eysad - İstanbul Arel Üniversitesi

advertisement
eysad
NİSAN 2017
Cilt:2 Sayı:1
eysad
Derginin Kurumsal Kimliği
Dergi Sahipliği:
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F Adına
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
İstanbul Arel Üniversitesi, Rektör Yardımcısı, İ.İ.B.F Dekanı
Dergi Editörü: Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Dergi Editör Yardımcıları:
Yrd. Doç. Dr. Gökhan AYDIN
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme(İngilizce) Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Levent DALYANCI
İstanbul Arel Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu,
Gayrimenkul ve Varlık Değerleme Bölüm Başkanı
Yazı İşleri Müdürü:
Arş. Gör. Ülkü BİLDİRİCİ
Yayınlanma Şekli: Sanal
Yayınlanma Sıklığı: Yılda İki kez
(Bahar/Nisan-Güz/Kasım)
Makalenin Gönderileceği Adres:
[email protected]
Makalenin Web Adres:
htpp://eysad.arel.edu.tr
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası Ticaret ve
Finans Bölümü
Dergi Alan Editörleri:
Gündem ve Analiz
Girişimcilik ve İşletmecilik Araştırmaları
Alan Editörü:
Prof. Dr. Muhittin KARABULUT
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme (İngilizce) Bölümü
Küresel, Finansal, Politik ve Teknolojik
Ekonomi Araştırmaları Alan Editörü:
Prof. Dr. Ahmet Güngör KEŞCİ
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası Ticaret ve Finans
Bölüm Başkanı
Örgütlerde Yönetim ve Liderlik Araştırmaları Alan Editörü:
Prof. Dr. Deniz BÖRÜ
Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Araştırmaları Alan Editörü:
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
Marmara Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Yönetim ve Organizasyon Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Bilgi, Enerji ve Teknoloji Politikaları
Sivil Toplum Kuruluşları Araştırmaları
Alan Editörü:
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
Alan Editörü:
Prof. Dr. Levon Jozef ÇAPAN
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Ekolojik ve Sürdürülebilir Turizm Araştırmaları Alan Editörü:
Prof. Dr. Derman KÜÇÜK ALTAN
İstanbul Arel Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi,
Makina Mühendisliği Bölüm Başkanı
Ekonomi Araştırmaları Alan Editörü:
Prof. Dr. Koray BAŞOL
İstanbul Arel Üniversitesi, Rektör Yardımcısı, İ.İ.B.F Dekanı
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
Yayın ve Yönetim Kurulu:
Prof. Dr. Koray BAŞOL
Doç. Dr. Nurdan ÇOLAKOĞLU
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme Bölümü
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
Prof. Dr. Muhittin KARABULUT
Yrd. Doç. Dr. İzlem GÖZÜKARA
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F Dekanı
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme (İngilizce) Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme Bölümü
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
Genel Kurul:
Prof. Dr. Ahmet Güngör KEŞCİ
Doç. Dr. Cem BERK
(İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F,Uluslararası Ticaret ve
Finans (İngilizce) Bölüm Başkanı
İstanbul Arel Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu,
Muhasebe Bilgi Sistemleri Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
İstanbul Arel Üniversitesi, Rektör Yardımcısı, İ.İ.B.F Dekanı
Prof. Dr. Levon Jozef ÇAPAN
Doç. Dr. Evren AYRANCI
İstanbul Arel Üniversitesi İ.İ.B.F, İşletme (İngilizce) Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi,
Makina Mühendisliği Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Muhittin KARABULUT
Doç. Dr. Ayşe YİĞİT ŞAKAR
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, İşletme (İngilizce) Bölümü
İstanbul Arel Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu
Müdürü, Muhasebe Bilgi Sistemleri Bölüm Başkanı)
Prof. Dr. Koray BAŞOL
Doç. Dr. Nurdan ÇOLAKOĞLU
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER
İstanbul Arel Üniversitesi, İ.İ.B.F, Uluslararası İlişkiler
(İngilizce) Bölüm Başkanı
İÇİNDEKİLER
1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER, Güney Ferhat BATI**
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
SİYASET BİLİMİNDE ELEŞTİREL TEORİ’NİN ‘’SOFİSTİK’’ NOSYONU VE
FRANKFURT OKULU PERSPEKTİFİ
11
Hüseyin ÇELİK*
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
GİRİŞİMCİLİK VE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ
19
Laçin AKYIL*
* Öğr.Gör Laçin Akyıl,İstanbul Arel Üniversitesi,Dış Ticaret Programı
YENİ BÖLGECİLİK YAKLAŞIMININ AVRUPA BİRLİĞİ’NDE ULUS DEVLETİ
AYRIŞTIRMASINA ETKİSİ: BASK ÖZERK TOPLULUĞU ÖRNEĞİ
35
Hüseyin ÇELİK*
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
EYLEMLİ PROPAGANDA KAVRAMI VE KLASİK KOŞULLANMA
eysad
SİYASET BİLİMİNDE ELEŞTİREL TEORİ’NİN
‘’SOFİSTİK’’ NOSYONU VE FRANKFURT
OKULU PERSPEKTİFİ
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER, Güney Ferhat BATI**
ÖZET
Hızlı değişimlerin çok açık olduğu dünyamızda günlük yaşantımızı etkileyen birçok ‘’yeni’’ (sözcük
olarak ya da ifade ettikleri şeylerin oluşumu açısından eski olmalarına rağmen her seferinde yeniden tanımlanıp, üretilip, dönüştürülüyorlar ve bu süreç sonucunda içleri boşaltılıyor) kavram var.
