tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü çalışma ekonomisi

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ ANABİLİM DALI
ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI
İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE MİKROKREDİ
UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR MODEL ÖNERİSİ
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Sedat AYYILDIZ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Eyüp BEDİR
Ankara-2010
ONAY
Sedat AYYILDIZ tarafından hazırlanan “İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA
MÜCADELEDE MİKROKREDİ UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR
MODEL ÖNERİSİ” başlıklı bu çalışma 28.01.2010 tarihinde yapılan savunma
sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Çalışma
Ekonomisi Bilim Dalında Doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
……………….
Prof. Dr. Nizamettin AKTAY (Başkan)
……………….
Prof. Dr. Eyüp BEDİR
……………….
Prof.Dr. Şerife Türcan ÖZSUCA
………………
Prof.Dr. Cem KILIÇ
………………
Doç. Dr. Gülen Elmas ARSLAN
ÖNSÖZ
Her şeyini sevdiğimiz ve uğruna benliğimizi adadığımız güzel ülkemizin
hemen hemen her coğrafik kesiminde yoğun olarak hissedilen işsizlik ve
yoksulluk, hem ekonomik hem de sosyal bir hastalıktır. Ankara’nın bir kenar
mahallesinde gecekondu evimiz ile okul arasındaki çamurlu yollarla
boğuşarak başladığım eğitim hayatımın geldiği bu noktada, işsizlik ve
yoksullukla
mücadeleye
dönük
doktora
tezlerine
bir
tanesini
daha
ekleyebilme çabamı çocukluğumun bana bir vasiyeti olarak görüyorum.
Saygıdeğer merhum hocamız Prof. Dr. Kâmil Turan; yoksullukla ilgili
değerlendirmelerde neredeyse yoksulluğu övmeye varan değerlendirmelerle
ilgili olarak “Evladım fukaralık fazilet değildir” demişti. İşsizlere ve yoksullara
dönük politikaları ideolojik bir bakış açısıyla ele alıp adeta bu kesime sempati
duymaya varan yaklaşımlar ne yazık ki bu kesimin sorunlarına çözüm
olamamıştır. Fazilet olmadığı gibi ciddi bir hastalık olan yoksulluk insanlığın
birincil mücadele alanı olmalıdır. Bir bankacı ve Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri
İlişkileri
öğrencisi
olarak,
tezimin
bu
mücadeleye
katkıda
bulunabilmesini umut ediyorum.
“İşsizlik ve Yoksullukla Mücadelede Mikrokredi Uygulaması ve Türkiye
İçin Bir Model Önerisi” başlıklı tezimizde tez konusunu belirleme çalışmaları
esnasında önerdiğim bu konuyu seçmemde bana anlayış gösteren
Saygıdeğer hocam ve tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Eyüp BEDİR’e,
yılgınlığa kapıldığım dönemlerde cesaret aşılayan okulumuz Araştırma
Görevlisi Sayın Mustafa Çağlar ÖZDEMİR’e tezin bilgisayar ortamına
alınmasında bana destek olan sayın Fatih DANACI ile sayın Harun
ÜNALAN’a teşekkürü borç bilirim.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................ i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................. ii
TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................... x
ŞEKİLLER LİSTESİ ....................................................................................... xi
KISALTMALAR ............................................................................................ xii
GİRİŞ ..............................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL AÇIDAN İŞSİZLİK, YOKSULLUK VE İSTİHDAMI
ARTIRMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR
I. İŞSİZLİK.......................................................................................................8
A.Kavramsal Olarak istihdam ve İşsizlik .....................................................8
B. Mikrokredi Açısından İşsizlik Türleri ve Mikrokredi Açısından
Değerlendirilmesi ..................................................................................12
1. Çalışma Arzusuna Göre İşsizlik ........................................................12
a. İradi İşsizlik ...................................................................................12
b. Gayri İradi İşsizlik .........................................................................13
2. Görünümüne Göre İşsizlik ................................................................13
a. Gizli İşsizlik ...................................................................................13
b. Açık İşsizlik ...................................................................................14
(1) Geçici (Frictional) - Arızi İşsizlik ............................................15
(2) Yapısal (Structural) - Bünyevi İşsizlik ....................................17
(3) Konjonktürel (Conjonctural) - Devri İşsizlik ...........................18
(4) Mevsimlik (Seasonal) İşsizlik ................................................19
(5) Reel Ücret İşsizliği ................................................................20
(6) Teknolojik İşsizlik ..................................................................21
iii
(7) Sürekli Durgunluk - Buhran İşsizliği (Secular Stagnation) .....22
C. Uzun Süreli İşsizliğin Kendi Hesabına Çalışma Üzerindeki Etkisi ........22
II. YOKSULLUK ............................................................................................23
A. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin Önlenmesine
Yönelik Stratejiler ve Politikalar.............................................................23
B. Dünyada Yoksulluk ..............................................................................26
C. Türkiye'de Yoksulluk .............................................................................38
1. Türkiye'de İşsizlik ve Yoksulluğun Sosyo Ekonomik Analizi ..............38
2. Türkiye'de Yoksulluğun Azaltılması İçin Yoksullar Lehine Büyüme
Politikaları.........................................................................................45
3. Sosyal Riski Azaltma Projesi ve Sosyal Risk Yönetimi (SRAP) ........47
III. İSTİHDAM POLİTİKALARI .......................................................................49
A. Pasif İstihdam Politikaları .....................................................................49
1. Gelir Desteği Sunan Politikalar .........................................................49
a. İşsizlik Sigortası............................................................................49
b. Sosyal Yardımlar ..........................................................................52
c. İş Paylaşımı (Job Sharing)............................................................53
d. Kıdem Tazminatı ve Erken Emeklilik.............................................54
2. Geçici işsizliğe Yönelik Politikalar .....................................................55
a. Genel İstihdam Hizmetleri ve Toplu İşten Çıkarmaların
Önlenmesi ....................................................................................56
b. Bölgesel İşgücü Hareketlerinin Düzenlenmesi ve Yoğun İş Arama
Programları ..................................................................................57
3. Pasif İstihdam Politikalarının Olumlu ve Olumsuz Etkileri .................58
B. Aktif istihdam Politikaları .......................................................................58
1. İstihdam Yaratmaya ve İstihdamı Korumaya Yönelik Politikalar .......58
a. Küçük İsletmelerin Geliştirilmesi ve Rehabilitasyonuna Yönelik
Politikalar .....................................................................................59
b.Yerel Ekonomik Gelişme Programları ............................................60
c. Kamu Yararına Çalışma ................................................................61
2. Genel Aktif İstihdam Politikaları ........................................................61
a. İşgücü Piyasasında Bilgi Sistemi Düzenleme Politikaları ............62
iv
b. İşgücü Piyasası Uyum Politikaları ................................................63
c. İş Güvencesi ve Ücret Seviyesine İlişkin Düzenlemeler ...............64
d. Çalışma Yaşamında Esnekliğe İlişkin Düzenlemeler ....................65
e. İstihdam Odaklı Eğitim Politikaları ve İşbaşı Eğitim Programları ..69
f. Ücret Sübvansiyonu ......................................................................71
g. Diğer Ekonomi Politikası Tedbirleri ...............................................73
3. Aktif İstihdam Politikalarının Başarı Açısından Değerlendirilmesi .....74
a. Aktif İstihdam Politika Sonuçlarına İlişkin Genel Değerlendirme
Yaklaşımı......................................................................................75
b. Aktif istihdam Politikası Süreçlerinin Değerlendirilmesi ................77
c. Aktif İstihdam Politikalarının Etkilerinin Değerlendirilmesi
Yöntemi .........................................................................................78
4. Avrupa Birliği Ülkelerinde Aktif İstihdam Politikaları ..........................79
İKİNCİ BÖLÜM
TEORİ VE UYGULAMA AÇISINDAN MİKROFİNANSMAN, MİKROKREDİ
VE BİREYSEL GİRİŞİMCİLİĞİN ÖZENDİRİLMESİ
I. GENEL OLARAK FİNANSMAN .................................................................81
A. Finans ve Finansal Yönetim .................................................................82
B. Finansal Piyasalar ................................................................................83
C. Günümüzde Uygulanan Finansman Teknikleri .....................................84
1. Borçlanmayla Finansman .................................................................84
2. Sermaye Koyarak Finansman ..........................................................86
D. Finansman ve Vade..............................................................................87
1. Kısa Vadeli Finansman .....................................................................87
2. Uzun Vadeli Finansman. ...................................................................87
E. Günümüzde Uygulanmakta Olan Finansal Teknikler ............................88
1. Factoring...........................................................................................88
2. Forfaiting...........................................................................................89
3. Leasing .............................................................................................90
v
II. BORÇLANMA HAKKI VE MİKROFİNANSMAN ........................................93
A. Borçlanma Hakkı ..................................................................................93
B. Kredi Kavramı ve Kapsamı ...................................................................94
1. Kredi Kavramı ...................................................................................95
2. Kredinin Unsurları ve İşlevi ...............................................................95
C. Mikrokredi.............................................................................................96
1. Küçük İşletme Kavramı .....................................................................96
2. Mikro İşletmeler ve Mikro İşletme Finansmanı..................................97
a. Mikrofinansman ve Mikrokredi .................................................... 100
(1) Kavramsal Olarak Mikrofinansman ....................................... 100
(2) Mikrokredinin Tanımı ve Kapsamı .........................................101
(3) Temel Mikrofınans Prensipleri ...............................................108
(4) Mikrofinansman Konusunda Yaşanan Sorunlar .................... 112
(5) Mikrokredinin ve Mikrofinansın Tarihçesi .............................. 113
(6) Mikrokredi Uygulamasının Başarı İlkeleri .............................. 115
(7) Başarılı Sosyal Girişimci Olmanın Özellikleri ........................ 117
(8) Mikrokredilendirmede Hedef Kitle .........................................123
i. Kadın İstihdamı ................................................................. 124
ii. Gençlerin İstihdamı .......................................................... 128
iii. Özürlülerin İstihdamı........................................................ 129
(9) Mikrokredi ve Yoksulluğun Azaltılması .................................. 131
i. Mikrokredi Zirvesi, Yoksullara Yardım Deklarasyonu.........132
ii. Mikrokredi Programlarının Sosyo-Ekonomik Etkileri.........134
(10) Mikrokredi'nin Kalkınma Ekonomisi Açısından
Değerlendirilmesi ................................................................. 135
(11) Mikrokredi Programlarının Kurumsal ve Finansal
Uygulanabilirliği .................................................................... 138
i. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Davranışçı
Risk Faktörleri.................................................................. 139
ii. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Maddi Risk
Faktörleri.......................................................................... 140
vi
iii. Mikrokredide Kurumsal Uygulanabilirlik, Grameen Bank ve
BRAC Verileri................................................................... 140
(12) Mikrokredi Programları ve Kırsal Finans ............................. 142
(13) Mikrofinans Arz ve Talebi ....................................................144
(14) Mikro Finans Kurumları ....................................................... 146
(15) Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar.......................... 147
III. DÜNYA BANKASI VE DÜNYADAKİ BAŞARILI MİKROKREDİ
UYGULAMALARI .................................................................................... 148
A. Dünya Bankasının Mikrokredi Çalışmaları.......................................... 148
B. Dünyada Başarılı Mikrokredi Uygulamaları ........................................ 149
1. Bangladeş'te Mikrokredi Uygulamaları ........................................... 149
2. Hindistan' da Mikrokredi Uygulamaları ........................................... 151
3. Çin'de Mikrokredi Uygulamaları ...................................................... 153
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İŞSİZLİKLE MÜCADELE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE
MİKROKREDİ UYGULAMALARI
I. TÜRKİYE İŞGÜCÜ PİYASASI VE İŞSİZLİKLE SORUNU ....................... 154
A. Türkiye'de İşgücü Piyasası ................................................................. 154
B. İstihdam Piyasasında Enformel Sektör ve Kadınlar............................ 158
C. Türkiye'de İstihdam ve İşsizlik ............................................................ 160
D. Küreselleşme ve İstihdam .................................................................. 162
E. Türkiye'de Gelir Dağılımı Adaletsizliği ve Fırsat Eşitsizliği .................. 166
II. TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZLERİN İŞGÜCÜ PİYASASINA ETKİSİ ..168
A. Türkiye'de Kriz ve Yoksullaşma .......................................................... 168
1. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Az Gelişmiş Ülkeler Üzerine
Etkisi ............................................................................................... 175
2. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Türkiye Üzerine Etkisi ......... 179
a. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Kısa Tarihi ....................... 179
vii
b. IMF ve Dünya Bankası Politikalarına Rağmen Dünyada
Yoksulluk.................................................................................... 183
c. Döviz Kuru Esasına Dayalı Stabilizasyon Programı (Exchange
Rate Based Stabilization - ERBS) .............................................. 185
d. Krizlerin Ortaya Çıkardığı Bozuk Kambiyo Rejimi ..................... 187
e. İstihdam Sorunlarının Öncelikle Devlet Reformuyla Çözümü .... 187
III. TÜRKİYE'DE İSTİHDAM POLİTİKALARI ...............................................189
A. iktisadi Krizler ve istihdam .................................................................. 189
1. Türkiye'de Uygulanan Aktif istihdam Politikaları.............................. 196
2. İşsizlikle Mücadelede Maliyet Sorunu ve Bir Kişiye iş Yaratmanın
Maliyeti ........................................................................................... 200
3. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin
Önlenmesine Yönelik Stratejiler ve Politikalar................................. 205
IV. TÜRKİYE'DE MİKROKREDİ KURULUŞLARI VE UYGULAMALARI ..... 207
A. Türkiye'de Mikrokredi Uygulamaları ................................................... 207
B. Türkiye'de Mikrokredi Kuruluşları ....................................................... 208
1. Kredi Garanti Fonu A.Ş'nin Mikro İşletmelere Katkısı ..................... 211
2. Kobi Aş. Tarafından Mikro İşletmelere Verilmesi Planlanan
Hizmetler........................................................................................ 212
3. Türkiye'de Fiilen Mikrokredi Uygulamasını Yürüten Kurumların Yeni
Modele Katkıları ............................................................................. 213
4. Tarım Kredi Kooperatifleri ............................................................... 216
5. KOSGEB ........................................................................................ 217
6. Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği .................................................. 218
7. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ............................................................ 219
C. Türkiye'de Mikrofinansman Yaklaşımının Geleceği ............................ 221
viii
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İŞSİZLİKLE VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE
TÜRKİYE MİKROKREDİ MODEL ÖNERİSİ
I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER ....................................... 223
A. Ticari Bankalarda Zorunlu Değişim ve Perakendeci Bankacılık.......... 223
B. Ekonomik Krizler Karşısında Bankacılık Sektörünün Durumu ............ 224
C. Veri Tabanı ve Veri Madenciliği'nin Ticari Bankalarda Hizmet Kalitesi ve
Müşteri Portföyü Üzerine Etkisi........................................................... 226
1. Veri Madenciliğinin Bankacılık Sektörüne Etkileri ........................... 228
2. Kâr Marjı'nın Azalması Rekabetin Artması ve Pazarın Daralması ile
Beraber Ortaya Çıkan Yeni Arayışlar .............................................. 229
II. İŞSİZLİKLE MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ
UYGULAMA ÖNERİSİ ............................................................................ 231
A. Kredinin ihtiyaç Duyulan Yere Verilmesi ve Zihniyet Dönüşümü ......... 231
B. İşsizlik ve Yoksulluğun Ulusal Para ve Sermaye Piyasası Tarafından da
Algılanması ......................................................................................... 232
C. Bireysel Girişimciliğin Özendirilmesi Lizbon 1 Mutabakatı Toplantısı ve
Hedefleri ............................................................................................. 234
D. Sermaye Piyasasının Türkiye Mikrokredi Modeli Açısından Önemi.... 236
1. Mikro işletmelere Yönelik Risk Sermayesi Modeli........................... 239
2. Gayri Resmi Finansal Sektör .......................................................... 239
3. Sermayenin Demokratikleştirilmesi ve Finansal Antropoloji ............ 242
E. Türkiye İşgücü Piyasasının Mikrokredi Açısından Elverişliliği ............. 244
F. Türkiye'ye Özgü Mikrokredi Modelinin Uygulayıcısı Ticaret Bankaları
Açısından Mikrokredinin Banka Yapısı İçindeki Yeri ........................... 246
1. Türkiye'deki Bankaların Yönelemediği Pazar: Kırsal Yoksullar
ve İşsizler…………. ......................................................................... 247
2. Mikrokredi Uygulamasını Destekleyici Gıda Bankacılığı Esasları ... 257
G. Mikrofinansman Uygulamasında Kârlılık ............................................ 258
H. Mikro Girişimcinin Mesleki Eğitimi ...................................................... 259
ix
I. Batıdaki Çalışan Sahip (VVorker Ovvnership) Sisteminin Türkiye'de
Geliştirilmesi ....................................................................................... 259
J. İşsizliğin Çözümü için Girişimcilik (Kendi Hesabına Çalışmak) ........... 261
III. TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA SÜRECİ ...................... 262
A. Mikrokredi Başvurusu ve Başlangıç Sermayesine Devlet
Garantörlüğü ....................................................................................... 262
1. Kendi Hesabına Çalışmada En Önemli Sorun ................................ 263
2. Hükümetin Mikrofinansın Desteklenmesinde Rolü .........................266
3. Ulusal İstihdam Stratejisi ve Bu Stratejinin Önemli Bir Parçası Olarak
Mikrofinansman .............................................................................. 269
4. Sermaye Piyasasında Mikro İşletme Varlıklarına Dayalı Menkul
Kıymetlerin Refinansmanda Kullanılması ....................................... 270
5. Mikro İşletme Faaliyetlerinde Otofinansman ve Kredi Koruma
Sistemi ............................................................................................ 270
a. Mikrokredide Risk Sermayesi Yaklaşımı ve Kredi Garanti
Sistemi ........................................................................................ 271
b. Çalışma Sermayesi ve Mikro işletmelere Yönelik Yeni Finansman
Teknikleri .................................................................................... 273
(1) Çalışma Sermayesi ve Çalışma Sermayesinin İstihdam
Üzerindeki Etkisi .................................................................. 273
(2) Mikrofinansman Teknikleri ....................................................274
i. Genel Finansman Teknikleri .............................................. 274
ii. Mikro Finansal Kiralama (Micro Leasing) ve Mikro Mevduat
Micro Savings .................................................................. 275
B. Başarılı Mikro Girişimlerin Büyüyerek ya da Birleşerek KOBİ'leşmesi 277
C. Türkiye Mikrokredi Model Tablosu ...................................................... 278
SONUÇ ....................................................................................................... 281
KAYNAKÇA ................................................................................................ 297
ÖZET
....................................................................................................... 305
ABSTRACT ................................................................................................ 308
x
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1:
Dünya’nın
Değişik
Bölgelerinde
Yoksul
Nüfus
ve
Yoksulluk Oranları, 1987-2001...................................................28
Tablo 2:
Dünya’nın
Değişik
Bölgelerinde
Yoksul
Nüfus
ve
Yoksulluk Oranları, 1990-2001...................................................32
Tablo 3:
Bazı Uluslararası Yoksulluk Sınırlarına Göre Seçilmiş
Ülkelerde Yoksulluk Oranı ve Gini Katsayısı ..............................33
Tablo 4:
Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri, 1999 ................35
Tablo 5:
Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi, 1999 .....................37
Tablo 6:
Eğitim Durumlarına Göre İşsizler (15+ Yaş) ..............................39
Tablo 7:
Yaş Grubuna Göre İşsizler (15+ Yaş) (Bin)................................41
Tablo 8:
Metropol İşsizliği ........................................................................42
Tablo 9:
Cinsiyete Göre İşsizlik Oranı ......................................................43
Tablo 10: Şartlı Nakit Transferi Yardımlarının Bölgesel Dağılımı ...............48
Tablo 11: Ülkemizde Genç İşsizlik ........................................................... 128
Tablo 12: Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar ............................... 148
Tablo 13: İşgücü Durumuna Göre Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus .......... 161
Tablo 14: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine
Etkileri ...................................................................................... 191
Tablo 15: Bir Kişiye İş İmkanı Oluşturmak İçin Gerekli Yatırım
Tutarı (2003) ............................................................................ 206
Tablo 16: Nüfus Sayımlarına Göre Köy ve Şehir Nüfusları ...................... 249
Tablo 17: Sektörlerin GSİYH İçerisindeki Payı (Cari Fiyatlarla, %) .......... 249
Tablo 18: Tarım Sektörü ve Tarım Dışı Sektörlerde İstihdam (bin
kişi) .......................................................................................... 250
xi
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1:
Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi.............. 145
Şekil 2:
2003 – 2009 İşsizlik Oranları...................................................... 155
Şekil 3 : Risk Sermayesi Mikro İşletme (RS-Mİ) ...................................... 227
Şekil 4:
Sermayenin Demokratikleştirilmesi ............................................ 244
Şekil 5:
Ticari Banka Mikrokredi Uygulamasının Banka Örgütsel
Yapısı İçindeki Yeri ................................................................... 246
xii
KISALTMALAR
a.g.e
Adı Geçen Eser
a.g.m
Adı Geçen Makale
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
ABİGEM Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi
AGÜ
Az Gelişmiş Uluslar
ASHI
Ahon Sa Hirap Inc. (Filipinler Mikrokredi Kuruluşu)
BC-NET
Business Cooperation Network
BDDK
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
BRAC
Bangladesh Rural Advancement Committee
BRE
Bureau de Rapproachement des Enterprises
CGAP
Certified Government Auditing Professional
DAP
Doğu Asya ve Pasifik
DİE
Devlet İstatistik Enstitüsü
DÖSİM
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü
EBSO
Ege Bölge Sanayi Odası
EC
European Commission
EIC
Euro Info Centre
ERBS
Exchange Rate Based Stabilization (program)
FİNKA
Finance for International Community Assistance
FOCCAS Foundation for Credit and Community Assistance
GB
Grameen Bank
GDP
Gross Domestic Product
GEM
Gençlik Hizmet Merkezleri
GSMH
Gayri Safi Milli Hasıla
GTZ
Alman Teknik İşbirliği Ajansı
IBRD
International Bank for Reconstruction and Development (IBRD
ICA
International Cooperatives Association
IDA
International Development Association
IFC
International Finance Center
xiii
ILO
International Labour Organization
IMF
International Monetary Fund
İGE
UNDP’nin İnsani Gelişme Endeksi
İKO
İş Gücüne Katılma Oranı
İŞKUR
İş ve İşçi Bulma Kurumu
KDD
Knowledge Discovery in Databases
KEDV
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı
KGF
Kredi Garanti Fonu
KİT
Kamu İktisadi Teşebbüsü
KOBİ
Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler
KOSGEB Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi
Başkanlığı
MEKSA
Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı
MFI
Micromechanical Flying Insect
MFK
Mikro Finans Kuruluşu
MSB
Micro and Small Businesses
NGO
Non Governmental Organisations
NLP
Neuro Linguistic Programming
NUTS
The Nomenclature of Territorial Units for Statistics
OECD
Organisation for Economic Co-operation and Development
ÖFK
Özel Finans Kuruluşu
PAG
Proyecto Aldea Global
PRIDE
Promotion of Rural Initiatives and Development Enterprises
ROSCAs Rotating Savings and Credit Associations
SBA
Small Business Administration
SHÇEK
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu
SRAP
Sosyal Riski Azaltma Projesi
STK
Sivil Topluk Kuruluşu
SYDGM
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
SYDTF
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu
SYDV
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
xiv
ŞNT
Şartlı Nakit Transferi
TCMB
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TESK
Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu
TGMP
Türkiye Grameen Mikrokredi Projesi
TOBB
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TOSYÖV Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları
ve Yöneticiler Vakfı
TSKB
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası
TUİK
Türkiye İstatistik Kurumu
TÜSİAD
Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği
UNDP
United Nations Development Programme
VM
Veri Madenciliği
VTBK
Veri Tabanından Bilgi Keşfetme
GİRİŞ
Modern devletin doğuşu ile beraber endüstri ve ticaret alanındaki
gelişmeler kapitalizmin ve akabinde liberalizmin zaferi ile sonuçlanmıştır.
Devlet, endüstriyel dönüşümü sağlama işlevi üstlenmiş ve sürekli olarak
piyasa olgusunu ön plana çıkarmaya çalışmıştır.
Smith, Ricardo, Malthus ve Marx’ın ekonomi alanında yaptıkları
çalışma ve tespitler Birinci Dünya Savaşı’nın ve ideolojik yaklaşımların
gölgesinde önemli tespitler olarak ortaya çıkmıştır. 1929’da başlayan Dünya
Ekonomik Bunalımı iktisadi yaşamda yeni arayışların başlatıcısı olmuştur. Bu
dönemde iktisadi yaşama istihdam yönlü bakılmış ve iki dünya savaşı
arasında yaşanan işsizliğin bir nevi sorgulaması yapılmıştır. Özellikle efektif
talep, tüketim, yatırım, faiz, üretim ve istihdam düzeyi ile denge kavramları
1929 bunalımı ile beraber teorik ve pratik anlamda ekonomik yaşamdaki
yerini almıştır.
Hızla gelişen teknoloji ve kapitalizmin yeniden yapılanma arayışları
içinde sosyalizm ve kapitalizm olarak ikiye bölünmüş olan dünya ekonomisi
1970 Dünya Petrol Bunalımı ile bir farklılaşmaya daha tanık olmaya
başlamıştır. Bu bunalım, sosyalizmin çöküşünün somut başlangıcı ve tüm
dünyada daha sonra ciddi sorgulamalara neden olacak olan yeni dünya
düzeni ve küreselleşme olgularının da doğuşu anlamına gelmiştir.
Yirminci yüzyıl, çok uluslu şirketlerin, dünya ile entegre ekonomilerin
ve dolayısı ile bulaşıcı krizlerin yüzyılı olmuştur. Özellikle doğu blokunun
çöküşü ile beraber kapalı ekonomiler demode olmuş ancak zayıf ekonomiler
de dışa açık olmanın maliyetini yaşayarak öğrenmişlerdir.
Son zamanlarda dünyada iktisadi paradigmaların yeniden ele
alınmaya başlandığını, Amerikan Merkez Bankası, Dünya Bankası ya da IMF
çevrelerinden ciddi ekonomistlerin IMF’yi, uluslararası yardım ve kredilerin
mahiyetlerini yeniden tartışmaya açtıklarını görmekteyiz.
2
İktisadi krizler, kimi zaman sistemik olarak kimi zaman da yabancı
ekonomilerdeki krizlerin yayılma etkisi nedeniyle ortaya çıkarlar. Ama her
halükarda dışa açık ve az gelişmiş ekonomiler krizlerden daha fazla
etkilenirler. Bu krizler aynı zamanda azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere
doğru sermaye transferine de neden olurlar. Genellikle yüksek faiz ve döviz
pozisyonlarında yaşanan sorunlar, ekonomik krizlerin önce mali sektörde
hissedilmesine daha sonra da ekonomik yapının tümüne yayılmasına neden
olurlar.
İktisadi krizlerle ilgili değerlendirme ve politikaların hemen tümünde,
krizin nedeni birkaç gösterge ile ortaya konmuş ve çözüm yolu olarak da
çoğunlukla mekanik, birbiriyle ilişkili parametreler üzerinde durulmuştur. Tüm
bunlar
yapılırken
iktisadi
politikaların
temel
süjesinin
insan
olduğu
unutulmuştur. Gelişmiş ülkeler iktisat sosyolojisini kullanarak uluslararası
iktisadi ibrenin yönünü kendilerine doğru çevirmiş, ancak azgelişmiş ülkelere
ise içinde bulundukları durumdan çıkışa ilişkin para otoritesinin yapacağı bazı
ekonometrik işlemleri tavsiye etmişlerdir.
İktisadi ve sosyal alanda değişik görüşlerin en büyük ilham kaynağı
devletin tavrı olmuştur. Devlet denilen devin en küçük bir hareketi toplumda
çok büyük hareketlenmelere neden olmuştur. Bu nedenle devletin ne
yapması
gerektiğine
ilişkin
olarak
otoriteler
her
zaman
kalem
yarıştırmışlardır. Oysa “devlet ne yapmalıdır?” Sorusunun değil “ne
yapabilir?” sorusunun tartışılması gerekir. Devletin ekonomiyi yönetip
yönetemeyeceği hem düzenin doğası ile hem de devletin doğası ile ilgilidir.
Erken liberaller, devletin beceriksizliğinden ziyade doğasına dikkati çekmiş ve
devletin
ekonomiyi
doğasından
ötürü
yönetemeyeceği
görüşünü
1
savunmuşlardır. Ancak bu durum bilinçli olarak saptırılmıştır . Devletin
mükemmel bir düzen arayışı ve bu konuda doğasından kaynaklanan acizliği
ekonomik ve toplumsal hastalıkların temelini teşkil etmektedir.
1
Peter F. Drucker; Yeni Gerçekler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1993, B.3, s.61
3
Devletin ekonomik ve toplumsal hastalıklarla mücadelede en önemli
aktör olarak kendini görmesi başarısızlık durumunda da tüm saldırıların
devlet
kurumuna
yönelmesine
neden
olmaktadır.
İnsanlar
devlet
kurumlarında, fabrika ve benzeri büyük organizasyonlarda istihdam edilmek
istemekte ve bu amaçla devlet de üretimi ençoklaştırmak amacıyla her yıl
artan oranlarla doğal sermayeyi tüketmekte, petrol ve benzeri fosil
kaynaklardan oksijene kadar her şeyi bu amaca feda etmektedir. Bütün süreç
“Can havliyle” diyebileceğimiz bir itici güçle işlemekte bu durum ise
gelecekte;
refah,
düzen,
değer
ve
üretim
kavramlarının
yeniden
tanımlanmasına ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Dünyamız 1973 Dünya Petrol Bunalımı ile başlayan ve halihazırda
devam etmekte olan yeni bir sürece girmiştir. Bu sürecin teorisinin önceden
yazılması gayretleri ve sürecin yapay olarak belli noktalara ulaştırılması
çabaları çok net olarak var olmakla beraber çok da yapay olmayan yeni
kuramsal ve eylemsel yönelimleri görmezden gelmek mümkün değildir.
Yeni dünya düzeninde; üstün bir toplum yaratma çaba ve önkoşulu
iflas etmiştir. Askeri, siyasi ya da ekonomik başarıların ön koşulunun üstün
bir toplum yaratmak olmadığı anlaşılmıştır. Bireyin ya da bireyleşmenin
toplumsal yararı anlaşılmıştır. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya ve
Pasifik yönüne doğru kaymaya başlamış Avrupa ve ABD ekonomik
performansı artırmak amacıyla bir dizi askeri arayışa yönelmiştir. İktisadi
anlamda devletin küçülmesi kaçınılmaz olarak gündeme gelmiştir. Sosyal
Devlet anlayışı yerini giderek minimal devlet anlayışına bırakmıştır. Çalışma
ilişkileri alanında sendikalaşma sempatisini yitirmiş, atipik çalışma modelleri
ortaya çıkmıştır, çalışanların doğrudan üretime ve yönetime katılması önem
kazanmıştır.
Eğitimli ya da belli bir bilgi ve beceriyi edinen insanlar üretim sürecine
katılmalarında devleti bir otorite, aracı ya da katalizör olarak görmektedirler.
Devlet bu insanlara ya iş veriyor ya iş temin ediyor ya da işsizlik
sigortasından yararlandırıyor. Bir diğer ifadeyle bu sistemde vatandaş kendini
4
tüm ağırlığıyla devletin üzerine yıkıyor ve bunun dışındaki seçenekleri
anlamazlıktan geliyor. Bu durumun aşılması ancak bireyin doğrudan üretime
katılmasını sağlayacak çekirdek sermaye desteği ile olabilecektir. Aksi
takdirde devletin iş piyasasının düzenlenmesi amacıyla yaptığı giderler
amacını aşar hale gelmektedir.
Merkezi yönetimin yetkilerinin yerel yönetimlere devri ve buna benzer
gelişmeler yeni dünya düzeninde önem kazanmaktadır. Ancak bunlardan en
önemlisi Yeni Dünya Düzeni’nde hakim olan belirsizlik ortamıdır. Toplumsal
yapı teknokratların kısa vadeli ve çözüm odaklı buluş ve önerileriyle
dinamizm kazanmış olmakla beraber, iktisadi ve sosyal hayatı kavrayabilecek
doktrin ihtiyacı güncelliğini korumaktadır. Marksist Sosyalizmin liberalizme
yönelttiği soruların içinde henüz yanıt bulamayanlar çoğunluktadır. Liberal
ülkeleri sosyal çözümlere zorlayan da bu çaresizliktir.
İşsizlik, cari ücretler seviyesinde çalışma arzusu ve gücü olmasına ve
iş aramasına rağmen fertlerin iş bulamaması durumudur. İster gizli işsizlik
şeklinde olsun, ister devri, konjonktürel, kronik, teknolojik, bünyevi olsun veya
geçici olsun kesin olan şey işsizliğin sosyal ve kişisel bir yara olduğudur.
Modern toplumlar İşsizlik Sigortasını işte bu yaranın bir tedavi biçimi olarak
görmüş ve kendi bünyelerine uygun işsizlik sigortası düzenlemelerini
yapmışlardır. Ancak insanlar çalışmayı sadece bir sigorta, bir yaşam
güvencesi olarak görmemektedirler. Çalışmak aynı zamanda Anayasal bir
hak, sosyal ve psikolojik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın devlet tarafından sağlanan
istihdam olanaklarıyla giderilmesi her zaman mümkün olmayabilir.
Anayasamızda da güvence altına alınmış olan, çalışma hakkı ve
ihtiyacını gidermek amacıyla AB ülkeleri ve ülkemizde yeni istihdam
politikaları belirlenmeye çalışılmaktadır. Ancak ülkemizin ve AB ülkelerinin
model olarak birbirlerine benzer yanları bulunmamaktadır. Özellikle nüfusun
demografik yapısının farklı olduğu ülkelerde benzer istihdam politikalarının
izlenmesi isabetli olmayabilmektedir. Nüfus yapısı yaşlı olan AB ülkeleri ile
5
ülkemizde izlenen istihdam politikaları ve en önemli tamamlayıcısı olan
sosyal güvenlik politikaları açısından farklılığın olması kaçınılmazdır.
Ülkemizdeki
işsizlik
beraberinde
yoksulluğu
ve
gelir
dağılımı
adaletsizliğini getirmektedir. Bir grup vatandaşımız İsviçre düzeyinde refah
seviyesine sahipken bir grup vatandaşımız ise Afrika standartlarında
yaşamaktadır. Ülkemizde işsizlik sorununu çözmek büyük oranda yoksulluk
ve gelir dağılımı adaletsizliği sorununu da çözmek anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla bu önemli sorunu çözerken devletin uygulayacağı aktif istihdam
politikalarının yanısıra çeşitli toplum katmanlarının ve piyasadaki ekonomik
aktörlerin sürece katılması büyük önem arz etmektedir. Zira üretimde
müteşebbis ve emek unsurlarının bu kadar keskin çizgilerle birbirlerinden
ayrılması soyut bir olgu olup teşebbüs hürriyeti, uygulamada bu ayrımı adeta
belirsiz hale getirmektedir. İşsizlerin istihdama dahil olma sürecine yerel
unsurları da katarak meslek edindirme ve mikrofinansman yoluyla bireysel
teşebbüs sürecini tahrik eden çözümler ortalama bir başarı oranı gösterseler
bile toplamda çok ciddi bir başarıyı ifade ederler.
İstihdamın çalışanlar açısından en önemli sonucu ve hedefi Sosyal
Güvenliktir.
Çalışma yaşamında esneklik ve benzeri yeni uygulamalar
Sosyal Güvenlik sisteminde de farklı arayışlara yöneltmiş ve özel emeklilik
sistemleri devreye girmiştir. Bu durum teşebbüs eğilimini daha da artırmıştır.
Mikro işletmelerin mikrokrediler vasıtasıyla canlandırılmasında özel emeklilik
fonlarının da ciddi katkısı olacaktır.
Kitlesel Üretim (Mess Production) işsizliği körüklemekte ve üretimi
kaçınılmaz bazı model ve prosedürlere bağlı kılmaktadır. Yürüyen bant
sisteminde az girdi ile yüksek çıktı alma ve düşük maliyetle üreterek fiyata
bağlı rekabet avantajı elde etmek üzerine kurulmuş olan sistem küçük
üreticiyi rekabet edemez duruma düşürmekte ve teşebbüs özgürlüğüne zarar
vermektedir. Kalkınmayı sanayileşme olarak görmek sanayileşmeyi de dev
fabrikalarla ifade etmek ve kalkınma sürecindeki tüm değişkenleri bu döngü
etrafında ele almak insan denen varlığı unutturmakta ve yeni kalkınma
6
stratejileri üzerinde düşünmekten bizi alıkoymaktadır. Ulusların büyüme ve
sanayileşme mücadelesinde duygusal bir varlık olan “insan” ciddi sosyal
problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle; Mikrofinansman sadece
karı değil aynı zamanda bu sosyal problemleri de hedeflediğinden hem
sermaye piyasası hem de iş piyasası açısından önemli bir olgu olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Gelecekte, Küreselleşmenin yaratacağı toplumsal çöküşe yanıt olacak
ekonomik model ya da modellerin odağı çevre ve insan olacaktır. Yani
insanın mutluluğunu ve refahını hedef alan bir üretim modelinin uzun vadede
de insanı koruyan, doğayı tahrip etmeyen insan sağlığını tehdit etmeyen bir
model olması gerekir. Bu anlamda, uzun vadede toplum sağlığını tehdit
eden, toplumsal yabancılaşmaya neden olan kısa vadede de psikolojik
tahribat ve depresyonlar yaratan üretim tarzı yerine; uzun vadede toplumu
koruyan kısa vadede de insan mutluluğunu ve huzurunu tehdit etmeyen bir
üretim modelinde mikrofinansmanın etkinliği oldukça yüksek olacaktır.
İş yapma fikri olup, gelir getirici bir faaliyette bulunmak üzere, küçük bir
başlangıç sermayesine (Start-Up Capital) ihtiyacı olan yoksullara parasal
imkan verilmesi olarak tanımlayabileceğimiz mikrokredi; hayatını temin
edecek gıdayı sağlayamadığından karnı doymayan, kendisini dış etkenlerden
koruyacak bir barınağa sahip olmayan, asgari sağlık hizmetlerinden
yararlanamayan, temel eğitim görmeyen mutlak yoksullarla bu imkanlardan
bir kısmına sahip olan ancak diğerlerine sahip olamayan muhtaç kesimleri
kapsar. Bu anlamda kadınlar ve işsiz gençler, topraksız köylüler, küçük
ölçekli çiftçiler, sokaktaki sahipsiz çocuklar, orman köylüleri vb. kesimler bu
tarz kredilerde hedef kitleyi teşkil eder.
Mikrofinans
kuruluşları
arasında;
Sivil
Toplum
Mikro
Finans
Kuruluşları, Mikro Finans Bankaları ve Kredi Birlikleri’nin yanısıra Ticari
Bankalar da sayılmış olmasına rağmen ülkemizde Ticari Bankaların riskteminat dengesine ilişkin kaygıları
bu konuda geri kalmalarına neden
olmuştur. Dünyada 111 ülkede başarıyla yürütülen mikrokredi çalışmalarının
7
ülkemizde de yoğunlaşması ve Ticari Bankaların bu konuda çalışmaya
başlaması ulusal kalkınma açısından büyük önem arz etmektedir. İşsizliği
önlemede mikrofinansman modeli ülkemizde ihmal edilmiştir. Bu model hem
sosyal hem de finansal boyutları olan ve kalkınmaya ciddi ölçüde destek
sağlayacak olan bir modeldir. Devletin karşılıksız harcamalarını da
azaltacağından kamu maliyesi açısından da ciddi sonuçlar ihtiva eder.
Türkiye’de genç ve eğitimli işsizlerle yaşamını idame ettirmekte
zorlanan yoksullar için çözüm arayışlarına yanıt olarak mikro işletmecilik ve
mikrokredi uygulamasını ele alacağımız ve bu anlamda ülkemiz için bir model
önerisi geliştirmeye çalışacağımız tezimiz dört ana bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde; Kavramsal açıdan İşsizlik, yoksulluk ve istihdamı artırmaya
yönelik politikalar ele alınacaktır. İkinci bölümde teori ve uygulama açısından
mikrokredi
ile
mikrofinansmanın
genel
çerçevesi
değerlendirilmeye
çalışılacak ve bireysel girişimciliğin özendirilmesi konusu ele alınacaktır.
Üçüncü bölümde Türkiye’de işsizlikle mücadele ve mikrokredi uygulamaları
ele alınacaktır. Dördüncü bölümde; işsizlikle mücadelede ticari bankaların
yeniden yapılandırılması ele alınacak ve sermayenin demokratikleştirilmesi
açısından Türkiye için bir mikrokredi uygulama modeli ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL AÇIDAN İŞSİZLİK, YOKSULLUK VE İSTİHDAMI
ARTIRMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR
I. İŞSİZLİK
A.Kavramsal Olarak İstihdam ve İşsizlik
Üretimi oluşturan temel faktörler; tabiat ya da toprak (rant), emek
(ücret) ve sermaye (kâr) olarak dikkate alınmakla beraber, hem emek hem de
sermaye yönü var olan teşebbüs de dördüncü bir üretim faktörü olarak ele
alınmaktadır. Çoğunlukla, “Çalışma Ekonomisi (Labour Economy)” ya da
“Emek Ekonomisi” olarak adlandırılan bilim dalının temel aldığı üretim faktörü
emek ve onun etrafında dönen temel süreçler ile bu süreçleri ilgilendiren
kurum ve kuruluşlardır. Ücret, toplu pazarlık, işçi ve işveren kuruluşları,
İstihdam
kuruluşları
vb.
kavramlar
Çalışma
Ekonomisi’nin
önemli
kavramlarıdır. İnsan dediğimiz varlık kainatın efendisi ve temel yaşam unsuru
olduğundan üretim faktörlerinden emek ve karşılığı olan ücret ve genel
seviyesi oldukça önemli bir kavramdır. Tüm bu kavramlar da genel olarak
istihdamın bir parçası olarak ele alınırlar.
İstihdam genel anlamıyla üretim faktörlerinin üretime sevkedilme
seviyelerini; Çalışma Ekonomisi açısından ise tam gün çalışan yetişkin
emeğin sayısını2 ifade eder. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açısından
İstihdam halihazırda işbaşında olanlar ile işbaşında olmayanların oniki yaş
üstündeki kısmını içeren nüfusun miktarı olarak ele alınmaktadır.
Tam istihdam, üretim faktörlerinin tümünün üretime sevkedilmiş olduğu
ideal ve ütopik istihdam seviyesidir. Herhangi bir anda herhangi bir ulusal
ekonomi genel olarak eksik istihdam seviyesinde bulunur. Bir diğer deyişle
2
İlker Parasız, Melike Bildirici; Emek Ekonomisi, s.5
9
işsizlik, sıfır seviyesine indirilmesi imkansız ve belli bir seviyesi tolere
edilebilen bir olgudur. Ancak yüksek seviyede bir işsizlik iktisadi ve sosyal bir
hastalık olup tüm toplumsal sıkıntıların doğrudan ya da dolaylı tetikleyicisidir.
Eksik istihdamı doğal ve kaçınılmaz kılan hem gayrı iradi hem de iradi
işsizlerin oluşturduğu doğal işsizlik oranıdır. Nitekim belli bir süre gönüllü
olarak işsiz kalmak isteyenlerin ya da belli bir işten diğerine iradi olarak
geçenlerin oluşturduğu işsizlik yahut teknolojik gelişmeler,
zevk ve
tercihlerdeki değişmeler nedeniyle işsiz kalanların oluşturduğu doğal bir
işsizlik oranı vardır. Bu, tüm ekonomiler için kaçınılmaz ve doğal bir sonuçtur.
Doğal İşsizlik Oranı uzun dönemde beklenen ve gerçekleşen işsizlik
oranının eşit olduğu, emek arz ya da talebinin dengede olduğu bir emek
piyasasında ortaya çıkan işsizlik oranıdır. Bu orana “Normal İşsizlik Oranı”,
“Garanti Edilmiş İşsizlik Oranı” ya da “Tam İstihdam İşsizlik Oranı” adları da
verilmektedir3.
İşsizlik mevcut ücretler genel seviyesinde çalışma arzu ve yeteneğinde
olanların fiziksel olarak da herhangi uygun bir işi yapabilme engeli
olmamalarına rağmen iş bulamaması durumudur. İşsizlik çalışma arzu ve
isteğinde olunup olunmamasına ve görünümüne göre farklı şekillerde
değerlendirilmeye tabi tutulabilir.
İşsizlik aynı zamanda çağımızın en ciddi toplumsal hastalıklarından
biridir. Bu sorun özellikle az gelişmiş ülkelerde insanı ekonominin rasyonel
gereklerini dahi unutturacak kadar etkilemekte ve bir takım sayısal
göstergelerden
oluşan
ekonomik
tartışma
ve
yaklaşımları
antipatik
kılmaktadır.
Ülkemizde; özellikle nüfus artışı, mesleki eğitim politikalarına yeterli
önemin verilmemiş olması, aday müteşebbislerin iş kurabilmeleri için gerekli,
cazip ortamın yaratılamamış olması, yüksek enflasyon nedeniyle reel iktisadi
3
M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.428
10
faaliyetlerin
mütemadiyen
cazibesini
spekülatif
ekonomik
faaliyetler
karşısında yitirmesi, korumacı ekonomik politikalar işsizliğin yerleşik bir
hastalık haline gelmesine neden olmuştur. Bir dizi yapısal ve dışsal etken
işsizliğin ülkemizde giderek artmasına ve kronik bir hastalık haline gelmesine
neden olmuştur. Özellikle genç nüfus yapısına sahip olan ülkemizde bu
durum beraberinde daha ciddi toplumsal ve siyasal yaralar ortaya
çıkarmaktadır. İşsizlikle başa çıkmak için elbette eğitim politikası, nüfus
politikası gibi politikalar önemlidir. Ancak işsizliğin önlenmesi ciddi bir
ekonomik kalkınma politikası ile doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla işsizlikle ilgili
değerlendirmelerin odak noktası bu olmalıdır.
Ekonomik krizler işsizliğin önemli bir nedeni ve yoğunlaştırıcısıdırlar.
Dünya ekonomisinde yaşanan krizler 1970’lerden bu yana giderek sıklaşma
eğilimine girmiştir. Yaşanan krizleri kavramaya yönelik yapılan çalışmalar da
iktisadın önemli bir alt disiplinini biçimlendirmiş görünmektedir. Krizi analiz
etmeye yönelik birçok yaklaşım ve bakış açısı geliştirilmekte, Marksist
kuramdan
Keynesyen
ve
Neoklasik
kurama,
yaşanan
bu
krizlerin
dinamiklerini açıklamaya yönelik kendi içlerinde tutarlı bir çok kuramsal
tartışma ileri sürülmektedir. Kuramsal çabaların yanı sıra Kriz İktisadı, iş
yaşamında ve üniversitelerde de giderek önemli olmaya başlamıştır.
1961 Anayasasının 42.Maddesi; 1980 Anayasasının da 49. maddesi
çalışma hakkı ve ödevine ilişkindir. Anayasanın 49.Maddesinde “Çalışma
herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü yer almaktadır. “Devlet, çalışanların hayat
seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak,
çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam
yaratmak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü de çalışma hakkının devlet
otoritesi tarafından korunduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu hak kimi
zaman doğal kimi zaman da olağanüstü nedenlerle kullanılamamakta ve
işsizlik dediğimiz durum yaşanmaktadır. Ekonomik krizler çalışma hakkına
darbe vuran en önemli etkendir.
11
Toplumların değişen üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkan
modern çalışma yaşamı toprağa bağlı üretimi değiştirmiş ve üretim unsurları
olan toprak, emek ve sermayenin yanısıra müteşebbis ya da teşebbüs
unsurunu ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs unsurunun ortaya çıkması aynı
zamanda üretimi oluşturan unsurların, bu unsurlardan biri olan müteşebbis
tarafından düzenlenmesi anlamına geliyordu ki, bu düzenleme faaliyeti
özellikle endüstri devriminin ilk yıllarından başlamak üzere hesapların, emek
yani insan unsuru üzerinde yapılmasına neden olmuştur. İşte emek unsuru
üzerinde yapılan bu düzenlemeler aslında 20.yüzyıla damgasını vuran ve
sosyal maliyeti oldukça yüksek çalkantıların sebebi olmuş, bu çalkantıları da
Avrupa demokrasisinde önemli mihenk taşları olan çalışma yaşamına ilişkin
düzenlemeler izlemiştir. Ülkemizde de 4447 Sayılı Yasayla uygulamaya
konulan İşsizlik Sigortası (Unemployment Insurance) bu düzenlemelerin en
önemlilerinden biridir ve uzun yıllar tartışılarak gecikmeli ve eksik de olsa
yasal anlamda çalışma yaşamına girmiştir.
İstihdama
ilişkin
sorunların
çözülebilmesi;
çağın
işgücünden
beklentilerini yansıtan özelliklerin işgücüne kazandırılmasına yönelik bir
eğitim yapılanması ile yakından ilişkilidir. Mesleğe yönelten bir eğitim
yapılanması,
emek
arz
ve
talebindeki
değişimleri
ortaya
koyabilen
projeksiyonlar yapılabilmesi, mevcut eğitim sisteminin nitelikli eleman
yetiştirebilen bir yapıya kavuşturulması ve üniversite-okul-sanayi işbirliğinin
geliştirilmesi, özel sektörün meslek eğitiminde desteğinin alınabilmesi, iş
piyasasının iyi organize edilmesi, yaşam boyu eğitimin eğitim sistemimiz içine
monte edilmesi vb. çözümler istihdamla ilgili problemlerin aşılmasında
oldukça önemlidir4.
4
Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim-İstihdam İlişkisi”, (Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar), GAZİ Üniversitesi İİBF Yayını, Ankara, 2003,
s.68
12
B. Mikrokredi Açısından İşsizlik Türleri
İşsizlik kavramının türleri itibariyle tasnifinin genel olarak ortaya
konulması çalışmamız açısından önem taşımaktadır. Çalışma arzusuna göre
ve görünümüne göre farklı tasniflere tutulan işsizlik kavramı bu tasniflerle
beraber daha anlaşılır ve politika geliştirilebilir bir nitelik kazanmaktadır.
1. Çalışma Arzusuna Göre İşsizlik
a. İradi İşsizlik
Gönüllü işsizlik olarak da adlandırılan bu işsizlik türünde kişiler isteğe
bağlı olarak işsiz kalmayı tercih ederler. Bu tercihin nedeni çoğunlukla
mevcut işin kabul edilmemesidir. İşsizliğin tanımı dikkate alındığında Bu
anlamdaki işsizliğin işsizlik kavramı içinde hangi durumlarda yer alacağı
tartışma konusu olabilmektedir.
İşsizlik kavramında; işsiz istihdam dışında bulunmaktadır, çalışmaya
gereksinimi vardır, işe hazır ve çalışma arzusu içindedir ve en son olarak iş
bulmak için aktif bir eylem içindedir. Dolayısıyla işsizin çalışma arzusundaki
ve iş bulmak amacıyla göstermesi gereken eylemindeki eksiklik ya da
yetersizlik iradi işsizi işsiz tanımından uzaklaştırmaktadır. Bir diğer husus iş
bekleyişinin gerçeğe uygunluğudur. Sahip olunan niteliklerin dışında iş
bekleyişleri gerçekçi olmayacağından bu kişileri de işsiz saymak güç bir
durumdur. Son olarak aşırı ücret beklentisi nedeniyle işsizliğe katlananlar
yahut mevsimlik çalışmaları kendi arzularıyla tercih edenlerin oluşturduğu
işsizlik de iradi nitelik taşıdığından tartışma konusudur. Ancak tüm bu kişiler
istihdam edilenlerin dışında bulunduğundan nicelik ve nitelik olarak her
halükarda işsizdir. İradi işsizlik miktarı doğal işsizlik oranı içinde yer alır.
13
b. Gayri İradi İşsizlik
Gayri iradi işsizlik yukarıda ifade edilen iradi işsizlik dışında kalan ve
bundan sonra tanım açıklamalarına devam edeceğimiz tüm işsizlik türlerini
içerir. Bu işsizlik türü işsizlik tanımına en yakın işsizlik türüdür. Gayri iradi
işsizlikte; kişi istihdam dışıdır, çalışmaya gereksinimi vardır, işe hazır ve
çalışma arzusu içindedir, aktif bir iş arama çabası içindedir, gerçek dışı iş
bekleyişleri bulunmamaktadır, aşırı ücret özlemi ya da mevsimlik kısa süreli
iş tercihleri bulunmamaktadır.
Bu anlamda bundan sonra ele alacağımız
işsizlik türleri bu kapsamdaki işsizlik türleridir.
2. Görünümüne Göre İşsizlik
a. Gizli İşsizlik
Teknolojik bir değişme olmaksızın üretim kapasitesine kıyasla fazla
miktarda işçinin istihdam edilmesi durumunda gizli işsizlikten bahsedilir5.
Toplam çıktı miktarı değişmeden bir işletmeyi veya ekonomik üniteyi terk
edebilen işçi sayısı gizli işsizlik sayısını verir6. Bir başka ifadeyle, herhangi
bir çalışma alanında işgücünün belli bir kısmını, üretimden çektiğinizde
üretim miktarında bir değişme olmuyorsa gizli işsizlik söz konusudur7. Daha
başka bir ifadeyle marjinal verimliliği sıfır olan kimseler gizli işsizleri
oluşturur8.
Gizli işsizliğin belirgin ve yoğun olduğu alan tarım sektörüdür. Zirai
faaliyetlerle iştigal eden aile yapılarında hemen hemen her fert istihdam
edilmiş görünmektedir.
Fakat çoğunlukla bir baba oğulun tek başına
gerçekleştirebileceği üretim yedi-sekiz kişilik ailenin
tümü
tarafından
yapılmaktadır. Bahse konu ailede baba ve oğulun dışındakileri üretim
5
Sabahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.163
Mete Törüner, Kuvvet Lordoğlu; Çalışma Ekonomisi, s.212
7
M. Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.429
8
İlker Parasız, Melike Bildirici, Modern Emek Ekonomisi, s.8
6
14
sürecinden çektiğinizde toplam üretim sonucu değişmeyecektir. Dolayısıyla
üretimden çekilmeleriyle üretim sonucunu olumsuz yönde değiştiremeyen bu
bireylerin tüm gizli işsizdir.
Üretim
kapasitesinin
üzerinde
işçi
istihdam
ediliyorsa
üretim
kapasitesine uygun olanın üzerindeki işçiler gizli işsizdirler. Ülkemizde tarım
sektöründe çalışan nüfusun azalması aynı zamanda belli ölçüde gizli
işsizliğin de azalması anlamlarına gelmektedir. Özellikle zirai faaliyetin yoğun
olduğu bölgelerde yapılacak küçük sanayi yatırımları, gizli işsizliğin diğer bir
ifadeyle atıl emek faktörünü engelleyici nitelik taşıyacaktır.
Gizli işsizlere bir diğer örnek ayakkabı boyacısı ve seyyar satıcılardır.
Bu
meslek
grubunun
piyasadan
çekilmesi
hizmetin
ve
yaşamın
sürdürülmesinde genel anlamıyla bir aksama yaratmamaktadır. Dolayısıyla
yaşamın bir yerlerine tutunmuş olan ancak üretim ve kapasite açısından
varlıkları ile yoklukları arasında fark bulunmayan gizli işsizleri gerçek üretime
sevk etmek ve bunu sağlayacak uygulamalar geliştirmek oldukça önemlidir.
Bu anlamıyla mikrokredi uygulaması gizli işsizliği de azaltıcı önemli bir
uygulama olacaktır.
b. Açık İşsizlik
Açık işsizlik tam ve net tanımıyla başlangıçta ifade ettiğimiz işsizliktir.
Açık işsizlik bu anlamda belli ölçüde iradi işsizlikle gizli işsizliği dışarıda tutar.
Çalışma arzu ve isteğinde olan, cari ücret seviyesinde çalışmaya razı olan
diğer bir ifade ile kabul edilemez ölçüde bir ücret talebi olmayan,
kalifikasyonu ile yüzde yüz aykırı iş talebi olmayan ve aynı zamanda iş arama
eylemliliği içinde olanlar açık işsizlerdir. Açık işsizlik kendi içinde; Geçici
İşsizlik, Yapısal İşsizlik, Konjonktürel İşsizlik, Mevsimlik İşsizlik ve Reel Ücret
İşsizliği olarak tasnif edilebilir.
15
(1) Geçici (Frictional) - Arızi İşsizlik
Geçici ya da arızi işsizlik dediğimiz işsizlik türünde; işgücü devir
hızının yüksek olduğu gelişmiş ve gelişmekte olan iş piyasalarında, bilgi
yetersizliği, iş piyasasının değişmelere yeterli hızda cevap verecek
dinamizmde olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkan emek arz ve talebindeki
geçici uyumsuzluklar sonucunda oluşan işsizlik geçici işsizliktir. Kanaatimizce
geçici işsizliğin doğal işsizlik oranı içinde değerlendirilmesi gerekir.
Bilindiği üzere çağımızda insanlar yeni bir iş bulmak için mevcut işlerini
bırakmakta, işini kaybettikten sonra yeni iş bulabilmek için bir süre iş
aramaktadırlar. Dolayısıyla iradi yahut gayri iradi olarak bir işten diğerine
geçerken bir süre (uzun ya da kısa) geçici olarak işsiz kalmaktadırlar.
Emek hareketliliğine ve dolayısıyla geçici işsizliğe yol açan nedenler
sadece işçilerden kaynaklanmamakta zaman zaman da işverenler firma
genişletmek, kalifikasyonu yahut performansı artırmak amacıyla yeni işçiler
alır ya da mevcut işçileri işten çıkarırlar. Dolayısıyla iş piyasası diğer
piyasaların aksine hiçbir zaman dengeye ulaşmaz. İş piyasasında tam bilgi
ve tam mobilite olması mevcut şartlarda mümkün değildir. Kaldı ki mobilitenin
hem çalışanlar hem işverenler hem de ulusal ekonomi açısından bir maliyeti
söz konusudur ve bu maliyet her zaman katlanılabilir değildir9.
Geçici işsizlik çalışma ve çalıştırma hürriyeti ve buna bağlı olarak
emek mobilitesi olan bir ulusal ekonomide görülebilecek son derece doğal bir
olgu olup sağlıklı işleyen bir ekonominin de göstergesidir. İş piyasasında
geçici işsizlik seviyesinin oransal olarak ne olması gerektiği hususu tam
istihdam kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu konuda iktisatçıların tam
istihdama
bakış
açıları
faklı
olduğundan
farklı
değerlendirmeler
yapılmaktadır. Aynı şekilde işçi ve işveren kesiminin de geçici işsizlik oranına
9
M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.431
16
bakış açıları birbirinden ayrılmaktadır. Sendika çevreleri % 1-2 oranını kabul
edilebilir sayarken işveren kesimi % 3-5 seviyesini makul saymaktadır10.
İster işe yeni başlasın ister iş değiştiriyor olsun, iş arama esnasında
işsiz kalışın ortaya çıkardığı geçici işsizlikte iş aramaya ilişkin iki temel model
söz konusudur. Bunlardan biri George Stigler’in 1960 Yılı’nda oluşturduğu
modeldir. Bu modele göre iş arama faaliyetinin marjinal getirisi, marjinal
maliyetinden büyük olduğu müddetçe kişi iş aramaya devam edecektir. İkinci
model ise MCCall’ın İş Arama Modelidir. McCall minimum kabul ücreti adı
verdiği ücret seviyesinin üzerindeki ilk teklifin uygulamada iş arayan
tarafından kabul edildiğini ifade etmektedir. Burada önemli olan kişinin
kendine uygun olan kabul ücretini nasıl belirleyeceğidir. Kabul ücretini
belirleyen genellikle iş aramanın getirisi ile maliyeti arasındaki ilişkidir. Kişinin
alıştığı yaşam standardı, eski işinden aldığı ücret, aynı kalifikasyona sahip
arkadaşlarının aldığı ücret teklifleri vs. çerçevesinde belirlenen kabul ücreti
bu anlamda da nihai olarak marjinal getirinin marjinal maliyete eşit olduğu
(MC=MB) seviyede kabul ücreti belirlenecektir11.
Çalışmamız açısından önemli olan bu tespit, aynı zamanda kişinin
kendi hesabına çalışmak amacıyla mikro girişimde bulunmaya ilişkin
beklentilerine dair ipuçları vermektedir. Sektörel olarak; İnşaat, turizm,
şeker
vb.
sezonluk
işlerde
geçici
işsizlik
daha
yoğun
olarak
yaşanmaktadır. Bu anlamıyla geçici işsizlik mevsimlik işsizlik ciddi
benzerlik göstermektedir. Geçici işsizlik mevsimlik işsizlikten farklı
olarak sezonun bitişiyle alakalı olmayan kısa süreli bir işsizlik türüdür.
Sıfıra indirilmesi mümkün olmayıp normal işsizlik gibi bir sosyal yara
olmayıp belli ölçüde ekonomiye katkı da sağlayabilmektedir.
10
11
Sabahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.180
M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s. 434, 435
17
(2) Yapısal (Structural) - Bünyevi İşsizlik
Yapısal işsizliği toplumun ekonomik yapısı üretir. Üretim yöntemi,
teknolojik yapı, uluslararası rekabetteki yetersizlik, sermaye yetersizliği yahut
doğal ve iklimsel nedenler gibi ulusal ekonomideki kalıcı ve yerleşik
hastalıkların doğal sonucu olan işsizlik yapısal işsizlik olarak adlandırılır.
Yapısal işsizlik, iş arayanların çokluğunun yanı sıra münhal işlerin de
bulunması ancak yapısal bozukluk nedeniyle piyasalar arasındaki geçişin zor
ve maliyetli olması nedeniyle ortaya çıkar.
Eğitim politikasının yetersizliği nedeniyle münhal işlerle iş arayanların
eğitim ve beceri yönünden çakışmalarının sağlanamaması, diğer bir ifade ile
meslekler arası mobilitenin zor olması, münhal işlerle iş arayanların farklı
yerlerde olması diğer bir ifade ile coğrafi mobilitenin sağlanamaması,
teknolojik gelişme ile birlikte bazı mesleklerin ortadan kalkması ancak bu
meslekleri icra edenlerin ileriyi görerek kendilerini yeni sürece adapte
etmekte gecikmeleri yahut bilinçli olarak teknolojiye direnmeleri vb.
nedenlerle ortaya çıkan yapısal işsizlik bir ulusal ekonomi için bir sosyal
hastalık olup en tehlikeli işsizlik türüdür. Mikrokredi uygulamasının kaçınılmaz
önkoşulu olan yerel mesleklendirme eğitimleri, yapısal işsizliği önleyici en
azından
teknolojiye
uyumsuzluktan
yahut
meslekler
arası
mobilite
yetersizliğinden kaynaklanan sorunları azaltıcı bir mahiyet gösterecektir.
Yapısal işsizliği salt bünyedeki teknolojik değişimin ve bu değişim
sonundaki uyumsuzluğun tetiklediği işsizlik türü olarak ele almak hatalıdır.
Meseleyi teknoloji ile ilişkilendirmeyi esas alan bazı iktisatçılar yapısal işsizliği
teknolojik işsizliğin içinde ele almayı tercih etmektedirler. Oysa sadece
teknolojik gelişme ve değişmeler değil aynı zamanda bünyedeki; iktisadi,
sosyal ve kültürel özelliklerdeki değişmelerin tümü bir bütün olarak yapısal
işsizliği ortaya çıkarmaktadır.
Yapısal işsizlik, teknolojik işsizlik gibi tüm toplum açısından yaygınlık
göstermeyip belli gruplar arasında yoğunlaşmaktadır. Uzun süreli bir işsizlik
18
türüdür. Yüksek eğitim düzeyi bu işsizlik türünde seçme şansının
azalmasından dolayı negatif etkiye sahiptir12. Yapısal işsizlik hem gelişmiş
hem de gelişmekte olan ülkelerde görülebilen, ülkelere göre farklılık gösterse
bile temel belirleyicileri hemen hemen tüm ülkelerde aynı olan bir işsizlik
türüdür. Özellikle ülkemizdeki yapısal işsizliğin aşılmasında sanayileşme
hamlesinin beklenmesi gerçekçi bir çözüm değildir. İşsizleri eğiterek
üretime sevkedecek finansal çözümleri ulusal istihdam stratejisinin bir
parçası haline getirmek gerekir.
(3) Konjonktürel (Conjonctural) - Devri İşsizlik
Konjonktür sözcüğü bir ulusal ekonomide belli bir dönemde ekonomik
ve sosyal yapının gösterdiği özelliklerin tümünü içeren bir konsepti ifade
eder. Kapitalist sistem bir dalgalanma, diğer bir ifade ile irili ufaklı krizler ve
krizlerden bazı birikimlerle çıkış sistemidir. Dolayısıyla bu dalgalanmalar
beraberinde konjonktür değişimini ve sonucu olan konjonktürel işsizliği getirir.
Konjonktürel işsizlik kütlesel üretimin (Mess Production) doğal bir
sonucu olduğundan üretime doğrudan bireysel katılımın sağlanabilmesi
konjonktürel işsizliği önleyecektir. Üretime bireysel katılımın en iyi yollarından
biri ise mikrofinansman uygulamasıdır. Çünkü tabana yaygın bir ekonomi ve
daha çok üretici ekonomik aktör, ulusal ekonomiyi iç dinamikler açısından
yönetebilir hale getirir ve özellikle dışa açık bir ekonomi üzerindeki dışsal
etkileri dengeler.
Konjonktürel işsizliği aşmaya yönelik politikalar anti deflasyonist diğer
bir ifade ile keynesyen politikalardır. Çünkü konjonktürel işsizlik durgunluğun
en çok zarar verdiği dayanıklı tüketim malları üreten sektörlerde ve ağır
sanayide ortaya çıkmaktadır. Harcama eksenli kamu maliyesi tedbirleri ve
piyasanın uygun aktörlerce fonlanması konjonktürel işsizliğin önlenmesinde
önemli tedbirlerdir. Bu anlamda refah ekonomisine geçişte oldukça önemli
12
M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.443
19
olan mikrokredi uygulamasının ticari bankalarca başarılı bir biçimde
yapılabilmesi durgunluğu kırıcı dolayısıyla konjonktürel işsizliği önleyici etki
yaratacaktır. Çünkü ekonomideki daralmanın sebep olduğu bu işsizlik
türünde toplam talepte genişleme yaratmanın dışında bir seçenek söz
konusu değildir. Toplam talepteki daralma ve bu daralmanın ne kadar
süreceğinin çoğunlukla bilinememesi işçi çıkarmalara neden olmaktadır.
Mikrokredi uygulaması; talebi konjonktüre bağlı olmaktan nispeten kurtaracak
ve iş piyasasına derinlik kazandıracaktır.
(4) Mevsimlik (Seasonal) İşsizlik
Mevsimlik
işsizlik
tıpkı
konjonktürel
işsizlik
gibi
talepteki
dalgalanmaların sonucu olup konjonktürel işsizlikten farklı olarak talepteki
dalgalanmayı (daralma ya da genişleme) yaratan doğal, beklenen ve
sistematik bir süreç söz konusudur. Örneğin soğuk bölgelerde kışın inşaatın
durması, tarımda üretimin mevsim dönemine bağlı olması vb. durumlar
önceden bilenen ve beklenen durumlardır.
Mevsimlik işsizlikte işsiz kalınacak dönem önceden bilindiğinden ve
işçilerin çalışmalarının yıl boyu olmasını sağlayacak programı yapabilmeleri
mümkün olduğundan mevsimlik işsizliğin iradi işsizlik mi? Yoksa gayrıiradi
işsizlik mi olduğu hususu tartışmalıdır13. Çünkü yazın inşaatta çalışan bir kişi
kışın inşaat malzemeleri satan bir ardiye yahut mağazada çalışabilir.
Mevsimlik işsizliğin kısmen iradi (gönüllü) işsizlik olmasına neden diğer bir
husus da, işin yoğunlaştırılmış olmasından kaynaklanan göreli ücret
yüksekliğidir. Dolayısıyla mevsimlik işlerde çalışanlar çalıştıkları sezon
süresince elde ettikleri geliri yıllık asgari gelir olarak görebilmekte ve
kendilerini ona göre ayarlamaktadırlar.
Mevsimlik çalışanların tamamlayıcı mal üreten kardeş sektörlerde
sezonun bitimini müteakip çalışabilmeleri ya da münferit olarak bu sektörler
13
M.Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, s.454
20
için hazırlık anlamına gelebilecek fason üretimde bulunabilmeleri, piyasada
tam bilgi ve tam mobilite olmasıyla da yakından ilgilidir.
(5) Reel Ücret İşsizliği
Reel ücretlerin yüksek olması nedeniyle ortaya çıkan çalıştırmadan
kaçınma tutumundan kaynaklanan eksik istihdam reel ücret işsizliği olarak
ifade edilir.
Diğer bir ifade ile ücretler genel seviyesinin enflasyondan
arındırılarak deflate edilmiş yeni ücretin satın alma gücü açısından ifade
edilmiş şeklinde trend itibariyle olması gereken seviye aşılmış ve işverenler
tarafından göreli olarak yüksek bulunuyorsa sermaye daha spekülatif alanları
tercih ederek münhal iş alanları yaratmaktan vazgeçer.
Bazı iktisatçılara göre 1930’lardaki Dünya Ekonomik Bunalımı
sonucunda
oluşan
eksik
istihdam
reel
ücretlerin
yüksekliğinden
kaynaklanmakta idi. Dolayısıyla bu işsizliği azaltmanın yolu reel ücretleri
düşürmektir14. Oysa hatırlanacağı üzere o tarihlerde Keynes, tam tersine
satın alma gücünü destekleyecek bir diğer ifade ile toplam talebi
körükleyecek kamu harcamaları yoluyla krizi aşmayı öngörmüş ve isabet
kaydetmişti.
Bir yandan nispi reel ücretler adını verdiğimiz ve farklı gruplar
arasındaki reel ücret farkından hareket eden ücretlerde adaletsizliği giderici
düzenlemeler yaparken diğer yandan ortalama reel ücret adını verdiğimiz
ücret seviyesinde konjonktüre uyun düzenlemeler yapmak gerekir. Ancak
reel ücret işsizliğinde yöntem ortalama reel ücretleri ayarlamak şeklindedir.
Bir yanı işsizlik diğer yanı yüksek reel ücret olan tercih zorunluluğunda kişiler
çalışma arzusunda olurlar ancak bu şartlarda iş bulmak güçleşir.
14
İlker Parasız, Melike Bildirici, Modern Emek Ekonomisi, s.7
21
(6) Teknolojik İşsizlik
Teknolojideki hızlı gelişmenin ve bu yolla personel verimliliğinin
artırılması nedeniyle ortaya çıkan işsizliktir. Elektronik bilimindeki gelişmeler
ve otomasyona geçiş ile birlikte çok insanla elde edilebilen çıktı daha az
insanla ve daha yüksek kalite ile elde edilmeye başlanmıştır. Bu durum
özellikle sanayi devriminin yaşandığı dönemlerde beraberinde makine ve
teknolojik unsurlara saldırıyı (vandalizm) ortaya çıkarmıştır.
Teknolojik gelişmeler ile yönetsel becerideki gelişme ve birikimlerin
hızla geliştiği sürecin başlangıcında hakikaten ciddi ölçüde teknolojik işsizlik
ortaya çıkmıştır. Ancak hızlı teknolojik gelişme akabinde yeni sektörleri
ortaya çıkarmıştır. Bu durum hızla münhal iş alanlarını ortaya çıkarmıştır.
Özellikle sanayi devriminin başlarında nitelikli işgücü işsizliğinin azalması
teknoloji sayesinde olmuştur.
Ancak giderek nitelikli işgücü de zamanla
makine tarafından ikâme edilmeye başlanmıştır.
Sanayi devrimini takip eden süreçte teknolojik gelişmeler makinenin
insan yerine ikame edilmesi anlamına gelmemiş ulusal ekonomideki toplam
hasılayı artıran bir etki yaratmıştır. Bu durum da çalışma sürelerine ve atipik
çalışma modellerinin ortaya çıkmasına etki etmiştir. Teknoloji sayesinde
refaha daha çok yaklaşan insanoğlu daha çok boş zaman ve daha çok sosyal
yaşam arayışına yönelmiştir.
Teknolojik işsizliğe önlem olarak ele alınabilecek uygulamaları şu
şekilde ele alabiliriz; Kapasite artırımlarında teknolojik yenilemeyi tercih
etmek, aksi durumlarda tedrici olarak teknolojik yenilenmeye geçmek, iş
başında eğitim yoluyla işgücünün kalifikasyonu ile teknolojik gelişmeler
arasında uyumsuzluğun önüne geçmek vb. önlemler sayılabilir.
Teknolojide makinelerin giderek bağımsızlaşması bazı sektörlerde
üretim departmanı yerine tek tek makinelerin nihai çıktıyı elde edebilmesi ve
çalışmanın işyerine bağlı olmaktan çıkması diğer bir ifade ile ev ve ofis
22
çalışması mikro işletmelere ve mikrokrediye olanak tanıyan gelişmeler
olmuştur. Örneğin bir firmanın yüz kişiyi eğitime alıp bunlardan yetmişini
vasıflandırdıktan sonra her birinin evine galoş yahut bone üreten birer makine
koyması ve üretim sonucunda kalite koşullarına uyan malları uygun birim
fiyatlarla satın alıp kendilerine parça başı ücret vermesi bu duruma bir
örnektir. Böylece işveren açısından yetmiş çalışanlı ve yetmiş makineli bir
üretim birimi ortaya çıkmış olur. Üstelik bu üretim için işverenin üretim anında
zayi olan hammadde ve parça başı ödediği ücret dışında bir maliyet (kira,
enerji, sigorta vb.) yoktur. Ancak üretime katılanların her biri ayrı ayrı birer
mikro işletme olarak çalışmanın yoğunluğu ölçüsünde büyüyebilecek aile
fertleri dilerse yeni makineleri de dahil ederek hem toplam geliri hem de
sistemi büyütebileceklerdir. Üstelik bu mikro işletmelerin güç birliği yaparak
birer küçük işletme olmalarının yolu da her zaman açıktır.
(7) Sürekli Durgunluk - Buhran İşsizliği (Secular Stagnation)
Bu işsizlik türü kapitalist sistemin daralma ve genişleme şeklindeki
dalgalanmalar sonucunda ciddi ölçüde yıpranacağı ve sürekli durgunluğa
gireceği varsayımı üzerine ortaya atılmıştır. Ancak Dünya Ekonomik Bunalımı
sonrasında devletler irili ufaklı dalgalanma ve krizlere rağmen sürekli
büyümüşler ve teknolojik olarak da sürekli yenilenmişlerdir. Çok uzun yıllara
yaygın bir buhran hali yaşanmadığından bu işsizlik türü teorik bir varsayım
olarak kalmıştır15.
C. Uzun Süreli İşsizliğin Kendi Hesabına Çalışma Üzerindeki Etkisi
Uzun süreli işsizliğin kendi hesabına çalışma düzeyi üzerindeki etkisine
ilişkin iki temel hipotez öne sürülmüştür. Bunlardan biri Employment Push
diğeri ise Employment Pull olarak ele alınmaktadır. İstihdamı İtme
(Employment Push) hipotezine göre;işsizlik ücretli çalışmayı azaltır ve bu
15
Sebahattin Zaim, Çalışma Ekonomisi, s.181
23
doğal sonuç nedenile ve zorunlu nedenlerle kendi hesabına çalışma oranı
artar. İstihdamı çekme (Employment Pull) hipotezine göre ise yüksek işsizlik
kendi hesabına çalışmak isteyenlerin başarı beklentilerini düşürür ve onları
korkutur. Aynı zamanda kredi kanallarını da bu endişe nedeniyle kapatır.
Dolayısıyla yüksek işsizlik kendi hesabına çalışmayı olumsuz etkiler.
Bu iki hipotez de kendi hesabına çalışmanın işsizlik üzerine değil
yüksek işsizliğin kendi hesabına çalışma (Self Employment) üzerindeki
etkisini ortaya koymaktadır. Ancak kronik ve yüksek işsizliğin, oluşan
çaresizlik nedeniyle kendi hesabına çalışma arzusunu artıracağı beklenir.
Önemli olan bu arzunun, başarısızlık beklentisini azaltacak kamu desteğiyle
kamçılanması ve teşvik edilmesidir. Bunun da en önemli yolu, mikrokredi
başta olmak üzere kredi kanallarının açılmasıdır. Bu anlamda mikrokredi,
yüksek işsizliğin kendi hesabına çalışma üzerindeki olumsuz etkisini önemli
ölçüde
azaltacaktır.
Nitekim
bu
amaçlarla,
işsizlerin
karşı
karşıya
kalabilecekleri kredi kısıtlamalarının önüne geçebilmek amacıyla Almanya’da
uygulanan “Bridging” ve “Start-Up Subsidy Allowancer” gibi uygulamalar,
bazı OECD ülkelerinde de hayata geçirilmeye başlanmıştır.
II. YOKSULLUK
A. Yoksulluğun Kaynağı Olarak İşsizlik Sorunu ve İşsizliğin
Önlenmesine Yönelik Stratejiler ve Politikalar
Yoksulluk sorunu ile işsizlik arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.
İşsizlik, yoksulluğun ana sebeplerinden birisidir. İşsizliğin mevcut olduğu bir
yerde yoksulluğun olması kaçınılmazdır. Bunun tersi de doğrudur. Yani,
yoksulluğun olduğu yerde işsizlik kaçınılmazdır. Yoksulluk kısır döngüsü
içerisinde bulunan ülkelerde gelir yetersizliği dolayısıyla yeni yatırımlar
yapılamaz ve bu da netice itibarıyla işsizlik sorununu ortaya çıkarır.
24
Yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi, işsizliğin önlenmesi konusunda
da iktisatçılar arasında bir görüş birliğinden söz edilemez. İktisatçıların bir
kısmı işsizliğin önlenmesinde temel görevin devlete ait olduğunu kabul
ederler. Bu iktisatçılara göre devletin temel görevlerinden birisi ekonomide
“tam istihdam”ı sağlamaktır. Bilindiği üzere tam istihdam, geniş anlamda tüm
üretim faktörlerinin ekonomide çalışabilmesi anlamına gelmektedir. Dar
anlamda tam istihdam ise üretim faktörlerinden emeğin, cari ücret düzeyinde
iş bulabilme imkanlarını ifade etmektedir.
Bu birinci perspektiften farklı olarak ikinci perspektif, işsizlik sorununun
ana kaynaklarından biri olarak devletin ekonomiye müdahalesini görür ve
çözüm
olarak
da
devletin
piyasa
ekonomisine
müdahalelerinin
sınırlandırılmasını önerir. Liberal düşünceye bağlı iktisatçıların pek çoğu bu
görüştedir. Onlara göre ekonomide görülen açık işsizlik, konjonktürde ortaya
çıkan geçici bir sorundur ve uzun dönemde bu sorun kendiliğinden ortadan
kalkar. Bireylerin bir kısmı gönüllü ya da iradi olarak çalışmamayı yeğlerler.
Bazı bireyler ise mevsimlik işlerde çalıştıklarından ortaya çıkan işsizlik daimi
değil, geçicidir. Üstelik, mevsimlik işlerde çalışanlar arzu ederlerse boşta
kaldıkları zamanda bir başka iş bulabilirler.
Özetle, işsizlik sorununun çözüme kavuşturulması konusunda liberal
iktisatçılar ile devlet müdahaleciliğini savunan iktisatçılar arasında görüş
ayrılıkları bulunmaktadır. Bu konudaki tartışmaları bir tarafa bırakarak işsizlik
sorununun çözüme kavuşturulması konusunda;
 Dünyada bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler işgücünün
niteliğinin yükseltilmesini gerekli kılmaktadır.
 Ekonominin ihtiyaç duyduğu meslek alanlarında insan gücü
yetiştirilmesine önem verilmelidir. Bu amaçla geleceği de
öngörmeye çalışarak üniversitelerde eğitim ve öğretim kontenjanları
titizlikle tespit edilmelidir.
25
 Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelere nitelikli işgücü
sağlayıcı kurslar ve eğitim seminerleri organize edilmeli, devlet
bu alanlara destekler sağlamalıdır.
 Kırsal bölgelerde halıcılık, el sanatları, konfeksiyon ürünleri vs.
alanlarda mesleki eğitim programları uygulanmalıdır. Özellikle yılın
belirli aylarını iklim şartları dolayısıyla kapalı mekanlarda geçirmek
zorunda kalan bölgelerde ve yerleşim alanlarında bu tür büyük
sermaye gerektirmeyen iş alanları desteklenmelidir.
 Kamu sektöründe gizli işsizlik sorununun üzerine ciddi olarak
gidilmeli ve yeni kadrolar istihdam etmek ve yeni elemanlar işe
almak
yerine
fazla
işgücünün
kurumlar
arası
dağılımı
gerçekleştirilmelidir.
 İşsizliğin çok daha yaygın olduğu bölgelerde ve yerleşim alanlarında
özel
istihdam
stratejileri
ve
programları
geliştirilmeli
ve
uygulanmalıdır.
 İşgücü üzerindeki vergi, prim ve diğer ilave yükler kaldırılmalıdır.
İstihdam üzerindeki vergilerin kaldırılması, yeni iş alanlarının
açılmasına olanak sağlayarak uzun vadede işsizlik sorununun
azalmasına neden olacaktır.
 İşsizlik sigortası, ciddi kurallara bağlı olarak ve etkin denetim
çerçevesinde
edilebileceği
uygulanmalıdır.
gözden
İşsizlik
uzak tutulmamalı,
sigortasının
bu
amaçla
suiistimal
önlemler
16
alınmalıdır .
Özellikle, mesleki eğitim ve gizli işsizliğe yönelik özel istihdam
stratejileri bağlamında konu düşünüldüğünde Türkiye’de ulusal istihdam
stratejisinin yapılandırılmaya muhtaç bir ulusal üretim tarzına bağlı olduğu
ortaya çıkar. Sanayileşme konusunda uluslararası rekabet nedeniyle fazla
varlık gösteremeyen ülkemizde heba olan birçok değer gibi insan gücünün de
16
Çoşkun Can Aktan, “Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu,
Manşet Yayıncılık, s.583
26
heba olmasının önüne geçecek Türkiye’ye özgü bir girişimcilik ve üretim
modeline ihtiyaç vardır.
B. Dünyada Yoksulluk
Yoksulluk ulusal ve uluslararası yönleri de olan çok boyutlu ve
karmaşık bir sorundur. Global düzeydeki uygulamalar için tek bir çözüm yolu
bulunamaz. Daha ziyade, yoksulluğun üstesinden gelmeyi amaçlayan
ülkelere, özel programlar ile ulusal çabaları destekleyici nitelikte olan
uluslararası ortamın oluşturulması bu problemin çözümünde son derece
önemlidir. Açlık ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, gelir dağılımında daha
fazla adaletin sağlanması ve insan kaynaklarının geliştirilmesi her yerde
önemli bir mücadele konusudur. Yoksulluğa karşı sürdürülen mücadele tüm
ülkelerin ortak sorumluluğudur.
Kaynakları
sürdürülebilir
bir
şekilde
yönetirken
kaynakların
korunmasına odaklanan çevre politikaları geçimlerini sağlamak için bu
kaynaklara gereksinim duyan kişileri de dikkate almalıdır. Aksi taktirde, hem
yoksulluk hem de kaynakların ve çevrenin korunması konularında uzun
vadeli bir başarının elde edilme şansı üzerinde olumsuz bazı etkiler ortaya
çıkar. Benzer bir şekilde, üretimin dayandığı kaynakların sürdürülebilirliği
sorununu halletmeksizin mal üretiminin artırılması konusu üzerinde önemle
duran bir kalkınma politikası, hemen ya da uzun vadede, yoksulluk üzerinde
olumlu etkilere sahip olan verimlilikte azalmaya yok açacaktır. Bu nedenle
spesifik bir anti-yoksulluk stratejisi sürdürülebilir bir çevrenin oluşturulmasının
temel koşullarından birisidir. Aynı zamanda, yoksulluk, kalkınma ve çevre
sorunlarının üstesinden gelmeyi amaçlayan etkin bir strateji, kaynaklar,
üretim ve insanlar üzerinde odaklanarak işe başlamalı ve demografik
konuları, sağlık ve eğitim hizmetlerinin arttırılmasını, kadın haklarını,
gençlerin rolünü ve yerel halk ve toplulukların rolünü daha iyi bir yönetimle
birlikte demokratik bir katılım sürecini kapsamalıdır.
27
Uluslararası desteğin yanı sıra bu tip bir eylemde gerekli olan şey
Gelişmekte Olan Ülkelerde devamlı ve sürdürülebilir bir iktisadi büyümenin
teşvik
edilmesi
ve
istihdamı
artırmak
ve
gelir
artırıcı
programları
güçlendirmek suretiyle yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik doğrudan
eylemlerde bulunmaktır.
Herkese sürdürülebilir bir geçim düzeyi sağlamayı olanaklı kılma
yönündeki
uzun
vadeli
hedef
aynı
zamanda
kalkınma
konusunu,
sürdürülebilir kaynak yönetimini ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasını
çözüme bağlayan politikalara olanak tanıyan bir entegre faktörü şart koşabilir.
Bu programın hedefleri şunlardır:

Herkese sürdürülebilir bir geçim olanağına sahip olma fırsatının acilen
sağlanması;

Yeterli bir planlama düzeyini teşvik eden ve gelirlerin artırılması,
kaynakların yerel düzeyde kontrol edilmesinin artırılması, yerel
kurumların güçlendirilmesi ve kapasitelerinin artırılması ve hizmet
dağıtan mekanizmalar olarak hükümet dışı örgütlerin ve yerel
yönetimlerin devreye sokulması da dahil olmak üzere entegre insani
kalkınma politikalarına odaklanan politika ve stratejilerin uygulamaya
konulması;

Yoksulluktan muzdarip tüm bölgeler için entegre stratejilerin, sağlam
ve sürdürülebilir çevre yönetim, kaynakların harekete geçirilmesi,
yoksulluğun ortadan kaldırılması ve en aza indirilmesi, istihdam ve
gelir artırmaya yönelik programların geliştirilmesi;

