yolla kendilerini önemsenmiş saymazken ticaret bankalarından alacakları mikrokredilerle “müşteri” haline geldiklerinde kendilerini daha önemsenmiş sayacak ve kredibilitelerinin önemini kavrayacaklardır. Bu yolla kredibilitenin kendisi kaybedilmesinden korkulan bir aktif haline gelecektir. Dolayısıyla kredibilitesi olan işsiz, işsiz değildir. 293 Türkiye ekonomisinde işgücü piyasası ile para ve sermaye piyasası arasındaki eşgüdümün eksikliğinden kaynaklanan sorunlardan biri de işsizliği azaltıcı girişim fırsatlarının yetersizliğidir. Bunun kurumsal yansıması; İş-Kur, SPK/BDDK ve TCMB gibi ulusal ekonominin önemli kurumsal aktörleri arasıdaki kopukluktur. Türkiye mikrokredi modelinde kredi koruma ve kredi sigortalama sisteminin banka sigortacılığı yapan özel kuruluşlarca üstlenilmesi sağlanmalıdır. Bankalar için yeni bir sistem olan kredi koruma sistemi hem karlı hem de mikrokredilerde riski azaltıcı bir uygulamadır. Nitekim işsizlik riskini sigortalama uygulamasına bazı bankalar başlamış bulunmaktadır. Bu uygulama Türkiye mikrokredi modelinde yaygınlaştırılmalıdır. Mikro girişimlere, girişim öncesinde ve sonrasında, know-how, eğitim ve pazarlama desteği verilmeli, risk sermayesi ve proje desteği ile başarılı mikro girişimlere birleşme ve kontrollü büyüme aşamalarında bilimsel ve teknik destek sağlanmalıdır. Sermaye piyasasında mikro işletmelere yönelik enstrüman oluşturulması ve mikro işletme fonlarıyla mikro işletmelerin ihtiyaç duyduğu fon ihtiyacının belirli bir kısmı sermaye piyasasından sağlanmalıdır. Mikrofinans sistemi bireyler, şirketler, gruplar, kurumlar, finansal kuruluşlar, hükümet, borç verenler ve genel ekonomi açısından önemli faydalar taşımaktadır. Bireylere ve mikro girişimlere sağladığı en önemli katkı tasarrufların lokalize olarak ihtiyaç duyulan hane halklarına ulaşmasının sağlanmasıdır. Kredi alan bireyler zamanla mevduatlarını da o ölçüde büyüterek mikrofinansman kuruluşları nezdinde itibar kazanırlar. Bankalar ise daha geniş ve muteber müşteri kesimine ulaşırlar. Kurumlar, organizasyonlar ve gruplar açısından ise kurumsal tasarrufların lokal seviyedeki marketlere ulaşmasını ve bu anlamda ekonomik büyüme ve eşitliğe katkı sağlar. Bu sistem aynı zamanda hükümet ve diğer donörlerin toplumsal moral ve fayda açısından tatmin olmasını sağlar. Ulusal ekonomi açısından sağlayacağı en 294 önemli yarar ise işsizlik ve yoksulluğun büyük oranda eşitliğe doğru ivme sağlamasıdır. BRI, Bancosol ve Grameen gibi kurumlaşmalar ekonomik olarak aktif yoksullara destek konusunda mikrofinans yoluyla sınırları aşmanın; onlara yönelik devamlı bir sübvansiyondan daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. (Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor), s. 263) Türkiye sermaye ve para piyasası içinde bankacılık sistemi anılan bankaların faaliyet gösterdiği ülkelere kıyasla daha fazla oturmuş ve olgunlaşmıştır. Dolayısıyla mikrofinans alanında bu bankaların elde ettiği başarının ülkemiz ticaret bankalarınca elde edilememiş olması şaşırtıcıdır. Ancak konu irdelendiğinde enformasyon eksikliği ve ulusal ekonomi politikalarının sosyal projeleri yeterince şevklendirmemesi, finansal meseleler ile sosyal meselelerin çok keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılması gibi başka nedenlerinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Yoksulluk yalnızca düşük gelir anlamında değil, insanoğlunun en temel ihtiyacı olan yapabilirlik kapasitesinden yoksunluk olarak ele alındığında yoksulluk ve işsizliğin aynı zamanda engellenme olduğu ve bu yönüyle daha acı olduğu ortaya çıkar. Hedefsizlik, belirsizlik ve yapabilme huzurundan mahrumiyet çağdaş insan açısından olabilecek en kötü sonuçlardır. Mikro Girişimcinin Sosyal Güvenliği konusu, Türkiye mikrokredi modelinin Türkiye ulusal istihdam politikası ve sosyal güvenlik reformu ile şimdiden uyumlaştırılması ile aşılabilir. Nitekim ülkemizde kendi hesabına çalışanların sosyal güvenliğiyle ilgili yeterli altyapı sözkonusudur. Ancak önemli olan mikro girişimcinin sosyal