Küreselleşme, insan hakları, demokrasi, eşitlik, v.b kavramlara göre dünyamız şekilleniyor-şekillendiriliyor. İşte bu noktadan hareketle ‘’Yeni Dünya Düzenini’’ yorumlamak, anlamak ve düzenin
oluşumuna katkı verebilmek için bir sosyal bilimcinin çok dikkatli ve uyanık olması gerekiyor. Bu çalışmada ‘’olanın ötesini görmeyi’’ amaçlayan ve ‘’aydınlatıcı ve özgürleştirici bilgi veren’’ eleştirel
teori incelenmektedir. Eleştirel Teorinin temellerinin atıldığı Frankfurt Okulu, teorinin tarihsel arka
planı, özellikleri ve gelişim koşulları üzerinde durulacaktır. Eleştirel Teori temelde eleştirel düşünme sürecinin önemine odaklanır ve görünür dünyanın arkasındaki bilgiyi önemser. Eleştirel Teori
sosyal hizmet uygulamasının tüm düzeylerine yeni bir yaklaşım getirmiştir. Bilimsel çalışmamızda
eleştirel teorinin “Sosyal Bilim ve Bilimci” için taşıdığı anlam ve onlara sunduğu bakış açısı değerlendirmeye çalışılacaktır. Eleştirel Teori başlığı altında tartışılan ‘’sofistik’’e konular (pozitivizm, aydınlanma, kültür endüstrisi, kitle kültürü v.b) analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Eleştirel Teori, Frankfurt Okulu, Aydınlanma ve Pozitivizm, Kültür Endüstrisi ve
Kitle Kültürü, Eleştirel Teorinin Sosyal Hizmet Disiplini
‘’SOFİSTİC’’ NOISE AND FRANKFURT SCHOOL
PERSPECTIVE OF CRITICAL THEORY IN POLITICAL SCIENCE
ABSTRACT
There are many “new” concepts in our world where rapid changes are so obvious that they are redefined, produced, transformed and emptied every time they are old, in terms of the formation of what
they say or express. According to globalization, human rights, democracy, equality, etc., our world is
shaped and shaped. It is here that a social scientist must be very careful and alert to be able to interpret
and understand the “New World Order” and contribute to the formation of order. This study examines
the critical theory, which aims to “see beyond what is” and “provides informative and emancipatory
information”. The Frankfurt School, where the foundations of Critical Theory was introduced, will focus on the historical background, characteristics and developmental conditions of theory. The Critical
Theory mainly focuses on the importance of the critical thinking process and attaches importance to
the knowledge behind the visible world. Critical Theory has introduced a new approach to all levels of
social work practice. In our scientific work, we will try to evaluate the significance of critical theory for
‘’ Social Science and Scientist ‘’and the point of view they give to them. Topics such as “sophisticated”
(positivism, enlightenment, culture industry, mass culture etc.) will be analyzed under the title of Critical Theory.