Ulusal kalkınma planları ile bütçelerde kırsal kesime, kentsel
alanlardaki yoksul, kadın ve çocuklara yönelik özel politika ve
programlar ile birlikte beşeri sermayeye yatırım yapılması konusuna
önem verilmesi17.
17
Bu metin 1992 yılında Birleşmiş Milletler öncülüğünde Rio de Jenerio’da yapılan Çevre ve
Kalkınma Konferansı’nda kabul edilen Gündem 21 Bildirisi’nin yoksullukla ilgili 3. bölümünün
tercümesidir. Orijinal metin için bkz: Report of the United Nations Conference on Environment and
Development, Rio de Jenerio, 3-14 June 1992.
28
Dünyanın farklı bölgelerinde yoksulluk düzeyleri ve yoksulluğun yıllar
itibarıyla seyrine ilişkin gelişmeler oldukça çeşitlidir. Bu çeşitli gelişmelerden
dolayı, ülke ve ülkeler düzeyinde yoksulluk eğilimlerine geçmeden önce, son
on yılda bölgeler itibarıyla dünyada yoksulluğun boyutu ve seyri önem
kazanmaktadır.
Dünyadaki yoksulluğun boyutları ve dünyanın belli başlı bölgeleri
arasındaki dağılımı, 1987 ve 2001 yılları için Tablo 1’de verilmiştir. Tablo
3’den görüleceği üzere, günlük bir doların altında gelir elde eden yoksulların
toplam dünya nüfusu içerisindeki oranı 1987 yılında % 28,3 iken 2001 yılında
% 21,1’e düşmüştür.
Tablo 1: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk
Oranları, 1987-2001 (Günlük 1 Dolar Sınırı)
Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a
1987
1990
2000
2001
Doğu Asya ve Pasifik (DAP)
417,1
470
261
271
Çin Hariç DAP
114,1
110
57
60
Avrupa / Orta Asya
1,1
6
20
17
Güney Amerika / Karayipler
63,7
48
56
50
Orta Doğu / Kuzey Afrika
9,3
5
8
7
Güney Asya
474,4
467
432
431
Sahra Altı Afrika
217,2
241
323
313
Toplam
1.183,2 1.237
1.100
1.089
Çin Hariç
879,8
877
896
877
b
Yoksulluk Oranı
1987
1990
2000
2001
Doğu Asya ve Pasifik
26,6
29,4
14,5
14,9
Çin Hariç
23,9
24,1
10,6
10,8
Avrupa / Orta Asya
0,2
1,4
4,2
3,6
Güney Amerika / Karayipler
15,3
11,0
10,8
9,5
Orta Doğu / Kuzey Afrika
4,3
2,1
2,8
2,4
Güney Asya
44,9
41,5
31,9
31,3
Sahra altı Afrika
46,6
47,4
49,0
46,4
Toplam
28,3
28,3
21,6
21,1
Çin Hariç
28,5
27,2
23,3
22,5
Bölgeler
Kaynak: World Bank, World Development Report, 2000/2001, Attacking Powerty, World
Bank: Washington, DC, 2000, s.23. (1987 yılı için)
World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development
a. Günde bir dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon)
b. Günde bir dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (%)
29
Nüfus artışından dolayı, yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı oldukça
zor değişim göstermektedir. Doğu Asya ve Pasifik, Güney Amerika ve
Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde 1987
yılından 2001 yılına yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı düşmüştür. Ancak,
Avrupa ve Orta Asya’da 1987 yılında 1,1 milyon olan yoksul insan sayısı
2001 yılında 17 milyona çıkmıştır. Bu artışa paralel olarak, yoksulların toplam
nüfusa oranı söz konusu yıllarda % 0,2’den % 3,6’ya çıkmıştır. 1987 yılında
Sahra altı Afrika’da 217,2 milyon kişi yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken
2001 yılında bu rakam 313 milyon kişiye çıkmıştır. 1987 yılında Sahra-altı
Afrika’da yoksulların toplam nüfusa oranı % 46,6’dan 2000’de % 49’a çıkmış,
2001 yılında ise % 46,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bunun aksine Güney
Amerika ve Karayipler’de yoksul insan sayısı yaklaşık olarak % 30 oranında
azalarak 63,7 milyondan 50 milyona düşmüş ve yoksulların toplam nüfusa
oranı % 15.3’den % 9,5’e gerilemiştir. 1987 yılında 1,183 milyar insan
yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken 2001 yılında bu rakam 1,089
milyardır. Bu rakamın 1987 yılında toplam dünya nüfusuna oranı % 28,3 iken
2001 yılında % 21,1’e gerilemiştir. Bir başka ifade ile, mutlak yoksulluk
altında yaşayanların oranı 7,2 puan gerilemiştir. Mutlak yoksulluğun, gıda
bankacılığı ile başlayan mikrokredi projeleri ile azaltılmasına ilişkin çalışmalar
bazı Afrika ülkelerinde başarılı sonuçlar vermiştir.
1987 yılında Çin hariç toplam dünya nüfusunda en fazla yoksul
sayısına sahip bölge Güney Asya’dır. Bu bölgeyi sırasıyla Doğu Asya ve
Pasifik ile
Sahra altı Afrika bölgeleri takip etmektedir. 2001 yılına
gelindiğinde ise, yoksul nüfusunun en kalabalık olduğu bölge Güney
Asya ve Sahra altı Afrika’dır. Buna karşın yaşanan ekonomik krizlere
rağmen, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik bölgesindeki yoksul nüfusunda
önemli bir düşüş sağlanmış ve yoksul nüfus sıralamasında 1987’e göre bu
bölge üçüncü sıraya gerilemiştir. 2001 yılında yoksul nüfusun en yoğun
olduğu dördüncü bölge ise Güney Amerika ve Karayipler’dir.
30
Aynı yıllarda yoksulluk oranlarına bakıldığında ise en kötü duruma
sahip olan bölge Sahra altı Afrika’dır. Bu bölgede; 2001 yılında, yaşayan
yaklaşık iki kişiden biri yoksuldur ve yoksulların toplam bölge nüfusu içindeki
oranı % 49 ile 2000 yılında en yüksek düzeye ulaşmıştır. Bu bölgeyi Güney
Asya takip etmektedir. Güney Asya’da toplam nüfus içerisindeki yoksul
nüfusun oranı, 2001 yılında % 31,3 olarak gerçekleşmiştir. Doğu Asya ve
Pasifik bölgesinde yoksul nüfusundaki azalma, yoksul nüfusun toplam nüfusa
oranında da görülmüştür. 1987 yılında bölgede yaklaşık her yüz kişiden yirmi
altısı yoksulken, 2001 yılında yaklaşık her yüz kişiden on beşi yoksuldur.
Genel eğilimler olarak, kırsal yoksulluk Asya’da, kentsel yoksulluk ise
kentleşme düzeyinin şimdiden çok yüksek oranlara ulaşmasının bir
yansıması olarak Latin Amerika’da en yüksek boyutlara ulaşmaktadır. Öte
yandan, hızlı kentleşme sonucunda kentsel yoksulluk oranlarının yakın bir
gelecekte Asya ve Afrika’da da önemli ölçüde artması beklenebilir18.
Dünyada
yoksulluğun
boyutunu
bölgeler
itibarıyla
göreli
gelir
yoksulluğu yaklaşımı çerçevesinde inceleyecek olursak, bölgeler arası farklı
perspektifler karşımıza çıkmaktadır. Günlük 2 dolarlık göreli yoksulluk sınırı
yaklaşımı ile bölgeler itibarıyla yoksulluğun boyutu Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 1 ve Tablo 2 karşılaştırıldığında dünyadaki yoksulluğun profilinin
oldukça değiştiği gözlenmektedir. Tablo 1’de yoksulluk sınırı 1 dolar olarak
alınırken, Tablo 2 bu sınır 2 dolar alınmak suretiyle düzenlenmiştir. Tablo
2’de dünya nüfusu içerisindeki yoksulların oranına bakıldığında, bölgeler
itibarıyla 1990 yılında yoksulluğun en yoğun olduğu bölgeler sırasıyla
Güney Asya, Sahra altı Afrika, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik’dir.
Dünya ortalaması 1990 yılında, Çin Hariç, % 60,8 iken, 2001 yılında %
52,9’a düşmüştür.
18
F. Şenses., Küreselleşmenin Öteki Yüzü, Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 116.
31
Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde 1990 yılından 2001 yılına yoksul
insan sayısında 1.094 milyon kişiden 864 milyon kişiye ciddi bir düşüş
yaşanmıştır. Buna karşın yoksulluk oranının en şiddetli arttığı bölge
Avrupa ve Orta Asya’dır. Bu bölgede, 1990 yılında 31 milyon olan yoksul
sayısı 2001 yılında 93 milyona çıkmıştır. 1990 yılında Çin hariç toplam 2.653
milyon kişi 2 dolar sınırının altında yoksul iken, 2001 yılında bu rakam 2.735
milyon kişiye çıkmıştır. 1990 yılında Avrupa ve Orta Asya, Güney Amerika ve
Karayipler ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki yoksulların toplam dünya
yoksullarına oranı % 7,6 iken 2001 yılında bu oran % 10,6’dır. 2001 yılında
göreli olarak yoksulların % 90’ı bu üç bölge dışında yoğunlaşmıştır.
2001 yılında Güney Asya’da 1.064 milyon kişi, Doğu Asya ve
Pasifik’de 864 milyon kişi ve Sahra altı Afrika’da 516 milyon kişi göreli olarak
yoksuldur. Bu bölgelerden sadece Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi’nde yoksul
insan sayısında 1990 yılından 2001 yılına düşüş yaşanırken, diğer iki
bölgede artış gözlenmektedir. 2001 yılında bu üç bölgedeki yoksulların
toplam dünya yoksullarına oranı % 89,4’dür. Bölgeler arasındaki bu farklılık
hiç şüphe yok ki, küreselleşen dünya ekonomisi için en önemli problem
olarak gözükmektedir.
32
Tablo 2: Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk
Oranları, 1990-2001 (Günlük 2 Dolar Sınırı)
Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a
1990
2000
2001
Doğu Asya ve Pasifik
1.094
873
864
Çin
800
600
594
Avrupa / Orta Asya
31
101
93
Güney Amerika / Karayipler
121
136
128
Orta Doğu / Kuzey Afrika
50
72
70
Güney Asya
971
1.052
1.064
Sahra altı Afrika
386
504
516
Toplam
2.653
2.737
2.735
Çin Hariç
1.854
2.138
2.142
Yoksulluk Oranıb
1990
2000
2001
Doğu Asya ve Pasifik
68,5
48,3
47,4
Çin
69,9
47,3
46,7
Avrupa / Orta Asya
6,8
21,3
19,7
Güney Amerika / Karayipler
27,6
26,3
24,5
Orta Doğu / Kuzey Afrika
21,0
24,4
23,2
Güney Asya
86,3
77,7
77,2
Sahra altı Afrika
76,0
76,5
76,2
Toplam
60,8
53,6
52,9
Çin Hariç
57,5
55,7
54,9
Bölgeler
World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development, World
Bank: Washington, DC, 2005, s.22.
a. Günde iki dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon)
b. Günde iki dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (%)
Dünya’nın farklı bölgelerindeki yoksulluğun boyutlarının ardından,
günlük bir dolar ve iki dolar olarak belirlenen uluslararası yoksulluk sınırlarına
göre seçilmiş bazı ülkelerdeki yoksulluk profili ve gelir dağılımı Tablo 5’deki
gibidir. Günlük bir dolar yoksulluk sınırına göre Türkiye, Çek Cumhuriyeti,
Güney Kore, Polonya ve Rusya Federasyonu en düşük oranlara sahiptir.
Ancak Zambiya, Bangladeş, Hindistan ve Endonezya için aynı şeyleri
söylemek oldukça güçtür ve ülkeler arasında büyük farklar vardır.
33
Tablo 3: Bazı Uluslararası Yoksulluk Sınırlarına Göre Seçilmiş Ülkelerde
Yoksulluk Oranı ve Gini Katsayısı
Ülke
Yoksulluk Oranı
Gelir Dağılımı
Anket Yılı Günde 1 $ (%) Günde 2 $ (%) Anket Yılı Gini Katsayısı
Çek Cumhuriyeti
2001
<2
<2
1996
0,25
Bangladeş
2000
36,0
82,8
2000
0,31
Brezilya
2001
8,2
22,4
2001
0,59
Şili
2000
<2
9,6
2000
0,51
Çin
2001
16,6
46,7
2001
0,45
Mısır
2000
3,1
43,9
2000
0,34
Hindistan
2000
35,3
80,6
2000
0,33
Endonezya
2002
35,3
80,6
2000
0,34
Kenya
1997
22,8
58,3
1997
0,44
Güney Kore
1998
<2
<2
1998
0,32
Pakistan
2001
17,0
73,6
2001
0,27
Polonya
2002
<2
<2
2002
0,31
Rusya Fed.
2002
<2
7,5
2002
0,32
Sri Lanka
2002
5,6
41,6
2002
0,38
Tayland
2000
<2
32,5
2002
0,40
Türkiye
2002
<2
9,2
2002
0,44
Zambiya
1998
63,7
87,4
1998
0,53
Kaynak: World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The
World Bank and the Oxford University Pres, 2005, s.294-295
World Bank, State Institute of Statistics Turkey, Turkey Joint Poverty Assessment Report,
2005, s.8 (Türkiye için)
Uluslararası
yoksulluk
sınırı
günde
iki dolara
yükseltildiğinde,
yoksulluğun çok daha yüksek oranlara sıçraması, bu oranın yoksulluk
sınırına duyarlılığını, diğer bir deyişle bir dolarlık yoksulluk sınırının civarında
önemli
bir
yığılma
olduğunu
göstermektedir.
Bu
yaklaşıma
göre
Zambiya’da yoksulluk % 87,4 oranındadır. Zambiya’dan sonra bu
yaklaşıma göre yoksulluğun en şiddetli olduğu ülkeler Bangladeş,
Hindistan ve Endonezya’dır ve bu ülkelerde yaklaşık her on kişiden
sekizi yoksuldur. Bu ülkeleri % 73,6 ile Pakistan, % 58,3 ile Kenya,
% 46,7 ile Çin ve % 43,9 ile Mısır takip etmektedir.
Gelir dağılımı ile ilgili olarak Gini katsayısına bakıldığında ise,
gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke 0.59 Gini katsayısı ile
Brezilya’dır. Bu ülkeyi 0.53 Gini katsayısı ile Zambiya, 0.51 ile Şili ve
0.45 ile Çin takip etmektedir. Türkiye ve Kenya’da ise Gini katsayısı
0.44’dür. Gelir dağılımında en iyi ülkeler ise Gini katsayısı 0.25 olan Çek
34
Cumhuriyeti ve 0.27 olan Pakistan’dır. Bu ülkeleri sırası ile Polonya,
Bangladeş, Güney Kore ve Rusya Federasyonu takip etmektedir.
2004 yılında Satın Alma Gücü Paritesine göre Çek Cumhuriyeti’nde
kişi başına gelir 18.400 dolar iken Pakistan’da kişi başına gelir 2.160 dolardır.
Bu yaklaşıma göre Polonya, Bangladeş, Güney Kore, Rusya Federasyonu ve
Türkiye’de kişi başına gelir ise sırası ile 12.640, 1.980, 20.400, 9.620 ve
7.680 dolardır19. Bu veriler seçilmiş ülkelerde gelir dağılımı adaleti ve
yoksulluk profili arasındaki farklılıkları tamamlar niteliktedir.
Tablo 6’da beş yaşından küçük çocuklarda kötü beslenme, ölüm ve
kaliteli suya erişim oranı gibi bazı refah göstergeleri görülmektedir. Söz
konusu alanlarda, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa,
ve
Avustralya
gibi
gelişmiş
ülkelerin
sorun
İsveç,
Japonya
yaşamadığı
tablodan
anlaşılmaktadır. Güney Kore, Malezya ve Şili gibi ülkelerin bu göstergeler
çerçevesinde gelişmiş ülke düzeyine çok yaklaştıkları, buna karşılık kötü
beslenme oranının Bangladeş, Endonezya, Sri Lanka gibi ülkelerde, çocuk
ölüm oranlarının, özellikle Zambiya, Tanzanya, Kenya ve Gana’da çok
yüksek boyutlara ulaştığı, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerin ise her iki
gösterge açısından
da
çok yüksek oranlarla
karşı
karşıya
kaldığı
gözlenmektedir. Öte yandan, Zambiya, Sri Lanka ve Tanzanya gibi ülkelerde
toplam nüfusun yarısından fazla bir kısmının kaliteli sudan yoksun olduğu,
Mısır gibi görece gelişmiş bir ülkede bile bu oranın nüfusun % 36’sına ulaştığı
görülmektedir.
19
World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The World Bank and the
Oxford University Press , s. 292-293
35
Tablo 4: Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri, 1999
Ülkeler
Avustralya
Cezayir
Bangladeş
Şili
Çin
Çek Cum.
Mısır
Gana
Yunanistan
Hindistan
Endonezya
Japonya
Kenya
Güney Kore
Malezya
Pakistan
Portekiz
Rusya Fed.
Sri Lanka
İsveç
Tanzanya
Türkiye
Fransa
ABD
Zambiya
Düşük
Ağırlıklı
a
Çocuk Oranı
Çocuk
Ölüm
b
Oranı
Toplumsal Cinsiyet
Bazında Gelişim
c
Endeksi Sıralaması
Kaliteli Suya
Erişim Oranıd
0
13
56
1
16
1
12
27
----34
--23
--20
38
--3
38
--31
10
--1
24
6
40
96
12
36
6
59
96
8
83
52
5
124
11
12
120
8
20
18
5
136
42
5
--192
2
91
121
39
76
32
97
108
24
105
92
11
112
29
55
117
28
52
70
5
124
71
71
4
127
99
--84
85
90
--64
56
--81
62
96
53
83
89
60
82
--46
--49
------43
Kaynak: 1. ve 2. sütunlar: World Bank (2000;Tablo 2: 276-77), 3. sütun UNDP (2001:21013), 4. sütun: World Bank (2000: Tablo 7: 286-287)
a. Beş yaşından küçük çocuklar içinde yüzde pay
b. Beş yaşından küçük çocuklar için, 1000 kişi içinde
c. 162 ülke içinde ülkenin sırası d. Bu olanaktan yararlananların toplam nüfusa yüzde oranı
Tablo 5’de seçilmiş ülkelerde UNDP’nin İnsani Gelişme Endeksi’nin
(İGE) hesaplanmasında kullanılan yaşam kalitesi göstergelerine ve İGE’ye
yer verilmiştir. Tablo 5’de, gelişmiş ülkelerin bu göstergeler açısından
oldukça iyi durumda oldukları görülmektedir.
Örneğin, İGE Fransa’da 0.924, İsveç ve Avustralya’da 0.936’dır.
Ayrıca, gelişmiş ülkeler de dahil, yaşam beklentisinin (yıl olarak) ABD’de
36
76.8’den Japonya’da 80.8’e, okullaşma oranının Japonya’da % 82’den
Avustralya’da % 116’ya, satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi
başına millî gelirin İsveç’te 22.636 dolardan ABD’de 31.872 dolara uzanan
önemli farklılıklar gösterdiği ve diğer bileşik endeksler gibi, İGE’nin de bu
farklılıkları yansıtma konusunda yetersiz kaldığı görülmektedir.
Gelişmiş ülkelerde çok olmamasına karşın, bu göstergeler açısından
gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklar oldukça büyük boyutlardadır.
Yaşam beklentisi Zambiya’da 41 ve Kenya’da 51.3 yıl iken Türkiye’de 69.5,
Mısır’da 66.9 ve Bangladeş’de 58.9 yıldır. Toplumun, Bangladeş’te % 40,8’i,
Pakistan’da % 45’i ve Hindistan’da % 56,5’i okur-yazar iken, bu oran Rusya
Federasyonu’nda % 99,5, Şili’de % 95,6 ve Sri Lanka’da % 91,4’dür. Bunun
yanında, okullaşma oranı, Tanzanya’da % 32, Bangladeş’te % 37 ve
Pakistan’da % 40 iken, bu oran Rusya Federasyonu ve Şili’de % 78 ve
Cezayir’de % 72’dir.
37
Tablo 5: Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi, 1999
Ülkeler
Doğumda
Okur
Yaşam
Yazarlık
a
Beklentisi
Oranı (%)
Avustralya
78,8
--Cezayir
69,3
66,6
Bangladeş
58,9
40,8
Şili
75,2
95,6
Çin
70,2
83,5
Çek Cumhuriyeti
74,7
--Mısır
66,9
54,6
Gana
56,6
70,3
Yunanistan
78,1
97,1
Hindistan
62,9
56,5
Endonezya
65,8
86,3
Japonya
80,8
--Kenya
51,3
81,5
Güney Kore
74,1
97,6
Malezya
72,2
87,0
Pakistan
59,6
45,0
Portekiz
75,5
91,9
Rusya Federasyonu
66,1
99,5
Sri Lanka
71,9
91,4
İsveç
79,6
--Tanzanya
51,1
74,7
Türkiye
69,5
84,6
Fransa
78,4
--ABD
76,8
--Zambiya
41
77,2
Kaynak: UNDP (2001:141-144)
a. Yetişkinler (15 ve daha yukarı yaşlar için)
b. İlk, orta ve yüksek öğrenim için bileşik oran
c. Satın alma gücü paritesine göre
Okullaşma
Oranı (%)b
116
72
37
78
73
70
76
42
81
56
65
82
51
90
66
40
96
78
70
101
32
62
94
95
49
Kişi
Başına
c
Gelir ($)
24.574
5.063
1.483
8.652
3.617
13.018
3.420
1.881
15.414
2.248
2.587
24.898
1.022
15.712
8.209
1.834
16.064
7.473
3.279
22.636
501
6.380
22.897
31.872
756
İnsani
Gelişme
Endeksi
0,936
0,693
0,470
0,825
0,718
0,844
0,635
0,542
0,881
0,571
0,667
0,928
0,514
0,875
0,774
0,498
0,874
0,775
0,735
0,936
0,436
0,735
0,924
0,934
0,427
Satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir dikkate
alındığında, gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum net bir şekilde
görülmektedir. Bu pariteye göre kişi başına millî gelir; Tanzanya’da 501 ve
Zambiya’da 756 dolar iken, Malezya’da 8.209, Türkiye’de 6.380, Cezayir’de
5.063, Mısır’da 3.420 ve Bangladeş’de 1.483 dolara uzanan çok büyük
farklılıklar göstermektedir. Bu görünüme paralel olarak İGE’de, gelişmiş
ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark oldukça büyük ve derindir.
38
C. Türkiye’de Yoksulluk
1. Türkiye’de İşsizlik ve Yoksulluğun Sosyo Ekonomik Analizi
Türkiye’de açık işsizlik oranı 2000 Yılı’nda % 6.6 iken, 2002 Yılının
başında % 12 olmuş ancak bu durum canlanma ile beraber biraz değişmiş ve
2002 sonlarında tekrar % 10 seviyesine gerilemiştir. Ancak 2002’den 2007’ye
kadar olan süre içinde bu yaklaşık % 10’lık işsizlik oranı kronik hale gelmiştir.
Ülkemizde işsizlik ve yoksulluk hem metropol kentlerinin, hem kent
varoşlarının hem de tarıma dayalı üretimin yoğun olduğu kırsal kesimin bir
gerçeği haline gelmiştir.
Tablo 6’dan de görüleceği üzere eğitimli kesimde işsizlik oranları
artmıştır. Bunun bir nedeni eğitimli insan sayısının artmasıdır. Her ne kadar
bu durum bu sonucu göreli hale getirmekte ise de ülkemizde eğitimli
insanların
eğitim
düzeyleri
ile
mütenasip
ve
münhal
iş
alanları
yaratılamamıştır. Yeni iş alanları zaten yetersiz olarak açılmakta, nitelikli
eleman istihdam edebilecek iş alanları daha da az sayıda açılmaktadır. Bu
durum eğitimli kesimde yoğun işsizliğe yol açarak olumsuz sosyal sonuçlar
yaratmıştır. Eğitim düzeyi düşük nüfus içinde erkekler kadınlara nazaran
işsizlik sorununu daha fazla yaşamışlardır.
39
Tablo 6: Eğitim Durumlarına Göre İşsizler (15+ Yaş)
Yıl ve
cinsiyet
TOPLAM
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
ERKEK
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
KADIN
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Toplam
Okuryazar Okuryazar
olmayanlar
Okuryazar
olup bir okul
bitirmeyenler
İlkokul
Orta ve
dengi
meslek
Lise
Lise ve
dengi
meslek
Yüksekokul
veya fakülte
1.611
1.722
1.805
1.815
1.870
1.699
1.504
1.552
1.606
1.829
1.497
1.967
2.464
2.493
2.498
2.520
2.446
2.377
2.611
132
90
77
64
71
61
46
33
43
45
68
60
79
113
57
60
55
55
64
1.479
1.632
1.728
1.752
1.799
1.639
1.458
1.520
1.563
1.784
1.429
1.907
2.385
2.380
2.441
2.460
2.391
2.322
2.547
72
64
77
66
75
46
31
25
35
34
42
46
44
64
59
98
95
*
*
(BİN)
804
912
923
937
912
794
654
620
626
791
628
891
1.091
1.113
972
955
899
*
*
190
216
209
219
239
236
188
224
212
241
191
256
329
331
364
412
416
1.337
1.506
254
258
316
347
365
350
353
373
401
409
273
336
374
339
427
402
399
*
*
85
100
104
81
105
125
129
164
140
157
151
214
280
243
303
306
289
674
679
73
83
99
102
104
90
103
115
151
155
144
164
267
290
316
287
293
311
362
1.088
1.270
1.321
1.324
1.361
1.230
1.116
1.065
1.162
1.312
1.111
1.484
1.826
1.831
1.878
1.867
1.776
1.716
1.877
76
55
49
46
52
38
30
23
24
33
40
45
48
58
44
42
43
43
47
1.012
1.215
1.272
1.278
1.309
1.192
1.087
1.043
1.138
1.279
1.071
1.439
1.778
1.773
1.834
1.825
1.733
1.673
1830
52
54
57
49
55
39
26
20
30
27
32
39
36
48
52
83
78
*
*
604
735
735
751
727
625
549
498
519
633
527
736
917
916
827
796
735
*
*
141
168
164
170
184
183
151
167
168
175
157
199
264
272
300
342
333
1.105
1.228
124
146
193
198
217
208
216
209
249
257
174
227
229
224
284
251
247
*
*
51
65
70
52
72
83
85
88
86
101
101
144
187
160
199
201
184
415
423
42
48
55
59
56
55
62
62
87
86
80
94
145
153
172
152
156
153
179
523
452
484
492
510
470
388
487
445
517
387
483
637
663
620
653
670
660
734
56
35
28
18
20
23
17
10
19
12
28
15
31
55
13
18
12
12
17
467
417
456
474
490
447
371
477
426
506
357
468
606
608
606
635
658
648
717
21
11
21
18
21
7
6
6
5
7
10
7
8
16
7
15
17
*
*
201
177
188
186
185
169
106
122
107
158
100
155
174
197
145
159
164
*
*
51
48
46
49
56
53
37
58
45
66
34
55
65
60
64
70
83
231
278
130
112
124
149
148
142
138
164
152
152
99
110
144
115
142
151
152
*
*
35
35
35
29
33
43
44
76
54
56
50
70
93
83
104
105
105
259
256
31
36
44
43
48
35
42
53
64
69
64
71
122
137
144
135
137
158
183
KAYNAK: TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları.
40
En yüksek işsizlik oranı 15–29 yaş arasında yaşanmakta, ancak 30-39
yaş grubunda da kayda değer bir işsizlik söz konusudur. Durum böyle olunca
ülkemizde 15-39 yaş arasındaki toplumsal kesim işsizlik riski ile karşı karşıya
kalmaktadır. Bu dönemin insan hayatındaki en verimli dönem olduğu dikkate
alındığında hem ülkemiz açısından hem de birey açısından ciddi sonuçları
olduğu
anlaşılacaktır.
Nitekim bu
yaş grubundaki
insanları
üretime
sevkedemeyerek ciddi bir beşeri kayıp yaşanmakta aynı zamanda toplumsal
suç ve olumsuzlukların ortaya çıkmasına zemin hazırlanmakta önemli ve
yönetilmesi zor sosyal riskler ortaya çıkmaktadır. 1998’li yıllardan itibaren
hem erkek hem de kadın nüfusta işsizlik oranının artmaya başlaması bir
alarm mahiyetinde olmasına rağmen ülkemizde yapısal önlemler henüz
hayata geçirilememiştir. Bu nedenle özellikle 15-39 yaş grubunda kendi
hesabına çalışmanın önemli bir seçenek olarak görülmesi gerekmektedir.
Ülkemizde girişimci kültürünün oluşabilmesi açısından da bu gereklidir.
41
Tablo 7: Yaş Grubuna Göre İşsizler (15+ Yaş) (Bin)
15-19
20-24
25-29
30-34
35-39
YAŞ GRUBU
40-44
45-49
Yıl ve
cinsiyet
TOPLAM
Toplam
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
ERKEK
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
KADIN
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
1.611
1.724
1.805
1.815
1.871
1.699
1.503
1.552
1.607
1.829
1.498
1.969
2.466
2.493
2.498
2.519
2.446
458
441
423
420
431
401
321
349
321
341
247
317
339
322
288
301
287
427
519
583
593
562
531
499
502
506
548
458
546
641
654
656
609
572
253
282
285
315
320
302
271
283
297
361
277
371
479
517
558
545
530
140
158
184
172
181
146
136
136
146
191
163
229
307
329
341
354
338
101
105
119
119
124
102
99
95
110
134
128
190
244
228
234
243
241
65
73
78
76
95
78
63
73
86
104
88
125
191
172
171
182
187
57
53
53
45
72
57
55
52
66
75
56
100
133
133
121
142
139
52
52
36
38
49
39
31
36
41
41
46
51
74
80
79
91
94
32
28
32
27
25
26
18
16
21
24
19
25
42
38
30
35
41
21
9
9
11
10
12
8
8
10
7
13
9
11
15
14
13
13
8
6
4
2
6
8
5
5
6
5
3
6
5
5
6
4
4
1.089
1.271
1.321
1.324
1.362
1.230
1.115
1.064
1.162
1.312
1.110
1.486
1.827
1.830
1.878
1.867
1.777
297
320
305
287
306
288
225
223
211
218
170
216
229
218
202
211
194
272
367
398
423
390
362
352
318
353
371
319
382
434
438
435
396
362
172
206
208
235
214
218
200
192
211
262
204
279
351
380
420
393
383
94
107
139
118
138
101
103
97
112
140
124
177
225
241
264
269
241
62
82
90
91
92
78
78
70
82
102
100
154
195
176
187
188
182
45
59
61
66
79
62
54
61
69
85
74
104
154
141
142
152
151
47
42
47
37
63
47
48
46
57
64
49
90
121
113
110
125
122
46
49
32
33
45
33
28
34
37
39
37
47
67
71
71
83
87
31
26
31
25
23
26
15
13
18
23
18
23
37
35
29
34
39
18
9
8
11
9
11
8
7
9
7
12
9
10
13
13
12
12
8
6
3
2
6
7
5
5
6
4
3
5
4
4
6
4
4
522
454
485
492
509
469
388
489
445
517
388
483
639
663
620
652
669
161
121
118
133
125
114
96
126
110
124
77
101
110
104
86
90
93
156
152
185
170
173
169
147
185
153
177
139
164
207
216
222
213
210
81
76
77
81
106
84
71
91
86
99
73
92
128
137
138
152
147
46
51
46
55
44
45
33
39
35
52
39
52
82
88
77
85
97
39
24
30
28
32
24
21
25
28
33
28
36
49
52
47
55
59
20
15
17
10
16
16
9
12
17
19
14
21
37
31
29
30
36
10
11
7
8
9
11
7
7
9
11
7
10
12
20
12
17
17
6
3
4
6
4
6
3
2
4
3
9
4
7
9
8
8
7
2
2
1
2
2
1
3
3
3
1
1
2
5
3
2
1
3
3
-1
-1
1
-1
1
-1
-1
2
1
1
--
--1
--1
---1
-1
1
1
----
KAYNAK:TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları.
50-54
55-59
60-64
65+
42
Ekonomik krizlerle beraber küçük inişler ya da çıkışlar gösterebilen
işsizlik oranında metropol işsizliği 2006-2007 döneminde de oransal olarak
genel
işsizlik
oranının
üzerinde
seyretmiştir.
Bunun
nedeni
tarım
sektöründeki gizli işsizliğin bu alandaki oranı göreli olarak düşük tutmasıdır.
Şehirleşme aynı ölçüde istihdam artışı yaratmadığından özellikle köyden
kente göç etmiş lise ve altındaki eğitim düzeyine sahip gençlerin kısa sürede
mesleklendirilip kendi hesabına çalışmalarının sağlanması ciddi sosyal
sorunların da önüne geçilmesini sağlayacaktır. Bu yüksek işsizlik oranları
kent varoşlarında yoksulluğa ve avareliğe dayalı yeni ve farklı bir kültürel
yapının oluşmasını da tetiklemektedir. Kentlerde özellikle sosyal güvenlik
kaygısı, düzgün iş (decent work) arayışı ve metropolde kendi hesabına
çalışmanın büyük risk olduğuna ilişkin korkular işsizliği giderek bir kısır
döngüye dönüştürmektedir.
Tablo 8: Metropol İşsizliği
Tarih
Tarım Dışı İşsizlik Oranı (%)
İşsizlik Oranı(%)
2006
12,6
9,9
2007
12,6
10,3
2008
Kaynak: TUİK
13,6
11,0
Ülkemizdeki işsizliğin artması ve yüksek işsizlik oranlarının uzun
süredir yerleşik hale gelmesi istihdam politikasıyla ilgili ciddi reformlara
ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Ekonomi politikalarındaki performansın
değerlendirilmesinde istihdamın üstü kapalı biçimde ihmal edildiği ve bir türlü
reform düzeyindeki politikalara yer verilmediği görülmektedir.
2006-2007 yıllarında 2001 ve 2002 ekonomik krizlerinin etkilerinin son
bulmasının sonuçları işsizlik oranlarının küçük bir oranda düşmesiyle
hissedilmiştir. Ancak özellikle kadın nüfusun 2000-2006 yıllarında işsizliği
daha yoğun hissetmesinin önüne geçilememiştir. 2006 sonunda işsizlik oranı
43
% 9.9 iken kentlerde % 12.1 olmuştur. 2000-2006 döneminde kırsal kesim
kadınlarında işsizlik iki kattan daha fazla artmıştır.
Tablo 9: Cinsiyete Göre İşsizlik Oranı
(Yüzde)
Yerleşim Yerlerine Göre
KIR
KENT
Kadın
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Erkek
2,0
1,7
3,0
4,2
3,2
4,1
4,3
3,8
4,3
Toplam Kadın
4,9
6,5
7,3
7,9
7,3
8,1
7,6
8,3
8,7
3,9
4,7
5,7
6,5
5,9
6,8
6,5
6,8
7,2
Erkek
13,0
16,6
18,7
18,3
17,9
17,0
16,4
11,0
11,6
7,8
10,3
13,0
12,6
12,5
11,6
10,9
10,0
10,7
TOPLAM
Toplam Kadın
8,8
11,6
14,2
13,8
13,6
12,7
12,1
10,3
11,0
6,3
7,5
9,4
10,1
9,7
10,3
10,3
11,0
11,6
Erkek
6,6
8,7
10,7
10,7
10,5
10,3
9,7
10,0
10,7
Toplam
6,5
8,4
10,3
10,5
10,3
10,3
9,9
10,3
11,0
Kaynak: TUİK
Yoksulluk çalışmalarında kişi başına ortalama tüketim seviyelerini
araştırırken,
bir
haneyi
meydana
getiren
fertlere,
hane
tüketimini
paylaştırmak için bir “tahsis kuralı” geliştirilip uygulanmalıdır. Hane halkını
meydana getiren bireylerin hane kaynaklarından aldığı paylarda bir tahsis
kuralı baz alınarak bazı düzetmeler yapılmalıdır. Bunun için ağırlıklandırma
kullanılabilir yani hanedeki fertler yaş ve cinsiyetlerine göre bir yetişkinin belli
bir oranı olarak kabul edilir ve hanede yaşayan fert sayısı (hane halkı
büyüklüğü) bu ağırlıkların toplamı olarak alınır. Böylece hanedeki tüm fertler
değil, denk yetişkin (equivalent adult) sayısı ölçülmüş olur.
Burada hanede bulunan fertler için bir dönüşüm kuralı uygulanmıştır
çünkü yoksulluk sınırının belirlenmesinde kullanılan minimum gıda standardı
yönetimi, kalori gereksiniminin belirlenmesi için hanedeki denk yetişkin
fertlerin sayısının hesaplanmasını gerektirmektedir. Genel anlamda bu tür bir
dönüşümün basit formülü;
44
E   j n j ;
j
E: Denk yetişkin fert sayısı
nj: Her gruptaki fert sayısı
Hanedeki j sayıda farklı demografik gruba bölünmüş fertlerin denk
yetişkine dönüşüm katsayısı αj’dır.
α katsayısı ve bağlı olduğu demografik gruplar şöyledir;
Küçük çocuk (5 yaşından küçük)
0.64
Çocuk (5-17 yaş arası)
1.00
Çalışma yaşında erkek (18-39 yaş arası)
1.00
Çalışma yaşında kadın (18-39 yaş arası)
0.84
Emeklilik yaşında erkek (40+ yaş)
0.88
Emeklilik yaşında kadın (40+ yaş)
0.76
Hane gerçek büyüklüğüne ulaşmak açısından hanede yaşayan
fertlerin
yaş
ve
cinsiyet
farklılıklarına
göre
bir
yetişkine
göre
ağırlıklandırılması yeterli değildir, bunun yanı sıra ölçek ekonomilerinde
ölçülmesi gerekmektedir. Ölçek ekonomiler, hanedeki denk yetişkin sayısının
“gerçek” yetişkin sayısına dönüştürülmesinde kullanılır.
Türkiye’de geniş aileler çok yaygındır ve nüfusun % 63’ü bu tür
ailelerde yaşamaktadır. Bu nedenle ölçek ekonomisinin ölçülmesi büyük
önem taşımaktadır. Hanede tipik olarak tüketilen bazı mal ve hizmetler için
bunların hane içindeki maliyeti ve bu mal ve hizmetleri bir veya daha fazla
kişinin kullanmasına göre değişiklik göstermez. Örneğin ısınmanın maliyeti
hanenin büyük veya küçük olmasıyla alakalı değildir, fakat kişi başına ısınma
maliyeti, büyük hanelerde küçük hanelere göre daha düşüktür. Mal ve
hizmetlerden hanede ne kadar çok hane halkı üyesi yararlanırsa bunların kişi
başına maliyeti de o oranda düşecektir dolayısıyla belli bir refah düzeyine
45
ulaşmanın kişi başına maliyeti büyük hanelerde küçük hanelere göre daha
düşük olacaktır20.
Türkiye’de 1970’lerden sonra artan kentleşme mevsimsel ve gizli
işsizliğin ortaya çıkmasına ve bu anlamda aslında var olan işsizlik düzeyinin
kayıtlar itibariyle çok daha hızlı yükselmesine neden olmuştur. Bu durum bu
tarihten itibaren işsizlik ve yoksulluk dahil sosyal meselelerin daha yoğun
olarak tartışılmasını sağlamıştır. Bir politika uygulayıcısı olarak devletin
uyguladığı en önemli politika devletin sosyal niteliğinin de bir sonucu olan
sosyal politikadır. Devlet Sosyal politikayı hem ekonomik ve sosyal hayatı
yönlendirerek hem de sosyal adaleti sağlayarak yürütür. Bu çerçevede;
kalkınmayı planlamak, toplumsal dengeyi sağlamak, kişilere isteme hakkı
vermek, mülkiyet hakkının kullanımını sağlamak, çalışanların adil ücret
almalarını
sağlamak,
herkesten
kazancına
göre
vergi
almak,
gelir
dağılımında adaleti sağlamak devletin Anayasal görevleri arasındadır. Sosyal
politikanın ana cephesi olan iktisadi kalkınma hem bir hedef hem de farklı
cepheleri olması nedeniyle teorik ve pratik yönleriyle geniş bir bilimsel
tartışma alanıdır. Ulusal ekonominin sosyal cephesinin en önemli hedefi
muhtaçlık ve mağduriyet olarak ortaya çıkan yoksulluğun önüne geçmektir.
2. Türkiye’de Yoksulluğun Azaltılması İçin Yoksullar Lehine
Büyüme Politikaları
İktisadi büyüme yoksulluğun azaltılmasında son derece önemli bir
faktördür. İktisadi kaynakların yetersizliği yoksulluğun önemli bir boyutu ve
nedenidir. Ulusal gelirin eşitsizliği artırmayacak bir şekilde büyümesi gelir ve
yoksullunu önemli ölçüde azaltır.
Ülkelerin sahip oldukları faktör yoğunluğu, beşeri sermaye ve teknoloji
düzeyi ile tarihi ve kültürel koşullar yoksullar lehine iktisadi büyüme
20
Sema Alıcı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Gelir ve Tüketim İstatistikleri Şubesi uzman yardımcısı,
“Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, s. 435.
46
stratejisinin oluşturulmasında belirleyici faktörlerdir. Genel olarak rekabetçi bir
piyasa ekonomisi özel sektörün verimliliğini artırır. İktisadi büyümeyi artıran
yatırımların teşvik edilmesi için aşağıda yer alan koşulların yerine getirilmesi
gereklidir:

Kamu kesiminin iyi bir şekilde yönetilmesi ve sürdürülebilir kalkınma ile
uyumlu idari, hukuki ve mali yönetim oluşturulması ve buna uygun bir
siyasi ortam meydana getirilmesi;

Makro-ekonomik istikrar ile siyasi istikrarın sağlanması;

Herkesin uygun ve yeterli fiziki ve sosyal hizmetler altyapısından
yararlanması;

Tarım arazisi, finansman ve beşeri olanaklar gibi kaynaklara yoksul
kesimin güvenli bir şekilde erişiminin sağlanması;

Belirli sektörlerde emek-yoğun üretim şeklinin teşvik edilmesi;

Toplumsal dayanışma ve birliği koruyan ve mobiliteyi ve kadın-erkek
eşitliğini artıran sosyal politikaların devreye sokulması.
Büyüme yoksulların lehine olmalıdır. Yoksulların lehine bir büyüme
istihdam yaratan, eşitsizlikleri azaltan ve yoksulların gelirlerini artıran
politikalarla yürütülebilir. Yoksulluğu azaltan sürdürülebilir bir büyümenin
sağlanması için şunlar yapılmalıdır:

Piyasalarda
sapmalara
yol
açan
kamusal
müdahaleler
(aşırı
değerlenmiş döviz kuru politikası, ithalat ve ihracat kısıtlamaları, kredi
sübvansiyonları ve kamu iktisadi teşebbüslerinin rolünün fazla olması)
azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalıdır;

Özel sektör için teşvik edici bir ortam oluşturulmalıdır;

Kayıt dışı işgücüne ve özellikle kadınlara yeni ve ilave gelir elde etme
olanakları sağlayan program ve politikalar (mikrokredi vb.) yürürlüğe
konulmalıdır;
47

İktisadi faaliyetleri canlandıran, sosyal hizmetlere erişimi artıran ve
istihdam yaratma olanağı yüksek olan altyapı yatırımları artırılmalıdır21.
3. Sosyal Riski Azaltma Projesi ve Sosyal Risk Yönetimi (SRAP)
Ülkemizde sosyal yardım alanında faaliyette bulunan kuruluşlardan
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Sekreterliği (SYDTF/Fon) 1986
yılında 3294 sayılı Kanun ile kurulmuştur.
Fon, faaliyetlerini 931 il ve ilçede kurulu bulunan Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Vakıfları (SYDV) aracılığı ile yürütmektedir. Mevcut sosyal
yardım programlarının daha etkin ve hızlı şekilde ulaştırılabilmesi amacıyla, 9
Aralık 2004 tarih ve 5263 sayılı Kanun ile Fon’un yürütme organı niteliğinde
olan SYDTF Genel Sekreterliği, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü
(SYDGM)
olarak
teşkilatlandırılarak
kurumsal
bir
yapıya
kavuşturulmuştur.
28 Kasım 2001 tarih ve 24597 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren SRAP’ın amacı üst üste yaşanan ekonomik krizler sonrası
oluşan yoksullukla mücadelede etkin politikaların geliştirilmesi ve bu
politikaları
uygulayan
kamu
kurumlarının
kurumsal
kapasitelerinin
güçlendirilmesidir. SRAP; Hızlı Yardım, Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), Yerel
Girişimler ve Kurumsal Gelişim bileşenlerinden oluşmaktadır. SRAP’ın Şartlı
Nakit Transferi bileşeni kapsamında, yoksulluk nedeniyle çocuklarını okula
kaydettiremeyen, gönderemeyen veya okuldan almak zorunda kalan, okul
öncesi çocuklarını düzenli sağlık kontrollerine götüremeyen ailelerin ya da
düzenli sağlık kontrollerini yaptıramayan anne adaylarının ekonomik yönden
desteklenmesi ve Türkiye’de düzenli bir nakit sosyal yardım sisteminin
yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. Yerel Girişimler Bileşeni kapsamında ise,
vatandaşlarımızın üretken hâle getirilip kendi gelirini sağlayarak geçimini
temin edebilmeleri amaçlanmaktadır.
21
Coşkun Can Aktan. İstiklal Yaşar Vural., “Yoksullukla Mücadele Stratejileri” Hak İşçi Sendikaları
Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, s. 563
48
Tablo 10: Şartlı Nakit Transferi Yardımlarının Bölgesel Dağılımı
Bölge
Başvuran
Hak eden
Eğitim fayda Sağlık fayda
aile sayısı
aile sayısı
sahibi sayısı sahibi sayısı
Akdeniz
123.716
67.510
120.987
54.845
Doğu Anadolu
208.968
158.079
262.677
197.899
85.277
36.335
63.530
23.953
G. Doğu Anadolu
303.315
249.536
483.220
300.403
İç Anadolu
131.156
64.111
114.562
51.269
Karadeniz
163.624
82.807
144.809
76.530
Marmara
101.091
39.526
76.467
26.797
TOPLAM
1.117.147
697.904
1.266.252
731.696
Ege
Kaynak: Sosyal Riski Azaltma Projesi; 6. Danışma Kurulu Son Durum Raporu, Kasım 2005
SRAP kapsamında yürütülen ŞNT yardımlarının detaylı olarak
başlıkları aşağıdaki gibidir:
Şartlı Nakit Transferleri- sağlık yardımı: Ana- çocuk sağlığı için
destekler, -0-6 yaş grubu çocuklara ve hamile kadınlara yönelik destekler.
Şartlı Nakit Transferleri- eğitim yardımı: İlköğretime devam eden her kız (22
YTL) ve erkek çocuğa (18 YTL) verilen eğitim desteği. Orta öğretim için bu
miktarlar (sırasıyla 28 ve 39 YTL) artmaktadır. Miktarlar her yıl yeniden
düzenlenmekte ve artırılmaktadır. Eğitim desteği 12 ay boyunca devam
etmektedir.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından
SRAP kapsamında sağlanan yardım ve hizmetler yoksullukla mücadele
alanında ülkemizde yürütülen, objektif kriterler üzerine inşa edilen, başarılı bir
uygulamadır. Bu uygulamaların geliştirilmesi, erişilebilirliğinin artırılması,
sürdürülebilir bir kurumsal yapıya kavuşturulması gereklidir.
Sosyal risk yönetimi bir dizi sosyal önlemden ibaret olmayıp finansal
kaynak ve sermayenin demokratikleştirilmesiyle yakından ilişkilidir. Finansal
49
kaynakların
üretime
sevkedilmek
üzere
çeşitli
toplumsal
kesimlere
aktarılması arka planında finansal risk yönetimiyle de yakından ilişkilidir.
Dolayısıyla finansal anlamda risk yönetimini başarıyla sürdüren toplumlar
aynı
zamanda
kaynakları
toplumun
alt
katmanlarına
sevketmekten
korkmayan toplumlardır. Bu nedenle başarılı bir sosyal risk yönetimi aynı
ölçüde başarılı bir finansal risk yönetimiyle yakından ilişkilidir.
III. İSTİHDAM POLİTİKALARI
Çalışmamızda istihdam politikaları pasif ve aktif istihdam politikaları
şeklinde ve mikrokredi uygulamasını ilgilendiren boyutlarıyla ele alınacaktır.
Gerek pasif gerekse aktif istihdam politikalarından hangilerinin hangi
stratejilerle uygulanacağı konusu ülkemizde bir ulusal istihdam politikası olup
olmadığıyla yakından ilişkilidir.
A. Pasif İstihdam Politikaları
Pasif istihdam politikaları gelir desteği sunan politikalar ve geçici
işsizliğe yönelik politikalar olarak ele alınabilir. Çalışmamız açısından
özellikle gelir desteği sunan politikalar önem arzetmektedir.
1. Gelir Desteği Sunan Politikalar
Gelir desteği sunan politikalar; işsizlik sigortası, sosyal yardımlar, iş
paylaşımı ve kıdem tazminatı ve erken emeklilik uygulaması olarak ele
alınabilir.
a. İşsizlik Sigortası
Gelir
desteği
sunan
pasif
istihdam
politikaları
aktif
istihdam
politikalarından bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu anlamda pasif
50
istihdam politikalarının aktif istihdam politikalarına zaman kazandırıcı, yaraları
sarıcı ciddi etkileri sözkonusudur. Pasif istihdam politikalarının önemli ayağı
olan işsizlik sigortasının iki temel unsuru vardır. Bunlardan biri işsizlik
tazminatı diğeri ise işsizlere yönelik sosyal yardımlardır. İşsizlik sigortası
kapsamında verilen işsizlik tazminatının miktarı ve verilme koşulları da dahil
uygulama ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Uzun dönemde
çalışanların da yararına olabilecek yapısal değişikliklerden etkilenerek işini
kaybeden çalışanların satın alma gücünü korumayı hedef alır.
İnsanlar yaşamlarını idame ettirmek amacıyla cari şartlarda mevcut
olan fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek, bunları giderebilmek amacıyla
belirli bir bedel ödemek ve bu bedeli ödeyebilmek için de çalışmak
zorunluluğu duyarlar. Çalışma aktivitesi tarihsel süreç içinde zaman zaman
hakir görülmüşse de (Örneğin Roma İmparatorluğu döneminde çalışmanın
asillerin
göstermesi gereken bir faaliyet olmadığı, aşağılayıcı bir faaliyet
olduğu
ve
toplumun
düşük
katmanlarınca
yapılması
gerektiğine
inanılmaktaydı) genel olarak tüm toplumsal düşünceler, tüm dinler çalışmayı
üstün ve yararlı bir aktivite olarak görmektedir. Günümüzde çalışmanın
bireyleşme ve sosyalleşme açısından da önemli olduğuna inanılmakta ve
çalışma aktivitesinin ekonomik sonucu kadar sosyal psikolojik sonucu da
önemsenmektedir. Çalışmak; hem ekonomik, hem sosyal hem de psikolojik
bir ihtiyaçtır. Çeşitli nedenlerle işsiz kalan insanların mağdur olmalarını
önlemeye dönük ve zorunlu sigorta kolu olan işsizlik sigortası işsiz kalmanın
yaralarını önleyici ve toplam talepteki destabilizasyonu kırıcı pasif bir
istihdam politikası olup çalışma yaşamından alıkoymayı değil çalışma
yaşamından kopmamayı hedefler.
1961 Anayasasının 42.Maddesi; 1980 Anayasasının da 49. maddesi
çalışma hakkı ve ödevine ilişkindir. Anayasanın 49.Maddesinde “Çalışma
herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü yer almaktadır. “Devlet, çalışanların hayat
seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak,
çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam
51
yaratmak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü de çalışma hakkının devlet
otoritesi tarafından korunduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu hak kimi
zaman doğal kimi zaman da olağanüstü nedenlerle kullanılamamaktadır.
Toplumların değişen üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkan
modern çalışma yaşamı toprağa bağlı üretimi değiştirmiş ve üretim unsurları
olan toprak, emek ve sermayenin yanısıra müteşebbis ya da teşebbüs
unsurunu ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs unsurunun ortaya çıkması aynı
zamanda üretimi oluşturan unsurların, bu unsurlardan biri olan müteşebbis
tarafından düzenlenmesi anlamına geliyordu ki bu düzenleme faaliyeti
özellikle endüstri devriminin ilk yıllarından başlamak üzere hesapların emek
yani insan unsuru üzerinde yapılmasına neden olmuştur. İşte emek unsuru
üzerinde yapılan bu düzenlemeler aslında 20.yüzyıla damgasını vuran ve
sosyal maliyeti oldukça yüksek çalkantıların sebebi olmuş, bu çalkantıları da
Avrupa demokrasisinde önemli mihenk taşları olan çalışma yaşamına ilişkin
düzenlemeler izlemiştir. İşsizlik Sigortası (Unemployment Insurance) bu
düzenlemelerin en önemlilerinden biridir ve ülkemizde de uzun yıllar
tartışılarak gecikmeli ve eksik de olsa yasal anlamda çalışma yaşamına
girmiştir.
İster gizli işsizlik şeklinde olsun, ister devri, konjonktürel, kronik,
teknolojik, bünyevi olsun veya geçici olsun kesin olan şey işsizliğin sosyal ve
kişisel bir yara olduğudur. Modern toplumlar İşsizlik Sigortasını işte bu
yaranın bir tedavi biçimi olarak görmüş ve kendi bünyelerine uygun işsizlik
sigortası düzenlemelerini yapmışlardır.
İşsizlik Sigortası; bir iş yerinde çalışmakta iken, çalışma istek, yetenek,
sağlık ve yeterliliğinde olmasına rağmen, kendi istek ve kusuru dışında işini
kaybedenlere, uğradıkları gelir kayıplarını kısmen de olsa karşılayarak zor
duruma düşmelerini önleyen, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren, Devlet
tarafından kurulan zorunlu bir sigorta koludur. Yukarıda yer alan işsizlik
kavramının tanımı dikkate alındığında işsizlik sigortasının bir risk türü olan
işsizliğin yarattığı ekonomik ve sosyal buhranın önüne geçmek ve toplumsal
52
barışı sağlamak amacına yönelik olduğu görülecektir. Ülkemizde 25.08.1999
tarihinde kabul edilen, 08.09.1999 tarih ve 23810 Sayılı ile Resmi Gazete ile
yayımlanan 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile İşsizlik Sigortası zorunlu
bir sigorta kolu olarak çalışma hayatımıza girmiş bulunmaktadır.
b. Sosyal Yardımlar
Ciddi bir sosyal yara olan işsizliğin olumsuz sonuçlarını bertaraf
etmeye yönelik ve istihdam artırıcı faaliyetlerin dışında ele alacağımız diğer
uygulama da sosyal yardımlardır. Yoksulluğu azaltmayı ya da kısmen
önlemeyi hedef alan sosyal yardımlar işsizliğe bağlı yoksullaşma durumunda
sosyal yaranın derinleşmesini engeller. İşini kaybedenleri ve ailelerini hedef
alan sosyal yardımlar kamudan kazanma temeline dayalıdır. Bu anlamıyla
istihdam politikalarından çok sübvansiyon olarak adlandırdığımız kamu
harcama politikalarını daha çok ilgilendirir.
Ülkeden ülkeye uygulama biçimi değişen sosyal yardımlar, işsizlik
sigortası kapsamına girmeyen işsiz ve/veya yoksuları hedef alır. Genellikle
devletlerin sosyal güvenlik sistemlerinin bir parçası olan sosyal yardımlar
diğer aktif ve pasif istihdam politikaları ile eşgüdüm içinde yürütülmektedir. İş
piyasasının daha sağlıklı işlemesi için sosyal yardım yapılan kesimin
kamudan değil piyasadan gelir etmesine yönelik mikrokredi çalışmalarında
bu kesimi öncü yapmak ve bedava geçinmeyi yaşam tarzı haline getirmekten
alıkoymak gerekir.
Mikrokredi uygulaması işsizliğin açtığı sosyal yaraları kapatmayı
hedefleyen pasif istihdam politikalarına yönelik harcamaların asgariye
indirilmesini hedefler. Nitekim mikrokredi mesleklendirme programlarını
zorunlu kılacaktır. Bu da doğal olarak işsizlikten kaynaklı sosyal yardımların
ağırlığını azaltacaktır. İşsizlik tazminatı ve sosyal yardım alan işsizlerden
oluşturulacak veri tabanı mesleklendirme ve mikrokredi verilerek kendi
53
hesabına çalışmaya ve üretime teşvik edilecek olan potansiyel müşterilere
ilişkin veri tabanının da başlangıcı olacaktır.
c. İş Paylaşımı (Job Sharing)
Öz anlamıyla, iki ve daha fazla çalışanın tam gün işle ilgili ana vazifeyi
kendileri için tanımlanmış bir kısmi çalışma pozisyonu olmamasına rağmen
aralarında paylaşarak ve işin kendi bütçesi dışına çıkmadan esnek zamanlı
olarak çalışmaları “İş Paylaşımı” dır. İş paylaşımının gerçekleşebilmesinde
çalışan ile işveren veya temsilcisi arasında bu yönde bir anlaşma olması
gerekmektedir. Moral, motivasyon ve verimlilik açısından yararlı olduğu
zaman zaman iddia edilmektedir. Pasif istihdam politikaları kapsamında ele
aldığımız bu çalışma tipinde gereken verimin alınabilesi paylaşımın her bir
tarafındaki çalışanların işin genel durumuna uygun olarak seçilmiş olmasına
bağlıdır. İş paylaşımı özellikle yeni başlayanların işbaşı eğitim dönemlerinde
iyi bir çözüm olarak görülebilir.
İş paylaşımı, tam gün süreli bir işin ve onun sağladığı yararların birden
fazla işçi tarafından paylaşılmasıdır. İş paylaşımı, tam gün süre ile
çalışmanın avantajları ile kısmi süreli çalışmanın yararlarını birleştiren bir
sistemdir. Bu modelde, hizmet ediminin yerine getirilmesi, birden çok
sayıdaki işçi tarafından paylaşılıp üstlenilmektedir. Bir başka deyişle “tam
gün” niteliğindeki bir işin yapılması birkaç işçi tarafından günün belirli
saatlerinde sırasıyla işe gelinerek gerçekleştirmekte ve bu iş için öngörülen
ücret ve diğer sosyal haklar işi paylaşan işçiler arasında paylaştırılmaktadır.
İşi paylaşan işçilerin her biri ile işveren ayrı ayrı iş akdi yapar. İş paylaşım
sözleşmesinde kimin ne zaman çalışacağına işçiler karar verir. İş paylaşımı
ilk olarak ABD’de uygulanmış, daha sonra Avrupa’da denenmiştir.
İş paylaşımı paylaşımın türü açısından üç ayrı anlamda söz konusu
olabilmektedir. Bunlardan ilki parçalara ayrılmamış bir görevde toplam
sorumluluğun paylaşılması, ikincisi sorumlulukların bölünerek paylaşılması,
54
üçüncüsü ise aynı departmanda görev alınmasına rağmen işin tamamen
birbirinden ayrılmış bölümlerinin ayrı ayrı paylaşılmasıdır. İşin şekli ve
çalışanların kalifikasyonu dikkate alınarak bu paylaşım türlerinden uygun
olanını uygulamak suretiyle tam zamanlı çalışmaya kıyasla daha yüksek
verim alınabilir.
d. Kıdem Tazminatı ve Erken Emeklilik
Kıdem tazminatının temel amacı işten çıkarılan işçiyi ödüllendirmek
değil işvereni işten çıkarmaktan caydırmasıdır. Bu anlamda iş güvencesi
oluşturmayı hedefler. İşletmelerde işe yeni adam almanın ücret dışı
maliyetlerini azaltması ve istikrar sağlaması anlamında oldukça yararlıdır.
Zira işverenler işten çıkaracakları işçiye kıdem tazminatı ödeyeceklerini
bildiklerinden verimsizlik ya da yetersizlik gibi bir nedenle çıkarıyorlarsa
bundan
vazgeçip
işçiyi
eğitmeyi
ve
daha
verimli
hale
getirmeyi
seçmektedirler. Bu da yapılamıyorsa performansına uygun bir birimde
istihdam ederek sorunu gidermeye çalışmaktadırlar. Bu durum çalışanlar
açısından da bir kariyer planlaması olanağını ortaya çıkarmaktadır.
Pasif istihdam politikalarından erken emeklilik; yaşlı çalışanları
istihdam etmek yerine erken emeklilik olanağı sağlayarak yerlerine yeni
istihdam sağlamayı hedefler. Böylece hem işsizlik azaltılmış hem de yaşa
bağlı olarak verimlilik artırılmış olur. Yaşlı çalışanlar da emeklilik olanağına
kavuştuğundan herhangi bir mağduriyetleri söz konusu olmaz.
Toplamdaki maliyeti oldukça yüksek olan erken emeklilik programının
aktüaryal dengeler açısından zararlı olmasını engellemek amacıyla bu tarz
programlarda nüfusun demografik yapısı dikkate alınmalıdır. Erken emekli
edilen kesimin toplam katma değere katkısının esnek çalışma modelleriyle
sürdürülmesi de hem maliyeti düşürmek hem de erken emekli edilenlerin aktif
yaşlanmalarını sağlamak açısından önemlidir. Kuşku yok ki ülkemiz gibi genç
nüfus yapısına sahip ve sosyal güvenlikte ciddi açıklar veren ekonomilerde
55
bu tarz programların yaratacağı toplam maliyet işsizliğin azaltılmasına
sağladığı katkıdan kat kat yüksek olacaktır. Mikrokredi ile başarılı bir kendi
hesabına çalışma programının erken emekliliğe ihtiyaç doğurmayacağı
kuşkusuzdur. Çünkü aslolan istihdamın arz cephesini genişletmek ve bu yolla
da toplam katma değeri artırmaktır. Yeni iş alanları yaratmadan mevcut arz
seviyesini yaşlı ve gençler arasında dönüşümlü paylaşmak değildir. Deyim
yerindeyse büyük fabrikalar kuramayınca küçük fabrikalar kurmaktan, küçük
fabrikalar
kuramayınca
çok
küçük
(mikro)
fabrikalar
kurmaktan
vazgeçmemek gerekir.
2. Geçici İşsizliğe Yönelik Politikalar
Bu tarz politikalar geçici işsizlik dönemlerinde işsizliğe ve/veya yeni işe
uyum, süreci hafifletme ve yeni işlerle ilgili bilgi alabilme şeklinde geçici
olarak uygulanabileceği gibi, geçici işsizlik devam eden bir süreç olduğundan
diğer bir deyişle iş bulma süreleri ve işsiz kalma dönemleri her fert için farklı
olduğundan uzun dönemli ve süreklilik gösteren bir politika olarak da
sürdürülebilir.
Geçici işsizliğe yönelik politikalar genellikle aktif ya da pasif istihdam
politikalarının dışında ele alınırlar. Ancak kanaatimizce direkt istihdam
yaratmaya
dönük
olmamaları
ve
geçici
durumların
karşılanmasını
hedeflediklerinden pasif istihdam politikalarının içinde yer almaları gerekir
Geçici işsizliğe yönelik programlar ülkeden ülkeye değişmektedir.
Özellikle iş değiştirme hızının yüksek olduğu iş piyasalarında bu politikaların
süreklileştirilmesine ve sistemin bir parçası haline getirilmesine ihtiyaç vardır.
Ülkemizde ise iş piyasasına işlerlik kazandırma ve tam bilgilendirme
çalışmalarını bu anlamdaki politikalar olarak ele almak mümkündür.
56
a. Genel İstihdam Hizmetleri ve Toplu İşten Çıkarmaların
Önlenmesi
Geçici işsizliğe yönelik pasif istihdam politikalarından genel istihdam
hizmeti daha ziyade istihdam danışmanlık hizmetlerini içerir. İşe yerleştirme,
iş
danışmanlığı
ve
işe
yerleştirmede
aracılık
hizmetlerini
içeren
programlardır. Bu tarz politikalar işsizlik süresini kısaltmaya yöneliktir. İşsiz
kalan ve gelir desteği süren işsize uygun iş bulunmasına yönelik faaliyetleri
kapsaması ve bu anlamda aktif istihdam politikalarına zemin hazırlaması
açısından önemli programlardır.
Bu
tarz
bir
politikanın
başarısı,
başarılı
bir
iş
piyasası
bilgilendirmesine, bilginin ulaşılabilirliğine, nitelikli ve niteliksiz istihdamın
yapısına ve aynı zamanda münhal işlerin durumuna ilişkin sağlıklı veri
tabanları oluşturulabilmesine bağlıdır.
Özellikle çalışanlara yönelik işe uyum programları ve verimlilik artırıcı
programlar
ile
işverene
toplu
işten
çıkarmanın
dışında
seçenekler
sunulabilmesine yönelik girişimler ve hatta toplu işten çıkarmaların men
edilmesine yönelik hukuki düzenlemeler bu kapsamda ele alınabilir.
Toplu işten çıkarmaların önlenmesine yönelik programların toplu işten
çıkarma olasılığı ortaya çıkan işyerlerinde ve işten çıkarma öncesinde
uygulanması ideal olduğundan özellikle sendikalarla birlikte yürütülmesi
gereken bu programların da piyasanın yakından izlenebilmesiyle ciddi
ilişkileri söz konusudur. Dolayısıyla aynı zamanda mikrokredi programları
açısından da oldukça önemli olan; tam, doğru ve akışkan bilgi burada da
oldukça önemlidir.
57
b. Bölgesel İşgücü Hareketlerinin Düzenlenmesi ve Yoğun İş
Arama Programları
İşgücünün, talebin yetersiz olduğu alanlardan talebin yoğun olduğu
alanlara
kaydırılması,
işletmelerde
ve
ciddi
ölçüde
yapısal
ekonomik
olarak
gerileme
değişmelerin
yaşandığı
gösteren
bölgelerde
yoğunlaştırılması gereken bu politikalar sağlıklı bir coğrafi seyyaliyet
sağlanmasını ve kontrolünü esas alır.
Piyasa dinamikleri içinde özellikle büyük kentlere göç şeklinde zaten
izlemekte
olduğumuz bu
doğal
sürecin öngörülebilmesi
ve
proaktif
politikalarla yönlendirilmesi bu tarz politikaların özünü teşkil etmelidir.
Dengesiz kalkınma modellerinden kalkınma kutupları oluşturulması modelinin
içinde yer alan bu politikalar, az gelişmiş yerlerde istihdam yaratmaya yönelik
politikaların sonuç vermeye başlamasına kadar geçen süre içinde işsizliğin
hafif etkilerle atlatılmasına yöneliktir.
Özellikle gençler için uygulanacak bölgesel işgücü hareketliliğine
yönelik politikalar aynı zamanda alışılageldik yaşam alanlarının terkedilip yeni
bir yaşamın oluşturulması anlamı da taşıdığından ortaya çıkabilecek kültürel
sorunların da bu konsept içinde ele alınmaları gerekmektedir. Yaşlı
çalışanların coğrafi mobilitesi ise kültürel alışkanlıklar nedeniyle oldukça
zordur.
Yoğun iş arama hizmetleri istihdam danışmanlık hizmetlerinden farklı
olarak iş arama becerisi fazla olmayan kişilerde ve uzmanlık gerektiren
alanlarda çalışan kişilerde uygulanması gereken programları içerir. Klasik
istihdam danışmanlık hizmetlerinin dışında ele alınması gerekir.
Özellikle pazarlanabilir becerisi olan veya işinin ciddi ölçüde uzmanı
olan kişilerin yaşadığı geçici işsizlik dönemlerinde uygulanması gereken
programlardır. Bu programlar çerçevesinde gençler ve uzun dönemli işsizler
58
tarafından iş arama kulüplerinin kurulması, iş arama seminerlerinin
düzenlenmesi ve buna benzer faaliyetlerin organize edilmesi düşünülebilir.
3. Pasif İstihdam Politikalarının Olumlu ve Olumsuz Etkileri
Pasif istihdam politikaları istihdam yaratmaktan ziyade gelir desteği
sunan politikalardır. Bu nedenle yoksulluğun derinleşip bir sosyal patlamaya
dönüşmesini engeller ve politika yapıcıya zaman tanırlar. İşsizlik sigortası ve
kıdem tazminatı işini kaybedenlerin, işsizlik yardımı ve erken emeklilik de işi
olmayanlara dönük geçici ama kalıcı uygulamalara da zemin ve fırsat
hazırlayan politikalardır.
Ancak pasif istihdam politikalarının, varoluş gayelerine aykırı biçimde
bedava geçinmeyi alışkanlık haline getirmiş olanların keşfettiği bir kaç
bedava kaynak haline dönüşmemesi gerekir. Ne yazık ki ülkemizde asgari
ücretle tam mesai yorularak çalışanlar var olduğu gibi, devlet, bazı hayır
kurumları ve vakıflar aracılığıyla hiç çalışmadan asgari ücretin üzerinde bir
standart yakalayanların da varolduğunu bilmek ve pasif istihdam politikalarını
çalışmayı cezalandırmayacak bir seviyede tutmak gerekir.
B. Aktif İstihdam Politikaları
Aktif istihdam politikaları temel olarak istihdamı yaratmak ve mevcudu
korumak, işletmeleri geliştirmek ve rehabilite etmek ve ulusal düzeyde
istihdam geliştirici çalışma ve programları esas alır. Aktif istihdam
politikalarının özellikle artan istihdam düzeyinin korunabilmesi açısından
sistematik ve kalıcı olmaları esastır.
1. İstihdam Yaratmaya ve İstihdamı Korumaya Yönelik Politikalar
İstihdam yaratmaya yönelik politikalar işgücü arz ve talebinin
uyumlaştırılmasına yönelik politikalar olmalarına rağmen farklılık arzederler.
59
Bu politikalar işgücü arz ve talebinin yetersiz eşleştirme nedeni ile uyumlu
hale gelmediği veya işgücü arz ve talebinin işgücünün mahiyeti nedeni ile
örtüşmediği durumlarda devreye giren politikalardır. Adından da anlaşıldığı
üzere işgücü talebi yaratmaya yönelik politikalar olup üretim ve büyüme
sonucunda münhal iş oluşturmayı ve iş gücünün nitelik olarak münhal işlere
uygun kalifikasyona sahip kılınmasını hedeflerler.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir yandan sermaye birikimi
sağlayarak münhal işler oluşturmak diğer yandan da iş piyasasında çalışma
çağına gelenlerin bu işlere uygun niteliklere kavuşmasını sağlayarak çalışma
yaşamına dahil etmek amacına yönelik bu politikalar detaylandırılabilmekle
beraber genelde aşağıda ele alacağımız politika ve programlardan oluşurlar.
a. Küçük İşletmelerin Geliştirilmesi ve Rehabilitasyonuna Yönelik
Politikalar
Bu programlar tezimizin ana konusu olan mikrokrediler açısından da
oldukça önemli programlardır. Özellikle küçük işletmelere, kendi işini
kuracaklara yönelik eğitim, teşvik ve danışmanlık çalışmaları istihdamın
artmasına ciddi katkı sağlar. Özellikle küçük işletme sahiplerinin eğitim
düzeylerinin göreli olarak düşük olması bu işletmelerde ileriye dönük vizyon
oluşturulabilmesini güç hale getirmektedir. Nitekim KOBİ’ler bile KOSGEB
kredileri için talep edilen stratejik yol haritaları hazırlayıp KOSGEB veri
tabanına kaydolabilmekte ciddi ölçüde zorlanmışlar ve bağlı bulundukları
Sanayi ve Ticaret Odaları’ndan danışmanlık desteği almak zorunda
kalmışlardır.
Özellikle eğitim ve vizyon yetersizliği nedeniyle yarattıkları küçük çaplı
istihdam düzeyini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilen küçük
işletmelerin danışmanlık desteği olmadan ayakta kalabilmeleri oldukça
güçtür. Ülkemizde bu alandaki yetersizlik özellikle kırsal kesimlerde
mikrokredi programlarının devreye girmesinde yaşanan gecikmenin de asıl
60
nedenidir. Devlet, ticari alanda düzenleyici ve rehberlik edici olmaktan ziyade
hesap sorucu ve gelir paylaşıcı olarak varlığını ortaya koymaktadır.
Bu tarz programların özellikle kendi işini kurmuş orta yaşlı ve eğitimli
işletme sahiplerinin işlerini koruma hususunda yoğunlaşmaları ivedilikle
düşünülmelidir. Her küçük işletmenin daha büyük girişimlerin tetikleyicisi ve
ortağı olabileceği unutulmamalıdır. Bu tarz programların yürütülmesinde sivil
toplum kuruluşlarının desteği alınmalıdır. Ülkemizde büyük işletmelere ve
KOBİ’lere dönük çalışmalar hem devlet hem de piyasa (Bankalar, sivil toplum
kuruluşları, üniversiteler vs.) tarafından algılanmış olmasına rağmen küçük
ve/veya mikro işletmeler açısından bu pek iç açıcı değildir. Özellikle tarımsal
üretimin halen yüksek olduğu ülkemizde bu tarz çalışmalar çok daha önce
yapılmalıydı.
b.Yerel Ekonomik Gelişme Programları
Hangi bölgede ve hangi alanlara yeni yatırımlar yapılması gerektiği,
ekonomik
gelişmenin
ağırlıklı
olarak
hangi
sektörlere
dayanacağı
öngörüsünün yerel bazda algılanmasını ve uzun dönemde göçü ve işsizliği
önleyici yerel projelerin ortaya konulmasını hedefler. Genellikle Valilikler ve
Belediyeler tarafından çoğunluğu akademisyenlere yazdırılan yerel kalkınma
proje kitapçıkları şık bir durumu ifade etmekle beraber bu konuda atılacak
adımları ortaya koyacak yerel irade genelde oluşmamaktadır.
Yerel bazda oluşturulabilecek, o yörenin ekonomik yapısına ve
geleceğine ilişkin sağlıklı veriler ile öncelikli yatırımların fizibilite etüdlerini
içeren hazır veri bankaları yeni yatırımcıları ciddi ölçüde cezbeder. Bu tarz
çalışmalar sonucunda özellikle küçük illere çekilebilecek güçlü yatırımlar o
illerdeki gelir desteği harcamalarını ciddi ölçüde azaltacak ve yöreye piyasa
alışkanlığı kazandıracaktır. Kamudan değil piyasadan kazanma alışkanlığı,
kazanılan refleksler ve melekeler nedeniyle kendi kendini katlayarak artıran
61
bir özelliğe sahiptir. Mikrokredi bu reflekslerin oluşmasına başlangıç
sermayesi (start-up capital) sağlar.
c. Kamu Yararına Çalışma Programları
Özellikle uzun süren yoğun işsizlik durumunda beceri erozyonunu ve
sosyal sıkıntıları bertaraf etmek amacıyla, kamuya ait bölgelerin alt yapı
geliştirme işlerinde istihdam sağlayan programlardır. Bu tarz programlar
normalleşmeyle beraber belli sayıda insan için uzun dönemli düzgün işe
(Decent Work) dönüşebilir.
Bu
programların
başlangıç
hedefi
sosyal
gayelerle
istihdamı
destekleyip gelir desteği sağlamak iken, beceri kazanan müstahdemlerin
zamanla yeni girişimlerde bulunabilmesini yahut piyasada bir işe girerek
piyasadan kazanmasını da sağlayabilir. Bu tarz programlarda özellikle kısa
süreli işlerde niteliksiz ya da yarı nitelikli kişileri çalıştırmak çift yönlü fayda
sağlar. Hem nitelikli işgücü kısa süreli işlerle meşgul edilip ardından mağdur
edilmiş olmaz hem de niteliksiz işgücüne nitelik kazandırılmış olur. Bu tarz
programların kamuya maliyeti yüksektir. Kamu yararına olan işlerin özel
firmalar aracılığıyla yapılması durumunda bu programlar daha başarılı olurlar.
Çünkü özel firmalar kamu yararına işlere bağımlı olmadığından çalışanlara
süreklilik arzeden iş sağlama imkanına sahiptirler.
2. Genel Aktif İstihdam Politikaları
Genel aktif istihdam politikaları iş piyasasının düzenlenmesini esas
alır. İstihdamın korunması ve işsizliğin azaltılması anlamındaki düzenlemeler;
piyasadaki bilgi akışı, çalışma yaşamında esneklik, ücret seviyesinin ve
sosyal güvenliğin düzenlenmesi bu anlamda genel aktif istihdam politikaları
içinde yer alır.
62
a. İşgücü Piyasasında Bilgi Sistemi Düzenleme Politikaları
Ülkemizde yeterli bir ulusal istihdam politikasına ciddi ölçüde ihtiyaç
vardır. Bu anlayış içinde yürütülecek bir ulusal istihdam politikasının olmazsa
olmazı İşgücü piyasasına ilişkin tam, doğru ve akışkan bilgidir. Özellikle
1990’lardan sonra ülkemiz de diğer gelişmekte olan ülkeler gibi piyasa
ekonomisine geçişi yoğun özelleştirme programlarıyla hızlandırmış ve
özelleştirme ve demografik yapı gibi nedenlerle hızla artan istihdam
sorunlarını da çözmek için ciddi çaba sarfetmiştir.
Ulusal İşgücü Piyasası’na ilişkin bilgilerin toplanması göründüğünden
daha zor ve zahmetli bir iştir. Bu bilgilerin işlenmesi ve kullanıcılarına
sunulması bilgilerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesine bağlı olduğundan
tam ve doğru olmayan bilginin akışkan olmasının sağlanması çok anlamlı
değildir. Özellikle bilgi işlem alanındaki gelişmelerle istatistiki veri depolama
alanındaki gelişmeler e-devlet projesi ile birleşip ciddi sonuçlar oluşturulabilir.
Özellikle ülkemizin hem demografik hem de ekonomik yapısına ilişkin veriler
farklı farklı birimlerde oluşturulmuş ancak bu bilgilerin işlenebilir şekilde bir
araya getirilmeleri sağlanamamıştır. Oysa veri depolama (data warehouse)
ve depolanan verilerden veri madenciliği (data mining) yoluyla kullanılabilir
sonuçlar
elde
etmek
diğer
bir
deyişle
enformasyon-veri-bilgi-çözüm
(Information-data-knowledge-solution) süreciyle bilgiyi toplumsal yaşama
hizmet eder hale getirmek oldukça önemli hale gelmiştir. Aksi takdirde
kütüphaneler, kurumlar ve bilgisayar hafızalarında depolanan bilgiler
anlamsız ve önemsiz hale gelir.
İşgücü Piyasası Bilgi Sistemi Politikaları aktif istihdam politikalarının bir
parçası olmasına rağmen hem aktif hem da pasif istihdam politikalarına
zemin oluşturmaktadır. İşgücü piyasasında şeffaflığın sağlanması, bilgiye
ulaşmanın maliyetinin düşürülmesi başarılı bir bilgi sistemi oluşturulmasına
bağlıdır.
63
Avrupa Ülkelerinde İşgücü piyasası bilgi sistemi uzun bir süreden beri
kurulmuş olup kullanıcılarına hizmet vermektedir. Ülkemizde bu çalışmalar
arzu edilen bir noktaya ulaşmamıştır. Kanaatim odur ki tıpkı Ulusal Sermaye
Piyasasını ve Özel Emeklilik Fonlarını denetlemek ve gözetlemek amacıyla
kurulmuş olan Sermaye Piyasası Kurulu ve Emeklilik Denetim ve Gözetim
Merkezi gibi, Ulusal İşgücü Piyasası Denetim ve Gözetim Sistemine ve
Merkezi’ne ihtiyaç vardır. Sermaye piyasası ve özel emeklilik piyasası
yeterince derin olmayan ülkemizde bu piyasalar denetim ve gözetim altında
iken oldukça genç nüfus yapısına sahip ve derin bir işgücü piyasası olan
ülkemizde böyle bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Çünkü ulusal ekonomimizin
makro ekonomik anlamdaki en önemli sorunu işsizlik sorunudur.
b. İşgücü Piyasası Uyum Politikaları
İşgücü piyasasına ilişkin yasal düzenlemelerin piyasanın ve iş
yaşamının gereklerine uygun, farklı mevzuat unsurlarının birbirleriyle uyumlu,
kendi içinde tutarlı, yeterli esnekliğe sahip ve günün gereklerine uygun olarak
yenilenebilirliğine yönelik düzenlemeleri içerir. İşgücü piyasası uyum
politikalarındaki başarı aynı zamanda bir ülkenin çağdaşlığının en önemli
göstergelerinden biridir.
Uluslararası standartların önem kazandığı küresel ekonomide piyasa
ekonomisini seçen ülkeler aynı zamanda uluslararası piyasaya da uyum
göstermek zorundadırlar. Bu zorunluluk sadece ekonomik bir gereklilik
olmayıp aynı zamanda imzalanan uluslararası anlaşmalara dayanmaktadır.
İşgücü uyum politikaları hem devleti, hem işveren kesimini hem de işgücünü
bağlayan ve belli ölçüde zorlayan politikalardır. Adeta iş piyasasının
kurumsallaşmasının ve derinleşmesinin esası başarılı işgücü piyasası uyum
politikası yürütülmesine bağlıdır.
İşgücü piyasası uyum politikaları özellikle kriz ve krizden çıkış
dönemlerinde işverenlerin ve çalışanların birlikte süreci atlatabilmelerine
64
yönelik olmalıdır. Katı ve tek taraflı mevzuat özellikle ekonomik kriz
dönemlerinde korunuyor gibi görünen emek kesimine de ciddi zararlar
vermekte ve krizden çıkışla ilgili olarak işbirliği yapma olanaklarını ortadan
kaldırmaktadır.
İş piyasası uyum politikalarının önemli bir altyapısı da toplumsal
destektir. Çünkü gerekli mevzuatı ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya koymak,
yasama organını harekete geçirmek, mevzuatı ortaya koyduktan sonra geri
bildirim ve yeniden düzenleme sağlamak, piyasanın düzenlemelere doğru
reaksiyon ve algılama gösterebilmesini sağlamak göründüğünden çok daha
zordur. İnsanlar kendileri için oldukça yararlı olacak değişimleri bile mevcut
alışkanlıklarının yarattığı endişeden dolayı kabullenmekte zorlanırlar. Bu
nedenle iş piyasası toplumsal konsensüse en fazla ihtiyaç gösteren
piyasadır. Çünkü hem temel sujesi hem de objesi sermaye piyasasından
farklı olarak para ya da sermaye değil insandır. Ancak bu güne kadar
sermaye piyasasından çok daha fazla ihmal edilmiş olması ve makro
ekonomik tartışmalarda geri planda tutulması, istihdam yaratıcı faaliyetlerin
ekonomik anlamda sadece risk sermayesi (Joint Venture) ile ifade edilmesi
anlamlıdır. Konu ya daraltılarak sığlaştırılmış ya da aşırı genişletilerek
soyutlaştırılmış ve ütopikleştirilmiştir.
İşgücü piyasası uyum politikaları, genel hatlarıyla; İş güvencesi ve
ücret seviyesine ilişkin düzenlemeler, çalışma yaşamında esnekliğe ilişkin
düzenlemeler22.
c. İş Güvencesi ve Ücret Seviyesine İlişkin Düzenlemeler
Özellikle ekonomik koşulların zorladığı dönemlerde koşulların daha da
kötüleşmemesi için işverene iş güvencesi ve ücretlere ilişkin konularda
inisiyatif tanınmasını zorunlu hale getirir. Ancak bu durumun işçilere ve
topluma kabul ettirilmesi her zaman kolay değildir. Ekonominin normal
22
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.57
65
zamanlarda çalışanlar iş sahiplerinden ve toplumdan özveri beklerken
ekonominin
olağanüstü
dönemlerinde
ise
bu
özveri
çalışanlardan
beklenebiliyor.
Bu tarz politikaların izlenmesi zorunlu hale geldiğinde; geçici gelir
desteğinin sağlanması, bu sürecin diğer aktif istihdam politikalarıyla
desteklenmesi ve bu yolla işini kaybedenlerin kısa sürede tekrar işine yahut
yeni bir işe dönmesinin sağlanması oldukça önemlidir.
d. Çalışma Yaşamında Esnekliğe İlişkin Düzenlemeler
Çalışma yaşamında esneklik sağlayan düzenlemeler işgücü piyasası
uyum politikalarına ilişkin diğer düzenlemelerdir. Esnek çalışma koşullarına
ilişkin düzenlemeler çalışma yaşamının değişen koşullara uygun hale
getirilmesine dönük olduğundan esnekliğe yöneltilen eleştiri ya da övgüler
aslında
esnekliğin
kendisine
değil
algılanış
ve
uygulanış
biçimine
yapılmaktadır. Çünkü adından da anlaşıldığı gibi esneklik pozitif sonuç
yaratma
amacına
dönük
hareket
alanı
yaratılması
anlamında
ele
alınmaktadır. Bir duruş ya da temayülü ifade etmemektedir.
Ekonominin,
durgunluk
(resesyon),
yüksek
enflasyon
ya
da
devalüasyon gibi nedenlerle kriz sürecine girdiği durumlarda demografik
faktörlerin de tetiklemesi sonucunda katı çalışma koşullarını sürdürmek ya
imkansız hale gelmekte ya da krizi derinleştirici etki yaratmakta ve ekonomik
buhranın sosyal buhrana dönüşmesine neden olmaktadır.
Çalışma yaşamında katılık, nihayetinde kısmen ekonomimizde çok
tartışılan “Kayıtdışı İstihdama”, kısmen de istihdamdan kaçınmaya yol
açmaktadır. Bu durumda elinde fon bulunduranlar katı çalışma koşullarını
gerekçe göstererek bu fonları reel ekonomiden kaçırmakta bu da “sembol
ekonomisi” ya da “manipülatif ekonomi” ye yol açmaktadır. Ekonomideki
kırılganlıklar
bu
yolla
dolaylı
olarak tetiklenmekte,
istikrar
tehlikeye
66
düşmektedir. Böylesi bir ulusal ekonomi de eğer yeterli derinliğe ya da hacme
sahip değilse, uluslararası alanda likidite tercihine göre iç piyasada da
psikolojik beklenti ve tepkilere göre şekil almaktadır. Bu durumda “ekonomik
kriz” bir doğal sonuç olmaktan ziyade adeta spekülatörler tarafından
tetiklenen bir uluslararası enstrüman haline gelmektedir. Esas olan iyi işleyen
bir iş piyasasında, kurum ve kuralları olan ve üreten bir ekonomidir.
İşgücü piyasası uyum politikalarından esneklik politikası, anarşi ve
kaos anlamında bir serbesti olarak algılanmamalıdır. Özellikle tarafların rızası
ve uzlaşma ile ortaya konulacak bir esneklik olumlu sonuçlar yaratır. Zorlu
dönemleri aşmak konusunda taraflara manevra olanağı sağlar. Özellikle
çalışma sürelerinde esneklik işçi çalıştırma ihtiyacı duyan ancak kazancı tam
zamanlı işçi çalıştırmaya yetmeyen firmaların üretimden vazgeçmelerini
engellediği gibi tam zamanlı iş bulamayanlar için az da olsa gelir sağlar.
Ekonomik durgunluk dönemlerinde durgunluktan aynı zamanda
istihdamı koruyarak çıkabilmek ancak esnek zamanlı çalışma ile mümkün
olacaktır.
Ancak
sadece
çalışma
sürelerinde
değil
aynı
zamanda
ücretlendirme ve iş güvencesi gibi konularda esneklik talebi ve bu esnekliliği
süreklileştirme eğilimi de işveren kesimi tarafından zaman zaman ortaya
konulabilmektedir. Bu durum iş piyasası açısından bir risktir ve doğru
algılanması oldukça önemlidir.
Teknolojik gelişme, küreselleşme, yüksek rekabet ve ekonomik
bunalımların yoğunlaştığı son yıllarda çalışma yaşamının gündemine giren
“Esneklik”, çalışma yaşamının tarafları ve sendikaları tarafından müzakere
masalarına da getirilmeye başlanmıştır. Esnekliğin iddia edildiği gibi,
teknolojik gelişmenin kaçınılmaz sonucu mu olduğu, yoksa gelişen ve
değişen koşullar karşısında elde bulunan ve çalışma yaşamındaki çalışma
kültürünün değişimi sonucunda ortaya çıkan bir çalışma seçeneği mi olduğu
konusu ise tartışılmaya devam etmektedir.
67
Esneklikle ilgili tartışmaların, sistemin tamamlayıcı unsurları olan
teknolojik alt yapı, kalifiye eleman, mesleki eğitim, yasalar ile piyasanın ve
ekonominin özellikleri gözönüne alınarak değil de, esnekliğin olmaması
halinde işletmelerin batacağı, rekabet gücünü yitireceği gibi kanıtlanması çok
zor bulunan tezlerle ortaya konulması esnekliği çalışma barışını zedeleyici bir
unsur haline getirmektedir. Diğer yandan işsizliğin azaltılmasında esnekliğin
bir enstrüman olarak kullanılması tezi ise bilimsel dayanaktan yoksun
kalmıştır.
Oluşturulacak bir ulusal istihdam politikası içinde esnek çalışma
modeline olması gerekenden daha büyük anlam yüklemek bilimsel bir
yaklaşım değildir. Esnek çalışma ne işsizliği önlemede bir yaklaşım ne de
girişimcilerin rekabet başarısının olmazsa olmasıdır. Ancak katı çalışma
ilişkilerinin nefessiz bıraktığı çalışma yaşamına gerekli hallerde nefes
aldırabilmeyi hedefleyen bir uygulama olarak yararlı olduğu ise kuşku
götürmez bir gerçektir. Özellikle sosyal güvenlik sisteminde gerekli reformları
gerçekleştirilememiş
olduğu,
“düzgün
iş”
ihtiyacının
büyük
ölçüde
karşılanamamış olduğu ve işsizliğin halen yüksek olduğu ülkemizde iş
piyasansın
düzenlenmesi
açısından
esnekliğin
ele
alınış
biçiminde
hassasiyet gösterilmesine ihtiyaç vardır23.
Toplumsal ilişkiler alanının en önemli kesitlerinden biri olan üretim,
sadece teknik bir konu değildir. Üretim süreci teknik bir süreç olmakla
beraber; insan uygarlığının hem bugününü hem de geleceğini yakından
ilgilendiren iş ilişkileri, üretim ilişkileri, yönetim ve bölüşüm ilişkileri de
sözkonusudur. Bu nedenle üretim ilişkilerinin ve üretimi hedefleyen çalışma
ilişkilerinin insanileşmesi çağdaş dünyanın bir ideali haline gelmiş, yaşamın
her yönüyle insanileşmesi en önemli tartışma konularından biri haline
gelmiştir.
23
Şerife Türcan Özsuca; “Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası” s.35.
68
Esneklik kapsamı itibariyle şu şekilde ele alınabilir;
Sayısal Esneklik: İşletmelerin kullanacakları işgücü miktarını ve
niteliğini belirleyebilme hususundaki esnekliği ve serbestliği ifade eder. PartTime çalışma, İş paylaşımı, geçici çalışma gibi A-tipik istihdam şekilleri,
sayısal esnekliğin uygulanmasını kolaylaştırmakta ve artırmaktadır.
Zamana
Göre
Esneklik:
Zamana
göre
esneklik;
kadınların,
özürlülerin, öğrenci ve emeklilerin daha kolay iş bulmalarına imkân sağlayan
işin niteliği gereği tam mesai gerektirmeyen işlerde gereksiz ve verimsiz
çalışma ve maliyetlerin önüne geçmek, çalışanlara daha fazla dinlenme
olanağı sağlamak amacıyla yapılan esnek süreli çalışmalardır. Kısmi süreli
çalışma,
kayan
iş
süreleri,
vardiyalı
çalışma,
telafi
edici
çalışma,
yoğunlaştırılmış iş haftası gibi çalışmalar biçiminde uygulanabilmektedir.
Özellikle parça başı işlerde İşçilerin işe başlama ve paydos saatlerini
kendilerine göre ayarlayabilmeleri, günlük ve haftalık azami çalışma
sürelerinin daha uzun zamana yayılarak yumuşatılması zamana göre
esnekliğe örnek verilebilecek uygulamalardır.
İşlevsel Esneklik: İşlevsel esneklik; üretim metodları, teknolojik
şartlar ve iş yüküne bağlı olarak yeni görev tanımlamaları yoluyla
gerektiğinde çalışanlara değişik alanlarda görev ve sorumluluk verebilmeyi
(işgücünün esnek kullanımı), uygulamada geçici işçi istihdamı şeklinde
görülen ve belirli süreli hizmet akdi, kısmi süreli hizmet akdi gibi çalışmalar
(yeni istihdam modelleri) ve çalışmamıza daha önce de değinilen İş (çalışma)
paylaşımı uygulamalarını içerir. Evde çalışma, çağrı üzerine çalışma, tele
çalışma ve uzaktan çalışma, ödünç iş ilişkisi gibi çalışma biçimleri işlevsel
açıdan esnetilmiş çalışma biçimleridir.
Ücret Esnekliği: Ücret esnekliği, işletmelerin ücret yapısını ve
düzeyini değişen işgücü piyasasına ve karmaşık piyasa ekonomisi şartlarına
göre ayarlayabilme keyfiyetini ifade eder.
69
e. İstihdam Odaklı Eğitim Politikaları ve İşbaşı Eğitim Programları
Enformasyon teknolojisindeki baş döndürücü değişme ve gelişmeler
istihdam edilebilirlik kriterlerini ve buna bağlı olarak da iş yaşamını ciddi
ölçüde değiştirmiştir. Üretim teknolojisi, işletmecilik ve yönetim anlayışı,
pazarlama kavramı, insan kaynakları yönetimi ve nihayet eğitim ve istihdam
gibi konularda yepyeni bakış açıları ortaya çıkmış ve hızla uluslararası
standartlara uyabilmeyi ve hatta rekabette üstünlük sağlamayı hedefleyen
proaktif yaklaşım biçimleri ortaya çıkmıştır. Teknolojiye yatkın yaratıcı ve
yenilikçi bir çalışma ve bunu destekleyecek bir eğitim anlayışı ön plana
çıkmıştır. Bu yapı bir değişimden daha ileri düzeyde, toplumsal yaşamın
kurum ve kurallarıyla geniş çaplı olarak farklılaşması, toplumun felsefe ve
ideolojisinde başkalaşmayı ifade eden bir “dönüşüm” (Mutasyon) olarak
ortaya
çıkmaktadır.
Globalleşme,
bölgeselleşme,
serbestleşme
ve
özelleştirme, demokratikleşme ve otomasyon (bilgisayarlaşma) yeni sürece
damgasını vurmuş ve uyumu adeta zorunlu hale getirmiştir24.
Yenilikçi teknoloji ve bilgi toplumunda yukarıdaki değişmeler olurken
sosyo-ekonomik yapı ve buna bağı olarak üretim ilişkilerinde de değişim
yaşanmıştır. Sanayileşme ile beraber sanayi toplumlarında hakim olmaya
başlayan üretim ve tüketimde ayrışma ve işbölümü, yerini birlikte üretim ve
kullanımda paylaşıma; serbest rekabet içinde kar maksimizasyonu, yerini
toplumsal yarar ilkesine; sınıflı toplum anlayışı yerini katılımcı diyaloga;
parlamenter demokrasi yerini katılımcı demokrasiye; sosyal ayaklanma ve
tepki eylemleri (grev, lokavt, iş yavaşlatma, işyerini tahrip etme vs.) yerini
yönetime katılma ve diğer sivil arayışlara; klasik işletmecilik yerini sosyal
sorumluluğu esas alan müşteri odaklı işletmeciliğe bırakmıştır25.
24
Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim- İstihdam İlişkisi”; Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar; s.53
25
Eyüp Bedir, “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim- İstihdam İlişkisi”; Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar; s.60
70
Toplumsal yaşamdaki ve dolayısıyla iş yaşamındaki bu dönüşüm
sürekli eğitimi istihdamın en önemli unsuru haline getirmiştir. Çünkü üretime
katılacak her yeni kişi en azından kendisine ödenecek ücret ve kendisini
çalıştırmaktan kaynaklanan diğer giderlerin toplamı kadar katma değer
yaratmak ve bu katma değeri yaratmak için ihtiyaç duyduğu nitelikleri
edinmek durumundadır. Bu aynı zamanda adil olmanın da gereğidir. Eşit
ücret yerine performansa dayalı ücret sisteminin da zorlaması sonucu çoğul
alanda uzmanlaşma önemli bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Uzmanlaşmanın
hem sağlayıcısı hem de sonucu ise kimi zaman devletin, kimi zaman
işletmelerin kimi zamanda çalışanın bizzat kendisinin finanse ettiği sürekli
eğitimdir. Bu eğitim aynı zamanda yatay örgütlenme içinde her an fikri
alınabilecek olan ya da ciddi bir sorumluluk alabilecek olan çalışana
mesleğine ilişkin teknik gelişmelerin dışında vizyon kazandırmayı da hedef
alan çok yönlü bir eğitimdir. Nitekim günümüzde hangi meslekte olunursa
olunsun, iletişim, ekip çalışması, motivasyon, NLP vb. eğitimlerin yoğunluk
kazandığı ve çalışanlardan çoğul alanda inisiyatifli bir uzmanlaşma
beklendiği görülmektedir.
Eğitimin bu yönde giderek önem kazanması istihdam odaklı eğitim
politikalarını ve meslek eğitimini aktif istihdam politikaları içinde önemli hale
getirmiştir. İşgücünün niteliğinden ve yetersizliğinden kaynaklı yapısal
istihdam problemleriyle başa çıkmanın en önemli yolu iş başında eğitim başta
olmak üzere meslek eğitimidir. İş başında eğitim bir yandan işgücünün
verimsizlik nedeniyle işini kaybetmesine engel olurken diğer yandan işini
kaybettiğinde işgücü piyasasında pazarlanabilir olmasını sağlamaktadır.
Özellikle işgücünün “aday” statüsünde işe alınıp eğitimden sonra yeterli
görüldüğünde işe kabul edilmesi eğitimi aynı zamanda işe kabulü sağlayan
önemli bir anahtar haline getirmektedir. Diğer bir deyişle işgücünün işbaşında
aldığı eğitimi başarması ve üretime tahvil edebilmesi aynı zamanda işi
alabilmesini
eğer
sağlamaktadır.
eski
çalışan
ise
de
pozisyonunu
koruyabilmesini
71
Özellikle işgücü talebinin yüksek olduğu ancak bu talebin nitelik
yetersizliği nedeniyle karşılanamadığı durumlarda eğitim en önemli aktif
istihdam politikası olarak öne çıkmaktadır. Ancak özellikle ülkemizde
görevi eğitim olan kurum ve kuruluşların bu anlamda iş piyasasındaki
işlevsellikleri ve işbirliği faaliyetleri oldukça yetersiz kalmaktadır. Eğitim
çoğunlukla üretimden kopuk ve soyut bir süreç olarak ilerlemektedir. Özellikle
proje bazlı çalışmalar ve döner sermayeye dayanan üretim ve satış
çalışmalarını eğitimle birlikte yürüterek eğitim faaliyetlerinin genel bütçeden
aldığı paya oranla daha ciddi sonuçlar yaratması sağlanabilir. Devlet, özel
eğitim kuruluşlarına ve iş piyasasına eğitim pazarlayan bir profesyonel yapı
olarak etkin olabilir. Genelde eğitim ve özelde de mesleki eğitim bir aktif
istihdam politikası olarak stratejik öneme sahiptir. Ancak ülkemizde istihdama
yönelik kamu örgütlenmesi dağınık ve eksik olduğundan bu durum eğitim
fonksiyonunun istihdam fonksiyonu ile sinerjiye girmesini engellemektedir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi işgücü piyasasına ilişkin yeterli veri
tabanları oluşturulması ve eğitim yapılanmasının da bu çerçevede yeni
pozisyonuna kavuşması ile mümkün olacaktır.
İstihdam dışındaki işgücünü istihdam edilebilir hale getirmek üzere
yetiştirmek, istihdam dışında iken eğitimin başarılması koşulu ile aday olarak
ve deneme süreli şekilde istihdam edip eğitmek ya da istihdam içinde iken
mevcut niteliklerin yetersiz ve demode olmasını engellemek diğer bir ifade ile
istihdamı korumak amacıyla eğitmek ve tüm bu eğitim süreçlerini iş
piyasasında sistemli hale getirebilmek belirlenecek olan ulusal istihdam
stratejisinin de en önemli unsuru olacaktır.
f. Ücret Sübvansiyonu
Özellikle yapısal reformlar ve büyük çaplı dönüşümler esnasında bir
ekonomide ortaya çıkabilecek olan yapısal işsizliğin bertaraf edilmesinde
uygulanabilecek
olan
önemli
bir
aktif
istihdam
politikası
“Ücret
Sübvansiyonudur.” Ücret sübvansiyonu politikası, reformdan etkilenen
72
sektörlerde yaşanan durgunluk nedeniyle işini kaybedenlerin, yükselen ancak
henüz yeterli istihdam gücüne sahip olmayan sektörlerde istihdam edilmesi
ve belirli bir süre, firmaların yükünün ücret sübvansiyonu ile hafifletilmesini
esas alır. Bu yolla hem firmaların büyümesine, normalleşmesine ve istikrara
kavuşmasına destek olunur hem de işgücünün satınalma gücü korunarak
piyasa dengelerini olumsuz etkilemesi engellenmiş olur. Görülüyor ki gerek
yeni istihdam yaratılması gerekse mevcut istihdamın korunması işverenin
istihdama ilişkin maliyetleri ile işgücünün satınalma gücünün korunması
arasında sağlıklı bir dengenin oluşturulabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla bu
dengeye yönelik politikalar aynı zamanda belli ölçüde hassas politikalardır.
Oysa
ki
gelişen
sektörlerle
uyumlu
mikro
işletmelerin
oluşturulup
desteklenmesine yönelik mikrokrediler direkt istihdam yaratıcı olmaları,
sermayenin tabana yayılması esasına dayanmaları ve “Osmanlı-Türk”
yapısında eskiden beri yetersiz olan girişim alışkanlığını topluma yaymaları
açısından ciddi bir çözüm olarak görülmelidirler. Ücret sübvansiyonu istihdam
yapısındaki hastalıkların maliyetini toplumun tüm kesimlerine yayarak daha
kötü sonuçlar ortaya çıkmasını engellemeye yöneliktir.
Teknolojik gerekçeler ve işletmede yenilenme çalışmaları ya da
sermaye yetersizliği dönemlerinde devlet istihdamı korumak amacıyla geçici
zaaf içindeki bu işletmelere kredi vermek yerine ücret sübvansiyonu
uygulamaktadır.
Burada amaç devletin katlandığı bu maliyetin işveren
tarafından kullanılışını istihdam lehine sınırlamaktır. Ancak bu desteğin belli
büyüklüğe erişmiş işletmeler ve gelişme gösteren sektörler açısından geçerli
olması bazı sakıncalar yaratabilir. Bu durum işletmeler tarafından bir istismar
aracı olarak kullanılabilir. Kamudan özel sektöre direkt sermaye transferi
anlamına gelen bu politikanın yerine Ticaret Bankalarınca işsiz ve yoksul
kesime verilecek kredilerin geri dönmeyenlerini belirli oranda garanti etmek
aynı zamanda piyasadan kazanma alışkanlığının oluşturulması açısından da
oldukça önemlidir.
73
g. Diğer Ekonomi Politikası Tedbirleri
İstihdamı korumaya ve dolaylı olarak da olsa istihdam yaratmaya
yönelik diğer ekonomi politikası tedbirleri; İstihdam üzerinden alınan
vergilerin kaldırılması ya da azaltılması, sosyal güvenlik prim oranlarının
düşürülmesi ve bu nedenle kaybedilen prim gelirlerinin devletin prim
toplamaya yönelik diğer harcamalarının kısılması yoluyla kompanse edilmesi,
ekonomik kriz dönemlerinde krizin belirme ve son bulmasına kadar geçen
süre içinde devletin görevlendireceği “kriz doktorları” tarafından profesyonel
yönetim desteği verilmesi, spekülasyonu cazip olmaktan çıkaran, elinde
kaynak bulunduranları reel sektörde girişimde bulunmaya sevkedecek istikrar
sağlayıcı para ve sermaye politikalarının benimsenmesi ve benzeri
uygulamalar bu kapsamda sayılabilir.
Ülkemizde istihdam problemleri tartışılırken temel olarak alınması
gereken unsur “ekonominin iş yaratma kapasitesidir”. Dolayısıyla yatırımistihdam ilişkisini temel alacak reel ekonomi önlemleri ön plana alınmalıdır.
Nitekim ülkemizde 2002 verilerine göre tarım sektörünün GSMH içindeki payı
% 14’lere gerilemesine rağmen toplam istihdamın içinde tarımda çalışanların
payı % 40’lar seviyesindedir. Tarım sektöründe çalışanların kayda değer bir
bölümü (% 48.5) ücretsiz aile işçisidir26. Kanaatimce gizli işsizler, ev kadınları
ve özürlüler başta olmak üzere enformel sektörü hedef alan, yeni mikro
işletme yatırımlarının risk sermayesi yaklaşımı ve mikrofinansman yoluyla
ortaya konulması ve bu yolla reel sektörün ve kendi hesabına çalışma (self
employment) şeklindeki istihdam modelinin ulusal istihdam politikamıza
monte edilmesinin kayda değer sonuçları olacaktır.
26
Cem Kılıç, “Türkiye’de İşgücü Piyasası ve Kriz”, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme
Yazılar, Gazi Üniversitesi, İİBF Yayınları, Ankara, 2003
74
3.
Aktif
İstihdam
Politikalarının
Başarı
Açısından
Değerlendirilmesi
Aktif İstihdam Politikalarının ve kullandığı enstrümanlarının etkinliğinin
ölçülmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak gerek bu alanda kullanılan
kaynakların kamu kaynakları olmasının konunun değerlendirilmesinde
yarattığı çekince diğer yandan da konunun sadece ekonomik değil aynı
zamanda toplumsal sonuçlarının da olması nedeniyle ortaya bir ölçülebilirlik
sorunu da çıkmaktadır. Ölçülebilirlik ve görecelilikten arınma problemi hemen
hemen tüm iktisadi ve toplumsal politikaların ana sorunudur. Ancak sonuçları
ölçmekten kaçınmak ortaya çıkacak olumsuz sonuçlara karşı önlem
alamamak gibi çok daha ağır problemlere yol açar. Özellikle esnek olmayan
politikalar zamanla dışsal etkenlere bağlı olarak beklenen sonuçları
vermeyebilir. Ancak sonuçlarının algılanması gayreti çıkarılacak sonuçlar
açısından oldukça önemlidir.
Avrupa komisyonu AB üyesi ülkelerin aktif istihdam politikalarının
sonuçlarının değerlendirilmesini ve karşılaştırılmasının önemine binaen bu
yönde bir karar almış bulunmaktadır. Çünkü programların yan etkilerinin ve
beklenmeyen sonuçlarının tespit edilmemesi programların yenilenmeleri ve
rehabilite edilmeleri konusunda önemli ipuçlarının gözden kaçmasına neden
olabilir. Dolayısıyla aktif istihdam politikalarının sonuçlarını değerlendirmek
amacıyla kullanılan yöntemsel araçların programların yan etkilerini ve
beklenmeyen sonuçlarını ölçebilecek yeterlilikte olması gerekir. Sonuçlar
ister parasal ister sosyolojik olsun tespit edilmeleri oldukça önemlidir. Ülkeler
arası program değerlendirme çalışmaları birliğe üye olmayan ülkeler
açısından da giderek önem kazanmaktadır. Ülkemiz de 1998 yılında orta
gelir grubunda bulunan ülkelerde yürütülen aktif istihdam programlarının
uluslararası düzeyde yürütülmesine ev sahipliği yapmıştır27.
27
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.70 vd.
75
a. Aktif İstihdam Politika Sonuçlarına İlişkin Genel Değerlendirme
Yaklaşımı
Toplumsal yaşam çok değişkenli, hem sosyolojik hem de ekonomik
süreçleri bir arada barındıran, genellikle ve öncelikle makro bakış açısına
ihtiyaç gösteren karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle genelde tüm sosyal
politikaların
özelde
de
aktif istihdam politikalarının
öncelikle
makro
sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir. Kanaatimce ülkemizde de öncelikli
olması gereken makro yaklaşımda birinci değerlendirme konusu işgücü
piyasasının ve piyasaya müdahale edebilecek kamu kurum ya da
kuruluşlarının nasıl yapılandırıldığı ya da örgütlendiğidir. İkinci makro
değerlendirme
aracı
hükümetlerin
programlarında
yer
alan
büyüme
hedeflerinin istihdamla gerçek anlamda ne kadar ilişkili olduğu ya da hangi
somut yaklaşımları içerdiğidir. Üçüncü yaklaşım ise yukarıda ele alınan iki
yaklaşım çerçevesinde hükümetlerin ve kurumların izlediği örgütlenme ve
istihdam odaklı yapılanma programlarının makro sonuçlarının kümülatif
olarak ortaya konulabilmesi ve karşılaştırılabilir hale gelmesidir.
İş piyasasına doğrudan müdahale etme ve yakından gözlemleme yetki
ve fırsatı olan kamusal unsurların yapılanma, örgütlenme ve hareket
kabiliyetlerinin değerlendirilmesi iş piyasasına ilişkin ciddi veriler elde
etmemizi sağlar. Bu yapı kimi ülkelerde istihdam bakanlığı kimi ülkelerde
bakanlığın altında büyük bir kurum, kimi ülkelerde sivil örgütlenmeler ve
piyasaya yönelik istihdam komisyonculuğu, kimi ülkelerde ise sosyal
tarafların katılımı ile oluşturulan örgütlerden meydana gelmektedir. Ancak
nasıl olursa olsun önemli olan bu kurumların geniş çaplı olmasından ziyade
etkin olması ve adeta piyasa mantığı ile sahada varlık gösterebilmesidir.
Bunun da yolu dikey değil yatay örgütlenme, kurumlar arası işlevsel ilişki
biçimi, güçlü bir hareket kabiliyeti ve geri bildirim olanağından geçmektedir.
Daha da önemlisi bu tarz kurumlaşmalar tarafından yaratılan katma değerin
kendilerinin yarattığı toplumsal maliyetten büyük olması gerekir. Ülkemizde
de bu anlamda ciddi sakıncalar bulunmakta ve bu durum tezimizde
76
incelenecek olan piyasaya yaklaştırılmış sosyal kredi ya da borçlanma
yaklaşımlarını önemli kılmaktadır.
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki işsizlik sigortası ya da işsizlilere
yönelik sosyal yardımlar gibi pasif istihdam politikaları arzulanan sonuçları
vermemekte hatta ters sonuçlar yaratabilmektedir. Örneğin 20 OECD
ülkesinde yapılan bir çalışmada, işsiz bir kişinin işsizlik sigortasından aldığı
ödemenin % 10 artırılması ya da işsizlik sigortası ödeme süresinin 1 ay
uzatılması işsizlik oranını % 1 oranında artırmaktadır. Yine ABD’de yapılan
buna benzer bir araştırmada, işsizlik sigortası miktarındaki % 10’luk artışın
işsizlik
süresini
bir
hafta
uzattığı
anlaşılmıştır.
Bu
durum
makro
28
değerlendirme yönteminin önemini ortaya koymaktadır .
İstihdamın artırılması toplumsal yararı büyük olan erdemli bir hedeftir.
Bu hedef çoğunlukla iş piyasasının taraflarından biri olan işgücünün yaşam
standardını
korumak
ya
da
artırmakla
karıştırılmaktadır.
Bu
tarz
kurumlaşmaların başarısı kamu otoritesinden işgücü lehine daha çok taviz
koparabilmek olmamalıdır. Sonuç, hem arz cephesi hem de talep cephesi
büyüyen ve optimum noktada kesişen toplam istihdam olmalıdır. Bu sonuç
ise tüm sosyal tarafları dikkate alan işlevsel bir kurumlaşma ile ve hesap
sorulabilirlik ile mümkündür. Ülkemizde mali ve parasal kurumların hesap
sorulabilirliği üst düzeyde olmasına rağmen sosyal niteliği ağır basan,
makro
hedefleri
sorulabilirliği
ise
gerçekleştirmekle
neredeyse
yok
görevli
denecek
kurumların
kadar
azdır.
hesap
Hesap
sorulabilirliğin artırılması için ise sonuçların ölçülebilirliğinin artırılması
ve performans kriterlerinin ortaya konulması şarttır.
28
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.75
77
b. Aktif İstihdam Politikası Süreçlerinin Değerlendirilmesi
Aktif
yararlanılan
istihdam
diğer
bir
politikalarının
yöntem
de
sonuçlarının
süreç
değerlendirilmesinde
değerlendirmesidir.
Makro
değerlendirme yönteminden farklı olan bu yöntemde makro süreci oluşturan
iş süreçleri ve sonuçları ayrı ayrı değerlendirilir. Süreç değerlendirmesi
istihdam politikalarını oluşturan iş süreçlerinin dikey olarak başlangıcından
sonucuna kadar tüm aşamalarıyla değerlendirilmesi şeklinde ortaya çıkar. Bu
yapılırken bir yandan benzer iş piyasalarında aynı işlerin nasıl yapıldığı
incelenirken sonuç başarıları dikkate alınarak iş akışında gerekli tadilatların
yapılması olanağı ortaya çıkar.
Kanaatimce iş piyasasını düzenlemek ve gözlemekle sorumlu
kurumların yapılan işlere ilişkin yoğun iş değerlendirme ve görev tanımlama
çalışmalarına yoğunlaşması gerekmektedir. Bu durum başlangıçta iş
piyasasına değil tamamen kurum içi atmosfere yönelik görünmesine rağmen
sonuç olarak bu çalışmalar esnasında yapılan işlerin toplam etkinlikteki
payının sorgulanması olanağı ortaya çıkacaktır. Ülkemizde kamu tarafından
yürütülen işlere ilişkin böylesine derinlemesine bir analiz yapıldığında ortaya
çok ilginç sonuçların çıkabileceği aşikardır.
Aktif istihdam politikalarını oluşturan süreçlerin başarısı politikaların
başarısı için önemli işarettir. Süreç değerlendirmede süreci gözlemleme ve
sürecin programın ana hedefine uygunluğunu test etme bu yöntemin ana
unsurlarını teşkil eder. Aktif istihdam politikalarına ilişkin yürütülen politika ve
programlar ile kamusal istihdam ofisi (Ülkemizde İş-Kur) tarafından yürütülen
kombine ve koordine süreçlerin değerlendirilmelerine ilişkin farklı yaklaşımlar
var olmasına rağmen nihai yaklaşım süreç araştırmasına ilişkin şu ilkeleri
kabul eder:

Süreye ilişkin hem yukarıdan aşağı hem da aşağıdan yukarıya
incelemeyi savunan yaklaşımlar entegre edilmeli ve kontrol ve
gözlem kıstasları korunmalıdır.
78

Sürecin
etkinliğini
belirlemede
daha
uzun
bir
süre
belirlenmelidir.

Değerlendirme bir bütün olarak politika ve uygulama rejimini
dikkate almalı, yeni uygulamalar konusunda aceleci olmak
yerine mevcut uygulamalarda örgütlenme, finansman ve
performansı dikkate alarak sabırlı olunmalıdır.

Süreçte yer alan aktörlerden daha ziyade programın hedef
kitlesinin durumu üzerinde durularak uygulamaların sonuçları
ölçülmelidir.

Uygulamaların
sonuçları
sayısal
ve
sözel
yöntemlere
başvurularak analize tabi tutulabilmelidir.
c. Aktif İstihdam Politikalarının Etkilerinin Değerlendirilmesi
Yöntemi
Aktif İstihdam politikası sonuçlarına ilişkin ölçme ve değerlendirmelerin
iş piyasası ve toplumsal yapı açısından ciddi yararları vardır. Oluşan
değerlendirmeler bilgi birikimi ve paylaşımına kaynaklık etmektedir. Benzer iş
piyasasına
sahip
ülkelerde
oluşabilecek
deneyimlerin
paylaşımı
sağlanacağından sonuçların geri bildirimi ve programların rehabilitasyonu
kolaylaşacaktır.
Etki araştırması hem programın kendi içindeki yansımalarının
hem de yönelik olduğu hedef kitle üzerindeki etkilerinin tespiti ile ortaya
konulmaktadır. Aktif istihdam politika programlarının kendi içindeki
değerlendirmeleri fayda maliyet ilişkisinin tespitine dayanır. Programın
maliyeti programdan beklenen faydadan daha yüksek ise başarısız; ancak
maliyetten yüksek getirili bir sonuç elde edildiğine inanılıyor ise program
başarılıdır. Bu yöntem programlar arası geçiş olanakları açısından ciddi
veriler ortaya koyarken programa katılan unsurların özelliklerini dikkate
almada yetersiz kalmaktadır. Programa katılan kitleye ilişkin gözlemlenebilir
sonuçların değerlendirilmesi yöntemi daha deneysel bir yöntem olup
79
iktisatçılardan ziyade eğitimciler ve diğer uygulamacılar tarafından daha
güvenilir bulunmaktadır. Bu yöntemde aktif istihdam politika programına
katılan grubun (kontrol grubu) benzer fakat programa katılmayan diğer
gruplarla karşılaştırılması sonuçları daha ölçülebilir kılmaktadır29.
4. Avrupa Birliği Ülkelerinde Aktif İstihdam Politikaları
İktisadi yaşamı düzenlemek üzere harekete geçen hemen hemen tüm
ülkelerde birinci amaç enflasyonu durdurmak ve fiyat istikrarı yoluyla stabil bir
iktisadi yapıya kavuşmak olmuştur. Kısa vadede enflasyon ve işsizlik
arasındaki ters yönlü ilişkinin (trade of) de etkisiyle aktif istihdam politikaları
yerine fiyat ve gelir politikaları öncelikli olmuştur. OECD ülkeleri bu tercihe
yönelirken İsveç ve Kanada istisnai olarak farklı politikalar izlemişlerdir.
1970’li yıllarda bu durum değişmeye ve işsizlikle mücadele ve yerel
bazda istihdam yaratmaya yönelik politikalar oluşturulmaya başlandı. Ancak
uygulanan ana ekonomik politikalar değişmediğinden bu yeni politika
bünyede yeterince etkili olamadı. Dünya petrol krizinin olumsuz sonuçlarını
da bertaraf etmeye yönelik bu politikalar yeterince etkili olamadı.
80’li yıllarda piyasa ekonomisinin ve bir miktar da kuralsızlaşmanın
hakim olmaya başlamasıyla beraber bu yeni sisteme uyumlu olabilecek
esneklikte bir işgücü piyasasının oluşmasını hedefleyen girişimler biraz
bilerek
biraz
da
bilmeyerek
aktif
istihdam
politikalarıyla
piyasanın
tanışmasına neden olmuştur. Piyasa mekanizması içinde uygulanan ana
politikalarla uyumlu işgücü piyasası politikalarının gerekliliği kendisini
hissettirmiştir. Çünkü işsizlik ve beraberindeki sosyal problemleri yaşayan
kesimler oklarını direkt olarak piyasa mekanizmasına yöneltmişlerdir.
29
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.83 vd.
80
90’lı yıllarda Avrupa Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD
Sekretaryasının “İşgücü Piyasası Politikaları için Yeni Çerçeve” adlı
raporunun ve bu rapor çerçevesinde ortaya konulan bildirinin de etkisiyle
işgücü piyasası önlemleri alınırken verimlilik ve adalet hedeflerinin birlikte
yürütülerek genişletilmesi gereği ortaya çıkmış ve bu anlayış içinde Avrupa
komisyonu (EC) tarafından standart bir öneri olarak aktif işgücü piyasası
politikaları temel araç olarak bir çok ülke tarafından takip edilen temel tavsiye
haline getirilmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
TEORİ VE UYGULAMA AÇISINDAN MİKROFİNANSMAN, MİKROKREDİ
VE BİREYSEL GİRİŞİMCİLİĞİN ÖZENDİRİLMESİ
I. GENEL OLARAK FİNANSMAN
Finans, ihtiyaç duyulan fonların uygun şartlarda sağlanması ve etkin
bir şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyetleri içerir. Fonların piyasadaki arz ve
talebi finansın genel konusunu ihtiva eder. Fon ise finansmanın en genel
aracıdır, nakit, vadesiz mevduat, nakde çevrilebilir değerler ve gerektiğinde
para gibi görev yapabilecek çeşitli unsurları kapsar. Finansal yönetime ilişkin
çeşitli yaklaşımlar sözkonusudur. Bunlar; yalnız nakit parayla ilgilenen
yaklaşım, işletmede kullanılan fonların sağlanması ve idare edilmesine
yönelik yaklaşım ve finansal Yönetimin işletmenin tüm yönetiminin bölünmez
bir parçası olduğuna ilişkin yaklaşımdır30.
Bir disiplin olarak finansın üç ayrı bölümü vardır. Birincisi şirketlerin
finansal yönetimine ilişkin olanıdır. Buradaki temel sorun fonların nasıl elde
edileceği ve nasıl kullanılacağıdır. Çalışmamız açısından finansın önem
taşıyan yönü de burasıdır. Finansın ikinci kesimi finansal piyasalar ve
finansal kurumlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Üçüncüsü ise yatırımlar ile
ilgilenir. Çalışmamız açısından önem taşıyan konulardan biri de finansal
piyasanın işgücü piyasası başta olmak üzere diğer piyasalarla olan
işbirliği sorunudur.
Tipik bir şirkette, finansal yönetici finansal piyasalardan fonları sağlar
ve bunları reel mallara yatırır. Örneğin bir inşaat şirketinin finansal yöneticisi,
bir buldozer almak (reel bir mala yatırım) için borç para alabilir (finansal
piyasadaki bir işlem). Finansal kurumlarda ise, finansal yönetici finansal
piyasalardan fon sağlar ve bu fonları finansal varlıklara yatırır. Örneğin bir
30
İsmet Mucuk,”Modern İşletmecilik”,Türmen Yayınları İstanbul 2000
82
banka finansal yöneticisi, mevduat alır (finansal piyasadan borçlanma) ve bu
yeni elde edilmiş fonları ev almak isteyen bir müşterisine kredi olarak
verebilir.
Şirketlerin finansal yönetimine ve finansal kurumlarla piyasaların
incelenmesine ek olarak, finans, yatırımları da içermektedir. Bu alan esas
itibariyle, en iyi finansal varlıkların veya bunların portföyünün seçimi ile
uğraşır ve bir şekilde elde edilmiş fonların tahsisi üzerine yoğunlaşır,
insanların bütün parasını bir hisse senedine mi yoksa hisse senetleri ve
tahvillerin portföyüne mi yatırması gerektiği gibi konularla uğraşır.
Finansın bu üç alanı birbirini tamamlamaktadır. Finansal yöneticiler
bankalar gibi finansal kurumlarla iş yapmak zorunda oldukları gibi, firmanın
pay senetlerini borsada satmak isteyebilirler de. Bunun anlamı firmanın pay
senedini yatırımcılar için çekici yapmak zorunda olmalarıdır. Bu nedenle
finansın bir alanı diğerleri ile yakından ilişkilidir.
İşletme bir şirket halinde ise varlıkların değerinin maksimum yapılması,
bunun toplam hisse senetlerinin değerini maksimum yapmaktır. Varlıkların
değerini maksimuma çıkarmak için para veya sermaye zorunlu, fakat yeterli
değildir31.
A. Finans ve Finansal Yönetim
Diğer disiplinler ile kıyaslandığında modern finans kısa bir tarihe
sahiptir ve 1950’lerde önem kazanmaya başlamıştır. 1950'lerden itibaren
finans esas itibariyle finansal piyasalara ilişkin faaliyetlerde doğan özel bir
sorunlar gurubu üzerinde yoğunlaşan ayrı bir disiplin olarak iktisattan ayrılmış
ve gelişmeye başlamıştır.
31
Robert Kolb, W.,Rodrigez J. Richardo,”Financal Management”, (Sermaye Piyasası Kurulu,1996)
Kemal Tosun, ”İşletme Yönetimi”
83
Esas itibariyle iki tür piyasa vardır; finansal piyasalar ve reel mal
piyasaları. Reel mal piyasaları; varlık alımı, buğday gibi fiziki varlığı olan
mallarla ilgilenir. Finansal piyasalar ise, finansal varlık, tahvil gibi nakit
ödemeleri şeklinde müstakbel yararlar vadeden unsurlarla ilgilenir. Finansal
piyasalar, finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasalardır. Menkul kıymet
borsaları pay senetlerinin alınıp satıldığı finansal piyasaların bir örneğidir.
İş yapabilmek için paraya ihtiyaç vardır. Yani günlük hayatımıza girmiş
bir deyimle, işi finanse etmek gerekir, para, iş sahibinin kendisi tarafından işe
konabileceği gibi çeşitli şekillerde borç olarak da sağlanabilir. Bu anlamda
finansın girişim özgürlüğünün artmasına ve yeni aktörlerin piyasaya
girmesine ciddi hizmetleri sözkonusudur. Akışkan ve adil bir finans
piyasasının oluşması açısından finansın ayrı bir önemi vardır. Bol parası
bulunan bir işadamı için işi finanse etmek zor bir sorun değildir; lüzumlu
parayı kolayca işine yatırabilir. Fakat işadamının amacı işin finanse edilmesi,
yani lüzumlu paranın sağlanması değildir. Amaç para kazanmak, kâr elde
etmektir veya daha bilimsel ve gerçeğe uygun bir deyim kullanılır ise amaç,
işletme varlıklarının değerini (hisse değerini) maksimum düzeye çıkarmaktır.
B. Finansal Piyasalar
Finansal piyasa; fon arzedenlerle fon talep edenlerin fon akımına
aracılık eden kuruluşlar aracılığıyla belli bir hukuki ve idari düzen içinde
yatırım ve finansman araçlarını alıp sattıkları piyasadır. Finansal piyasalar
kendi içinde para piyasası ve sermaye piyasası olarak ayrılmaktadırlar. Kısa
vadeli fonların ve genellikle para türünden araçların alınıp satıldığı piyasa
para piyasası orta ve uzun vadeli yatırım ve finansman araçlarının alınıp
sattığı piyasa ise sermaye piyasası olarak adlandırılır. Sermaye piyasaları
kendi içinde birinci el piyasalar (primary market) ve ikinci el piyasalar
(secondary market) olarak ayrılırlar.
84
Ülkemizde yürürlükte bulunan sermaye piyasası araçları; Hisse
Senetleri, Oydan Yoksun Hisse Senetleri, Tahviller, Hisse Senedi ile
Değiştirilebilir Tahviller, Kâra İştirakli Tahviller, Katılma İntifa Senetleri, Kâr –
Zarar Ortaklığı Belgeleri, Banka Bonoları ve Banka Garantili Bonolar,
Finansman
Bonoları,
Varlığa
Dayalı
Menkul Kıymetler,
Gayrimenkul
Sertifikaları, Yabancı Sermaye Piyasası Araçları, Yatırım Fonu Katılma
Belgeleri, Gelir Ortaklığı Senetleri, Vadeli İşlem Sözleşmeleri olarak
sayılabilir.
C. Günümüzde Uygulanan Finansman Teknikleri
İşletmenin yaşaması, rekabet edebilmesi ve büyümesi için en önemli
unsur ihtiyaç duyulan kaynağın yerinde ve zamanında elde edilebilmesidir.
İşletme bu kaynağı çok farklı şekillerde edinebilir. Önemli olan hangi
durumlarda hangi finansman türünün tercih edileceğidir. Bu anlamda firma
dış kaynaktan finansman bulmayı hedefliyorsa borçlanmayla finansman
ancak firma ortaklarının mal varlığı ve dağıtılmamış karlardan oluşan kendi iç
fonlarından
yararlanmayı
düşünüyorsa
sermaye
koyarak
finansman
(otofinansman) söz konusu olur.
1. Borçlanmayla Finansman
Faiz oranı, yatırımcının size ödünç para verirken üstlendiği riskin
düzeyini
göstermektedir.
Bu
nedenle
yatırımcı,
kendini
risk altında
hissetmezse, daha az faiz talep eder. Bir diğer deyişle faiz alınan riskin bir
fonksiyonudur. Risk arttıkça faiz artar. Ödeme gücü arttıkça da, faiz düşer.
Bu nedenle yeni bir iş için talep edilen faiz oranı, daha yüksek olacaktır.
Enflasyonist ekonomilerde en önemli sorun yüksek faiz nedeniyle borçlanma
yoluyla finansmanın zorlaşmasıdır.
Borçlanmayla finansmanda borç veren taraf, şu sorulara verilen
cevapları değerlendirerek, değerlendirme yapacaktır: geri ödeme kabiliyetine
85
dair, şu anda mevcut olan bir işe yönelik bir kazanç ya da yeni bir işe yönelik
elde edilen kâr şeklinde bir teminat gösterilebilecek mi? İşi yönetmeye
yönelik yeterli yönetim tecrübesine sahip mi? Yeterli başlangıç sermayesine
sahip mi? Makul bir maddi teminata (menkul kıymet, ikamet edilir mal varlığı)
sahip mi?
Borçlanmayla
finansman
şirketin
kontrolünün
kaybedilmemesini
sağlar. Yeni ortak bulmak yerine ihtiyaç duyulan sermaye borçlanmayla
sağlandığı için kâr paylaşımına gerek kalmaz. Bu durum firmanın daha hızlı
büyümesini sağlar. Karar mekanizması elde tutulmuş olur. Borç alma
yönteminde, bir diğer avantaj ödünç alınan para ödendikten sonra ödünç
veren kişinin, yapılan iş üzerinde herhangi bir alacağı kalmayacaktır. Düzenli
olarak geri ödenen borç, borç alanla verenin arasında güvenin oluşmasını ve
işletme yönetiminin nakit akışının kolaylaşmasını sağlar.
Borçlanmayla finansmanın dezavantajlarına gelince; faize duyarlı bir
işletme yapısında faiz yükü işletme bilançosunun bozulmasına ve kredi
kuruluşlarının firmanın kredi notunu düşürmesine neden olabilir. Ayrıca borç
almanın zaman ve külfet açısından getireceği yük yararını ortadan
kaldırabilir.
Borç verilenin mali sağlamlığının kredibilitesini artırması teknik olarak
doğru fakat sonuç itibarıyla fasit bir daireye yol açmaktadır. Bu durum aynı
zamanda sermayenin makul bir süre içinde ve adil yollarla el değiştirmesine
de engel olmaktadır. Piyasa mekanizması içinde piyasaya irili ufaklı daha çok
sayıda firmanın girebilmesi borç verenlerin risk alabilme kapasitelerinin
artmasına bağlıdır. Bunun da yolu borç verme kriterini sadece borç alanın
verebileceği teminata bağlı olmaktan çıkarıp, piyasa mekanizmasının ve
devletin devreye sokacağı yeni garantörlük sistemlerinin ortaya konulmasıdır.
Çalışmamızda
borçlanmayla
finans
esas
alınmıştır.
Kolay
borçlanabilme ve borçlanmanın negatif bir imaja neden olmaması gerektiği,
girişim özgürlüğünün
sağlanabilmesinde borçlanmanın
önemli
olduğu
86
üzerinde durulmuştur. İşsiz ama yeterli üretim bilgisiyle donanmış kişilerin
yoksulluğa mahkum edilerek sübvansiyonlar yoluyla kamudan geçinmeleri
yerine
kendi
hesaplarına
çalışarak
kamuya
yük
olmamalarının
sağlanmasında borçlanma imkân ve özgürlüğünün önemi büyüktür.
2. Özsermaye İle Finansman
Bu yöntemde, işletmedeki payın bir kısmını satarak finansman elde
etmek söz konusudur. Sermayeye ortak olan kişi, iş ortağı olur ve işletme
yönetiminde de kendi payı oranında söz sahibi olur. Örneğin, sermaye
koyarak finansmanın bir şekli olan hisse senetlerinin satışı şu şekilde
işlemektedir: Yapılan analizden, işin, mevcut olandan daha fazla maddi
kaynağa ihtiyacı olduğu tespit edilmiş olmalıdır. Finansal opsiyonları dikkate
alarak borç almak yerine hisselerden bir kısmının satılması tercih edilmiş
olmalıdır. Bir grup hisse senedi satışı önerisi düzenlenir. Bu, karışık bir
yöntem olabilir. Çünkü işin devamı için bazı yasal ve raporlama
yaptırımlarına uymak gerekir. Hisse payları satıldıktan sonra, yatırımcılar,
başkalarına devredecekleri veya gelecekte satacakları paylara sahip olurlar.
Sermaye sahipleri, işe ortak olmaları sebebiyle, işletmenin uzun
dönemli başarısı ve gelecek kârları ile ilgilidirler. Sermaye sahipleri, şirketteki
paylarını tekrar diğer yatırımcılara satabilirler. Sermayedarlar, borç alan
yatırımcılara oranla riskle daha büyük oranda karşı karşıya kalırlar. Bu
demektir ki, iş zarardaysa, sermayedarlar, borç aldıkları döneme oranla daha
fazla para kaybedebilirler. Çünkü şirketten alacaklı kişiler, sermayedarlardan
daha önce paralarını alma hakkına sahiptirler. Aynı şekilde, daha fazla risk
almalarından dolayı, şirket kârdayken, şirketten alacaklı kişilere göre kârdan
daha fazla pay alırlar.
Sermaye ile finansmanda, kişilerin sermayelerini koyarak yaptıkları
yatırım tekrar geri ödenmez. Sermaye hissedarı olarak, işi başarıya götürmek
üzere ortaya atılan fikirlerin ya da uygulamaların borç olan yatırımcılara göre,
87
daha fazla yaptırım gücü olur. Ayrıca sermaye hissedarları, kendi payları
olması sebebiyle, işin gelişmesi yönünde olumlu çaba gösterir.
İşe sermayedar ortaklar almak, işi tek başınıza kontrol etmeyi engeller.
Ayrıca, sermaye koyarak finanse edilmiş bir işletme, karmaşık ve dışardan
muhasebeci ve danışmanlara danışılmasına ihtiyaç gösterir32.
D. Finansman ve Vade
Vade açısından finansman genel olarak kısa vadeli finansman ve uzun
vadeli finansman olarak ele alınır. Mikrofinansmanın vadesi borçlanma ile
sürdürülen işin getirisinin dönüşüne bağlıdır.
1. Kısa Vadeli Finansman
İşletmede normal bir şekilde yürütülen çalışmalar çerçevesinde, sürekli
olarak işletmeye fon giriş ve çıkışları sözkonusudur. Böylece tüm faaliyetleri
kapsayan bir "nakdi sermaye >üretim faktörleri > yarı mamül > mamül >
nakit" şeklindeki dönüşüm mevcuttur. Bu devir, nakit şeklindeki parasal
sermaye ile başlayıp nakdin işletmeye dönüşü ile son bulur. İşte bu olağan
işletme faaliyetlerinin yürütülmesinde, çalışma sermayesi önemli bir rol oynar.
Büyük bir değişkenlik gösteren fon ihtiyacı, kısa süreli finansmanla
sağlanacak fonlarla karşılanır. Kısa vadeli finansman, kısaca, bir yıla kadar
vadeli borç sağlanması olarak tanımlanabilir.
2. Uzun Vadeli Finansman
İşletmenin makine, teçhizat, arsa, bina gibi duran varlıklarının öz
sermaye ile veya uzun vadeli kredilerle finanse edilmesi gerekir, işletmenin
kuruluşu ve işleyişi sırasında, uzun vadeli finansmana, kısa vadeli
32
Robert W. Kolb, Richardo J. Rodrigez, ”Financal Management”, (Sermaye Piyasası Kurulu,1996)
88
finansmana göre daha seyrek olarak başvurulur. Sermaye şirketlerinde ve
özellikle anonim şirketlerde uzun süreli fon ihtiyacı, mevcut öz sermaye
yanında, uzun vadeli finansman yolu olarak "hisse senedi " ve "tahvil"
çıkarmak suretiyle karşılanır. Diğer tüzel kişilerin böyle bir imkanı yoktur.
Hisse senedi sahibine şirkette bir pay verilmesi uzun vadeli finansman
yöntemlerinden biridir. Hisseye sahip olan, hissenin büyüklüğü oranında
şirketin geliri ve varlıkları üzerinde hak sahibi olduğu gibi şirketi denetim
yetkisine de sahip olur. Tahvil çıkarma yolu ise, kişileri şirkette hisse sahibi
yapmadan, satın aldıkları tahviller için ödedikleri paralara karşılık önceden
belirlenmiş oranda faiz ödeme taahhüdü ile uzun vadeli finansman sağlanır.
Mikrokredi uygulamasında vadenin uzun ödemelerin küçük miktarlara
bölünmesi başlangıçta oldukça önemlidir. Ancak kredi yoluyla borçlanma
genel itibariyle uzun vadeli bir borçlanma değildir.
E. Günümüzde Uygulanmakta Olan Finansal Teknikler
KOBİ’ler başta olmak üzere mikro işletmeler açısından yeni finansal
tekniklerin uygulanabilir hale gelmesi, özellikle büyük işletmeler karşısındaki
rekabet avantajının bertaraf edilmesi açısından önemlidir.
1. Factoring
Factoring, büyük miktarda kredili satışlar yapan firmaların, bu
satışlardan doğan alacak haklarının "factor" veya "factoring şirketi" olarak
adlandırılan finansal kuruluşlar tarafından satın alınması esasına dayanan bir
finansal faaliyettir.
Bir factoring anlaşması ile factor, satıcı firmanın yaptığı kredili
satışlarla ilgili her türlü muhasebe kayıtlarının tutulması, kredili satışlardan
doğan alacakların vadesinde tahsil ve takip edilmesi, alacakların tahsil
edilmemesi halinde doğacak kayıpların tam olarak karşılanması, satıcı
89
firmaya kredili satış tutarlarının belirli bir oranında kredi verilmesi, potansiyel
ve mevcut müşterilerin mali durumları hakkında bilgi toplanması ve malların
satış imkanlarını
arttırmak
üzere
piyasa
araştırması
yapılması
gibi
fonksiyonları üstlenmektedir.
Factoring alacak hakkının satışıyla firmalara fon sağlayan bir finans
yöntemidir.
Factoring
ilk
kez
Anglo-Sakson
ülkelerinde
yürürlüğe
konulmuştur. 1300'lü yıllarda yün kumaş ihraç eden İngiliz ihracatçılar,
alıcıların ödeme yapacakları hususunda güvence vererek alacaklarını daha
sonra factor adı verilen finans kuruluşlarına satıyorlardı. Bu yöntem
1830'larda Amerika'nın tekstil ithalatında yeniden ortaya çıkmıştır. O
dönemde Amerika'da bazı faktoring şirketleri İngiltere'nin bazı tekstil
atölyelerini temsil ederek, mallarını satmış ve fatura tutarlarını alıcılardan
tahsil ederek atölye sahiplerine aktarmışlardır.
Factoring faaliyetlerinin 1973 sonunda dünyada ortaya çıkan petrol
krizinden sonra büyük gelişme gösterdiğine tanık oluyoruz.1970'li yılların
ortalarından itibaren birçok firmanın satış olanaklarını hızlı genişleme
çabalarına girmeleri factoring işlemlerinin artmasına neden olmuştur.
2. Forfaiting
Forfaiting özellikle vadeleri altı aydan başlayan yatırım malları
ihracatında kullanılan bir finansman tekniğidir. Forfaiting genellikle yatırım
malları ihracatından doğan ve belli bir ödeme planına göre tahsil edilecek
olan alacakların bir banka ya da bu alanda uzmanlaşmış bir finansman
kurulusu tarafından satın alınmasıdır. Forfaiting genellikle ihracatçının borcu
karşılığında ihracatçıya verdiği emre yazılı senet ya da poliçeler kullanılmakta
ve
işlem
tamamlandıktan
sonra
ihracatçının
hiçbir
yükümlülüğü
kalmamaktadır.
Forfaiting işlemlerinin mazisi, dünya yapısının önemli ölçüde gelişme
gösterdiği 1950’li yılların sonlarında ve 1960’li yılların başlarına kadar
90
uzanmaktadır.
Sözkonusu
yıllarda
özellikle
yatırım mallarında
satıcı
pazarlarının giderek alıcı pazarları şekline dönüşmesi, Batı ve Doğu
ülkelerinin arasında ticaretin yeniden doğuşu, dış ticaret engellerinin ve döviz
kontrolünün hafifletilmesi, dış ticarette serbestleşme eğilimlerinin güçlenmesi,
gelişmekte olan ülkelerde dış alımların ve yatırım malları taleplerinin artması
forfaiting'in gelişmesine zemin hazırlamıştır.
İhracatın finansmanında forfaiting tekniğinin işleyişinde; İhracatçı,
ithalatçı, aval ya da garanti veren banka ve alacak hakkını satan banka
(forfaiter) olmak üzere dört taraf vardır. Bu dört taraf arasındaki mal, senet ve
para akışı şu şekilde olur; Dışsatımcı ve forfaiter, forfait işlemi ile ilgili olarak
aralarında bir sözleşme yapar, ithalatçı ihracatçıya sipariş verir, ihracatçı
malları sevk eder. İthalatçının kabulünden sonra, bir banka tarafından da
garanti verilerek ticari senet ihracatçıya gönderilir. İhracatçı ticari senedi
forfaitere verir ve forfaiter faiz ve komisyonu düşerek mal bedelini ihracatçıya
öder. Daha sonra da forfaiter söz konusu vadede ödeme yapması için aval
ya da garanti bankaya başvurur ve ithalatçı vade sonunda forfaitere ödemeyi
yapar.
3. Leasing
Ünlü İngiliz iktisatçısı Adam Smith'in sermaye birikiminin kaynağının
üretim araçlarının mülkiyeti olmayıp işletilmesinin olduğu tezi leasingin
temelini oluşturmaktadır. Bir diğer ifade ile üretim için gerekli bina ile makine
ve techizatın mülkiyetini elinde bulunduran değil, onu işletip üretime
sevkeden sermaye birikimi sağlar.
Leasing işlemleri ilk kez 1950’li yıllarda ABD de yapılmaya
başlamıştır.1960’lı yıllarda Avrupa ülkeleri ve Japon firmaları tarafından da
benimsenmiştir. 1973 sonunda ortaya çıkan petrol krizinin gelişmekte olan
ülkelerin dış finansman olanaklarını kısıtlaması, bu ülkelerde orta ve küçük
ölçekli firmaların finansmanında, bu ülkelere teknoloji ve yabancı sermaye
91
girişlerinde leasing önemli rol oynamaya başlamıştır. Öte yandan 1950’li
yılların başlarında Dünya Bankası, Uluslararası Finas Kurumu (IFC)
aracılığıyla gelişmekte olan 15 ülkenin talebi doğrultusunda bu ülkelere
leasing konusunda yardımcı olmaya başlamıştır (Bu 15 ülke arasında
Türkiye'de vardır).
Leasing kelime olarak kiralama anlamına gelmektedir. Leasing bir
kiralama
şirketinin
(Leaser)
kiracı
konumundaki
şirketin
(Leasee)
gereksinimlerine uygun bir menkul ya da gayrimenkul değeri satın alıp bunu
belli bir süre için şirketin kullanımına tahsis etmesidir. Kiralayan şirketler
çeşitli varlıkların kiralanmasına aracılık eden uzmanlaşmış mali kuruluşlar
olabileceği gibi, bir tek mal üzerinde yoğunlaşan ve genelliklede üretici
firmanın uzantısı olarak faaliyet gösteren kuruluşlar da olabilir. ''Leasing''
işlemine konu teşkil eden mallar maddi olabileceği gibi, patent, lisans, marka
gibi hakların kullanılmasında olduğu gibi maddi olmayan nitelikte de olabilir.
Kiracının, kiralanan varlığın ekonomik ömrünün büyük bir kısmını ya
da tamamını kullanma yetkisine sahip olduğu ya da mülkiyet dışındaki tüm
riskleri ve yararları üstlendiği finansal kiralamalar genellikle bir leasing şirketi
aracılığıyla yapılır. Finansal kiralama da kiralanacak teçhizat kiracı tarafından
seçilir, fiyat ve teslim koşulları için üretici ya da ihracatçıyla anlaşma yapılır.
Daha sonra kiracı bir leasing şirketiyle teçhizatın satın alınarak kendisine
kiralanması için anlaşma yapar.
Leasing firmasının finansmanını şirketin bağlı olduğu bir kredi ya da bir
banka sağlayabilir. Leasing firmaları uluslararası sermaye piyasalarından da
ödünç alabilir. Leasing firmaları ilgili ülkelerin hukuksal ve özel normlarından
kaçınmak için alıcı ülkede ya da bir üçüncü ülkede şube açabilir. Leasing
firmaları bazı vergi avantajlarından yararlanmak için de vergi cenneti olarak
bilinen ya da serbest bölgelerde kiralama işlemlerine girişebilir. Leasingde
esas, ihracatçıları sayısız leasing şirketi arasında yaratılan uluslararası
ilişkilerden yararlandırma fikridir. Uygulamada, ihracatçı kendi ülkesindeki
leasing şirketine başvurur, kendi satış projeleri hakkında dış ülkelerdeki
92
potansiyel alıcıların isimleri hakkında bilgi verir. Yerli leasing şirketi potansiyel
ithalatçıların ülkelerindeki leasing şirketleriyle temas kurar. Bu leasing
şirketleri ithalatçıların yerine malları ve teçhizatı satın alır. Leasing
işlemlerinin yabancı leasing şirketlerine aktarılması bir ülkenin ihracatını
arttırmasının diğer yoludur.
Leasing yeni yatırımlar için finansman olanaklarını arttırmakta ve
finansman maliyetlerini azaltmaktadır. Bu şekilde sermaye yetersizliği çeken
ülkelerin bu sorununu çözmektedir. Sıkı para politikası izlenen dönemlerde,
bu politikaların yatırımlar ve işsizlik üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmakta
ve orta ve küçük firmaların finansman olanaklarını arttırmaktadır. Uzun süreli
leasing anlaşmalarında, maliyetler önceden belirlendiğinden sağlıklı bütçe
yapabilme
olanağı
sağlamaktadır
ve
ülkedeki
iktisat
politikası
değişikliklerinden firmanın etkilenmemesini sağlamaktadır. Firmalar büyük
fonlara gereksinme duymaksızın teknolojik gelişmelere ayak uydurma
şansına sahip olmaktadır. Kira ödemeleri kiracının ödeme gücüne göre
düzenlendiği için, firmaya bir nakit akımı sağlamaktadır. İthalatçının malların
karşılığını ödemek için önemli bir meblağı atıl olarak tutulmaktan kurtulmasını
sağlar. Leasing bir ülkeye dış borçlanmaya gerek kalmadan finansman
sağlama olanağı verir. Leasing üretici firmaların mallarının tanıtımı ve
pazarlama olanaklarını arttırır. Kiraya verene satış seçeneğine göre daha
fazla kar sağlamasına olanak verir. İhracatçı için leasing işlemi peşin satışla
eşdeğer bir işlemdir. Bu nedenle ihracatçı ne ihracatın finansmanı ne de
döviz riski konularında bir endişe duymamaktadır. İhracatçının yabancı
müşterileri malın riskinden de kurtulmuş olur; çünkü leasing şirketi mali satın
aldığı için müşterilerle ilgili riski de üstlenmiştir33.
Mikro işletmeler açısından leasing, üretim araçlarının finansmanına
dönük
önemli
bir
başlangıç
sermayesi
aracıdır.
Dünyada
başarılı
uygulamaları olan mikro leasing finansmanının Türkiye işgücü piyasasında
33
Tuğba Adalı, www.5mworld.com online dergi, “Uluslararası Yeni Finansman Teknikleri
Leasing”
93
işsizliği
önlemeye
dönük
mikrofinansman
çalışmalarında
da
hayata
geçirilebilmesi büyük önem arzetmektedir.
II. BORÇLANMA HAKKI VE MİKROFİNANSMAN
A. Borçlanma Hakkı
Finansal borçlanma iki yönlü bir ilişkidir. İlişkinin bir yönü fon
sağlayanlar diğer yönü de fon ihtiyacı olanlardır. Fon sağlayanlar açısından
bu ilişkinin sağlanması hem görev hem de risk anlamına gelir. Fon ihtiyacı
olanlar açısından da risk ve ihtiyaç (kimi zaman hak) anlamına gelir.
Dolayısıyla fon sağlayanlarla fon ihtiyacı olanların menfaat ilişkisinin
sağlanması ilişkinin dürüstlüğü yahut basiretliliği ve teminatı ile doğrudan
ilişkilidir.
Bilinen en eski ve en yaygın finansman yahut borçlanma yöntemi
“kredi”dir. Yine bankacılık sisteminin bilinen en temel iki fonksiyonu mevduat
toplamak ve kredi vermektir. Diğer bir deyişle bankalar en genel ifadesiyle
elinde fon fazlası olanlardan bu fonları belli bir bedel karşılığında (faiz)
borçlanarak (mevduat) fon ihtiyacı olanlara yine belli bir bedel (faiz)
karşılığında borç verirler (kredi).
Bankaların bilançolarının aktifindeki en önemli kalem kredilerdir.
Dolayısıyla en önemli gelirleri de kredilerden elde ettikleri faiz geliridir. Gerek
yeni sermaye piyasası araçlarının devreye girmesi gerekse faiz oranlarındaki
düşme eğilimi gelecek yıllarda kredi gelirlerinin düşeceğini ancak yine de
önemini yitirmeyeceğini ortaya koymaktadır.34
Devletler bir yandan toplumsal refahı artırmak için çaba sarf ederken
diğer yandan sosyal alandan çekilmeyi diğer bir deyişle sosyal alanı
34
Mehmet Takan, Bankacılık, s.242
94
daraltarak
piyasa
koşulları
içinde
sosyal
sorunların
giderilmesini
hedeflemişlerdir. Dolayısıyla devletin sosyal alandaki faaliyetleri; toplumsal
refahın yükselmesi ve işletmelerin sosyal sorumluluk anlayışı nedeniyle
azalmış olmakla beraber kâr hedefine odaklanmış olan piyasanın sosyal
alanı da kârlı hale getirerek verimlilik ve etkinlik artışıyla bu alanda da ciddi
başarılar elde etmesinin de büyük katkısı olmuştur. Sürekli genişleyen
“piyasa”; “sosyal alanı” daraltmakta ve giderek “sosyal alan” ile “piyasa alanı”
iç içe geçmektedir. Kanaatimce devletin sosyal alanda problem çözmeye
çalıştığı her konu piyasa oyuncuları açısından potansiyel bir pazar ve kâr
alanıdır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre; “Herkesin kendisinin ve
ailesinin sağlığı ve iyiliği için gerekli hayat standartlarına, gıdaya, giyeceğe,
konuta ve sağlık hizmetlerine, gerekli sosyal hizmetlere ve işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi kontrolünde olmayan başka şartlar
altında geçim imkanını bulamama haline karşı güvenceye hakkı vardır.”
Dolayısıyla bireylerin yaşlılık sakatlık ve dulluğun yanısıra işsizlik ve
yoksulluğa karşı da güvence hakları vardır. Devletimiz bu anlayış
çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın üçüncü bölümünde; “Sosyal
ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altındaki hususları anayasal güvence
altına almıştır. Bunlardan çalışmamız açısından en göze çarpanı “Çalışma
Hakkı ve Ödevidir”. Dikkat edilirse bu hak ve ödev kazanç elde etme hak ve
ödevi olarak ele alınmamıştır. Dolayısıyla asıl mesele kişilere maddi olanak
sağlamaktan ziyade maddi olanaklarını yaratabilecekleri çalışma, üretme
diğer bir ifadeyle ekonomik değer yaratma ortamını sağlamaktır. Bu konuda
başarı sağlamanın en önemli yolu mikrokredi uygulamasıdır.
B. Kredi Kavramı ve Kapsamı
Kredilendirme bankaların rekabet gücünü, başarısını ve kârlılığını
etkileyen ve banka bilançolarının aktifinde yer alan bir alacak kalemidir.
Kredinin büyüklüğü bankaların aktif büyüklüğü içinde yer alan önemli ve
95
dinamik bir kalemdir. Kredinin unsurları, fonksiyonları, türleri ve kredilendirme
süreci bankaların hizmet kalitesini de belirleyen önemli unsurlardır. Bankanın
piyasaya ne çeşitlilikte kredi ürünleri sunabildiği bu kredilerin nasıl bir süreçle
sunulduğu ilgili olduğu üretim ya da tüketim faaliyetinde nasıl bir fonksiyon
üstlendiği oldukça önemlidir. Başarılı bir kredi yönetimi hem bankanın hem
de borç alanların taleplerini üst noktada karşılanabildiği bir yönetimdir.
1. Kredi Kavramı
Kredi genel olarak kredi alana belirli bir satın alma gücü sağlayan
(tüketim ya da üretim amacıyla) ve belirli bir vade sonunda karşılığı olan
faizle birlikte tek kalemde ya da periyodik olarak geri ödenen parasal değeri
ya da borçlanma hakkını ifade eder. Bankacılık açısından kredi; müşteri ile
yapılan mülakat ve ihtiyacın tespitinden sonra, yapılacak banka içi ve banka
dışı istihbarat ve teminat ile ödeme kabiliyetinin sorgulanması sonucunda
gerçek ya da tüzel kişilere banka kaynağının ilgili mevzuat ve bankacılık
kanununun belirlediği sınırlar dahilinde kullandırılmasıdır.
2. Kredinin Unsurları ve İşlevi
Kredi kavramını oluşturan unsurlar; zaman, risk, güven ve gelirdir.
Zaman, kredinin geri ödeme vadesini ifade eder. Bu vade belirli bir zaman
diliminin sonu, belirli bir zaman dilimi içinde eşit periyotlar ya da yine belirli bir
zaman
dilimi
içinde
değişken
periyotlar
şeklinde
olabilir.
Bankalar
kullandırdıkları kredilerde vadeden kaynaklanan riski minimize etmek
arayışındadırlar. Bankalar açısından temel sorun topladıkları mevduatın ve
aldıkları uluslararası kredilerin vadesi ile verdikleri kredilerin vadesi arasında
belli bir uyum sağlamaktır. Özellikle bankacılık sektöründe yeni bir disiplin
olan risk yönetimi kredileri de kapsayan, ödememe, vade uyumsuzluğu ve
hatta konjonktürel koşullardan dolayı kredilerin zaafa uğraması ve faiz riski
gibi durumlara karşı önlem alır. Kredi ilişkisi belli bir güven ilişkisine dayanır.
Günümüz bankacılık uygulamasında bu güvenin dayandığı unsur müşterinin
96
krediyi geri ödeyebileceği düzeydeki geliri ve bankanın kredinin teminatı
olmak üzere müşteriden aldığı kefalet, aval, rehin, ipotek vb. teminatlardır.
Kredilendirme süreci ve kredi yönetimi banka için önemli ve ayrıntılı emek
isteyen bir süreçtir.
C. Mikrokredi
Bankacılık sisteminin yeterince gelişmediği ve piyasa ile iç içe
geçemediği ülkelerde grup borçlanmaları amacıyla oluşturulmuş gayri resmi
finansal
borçlanma
yöntemleri
geleneksel
bankacılıktan
mikrokrediyi
ayırmaktadır. Gruplara borç veren köy bankaları ve sosyal bölümler ciddi
başarılar elde etmişlerdir. Oysa mikrokredi grup fonu ve borçlanmasının
ötesini ifade eder.35
1. Küçük İşletme Kavramı
İngiltere’de, küçük, orta ve büyük işletmelerin tipik bir karışımı vardır.
Yaklaşık % 95’i 10’dan az kişi çalıştırır. Eğer 10-249 arasında işçi çalıştıran
şirketler eklenirse, İngiliz iş dünyasının % 99,8’i KOBİ’lerdir. Bu, İngiltere’de
toplam 3,7 milyon işletmenin dışındadır. Tüm dünyada işletmelerin büyük
çoğunluğunu oluşturan ve mikro işletmeler açısından önemli ipuçları verebilecek
olan küçük işletmeler özellikleri itibarıyla şu şekilde ele alınabilirler;
• Küçük işletme kişisel yaşam biçimi ve kişisel riskle yakından ilişkilidir.
• Küçük işletme dayanışması karşılıklı dayanışmaların yönetimini ifade
eder.
• Uzmanlık gerektiren bir alanda edinilen çok özel bilgi (know-how) ve
bu bilgiye kimin sahip olduğu (know-who) çok önemlidir.
• Küçük işletme tek başına her zaman geçerlidir ve bu sorumluluğun
genellikle işletme sahibinde kalışını ifade eder.
35
Beatriz Armendariz de Aghion & Jonathan Morduch; The Economics of Microfinance; The MIT
Press, Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts, 2005, s.119.
97
• Üç ayaklı sehpa veya üç ayaklı tabureye benzetilebilecek olan küçük
işletmeler kolay karar alabilmeyi, yaparak ve yaşayarak öğrenmeyi
ifade eder.
• Pazarlama
ve
satış yeteneği ile
finansman
ve
muhasebe
maharetleri açısından mikro işletmelerden daha üstün durumdaki
küçük işletmeler ürün ve hizmete dair kişisel bilgi ve yetenek
açısından mikro işletmelere benzerler.
Yukarıda üç ayaklı tabureye benzettiğimiz küçük işletmede, üç ayaktan,
müteşebbis tarafından getirilen ürün ve hizmeti ifade eden ayak genellikle çok
kuvvetlidir. Ürün ve hizmetlerini pazara taşımak ve siparişler almak için pazarlama
ve satış maharetlerine sahiptir. KOBİ müteşebbisleri bir başarı sağlamak için ihtiyaç
duyulan finansman ve muhasebe maharetlerini nadiren kullanırlar36. Bu yönüyle
mikro işletmelere benzerler. Nitekim profesyonel yönetim ve muhasebe
desteği açısından hem mikro işletmelerin hem de küçük işletmelerin devlet
desteğine ihtiyacı vardır.
2. Mikro İşletmeler ve Mikro İşletme Finansmanı
Mikro işletmeler, uluslararası anlamda 5’ten az çalışanı olan ve
sermayesi 35.000 USD’nin altında olan küçük işletme türleridir. Tipik bir
mikro işletme ticari bankacılık sektöründen yararlanamayan bir işletmedir.
Mikro finans kurumları mikro işletmelerin özellikle üçüncü dünya ülkelerindeki
temel
para
kaynaklarıdır.
Üçüncü
dünya
ülkelerinde
mikro
finans
kuruluşlarından kredi bulan girişimciler mikro girişimci olarak adlandırılırlar.
Genel olarak mikro-iş (micro-business) mümkün olan küçük bir sermaye ile
başlar. Bu sermaye genelde bir işe girişmek için gerekli olan genel sermaye
miktarından daha küçüktür. Avusturalya gibi ülkelerde bu iş genelde tek bir
kişinin kendi başına kurup yönettiği ve hiç çalışanı olayan bir iş olarak
algılanmaktadır. Mikro işletmeler aynı zamanda normal çalışma koşulları
36
Uluslararası Koordinatör, İşletme Danışmanları Kurumu’nun, PO Box 888, Harrogate, HG2 8UG, İngiltere.
98
karşısında fiziksel ve psikolojik güçleri yeterli olmayanlar açısından da hayata
tutunmanın önemli aracıdırlar.
Bizim çalışmamız açısından mikro işletme; kapsamı ve sermayesi
açısından
KOBİ
tanımının
altında
kalan,
enformel
sektör
içinde
yapılandırılabilecek olan ve ülkemizde ticari bankacılık açısından finansmanı
ve faaliyetleri mümkün olan işletmeleri ifade eder. Çünkü mikro işletmelerin
gayri resmi finansal sektörden kaynak bulma zorunluluklarını bizatihi
kendilerinin temel yapısını ortaya koyan unsur olarak görmek doğru değildir.
Kısaca mikro işletmeyi tanımlarken mevcut finansal sistemin dışında kalan ve
kişisel çabalarla ortaya konulan üretim faaliyetlerini esas almak bu yapının
gelişmesinin önünü tıkamak demektir.
Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda mikro girişimler ve küçük
işletmeler istihdamın büyük bir payını teşkil ediyor. Bu girişimler çok iyi
gelişiyor, çünkü onlar düşük gelirli nüfuslara ekonomik kendi kendine yeterlilik
için fırsatlar veriyor. Ekonomik krizler sırasında, mikro girişimler ve küçük
işletmeler yurtiçi ekonominin çok önemli bir belkemiği olarak çoğu kez kendini
çabuk toparlayanlardır. Gene de, onların büyüklüğüne ve önemine rağmen,
bu işletmeler bankalar tarafından sağlanan tasarruf, kredi ve ödeme
hizmetlerine nadiren ulaşır. Bu ‘eksik hizmet verilen’ işletmeler malî
hizmetlerden çeşitli nedenlerden dolayı yoksun kalmaktadır, söz konusu
nedenler arasında küçük boyutlu kredilerle ilişkili yüksek ticari işlem
maliyetleri ve kabul edilen kredi riskleri, ve kayıtlı (formal) ekonominin dışında
faaliyet gösteren müteşebbislerden alınan malî bilginin güvenilmezliği
sayılabilir. Sonuç olarak, bu müteşebbisler mutlaka biraz esnekliği ve yüksek
maliyetleri olan gayri resmi kanallara başvurmalıdır.
IFC’nin eksik hizmet verilen işletmeler için bankacılık hizmetleri konusunda
artan vurgulaması tam zamanında yapılıyor. Malî hizmetlerin globalleşmesi
nedeniyle, yeni gelişen ve geçiş ekonomilerinde büyük ve orta ölçekli kurumsal
müşterilerin küçük bir grubu için sanayi şiddetli rekabet yaratmıştır. Sonuç olarak,
99
büyük ölçüde sahipsiz mikro girişim ve küçük işletme piyasasını hedeflemek için
malî aracıların akıntı yönünde hareket etmesi amacıyla yeni teşvikler yaratılmıştır.
IFC malî aracılar için cazip yatırım alternatifleri /seçenekleri haline gelebilsinler diye
riski iyileştirerek/ oranları ödüllendirerek, malî kurumlar için mikro ve küçük işletme
finansmanını kârlı hale getirmeyi ve sürdürülebilir kılmayı hedefliyor. Böyle
yapmakla, mikro girişimler ve küçük işletmelerin elde edebileceği malî ürünlerin
hacmi ve çeşidi epey artacaktır.
Mikro girişimler ve küçük işletmelerin girişimlerinin büyümesi için en önemli
engellerden biri olarak malî hizmetlerin eksikliği zikredilir. Eğer ekonomik
kalkınma dünyanın her tarafında kârlı mikro-girişimleri ve küçük işletmeleri
çalıştıran milyonlarca fakir insanlara ulaşacaksa, bu çok sayıda eksik hizmet
verilen işletme, insanları yüksek kalite malî hizmetleri alabilsinler diye kayıtlı malî
sistemlerin kapsama alanını daha genişletmeye teşvik etmenin mutlaka yolları
bulunmalıdır. Dünyanın her tarafında yeni gelişen piyasalarda risk-alıcı bir malî
yatırımcı olarak Uluslararası Finansman Kurumu’nun (IFC) deneyimi veri iken,
bu konuya çabaların yönlendirilmesine yardımcı olmak için çok iyi düşünülmelidir.
Bu nedenle, mikro ve küçük işletme finansmanı (MSB) gittikçe artarak IFC’nin
malî sektör stratejisinde daha büyük bir rol oynuyor37.
Mikrokredi işletmelerinin başarısını faaliyetleri ve büyümeleri süresince
etkileyen en önemli unsur hükümet politikalarıdır. Mikrokredi işletmeleri aynı
zamanda kırılgan birimlerdir. Bu nedenle bir yandan uygun hükümet politikalarına
ihtiyaç var iken diğer yandan da ekonomik krizlere ve olumsuz rekabet koşullarına
karşı korunmaya ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla üç temel politika mikrokredi
işletmelerinin yaşamlarını etkiler bunlardan biri mikro işletme kurmaya ilişkin
bürokrasidir. Diğeri vergi politikasıdır. Son olarak hükümetlerin küçük işletme
politikaları olmalıdır.38 Ülkemizde henüz başlayan KOBİ politikalarının bir an
evvel sonuç vermesi ve bu başarılı sonuçların mikro işletme çalışmalarına teşmil
edilmesine ihtiyaç vardır.
37
Renate Kloeppinger-Todd, Malî Uzman, Uluslararası Finansman Kurumu (IFC).
Türkiye’de Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi, T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü ve
Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara, 2000, s.75-82.
38
100
a. Mikrofinansman ve Mikrokredi
Küçük ve orta boy işletme dışında kalan daha küçük ölçekli
işletmelerin finansmanı mikrofinansman olarak ele alınmaktadır. Bu tarz
işletmelerin borçlanmalarına dünyada yaygın olarak mikrokredi adı verilmiştir.
(1) Kavramsal Olarak Mikrofinansman
Mikrofinansman öncelikle kredi ve mevduattan oluşan finansal
hizmetlerin
küçük
ölçekte
ve
zaruret
halindeki
ihtiyaç
sahiplerine
ulaştırılmasını ifade eder. Bu ihtiyaç sahipleri bağ-bahçe işleriyle iştigal
edebileceği gibi balıkçılık ya da sürü hayvancılığıyla ilgilenenler olabilir.
Bunlar kendi ölçeklerindeki mikro işletmelerini yöneten ve bu kapsamda,
üreten, stoklayan tamir eden veya satan ve karşılığında ücret, komisyon vb.
gelir elde eden ancak bu gelirleri genel ortalamanın altında kalan ister kırsal
kesimde isterse kentsel alanda yaşasın gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça
düşük gelirleri olan yahut bu gelirleri zaman zaman kesintiye uğrayan
kesimlerdir.
Bu kesime sunulan iki hizmetten mevduat hizmeti, mudilerin artan
likiditelerinin gelecekte yatırımlarına dönmesini temin etmek maksadıyla
depolanmasını içerir. Kredi hizmeti ise gelecekte kazanılması umulan geliri
elde etmeye yönelik halihazırdaki yatırıma ilişkin harcamalara kaynak
sağlamak şeklindedir. Bunlardan daha da önemlisi, mikrofinans hizmetleri
düşük gelirli kesime risklerini azaltma olanağı sağlama, yönetim anlayışlarını
ilerletme, verimliliklerini artırma, yatırımlarına yüksek getiri sağlama,
kendilerine ve kendilerine muhtaç hane halklarına yüksek yaşam kalitesi
sağlama işlevine sahiptir.
Mikrofinans hedef kitlesi, bu tarz finansal hizmetlerden kredi hizmetini
formel finansal sektörden seyreklikle alabilmektedir. Daha ziyade informel
borç verenlerden sağlan bu hizmet yüksek maliyetli ve diğer destekleyici
101
hizmetlerden
yoksun
olmaktadır.
Bankaların
küçük
kredilerin
kârlı
olmayacaklarına ilişkin tutumları bu durumun oluşmasında etkili olmuştur.
Bankalar plasmanlarını tabana yayma sürecinde belgeli geliri garanti olan
müşterilerin harcamalarını finanse etmeyi esas alan kredilere ağırlık
vermişler ve bireyi ticari krediler açısından dikkate almamışlardır.
(2) Mikrokredinin Tanımı ve Kapsamı
Mikrokredi; iş yapma fikri olup, gelir getirici bir faaliyette bulunmak
üzere, küçük bir başlangıç sermayesine ihtiyacı olan yoksullara imkan
verilmesi projesidir. Sadece güvene dayanan, teminatsız ve kefilsiz küçük
sermaye şeklindeki mikrokredi, yoksulların kendi kendilerine yoksulluktan
kurtulmaları için etkili bir stratejidir.
Mikrokredi sistemi vasıtasıyla kişiye yemesi için bir balık verilmez. Ona
nasıl balık tutulacağı da öğretilmez. Ancak bunların ötesinde, yoksulun balık
tutmak için bir ağ veya kayık kiralaması veya alması sağlanır.
Dünyanın temel bankacılık ilkesi şöyledir: “ne kadar paran varsa, o
kadar para alırsın” ve “paran yoksa para alamazsın.”
Ahlaki ve hukuki olmak kaydıyla; “daha fazlaya sahipsen, daha fazla
elde edebilirsin” prensibi yanında, “ne kadar aza sahipsen o kadar daha fazla
önceliğin olacaktır” prensibi de uygulanmalıdır.
Mikrokredinin amaçları şöyle belirtilebilir: Klasik yollarla kredi elde
edemeyeceklere, yoksulluğu, gelir dağılımındaki adaletsizliği ve işsizliği
azaltacak şekilde, ailesi ve kredi alan için, kendi kendine gelir getirici bir
faaliyet
yapılmasını
sağlayarak,
ekonomik
ve
sosyal
kalkınmayı
gerçekleştirmektir.
Böylece;
ekonomik
krizin
muhtaç
nüfus
üzerindeki
etkisinin
azaltılması, yoksulların gelir elde etme ve istihdam fırsatlarının arttırılması ve
102
yoksul hanelerin kendi geçimlerini sağlayacak işleri kurabilmeleri ve
sürdürebilmeleri hedeflenmektedir.
Mikrokredide hedef kitleyi sırasıyla kadınlar, işsiz gençler, işsiz
yaşlılar, özürlüler ve gaziler, küçük ölçekli çiftçiler, sokaktaki sahipsiz
çocuklar, çocuklarını Çocuk Esirgeme Kurumuna vermek mecburiyetinde
kalan aileler, topraksız köylüler, orman köylüleri oluşturmaktadır.
Mikrokredi projesi, etkin olarak dünyanın yaklaşık 111 ülkesinde
uygulanmaktadır. Ülkemizde de yoksullukla mücadele çerçevesinde; Türkiye
İsrafı Önleme Vakfı, Diyarbakır Valiliği ve Grameen Trust’ın işbirliği sonucu,
mikrokredi “Türkiye Diyarbakır Grameen Bank Mikrokredi Projesi (TDGMP)”
adı altında 11 Haziran 2003’te Diyarbakır’da uygulanmaya başlanmıştır.
Yapılan etki araştırmaları; hane halkı seviyesinde, mikrokredilerin aile
içinde gelir artışı, sermaye birikimi yanında gelişen tüketim, tasarruf ve daha
iyi eğitim imkanı sağladığı görülmektedir. Araştırmalar, hane halkı gelirinde
%25 ile %75 arasında bir artış sağlandığını göstermiştir.
Mikrokredi Projesi ile “Kadın, eline en ufak fırsat geçtiğinde,
yoksulluktan
kurtulmak
için
olağanüstü
mücadele
verir.”
düşüncesi
kanıtlanmıştır.
Kadınlara sağlanan mikrokredilerin çocukların daha iyi şartlarda
yaşamaları üzerinde doğrudan etkili olduğu tesbit edilmiştir.
Sadece
Bangladeş’te mikrokrediden yararlananların %48’i Fakirlik Sınırının üzerine
çıkmıştır. Nitekim Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül
“Mikrokredi Sistemi; grup dayanışmasına ve sosyal sorumluluk esasına
dayandığından, toplumda hoşgörü ve uzlaşmaya imkan vererek, gelir getirici
bir faaliyette bulunmanın yanında, birlik ve beraberliğin oluşmasına ve
istihdamın artırılmasına katkıda bulunmaktadır”. Demek suretiyle mikrokredi
103
faaliyetleri içinde istihdam artışının da önemli bir hedef olduğunu ortaya
koymuştur.
Kapsamlı araştırma sonuçları göstermektedir ki; (i) mikrofinans çok
yoksul hane halklarının temel ihtiyaçlarını karşılamalarına ve kendilerini
risklerden korumalarına yardım etmektedir, (ii) düşük gelirli hane halkı
tarafından kullanılan finansal hizmetler, hane halkının ekonomik refahının
artışı ve girişimlerin istikrarlı büyümesine eşlik etmektedir, (iii) Mikrofinans
kadınların ekonomik girişimlerini destekleyerek güçlenmelerine, cinsiyet
eşitliğinin yaygınlaşmasına ve hane halkının refahının artmasına yardımcı
olmaktadır, (iv) müşterilerin program kapsamı içinde kaldıkları sürenin
uzaması ortaya çıkan etkinin kapsamını olumlu yönde belirlemektedir.
Mikrofinans
başvuruları
büyük
çoğunlukla
karşılanamamaktadır.
Küresel talep aralığının 400 ila 500 milyon hane halkı olarak tahmin edildiği
2002 yılında, sadece 30 milyon hane halkının sürdürülebilir mikrofinans
hizmetine erişebildiği rapor edilmiştir. Çok sayıda hane halkının henüz
mikrofinans
hizmetinden
yararlanamamasına
karşılık,
mikrofinans
müşterilerinin sayısı son beş yılda yıllık yüzde 25 ila 30 artış göstermiştir.
Mikrofinansla ilgili diğer bazı veriler, kapsam ve öneminin anlaşılması
açısından kısaca aşağıda sıralanmıştır:

1990'larda, gelişmekte olan ve geçiş sürecindeki 125 ülkede, kişi
başına düşen gelir artışı yüzde 3 olarak belirlenirken 54 ülkede
azalmıştır. 74 başka ülkede, artış,bir jenerasyonda ikiye katlanması
gereken bir yılda, yüzde 3'ün altında seyretmiştir (UNDP, İnsani
Kalkınma Raporu, 2003 ).

En az 30 milyon kişi mikrofinans hizmetinden yararlanmaktadır (Unitus
Web sitesi )

Varolan 10.000 Mikrofinans Kuruluşu (MFI) potansiyel pazarın sadece
yüzde 4'üne ulaşabilmektedir ( 2001 Dünya Bankası İstatistikleri).
104

Uygun durumda bulunan serbest meslek sahibi kesimin yüzde 90'ı
mikrokredi
programlarına
ulaşma
olanağından
yoksundur.
Karşılanamayan talep yaklaşık 270.000.000'dur ( Unitus ).

Afrika'da, kırsal alandaki iş gücünün yüzde 60'ını oluşturan ve yiyecek
üretiminin yüzde 80'ine katkıda bulunan kadınlar, çiftçilere sunulan
kredinin yüzde 10'unu alabilmektedirler ( Mikrofinans hakkında Veri
Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Dünya Bankası şu anda 7000'in üzerinde mikrofinans kuruluşunun,
gelişmekte olan ülkelerde 16 milyonun üzerinde insana hizmet
sunduğunu tahmin etmektedir. Bu kuruluşların tüm dünyada elde ettiği
toplam nakit ciro 2.5 milyon Amerikan Doları olarak öngörülmekte ve
potansiyel artış göze çarpmaktadır ( Mikrofinans hakkında Veri
Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Bağışta
bulunan
kimseler
arasında
mikrofinans
kuruluşlarının
yaygınlık kazanması nedeniyle, resmi yardımın, sağlık, su projeleri ve
eğitim gibi yaşamsal ve öncelikli bakım programlarından alınarak
mikrofinans
kuruluşlarına
Mikrofinans
hakkında
aktarılması
Veri
kaygısı
Enstantaneleri–
yaşanmaktadır
Mikrokredi
(
Sanal
Kütüphanesi ).

Bu
programlardan
en
fazla
yararlanan
kişilerin
kadınlar
gibi
görünmelerine karşın, krediyi alan ve ödeyen kişilerin kadınlar ve
kullananların erkekler olduğu anlaşılmaktadır ( Mikrofinans hakkında
Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Programları diğer kurumlar tarafından yaygın bir biçimde örnek olarak
alınan, Bangladeş'teki Grameen Bankası, aşırı yoksul kişilere kredi
sağlamayı amaçlamaktadır. Bankanın kriterlerine uyan ve kredi
hakkından yararlanan kişilerin yüzde 94'ü kadınlardan oluşmaktadır.
Grameen Bankası'nın kredi kullanıcılarının yüzde 98'i ödemelerini
muntazam biçimde yapmaktadırlar. Banka, her ay 30 milyon Amerika
Doları'nı 1.8 milyon ihtiyaç sahibine ödünç vermektedir ( Mikrofinans
hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).
105

Tasarruf, yoksullar için, hem yaşamsal bir güvenlik ağı olması
bakımından hem de dışarıdan gelen kaynaklara başvurmaksızın bir
finans olanağı sağlaması bakımından önemlidir.Pek çok güçlü
mikrofinans kuruluşu, özellikle Afrika'da, müşterileri için kredi fonu
sağlamaları açısından temel bir kaynak olarak ihtiyaç sahibi kredi
alıcılarının tasarruflarını kullanarak değerlendirmektedir ( Mikrofinans
hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Mikrofinans Zirvesi, dünyanın en yoksul 100 milyon ailesi için 21.6
milyar Amerikan Dolarının mikrofinans yoluyla sağlanması gerektiğini
öngörmektedir. Zirvenin planlamacıları, sadece kredi alıcılarının
tasarruflarının 2 milyar Amerikan Doları'na çıkarılabilmesinin olanaklı
olduğunu belirtmektedirler. Gerçekte ulaşılacak olan rakam bundan
daha yüksek de olabilir ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri–
Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Çalışmalar, Bangladeş'in en yoksul kesiminin sadece yüzde 4'ünün,
herhangi bir kredi sisteminden faydalanmadan ekonomik olarak
kendisini yoksulluk sınırının üstüne taşıyabildiğini göstermektedir.
Fakat, Grameen Bankası'nın sunduğu krediden faydalanan bireylerin
ve ailelerin yüzde 48'inin yoksulluk sınırının üstüne çıktıkları
görülmüştür (Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi
Sanal Kütüphanesi).

Dünya üzerinde, şu an 13 milyon mikrokredi kullanıcısı olduğu,
kullanılan kredi miktarının 7 milyar Amerikan Dolarına ulaştığı ve
yapılan geri ödemelerin oranının yüzde 97 olduğu tahmin edilmektedir.
Bu sonuç yıllık büyüme hızının yüzde 30'u oranında gerçekleşmiştir
(Mikrofinans
hakkında
Veri
Enstantaneleri–
Mikrokredi
Sanal
Kütüphanesi).

Yoksul kişilerin yüzde 2'sinden azı, sarrafların dışında başka
kaynaklardan finansal hizmet (kredi ya da tasarruf) almaktadırlar
(Mikrofinans
Kütüphanesi).
hakkında
Veri
Enstantaneleri–
Mikrokredi
Sanal
106

500 milyon mikro ve küçük ölçekli girişim sahibi kişiden 10 milyonu iş
yerleri için finansal destek hizmetlerine erişebilmektedir ( Mikrofinans
hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi ).

Mikrokredi hizmetleri için, 7 milyonluk bir potansiyel ödünç alma talebi
bulunmaktadır ( Mikrofinans hakkında Veri Enstantaneleri– Mikrokredi
Sanal Kütüphanesi ).

Kişisel tasarruflarını değerlendirmek isteyen kişilerin oluşturdukları
sayı
19
milyonu
bulmaktadır
(Mikrofinans
hakkında
Veri
Enstantaneleri– Mikrokredi Sanal Kütüphanesi).

Dünyanın
en
zengin
yedi
kişisi
küresel
yoksulluğu
ortadan
kaldırabilecek ekonomik gücü ellerinde bulundurmaktadır. Bu kişilerin
toplam servetleri, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan en yoksul
kesimin temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli olandan fazlasını
teşkil
etmektedir
(Mikrofinans
hakkında
Veri
Enstantaneleri–
Mikrokredi Sanal Kütüphanesi).

Mikrokredi
programlarının
etkileri
üzerine
24
ülkede
yapılan
araştırmalar, bu yolla hane halkının gelir seviyesinin önemli bir
derecede arttığını göstermektedir. Bu artışlar, genellikle krediyi alan
kişinin işinde ortaya çıkarak dolaylı yoldan hane halkının gelirini
etkilemektedir.
Çalışmalar,
mikrokredilerin, ödünç alan
kişilerin
sattıkları mal ve hizmet sayısında artışa neden olurken ikmal ve
hammadde
bedellerinin
düşmesine
etkide
bulunduğunu
göstermektedir. Sonuç olarak, satışlar artmakta ve kâr yüzde 25 ila 40
oranında yükselmektedir (Unitus).

En üst seviyede bulunan mikrokredi kuruluşları pazarın yarısına
ulaşmaktadır (2001 Dünya Bankası İstatistikleri).

Mikrofinans kurumlarının sadece yüzde 1'i finansal açıdan istikrarlı
durumdadır ( 2001 Dünya Bankası İstatistikleri ).

Mikrofinans kuruluşları, kendine yeterlik seviyesine bölgeden bölgeye
değişen gider ve gelir yapılarıyla ulaşmaktadır: Asya'daki FSS
Mikrofinans kuruluşları, düşük giderler sayesinde yüksek bir kâr
seviyesine ulaşmaktadırlar. Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Afrika gibi
107
diğer bölgelerde, mikrofinans kuruluşları yüksek giderler sebebiyle,
kâra ulaşmak için yüksek gelir ve yüksek verimlilik parametrelerini bir
araya getirmek durumundadırlar (Isabelle Barres, Mikrobankacılık
Bülteni, 2002).

Endonezya'da kredi kullanan kişiler, kontrol gruplarının yüzde 3'lük
gelir artışlarına göre yüzde 12.9'luk bir gelir artışı sağlamaktadırlar.
Endonezya Rakyat Bankası üzerine yapılan başka bir araştırma,
Endonezya'nın Lombok Adası'ndaki kredi kullanıcılarının ortalama
gelirlerinin yüzde 112 düzeyinde yükseldiğini ve hane halkının yüzde
90'ının yoksulluk sınırını aştığını göstermektedir (CGAP, Odak Notları.
24, Elizabeth Littlefield).

Farklı
bölgelerde
sürdürülen
mikrofinans
programları,
kadın
müşterilerin kredi kullanımı konusundaki etkin rollerinin arttığını rapor
etmektedir. Nepal'deki Kadınları Güçlendirme Programı, üyelerinin
yüzde 68'inin, mal alış – satışında karar verme durumunda
bulunduklarını, kızlarını okula gönderdiklerini, çocuklarının evlilikleri ve
aile planlaması konularında söz sahibi olduklarını ortaya çıkarmıştır.
Bu tür kararların alınması konusunda yetki sahibi merci geleneksel
olarak kocalarıdır. Eğitim ve finansal hizmetler konularını birleştiren
Dünya Eğitim Kurumu, kadınların, kız çocuklarının eşit eğitim, yiyecek
ve tıbbi yardım konusunda eşit haklara sahip olmaları için daha güçlü
bir pozisyonda bulunduklarını bulgulamıştır. Filipinlerde hizmet veren
TSPI, hane halkı gelirinin yöneten kadınların sayısının yüzde 33'ten
yüzde 51'e çıktığını rapor etmektedir. Kontrol grubunda yer alan
kadınların
sadece
yüzde
31'i
hane
halkının
gelirinin
değerlendirilmesinde karar mercii olmaktadır (CGAP, Odak Notları. 24,
Elizabeth Littlefield).

1997 yılında 7.6 milyon olan mikrokredi kullanıcısı yoksul kişi sayısı,
2001 yılında 26.8 milyona çıkmıştır. Bunların 21 milyonu kadındır.
Kadınlar bu yolla, yardımlarını kontrolü, ekonomik kararlar almak ve
yaşamları
üzerinde
kazanmışlardır.
Bazı
kontrol
sahibi
tahminlere
olmak
göre,
konusunda
her
yıl,
yeterlik
mikrofinans
108
programlarına katılan kişilerin yüzde 5'i ailelerini yoksulluk sınırının
üstüne çıkartabilmektedirler (UNDP, İnsani Kalkınma Raporu, 2003).

2186 mikrokredi kuruluşu, 31 Aralık 2001 itibariyle 54,904,102
müşterileri bulunduğunu ve bunların 26,806,014'ünün ilk kredilerini
aldıkları sırada yoksulluk sınırının en altındaki seviyede bulunduklarını
bildirmişlerdir. 994 kuruluş ortak olarak, gelişimlerini özetleyen bir
2002 yılı Eylem Planı sunmuşlardır. Her ailenin beş bireyden oluştuğu
baz alınarak yoksulluk seviyesinin en altında bulunan 26.8 milyon
müşterinin edindikleri kredilerle 134 milyon aile üyesini etkiledikleri
hesaplanmıştır (Mikrokredi Zirve Raporu 2002).

Önceki iki yıl boyunca, krediden yararlanan çok yoksul kadınların
sayısının 1999'daki 10.3 milyondan 2000 yılında 14.2 milyona ulaştığı
tespit edilmiştir. 2001 yılı itibariyle 21,169,754 kadına ulaşılmıştır. Bu
sayı, 31 Aralık 2000'den, 31 Aralık 2001'e kadar, ulaşılan kadın
sayısının yüzde 49.6 seviyesinde yükseldiğini göstermektedir. Bu sayı
7,016,841 yeni en yoksul seviyedeki kadının geçen yıl mikrokredi
aldığını belirlemektedir (Mikrokredi Zirve Raporu 2002).

Geçen beş yıl içinde en yoksul seviyedeki müşteri sayısı yüzde 350
artarak 1997'deki 7.6 milyondan 2001'deki 26.8 milyona ulaşmıştır
(Mikrokredi Zirve Raporu 2002).