güvenliği sağlanırken yüksek bir rim yükümlülüğü altında ezilmesinin önlenmesidir. Bu anlamda Sosyal Güvenlik Kurumu kapsamında özel bir prim yapılandırmasına gidilebilir. Bunun dışında mikrokredi verecek olan bankaların yan kuruluşları olan Bireysel Emeklilik şirketleri tarafından mikro finans gruplarına özel portföy danışmanları 295 atayarak bu gruplara özel avantajlı şartlar sağlanması da gündeme getirilebilir. Güven kavramı hem işletme açısından hem de ulusal ekonomi açısından önemlidir. Kredi hacmi toplumsal güvenin en önemli yansımalarından biridir. Ülkemizde kullandırılan toplam kredilerin gayrisafi milli hasılaya oranı dünya geneline göre oldukça düşüktür. Bu hem yeterli toplumsal güvenin olmadığını hem de ticari bankaların belli bir kesimin dışında yeni hedeflere yönelmediğini göstermektedir. 296 KAYNAKLAR AKGÜL, Aziz; İşsizliğin ve Fakirliğin Azaltılmasında Bir Çözüm Önerisi: Kendi Hesabına Çalışma, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yayınları, Serisi 14, Ankara, 2004. AKTAN, Coşkun Can; Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999. AKTAN, Coşkun Can; Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, T Yayınları, İstanbul, 1994. AKTAN, Coşkun Can; Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayını, Ankara, 2002. ALICI, Sema; Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, Ankara, 2002. ALPAR, Cem, ONGUN, Tuba; Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar: AGÜ’ler Yönünden Değerlendirme, Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayın No: 1985/3, 1985. ARICI, Kadir; Çalışma Sürelerinin Hukuki Gelişimi ve Yeterliliği açısından 1475 Sayılı İş Kanunu’nda Çalışma Süreleri; Kamu İşverenleri Sendikası, Ankara, 1992. ARMENDARIZ, Beatriz de Aghion & MORDUCH, Jonathan; The Economics of Microfinance; The MIT Press, Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts, 2005. BEDİR, Eyüp; “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitimİstihdam İlişkisi”, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar, Gazi Üniversitesi İİBF Yayını, Ankara, 2003. BERSON, A. Smith; THEARLING, K.; Building data mining aplications for CRM. McGraw Hill, 510, USA, 1999. 297 BİÇERLİ, M.Kemal; Çalışma Ekonomisi, Beta Basım Yayım, B.3, İstanbul, 2004. BORNSTEIN, David; How to Change the World (Social Entrepreneurs and the Power of New Ideas), Oxford University Press, New York, 2004. DAFT, Richard L.; Management, Second Edition, USA, 1996. DOĞAN, Yalçın; IMF Kıskacında Türkiye (1946-1980), Tekin Yayınevi, Ankara, Şubat, 1987. DPT, IV. İzmir İktisat Kongresi Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 2004. DRUCKER, Peter F.; Yeni Gerçekler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1993, B.3, FUKUYAMA, Francis; Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev. Zülfü Dicleli, Gün yayıncılık, İstanbul, 1999. FUKUYAMA, Francis; Ulus İnşası; Çev.Hasan KAYA, Profil Yayınları, B.1, Ankara, 2008. GOLDSTEIN, Morris, TURNER, Philip; Yükselen Ekonomilerde Bankacılık Krizleri (Çev. ve sunuş Ali İhsan KARACAN), Dünya Yayıncılık, Ankara, 1999. GORZ, Andre; İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık ERGÜDEN, Ayrıntı Yayınları, B.2, İstanbul, 2007. GÖK, Mehmet; İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara, 2004. İSLAM, Tazul; Microcredit and Poverty Alleviation, Ashgate Publishing Company, England, 2007. KEYNES, John Maynard; Genel Teori, Çev. Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2008. 