Keywords: Critical Theory, Frankfurt School, Enlightenment and Positivism, Cultural Industry and Mass
Culture, Discipline of Social Work in Critical Theory
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
1
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER*, Güney Ferhat BATI**
1. Eleştirel Teori
Eleştirinin sözlük anlamı, ‘’1. Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadıyla inceleme işi, tenkit. 2. Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılamadır.’’ (tdk, 2017). Terim, herhangi bir şeyi iyi ya da kötü yanlarıyla değerlendirme anlamını kapsadığı halde bir şeyin sadece kötü yanını gösterme anlamında da kullanılmıştır
(Hançerlioğlu, 1982:81). Görüldüğü gibi eleştiri kelimesi incelemeyi, sınamayı, yargılamayı, içermektedir. Eleştirel Teorisyenler de ilgilendikleri konuları inceleme, sınama, tenkit yoluna gitmişlerdir.
Genellikle eleştiri kavramı olumsuz bir içerik taşımaktadır. Ancak eleştirel teorisyenlerin yaptıkları
çalışmalarda eleştirinin amacı sadece olumsuzlukları değil, tüm toplumsal pratiklerin çıkış noktalarını göstermeye çalışmaktır. Başka bir deyişle Teorisyenler, asimetrik iktidar ilişkilerini gizlemeye ve
meşrulaştırmaya çalışan ve gerçekliğin sistematik bir biçimde tahrif edilmiş yorumları olan ideolojinin eleştirisiyle uğraşmışlardır. Onlar, toplumsal çıkarların, çatışma ve çelişkilerin düşüncede nasıl
ifade edildiği ve bunların tahakküm sistemlerinde nasıl yeniden üretildiği üzerinde durmuşlardır.
Bu sistemlerin incelenmesinin, tahakkümün kökleri konusunda uyanışı çoğaltmada, ideolojileri geriletme, bilinç yaratma ve eylem değişikliklerini zorlamada yardımcı olacağını umuyorlardı. Amaçları bütün kapalı düşünce sistemlerinin kilidini kırmak ve eleştirel projenin gelişiminin önüne set
çeken gelenekleri yıkmaktı (felsefeekibi, 2017).
Eleştirel teorisyenlerin temel amaçları iki biçimde ifade edilebilir. Birincisi, özgürleşmeyi ve aydınlanmayı, bireylerin gizli zorlamaların farkına varmasını sağlamayı ve böylece onları bu zorlamalardan kurtarıp, doğru çıkarlarının nerede olduğunu belirlemelerini sağlayacak bir yere getirmek;
ikincisi, bireyleri, en azından kısmen kendi kendilerine dayatmış oldukları bir zorlamadan, bilinçli
insan eyleminin kendi kendini engellemesinden kurtarmaktır (Geuss, 2002:11). Batılı Marksizm’de
‘’Okul’’ kavramı-eleştirel teori 1960 ve 1970’lerin başındaki öğrenci ve entelektüellerin imajıyla ilgili
olarak akla gelir. Eleştirel Teori tam da yeni solun kendini anlama ve biçimlendirmesinde temel bir
element haline gelmiştir. Ortodoks Marksizm ve sosyal bilime konvansiyonel yaklaşımları, yazarlara
her iki perspektiften de bir meydan okuma olanağı sağlamıştır. Eleştirel Teori, bir birlik (unity) olarak tanımlanamaz ve tüm tarafları için aynı şey demek değildir. Bu düşünce geleneği en az iki branşın oluşumuyla açıklanır. İlki 1923 yılında Almanya’nın Frankfurt şehrinde kurulan Sosyal Araştırma
Enstitüsü etrafındaki çalışmalar ve diğeri Jürgen Habermas’ın yakın dönem çalışmalarıdır (Held,
1980:13).
2. Eleştirel Teori ve Frankfurt Okulunun Kurulma Prosesi
Frankfurt Okulu, düşün tarihinde ‘’okul’un iki ayrı anlamını (eğitim/öğretimin gerçekleştirdiği yer
ve belli bir iç bütünlüğü olan gelenek olarak) içeren ender okullardan biridir. Frankfurt Okulu terimi, Frankfurt Üniversitesi’nde ki Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile bağlantılı olarak doğmuştur.