Mikro Bankacılık Bülteni'nin sunduğu veriler, en üst seviyedeki 63
mikrofinans
kuruluşunun
enflasyona
göre
düzenlendikten
ve
sübvansiyonları düşüldükten sonra toplam yardımın yüzde 2.5'u
oranında bir gelirleri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, ticari
bankacılık sektörü ile bir karşılaştırma sunmakta ve mikrofinansın, ana
alandan perakende bankacılık sektörüne kadar çekici bir nitelik
kazanmasını uman kişilere umut vermektedir (CGAP).
(3) Temel Mikrofinans Prensipleri
CGAP, mikrofinans olarak bilinen yoksul kimselere finansal hizmet
erişimini genişletmek için işbirliği yapan 28 adet kamu ve özel kalkınma
109
kurumunun oluşturduğu bir ortaklıktır. CGAP prensipleri bu 28 üye donör
kurum tarafından geliştirildi ve onaylandı; ve hatta bu prensipler 10 Haziran
2004 tarihli G8 Zirvesi'nde liderler tarafından da onaylandı.
Yoksul
kimselerin
sadece
kredilere
değil
çeşitli
finansal
hizmetlere ihtiyaçları vardır. Herkes gibi yoksul insanların da uygun, esnek
ve bütçelerinin el verdiği ölçüde çeşitli finansal hizmetlere ihtiyacı vardır.
Duruma göre, yoksul kimseler sadece kredilere değil aynı zamanda
tassaruflara, sigortaya ve para transferi hizmetlerine de ihtiyaçları vardır.
Mikrofinans yoksullukla savaşmak için güçlü bir araçtır. Yoksul
insanlar finansal hizmetlere erişebildikleri zaman, para kazanabilirler, kendi
varlıklarını oluşturabilirler ve dış etkenlere karşı kendilerini daha iyi
koruyabilirler. Fakir aileler günlük yaşam savaşından, gelecek planlamaya
geçmek için mikrofinansı kullanır: böylece daha iyi beslenme, barınma, sağlık
ve eğitim için daha fazla para harcayabilirler.
Mikrofinans yoksul insanlara hizmet eden bir finansal sistem
kurmak demektir. Birçok gelişmekte olan ülkede, yoksul insanlar nüfusun
büyük bir bölümünü oluşturur. Bununla birlikte bankalar tarafından en az
hizmet görenler de bu yoksul kesimdir. Mikrofinans sıklıkla marjinal bir sektör,
donörlerin, kamu otoritesinin veya sosyal yatırımcıların ilgilenebileceği
kalkınma hamlesi olarak algılanır. Mikrofinans geniş kitlelere ancak finansal
kesimin içine tamamiyle entegre edildiğinde ulaşacaktır .
Mikrofinansın geniş kitlelere ulaşması için sürdürülebilir yapıda
olması gerekir. Yoksul insanların çoğu ihtiyaçlarını karşılayacak, kaliteli
finansal hizmet alamamaktadır. Bunun nedeni bu şekilde hizmet sağlayacak
güçte kuruluşların olmayışıdır. Bu hizmetleri sağlayacak güçlü kuruluşların
maliyetlerini karşılayabilecek kadar ücret talep etmesi gerekir. Masrafların
karşılanması, donör desteğine ihtiyaç duymadan hedeflenen hacme ve etkiye
ulaşmada tek youldur. Finansal olarak süreklilik sağlayan eden kuruluş uzun
vadede hizmetlerine arttırarak devam edebilir. Sürekliliği başarmak; işlem
110
masraflarını azaltmak, müşteriye daha yararlı hizmetler sunmak ve bankacılık
hizmetleri sunulmamış birçok yoksul insana ulaşmak için yeni yollar bulmak
demektir.
Mikrofinans kalıcı yerel finansal kuruluşlar kurmak anlamındadır.
Yoksul insanlar için sürekli finansal hizmet sağlamak için güçlü yerel
mikrofinans kuruluşları oluşturmak gerektirmektedir. Bu kuruluşlar yerel
birikimleri çekmeye, kredi olarak tekrar kullanıma sokmak ve diğer başka
finansal hizmetler sağlamak için gereksinim duyarlar. Yerel mikrofinans
kuruluşları
ve
sermaye
piyasaları
olgunlaştıkça
kamu
ve
kalkınma
bankalarının da dahil olduğu donör ve hükümet finansmanına daha az
bağımlık olacaktır.
Mikrokredi her zaman soruların cevabı değildir. Mikrokredi her
durum için en iyi çözüm yolu değildir. Geri ödemek için hiçbir imkanı
olmayan yoksul ve aç insanlar kredilerden en iyi şekilde yararlanmadan önce
başka desteklere ihtiyaç duyarlar. Birçok durumda, diğer destekler yoksulluk
soruna daha etkin çözümler getirebilir;.-örneğin; küçük ölçekli bağışlar, iş ve
eğitim programları.
Faiz oranı tavan değerleri fakir insanların kredi almasını daha da
zorlaştırarak onlara zarar vermektedir. Birçok küçük ölçekli kredi
oluşturmak daha az sayıda fakat daha büyük ölçekli kredi oluşturmaktan
daha fazla masrafa yol açmaktadır. Mikrokredi verenler ortalama banka kredi
oranlarının üzerinde faiz oranı belirlemedikleri sürece, kendi masraflarını
karşılayamazlar. Büyümeleri donörlerden ve hükümetten aldıkları az ve
belirsiz para ile sınırlanacaktır. Hükümetler faiz oranlarını düzenledikleri
zaman, bu oranları o kadar düşük seviyelerde tutmaktadırlar ki mikrokredi
verenler kendi masraflarını karşılayamamaktadır, bu yüzden bu tür
düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Bununla birlikte, mikrokredi verenler yüksek
faiz oranlarını etkin olmayan operasyonların masraflarını kredi alan kişilere
karşılatmak için kullanmamalıdır.
111
Hükümetin görevi finansal hizmetleri doğrudan sağlamak değil
erişim için uygun ortamı sağlamaktır. Hükümetler yoksul insanlara finansal
hizmeti teşvik eden ve aynı zamanda birikimleri koruyan politikalar
oluşturmalıdır. Hükümetler makroekonomik istikrar sağlamalı, faiz oranı tavan
değerleri belirlemekten kaçınmalı ve sürekliliği sağlanamayacak sübvanse
edilmiş ve yüksek temerrütlü kredi programlarıyla piyasaları bozmaktan uzak
durmalıdır. Aynı zamanda, hükümetler yolsuzlukları sıkı kontrol altına almalı
ve mikrofinans kurumları için sektör altyapısını destekleyici bir ortam
oluşturmalıdırlar. Alternatif fonların uygun olmadığı özel durumlarda hükümet
finansmanı sağlam ve bağımsız mikrofinans kuruluşları için bir tür garanti
oluşturabilir.
Bağış niteliğindeki fonlar özel sermayeyi tamamlamalı, özel
sermaye ile rekabet etmemelidir. Donörler mikrofinans için bağış, kredi,
sermaye
türü
destekler
sağlarlar.
Bu
tür
destekler
geçicidir
ve
mikrofinansman kuruluşlarının kapasite oluşturması için kullanılmalıdır. Aynı
şekilde yine bu destekler, kredi derecelendirme şirketleri, kredi büroları ve
denetim şirketleri gibi mikrofinans sektörünü destekleyici altyapıyı kurmada
ve örnek uygulamaları desteklemede kullanılmalıdır. Bazı durumlarda
ulaşılması zor nüfus söz konusu olduğunda daha uzun dönem donör
desteğine ihtiyaç duyulabilir. Donörler, mikrofinansı finansal kesimin içine
entegre etmeye çalışmalıdırlar. Proje oluşturulmasına ve uygulamasına,
uzmanlığı başarılı uygulamalarla kanıtlanmış eksperler kullanarak destek
vermelidirler. Donörler, fon desteğine devam etmeden açık performans
hedefleri belirlemelidirler. Her projenin donör desteğine ihtiyaç duymadan
sürdürülebilirliğini hedefleyen gerçekçi planları olmalıdır.
Sağlam kuruluşların ve yöneticilerin eksikliği kritik bir engeldir.
Mikrofinans, sosyal hedeflerle bankacılığı birleştiren uzmanlaşmış bir alandır.
Yeterli
kapasite
ve
gerekli
sistemler
her
düzeyde
oluşturulmalıdır.
Mikrofinansa yapılan kamu ve özel yatırımlar sadece paranın transferi değil,
bu kapasiteyi gerçekleştirmekte kullanılmalıdır.
112
Mikrofinans’ın, performansını ölçebildiği ve açıkladığı zamanlar
en iyi çalıştığı zamanlardır. Mikrofinans kuruluşlarına ait standart finansal
(örneğin; faiz oranları, kredinin geri ödenmesi ve finansal etkinlik) ve sosyal
(örneğin; ulaşılan müşteri sayısı ve onların yoksulluk sınırı) performans
göstergeleri olmalıdır. Performans göstergeleri açıklanmalı ve bu bilgiler
ışığında donörler, yatırımcılar, denetçiler ve müşteriler masraflarını, risklerini
ve kazançlarını değerlendirmelidirler.
(4) Mikrofinansman Konusunda Yaşanan Sorunlar
Mikrofinansman uygulamasının zorluğunun başında hizmetin verildiği
müşteri kesiminin maddi imkanları yok denecek kadar kısıtlı, belli eğitim almamış,
yoksul kesim olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda fon aktaran kurumun
fonun uygun şekilde kullanımını denetlemesi, geri dönüşünü garanti altına
alması sorun olmaktadır.
Mikrofinansman hizmetinden yararlanan kişiler içinde sorun vardır. Zira
zaten düzenli bir geliri olmayan bir kişinin mevcut maddi yükünün üstüne yeni bir
borç yükü getirilmektedir. Bu durumda geri ödemede ciddi sorunlar
yaşanabilir.
Mikrofinansman
hizmetlerinin
diğer
bacağı
olan
tasarrufların
değerlendirilmesinde ise fakir kesimin tasarruflarını daha çok altın, emlak, hayvan
benzeri alanlarda değerlendirmesi alışkanlığı karşımıza çıkmaktadır.
Genelde yeterli eğitim alamamış yoksul kesim bankacılık hizmetlerinden
yararlanmaktan çekinmektedir. Bu kesim kaynak ihtiyacını mümkün olduğu
ölçüde ailesinden, arkadaşlarından sağlama yoluna gitmekte veya yüksek faiz
ödeme durumunda olmasına rağmen tefeciye gitmektedir.
Yukarda açıklanan nedenlerden dolayı mikrofinansman uygulamalarının
başarılı olması için ciddi engeller vardır. Ancak dünyada bu uygulamaları başarı ile
yapan tatmin edici bir geri dönüş oranına sahip kuruluşlar vardır. Başarı için
113
öncelikle alt yapının oluşturulması gerekmektedir. Mikrofinansman kuruluşunun
yetkili şubesi müşteriye yakın olmalı, elemanları konularında uzman olup
müşteri ile teke tek ilgilenebilmeli, gerektiğinde yoksul kesime gerekli teknik bilgi
ve eğitim verilmeli, sağlanacak kaynakla üretmeyi planladıkları ürünler için
gerekli pazar araştırması yapılmalı, hatta yeni pazarlar oluşturulmaya
çalışılmalıdır, kredinin geri dönüşünü sağlayacak mekanizmalar üzerinde
çalışılmalı, grup baskısı, garanti fonu gibi uygulamalar yaygınlaştırılmalı, yüksek
olan kredi maliyetini düşürmek için teknolojiden yararlanmaya çalışılmalıdır.
El işi yapan ve sipariş usulü çalışan bir kadının iplik, kumaş ihtiyacını
karşılayacak bir tutarı borçlanarak, ürünü satmasından sonra borcunu geri ödemesi
gibi çok sık uygulanan mikrokredi örneğinde olduğu gibi, mikrokredi daha çok, az
bir sermaye ile piyasada talep olunan bir malı üretip satabilecek ancak sermayesi
yetmeyen kişi ve işletmeler için yararlı olmaktadır
(5) Mikrokredinin ve Mikrofinansın Tarihçesi
Mikrokredi uygulamalarının başlangıcı iki şekilde olmuştur. Bunlardan
biri birçok ülkedeki din ve gelenek kaynaklı yardımlaşma ve dayanışmalardır.
Diğeri
ise
kırsal
kesimdeki
üreticilerin
informel
finansal
ortamdan
borçlanmasıdır. Örneğin, 1990’da Endonezya kırsalında yapılan bir araştırma
hane halklarının % 70’inin informel sektörden borçlandıklarını ortaya
koymuştur. Yine Manchester Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmada Hindistan
ve
Bangladeş’teki
hane
halklarının
yılda
iki
hafta
finansal
işlem
gerçekleştirdiği kaydedilmiştir. Bu işlemler informel yarıformel ya da formel
biçimde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki borçlanmalar kredi kooperatifleri ve
ROSCA’lar
(Rotating
Savings
and
Credit
Assosiations)
aracılığıyla
örgütlenmeye çalışılmış ise de bu piyasada düzenli bir para piyasasından söz
etmek mümkün değildir. İlişki genellikle “sen şimdi bana borç ver ben de
zamanı geldiğinde ve ihtiyaç duyduğunda sana borç veririm” şeklinde
114
yürümekte idi. Bu aynı zamanda informel alanda kredi ve mevduatın içiçe
geçmesi anlamına geliyordu.39
Dünyada mikrokredi uygulamalarının modern bankacılık anlamındaki
ilk işaretleri Prof. Muhammet Yunus tarafından 1976 yılında Bangladeş’te
başlamıştır. Yoksul kadınları girişimci yapmak amacıyla 27 ABD dolarlık
sermaye ile kurulan ve bugün 81 ülkede faaliyet gösteren Grameen Bank’ın
ilk kredi alan kadın müşterisi bir dilenciydi. Bu kadına 1 ABD doları verildi ve
aldığı para ile dilencilik yaparken çikolata, sakız gibi şeyleri de satmaya
başladı.
Türkiye’de
mikrokredi uygulamaları 1980’lerden bu yana Ziraat
Bankası ve Halk bankası gibi kamu bankaları tarafından çiftçiye ve dar
gelirliye subvanse edilmiş krediler şeklinde uygulanagelmektedir. Ayrıca
esnaf kooperatifleri de çiftçi ve esnaflara kredi kaynağı sağlamaktadır. Ancak
tam manası ile mikrokredi çalışmaları Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı
(KEDV) ile Türkiye İsrafı Önleme Vakfı tarafından başlatılmıştır. 1995-1997
yılları arasında İstanbul’un dar gelirli bölgelerinde 100 kadına iş yapmaları
için küçük miktarlarda krediler verilmiştir. Bu kredilerde geri dönüş oranının
%98 oranında gerçekleşen kredilerden yararlanan kadınlar aktif ekonominin
içine girmişlerdir. Ancak, 1999 depremi sonrasında ülkenin ve KDEV’in
öncelikleri değişerek söz konusu projelerin devamlılığı için fon arayışları
ertelenmiştir. 2002 yılında mikrokredi projesi için gereken fonun bulunmasıyla
KEDV, Maya Mikro Ekonomik Destek İşletmesi’ni kurarak mikrokredi
programını başlatmıştır.
Kırgızistan Cumhuriyetinde 1995 yılında FİNKA-Kırgızistan (Dar
Gelirlilere Uluslararası Yardımlaşma Fonu) ABD’nin geri ödemesiz verdiği 6
milyon dolarla faaliyete başlamıştır. 1999 yılında mikrokredi birliklerinin sayısı
77’ye ulaşmıştır. Günümüzde 175 kredi birlikleri bulunmakta olup, bunların
içinden 116’sı aktif bir şekilde faaliyet göstermekte diğerleri ise gelişme
39
Beatriz Armendariz de Aghion & Jonathan Morduch; The Economics of Microfinance; The MIT
Press, Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts, 2005, s.57-59
115
aşamasındadır. 1999’da kredi birliklerinin 110’una 17,9 mln som verilmiştir ve
bu kredilerin 4,9 mln somu ödenmiştir. Kırgızistan’da mikrokredi birliklerinin
başarılı uygulamaları diğer komşu ülkelerin de dikkatini çekmiş olup, 1999
yılının Mayıs ayında Özbekistan’dan ve Aralık ayında da Tacikistan’dan
Kırgızistan’a mikrokredi birliklerinde kurs almaya gelmişlerdir. Şu anda
Kazakistan’dan da kurslarla ilgili bilgi isteğinde bulunmaktadır.
Mikrofinans 90’lı yıllarda iki görüş açısı arasında tartışılıyordu; Birincisi
finansal sistem yaklaşımı diğeri yoksullara borç verme yaklaşımıdır.
Bizim çalışmamız
açısından
ele
alınacak
yaklaşım finansal
sistem
yaklaşımıdır. Çünkü piyasa sistemi içinde yoksullara borç verme ya da
doğrudan yardım etme uygulamaları diğer unsurlarla desteklenmediklerinden
ve
tek
tarafın
menfaatini
esas
aldıklarından
istenen
sonucu
vermemektedirler. Sübvansiyon esaslı yaklaşımlar ya da yardımlaşma esaslı
yaklaşımlar (kooperatifler, birlikler vs.) eski oldukları gibi finansal sistem
açısından da yeterli değer üretme özelliğine sahip değildirler.40
(6) Mikrokredi Uygulamasının Başarı İlkeleri
Kredi uygulaması faydası ve riski arasında sıkışan hassas fakat etkin
bir uygulamadır. Nitekim kredinin hem ihtiyaç duyulduğu yere hem de
finansal başarı yaratacağı yere verilmesi aynı zamanda toplumsal açıdan
büyük yarar sağlamaktadır. Ancak kredi verenler açısından en önemli sorun
ve en önemli risk kredinin geri dönmeme riskidir. Bu risk gerekçe gösterilerek
kredinin teminat bazlı kullandırımı ve ekonomik anlamda güçlü olanları daha
da güçlendirmesi kredi verenin başarısını sağlamakla beraber ortaya ciddi bir
etik problemini çıkartmaktadır. Nitekim Milton Friedman’ın “bir yoksulun diğer
bir
yoksulun
yanında
durması
tembelliğinden
değil
sermaye
bulamamasındandır” demesi de teminat eksenli kredi uygulamasının
toplumsal anlamdaki eksikliğini ortaya koymaktadır.
40
Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor); The
World Bank, Washington D.C., 2001, s.22.
116
Mikrokredinin ana konusu insanların küçük çapta aldıkları borçlarla
kendi işlerini geliştirerek gelirlerini artırmalarıdır. Bu olay; kendi ufak işlerini
kurmuş olan,
ailelerini geçindiren ve aldıkları mikro borçları geri ödeyen
milyonlarca alıcı tarafından ispatlanmıştır ki başarmak için ihtiyaç duyan diğer
şahısların da şansı olabilir. Mikrokredi alıcıları gelmesi ihtimale bağlı bağış ve
yardımların bir sonraki ödemesi için umutsuzca bekleyip yalvaracaklarına şu
an aktif olarak ailelerinin geleceklerini değiştirmektedirler.
Gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğa karşı bir silah olarak mikrokredi;
eğitim, sağlık, insan hakları ve iyi bir hükümet kadar hayati bir önem
taşımaktadır. Fakirliği azaltmaktaki önemini vurgulamak için Birleşmiş
Milletler 2005 yılını Mikro Kredinin Uluslar Arası Yılı ilan etmiştir. Dünya
Bankası fonlarının % 1 ‘inden azı mikro krediye ayrılmasına rağmen
Birleşmiş Milletler Sermaye Kalkınma Fonu yönetici sekreteri Richard
Weingarten ‘’Mikro finans hizmetlerine olan talep başta Afrika olmak üzere
büyük ölçüde karşılanamamaktadır.‘’ diye belirtmiştir.
Mikrokredi gelişmekte olan ülkelerde neden bu kadar iyi şekilde
işlemektedir? Yanıt ise: Gelişmekte olan ülke ekonomileri gelişmiş ülkelerden
tamamiyle farklıdır. Bu ekonomiler, gelişmiş ülke ekonomilerine kıyasla çok
daha küçük olan mikro ölçekler üzerinden işlem görür. Bu fark önemlidir
çünkü yoksul hayat süren tüm insanlar aslen gelişmekte olan ülkelerde ya da
Çin ve Hindistan gibi kısmen gelişmiş ülkelerdeki gelişmemiş bölgelerde
yaşarlar. Bu insanların gelirleri ve giderleri gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin
çok az bir kısmına tekabül eder ve yaşamlarını gelişmiş ülkelerdekilere biraz
benzer bir şekilde oluşturmaya çalışırlar.41
Ülkemizde hayata geçirilecek olan bir mikrokredi uygulamasının
başarılı olabilmesi için müşteriler ve mikro finans kuruluşları (MFK) açısından
belli özelliklere sahip olması gerekir. Müşteriler açısından düşük işlem
41
Phil Smith & Eric Thurman, A Billion Bootstraps; The McGraw-Hill Companies, New York,
2007, s.35-37.
117
maliyeti sağlamalıdır. Şöyle ki mikrokredi müşterileri yoksul/işsiz olmaları ve
oldukça küçük çapta borçlanmaları nedeniyle işlem maliyetlerinden ciddi
ölçüde etkilenirler. Dolayısıyla makul bir faiz oranı dışında herhangi bir işlem
maliyetinin olmaması gerekir. Müşteriler açısından üretim faaliyeti sonucunda
elde edilen ve tüketilmeyen ya da üretime dahil edilmeyen tasarrufların
miktarı ne olursa olsun sisteme dahil edilerek değerlendirilmesi gerekir. Bu
durum kısa
sürede
mikrokredilerin
kaynağının
mikro
mevduatlardan
oluşmasını sağlayacaktır. Nihayet müşteriler açısından diğer önemli bir
konuda mikrokredi alacakları bankaya ve krediye kolay erişmeleridir. Gerek
bankacılık sisteminin coğrafi konuşlanması gerek banka örgütlenmelerinin bu
tarz bir krediye uygun olması ve gerekse prosedür yoğunluğunun engelleyici
bir özellik arzetmemesi bu anlamda önem taşımaktadır.
MFK’lar açısından mikrokredi uygulamasının başarısı şu özelliklerle
yakından ilişkilidir. Böyle bir kredi uygulamasını başlatan kurumun finansal
açıdan sağlam olması bir diğer ifadeyle kaynak yeterliliği, kaynak bulabilme
kapasitesi, karlılık, aktif büyüklük ve risk düzeyi açısından uygun durumda
bulunmalıdır. Bunun dışında özellikle kırsal kesimde örgütlenebilme ve
ekonomik
dalgalanmalar
karşısında
bu
örgütlenmesini
koruyabilmek
konusunda uzun vadeli projeksiyon sahibi olmalıdır. İnsan kaynağı bu tarz
geniş
çaplı
ve
tabana
yaygın
bir
kredi
çalışması
esas
alınarak
yapılandırılmalıdır. Mikrokredi uygulamasında başarıyı hedefleyen MFK’ların
(ticaret bankaları, esnaf kuruluşları, STK’lar, ÖFK vb.) devletle bu konuda
gerekli
dayanışma
ve
altyapı
çalışmalarını
sonuçlandırabilmesi
gerekmektedir.
(7) Başarılı Sosyal Girişimci Olmanın Özellikleri
Daha az başarılı olanlar da dahil olmak üzere genelde çok başarılı
girişimcilerin güvenli ve ısrarcı insanlar oldukları varsayılır. Bu doğru
olmayabilir: Araştırmada en dikkat çeken belgelerde “çok başarılı‘’ ve
‘’ortalama‘’ girişimci kavramları arasında kontrastlar olduğu ve çok başarılı
118
girişimciler sanıldığı gibi güvenli, ısrarcı ve bilinir olmadıklarıdır. Anahtar
farklar onların motivasyonlarından çok daha fazlasıdır. En başarılı girişimciler
onlar için derinden çok anlamlı olan uzun vadeli amaçları gerçekleştirmede
en kararlı olanlardı. Buna göre onlar araştırdıkları imkanlarda, beklenen
engellerde, gözlemlenen sonuçlarda ve planlanan başlıklarda sistematik bir
tutum izlediler. Onlar daha çok kalite ve verimlilikle ilgilidirler ve kendilerini
istihdam ettikleri insanlara ve ilgili oldukları işlerle ve partnerlerine
vermişlerdir. Son olarak, onlar uzun vadeli beklentilere değer verirler.
Motivasyonlarından dolayı, çok başarılı girişimciler çok doğru karar
verenlerdir. Bu basit bir yaklaşım olarak görülebilir fakat es geçilemez.
İstasyonu terk etmiş bir treni niteliği gereği geri döndürmek çok zordur.
Özellikle fonlarınız önceden yetkilendirilmiş işleyen bir plana destek oluyorsa
o treni durdurup ‘’Çalışmıyor‘’ ya da ‘’Varsayımlarımız yanlıştı‘’ demek zeka,
tevazu ve cesaret ister. Bununla beraber, girişimcinin eğilimi belli bir plan ya
da yaklaşımdan çok bir amaca bağlılıktan çıkar.
Stratejileri ya da modelleri problemlere, yeni fırsatlara ve değişen
pazar koşullarına cevap olarak gelişen yeni kurulmuş işler gibi sosyal değişim
organizasyonları genelde bir çok yineleme geçirirler. Eğer bu şekilde olmazsa
bir organizasyonun ulaşacağı noktada önemli bir etki bırakması olası değildir.
Girişimcinin bu işleyen süreçte kendi kendine kararlı olmada istekli olması
(pazara yönelik şeffaflık ve doğal olarak büyüme odağıyla beraber) hayati bir
önem taşımaktadır.
İlgi çekici bir şekilde, kendince kararlı olma eğilimi genç girişimcileri
daha yaşlı ve oturmuş olan benzerlerinden ayırdığı görülen bir özelliktir. Bu;
girişimciler olayın içine zamanla artan bir şekilde içlerine girdikçe ya da
bütünleştikçe daha da azaldığı gözlenen bir süreçtir. Dahası, girişimciler
kendi organizasyonları büyüdükçe pazarla olan ilişkilerini kaybederler. Artan
bir şekilde bilgiler onlara endirekt yönetim kanallarıyla ulaşır ve problemler
daha sonraki evrelerde ortaya çıkarlar. Bu noktada, bu durum treni durdurup
geri döndürmek ekstra düzeyde bir zeka ve kararlılık gerektirir çünkü
119
düzeltme binlerce insanı yeniden eğitmek açısından masraflı ve zaman
harcayan bir çaba gerektirebilir.
Bu Grameen Bank‘ın 1990’ların sonlarında yaşadığı son tecrübelerden
biriydi.
Muhammed
Yunus
yönetim
kanalları
aracılığıyla
bankanın
kredilendirme sistemindeki içsel zayıflığın geri ödemelerde sıkıntılar ve bazı
borçlularda zorluklar yarattığını öğrendi. Bu durum Yunus ve kurmaylarının
problemi anlamada, teşhis etmede, çözüm geliştirmede, bu çözümü
uygulamada ve en nihayetinde 12.000 çalışanını yeniden eğitmesinde birkaç
yılına sebep oldu.
2002’de Yunus resmi olarak bankanın kredilendirme programını ‘’bir
ölçünün
hepsine
uyması‘’ yaklaşımından
çok borçluların
ihtiyaç ve
sorunlarına yönelik olarak daha yanıtlayıcı esnek bir bankacılık sistemiyle
Grameen Bank 2‘yi kurdu.
Grameen Bank 2‘nin ilkinden daha iyi bir performans gösterip
göstermeyeceğini göreceğiz. Fakat bu tür bir girişimsel çabaların bugünün
dünyasında
gücü
elinde
bulunduran
en
büyük
bürokrasilerde
dahi
duyulmamış olması not etmeye değerdir. Nobel ödüllü ekonomist Joseph
Stiglitz buna global ekonomik istikrarsızlığa sebep olan ve gelişen dünyada
bir çok zorluk çeken insan yaratan politikaları defalarca kanıtlanmış olmasına
rağmen hala önceden kararlaştırılmış bir çok politikaya hakim bir kuruluş olan
IMF‘nin başarısızlığını analiz ettiği Globalite ve Yarattığı Kaygılar adlı
kitabında bu girişime yer vermiştir.
‘’Bir çok yetenekli ve yüksek maaşlı hükümet bürokratlarından oluşan
bir organizasyon nasıl olur da bu kadar çok hata yapar?‘’42 diye soruyor
Stiglitz. IMF göze batacak şekilde ve kısmen ideolojisinin güçlü rolünden ve
kurumsal olarak hata yapmayacak bir yapısı olduğuna inandığından kısmen
de hiyerarşik organizasyon yapısının dünya görüşü üzerinde hakim
42
Joseph E. Stiglitz, “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı”, Çev. Arzu Taşçıoğlu&Deniz Vural,
İstanbul, Plan B İletişim, 2002, s.60 vd.
120
olduğunun tüm kuruluşta yaygın olmasından dolayı hatalarından ders almada
oldukça geç kalıyor.
Krediyi kimin kullandığının önemsenmediği sürece başarıda sınır
olmayacağı yönünde bir söyleyiş var. Girişimciler için, krediyi paylaşmaktaki
istek ‘’kritik yolu‘’ başarmaktan geçer çünkü en yalın haliyle ne kadar çok
kredi paylaşırlarsa daha çok insan onlara yardım etmek isteyecektir. Fakat bu
kalite kendince kararlı olma yetisi ve yüksek motivasyondan doğar. Eğer bir
girişimcinin gerçek niyeti sadece bir değişim yapmaksa
kredi paylaşımı
doğal olarak kendiliğinden oluşacaktır. Bununla beraber, eğer gerçek niyet
olmuş olan bir değişimi tanımlamaksa o zaman kredi paylaşımı ters tepebilir.
Sosyal girişimciler mevcut organizasyonları yeniden yöneterek değişim
gerçekleştirebilirler. Bununla beraber halk sosyal girişimciler için çoğu zaman
yeni düşünceleri test etmek ve pazarlamak açısından en geniş alandır. Emin
olmak için iş sektöründe epey bir serbestik vardır. Fakat iş sektörü çok kısa
zamanda görece kâr etmen mümkün olduğu pazarlama ürünleri ve hizmetleri
ile sınırlıdır. Toplum için büyük değerler yaratan bir çok organizasyon kâr
etmezler ve yatırımcıların beklemek isteyeceklerinden daha fazla zaman
gerektirirler.
Teşvik edici yapıları ve kurumsal sınırları caydırıcı bir biçimde aktif
olsa
da
sosyal
girişimciler
sık sık hükümetlerde
ve
akademilerde
bulunabilirler. İki yıldan dört yıla uzanan seçim dönemleri ve devam etmekte
olan yayınlanmış talepler bir çok on yıllık gelecek dönemle beraber aktivite
odaklı bireyler için hoş karşılanmayan engellerdir.
Bu, sosyal yeniliklerde üniversite ve hükümetlerin kritik roller
oynamadıkları anlamına gelmemelidir. Eğer dünyadaki üniversiteler ve
hükümetler
tarafından
finanse
edilmeyip,
üzerinde
çalışılmayıp,
tanıtılmasaydı mikrokredi alanı bu kadar çabuk bir şekilde genişleyemezdi.
Bununla beraber, düşüncelerini üniversitelerde öğretirler iken başlatan sosyal
girişimciler (örneğin Muhammed Yunus ve Jeroo Billimoria) genelde
121
organizasyonlarını kurmak için akademiden çıkarlar. Bunu yaparken de sık
sık makul düzeyde finansal ve profesyonel riski göz önüne alırlar. Bununla
kazandıkları ise hareket etme özgürlüğü ve alanlarında bulunan doğruluğun
ötesini görebilecek mesafedir. Bu kritiktir çünkü bütün yenilikler geçmişten
ayrı olabilme kapasitesini gerektirir.
Kurulmuş yapılardan bağımsızlık sosyal girişimcileri sadece hakim
olan varsayımlardan kurtulmalarını sağlamaz fakat aynı zamanda onlara
kaynakları yeni yollarla birleştirecek genişliği de sağlar. Elbette ki bir sosyal
girişimcinin en öncelikli görevlerinden bir tanesi de bir sosyal simyacı gibi
hizmet etmektir: yeni sosyal bütünlükler yaratmak; insanların fikirlerini,
tecrübelerini, vasıflarını ve kaynaklarını toplumun doğal olarak sadece
üretmek için sıraya konmadığı bir düzenle bir araya toplamaktır. İnsanlar tipik
olarak kârlılık, iş, kültür ve yakınlıklara kendi kendilerine ilgi duyarlar.
Üniversiteler fakültelere, hükümetler bakanlıklara, ekonomik ve sosyal
aktiviteler de sanayilere ya da alanlara bölünmüştür. Sosyal girişimciler bu tür
bir
düzene
dünyayla
bütünleşme
ihtiyacı
içinde
yaklaşırlar.
Jeroo
Billimoria‘nın dediği üzere hastaneler ve polis işbirliği yapmayacaklarsa
sokak çocukları için bir acil telefon hattı kurmanın bir anlamı yoktur.
Sosyal girişimciler bütün sorunlarla yüzleşerekten ve isteyerekten
disiplin sınırlarını aşarak, hep beraber kalite olarak yeni işleyebilir çözümleri
oluşturabilecek çeşitli tecrübe ve uzmanlık alanlarıyla değişik evrelerden
insanları bir araya toplarlar.
Örneğin Ashoka, sosyal takiplerle ilgili iyi anlaşılır bir iş konseptine
başvurarak başladı. Çocuk hattı sokak çocuklarını, vatandaşları, iş sektörünü
ve hükümeti bir araya getirdi. Sonuç sokaklara yönelik etkili marka olarak
kabul görmüş geniş kapsamlı bir network.
Sosyal
girişimcilerin
yaratıcı
birleştirmeleri
modern
endüstriyel
toplumlardaki aşırı bölünmeye ve özelleşmeye karşı sezgisel bir yanıt olabilir.
Renascer, Çocuk Hattı Ve Üniversite zirvelerinin her biri insanların toplu
122
ihtiyaçları olduğunu ve bu sorunların insanlar beraber çalışmadıkları sürece
çözülemeyeceğini göstermiştir. Bu durum belki de sosyal girişimcilerin neden
iletişimsiz kalmak yerine görevlere entegre olduklarını göstermektedir.
Bir çok sosyal girişimci düşüncelerini ilerletmek, insanları küçük
gruplar halinde ya da tek tek ikna etmek için çok uzun yıllarını harcarlar ve
genellikle de bunları anlamak ya da etkisini ölçmek aşırı derecede zordur.
Genelde yıllar boyunca görece meçhul bir durumda çalıştıktan sonra
anlaşılabilir bir hal alırlar.
Ekonomist Joseph A. Schumpeter gözlemlerine göre girişimciler kâr
amaçlı değil fakat özel bir hanedan kurmak, rekabetçi bir savaşta kazanmak
ve yaratmanın zevkini yaşamak amacıyla motive olmuşlardır. Eğer öyleyse
sosyal girişimcileri iş sektöründeki girişimcilerden ayıran nedir?
Bu soruyla beraber sosyal girişimciliğin temeline iniyoruz: etik.
Motivasyonlarının etik kalitesini göz önüne almadan sosyal girişimcilik
hakkında konuşmak anlamsızdır: Neden? ise en nihayetinde iş sektörü ya da
sosyal girişimciler eninde sonunda aynı kişidirler. Sorunları aynı şekilde
düşünürler. Aynı tür soruları sorarlar. Aradaki fark mizaçlarında ya d
yeteneklerinde değildir fakat vizyonlarının doğasındadır.
Özetle, sosyal girişimciler yaşamlarında bazı zamanlar halledilmesi
onlara bağlı olan bazı sorunları çözmek için kendilerini bu soruna odaklarlar.
Genelde, bir şey uzun bir zamandır planlanıyor olur ve belli bir anda (bir
olayın da tetiklemesiyle) kişisel hazırlık, sosyal ihtiyaç, ve tarihi fırsat bunları
birleştirir ve kişi de kesin aktiviteyi alır. Decision (karar) kelimesi ‘’kesmek‘’
anlamına gelen Latince decidere kelimesinden gelmektedir. Bu noktadan
hareketle, sosyal girişimcilerin kendileri için olan diğer opsiyonları kesip atıyor
gibi görünüyor. Zamanla kendi düşünceleri onlar için başka her şeyden daha
önemli bir hale geliyor. Kiminle evlenecekleri, nerede yaşayacakları, hangi
kitapları alacakları vs. onların düşünce prizmalarından geçmektedir. Her ne
kadar insanların neden sosyal girişimci oldukları açıklanabiliyorsa da, onları
123
teşhis
etmek
de
mümkündür
ve
toplumlar
bu
kişilere,
onları
cesaretlendirerek, neye ihtiyaçları oldukları konusunda yardımcı olarak
destek olurlar.43
(8) Mikrokredilendirmede Hedef Kitle
Tipik mikrofinans müşterileri, resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı
bulunmayan düşük gelirli kişilerdir. Mikrofinans müşterileri, normalde,
genellikle kendi evinde çalışan serbest meslek sahibi girişimcilerdir. Kırsal
alan ve bölgelerde, genellikle küçük çiftçiler ve gıda işleme ve küçük esnaflık
gibi düşük gelir getiren faaliyetlerle iştigal eden kişilerdir. Kentsel alan ve
bölgelerde ise, mikrofinans faaliyetleri daha çeşitlidir ve dükkan sahipleri,
hizmet sağlayıcılar, zanaatçılar, seyyar satıcılar, vb. gibi grupları kapsar.
Mikrofinans müşterileri, yoksullar ya da yoksul olmayan ve oldukça istikrarlı
bir gelir kaynağı bulunan, fakat korunmasız olan kişilerdir.
Pek çok sebeple, geleneksel resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı
ile gelir düzeyi arasında ters orantı vardır: Yoksulların finans kuruluşlarına
erişim olanağı düşüktür. Öte yandan, yoksullar için gayri resmi finansal
düzenlemeler o kadar pahalı veya külfetli olacaktır. Ayrıca, gayri resmi
finansal
düzenlemeler
belirli
finans
hizmeti
gereksinimlerine
uygun
olmayabilir ya da yoksulları bir şekilde dışlayabilir. Bu dışlanmış ve yeterince
hizmet alamayan pazar kesiminden bireyler de mikrofinans müşterileri olurlar.
Mikrofinansın
kapsamına
giren
hizmet
tipleri
kavramını
genişlettiğimizde, mikrofinans müşterilerinin yarattığı olası pazar da genişler
ve büyür. Örneğin, mikrokredinin pazar alanı ve kapsamı, çeşitli farklı tiplerde
tasarruf ürünleri, ödeme ve havale hizmetleri ve çeşitli sigorta ürünlerini
içeren daha zengin ve çeşitli bir finans hizmetleri dizisine göre çok daha
sınırlı olabilir.
43
David Bornstein, How to Change the World (Social Entrepreneurs and the Power of New
Ideas), Oxford University Press, New York, 2004, s.233-241
124
Örneğin, çok yoksul çiftçilerin çoğu ödünç almak istemeyebilirler ve
bunun yerine, kendi günlük yaşam ve geçim gereksinimleri için harcadıkları
birkaç aylık bir süre içinde, tarımsal mahsullerini ve bu mahsullerin getirilerini
korumak ve muhafaza etmek için daha emin bir yer tercih ederler.
İstihdamda
özel
ilgi
gerektiren
kesimleri
kadınların
istihdamı,
çocukların istihdamı, özürlülerin istihdamı ve gençlerin istihdamı olarak dört
alt başlık altında inceleyebiliriz.
i. Kadın İstihdamı
Piyasa ekonomilerinde yapılan işlerin değerlendirilebilmesi için ücret
ya da kar karşılığı yapılması gerekmektedir. Ücret veya kar karşılığı
yapılmayan işler milli gelir hesaplamalarında dikkate alınmamakta, bu işlerde
çalışan işgücü de faal işgücü içerisinde sayılmamaktadır. Gelişmekte olan
ülkelerde
kadınlar
işgücü
piyasasına
sınırlı
olarak
katılma
imkanı
bulabilmekte ve kadınların çalışma imkanı buldukları alanlar da genellikle
işgücü piyasası dışında kalan üç alanda kendini ortaya koymaktadır. Bunlar;
a. Geçimlik üretim: kadınlar tarafından ailenin tüketimine yönelik olarak
öncelikle tarım sektöründe yapılan ve pazardan alınacak malları ikame eden
bahçe sebzeciliğiyle, bahçe tarımını ve elde edilen gıda üretimini kapsar.
b. Ev içi üretimi ve bağlantılı işler: Ev içi üretimin sınırlarını geçimlik
üretimin sınırlarından ayırmak her zaman kolay değildir. Burada piyasadan
alınabilecek bazı mal ve hizmetler hane içinde kadın tarafından üretilir veya
yerine getirilir. Örneğin giysilerin dikilmesi, örülmesi, çeşitli gıdaların
hazırlanması, konserve, geleneksel tıbbi bakım ve diğer ev işleri vb.
c. Gönüllü çalışma: toplum adına devletin yerine getirmesi gereken
bazı sosyal hizmetlerin gönüllü örgütler tarafından düşük maliyetlerle
gerçekleştirilmesini sağlar”44.
44
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,27
125
Bu çalışma türleri toplum tarafından yeterli görülmediği için kadın
çalışmasının görünmezliği söz konusu olabilmektedir. Birçok ülkeyi kapsayan
çalışma ve araştırmalar bize kadınlar tarafından yapılan ve kayıt dışı kalan
bu tür işlerin o ülkelerin GSYIH’larının yaklaşık olarak 1/3 ile 1/2’si arasında
bir oranda gerçekleştiği görülmektedir. Kadın emeğinin bu şekilde kayıt dışı
kalmasındaki en büyük bakış açısı cinsiyete dayalı bir değerlendirmenin
yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısına göre kadın
“…öncelikle ev içindeki işleri yapmakta ve çocuk doğurup onlara bakmakla
yükümlüdür.
Kadının
işgücü
piyasasına
katılması
ve
ücretli
olarak
çalışmasının genel toplumsal onay gördüğü koşullarda bile bu, asli ev
kadınlığı ve annelik görevlerini ihmal edilmeden yapılmalıdır. Ev kadınlığı ve
annelik kapsamında harcanan ev içi emek ekonomik bir kategori olarak
görülmemektedir”45.
Türkiye’de kadınların istihdama katılma oranı kırsal bölgelerde ve
kentlerde farklılık göstermektedir. Kırsal bölgelerde bu oran % 47.6 iken,
kentsel yerlerde bu oran % 15.8’dir. kentsel yerlerde kadın istihdamının
düşük olmasının değişik nedenleri vardır. Bunlar arasında “…kırdan kente
göç olgusu, okullaşma oranındaki iyileştirilmeler ve ümidi kırılmış işsizlerin
yüksekliği bulunmaktadır. Kırsal alanda tarımsal üretimde yer alan kadın,
göçle birlikte kentte istihdam dışı kalarak iktisaden faal nüfusun dışına
çıkmaktadır. Bu bağlamda kentlere göç eden kadınların büyük çoğunluğu ev
kadını haline gelirken diğerleri ya enformel sektörde çalışmakta ya da
işsizlere katılmaktadır”46.
İstihdamın cinsiyet açısından sektörel dağılımına baktığımız zaman
kadınların büyük çoğunluğunun tarımda ücretsiz aile işçisi olarak istihdam
edildiğini görmekteyiz. İmalat sanayinde özellikle tekstil sektöründe kadın
işgücüne olan talep son yıllarda artma eğilimine girmiştir. Ancak meydana
gelen bu talep artması enformel sektörden karşılandığı için sosyal güvenlik
45
46
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,27
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28
126
haklarından yararlanamayan bir çalışan grubu ortaya çıkmıştır. Enformel
sektördeki işgücünün genel yapısına baktığımız zaman bu sektörde bulunan
işgücünün istihdama hazır konumda bulunan işgücünün en zayıf kısmını
oluşturduklarını ve çalışma koşullarının kötü olduğu piyasalarda çalışmayı
kabul etmelerinin de bu nedenden dolayı bir anlamda zorunlu olduğunu
görüyoruz. Zaten bu kesimde yer alan işgücünün sahip olduğu kabiliyet ve
donanımları çalışma imkanları iyi olan başka piyasalarda çalışmalarına imkan
vermemektedir. Çok kötü şartların hakim olduğu piyasalarda çalışmak
zorunda kalan kesimler genelde göçmenler, etnik azınlıklar, kadınlar, gençler
ve çocuklardır. “..Bu gruplar zaten toplum içinde ayrımcılığa uğradıklarından
küçük atölyelerde ve evlerde fason üretim, yarı zamanlı ya da geçici işlerde
çalışmaya en uygun kesimlerdir”47.
Kadınların yarı zamanlı ve esnek saatli işleri kolayca kabul etmeleri,
çalıştıkları işte süreklilik taleplerinin fazla olmaması, geçici olarak işten
ayrılmayı daha kolay kabul etmeleri vb. nedenler kadın işgücünün enformel
sektörde daha kolay kabul edilmesine imkan vermektedir.
“İhracata
dayalı
büyüme
üzerinde
temellenen
yapısal
uyum
politikasının tüm elemanları kadın istihdamını da etkilemektedir. Bunlar,
düşük ücretler, işgücü piyasasında kuralsızlaştırma, enformel üretim
ilişkilerinin varlığını sürdürmesi, kamu kesimi harcamalarının kısılması ve
özelleştirme yoluyla işten çıkarmalardır”48.
Türkiye’de özellikle tekstil sektöründe dünya piyasasında rekabet
edebilmenin temel faktörlerinden birisi ucuz işgücü olarak görülmekte ve bu
da enformel üretim ilişkisini giderek arttırmaktadır. 1988-1993 yılları arasında
kentlerde çalışan kadınların % 56’sının sosyal güvenlik kapsamı dışında
kalması, kadın işgücünün ağırlıklı olarak enformel sektörde istihdam
47
48
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,28
127
edildiğinin bir göstergesidir. Sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan alanlarda
çalışan erkeklerin oranı ise % 29’dur49.
Hizmet sektöründe kadınlar genellikle eğitim ve sağlık alanlarında
daha çok yoğunlaşmaktadırlar. Buradan hareketle kadın istihdamının gelişme
yönünün hizmetler sektörü olduğunu söylemek mümkündür. Sanayileşme
kadınları daha yoğun bir şekilde işgücü piyasasına çekmiş ancak işgücü
piyasasında kadınların ikincil konumlarını değiştirmemiştir. Bu durumun
sebebi başlangıçta eğitim durumu olmasına rağmen, kadınların eğitim
durumlarının erkeklerle başa baş bir konuma gelmesine rağmen ikincilik
durumu değişmemiştir. Toplumsal olarak cinsiyetin işgücü piyasalarına
yansımaları şu şekilde özetlemek mümkündür;
-Piyasadaki işlerin hala kadın işi erkek işi olarak değerlendirilmesi
anlayışı devam etmektedir.
-İşyerindeki birçok yönetim ve denetimle ilgili konularda kadınlara daha
az yer verilmeye devam edilmektedir.
-Kadın erkek arasında ücret farklılaşması varlığını sürdürmektedir.
-Kadınların çalışarak elde ettikleri gelirle genellikle aile bütçesine
katkıda bulundukları düşünüldüğünden kadınlar arasında daha çok evde
çalışma şeklinde çalışma yaygınlaşmaktadır50.
Eğitim kadın
istihdamını
istihdamını
artırmaktadır.
Fakat
olumlu
işgücü
yönde etkilemekte
piyasasının
ve
kadın
düzenlenmesinde
toplumsal değerlerin etkenliği devam etmektedir. Bu nedenlerden dolayıdır ki
bir taraftan istihdam politikalarıyla kadının eğitilmesi ve bir taraftan da
cinsiyete dayalı istihdamı önleyecek tedbirler almakta yarar bulunmaktadır51.
49
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29
51
DPT, Kalkınma Planı Sekizinci…,29
50
128
ii. Gençlerin İstihdamı
İşsizliğin ekonomik sonucu ücret ve gelir kaybı olarak ortaya çıkmakta,
sosyal sonucu ise toplum içinde kişinin kendini tanımlayamaması ve sosyal
huzursuzluklardır. Gençlerin maruz kalacakları işsizlik sonrası yansımalar
gerek aile içerisinde ve gerekse de toplumsal bazı mekanizmalarla kısmen
de olsa belli bir noktaya kadar engellenebilse de onları topluma
kazandıramamak sosyal huzursuzluklara yol açmaktadır. Bu ve benzeri
nedenlerden dolayı genç nüfusun istihdamı konusu büyük önem arz
etmektedir.
Gençlerin istihdamı konusu, günümüzde hemen hemen bütün
ülkelerde önemli bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Türkiye’de ise
genç nüfusun genel nüfus içerisindeki payının yüksek olması nedeniyle daha
da büyük bir öneme sahiptir. Ülkemizde, rakamsal olarak baktığımız zaman
gençlerin işsizlikleriyle ilgili şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır;
Tablo 11: Ülkemizde Genç İşsizlik
15-19 YAŞ
20-24 YAŞ
NÜFUS
7.064.000
4.668.000
İŞGÜCÜ
2.730.000
2.628.000
38.6
56.3
2.390.000
2.185.000
EKSİK İSTİHDAM
258.000 (% 9.5)
273.000 (% 16.9)
İŞSİZ
339.000 (%12.4)
443.000 (% 10.4)
İKO (%)
İSTİHDAM EDİLENLER
KAYNAK: TUİK
Türkiye’de 15-24 yaş arasında bulunan nüfus 11.732.000 kişi olup bu
rakamın toplam nüfusa oranı % 18.0’dır. 15-24 yaşları arasındaki nüfusun
5.358.000 kişilik bir kısmı işgücüne dahildir. Bunlardan 4.575.000 kişi
istihdam kapsamındadır. Bu yaş grubunda işsizlik % 14.6 ve eksik istihdam
ise % 9.9 gibi yüksek bir orandadır.
129
Genç nüfusun istihdam edilememesinin en başta gelen sebebi yeterli
istihdam alanlarının hazırlanamamasıdır. Genç nüfusun işsiz kalmasındaki
bir diğer neden de iş ararken başlangıçtaki hedeflerin yüksek olmasıdır. Bu
grupta da işsizlikten en çok etkilenenler eğitimsiz ve niteliksiz gençlerimizdir.
Gençlerin istihdam oranlarını yükseltebilmenin en önemli koşullarından birisi
gençlerimizin eğitim durumlarını yükseltmektir. Bu amaçla ortaöğretimin
mesleki eğitime yönelik olarak gençlerimize gerekli bilgi ve vasıfları
kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. İş ve meslek
danışma bürolarının kurularak yaygınlaştırılması da gençlerimizin iş arama
ve bulmalarına olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Bütün bunlara ek olarak
genç girişimciliğin de çeşitli teşviklerle desteklenmesi de ayrıca büyük önem
taşımaktadır.
Değişik ülkelerde yapılan araştırmalar gençlerin yetişkinlere göre daha
çok işsiz kaldıklarını, kızların da erkeklere göre daha fazla işsiz kaldıklarını
göstermektedir52. Gençlerin eğitimlerini yeni tamamlamış olmaları, işgücü
piyasasına iş aramak maksadıyla yeni giriyor olmaları vb. nedenlerden dolayı
işsizlik oranları daha yüksektir.
iii. Özürlülerin İstihdamı
Gelişmişliğin ölçülmesinde kullanılan kriterlerden biriside o ülkede
yaşayan özürlü insanlara sağlanan imkanların durumudur. Çalışma hayatının
her alanında özürlülere yönelik istihdam imkanları ve kolaylıkların sağlanması
öncelikle istenilen konuların başında gelmektedir. Bu açıdan bakınca
Türkiye’de Özürlüler İdaresi Başkanlığının kurulması olumlu bir gelişme
olmuştur.
Özürlü insanların çalışma ilişkileri açısından hayatlarını çalışma
hayatına başlamadan önceki hayatları ve çalışma hayatındaki hayatları
52
DPT (1987), 32
130
olarak iki kısımda değerlendirmek mümkündür. Bu insanların çalışma
hayatına başlamadan önce çalışma hayatının gerektirdiği donanım ve
bilgilerle donatılmaları gerekmektedir. Ayrıca çalışma hayatına başladıktan
sonra da onların rahatça işlerini yapmalarına imkan verecek şekilde gerekli
ekipmanları ve düzenlemeleri yapma zorunluluğu vardır.
Türkiye’de özürlülerin çalışma hayatına yeterince katılabilmeleri ya da
bir başka ifade ile istihdama katılmalarını temin etmek maksadıyla kontenjan
uygulamasına
gidilmiş
olmasına
rağmen
istenen
başarı
henüz
yakalanamamıştır. Bu amaca ulaşabilmek için “…Önce istihdam edilebilirliği,
daha sonra bir yandan iş olanakları yaratmak, diğer yandan da onların
çalışma
ortamlarını
kolaylaştıracak
işyeri
düzenlemelerini
yapmak
gerekmektedir”53. Kamu kesiminde yaklaşık olarak özürlü istihdamında %
75’ler seviyesinde istihdam boşluğu vardır. Bu oranın bu kadar yüksek
olmasının temel nedeni özürlülerin gerekli eğitim imkanlarından yeterince
yararlanamamalarıdır.
1987 tarih ve 19402 sayılı “Sakatların İstihdamı Hakkında Tüzük”ün ek
bölümünde özürlülerin yapabilecekleri işler belirtilmiştir. Özürlülerin belli
işlerde çalışmaları, kendi işlerini kurmaları, evlerinde çalışmaları ve iş
kooperatifleri kurmalarına yönelik destekleyici politikalara her zamankinden
daha çok ihtiyaç vardır. Zaten özürlülere meslek ve beceri kazandırma
merkezleri açmak 572 sayılı yönetmelikle belediyelerin görevleri arasında
sayılmıştır54.
Özürlülerin daha yoğun ve daha aktif bir şekilde istihdam edilen işgücü
arasına katılabilmeleri için daha bağlayıcı ve pratiğe yönelik zorlayıcı
hükümler içeren yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Ayrıca çıraklık ve mesleki
eğitim kanununda özürlülere yönelik düzenlemelere yer verilerek özürlü
53
54
DPT (1987), 33
DPT (1987), 33
131
insanların çalışma hayatına hazırlanarak daha fazla ve aktif bir şekilde
katılmalarına imkan verilmelidir55.
(9) Mikrokredi ve Yoksulluğun Azaltılması
Yoksul kesimi finansal hizmetlerine dahil etme imkanları olmasına
rağmen resmi finans kuruluşları yoksul kesimi kasten kurumsal finansın
dışında tutmuştur. Resmi bankacılar yoksul kesimi kredilendirme de riskli
olarak görürlerken yoksul kesimde bankaları genelde sosyal olarak üstün
tabakada olanlara hizmet için var olan güvenilmez kurumlar olarak görürler.
Bazı idraklar yoksul kesimin resmi bankalarla iş yapmasını sınırlayan bazı
yasakları oluştururlar.
Kırsal Finansal Yapı ve Grameen Bank 2004’te mikrofinans ödemeleri
Özel bir organizasyon olan GB toplam ödemelerin % 29’unu oluşturmaktadır.
Resmi
finans
kuruluşları
derece
derece
sanayilerdeki
aktivitelerini
azaltmaktadırlar. Ulusal ticari bankalar, özel ticari bankalar ve diğer özel
bankaların birleşik payları 2003’teki % 15.8’den 2004’te % 16.5 ‘e
yükselmiştir. Yönetimsel makamlar/şubeler, özel kurumlar ve ulusal ticari
bankalar 2004’te pazar paylarındaki marjinal oranları kaybettiler.
Gelişmekte olan ülkeler kârsız olduğunu düşündüklerinden mikro
finansı doğru bir opsiyon olarak görmemektedirler. Bu ülkelerdeki finansal
kuruluşlar tipik olarak üç konuda kaygılanmaktadırlar: çok riskli olması, çok
pahalı olması ve sosyo ekonomik ve kültürel engellerin olması. Bununla
beraber, bir yandan mikro finans müşterisi giderek artmakta diğer yandan
resmi finans kuruluşları finansal hizmetler sunmada giderek başarı elde
etmektedirler. Bu iki unsur potansiyel mikro finans kuruluşlarını harekete
geçmeye zorlamaktadır. Bu kuruluşların banka statüsünde olmayan ve NGO
(Non-Governmental
Organizations
-
Yani
STK’lar)
statüsündeki
organizasyonlara kıyasla mikro kredilendirilmesinde çeşitli avantajları vardır.
55
Mehmet Gök, İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara, Eylül, 2004
132
Bir çoğunun, şubelerinin geniş network’ü, iyi kurulmuş içsel kontrol yapıları,
bir çok işlemi takip edecek yönetimsel ve muhasebecilik sistemleri ve son
olarak kendi fon kaynaklarına sahiptirler, hükümet dışı organizasyonların
yaptıkları gibi seyrek ve geçici bağışçı kaynaklarına bağlı olmadan sahip
oldukları kendi fon kaynakları açısından gerekli fiziksel altyapıya sahiptirler.56
Bu nedenle ülkemizde resmi finansal kuruluşların en önemlileri
ve
başarılılarını temsil eden çok şubeli ticari bankalar açısından mikrokredi
çalışması hem uygulanabilir hem de kârlıdır.
i. Mikrokredi Zirvesi ve Yoksullara Yardım Deklarasyonu
Kongrede amaç, 2005 yılına kadar, dünyanın en yoksul 100 milyon
ailesine ve özellikle bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmaları ve işe
yönelik diğer faaliyetleri gerçekleştirebilmeleri için kredi sağlayacak global bir
hareketi başlatmaktır.
Mikrokredi zirvesi yoksulluğu sona erdirmek için gerçekleştirilen büyük
çabaların yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Başarılı olmak için yoksulluğu
sona erdirme yönündeki tüm hareketlerin geniş bir strateji yelpazesi içinde
uygulanması gereklidir. Dünyanın en yoksul 100 milyon ailesine ve özellikle
bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmaları ve tasarruf kabiliyetlerini
artırmaları için kredi sağlamanın da aralarında olduğu mikrokredi hizmeti
sağlayabilecek kurumların oluşturulması bu stratejilerden sadece birisidir.
Tecrübeler yoksul kişilerin, özellikle kadınların, genellikle yoksulluğu
azaltma programlarının dışında tutulduklarını göstermektedir. Finansal
hizmetlere kadınların erişebilmeleri, kadınların tasarruf etmeye yatkın
olmaları, yaratıcı girişimciler olmaları ve kazançlarını doğrudan aile
ihtiyaçlarının karşılanmasına tahsis etmeleri gerçeklerine rağmen, cinsler
arasındaki ayrımcılık nedeniyle büyük zorluklarla karşılaşmaktadır.
56
Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007,
s.62.
133
Mikrokredi Zirvesi Organizasyon Komitesi, Yoksullara Yardım İçin
Danışma Grubu (Consultative Group to Assist the Poorest-CGAP)’nun
Politika Danışma Grubu (Policy Advisory Group-PAG) tarafından saptanan
“yoksul” ve “en yoksul” tanımlamalarını benimsemiştir. PAG, Yoksulları her
bir ülke tarafından saptanan yoksulluk sınırının altında yaşayan kişiler ve en
yoksul grubu ise yoksullar grubunun en alt kesimini oluşturan % 20’lik kesim
olarak nitelemektedir.
Gelişmekte Olan Ülkelerde Zirve’nin ortaya koyduğu hedefe varmak
için odaklandığımız nokta yukarıda tanımlanan en yoksul nüfus kesimine
ulaşmaktır. Sanayileşmiş Ülkelerde ise ilk kredilerini aldıkları zaman ilgili
ülkenin kendisi tarafından saptanan yoksulluk sınırının altında yaşayan
ailelere öncelikle hizmet sunan programlara odaklanmak zorundayız.
Zirve, hükümet ve hükümetler dışı örgütlerin insanlık ailesinin karşı
karşıya kaldığı bir çok önemli konuyu ele almak için bir araya geldikleri son
on yılda yapılan global düzeydeki zirve ve konferanslardan ilham almaktadır.
Mikrokredi Zirvesi, Yeryüzü Zirvesi (Earth Summit), Çocuklar İçin Dünya
Zirvesi (The World Summit for Children), Kahire Nüfus Konferansı (The Cairo
Conference on Population), Kopenhag Sosyal Zirvesi (The Social Summit in
Kopenhagen) ve Pekin Kadın Konferansı (The Women’s Conference in
Beijing)’nın dokümanlarında ifade edildiği gibi adil ve sürdürülebilir bir dünya
düşüncesini benimsemektedir.
Sorumluluğu, özgüveni ve mali açıdan kendine yeterliliği artıran ve
toplumların kendi problemlerini çözme yetenekleri olduğunu gösteren
metodolojileri kullandığından mikrokredi sürdürülebilir sosyal ve iktisadi
ilerleme için önemli bir araçtır ve son on yılda düzenlenen global düzeydeki
toplantılarda üzerinde uzlaşmaya varılan amaçların bir çoğuna ulaşılmasında
temel bir stratejidir.
134
Mikrokredi Zirvesi’nin ve bu hareketin amacı yoksulluğun ortadan
kaldırılması ve sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için çalışması gerektiğidir.
Yüz milyon aileye ve özellikle bu ailelerdeki kadınlara kendi işlerini kurmak ve
diğer işler için kredi sağlayarak ulaşmaya kendini adayanları yoksulluğu sona
erdirmek için yürütülen çalışmalarda bu önemli adım etrafında birleşmeye
davet etmektir.57
ii. Mikrokredi Programlarının Sosyo-Ekonomik Etkileri
Yoksul
kesim
mikrokredi
programlarına
iştirakleri
serbest
mesleklerindeki gelirlerinin artacağına ve destek olacağı beklentisindendir.
Bu programa iştirak aslen tüketim açısından yoksulluğun azalmasına etki
eder ve destek temelli istihdam direkt olarak ölçülebilir. Programa iştirakın
faydaları hamilelikten korunma, doğurganlık ve çocukların eğitimlerindeki
sosyoekonomik hasılalardaki değişiklikler ölçerek
aynı zamanda endirekt
olarak da ölçülebilir. Bu değişimler kısmen gelir ve istihdamın yarattığı
sonuçlar ve kısmen de programın kredisiz hizmetlerinin sonucu olarak ortaya
çıkan tutum ve davranışlardaki değişikliklerden meydana gelir.
Program iştirakçileri arasında meydana gelen gelir ve istihdam
değişiklikleri yerel köy ekonomisini etkileyebilir. Eğer ekonomik değişiklikler
mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep olmuyorsa programın tamamen
pozitif bir katkısı olduğu söylenebilir. Eğer program iştirakçileri köydeki
mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep oluyorsa programın köy etkisine
katkısının sıfır hatta negatif olduğu bile söylenebilir. Programın komple
etkisini tamamen gösteren iki önemli faktör; mikrokredi programları tarafından
finanse
edilen
aktivitelerin
büyüme
potansiyeli
ve
artırılan
kredinin
mevcudiyeti ile çözümlenen kredinin pazar eksikliklerinin boyutudur.
Bu makale mikrokredi programlarının iştirakçiler üzerindeki sonuçlarını
tüketim, beslenme, istihdam, net değer, eğitim, hamilelikten korunma ve
57
The Microcredit Summit, Declaration of Support, February 2.4.1997
135
doğurganlık konuları açısından ele almaktadır. Bu sonuçlar kredinin ve
programa iştirak sürecinin etkisini yansıtan mikrokredi programlarından
alınan miktarların kümülatif etkileri açısından değerlendirilmektedir. Yerel
ekonomiye olduğu kadar erkek ve kadın kredi kullanıcıları üzerindeki etkileri
de ele almaktadır.
İştirakçi
olmayan
ev
düzeyindeki
halkı
ve
gerektirmektedir. Bu da,
etkiyi
köyün
değerlendirmek
karakteristik
gözlemleme
özelliklerini
imkanı
belirlenmesini
programların kredi etkilerini bireysel iştirak
düzeyindeki varyasyonlarına bağlı olarak değerlendirmek için programın
belirli bir köyü cezbetmesi açısından köy düzeyindeki özelliklerdeki
farklılıkların kontrol edilmesi gerekliliğidir. Programın köy düzeyindeki
ortalama gelir, istihdam ve yoksulluk üzerindeki etkisi Programın etkisinin köy
düzeyindeki farklı etkilerini köyün gözlemlenebilir özelliklerini kontrol
ederekten köy düzeyinde gerilemeyi uyarlayarak tahmin edilebilir.
(10)
Mikrokredi’nin
Kalkınma
Ekonomisi
Açısından
Değerlendirilmesi
Mikrokredi uygulaması en küçük iktisadi aktör olan bireylerin kişisel
bilgi ve yeteneklerini doğrudan üretime sevkedip bireysel bazda birer işletme
haline gelmelerini ve birer üretim birimi olmalarını esas aldığından sonuçları
ve hedefleri itibarıyla kalkınmayı yakından ilgilendirmektedir. Nitekim
toplumsal kalkınmaya ilişkin iktisat teorilerinde mikrokredi ile kalkınmanın
temel dayanaklarına ilişkin unsurlar sözkonusudur. Özellikle toplumsal
refahın tabana yayılması ve eşitlikçi kalkınma sağlanabilmesine ilişkin
anlayışlar mikrokredi felsefesiyle dolaylı olarak ilişkilidir.
Ortodoks iktisat teorileri kalkınma ve yatırım stratejilerine göre Dengeli
Kalkınma (Rodan, Nurkse, Lewis) ve Dengesiz Kalkınma (Hirschman,
Kalkınma Kutupları Modelleri) olarak sınıflandırılırlar. Bu anlamda mikrokredi
hem ekonomideki arz cephesini hem de talep cephesini stimule edecek
136
(uyaracak) nitelikte olduğundan hem dengeli hem de dengesiz kalkınma
teoriler. Özellikle ekonomi ile ilgili tartışmalarda çok sık gündeme gelen özel
kâr ile sosyal kârlılık arasındaki farkın ortadan kalkması açısından mikrokredi
uygulaması büyük önem taşımaktadır. Özel kâr beklentisi içinde olanlar
tarafından istismar edilen yoksul/işsiz kesimin geniş çaplı olarak üretim
faaliyetine
sokulması
ve
sosyal
kâr
imkanından
yararlanmalarının
sağlanması gerekmektedir. Bu ise piyasa mekanizması içinde ve ticari
bankalarca verilecek mikrokredilerle sağlanabilecektir.
Elbette ki bu belli
ölçüde planlamaya dayalı olacaktır.
Dengesiz kalkınma teorisyenlerine göre belli şartlar içinde dengesizlik,
ilerlemeyi bozmaktan çok canlandırır, teşvik eder ve sektörlerde sıçramalara
yol açarak ekonomiyi dinamik bir sürecin içine sokar. Onlara göre şartların
oluşması durumunda dengesizlik, hızlı kalkınmanın bir engeli değil, bir
gerekliliğidir. Aksine denge üzerine fazla ısrar etme, durgunluk yaratarak dar
boğazlara neden olabilir. Dar boğazlar ise bazı şartlarda üretimi geciktirmekle
kalmaz, bundan başka, birbirini tamamlayan faaliyetlerin gerilemesi ve
yavaşlaması sonucunu yaratır.
Dengesiz kalkınma teorilerinin söz konusu düşüncelerinin temelinde
yatan neden, geri kalmış ekonomilerde sermayenin kıt oluşudur. Onlara göre,
kıt olan sermayenin eşit dağılımı düşük ölçekli işletme tiplerinin ortaya
çıkmasına ve düşük verime neden olmaktadır. Bunu önleyebilmek için
yatırımlar, ekonomide kalkınmayı gerçekleştirecek sürükleyici sektörlere
kaydırılmalıdır. Fakat her sektör sürükleyici özelliğe sahip değildir. Bu
sektörleri tespit edebilmek için ekonomide sektörlerin ileri ve geri bağlantı
katsayılarına bakılmalıdır.
Dengesiz
kalkınma
teorisinin
öncüsü
A.
O.
Hirschman’dır.
Hirschman’a göre geri kalmış ekonomiler, dengeli kalkınma teorisyenlerinin
öngördükleri gibi, bütün sektörlerde eş anlı bir kalkınma hamlesini
gerçekleştirecek ne sermaye miktarına ve ne de arz ve talep yönüyle piyasa
137
genişliğine sahiplerdir. Halbuki bu ekonomiler içerisinde öyle sektörler vardır
ki, bu sektörlere dengesiz bir biçimde de olsa ağırlık verilmesi sektörler arası
ilişkilerden dolayı ekonomide bir sıçrama, bir büyük itiş gerçekleştirebilir.
Kanaatimizce piyasa ekonomisi içinde kalkınma hem dengeli kalkınma
dinamikleri hem de dengesiz kalkınma dinamikleri tarafından yönlendirilir.
Her iki görüşün de reddetmediği planlama olgusu ekonominin gidişatı
doğrultusunda ortaya çıkan dengesizlikleri giderme eğilimini yaratır. Ancak
kalkınmayla ilgili en arzu edilen durum refahın dengeli olarak dağıtıldığı
durumdur. Kalkınmanın hızına ilişkin savunulan teori hangisi olursa olsun
arzulanan sonuç zenginliklerin adil dağılımıdır.
Keynes’in genel teorisi efektif talep ilkesine dayanır. Keynes’e göre,
girişimci veri istihdam düzeyinde kullandığı faktörün maliyetine belirli bir kâr
ilave etmek isteyecektir. Bu maliyet artı kâr fiyatı ve dolayısıyla girişimcinin
gelirini oluşturacaktır. Girişimci sağlayacağı istihdam imkanı üzerinde
düşünürken gelirini maksimize etmeye çalışacaktır. Dolayısıyla belli sayıda
kişinin istihdam edilmesiyle elde edilen çıktının arz fiyatı ile yine aynı sayıda
kişinin istihdam edilmesiyle girişimcinin elde etmeyi beklediği gelir arasındaki
ilişki Keynesyen talep ilişkisidir. Dolayısıyla mevcut istihdam düzeyindeki
gelirinden memnun olup olmaması durumuna göre istihdam seviyesini
artıracak ya da azaltacaktır.58 Keynes bu ilke doğrultusunda dünya ekonomik
bunalımından çıkışın çözümü olarak istidamın yapay olarak uyarılmasını ve
satın alma gücü sağlamasını önermiş ve bu anlamda başarılı olmuştur.
Nitekim Nurkse’ün dediği gibi yoksulluğun bir kısır döngüye dönüşmemesi
açısından kamuda istihdam edilemeyen yoksul kesimin mikrokrediler yoluyla
üretime sevkedilmesi önemli bir çözüm yolu olacaktır.
Rostowian sosyo-ekonomik gelişme trendi başlıca beş değişik aşama
göstermektedir: Geleneksel toplum aşaması, Take-off' a geçiş aşaması,
58
John Maynard Keynes, Genel Teori, Çev. Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2008,
s.31-33
138
Take-off aşaması, Ekonomik Büyüme ve Kalkınmanın Gerçekleştiği dönem
veya aşama ve Refah aşamasıdır.59
Rostow’un refah toplumuna erişme konusunda aşama kaydettiğini
düşündüğü demokratik yapı, eğitim ve kültürel gelişme gibi unsurların
toplumun tüm katmanlarına yayılması oldukça önemlidir. Toplumda üreten ve
tüketen en minimal iktisadi aktörlere fırsat eşitliğinin verilmiş olacağı ve bu
yolla refaha erişileceği varsayıldığında yozlaşmanın ortadan kalkması ile
sermayenin demokratikleştirilmesi arasında çok ciddi bir bağ olduğu
kanaatindeyiz. Çünkü Rostow’un iddia ettiği gibi dördüncü aşama olan
Olgunluğa
Geçiş
Dönemi
ekonomik
açıdan
birçok
olumlu
özelliği
yansıtmasına rağmen yozlaşmanın da üst seviyede olduğu bir dönemdir.
Dolayısıyla iktisadi gelişmişlik açısından üretim ilişkileri ile kültürel yozlaşma
arasında bir bağ sözkonusudur. Güçlülerin zayıflardan fahiş derecede
faydalanabilmesi yozlaşmanın esasını oluşturmakta ve bu durumdan çıkış ise
fırsatların demokratik dağıtımına bağlıdır. Dolayısıyla hem kalkınmaya geçiş
hem de kalkınma aşamasındaki ahlaki yozlaşmanın önlenmesi açısından
mikrokredi uygulaması önemli bir çözüm olacaktır.
(11)
Mikrokredi
Programlarının
Kurumsal
ve
Finansal
Uygulanabilirliği
Programın uygulanabilirliği programın finansal, ekonomik ve kurumsal
sürdürülebilirliğine ve kredi kullanmış kişilerin arasında programın ekonomik
sürdürülebilirliğini tanıtabilme kapasitesine dayanmaktadır. Uygulanabilirlik
için temel koşul finansal yeterliliktir ki bu da verilen borcun masrafının bile
silinebilme kapasitesidir. Uygulanabilir bir programın işlemesi verilen borcun
masrafının (fonların masrafları, buna ilaveten yönetimsel ve ödenememiş
borçların masrafları) borç alana çıkarılan masrafa (bu faiz oranıdır) eşit ya
da daha az olması şeklindedir.
59
Coşkun Can Aktan, Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, İstanbul: T Yayınları, s.63-70.
1 Bkz: W.Rostow, İktisadi Kalkınmanın Merhaleleri, Ankara: MEB Yayınları, 1971.
139
Birçok mikrokredi programında fon masrafları pazar masraflarına
yansımaz çünkü sübvanse edilen kaynaklar devirli kredi ve kurumsal gelişim
için kullanılır. Sübvanse edilmiş fonların kullanıldığı bir program sübvanse
edilmiş fonların fırsat maliyetinin durdurulması anlamında bile ekonomik
olarak sürdürülebilir olmalıdır.
i. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Davranışçı Risk
Faktörleri
Bir programın sürdürülebilirliği mikrokredi programlarının kaynaklar
üzerinde artış yapması ve kontrolüne, borçların geri ödenme oranlarına ve
programların kurumsal gelişimine bağlıdır. Birikmiş olanların mobilizasyonu
mevcudiyetini sürdürecek bir finansal kurumun içsel bir bölümüdür çünkü bu
olay dış kaynaklara bağımlılığı ve dış kaynaklardan gelecek baskıları
azaltacaktır. Kendi kendini finanse etme ayna zamanda finansal disiplinde de
gelişim sağlayacaktır.
Borçların geri ödenmesi kısmen davranışsal, maddi ve dış faktörlerin
belirlediği borçlunun borcu telafi etme tutumuna bağlıdır. Borçluların
borçlarını geri ödeme niyetleri bireysel nitelikler kadar sosyoekonomik
faktörlere de bağlıdır. Asimetrik enformasyon, grup temelli mikrokredi
programlarının borç kontratları uygulayarak grupları gözlemlemesi ve sosyal
baskı yapmasıyla üstesinden gelmeye çalıştığı, borç ödemenin belirleyici
etmenlerinden birisidir. Her ne kadar sosyoekonomik çevrenin borçları geri
ödemede engelleyici bir etkisi olsa da sosyal ve grup baskısı borç
kontratlarının uygulanmasında öne çıkan etmen olabilir. Yerel çevrelerdeki
kritik
faktörlerden
düzenlemeleridir.
birisi
de
borç
kontratlarını
uygulayan
hükümet
Bangladeş’in de dahil olduğu gelişmekte olan bir çok
ülkede hükümetlerin uyguladığı borç kontratları ne bağlayıcıdır ne de
kolaylıkla uygulanabilir. Dahası, politik sebepler ya da sosyal transfer
politikaları yüzünden hükümetler genelde geri ödenmeyen borç kültürünü
140
oluşturan ya da teşvik eden küçük borçları silerler ya da borçların faizlerini
havale ederler ki bu da genelde geri ödenmeyen bir borç kültürünü oluşturur
ya da teşvik eder.
ii. Mikrokredide Borcun Geri Ödenmesi Açısından Maddi Risk
Faktörleri
Maddi risk faktörleri de borcun ödenmesi tutumunda etkili olur. Bir
bölgenin agro iklimsel özellikleri üretim koşullarına etki eder ve buna bağlı
olarak da borçluların borçlarını geri ödeme kapasitesine de etki eder. Daha
iyi agro iklim ortamı daha iyi gelir imkanları ve daha iyi geri ödeme kültürü
oluşturur.
Kârlılık ile ilgili kaygılar resmi finansal kurumların agro iklimsel açıdan
riskli bölgelere kredi sağlamalarından kaçınmalarına sebep olur. Bunun
aksine yoksul kesimi hedefleyen mikrokredi kuruluşları hedef kitlelerine
ulaşmak için riskli tarım iklim bölgelerinde faaliyet gösterebilirler. Bunu yapma
gereksinimleri bu kurumların finansal uygulanabilirliklerini azaltabilir.
iii. Mikrokredide Kurumsal Uygulanabilirlik, Grameen Bank ve
BRAC Verileri
Finansal kurumlar kurumsal olarak uygulanabilir olmalıdırlar. Herhangi
bir kişinin liderliğine bağlı olmasına gerek olmadan yönetimsel ve yönetim
sistemini sağlayabilecek etkili prosedürleri olmalıdır. Bir programın yönetim
ve karar verme yapısı kurumsal uygulanabilirliğin ölçülerinden birisidir.
Kurumsal uygulanabilirlik aynı zamanda personel ve kurumsal kaynakların