298 KILIÇ, Cem; “Türkiye’de İşgücü Piyasası ve Kriz”, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar, Gazi Üniversitesi, İİBF Yayınları, Ankara, 2003. KILIÇÖZLÜ, Erhan; “Borç: Bize Mahsus Bir Sorun Değil”, Global Bülten Dergisi, Haziran 2001. KOLB, Robert, RODRİGEZ J. Richardo; Financal Management, Sermaye Piyasası Kurulu, Ankara, 1996. KOYUNCUGİL, Ali Serhan; Veri Madenciliği ve Sermaye Piyasalarına Uygulanması, Ankara, 2007. LANDAU J.M; Tekinalp Bir Türk Yurtseveri (1883-1961), İletişim Yayınları, İstanbul, 1996. MUCUK, İsmet; “Modern İşletmecilik”, Türmen Yayınları İstanbul, 2000. ÖZSUCA, Şerife Türcan; Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası, İmaj Yayınları, Ankara, 2003. PARASIZ, İlker, BİLDİRİCİ, Melike; Emek Ekonomisi, Ezgi Yayınları, Bursa, 2002. PAYER, Cherl; The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex: Penguin Books, 1974. RAHNEMA, Macit; Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir Dünya, Özgür Üniversite Yayınları, Çev. Şule Ünsaldı, Ankara, 2009. ROBINSON, Marguerite S.; The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor); The World Bank, Washington D.C., 2001. ROISER, Bernard; İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991. ROSTOW, Walt W.; İktisadi Kalkınmanın Merhaleleri, MEB Yayınları, Ankara, 1971. 299 SAVAŞ, Vural Fuat; “Politik Yozlaşma Ortamında Refah Devleti’nden Minimal Devlete”, Türkiye Günlüğü Dergisi, Ankara, 1994. SMITH, Phil & THURMAN, Eric; A Billion Bootstraps; The McGraw-Hill Companies, New York, 2007. SOYAK, Alkan, BAHÇEKAPILI, Cengiz; İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl.13, Sayı.144, 1998. STİGLİTZ, Joseph E.; Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev. Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural, Plan b yayınları, B.1, İstanbul, 2002. ŞENSES, Fikret, Küreselleşmenin Öteki Yüzü, Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001. ŞİMŞEK, Birgül; İşgücü Piyasalarının Küreselleşmesi ve Küresel İşgücü Piyasası’nda Ulusal İşgücü Piyasalarının Yeri, Muğla, 2002. T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi”, Ankara, 2000. TAKAN, Mehmet; Bankacılık: Teori, Uygulama ve Yönetim, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2002. TOKSÖZ, Gülay; “Türkiye’de Kadın İşçiler ve Sendikal Örgütlenme”, TES-İş Dergisi, Mart, 2005 TÖRÜNER, Mete; LORDOĞLU, Kuvvet; Çalışma Ekonomisi, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1991. TÜSİAD, Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanları Konseyi Belgesi, 23-24 Mart 2000, Yayın No: Tüsiad-T/2003/1-346, 2003. VARÇIN, Recep; İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004. World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development, World Bank: Washington DC, 2005. 300 World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The World Bank and the Oxford University Press, Washington DC, 2006. World Bank, World Development Report, 2000/2001, Attacking Poverty, World Bank: Washington DC, 2000. YELDAN, Erinç; “İstikrar Kim İçin? Kriz İdaresi Üzerine Değerlendirmeler”, Birikim Dergisi, Kasım 2002. YERELİ, A.Burçin, KARADENİZ, Oğuz; Kayıt Dışı İstihdam, Odak Yayınevi, Ankara, 2004. YUNUS, Muhammed; Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru (Towards A Poverty-Free World) Çeviren: Gülden Şen, Doğan Kitapçılık AŞ., İstanbul, 1999. ZAİM, Sebahattin; Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1997. İnternet Kaynakları The Microcredit Summit, Declaration of Support, February 2.4.1997. www.kosgeb.gov.tr www.israf.org http://bulentbalkan.com/index_files/Page2930.htm Niyet Mektubu İçin Bakınız (http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/imf/mektup.html) www.5mworld.com online dergi, “Uluslararası Yeni Finansman Teknikleri Leasing”, ADALI, Tuğba. http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm www.kamusen.org.tr 301 (http://www.humanitas.com.tr/downsizing.htm)-makaleler, TAVLAN, Yelda, ŞAHİN, Neslihan; “Kriz ve Çalışanlar Üzerindeki Etkisi”. (www.ekohaber.net/database/flash119.asp), “Borçlar Milli Geliri Aştı”. Gazete Kaynakları “Her şey G-20’de Kararlaştırıldı” Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001. “Türkiye’de Krizi IMF Körükledi”, Sabah Gazetesi, 23.02.2001. ÇONGAR, Yasemin; Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001. DOĞAN, Zülfükar; “Bankalarda Fatura 50 Milyar Dolar”, Milliyet Gazetesi, 18.12.2000. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Köşesi, 22.02.2001. Hürriyet Gazetesi, “IMF’nin Türkiye’yi Katletmesine Mani Olun”, 17.01.2002. KIZILOT, Şükrü; “Dövizle Alışveriş Suç mu?”, Sabah Gazetesi, 26.12.2000. KUMCU, Ercan; “Büyümenin Finansmanı” adlı yazı, Hürriyet Gazetesi, 17.09.2002. KUMCU, Ercan; “Türkiye’de Gelir Dağılımı”, Hürriyet Gazetesi, 02.05.2002. Milliyet Gazetesi, “Merkez Bankası Krizde Uyudu”, 18.12.2000. Milliyet Gazetesi, “Üç Banka DGM Yolunda”, 30.12.2000. Sabah Gazetesi, “Para Geri Çekilecek”, 08.12.2000. SAĞLAM, Erdal; “Büyüme-enflasyon dengesi”, Hürriyet Gazetesi, 08.04.2002. ULAGAY, Osman; “IMF ile Yürümek Ne Kadar Güvenli?”, Milliyet Gazetesi, 21.01.2002. URAS, Güngör; “Porto Allegre”, Milliyet Gazetesi, 05.02.2002. 302 ÖZET [AYYILDIZ S.].[İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE MİKROKREDİ UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR MODEL ÖNERİSİ]. [DOKTORA TEZİ]. Ankara, [2008]. İşsizlik farklı tür ve şekillerde ortaya çıkabilmekte ve sonuçları hem ekonomik hem sosyal hem de kültürel açıdan toplumları zarara uğratmaktadır. İşsizliğin giderilmesi amacıyla uygulanan pasif ve aktif istihdam politikaları çerçevesi doğru olarak belirlenmiş ulusal istihdam politikası ile koordineli olarak yürütülmelidir. İşgücü piyasasının ve genel olarak çalışma yaşamının, uygulanan istihdam politikalarından kolay sonuç alınmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda işsizliğin çözüm yollarından biri olarak, meslek sahibi yoksul/işsiz kişilere kendi hesabına çalışmasının sağlanabilmesi amacıyla borçlanma imkanı sağlanmasına dönük uygulamalar önemsenmeli ve sistematik olarak hayata geçirilmelidir. Finansman işgücü piyasasından soyutlanmış bir disiplin olmamalıdır. Çünkü istihdam yaratıcı en önemli unsur üretimin unsurlarından sermayedir. Sadece yabancı sermaye değil iç sermaye piyasasının genişletilmesi de büyüme üzerinde önemli etki yaratır. Üstelik reel sonuçları daha etkindir. Finansmanın hem genel hem de spesifik anlamdaki farklı tekniklerinin uygulanabilmesinin istihdam üzerinde de ciddi etkileri vardır. Mikrokredi yoluyla borçlanmayı esas alan ve toplumun alt katmanlarını hedef olarak seçen mikrofinansman; sermayenin tabana yayılmasını esas alır ve bu yönüyle sermayenin sosyal yüzünü oluşturur. Gelirin yeniden bölüşümünü adaletli olarak yapmayı görev kabul eden devlet, hayatını idame ettirebilmek ve kendi hesabına çalışarak (self employment) “çalışma hakkını” kullanabilmeyi arzulayanlara sermayeye ulaşabilme imkanını da sağlamak durumundadır. 303 Finansman tekniklerinden; factoring, forfaiting ve leasing gibi uygulamalar mikrofinansman alanında da kullanılabilir. Mikrokredilendirmenin hedef kitlesinin işsizler ve yoksullar olması mikrokrediyi doğrudan istihdam politikalarının önemli bir unsuru haline getirmektedir. Marksist anlayışın ortaya attığı sınıfsal bakış açısı sermaye ve emeği katı çizgilerle ayırmış ve iki unsurun aynı kişide birleşmesini ihtimal dışı görmüştür. Bu anlayış sıradan kapitalizmde de aynen sürdürülmüştür. Üretmek ve yaşamını idame ettirebilmek amacıyla borçlanabilmek doğal ve temel bir hak olmalıdır. Türkiye işgücü piyasası, tam bilgi akışının yetersiz olması ve bir ulusal istihdam politikasının bulunmaması nedeniyle uzun yıllar sonuçları ağır kronik bir işsizliğin yaşandığı piyasadır. Enformel sektöre yönelik politika ve uygulamalar yoğunluk kazanmalıdır. Küreselleşme ve beraberinde artan rekabet Türkiye işgücü piyasasını daha da sorunlu hale getirmiştir. Diğer az gelişmiş ülkeler gibi Türkiye’de uygulanan IMF politikaları iç pazarı yabancı sermayeye açmak ve işgücü maliyetlerini düşürmek üzerine kurgulanmıştır. IMF politikaları; enflasyon, kur ve faiz hadleri üzerine yoğunlaşmış işgücü piyasasına ve bu kapsamda işsizliğe dönük hedefler Türkiye’nin önüne konulmamıştır. Belirli aralıklarla ekonomimizde çıkan krizler, IMF tavsiyeleriyle kur ve faiz oranlarına yansıyan geçici çözümlerle atlatılmış ancak bu süreç işsizliği kronik hale getirmiştir. İşsizlikle mücadelede gerekli yatırım miktarı ve ortaya çıkan işlevsiz yapılanmalardan kaynaklı ek maliyetler, meslek sahibi işsiz/yoksullara sağlanacak borçlanma imkanının daha düşük maliyetli olacağını ortaya koymaktadır. Ülkemizde; Kredi