Bu bağlamda ‘’Eleştirel Teori’’ de Frankfurt Okulu teorisyenlerinin görüşlerinin genel adıdır (Strik,
1999:14). Ancak Eleştirel Teori ile Frankfurt Okulu’nun aynı anlamda, biri kullanıldığında diğerinin
anlamını da içerdiğini düşünerek, kullanılmasının yanlış bir yönlendirme olduğu konusunda görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden ilki, Enstitü üyelerinin çalışmalarının her zaman birbirine sıkıca
bağlı ya da tamamlayıcı bir projeler dizisinden oluşmadığı, bu kullanımın yanıltıcı olduğunu ifade
etmektedir (felsefeekibi, 2017). Bir diğer görüş ise Enstitü üyelerinin önemli çoğunun ABD’de yapıldığını, bu nedenle de iki terimin birbiri yerine kullanılamayacağını söylemektedir. Yine de iki terimin birbirinin yerine kullanımı görülmektedir. Buradan hareketle, Frankfurt Okulu hem bir grup
entelektüeli hem de özgür bir toplum teorisini, eş deyişle eleştirel teoriyi ifade etmekte kullanılmaktadır (Kızılçelik, 2000:3).
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
2
eysad
Eleştirel Teori’nin gelişimi 1923-1929 arasındaki İlk Dönem ve 1930 sonrası günümüze Frankfurt
Okulu’nun gerçek kimliğine kavuşması dönemi olmak üzere iki temelde irdelenebilir. Frankfurt
Okulu, Sosyal Araştırmalar Enstitüsü adı altında Felix Weil, Max Horkheimer ve Friedrich Pollock
gibi filozofların çaba ve emekleriyle 1923 yılında, Frankfurt Üniversitesi bünyesinde resmen kurulmuş bir araştırma okuludur. Genel hatlarıyla bu dönemde Eleştirel Teorisyenler teorik analizlerle
belirli tarihsel çalışmaları birleştirmeye uğraşmış, daha çok kapitalist ve sosyalist ekonomiler, işçi
hareketinin tarihi ve tarihsel materyalizm üzerine odaklanmışlardır. Bu dönemde öne çıkan konular
ana hatlarıyla; tarihsel materyalizm ve Marksizm’in felsefi temelleri, teorik ekonomi politik, planlı
ekonominin sorunları, Proletaryanın durumu/konumu, sosyoloji, toplumsal öğretilerin ve partilerin
tarihi olarak belirtilebilir. Bu süreç içinde Eleştirel Teori’nin gerçek kimliğini bulmadığı dönemler
olarak ifade edilir (Marrow ve Brown, 1994:15).
Frankfurt Okulu’nun gerçek kimliğine kavuştuğu dönem 1930 ile 1933 yılları arasıdır. Eleştirel Teori
metodolojik programını, teorik yönelimini, inceleme/analiz birimini, ilgi odağını, gelişimini ve düşün tarihinde önemli bir okul/teori olarak konuşlanmasını temelde Horkheimer’a borçludur. Horkheimer ile birlikte Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde eleştirel teoriyi geliştirecek, adları Frankfurt
Okulu ile anılacak yeni bir kadro (Theodor Adorno, Herbert Marcuse v.b) oluşmuştur. Oluşan ‘’ Yeni
Kadro’’ sayesinde Okul bir ‘’Entelektüel Kimlik’’ edinebilmiştir. Çünkü bu teorisyenler hem niceliksel
hem de niteliksel yönden önceki döneme göre çok farklı disiplinlerden gelmişlerdir. Önceki dönemde ekonomist ve siyasal bilimci ağırlıklı üye teorisyen profili, Horkheimer döneminde ekonomiden
sanata, felsefeden sosyolojiye, siyaset biliminden psikanalize uzanan geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bu çeşitlilik eleştirel teorinin (Multidisipliner) bir sosyal teori olmasına kaynaklık etmiştir. Bu
dönemde başat olan paradigma; felsefe, sanat, bilim ve sosyal teori arasında yeni bir sentezi/ilişkiyi
gerekli görmektedir. Horkheimer, sosyal ve insani bilimlerde iş bölümünün çok ilerlediğinden ve
onların sonuçlarının çok ‘’parçalanmış’’ olduğundan dolayı farklı disiplinlerin yeniden bütünleştirilmesi zorunluluğuna işaret etmektedir. Bu dönemde Okul, araştırma programı, kültür ve serbest
zamanları inceleyen, bireyi anlamaya yönelik eğilimler taşıyan, disiplinlerarası bağ kurmaya çalışan
bir kimliğe bürünmüştür. Bu çerçevede Eleştirel Teori’nin metodolojik vurgularını şu şekilde sıralamak mümkündür;
• Yapılan araştırmalarda sosyal bilimlerde yer alan teoriler ve metotlar disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınmıştır.