nasıl tahsis edildiğine, nasıl ödüllendirildiğine ve personel gelişimi ve
teşvikinin verimliliğe katkısına bağlıdır. Uygulanabilir bir mikrofinans kuruluşu
kaynaklarını içsel maliyet yeterliliği oluşturmaya tahsis etmelidir.
141
Yoksul kesime finansal hizmetler sunan bir kuruluş müşteri odaklı
olmalıdır ve bu finansal hizmetlerin sunumu istem güdümlü olmalıdır.
Hizmetler için üyelerin talepleri programın grup temelli organizasyonu
aracılığıyla program aktivitesine uygulanmalıdır. Kurumsal uygulanabilirliğin
içsel kısmı böylece oluşturulmuş grupların uygulanabilirliğidir.
Gruplar mikrokredi kuruluşları ile onların üyeleri arasındaki aracılardır.
Bağımsız bir grup üyesinin bağımsız bir sesi yoktur ve kendi grubuna bağlı
programlar aracılığıyla etkileşimde bulunur. Mikrokredi programları hedef
bireylere ve ailelere ulaşmak için gruplarla etkileşim içinde olurlar. Grup
üyeleriyle bu etkileşimler sayesinde mikrokredi kuruluşları geleneksel finansal
kurumlara oranlara çok daha fazla kişiselleştirilmiş hizmetler sunarlar. Bir
mikrokredi kuruluşunun sürdürülebilirliği hem grupların hem de personelin
uygulanabilirliğine bağlıdır. Grupların dinamikleri ve organizasyonun yönetim
yapısı
bir mikrokredi programının
kurumsal
olarak sürdürülebilirliğini
belirlemek açısından anlaşılır olmalıdır. Bu, yönetim yapısı, teşvik sistemi
yapısı ve işçi ciro oranının incelenmesi anlamına gelmektedir.
Grupların uygulanabilirliği bireylerin devam etmekte olan bir mikrokredi
programının
hizmetlerine
girişini
sağlar
ve
böylece
borçluların
uygulanabilirliğini ve mekanizmanın kendi sunumunu etkiler: eğer gruplar
uygulanabilir düzeyde değilse grup temelli mikrokredi programı uygulanamaz.
Grup temelli kredi sağlama riskli olabilir çünkü grubun birliği hızla ilerlemek
açısından bazen zordur. Grup uygulanabilirliği üyelerin program kurallarına
ve düzenlemelerine uymalarına bağlıdır. Bu da akabinde grup oluşumunu
yararlarına, maliyetlerine ve grubu eksiksiz olarak muhafaza edebilmeye
bağlıdır. Eğer grupta arta kalanların maliyetleri faydalarını aşıyorsa üyeler
gruptan ayrılacaklardır ve grup ta dağılacaktır.Üyelerin ayrılma oranlarını
incelemek
böylece
grup
temelli
bir
mikrokredi
organizasyonunun
sürdürülebilirliğini değerlendirmek açısından iyi bir yoldur. Sürdürülebilirliğin
bir başka göstergesi ise üyelerin borçlarını geri ödeme tutumları ki bu durum
akabinde üyelerin program hizmetlerine girişlerine devam etmelerini belirler.
142
Program sürdürülebilirliği şube düzeyli operasyonlar kadar program
düzeyli toplam data temelinde de değerlendirilir. Grameen Bank, BRAC ve
RD -12 nin toplam program düzeyli dataları 1989 ve 1994 arasındaki dönemi
kapsar. Program maliyetlerinin analizleri ise 1985 – 1991 arasındaki dönem
serisi datalara dayanmaktadır. Örneğin 118 Grameen Bank ve 126 BRAC
şubeleri ve bütün 139 RD – 12 şubeleri gibi. Şube düzeyi dataları yağmur
miktarı, elektriklendirme, okullar agro iklimsel ve yerel faktörler gibi zamanla
değişmeyen bazı özelliklerle ilgili aynı düzeyli verilerle tamamlanmıştır. Bu
şube ve program düzeyindeki veriler yoksul kesime sağlanan finansal
hizmetlerin maliyetlerini ve ilgili hizmetleri sağlamak için kurumun gelişim
masraflarını belirlemek için kullanılırdı. Çünkü bütün datalar kıyaslanabilir
değildi, ekonomik analizlerin maliyeti ve devletin gelir yapısı üç program için
uygulanamıyordu.
(12) Mikrokredi Programları ve Kırsal Finans Piyasaları
Mikrokredi programları, örnek olarak verecek olursak yoksul kesimin
ve küçük ölçekli kırsal üreticilerin kredi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
kurulan tarımsal gelişim bankaları gibi geleneksel finans kuruluşlarının
başarısızlıklarına alternatif olarak geliştirilmişlerdir. Bu kurumların geleneksel
finans
kuruluşları
performanslarının
kıyaslanması
ortaya
benzer
kaynaklarının artı ve eksi taraflarını çıkarmıştır ve bu politika oluşturanların
değişik müşteri gruplarına hizmet sunan alternatif programların maliyet
etkilerini değerlendirmelerini sağlayacaktır.
Eksik bilgilendirme ve eksik uygulama kırsal kredilendirme kavramını
zorlaştıracaktır. Kötü program planlaması yüzünden geleneksel finans
kuruluşları kredi sözleşmesi sistemini uygulamada başarısız olmuşlardır ve
ciddi borç telafi problemleriyle karşı karşıya kalmışlarıdır. Sonuç olarak,
çiftçilere ve benzer kişilere hizmet eden birçok finans kuruluşları finansal
143
olarak uygulanabilir durumda değildir ve bu yüzden önemli ölçüde hükümet
tarafından sübvanse edilmişlerdir.
Mikrokredi kurumları borç telafi oranlarını geliştiren, yakın gözlem ve
borç alanların denetlenmesi gibi yöntemlerle başarılı bir şekilde gayri resmi
şekilde
kredi
sağlamanın
göze
çarpan
özelliklerini
kapsamayı
başarmışlarıdır. Gayri resmi kredi sağlayıcılara oranla çok daha düşük faiz
oranları uygularlar ve genelde de bağışçıların sağladığı fonlarla faaliyet
gösterirler. Mikrokredi programları kırsal sektörde faaliyet gösteren resmi
finans kuruluşları gibi kendi kendilerine sürdürülebilir yapıda değildirler.
Bununla beraber mikrokredi ve geleneksel finans kuruluşlarının sübvanse
kaynakları farklıdır.
Bu makale mikrokredi ve resmi kurumların sübvanse kaynaklarını ele
almaktadır. Aynı zamanda mikrokredi programlarının kırsal finansal pazarlar
üzerindeki etkilerini araştırmaktadır. Mikro finansın etkilerine kırsal bölgelerde
gayri resmi ve resmi kredilendirmenin hacmi ve oranı açısından ele alır. Aynı
zamanda kurumsal finansın (resmi ve mikrofinans olarak) interhousehold
kaynak transfer etkilerini de inceler. Son araştırmalar göstermiştir ki eğer bir
kredi pazarı iyi geliştirilmemişse interhousehold transfer aktif kredi pazarının
yokluğunda oluşturulur.
Örneğin, üretim riskine bağlı gelir riski aileler arası işlemlerle
azaltılıyorsa, kırsal bölgelerdeki ev halklarının kendi aralarında yapacakları
evlilikler (kızların köy dışındaki kocalarla evlendirilmesi) düzgün tüketime
katkı sağlar. (Rozenweig and Stark 1989). Eğer mikrokredi ve resmi finans
kuruluşlarının köy kredi pazarına etkisi varsa, evler arası transferlerin
yansımalarının da azalması beklenecektir.
İncelenen bir başka konu ise mikrokredi programlarının ya da resmi
finans kuruluşlarının tarımsal kalkınma bankası gibi tarımsal finansmana
etkilerinin olup olmadıklarıdır. Sezonluk olmasından dolayı, tarım yüksek risk
içeren bir sektördür ve böylece finanse edilmesi de zorlaşır. Kırsal sektörde
144
bile genellikle tarıma resmi finans kuruluşları tarafından verilen avans miktarı
tarım dışı sektörlere verilen avans miktarından daha azdır. Mikrokredi
programları kredileri kırsal tarım dışı üretimde kullanan fonksiyonel olarak
arazi sahibi olmayan ailelere kredi sunar; tarım finansmanı mikrokredinin çok
küçük bir kısmını içerir. Bununla beraber, faaliyetler karşısında fonların
mübadele
edilebilir
olmasından
dolayı
eğer
bireylere
karşı
değilse
mikrofinans ve resmi finans tarım sektörüne kurumsal kredinin tedarikini
artırabilirdi. Eğer kredinin tedariki artmışsa, hangi tür kurumsal finanstan
hangi çiftçiler faydalanmıştır? Geçmiş araştırmalar büyük ölçekli çiftçilerin
geleneksel finans kuruluşlarından başta gelen faydalanan kişiler olduğunu
göstermiştir (Z. Ahmed 1989; Hossain 1988; Braverman and Guasch 1989).
Mikrofinans kuruluşları büyük ölçüde marjinal çiftçilere ve arazisiz ev halkına
fayda sağlarlar. (Hossain 1988). Böylece geniş çaptaki küçük ve orta ölçekli
çiftçilerin
kurumsal
kredilere
giriş
olanakları
muhtemelen
mahrum
olacaklardır.
(13) Mikrofinans Arz ve Talebi
Mikrofinans talebi mikrofinans gelişmesinin temel tetikleyicisi olmuş,
ancak arz cephesinde yeterli karşılık bulamamıştır. Mikrofinans ihtiyacının
anlaşılması ancak gelişmekte olan ülkelerdeki gelir düzeyinin tespit edilmesi
ve karşılık bulamayan resmi sektör finansal hizmet ihtiyacının tahmin
edilmesi ile mümkün olabilir. Nitekim Dünya Bankası’na göre 1998’de 1.2
milyar insan (dünya nüfusunun % 24’ü) geçiş halindeki ya da gelişmekte olan
ülkelerde yaşamakta ve aylık 1 dolardan az gelir ile geçinmektedir.1999’da
4.5 milyar insan yani dünya nüfusunun %75’i düşük ya da orta ölçekte düşük
gelirli ekonomilerde yaşamaktadır. Bundan da öte 2.4 milyar düşük gelirli
insan yılda sadece ortalama 410 dolar milli gelirle yaşamakta iken 2.1
milyarlık kısmı da kişi başına yıllık ortalama 1200 dolar milli gelir ile
yaşamaktadır. Bundan da öte dünya üzerindeki 4.5 milyarlık düşük ya da orta
derecede düşük gelirli nüfusunun % 80’i herhangi bir resmi finansal hizmet
alamamaktadır. Bu konuda tutucu olanlar bu rakamın % 90 olduğunu ifade
145
etmektedirler. Sözkonusu bu kesimin 3.6 milyarlık kısmı ortalama 5 kişilik
hane halklarından oluşmaktadır. Bu 720 milyon aile demektir. Bunların yarısı
(360 milyon) herhangi bir kredi kuruluşundan finansal hizmet almamışlardır.
Bu nedenle bu büyüklükteki mikrofinans talebi ancak global ölçekli finansman
sağlayan
ve
kendi
kendine
yeterli
finansal
kurumlar
tarafından
karşılanabilir.60
Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi
Birincil Arz Cephesi
Birincil Talep Cephesi
-Ticaret Bankaları
-Özel Finans Kurumları
-Gönüllü Donörler
-Devlet Garantörlüğü
Bilgi (İşlem) Merkezi
İkincil Arz Cephesi
-İşsiz ve/veya yoksul
ancak
mesleklendirilmiş
Kadınlar, gençler ve
sakatlar
İkincil Talep Cephesi
-Esnaf Birlik ve
Kooperatifleri
-Tarım Kredi Kooperatifleri
-KOSGEB
-KOBİ A.Ş
-KGF
-Tüm meslek sahibi
mikro girişimciler
Finansal Danışma Cephesi
Sosyal Danışma Cephesi
-İŞKUR
-TOG
-TİSVA
-TDGBP
-T.C Başbakanlık Kad. St.
ve Sor. Gn. Md.
-KEDV (Maya Mikrokredi)
-SPK
-BDDK
-TBB
Şekil 1: Türkiye Mikrokredi Uygulamasında Arz Talep Cephesi
Yukarıda ifade edilen bilgi merkezinin çekirdek yapısı modelimiz
açısından KOSGEB “Finansal Bilgi Bankası” benzeri bir merkez olacaktır.
Girişimciliği Geliştirme Enstitüsü ve Küçük İşletmeler Geliştirme Merkezi’de
söz konusu bu mikro işletme bilgi merkezi ile koordinasyon halinde olacaktır.
Mikrofinansta
informel
sektöden
borçlanmak
formel
sektörden
borçlanmaktan daha ucuz değildir. Mikrokredi sadece yardım amaçlı olmayan
60
Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor); The
World Bank, Washington D.C., 2001, s.10, 11.
146
hem sosyal hem de finansal içerikli bir kredilendirme olarak dikkate
alınmalıdır. Ticaret bankalarınca yürütülecek ve bu yönüyle ilgili bankalara
kâr ve yeni müşteri pazarına erişme olanağı sağlayacaktır. Devlet iki işlev
açısından sisteme dahil olacaktır; Bu finans modelini ulusal istihdam
politikasıyla
bütünleştirme,
işsizlikle
mücadelede
yapılan
devlet
harcamalarının bir kısmını mikrofinans garantörlük sisteminde kullanarak
aldığı sonucu maliyetlerle karşılaştırma şeklinde olacaktır. Bu anlamıyla
ülkemizde özellikle kalabalık işsiz yığınlarının talebi oluşturduğu bu
uygulamada arz cephesinin bir yönü devlet diğer yönü modern ticari bankalar
olacaktır.
İşsiz ve/veya yoksul olanın müşteri olduğu bir sistem kârlı olamaz
anlayışı bir yanılgıdır.
Tüketici olarak müşteri yapılan bu kesimin üretici
olarak da müşteri yapılması çok daha büyük bir sinerji yaratacaktır.
Günümüzde bu husus aydınlanmaya başlamış formel finans kurumları bu
informel alanda kârlılık görmeye başlamışlardır. Bu kârlılığın işletmelerin
sosyal sorumluluğuyla örtüşmesi ise ekstra bir avantajdır.
(14) Mikro Finans Kurumları
MFK’lar mikrofinansman hizmeti veren ticari bankalar, tasarruf
bankaları, kooperatifler, sivil toplum örgütleri, yardımlaşma grupları, aile
bireyleri ve arkadaşlardır.
MFK’ların bir çoğu sivil toplum örgütü olarak örgütlenmiş, ancak en
önemli gelir kaynağı olan bağışlardaki azalma bunları dönüşüme zorlamaya
başlamıştır. Hali hazırda “formel”, “yarı formel” ve “informel” olarak
nitelendirilebilecek üç tip örgütlenme mevcuttur:
Formel Kurumlar: Daha çok tarım ve küçük sanayi gibi stratejik sektörlere
sübvansiyonlu kredi veren kamu bankalarıdır. Devlet destekli programlara
aracılık etme isteği ve mikrofinansmanın karlı bir iş olduğunun anlaşılmaya
147
başlaması üzerine, özel bankalar ve finansman şirketleri bu alana yönelmeye
başlamışlardır.
Mikrofinansman hizmeti veren formel kurumlar bankacılık otoritelerince
düzenlenmekte ve denetlenmektedir.
Yarı-formel Kurumlar: Daha çok sivil toplum örgütleri ve kooperatiflerdir.
Bunlar, bankacılık otoritelerince düzenlenmemekte, ancak diğer kamu
otoritelerinin lisansıyla ve denetimi altında faaliyet göstermektedir. (Finansal
kooperatif ve birliklerin nadiren temel bankacılık düzenlemelerine tabi olduğu
görülebilmektedir.)
İnformel Kurumlar: Kurum olarak nitelendirilmesi güç olan yardımlaşma
sandıkları, tefeciler, aile bireyleri ve arkadaşlardan oluşur ve kamu otoritesi
tarafından düzenlenmesi ve denetimi söz konusu değildir.
(15) Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar
Mikro girişimlerde sorunların çözümüne ilişkin aşağıda yer alan
tabloda süreç içinde ticaret bankalarının ve devletin yapması gerekenler
sorunun niteliğine göre farklılık gösterir. Dinamik süreç içerisinde kredinin
geri dönüşüne, girişimcinin eğitimine ve kazanç beklentisine finansal risklere
ve ortaya çıkabilecek sosyal güvenlik sorunlarına ilişkin çözüm yolları
aşağıda tablo halinde verilmiştir. Tablomuzda da görüldüğü üzere mikro
girişimde en önemli sorunlar kaynak sorunu, kredi geri dönüşünün
organizasyonu ve risk faktörüdür. Bu risklerin bertarafı ile ilgili olarak gerek
devletin gerekse ticaret bankalarının katkı ve çözümleri modelimizin
başarısındaki en önemli etkenler olacaktır.
148
Tablo 12 : Mikro Girişimde Engelleyiciler ve Sorunlar
Mikro Girişimde
Engelleyiciler ve
Sorunlar
Ticaret Bankalarının
Katkısı
Kaynak Sorunu
Uygun Müşteriye Tahsis
Kredi Geri Dönüş
Organizasyonu
Beklenen Kazanca Dair
Korkular/Girişim Yetersizliği
Risk
Mikro mevduatların Devreye
Alınması
Analiz ve Know-How Desteği
Sosyal Güvenlik
BES vb Özel Emeklilik Fonları
İşin Yürütülmesine Dair
Korkular
Muhasebe ve Nakit Akışı Bilgi
ve Teknik Desteği
Mesleki Eğitim Yetersizliği
Müşteri Edinme Anlaşmaları
Karşılığında Eğitim
Sponsorluğu
------------------Kriz Doktorluğu/Bilgi Desteği
Kuruluş Giderleri
Vergiler
Kriz vb. Konjonktürel Dalg.
Risk Yönetimi/Takip
Devletin Çözüme
Katkısı
Meslek Sahibi İşsizlere
İlişkin Veri Akışının
Sağlanması
TCMB Karşılıklarının Düşük
Tutulması
Know-How ve Pazarlama
Desteği
Risk Sermayesi / Nispi
Garantörlük
Sigorta Primlerinin Düşük
Tutulması
Üniversite ve Mikro
Girişimci İletişimin
Sağlanması
İş-Kur Tarafından
Sağlanacak Mesleki
Eğitimler
Muafiyetler
Muafiyetler
Pazarlama Desteği ve
Haksız Rekabete Karşı
Koruma
III. DÜNYA BANKASI VE DÜNYADAKİ BAŞARILI MİKROKREDİ
UYGULAMALARI
A. Dünya Bankasının Mikrokredi Çalışmaları
Dünya Bankası- Birleşmiş Milletler Teşkilatına bağlı olarak kurulan, ve
dünyada fakirliği ortadan kaldırmak için genellikle orta ve uzun vadeli kredi
vererek, gerekli teknik yardım ve müşavirlik hizmetleri sunarak ülkelerin
kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuş 184 ülkenin üye olduğu bir
kuruluştur.
Dünya
Bankası;
Uluslararası
Kalkınma
Birliği
(IDA)
ve
Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC), Çok Yönlü Yatırım Garanti Kurumu
(MIGA), Uluslararası Yatırım İhtilafları Uzlaşma Merkezi (ICSID) gibi alt
kuruluşlardan oluşan, başlangıçta (Bretton Woods sistemiyle) IBRD olarak
kurulan ancak daha sonra Dünya Bankası (WB) adını alan uluslararası bir
149
kuruluştur. Mikrokredi alanında da özellikle Bangladeş, Kırgızistan, Bosna
Hersek gibi az gelişmiş ülkelerde mikrofinansman kuruluşlarının kuruluşunda
teknik yardım, finansman sağlama çalışmalarında bulunmuştur.
B. Dünyada Başarılı Mikrokredi Uygulamaları
Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde farklı biçimlerde de olsa
mikrokredi uygulamalarına rastlamak mümkündür. Kimi zaman gayri resmi
gruplaşmaların aralarında yarattıkları ve borçlanma sandıkları olarak ifade
edebileceğimiz oluşumlar, kimi zaman devletlerin desteği ve katkısıyla ortaya
çıkan resmi-yarı resmi finansal kuruluşlar, kimi zaman da mikrofinansman
bankaları şeklinde (Grameen Bank gibi) ortaya çıkmaktadır. Ancak dünyadaki
en
başarılı
mikrokredi
uygulamaları;
Bangladeş,
Hindistan
ve
Çin
uygulamalarıdır.
1. Bangladeş’te Mikrokredi Uygulamaları
Dünyada Hindistan ve Çin’den sonra yoksulluk olgusunda 3. sırada
bulunan Bangladeş’te 65 milyon kişi uluslararası yoksulluk sınırı altında
yaşamakta
ve
muhtemel
ekonomik
büyüme
ile
gelecek
iyileşmeyi
bekleyemeyecek kadar acil durumda bulunmaktadır.
1980’lerde yoksullar için Bangladeş’in en büyük sivil toplum kuruluşu
olan ve özel bir banka statüsü kazanan Grameen Bank tarafından topraksız
kişilere özel bir uygulama başlatılmıştır.
Bugün Bangladeş’in mikrokredi uygulaması dünyadaki en kapsamlı
uygulamadır. Hükümet bu programı kullanarak 2015 yılına kadar ülkedeki
yoksulluğu yarıya indirmeyi hedeflemektedir. Bu programın en büyük
uluslararası finansal desteği Dünya Bankasından gelmekte olup, 5.5 milyon
kişi Dünya Bankasının yoksullukla mücadele mikrokredi programından borç
150
almıştır. Mikrokredi milyonların hayatını değiştirmekle beraber hâlen büyük
bir yoksul kitleye de ulaşamamıştır.
Yapılan çalışmalara göre, 12 milyon kişi veya 2.5 milyon en yoksul
hane halkına henüz geleneksel mikrokredi programları çerçevesinde
ulaşılamamıştır. Ancak bu büyük kesim de program kapsamına alınabildiği
zaman programın başarılı olduğu kabul edilebilecektir.
Bangladeş’te de diğer ülkelerde olduğu gibi yoksullar, tüm iş
olanaklarının ve ulusal ve özel bankalardan kredi ve borç alabilme
olanağından yoksundurlar. Öte yandan, ülkede tavukçuluktan, sütçülüğe,
inek yetiştirme, küçük ticaret, pansiyonculuk, seramik gibi birçok gelir getirici
işe başlamak için gerekli küçük miktardaki finansmana ulaşamama
yoksulluğu bu kesimlerde kronikleştirmektedir. Bu anlamda, mikrokredi
milyonlarca yoksulun bu tür engelleri aşmasına ve yaşamlarını iyileştirmesine
olanak sağlamaktadır. Bu tür fonların en önemli kullanıcıları kadınlar
olmaktadır. Bangladeş’te mikrokredi kullanıcılarının % 80’ini kadınlar
oluşturmakta ve bu sayede karar verme mekanizmalarında etkili olmaya
başlayan kadınların da hane halkının refah düzeyine, özellikle çocukların
eğitimine ve sağlığına daha büyük harcama yaptıkları gözlenmektedir. Bu tür
bir gelişmeden, önce aileler, sonra da tüm toplum yararlanmakta ve bunun
toplumsal bütünleşmeye katkısı büyük olmaktadır.
Bangladeş’te en büyük mikrokrediyi veren Grameen Bank’ın yanında
birçok sivil toplum kuruluşu da toplumsal gelişme projelerine mikrofinansman
sağlamaktadır.
Dünya Bankası hem faizsiz kredilerle bazı mikrokredi
projelerine destek verirken, 1996 da ilk yoksullukla mücadele programı
kapsamında 105 milyon dolar vererek, 2000 yılına kadar 2.2. milyon kişiye
kredi sağlamıştır. Bu kişiler kredileri genellikle temiz suya ulaşmak, sağlıklı ve
hijyenik koşullarda yaşayabilmek, çocuklarını okula gönderebilmek ve ev
halkının gelir getirme kapasitesini yükseltmek için kullanmışlardır. 2001 de
başlayan ikinci programda ise, 151 milyon dolar kentte ve kırda yaşayan
151
kişilerin krediye ulaşmaları ve sürdürülebilir projeler yapabilmeleri için
verilmiştir.61
Bangladeş’in mikrokredi programı bu konuda dünyadaki en başarılı
örneklerdendir. Bundan sonraki 4-5 sene içinde kullanıcıları artırmak,
mikrokredi veren kuruluşlar ile yasal düzenleme yapmak ve kayıt sistemi
geliştirmek ve yenilikçi ve daha etkili mekanizmalar geliştirmek için çalışmalar
yapılmaktadır.
Mikrofinansta, Asya örneklerinin yanı sıra, Latin Amerika ve Afrika’da
da başarılı, geniş kitlelere yayılan mikrofinans kuruluşları (MFK)’nın
uygulamalarına rastlanmaktadır. Latin Amerika’da mevcut mikrofinans ağları
içerisinde Opportunity International ve ACCION International, Grameen
Bank’tan birkaç yıl önce faaliyete geçmeleriyle, Compartamos ise 2004
yılının en kârlı mikrofinans kuruluşu olarak derecelendirilmesiyle dikkati
çekmektedirler.
Uygulamalarıyla
örnek
gösterilebilecek
mikrofinans
kuruluşları
arasında ise şunlar sayılabilir:
1. Ahon Sa Hirap Inc. (ASHI)- (Filipinler),
2. Mibanco (Peru);
3. Uganda’da FINCA (Foundation for International
Community Assistance), FOCCAS (Foundation for Credit
and Community Assistance) ve PRIDE (Promotion of Rural
Initiatives and Development Enterprises)
4. Zambuko Trust (Zimbabve).
2. Hindistan’ da Mikrokredi Uygulamaları
Hindistan’da son yıllarda hızlanan ekonomik büyüme sonucu yoksulluk
azalmakla birlikte, ölçüm sorunları yüzünden büyümenin yoksulluğun
azaltılması üzerindeki gerçek etkisi tartışmalıdır. 2000’li yılların başlarında,
61
T.C. Başbakanlık, DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Özel İhtisas Komisyonu Raporu,
Ankara, 2007, s.27.
152
Hindistan’da 260 milyon kişi yoksulluğu belirleyen sınırdaki tüketim sepetine
ulaşmak için gerekli geliri elde edememektedir. Yoksul grubun % 75’i ise
kırsal kesimde yaşamaktadır. İstatistiklere göre, Hindistan’daki yoksul sayısı
tüm dünyadaki yoksulların % 22’sini oluşturmaktadır. Bu sayılara göre
Hindistan’da yoksulluk planlamanın her zaman en önemli boyutu olmuştur.
Hindistan’da yoksullukla mücadele programlarının başarısı kırsal kesimlerde
1993-1994 döneminde % 37 olan yoksulluğun,
1999-2000 döneminde %
27’ye düşmesi ile tanımlanmaktadır. Yoksulluk açısından ülke içinde eyaletler
arasında da büyük farklılıklar vardır; Güney ve özellikle Kerala eyaleti eğitim
ve sağlık bakımından belirgin olarak daha iyi durumdadır. Kerala bölgesi
ülkedeki yoksulluğun azaltılması konusundaki en başarılı örneklerden biridir.
Yaygın düşük gelir düzeylerine rağmen Kerala’da ortalama ömür beklentisi
Washington D.C.’dekinden daha yüksektir. Hindistan’da kırsal yoksulluğun
azaltılması için; kırsal alanda ücretli iş ve istihdamı artırıcı programlar, işle
beraber sağlanan gıda desteği, kırsal kesimdeki evsizlere barınma ve ev
sağlanması, ulusal sosyal güvenlik sistemini geliştirme, toprak reformları,
kendi işinin sahibi olmak isteyenleri parasal olarak ve bilgi açısından
güçlendirme (başarılı mikrokredi sistemi uygulaması) gibi uygulamalar sürekli
geliştirilmektedir.
Kerala’da sağlanan başarı kamusal eylemin etkinliğine, politik ve
sosyal mobilizasyondaki güçlü geleneğe bağlanmaktadır. Bu da etkin toprak
reformları ve özellikle eğitim ve sağlıkta yaygın bir sosyal altyapının
gerçekleştirilmiş olmasına dayandırılmaktadır.
“Kerala kalkınma modeli” son yıllarda bir çok kalkınma platformunda
aktif olarak tartışılmaya başlanmıştır. Son olarak, Kerala geniş kırsal kitleleri
harekete geçiren ve kısa zamanda kayda değer sonuçlar gösteren adem-i
merkeziyetçi bir planlama uygulaması başlatmıştır.(İdeolojik rekabet, sınıfsal
ve etnik çatışma ile seçkinler ve hükümetin farklı düzeyleri arasında derin
güvensizliğin olduğu ortamlarda seçkinlere yapılan karşı geliştirilen meydan
okuma
iktidar
ilişkilerini
değiştirmektedir.
Bu
durumda
yoksulluğun
azaltılması, merkezî olarak fonlanan bir yoksulluk karşıtı stratejiyle,
153
merkeziyetçi olmayan organlarca sıkı biçimde kontrol edilen bir çerçeve
içerisinde tahsis edilen yürütme yetkisi ile gerçekleştirilmektedir). Bu yapı
içerisinde, Kerala’da mevcut merkeziyetçi olmayan halk örgütlenmeleri
içerisinde, Komşuluk Grupları ve Yardımlaşma Grupları’nın birleşmeleriyle
oluşturulan ve panchayat adı verilen yerel yerinden yönetim grupları dikkati
çekmektedir62.
3. Çin’de Mikrokredi Uygulamaları
Hükümetler yoksulların kendi kendilerine yardim etmelerine izin verdiği
sürece, Bangladeş’teki Grameen Bank modelinin komünist bir ülkede de
uygulanamaması için hiçbir neden yoktur. Nitekim Hükümet Çin'de yoksulluk
çizgisinin altında yaşayan yaklaşık 80 milyon kişi bulunduğunu kabul
etmektedir. Gayri resmi rakamlara göre ise bu sayı nüfusun yüzde 10'u ya da
yaklaşık 120 milyon kişidir. Doğru sayı hangisi olursa olsun , Çin dünyanın en
kalabalık insan malzemesine sahiptir. Çin'de çok sayıda yoksulluğu önleyici
program uygulanmış, ancak hiçbiri iz bırakmamıştır. En şiddetli yoksulluğun
yaşandığı bölgeler özellikle kötü bir iklimi bulunan, toprak erozyonunun
yaşandığı dağlık bölgelerdir.
Çin Dış İşleri Bakanlığı hükümetin saptadığı iki eyalette yoksulluğun
giderilmesi için Grameen Metodolojisini benimsemiştir. (Çin’de her bakanlığın
yoksulluğu giderici bir strateji benimseyip iki eyalette uygulamaya konması
istenmektedir.) Dış işleri yetkilileri Grameen Metodolojisini bizzat yerinde
incelemek üzere Bangladeş”i ziyaret etmişlerdir. Çin’de Grameen benzeri
projeler Çin Bilimler Akademisi'ne bağlı olan Kırsal Kalkınma Enstitüsü
aracılığıyla dört bölgede uygulanmaktadır63.
62
World Bank, World Development Report: 2000/2001 Attacking Poverty, World Bank Washington,
DC, 2000.
63
Muhammed Yunus, “Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru” Çeviren: Gülden Şen, Doğan
Kitapçılık AŞ., s. 230
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İŞSİZLİKLE MÜCADELE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE
MİKROKREDİ UYGULAMALARI
I. TÜRKİYE İŞGÜCÜ PİYASASI VE İŞSİZLİK SORUNU
A. Türkiye İşgücü Piyasası
Gelir
dağılımı
eşitsizliğinin
ve
yoksulluğun
kalıcı
bir
şekilde
azaltılmasında istihdam politikaları önemli bir yere sahiptir. Ancak, ülkemizde
işgücü piyasasında önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların başında;
istihdam ve işgücüne katılma oranlarındaki düşüklük, tarımın istihdam
içerisindeki görece yüksek payı ve mevcut işgücünün bu sektörden kopuşu,
işgücü piyasası ile eğitim arasındaki ilişkinin kurulamaması ve yüksek
orandaki kayıt dışı sektör olarak sıralanabilir.
2005 yılı TÜİK Hane halkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de
15 yaş ve üstü nüfus 50.8 milyon kişi olup, % 49,6’sı erkek, % 50,4’ü
kadındır. 1989 yılından 2003 yılına kadar düşüş eğilimi gösteren işgücüne
katılma oranı, 2004 yılında % 48,7’ye yükselmekle birlikte, 2005’te % 48,3’a
gerilemiştir. Bu oran; erkeklerde % 72,2, kadınlarda % 24,8’dir. İşgücüne
dahil olmayan nüfus 26,3 milyon kişi olup, 13 milyonunu ev kadınları, 3,4
milyonunu öğrenciler ve 2,9 milyonunu emekliler oluşturmaktadır.
Türkiye ekonomisine bütün olarak bakıldığında istihdamda kriz
sonrası ilk iki yılda artış görülmemesine rağmen, 2004 ve 2005 yıllarında
istihdamda sırasıyla toplam 644 ve 255 bin artış olmuştur64. 2004 yılı, işgücü
64
HAK-İŞ bu konuda aşağıdaki görüşü dile getirmiştir;
“Son üç yıldır Türkiye’nin uygulamakta olduğu ekonomik programın olumlu etkileri ve büyüme
işgücü piyasasına yansımamıştır; başka bir deyişle Türkiye’de “istihdamsız büyüme” yaşanmaktadır.
Bunun temel sebepleri ise yatırım hacminin zayıf olması ve işgücüne katılan nüfusu absorbe edecek
155
piyasasında 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrasında iyileşmenin ve
yüksek büyüme hızlarının etkilerinin istihdama yansımaya başladığı yıl
olmuştur.
2004 yılında yıllık bazda istihdam 1999 yılından bu yana ilk kez artış
göstermiştir. İstihdam oranı 2004 yılında % 43,7’ye yükselmekle birlikte, 2005
yılında tekrar % 43,4’e gerilemiştir. Cinsiyete göre istihdam oranlarına
bakıldığında, 2005 yılında bu oranın erkekler için % 64,8; kadınlar için ise %
24,8 olduğu görülmektedir. İstihdamın artması, kişilerin iş bulma ümidini ve
dolayısıyla işgücüne katılımını da artırmıştır.
İşsizlik oranında da, 1999 yılından bu yana ilk defa bir düşüş
sağlanmıştır. İşsizlik oranı; 2003 yılındaki % 10,5 seviyesinden, 2004 ve
2005 yıllarında % 10,3’e düşmüştür. 2006 yılında işsizlik oranı hem kadınlar,
hem de erkeklerde % 9,9’dur.
Şekil 2: 2003 – 2009 İşsizlik Oranları
Kaynak: TUİK
yeni işlerin yaratılamaması, istihdam üzerindeki vergi ve prim yüklerinin ağırlığı ile işgücü
verimliliğindeki artışlardır”.
156
Ekonomideki yapısal dönüşüm sürecinde bazı sektörler küçülürken
bazı sektörler büyümüş ve bu durum istihdamın da sektörel dağılımını
etkilemiştir. Son yıllarda tarımda yeniden yapılanma sürecinde sektörde
rekabetin tesis edilmesi çabaları devam etmektedir ve bu durum, tarım
sektöründe işgücünden kopmalara neden olmaktadır. 2005 yılı için istihdamın
sektörel dağılımı incelendiğinde, çalışanların % 45,8’inin hizmet, % 29,5’unun
tarım, % 19,4’ünün sanayi ve % 5,3’ünün inşaat sektöründe çalıştıkları
görülmektedir.
2005 yılında işgücünün % 61,9’unu, istihdamın % 62,3’ünü ve
işsizlerin % 58,1’ini lise altındaki eğitim seviyesindekiler oluşturmaktadır.
İşgücüne katılım oranı eğitim düzeyiyle doğru orantılıdır.
NUTS 1 bölge sınıflaması düzeyinde işsizlik oranlarına bakıldığında,
tarım dışı işsizlik oranının Türkiye ortalaması % 13,6 iken, bu oran % 22,3
ile Ortadoğu Anadolu Bölgesinde en yüksek, % 9,9 ile Kuzeydoğu Anadolu
Bölgesinde en düşük düzeydedir65.
NUTS 1 bölge sınıflamasında ayrıca işsizlik oranının % 13,8 ile
Ortadoğu Anadolu bölgesinde en yüksek, % 4,1 ile Kuzeydoğu Anadolu
Bölgesinde en düşük olduğu görülmektedir.
TÜİK Hane halkı İşgücü Anketlerine göre, kayıt dışı istihdamın
boyutları incelendiğinde66; 2004 yılında % 53 olan kayıt dışı istihdamın, 2005
yılında % 50,1 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Kayıt dışı istihdamın %
51,8’i tarım kesiminde, % 48,2’si tarım dışı sektörlerde yer almaktadır. Kayıt
dışı istihdam en yaygın olarak ücretsiz aile işçileri ve yevmiyeli çalışanlar
arasında görülmektedir.
65
NUTS 1 ( Düzey 1) kapsamında, İstanbul, Batı Marmara, Ege, Doğu Marmara, Batı Anadolu,
Akdeniz, Orta Anadolu, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve
Güneydoğu Anadolu'dan oluşan 12 bölge yer almaktadır.
66
Türkiye’de kayıtdışı istihdam, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayan kişileri
kapsamaktadır.
157
Kayıt
dışı
istihdam ve
kayıt
dışı
ekonomi
ülke
ekonomisini
canlandırıyor görünse ve kişilerin refahını günlük olarak artırıyor olsa bile,
orta ve uzun vadede ülke ekonomisinde önemli tahribatlara yol açmaktadır.
Sorun yapısal olup, çözümü de yapısal reformlara bağlıdır67.
Her yıl yaklaşık 700-800 bin kişi işgücüne katılmakta, istihdam ise
işgücüne katılan grubu absorbe edecek kapasiteyi gösterememektedir. 2005
yılında işgücü 276 bin kişi artarken, istihdam 255 bin kişi artmıştır. 2001
yılında yaşanan ekonomik kriz, pek çok işletmenin kapanmasına ve özellikle
bankacılık sektörü istihdamında bir düşüş yaşanmasına ve yatırımların
yavaşlamasına neden olmuştur. Ayrıca, yaşanan ekonomik krizin ardından,
eğitimli nüfus arasındaki işsizlik ile uzun dönemli işsizlik başta olmak üzere
işsizliğin önemli bir sorun olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
2002-2007 yılları arasında yaşanan kayda değer (toplamda yaklaşık
%35) büyümeye rağmen istihdamda beklenen artış gerçekleşmemiştir.
Ekonomik büyüme istihdam artışından ziyade faktör verimliliğindeki artış ile
borçlanma ve yabancı sermayedeki artıştan kaynaklanmaktadır. Verimlilik
artışı kısa dönemde büyümenin istihdam yaratma kapasitesi üzerinde olumlu
etkide bulunmamakla birlikte uzun dönemde söz konusu kapasiteye olumlu
etkisi olmaktadır. İstihdam imkânlarının arzu edilen düzeyde artmayışının
önemli nedenlerinden biri de üretim artışlarının yeni kapasite yaratan
yatırımlardan ziyade, mevcut kapasitenin kullanılması ile elde edilmesi
olmuştur. Sanayi sektöründe kapasite kullanım oranları yükselmiştir. 2001
yılında yüzde 70 seviyelerine gerilemiş olan imalat sanayi kapasite kullanım
oranı, 2005 yılında yüzde 79 seviyesine ulaşmıştır.
İşgücü piyasalarının küreselleşmesi birtakım sorunları da beraberinde
getirmiştir. Uluslararası ticarette
yaşanan serbestleşme,
enformasyon
teknolojisindeki gelişmeler, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde
hakim olmaya başlayan ve neredeyse kuralsızlaşmaya varan liberal
67
A.B. Yereli, Karadeniz, O., Kayıt Dışı İstihdam, Odak Yayınevi, 2004, s. 239.
158
politikalar, gelişmekte olan ülkelerde nitelikli işgücü sayısındaki artış ve buna
mukabil aynı oranda iş tatmini sağlanamaması ve nihayet teknolojinin çok
uluslu şirketler aracılığıyla giderek yaygınlaşması gibi etmenler işgücü
piyasalarının küreselleşmesine yol açmıştır. Dolayısıyla bu süreçte ulusal
işgücü piyasalarının küresel işgücü piyasası içindeki yerinin tekrar ele
alınmasına ihtiyaç doğmuştur. 1998 Yılı’nda Latin Amerika ülkeleri işgücü
piyasalarına yönelik bir araştırmaya göre düşük ücret alan ülkelerde aynı
şekilde işçi başına üretilen katma değerin de düşük olduğu bunun gelişmekte
olan ülkelerde yetişmiş işgücü azlığından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Bu
durum aynı zamanda yetişmiş işgücünün gelişmiş piyasalara göçünün de bir
sonucudur68.
Ülkemiz aynı zamanda Avrupa Birliği’ne üye olma yolunda gerekli
düzenleme ve reformları tamamlama gayretindedir. Ancak 22 Haziran 1993
tarihinde başvuran ülkelerin adaylıklarının kabulü için belirlenen Kopenhag
Kriterleri ile, 1 Ocak 1993’te anlaşmaya varılan Maastricht Kriterleri ve
Genişleme Raporları’nın Türkiye’yi konu alan bölümlerinde İstihdam ve
İşsizlik konusu gereğince yer almamakta ancak buna rağmen endişeler
işgücünün serbest dolaşımına engel olmak şeklinde ortaya konulmaktadır.
B. İstihdam Piyasasında Enformel Sektör ve Kadınlar
Küreselleşme ile beraber sermaye, mal ve hizmet mobilitesinin
yanısıra dünya coğrafyası üzerinde yoğun bir emek mobilitesi de yaşanmıştır.
Özellikle yetişmiş emek yapısında ortaya çıkan bu mobilite, kimi piyasalar
açsından emek ithali iken kimi piyasalar açısından da emek ihracı ya da göçü
olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla gelişmekte olan piyasalarda cinsiyete
dayalı ayrımcılığın (Gender Discrimination) yaşandığı uygulamalar kadın
emeğinin göçüne neden olmuştur. Küreselleşme ile beraber 21. Yüzyılın
başında dünyadaki göçmen sayısı 175 milyon olmuştur. Bir diğer ifadele bu
68
Birgül Şimşek, İşgücü Piyasalarının Küreselleşmesi ve Küresel İşgücü Piyasası’nda Ulusal İşgücü
Piyasalarının Yeri” Muğla, 2002, www.isguc.org
159
dönemde her 35 kişiden biri göçmendir. Bu anlamda göçmen işçiler de
enformel sektörün bir parçasını ihtiva eder.
Kadınların dünya çapında sendikal faaliyetlere katılımı da oldukça
düşük kalmıştır. Bunun nedeni ise cinsiyete dayalı işbölümüdür. Gelişmekte
olan ülkelerin çoğunda kadınlar tarımda ücretsiz aile işçisi konumundadır. Hal
böyle olunca kırdan kente göçle beraber kadınların tarım dışı işlerde iş bulma
şansı
erkeklere
kıyasla
daha
azalmaktadır.
Enformel
sektörde
sendikalaşmanın güçlüğü kadınları sendikalardan uzak kılmaktadır. Genelde
kadınların işgücüne katılım oranının düşüklüğü (2000 Yılı’nda % 26) özelde
de kadın emeğinin enformel sektöre sıkışmış olması ve formel alandaki
cinsiyete dayalı işbölümü iş piyasasında zaten müşkül durumda bulunan
kadınların sendikal yapılardan da uzak kalmasına neden olmaktadır. 69
Enformel Sektör olarak ele alınan ilişkiler özetle şu yapıyı ihtiva eder:
çok küçük bir yatırım gerektiren, uzmanlaşmanın olmadığı, toplam üretime
katkının son derece az olduğu, genellikle tek kişi tarafından yürütülen,
herhangi bir iş örgütlenmesine dahil olmayan ve hiçbir yasal güvencesi
olmayan işler ve bu işler etrafında dönen ilişkileri kapsar. Bu sektöre
enformel sektör (Informal Sector) denilmesinin yanı sıra; marjinal sektör,
örgütlememiş sektör, kurumlaşmamış sektör, korumasız sektör, türedi sektör,
gecekondu istihdamı gibi isimlerde uygulamada verilmektedir. Enformel
sektör tezimiz açısından oldukça önemlidir. Kanaatimce ülkemiz iş piyasası
ve bu iş piyasasını kavrayacak projelerin anlaşılabilmesi ya da başarısı
ülkemizdeki enformel sektörün ve kayıtdışı istihdamın sağlıklı analizlere tabi
tutulabilmesine bağlıdır.
Enformel sektör hem kayıtdışı hem de kayıtlı istihdamın belirli kısmını
ihtiva eder. Zira belli bir süre kayıt altında çalışıp daha sonra sosyal
güvenceden yoksun olarak ve düşük ücretle çalışmaya devam edenleri de bu
kapsamda değerlendirmek gerekir. Emek yoğun teknolojilerde sosyal
69
Gülay Toksöz; “Türkiye’de Kadın İşçiler ve Sendikal Örgütlenme”, TES-İş Dergisi, Mart, 2005
160
güvenlikten yoksun çalışan çocuk ve kadın emeğini, ücretli ev işçiliği ya da
ücretsiz aile emeğini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Örneğin götürü
işlerde amelelik yapan bir kocası ve boyacılık yaparak eve küçük miktarlarda
kazançlar getiren iki çocuğu bulunan bir kadının bu dört kişilik ailenin evdeki
beslenmesi ve barınmasını konforlu hale getirmek için gösterdiği olağanüstü
çabayı bu tarz çalışma kapsamında derlendirmek gerekir. Yoksul tarım
çalışanları, mevsimlik ırgatlar, işportacılar, boyacılar, simitçiler, haftalık ev
temizliğinde çalışan kadınlar, aile yanında çocuk bakan kadınlar bu
kapsamda değerlendirilmelidir. Dolayısıyla kadınlar ve sakatlar başta olmak
üzere eğitimli ya da eğitimsiz işsizler, kayıtdışı istihdam edilenler ve enformel
sektörün kapsamına giren tüm insan unsuru mikrokredi uygulamasının hedef
kitlesini ihtiva eder.
C. Türkiye’de İstihdam ve İşsizlik
Tablo 13’de de görüldüğü üzere 15 yaş ve üzeri nüfus 1988-2006
döneminde sürekli olarak artmıştır. Dolayısıyla işgücünün toplam nüfusa
oranı da istikrarlı bir artış seyri izlemiştir. Örneğin; 1988-2006 döneminde
işgücü/toplam nüfus oranı % 63.3’ten % 71.2’ye çıkmıştır. Buna rağmen
işgücüne katılım oranında belirgin ve yüksek bir düşüş olmuştur. İşsizlik
oranları artmıştır. Tabloda görülen diğer bir husus da kadın işsizliğinin erkek
nüfusa oranla daha yüksek olduğudur. Ülkemizdeki bu durum dünya geneli
ile uyumludur. Nitekim dünyadaki mikrokredi projelerinin öncelikli hedef
kitlesinin kadınlar olması da bu durumdan kaynaklanmaktadır. Ülkemizde de
özellikle kadın nüfusun mesleki eğitime ve girişimciliğe yönlendirilmesi büyük
önem arzetmektedir.
161
Tablo 13: İşgücü Durumuna Göre Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus
Yıl
ve
cinsiyet
Toplam
nüfus
TOPLAM
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
ERKEK
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
KADIN
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
15-yaş
15+yas
15+yaş
oranı
işgücü
İşgücüne
dahil
olmayan
(Bin)
İşgücüne
katılma
oranı
İstihdam
edilen
Eksik
istihdam
işsiz
İşsizlik
oranı
Eksik
istihdam
oranı
53.284
54.047
55.294
56.407
57.521
58.478
59.455
60.585
61.724
62.871
64.008
65.139
66.187
67.296
68.393
69.479
70.556
71.611
72.606
68.901
69.724
(Bin)
19.538
19.732
19.694
19.538
19.537
19.521
19.417
19.409
19.482
19.572
19.713
19.829
19.976
20.138
20.352
20.567
20.650
20.785
20.938
18.907
18.952
33.746
34.315
35.601
36.869
37.938
38.957
40.038
41.176
42.243
43.299
44.295
45.311
46.211
47.158
48.041
48.912
49.906
50.826
51.668
49.994
50.772
(%)
63.3
63.5
64.4
65.4
66.0
66.6
67.3
68.0
68.4
68.9
69.2
69.6
69.8
70.1
70.2
70.4
70.7
71.0
71.2
72.5
72.8
19.391
19.931
20.150
21.010
21.264
20.134
21.877
22.286
22.697
22.755
23.385
23.878
23.078
23.491
23.818
23.640
24.289
24.565
24.776
23.114
23.805
14.355
14.385
15.451
15.859
16.720
18.643
18.162
18.890
19.546
20.544
20.911
21.433
23.133
23.667
24.223
25.272
25.616
26.260
26.892
26.879
26.967
(%)
57.5
58.1
56.6
57.0
56.0
52.1
54.6
54.1
53.7
52.6
52.8
52.7
49.9
49.8
49.6
48.3
48.7
48.3
48.0
46,2
46,9
17.755
18.222
18.539
19.288
19.459
18.500
20.006
20.586
21.194
21.204
21.779
22.048
21.581
21.524
21.354
21.147
21.791
22.046
22.330
20.738
21.194
(Bin)
1.281
1.389
1.309
1.513
1.748
1.568
1.856
1.568
1.539
1.398
1.449
2.164
1.591
1.404
1.297
1.143
995
817
890
689
779
1.638
1.709
1.612
1.723
1.805
1.815
1.871
1.700
1.503
1.552
1.607
1.830
1.497
1.967
2.464
2.493
2.498
2.520
2.447
2.376
2.611
(%)
8.4
8.6
8.0
8.2
8.5
8.9
8.6
7.6
6.6
6.8
6.9
7.7
6.5
8.4
10.3
10.5
10.3
10.3
9.9
10.3
11.0
(%)
6.6
7.0
6.5
7.2
8.2
7.7
8.5
7.0
6.8
6.1
6.2
9.1
6.9
6.0
5.4
4.8
4.1
3.3
3.6
2.9
3.2
26.648
27.092
27.662
28.274
28.829
29.256
29.708
30.269
30.834
31.407
31.972
32.533
33.058
34.154
34.692
34.692
35.226
35.747
36.214
34.178
34.589
9.987
10.130
10.107
9.998
9.991
9.972
9.894
9.881
9.910
9.950
10.016
10.071
10.142
10.220
10.327
10.432
10.471
10.538
10.613
9.665
9.672
16.661
16.962
17.556
18.277
18.838
19.284
19.815
20.388
20.924
21.457
21.956
22.462
22.916
23.389
23.827
24.260
24.755
25.209
25.601
24.513
24.917
62.5
62.6
63.5
64.6
65.3
65.9
66.7
67.4
67.9
68.3
68.7
69.0
69.3
69.6
69.8
69.9
70.3
70.5
70.7
71.7
72.0
13.536
13.664
13.990
14.665
15.002
15.046
15.553
15.858
16.183
16.464
16.848
17.025
16.890
17.040
17.058
17.086
17.902
18.213
18.297
17.098
17.476
3.125
3.299
3.566
3.612
3.837
4.239
4.263
4.530
4.742
4.994
5.108
5.437
6.025
6.349
6.768
7.174
6.854
6.996
7.304
7.415
7.441
81.2
80.6
79.7
80.2
79.6
78.0
78.5
77.8
77.3
76.7
76.7
75.8
73.7
72.9
71.6
70.4
72.3
72.2
71.5
69.8
70.1
12.520
12.548
12.901
13.395
13.682
13.723
14.191
14.628
15.067
15.400
15.687
15.713
15.780
15.555
15.232
15.256
16.023
16.346
16.520
15.382
15.598
1.150
1.222
1.195
1.359
1.523
1.401
1.587
1.332
1.322
1.247
1.302
1.932
1.416
1.255
1.158
994
881
705
770
585
647
1.017
1.116
1.089
1.271
1.321
1.323
1.362
1.230
1.116
1.065
1.162
1.312
1.111
1.485
1.826
1.830
1.878
1.867
1.777
1.716
1.877
7.5
8.2
7.8
8.7
8.8
8.8
8.8
7.8
6.9
6.5
6.9
7.7
6.6
8.7
10.7
10.7
10.5
10.3
9.7
10.0
10.7
8.5
8.9
8.5
9.3
10.1
9.3
10.2
8.4
8.2
7.6
7.7
11.3
8.4
7.4
6.8
5.8
4.9
3.9
4.2
3.4
3.7
26.636
26.955
27.632
28.133
28.692
29.222
29.747
30.316
30.891
31.465
32.036
32.606
33.129
33.687
34.239
34.787
35.330
35.864
36.392
34.722
35.134
9.550
9.602
9.587
9.541
9.547
9.549
9.524
9.529
9.572
9.623
9.697
9.849
9.834
9.918
10.025
10.135
10.180
10.247
10.324
9.242
9.279
17.085
17.353
18.045
18.592
19.145
19.673
20.223
20.787
21.319
21.842
22.339
22.849
23.295
23.769
24.214
24.652
25.150
25.617
26.067
25.480
25.855
64.1
64.4
65.3
66.1
66.7
67.3
68.0
68.6
69.0
69.4
69.7
70.1
70.3
70.6
70.7
70.9
71.2
71.4
71.6
73.3
73.5
5.855
6.267
6.160
6.345
6.262
5.269
6.324
6.428
6.514
6.292
6.537
6.853
6.188
6.451
6.760
6.555
6.388
6.352
6.480
6.016
6.329
11.230
11.086
11.885
12.247
12.884
14.406
13.899
14.360
14.805
15.551
15.803
15.996
17.108
17.318
17.455
18.098
18.763
19.264
19.588
19.464
19.526
34.3
36.1
34.1
34.1
32.7
26.8
31.3
30.9
30.6
28.8
29.3
30.0
26.6
27.1
27.9
26.6
25.4
24.8
24.9
23,6
24,5
5.235
5.674
5.637
5.893
5.778
4.777
5.815
5.958
6.127
5.805
6.092
6.335
5.801
5.969
6.122
5.891
5.768
5.700
5.810
5.356
5.595
131
168
115
154
226
167
269
236
216
151
147
233
176
149
139
149
115
113
119
104
132
621
593
524
452
484
491
509
470
387
487
445
518
387
482
638
663
620
652
670
660
734
10.6
9.5
8.5
7.1
7.7
9.3
8.0
7.3
5.9
7.7
6.8
7.6
6.3
7.5
9.4
10.1
9.7
10.3
10.3
11.0
11.6
2.2
2.7
1.9
2.4
3.6
3.2
4.2
3.7
3.3
2.4
2.2
3.4
2.8
2.3
2.1
2.3
1.8
1.8
1.8
1.7
2.1
TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları.
162
D. Küreselleşme ve İstihdam
Küreselleşme ile beraber devletin sosyal nitelikli faaliyetlerinin iktisadi
ve toplumsal faydaları tartışılmaya başlanmıştır. Yani ülkelerin övünerek
uyguladıkları ve bizde de Anayasa’ya yerleşmiş olan Sosyal Devlet yahut
refah
devleti
anlayışı
yerini
minimal
devlet
anlayışına
bırakmaya
70
başlamıştır .
Çalışma ilişkileri alanında da değişmeler gözlenmektedir. Kısmi süreli
çalışmalar ve klasik işçi-işveren ilişkisi ile ifade edilemeyecek yeni çalışma
tarzları ortaya çıkmaktadır. Sendikalaşma sempati ile bakılan bir olgu
olmaktan çıkmaktadır. Bilhassa çalışma ilişkileri ile ilgili olarak Kadir ARICI
hocamızın şu tespiti büyük önem arzetmektedir: ''Günümüzde sanayileşme
ve ona bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler iş hukukunda geleneksel
müessese ve kavramları değiştirecek ölçüye varmıştır. İktisadi hayatta
yaşanan milli ve milletlerarası seviyedeki rekabet şartları, çalışma hayatını da
etkilemektedir. Hızla değişen ve eskiyen ve gün geçtikçe de pahalanan
üretim teknolojisi; müteşebbis yönü ile işverenin, piyasa ekonomisi
şartlarında rekabet edebilmesi için vazgeçilmez bir şeydir. Ayrıca, bilgi
toplumu ve sanayi sonrası toplum aşamalarına yönelen bir dünyada
müteşebbisin çağa uygun bir yönetim esnekliğine sahip olmasının gerekli
olduğu da kabul görmeye başlayan bir görüştür. Şu halde, işveren
müteşebbis o şekilde bir işletme yönetimi oluşturmalıdır ki hem elindeki
teknolojiyi amorti edebilsin, hem yeni teknolojiye sahip olabilsin, hem de
rekabet şartlarının gerektirdiği yönetim imkanlarına sahip olabilsin.''71 O halde
çalışma yaşamı ile ilgili olarak devlet açısından farklı bazı işlevler gündeme
gelmektedir. Bunlar; kişilerin çalışma hakkını kullanmasını sağlayan, diğer bir
deyişle kişilere iş bulan devlet, çalışanların sağlığını ve iş güvenliklerini
tehlikeye sokacak sürelerde ve koşullarda çalıştırılmasını önleyebilen devlet,
70
Bkz. Savaş, Vural Fuat; Politik Yozlaşma Ortamında Refah Devleti’nden Minimal Devlete adlı
makale, Türkiye Günlüğü Dergisi, s.30, Eylül-Ekim 1994
71
Kadir Arıcı, Çalışma Sürelerinin Hukuki Gelişimi ve Yeterliliği açısından 1475 Sayılı İş
Kanunu’nda Çalışma Süreleri; Kamu İşverenleri Sendikası, Ankara-1992, s.153,154
163
çalışanların normal çalışma sürelerinde dinlenme haklarını koruyabilen devlet
ve nihayet değişen çalışma koşularında işin gerektirdiği
süre kadar
çalıştıran, bu anlamda emeğin ve teknolojinin atıl kalmasını önleyen ve
bunun sonucunda çalışanlarına daha iyi bir sosyal hayat sağlayan devlet.
Asıl tezimize uygun olarak şöyle bir gerçek ortaya çıkmaktadır. Devlet eli ile
sosyal meselelere çözüm bulma endişesi ile hareket edildiğinde meseleler
daha mikro nitelik kazandıkça devletin işlevleri birbirleri ile çelişkiye
düşmektedir.
İşte
yeni
dünya
düzeni
çalışma
yaşamında
devletin
fonksiyonlarında ciddi çelişki ve çatışmaların olacağı bir süreci ifade eder.
Çatışma işçi ve işverenler arasındaki bir çatışma değil, müdahale ettiği
herhangi bir alan ile ilgili olarak işin içinden çıkmakta zorlanan devlet
kurumları arasındaki pasif çatışma şeklinde olmaktadır. Bu çelişkiyi
gidermenin yolu ise üretimi ve piyasayı en minimal noktaya kadar
barıştırmaktadır.
Belli bir bilgi ve beceriyi edinen yahut eğitimini tamamlayan insanlar
bugüne kadar devletin kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlardı. Devlet bu
insanlara ya iş veriyor ya iş temin ediyor ya da işsizlik sigortasından
yararlandırıyordu.
içine girilen yeni süreç tüm ülkelerin devleti küçültmek
hedefine yöneldiğini gösteriyor. Dolayısıyla üretime entegre olmak ve
yaşamını idame ettirmek bireylerin kendi sorunu olmaya başladı. Devlet bu
sorunu çözmek yerine çözümüne ilişkin mekanizmaları piyasa koşuları içinde
oluşturmak durumundadır. Bu mekanizmalardan mikrokredi ile kendi
hesabına çalışmanın teşvik edilmesi 2005 Yılı’nda yapılan dünya mikrokredi
zirvesi ile giderek önemsenmeye ve başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır.
Küreselleşme istihdam yaratma konusunda bir başarısızlığı da ifade
etmektedir72. Küresel ekonomik büyüme, ILO tarafından sunulan yeni rapora
göre, yoksulluğu azaltan daha iyi ve yeni işlere dönüşümünde bugün gittikçe
başarısız olmaktadır. Raporda, ILO küresel yönelimlere dikkat çekerek farklı
72
http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm www.kamusen.org.tr
164
bölgelerin, iş yaratma, verimlilik sonuçları, ücret iyileştirilmesi ve yoksulluk
azatlımı konularında karışık sonuçlar gösterdiğini bulmuştur.
Yine aynı rapora göre son yıllarda, ekonomik büyümeyle istihdam
büyümesi arasında zayıflayan bir ilişki mevcuttur. Bu, büyümenin otomatik
olarak yeni işler yaratmadığı anlamına gelir. Rapordaki ‘istihdam esnekliği’
göstergesi, GDP’de ölçülen ekonomik büyüme ile iki büyüme katkısı
değişkeni (istihdamdaki ve verimlilikteki olumlu veya olumsuz değişiklik)
arasındaki ilişkiye bakmaktadır. İki yıllık çalışma bulmuştur ki; büyümede
%1’lik artışa rağmen 1999 ile 2003 arasında küresel istihdamda yalnızca
% 0.3’lük bir büyüme söz konusudur.
Yukarıda ifade edilen durum aynı zamanda Andre Gorz’un “İktisadi
Aklın Eleştirisi”73 adlı eserinde ifade ettiği gibi, çalışma kavramının iktisadi
yaşamdaki yerinin yeniden sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla ne küreselleşmenin ne de sosyal devletin kurtarıcı olarak
görülmesi gerekir. İktisadi aklın kutsallaştırdığı ve yaşamanın aracı değil
amacı haline gelen çalışma anlayışında iktisadi faaliyet sonucunda elde
edilen “en çok” un en iyi olmadığı “en geniş kesimlerce paylaşılabilenin” ve
“dünyaya en az zarar verenin” en iyi olduğu yeni anlayışlara ve bu anlayış
çerçevesinde şekillenmiş işgücü piyasalarına ihtiyaç hissedilmektedir.
Her GDP yüzde büyümesi için % 0.5 ve %0.9 arasında istihdam
büyümesi ile en yoğun istihdam büyümesi orta doğu ve Afrika’da
yaşanmıştır.
büyümesinin
Diğer
‘kendi
göstergeler
işi’
ise
bu
bölgelerdeki
(self-employment)
sınıfında
istihdam
olduğunu
göstermektedir. Afrika gibi tarımın yaygın olduğu ekonomilerde işler
yapılanırken pek çok iş resmi değildir ve düşük verimlilikte olup
çalışanların kendilerini geçindirme seviyesine uygun değildir. Örneğin,
günde 1 dolardan aza çalışan işçi sayısı 1994 ve 2004 arasında 28
73
Andre Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, B.2, İstanbul, 2007
165
milyon kadar artmıştır74. Kendi hesabına çalışmada oluşturulan mikro
işletmelerde oluşan istihdamın içinde bir miktar gizli işsizlik olmasına
ve mevcut istihdamın gelir düzeyi oldukça düşük olmasına rağmen
Afrika ve Ortadoğu’da büyümenin istihdama daha büyük oranda
yansıması, bu bölgelerde başlatılan mikrokredi uygulamalarının ciddi
başarılar ortaya koyması özellikle gelişmekte olan ülkelerde çalışma ve
üretmeye ilişkin paradigmaların küreselleşme ile birlikte yeniden
sorgulanmasını önemli kılmaktadır.
Yukarıda ILO tarafından hazırlanan rapor aynı zamanda küresel ücret
dengesizliğinin de arttığını ortaya koymaktadır. Gelişmiş ekonomilerdeki
artan ücret eşitsizliği, yüksek-yetenekli işçi talebinde diğerine göre daha fazla
artışa neden olmuştur. Aynı zamanda ticaret eğiliminde de artış görülmüştür.
Artan ücret dengesizliğinin çözüm yollarından biri olan mesleklendirme aynı
zamanda girişim talebini de artıran bir etki yaratmaktadır. Dolayısıyla
küreselleşme aynı zamanda yarattığı handikaplar açısından kendi hesabına
çalışmayı teşvik edici mahiyette olmasına rağmen yeterli kaynak ve uygun
koşulların olmaması girişim arzusuna ket vurmaktadır.
Bir çok gelişmiş ekonomide büyüme, uluslararası şirketlerin pazar
alanlarını genişleterek transfer ettikleri sermayelerini kat kat fazlasıyla geri
almaları yoluyla gerçekleşmektedir. Uluslararası sermaye aynı zamanda IMF
politikalarını izleyerek öngörülen alanlarda kartelleşme eğilimindedir. Oysa
dünyaya ihraç ettikleri piyasa ekonomisinde en önemli işlev tam rekabettir.
Rekabete aykırı koşullar sevimsiz görülür. Ancak 2001 Nobel Ödülü’nü iki
meslektaşıyla paylaşan ekonomist Joseph e. Stiglitz ABD ve IMF’in; Rusya,
Çin ve Polonya gibi ülkelere göçerdiği istikrar hedefli programların istikrar
sağlamadığını, bu ülkelerin kendi iç dinamikleri doğrultusunda ve istikrar
programlarına
rağmen
farklı
politikalarla
düzlüğe
çıktıklarını, istikrar
programlarına bir müddet bağlı kalan Rusya’nın ciddi hüsran yaşadığını ifade
etmekte ve ihraç edilen düşüncenin aksine ABD’nin yeterince antitröst
74
http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm www.kamusen.org.tr
166
politikalar uygulamadığını öne sürmektedir75. IMF ve borçlu ülkelerin ilişkileri
iç dinamikler üzerine kurgulanmış projeler düzeyinde değil borç verenin
teminat şartlarını borçluya dayattığı bir ilişki düzeyinde yürümüştür. Bu şartlar
da uzaktan kontrole imkan veren alabildiğine liberalleşme (özelleştirme,
kontrolsüz kambiyo rejimi vs.) şeklinde tezahür etmiştir.
E. Türkiye’de Gelir Dağılımı Adaletsizliği ve Fırsat Eşitsizliği
Ülkemizde genel ekonomik yapının seyri nasıl olursa olsun en az
değişen
durum gelir dağılımındaki
adaletsizliktir.
Gelir
dağılımındaki
adaletsizlik beraberinde fırsat eşitsizliğini getirmekte fırsat eşitsizliği de
uçurumun giderek derinleşmesini tetiklemektedir. Zaman zaman ortaya çıkan
sermayenin el değiştirmesi çabaları ise politika belirleyen ekiplerin değişmesi
dolayısıyla ortaya çıkan yapay düzenlemelerdir. Genel ekonomik politikaların
içinde gelir dağılımı adaleti ve fırsat eşitliğine ilişkin düzenlemeler istihdamın
artırılması ve yoksulluğun azaltılması düzleminde ortaya konulmalı ve tıpkı
enflasyon ve büyüme hedefleri gibi işsizlik ve yoksulluğa ilişkin hedefler
ortaya konulmalı ve bu hedefe yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Gelir dağılımına devletin müdahale enstrümanları sübvansiyon ve
yardım düzeyinde kaldığı müddetçe piyasa ekonomisi içinde kalıcı çözümler
geliştirilemez. Piyasa ekonomisi içinde istihdamın artırılması konusu her
zaman devletin sorumluluğu olarak görülmüştür. Nitekim sağlıklı işleyen bir
piyasa sisteminde devletin müdahalesine en fazla ihtiyaç gösteren alan
işgücü piyasasıdır. İşgücü piyasasına yönelik istihdam artırıcı ve gelir
dağılımını düzenleyen çözümler her zaman devletten beklenilmiştir. Nitekim
internet
aracılığıyla
(insankaynaklari.com)
yapılan
“Devletten
ne
bekliyorsunuz?” konulu ankette; “istihdamın artırılması konusunda devletin
sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yaklaşık
% 74’ü “Evet kesinlikle düşünüyorum” şeklinde cevap vermiş % 18’i ise “özel
75
Joseph E. Stiglitz, Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev. Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural, planb
yayınları, B.1, İstanbul, 2002
167
sektöre daha çok sorumluluk düşüyor” demiştir. “İstihdam konusunda devlete
düşen en büyük sorumluluk nedir?” sorusuna ise yaklaşık % 40’lık bir oran
“girişimciliğin özendirilmesi”, % 20 “özel sektörün desteklenmesi”, % 17 “iş
güvencesinin sağlanması” ve % 15 “kamuda yeni iş olanaklarının ağlanması”
şeklinde cevap vermiştir76. Buradan da çok net anlaşıldığı üzere çıkan sonuç
devletin müdahalesinin mutlaka istendiği ancak bu müdahalenin doğrudan bir
müdahale yerine “girişimciliğin desteklenmesi” şeklinde olması gerektiğidir.
Özel sektörün istihdama özendirilmesi şeklindeki yaklaşım ise ciddi
ölçüde
palyatif
kalmaktadır.
Olması
gereken
istihdamın
karlı
hale
getirilmesine yönelik düzenlemelerdir. Bu durum ise özendirme ifadesinin
yetmediği bir anlayışa işaret eder. Karlı, rantabl ve verimli çalışmaya
koşullanmış girişimlerin istihdama yönelik aktivitelerinin de bu koşullara
uygun hale gelmesini sağlayacak ekonomi politikası enstrümanlarına ve
sosyal
inovasyonlara
ihtiyaç
vardır.
Reel
sektör
yatırım
ortamının
iyileştirilmesi gerekmektedir. Spekülatif amaçlı yabancı sermayenin mali
sektöre yönelmesi ve bu sektörde ortaya çıkan sermaye transferlerindeki
artışı
yatırım
ortamının
iyileştirilmesi
olarak
görüp
bu
sermayenin
hoşlanmadığı parasal dalgalanmaları engellemek amacıyla sıkı para ve kur
politikası enstrümanlarına odaklanılması yukarıda ifade edilen istihdama
yönelik politikalar açısından ciddi bir anlam ifade etmemektedir.
Nitekim, TÜİK Ekim 2007 verileri çerçevesinde; yüzde paylar analizine
göre ilk yüzde 20’lik grubun gelirden aldığı pay artarken, beşinci yüzde
yirmilik grubun payı düşmüştür. Gelir dağılımı eşitsizlik ölçülerinden “Gini
Katsayısı” % 0.2 azalmıştır. Ülkemizde 2002 – 2007 arasındaki beş yıllık
sürede ekonomi toplamda % 35 oranında büyümesine karşın, işsizlik oranı %
9.7 ile (gizli işsizlik ihmal edilerek) yaklaşık olarak aynı yüksek oranını
korumuş gelir dağılımı ise yukarıda ifade edildiği üzere daha da bozulmuştur.
O halde spekülatif yabancı sermaye transferine ve borçlanmaya dayalı
büyüme oranımızın istihdama ve gelir dağılımı adaletine katkısı sıfır
76
www.ntv.com.tr/news/302055.asp 01.06.2005
168
olmuştur. Bu durum istihdama ilişkin politikaların finans piyasası ile ilgili
politikalarla birlikte ve iç içe yürütülmesi gereğini ortaya koymaktadır.
II. TÜRKİYE’DE EKONOMİK KRİZLERİN İŞGÜCÜ PİYASASINA
ETKİSİ
A. Türkiye’de Kriz ve Yoksullaşma
Türkiye
işgücü
piyasasındaki
yapısal
sorunların
ana
nedeni
ekonominin periyodik olarak krizlere maruz kalması ve politikaların bu
krizlerden çıkışı esas alan politikalar olmasıdır. Sermaye ve mal piyasasını
ciddi ölçüde dengesiz hale getiren krizler işgücü piyasasını da istihdam
yaratıcı olanakları sınırlaması nedeniyle olumsuz etkiler.
Türkiye 2000 sonunda yeni bir kilometre taşına geldi, dayandı. Bu,
önceki döneme ait birikim modelinin tıkanması ve bu tıkanıklığın yeni bir
birikim formatıyla aşılması ihtiyacı demekti. Nasıl bir birikim modeliydi tıkanan
ve yenisi nelerin üstüne inşa edilecekti? Bu sorunun yanıtı, Türkiye
kapitalizminin kuşbakışı olarak birikim süreçlerini anımsamaktan geçiyor.
1923-1945 dönemini kapsayan “ilk birikim” yıllarını bir yana bırakırsak,
Türkiye sermaye birikimi sürecinin 50 küsur yıllık bir geçmişi vardır ve bu
süreç, belli başlı üç ana döneme ayrılabilir; 1) 1950’lerden 1970’lerin
sonlarına uzanan 30 yıllık “ithal ikameci birikim” dönemi, 2) 1980’den 1989’a
uzanan “ihracata dönük birikim” dönemi, 3) 1990’lı yıllardan Büyük Kriz’in
yaşandığı 2000’e uzanan “sıcak paraya dayalı büyüme” dönemi. Bu üç
dönemin ana özelliklerini ifade etmeden önce, 2001’i (ucuzlatılmış ihracatı
temel alan) yeni bir birikim formatı arayışı içinde olunan, yeni bir dönemin
başlangıç yılı olarak niteleyebiliriz.
1950’lerde başlayıp, 1960’lı ve 1970’li yıllarda hızlanan Türkiye’nin
ithal ikameci birikim modeli, sabit döviz kuru, korunan bir iç pazar, düşük faiz
169
hadleri ve yoğun devlet desteği ile dayanıklı-dayanıksız tüketim malları
üretme ağırlıklı bir sanayileşmeye dayanıyordu. Ticaretten sanayiye geçiş
yapan yerli firmaların, yabancı sermayeyle işbirliği temelinde başlattıkları
sanayileşme bu birikim modelinin omurgasını oluşturmuş, KİT’ler de bu
sanayiye başta düşük fiyatlı girdi olmak üzere destek veren bir rol
üstlenmişlerdi. Ancak bu birikim modelinin sorunu, döviz kurunun sabit
tutulmasının etkisiyle ihracatı kulak arkası etmesi ve girdi, araç-gereç
yönünden ithalata bağımlı olmasıydı. Bu, her yıl artan oranlarda dış açık
verilmesi demekti. Dış açık, işçi dövizleri ve tarım ürünleri ihracıyla
kapatılamayınca dış borçlanma kaçınılmaz olmuştur. Ancak yapının dış borç
ödeme kabiliyetinin azalmasıyla da birikim modelinin kendini yeniden üretme
şansı kalmamıştır. 1960’ların ortalarında (2000’de Türkiye’nin 200 milyar
dolarlık milli geliri olan bir ekonomisi olduğunu anımsayarak), Türkiye’nin
sadece 8 milyar dolarlık (1965 GSMH’si) bir büyüklükte, henüz emekleme
çağında bir olduğunu hatırlamamız gerekir. Ve yine hatırlayalım ki, o
zamanlar Türkiye geniş anlamda değer üretimi (GSMH), ABD’dekinin 88’de
1’i, Almanya’dakinin 14’te biriydi.
Bu birikim modelindeki tıkanıklıkları aşmak için Türkiye, 55 yıllık IMF’li
tarihindeki stand-by düzenlemelerinin 8’ini bu dönemde yapmıştır. Ancak, bu
düzenlemeler gerilim yaratacak içerikte olmamıştır. Bu dönemlere ilişkin IMF
programlarının, hiç değişmeyecek istikrar programı kapsamında olduğu
görülür. Sabit tutulan kurun aşırı değerli hale getirdiği yerli paranın devalüe
edilmesi, ihracatın teşviki, kamu harcamalarının kısılması ve iç talebi daraltıcı
deflasyonist önlemlerin uygulamaya konulması, IMF’in kredi vermek için
gerekli koşullarıdır. 1960’ların sonlarına doğru da, IMF, yeni bir devalüasyon
için baskı yapmaya başladı. Sonuç % 66’lık devalüasyon ile doların 15 TL’ye
yükselmesi oldu.
IMF’li yıllar 1975 sonrasında hızlandı. 1974 petrol şokundan sonra
1978’de % 32’lik bir devalüasyonla dolar kuru 25 TL’ye çıkarıldı. Daha sonra
1979’daki stand-by anlaşmasıyla da dolar 47 TL’ye çıkarıldı.
170
1970’lerin sonları 30 yıldır uygulanan iç pazara dayalı ithal ikameci
birikim modelinin ömrünün tükendiği yıllardı. 1980’de Türkiye kapitalizmi 60
milyar dolar dolayında bir milli gelir üretiyordu. Artık yeni bir düzlemde birikimi
sürdürmek gerekiyordu. Bu da hem sermayenin kendi içinde ve dünya
sermayesiyle ilişkilerinde hem de işçi sınıfıyla ilişkilerinde bir yeniden
yapılanmayı gerektiriyordu. 12 Eylül’le başlayan ve 1983 sonunda Kurulan
ANAP iktidarıyla süren “yeni dönem” de, Türkiye sürekli ödemeler dengesi
sorunu yaratan ithal ikameci birikim tarzı kulvarından, ihracata dönük birikim
tarzına doğru yöneldi.
Sabit kurdan uzaklaşan döviz politikası, başta ihracat olmak üzere
döviz kazandırıcı faaliyetleri artırdı. Sanayide de ithale bağımlı sektörler
yerine tekstil, gıda gibi uluslararası işbölümünde iddialı olunabilecek
sektörlerde yoğunlaşıldı.
Ancak yine de, “Yeni dışa açılmacı model, kronik ödemeler dengesi
krizini ortadan kaldırmadı. Çünkü, ithala dayalı ara malları ve yatırım malları
üretiminden vazgeçilmedi, dolayısıyla bu sanayilerin girdi bağımlılığı
azalmadı, tersine, ticaretin liberalleşmesiyle arttı. 1978/1979’da 13 milyar
dolar olan dış borçlar 1985’e gelindiğinde 25 milyar doları aştı. 1978’de milli
gelirin % 28’i olan dış borç stoku, 1985’te % 30’a çıktı.
Döviz kurunu sabite yakın, faizleri ise yüksek tutan bir yaklaşımla,
adına “sıcak para” denilen kısa vadeli kredi girişi, finansal liberalleşmeye
gidilen 1989 sonrasında hızla teşvik edildi ve ekonomi bu borçlanmayla
çarklarını döndürdü, yüksek büyüme hızlarına ulaştı.
Özellikle 1989-1993 döneminde ekonomide iç pazara dönük yüksek
büyüme hızları gerçekleştirildi. İhtiyaç duyulan dış kaynak ise yine dış borçla
sağlandı. 1986’da 32 milyar dolar olan dış borç stoku % 100’ün üstünde bir
büyümeyle 1993 sonunda 67 milyar dolara ulaştı.
171
1990-1993 dönemine ait genişleme aralığında giren sermaye, milli
gelirin % 3,8’ine ulaşırken büyüme hızı da yıllık % 6’yı buldu. İkinci genişleme
dönemi olan 1995-1997 aralığında da sermaye girişinin milli gelire oranı %
4,8’i buldu, ortalama büyüme de % 7,8’e ulaştı.
Buna karşılık sıcak paranın kaçtığı 1994’te çıkan sermaye milli gelirin
% 4,51 boyutunu bulurken o yıl ekonomi % 6 küçülmüştü. 1998’de de giriş,
milli gelirin % 1,8’ine inerken büyüme de % 3,9’da kaldı. 2000 yılında,
yabancı kökenli sermaye girişlerinin toplamı Kasım 2000 krizi öncesi 15
milyar dolara yaklaşırken, 2000 de büyüme oranı da % 7’yi aşıyordu.
Talep genişlemesinin kur politikası ve serbest dış ticaret rejimiyle
beslenmesi sonunda dış açıklar hızla arttı. Sıcak para hareketlerini ellerinde
tutanlar,
dış dengenin
sürdürülemez olduğunu
anladıkları
anda
da
sermayelerini çektiler ve bu kaçışlarla birlikte, yaşanan panik döviz çıpasına
hücumla sonuçlandı. Dövize hücum, kırılgan bankacılık sistemini sarstı ve ilk
şok Kasım 2000’de yaşandı.
Bu yılın sonunda ekonomik hasarın bilançosu şu başlıklar altında
toplanabilir;
1) % 9’u aşan küçülme sonucu milli gelir düzeyinde kayıplar.
2) IMF’den ek dış borçlanma ile artan yük.
3) İç borç ve faizlerde ek yük.
4) İşsizlik artışı.
5) Üretim düşüşleri, iflaslar, dünya rekabet gücünün azalması.
2000 yılında 202 milyar dolar olan GSMH’nin, IMF’in varsaydığı %
3’lük küçülmeyle kalmayıp % 9,5 küçülmeyle 2001 milli geliri 148 milyar dolar
oldu. Bu çerçevede 2000’e göre 54 milyar dolarlık bir milli gelir kaybına
uğrayan Türkiye’nin kişi başına düşen geliri de 2000’de gerçekleşen 3,095
dolardan 2,160 dolar dolayına düştü.
172
Yaşanan
krizler, Türkiye’nin üretim dinamiklerini
de aşındırdı.
Sanayide üretim düşüşleri ve kapasite kullanım azalışlarıyla önemli bir atalet
yaşanırken, firmaların mali yapılarının bozulmasıyla yenileme ve teknoloji
yatırımları da durdu. Bu, dünya rekabet arenasında Türkiye’nin geride
kalması, rekabet gücünü kaybetmesi anlamında da geliyor.