Garanti Fonu, TOSYÖV, TESK, KOSGEB, KEDV ve TİSVA gibi kuruluşların yanısıra, HSBC, TEB, Vakıfbank gibi bankalar sembolik düzeyde de olsa mikrokredi uygulamasını hayata geçirmeye başlamışlardır. Bankacılık sektörü otomasyonda ve özellikle veri depolama olanaklarında artan gelişmeler sayesinde ve artan rekabetin zorlaması sonucunda hem ülkemizde hem de dünyada ciddi bir değişim (transformasyon) ve dönüşüm (mutasyon) yaşamıştır. Bir yandan artan karlılık arayışı bankaları yeni pazarlara yöneltirken diğer yandan işletmenin 304 sosyal sorumluluğu anlayışı önemli bir prestij unsuru olarak öne çıkmaktadır. Dünyada yoksulluk ve işsizlikle mücadele uluslar arası kuruluşların ve devletlerin önemli bir hedefi haline gelmiş ve 2005 yılı dünya mikrofinans yılı olarak ilan edilmiştir. Bu çerçevede Bangladeş, Hindistan ve Çin’de başarılı mikrokredi, uygulamaları gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de finans piyasası yoksul ülkelere nazaran daha sağlıklı işlemektedir. Bu kapsamda bankacılık toplumsal yapıya tam anlamıyla penetre olmuş durumdadır. Dolayısıyla ülkemizde mikrokredi çalışmaları Sivil Toplum Kuruluşları ya da Özel Finans Kuruluşları tarafından değil ticaret bankaları tarafından ve bankacılık ilkelerine uygun olarak yürütülebilir. Türkiye mikrokredi uygulaması; hedef kitlenin (işsiz/yoksul) ortaya konulması, yerel bazda mesleki eğitim ihtiyaç ya da eksiğinin giderilmesi, yerel mikrokredi yapılanmasının (ki halihazırda bir çok Valilik ve Kaymakamlıkta benzer yapılanmalar var) oluşturulması, ticaret bankalarının genel merkezleri ile İş-Kur, BDDK, KOSGEB, KGF ve DPT (Ulusal Ajans ve Teşebbüs Destekleme Ajansı) arasında gerekli veri alışverişinin sağlanması, verilerin Mikrokredi Bilgi İşlem Merkezinde depolanması, kredilerin geri dönmeme riskine karşılık sağlanacak devlet garantörlüğünün ve bu garantörlüğe esas olacak olan kaynakların belirlenmesi ve son olarak mikrokredi müşterisi ile ilgili ticaret bankası şubesi arasında yapılacak kredi mülakatı sonucunda kredinin kullandırılması, kullandırılan kredilerin ortak bir takip sistemiyle takip edilmesi aşamalarıyla uygulanacaktır. Anahtar Sözcükler 1. Mikrokredi 2. Bankacılık 3. İşsizlik 4. İstihdam 5. Yoksulluk 305 ABSTRACT [AYYILDIZ S.].[MICROCREDIT APPLICATION IN STRUGGLING WITH UNEMPLOYMENT AND POWERTY AND A PROPOSAL FOR TURKEY MICROCREDIT MODEL]. [PhD THESIS]. Ankara, [2008]. Unemployment may arise in many different ways and its outcomes cause the societies to experience losses economically, socially and culturally. The active and passive employment policies applied to overcome the unemployment should be executed in a coordinated way with national employment policy whose outline is set rightly. The labor market and working life in general should be re-organized to achieve the results easily from the employment policies. In this context, as a means of way out from unemployment the applications, aimed at providing an opportunity for getting into debt for qualified but poor / unemployed workers to work for their own account, should be paid attention and implemented systematically. Finance should not be a subject abstracted from labor market. Because the most important factor to bring about employment is capital, an element of production. The expand of domestic capital as well as foreign capital produces an important effect on expansion. Besides, the real outcomes are more effective. The applicability of various techniques of financing both in general and specifically, have significant effects on employment as well. To be predicated on getting into debt by microcredit and aiming at the lower echelons of the society, the micro financing predicates on dispersal of capital to the floor and formes the social face of capital. Taking up the task of conducting the re-distribution of income justly, the state has to give the opportunity to reach the capital to those who are willing to survive and use their right to work by self-employment. Some of the financing techniques such as