• Bağımsız araştırma grupları yaptıkları çalışmaları açık bir biçimde Marksist bir çerçeveye oturtmuşlardır.
• Bütün sosyal süreçlerde ekonominin yapıcı rol oynadığını ileri sürmüşlerdir (Kızılçelik, 2000:43-44).
Teorisyenlerin çalışmalarını etkileyen çok önemli tarihsel olaylar (1933 yılından sonra) baş göstermiştir. 1930’ların ilk yılları Almanya’da faşizmin yükselişine denk gelmektedir. Frankfurt Okulu’nun
üyelerinin neredeyse tamamının ‘’Yahudi’’ ve aynı zamanda ‘’Marksist’’ yönelimli olması kendileri için olumsuzluk taşımaktaydı. Nazilerin baskısı yüzünden Frankfurt’tan ayrılmak zorunda kalan
eleştirel teorisyenler ilk önce İsviçre’nin Cenevre şehrine gitmişlerdir. Buradan İngiltere, Fransa
gibi ülkelerde küçük şubeler açmışlardır. Bir kısım teorisyen ise ABD’ye göç ederek çalışmalarını
‘’Columbia Üniversitesi’’n de sürdürmeye başlamıştır. ABD’de sürgün yılları sırasında (1930-1940)
eleştirel teorisyenlerin sosyal teori ve felsefedeki çalışmaları ve enstitü tarafından yapılan deneysel araştırmalar arasındaki yarıklıklar belirginleşmiştir. Bu durumun arka planında aslında Frankfurt
Okulu’nun metodolojik geleneği ile Amerikan Sosyal Bilimler metodolojik anlayışı arasındaki zıtlıkların ve farklılıkların etkisi vardır. Eleştirel Teorisyenlerin bu dönemde Amerikan deneysel araştırma
tekniklerini de öğrenmişlerdir. Çoğunluğu, Anglo-Amerikan felsefesinde ‘’derinlik’’ ve ‘’anlayış’’ yetersizliğini sık sık vurgulamalarına, deneysel araştırmaların yararları hakkında olumsuz tavırlarına ve
bu tekniklere ilişkin ciddi tereddütler taşımalarına karşın onları kabul edebilmişlerdir.
3
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER*, Güney Ferhat BATI**
İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllar (1953-1970) genel hatlarıyla değerlendirildiğinde şunlar söylenebilir;
• Bu dönemde, eleştirel teorisyenlerin çalışma alanlarını belirleyen etmenler öğrenci hareketleri olmuştur. Bu kapsamda kitle kültürü, modern toplum, teknoloji, teknik, sanat, estetik, müzik, siyaset
gibi konularda öne çıkmıştır.
• Marksist teoriden bir kopuş yaşanmaya başlanmış, özellikle de proleteryanın devrimci bir sınıf
olma potansiyeli reddedilmiştir. Teorisyenler artık, proleterya devriminin geleceğine ilişkin umutlarını yitirmişlerdir.
• Frankfurt Okulu üyeleri kendi içinde de bir kopuş yaşamıştır. Marcuse radikal öğrenci hareketleri
ve Yeni Sol üzerine konusunda ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığını ifade etmekte, bu açıdan Horkheimer, Adorno, ve Habermas’dan ayrı düşmektedir (Calhoun, 1995:27-29).
Bu belirmelerden de anlaşılacağı üzere eleştirel teorisyenler tarihsel olarak içinde bulundukları koşullardan doğrudan etkilenmişler ve çalışmalarına bu koşullar yön vermiştir.