Mali sektör ile imalat sanayi ve medyada büyük boyutlarda
işsizlik yaratan kriz, esnaf ve ticaret kesimini de derinden etkiledi.
Kurulan her 100 işyerine karşılık 72 işyeri kepenklerini indirdi.

Türkiye’de istihdam edilenlerin sayısı 2000 sonunda 20 milyon
182 bin kişiyken, 2001 sonunda toplam istihdamda 960 bin kişilik
azalma oldu. Ayrıca, lise ve daha yukarı eğitimli 15-24 yaş
grubuna dahil olanların arasındaki işsizlik oranı aynı dönemlerde
% 24’e yükseldi.

Reel sektörün yanı sıra “beyaz yakalılar” olarak anılan ve yönetici
pozisyonunda çalışanlar da krizden derin biçimde etkilendi. Bu
grupta olup da iş arayanların sayısı % 60 arttı.

İşten çıkarmalar en çok bankacılık, Telekom, bilişim teknolojisi ve
medya sektörlerinde yaşandı.

Finans sektöründe 30 bine yakın kişi işini kaybetti. Bu rakamın
2002 sonunda özel sektör bankalarındakilerle birlikte 50 bin kişiyi
bulması bekleniyordu.

Reel sektöre gelince, Kasım 2000 krizini izleyen dönemde imalat
sanayinin çeşitli kollarında binlerce insan işsiz kaldı. İşsizlik
verileri pek güvenilir olmamakla birlikte, DİE’nin işgücü anketi
sonuçlarına göre kentteki işsiz ve eksik istihdam edilenlerin oranı
2000’de % 16,3 iken 2001’in sonunda 17,2’ye çıktı. Kentlerde
eğitimli gençler arasındaki işsizlik oranı % 27’yi buldu. Kırsal
kesimdeki atıl işgücü oranı ise % 9,5 olarak belirlendi.
Ülke milli gelirinin % 10 gibi rekor bir düzeyde gerilediği 2001’de
dehşetli küçülme toplumun tüm kesimlerinde bir refah kaybı yaratmakla
173
beraber, krizden en fazla etkilenen kesimleri, gelir piramidinin zaten altında
olan ücretli kesimler, tarım kesimi ve devletin yardımına muhtaç emekli, dul
ve yetim kesimleri oluşturuyor. Savaş yılları bir yana bırakılırsa, tarihin en
yoğun işsizliğini yaşayan Türkiye’de toplumsal kesimler mutlak yoksullaşma
ile nispi yoksullaşmayı iç içe yaşıyorlar.
Yoksul
kesim
mikrokredi
programlarına
iştirakleri
serbest
mesleklerindeki gelirlerinin artacağına ve destek olacağı beklentisindendir.
Bu programa iştirak aslen tüketim açısından yoksulluğun azalmasına etki
eder ve destek temelli istihdam direkt olarak ölçülebilir. Programa iştirakın
faydaları hamilelikten korunma, doğurganlık ve çocukların eğitimlerindeki
sosyoekonomik hasılalardaki değişiklikler ölçerek
aynı zamanda endirekt
olarak da ölçülebilir. Bu değişimler kısmen gelir ve istihdamın yarattığı
sonuçlar ve kısmen de programın kredisiz hizmetlerinin sonucu olarak ortaya
çıkan tutum ve davranışlardaki değişikliklerden meydana gelir.
Program iştirakçileri arasında meydana gelen gelir ve istihdam
değişiklikleri yerel köy ekonomisini etkileyebilir. Eğer ekonomik değişiklikler
mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep olmuyorsa programın tamamen
pozitif bir katkısı olduğu söylenebilir. Eğer program iştirakçileri köydeki
mevcut çalışanların işsiz kalmalarına sebep oluyorsa programın köy etkisine
katkısının sıfır hatta negatif olduğu bile söylenebilir. Programın komple
etkisini tamamen gösteren iki önemli faktör; mikrokredi programları tarafından
finanse
edilen
aktivitelerin
büyüme
potansiyeli
ve
artırılan
kredinin
mevcudiyeti ile çözümlenen kredinin pazar eksikliklerinin boyutudur.
Bu makale mikrokredi programlarının iştirakçiler üzerindeki sonuçlarını
tüketim, beslenme, istihdam, net değer, eğitim, hamilelikten korunma ve
doğurganlık konuları açısından ele almaktadır. Bu sonuçlar kredinin ve
programa iştirak sürecinin etkisini yansıtan mikrokredi programlarından
alınan miktarların kümülatif etkileri açısından değerlendirilmektedir. Yerel
ekonomiye olduğu kadar erkek ve kadın kredi kullanıcıları üzerindeki etkileri
de ele almaktadır.
174
İştirakçi
olmayan
ev
düzeyindeki
halkı
ve
etkiyi
köyün
gerektirmektedir. Bu da,
değerlendirmek
karakteristik
gözlemleme
özelliklerini
imkanı
belirlenmesini
programların kredi etkilerini bireysel iştirak
düzeyindeki varyasyonlarına bağlı olarak değerlendirmek için programın
belirli bir köyü cezbetmesi açısından köy düzeyindeki özelliklerdeki
farklılıkların kontrol edilmesi gerekliliğidir. Programın köy düzeyindeki
ortalama gelir, istihdam ve yoksulluk üzerindeki etkisi Programın etkisinin köy
düzeyindeki farklı etkilerini köyün gözlemlenebilir özelliklerini kontrol
ederekten köy düzeyinde gerilemeyi uyarlayarak tahmin edilebilir.
Etkin bir yoksulluğu azaltma stratejisi açık ve tutarlı bir yaklaşıma
dayalı stratejik düşünmeyi gerektirir. Yoksulluk bütün boyutları ile ele alınmalı
ve buna uygun yöntemlerle azaltılmalıdır. Yoksulluğu azaltma stratejisi beş
aşamayı içermelidir:
(1) Yoksulluğun tüm boyutları ile tanımlanması;
(2) Yoksulların,
yoksulluk
sınırının
ve
sosyal
kategorilerin
tanımlanması;
(3) Yoksulluğun ölçümünde kullanılan metot ve yöntemlerin seçilmesi;
(4) Yoksulluğa yol açan yapısal ve dinamik faktörlerin analiz edilmesi,
(5) Uygulanacak politika ve programların formüle edilmesi ve seçimi.
Bu beş aşamada yapılacak uygulamaların titizlikle tespit edilmesi ve
aksiyon planlarının oluşturulması büyük önem taşımaktadır.
Yoksulluğu etkin ve sürdürülebilir bir şekilde azaltmayı hedefleyen bir
strateji aşağıda yer alan politikaları içermelidir77.
77
Bu konuda DPT (2001) ve World Bank (2001)’den geniş ölçüde yararlanılmıştır.
175
1. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Az Gelişmiş Ülkeler
Üzerine Etkisi
IMF ve Dünya Bankası’nın temel amacı, Bretton Woods Sistemi ile
oluşturulmaya çalışılan daha serbest, dış denkleşme sorunlarının olmadığı,
dış ödeme güçlüklerinin yaşanmadığı ve istikrarlı bir uluslararası döviz kuru
sisteminin olduğu uluslararası ortamın oluşmasını sağlamak olmuştur.
Bretton Woods Sisteminde ayarlanabilir sabit kur sistemi geçerliydi.
Buna göre ülkeler paralarını anahtar para konumundaki ABD Dolarına
bağlayacaklardı. IMF bu sistemin uygulanmasında ve çıkabilecek sorunların
çözümlenmesinde kilit konumdaki bir kuruluştu. Buna göre eğer üye
ülkelerden birinin ödemeler bilançosu açık verirse, bu ülke önce döviz
rezervini kullanacak, daha sonra para ve maliye politikası ile yurtiçindeki
toplam harcamalarını kısacak ve gerekirse IMF’den kısa süreli kredi
kullanacaktır. Bütün bunlara rağmen dış denkleşme sorunu giderilemezse
son çare olarak devalüasyona başvurulacaktır. Burada dikkat edilirse
ödemeler bilançosu denkliğinin sağlanması temel hedeftir ve bunu sağlarken
en önemli araç olarak ihracatın arttırılmasından ziyade ithalatın (toplam
harcamaların kısılması kanalıyla) kısılmasına ağırlık verilmiştir. II. Dünya
Savaşının sonundan 1970’lerin ortalarına kadar olan dönemde gelişmekte
olan ülkelerin izledikleri politikalar bu doğrultuda olmuştur ve “ithal ikameci”
büyüme stratejisi ön plana çıkmıştır.
1970’lerin başlarına gelindiğinde, dış denkleşme sorunlarının artması,
dolar bolluğundan kaynaklanan likidite sorunu, ABD ekonomisinin gücünün
azalması ile ortaya çıkan ABD dolarına olan güvenin sarsılması, ABD’nin
emisyon kazançları ve AGÜ’lerin kalkınma sorunlarının bu sistemde içinde
çözülmesinde yaşanan sorunlar Bretton Woods sisteminin Mart 1973’de
yıkılmasına neden olmuştur. Fakat, bu sistemin işletilmesini sağlayan IMF ve
Dünya Bankası bundan sonraki yıllarda, dünya ekonomisindeki gücünü
yitirmemiştir.
176
Sisteme gözcülük eden ve sorunların çözümüne ilişkin mekanizmalar
üreten bu ikiz kuruluşların faaliyetlerini ve etkinliklerini arttırarak devam
ettirebilmesinin nedenini, 1974 yılında dünya ekonomisinde yaşanan
ekonomik krizin ardından ortaya çıkan gelişmelerde aramak gerekir. 1974
krizi gelişmiş ülkelerde iki önemli sorunu beraberinde getirmiştir: Dünya
ekonomisinin genişleme süreci artık durmuş ve sonuçta işsizlik ve enflasyon
bir arada görülmeye başlamıştır. AGÜ’ler de bu krizden fazlasıyla paylarını
almışlardır.
Gelişmiş
ülkelerdeki
toplam
talep
daralması,
AGÜ’lerin
hammaddelerine olan talebi azaltmış ve buna ek olarak Batı ekonomilerinde
yaşanan enflasyon, az gelişmiş ülkelerin ithalatını çok pahalı hale getirmiştir.
Bu iki unsur bir araya gelince yani ihracat azalıp, ithalat faturası artınca,
AGÜ’ler ödemeler bilançosu sorunları ile karşı karşıya gelmişler ve bu
ülkelerin dünya finans piyasalarından olan fon talepleri artma eğilimine
girmiştir.
Diğer yandan, 1974 yılında petrol ihracatçısı ülkeler birliği OPEC
petrol fiyatlarını varil başına 3 kat arttırmış -bazı iktisatçılara göre 1974 yılı
krizinin temel nedeni bu fiyat artışıdır ve bu kriz bir petrol krizidir- ve bu
yüzden OPEC üyesi ülkelerin elinde oluşan “petro-para” olarak adlandırılan
önemli fonlar değerlendirmek üzere başta Avrupa olmak üzere birçok
gelişmiş finans piyasasına arz edilmiştir. Birçok uluslararası kuruluşun elinde
biriken bu fonlara en önemli talep ise yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı
AGÜ’lerden
kaynaklanmıştır.
Başlangıçta
bu
fon
alış
verişi
sorun
yaratmamış, ancak AGÜ’lerin içinde bulundukları ekonomik koşulların
olumsuzluğu nedeniyle vade bitimlerinde bu fonlar geri dönmemeye
başlamıştır. Bu durum dünya ekonomisinde ülkeler ve finans kurumları
arasındaki borç alış verişlerinin düzenlenmesi ihtiyacının ortaya çıkmasına
neden olmuştur. İşte burada IMF ve Dünya Bankası artık yeni görevlerine
başlamaktadır. Bundan böyle uluslararası finans piyasalarından borçlanmak
isteyen bir ülke IMF’nin denetiminden geçecek ve onun onayını alan ülkeye
de uluslararası bankalar ve ülkeler gönül rahatlığıyla borç verecektir. Bu
177
güveni sağlamak için IMF, denetimine aldığı ülkelerin ekonomilerini kontrol
altında tutarak bu ülkelerin borçlarını zamanında ve eksiksiz ödemelerini
sağlamaya yönelik politikalar üretmeye başlamıştır.
Bir ülkeye IMF tarafından “yeşil ışık” yakılabilmesi için, ilgili ülkenin
IMF tarafından oluşturulan standart IMF paketini hazırlayacağı “niyet
mektubu” kanalıyla Fon’a vermesi ve burada taahhüt ettiği politikaları IMF
denetiminde uygulaması gerekmektedir. Standart bir IMF paketinde ise genel
çizgileriyle şunlar yer almaktadır: Dış açık veren ülke devalüasyon
yapmalıdır. Anti enflasyonist politikalar bağlamında devlet harcamaları
kısılmalı, reel ücretler düşürülmeli ve fiyat kontrolleri kaldırılmalıdır. İhracata
dayalı büyüme stratejisi izlenmeli ve yabancı sermaye teşvik edilmelidir.78
Son madde bilindiği gibi 1980 sonrasında AGÜ’lerin izlediği önemli bir
sanayileşme stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni dönemle birlikte, 1980
öncesinin ithal ikameci politikalarının terk edilmesi gerekmiştir. Dışa açık
sanayileşme politikasının ve beraberinde izlenecek diğer liberal ekonomi
politikalarının dayanakları şöyle açıklanmaktadır: AGÜ’lerin dış denge sorunu
ancak ihracat artışı ile mümkündür, ayrıca ihracat sayesinde ülkedeki
işgücünün teknik düzeyi artar, istihdam artar, bu ülkelerin kendilerine olan
güvenleri yükselir ve ekonomik bağımsızlık sağlanmış olur. Tüm bunların
gerçekleşebilmesi için teknoloji, yatırım ve ticari akımlara ülkelerin açık kapı
politikaları uygulaması, özel sektörün geliştirilmesi ve bu yapılırken de fiyat
kontrollerinin, tarifelerin ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması ve
özellikle de elektik gibi altyapı yatırımlarında monopollerin sınırlandırılması
gerekmektedir. Tüm bu faaliyetler, devletin ekonomide rolünün özelleştirme
uygulamalarıyla küçültüldüğü bir sistemde, etkin finansal kurumlarıyla bir
bütün olarak AGÜ’lere sunulmaktadır.
IMF’nin izlemiş olduğu politikalar üyelerinin oluşturduğu politikalar
olmasına karşın, ağırlıklı oy sistemi sistemi bu kuruluşun tüm politikalarının
78
Cherl Payer, The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex: Penguin Books, 1974, s.25
178
gelişmiş ülkelerin kontrolünde olmasına neden olmaktadır.Dolayısıyla IMF’nin
izlediği politikaları gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisi üzerinde uygulamak
istedikleri senaryoların uzantısı olarak görmek ve yorumlamak yanlış
olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerin AGÜ’lere yukarıda çok özet olarak sıralanan
iktisat politikalarını uygulatmaya çalışmasındaki temel amacın, bu ülkelerin
1974’de başlayan ve salınımları giderek sıklaşan iktisadi krizlerin olumsuz
etkilerini AGÜ’lere yayarak azaltmaya çalışması olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla finansal sistemde ortaya çıkan dengesizlikler IMF’i bu
konuda önlemler almaya yönlendirmiştir. IMF artık dünyada uluslararası mal,
sermaye ve para akımlarının önündeki engellerin kaldırılmasına ve daha
küresel hale gelen dünyada yer alan ekonomilerin finans piyasalarında
dengesizliğe neden olabilecek sorunlarını çözmeye yönelik politikalar
izlemeye başlamıştır. Artık amaç, kapitalist ekonomiye entegre olmaya
çalışan eski Doğu Bloğu ülkelerinin, dünya ekonomisine uyum sürecini
hızlandırmak, global dünyanın bir bölgesinde yaşanan veya yaşanacak
finansal çalkantıların önüne geçmek ve Kuzey’e sorun yaratabilecek, Güney
ülkelerini terbiye etmektir. Güney ülkelerinin ekonomileri artık eski önemlerini
yitirmişlerdir. Çünkü artık teknolojik gelişmeler güneyin hammadde ve işgücü
stoklarının gerekliliğini azaltmıştır. Ayrıca soğuk savaşın sona ermesi
dolayısıyla da Güney’in dünyada nüfuz alanı olarak kullanılma gerekliliği de
ortadan kalkmıştır.79
Bu bağlamda kapitalizmin krizinin içinde bulunulan evresiyle, gelişme
iktisadının çöküşü arasında da ilişki kurmak mümkündür. Kapitalizmin krizinin
üçüncü dünyaya yansıtılmasının mekanizmaları önceden yatırım, birikim gibi
sanayileşme ve iktisadi gelişme çabalarını gerektiriyorken, şimdi finansal
problemleri
aşmayı
gerektirmektedir.
“Artık
kapitalizmin
krizleri
yaygınlaştırması için Gelişme İktisadına değil Finans İktisadına ihtiyacı
vardır”. Dolayısıyla IMF ve Dünya Bankası’nın Yeni Dünya Düzeni içindeki
79
Alkan Soyak, Cengiz Bahçekapılı, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl.13, Sayı.144, 1998, ss.4861.
179
rolü de bunu sağlamaya yönelik olacaktır. Yukarıda anlatılmaya çalışılan bu
rol dönüşümünü daha belirgin hale getirmek için, bu kurumların iktisat
politikalarını yaygınlaştırıldığı en önemli yayın organlarından bir olan Finance
and Development dergisindeki yazıların gelişme-finans ayrımına göre
yoğunluk
dönüşümünü
incelemek
bir
sonraki
bölümün
amacını
oluşturmaktadır.
2. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Türkiye Üzerine Etkisi
Ulusal ekonomimizde sürekli ortaya çıkan krizlerde çıkışa ilişkin
yöntem olarak borçlanma ve bu borçlanma karşılığında IMF’ye verilen
taahhütler benimsenmiştir. Bu durum genellikle niyet mektuplarıyla ortaya
konulan; cari harcamaların kısılması ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi
şeklinde tezahür etmektedir. Bu her iki önlem öncelikle işgücü piyasasını hızlı
biçimde olumsuz etkilemektedir.
a. IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Kısa Tarihi
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya ekonomisi, ABD ekonomisi
önderliğinde yaklaşık 20-25 yıl süren bir genişleme dönemine girmiştir. Bu
genişlemenin kaynakları talep ve üretim artışına neden olan etkenlerdir.
üretim cephesinde, teknolojik gelişme ve işgücü verimliliğindeki artış, işgücü
arzı fazlalığından kaynaklanan ücretlerin düşük olmasına yönelik baskılar ve
bunun yanı sıra ilksel ürün fiyatlarının düşük olması; talep cephesinde ise
devlet harcamalarında (yatırım ve askeri harcamalar) meydana gelen artış bu
uzun süreli büyümenin kaynaklarını oluşturmuştur.80
Sanayileşmiş ülkeler İkinci Dünya Savaşı sona ermeden önce 1944
yılında dünya ticaretinin serbestleştirecek, ülkeler arasında çok yanlı
denkleşmeyi
80
sağlayacak,
savaşta
yıkılan
ekonomilerin
Bernard Roiser,; İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları, 1991, s.58-62.
onarımını
180
hızlandıracak bir süreç oluşturmak amacıyla New Hampshire eyaletinin
Bretton-Woods
kasabasında
düzenlenen
bir
konferansta
bir
araya
gelişmişlerdir. IMF ve onun ikiz kuruluşu niteliğinde olan Dünya Bankası bu
konferansta tasarlanmıştır. ABD savaş sonrası döneminin en güçlü ve en
zengin ülkesi olması nedeniyle, bu kuruluşların tasarımında etkin bir rol
oynamıştır. Özellikle Fon’un kuruluş amacı üye ülkelerin kısa dönemli borç
ihtiyaçlarını karşılamak ve dolayısıyla parasal istikrarı sağlamaktır. Dünya
Bankası’na, yıkılan Batı Avrupa’yı imarına yönelik faaliyetlerde bulunma
görevi verilmiştir. Bretton Woods konferansında üçüncü dünyanın iktisadi
gelişme problemleriyle ilgilenilmemiştir. Bunda rol oynayan unsurlardan en
önemlisi, kuruluş döneminde Latin Amerika ülkelerinin dışında, üçüncü dünya
ülkelerinin çoğunun sömürge konumunda olmalarıdır.81
1950’ler Fon’un temel amacı olan parasal istikrarı sağlamanın yanı
sıra özellikle ekonomik liberalizm felsefesiyle uyumlu bir gelişme ideolojisinin
de üretildiği
ABD’nin
dönemlerdir. Bu dönemlerde, Fon’un en güçlü üyesi olan
serbest
ticaret
ideolojisini
yansıtan
Laissez Faire
anlayışı
doğrultusunda, sermaye ve mal hareketi üzerine konan engellemelerin
kaldırılmasıyla ülkelerin bundan yarar sağlayacağı görüşü egemen kılınmaya
çalışılmıştır. Her ne kadar 1980’lere kadar IMF’nin istihdam politikalarında
“Keynesyen” iktisadın etkisi var ise de Fon’un gelişme konusundaki temel
felsefesi, piyasa güçlerinin işlevini yerine getirebilmesi için mümkün olan en
fazla serbestinin sağlanması ve bunu engellemeye yönelik fiyat teşvikleri,
yurtiçi sanayinin korunması gibi fiyat sistemini ve serbest piyasa ilişkilerini
çarpıtan devlet müdahalelerinin ortadan kaldırılmasını öngörmektedir.
Bununla birlikte “çarpıklık” kavramının, kullanılmak için seçilen modelden ayrı
olarak içinin doldurulamayacağı ve zengin ülkelerin uygulamalarından
kaynaklanan ticaret korumacılığı gibi piyasa çarpıklıklarına Fon’un hiç bir
tepkide bulunmamasının yarattığı eşitsiz güç ilişkilerinin bu kavram içinde
nasıl değerlendirileceği önemli tartışma konularıdır.
81
Cherl Payer, The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex: Penguin Books, 1974, s.22.
181
Latin Amerika Okulu olarak bilinen yapısalcı iktisatçılar tarafından
eleştiriye maruz kaldıktan sonra, eğer iktisadi gelişmeye bir alternatif olarak
sunuluyorsa, parasal istikrarın bir politika olarak küçük bir çekiciliğe sahip
olduğu kabul edilmek zorunda kalmıştır. Buna karşın yine de özellikle IMF
Staff Paper dergisinin o dönem çıkan çeşitli sayılarında belirtildiği gibi, Fon’un
fakir ülkelerin gelişmesinin gerçek şampiyonu olduğu ve yalnızca kaynak
temin ettiği için değil, borçlanma koşullarını da belirlediği için bu ülkelerin
Fon’a müteşekkir olmaları gerektiği ifade edilmektedir.
Bu cümleden, Fon’un 1960’larda, kendi ideolojik gelişme kavramı
doğrultusunda, finansmanını sağlayıp geri ödeme koşullarını da belirleyerek
üçüncü dünya ülkelerinin iktisadi gelişme süreçlerini biçimlendirmeye
başladığı sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır
Diğer yandan başlangıçta savaşta yıkıma uğramış Batı Avrupa’nın
imarına yönelik faaliyet göstermeyi amaçlayan Fon’un ikiz kuruluşu Dünya
Bankası ise, Marshall Planı’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1950’lerin
sonunda faaliyetlerini Azgelişmiş ülkelere (AGÜ) kaydırmış ve özellikle
verdiği kredilerle, bu ülkelerdeki özel sektörün geliştirilmesini ve dolaysız
yabancı sermaye yatırımlarının kanalize edilmesini hedeflemiştir. Bununla
birlikte, Dünya Bankası’nın kredi açtığı projelerin, AGÜ’lerin gelişme
çabalarına ne derece katkıda bulunduğu ile ilgili bazı şüpheler bulunmaktadır.
Genellikle ülke ekonomisine uymayan öneriler getiren ve ülkeyi çok iyi
tanımayan Dünya Bankası uzmanlarının yanlış yönlendirmelerinin neden
olduğu olumsuz sonuç veren projelerin azımsayamayacak sayıda olduğu ileri
sürülmektedir. Ayrıca Dünya Bankası’nın borçlu ülkeye kredi sağlamasından
sonra, projenin tamamlanması için gerekli olan makine, donanım ve yardımcı
hizmetlerin istenilen kaynaktan temini konusunda serbest bırakılması
gerektiği ilkesine rağmen, uygulamada, proje hizmetleri de Dünya Bankası
uzmanları tarafından veya onların önerdiği firmalarca verilmektedir. Tüm
bunların ötesinde, 1970’li yıllardan sonra Dünya Bankası’nda görevli
uzmanların AGÜ’lerin iktisadi gelişme süreçlerini biçimlendirmeye yönelik
182
bazı reçeteler yazdıkları, genellikle neoliberal içerikli bu reçetelere uymayan
ülkelere
kredi
verilmesinde
olumsuz
yaklaşımda
bulundukları
iddia
edilmektedir.82
Dünya Bankası’nın iktisadi gelişme anlayışında da zaman içinde bir
evrim yaşanmıştır. 1950-60’lı yıllarda Banka kendi güdümünde hızlı
sanayileşme ve alt yapı yatırımlarını teşvik edici projelere ağırlık verirken,
1970’lerde ilginin fakirliğin azaltılmasına doğru değiştiği görülmektedir. Bu
yıllarda özellikle AGÜ’lerin kentsel ve kırsal alanlarının entegre biçimde
gelişimine
yönelik
projelere
ağırlık
verilmesiyle
fakirliğin
azaltılması
hedeflenmiştir. 1980’lerin başında üçüncü dünyanın borç güçlükleri ve
makroekonomik
istikrarsızlıklarla
çalkanmaya
başlamasıyla
Banka’nın
politika çerçevesini büyümenin restore edilmesine yönlendirmesi söz
konusudur. 1990’lara gelindiğinde ise yine fakirlikle savaş temelinde özellikle
çevre sorunlarına eğilen ve kadının bu savaştaki rolünü vurgulayan
çalışmalara ağırlık verildiği görülmektedir.
Sonuç olarak IMF ve Dünya Bankası’nın gelişmiş ülke merkezli iktisadi
gelişme yaklaşımları, üçüncü dünya ülkelerine birer kurtuluş gibi sunulmakta,
Dünya Bankası’nın önceleri sanayileşme daha sonraları fakirlikle mücadele
bağlamında önerdiği program ve projelerini, IMF’in finansal güdülemeleriyle
hayata geçirebilmek mümkün olabilmektedir. Bu aşamada her iki kuruluşun
kapitalizmin çevrimleri doğrultusunda üçüncü dünyaya sundukları bu gelişme
modelini nasıl biçimlendirdiklerini yani önerdikleri iktisat politikalarını gözden
geçirmek gerekecektir.
82
Cem Alpar, Tuba Ongun; Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar: AGÜ’ler
Yönünden Değerlendirme, Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayın No: 1985/3, 1985, s.104-114.
183
b. IMF’nin Türkiye Üzerine Etkileri
Dünya üzerinde bazı ülkeler zengindir bazıları da yoksul. Tıpkı
insanlar gibi. Burada asıl sorun bu gerçeğin kendisi değil, bu gerçeğin nasıl
tezahür ettiği ve konumların nasıl korunduğu ya da sürdürüldüğüdür. Sorun
insanlığın, gelinen bu noktada ilkelliğin veya çağdaşlığın neresinde olduğu,
hangi durumların siyasi ve iktisadi politikaların doğal ve bilimsel sonucu,
hangilerinin ulus ya da medeniyet kayırmaların sonucu olduğudur. Reel
ekonomik gerçek ve gereklerin karşısına hep bir yöne doğru akışı sağlayan
hangi uluslararası düzeneklerin kurulduğu ya da böyle bir durumun olup
olmadığıdır.
Bu
tarz
bir
sorgulama
ne
yazık
ki
Marksizm
ile
özdeşleştirildiğinden tıpkı onun gibi demode kılınmıştır. Ancak özellikle yeni
dünya düzeni ya da küreselleşme olgusu ile beraber bu konu tekrar bilim
adamlarının gündemine oturmaya başlamıştır. Ülkemizde de iktisadi
korumacılık, devletçilik, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ya da batı karşıtlığı
eğilimlerinin dışında sağduyulu ve bilimsel kaygılarla bu konu ele alınmalı ve
ülkemiz açısından ciddi bir iktisadi kalkınma modeli oluşturulmalıdır.
1960’lardan bu yana gelinen yapı ve genel trend değerlendirildiğinde bunun
önemi anlaşılacaktır.
Türkiye-IMF tarihinin bugünkü ekonomik yapı açısından en anlamlı
dönemleri 70’li yıllara isabet eder. 1970 Yılı’nda yapılan, daha sonra şaibeli
olarak
tanımlanan
ve
Türkiye’yi
12
Mart
sürecine
sokan
büyük
devalüasyonun yapılmasına oldukça zor karar verilmiş, dönemin tüm
bürokrat ve politikacıları devalüasyon kararına karşı direnmiştir. Sonuçta
devalüasyon kararı alınmış -ki bu arada devalüasyon yapılacağı haberi
piyasaya sızmıştır- ve bu karar toplantıdan bir saat sonra Kemal CANTÜRK
tarafından Türkiye’nin Washington’daki mali danışmanı Ahmet Tufan GÜL’e
şu şekilde aktarılmıştır: “Papaza söyle, o ayin yapılacak. Bütün dualar
okunacak”. Burada “Papaz”, IMF Türkiye Masası Şefi Sturc, “ayin”
kararlaştırılan devalüasyon, “bütün dualar” da zamlar ve diğer ek kararlar
anlamına geliyordu. 10 Ağustos 1970 tarihinde Türk lirasının dolar
184
karşısındaki değerinin 9 liradan 15 liraya düşürülmesine karar veriliyor ve
karşılığında IMF’den 950 milyon dolar borç alınıyordu. Daha sonra
devalüasyonun önceden bilindiği söylentileri yayılıyor ve devalüasyona şaibe
düşüyordu.83 Devalüasyonun önceden bilinmesi bir gecede % 66 gelir etmek
anlamına gelmekteydi. Daha sonra ortaya çıkan diğer şaibeler de dikkate
alındığında IMF politikalarının; IMF, Siyasiler ve Bürokrasiye yakın çevreler
açısından bu yönüyle de algılanmasında büyük yarar vardır.
Amerikan finans çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal, 16.01.2002
tarihli baş makalesinde IMF’nin Türkiye’yi katletmesine engel olunması
gerektiğini söylemiştir. Aynı makalede Arjantin’in IMF’yi safdışı edemediği için
ciddi sıkıntılarla karşılaştığı; Ancak Rusya’nın, IMF’yi safdışı edince istikrarı
yakaladığı ifade edilmiştir.84
Bazı milletlerin zengin bazılarının yoksul olmasının nedeni Adam
Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı eserinde ifade ettiği gibi ekonomik
özgürlüktür.
Bireyler
ekonomik faaliyetlerinde
kendi
özgür irade
ve
tercihleriyle hareket ederler.85 Bu nedenle bireyler ve ülkeler gösterdikleri
farklı ekonomik performanslar ve konjonktürel şartlar nedeniyle farklı
ekonomik güçte olurlar. Ancak tartışılması gereken, dışa açık fakat
kurgulanmış, özgürlük sürecine kontrol noktaları konmuş ve bu yolla
zenginliğini hep aynı alanlara akıtan özgürlüğün gerçek özgürlük olup
olmadığıdır.
Türkiye mütemadiyen bir sıcak para politikası oynamayı sürdürmüş 86
ve sürekli ulusal ekonomisini iç ve dış manipülasyonlara açık tutmuştur.
IMF’nin ülkemizden bir türlü çıkmamasının ya da çıkamamasının nedeni de
budur. Türkiye hem kontrolsüz sıcak parayı sevmiş hem de ahlaklı bir ulusal
ekonomik yapı kurmaya çalışmıştır. Bu durum çelişkilidir.
83
Yalçın Doğan, IMF Kıskacında Türkiye (1946-1980), Tekin Yayımevi, Ankara, Şubet 1987,
s.117,118
84
Hürriyet Gazetesi, “IMF’nin Türkiye’yi Katletmesine Mani Olun”, 17.01.2002
85
Coşkun Can Aktan, Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, 1999,
s.96,97
86
Sabah Gazetesi’nde Doç.Dr.Faruk Selçuk ile yapılan Röportaj, 26.02.2001
185
Küreselleşme sürecinde, zenginlerin insanlığı unuttuğunu düşünen
ciddi miktardaki kişi ve topluluklar protesto eylemlerine girişmişlerdir. Nitekim
Brezilya’nın Porto Alegre şehrindeki “Dünya Sosyal Forumu” toplantısına ve
New York United Church Center’da yapılan “Davos’u Gözleme Grubu” (The
Public Eye On Davos)
toplantısı büyük ilgi görmüştür. Porto Alegre’deki
toplantıya dünyanın her ülkesinden 13 bin delege ve 50 bin katılımcı iştirak
etmiştir. Bu toplantılarda delegeler dört günde 28 konferans, 100 seminer ve
700 atölye çalışmasında yoksulluk, azgelişmişlik, insan hakları, basın
hürriyeti, ahlaki çöküş ve çevre konularını ele almışlardır.87
c. Döviz Kuru Esasına Dayalı Stabilizasyon Programı (Exchange
Rate Based Stabilization - ERBS)
Ekonomik krizlerden çıkış ile ilgili olarak ileri sürülebilecek önerilerin
öneri sahibine göre farklılıklar göstereceği kaçınılmazdır. Örneğin, Dünya
Bankası ya da IMF’nin; krizle boğuşan ülkelerde üretimin ve ihracatın
artırılması, istihdamın korunması, büyümenin artırılması vb. önerilerde
bulunması beklenemez. Çünkü bu kuruluşlar borç servisi yaparlar. Temel
hedefleri borç verileni borcunu geri ödeyebilir hale getirmektir. Örneğin bir
banka, kredi verdiği firmanın borcunu geri ödeyebilmesini öncelikli olarak
hedefler. O firmanın, daha çok kişiyi istihdam ettiği, büyüdüğü, yeni şubeler
açtığı gerçeği ancak kredi borcunun geri ödenmesiyle kabul görür. Oysa
firma daha çok borç batağına saplanarak kredi borcunu geri ödeyebilir,
çalışanlarının bir kısmını işten çıkarabilir, üretimi ve satışı yavaşlayabilir,
imajı kötüleşebilir. Bu firma kredi borcunu geri ödemişse bu durum banka
açısından pozitif değerlendirilir.
“Sayın Michel Camdessus, Başkan” diye başlayan ve Uluslararası
Para Fonu Washington D.C. 20431 adresine gönderilen 9 Aralık 1999 tarihli
ve B.02.1.HM.0.DEİ.02.00/500 Sayılı niyet mektubunun 7. Maddesi şöyle
diyordu; “Programımız üç temel unsura dayanmaktadır : programın
87
Güngör Uras, “Porto Alegre”, Milliyet Gazetesi, 05.02.2002
186
başlangıcında kamu sektörü temel fazlasının mümkün olduğunca yüksek
tutulması, yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı
döviz kuru taahhütleri. Başlangıçta kamu sektörü temel fazlasının yüksek
programlanması gereklidir. Çünkü kamu hesaplarındaki zayıflık yüksek
enflasyonun arkasında yatan temel faktördür. Yapısal reformlara, mali
ayarlamayı sürdürülebilir kılmak, etkinliği artırmak ve artan özelleştirme
gelirleri sayesinde kamu borcunun azaltılmasını kolaylaştırmaya ihtiyaç
vardır. Sıkı döviz kuru taahhüdü ve tutarlı gelir politikası, özellikle enflasyonla
mücadelenin ilk aşamasında, enflasyon ve faiz oranlarının daha hızlı
indirilmesi için gereklidir.”88 Enflasyonun düşürülmesi ve faiz oranlarının
aşağı
çekilmesinde
döviz
kurunun
önemli
olduğu
başından
beri
söylenegelmiş ve IMF tarafından bu tarz taahhütler geçmişten beri
alınagelmiştir.
IMF politikalarının yoğunlaştığı ve dünya petrol bunalımının ortaya
çıktığı 1970’lerden sonra faiz, döviz ve enflasyon ilişkisi genel mantığı ve
bileşik kaplar ilişkisi içinde ele alınmış ve Türkiye, ekonomik kalkınma için
parasının değerini hiç durmadan düşürmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da
dalgalanmaya bırakılan döviz kuruna dayalı bu stabilizasyon programları
Döviz
Kuru
Esasına
Dayalı
Stabilizasyon
(Exchange
Rate
Based
Stabilisation- ERBS) adını almıştır.
Krizle beraber yükselen faizler paranın faize akmasına, dolayısıyla
Türk Lirası’na dönüşe neden oluyor ve daha yüksek faiz elde etmek isteyen
sermaye dövizi bozarak faize yöneliyordu. Nitekim ülkemizde faizin bir
gecede % 7500’lere kadar çıktığı dönemde bu durum yaşanmıştı. Bu durum
dövizden kaçışı sağlamış ve devalüasyon riskini ortadan kaldırmıştı. Ancak
bu kez de Türk Lirasının değerlenmesi sıkıntı yaratıyor, dış ticaret zarar
görüyor ve ihracatçılar isyan ediyordu. Ancak yüksel faiz ne kadar
sürdürülebilecek ve sermayenin üretimden aldığı pay demek olan faiz giderek
88
Niyet Mektubu İçin Bakınız (http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/imf/mektup.html)
187
emeğin aldığı payı düşürecek ve alt gelir grupları bu duruma ne zaman kadar
dayanabileceklerdi?
d. Krizlerin Ortaya Çıkardığı Bozuk Kambiyo Rejimi
Bilindiği üzere 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında
Kanun ve 32 Sayılı Karar; rejimini Türk lirasının değerinin zarar görmemesi
üzerine oturtmuştur. Ülkemizde günlük alışverişlerin döviz etiketi üzerinden
yapılması dünyada eşine ender rastlanan bir durumdur. Daha da ilginç olanı
bu durumun yasalar ve Yargıtay’ın ilgili kararlarıyla suç olarak nitelendirilmiş
olması ve bu suçun mütemadiyen işleniyor olması. Örneğin Türkiye’de
yerleşik kişilerin, Türkiye’de yerleşik kişilerden yapacakları işlemler nedeniyle
döviz kabul etmeleri bir “kambiyo suçudur”. Oysa bu suç şu anda ülkemizde
olağan bir biçimde işlenmeye devam etmektedir. Türkiye’de yaptığınız bir
alışverişin bedelini döviz olarak tahsil ettiğinizde 144.76 YTL. para cezası
olan bir suçu (kambiyo suçu) işlemiş oluyorsunuz.89
Ülkemiz neredeyse, para giriş çıkışlarının en kolay olduğu ülkelerden
biridir. Bu nedenle ülkemize sermaye ya hiç gelmemekte ya da ölçüsüz
gelmektedir. Gelen sermayenin ise temiz sermaye olmadığı görülmektedir.
Kara para tacirlerinin, spekülatörlerin ilgi odağı olan ulusal ekonomimiz
özellikle para çıkışlarının ciddi denetiminden de yoksundur. Bu yönüyle reel
ekonomiye ciddi katkılar sağlayabilecek uluslararası yatırımcıların güvenini
kazanamamaktadır. Büyük meblağlı para giriş çıkışları, arkasına psikolojik
desteği de alarak tıpkı Merkez Bankası’nın piyasayı fonlaması ya da
piyasadan fon çekmesi gibi piyasayı yönlendirebilmektedir. Bu durum üreten
sermaye değil spekülatif vurgun arayan sermaye cenneti haline gelmemize
neden olmaktadır.
89
Şükrü Kızılot, “Dövizle Alışveriş Suç mu?”, Sabah Gazetesi, 26.12.2000
188
e. İstihdam Sorunlarının Öncelikle Devlet Reformuyla Çözümü
Bugün tüm dünyada tartışılan temel gündem maddelerinden birisi
devlet reformudur. Dünyadaki değişim dinamikleri ve değişim trendi devletin
yeniden tanımlanmasını ve bu çerçevede devletin yeniden yapılandırılmasını
kaçınılmaz kılmaktadır. 90
Dünyadaki değişimin gerisinde kalmamayı, gelişmiş ülkeler arasında
yer almayı ve çağdaşlaşmayı hedefleyen Türkiye’nin bunu başarabilmek için
devlet reformunu süratle gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu amaca yönelik
olarak toplumun tüm kesimlerinin görüş ve önerilerinden yararlanılarak akılcı
ve her kesimin üzerinde uzlaşabileceği çözümlerin üretilmesi gerekir. Bu
amaçla yürütülecek çalışmalar, üzerinde uzlaşılabilecek görüşlerin açığa
çıkmasını
sağlarken, ilgili
sorunların
çözümlerini de
hızlandıracaktır.
Uzlaşmaya varılamayan görüş farklılıklarının saptanması ise, sorunların daha
kapsamlı
bir
kesimlerince
şekilde
tartışılmasına
benimsenebilecek
olanak
daha
sağlayacak
sağlıklı
çözüm
tüm
toplum
önerilerinin
geliştirilmesine yardımcı olabilecektir. Devletin hem finansal piyasa hem de
iş piyasası açısından yeniden inşası küresel dalgalanmalar karşısındaki
dirayeti açısından zorunlu hale gelmiştir.
“Tarihin Sonu”91 adlı makalenin yazarı ABD'li Francis Fukuyama
"Devlet İnşası" adlı makalesinde de güçlü devleti savunarak tüm dünyayı
şaşırtmıştır. Çünkü çok uluslu şirketler aracılığıyla serbestleşmeyi ve
piyasalaşmayı destekleyen ABD artık girmekte zorlanmadığı ulusları kendi
düzen ve disiplin anlayışını kabul etmeye yönlendirmiştir. Bir başka deyişle
‘devletini bana göre yeniden inşa et’ demiştir. Çünkü ABD’nin bu uluslarüstü
ekonomik nizamına uygun olamayan devletler-özellikle ulus devletler- aynı
zamanda oyunu bozan bir tehdit olarak da varlıklarını ortaya koymaktadırlar.
90
91
TİSK İşveren Dergisi, Haziran 1998
Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev. Zülfü Dicleli, Gün yayıncılık, İstanbul, 1999.
189
Fukuyama, savaş sonrası toplumların yeniden yapılandırılmasında ve
terör üreten merkezlerin ortadan kaldırılmasında ulus inşasını kaçınılmaz
olarak gördüğünü ifade etmiştir. Ulus inşasının ilk aşamasını, "çatışma
sonrası yeniden yapılandırma" olarak adlandırmıştır. Fukuyama "Devlet
inşası"92 kitabında küresel ekonomideki büyümenin, bilginin ve sermayenin
ulus devletlerin egemenlik yetkisini aşındırdığına dikkat çekmiş ve devletin
güçten düşmesini küresel topluluk için bir felaketin başlangıcı olarak kabul
etmiştir. Ona göre devletler, dünyanın her köşesinde zayıftır. Bu zayıf
devletler, çatışma ortamı ve yeni terörizm nedeniyle uluslararası düzen için
birer tehdit oluşturmaktadır. Sözkonusu bu devletleri çeşitli ulus inşa şekilleri
vasıtasıyla güçlendirmek, uluslararası güvenlik açısından hayati bir görev
haline gelmiştir. Dolayısıyla devlet inşasını gerçekleştirmenin daha iyi
öğrenilmesi, geleceğin dünya düzeni açısından büyük önem taşımaktadır.
Çeşitli yazar ve düşünürlerin Ulus devletin sona erdiğine ve yeni dünya
düzeninde ulus devlet modelinin yerinin olmadığına ilişkin kanaatlerine
rağmen, Fukuyama, Yirmibirinci Yüzyıl Dünyası'nın temel siyasal biriminin
Ulus Devlet olduğunu ileri sürüyor. Kanaatimizce bu düşünce ulus devlet
modelinin savunulmasından ziyade ekonomik ve siyasal olarak tüm
alanlarına ABD tarafından sızılmış bulunan ülkelerde ABD varlığına tehlike
olabilecek devlet dışı unsurların etkisizleştirilmesini hedeflemiştir. Ancak
çalışmamız açısından önem taşıyan yönü siyasal değil sosyal açıdan da
devletin yeniden planlanmasının savunulmuş olmasıdır. Örneğin, bir ülke
ekonomisinde yer alan reel piyasa ile sermaye piyasasının düzenlenmesi bu
anlamda bir ulus devlet anlayışı ile mümkün olabilir.
92
Francis Fukuyama, Ulus İnşası; Çev.Hasan KAYA, Profil Yayınları, B.1, Ankara, 2008, s.103 vd.
190
III. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM POLİTİKALARI
A. İktisadi Krizler ve İstihdam
Ekonomik krizler her şeyden önce yarattıkları belirsizlik ve kaos
nedeniyle tüm toplumsal alanlarda hissedilirler. Kriz ortamında ekonomik
aktörlerden tümü açısından karar verme ve yönetme süreci zorlaşır. Görüş
mesafesi daralır ve bilhassa bireylerin yaşamları üzerindeki kontrol duygusu
kaybolur.
Kriz, öncelikle insanların güvenini tehdit etmektedir. İnsanlar işsiz
kalma ve parasız kalma tehdidiyle karşılaştıkları zaman, yaşamlarının tehdit
edildiği düşüncesine kapılırlar. Çünkü, yeniden iş bulma ve para bulma
umutları da aynı koşullar nedeniyle artık yok olmuştur. Bu durum çalışanların
iş motivasyonlarının düşmesine sebep olur. Çalışanlar bu nedenle iş barışını
bozucu düşmanca yaklaşımlara adeta içgüdüsel olarak yönelirler.
Krizin çalışanlar üzerinde yaratacağı etkilere karşılık bazı önlemler
alınmalı ve kriz döneminde tüm şirketler bu konuda duyarlı olmalıdır. Bu
önlemler; Kriz dönemleri için bir plan yapılması, sağlıklı durum saptaması
yapılması ve fırsatların değerlendirilmesi, krizin çalışanlara bütün nedenleri
ile anlatılması, işletmenin krizi nasıl yöneteceği konusunda bilgi verilmesi,
yapılacak
tüm
çalışmalarda
açıklanması,
mevcut
gözlemlemesi
ve
ve
en
fazla
potansiyel
gerekli
çalışanların
müşterilerinin
değişimlerin
önemseneceğinin
ihtiyaçlarının
yapılması,
iyi
çalışanların
motivasyonlarının üst düzeyde tutulabilmesi için adil olunması (örneğin
zorunlu işten çıkarmalarda kıdemsizlerin ve başka yerde iş bulma şansı
olmayanların işletme için öncelikli olmaması), yeni koşullar sebebiyle
çalışanların özel hayatlarında yaşayabilecekleri sorunlara önem verilmesi,
gider azaltıcı tedbirlerin personel ile paylaşım içinde alınması ve bütün bu
191
süreçte içtenlik, paylaşım, dürüstlük, insana verilen değer mütemadiyen
vurgulanmalıdır93.
Şirkette gerçek bir küçülme ihtiyacı varsa bunu gerçekleştirmek için
krizler beklenmemelidir. Bu tür durumlarla karşılaşmamak için gerçekçi
istihdam politikaları yürütülmeli ve işe alımlarda ihtiyaçlar doğru bir şekilde
ölçülmelidir.
Krizlerin şirketlere durgunluk getirmesi de göz önünde bulundurularak
bu dönemin gelişim adına fırsata dönüştürülmesi sağlanmalı, eğitimlerle
çalışanların yetkinliklerinin arttırılmasına fırsat yaratılmalıdır. Daha fazla
sosyal aktivite ortamı yaratılarak kolektif bir moral ve dayanışmaya destek
olunmalıdır.
İktisadi krizler milli hasılada ciddi düşüşlere ve yoksullukta artışa
neden olurlar. Bu durum sadece yoksullaşanların hayat standartlarını
etkilemeyip aynı zamanda yoksulluktan kurtulma yönündeki güç ve
yeteneklerini de olumsuz yönde etkiler. Yoksul çocuklar kötü beslenme ve
zorunlu nedenlerle eğitimini terketmek gibi nedenlerle hayata karşı güçlerini
kriz anlarında daha da yitirirler94. Ekonomik krizlerin ülkelere göre yoksulluk
üzerindeki etkisi ile ilgili olarak, gelir ve harcamalarda bir önceki yıla göre
değişimlere ilişkin olarak aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere ekonomik
krizlerde, bilhassa kriz döneminde yoksulluk ciddi artış göstermektedir.
93
Yelda Tavlan, Neslihan Şahin, “Kriz ve Çalışanlar Üzerindeki Etkisi”,
(http://www.humanitas.com.tr/downsizing.htm)-makaleler,
94
Coşkun Can Aktan, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayını, Ankara,
2002
192
Tablo 14: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri
Ülke Adı
Kriz Öncesi
Kriz Yılı
Kriz Sonrası
Arjantin
25.2 (1987)
47.3 (1989)
33.7 (1990)
Arjantin
16.8 (1993)
24.8 (1995)
26.0 (1997)
Endonezya
11.3 (1996)
18.9 (1998)
11.7 (1999)
Ürdün
3.0 (1986-1987)
- (1989)
14.9 (1992)
Meksika
36.0 (1994)
-(1995)
43.0 (1996)
Rusya
21.9 (1996)
32.7 (1998)
--
Tayland
11.4 (1996)
12.9 (1998)
--
Kaynak: World Bank, World Development Report, 2000/2001, s.163
Krizlerin yarattığı en önemli yaralardan biri de ortaya çıkan gelir
dağılımı bozukluklarıdır. TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 2000 yılında
bölgesel gelir dağılımın ciddi ölçüde bozulduğu ortaya çıkmaktadır. Bu
istatistiklere göre Türkiye’de 81 ilden yalnızca 20’si kişi başına ortalamanın
üzerinde gelir elde edebilmişler. Kişi başına ortalama gelirin üzerinde gelir
elde edilen illerin tümü, Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinde
bulunuyor. Bu durumun tek istisnası ise Zonguldak. Türkiye ortalamasının
yarısından az gelir elde edilen illerin tümü ise Doğu ve güneydoğu Anadolu
Bölgelerimizde bulunuyor. Türkiye’de nüfusun yarısı toplam gelirin yüzde
32’sini elde etmektedir. Bu çok da kötü bir sonuç değildir. Kötü olan bölgesel
farklılığın bariz ve büyük oluşudur95.
Stand-by kaynaklı ekonomik stabilizasyon programları ciddi maliyetler
yaratmakta ve “insan” ihmal edilmektedir. Ülkemizde 1999 yılında başlayan
ve 2003 yılı ortalarına kadar etkisini sürdüren Ekonomik krizden sonra bir dizi
önlem alınmıştır. Bu önlemler, Merkez Bankası’nın daha da güçlendirilmesi
ve yasal çerçeve ile enflasyon hedeflerini gerçekleştirmede güçlendirilmesi,
batmış olan bankalar için strateji belirlenmesi, kamu bankalarının yeniden
95
Ercan Kumcu., “Türkiye’de Gelir Dağılımı”, Hürriyet Gazetesi, 02.05.2002
193
yapılandırılması, sıkı para politikası uygulanması, enflasyon ve büyüme
hedeflerinin yeniden belirlenmesi, dış kredi ve mevduatlara güvence
verilmesi, özelleştirmenin hız kazanması, bütçenin yeniden belirlenmesidir.
Ancak, içinde “insan” unsurunun olduğu yegane önlem, çalışanlarla masaya
oturularak daha düşük ücretlere razı olmalarının sağlanmasıdır. Açıklaması
ise, aslında alınan tüm bu önlemlerin sonuçta insan unsurunun refahı ile ilgili
olduğudur.
20-21 Şubat 2001 tarihinde gecelik faizler Merkez Bankası interbank
piyasasında yüzde 6.200, Repo piyasasında ise
yüzde 7.500’lere kadar
çıktı96. Krize likit olarak giremeyen bankalar çok kısa sürede battılar ve o
tarihlerde faizlere ödenen yüksek meblağlar da halkımızın ifadesiyle
“hortumlanmış” sayıldı. Halbuki sermayesi yetersiz ve Türk lirası ve/veya
döviz açık pozisyonuyla krize yakalanmış herhangi bir bankanın bu faizlerle
ayakta durmasına imkan yoktu. Devlet, enflasyonun düşürüleceği yönündeki
kararlılığını ifade etmiş ve bazı bankalar da devlete olan güvenlerinin de
göstergesi olarak yüklü miktarda Devlet İç Borçlanma Senedi alarak kâr
etmeyi ummuşlardı. Sonuç: Batan bankalar, haklı ya da haksız karalanan iş
adamları, bir gecede zenginleşen spekülatörler ve işsizlik olmuştu. Eksi
dokuza varan küçülmeler ve dolar bazında 1996’lara geri giden refah
seviyesi. Kaybedilen beş yıl. Bu maliyet az ve orta gelirli kesime ağır yükler
yüklemiştir.
Borca dayalı ve krizlere hazırlıksız politika ve yaklaşımlar Türkiye’nin
borcunun onyedi yılda 3 kat artmasına neden olmuştur. Krizin yoğun
yaşandığı 2001 Yılı’nda iç ve dış borçlar GSMH’yı aşmıştır97. Ancak bu
durum
yaşandıktan
sonra,
durumun
vahametinden
ziyade,
oldukça
soğukkanlı bir biçimde borçların hazine tarafından kolayca çevrilebileceği, iç
borcun kolayca ertelenebileceği, gerekirse konsolidasyon yapılabileceği, dış
borçların ise zaten vade yapısı itibariyle kısa vadede sorun çıkarmayacağı,
96
97
Hürriyet Gazetesi Ekonomi Köşesi, 22.02.2001
(www.ekohaber.net/database/flash119.asp), “Borçlar Milli Geliri Aştı”, 30.07.2002
194
aslında önemli olanın borcun miktarı değil vadelere göre dağılımı olduğu vs.
tartışılmaya başlanmıştır. Yani sanki borç hiç bir zaman ödenmeyecekmiş
gibi. Azınlıkta olmakla beraber bir başka grup ise IMF’ye rest çekilmesi
gerektiğini ya da Moratoryum ilan edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Ancak
tüm bu yaklaşımların gösterdiği en önemli nokta; geçmişi ve geleceği
algılamış, hafızası taze bir ulusal iktisadi duruşun olmadığı, bu tarz
yaklaşımların derhal ve önyargılı olarak korumacılık, devletçilik, piyasa
karşıtlığı vs. şeklinde algılandığıdır.
Ekonomik krizin sadece mali sektördeki somut maliyeti, kamu
bankalarının görev zararları ve fona geçen bankaların zararları dikkate
alındığında 50 Milyar dolardır98. IMF’den bunun onda birini almak için içine
girilen haller düşünüldüğünde rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır.
Krizin hemen ardından 10 bin bankacının işsiz kalması da ayrı bir maliyet
olmuştur.
Ülkemizde ekonomik krizler bir toplumsal silkelenmeye, topyekün
refaha ulaşma kalkışmasına dönüşememekte ve Merkez Bankası ile
Hazine’nin popülarite savaşına, ekonomi sihirbazlığına dönüşmektedir. Bu
kurumların başındakiler ve ekonomiyi koordine eden siyasiler krizi günlük
olarak izlemeye ve neler olup bittiğini anlamaya çalışan halk ve medya
önünde adeta analiz yarışmasına girişmekte ve neden neyin çıkacağına
ilişkin kehanet geliştirmeye çalışmaktadırlar. Sivil toplum örgütleri, istihdam
ve sosyal güvenlik kurumları ise aksine ekonomik kriz dönemlerinde
sessizleşmekte ve “sizin açıklarınız yüzünden kriz oldu” suçlamaları
karşısında büzüşmektedirler.
Örneğin dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi ERÇEL, piyasaya
fazla likidite verildiğini, verilen fazla likidite nedeniyle Net İç Varlıkların
program hedefini aştığını ve likiditenin geri çekilmesi için çalışma başlattığını,
kriz sırasında yanlış bilgi vererek olumsuz değerlendirme yapan uluslararası
98
Zülfükar Doğan, “Bankalarda Fatura 50 Milyar Dolar”, Milliyet Gazetesi, 18.12.2000
195
kurumların uyarıldığını ifade ederek99 hem uluslararası hem de ulusal
anlamda ekonomik, toplumsal ve psikolojik yönleri olan karmaşık ve unsurları
arasında çoklu regresyon ilişkisi bulunan bir süreci ilginç bir noktaya
indirgemiş oluyordu.
Oysa Merkez Bankası’nın yapması gereken şey ciddi bir kriz
senaryosuna sahip olması ve kriz anında duruma -sınırlı olan müdahale
gücünü
kullanarak-
müdahale
etmesidir.
Kriz
öncesi
tedirginliği
iyi
değerlendirememiş ve Turkish Bank Genel Sekreteri Tuğrul BELLİ’nin
ifadesiyle kriz anında uyumuş ve likiditeyi gereksiz yere tırmandırmıştır100.
Ekonomik yapı kirlenmeye elverişli hale getirilmiş ve krizlere davetiye
çıkarılmıştır. Türkiye’de krizlerin büyük çoğunluğunun yapısal olduğu gözden
kaçırılmamalıdır. Örneğin ciddi çalışan bankaların yanısıra bazı art niyetli
şahısların banka kurarak sektörde ciddi bankalara sıkıntı vermesine şapka
çıkarılmıştır. Bankalarının içlerini; back to back krediler yoluyla, off shore
bankalar aracılığıyla, vergi cennetlerinde kurulan Posta Kodu şirketleri
aracılığıyla,yurt içinde kurulan paravan şirketler aracılığıyla ve kendi
şirketlerine kredi açmak suretiyle boşaltanların101 varlığı daha öncelerde
yapılan
denetimler
nedeniyle
bilinmesine
rağmen
gerekli
önlemler
alınmamıştır.
Enflasyonu düşürme ve büyüme tercihleri karmaşasında istihdam
unutulmuştur. Ekonomimizde yaşanan ve ekonomik kriz dönemlerinde iyice
depreşen diğer bir tartışma da enflasyonu düşürmenin ve büyümeyi
artırmanın eş zamanlı olamayacağı yönündedir. Dolayısıyla diğer bir deyişle,
ya bir miktar enflasyona razı olarak büyüyeceksiniz yani enflasyonla birlikte
kalkınmayı tercih edeceksiniz ya da enflasyonu düşürecek ama büyümeyi
unutacaksınız. Birinciyi denerseniz enflasyon nedeniyle ortaya çıkacak
kirlenme ve gelir dağılımı adaletsizliğine katlanacaksınız. İkinciyi denerseniz
99
Sabah Gazetesi, “Para Geri Çekilecek”, 08.12.2000
Milliyet Gazetesi, “Merkez Bankası Krizde Uyudu”, 18.12.2000
101
Milliyet Gazetesi, “Üç Banka DGM Yolunda”, 30.12.2000
100
196
yani enflasyonu kısarak büyümeyi unutursanız bu kez ekonomide oluşacak
bir resesyona razı olacaksınız. Bu tarz yaklaşımlar ekonomik başarısızlıklara
kılıf uydurulabilmesine ciddi katkılar sağlarlar. Hepsinden önemlisi iç
dinamiklere dayalı ve reel sektöre ağırlık veren büyüme anlayışını
unuttururlar.
Oysa
büyümenizi
sadece
enflasyonla
finanse
etmek
zorunda
değilsiniz. Özellikle Türkiye’de sürdürülebilir büyümenin finansmanı yurt
dışından gelen sermaye akımları olmak durumundadır. Yurt dışından
sermaye gelmemesi ülkemizdeki büyümenin handikabıdır102. Ancak yurt
dışından sermaye gelmesi de özellikle finansal ve stratejik kurumların
yabancılara doğrudan satışına dayanmamaktadır.
Büyüme-enflasyon dengesi kriz ve sonrası döneminin en çok
tartışılan konularından biri olmuştur. Konu sadece ekonomik değil
politik atışmalara da neden olmuştur. Zira iktidarlar kriz döneminde,
enflasyonu düşürmeyi hedeflerken diğer yandan da küçülmenin
kaybettireceği oyları düşünürler. Bu ikilem muhalefetin de zorlamasıyla
kriz döneminde ciddi biçimde yaşanmıştır103. Kriz dönemlerinde
enflasyon hedeflemesini gerçekleştirecek değişkenlere dönük para
politikaları ulusal ekonomi politikasını yönlendirenlerin istihdamı göz
ardı etmesine ve işsizliğe rağmen iktisadi denge arayışlarına neden
olmuştur.
1. Türkiye’de Uygulanan Aktif İstihdam Politikaları
Ülkemiz iş piyasasında en belirgin değişmelerden biri işsizliğin
niteliksiz kesimden nitelikli kesime doğru kaymasıdır. Dolayısıyla uygulanan
aktif
istihdam
politikalarının
nitelikli
işsizliği
dikkate
alacak
şekilde
yapılanması gerekmektedir. Yine buna benzer bir başka durum ise ülkemizde
102
103
Ercan Kumcu, “Büyümenin Finansmanı” adlı yazı, Hürriyet Gazetesi, 17.09.2002
Erdal Sağlam, “Büyüme-enflasyon dengesi”, Hürriyet Gazetesi, 08.04.2002
197
kentleşme ile birlikte kent işsizliği (urban unemployment) ya da açık işsizliğin
başgöstermesidir. Tarımsal kesimdeki gizli işsizlik göçle beraber açık işsizliğe
dönüşmüştür. Tarımdan gelip imalat ve hizmet sektöründe çalışmaya
başlayanlar göçle paralel bir sanayi gelişmesinin olmaması karşısında
işsizlikle karşı karşıya kalmışlar ve Türkiye 1970’lerden sonra şehir işsizliğini
ve beraberindeki sosyal problemleri yaşamaya başlamıştır. Bu durum, aynı
zamanda takip eden yaklaşık kırk yıllık sürede sanattan eğitime, bilimden
siyasete kadar bir çok alanda kendi oryantalist ve arabesk damgasını
vurmuştur. Bu atmosfer içinde Türkiye kendi ulusal istihdam stratejisini ortaya
koymakta ve olgunlaştırmakta gecikmiştir. Ancak eğitimli işsizliğin ortaya
çıkardığı toplumsal muhalefet, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme arzusu ve
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri alanında ortaya çıkan entellektüel
birikim konunun önemini ön plana çıkarmıştır.
Yukarıda bahsedilen ortam iş piyasası açısından üç önemli sonucu
ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri kırsal kesimden göç edenlerin işsiz
kalmasıyla
ortaya
çıkan
İşgücüne
Katılma
Oranının
(İKO)
giderek
azalmasıdır. İkincisi sanayileşmenin tamamlanamamış olması nedeniyle
hizmet sektöründe ortaya çıkan aşırı büyümedir. Bu hızlı ve dağınık
gelişmelerin ortaya çıkardığı üçüncü sonuç da kayıt dışı çalışmanın giderek
artmasıdır
ki
bu
üçüncü
sonuç
iş
piyasasına
ilişkin
gelişmelerin
ölçülebilirliğine de ciddi zararlar vermiştir. Kentsel yapı içinde işgücü biri
formel diğeri enformel alan olmak üzere ikiye bölünmüştür.
Enformel
sektör
aynı
zamanda
tezimizin
ana
konusu
olan
mikrokredilerin de önemli hedef kitlesidir. Özellikle kırsal kesimde ücretsiz
tarım işçisi konumunda olan ve nispeten de olsa üreten kadınlar kente göçle
beraber ev hanımı olmuş ve işgücü piyasasının dışına itilmişlerdir. Bu
anlamda mesleklendirme, satış ve kalite standardı konularında gerekli alt
yapı desteğinin verilmesi koşulu ile ve sağlanacak çekirdek sermaye
imkanıyla kadınların kendi adlarına çalışması ve kendi kendini istihdam
etmesi (self-employment) mikrokredi projesinin temel hedefidir.
198
Geçmiş yıllarda yüksek enflasyon; reel ücret, maaş ve tarımsal
gelirlerde azalmaya yol açmış belirli bir istihdam seviyesine rağmen istihdam
içindekiler yeterince mutlu olamamışlardır.
Daha yüksek gelir elde etme
isteği aile içindeki, çocukların, yaşlıların, kadınların ve işsizlerin de çalışma
yaşamına katılmaya zorlanmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla bu durum,
ev dışında temizlik ve hizmetçilik, çocuk bakıcılığı, seyyar satıcılık, boyacılık
vb. çalışma alanlarıyla belirginleşen enformel sektörü ortaya çıkarmıştır.
Zaman zaman da kendi evlerinde ürettiklerini (örgü, çeyiz malzemesi, süs
eşyası ya da ineğinden sağdığı süt vb.) dışarıda ya da pazarda satarak
yaşam standartlarını yükseltmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla devlet ya da
piyasa tarafından düzgün iş (decent work) sağlanamayanlar enformel
kesimde kendi hesabına çalışma yönündeki girişimlerini çok sık ortaya
koymuşlardır. Ancak bu girişimler sistem ve organizasyon eksikliği ve
çekirdek sermaye ya da başlangıç sermayesi (start-up capital) yetersizliği
nedeniyle ülkemizde mikro işletmelere ve giderek KOBİ’lere dönüşememiştir.
Türkiye’de istihdamla ilgili kuruluş Türkiye İş Kurumu’dur (İŞKUR).
İşkur iş edinmek amacıyla kendisine başvuranlarla ilgili bir veri tabanı
oluşturmuştur. Ancak bu başvuru sahiplerine ilişkin kayıtlar toplamda Türkiye
iş piyasası gerçeğini yansıtmaktan uzaktır. Bir diğer deyişle İşkur gerçek
işlevini
toplumsal
yapıya benimsettirememiştir. Toplum tarafından iş
piyasasını düzenlemekle görevli modern bir kamu istihdam ofisi değil de bir
hayır ve yardım teşekkülü olarak algılanmış ve bu imajını değiştirememiştir.
Özellikle hizmet sektöründe çalışanlar ya da çalışmak isteyenler için, iş
değişikliği ya da yeni işe girme talepleri bazı internet siteleri tarafından sanal
ortamda şeffaf biçimde çok daha küçük bir organizasyonla ve daha başarılı
biçimde gerçekleştirilebilmektedir. Ülkemizde işsizlik sigortası uygulama
verileri, TÜİK de mevcut olan ve iş piyasası açısından anlamlı olabilecek
veriler, İşkur’un elindeki veriler, istihdama ilişkin sanal ortamda
oluşmuş veriler ve kayıtdışına ilişkin (toplanabildiği ölçüde) verilerin
toplanıp anlamlandırılabilir hale gelmesini sağlayacak güçlü bir veri
199
tabanının oluşturularak ulusal istihdam stratejisine esas teşkil edecek
hale
getirilmesi
gerekmektedir.
Aynı
zamanda
e-devlet
projesi
kapsamında anlamlı olabilecek bu süreç yapılacak nüfus sayımında
istihdama ilişkin daha fazla soru ve elde edilecek soruların sanal
ortamda depolanması sonucunda daha yararlı hale getirilebilecektir.
Yasal anlamda yapılacak bir değişiklikle İŞKUR’a kayıtlı olmak zorunlu
hale getirilmelidir. Bu zorunluluk statü seçimine ilişkin bir zorunluluk
değil durumun mutlaka tespiti ve kayıtlı hale gelmesine ilişkin bir
zorunluluk olmalıdır. Kanaatimce İŞKUR’un işsizleri temsil edebilecek
düzeye ulaştırılması öncelikli konudur. Temsilde başarılı olunup
olunmadığı ikinci konudur. İŞKUR, sınırlı etki alanına sahiptir. Bu etki
alanının genişletilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de istihdamla ilgili diğer kuruluşlar; Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği (TOBB), Ticaret
ya da Sanayi Odaları, Sendikalar ve kurdukları
konfederasyonlar ile üniversitelerdir. İş piyasasının düzenlenmesinde ve
ulusal istihdam stratejisinin oluşturulmasında üniversitelerin daha etkin
olmaları gerekmektedir. Güçlü bir iş piyasası bilgi sisteminin oluşturulması
amacıyla özellikle inovatif düşünme yeteneğine sahip üniversite gençliğinin
emeğinden ve üniversite öğretim kadrolarının tecrübesinden yararlanılması
büyük önem arzetmektedir.
İŞKUR ve TÜİK tarafından ortak yürütülen TOR6 projesi, üç alanda
yoğunlaşmaktadır. Bunlar; Çalışma istatistikleri, işgücü piyasası bilgileri veri
sisteminin oluşturulması ve iş piyasasına ilişkin araştırmalar. Bu proje,
eksikliği büyük oranda hissedilen iş piyasası bilgi sitemini oluşturmayı, iş
piyasası ile ilgili araştırmalar yapmayı hedeflemektedir. Şimdiye kadar proje
kapsamında; istihdam, ücret yapısı ve gelir düzeyine ilişkin araştırmalar ve
akademik
toplantılar
yapılmıştır.
İş
piyasasına
ilişkin
bilgi
akışının
sağlanabilmesi amacıyla gerekli bilgisayar ağı kurulmuştur.
Türkiye yaklaşık on yıllık bir süredir aktif ve pasif istihdam politikaları
uygulama eğilimi göstermeye başlamıştır. Pasif istihdam politikalarından
200
işsizlik sigortasının yasalaşması (4447 Sayılı Kanun) ve uygulanmaya
başlaması, kıdem tazminatına ilişkin hükmün (1475 Sayılı İş Kanunu Md. 14)
4857 Sayılı Yeni İş Kanunu’nda aynen korunması ve çalışma yaşamını
yakından ilgilendiren özellikle de çalışma yaşamında esneklik sağlayan yeni
düzenlemelerin yasalaşması bu dönemin önemli gelişmeleri olarak karşımıza
çıkmaktadır.
2. Türkiye’de Uygulanan Pasif İstihdam Politikaları
Ülkemiz uygulamasında İşsizlik Sigortasından şu çalışma grupları
yararlanabilmektedir: 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesine
göre bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından
çalıştırılan sigortalılar; 506 Sayılı Kanunun geçici 20’nci maddesi kapsamına
girip de memur ve sözleşmeli statüde olmayanlar; Mütekabiliyet esasına
dayalı olarak yapılan anlaşmalara göre Türkiye’de sigortalı olarak çalışan
yabancılar; 4081 Sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanun’a göre
çalıştırılan koruma bekçileri; Ücretli ve sürekli olarak ev hizmetlerinde
çalışanlar; Kamu sektörüne ait tarım ve orman işlerinde ücretle çalışanlar;
Özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışanlar;
Tarım Sanatlarına ait işlerde çalışanlar; Tarım işyerlerinde yapılan ve tarım
işlerinden sayılmayan işlerde çalışanlar; Tarım işyeri sayılmayan işyerlerinin
park, bahçe, fidanlık vb. işlerinde çalışanlar.
İşsizlik sigortası zorunlu bir sigorta kolu olup, Sigortalı, İşveren ve
Devlet’in ödediği primlerin İşsizlik Sigortası Fonu’na aktarılarak kapitalize
edilmesi ve fondaki olası açıkların devlet tarafından karşılanması suretiyle
hayatiyet kazanmaktadır. İşsizlik Sigortası Fonu’na aktarılacak prim kesintisi;
sigortalının prime esas aylık brüt kazancı üzerinden belli bir oranda,
işverenden, Devlet’ten prim kesilmesi suretiyle gerçekleşmektedir. Bu
primlerin yetersizliği halinde açık devlet tarafından karşılanacaktır.
201
Ülkemizde İşsizlik Ödeneğinden Yararlanmanın koşullarına gelince;
İşsizlik Sigortası uygulamasında geçerli olan işsizlik durumu yukarıda ifade
ettiğimiz işsizlik tanımına göre daha da daraltılmış bulunmaktadır. İşsizlik
sigortasının yukarıda ifade ettiğimiz tanımından da anlaşılacağı üzere bu
sigorta kolu bir işyerinde çalışmakta iken çeşitli nedenlerle işlerini kaybeden
işsizleri kapsamaktadır. Diğer bir temel koşul ise 120 günü sürekli olmak
üzere, son üç yıl içinde en az 600 gün süre ile prim ödemiş olup da kendi
istek ve kusuru dışında ve aşağıda yer alan biçimlerde işsiz kalmış olmaktır.
O halde herhangi bir işyerinde çalışmamış olan ya da çalışmış ve hizmet akdi
aşağıda yer alan şekillerle feshedilmiş olsa dahi belirtilen prim ödeme
koşulunu sağlayamamış işsizler İşsizlik Sigortasından yararlanamamaktadır.
Hizmet akitleri, ihbar önellerine uygun olarak işveren tarafından
feshedilenler; Hizmet akitleri, sağlık sebepleri, işverenin kanunda belirtilen
ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları ve işçinin çalıştığı işte bir
haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler
nedeniyle bizzat kendileri tarafından feshedilen işçiler; Sağlık sebepleri veya
işyerlerinde işçiyi bir haftadan fazla süre çalışmaktan alıkoyan bir zorlayıcı
sebebin ortaya çıkması halinde işveren tarafından hizmet akdi feshedilenler;
Belirli süreli hizmet akdi ile çalışmakta olup da sürenin bitiminde işsiz
kalanlar; İşyerinin el değiştirmesi, kapanması veya kapatılması, işin veya
işyerinin
niteliğinin
değişmesi
nedenleriyle
işten
çıkarılmış
olanlar;
Özelleştirme nedeniyle hizmet akdi sona erenler işsizlik ödeneğine hak
kazanırlar. Bu koşullara uyan işsizin, son koşul olan başvuru koşulunu
gerçekleştirmek üzere; İşten Ayrılma Bildirgesi ile birlikte hizmet akdinin
yukarıda yer alan nedenlerle son bulduğu tarihi izleyen 30 gün içinde,
İŞKUR’un en yakın ünitesine başvurması gerekmektedir.
Ülkemizde İşsizlik Ödeneğinin hesaplanması ve ödenme şekli şöyledir:
Kanuna göre işsizlik ödeneği asgari ücretin net miktarını geçemez.
İşsizlik ödeneği günlük bazda hesaplanır. Sigortalının son dört aylık prime
esas kazançları dikkate alınarak günlük ortalama net kazanç bulunur ve bu
202
kazanç aylık olarak her ayın sonunda işsiz adına açılacak banka hesabına
havale edilecektir. İlk işsizlik ödeneği, hak kazanılan tarihi izleyen ayın
sonunda ödenecektir.
İşsizlik Ödeneği şu sürelerle ödenecektir: Daha önce belirttiğimiz
şartları taşıdığından işsizlik sigortasına hak kazanan işsiz eğer çalışıyor iken;
600 gün prim ödemişse 180 gün, 900 gün prim ödemişse 240 gün, 1080 gün
ve daha fazla prim ödemişse 300 gün süre ile işsizlik ödeneğine hak kazanır.
Eğer işsizlik sigortasına hak kazanan işsiz belirtilen sürelerdeki ödeneğinin
tamamını kullanamadan işe girer ancak bu kez işsizlik sigortasına hak
kazanamayacak biçimde yeniden işsiz kalırsa kalan süre kadar ödeneğe
yeniden kazanmış olur. Ancak eğer işsiz yeniden işsizlik sigortasına hak
kazanacak biçimde işsiz kalırsa bu yeni hak sahipliğinden doğan süre kadar
işsizlik ödeneğinden yararlanır.
İşsizlik sigortasına hak kazanıldığı tarihten başlamak üzere şu hallerde
işsizlik ödeneği kesilir: İŞKUR tarafından işsize mesleğine uygun ve son
çalıştığı işin ücret ve çalışma koşullarına yakın, işsizin ikamet ettiği belediye
mücavir alanı sınırları içinde bir iş teklif edilmesine rağmen işsizin bu teklifi
haklı bir neden olmaksızın reddetmesi.
İşsizin gelir getirici bir işte çalıştığının tespit edilmesi hallerinde işsizlik
ödeneğine hak sahipliği kaybedilmiş olur. Bazı hallerde de işsizlik ödeneği
kesilir ancak bu hallerin son bulmasından itibaren yeniden başlar. İşsiz haklı
bir neden göstermeden Kurum tarafından (İŞKUR) önerilen bir mesleki eğitim
faaliyetine katılmamış
ya da yarım bırakmış ise bu süre zarfında işsizlik
ödeneği alamaz. Böyle bir durumun ortadan kalkması ile de yeniden hak
kazanır. Ancak bu durumda hak sahipliğinin sona erdiği tarih toplam hak
sahipliğinin sona erdiği tarihtir. Diğer bir deyişle işsiz böyle bir olumsuz
davranış içinde bulunduğu süreye ilişkin işsizlik ödeneklerini alamaz.
İşsizlik sigortasında hak sahipliğinin son bulması ile ilgili üçüncü durum
ise bu hakkın askıda kalması durumudur. Muvazzaf askerlik dışında herhangi
203
bir nedenle silah altına alınanlar ile hastalık ve analık nedeniyle işgöremezlik
ödeneği almaya hak kazananlar bu durumları süresince ödenek alamazlar
ancak bu durumlarının son bulmasından sonra kalan ödeneklerini almaya
hak kazanırlar. Diğer bir deyişle bu süre zarfında ödeneğe esas süre durmuş
olur. Sistem işsizin İŞKUR tarafından gösterilebilecek olan işi almaya her an
hazır olmasını zorunlu kıldığından muvazzaf askerlik hizmetini yapanlar
işsizlik ödeneğinden yararlanma haklarını yitirirler.
İşsiz kalan kimse eğer işsizlik sigortası alıyorsa mağduriyeti nispeten
azaltılmış olduğundan niteliklerine daha uygun iş arayacaktır. İş ararken
acele etmek zorunda olmadığı için niteliklerine daha uygun işi bulacak ve bu
durum çalışanın verimliliğine daha olumlu yansıyacaktır. İşsizlik sigortası
işsizlere de alım gücü sağladığından toplam talep zerinde olumlu etki yapar.
Çalışanlar işlerini kaybetmeleri durumunda işsizlik sigortasına hak kazanmak
isteyecekler ve gerekli şartlara sahip olabilmek için de işlerinde ahlak ve iyi
niyet kurallarına sadakat göstereceklerdir. Bu durum da verimliliğin artmasını
sağlayacaktır. İşsizlik sigortası kapsamında işsize verilecek olan eğitimlerin
işsize büyük yararı olacak ve bunun hem verimlilik üzerinde hem de işsizin
nitelikleri üzerinde olumlu etkisi olacaktır. İşsizlik sigortasının en önemli
faydalarından biri de sosyal patlamaları önleyici, işsizleri suç ve gayri ahlaki
eylemlerden alıkoyucu etkisidir. İşsizlik ödeneği alanlar ve özellikle bu
kesimde belirli vasıfları taşıyanlar mikrokredi uygulaması için önemli bir
potansiyel müşteri kesimini oluştururlar.
İşsizlik Sigortası; eksikleri olmasına rağmen, Sosyal Devlet ilkesinin
Yeni Dünya Düzeni’nin gölgesinde eridiği günümüzde ülkemiz açısından ileri
ve yararlı bir adımdır. Ancak gerek kapsam ve gerek ödenek itibariyle işsizlik
dediğimiz
sosyal
yarayı
giderici
boyutta
değildir.
Sosyal
güvenlik
kuruluşlarının bütçeye yükünün giderek arttığı göz önüne alınırsa işsizlik
sigortasını daha ciddi kapsamda uygulayacak bir sosyal güvenlik sisteminin
de ülkemizde olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla işsizlik sigortası da dahil
çalışma alanındaki tüm düzenlemelerin bir bütün olarak ele alınacağı ciddi bir
204
sosyal güvenlik reformuna ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Bir toplumda işsizliği
ortaya çıkaran nedenlerle mücadele edilmiyorsa işsizlik sigortası çelişkili bir
durum yaratacaktır. Yani bütün şartlar işsizliği kaçınılmaz biçimde artırıyor ve
bu şartlarla yeterince mücadele edilemiyorsa işsizlik sigortası tek başına bir
anlam ifade etmeyecektir. Yani “önce işsiz bırak sonra onu sigortala” metodu
pek akılcı bir metot olmayacaktır.
Bir başka husus ise kayıt dışı istihdam edilen çalışanların durumudur.
Bu kişilerin uğradığı işsizlik durumu işsizlik sigortasına doğal olarak konu
edilememektedir. Bu nedenle özellikle ülkemiz gibi kayıt dışı istihdamın
yoğun olduğu ülkelerde işsizlik sigortası gerekli anlamı ifade edemeyecektir.
İnsanı merkezde tutan üretim ve çalışmayı esas almak ve bunu sağlayıcı
tedbirler üzerinde durmak gerekir. Mikrofinansman bu anlamda oldukça ciddi
bir uygulamadır. İşsizlik tazminatının çalışmayı cazip olmaktan çıkarmaması
amacıyla belli uygulamalar geliştirilebilir. Örneğin Çek Cumhuriyeti’nde
işsizlik sigortası kapsamında işini kaybeden kişilere ilk altı ay içinde en son
aldıkları maaşın % 60’ı ödenirken aktif programlardan birine katılan işsize 10
puan daha fazla ödenmekte program süresince işsizin giderleri istihdam ofisi
tarafından karşılanmaktadır104.
Türkiye, sosyal yardım sistemini devlet politikası aracı olarak, sosyal
güvenlik sistemine ve istihdam politikasına monte edememiştir. Özellikle yaşlı
kesimde etkisini daha çok hissettiren sosyal yardım ihtiyacı emekli ayıklarının
artırılması yönünde etki yaratmakta ve bu durum da bir yandan sosyal sigorta
sisteminde aktuaryal denge sorunlarına neden olmakta diğer yandan
emeklilik sistemi içinde yer almayanlar aleyhine sonuçlar yaratmaktadır.
İnformel alanda toplumun kendi kendine yardım mekanizması sosyal yardım
sisteminin yerini almış ve bazı alanlarda istismara açık sonuçlar yaratmıştır.
Muhtaçlık
düzeyinin
yaşanmaktadır.
Bu
gerçekçi
durum
biçimde
aynı
tespit
zamanda
edilmesinde
iyi
bir
güçlükler
mikrofinansman
mekanizmasının kurulamasının da nedenidir. Adeta muhtaçlık veri tabanı
104
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, s.18
205
diyebileceğimiz bir veri tabanının oluşturulmasının yolu da mikrofinansmana
ilişkin alt yapı çalışmalarıyla açılmış olacaktır.
Ülkemizde, 1475 Sayılı İş Kanunumuzun 14. maddesinde yer alan
Kıdem Tazminatı yeni 4857 Sayılı İş Kanununda düzenlenmemiş ve eski
hüküm aynen korunmuş olmasına rağmen işveren kesimi tarafından
istihdamı caydırdığı gerekçesiyle sık sık eleştiri konusu yapılmaktadır.
İstihdam düzeyinin düşmesini engelleyen ve çalışanlara iş güvencesi
sağlayan kıdem tazminatının sebep olabileceği verim düşüşüne ilişkin ciddi
yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Özellikle kamudaki çok adamla az iş üretme
hastalığının verimlilikle aşılması oldukça önemlidir. Bu yönde yapılacak
çalışmalardan gerekli sonuçlar alınana ve mikrofinansman destekli kendi
kendine çalışma (Self Employment) yoluyla işsizlik düzeyi düşürülene kadar
kıdem tazminatı önemli bir mekanizma olarak işlevini sürdürmelidir.
3. İşsizlikle Mücadelede Maliyet Sorunu ve Bir Kişiye İş
Yaratmanın Maliyeti
2003 yılında onaylanan yatırım teşvik belgelerine göre, bir kişiye iş
imkanı oluşturmak için (2003 yılı fiyatlarıyla) ortalama 142.7 milyar lira yatırım
yapmak gerekiyor. İmalat sanayinde bir kişiye iş imkanı oluşturmak için,
gerekli yatırım miktarı ortalama 119.7 milyar liradır.
Her bölgede yapılan yatırımların konusu, büyüklüğü ve teknolojisi
birbirinden farklıdır. bu sebeple, her bölgede bir kişiye iş imkanı oluşturmak
için gerekli yatırım miktarı da birbirinden farklıdır. mesela, Marmara
bölgesinde bir kişiye iş imkanı oluşturmak için ortalama 193.8 milyar lira
yatırım gerekirken, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 128.5 milyar liralık
yatırım harcaması bir kişiye iş imkanı oluşturabilir105.
105
Aziz Akgül, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, “Türkiye’nin Sorunlarına Çözüm Serisi: 14”
206
Tablo 15: Bir Kişiye İş İmkanı Oluşturmak İçin Gerekli Yatırım Tutarı
(2003)
Toplam Yatırım
(Trilyon)
Sektörlere Göre
Tarım
Madencilik
İmalat Sanayi
Enerji
Hizmetler
TOPLAM
Bölgelere Göre
Marmara
İç Anadolu
Ege
Akdeniz
Karadeniz
Doğu Anadolu
Güneydoğu
Çok Bölgeli
TOPLAM
Kaynak: TUİK
Oluşturulacak
İş İmkanı (Kişi)
Kişi Başı
Yatırım (Milyar
TL)
327.7
349.4
13.075.9
494.8
11.693.7
25.937
4.081
14.540
109.267
0.427
53.490
181.805
79.3
24.0
119.7
1.158.9
218.6
142.7
12.547.1
3.404.5
2.535.0
3.568.5
637.3
397.6
1.893.6
953.0
25.936.6
64.148
19.464
26.932
31.578
9.082
4.992
14.741
10.268
181.805
193.8
174.9
94.1
113.0
70.2
79.7
128.5
92.8
142.7
Özellikle eğitimli işsizler ve meslek sahiplerinin kuracakları mikro
işletmelerin başlangıç sermayesi büyüklükleri yukarıda belirtilen rakamların
yaklaşık onda biri civarında olacaktır. Bu durum küçük ölçekli üretimin
yeniden düşünülmesine değer bir durumdur. Sorun Türkiye ekonomisinin
kendi üretim karakterinin inkişaf etmesinin önünü açma meselesi bağlamında
ele alınmalıdır.
207
IV. TÜRKİYE’DE MİKROKREDİ KURULUŞLARI VE
UYGULAMALARI
A. Türkiye’de Mikrokredi Uygulamaları
Ülkemizde mikrofinansman, bir görüşe göre, Osmanlı İmparatorluğu
dönemindeki para vakıflarında uygulanmaktaydı. Bu dönemde nakde sıkışan
küçük esnaf, vakfa başvurarak evini teminat gösterip nakdi alır ve kendi
evinde kira ödeyerek oturur borcu bitince tekrar evine sahip olurdu. Vakıf bu
hizmetinin yanında fakirlere yiyecek yardımı, yolları tamir gibi hizmetlerde de
bulunurdu.
Cumhuriyet döneminde ise kredi birlikleri, kooperatifler, emanet sandıkları
küçük esnafın nakit ihtiyaçlarını karşılamak için başvurabildikleri kurumlar
olmuşlardır. Bunun ötesinde Halk Bankası, Ziraat Bankası,Vakıflar Bankası
küçük ölçekli işletmelere, çiftçilere devlet destekli ucuz kredi veren kuruluşlar
olmuşlardır. Halk Bankası son dönemlerde kadın girişimcilere yönelik özel kredi
tahsisi yapmaktadır. Ayrıca Garanti Bankası, İş Bankası, gibi bazı özel ticari
bankalar mikro işletmeler için özel kredi hizmetleri verme girişimlerini
sürdürmektedirler.
Yurt dışındaki uygulamalara benzer şekilde ticari bankalardan kredi
başvurularında gerekli olan teminatı sağlamak için özel bir Kredi Garanti fonu AŞ
oluşturmuştur. Kredi Garanti Fonu Türkiye-Almanya Teknik İş Birliği Anlaşması
çerçevesinde TOSYÖV (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek
Mensupları ve Yöneticiler Vakfı), MEKSA (Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi
Destekleme Vakfı), TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu), TOBB
(Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) tarafından kurulan ve 1995 yılında Halk
Bankası ve KOSGEB’in ortak olduğu Kredi Garanti Fonu İşleteme ve Araştırma AŞ
ile ilgili banka (ilk yıllar Halk Bankası) arasında imzalanan protokol uyarınca
oluşturulmuştur. 10 yıllık bir dönem içinde 1.330 projeye 52.5 milyon euro kefalet
208
kredisi sağlanmış bulunmaktadır. Hizmetlerin karşılığında kefalet bakiyeleri
üzerinden cinsine göre % 2-3 komisyon alınmaktadır.
Bütün bunların dışında ülkemizde bazı sivil toplum örgütleri dünyadaki
benzerleri gibi özellikle kadınlar için mikrokredi uygulamaları yapmaktadırlar.
Bu tip mikrokredi uygulamasının ilk örneklerinden biri Maya mikrokredidir. Kadın
Emeğini Değerlendirme Vakfı –KEDV- tarafından 2002 yılında kurulmuştur.
Amacı evinde, tezgahında ya da dükkanında kendi işini yapan ya da bir iş kurmak
isteyen dar gelirli kadınlara maddi destek vermektir.31.6.2004 itibarıyla 712 üyesi
olup, toplam 960.000 YTL kredi dağıtmıştır. Ortalama kredi meblağı
760 YTL’dir.
Son yıllarda mikrokredi konusu, Türkiye gündemine Diyarbakır milletvekili
ve Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr.Aziz Akgül öncülüğünde 2003
yılındaki bir uluslararası toplantı ile getirilmiştir. Söz konusu toplantıda dünyada
mikrofinansman konusunun öncülerinden sayılan Grameen Bankasından gelen
yetkililer konu hakkında bilgi vermişler ve ülkemizde ilk uygulama Diyarbakır da
başlamıştır.
B. Türkiye’de Mikrokredi Kuruluşları
KOSGEB küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin teknolojik
yeniliklere uyum sağlamalarını, rekabet güçlerini arttırmaları amacıyla kurulmuş
bir kamu kuruluşudur. Bu amaca bağlı olarak öncelikle bu tip işletmelere gerekli
bilgi aktarımını sağlamak için bilgilendirme, elektronik ticaret ve işletmeler arası
işbirliği hizmetleri vermektedir. Bunun yanında teknoloji araştırma ve geliştirme
desteğini teknoloji geliştirme merkezleri aracılığı ile yapmaktadır. Finansman
konusu ile ilgili olarak finansal bilgi bankası oluşturulmuş, Kredi Garanti Fonu
AŞ’ye KOBİ’lerin Halk Bankasından kullanacakları kredilerin teminatlarında
kullanılmak üzere fon temin edilmiştir. Girişimciliği Geliştirme Enstitüsü ve
Küçük İşletmeler Geliştirme Merkezleri ile girişimcilere yol gösterilmektedir. Bu
209
hizmetlerin dışında Pazar araştırma ve ihracatı geliştirme enstitüsü yoluyla
işletmelere danışmanlık hizmetleri verilmektedir.
Türkiye Halk Bankası tarafından mikro işletmelere verilen hizmetlerTürkiye Halk Bankası KOBİ’lerin finansmanı amacıyla kurulmuş olan kamu
bankasıdır. Ayrıca teknik yardım ve danışmanlık hizmetleri de vermektedir. Bu
çerçevede esnaf ve sanatkarların kooperatifler halinde örgütlenmeleri,
ürünlerin pazarlanması, eğitim konularında da yardımcı olmaktadır. Mikro
işletmeler için Teşvik belgeli KOBİ Kredisi satın alacakları makine teçhizat ve
hammadde için kullandırılmaktadır. Bu kredi türünün yanında bilgisayar yazılım
kredisi, genç ve kadın girişimci kredisi, KOBİ takım tezgahları kredisi, ürün
geliştirme kredisi, iş yeri edindirme ve yenileme kredisi, onarım kredisi, serbest
meslek kredisi, fuar ve sergilere katılma kredisi gibi sanayi kredileri ile mikro
işletmeler ve şahıslar desteklenmektedir. Ayrıca banka kaynaklarından Halk İşlem
Kredisi ile küçük işletmelerin günlük nakit ihtiyaçlarının karşılandığı azami 30
milyar TL limitli kredi uygulaması vardır.
Türkiye’de mikrokredi kuruluşları hali hazırda STK’lar ya da kamusal
kooperatif
ve
vakıflar
şeklinde
örgütlenmişlerdir.
Modern
bankacılık
sisteminin bu konuda ciddi bir örgütlenmesi söz konusu değildir. Kooperatifler
açısından Uluslararası Kooperatifler Birliği'nin (ICA) kuruluşunun 100.yılında
(1995) Manchester kentinde yapılan Genel Kurul Toplantısında gözden
geçirilerek kabul edilen Kooperatifçilik İlkeleri şunlardır;
Gönüllü ve herkese açık üyelik: Kooperatifler, cinsel, sosyal, ırksal,
siyasal ve dinsel ayırımcılık olmaksızın, hizmetlerinden yararlanabilecek ve
üyeliğin sorumluluklarını kabule razı olan herkese açık gönüllü kuruluşlardır.
Üyeler tarafından gerçekleştirilen demokratik denetim: Kooperatifler,
siyasa oluşturma ve karar alma süreçlerine katılan üyelerince denetlenen
demokratik kuruluşlardır. Seçilmiş temsilci olarak hizmet eden erkekler ve
kadınlar üyelere karşı sorumludur. Birim kooperatif kuruluşlarında üyeler eşit
210
oy hakkına sahiptir (her üyeye bir oy hakkı). Diğer düzeydeki kooperatif
kuruluşlarında ise oy hakkı demokratik bir yaklaşımla düzenlenir.
Üyelerin ekonomik katılımı: Üyeler, kooperatiflerinin sermayesine adil
bir şekilde katkıda bulunur ve bunu demokratik olarak yönetirler. Bu
sermayenin en azından bir kısmı genellikle kooperatifin ortak mülkiyetidir.
Çoğunlukla üyeler, üyeliğin bir koşulu olarak taahhüt edildiği üzere (var
ise) sermaye üzerinden kısıtlı miktarda gelir elde ederler. Üyeler gelir
fazlasını, muhtemelen "en azından bir kısmı taksim olunamaz kaynaklar"
oluşturma yoluyla kooperatiflerini geliştirme, kooperatifle yapmış oldukları
işlemlerle orantılı olarak üyelerine kar sağlama ve üyelerce onaylanan diğer
faaliyetlere destek olma gibi amaçların biri ya da tamamı için ayırırlar.
Özerklik ve bağımsızlık: Kooperatifler özerk, kendi kendine yeten ve
üyelerince yönetilen kuruluşlardır. Kooperatifler, hükümetler dahil olmak
üzere diğer kuruluşlarla bir anlaşmaya girmeleri ya da dış kaynaklar yoluyla
sermayelerini
sürdürecek
artırmaları
ve
üyelerinin
durumunda,
demokratik
bunu
kooperatiflerin
yönetimini
özerkliğini
koruyacak
şekilde
gerçekleştirirler.
Eğitim, öğrenim ve bilgilendirme: Kooperatifler, üyelerine, seçilmiş
temsilcilerine, yöneticilerine ve çalışanlarına kooperatiflerinin gelişimine etkin
bir şekilde katkıda bulunabilmeleri için eğitim ve öğretim imkanı sağlar.
Kooperatifler genel kamuoyunu — özellikle de gençleri ve kamuoyunu
oluşturanları — işbirliğinin şekli ve yararlan konusunda bilgilendirirler.
Kooperatifler arasında işbirliği: Kooperatifler, yerel, ulusal, bölgesel ve
uluslararası oluşumlarla birlikte çalışarak üyelerine daha etkin bir şekilde
hizmet eder ve kooperatifçilik hareketini güçlendirir.
Topluma karşı sorumlu olma: Kooperatifler, üyelerince onaylanan
politikalar aracılığıyla toplumlarının sürdürülebilir kalkınması için çalışırlar.
211
Görüldüğü üzere kooperatifleşme mikrokredi felsefesine en uygun
yapıdır.
Nitekim
ulusal
kalkınma
hamlesinde
kooperatiflerin
ve
kooperatifçiliğin önemi ülkemizde de geçmiş yıllarda gündeme gelmiştir. Hem
üretim hem de tüketim dayanışması açısından kooperatifler işsizliğin ve/veya
yoksulluğun azaltılmasında önemli bir etkendirler.
1. Kredi Garanti Fonu A.Ş’nin Mikro Işletmelere Katkısı
KOBİ’lerin bankacılık sisteminden yararlanırken karşılaştıkları en önemli
sorunlardan biri teminat konusudur. Bu sorunu çözebilmek amacıyla TürkiyeAlmanya Teknik işbirliği anlaşması çerçevesinde ilk kurucuları; Türkiye Esnaf ve
Sanatkarları Konfederasyonu (TESK), Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği (TOBB), Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayii
Destekleme Vakfı (MEKSA) ve Türkiye Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek
Mensupları ve Yöneticileri Vakfı (TOSYÖV)’dır. Daha sonra sırasıyla Küçük ve
Orta Ölçekli Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB)
1995’de ve Türkiye Halk Bankası A.Ş (THB) 1996’da KGF AŞ’ne hem ortak
olarak hem de sorumluluk fonuna destek vermek suretiyle katılmışlardır.
KGF AŞ , KOBİ’lerin kullandığı her türlü nakdi ve gayri nakdi krediye garanti verir.
Bu krediler,
-
Yeni iş kurma,
-
Mevcut tesisin genişletilmesi
-
Hammadde temini
-
Yeni teknoloji kullanımı
-
Yeni iş yerine taşınma
-
Nakit sıkıntısı giderme
-
İhracatın finansmanı
-
İthalatın finansmanı
-
Teminat mektubu amaçlı krediler ile
-
KOBİ’lerin kullandığı diğer nakdi ve gayri nakdi kredilerdir.
212
KGF A.Ş. en fazla 5 kişiye kadar çalışanı olan küçük ve orta boy işletmelere
garanti/kefalet vermektedir ve kefalet talep eden firmalar TOBB veya TESK’e
kayıtlı olmalıdır. Garanti/kefalet talebinde bulunan firmaların değerlendirmeye
alınmasında KGF tarafından maktu bir inceleme ücreti alınmaktadır. KGF A.Ş.
vermiş olduğu teminatlar karşılığında kredinin vadesine ve türüne göre teminat
bakiyesi üzerinden %3 oranında yıllık komisyon almaktadır. Kredi Garanti Fonu
ile anlaşma yapan bankalar Halk Bankası başta olmak üzere, Garanti bankası,
Şekerbank, Vakıflar Bankası ve Yapı kredi bankasıdır. Üç banka ile görüşmeler
devam etmektedir.
2. KOBİ AŞ. Tarafından Mikro Işletmelere Verilmesi Planlanan
Hizmetler
KOBİ AŞ; TOBB, T. Halk Bankası, KOSGEB, Türkiye Esnaf ve
Sanatkarları Konfederasyonu (TESK), 5 Sanayi Odası (Ankara, EBSO-İzmir,
İstanbul, Denizli, Balıkesir), 2 Ticaret Odası (Adana, İzmir), 7 Ticaret ve Sanayi
Odası (Adapazarı, Antalya, Bursa, Manisa, Mersin, Giresun, Samsun), 2 Ticaret
Borsası (Erzurum, Manisa) ve Halk Leasing'in ortaklığıyla 320 milyar sermaye ile
30 Aralık 1998'de kurulmuştur. Şirketin sermayesi Mart 1999'da yapılan
Olağanüstü Genel Kurul'da 1 Trilyon TL'ye çıkarılmıştır.
Şirketin amacı, büyüme ve ihracat potansiyeline sahip olduğu halde
finansman yetersizliği nedeniyle gelişme gösteremeyen KOBİ'lere ortak olmak
suretiyle finansal destek sağlamaktır. Bu destek, KOBİ kendine yeter duruma
gelinceye kadar devam edecektir. Destek süresi KOBİ AŞ'de en fazla 5 yıl olarak
belirlenmiştir. Şirket, finansal desteğin yanı sıra KOBİ'lerin kuruluş, gelişme ve
büyüme aşamalarında danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin verilmesi de
amaçlanmaktadır.
Şirket kar amacı taşımamaktadır, ancak sermayesini koruması ve varlığını
devam ettirmesi için ortaklık yapılacak KOBİ'lerin yatırım önerilerinin ülkemizin
rekabet gücünü arttırıcı ve çağımızın ekonomik gelişmeleri doğrultusunda
213
olmasına büyük özen gösterilecektir. Böylece KOBİ'lerin daha çok yenilik niteliği
taşıyan ve rekabet gücünü arttıran yatırımları desteklenmiş olacaktır.
KOBİ A.Ş. ortaklık bazında yatırımda bulunduğu KOBİ'lerin hisselerini
sürekli elinde bulundurmayacaktır. Desteklenen KOBİ'lerin gelişimi belli bir
karlılık ve büyüme düzeyine ulaştıktan sonra KOBİ A.Ş.'nin ortaklık hissesi,
piyasa değeri üzerinden işletmenin esas sahibine satılacaktır. Eğer bu mümkün
olmuyorsa, hisseler yeni bir ortağa ya da borsada satılacaktır. TOBB, KOBİ
AŞ'nin şirket yapısını Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı olarak değiştirmiş
ve hizmete geçmek için organizasyon çalışmalarını hızlandırmıştır.
İşbank tarafından mikro işletmelere sağlanan hizmetler-İşbank 2002
yılında Küçük işletmeler kredisi projesi ve 2003 yılında Küçük işletmeler İhracat
döviz kredisi projesi başlatmıştır. Bu tip kredilerin amacı, ticaret ve sanayi
alanında faaliyet gösteren küçük işletmelerin nakit ihtiyaçlarının, gelirlerine uygun
şekilde ödeme imkanının sunulması suretiyle karşılanmasıdır. Kredi tutarı azami
50.000 –100.000 YTL arasında değişmektedir.
Garanti bankası tarafından mikro işletmelere sağlanan hizmetler-Garanti
bankası KOBİ’lere yönelik olarak, ticari ve yatırım amaçlı “şirkete destek bulalım
kredisi”, makine ve teçhizat alımı için “makinelerimizi yenileyelim kredisi”,
teknoloji gelişimi için “teknolojimizi geliştirelim kredisi”, çalışma ortamını
değiştirmek için “bizim işyerini yenilesek kredisi” vermektedir. Kredi Garanti Fonu
AŞ ile anlaşması bulunmakta ve şirketlerin teminat sorunu çözümlenmektedir.
3. Türkiye’de Fiilen Mikrokredi Uygulamasını Yürüten Kurumların
Yeni Modele Katkıları
Ülkemizde akademik anlamıyla olmasa da fiilen mikrokredi ve benzer
uygulamaları yürüten ya da oluşturulacak mikrokredi fonlarına kaynak
sağlayabilecek kurum ve kuruluşlar; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Fonu, Kredi Garanti Fonu, İşsizlik Sigortası Fonu, KOSGEB, Avrupa
214
Parlamentosu ve Dünya Bankası’ndan Alınabilecek Kaynaklar, TOBB ve
TÜSİAD Kaynak Desteği, Mikro İşletmelerden Alınacak Vergilerin Bir Kısmı
vb. sayılabilir.
Hükümet
tasarısı
olarak
hazırlanan
“Mikro
Finans
Kuruluşları
Hakkındaki Kanun Tasarısı” sayesinde fakirliğin ve işsizliğin azaltılmasına
yönelik olarak, kendi hesabına çalışacaklara kredi verebilecek iki çeşit mikro
finans kuruluşu oluşturulması düzenlenmektedir: Birincisi, mikro finans
sektörüne girerek buraya yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılar
ile ticari bankaların kurabilecekleri mevduat kabul eden mikro finans
kuruluşlarıdır. İkincisi ise, Edirne’den, Hakkari’ye, Muğla’dan Artvin’e kadar
Türkiye’nin her köşesinde işsizliğin ve fakirliğin azaltılmasına yönelik olarak;
vakıf, dernek, meslek kuruluşları, sendikalar, il özel idareleri ve belediyeler
tarafından kurulabilecek genellikle kâr amacı gütmeyen ve mevduat kabul
etmeyen mikro finans kuruluşlarıdır. Böylece, kendi hesabına çalışmak
isteyen ancak teminat gösteremeyenlere asgari bir başlangıç sermayesi
bulma imkanı sağlanmış olacaktır.
ABD fakirlere kendi işlerini kurmaları için mikrokredi (başlangıç
sermayesi) olarak asgari ücret olan 1,200 $ verirken, biraz daha durumu
iyi olanlara ise SBA (Small Business Administration-Küçük İşletmeler
Başkanlığı) önderliğinde ve ABD ticari bankacılık sistemini de devreye
sokarak
yeni
istihdam
oluşturmaya
yönelik
biraz
daha
büyük
meblağlarda girişimcilik kredisi verilmektedir. Bangladeş’te fakirlere
verilen başlangıç sermayesi 38 dolar seviyesindedir.
Diyarbakır’da kendi hesabına çalışmak isteyen dar gelirli kadınlara
başlangıç sermayesi olarak 1,5 milyar liraya kadar teminatsız, kefilsiz, icrasız
ve mahkemesiz kredi verilmektedir. Bu projede kredi bir insan hakkı olarak
kabul edilmekte olup, tapuya değil insana kredi verilmektedir. Yıllık verilen
kredi, üzerine hizmet maliyeti eklenerek, 46 hafta boyunca haftalık geri
ödemelerle tahsil edilmektedir. Böylece, kendi hesabına çalışmak isteyen
215
kadınlar, üretime katılarak iş kadını olabilmektedir. İşsizliğin azaltılması için
Almanya ise, işsizlik fonunu kredi olarak işsizlere kullandırarak, 2003
yılında 142,000 kişiye kendi işini kurma imkanı sağlamıştır.
Kendi gücünü ve potansiyelini hareket ettirmeden, bir başkasına
dayanma zihniyeti yanlıştır. Bu bakımdan, dar gelirli olup da kendi işini
kurmak isteyen herkese mikrokredi vasıtasıyla iş kurma imkanı verilmelidir.
Böylece, insanların kendilerine inanmaları ve güvenmeleri sağlanırken,
sermaye birikimi modeline uygun olarak, önce küçük ve daha sonraki
dönemlerde artarak büyüyen bir sermaye yanında, alın terini de içine katarak
geçimini bir başkasına ihtiyaç duymadan sağlamak isteyen istisnasız dar
gelirli herkesi mikrokredi prensiplerine uymak şartıyla iş kadını ve iş adamı
yapmak gerekir.
Diğer taraftan, ana fonksiyonlarından birisi girişimciliğin artırılması olan
KOSGEB’in bu görevini yerine getirerek ülkedeki istihdamın arttırılmasında
ABD’deki küçük işletmeler başkanlığı olan SBA gibi Türk ticari bankacılık
sistemi ile birlikte rol üstlenmelidir106.
Kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar: KOSGEB, Türkiye Halk Bankası,
Türkiye Vakıflar Bankası, KOBİ AŞ Kredi Garanti Fonu, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı Küçük Sanayi ve El Sanatları genel Müdürlüğü, Küçük Sanayi, Sanayi
Bölge ve Siteleri Genel Müdürlüğü, GAP Bölgesi Girişim Destekleme ve
Yönlendirme Merkezi, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Milli
Prodüktivite Merkezi.
Mesleki Teşekküller: Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Kefalet Kooperatifleri ve
Küçük Sanayi Kooperatifleri
Özel Kuruluş - vakıflar: Türkiye Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek
Mensupları ve Yöneticiler Vakfı
106
Aziz Akgül, “İşsizliğin ve Fakirliğin Azaltılmasında Bir Çözüm Önerisi: Kendi Hesabına
Çalışma”, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yayınları, serisi 14, Ekim 2004
216
Teknik yardım ve danışmanlık hizmetleri veren diğer kurum ve kuruluşlar ile
yurtdışı destekli veya örgütlü diğer kurum ve kuruluşlar: Hollanda Yönetim
İşbirliği Programı, Balkan Ülkeleri Ticareti Geliştirme Bölge Merkezi, Birleşmiş
Milletler
Sınai
Kalkınma
Örgütü
Ankara
Ofisi
ve
Avrupa
Yatırım
Bankası.”olarak sıralanmıştır.
Diğer taraftan Mikro finans kuruluşları hakkında kanun tasarısı
hazırlanmış olup, mikrofinansman kuruluşlarının kuruluş, çalışma, tasfiye ve
denetlenmesine ilişkin esaslar düzenlenmeye çalışılmaktadır. Taslağa göre bu tip
kuruluşlar da bankalara benzer şekilde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumunun (BDDK) ve Kurulunun onayına, denetimine tabi olacaklardır. Taslağa
göre mikro finans alanında faaliyet gösterecek mevduat kabul eden ve etmeyen
kuruluşların üye olacağı ve
BDDK tarafından belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde Mikro Finans Kuruluşları Birliği ile bu kuruluşlardaki mevduatın
sigorta edilebilmesi amacıyla Mikro Finans Güvence Fonu oluşturulacaktır.
4. Tarım Kredi Kooperatifleri
28.04.1972 tarih ve 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri
Kanunu; birinci maddesinde bu kanunda yazılı hükümlerden faydalanılmak
suretiyle üreticilerin, aralarında ekonomik menfaatlerini korumak ve özellikle
meslek ve geçimleriyle ilgili ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla karşılıklı yardım
ilkesine dayanan ve tüzel kişiliği olan değişir ortaklı, değişir sermayeli Tarım
Kredi Kooperatifleri kurabileceklerini hüküm altına almıştır. Bu kanunun madde
3.I.C maddesinde ifade edildiği gibi Tarım kredi Kooperatifleri ortaklarının
menfaatlerini korumak amacıyla Mevduat toplamak, bankacılık hizmetleri ve
sigorta acenteliği yapmak yetkisine sahiptirler. Yine madde 3.II.a’da hüküm
altına alındığı üzere Kooperatiflerin finansman işlerini düzenlemek yetkisine
sahiptirler. Dolayısıyla Tarım Kredi Kooperatifleri özellikle tarımla uğraşan
kırsal kesimde mikrofinansmanın lokomotifi olabilecek yapı ve yetkiye
sahiptirler.
217
Türkiye’de başlatılan Türkiye-Diyarbakır Grameen Bank Mikro Kredi
Proje’si kapsamında tarım sektöründe şu işlere mikrokredi verilmiştir. Sebze
Yetiştiriciliği, Tütün Yetiştiriciliği, Pamuk Yetiştiriciliği ve Buğday Yetiştiriciliği.
Tarım Kredi Kooperatiflerinin bu tarımsal alanlarda verilecek kredilere destek
sağlaması aynı zamanda yukarıda adı geçen 1581 sayılı yasanın da gereğidir.
Uygulamada Tarım Kredi Kooperatifleri kredi uygulamasında ciddi bir finansal
yapılanma ortaya koyamamışlardır.
Tarım Kredi Kooperatifleri, bir milyonun üzerindeki çiftçi ortaklarıyla
tarımsal faaliyetlerinde kullanmak üzere her türlü ihtiyaçlarını sağlayarak
üretimlerine
katkıda
bulunmayı,
kooperatifçilik
ilkeleri
çerçevesinde
dayanışmayı ve Türk tarımı ile ekonomisine hizmet etmeyi amaçlar.
Çiftçilerin tarımsal girdi ihtiyaçlarını karşılamak, beklentilerine kalite ve
istikrarla karşılık vermektir. Hizmetlerin sürekliliğini sağlamak üzere, gerekli
yatırımları gerçekleştirebilmek; çiftçilere kullanabilecekleri kredi kaynaklarını
sağlamak; çalışanların ve toplumun ekonomik ve sosyal gelişmesine
yardımcı olmak üzere, tüm kaynakların akılcı kullanımını sağlayarak
savurganlığa ödün vermemek Tarım kredi Kooperatiflerinin temel amaçları
arasındadır.
5. KOSGEB
KOSGEB; küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin teknolojik
yeniliklere süratle uyumlarını sağlamak, rekabet güçlerini yükseltmek ve
ekonomiye katkılarını ve etkinliklerini artırmak amacıyla 20 Nisan 1990
tarihinde kurulmuştur.
Bilgilendirme ve İşletmelerarası İşbirliği Hizmetleri: Globalleşme
sürecinin yaşandığı günümüzde büyük önem kazanan bilginin kullanımında
KOS işletmelerinin payının arttırılması için KOSGEB, Avrupa Birliği'nin
KOBİ'lere yönelik 1997-2000 yılları için hazırladığı Çok Yıllık Programda
"KOBİ'lerin İlk Durak Noktası" tanımı ile en önemli destek programı olan
218
Avrupa Bilgi Merkezleri (Euro Info Centre. EIC) Ağına AB'nin XXIII. Genel
Müdürlüğü ile imzaladığı andlaşma ile katılmıştır.
KOSGEB Bilgi Sistemleri ve Elektronik Ticaret Süreçleri Grubu
bünyesinde Eylül 1994' de kurulan Avrupa Bilgi Merkezi; Ülkemizdeki KOS
işletmelerinin özellikle AB ile ilgili olmak üzere her türlü bilgi ihtiyacını ve Yurt
dışındaki KOS işletmelerinin ülkemiz İş Dünyası ile ve KOS işletmeleri ile ilgili
bilgi ihtiyacını karşılamanın yanısıra Avrupa Birliği'nin KOBİ'lerin uluslararası
anlaşmalarına katkıda bulunmak için başlattığı destek programlarından
İşletmelerarası İşbirliği Ağı (Business Cooperation Network; BC-NET), ve
İşletmelerarası
İşbirliği
Merkezi
(Bureau
de
Rapproachement
des
Enterprises; BRE) programlarında Türkiye temas noktasıdır.
Ülke çapında yaygın KOBİ kitlesine ulaşmak için oluşturduğu "AB Bilgi
ve İşbirliği Danışmanları Ağı" ile birlikte hizmet veren KOSGEB Avrupa Bilgi
Merkezi'nin
bilgi
ve
işbirliği
hizmetleri,
KOS
işletmelerinin
107
Uluslararasılaşmaları için önemli bir destek sağlamaktadır
.
6. Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği
Türkiye
Esnaf
Ve
Sanatkarlar
Kredi
Ve
Kefalet
Kooperatifleri Birlikleri bir anasözleşme ile isimleri, merkezleri ve taahhüt
ettikleri sermaye payları gösterilen S.S. Esnaf ve sanatkarların kurduğu Kredi
ve Kefalet Kooperatifleri tarafından, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu
hükümlerine göre süresiz olarak değişir ortaklı, değişir sermayeli, sınırlı
sorumlu bir birlik kurmuşlardır. Birliğin amacı; ortak kooperatiflerin ortakların
mamüllerini
en
iyi
şartlarla
değerlendirmelerine,
kredi
ihtiyaçlarının
karşılanmasına yardımcı olmak, çalışmalarını koordine etmek ve müşterek
menfaatlerini korumaktır.
107
www.kosgeb.gov.tr
219
Anasözleşme madde iki de belirtilen faaliyet alanları içinde çalışmamız
açısından en önemli olanı “Ortaklarının kredi ihtiyaçlarının karşılanmasında,
bankalar ile diğer kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinin düzenlenmesinde ve
sorunlarının çözümlenmesinde yardımcı olmak, ilgili bankalarla gerekli
işbirliğini sağlamak.” Şeklinde ifade edilen faaliyet alanıdır. Dolayısıyla
ülkemizde bu birliğe üye esnafın kaynak sorununu çözmek bu birliğin en
önemli görev alanı olup Türkiye mikrokredi uygulaması modelimizde ticari
bankalardan sonra ikincil arz cephesinin içinde yer almaktadır.
Görüldüğü üzere ülkemizde gerek kentsel gerekse kırsal alandaki
tarım ve esnaflık faaliyetlerinin finansman sorunu kooperatifçilik temelinde ve
yasal düzeyde çok eskiden beri var olmasına rağmen bu kurumlar tarafından
kullandırılan kredilerin niteliği topluma anlatılamamış ve bu krediler hibe ya
da sübvansiyon mantığı içinde ele alındıklarından siyasal etkilerin de
zorlamasıyla hem alınışı hem geri dönüşü modern finans hizmetinin dışında
birer olgu olarak ortaya çıkmıştır.
7. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı
Vakfın amacı, Türkiye’nin sahip olduğu bütün kaynakların verimli ve
etkin kullanılmasının sağlanmasına ve toplumda israfın önlenmesi bilincinin
geliştirilmesine
katkıda
bulunmaktır.
Yoksulluğun
azaltılması
için;
mikrokredi, mikrofinans, gıda bankacılığı ve eğitim faaliyetlerinde
bulunur.
Kamu, özel sektör ve gönüllü kuruluşlar ile işbirliği yapılarak; hizmet içi
eğitim, konferans ve seminer ile diğer eğitici programlar yoluyla, toplumun
tasarruf ilkelerine uygun ve israf önleyici hayat tarzı içinde yaşayabilmelerini
sağlamaktır.
Vakfın yıllık gelirlerinin % 20’si yönetim ve yönetimi sürdürme giderleri
ile ihtiyat ve vakıf malvarlığını arttıracak yatırımlara, % 80’i ise vakıf amaç ve
hizmet konuları doğrultusunda tahsis ve sarf olunur.
220
Vakfın amacını geçekleştirmeye yönelik olarak; emek, zaman ve
maliyet israfının önlenmesi bilincinin toplumun her kesiminde geliştirilmesini
sağlamak maksadıyla;

Değişik kurumlar ile müşterek veya tek başına israfı ve fakirliği
azaltma çalışmaları ve projeleri yapar.

Vakfın amacı istikametinde; toplantı, konferans, resim sergileri,
sanat etkinlikleri, sempozyum, kongre tertip eder.

İsrafı önleme ve fakirliğin azaltılması bilincinin geliştirilmesine
katkı sağlamak üzere; CD, kaset, kitap, dergi ve broşür
hazırlanması ve dağıtımını yapar.

Internet
ortamında
israfı
önleme
ve
fakirliği
azaltma
istikametinde bilinçlendirme çalışmaları yapar.

Çocuklar ve gençler arasında israfı önleme ve fakirliği azaltma
yarışmaları yapar

Fakirliğin ve israfın azaltılması maksadıyla; mikrokredi ile gıda
bankacılığı ve giysi bankacılığı faaliyetlerini yapar.

Vakıfın gayesine uygun olarak, Vakıf her türlü eğitim ve öğretim
faaliyetinde bulur. Bu bağlamda; kurslar, dershaneler, ve
mesleki eğitim merkezleri açar, sertifika programları yapar ve
uygular.

İyi insan ve iyi vatandaş esasına dayalı olarak; İsrafın, suçun ve
fakirliğin
azaltılması
bilincinin
geliştirilerek
toplumda
yaygınlaştırılmasının mümkün olabileceği her düzeyde; okulöncesi, ilköğretim ve lise seviyelerinde örgün veya yaygın
eğitim yapabilecek okullar, yüksek okullar, yüksek öğretim
221
kurumları, üniversite, enstitüler, kültür merkezleri, derslik,
kitaplık, konferans merkezi, laboratuar, ve öğrenci yurdu yaptırır
ve işletir.