factoring, forfeiting and leasing can be used in the field of micro financing as well. Since the target audience of micro crediting is unemployed and poor people, this makes 306 microcredit an important element of employment policies. The point of view based on the social classes and brought forward by the Marxist concept, separates capital and labor with rigid lines and regards it impossible for these two concepts to combine in the same person. This point of view is carried on in the ordinary capitalism as well. To be able to get into debt for production and survival should be a natural and basic right. Turkey labor market is a market in which a chronic unemployment has taken place for many years due to the inadequate complete information flow and lack of national employment policy. Policies and executions for informal sector should be focused on. Globalization and the increasing rival business as a result of globalization, make the Turkish labor market much problematic. The IMF policies executed in Turkey, as in other underdeveloped countries, were formed to open home market to foreign capital and reduce the labor costs. The IMF policies were not taken into consideration in labor market focused on inflation, exchange and interest rates and in this context, the unemployment oriented targets were not revealed to Turkey. Some of the crises arisen periodically in our economy, are gotten over with transitional solutions reflected on the rate of exchange and interest by IMF recommendations, however, this period has made the unemployment chronic. The amount of investment required to struggle with unemployment and extra costs arisen from non-functioning structuring display that the opportunity for getting into debt that will be provided for the qualified but poor / unemployed workers will be low-cost. In our country, in addition to institutions such as KGF, TOSYÖV, TESK, KOSGEB, KEDV and TİSVA, some banks such as Vakıfbank, HSBC and TEB have started to implement microcredit application even in symbolic level. Thanks to the increasing development in automation and especially in data storage resources and as a result of the compulsion of increasing competition, bank sector has experienced significant transformation and mutation not only in our country but also in other countries. While increasing search of profitability directs the banks to the new markets, the social 307 responsibility of the enterprise stands out as an important prestige element. Struggle with unemployment and poverty has become a significant target for international institutions and states and the year 2005 was announced as the year of world microfinance. In this context, successful microcredit applications were put into practice in Bangladesh, India and China. When compared to undeveloped countries, Turkey has a healthier process of finance market. So banking business has fully penetrated to social structure. For this reason, the microcredit works in our country can be executed in accordance with the banking principles by business banks instead of non-governmental organizations (NGO’s) and private finance institutions. Turkey microcredit application will follow the phases below; determination and introduction of target audience (poor/unemployed), making up for the deficiency or need of vocational training in local base, development of local microcredit structuring (presently similar structuring are available in many governorships and districts), supply of exchange of information among the head offices of commercial banks and İŞ-KUR, BDDK, KOSGEB, KGF and DPT (UA and TDA), data warehousing at Microcredit data processing center, determination of guarantor ship of state and its resources provided in case the credit may not be paid back and finally emitting a loan after the credit interview between the microcredit customer and the commercial bank and the follow up of the credits through common tracking system. Key Words 1. Microcredit 2. Banking 3. Unemployment 4. Employment 5. Poverty