Küreselleşmenin etkileri yalnızca ekonomik, politik alanda değil bireylerin, aileleri ve toplumların
gündelik hayatlarında ve psikolojik durumları üzerinde de hissedilmektedir. Yakın ilişkiler (eşler, anne-baba, çocuklar, arkadaşlar) ve duygusal iletişim daha hızlı ve geçici bir hale gelmektedir. Bireyler
gündelik yaşamlarında daha çok sorunla karşılaşmakta bu sorunlara farklı nedenlerden dolayı daha
zor çözüm üretebilmektedir. Bireyin ve risk altında olan özel grupların haklarını koruma, insanca bir
yaşam sunmakla kalmayıp yaşamın kalitesini arttırmayı bir ‘’sorumluluk’’ olarak gören sosyal devletin küçültülmesi, en temelde bireyler ve toplumlar için sosyal adaletin ve sosyal hakların ortadan
kalkması anlamına gelmektedir. Sosyal devletin yapısındaki bu dönüşümden en çok etkilenecek
alanlar hiç kuşkusuz eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmetler v.b insani hizmet alanlarıdır. Bu
insani hizmet alanları sosyal devletin temel amacını gerçekleştirmede kullandığı araçlardır. Böyle
bir bağlam içinde amacı, bireylerin ve toplumların daha iyi bir yaşam sürmesine hizmet etmek olan
sosyal bilimlerin ve sosyal bilimcilerin daha uyanık olması, gücü elinde tutan kesimlerin kurmaya
çalıştığı tahakküm konusunda daha bilinçli olması neredeyse kaçınılmazdır (Giddens, 200069-70).
Özet ile ifade etmiş olursak; ‘’Olanın ötesini görme’’ ihtiyacı varlığını hala sürdürmekte ve bu ihtiyacın baş döndürücü gelişmeler karşısında giderek artmaktadır. Eleştirel Teori sosyal bilimcilere ve
sosyal bilim alanındaki uygulayıcılara var olanın ötesini görmek konusunda bazı önemli ipuçları sağlamaktadır. Sosyal hizmetin de bir meslek ve sosyal disiplin olarak bu değişmeleri doğru bir biçimde
okuması ve uygulamalarında eleştirel bakış açısını gerekmektedir. Frankfurt Okulu teorisyenleri,
teorinin Marks’ın şimdiye kadar ‘’filozofların yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde yorumladıklarını;
oysa artık amacın onu değiştirmek olduğunu’’ dile getiren ünlü sözünde çok iyi özetlenen, teorinin politiğe angaje rolüne, zaman zaman umutsuzca da olsa, inanmaya devam ettiler. Toplum
teorisyenleri, sadece tasvir etme ya da açıklamadan daha fazlasını yapmalıdırlar. Var olan toplumun
hatalarını teşhis etmeli ve bununda ötesinde, onun baskı altında tutulanın ve sömürülenin çıkarına
dönüştürülmesi için verilecek mücadelede yer almalıdırlar (West, 1998:87).
3. Eleştirel Teorinin Özellikleri
Pozitivizm’e karşıdır. Bilgi durağan dünyanın basit bir ‘’dışarı’’ yansıması değil, dünya hakkında çalışan
ve değerden bağımsız kesin varsayımları olan bilim adamları ve teorisyenlerin aktif olarak kurguladıkları bir şeydir. Üstelik eleştirel sosyal bilim, toplumun doğal yasalarını bilimin tanımlayacağı yönündeki
pozitivist nosyona karşı çıkarak, aksine toplumun tarihsel olarak karakterize edileceğine inanır.
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
4
eysad
Eleştirel sosyal bilim, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki bağlantıları değerlendirirken daha iyi bir
gelecek olasılığının geçmiş ve şimdiyle iç içe olduğunu kabul eder. Bu mantık, ilerleme olasılığını
onaylar. Geleceğin toplumu, politik ve sosyal eylemin birlikte olmasıyla gerçekleştirilebilir. Eleştirel sosyal bilimin rolü, mevcut baskı hakkında bilinç yükseltme ve nitelik olarak farklı bir gelecek
toplumu olasılığını göstermektedir. Böylece eleştirel sosyal bilim, sosyal değişimi getirme yönüyle
politiktir. Eleştirel sosyal bilim, baskının yapısal olduğunu tartışır. İnsanların günlük yaşamlarının
politikalar, ekonomi, kültür, söylevler, toplumsal cinsiyet ve ırk gibi daha büyük sosyal kurumlar tarafından etkilediğine inanır. Eleştirel sosyal bilim, insanları gördükleri baskının ulusal ve uluslararası
köklerini anlamada yardım eden yapılar olduğu konusunda aydınlatır. Eleştirel sosyal bilim bu baskı
yapılarının yanlış bilinçlilikleri sayesinde ‘’Marks (ideoloji), George Lukacs (şeyleştirme), Antonio
Gramsci (hegemonya), Marcuse (bir-yönlü düşünme) ve Derrida (varlığın metafiziği)’’ ilerlediğini düşünür. Günlük yaşam ve büyük ölçekli sosyal yapılarla bağlantı içinde eleştirel sosyal bilim,
kişilerin kendi özgürlüklerinden sorumlu olduğu ve diğerlerine gelecekteki özgürlük adına baskı
yapmamalarını söyler. Eleştirel sosyal bilimin pozitivizmi eleştirmesi, onun temel özelliğidir (Agger,
1998:4-5).