Diğer taraftan, tasarruf bilinciyle yetişmiş ancak maddi imkanları
yetersiz başarılı çocuk ve gençlerin her seviyedeki eğitim ve
öğrenimlerinin
desteklenmesi
amacıyla,
karşılıklı
veya
karşılıksız burs verir108.”
C. Türkiye’de Mikrofinansman Yaklaşımının Geleceği
Türkiye’de çok yaygın olmamakla birlikte uygulanan mikrofinansman
yaklaşımı, Bangladesh başta olmak üzere Mikrofinansmanın uygulandığı
birçok ülkede olduğu gibi ağırlıklı olarak kadınları kapsamaktadır. Bunun
temel nedenlerinin ekonomik olmasının yanında hatta daha fazla sosyolojik
ve psikolojik boyutlu olduğu yapılan bazı alançalışmalarında ortaya
konmaktadır (Abdul Bayes vd., 1998: 221-232). Bunlar arasında özellikle
yoksul ailelerde kadınların göreceli olarak daha zor koşullarda yaşamaları
üzerinde durulmaktadır. Kadın ailesini özellikle çocuklarını daha iyi besleme,
daha sağlıklı ortalarda büyütmek ve okula göndermek için büyük bir istek ve
azim içinde bulunmaktadır. Ayrıca kadının borcunu ödeme ve gelişime daha
açık olma gibi özellikleri ve girişim ve kredilendirme konularında kadınların
hedef kitle seçilmelerinde önemli rol oynamaktadır.
Girişimcilik ve ekonomik refah arasındaki doğrudan ilişki ve özellikle
kadın girişimciliğinin ekonomik ve sosyal etkileri her yıl düzenli olarak
yayınlanan
“Kadın
Girişimcilik
Araştırması
Sonuçlarında
(Gender
Enterpreneurship Results (GEM) da yer almaktadır (GEM, 2006). Bunun
yanında özellikle AB’nde erkek girişimcilere kıyasla daha düşük olan kadın
girişimci oranını yükseltmek amacıyla kadın girişimciliği yüreklendirecek
politika ve teşviklerle ilgili bir çerçeve hazırlama gereği duymuşlardır.
108
www.israf.org
222
Ülkemiz açısından bakıldığında, genel olarak girişimcilik ve kadın
girişimciliğinin oranı OECD ortalamasından düşüktür. OECD ülkeleriyle ilgili
resmi istatistiklere göre Türkiye özellikle, kadın işgücü istihdamı açısından
en alt sırada yer almaktadır. Kadın işyeri sahipliği olarak bakıldığında, bu
oran AB ülkelerinde % 16 – 40 arasında yer alırken, Türkiye’de iş yeri sahibi
kadınların oranı yalnızca %4 düzeyindedir.
Türk kadınlarının ekonomik yaşamda ilerleyememesinin başlıca
nedenleri
incelendiğinde;
aile
içinde
cinsiyeti
nedeniyle
yüklendiği
sorumluluklar, baskılar, eğitim düzeylerinin düşük, becerilerinin farklı alanlara
yoğunlaşmış olması gibi unsurların ön plana çıktığı görülmektedir. Ayrıca,
kadın girişimcilik açısından bir değerlendirme yapıldığında aşağıda yer alan
bazı engellerle karşı karşıya kalındığı izlenmiştir (ABİGEM, 2007):
• Bu konuda örnek alınabilecek kadın girişimci modellerinin veya
öncülerin çok az olması,
• Finansman sağlamada erkek girişimcilere göre daha büyük
zorluklarla karşılaşılması,
• İşletme mülkiyeti açısından, geleneksel miras uygulamalarının
sonucunda işletme ve yönetim rollerinin erkeklerin üzerinde olması.
Girişimciliğin önünde var olan ve yukarıda söz edilen engelleyici
unsurların yanında, Türkiye’nin ekonomik ve sosyolojik farklılıklarının
bulunduğu coğrafik özellikler ile kent- kır arasındaki sosyo-kültürel yapı
farklılıkları kadın girişimciliği önünde büyük engeller olarak durmaktadır.
Mikrofinansman yaklaşımının gündemde tutulması ile başta STK’lar olmak
üzere resmi ekonomik ve sosyal kurumlar ile özel finans kurumlarının konuya
olan ilgileri “girişimcilik” ve “kadın girişimciliği” konularında önemli oranda
artışlara yol açabilecektir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE TÜRKİYE
MİKROKREDİ MODEL ÖNERİSİ
I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER
A. Ticari Bankalarda Zorunlu Değişim ve Perakendeci Bankacılık
Finansal hizmetler sektörünün en önemli kurumlarından biri olan
bankaların temel fonksiyonları
fon sağlama, fon kullanım ve hizmet
işlemleridir. Değişimin yaşandığı finans dünyasında bankalar fonksiyonlarını
yerine getirirken, sürekli bir yenilik arayışı içerisine girmişlerdir. Bankaların bu
anlamda
başlattıkları
yeniliklerden
birisi
de
perakendeci
bankacılık
uygulamalarıdır. Tüketici kredileri, kredi kartları ve elektronik fon transfer
sistemleri (otomatik vezneler, satış noktasından fon transferi, home banking),
call center, internet ve WAP bankacılığı; bankaların doğrudan bireylere
yönelik perakendeci bankacılık (retail banking) olarak adlandırılan hizmetleri
adeta
bankacılığın
rönesansını
başlatmıştır. Perakendeci
bankacılık;
bankaların pazarlama ve teknolojiyi birbirinin tamamlayıcısı olarak görmeleri
sonucunda ortaya çıkan, çağdaş pazarlama anlayışı çerçevesinde teknolojik
olanaklardan
da
gereksinmelerini
yararlanarak,
karşılamaya
bireylerin
yönelik
sürekli
değişen
bankacılık
ve
hizmetleri
artan
olarak
tanımlanabilir.
Toplumun
çeşitli
bölümlerinde
satın
alma
gücünün
yeni
gereksinmelere yol açması, mevduat ve kredi işlemlerinde rekabet döneminin
başlaması hizmetlerin çeşitlendirilmesini ve sunuş biçimlerinin etkilenmesini
getirmiştir. Böylece değişimle birlikte geleneksel
yöntemleri
olmuştur.
yaşlanarak,
perakendeci
bankacılık ürün ve
bankacılık hizmetleri
talep edilir
224
Geleneksel bankacılık kavramının yerini, değişen şartlara kolayca
uyum sağlayabilen, müşteri gereksinmelerini temel alan bankacılık anlayışına
bırakmasıyla bankalar özellikle orta ve alt gelirli tüketicilerin finansal
hizmetlerden yararlanmalarını sağlamak üzere bu piyasalarda çeşitli
ürünler sunmaya başlamışlardır. Sadece üretim ve pazarlama şirketlerinin
finansman ihtiyacını karşılayan bankalar, artık doğrudan en son tüketicinin
finansal ihtiyaçlarını da karşılayacak olan hizmetler sunmaktadırlar. Bu
gelişim
aynı
zamanda
risk
sermayesi
çalışmalarının
geniş
tabana
yayılabilmesine katkı sağlayacaktır.
B. Ekonomik Krizler Karşısında Bankacılık Sektörünün Durumu
Yükselen
ekonomilerde
yurtdışı
kaynaklı
krizlerin
de
yayılma
(bulaşma) etkisiyle; faiz oranlarında artış, banka bilançolarında bozulma,
hisse senedi piyasasındaki düşme, banka dışı bilançolarda yaşanan şok ve
belirsizliğin artması gibi nedenler krizleri ortaya çıkarır.109 Çevresel etkiler ve
devletin yetersiz önlemleri zaman zaman gelişmekte olan ekonomileri bu
şekilde krize sürükleyebilmekte ve krizin odak noktası olan bankalar
ekonominin can damarı olmaları nedeniyle ciddi biçimde etkilenmektedirler.
Ekonomik krizlerin ortaya çıkışında diğer önemli bir husus da gelişmiş
ülkelerin gelişmekte olan ülkelere kriz ihraç etmeleridir. IMF öncülüğünde
gelişmekte
olan
ülkelere
sunulan
programlar
hakkındaki
komplo
değerlendirmeleri de bilimsel incelemelerin yanısıra varlığını sürdürecek gibi
görünmektedir. Nitekim ülkemizde en son yaşanan krizden sonra geçilen ve
geçildikten sonra çok daha ciddi şok gelişmelere neden olan dalgalı kur
rejimine geçiş kararının o yıllarda İspanya’da yapılan G-8 toplantısında
alındığı, 22.02.2001 tarihinde İstanbul’da yapılan olaylı G-20 toplantısında bu
kararın dayatıldığı ifade edilmektedir.110
109
Morris Goldstein, Philip Turner, Yükselen Ekonomilerde Bankacılık Krizleri (Çev.ve sunuş Ali
İhsan Karacan), Dünya Yayıncılık, Ankara, Ocak-1999, B.1, s.14
110
Bkz. “Her şey G-20’de Kararlaştırıldı” Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001
225
ABD ve IMF’nin o dönemdeki başkanı Hörst KÖHLER’den Türkiye’nin
bu kararını destekledikleri yönünde açıklamalar gelmeye başlamıştı.111 Oysa
bu karardan kısa bir süre önce, Hörst KÖHLER, Financial Times dergisiyle
yaptığı bir röportajda Türkiye ekonomisinin “çürümüş” olduğunu ifade
ediyordu. Dalgalı kur kararı ile beraber dünya bankalarına Türkiye’yi
destekleme çağrısında bulunan KÖHLER’in bu çağrısı doğal olarak karşılık
bulmamış ve Türkiye o dönemde (2000-2001) komşusu Bulgaristan’ın dahi
oldukça altında bir yabancı sermayeyi ancak çekebilmiştir. Burada önemli
olan IMF’nin önerdiği para ve kur politikalarının doğruluğu değil bu
politikaların dayatılıp dayatılmadığıdır.
Türkiye’nin IMF’nin önerdiği dalgalı kur sistemiyle IMF’den 7.5 milyar
dolarlık ilave yardım aldığı dönemde Arjantin’e dolara karşı birebir sabit kur
sistemi karşılığında 40 milyar dolarlık kurtarma paketi verilmiştir. Bu
dönemde dünyadaki bir çok analistin IMF’yi eleştiren değerlendirmeleri
basına yansımıştır.112
Türkiye’nin ve Arjantin’in bu gün karşı karşıya bulunduğu en büyük
sorun borç yüküdür. Borç yükünün bu denli büyük olmasının altında ise siyasi
nedenlerle yapılan bütçe içi ve dışı harcamalar, yanlış yatırımlar, yanlış
yönlendirilmiş ve istismara açık istisna, muafiyet, teşvikler ve bir türlü ardı
arkası gelmeyen yolsuzluklardır. Benzer borç yükü sorunu, Kore ve Tayland
gibi ülkelerde de ortaya çıkmış ancak bu ülkelerde borç yükü devletin değil
özel sektörün borcu olarak tezahür etmiştir.113
Özellikle krizin 2000/2001 döneminde Türkiye IMF’nin de dayatmasıyla
tüm ağırlığı kısa vadeli borçlarının ödenmesine vermiş ve borcun vadesini
artırmıştır. Ancak bu durum toplam borç servisi maliyetlerini yükseltmiştir.
Dolayısıyla bu dönemde IMF’den sağlanan bütün kaynaklar aslında sadece
111
Yasemin Çongar, Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001
“Türkiye’de Krizi IMF Körükledi”, Sabah Gazetesi, 23.02.2001
113
Erhan Kılıçözlü, “Borç: Bize Mahsus Bir Sorun Değil”, Global Bülten Dergisi, Haziran 2001, s.11
vd.
112
226
uluslararası sermayenin güvenini kazanmak amacıyla sarfedilmiş ve borç
yükü artmıştır.114
Yaşanan bu IMF odaklı kriz bankacılık sisteminin bilançolarının
bozulmasından ve uluslararası sermaye akımlarının daralması ve bu nedenle
Türkiye için risk algılamasında artış yaşanmasından kaynaklanmıştır. Merkez
Bankası rezervlerinin sabit kuru savunmak için yetersiz kalışı iddia edildiği
gibi krizin asıl nedeni olmamıştır.
C. Veri Tabanı ve Veri Madenciliği’nin Ticari Bankalarda Hizmet
Kalitesi ve Müşteri Portföyü Üzerine Etkisi
Sadece sayım gibi büyük ölçekli çalışmalarda kullanılan 1950’lerin
devasa boyutlu ilk bilgisayarları; günümüze gelindiğinde artık avuç içine
sığacak derecede küçülmüş ve günlük hayatımızın bir parçası haline
gelmiştir. Neredeyse günlük yaşamın akışındaki tüm iş ve işlemler
bilgisayarla
veya
bilgisayar
destekli
olarak
gerçekleştirilmeye
doğru
ilerlemektedir.
Bu açıdan bakıldığında, küçük bir işletmenin dahi günlük işlem verileri
zaman içerisinde katlanarak büyümekte ve fiyatları anlamlı derecede düşen
sabit diskler sayesinde saklanabilmektedir.
1990’lara kadar, yaygın olarak ‘Dijital Hafıza’ çağrışımı yapan
bilgisayarlar, geçmiş işlemlere ait verileri gerektiğinde sunmakta ve bir takım
hesaplamalara izin vermekteydi. 1990’lardan itibaren ise bilgisayarlarda,
çoğunlukla
da
kullanılabileceği
veri
tabanlarında,
sorgulanmaya
depolanan
başlamış;
veri
nihayetinde
yığınlarının
yığınla
nasıl
verinin
içerisinde gözden kaçan ve keşfedilmeyi bekleyen bilgiler olduğu düşüncesi
hakim olmuştur. Bu noktadan itibaren veri yığınları arasında sıkışıp kalmış
bilgilerin
114
nasıl
açığa
çıkarılabileceği
üzerine
yoğunlaşılmış
ve
Erinç Yeldan, “İstikrar Kim İçin? Kriz İdaresi Üzerine Değerlendirmeler”, Birikim Dergisi
(www.bagimsizsosyalbilimciler.org/iktisatg.htm) , Kasım 2002, s.11,11
Veri
227
Tabanlarında Bilgi Keşfi (VTBK, Knowledge Discovery in Databases -KDD)
kavramı ortaya çıkmıştır.
VTBK kavramının oluşumunda, parça parça, farklı format ve
ortamlarda verinin ayrı ayrı değerlendirilmesi yerine; biraraya getirilerek,
aralarında doğrudan ilişki bulunması düşünülmeyen değişkenlerin (alanların),
dolaylı birtakım ilişkileri ima edebileceği mantığından hareket edilmiştir. Veri
madenciliği ise VTBK’nin özünü oluşturan keşif kısmının gerçekleştiği bir
adım
olarak
alınabileceği
gibi
bağımsız
bir
süreç
olarak
da
değerlendirilebilmektedir.
Veri madenciliğinin yeni gelişen bir alan olması nedeniyle, farklı
kaynaklarda farklı tanımlar yapıldığı görülmektedir. Buna karşın, veri
madenciliği genel anlamda; büyük
miktarda veri içerisinden, gizli kalmış,
değerli, kullanılabilir bilgilerin açığa çıkarılması biçiminde ifade edilebilir. Veri
içerisinde keşfi bekleyen bilgilerin varlığı düşüncesi sayesinde, İstatistik farklı
bir bakış açısıyla yeniden keşfedilmiş; zaman içerisinde Makine Öğrenimi ve
Yapay Zeka desteğiyle neredeyse düşünebilen Akıllı Algoritmalar ile
İstatistiğin birleşimi, Veri Madenciliği’ni meydana getirmiştir. Şüphesiz ki veri
madenciliğini bilişimden ayrı tutarak salt istatistik olarak düşünmek çok doğru
bir yaklaşım olmayacaktır. Temel anlamda, verinin yer aldığı veri tabanları ve
özel bir şekli olan veri ambarları, yapay zeka ve makine öğrenimine dayalı
yöntemler de söz konusudur. Veri madenciliği ile Klasik İstatistik arasında
belli noktalarda ayrışmalar söz konusu olsa da, içerisinde istatistiği telaffuz
etmeden veri madenciliğinden bahsetmek mümkün olmamaktadır. Öyleki, bu
konu en iyi biçimde ‘İstatistikçiler, Veri Madenciliğini elle yaparlar.’ ifadesiyle
özetlenebilir.
228
1. Veri Madenciliğinin Bankacılık Sektörüne Etkileri
Veritabanları günümüzde terabaytlarla ifade edilmektedir. Bu büyük
hacimde verinin içinde stratejik önem taşıyan gizli enformasyon yatmaktadır.
Temel soru, bu gizli kalmış enformasyonun nasıl açığa çıkarılacağıdır. Bu
sorunun en güncel ve popüler yanıtı Veri Madenciliği (VM) olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Veri madenciliği veri kümesi içerisinde keşfedilmemiş örüntüler yoluyla
anlamlı sonuçlar ve bu sonuçları karşılayan inovatif çözümler bulmayı
hedeflemektedir. Dolayısıyla veri madenciliğinin amacı, geçmiş faaliyetlerin
analizini temel alarak gelecekteki davranışların tahminine yönelik karar
verme modelleri yaratmaktır. Veri madenciliği, William Frawley ve Gregory
Piatetsky-Shapiro tarafından, ‘... verideki gizli, önceden bilinmeyen ve
potansiyel olarak faydalı enformasyonun önemsiz olmayanlarının açığa
çıkarılması...’
olarak
tanımlanmıştır.
115
Çalışmamız
açısından
veri
madenciliğinin önemi bankacılık sisteminde küçük ve çok sayıda müşteri
birimine ait depolanmış veriden yararlı enformasyon oluşturabilmesine ilişkin
yönüdür. Bu durum aynı zamanda mikro işletmelere ilişkin verilerin
depolanması ve anlamlandırılması açısından büyük önem taşımaktadır. Veri
madenciliği, pek çok analiz aracı kullanımıyla veri içerisinde örüntü ve
ilişkileri keşfederek, bunları geçerli tahminler yapmak için kullanan bir
süreçtir.116
Veri madenciliğinin temel malzemesinin büyük hacimde veri olduğu
dikkate alındığında; veri madenciliğinin uygulama alanlarının başında finans
kesimi gelmektedir. Özellikle bankacılık kesimi 2000’lerin başından itibaren
Müşteri İlişkileri Yönetimi, Müşteri Profillendirmesi, Kampanya Yönetimi,
Kredi derecelendirme, Risk Yönetimi konularında yaygın olarak veri
115
A., Smith Berson, ve K. Thearling, Building data mining applications for CRM.McGraw Hill, 510,
USA.1999.
116
TWO CROWS. Introduction to data mining and knowledge discovery. Two CrowsCorporation, 36,
USA,1999.
229
madenciliğinden yararlanmaktadır. Sigorta kesimi ise daha çok Hilekarlık
Tespiti yönünden veri madenciliği ile ilgilenmektedir. Sermaye Piyasaları
açısından bakıldığında ise düzenleyici otoritelerin daha çok sermaye piyasası
suçları ve düzenleme ihlalleri tespiti açısından veri madenciliğinden
faydalandığı gözlenmektedir. 117
2. Kâr Marjı’nın Azalması Rekabetin Artması ve Pazarın Daralması
ile Beraber Ortaya Çıkan Yeni Arayışlar
Ulusal ekonomideki değişimler bankacılık sistemini ciddi ölçüde
etkilemiştir. Bu çerçevede faiz oranlarında serbestlik, döviz işlemlerinde
serbestlik, rekabeti zorlaştıran mevzuat değişiklikleri, mevduat yapısının
vadeliden vadesize ya da kısa vadeye dönüşmesi, mevduat maliyetlerinin
artması, personel ve idari giderlerle teknolojiye yapılan yatırımların artması
bankacılığın aktif yapısında bozulmaya sermaye ihtiyacında büyümeye yol
açmıştır. Bu durum daha çok faaliyet ve müşteriye rağmen kârlılığın yavaş
artmasına ve müşteri sadakatinin azalmasına yol açmıştır. Bunun sonucunda
gerek kurumsal gerekse perakendeci bankacılık alanında aynı pazardan
daha büyük dilim alma mücadelesi giderek yerini pazarı büyütme arayışlarına
bırakmıştır. Mikrokredi piyasası pazarın büyümesi açısından ideal bir
piyasadır.
Yukarıda ifade edilen gerçekler ışığında bankalar aynı zamanda
işletmenin sosyal sorumluluğunun yarattığı bir ivmeyle
mikrokredi talep
cephesine ulaşmak için gayret sarfetmeye başlamışlardır. Örneğin, HSBC
Bank A.Ş. ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) Mikrokredi sistemini Türkiye’de
yaygınlaştırmak için bir çalışma başlatmışlardır. Bu iki kurum, yoksul
insanlara onurlu bir gelecek sunmayı amaçlayan "Mikrokredi ile Topluma
Destek Projesi" için beş yılda beş milyon dolarlık mikrofinansman kredisi
çalışmasına
başlamışlardır.
Topluma
Destek
Projesi
ile
ulaşılması
hedeflenen 2,5 milyon kişilik kitleyi, öncelikli olarak kırsal ve kentsel
117
Ali Serhan Koyuncugil, “Veri Madenciliği ve Sermaye Piyasalarına Uygulanması”, 2007
230
yerleşimlerdeki
gelir
üretemeyen
bölgelerde
yaşayan
kadınlar
ve
üniversitelerden yeni mezun olmuş gençlerden oluşturmayı hedeflemişlerdir.
Bu proje ile aynı zamanda mikrokredinin STK’larla birlikte yaygınlaştırılması
hedeflenmiştir.
HSBC ve TOG’un başlattığı çalışmada; sadece bağımsız denetimden
geçmiş STK ve mikrokredi kuruluşlarına kredi tahsis etmek, STK’ların bu
alanda güçlenmesine destek olmak, 2010 yılına kadar beş milyon dolarlık fon
tahsis edilmiş olan mikrokredi sisteminin sürekliliğini sağlamak, kredinin 3 eşit
parça halinde, kentsel yerleşimlere, kırsal kesime ve üniversite sonrası
gençlere tahsisini sağlamak ve bu konuya hem uluslararası tecrübe ve bilgi
hem de kaynak sağlayarak liderlik yapmak hedeflenmiştir. Böylece TİSVA’nın
Grameen Bank ile birlikte Diyarbakır’da başlattığı TGMKP’nin yanı sıra
Ankara’da da mikrokredilerin ticari bankalarca yürütülmesine ilişin ilk çalışma
başlatılmış oldu. Yürütülen bu çalışmalarda bugüne kadar yoksullara
kullandırılan kredilerden ise hiç batık çıkmaması dikkat çekicidir. 2.6 milyon
dolarlık kredinin geri dönüşü % 100 olmuştur. Uygulama kapsamında
Fakirbank ya da Damlabank adında bir de banka kurulması planlanmaktadır.
Kanaatimiz odur ki, yoksul ve/veya işsizlerin kredi hizmeti alabilecekleri
bankaları da kendileri gibi tanımlayıp adeta düşkün bir yeni finans sektörü
yaratmak anlamlı değildir. Hali hazırdaki tüm ekonomik birimlere finans
hizmeti veren bankalara yoksullar ve işsizler de hiç tereddütsüz girmeli ve
gerekli finans hizmetini almalıdır. Yoksula yoksul banka yerine yoksulun ve
işsizin bu statüsüne son verecek zengin banka ile hizmet sunmak gerekir.
231
II. İŞSİZLİKLE MÜCADELEDE TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ
UYGULAMA ÖNERİSİ
A. Kredinin İhtiyaç Duyulan Yere Verilmesi ve Zihniyet Dönüşümü
Bir mikrokredi borcu yoksul insanların kendi toplumlarında ekonomi
basamaklarını tırmanmasını sağlayan yek yoldur. Mikrokredinin ana konusu
insanların küçük çapta aldıkları borçlarla kendi işlerini geliştirerek gelirlerini
artırmalarıdır. Bu olay; kendi ufak işlerini kurmuş olan, ailelerini geçindiren
ve aldıkları mikro borçları geri ödeyen milyonlarca alıcı tarafından
ispatlanmıştır ki başarmak için ihtiyaç duyan diğer şahısların da şansı olabilir.
Bu alıcılar gelmesi muhtemel olmayan bağış yardımlarının bir sonraki
ödemesi için umutsuzca bekleyip yalvaracaklarına şu an aktif olarak
ailelerinin geleceklerini değiştiriyorlar.
Mikrokredi Zirvesi Kampanyası ‘nın yöneticisi Sam Daley Harris 2006
sonbaharında Mikrokredi Zirvesi Kampnayası Raporundaki Son Durum ‘da
bir önceki yılda 3,133 mikrofinans kuruluşunun 113 milyon aileye hizmet
ettiğini belirtmiştir. Bu takdire layık bir başarı iken mikrokrediden neredeyse
yararlanmak üzere olan 500 milyon aile hala yoksul durumdadır ve halen 300
milyon aile daha bundan yararlanabilir. Yapılan en iyi hesaplamalara gore,
mikrokrediden yararlanabilecek her 8 kişiden 1’inin şu an bu sisteme giriş
imkanı mevcuttur.
Gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğa karşı bir silah olarak mikrokredi;
eğitim, sağlık, insan hakları, ve iyi bir hükümet kadar hayati bir önem
taşımaktadır. Fakirliği azaltmak açısından önemini vurgulamak için Birleşmiş
Milletler 2005 yılını Mikrokredinin Uluslararası Yılı ilan etmiştir. Birleşmiş
Milletler Sermaye Kalkınma Fonu yönetici sekreteri Richard Weingarten
‘’Mikro finans hizmetlerine olan talep başta Afrika olmak üzere büyük ölçüde
karşılanamamaktadır.‘’ diye belirtmiştir. Buna rağmen, Dünya Bankası
fonlarının % 1 ‘inden azı mikrokrediye ayrılmaktadır.
232
Öyleyse, mikrokredi gelişmekte olan ülkelerde neden bu kadar iyi
şekilde işlemektedir? Yanıt ise: Çünkü gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri
gelişmiş ülkelerden tamamiyle farklıdırlar. Bu ekonomiler, gelişmiş ülke
ekonomilerine kıyasla çok daha küçük olan mikro ölçekler üzerinden işlem
görürler . Bu fark önemlidir çünkü yoksul hayat üsren tüm insanlar aslen
gelişmekte olan ülkelerde ya da Çin ve Hindistan gibi kısmen gelişmiş
ülkelerdeki gelişmemiş bölgelerde yaşarlar. Bu insanların gelirleri ve giderleri
gelişmiş ülkelerdeki aynı oranların çok az bir kısmını tasvir ederler ve
yaşamlarını gelişmiş ülkelerde görünenkilere biraz benzer bir şekilde
dayanaraktan oluştururlar.
B. İşsizik ve Yoksulluğun Ulusal Para ve Sermaye Piyasası
Tarafından da Algılanması
Yoksulluk aynı zamanda iktisadi değer üretememekten kaynaklanan
gelir yoksunluğudur. İktisadi değer üretememenin nedeni ise çalışma ve
üretmeye ilişkin paradigmaların neden olduğu iktisadi akılcılaştırmadır.
Anayasal bir hak olan çalışma hakkının elde edilemeyişi yaşamsal bir faaliyet
olan
çalışmanın
kolaylıkla
gerçekleştirilmesini
sağlayacak
koşulların
olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir diğer deyişle çalışma hakkının
kullanılabilmesi istihdamın iş piyasası tarafından bahşedilmesine bağlı
kalmaktadır. Oysa para ve sermaye piyasasının doğrudan istihdama dahil
olmayı sağlayacak mekanizmaları bu durumu düzeltecektir. Dolayısıyla
Anayasal bir hak olan çalışma hakkı felsefesi itibariyle işsizliği ve yoksulluğu
yakından ilgilendirmektedir. Bu anayasal hakkın vatandaşlara sağlanması
sadece iş piyasası ve kurumlarının sorumluluğu altında olmamalıdır.
Mikrofinans müşterilerine sürdürülebilir bir fonlama yapılabilmesine
dönük fiansal kurumlaşma, süreci bir yardımlaşma süreci olmaktan çıkarıp bir
finansal süreç haline getirmekte ve bireysel finansmanla ilgili riskli süreçlere
müdahale imkanı yaratmaktadır. Çarkın sürekli dönmesinde modern bir
233
fonlamanın etkisi büyüktür.118 Küçük ölçekte de olsa ekonomik olarak faal
yoksullara yönelik finans hizmeti sunarken tasarruf ve mevduata ilişkin
hizmet bir çok ülkede unutulmuştur. Üstelik sadece kırsal kesimlerde değil
düşük gelirli kent varoşlarında da bu hizmet unutulmuştur. Mikrofinans
devrimi enformasyon devriminin etkisiyle çok ciddi ölçüde hızlanmıştır.119
Mevcut uygulamada kurumsal mikrofinans taleplerinin karşılanamamasının
nedeni güvenilir ve yeterli bilgi akışındaki kesintidir. Yani formel mikrfinans
sektöründe de talep karşılanamamaktadır.
Enformasyon ve inovasyona ilişkin gelişmeler perakende bankacılığın
gelişimine olanak tanımış ve bankacılık sektörünün riskini tabana yaymasını
sağlamıştır. Bu durum aynı zamanda bilgisayar teknolojisinde ortaya çıkan
veri depolama (data warehouse) ve veri madenciliği (data mining) yoluya
mikrofinansman uygulamalarına olanak sağlamıştır. Örneğin ülkemizde
HSBC ve Finansbank’ın başlattığı mikrofinans uygulamasında kullandırılan
kredinin çok az olmasının nedenleri; enformasyon yetersizliği, mikrofinans
kültürünün sistem içine oturmamış olması ve mikrofinans müşterilerinin
tasarruflarına dönük çalışmaların yetersizliğidir.
Geniş tabanlı ve sürdürülebilir mikrofinans politik ve demokratik
paylaşımın büyütülmesine yönelik çevresel koşulların yaratılmasına da zemin
yaratır. Mikrofinansman gelirin yeniden bölüşümü, GSMH’nın büyütülmesi ve
kaydi
para
oluşumuna
katkı
sağlaması
sübvansiyonlardan daha önemli ve geçerlidir.
açısından
kuşkusuz
Böyle bir sürdürülebilir
mikrofinansman kendi kendine yeten finansal kurumların yer aldığı
düzenlenmiş finans sektöründe başarılı kılınabilir.
Piyasa ekonomisi yaygınlaştırılacak ve ekonomide esas yapı olarak
kabul edilecekse, bu çerçevede ekonomik alan dahil tüm alanlarda
özgürleşme sağlanacaksa piyasanın kan dolaşımını sağlayan finans
118
Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor),
s. 26.
119
Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor),
s. 28.
234
hizmetinin elitist bir anlayışla ele alınması beklenemez. Yoksulluğu ve işsizliği
finans hizmetinden ayıran anlayışın bilinçaltında pür devletçi kaygılar
mevcuttur. Oysa Modelimizde sisteme dahil olan tüm unsurlar sonuçtan
fayda elde etmektedir. Bu faydaların toplumsal tartışmaya açılması bile
sistemin başlangıcı açısından önemlidir.
Mikrokredi,
ezilen
kesimlerin
yaygın
olduğu
gelişmekte
olan
piyasalarda finansal sistemin derinliğini artırarak spekülatif girişimleri caydırır,
toplumsal barışa hizmet eder. Geniş ve güçlü bir orta sınıfın oluşmasına
zemin hazırlayarak kalkınmada sıçramayı gerçekleştirir. Mikrokredi devletin
finansal piyasalar aracılığıyla tek tek bireylere ulaşabilmesi anlamına gelir ki
bu durum işsizlikle ilgili güçlü bir veri tabanının oluşmasına da hizmet eder.
C. Bireysel Girişimciliğin Özendirilmesi Lizbon 1 Mutabakatı
Toplantısı ve Hedefleri
Avrupa Konseyi bilgiye dayalı ekonominin parçası olarak istihdamı,
ekonomik reformları ve toplumsal uzlaşmayı güçlendirmek üzere birlik için
yeni bir stratejik hedef üzerinde anlaşmaya varmak amacıyla 23-24 Mart
2000 tarihlerinde Lizbon’da özel bir toplantı düzenlemiştir.
Avrupa Birliği’nde 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan Lizbon
Stratejisi sosyal dışlanma ve yoksulluk sorununun çözümüne bütüncül
bir yaklaşım getirmekte, bu sorunun çözümü için geliştirilen sosyal
politikaların ekonomik büyüme ve istihdamla ilişkisini kurarak hem
piyasa sistemini en etkin şekilde işler kılmayı hem de sorunu kalıcı bir
şekilde çözmeyi
hedeflemektedir.
Bu strateji ülkemizde yeterli bir
yansıma bulamamıştır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci göz önüne alındığında Lizbon
Stratejisi, gerek sorunsal içeriği, gerek soruna yaklaşımı, gerekse de sorunu
çözme yöntemi bakımından ayrıca önem kazanmaktadır. Bu bakımdan,
Lizbon
Stratejisi
rehber
alınarak,
sosyal
dışlanma
ve
yoksullukla
235
mücadelenin,
sürdürülebilir
büyüme
ve
istihdam
politikalarıyla
uyumlaştırılmasının sağlanması; politikaların gerçekleştirilmesine ilişkin
hedeflerin ve ilgili kurumların görevlerinin açık ve net bir şekilde
tanımlanması; hedeflere ulaşmak konusunda somut değerlendirmenin
yapılabilmesine yönelik gerekli ölçümleme, izleme ve yönlendirmeyi hayata
geçirecek
koordinasyon
mekanizmasının
ivedilikle
oluşturulması
120
gerekmektedir
.
Birlik 2010 yılına kadar, daha iyi ve daha çok sayıda iş ve toplumsal
uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye
dayalı dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi durumuna gelmeyi
hedeflemektedir. Bu hedefe yönelik olarak; Rekabetçi, Dinamik ve Bilgiye
Dayalı Bir Ekonomiye Geçişin Hazırlanması için; Herkese açık bilgi toplumu,
Avrupa araştırma ve yenilik alanının oluşturulması, yenilikçi işletmelerin,
özellikle de KOBİ’lerin kurulması ve gelişmesi için uygun bir ortam
yaratılması, iç pazarın tümüyle işler bir hâle gelmesi için gereken
ekonomik
reformlar,
mali
piyasalarda
etkinlik
ve
entegrasyon,
makroekonomik politikaların koordinasyonu: Mali konsolidasyon, kamu
maliyesinin kalitesi ve sürdürülebilirliği, insana Yatırım Yaparak ve Aktif Bir
Refah Devleti Kurulması gerekmektedir
Avrupa Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi için; bilgi toplumunda
yaşamak ve çalışmak için eğitim ve mesleki eğitim, Avrupa için daha çok iyi
iş:
Aktif
bir
istihdam
modernleştirilmesi,
politikasının
toplumsal
katılımın
geliştirilmesi,
artırılması,
sosyal
güvenliğin
kararların
hayata
geçirilmesi gerekmektedir. Daha Tutarlı ve Sistemli Bir Yaklaşım için; mevcut
süreçlerin iyileştirilmesi, yeni bir şeffaf koordinasyon yönteminin hayata
geçirilmesi, gerekli araçların seferber edilmesi amaçlanmaktadır121.
120
DPT, IV. İzmir İktisat Kongresi Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Çalışma Grubu Raporu,
2004, s. 6
121
TÜSİAD, Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanları Konseyi Belgesi 23-24 Mart 2000, Yayın No:
Tüsiad-T/2003/1-346, 2003
236
D. Sermaye Piyasasının Türkiye Mikrokredi Modeli Açısından
Önemi
Finansal
piyasa
enstrümanlarından
Girişim
Sermayesi
Yatırım
Ortaklıkları ciddi önem arzetmektedir. Girişim (Risk) Sermayesi (joint
venture), dinamik, yaratıcı ancak finansal gücü yeterli olmayan girişimlerin
yatırım fikirlerini gerçekleştirmeye olanak tanıyan bir yatırım finansmanı
türüdür. Aynı zamanda girişimin desteklenmesi açısından önemli bir olgu
olan Risk Sermayesi ülkemizde yeterince olgunlaşmamış ve girişimciliğin
artmasına herhangi bir etkide bulunamamıştır. Özellikle Başlangıç Sermayesi
ihtiyacını
gidererek
faaliyete
koyulmuş
mikro
işletmelerin
faaliyetleri
esnasında ihtiyaç duyacakları çalışma sermayesi ihtiyacına yönelik Risk
Sermayesi (joint venture) faaliyetlerine ihtiyaç söz konusudur. Bu anlamda
kurulacak Mikro Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı devlet tarafından teşvik
edilmelidir. Kuşku yok ki bu kuruluş faaliyetlerini sermaye piyasası
mevzuatına uygun olarak yürütmelidir. Sermaye piyasası faaliyetlerine
aracılık eden aracı kurumlar ile bankaların; değer yaratmak kaydi para
hacmini genişletmek ve menkulleştirmelerin (securitization) dayandıkları
kıymetlerin
dayandıkları
uzaklaşmalarını
önlemek
somut
amacıyla
kıymetler
özellikle
ile
reel
eğitimli
faaliyetlerden
işsizlere
yönelik
girişimleri destekleyen sermaye piyasası faaliyetlerini yoğunlaştırmaları
gerekmektedir.
Dolayısıyla bu iki piyasa arasındaki ilişkinin sağlıklı oluşu piyasadaki
üretim birimlerinin çok ve küçük olmasıyla sağlanabilir. Büyük firmalara
verilen krediler ile büyük firma varlıkları üzerine çıkarılmış menkul kıymetler
ve hisselerinden oluşan, giderek de kaydi ve dolaylı olarak çoğaltılan
sermaye piyasası enstrümanları ekonomik krizlere karşı hassasiyeti de o
ölçüde artırmakta, bu yolla ekonomi psikolojik etkilere ve uluslararası likidite
krizlerine fazlasıyla açık hale gelmektedir.
237
Piyasanın algılanabilirliği ve ölçülebilirliği de o ölçüde azalmaktadır.
Dolayısıyla özellikle mesleki eğitim ve proje sahibi işsizlerin mikrokredi
yoluyla başlangıç sermayesi imkanı bularak ortaya çıkaracakları mikro
işletmeler ve bu işletmelerin reel piyasaya sağlayacakları katkı ve
menkulleştirmelerin belli ölçüde mikro işletme faaliyetlerine dayanması ulusal
ekonomiyi psikolojik etkiden arındıracak ve hassasiyetini azaltacaktır.
Çalışmak, üretmek ve temel ihtiyaçlarını giderebilmek gibi önemli bir eşiği
geçmiş insanların büyük çoğunluğa erişmesi toplamda ekstra bir sinerji
yaratacak
ve
yeni
oluşumların
kapısını
aralayacaktır.
Önemli
olan
ekonominin gerçek fiyatı ile piyasa fiyatı arasındaki uçurumun derinleşmesini,
reel piyasa (mal piyasası ve işgücü piyasası) faaliyetlerini sürekli büyüterek
engellemektir. Sermaye piyasası temel esprisi itibarıyla reel piyasaya ve
dolayısıyla istihdama hizmet etmelidir. Oysa uygulamada reel piyasanın
efendisi durumundadır.
Ülkemiz açısından önemli bir durum da teknolojik dışlanmışlıktır.
Ülkemiz; teknoloji geliştirememekte, teknoloji transferini ise sınırlı ve geç
başarmaktadır. Üretim bilgisinin üretilmesi ve kullanılması dünyada belirli
ülkelerin tekeline geçmiş bulunmaktadır. Bu durum; emek ve sermayenin
verimliliği ile ekonomik büyüme ve rekabete doğrudan etki etmektedir. Daha
da önemlisi mikro işletmeler açısından oldukça önemli gördüğümüz Risk
Sermayesi olgusunun gelişmesini de engellemektedir. Girişimci olmanın ön
koşularından biri olan girişimcilik yeteneği ve bilgisi teknolojik gelişmelerle
yakından ilişkilidir. Ülkemizde özellikle girişimci olmaya elverişli kültürel
yapının olmayışına dair Tekinalp’in şu saptaması oldukça önemlidir: “Yalnız
memurluk etmek, askerlik yapmak, kazançlı işlere rağbet göstermemek
Türkleri eksiltmiş ve fakirleştirmiştir. Türklerin arazi sahibi olan birkaç
yüzbininden gayrısı memurluk ve askerlikle geçinen proleteryadır. Bunlar
açlıktan ölmeyecek kadar bir maaşla iktifa ederler. Türkler zaten şayan-ı
hayret derecede kanaatkardırlar. İsraftan pek çekinirler. Yılda bir kere, o da
bayram günü esvap yaptırırlar ve o esvabı yıl boyunca giyerler. Bu kadar az
ihtiyacı olan bir halkta teşebbüs fikri ve gayret ateşi için bir saik
238
olmayacağından, bittabi Türkün hat-ı iktisadiyeleri de mahduddur, ticaretleri
adeta yok gibidir.”122
Türkiye ekonomisi ve toplumsal yapısının girişimci üretememeye ilişkin
tıkanıklığının ve talihsizliğinin bir sıçrama noktası ile aşılması gerekmektedir.
Bunun yolu ise büyük ölçekli firmalar eliyle sanayileşmeye ağırlık vermek ve
bu uğurda tarımsal üretim başta olmak üzere küçük üretimi ihmal etmek
olmamalıdır. Devlet büyük ya da küçük üreten herkese yeterli AR-GE
desteğini verebilmelidir. Kuşku yok ki devletin mikro işletmelere destek
vermesi devasa işletmelere destek vermesinden daha kolaydır. Mikro
işletmelere sağlanacak finansman desteğinin yanı sıra şu konularda destek
sağlanmalıdır: strateji oluşturma, mali planlama ve bütçe oluşturma, pazar
sorununu çözme, maliyet kontrolü, nakit yönetimi, mikro işletmeler arasında
işbirliği sağlaması, mikro girişimcinin sosyal güvenlik sorununun çözülmesi.
KOBİ’lere yönelik inovatif çözümler ve finansal desteklere ilişkin ciddi
aşamalar kaydedilmiş olmasına rağmen daha küçük ölçekteki mikro
işletmelere ilişkin çalışmalarda aşama kaydedilememiş olmasının nedeni
girişimcilik ve sermayeye dair geçmişten gelen önyargılardır. Sermaye;
aristokratik bir anlayışla üst sınıflara yakıştırılmış ve bu kesimlerin iştigal
alanı olarak kabul edilmiştir. Bu durum merkantilist dönem ve sanayi
devriminin gelişim dinamikleri doğrultusunda olağan karşılanabilir. Ancak bu
sarsılmaz ön kabulün bir paradigma haline gelmesi toplumdaki bir hastalığa
işaret eder. Girişimci, çalışmayan ama çalıştıran ve büyük ihtimalle zengin
kişi olarak kabul edilegelmiştir. Oysa ki bağımlı ya da bağımsız ekonomik
bir faaliyette bulunarak yaşamını idame ettirme refleksi bir insan hakkı
olarak algılanmalıdır.
122
M. Tekinalp (Aktaran: LANDAU J.M , “Tekinalp Bir Türk Yurtseveri” (1883-1961) , İletişim
Yayınları , İstanbul,1996)
239
1. Mikro İşletmelere Yönelik Risk Sermayesi Modeli
Kurumlar
Fon
Risk Sermayesi
Şirketleri
-Mikro İşletme
Tasarrufları
-Bireysel tasarruf
-Emeklilik Fonları
-Bankalar
-Sigorta Şirketleri
-Kamu Destek
K
A
R
Yatırım
Girişim Yapan
Mikro
İşletme
K
A
R
Piyasa
B
O
R
S
A
K
A
R
Şekil 3 : Risk Sermayesi Mikro İşletme (RS-Mİ)
Yukarıda geliştirmeye çalıştığımız risk sermayesi mikro işletme
modelinin özü mikro işletmelerin risk sermayesi şirketleri aracılığıyla
topladıkları
fonları
kullanarak
yaptıkları
yatırımların
piyasada
değerlendirilmesini esas alır. Ancak mikro ölçekte bir işletmenin faaliyetinin
sermaye piyasasında herhangi bir borsa aracılığıyla değerlendirilebilmesi
mevcut ölçeğiyle mümkün olmadığından bunların birleşerek piyasada
değerlendirilmesi mümkün olabilir.
2. Gayri Resmi (Enformel) Finansal Sektör
Gayri resmi sektör terimi tek bir tür ekonomik aktivite ya da pazarı
içermez fakat pazarda, işçi pazarında ve finansal pazarda ticari emtiaların
gayri resmi bir şekilde kontratlanmasıyla ilgili bir çok işlemi kapsar. Gayri
resmi sektör konsepti ilk olarak Uluslararası İşçi Örgütü’nün (ILO) 1970’lerin
başındaki Dünya İstihdam Programı’yla ortaya çıktı.
Gayri resmi, paralel, kara, yer altı, bölünmüş, organize olmamış,
parçalanmış ve kısıtlı pazar gibi terimler literatürde değişik şekillerde resmi
olarak düzenlenen ve denetlenen ülkelerde dışarıda adı geçen çeşitli
ekonomik aktivite şekillerini açıklamak için kullanılmaktadır. Bu durumda
240
resmi düzenleme ve kontrollerin ötesindeki bütün aktiviteler yapıları gereği
gayri resmi addedilirler. Geleneksel gayri resmi finans; tefeci, tefeci dükkanı,
arkadaş ve akrabalardan alınan borçlar, gayri resmi pazarlardaki tüketici
kredisi, kredi birlikleri, ROSCA’lar (Rotating Savings and Credit Associations
– Döner Tasarruf ve Kredi Birlikleri, Bangladeş’te aynı zamanda Loteri
Samities olarak bilinirler), para koruyucular, yüksek satış mağazaları, çek
bozduran pazarlar ve hükümet dışı organizasyonlar gibi terimleri içerir.123
Tanımsal kavramların zaman içerisindeki değişimleriyle gayri resmi
sektörün göreceli önemi de değişikliğe uğramış oldu. 1970’lerin başlarında bu
sektörün ekonomideki önemi ve terminolojiler üzerine çok tartışmalar yapıldı.
1980’lerde, kullanılan markaya bakılmaksızın bu fenomeni anlamaya yönelik
odaklanmalarla beraber yeni terimler türedi. 1992’ye kadar gayri resmi terimi;
serbest meslek, mikro teşebbüsler, yer altı ya da kara borsa ekonomisi ve
gündelik iş gibi değişik isimlerde kullanıldı. Ekonomik dualizm, önemsiz
mal üretimi, marjinal ve geleneksel sektör gibi terimler gündemden
inmiştir. Dolayısıyla, gayri resmi aktivitelerle iş yapan kişiler uygun
tabirle korumasız yoksul işçiler, gayri resmi kişiler ve girişimciler olarak
adlandırılabilir. Gayri resmi sektör konseptinin popülaritesinin politika
uzmanları ve hükümetler arasında popüler olması yoksullukla ilgili
konulardan türemiştir.124 Ülkemizde de “tefecilik” şeklinde kendini
gösteren gayri resmi finansal sektörün büyüklüğü hakkında bilgi sahibi
olamayışımız önemli bir eksikliktir. Çünkü resmi finansal sektörün
başarısının sorgulanmasında bu önemli bir veri olacaktır. Ülkemizde
girişimiliğin ve dolayısıyla üretimin güdüklüğünün altında yatan en
önemli sorun finansal piyasanın başarısızlığıdır. Doğru ve yeterli
fonlamayla fırsat eşitliğinin sağlanamamasıdır.
123
Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007,
s.64.
124
Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007,
s.65.
241
Birleşmiş Milletlerin wor teftişi geçim sağlayacak yapısına rağmen
gayri resmi sektörün ekonomik büyümeyle birlikte solmadığını ortaya
koymuştur. Gelişmekte olan dünyada gayri resmi sektör 1980’lerden bu yana
istihdam artışının merkezi gibi olmuştur. Kemer sıkma politikalarının yapısal
uyum programlarıyla belirlendiği bir çevrede üretim şekillerinin değişmesi ve
artan rekabetle birlikte resmi sektör artan iş gücü açısından yeterli istihdamı
oluşturmakta başarısız olmuştur. Gayri resmi sektör resmi sektördeki fazla
işçi gücünü adeta bir sünger gibi emmektedir.
Bangladeş’te her yerde bulunmasına rağmen gayri resmi finans
sektörü, döner sermayeyi sabit sermayeye göre görece küçük çapta
kredilendirdiğinden geniş bir şekilde daha görünmezdir. Gayri resmi kredi
düzenlemelerinin hızla yön değiştiren farklılıkları ve gayri resmi borç
verenlerin çeşitliliği genellemeleri zorlaştıran bir başka faktördür. Gayri resmi
borç para verenler ofis dışında işlem yapmazlar ve sadece birkaç kayıt
tutarlar. Gayri resmi finans sektöründeki operatörlerin çoğunluğu bireylerdir
ve işlemler borçlu ve kredi veren arasında yüz yüze yapılan görüşmelerle
oluşturulan güven temelindedir. Genelde karşılıklı teminat konusu ele
alınmaz, kredinin güvenliği borçlunun geçmişinde bulunan kredi kayıtlarına,
kişisel iyi niyetine ve ödemeyi sürdürebilecek sosyal durumuna dayanır. Faiz
oranı esnekliği kredi verene fonların fırsat maliyetlerinin ve taahhüt risklerinin
karşılanması olanağını verir. Çok sık fahiş faiz oranları ve borçlanmanın diğer
açık ve örtülü masraflarına rağmen gayri resmi kaynaklardan borç alanlar bu
kaynaklarla iş yapmanın nedenlerini tekrarlayarak ve övünerek anlatırlar.
Finansal aracılık teorisinin terminolojisinde asimetrik enformasyondaki riskler
resmi sektöre oranla muhtemelen gayrı resmi sektörde daha düşüktür. 125
Gayri resmi finansın ekonomik gelişmedeki rolünü belirtmede birçok
yazar gayri resmi finansın hem sosyal hem ekonomik olarak faydalı bir işlevi
olduğunu vurgular. Gayri resmi finans resmi sektörün sık sık sağlayamadığı
125
Tazul İslam, Microcredit and Poverty Alleviation; Ashgate Publishing Company, England, 2007,
s.65.
242
fakat kırsal kesim tarafından önem arz eden örneğin eğitim, sağlık hizmetleri
ve diğer acil giderler gibi konularda finansmanın kaynağıdır. Gayri resmi
finansın ekonomik alana katkısı resmi finans kadar değer oluşturabilmesidir.
Yoksula
yeni
risk
sermayesi
genellikle
gayri
resmi
sektörden
sağlanacaktır. Akademisyenler ve politikacılar arasında giderek artan görüş
ise şu anki koşullar altında (örneğin, yapısal uyum, fiyat düşüşü) bir çok
gayri resmi aktivitenin geçmişte marjinal olarak adlandırılmasına rağmen
yoksullara yönelik risk sermayesi açısından önemli ekonomik değerler ihtiva
ettiği yönündedir.
Mikrokredi uygulamalarının yaygınlık kazanmaya başladığı bazı
Afrika ve Asya ülkelerindeki gayrı resmi finans sektörünü, ülkemizdeki
acımasız tefecilik sistemi ile karşılaştırmak isabetli değildir. Bu sektörü
daha ziyade ülkemizdeki dini ve/veya geleneksel sosyal yardım
sektörüne benzetmek daha doğru olacaktır. Bu tarz yapılanmaların
yardım düzeyinden kredi düzeyine çıkamamasının nedeni ülkemizde
tefeciliğin
oluşturduğu
kötü
imaj
ve
donörlerin
bu
şekilde
damgalanmaktan duydukları korkudur.
3. Sermayenin Demokratikleştirilmesi ve Finansal Antropoloji
Finansmanın “insan”ı içermeyen salt bir matematiksel sistem olarak
ele
alınması
özünde
komünist
kaygılar
taşır.
Finansmanın
bireye
indirgenmesi, bireye indirgenmiş bir finansal yaklaşımda da teminat merkezli
borçlanmanın yeniden tartışılması gerekmektedir. Basel II yaklaşımı
teminatlar açısından bankacılığı biraz daha aristokratikleştirmiş ve sistemin
kalkınmanın lokomotifi olmasından öte kendini korumaya dönük hale
gelmesine neden olmuştur.
Ekonomi biliminde; bireyi ele alan mikro ekonomi gelişmiş ve üzerinde
önemle durulmuştur. Tüketim teorisi birey, üretim teorisi de firma eksenli
olarak ele alınmışır. Ancak finans biliminde özellikle istihdam yaratıcı finans
243
genellikle risk sermayesi (capital venture) kapsamında ele alınmış birey ve
firma açısından ciddi geçişkenliğin sözkonusu olduğu mikrofinans konusu
ülkemiz açısından ihmal edilmiştir. Finansmanın önemli bir ayağı olan
finansal antropoloji ihmal edilmiştir. Bu durum aynı zamanda piyasa
ekonomisinin
özgürleştirme
iddiasına
yönelik
samimiyetsizlik
eleştirilerinin de nedenidir.
Ekonomik krizlerin çoğunluğu dışsal etkilerden kaynaklanan finansal
krizlerdir. Sarsıntı dereceleri ise piyasadaki finansal derinlikle yakından
ilişkilidir. Krizlerin öngörülmelerinde ve atlatılmalarında finansmanın bireye
indirgenmesinin etkisi büyük olacaktır. Zira ekonomik faaliyetler, tüketim
bazında bireye indirgenmiş üretim bazında ise birey seyirci ve edilgin
bırakılmıştır. Bu durum ise gelişmekte olan piyasaların uluslararası oyuncular
tarafından uzaktan kumanda edilebilmesinde önemli bir etken olmuştur.
Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların % 90’a yakın bölümü finans
kurumlarından ya finans hizmeti almıyor ya da az alıyor. Bu durum bir çok
gelişmekte
olan
ülkede
finans
hizmetinin
demokratikleşmemiş
olduğunu ortaya koymaktadır126.
126
Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution (Sustainable Finance for he Poor),
s. 9
244
İş
piyasası
Ulusal
İstihdam
Politikası
Sermaye
Piyasası
Ulusal Para
ve Sermaye
Piyasası
Politikaları
(Bankacılık)
Sermayenin
Demokratkleştirilmesi
İŞ-KUR
SPK-BDDK
(İlgili mikro işletme Birimi)
-Mesleklendirme
-İhtiyaç (Finansman tipi belirleme)
(Mikrofinansman Birimi)
-Mikro işletmelere yönelik
sermaye piyasası enstrümanları
oluşturmak/koordinasyon ve
denetim
İşsiz/Mİkrokredi Müşterisi
Şekil 4: Sermayenin Demokratikleştirilmesi
Klasik
modelde
mali
piyasa
(para
ve
sermaye
piyasası)
iş
piyasasından bağımsız olup iş piyasası “insanı” mali piyasa ise finansal
varlığı esas alır. Oysa bu durum sermayenin tabana yayılmasının önündeki
en büyük engeldir. Bu iki piyasanın finansal antropoloji yaklaşımı ile entegre
hale getirilmesi ve sermayenin demokratikleştirilmesi esas olmalıdır.
E. Türkiye İşgücü Piyasasının Mikrokredi Açısından Elverişliliği
Türkiye İstatistik Kumu 2007 Yoksulluk Çalışması sonuçlarına göre;
Ülkemizde fertlerin yaklaık % 0.54’ü gıda yoksulluğu anlamındaki mutlak
açlık sınırının altında, yüzde 18.56’ sı ise gıda ve gıda dışı harcamaları
içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Satınalma gücü paritesi
çerçevesinde, kişi başı günlük harcaması 1 doların altında olan fert
bulunmamakta, buna karşın 2.15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırının
245
altında bulunan fert oranı % 0.63 olarak tahmin edilmiştir. Yoksulluk sınırı kişi
başı günlük 4.3 dolara çekildiğinde ise yoksul fert oranı % 9.53 olarak
belirlenmiştir. (www.tuik.gov.tr) Bu durum yoksulluğun yaygın hale geldiğini
ve yoksul kesimlerin ekonomiye dahil edilmesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya
koymaktadır.
Halen uygulanmakta olan yapısal değişim projeleri (aşırı istihdamın
azaltılması gibi) köyden kente göç dalgasını tersine çevirebilecek ve pek çok
ücretlinin mikro girişimciliğe yönelmesini sağlayacak niteliktedir ve bu haliyle
mikrofinansman için uygun bir ortam bulunmaktadır. Hali hazırda MFK’ların
hedef kitlesine de hitap etmekte olan Ziraat ve Halk Bankası’nın
özelleştirilmeleri sonucunda doğabilecek boşluk, yeni kurulacak MFK’lar için
bir potansiyel ortaya çıkarabilir. Coğrafi büyüklük ve bölgesel farklılıklar
da mikrofinansman için olumlu faktörler arasında sayılmalıdır. Aynı
zamanda eğitimli işsizlik, genç nüfus yapısı, tarımdaki gizli işsizlik, hızlı
kentleşme gibi olgular ülkemiz piyasasını mikrokredi açısından elverişli
hale getirmektedir.
246
F. Türkiye’ye Özgü Mikrokredi Modelinin Uygulayıcısı Ticaret
Bankaları Açısından Mikrokredinin Banka Yapısı İçindeki Yeri
Günümüzde bankacılık diğer mal ve hizmet sektöründe faaliyet
gösteren kuruluşlar gibi faaliyetlerini toptan ve perakende olarak ayırmış
bulunmaktadır. Bu durum gelişen teknoloji ile beraber bankaların birey
düzeyindeki hizmetlere yoğunlaşabilmesi ile mümkün olabilmiştir. Hali
hazırda
örgütlenme
yapıları
içerisinde
mikro
işletme
bankacılığını
kurumsallaştıramamış olan ticari bankaların örgüt yapısı içinde mikro işletme
bankacılığının yukarıda geliştirdiğimiz şekilde de görüldüğü gibi perakende
bankacılığın bir alt birimi olması gerektiği kanaatindeyiz.
BANKA
Toptancı
Bankacılık
(Wholesale
Banking)
Kurumsal
Bankacılık
(Merchant
Banking)
Ticari
Bankacılık
(Commercial
Banking)
Perakendeci
Bankacılık
(Retail
Banking)
Özel Bankacılık
(Private
Banking)
Bireysel
Bankacılık
(Individual
Banking)
KOBİ
Bankacılığı
(SME
Banking)
Mikro
işletme
Bankacılığı
(ME
Banking)
Şekil 5: Ticari Banka Mikrokredi Uygulamasının Banka Örgütsel Yapısı
İçindeki Yeri
247
1. Türkiye’deki Bankaların Yönelemediği Pazar: Kırsal Yoksullar
ve İşsizler
Türkiye’de yoksul ve/veya işsiz olarak nitelendirebileceğimiz insanların
yoğun olarak bulunduğu en önemli alanlardan biri kırsal kesimdir. Ancak
Kırsal istihdamın üçte ikisini oluşturan tarım sektörü çalışanlarının yüzde
93’ünü kapsayan “kendi hesabına çalışanlar” ile “ücretsiz aile işçileri”nden
kaynaklanan geleneksel istihdam yapısı, kırsal kesimde açık işsizliğin ortaya
çıkışını engellemekte, verimsiz üretim yapısının devam etmesine ve işsizlik
oranının ülke ortalamasının aksine bir hayli düşük değerler almasına neden
olmaktadır. Kırsal alanda son yıllarda artış eğilimi gösteren işsizlik yüzde 5,9
ile kentlerdeki işsizlik oranından (yüzde 13,6) bir hayli düşük kalsa da, önemli
düzeyde gizli işsizlik barındıran tarım sektörü hesaplama dışı tutulduğunda
tarım dışı işsizlik yüzde 16,1 seviyesine ulaşmakta ve işsizlik kentlere kıyasla
daha önemli boyutlara ulaşmaktadır. İşsizlik sorunu daha ziyade genç erkek
nüfusu etkilemektedir.
Tablo 16: Nüfus Sayımlarına Göre Köy ve Şehir Nüfusları
Sayım Yılları Köy
1927
1935
1940
1945
1950
1955
1960
1965
1970
1975
1980
1985
1990
2000
2008
Köy
Şehir
Şehir
Nüfusu
Nüfusunun
Nüfusu
Nüfusunun
(milyon
Payı (%)
(milyon
Payı (%)
kişi)
10,3
12,4
13,5
14,1
15,7
17,1
18,9
20,6
21,9
23,5
25,1
23,8
23,2
23,8
17.9
75,8
76,5
75,6
75,1
75,0
71,2
68,1
65,6
61,6
58,2
56,1
47,0
41,0
35,1
25.0
kişi)
3,3
3,8
4,3
4,7
5,2
6,9
8,9
10,8
13,7
16,9
19,6
26,9
33,3
44,0
53.6
24,2
23,5
24,4
24,9
25,0
28,8
31,9
34,4
38,4
41,8
43,9
53,0
59,0
64,9
75
Kaynak: DİE, Genel Nüfus Sayımları
Toplam
13,6
16,2
17,8
18,8
20,9
24,0
27,8
31,4
35,6
40,4
44,7
50,7
56,5
67,8
71.5
248
Kırsal istihdamın yaklaşık üçte ikisini oluşturan tarım sektörünün
(bitkisel üretim, hayvancılık, su ürünleri ve ormancılık alt sektörleri) GSYİH
içindeki payı dönemler itibarıyla azalma göstermiştir. 1980 yılında yüzde
26,1 olan tarım sektörünün GSYİH içindeki payı 1990 yılında yüzde 17,5’e
2004 yılında ise yüzde 11,2’ye düşmüştür.
Tablo 17: Sektörlerin GSİYH İçerisindeki Payı (Cari Fiyatlarla, %)
1980
1990
2000
Tarım
26,1
17,5
14,1
Sanayi
19,3
25,5
23,3
Hizmetler
54,6
57,0
62,6
Toplam
100,0
100,0
100,0
Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2005
2004
11,2
24,9
63,9
100,0
Tarım sektörünün istihdamdaki payı 1990 ve 2000 yıllarında sırasıyla
yüzde 46,9 ve yüzde 36 olarak kaydedilmiş, 2004 itibarıyla yüzde 34
oranında gerçekleşmiştir. Sektör ulusal istihdam içindeki nispi önemini büyük
oranda korumaktadır.
Tablo 18: Tarım Sektörü ve Tarım Dışı Sektörlerde İstihdam (bin kişi)
Yıllar
TÜRKİYE
Tarım Tarım Dışı Toplam
2008
5.016
16.177
21.193
%
23.6
76,4
100,0
2004
7.400
14.391
21.791
%
34,0
66,1
100,0
2000
7.769
13.811
21.580
%
36,0
64,0
100,0
1995
9.080
11.506
20.586
%
44,1
55,9
100,0
1990
8.691
9.848
18.539
%
46,9
53,1
100,0
Kaynak: DİE Hane halkı İşgücü Anketleri
KIR
Tarım Tarım Dışı
4.369
2.815
60,8
39,2
6.716
3.233
67,5
32,5
7.349
3.128
70,1
29,9
8.635
2.559
77,1
22,9
8.308
2.515
76,8
23,2
Toplam
7.184
100,0
9.949
100,0
10.477
100,0
11.194
100,0
10.823
100,0
Diğer taraftan, imalat sanayii üretimindeki gelişmelere de bağlı olarak
tarım sektörü dış ticareti, mutlak olarak artmasına karşın, toplam dış ticaret
içerisindeki payı azalmaktadır. Bu süreçte, tarımsal ihracatın payı tarımsal
ithalata göre daha hızlı bir düşüş göstermektedir.
249
Ayrıca, gıda sanayii imalat sanayii üretim değerinin yüzde 20’sini
oluşturmakta ve yaklaşık 250 bin kişiye istihdam sağlamaktadır. Son yıllarda
gıda sanayiinin gösterdiği gelişme eğilimi; iç ve dış talebin gelişimi, tarımsal
ürün çeşitliliği, gıda güvenliği ve kalite konularında tüketici bilincinin
gelişmesi, organik tarım ürünlerine artan ilgi ve talep, AB’ye uyum süreci,
tarımsal rekabet gücünün artırılması ve gelirin yükseltilmesi yönünde
potansiyel ve fırsatlar sunmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’nin coğrafi
konumu itibarıyla, yüksek gelirli AB ülkeleri ile birlikte Karadeniz, Orta Doğu,
Kuzey Afrika ve Kafkas ülkeleri pazarlarına erişim avantajı bulunmaktadır.
Tarım ve gıda ürünleri ticaretinin serbestleşme eğilimleri ve AB ile tek pazar
perspektifi dikkate alındığında, bu fırsatlardan yararlanılabilmesi için sektörün
işgücü, örgütlenme, pazarlama ağlar ve doğal kaynak potansiyelini harekete
geçirerek piyasa koşullarıyla uyumlu rekabet gücü yüksek bir yapıya
kavuşması büyük önem kazanmıştır.
Kırsal ekonominin güçlendirilmesinde; önemli istihdam alanı olan tarım
sektörünün yapısal sorunlarının çözümü önemini korumaktadır. Tarımsal
yapının zayıf yönleri aşağıda özetlenmektedir:
♦ Küçük ve parçalı işletme yapısı,
♦ Geçimlik ve yar geçimlik üretimin yaygın oluşu,
♦ Mesleki eğitim, örgütlenme ve işbirliği konularında etkinsizlik,
♦ Tarımsal ürünlerin kalite ve standartlar açısından iyileştirme ihtiyacı
içinde olması,
♦ Tarım-sanayi entegrasyonunun zayıflığı ve pazarlama güçlükleri,
♦ Eğitim ve yayım hizmetlerinde yetersizlik
♦ Düşük verimlilik,
♦ Sermaye ve mali kaynak yetersizliği,
♦ Tarım topraklarında yaşanan erozyon sorunu,
♦ Kamu örgütlenme yapısının dağınıklığı.
250
Bu zayıflıklar, üretimde verimsizlik kısır döngüsü içerisinde çiftçi
gelirlerinin
yeterli
düzeye
ve istikrara kavuşması,
yaşam kalitesinin
yükselmesi önünde engel teşkil ederken, yoksulluk sorununu da beraberinde
getirmiştir. Göç eğilimlerinin devam etmesi nedeniyle kırsal ekonomi işgücü
ve sermaye gibi üretken güçlerini kaybetmektedir. Bu etki, tarım arazilerinin
sınırlı olması kadar geçim kaynaklarının çoğunlukla ormancılığa bağımlı
bulunduğu, pazara ve hizmetlere erişim imkanları açısından görece
dezavantajlı olan orman köylerinde ve kent merkezlerine uzak kırsal
yerleşimlerde daha yoğun hissedilmektedir.
Ormanlık alanlarda bulunan 20.726 orman köyünde 7,7 milyon kişi
yaşamaktadır. Bu köyler, kişi başına düşük milli gelirleriyle Türkiye’nin en
yoksul ve sosyo-ekonomik açıdan en az gelişmiş toplum kesimlerinden birini
oluşturmaktadır.
Kırsal ekonomi istikrarlı bir çeşitlenme eğilimi göstermektedir. Ancak,
kırsal alanın iş imkanları sunma konusundaki performansı tarımdan ayrılan
işgücü
ile
karşılaştırıldığında
yeterli
seviyeye
ulaşamamıştır.
Kırsal
ekonominin çeşitlenme eğiliminde; yerel kaynaklara, coğrafi koşullara, kırsal
alanların kentlerle ilişkilerine, sanayi ve turizm merkezleri ile hizmetlere
erişim imkanlarına bağlı olarak hem bölgeler arasında hem bölgelerin kendi
içlerinde önemli farklılıklar görülmektedir.
Kırsal kesimde işgücüne katılım oranlarının kentlere kıyasla daha
yüksek tespit edilmesi, kentlerden farklı olarak; kadınların çoğunlukla ücretsiz
aile işçisi şeklinde tarımda istihdam edilmesi ve öğrencilerin örgün eğitim
sürecinden erken ayrılmalarından kaynaklanmaktadır.
Tarım istihdamının yapısal sorunları, çiftçi gelirlerinin istikrarsız ve
yetersiz oluşu, tarım dışı gelir getirici faaliyetlerin kısıtlı olması, kırsal
yoksulluğun daha geniş toplum kesimlerini etkilemesine neden olmaktadır.
Kentler ve kırsal alanlar için hesaplanan Gini katsayıları dikkate alındığında
251
kırsal alanlarda dengeli bir gelir dağılımı tespit edilmesi, gıda ve gıda dışı
yoksulluğun
daha
geniş
toplum
kesimlerini
etkilemesinden
kaynaklanmaktadır. Bu durum, yoksullukta eşitlik koşullarının egemen
olduğunu göstermektedir. Yoksulluk sorunu; geniş aile yapısına sahip
hanelerde yaşayanları, kadınları, yevmiyeli olarak tarımda çalışanları, eğitim
düzeyi düşük kesimleri, tek ebeveynli aileleri ve engellileri daha fazla
etkilemektedir.
Gelir kaynaklarının yetersizliği ve düzensizliği, kayıt dışı istihdam
koşulları ve sosyal güvenlik sistemindeki yetersizlikler nedeniyle tarım kesimi
başta olmak üzere kırsal kesimde çalışanların çoğunluğu sosyal güvenlik
şemsiyesi dışındadır. Çalışanların sosyal sigorta kapsamı dışında olması,
aynı zamanda sağlık sigortası hizmetleri dışında kalmalarına da neden
olmaktadır. Bu durum, kişilerin yeşil kart sistemine geçmesine veya sağlık
güvencesinden yoksun yaşamalarına neden olmaktadır.
Kırsal işgücünün eğitim düzeyi, kırsal kalkınmanın hızlandırılması
açısından en önemli kısıtlardan birini oluşturmaktadır. 2004 yılı itibarıyla,
kırsal işgücünün ancak yüzde 24’ü sekiz yıllık ilköğretim ve dengi meslek
okulu veya üzeri, yüzde 14’ü ise lise ve dengi meslek okulu veya üzeri
öğrenim düzeyine sahiptir. Kırsal alanda tarım ve tarım dışı sektörlerde gelir,
iş ve istihdam olanaklarını artırıcı beceri geliştirme ve meslek edindirmeye
yönelik yaygın eğitim hizmetlerinin uygulanması önemini korumaktadır.
Sosyo-ekonomik koşulların yanında, kırsal nüfusun örgün eğitim
olanaklarına erişiminin ilköğretimden sonra sınırlı bulunması, öğrencilerin
örgün eğitim sürecinden zorunlu olarak erken ayrılmalarında etkili olmaktadır.
Tüm ilköğretim okullarının
yüzde
73’ü köylerde
kurulu
bulunurken,
ortaöğretim kurumlarının ancak yüzde 7’si köylerde bulunmaktadır. Diğer
taraftan, nüfusu azalan ve eğitim hizmetlerine erişim güçlüğü yaşanan
köylerde bulunan sınırlı sayıdaki öğrenciye eğitim hizmetleri sunumunun
daha etkin ve sürekli kılınması amacıyla taşımalı eğitim hizmeti verilmektedir.
252
Kırsal
alanlarda,
ortaya
konulan
eğitim politikaları
sonucunda
sağlanan olumlu gelişmelere rağmen, kırsal ve kentsel nüfusun eğitim düzeyi
ve kırsal alanda eğitim hizmetlerine erişimde cinsiyet eşitsizliği önemini
korumaktadır. 2002 Hane halkı İşgücü Anketi sonuçlarının da gösterdiği
üzere kırsal nüfus içerisinde 15 ve üstü yaş grubunda okuma yazma
bilenlerin oranı yüzde 80,5 olarak gerçekleşmiştir. Diğer taraftan, 2004
yılında köy ilköğretim okullarında her 100 erkek öğrenciye karşılık yaklaşık 88
kız öğrenci eğitime devam etmektedir.
Kırsal kesimde, 2000 yılında yaklaşık 3 olan doğurganlık hızı, 2003
yılında 2,65’e gerilemiştir. Bu değer az gelişmiş bölgelerde 4’ün üstüne
çıkmaktadır. Ancak, kırsal yerleşimlerdeki kadınların sadece yüzde 57,7’si
doğum öncesinde doktor hizmeti alabilmektedir. Doğumların yüzde 35’i ise
evde yapılmaktadır. Sağlık hizmetlerine doğrudan erişim imkanı bulan köy
oranının düşük olması ana çocuk sağlığı, koruyucu sağlık hizmetleri ve mobil
sağlık hizmetlerinin
yaygınlaştırılmasını
ve
etkin
kılınmasını
zorunlu
kılmaktadır.
2005 yılı itibarıyla, yaklaşık 35 bin köy ve sayıları 40 bini aşan köy
bağlısı yerleşim birimi bulunmaktadır. Türkiye’de kırsal yerleşimlerin plansız,
dağınık, küçük ve sayıca fazla olması, köylerin önemli bir bölümünün yüksek,
eğimli, engebeli sahalarda kurulmuş bulunmaları fiziki ve sosyal altyapı
hizmetlerinin sunumunun aksamasına neden olduğu gibi, kırsal yerleşimlerin
kalkınma açısından belirleyici olan ekonomik ölçeği yakalayamaması
sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca, kırsal yerleşimlerin topoğrafik konumu ve
yapılaşma şekli, doğal afetlerden kaynaklanan riskleri artırmaktadır. Diğer
taraftan, köylerde yeni yerleşim yeri belirleme, imar planı yapımı ve kredili
konut yapımı talebi artmaktadır.
Planlı dönemde (1960 sonrası), kırsal ekonomilerin geliştirilmesi, kırsal
alana hizmet ve altyapı sunumunun etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi, küçük
ve dağınık kırsal yerleşim yapısından kaynaklanan sorunların çözümünde
kamusal hizmetlerin maliyet etkinliğinin artırılması ve merkezi konumdaki
253
köyün hizmet sunum kapasitesinin artırılması amaçlanmıştır. Bu çerçevede,
kırsal alanlarda yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik model arayışları
çeşitlenmiş, geliştirilen merkez köy, köy-kent gibi kalkınma modelleriyle bu
temel sorunun çözülmesine çalışılmıştır. Ancak, kalkınma, planlama ve
uygulamayla ilgili gelişmeler sınırlı kalmış, köy yerleşim birimlerinin ancak
yüzde 1’i planlı yerleşime kavuşabilmiştir.
Kırsal alanlarda, fiziki altyapı hizmetlerinden köy yolları, içme suyu,
kanalizasyon ve arıtma tesislerinin yaygınlaştırılması ve standartlarının
yükseltilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Diğer taraftan, elektrifikasyon ve
haberleşme altyapıları büyük ölçüde tamamlanmıştır. Ancak, söz konusu
altyapıların iyileştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Hane halkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması sonuçlarına göre,
Türkiye’nin uzun vadeli bilgi toplumuna dönüşüm hedefinde, kırsal kesimin
bilgiye erişim imkanları kısıtlı kalmaktadır. Kişisel bilgisayarlara sahip olma
ve internete evde erişim imkanı olan hane oranı nispeten düşüktür. 2005 yılı
itibarıyla internete erişim imkanı olan hanelerin oranı kentte yüzde 11,6 iken,
kırsal yerleşimlerde yüzde 3,5 düzeyinde tespit edilmektedir. Kentsel
alanlarla sosyo-ekonomik bütünleşmenin sınırlı olması ve bireylerin örgün
eğitim sürecinden daha erken ayrılması göz önünde bulundurulduğunda,
özellikle genç nüfus için bilgiye erişim imkanlarının artırılması büyük önem
kazanmaktadır.
Doğal
kaynaklar
ve
temiz
kırsal
çevre,
kırsal
kalkınmanın
hızlandırılmasında önemli potansiyel alanlardan birini oluşturmaktadır.
Toprak, su, mera ve orman kaynakları, biyolojik çeşitlilik (gen, tür ve
ekosistem çeşitliliği), doğal güzellikler; hızlı kentleşme ve sanayileşmenin
yarattığı olumsuzluklar, turizm faaliyetlerinin plansız gerçekleştirilmesi,
yerleşimlerin altyapı eksiklikleri, doğal afetler, bilinçsiz ve aşırı kaynak
kullanımı
gibi faktörler nedeniyle yıpranma
kalmaktadır.
Havza
bazında
sürdürülebilir
tehdidiyle
doğal
karşı
kaynak
karşıya
yönetimi
uygulaması; toprak, su, orman ve mera kaynaklarının kullanımında önem
254
kazanmaktadır.
Su
ürünleri
stokları
ve
yetiştiricilik
potansiyelinin
değerlendirilebilmesi açısından stokların sürdürülebilir kullanımı ve su
kirliliğinin kontrol altına alınması önemini korumaktadır.
Ülke coğrafyasının aşırı eğimli yapısı nedeniyle toprak kaynaklarının
en önemli sorunu, tarım topraklarının da yaklaşık yüzde 60’nı tehdit eden
erozyondur. Kabiliyetlerine uygun kullanılmayan arazilerin, toplam arazi
varlığının yüzde 30’unu aşması diğer önemli sorun alanını oluşturmaktadır.
Bu sorun, ağırlıklı olarak yüksek verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla
kullanıma açılması; buna karşılık, orman, mera, fundalık ve çalılık vasıflarını
haiz arazilerin ise tarım veya terk edilmiş tarım arazisine dönüşmesi
neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Su kaynakları ve tarımsal üretim ilişkisi açısından da önemli sorunlar
yaşanmaktadır. Ekonomik olarak sulanabilir alanların yaklaşık yüzde 40’ının
sulamaya açılmamış olması, tarımsal verimliliğin artırılmasında önemli bir
potansiyelin varlığını işaret etmektedir. Mevcut sulamalarda tamamlayıcı
altyapı çalışmalarının gerçekleştirilmesi, yararlanıcıların bilgi ve örgütlenme
düzeyi, kullanılan sulama teknikleri ile ilgili sorunlar önemini korumaktadır.
Diğer
taraftan;
kontrolsüz
ve
plansız
kentleşme,
yerleşme,
sanayileşme ve turizm faaliyetleri doğal zenginliklerin tahribine, kırsal
ekonominin bağımlı olduğu tarım ve kıyı alanlarının kirlenmesine yol
açmaktadır. Özellikle, orman kaynakları yangınlar, aşırı ve amaç dışı
kullanımlar nedeniyle erozyona uğramaktadır. Mevcut kaynağın yaklaşık
yarısının bozuk ve vasıfsız orman alanlarından oluşması, sınırlı miktardaki
nitelikli orman alanlarının korunması ve geliştirilmesi hususunda teknik ve
idari önlemlerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Belediyelerin katı atık toplama ve bertaraf, kanalizasyon şebekesi ve
arıtma tesisi altyapılarının yetersiz olması nedeniyle, atık suların ve katı
atıkların ayrıştırılmadan alıcı ortamlara ve kırsal çevreye bırakılması su ve
toprak kaynaklarının niteliklerinin düşmesine neden olmaktadır.
255
Türkiye’de gelişmişlik farklılıklarının giderilmesine yönelik politikaların
uygulamaya konulmasıyla kırsal alanın gelişmesi ve kırsal toplumun yaşam
kalitesinin yükseltilmesi açısından bazı gelişmeler kaydedilmişse de, istenilen
hedeflere ulaşılamamış, gelişmişlik farklılıkları varlığını korumuştur. Halen
demografik özelliklerinin yanı sıra, gelir yapısı, fiziki ve sosyal altyapı,
istihdam, girişimcilik, insan kaynakları, sosyal hizmetlere erişim, çevre
kalitesi, kadının rolü gibi konularda kır-kent arasındaki dengesizlikler varlığını
korumakta ve bölgesel gelişmişlik farkları ile birlikte ele alındığında daha da
derinleşmektedir.
Bu nedenlerle, merkezi yönetim, yerel yönetimler, özel kesim ve sivil
toplumun işbirliği ile kaynakları etkin ve verimli kullanarak yöre halkının
katılımını esas alan kırsal kalkınma faaliyetlerinin hızlandırılması amacıyla
kalkınma stratejilerinin belirlenmesi ihtiyacı doğmuştur.
2. Mikrokredi Uygulamasını Destekleyici Gıda Bankacılığı Esasları
Gıda Bankacılığı (Food Banking); Üretici, satıcı veya hizmet
sunanların elinde bulunan ancak son kullanım tarihinin yaklaşması,
paketleme hatası, üretim, ihracat veya ihtiyaç fazlası gibi nedenlerle bunlar
açısından değerini kaybeden ve çöpe gitme ihtimali bulunan malların ihtiyaç
sahibi olanlara ulaştırılmasını amaçlayan bir sistemdir. 1967 yılında çok
küçük bir organizasyon olarak Amerika Birleşik Devletlerinde başlayan bu
sistem, bugün 200 den fazla gıda bankası ile, ABD’de her yıl 23 milyondan
fazla iyi beslenemeyen insana (bunun 8 milyonu çocuk ve 4 milyonu yaşlı)
acil gıda yardımı sağlamaktadır. Bu sistemde ekonomik açıdan durumu iyi
olmayan vatandaşlar ile ellerinde çeşitli nedenlerle piyasaya sürülemeyen
veya pazarlanması verimli olmayan ihtiyaç fazlası gıda, temizlik, giyecek ve
yakacak maddeleri bulunan üretici, lokanta, market, otel vb. gerçek ve tüzel
kişiler arasında köprü oluşturularak, bir yandan israf önlenmekte diğer
taraftan da sosyal adaletin sağlaması yolunda önemli bir adım atılmaktadır.
256
Tüzüğünde veya senedinde ihtiyacı bulunanlara gıda, temizlik, giyecek ve
yakacak yardımı yapabilmesine ilişkin hükümler bulunan ve kâr amacı
gütmeyen dernek veya vakıf Gıda Bankası olarak faaliyet göstermektedir.
Gıda Bankası, üretici veya satıcılardan bedel ödemeden almış olduğu
ürünleri aracı işlevini görerek ihtiyacı olanlara düzenli ve sağlıklı bir şekilde
ulaştırılmasını sağlamaktadır. Gıda Bankacılığı, çeşitli sebeplerle pazarlama
imkânı olmayan veya satışı ekonomik olmayan gıda, giyecek, temizlik ve
yakacak mallarını elinde bulunduran üretici, satıcı veya hizmet işletmelerinin
bu sistemde daha etkin olarak yer almasını sağlayacak vergisel teşvikleri de
içermektedir.
Gelir Vergisi Kanunun 40 ve 89 uncu maddelerinde yapılan
değişiklikler ile, fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetinde
bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda maddelerinin maliyet bedelinin
vergi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınabilmesi imkânı
sağlanmıştır. 5281 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile gıda yanında
01.01.2005 tarihinden itibaren temizlik, giyim ve yakacak maddeleri de
kapsam içerisine alınmıştır. Buna göre, Gıda Bankacılığı kapsamında gıda,
temizlik, giyim ve yakacak maddesi bağışlayan gelir ve kurumlar vergisi
mükellefleri bağışa konu malların maliyet bedellerini vergiye tabi kazancın
tespitinde gider olarak göz önünde bulundurabileceklerdir. Ayrıca, gıda
bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan malların
maliyet bedellerinin tamamı,
yıllık beyanname ile bildirilen gelirden
indirilebilmektedir.
Diğer tarafta, Katma Değer Vergisi Kanununun 17 inci maddesine
göre, gıda bankacılığı faaliyetinde bulanan dernek ve vakıflara bağışlanan
gıda, temizlik, giyim ve yakacak maddelerinin tesliminde katma değer vergisi
hesaplanmayacaktır. Gıda Bankacılığı yapan dernek veya vakıf bağışlanan
mala karşılık bağış makbuzu vb. belgeyi düzenleyerek bir örneğini bağış
yapana verecek ve kurduğu organizasyon ile teslim aldığı makarnaları
257
bedelsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtacaktır. Sivil toplum kuruluşları
tarafından yürütülecek olan Gıda Bankacılığına ilişkin esaslar şu şekilde ele
alınabilir;

STK'ları, gıda maddelerinin güvenli, etkili ve uygun bir şekilde nakli,
depolanması, ve muhtaçlara dağıtılması için gerekli olan düzenleme
yeteneği, teknik kapasite ve elemana sahip olmalıdır.

STK aracılığıyla dağıtılacak gıda maddeleri ücret karşılığı dağıtılamaz,
üçüncü kişilere satılamaz. Kâr, komisyon vb. talep edilemez.

Gıda bankacılığı yapacak STK, ürünlerin depolanması, tasnifi,
muhafazası ve dağıtımı için uygun depo alanları tahsis eder.

Ürünlerin dağıtılacağı ihtiyaç sahibi kişi ve ailelerin listeleri STK'nın
oluşturacağı bilgi bankasında yer alacak, dağıtım organizasyonları söz
konusu listelere göre yapılacaktır.

Dağıtım organizasyonu kargaşa, kaos ve kişilerin mağdur olmasına
sebep olmayacak
şekilde planlanacak ve gerekli güvenlik önlemleri
alınarak gerçekleştirilecektir.

Dağıtım esnasında kişilerin onurunun zedelenmesine sebep olabilecek
şekilde teşhir edilmesinin önlenmesi esas alınacaktır.

İhtiyaç sahipleri arasında hiçbir ayrım yapılamaz. Ürün dağıtımında tek
kriter, kişilerin temel beslenme ihtiyacı için gerekli satınalma güçlerinin
bulunmayışı ve doğal afete maruz kalmış kişiler olmalarıdır.

Gıda maddeleri STK'nın yönetici, üye ve yakınlarına dağıtılamaz.

Son kullanma tarihi geçmiş, insan sağlığına zararlı ve standartlara
uygun olmayan ürünler dağıtılamaz.
258
Türk bankacılık sistemi bir yandan tüm kesimleri hem mevduat hem de
kredi anlamında sisteme dahil etmeye çalışırken diğer yandan para piyasası
aktörleri olarak bankacılığın sosyal sorumluluklarını tanımlamak ve bunları
bankacılık mesleğinin etik ilkelerinin ötesine taşımak zorundadır. Nitekim bu
kapsamda yaratıcı çözümlerle işsiz ve yoksul kesimi değer yaratmaya bu
değeri sermaye piyasasında çoğaltmaya, bu yolla kaynak yaratmaya
yaratılan kaynağın sağladığı menfaatin bir kısmını sosyal sorumluluk alanına
taşımaya, kendi bünyesinde gıda bankacılığı mekanizmasını kurmaya ve
yoksulluğa savaş açmaya çalışmak durumundadır.
G. Mikrofinansman Uygulamasında Karlılık
Mikrofinans kârlı olabilir. MicroBanking Bülteninden alınan verilere
göre, dünyanın en büyük mikrofinans kuruluşlarından 63’ünün ortalama getiri
(kâr) oranı, enflasyon ayarlaması yapıldıktan ve bu programların aldığı devlet
yardımları çıkartıldıktan sonra, bunların toplam aktiflerinin yaklaşık yüzde
2,5’idir. Bu oran, ticari bankacılık sektöründeki kâr oranlarıyla kıyaslanabilen
bir düzeydedir ve mikrofinansın perakende bankacılık sektörüne giriş için
yeterince çekici bir yol olabileceği konusundaki yaygın umudu beslemektedir.
Pek çok kişi, mikrofinans yöntemi bankacılık sistemine dahil edildiğinde,
müşteri sayısında kitlesel bir artışın olabileceğine inanmaktadır.
H. Mikro Girişimcinin Mesleki Eğitimi
Meslek eğitimi
talebinin
düşük olmasının
bir nedeni yetersiz
enformasyon ise de diğer ve asıl nedeni, kişilerin mesleğini icra
edebileceğine ilişkin hususlarda karamsar davranmasına neden olan
koşullardır. Mesleki eğitimin ön koşul olduğu bir mikrokredilendirme imkanı
bu süreci olumlu etkileyecektir. Bireylerin mesleklerini icra etmek üzere
kuracakları mikro girişimler için kaynak bulabileceklerine olan inançları güçlü
olduğunda mesleki eğitim talebi artacaktır. Kaynak bulma konusundaki
259
endişelerin
ortadan
kalkması
başarılı
mikrokredi
uygulamaları
ile
mümkündür.
I.
Batıdaki
Çalışan
Sahip
(Worker
Ownership)
Sisteminin
sürdürülebilirliği
sorunlarını
Türkiye’de Geliştirilmesi
Enflasyon,
büyüme
ve
borçların
çözümlemek, istihdam artışını beraberinde getirmemektedir. Bu hususlar,
gerekli ve ön şartlardır. Ancak sorunun çözümü için, yeni yatırımlar yanında,
girişimciliği özendirecek özel stratejiler de geliştirmek gerekiyor.
Türkiye’de
işsizliğin
azaltılmasında
iki
stratejinin
uygulanması
etkinleştirilmelidir: Bunlardan birincisi, insanların kendi kendilerine gelir
getirici bir faaliyette bulunmalarını sağlayacak şekilde, kendi hesaplarına
çalışmalarına yardımcı olunmalıdır.
İkincisi ise, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nitelikli ara insan gücünü
oluşturacak şekilde, istihdam imkanları bulunan mesleki ve teknik eğitim
almış insan gücünün yetiştirilmesinin sağlanmasıdır.
Türk girişimciliği yetersiz olmakla birlikte, yüzlerce yıl ticari hayatın
dışında kalmış olan insanımızın sahip olduğu cesaret, hırs, yeniliğe karşı
uyum gibi girişimcilik açısından önemli nitelikler yanında, gerekli bilgi açığının
da kapatılmasıyla, ülkemizdeki girişimcilik faaliyetleri giderek artmaktadır..
Selçuklular döneminde ve Osmanlıların kuruluş döneminde bir esnafsanatkar örgütü olan Ahilik teşkilatı, başarılı olmasına rağmen, Osmanlı
devletini oluşturan toplum grupları arasında bir iş bölümüne gidilerek, Türkler
ticari işlerin dışında bırakılmıştır.
Osmanlı Devletinde ticareti, daha çok Rum, Yahudi ve Ermeniler
üstlenirken, Türkler askerlik, ulemalık, bürokratlık ve hayvancılık ile tarım gibi
işlere yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla Türk toplumu yedi sekiz nesli kapsayan
260
çok uzun yıllar ticaretin dışında kalmış ve Türk toplumunda gerek sosyokültürel ve gerekse ahlaki açılardan arzu edilen ölçüde bir ticari altyapı ve
ticaret kültürü eksikliği oluşmuştur.
Ancak, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve özellikle İttihat ve
Terakki döneminde “Türk’ten iş adamı ve tüccar yapma”, “Müslüman ve Türk
ticaret adamı” oluşturma konusunda çalışmalar yapıldı.
Türk’ten iş adamı ve tüccar yapma çabaları, Osmanlı Devletinden
sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde çok önem kazanmıştır. Cumhuriyetin
ilan edilmesinden 9 ay önce, 1923 Şubat ayında İzmir’de toplanan İktisat
Kongresi’nde alınan ilke kararlarından birisi de, “Türk ve Müslüman ahaliden
tüccar ve iş adamı oluşturma” konusundadır. Yeni Cumhuriyetin bu politikası
1930’lu yıllara kadar sürdürülmüştür.
ABD’ de ortaya çıkan Worker Ownership sisteminde hatırı sayılır
sayıda
girişimci
küçük
miktardaki
birikimlerini
bir
araya
getirerek
oluşturdukları işletmenin hem çalışanı hem de ortağı olarak hem fiziksel hem
de zihinsel güçlerini bir araya getirmektedirler. Nitekim yirmi civarında emekli
öğretmenin bir araya gelerek kitap satmak üzere kurduğu Amazon firması
günümüzde dünyanın en büyük firmalarından biri haline gelmiştir. Ülkemizde
bu amaçla bir araya gelip büyüyen firmalarda mevzuat boşluğu nedeniyle
yaşanan istismarla cesaret kırıcı olmuştur. Oysa istihdam sorununun
aşılması yeni nesil girişimcilerin ortaya çıkması ile yakından ilişkilidir.
J. İşsizliğin Çözümü İçin Girişimcilik (Kendi Hesabına Çalışmak)
İşsizliğin azaltılması için, kendi hesabına iş yapmak bir çözüm yolu
olarak görülmelidir. Girişimci; üretim için gerekli faktörleri bir araya getirerek,
mal ve hizmet üretimi için gerekli işi başlatan, ayrıca üretim için gerekli
finansman kaynaklarını ve üretimin değerlendirileceği pazarları bulan kişidir.
261
Bir kişinin girişimci olabilmesi için, risk ve sorumluluk üstlenebilme,
dinamik bir kişilik, yeniliklere açık olma, kendi hesabına iş yapabilme tutkusu
gibi belirli niteliklere sahip olması gerekir.
Bazıları kendi kendisinin patronu olmak, başkalarından emir alarak
çalışmamak için, bazıları ise mevcut iş alternatiflerinin sağlayacağı
kazanımlardan daha fazlasına ulaşmak için, kendi hesaplarına iş yapmayı
isteyebilirler.
Ayrıca, kendi geleceğini kendi karar ve gayretleriyle şekillendirmek,
daha bağımsız ve esnek bir iş ortamına sahip olmak yanında, yeni iş
fırsatlarını değerlendirme de kendi işini kurmada etkili olabilir.
Diğer taraftan, kendi hesabına iş yapmak isteyenler, bağımsız olmayı
arzulayabilir ve bu amaçla riskleri göze almak isteyebilir. Kişilerin bu kabiliyeti
ve azmi, rekabet ortamının zorluklarını yenilebilmesinde en önemli
faktörlerden birisidir. Kendi hesabına çalışmayı arzu edenler, aynı zamanda
piyasadaki boşlukları gören kişilerdir. Tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını
algılayıp, bunun yerine getirilmesi doğrultusunda genellikle yenilikçi fikirlere
sahip olurlar.
Girişimcilik niteliğinin kazandırılmasında aile ve çevrenin etkisi olduğu
gibi
bu
nitelik
eğitimle
kazandırılabilir.
Bu
bakımdan,
liselerin
ve
üniversitelerin istisnasız bütün bölümlerinde seçimlik ders olarak “Girişimcilik
dersi” mutlaka programa konulmalıdır. Çünkü, işsizlikten kurtulmak için hangi
eğitim ve öğretimi alırsa alsın kişiler, kendi işlerini kurmaları açısından
yönlendirilmeli ve teşvik edilmelidir.
Avrupa Birliği ülkeleri mesleki ve teknik eğitimi, istihdamın en önemli
aracı olarak değerlendirirken, ülkemizde mesleki ve teknik eğitime mevcut
durumdan çok daha fazla önem verilmelidir.
262
Türkiye’deki yüksek işsizlik oranlarına rağmen işyerleri, nitelikli ara
işgücü temininde zorlanıyor. Ülkemizde mevcut eğitim sistemi, rekabetçi
ekonominin ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi ve beceriye sahip işgücü
yetiştirilmesinde yetersiz kalırken, kalifiye işgücünün yetiştirilmesi büyük
ölçüde özel sektörün çabalarıyla ancak gerçekleştirilebiliyor.
III. TÜRKİYE MİKROKREDİ MODELİ UYGULAMA SÜRECİ
A. Mikrokredi Başvurusu ve Başlangıç Sermayesine Devlet
Garantörlüğü
Ülkemiz mikrokredi uygulamasının gayri resmi organizasyonlardan
ziyade bankalar tarafından yürütülmesi gerekmektedir. Bunun en önemli
nedeni ülkemizde bankacılık sisteminin işleyiş olarak birçok gelişmekte olan
ülkeye rağmen daha iyi durumda olmasıdır. Dolayısıyla Türkiye mikrokredi
modelinin tamamen piyasa işleyişi içinde oluşturulması gerekmektedir.
Modelin bir ayağı mikrokredi müşterisi olarak tanımlayacağımız yoksul/işsiz
birey diğer ayağı ise genelde sermaye piyasası özelde ise ticaret
bankalarıdır. Bu iki unsur arasında mikrokredi uygulamasının sağlıklı olarak
işlemesini sağlayacak olan devlet iki şekilde sisteme dahil olacaktır. Birincisi
modelin bir ayağı olan yoksul/işsiz bireyin mikrokredi müşterisi haline
gelmesini sağlayacak olan mesleklendirme ve yerel mikrokredi merkezine
yönlendirme faaliyeti olacaktır. Devletin üstleneceği sermaye ve para
piyasasına ilişkin sorumluluk ise SPK ve BDDK mevzuat ve teamüllerinin
sermayenin demokratikleştirilmesi ekseninde yeniden düzenlenmesi ve
ticaret bankalarının bu konuda ihtiyaç duyacağı garantörlüğe ilişkin kaynağın
sübvansiyonların belli bir kısmından sağlanması olacaktır. Bu anlamda
mesleklendirilmiş ve mikrokredi hakkında bilgilendirilmiş yoksul/işsiz birey,
yerel mikrokredi merkezine başvurarak ticaret bankaları açısından potansiyel
bir müşteri haline gelecektir. Yerel banka ile mikrokredi ilişkisi kurulan
mikrogirişimciye pazarlama ve geri ödeme performansına ilişkin know-how
263
desteği verilecektir. Devlet tarafından ilgili birimlerce büyüyen ya da birleşen
mikro işletmeler KOBİ haline getirilecek ve profesyonel anlamda yönetim
desteği sağlanacaktır.
1. Kendi Hesabına Çalışmada En Önemli Sorun: Sermaye
Kendi hesaplarına çalışmak isteyenlerin karşılaştıkları sorunların en
önemlilerinden birisi yetersiz sermayedir. Kendi hesaplarına çalışmak isteyen
kişiler, çoğunlukla sermaye yetersizliği nedeniyle kendi işlerini kuramamakta
ve işsiz kalarak daha da fakirleşmektedir.
Devletten iş istemeyen, istihdam sorununa kendi çözümlerini üreten ve
vergi ödemek isteyen girişimcilerin en büyük sorunlarından biri olan sermaye
temini konusunda, geri ödemesi olmak kaydıyla, küçük bir başlangıç sermaye
ile desteklenmeleri gerekir.
Türkiye’de nüfus yapısının genç ve dinamik olması sebebiyle, kendi
hesabına çalışmayı özendirmek, işsizliğin azaltılmasında önemli bir fırsat
olarak görülmektedir.
Türkiye’de dağıtılan toplam kredilerin sadece % 3’ü küçük ve orta boy
işletmelere tahsis edilirken, bu oran ABD’nde % 42.7, Federal Almanya’da %
35, Japonya’da % 50’dir.
Burada finansal ihtiyaç, girişimcilerin piyasadan kazanmak yerine,
külfetsiz bir nimet olan sübvansiyonlar aracılığıyla para kazanma, başka bir
ifadeyle devleti aracı yaparak toplumdan gelir transfer etme eğilimi
olmamalıdır. Piyasalardan kazanmak yerine, devletten kazanmanın çok
yaygın bir yol olduğu toplumumuzda bu eğilim ortadan kaldırılmalıdır.
Burada amaç veya ifade edilmek istenen husus, devleti aracı yaparak
başka kesimlere yapılması gereken kaynak transferini daha düşük faizli,
daha uzun vade ve daha fazla ödemesiz devresi olan krediler elde edilmesi
264
olmamalıdır. Ancak, finansal sorunlar esas olarak bir sübvansiyon sorunu
olarak algılanmamalıdır.
Almanya’daki küçük ve orta ölçekli işletmelerin sermayesinin ortalama
olarak sadece % 40’ı öz sermayeden oluşmakta, % 60’ı borçlanmak suretiyle
karşılanmaktadır. Almanya’da bu konuda yapılan araştırmalar, işletme ölçeği
büyüdükçe
toplam
sermaye
içinde
öz
sermaye
payının
arttığını
göstermektedir.
Mevcut istatistikler dikkate alındığında ise, ülkemizde Almanya
tablosunun tam tersi bir tablonun mevcut olduğu belirtilebilir. Ülkemizde
işletmeler küçüldükçe işletmenin öz sermaye oranı artarken, borçlanma oranı
azalmaktadır. Bu oran (toplam yatırımlar içindeki kredi payı) Türkiye’deki
KOBİ’lerde % 7-8’lere düşmektedir.
Bu oranın ölçek büyüklüğü azaldıkça daha düşük seviyelere indiğini,
çok küçük işletmeler olarak tanımlanan 1-9 personel çalıştıran işletme
grubunda % 2-3 seviyelerine kadar düştüğü belirtilebilir. Genç girişimci
adayları için bu oran % 1’lerin bile altında kalmaktadır.
Bu
konu,
üzerinde
hassasiyetle
durulması
ve
kısa
sürede
değiştirilmesi gereken bir Türkiye gerçeğidir. İyi yetişmiş nitelikli, hırslı işsiz
gençlerimiz gerekli itici güç olan sermayeye ulaşmaları halinde, kendi
hesaplarına çalışmaya başlayarak, üretime ve istihdama katılma konusunda
istekli olacaklardır.
Vatandaşlarımız
genel
olarak
borçlanmadan
korkmakta
veya
borçlanmanın iyi karşılanmaması nedeniyle, mümkün olduğu kadar kendi
imkanlarıyla hareket etme eğiliminde olmaktadır. İş adamlarımız borcun
gelecekteki faiz ve anapara ödemelerinden ürkmekte, kendi yağları ile
kavrulmayı tercih etmektedir.
265
Halbuki girişimci, kendi parasıyla değil, başkalarının parasıyla iş
yapabilen, bu riske girebilen ve bunun için gerekli ikna etme ve gücen verme
yeteneğine sahip olan kişilerdir. Ancak, mevcut duruma, bankalar ile diğer
borç veren kurumların da küçük işletmelere fazla ilgi göstermemeleri ve
krediyi insana değil tapuya vermeleri de etkili olmaktadır.
Toplumda her para sahibi olan ve yatırım için gerekli fonlara sahip kişi
ve kurumların çoğu girişimcilik niteliklerine sahip olmayabilirler. Buna karşılık,
girişimcilik niteliklerine sahip olan insanların çoğunun da yatırım için gerekli
parası yoktur. Dolayısıyla, bu niteliklere sahip kişilere, ihtiyaçları olan fonları
aktaracak mekanizmaların
geliştirilmesi
gerekir.
Burada
önemli
olan
borçlanmak veya borçlanmamak değildir. Önemli olan ne zaman, ne kadar ve
hangi şartlarda borçlanılacağının iyi belirlenmesidir.
Kendi
karşılaştıkları
hesaplarına
çalışmak
en
sorun,
önemli
isteyenlerin
bankalar
finansman
tarafından
bulmada
teminat
olarak
gayrimenkul ipoteği istenmesidir. Aslında bankalar gayrimenkule kredi
vermektedir. Halbuki kendi hesabına çalışmak isteyenler, sahip oldukları
gayrimenkulleri nakde çevirip yatırım yapmak istemektedir. Ekonomik açıdan
doğru olan da budur ve küçük işletmelerin bu yolda teşvik edilmesi gerekir.
Kendi hesabına çalışmak isteyen ancak küçük bir sermayeye ihtiyaç
duyanlar
karşısında
bankalar
gayrimenkullerle
kendilerini
garantiye
almaktadırlar. Ancak, bankaların teminat konusundaki bu tutumu küçük
girişimciyi iş kurmada zorlamaktadır.
Ticari Bankalar krediyi, girişimcilik niteliklerine sahip veya elinde
ekonomik açıdan uygulanabilir projeleri olan kişilere değil, gayrimenkulü olan
kişilere tahsis etmektedir. Kendi işini kurmak isteyene değil, tapuya kredi
verilmektedir. Bu durum, potansiyel kendi hesabına çalışmak isteyenlerin
işlerini başlatmalarını çok zorlaştıran önemli faktörlerden birisidir. Bu
bakımdan, ticari bankalardan ayrı olarak, bu durumu kavrayan ve anlayan
266
mikro finans kuruluşları kurularak yaygınlaştırılmalı ve kendi hesabına iş
kurmak isteyenlere sermaye sağlanmalıdır.
2. Hükümetin Mikrofinansın Desteklenmesindeki Rolü
Hükümetin mikrofinans konusunda karmaşık bir rolü vardır. Son yıllara
kadar, hükümetler, genel olarak, dezavantajlı insanlar için kredi programları
da dahil “kalkındırma finansı” kaynağı yaratmanın kendi sorumlulukları
olduğuna inanıyorlardı. Kırsal bölge kredi programlarının yirmi yıllık geçmişi
ve eleştirisi, hükümetlerin yoksullara kredi/ödünç verme konusunda çok kötü
bir iş yaptıklarını göstermektedir. Politikacıların kontrolü altındaki kredi
kuruluşları için kısa vadeli politik kazançlar baştan çıkarıcı bir işlev
görmektedir; bu kuruluşlar fonlarını çok çabuk (ve düşüncesiz) harcamakta
ve sadece arada sırada (temerrüde düşen borçlulara karşı sert davranmakta
isteksiz) tahsil etmektedirler. Kentsel bölgelerde ise, hükümetler aslında bu
işe hiç girmediler. Kentsel bölgelerde, devlet yardımlı mikro-işletme kredisi
kırsal bölgelere kıyasla hâlâ oldukça seyrek ve nadirdir.
Fakat artık mikrofinans oldukça popüler bir hale gelmiştir ve
hükümetler mikrokredi dağıtmak için tasarruf bankaları, kalkınma bankaları,
posta tasarruf bankaları ve ziraat bankaları gibi kuruluşları kullanma eğilimini
göstermektedir.Ancak hükümetin geçmişteki tuzaklardan kurtulma niyeti ve
bunu yapmak için uygun ve açık bir yolu olmadıkça ve olmadığı sürece, bu,
genel olarak iyi bir fikir değildir.
Pek çok hükümet, fonları çok taraflı ajanslardan mikrofinans kurum ve
kuruluşlarına yönlendiren üst kurul ve kurumlar kurmuşlardır. Bu üst kurul ve
kurumlar oldukça karmaşık olabilir ve mikrofinans konusunda birkaç tane
başarılı örneği vardır. Mikrofinans konusunda başarılı olan üst kurul ve
kurumlar, başarılı mikrofinans kuruluşlarının sırtında yükselirler ve bunun
tersi söz konusu değildir. Son olarak, hükümetler, çok sayıda finansal aktörün
267
çok yoksul insanlara finans hizmetleri sunma yeteneğine etki eden mevzuat
çerçevesiyle ilgilenerek de mikrofinans işine dahil olabilirler.
Büyük
işletmelerin
ölçek
ekonomisi
avantajına
karşılık
mikro
işletmelerde kapsam ekonomisi ve ağ ekonomisi avantajlarının oluşturulması
hükümet desteği ile sağlanmalıdır. Hükümet mikro işletmelerin yeni
ekonomide etkinliklerinin güçlü bir sanal organizasyon ile ortaya konulması
ve pazarlama desteği sağlanması hususlarında her türlü desteği sunmalıdır.
Bu iş için devlet tarafından işsizlik ve yoksullukla mücadelede kullanılan
fonların bir kısmından yararlanılabilir.
Mikro işletmelerin gelişmesine destek alanında Pazar geliştirme çok
önemli bir husustur. Genlikle, mikro işletmeler, çok sınırlı pazarlarda
birbirleriyle rekabet içinde kalmaktadırlar. Dolayısıyla, pazar imkanlarının
genişletilmesi, gelir olanaklarının önemli miktarda arttırılması için hayati bir
unsurdur.
DÖSİM, 3B gibi kurumlar ve çeşitli kulüpler ve dernekler tarafından
desteklenen fuarlar, pazar geliştirme alanında önemli bir rol oynamakla
beraber, kapsam olarak oldukça dardırlar. Nispeten az sayıda kişiyi cezp
etmekte, el sanatları sektörü ile sınırlı kalmakta ve aktif olmaktan çok pasif
pazar geliştirme faaliyetleri ile daha büyük pazar sözleşmeleri, ürün tasarım
ve ambalajlaması veya pazar araştırması konularında etkin destek
sağlayamamaktadırlar. Pazar geliştirme alanında birtakım ek önlemlere
gereksinim duyulmaktadır:

Uluslararası alıcıları arayıp bulan ve yerel mikro işletmelere bu
alıcıların tasarım ve kalite standartlarına uygun üretim yapmalarına
yardımcı olunması,

Daha geniş bir müşteri tabanı,

Sürekli sınanan pazarlar ve pazar aracılığı programları,
268

Mikro işletmelerin daha geniş pazarlama olanakları konusunda bilgi
sağlayan ve bu pazarlara yönelik üretim konularında destek veren
yayım hizmetleri.
Yukarıda sayılan önlemleri içeren bir program modeline örnek olarak
Bangladeş Kırsal Kalkınma Komitesi gösterilebilir. Bu komite, binlerce kadın
mikro
girişimciye
uluslararası
pazarlarda
satabilecekleri
ürünleri
üretmelerinde yardımcı olmuş ve bu ürünler için pazar kanallarını açmıştır.
Bir başka model ise Tanzanya’daki İş Merkezi tarafından sağlanan pazar
aracılık hizmetleridir. Bu Merkez, küçük işletme sahiplerine Avrupa’da ve
Kuzey Amerika’da alıcı bulmaktadır127.
3. Ulusal İstihdam Stratejisi ve Bu Stratejinin Önemli Bir Parçası
Olarak Mikrofinansman
Türkiye’nin bugüne kadarki sosyal ve ekonomik kalkınma sürecinde,
modernleşme çabaları, sanayileşme ve sosyo-ekonomik dönüşümün bir
sonucu olarak, kentsel ve kırsal alanlar arası gelişmişlik farklılıkları önemini
korumaktadır. Bu süreçte, kırsal alanlar; kentlerin göstermiş olduğu gelişme
ivmesini yakalayamamıştır. Türkiye ekonomisinin sanayi ve hizmet sektörleri
lehine yapısal dönüşümü, bölgeler arası ve kırsal alanlardan kentlere
gerçekleşen göç bunun temel nedenleri arasında bulunmaktadır.
Bu kapsamda, bugüne kadarki en önemli gelişmeler; özellikle 1950’li
yıllarda tarımdaki mekanizasyon süreci ile başlayan, 1980’lerde Piyasa
Reformu Programının uygulamaya konulmasıyla serbestleşen ekonomi
politikaları ile yeni bir ivme kazanarak kırsal nüfusun çözülmesi sonucunu
doğuran kentleşme süreci ve 1980’den sonra tarım sektörünün ulusal
ekonomiye
katkısının
yapısal
olarak
değişmesi
ve
oransal
olarak
azalmasıdır.
127
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de Kadınlara Ait
Girişimlerin Desteklenmesi” Ankara, 2000
269
1950’li yıllarda nüfusun yüzde 75’i köylerde yaşamaktayken, bu oran
1980’de yüzde 56’ya, 2000 yılında ise yüzde 35’e gerilemiştir. Ancak, nüfus
yapısındaki bu hızlı değişime rağmen halen ülke nüfusunun önemli bir
bölümü
oluşturan
23,7
milyon
kişi
köy
statüsündeki
yerleşimlerde
yaşamaktadır. 1995-2000 döneminde, 1980-1990 dönemine göre köylerden
şehirlere gerçekleşen göçün ivmesi yavaşlamakla beraber, çalışma çağı yaş
grubunda bulunan fertlerin köyleri terk etme eğiliminin önemini koruduğu
görülmektedir. Göçün kırsal kesimin ekonomik ve sosyal yapısı üzerindeki
etkileri bölgeler arasında önemli farklılıklar göstermektedir. Marmara bölgesi,
Ankara ili, Ege ve Akdeniz kıyılarında bulunan illerde köyler göç almakta
iken, ülkenin kalan kısmında ağırlıklı olarak göç vermektedir.
4. Sermaye Piyasasında Mikro İşletme Varlıklarına Dayalı Menkul
Kıymetlerin Refinansmanda Kullanılması
Mikro işletmeler bazında kurulacak olan ve mikro işletmelerin
varlıklarına ortak bir ana şirketin sermaye piyasası aracılığıyla borsaya kote
edilmesi ve bu şirketin varlıkları üzerine menkul kıymet çıkarılması çıkarılan
bu menkul kıymet kazançlarından elde edilen fonların ise mikro işletmelerin
yeniden finansmanında (refinansman) kullanılması mikro işletmeler için
önemli bir kaynak sağlayacaktır. Bu sürecin işleyişi mikro işletmelere yönelik
risk sermayesi konusu ele alındığında ortaya (Şekil 3) konulmuştu.
5. Mikro İşletme Faaliyetlerinde Otofinansman ve Kredi Koruma
Sistemi
Günümüzde işletmelere kaynak sağlayan kuruluşlar aynı zamanda
yönetim desteği de sağlamakta ve firmanın moralitesini yakından takip
etmektedirler. İster gerçek ister tüzel kişi müşterilerine ilişkin yaşam eğrileri
(life cycle) hazırlamakta ve müşteri profillerini kayıt altına almaktadırlar. Bu
270
bilgiler aynı zamanda düzenli ve sistematik olarak devletin ilgili birimleriyle de
paylaşılmaktadır.
Mikro işletmelerde işletmenin bir yıl içerisindeki olumlu performansı
kreditör bankanın finansal kaynağın yanı sıra finansal yönetim desteğinin de
verilmeye başlanmasını sağlayacaktır. Bu nedenle başarılı bir mikro işletme
hem kazancının tasarruf edilen kısmı ile otofinansman sağlayacak hem de
yüksek moralite nedeniyle bankasından kaynak bulabilecektir. Bu anlamda
otofinansman yoluyla oluşturulan mikro mevduatlar (micro savings) aynı
zamanda kreditör banka açısından birer teminat niteliği de kazanacaktır. Bu
durum
mikrokredi
müşterisi
ile
ilgili
teminat
sıkıntısını
ortadan
kaldıracağından mikro girişimciyi kısa sürede riski müşteriler grubundan
çıkaracaktır.
a. Mikrokredide Risk Sermayesi Yaklaşımı ve Kredi Garanti
Sistemi
Kredi Garanti Fonu 14 Temmuz 1993’te Türkiye ile Almanya arasında
imzalanan teknik işbirliği anlaşması çerçevesinde kurulmuş mali kurumdur.
Döner sermayenin açılış miktarı olan 3,5 milyon DM, 1994’te Almanya
tarafından sağlanmıştır. İşletme için ana kurallar Halk Bankası ve Alman
Teknik İşbirliği Ajansı (GTZ) tarafından belirlenmiştir. Fonun temel amacı,
ticari bankaların teminat isteklerini karşılayamayan ve yüz kişiye kadar
çalışanı olan küçük ve orta ölçekli işletmelere garanti sağlamaktır.
Türkiye’deki bankalar, kredi talebinde bulunan kişi ve şirketlerden
kredinin
%
200
oranında
ve
genellikle
ipotek
de
içeren
teminat
istemektedirler. Bu gereksinimi karşılayamayan işletmeler, Kredi Garanti
Fonuna başvurabilir. Fon, aşağıdaki kurallara göre başvuruları değerlendirir
ve garanti sağlar;

Kredi talebi bir banka ile birlikte yürütülmelidir. Banka başvuruyu
işleme koyar ve değerlendirir. Eğer başvuru sahibi teminat dışında
271
bankanın tüm gerekliliklerini karşılıyorsa başvuru dosyası başvuranın
isteği üzerine Kredi Garanti Fonu’na transfer edilir.

Başvuru sahibi TOSYÖV (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler
Vakfı), TESK ya da TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) üyesi
olmalıdır.

İşletmedeki çalışan sayısı, sahibi de dahil, bir ila yüz arasında
olmalıdır. Yüzden fazla çalışanı olan şirketler için garanti ya da teminat
hizmeti yoktur.

İşletmeye sağlanacak teminatın azami miktarı 250,000 DM’nin Türk
lirası karşılığından fazla olamaz.

Fon, istenen banka kredinin % 80’inden fazlasını teminat veremez.

Kredi teminatının süresi 5 yılı geçemez. Vadesi 5 yıldan fazla olan
vadeli kredilere teminat verilmez.

Teminat süresinin her yılı için % 2 komisyon alınır. Bir yıldan az olan
garanti süreleri için komisyon ücreti yine % 2’dir. Ancak, bir başka
kredi için yine aynı yıl içinde bir garanti talebi olursa, komisyon % 1
olur.

Başvuru sahibi, muhasebe kurallarına uymak zorundadır ve Fon,
teminat süresi boyunca işletmenin tüm muhasebe kayıtlarını inceleme
hakkını muhafaza eder.

Fon, banka kredi garantisini teminat altına almak için teminat ya da
müşterek imza isteyebilir. Gayrimenkul teminatı üzerinde ısrar eden
bankaların tersine, Fon her tür teminatı kabul etmektedir –makine,
stok, araçlar gibi.
Bugüne kadar, fona 40 başvuru olmuş ve tümü Halk Bankası’yla olan
14 firmanın (bir işletmenin sahibi kadın) garantileri onaylanmıştır. Fon,
KOBİ’lere tüm bankalardan kredi teminatı verme eğiliminde olmasına rağmen
bugüne kadar Halk Bankası dışında herhangi bir bankayla protokol
yapılmamıştır. Bu üç nedenle açıklanabilir: Birincisi, fonun ek bankalarla acil
anlaşmalar yapma ihtiyacı yoktur, çünkü garantiler için mevcut olan fonlar
sınırlıdır. İkincisi, bankalar henüz kendisini kanıtlamamış bir kuruluşla garanti
272
programı içine girmek konusunda isteksizdir. Üçüncüsü, diğer bankalar
tarafından KOBİ’lere verilen kredilerin faiz oranları Halk Bankası faiz
oranlarından yüksektir, çünkü sübvansiyonludur.
Fon yöneticileri şu anda sağladıkları garanti hizmetlerine olan talebin
seviyesinden memnun değildir. Yöneticiler, düşük talep düzeyinin, Türk
ekonomisinin Nisan 1994’ten beri içinde bulunduğu ciddi ekonomik
koşullardan kaynaklandığına inanmaktadırlar128.
b. Çalışma Sermayesi
ve
Mikro İşletmelere Yönelik Yeni
Finansman Teknikleri
Çalışma ya da başlangıç sermayesi (start-up capital) mikro işletmede
süreci başlatan en önemli olgudur. Bu kavram bu nedenle Türkiye İsrafı
Önleme Vakfı tarafından “Can Suyu” olarak adlandırılmıştır. Bunun en önemli
nedeni başlangıç sermayesinin mikro işletme yaşam eğrisinin başlatıcısı
olmasıdır. Bu başlangıçtan sonra sürecin işlemesini sağlayacak farklı
finansman teknikleri uygulanabilecektir. Dolayısıyla çalışma sermayesinin
istihdam üzerindeki etkisi oldukça önemlidir.
(1) Çalışma Sermayesi ve Çalışma Sermayesinin İstihdam
Üzerindeki etkisi
İşletmelerin varlıklara ve alacaklara bağlayacakları fonların kullanım
yerleri işletmenin özelliklerine göre değişir. Bu varlıkların türü ve miktarı,
belirli bir işletmenin ürettiği mallara, teknik gereklere ve yöneticilerin değer
yargılarına göre değişir. Amaç işletmenin piyasa değerini artırmaktır.
128
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de Kadınlara Ait
Girişimlerin Desteklenmesi”, Ankara, 2000
273
Bu varlıkları esas olarak ikiye ayırırız. (i) Dönen varlıklar, (ii) Duran
varlıklar. Bu ayrıma esas teşkil eden husus, varlığa bağlanan finansal
kaynağın bağlanma süresidir.
(i) Dönen Varlıklar: Bir çalışma dönemi içerisinde (genellikle bir yıl) en
az bir kere nakit haline dönüşen veya nakit olarak tutulan varlıklardır.
(ii) Duran Varlıklar: İşletmede bir yıldan uzun süre kullanılmak
amacıyla, işletmeye kazandırılan varlıklardır. Bunlara yatırılan fonlar uzun
dönemde azar azar serbest kalır. Örnek; makine ve teçhizat. Fonlar her yıl
ayrılan amortismanlar yoluyla serbest kalırlar.
Çalışma sermayesini oluşturan unsurlar dönen varlıklar dediğimiz
kalemlerdir. Bunların başlıcaları ise şunlardır.
 Nakit (Kasa ve bankadaki paralar)
 Serbest Menkul Kıymetler:Her an pazarlanabilir menkul kıymetler
(hisse senetleri ve tahviller)
 Kısa vadeli alacaklar (Alacak senetleri, müşteriler)
 Stoklar
 Peşin ödenmiş giderler
Ancak yeni kurulan bir işletmede, başlangıç işletme sermayesi içinde
menkul kıymetler ve peşin ödenmiş giderler yer almaz.
Netice olarak ifade etmek gerekirse sabit yatırımların meydana
getirdiği tesislerin hammadde, enerji, insangücü vb. harcamalarla üretime
geçmesi ve ürettiği mamulün satılarak tekrar işletme gücü olarak işletmeye
dönüşüne kadar geçen süre içindeki harcamalar işletme sermayesini
oluşturmaktadır. Burada tanıtılan işletme sermayesi , daha net ifadeyle
“başlangıç işletme sermayesi”dir.
274
(2) Mikrofinansman Teknikleri
Mikrofinansman genel finansmanın işleyişinden çok farklı değildir.
Sadece mevcut finansman tekniklerinin farklı bir ölçekte uygulanması ve
sosyal
kaygıların
da
dikkate
alınmasını
hedefler.
Bu
çerçevede
mikrofinansman tekniklerini genel teknikler ve mikro leasing olarak ele
alabiliriz.
i. Genel Finansman Teknikleri
Mikrofinansmanda çekirdek sermaye oluşumu için genel finansman
modeli bankacılık kanunu çerçevesinde faaliyet gösteren ticari bankalarca
verilecek olan mikrokredidir. Bu kredinin miktarı, müşteriye ödenme şekli ve
geri dönüş şekli (vade ve miktar itibarıyla) ülkemiz için genel bir konsensüsle
belirlenmeli ve alt ve üst sınırları mikro işletme ölçeğinde olmalıdır. Sınırları
genişletilerek mikro işletme mantığından uzaklaşılması en önemli tehlikedir.
Mikro işletmede kira ve kuruluş giderleri gibi giderler sıfır olmalıdır.
Ülkemizde bir ticari işletmenin kuruluşuyla ilgili giderler yaklaşık 4.000 YTL
civarındadır. Sadece bu giderler açısından bakıldığında mikro ölçekte bir
işletmenin bu giderlerden muaf olması ve üretim yapılacak mekanın kamu
tarafından tahsis edilmesi önemli bir gerekliliktir. Bu çerçevede geri
dönmeyen kredilerin belli ölçekte kamu tarafından finanse edilmesi koşuluyla
mikrokredi 5.000-10.000 YTL sınırlarında olmalıdır. Dolayısıyla mikro
işletmeler için kullanılabilecek en yaygın finansman modeli borçlanmayla
finansman yani mikrokredi olmalıdır.
ii. Mikro Finansal Kiralama (Micro Leasing) ve Mikro Mevduat
(Micro Savings)
Bilindiği
üzere leasing,
bir
kiralama
şirketinin (Leaser)
kiracı
konumundaki şirketin (Leasee) gereksinimlerine uygun bir menkul ya da
gayrimenkul değeri satın alıp bunu belli bir süre için şirketin kullanımına
275
tahsis etmesidir. Mikro işletmelerde kendi hesabına çalışmayı sağlayan araç
gereçler ile makine ve teçhizatın finansal kiralama yoluyla elde edilmesi
dünyada mikro leasing (micro leasing) olarak adlandırılmaktadır. Leasing
işlemini büyük ölçekli yapan ve ticari bankaların birer yan şirketleri olan
leasing
şirketleri
ülkemizde
henüz
mikro
işletmeleri
gündemlerine
almamışlardır. Mikrokredide krediyi veren bankalar açısından en önemli
sorun olan teminat sorunu leasing uygulamasıyla ortadan kalkmaktadır.
Çünkü finansal kiralamaya tabi tutulan araç ve gerecin mülkiyet hakkı borç
ödenene kadar kiralaya verende kalmaktadır. Bu durum aynı zamanda malın
mülkiyetini iktisap etmek amacıyla başlangıçta mikro işletmenin daha istekli
ve verimli çalışmasını sağlamaktadır.
Küçük işletmelerin ekipman edinmek için diğer alternatiflere kıyasla
leasingi tercih etmeleri için birkaç gerekçeyi şöyle ele alabiliriz. Küçük
işletmeler leasing yoluyla makine ve teçhizata harcayacakları kendi
kaynaklarını ellerinde tutarak nakit akışlarını geliştirirler. Çünkü birçok işletme
karlı olup olmamalarının dışında nakit ihtiyacıyla ilgili yetersizlikler nedeniyle
batmaktadır.
Firma satın almalarla ilgili olarak yeterli özkaynağa sahip değilse satın
almalarını leasing yoluyla yaparak özkaynak dengesinin bozulmamasını
sağlar. Leasingin klasik garanti sisteminden farklı olarak avantajı malın kiraya
verende kalmasıdır. Kaldı ki malların sigortalı olmuş olması ayrıca bir
garantiyi ifade eder.
Leasing makina teçhizat finansmanının en yüksek esneklikteki
formudur. Çünkü leasing de finansör klasik finansörden farklı olarak borç
alanın ödeme gücünü değil sektördeki saygınlığını yeterli görmek imkanına
sahiptir. Leasingde otofinansman makinanın ekonomik ömrüyle paralel
olduğundan makinanın üreticisi açısından da büyük avantaj sağlar. Ekonomik
ömrü ve beraberinde borcu biten makinanın kullanılmaya devam edilmesiyle
elde edilen kar ekstra bir kardır. Çünkü asıl kar borcun ya da makinanın
ekonomik ömrü süresince kullanılmasından elde edilen kardır.
276
Ülkemizde leasing uygulaması yaygınlıkla kullanılmasına rağmen
mikro işletme ölçeğinde yeterince tanıtılamamıştır. Daha önce önemli bir
sorun olan katma değer vergisinin iş makinalarında yüzde bir seviyesine
düşürülmesi önemli bir katkı sağlamışsa da ülkemizin teknolojik zayıflığı
nedeniyle bu makinaların yurt dışından getirilmesi finansal kiralamanın da
yabancı para üzerinden yapılması sık sık devalüasyon riski taşıyan
ülkemizde borç alanların aynı zamanda kur riski almalarına da neden olmuş
ve bu nedenle üretim açısından önemli olan bu güçlü finansal enstrüman
yeterince kullandırılamamıştır.
B. Başarılı Mikro Girişimlerin Büyüyerek ya da Birleşerek
KOBİ’leşmesi
Kurulacak olan mikro işletmelerden belirli bir büyüklüğe erişenler doğal
olarak büyüklükleri açısından mikro işletme tanımından çıkıp KOBİ statüsüne
kavuşacaklardır. Yeni KOBİ’leşen bu işletmelere derhal KOBİ’lere verilen tüm
destekler verilerek uyum sorunları çözülmelidir. Ancak kendiliğinden
KOBİ’leşemeyen
ve
faaliyet
alanları
ve
işleyiş
şekilleri
itibarıyla
KOBİ’leşmeye uygun olanların yapay müdahale ile birleştirilmeleri ve
KOBİ’leşmeleri sağlanabilir.
Gerek işgücü piyasasında gerekse sermaye
piyasasında bu birleşmelere olanak tanıyan ve ortaya çıkan yeni birleşimleri
destekleyen her türlü yenilikçi mevzuat ve kurumlaşma ortaya konulmalıdır.
Bu durum Türkiye ekonomisinde yeni ve doğal girişimci tabanın ortaya
çıkmasını sermaye birikiminin gerçekleşmesini sağlayacaktır.
277
C. Türkiye Mikrokredi Modelinin İşleyişi
Çalışmamızdaki Türkiye Mikrokredi Modelinin esası, kredinin ticaret
bankaları tarafından tahsis edilmesine dayanır. Yoksul ya da işsizlere yönelik
ayrı bir özel finansman yapılanması içine girmenin ülkemiz bankacılığının
geldiği yer itibariyle yararı ve gereği olmayacaktır. Yoksul/İşsiz Mikrokredi
müşterisinin il ya da ilçe mikrokredi merkezine başvurması ile başlayacak
olan süreç aşağıdaki akış şemasında da görüldüğü üzere kredinin ticaret
bankasının ilgili şubesinin tahsisi ile sona erecektir.
Teknik Destek
Teknik Destek
DPT
BDDK
(Ulusal Ajans
ve TDA)
V
E
R
i
V
E
R
i
KGF
SYDTF ile Ortak Garantörlük
V
E
R
i
İl/İlçe Mikro Kredi Merkezi
Başvuru
Veri
Mikro Kredi
Müşterisi
K
R
E
D
i
B
A
Ş
V
U
R
U
Mülki İdare
(SYDTF)
Belediye
Mesleki
Eğitim
V
E
R
i
V
E
R
i
KOSGEB
Banka Şubesi
Şube
Mikro Kredi
Departmanı
Banka
Genel Müdürlüğü
İş-Kur
Veri ve İstihbarat Akışı
278
Modelimizin işleyiş sürecine katkıda bulunacak olan birincil ve ikincil
talep cephesi ile yine birincil ve ikincil talep cephesi arasındaki ilişki, finansal
danışma cephesi ile sosyal danışma cephesinin de desteği ile gerçekleştirilir.
Kredi tahsisinden sonra bu ilişki kredi geri dönüşleri ile mikro işletmelerin
büyüme, birleşme ya da tasfiye devir sürecinde de devam eder. Mikrokredi
arz-talep cephelerinin harekete geçirilmesi ve koordinasyonu devlet eliyle ve
il/ilçe mikrokredi merkezi aracılığıyla gerçekleştirilecektir. Bu anlamda sağlıklı
veri akışı ve depolaması modelimiz açısından oldukça önemlidir.
Birincil Arz Cephesi
-Ticaret Bankaları
-Özel Finans Kurumları
-Gönüllü Donörler
-Devlet Garantörlüğü
İkincil Arz Cephesi
-Esnaf Birlik ve
Kooperatifleri
-Tarım Kredi Kooperatifleri
-KOSGEB
-KOBİ A.Ş
-KGF
Finansal Danışma Cephesi
-SPK
-BDDK
-TBB
Birincil Talep Cephesi
Bilgi (İşlem) Merkezi
-İşsiz ve/veya yoksul
ancak
mesleklendirilmiş
Kadınlar, gençler ve
sakatlar
İkincil Talep Cephesi
-Tüm meslek sahibi
mikro girişimciler
Sosyal Danışma Cephesi
-İŞKUR
-TOG
-TİSVA
-TDGBP
-T.C Başbakanlık Kad. St.
ve Sor. Gn. Md.
-KEDV (Maya Mikrokredi)
279
Mikroişletmelerin ihtiyaç duyduğu başlangıç sermayesi, çalışma
sermayesi ve büyüme-gelişme sermayesini oluşturacak fon kaynaklarına
ilişkin işleyiş; şekil 6’da yer aldığı gibi farklı kaynakların birikimiyle
gerçekleşecektir. Bu nedenle ülkemizde Kobi-Borsa çalışmasına benzer bir
risk sermayesi yaklaşımına ihtiyaç vardır.
Mikro İşletmelere
İşletmelere Yö
Yönelik Baş
Başlangı
langıç Sermayesi
ya da Çekirdek Sermaye
(Start(Start-Up Capital)
Capital)
Ticari Bankalar
+
Devlet Garantö
Garantörlü
rlüğü
Mikro İşletmelere
ma Sermayesi
İşletmelere Yö
Yönelik Çalış
alışma
Ticari Bankalar
+
Otofinansman
Mikro İşletmelere
İşletmelere Yö
Yönelik Bü
Büyüme – Geliş
Gelişme
Sermayesi
RSmı
RS-Mİ Yaklaşı
Yaklaşım
+
Ticari Bankalar
+
Otofinansman
Şekil 6: Mikro İşletme Fon Kaynakları
280
SONUÇ
Gelecekte üretimin ençoklaştırılması amacıyla her yıl artan oranlarla
doğal sermaye tüketimi, petrol vb. fosil kaynaklardan oksijene kadar herşeyin
bu amaca
feda edilmesi, refah, düzen, değer ve üretim kavramlarının
yeniden tanımlanma ihtiyacı üretim ve çalışmaya ilişkin paradigmaların
yeniden sorgulanması ihtimali mikrokredi benzeri uygulamaları önemli hale
getirecek ve çalışma bu yolla ekonomik olmaktan çok kültürel bir olgu olarak
ortaya
çıkacaktır.
Refah,
sayısal
değil
sosyal
anlamda
tanımlanıp
algılandıktan sonra sembol ekonomisi ya da manipülasyona dayalı ekonomi
yerini “yeni ekonomi” ye bırakacaktır. Yeni ekonomide vazgeçilemez en
önemli iki kriter çevre ve insan olacaktır. İnsanlar; devlet, fabrika vb. büyük
organizasyonlarda istihdam edilmek yerine kendilerine uygun istihdam
biçimlerine
ilişkin
arayışlara
yöneleceklerdir.
Çok
kazanmak
kadar;
çalışmanın mahiyeti, boş zaman, sosyal aktivite, kendini gerçekleştirme ve
ifade etme gibi olanaklar işi daha cazip kılacaktır.
Küçük ya da mikro işletmeler aracılığıyla üretim devleti iş kapısı
olmaktan çıkaracak, eğitimli ve/veya meslek sahibi insanları küçük veya
mikro
işletmeler
kurmaya
yöneltecektir. Böylece,
manipülasyonlardan
arındırılmış ve güvenin tesis edildiği piyasalarda insanlar başkaları tarafından
istihdam edilmek yerine heba olan fiziksel ve zihinsel enerjilerini, kuracakları
küçük ya da mikro işletmeler aracılığıyla üretime kanalize edeceklerdir.
Ticaret bankalarının piyasadaki yoğun faaliyetleri bu arayışların hem
tetikleyicisi hem de çözümü olacaktır. Bankalar bu yolla daralan Pazar
sorununu da çözeceklerdir.
Tezimizde; yoksulluğun, işsizliğin tetikleyicisi ya da bir başka ifade ile
işsizliğin yoksulluğun yansıması olduğu, kapitalist sistem içerisinde yaratılmış
olan düzen ve refah anlayışının mevcut algılayışıyla işsizliğin sona ermesine
hizmet edemediği, bunun nedeninin ise sermayenin işsiz ve yoksul kesimden
sermaye piyasasının da işgücü piyasasından uzaklaşması olduğu, ülkemizde
281
sermayenin demokratikleştirilerek yeni girişimci sınıfın mikro işletmeler
aracılığıyla tabandan çıkarılması gerektiği, bankacılık sektörünün yeni bir
anlayışla işsiz kesimi portföyüne katarak bu kesimin kendi hesabına çalışma
(self employment) yoluyla direkt olarak istihdama katılmasına destek olması
gerektiği, müteşebbis, emek ve sermaye kavramlarının klasik sosyalist ya da
kapitalist anlayıştakine benzer bir tasnife tabi tutulmayıp bu üç unsurun iç içe
geçtiği yeni üretim tarzı olan mikro işletmelerle hem işgücü piyasasının hem
de sermaye piyasasının ulusal kalkınmaya daha çok hizmet eder hale
geleceği savunulmuştur.
Piyasa sisteminde sermaye piyasasının önemli bir çıkmazı vardır ve
bu çıkmaz özellikle gelişmiş ülkelerde başlayan ekonomik krizlerin ve bu
krizlerin diğer ülkelere bulaşmasının asıl nedenidir. Şöyle ki; gelişmiş
piyasalarda sermaye piyasası reel ekonomik faaliyetin ortaya çıkardığı
varlıklar üzerine çıkarılmış sermaye piyasası araçlarının giderek çoğaltılması
ve esasına dayandığı varlıktan uzaklaşması sonucunda giderek herhangi bir
reel değeri temsil etmeyen varlıklar ortaya çıkmaktadır. Menkul değerle
temsil ettiği reel kıymet arasındaki ilişki bulanıklaşmaktadır. Bir diğer ifade ile
sermaye piyasası fiktif bir şişkinliğe sahip olmaktadır. Bu durum başlangıçta
derinliğin artması ve spekülatif faaliyetlerin zorlaşması açısından faydalı
görünmekte ise de ekonomi hamiline yazılmış nominal kağıtlardan oluşan
sanal bir ekonomiye dönüşmektedir. Ortaya reel değil sembol bir faaliyet
çıkmakta ve kaydi faaliyet ekonomideki daralma nedeniyle taahhütlerin yerine
getirilememesine neden olan gelişmelerin ortaya çıkmasından itibaren
tamamen psikolojik etkiyle ve hızla büzüşmeye başlamaktadır. Çünkü
sermaye piyasası karşılıksız olarak şişkinleşmiştir. Bu durum gelişmekte olan
ülkelere hızla ve şu yollarla yayılır: gelişmiş ülke yatırımcıları daralan
kaynaklarını ikame
etmek
amacıyla
gelişmekte
olan
ekonomilerdeki
yatırımlarını azaltır veya geri çeker, uluslararası krediler (sendikasyon ve
sekuritizasyon kredileri) pahalı hale gelir, gelişmiş ülke yatırımcılarının
arbitraj ve Cary Trade işlemleriyle gelişmekte olan ülkelerde para kazanma
iştahı azalır, gelişmekte olan ülke yatırımcılarının gelişmiş ülkelerdeki menkul
282
kıymetlerinin değeri düşer. Kısaca ekonomi önce gelişmiş piyasalarda
(developed market) aslına rücu etmeye başlar ve bu etki uluslararası finans
ilişkileriyle gelişmekte olan piyasalara (emergency market) bulaşır. Bu durum
piyasa ekonomisinde kaçınılmazdır. Ancak önemli bir zorunluluğu ortaya
çıkarır. Sermaye piyasasının büyüklüğü ile reel piyasanın (mal piyasası ve
işgücü piyasası) büyüklüğü arasında bir ilişki olmak durumundadır. Bir diğer
ifade ile bir ulusal ekonomide kredi ve menkul kıymetlerden oluşan
büyüklüğün reel sektörün büyüklüğüne oranı krizlerin kolay aşılabilmesinde
belirleyici olmaktadır.
Gerek bankalar, gerek kamusal birlik ve kooperatifler gerekse STK’lar
bünyesinde mikrokredilere yönelik uygulamaya destek sağlayacak altyapı
çalışmaları varolmasına rağmen koordinasyon eksikliği ve mikro girişimci
yetersizliği nedeniyle daha kapsamlı ve geniş bir mikrokredi uygulamasından
bahsetmek mümkün olamamaktadır. Ülkemizde gelişmenin dinamiği üretim,
üretimin dinamiği girişim, girişimin dinamiği ise enformel sektör ve işsizlerdir.
Bu kesimin üretime sevk edilmesi ise ancak başarılı bir mikro işletme ve
mikrokredi politikasıyla mümkün olabilir. Dolayısıyla “büyük sanayi hamlesi”
gibi hedefler yerine çok sayıda mikro girişimle hem sermaye birikimi
sağlamak hem de işsizliği azaltmak ve bu çift yönlü gelişimden ekstra bir
sinerji elde etmek mümkündür. Büyük işletme yönetiminin rantabilite ve
etkinlik arayışının işsizliği artırıcı etkisi küçük işletmelerle aşılabilir. Çünkü
mikro işletmelerde müteşebbis, emek ve sermaye iç içe geçmiştir.
Schumacher Küçük Güzeldir adlı çalışmasında; Teknolojinin biçim
vermekte olduğu üretim tarzı hastalıklı ise ve sonuçları insanlık dışı hale
geliyorsa sistemin kendisinden önce teknolojinin kendisine bakıp insan yüzlü
bir teknoloji arayışına yönelmek gerekir. Bu anlamda en büyük sermaye
eğitimdir. Bu eğitim kuşkusuz sadece üretimin ençoklaştırılmasına yönelik
değil sağlıklı bir yaşamla iç içe geçmiş üretim biçimine yönelik olmalıdır.
Çünkü teknoloji kendi yasaları gereği kendi kendini engellemeye müsait
değildir demektedir.
283
Ülkemizde 1999 ve 2000 yıllarında yaşanan krizden serbest kura
dayalı enflasyon hedeflemesi programı ve IMF kaynaklı yapısal reformlarla
çıkılmaya çalışılmıştır. Oysa krizden çıkış büyük ölçüde psikolojik olarak dibe
vuran yapının çıkış arayışı ve bu arayışın karşılanması ile ortaya çıkmış
ancak önemli sorunları gideremediği gibi kalıcı ya da uzun vadeli
olamamıştır. 1999 – 2001 döneminde durmuş olan inşaat sektörü hızlı bir
patlamayla harekete geçti. Çünkü faizler enflasyona kıyasla yüksek tutularak
TL’ye değer kazandırıldı. Aynı zamanda yurtdışındaki likidite bolluğu ve risk
iştahı bankalara ciddi ölçüde fon aktarılmasını sağladı. Sıcak para o güne
kadar bekleyen reel sektör faaliyetlerini (özellikle inşaat) ve tüketimi harekete
geçirdi. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu hareketlenme; inşaat
sektöründe patlama, ihracat artışı ve az da olsa imalat sanayi artışıyla
oluşmuş ve sistemli bir reel sektör üretimine dayanmamıştır. Bu politika; daha
sonra (2007 ve sonrası) uluslararası likidite iştahının azalması dolayısıyla
uluslararası sermayenin tüketimi ve inşaatı finanse etme isteğinin ortadan
kalkması nedeniyle tıkanmıştır. YTL’ye ihtiyacı olan bankalar piyasayı
fonlamakta tereddütlü davranmaya başlamışlardır. Çünkü diğer yandan
TCMB enflasyon hedeflemesi nedeniyle YTL’yi azaltmıştır.
Böylece 2002 – 2007 döneminde bir ölçüde başarılı olan dalgalı kur
destekli enflasyon hedeflemesi politikası bu kez büyümenin önündeki en
büyük engel haline gelmiştir. Üstelik 2002 – 2007 döneminde toplamda %
35’lik büyümeden iş gücü piyasası nasibini zaten alamamıştır. Yaşanan bu
tıkanma sıcak para ile fonlamanın doğal ve bilinen bir sonucudur.
Uluslararası sermayenin risk iştahının yüksek olduğu dönemde ülkemizin
özelleştirme gelirlerini artırma iştahı da yüksek olmuş ve bu iki durum
örtüşerek özelleştirme gelirlerini artırmıştır. Bu duruma iç ve dış borçlanma
da eklendiğinde geleceğin teminat olarak verilmesiyle bugünden refah satın
ama sisteminde, refahın sürekliliğinin sağlanmasının mümkün ya da kalıcı
olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim 2002 – 2007’deki % 35’lik büyümenin
istihdama hiç etki etmemesi ve işsizliğin aynı seviyede kalması göreli refah
dönemlerinin kalıcı yapısal reformlar için ciddi fırsatlar olduğu ve önlem
284
alınmadığında ise sıcak para etkisiyle (belli miktarda yabancı yatırımın ülkeyi
terk etme kararı vermesiyle) büyük hüsrana yol açacağı bilinmelidir. Nitekim
bir aile babasının evini satıp bir yıl içinde ailesine çok görkemli bir hayat
yaşatması gülünç bir durumdur. Ancak bu babanın söz konusu bir yıllık süre
içinde aile ekonomisiyle ilgili ciddi açılımlar yaratması bu gülünçlüğü belli
ölçüde hafifletebilir. Dolayısıyla 2002 – 2007’deki büyümenin yapay bir
büyümeye dönüşmemesi için ciddi makro ekonomik politikalarla desteklenmiş
olması gerekirdi. Sonuç belli ölçüde daha iyi olabilirdi. Dolayısıyla ülkemiz
ekonomisinin 2007 yılından itibaren girdiği tıkanma söylenegeldiği gibi dışsal
değildir. Borç, avans ve malvarlığı satışı ile sağlanan yapay refah doğası
gereği tıkanmıştır. Ekonominin nefes alma dönemi ciddi bir tedavi ile
desteklenememiştir. Bundan en büyük zararı ülkemiz işgücü piyasası
görmüştür.
Ekonomide asıl sorununun üretim sorunu olarak algılanması bir
yanılgıdır. Her yıl artan oranlarla üretim ve ne pahasına olursa olsun üretimin
ençoklaştırılması, bu çerçevede emek ve işletme sermayesi açısından
konunun değerlendirilmesi ve değer kavramının nihai ürüne harcanmış olan
sermaye ve emek ile ölçülmesi bu uğurda her yıl artan oranlarla doğal
sermaye tüketimi, fosil kaynaklardan oksijene kadar her şeyin hızla üretimin
ençoklaştırılmasına feda edilmesi düzen, değer ve üretim kavramlarının
yeniden ele alınmasına ciddi ölçüde ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Doğal sermaye kaynaklarının hızla eritilmesi ve onların yeniden üretilememe
gerçeği çağdaş insanın ekonomideki tüm sorunlara farklı bir bakış açısıyla
bakmasını zorunlu kılmaktadır. Üretimin hangi hızla artırıldığından ziyade;
hangi doğal sermayeyi ne ölçüde tüketme karşılığında elde edildiği, nasıl
bölüşüldüğü, ne ölçüde refaha (aynı zamanda mutluluğa) dönüştüğü giderek
daha önemli olmaktadır.
Kendi Hesabına Çalışma (Self Employment) İşsizliği Önler mi? Kendi
hesabına çalışmanın (Self Employment) işsizliği (Unemployment) azaltması
ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda; İşsizlerin yetersiz finansal hizmet
285
almaları durumunun, işsizlerin ve işsizliğin kredi kısıtlamalarının kaldırılıp
kredilerin kuvvetlendirilmesi üzerinde etkisinin olduğu ortaya çıkmıştır. Yani
yüksek işsizlik kredi kanallarının açılmasına etki etmektedir. İşsizlik aynı
zamanda kredi kısıtlamalarının tamamen dışında girişim başlangıcı üzerinde
çeşitli etkilere sahiptir. Şöyle ki; yüksek işsizlik bağımlı bir işte çalışarak
kazanma ümidini azaltmakta ve bu yönüyle kendi hesabına çalışmayı
zorlaması nedeniyle pozitif bir etki yaratmaktadır. Bir diğer ifadeyle yüksek
işsizlik kendi hesabına çalışma dürtüsünü artırır. Pekiyi aynı şekilde kendi
hesabına çalışma işsizliği azaltıcı etkiye sahip midir?
Burada negatif bir
etken girişimciliğin yüksek işsizlik üzerindeki etkisini azaltmaktadır. O da,
yüksek işsizliğin yaşandığı ortamlarda kendi hesabına çalışma sonucundaki
başarıya ilişkin beklentilerin azalması suretiyle ortaya çıkan negatif
etkenlerdir. Bu nedenlerle işsizliğin girişim başlangıcı üzerindeki net etkisi
belirsizdir. ( Daniela Glocker, Viktor Steiner, Self-Employment – A Way to
End Unemployment?, Impressum, Berlin, 2007, s.8 vd ) Hatta bu nedenle;
yüksek işsizlik, kredi kanalının genişletilmesinin aksine daraltılması şeklindeki
uygulamaları da (yüksek risk düşük teminat nedeniyle) beraberinde
getirebilmektedir. Oysa ki girişim duygusunun temel tahrik edici ve eyleme
geçirici unsuru yeterli kaynağa ulaşılıp ulaşılamayacağı ve faaliyet süresince
yeterli finansal hizmet alarak muhtemel tıkanıklıkların aşılıp aşılamayacağı ile
yakından
ilişkilidir.
Ancak
mevcut
uygulamalar
bu
gerçeğe
göre
yapılanmadığından bugüne kadar ki pratik olgu karşısında çok net olarak
kendi hesabına çalışma ile işsizlik arasındaki ilişkinin belirsiz olduğunu
söyleyebiliriz.
2000 yılı’ndan önce OECD ülkeleri bazında yapılan araştırmalar
işsizlik ve kendi hesabına çalışma arasında pozitif bir ilişkinin olduğunu ileri
sürüyordu. Ancak bu ilişkinin göreceli olduğu işsizlerin yaş, eğitim, cinsiyet ve
etnik yapı bazında değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkıyordu. Kendi
hesabına çalışan küçük ve mikro işletmelerin uzun yıllara yaygın yaşam
eğrilerinin (life cycle) tespiti ve işsizliğe ilişkin verilerle karşılaştırılması
ilerleyen yıllarda daha sağlıklı verilerin ortaya konulmasını sağlayacaktır.
286
Bankacılık sisteminin sosyal politikalar karşısındaki pozisyonuna ilişkin
ampirik çalışmaların yetersizliği bu konudaki en önemli engeldir.
Ancak OECD ülkelerinde küçük işletme girişimleri işsizliğin azaltılması
açısından oldukça önemsemektedir. Kolay borçlanabilme, girişim özgürlüğü
ve nispi refah düzeyi yüksekliği gibi faktörlerin yüksek işsizlik oranlarına
müsaade etmemesi (özellikle Akdeniz ülkelerinde) aradaki ilişkiyi deneysel
olarak kanıtlamaya ve bilimsel bir veri haline getirmeye yetmemektedir.
Bir başka görüşe göre kendi hesabına çalışmanın işsizliği azaltıcı
rolüyle ilgili olarak hem pozitif hem de negatif kanaatler var. (D.B. Audretsch,
M.A. Carree, A.J. van Stel, A.R. Thurik, Does Self-Employment Reduce
Unemployment, Eim Business&Police Research, Zoetermeer, 2005) Çünkü
işsizlikteki değişimler kendi hesabına çalışma (Self Employment) üzerinde
net bir pozitif etkiye sahiptir. Aynı zamanda kendi hesabına çalışma
oranındaki değişimlerde işsizlik oranı üzerinde negatif etkiye sahiptir.Bu
negatif etki birinci etkiden daha güçlüdür. Her iki süreç de dinamik süreçler
olduğundan aradaki korelasyona ilişkin net ifadeler ortaya koymak mümkün
değildir.
Kendi hesabına çalışmanın işsizlik üzerindeki etkisini ampirik olarak
kanıtlama olanağı mevcut değil iken, kendi hesabına çalışmayı teşvik etmeye
dönük bir alt uygulama olarak mikrokredi ile işsizlik arasında olumlu ve
kanıtlanmış
bir ilişkiden
girişimciliğin
artırılması
söz
ve
etmek
sermaye
mümkün
birikiminin
olamayacaktır.
Ancak
sağlanmasında
risk
sermayesinin (capital venture) olumlu etkisini göz ardı etmek mümkün
değildir. Bu kapsamda sermaye birikiminin işgücü talebini artırması beklenir.
Dolayısıyla Sanayi Devrimi’ni yaşamamış ülkelerde sermaye birikiminin mikro
işletmelere mikrokredi verilmesi yoluyla sağlanabileceği ve bu yolla hem
doğrudan hem de dolaylı olarak işsizliğin azaltılabileceğine kuşku yoktur. Bu
tarz mikro girişimlerde verilen finansal hizmetlerin sürdürülebilirliğinin
sağlanması ve bunun sonucunda da başarılı mikro girişimlerin ve mikro
287
girişimlerin birleşiminden oluşan daha güçlü yapıların ortaya çıkarılması
sonuçta geometrik olarak artan bir başarıyı getirecektir. Bu durum aynı
zamanda atipik çalışma modellerinin daha da yaygınlaşmasına ve kendi
hesabına çalışanların sosyal güvenliğinde de yeni açılımlara zemin
hazırlayacaktır.
Diğer önemli bir husus ise işsizliğin kaynağı ve sonucu olan
yoksulluktur. Mikrokredi zenginliğin yaygınlaştırılması ya da yoksulluğun
azaltılması anlamında işsizlik açısından başarılıdır. Çünkü yoksulluğun
neden ve sonuçlarına ilişkin yapay yaklaşımlar sorumluluktan kaçabilmek
amacıyla ortaya atılmıştır. Özellikle sistem ya da sınıfsal sömürüyü merkeze
alan yaklaşımlar buna örnek verilebilir. Tarih boyunca özellikle teknik alanda
ciddi gelişmeler kaydeden insanoğlu, insanlığın en temel sorunlarından biri
olan işsizlik konusunda yeterli ve samimi olarak kafa yormamıştır. Oysa
işsizlik ve yoksulluk bir çok sosyal ve siyasal çalkantının tetikleyicisi olmuştur.
Tarihsel
anlamda
yoksulluğun
yeterince
ilgilenilen
bir
alan
olmamasının nedeni yoksulluğun neden ve sonuçlarına ilişkin yeterli
araştırmanın yapılmamış olmasıdır. (John Kenneth, Galbraith; The Nature Of
Mass Poverty, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts and
London, England 1979) Yoksulluğun iki biçimi var; Birincisi bazı toplumların
belli bir azınlığını bazı durumlarda etkileyen yoksulluk. İkincisi tüm kesimleri
etkileyen ancak diğer bazı toplumları daha az etkileyen yoksulluk. Birincisinin
nedenleri; bireysel, ailesel ya da toplum baskısıdır. Genetik, çevresel, ırki,
eğitim vb. nedenlere dayanabilir. İlgi alanımız bu yoksulluk türü değil. İlgi
alanımıza giren yoksulluk çoğunlukla hemen hemen herkesin yoksul olduğu
kırsal kesimlerde görülen, servet ya da zenginliğin istisnai bir şans olduğu
yoksulluktur. Bu kitlesel yoksulluk türünün yukarıda ifade ettiğimiz durumsal
yoksulluk türünden daha az araştırılmış olması ilginç bir çelişkidir. Bu tarz
kitlesel yoksulluğun anlatımı, nedenleri ve sonuçları geçerliliklerinden ziyade
kolaylıklarından dolayı tercih edilmişlerdir. Çünkü hiç kimse yaptığı bilimsel
288
çalışmalarda kendini riske etmek istememiştir. Oysa yaptıkları çalışmaların
sonuçları ya pratik sonuçlarla çelişmiş ya da kafaları karıştırmıştır.
En genel olanlarından biri, kitlesel yoksulluğun her düzeyde ele alınan
sofistike nedenlerinden birini Allah vergisi fiziki koşullar olarak gören
anlayıştır. Buna göre toplumlar hatta ülkeler “doğal yoksul” dur. Toprak
çoraktır
ya
da
erozyona
uğramıştır
ya
da
yetersizdir.
Mineraller,
hidrokarbonlar, diğer kaynaklar vs. yetersizdir. Bu yetersizlikle mücadele ya
da
bu
çevresel
koşullara
başkaldırının
sonucu
ise
herkesin
yoksullaşmasından başka sonuç doğurmaz. Oysa toprak ve diğer tabii
olanakları yetersiz olan Japonya’nın zenginliği bu görüşle uyuşmamaktadır.
Aynı şekilde Tayvan ve Singapur’da da aynı durum sözkonusudur. Petrol
açısından zengin olan İran ve Suudi Arabistan’ın zenginlik açısından bu
ülkelerle boy ölçüşememesi’de ayrı bir çelişkidir.
Yoksulluğa dair diğer bir genel anlatım ise yoksulluğun nedenini
hükümet etme biçiminde ya da ekonomik sistemde arar. Allah vergisi
kaynakların azlığından kaynaklanan rastlantısal olmasına rağmen hükümet
ya da sistemden kaynaklanan yoksulluk rastlantısal olmayıp bürokrasinin ve
kapitalistlerin hırslarından kaynaklanmaktadır. Bu yoksulluk süreklidir. Çünkü
herşey
güç
sahiplerinin
lehine
yürümektedir.
Komünizmin
temel
varsayımlarından biri olan bu iddia’da pratik yaşam ile örtüşmemiştir. Nitekim;
Hong Kong, Singapur ve Tayvan komünist Çin’e nazaran daha büyük
gelişmeler göstermiştir. (John Kenneth, Galbraith; The Nature Of Mass
Poverty, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts and London,
England 1979)
İşsizlikle mücadelede temel çözüm yeterli sermaye birikimi ve bu
amaca hizmet edecek olan tasarruf eğilimi olmasına rağmen işsizlik konusu
salt emek arz ve talebine bağlı olarak ele alınmıştır. Sermaye birikimi emek
talebini ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla sermaye arz ve talebi de en az emek
arz ve talebi kadar dikkate değer bir konudur. Dolayısıyla işsizlikle ilgili
politikalarda sermaye arzı ve dolayısıyla emek talebini ortaya çıkaracak olan
289
risk sermayesi olgusu kendi hesabına çalışmayı düşünenler açısından bir kez
daha ele alınmalıdır. Mikro kredi mikro işletmelere yönelik finansman
uygulamalarından en ideal olanıdır.
İşsizlik hastalığının nedenleri ve çözümlerine ilişkin değerlendirmelerin
tümünde makro ekonomik politikaların (Büyüme, gelir dağılımı, sermaye
birikimi, sanayileşme vs.) yetersizliği ele alınmakta ve çözüm olarak da kamu
otoritesinin bu politikaları uygulamadaki biçiminin şu veya bu şekilde
değiştirilmesi önerilmektedir. Oysa Mikro Kredi Uygulaması ekonomik bir
hastalık olan işsizliğin çözümünde problemin bizzat sujesi olan işsizleri
harekete geçirmeyi ve işsizlerin istihdamını sağlayacak sermaye birikimini
beklemek yerine sermayenin bizzat çekirdek sermaye şeklinde küçük
parçalara bölünüp tabana yaygın biçimde işsizleri harekete geçirecek bir
kıvılcım olarak algılanmasını önermektedir. Mikro kredide ulusal sermaye,
tüketilmek üzere değil tekrar ekonomiye katılmak üzere ve tabana yaygın
biçimde farklı bir kesime (işsiz ve yoksullara) transfer edilmektedir. Üstelik az
miktardaki bir transfer çok sayıda işsize hareket kazandıracaktır. Daha da
önemlisi transfer edilen bu sermayeden amacına ulaşmayanlarının akibeti ve
eğer sermaye heba edilmişse nasıl heba edildiği çok daha kolay anlaşılacak
ve bunun için karmaşık bilanço analizlerine girmeye gerek kalmayacaktır.
Tezimize göre Andre Gorz’un da ifadesiyle herşeyin sayılabilir ve
satılabilir olduğu, daha fazlanın daha değerli olduğu, çalışma ve modernliğin
fetişleştirildiği yapı mutluluğun vazgeçilmezi değil tersine mutsuzluğun
kaynağıdır. (Andre Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı
Yayınları, B.2, İstanbul, 2007) Yaşamak için çalışmak (az çalışmak değil
etkin ve düzgün çalışmak), çalışmak için yaşamamak ve iktisadi yapıyı bunun
üzerine kurgulamak gerekir.
Dünya uygarlığının varlığı boyunca sağlayacağı huzurdan hangi nesile
ne kadarını teslim edeceğini şimdiden belirleme hakkımız olmalıdır. Çok
çalışarak bizden sonrakilere eksikliğini hiç hissetmedikleri ve varlığından da
yeterince mutlu olamadıkları bir zenginlik ve modernlik bırakmak ve bunun
290
için hiç durmadan çalışmak hangi takdire mazhar olmayı hedeflemektedir?
Üst üste konulmuş kazanımlarımızın toplamda ve nihayette ne doğuracağını
bilmeksizin çalışmak, mutluluğun tüketime ve çalışmaya bağlı olmaktan
ziyade duygusal, kültürel ve sanatsal alışverişe dayandığını unutmak ve bu
koşuşturma içinde farkında olmadan insan uygarlığının insansı yönünü yok
ederek zaman ormanında kaybolmak ve belki de sonumuzu hazırlamak işten
bile değildir. Çalışma ve hayatın işlevsel bütünleşmesinin ötesindeki arayışlar
çalışmayı hayattan uzaklaştırmakta ve hayat alanının giderek daralmasına
neden olmaktadır. Nitekim zengin toplumların o ölçüde mutlu toplumlar
olmadığı çok açıkça görülmektedir. Dolayısıyla emek ve sermayeyi
birbirinden ayırmayan sermayeyi emek faaliyetinin içinde billurlaştıran bir
üretim biçimine ihtiyaç vardır.
Tam gün bağımlı çalışma, sosyal sermaye açısından negatif etki
yaratabilmekte ve insan yaratıcılığını azaltabilmektedir. Buna karşın sistem
karşısındaki olası karşı duruş riskini de ortadan kaldırdığından sisteme dönük
bazı gizli işlevler de içermektedir. Tutsaklaştıran çalışma yerine özgürleşme
amacına
hizmet
eden
çalışmayı
sağlayacak
felsefik
olgunlaşmanın
sağlanamaması; meselenin gayrıinsani bir kapitalist rekabet nedeniyle de
giderek karmaşıklaşması; insanlar, aileler, firmalar ve ülkeler arasındaki
yarışın toplumu sevgisizleştirmesi yeni bir çalışma ve üretme anlayışına
ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’de İşsizlik ve Yoksulluğu Önlemeye Yönelik Çalışmaların
Maliyetine gelince; Tablo 14’de de görüldüğü üzere ülkemizde 2003 yılı
verileri baz alınarak bir kişiye iş yaratmanın maliyeti ortalama 142.700
YTL’dir. 2006 itibarıyla işsizlik oranı % 9.9 olup bu oran 2008 ortalarına dek
aynı
seyretmiştir.
Yani
2006
yılında
24.776.000
kişilik
işgücünün
2.447.000’inin işsiz olduğu varsayıldığında 2.447.000 x 142.700 YTL’lik bir
yatırıma ihtiyaç olduğu ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle 349.186.900.000
YTL’lik bir yatırım yapılması gerekir. kaldı ki böyle bir yatırım yapılsa bile
bunun istihdam yaratıcı yatırım olma oranının ne olduğu ayrıca önem
291
taşıyacaktır. Dolayısıyla mevcut finansal kaynakların bu yatırımı yapacak
yeni yatırımcılar araması ya da mevcut yatırımcılardan bunu bekleyerek
yatırıma dönük kredilerin verilebilmesi rekabet kriteri açısından da mümkün
olamayacaktır. Çözüm 2.447.000 kişilik işsiz kesimi yeni müşteriler olarak
görüp bir yandan bankacılar için yeni pazar yaratmak diğer yandan işsizliği
önlemeye yönelik reel sektör yatırımlarının bizzat işsizler tarafından
yapılmasını sağlamaktır. Diğer yandan devletin işsizliği azaltmak ya da
mevcut seviyesinde tutmak amacıyla direkt olarak bu amaca hedeflenmiş
kurumlar ve fonlar aracılığıyla yaptığı mutad giderler dikkate alındığında
durumun vehameti daha da iyi anlaşılacaktır. Mikrokredinin alternatif maliyeti
olan sübvansiyonlar ise ayrı ve ciddi bir gider kalemidir. Bir başka ifade ile
devlet işsizliği azaltıcı yatırımları yapamadığı ve yaptıramadığı gibi işsizlik
nedeniyle ciddi bir kamusal harcama yapmaktadır. Devletin işsizliği azaltmak
için yaptığı giderler ile işsizlikten kaynaklanan sübvansiyonlar işsizlere
verilecek mikrokredilere yönelik garantörlük sisteminde kullanıldığında sonuç
çok daha etkin ve yararlı olacaktır. Çünkü devlet işsizlik riskinin belli bir
kısmını ticari bankalar aracılığıyla para ve sermaye piyasasının üzerine atmış
olacaktır. Bu durum sermayenin demokratikleştirilmesi ve finansal antropoloji
yoluyla insanı sermaye piyasasının merkezine taşıyacak ve işgücü piyasasını
rahatlatacaktır.
Ticaret Bankaları açısından orta ve alt gelirli kimselere verilecek olan
kredilerin geri dönmeme riski üst gelir grubuna göre daha azdır. Bir diğer
deyişle risk yönetimi açısından orta ve alt gelir grupları daha az riskli
gruplardır. Dünya mikrokredi uygulamaları ve Türkiye’deki lokal uygulamalar
(TDGBP, Maya mikrokredi vb.) kullandırılan mikrokredilerde geri dönüş
oranlarının % 90 ve üzerinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum devletin
sağlayacağı garantörlüğün maliyetli olmayacağını ortaya koymaktadır.
Türkiye’deki işsizlik sosyo-kültürel açıdan; metropol, varoş ve kırsal
kesimlerde kendine has özellikler taşımaktadır. Bu anlamda işsizler
ulaşılabilir ve segmentlerine ayrılabilir durumdadır. Nitekim gençler (eğitimli-
292
eğitimsiz), kadınlar ve kırsal kesim hane halkı bu sisteme kolay biçimde dahil
edilebilir yapıdadırlar. Bu çerçeveden hareketle ticaret bankaları ile mülki
amirliklerin ekseninde dönecek olan ve ilgili kurum ve kuruluşları da gereği
gibi konumlandıran, devletin nispi garantörlüğünü içeren Türkiye’ye özgü
mikrokredi modeli bir şekil ile ortaya konulmuştur. Ülkemizde devlet yerel
yapılanması bu uygulamanın potansiyel müşterilerinin tespiti, eğitilmesi,
kredilendirilmesi ve işe sevk edilmesi açısından gerekli alt yapıya sahiptir.
Mikrokredi Uygulaması; gerek bireysel girişimciliğin özendirilmesi ve
gerekse işsizliğin özendirilmesi açısından iki yönlü bir uygulamadır. Bu
nedenle Mikrokredi Uygulaması çalışmamızda aktif ve pasif istihdam
politikalarının dışında üçüncü ve bağımsız bir istidam politikası olarak
değerlendirilmektedir.
Bankacılık sektörü toplumsal hedeflere ulaşılmasında daha etkin hale
getirilmeli, yoksul kesimlerin “müşteri” olmaları sağlanmalıdır. Demokratik ve
anayasal sistemler tüm vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğunu kabul
ettiklerinden itibaren banka şubelerinin kapılarından sadece belirli ekonomik
güçteki insanların girmesi kabul edilemez bir durum olur. Devletin yoksul ya
da orta halli kesime borç veren kurumlarının (Esnaf Kefalet Kooperatifleri
Birliği, Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma
Fonu vb.) borç verme anlamındaki girişimlerinin başarısızlığı bu kesimin
borca sadakatsizliğinden değil oluşturulan finansal sistemin yetersizliğinden
ve siyasal manipülasyonlardan kaynaklanmaktadır. Bunun anlaşılabilmesi ve
dolayısıyla borç veren –borç alan anlayışından kredi alan – kredi veren
kültürüne geçiş sağlanacaktır. Devletten hibe mantığıyla borç alan orta ve alt
gelirli
kesimler
bu
yolla
kendilerini
önemsenmiş
saymazken
ticaret
bankalarından alacakları mikrokredilerle “müşteri” haline geldiklerinde
kendilerini
daha
önemsenmiş
sayacak
ve
kredibilitelerinin
önemini
kavrayacaklardır. Bu yolla kredibilitenin kendisi kaybedilmesinden korkulan
bir aktif haline gelecektir. Dolayısıyla kredibilitesi olan işsiz, işsiz değildir.
293
Türkiye ekonomisinde işgücü piyasası ile para ve sermaye piyasası
arasındaki eşgüdümün eksikliğinden kaynaklanan sorunlardan biri de işsizliği
azaltıcı girişim fırsatlarının yetersizliğidir. Bunun kurumsal yansıması; İş-Kur,
SPK/BDDK ve TCMB gibi ulusal ekonominin önemli kurumsal aktörleri
arasıdaki kopukluktur.
Türkiye mikrokredi modelinde kredi koruma ve kredi sigortalama
sisteminin
banka
sigortacılığı
yapan
özel
kuruluşlarca
üstlenilmesi
sağlanmalıdır. Bankalar için yeni bir sistem olan kredi koruma sistemi hem
karlı hem de mikrokredilerde riski azaltıcı bir uygulamadır. Nitekim işsizlik
riskini sigortalama uygulamasına bazı bankalar başlamış bulunmaktadır. Bu
uygulama Türkiye mikrokredi modelinde yaygınlaştırılmalıdır.
Mikro girişimlere, girişim öncesinde ve sonrasında, know-how, eğitim
ve pazarlama
desteği verilmeli, risk sermayesi ve proje desteği ile başarılı
mikro girişimlere birleşme ve kontrollü büyüme aşamalarında bilimsel ve
teknik destek sağlanmalıdır.
Sermaye
piyasasında
mikro
işletmelere
yönelik
enstrüman
oluşturulması ve mikro işletme fonlarıyla mikro işletmelerin ihtiyaç duyduğu
fon ihtiyacının belirli bir kısmı sermaye piyasasından sağlanmalıdır.
Mikrofinans sistemi bireyler, şirketler, gruplar, kurumlar, finansal
kuruluşlar, hükümet, borç verenler ve genel ekonomi açısından önemli
faydalar taşımaktadır. Bireylere ve mikro girişimlere sağladığı en önemli katkı
tasarrufların lokalize olarak ihtiyaç duyulan hane halklarına ulaşmasının
sağlanmasıdır. Kredi alan bireyler zamanla mevduatlarını da o ölçüde
büyüterek mikrofinansman kuruluşları nezdinde itibar kazanırlar. Bankalar ise
daha geniş ve muteber müşteri kesimine ulaşırlar. Kurumlar, organizasyonlar
ve gruplar açısından ise kurumsal tasarrufların lokal seviyedeki marketlere
ulaşmasını ve bu anlamda ekonomik büyüme ve eşitliğe katkı sağlar. Bu
sistem aynı zamanda hükümet ve diğer donörlerin toplumsal moral ve fayda
açısından tatmin olmasını sağlar. Ulusal ekonomi açısından sağlayacağı en
294
önemli yarar ise işsizlik ve yoksulluğun büyük oranda eşitliğe doğru ivme
sağlamasıdır. BRI, Bancosol ve Grameen gibi kurumlaşmalar ekonomik
olarak aktif yoksullara destek konusunda mikrofinans yoluyla sınırları
aşmanın; onlara yönelik devamlı bir sübvansiyondan daha etkili olduğunu
ortaya koymuştur. (Marguerite S. Robinson, The Micro Finance Revolution
(Sustainable Finance for he Poor),
s. 263)
Türkiye sermaye ve para piyasası içinde bankacılık sistemi anılan
bankaların faaliyet gösterdiği ülkelere kıyasla daha fazla oturmuş ve
olgunlaşmıştır. Dolayısıyla mikrofinans alanında bu bankaların elde ettiği
başarının ülkemiz ticaret bankalarınca elde edilememiş olması şaşırtıcıdır.
Ancak konu irdelendiğinde enformasyon eksikliği ve ulusal ekonomi
politikalarının sosyal projeleri yeterince şevklendirmemesi, finansal meseleler
ile sosyal meselelerin çok keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılması gibi başka
nedenlerinin olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yoksulluk yalnızca düşük gelir anlamında değil, insanoğlunun en temel
ihtiyacı olan yapabilirlik kapasitesinden yoksunluk olarak ele alındığında
yoksulluk ve işsizliğin aynı zamanda engellenme olduğu ve bu yönüyle daha
acı olduğu ortaya çıkar. Hedefsizlik, belirsizlik ve yapabilme huzurundan
mahrumiyet çağdaş insan açısından olabilecek en kötü sonuçlardır.
Mikro Girişimcinin Sosyal Güvenliği konusu, Türkiye mikrokredi
modelinin Türkiye ulusal istihdam politikası ve sosyal güvenlik reformu ile
şimdiden uyumlaştırılması ile aşılabilir. Nitekim ülkemizde kendi hesabına
çalışanların sosyal güvenliğiyle ilgili yeterli altyapı sözkonusudur. Ancak
önemli olan mikro girişimcinin sosyal güvenliği sağlanırken yüksek bir rim
yükümlülüğü altında ezilmesinin önlenmesidir. Bu anlamda Sosyal Güvenlik
Kurumu kapsamında özel bir prim yapılandırmasına gidilebilir. Bunun dışında
mikrokredi verecek olan bankaların yan kuruluşları olan Bireysel Emeklilik
şirketleri tarafından mikro finans gruplarına özel portföy danışmanları
295
atayarak bu gruplara özel avantajlı şartlar sağlanması da gündeme
getirilebilir.
Güven kavramı hem işletme açısından hem de ulusal ekonomi
açısından
önemlidir.
Kredi
hacmi
toplumsal
güvenin
en
önemli
yansımalarından biridir. Ülkemizde kullandırılan toplam kredilerin gayrisafi
milli hasılaya oranı dünya geneline göre oldukça düşüktür. Bu hem yeterli
toplumsal güvenin olmadığını hem de ticari bankaların belli bir kesimin
dışında yeni hedeflere yönelmediğini göstermektedir.
296
KAYNAKLAR
AKGÜL, Aziz; İşsizliğin ve Fakirliğin Azaltılmasında Bir Çözüm Önerisi:
Kendi Hesabına Çalışma, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yayınları, Serisi 14,
Ankara, 2004.
AKTAN, Coşkun Can; Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 1999.
AKTAN, Coşkun Can; Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, T Yayınları,
İstanbul, 1994.
AKTAN,
Coşkun
Can;
Yoksullukla
Mücadele
Stratejileri,
Hak-İş
Konfederasyonu Yayını, Ankara, 2002.
ALICI, Sema; Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak İşçi Sendikaları
Konfederasyonu, Manşet Yayıncılık, Ankara, 2002.
ALPAR, Cem, ONGUN, Tuba; Dünya
Ekonomisi ve Uluslararası
Ekonomik Kuruluşlar: AGÜ’ler Yönünden Değerlendirme, Ankara:
Türkiye Ekonomi Kurumu Yayın No: 1985/3, 1985.
ARICI, Kadir; Çalışma Sürelerinin Hukuki Gelişimi ve Yeterliliği açısından
1475 Sayılı İş Kanunu’nda Çalışma Süreleri; Kamu İşverenleri Sendikası,
Ankara, 1992.
ARMENDARIZ, Beatriz de Aghion & MORDUCH, Jonathan; The Economics
of Microfinance; The MIT Press, Massachusetts Institute of Technology,
Massachusetts, 2005.
BEDİR, Eyüp; “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitimİstihdam İlişkisi”, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar,
Gazi Üniversitesi İİBF Yayını, Ankara, 2003.
BERSON, A. Smith; THEARLING, K.; Building data mining aplications for
CRM. McGraw Hill, 510, USA, 1999.
297
BİÇERLİ, M.Kemal; Çalışma Ekonomisi, Beta Basım Yayım, B.3, İstanbul,
2004.
BORNSTEIN, David; How to Change the World (Social Entrepreneurs
and the Power of New Ideas), Oxford University Press, New York, 2004.
DAFT, Richard L.; Management, Second Edition, USA, 1996.
DOĞAN, Yalçın; IMF Kıskacında Türkiye (1946-1980), Tekin Yayınevi,
Ankara, Şubat, 1987.
DPT, IV. İzmir İktisat Kongresi Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele
Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 2004.
DRUCKER, Peter F.; Yeni Gerçekler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1993, B.3,
FUKUYAMA, Francis; Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev. Zülfü Dicleli, Gün
yayıncılık, İstanbul, 1999.
FUKUYAMA, Francis; Ulus İnşası; Çev.Hasan KAYA, Profil Yayınları, B.1,
Ankara, 2008.
GOLDSTEIN, Morris, TURNER, Philip; Yükselen Ekonomilerde Bankacılık
Krizleri (Çev. ve sunuş Ali İhsan KARACAN), Dünya Yayıncılık, Ankara,
1999.
GORZ, Andre; İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık ERGÜDEN, Ayrıntı
Yayınları, B.2, İstanbul, 2007.
GÖK, Mehmet; İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara, 2004.
İSLAM, Tazul; Microcredit and Poverty Alleviation, Ashgate Publishing
Company, England, 2007.
KEYNES, John Maynard; Genel Teori, Çev. Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon
Yayınları, İstanbul, 2008.
298
KILIÇ, Cem; “Türkiye’de İşgücü Piyasası ve Kriz”, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar, Gazi Üniversitesi, İİBF Yayınları, Ankara,
2003.
KILIÇÖZLÜ, Erhan; “Borç: Bize Mahsus Bir Sorun Değil”, Global Bülten
Dergisi, Haziran 2001.
KOLB, Robert, RODRİGEZ J. Richardo; Financal Management, Sermaye
Piyasası Kurulu, Ankara, 1996.
KOYUNCUGİL, Ali Serhan; Veri Madenciliği ve Sermaye Piyasalarına
Uygulanması, Ankara, 2007.
LANDAU J.M; Tekinalp Bir Türk Yurtseveri (1883-1961), İletişim Yayınları,
İstanbul, 1996.
MUCUK, İsmet; “Modern İşletmecilik”, Türmen Yayınları İstanbul, 2000.
ÖZSUCA, Şerife Türcan; Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek
Piyasası, İmaj Yayınları, Ankara, 2003.
PARASIZ, İlker, BİLDİRİCİ, Melike; Emek Ekonomisi, Ezgi Yayınları, Bursa,
2002.
PAYER, Cherl; The Debt Trap: IMF and The Third World, Middlesex:
Penguin Books, 1974.
RAHNEMA, Macit; Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir Dünya, Özgür
Üniversite Yayınları, Çev. Şule Ünsaldı, Ankara, 2009.
ROBINSON, Marguerite S.; The Micro Finance Revolution (Sustainable
Finance for he Poor); The World Bank, Washington D.C., 2001.
ROISER, Bernard; İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991.
ROSTOW, Walt W.; İktisadi Kalkınmanın Merhaleleri, MEB Yayınları,
Ankara, 1971.
299
SAVAŞ, Vural Fuat; “Politik Yozlaşma Ortamında Refah Devleti’nden Minimal
Devlete”, Türkiye Günlüğü Dergisi, Ankara, 1994.
SMITH, Phil & THURMAN, Eric; A Billion Bootstraps; The McGraw-Hill
Companies, New York, 2007.
SOYAK, Alkan, BAHÇEKAPILI, Cengiz; İktisat, İşletme ve Finans Dergisi,
Yıl.13, Sayı.144, 1998.
STİGLİTZ, Joseph E.; Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev. Arzu
Taşçıoğlu, Deniz Vural, Plan b yayınları, B.1, İstanbul, 2002.
ŞENSES, Fikret, Küreselleşmenin Öteki Yüzü, Yoksulluk, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2001.
ŞİMŞEK, Birgül; İşgücü Piyasalarının Küreselleşmesi ve Küresel İşgücü
Piyasası’nda Ulusal İşgücü Piyasalarının Yeri, Muğla, 2002.
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de
Kadınlara Ait Girişimlerin Desteklenmesi”, Ankara, 2000.
TAKAN, Mehmet; Bankacılık: Teori, Uygulama ve Yönetim, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara, 2002.
TOKSÖZ, Gülay; “Türkiye’de Kadın İşçiler ve Sendikal Örgütlenme”, TES-İş
Dergisi, Mart, 2005
TÖRÜNER, Mete; LORDOĞLU, Kuvvet; Çalışma Ekonomisi, Beta Basım
Yayım, İstanbul, 1991.
TÜSİAD, Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanları Konseyi Belgesi, 23-24
Mart 2000, Yayın No: Tüsiad-T/2003/1-346, 2003.
VARÇIN, Recep; İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Siyasal
Kitabevi, Ankara, 2004.
World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and
Development, World Bank: Washington DC, 2005.
300
World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development,
The World Bank and the Oxford University Press, Washington DC, 2006.
World Bank, World Development Report, 2000/2001, Attacking Poverty,
World Bank: Washington DC, 2000.
YELDAN, Erinç; “İstikrar Kim İçin? Kriz İdaresi Üzerine Değerlendirmeler”,
Birikim Dergisi, Kasım 2002.
YERELİ, A.Burçin, KARADENİZ, Oğuz; Kayıt Dışı İstihdam, Odak Yayınevi,
Ankara, 2004.
YUNUS, Muhammed; Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru
(Towards A Poverty-Free World) Çeviren: Gülden Şen, Doğan Kitapçılık AŞ.,
İstanbul, 1999.
ZAİM, Sebahattin; Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1997.
İnternet Kaynakları
The Microcredit Summit, Declaration of Support, February 2.4.1997.
www.kosgeb.gov.tr
www.israf.org
http://bulentbalkan.com/index_files/Page2930.htm
Niyet Mektubu İçin Bakınız
(http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/imf/mektup.html)
www.5mworld.com online dergi, “Uluslararası Yeni Finansman Teknikleri
Leasing”, ADALI, Tuğba.
http://www.ilo.org/public/english/bureau/inf/pr/2005/48.htm
www.kamusen.org.tr
301
(http://www.humanitas.com.tr/downsizing.htm)-makaleler, TAVLAN, Yelda,
ŞAHİN, Neslihan; “Kriz ve Çalışanlar Üzerindeki Etkisi”.
(www.ekohaber.net/database/flash119.asp), “Borçlar Milli Geliri Aştı”.
Gazete Kaynakları
“Her şey G-20’de Kararlaştırıldı” Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi,
23.02.2001.
“Türkiye’de Krizi IMF Körükledi”, Sabah Gazetesi, 23.02.2001.
ÇONGAR, Yasemin; Milliyet Gazetesi, Ekonomi Köşesi, 23.02.2001.
DOĞAN, Zülfükar; “Bankalarda Fatura 50 Milyar Dolar”, Milliyet Gazetesi,
18.12.2000.
Hürriyet Gazetesi Ekonomi Köşesi, 22.02.2001.
Hürriyet Gazetesi, “IMF’nin Türkiye’yi Katletmesine Mani Olun”, 17.01.2002.
KIZILOT, Şükrü; “Dövizle Alışveriş Suç mu?”, Sabah Gazetesi, 26.12.2000.
KUMCU, Ercan; “Büyümenin Finansmanı” adlı yazı, Hürriyet Gazetesi,
17.09.2002.
KUMCU, Ercan; “Türkiye’de Gelir Dağılımı”, Hürriyet Gazetesi, 02.05.2002.
Milliyet Gazetesi, “Merkez Bankası Krizde Uyudu”, 18.12.2000.
Milliyet Gazetesi, “Üç Banka DGM Yolunda”, 30.12.2000.
Sabah Gazetesi, “Para Geri Çekilecek”, 08.12.2000.
SAĞLAM,
Erdal;
“Büyüme-enflasyon
dengesi”,
Hürriyet
Gazetesi,
08.04.2002.
ULAGAY, Osman; “IMF ile Yürümek Ne Kadar Güvenli?”, Milliyet Gazetesi,
21.01.2002.
URAS, Güngör; “Porto Allegre”, Milliyet Gazetesi, 05.02.2002.
302
ÖZET
[AYYILDIZ S.].[İŞSİZLİK VE YOKSULLUKLA MÜCADELEDE MİKROKREDİ
UYGULAMASI VE TÜRKİYE İÇİN BİR MODEL ÖNERİSİ]. [DOKTORA
TEZİ]. Ankara, [2008].
İşsizlik farklı tür ve şekillerde ortaya çıkabilmekte ve sonuçları hem
ekonomik
hem
sosyal
hem
de
kültürel
açıdan
toplumları
zarara
uğratmaktadır. İşsizliğin giderilmesi amacıyla uygulanan pasif ve aktif
istihdam politikaları çerçevesi doğru olarak belirlenmiş ulusal istihdam
politikası ile koordineli olarak yürütülmelidir. İşgücü piyasasının ve genel
olarak çalışma yaşamının, uygulanan istihdam politikalarından kolay sonuç
alınmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda işsizliğin çözüm yollarından biri olarak, meslek sahibi yoksul/işsiz
kişilere kendi hesabına çalışmasının sağlanabilmesi amacıyla borçlanma
imkanı sağlanmasına dönük uygulamalar önemsenmeli ve sistematik olarak
hayata geçirilmelidir.
Finansman işgücü piyasasından soyutlanmış bir disiplin olmamalıdır.
Çünkü istihdam yaratıcı en önemli unsur üretimin unsurlarından sermayedir.
Sadece yabancı sermaye değil iç sermaye piyasasının genişletilmesi de
büyüme üzerinde önemli etki yaratır. Üstelik reel sonuçları daha etkindir.
Finansmanın hem genel hem de spesifik anlamdaki farklı tekniklerinin
uygulanabilmesinin istihdam üzerinde de ciddi etkileri vardır. Mikrokredi
yoluyla borçlanmayı esas alan ve toplumun alt katmanlarını hedef olarak
seçen mikrofinansman; sermayenin tabana yayılmasını esas alır ve bu
yönüyle sermayenin sosyal yüzünü oluşturur. Gelirin yeniden bölüşümünü
adaletli olarak yapmayı görev kabul eden devlet, hayatını idame ettirebilmek
ve
kendi
hesabına
çalışarak
(self
employment)
“çalışma
hakkını”
kullanabilmeyi arzulayanlara sermayeye ulaşabilme imkanını da sağlamak
durumundadır.
303
Finansman
tekniklerinden;
factoring,
forfaiting
ve
leasing
gibi
uygulamalar mikrofinansman alanında da kullanılabilir. Mikrokredilendirmenin
hedef kitlesinin işsizler ve yoksullar olması mikrokrediyi doğrudan istihdam
politikalarının önemli bir unsuru haline getirmektedir. Marksist anlayışın
ortaya attığı sınıfsal bakış açısı sermaye ve emeği katı çizgilerle ayırmış ve
iki unsurun aynı kişide birleşmesini ihtimal dışı görmüştür. Bu anlayış sıradan
kapitalizmde de aynen sürdürülmüştür. Üretmek ve yaşamını idame
ettirebilmek amacıyla borçlanabilmek doğal ve temel bir hak olmalıdır.
Türkiye işgücü piyasası, tam bilgi akışının yetersiz olması ve bir ulusal
istihdam politikasının bulunmaması nedeniyle uzun yıllar sonuçları ağır kronik
bir işsizliğin yaşandığı piyasadır. Enformel sektöre yönelik politika ve
uygulamalar yoğunluk kazanmalıdır. Küreselleşme ve beraberinde artan
rekabet Türkiye işgücü piyasasını daha da sorunlu hale getirmiştir. Diğer az
gelişmiş ülkeler gibi Türkiye’de uygulanan IMF politikaları iç pazarı yabancı
sermayeye açmak ve işgücü maliyetlerini düşürmek üzerine kurgulanmıştır.
IMF politikaları; enflasyon, kur ve faiz hadleri üzerine yoğunlaşmış işgücü
piyasasına ve bu kapsamda işsizliğe dönük hedefler Türkiye’nin önüne
konulmamıştır.
Belirli
aralıklarla
ekonomimizde
çıkan
krizler,
IMF
tavsiyeleriyle kur ve faiz oranlarına yansıyan geçici çözümlerle atlatılmış
ancak bu süreç işsizliği kronik hale getirmiştir. İşsizlikle mücadelede gerekli
yatırım miktarı ve ortaya çıkan işlevsiz yapılanmalardan kaynaklı ek
maliyetler, meslek sahibi işsiz/yoksullara sağlanacak borçlanma imkanının
daha düşük maliyetli olacağını ortaya koymaktadır. Ülkemizde; Kredi Garanti
Fonu, TOSYÖV, TESK, KOSGEB, KEDV ve TİSVA gibi kuruluşların yanısıra,
HSBC, TEB, Vakıfbank gibi bankalar sembolik düzeyde de olsa mikrokredi
uygulamasını hayata geçirmeye başlamışlardır.
Bankacılık
sektörü
otomasyonda
ve
özellikle
veri
depolama
olanaklarında artan gelişmeler sayesinde ve artan rekabetin zorlaması
sonucunda
hem
ülkemizde
hem
de
dünyada
ciddi
bir
değişim
(transformasyon) ve dönüşüm (mutasyon) yaşamıştır. Bir yandan artan
karlılık arayışı bankaları yeni pazarlara yöneltirken diğer yandan işletmenin
304
sosyal sorumluluğu anlayışı önemli bir prestij unsuru olarak öne çıkmaktadır.
Dünyada yoksulluk ve işsizlikle mücadele uluslar arası kuruluşların ve
devletlerin önemli bir hedefi haline gelmiş ve 2005 yılı dünya mikrofinans yılı
olarak ilan edilmiştir. Bu çerçevede Bangladeş, Hindistan ve Çin’de başarılı
mikrokredi, uygulamaları gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’de finans piyasası yoksul ülkelere nazaran daha sağlıklı
işlemektedir. Bu kapsamda bankacılık toplumsal yapıya tam anlamıyla
penetre olmuş durumdadır. Dolayısıyla ülkemizde mikrokredi çalışmaları Sivil
Toplum Kuruluşları ya da Özel Finans Kuruluşları tarafından değil ticaret
bankaları tarafından ve bankacılık ilkelerine uygun olarak yürütülebilir.
Türkiye mikrokredi uygulaması; hedef kitlenin (işsiz/yoksul)
ortaya
konulması, yerel bazda mesleki eğitim ihtiyaç ya da eksiğinin giderilmesi,
yerel
mikrokredi
yapılanmasının
(ki
halihazırda
bir
çok
Valilik
ve
Kaymakamlıkta benzer yapılanmalar var) oluşturulması, ticaret bankalarının
genel merkezleri ile İş-Kur, BDDK, KOSGEB, KGF ve DPT (Ulusal Ajans ve
Teşebbüs Destekleme Ajansı) arasında gerekli veri alışverişinin sağlanması,
verilerin Mikrokredi Bilgi İşlem Merkezinde depolanması, kredilerin geri
dönmeme riskine karşılık sağlanacak devlet garantörlüğünün ve bu
garantörlüğe esas olacak olan kaynakların belirlenmesi ve son olarak
mikrokredi müşterisi ile ilgili ticaret bankası şubesi arasında yapılacak kredi
mülakatı sonucunda kredinin kullandırılması, kullandırılan kredilerin ortak bir
takip sistemiyle takip edilmesi aşamalarıyla uygulanacaktır.
Anahtar Sözcükler
1. Mikrokredi
2. Bankacılık
3. İşsizlik
4. İstihdam
5. Yoksulluk
305
ABSTRACT
[AYYILDIZ S.].[MICROCREDIT APPLICATION IN STRUGGLING WITH
UNEMPLOYMENT AND POWERTY AND A PROPOSAL FOR TURKEY
MICROCREDIT MODEL]. [PhD THESIS]. Ankara, [2008].
Unemployment may arise in many different ways and its outcomes
cause the societies to experience losses economically, socially and culturally.
The active and passive employment policies applied to overcome the
unemployment should be executed in a coordinated way with national
employment policy whose outline is set rightly. The labor market and working
life in general should be re-organized to achieve the results easily from the
employment policies. In this context, as a means of way out from
unemployment the applications, aimed at providing an opportunity for getting
into debt for qualified but poor / unemployed workers to work for their own
account, should be paid attention and implemented systematically.
Finance should not be a subject abstracted from labor market.
Because the most important factor to bring about employment is capital, an
element of production. The expand of domestic capital as well as foreign
capital produces an important effect on expansion. Besides, the real
outcomes are more effective. The applicability of various techniques of
financing both in general and specifically, have significant effects on
employment as well. To be predicated on getting into debt by microcredit and
aiming at the lower echelons of the society, the micro financing predicates on
dispersal of capital to the floor and formes the social face of capital. Taking
up the task of conducting the re-distribution of income justly, the state has to
give the opportunity to reach the capital to those who are willing to survive
and use their right to work by self-employment.
Some of the financing techniques such as factoring, forfeiting and
leasing can be used in the field of micro financing as well. Since the target
audience of micro crediting is unemployed and poor people, this makes
306
microcredit an important element of employment policies. The point of view
based on the social classes and brought forward by the Marxist concept,
separates capital and labor with rigid lines and regards it impossible for these
two concepts to combine in the same person. This point of view is carried on
in the ordinary capitalism as well. To be able to get into debt for production
and survival should be a natural and basic right.
Turkey labor market is a market in which a chronic unemployment has
taken place for many years due to the inadequate complete information flow
and lack of national employment policy. Policies and executions for informal
sector should be focused on. Globalization and the increasing rival business
as a result of globalization, make the Turkish labor market much problematic.
The IMF policies executed in Turkey, as in other underdeveloped countries,
were formed to open home market to foreign capital and reduce the labor
costs. The IMF policies were not taken into consideration in labor market
focused on inflation, exchange and interest rates and in this context, the
unemployment oriented targets were not revealed to Turkey. Some of the
crises arisen periodically in our economy, are gotten over with transitional
solutions reflected on the rate of exchange and interest by IMF
recommendations, however, this period has made the unemployment
chronic. The amount of investment required to struggle with unemployment
and extra costs arisen from non-functioning structuring display that the
opportunity for getting into debt that will be provided for the qualified but poor
/ unemployed workers will be low-cost. In our country, in addition to
institutions such as KGF, TOSYÖV, TESK, KOSGEB, KEDV and TİSVA,
some banks such as Vakıfbank, HSBC and TEB have started to implement
microcredit application even in symbolic level.
Thanks to the increasing development in automation and especially in
data storage resources and as a result of the compulsion of increasing
competition, bank sector has experienced significant transformation and
mutation not only in our country but also in other countries. While increasing
search of profitability directs the banks to the new markets, the social
307
responsibility of the enterprise stands out as an important prestige element.
Struggle with unemployment and poverty has become a significant target for
international institutions and states and the year 2005 was announced as the
year of world microfinance. In this context, successful microcredit
applications were put into practice in Bangladesh, India and China.
When compared to undeveloped countries, Turkey has a healthier
process of finance market. So banking business has fully penetrated to social
structure. For this reason, the microcredit works in our country can be
executed in accordance with the banking principles by business banks
instead of non-governmental organizations (NGO’s) and private finance
institutions. Turkey microcredit application will follow the phases below;
determination and introduction of target audience (poor/unemployed), making
up for the deficiency or need of vocational training in local base, development
of local microcredit structuring (presently similar structuring are available in
many governorships and districts), supply of exchange of information among
the head offices of commercial banks and İŞ-KUR, BDDK, KOSGEB, KGF
and DPT (UA and TDA), data warehousing at Microcredit data processing
center, determination of guarantor ship of state and its resources provided in
case the credit may not be paid back and finally emitting a loan after the
credit interview between the microcredit customer and the commercial bank
and the follow up of the credits through common tracking system.
Key Words
1. Microcredit
2. Banking
3. Unemployment
4. Employment
5. Poverty
Download