Genel bir düzeyde denebilir ki eleştirel teorinin kurucuları, felsefe ve topluma yaklaşımlarında tarihi temele koymuşlardır. Marks’ı izleyerek özellikle ilk çalışmalarında rasyonel kurumları olan bir
topluma doğru gidişi düşlemişlerdir. Ancak radikal değişimin önündeki engeli görmüşler ve bunları analiz etmişlerdir. Eleştirel teorisyenlerin her biri, tüm bilginin tarihsel olarak koşullanmasına
rağmen, gerçek iddialarının rasyonel olarak bir öneminin olduğunu söylerler. Frankfurt Okulu ve
Habermas’ın çalışmalarında kritik etme nosyonunun gelişimi ve yayılımı, neden ve bilginin koşulları
ve kapitalizmin tarihsel formlarına odaklanırlar. Tüm sosyal pratikleri tartışırken eleştirel bir perspektif geliştirmek gerektiğini görmüşlerdir. Eleştirel teorisyenlerin çalışmalarında, önemli geçmiş
ve çağdaş filozoflar, sosyal düşünür ve sosyal bilimcilerle diyaloglar söz konusudur. Sorunlarını formüle etme konusundaki farklılıklarına rağmen eleştirel teorisyenler, çağdaş sosyal ve politik sorunların sınanmasında, ideolojinin eleştirisi ve otoriter ve bürokratik olmayan politikaların gelişiminin
gerekliliğine inanmışlardır (Held, 1980:15).
4. Eleştirel Teori ve Aydınlanma
Aydınlanma, 18. yüzyılda var olan totaliterliğe, kastçı feodal toplum düzeneğine, baskıcı dinsel
dünya görüşüne karşıdır. Aydınlanma, aklı önemsemeyi, ilerleme düşünü yaymayı, sorgulayıcılığı
ve kuşkuculuğu, dinsel ahlakın keyfiliğinin yerine doğa yasalarına ilişkin bilginin ikame edilmesini,
laik bir dünya görüşünü öne çıkarmayı isteyen ve insan haklarına dair insancıl sistemlerin çoğalması için çalışan bir harekettir. İnsanın günahkar ve kötü olduğuna, bu nedenle de cezalandırılması, acı çekmesi gerektiğini düşünen dini öğretinin aksine, inansın doğuştan saf ve temiz olduğuna
inanan aydınlanmacılar, insanın değerli olduğunu, bu yüzden onun için iyi olacak şeylerin yapılması gerektiğini söylüyorlardı. Örneğin; Fransız tarihçisi Michelet, Rönesans’ı ‘’dünyayı ve insanı
keşfetme’’ diye nitelendirmekteydi. Bu, dünyaya açılma, yeni ülke toplulukları keşfetme ile insana ve ona kişilik veren özelliklere değer verme demekti. Bu yeni bakış açısıyla birlikte mutluluk,
insanın yaşamını yüceltmek ve daha iyi hale getirmek için çalışmak önemli hale gelmiştir. Aydınlamacılara göre insanın mutluluğu öbür dünyaya yönelik bir çaba değil, bu dünyadaki yaşamıyla
ilgiliydi. Çünkü insanın rahat ve mutluluk içerisinde yaşamasını sağlar bir hale getiren yine insanın kendisiydi. İnsanlar var olduklarından itibaren doğaya kendilerini uydurdukları gibi, doğaya
egemen olmaya çalışarak yaşam standartlarını sürekli yükseltmişlerdi. Bu insanın daha iyi, daha
mutlu, insanca yaşaması demekti. Bir başka deyişle Aydınlanma temelde insana yani özneye değer veriyor ve insanın daha iyi koşullarda yaşayabilme güdüsüne sahip olduğunu düşünüyorlardı.
Horkheimer ve Adorno’ya göre aydınlanma sorunlu bir alandır, oldukça fazla olumsuzluk yüklüdür.
5
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER*, Güney Ferhat
Eleştirel teorisyenler aydınlanmayla öne çıkan, yıldızı parlayan aklın yıldızının söndüğünü ve araçsal
forma indirgendiğini, bunun ise aydınlanmanın kendi öz çocuğunu yemesine yani bireyin özerklik
ve özgünlüğünün yitimine, bireyin yok olup gitmesine kaynaklık ettiğini söylemektedirler (Kızılçelik, 2000:79-87).
5. Eleştirel Teori ve Pozitivizm
Pozitivizm aydınlanma hareketinin bir doğurgusudur. Nesnel, ortaya koyduğu sonuçlar
her yerde aynı olan, deney ve gözleme dayalı olan bilimsel bilgiyi önemsemektedir. Pozitivizmin gözünde bilim kendisini akıl, deney ve gözlem vasıtasıyla güvenilir ilişkilerle
sınırlandırmalıdır. En genel görünümüyle, deney üzerine temellenen bilimsel bilginin
üretim sürecinde ‘’gözlem’’ ön plana çıkan temel yönlerden birsidir. Pozitivizm, somut
olamayanlar eş deyişle gözlem konusu haricindeki öğeler üzerine eğilmez, insanın ilgi ve
bilgisini somut olgular üzerinde yoğunlaştırmayı gerekli hale getirir. Pozitivizm çerçevesinde bilim insanı metodolojik yöneliminde öznel olamaz, öznel yargılarından arınması, yani
nesnel olması gerekir. Dolayısıyla pozitivist metodoloji yönelimli bilim kavrayışı, değer
yargılarını dışlamış olan alandır. Frankfurt Okulu’ndaki kullanımıyla bir ‘’pozitivist’’, a. Empirist bir doğa bilimi yorumunun yeterli olduğunu, b. Her türlü bilginin özünde, doğa bilimiyle aynı bilişsel yapıya sahip olması gerektiğini savunan kişidir. Nitekim bu teorisyenler, bilimsel yöntemin insanla ilgili konulara uygulanmasına, bunun insanın gizli güçlerini
ve özgürlüğünü yadsımakla eşdeğer olduğu gerekçesiyle, karşı çıkarlar. Pozitivist sosyal
teori, doğa bilimlerinin yöntemini iktisat ya da toplumun yasalarını keşfetmek amacıyla
kullanırken, baskıcı toplumların düzenliliklerini yalnızca tevekkülle kabul edilebilen olgular
olarak resmederler (West, 1998:87).
İnsan bilgisinin bilimle sınırlandırılması, teorisyenlere göre, felsefenin geleneksel pek çok
ilgisinin anlamsız metafizik olduğu gerekçesiyle kınanmasını gerektirebilir. Özellikle, eleştirel
teorisyenler pozitivizmin, sebep kavramının anlaşılabilirliğinin inkar ettiğini düşünürler.
Pozitivizmin statükoyu destekleyici bir işlevde bulunduğu kabul edilir, çünkü pozitivizm
felsefesi, ‘’eleştirel sebep’’ nosyonu üzerine kurulu bir toplum teorisinin olabileceğini kabul
etmez (Keat ve Urry, 1994:272-273). Okulu’un bu konudaki ilk ciddi eleştirisi Horkheimer
tarafından yapılmıştır. Bu eleştiri üç boyutta ifade edilebilir. Birincisi; pozitivizm toplumsal
hayatın doğru bir biçimde kavramsallaştırılmasını ve anlaşılmasını sağalamayan, yetersiz
ve yanlış yönlendirici bir yaklaşımdır. İkincisi; pozitivizm yalnızca ‘’var olana’’ katılmakla var
olan siyasi düzeni kutsallaştırır, radikal herhangi bir değişikliği engeller ve son olarak da içsel bir egemenlik biçimini destekler ve üretir (Bottomore, 1997:29). Eleştirel sosyal bilimciler, somut koşulların subjektif olgulardan bağımsız olarak var olduğunu düşünmektedirler.
Eleştirel yaklaşım eylemci bir yönelime sahiptir. Sosyal araştırma, bir değer konumu için
gereken bir ahlaki-politik eylemdir. Eleştirel sosyal bilim, pozitivist değeri, mitten özgür
olarak reddeder. Yorumcu yaklaşıma da göreliliği nedeniyle karşı çıkar. Objektif olmak,
diğerinin olmayışı anlamına gelmez. Objektivite, çarpıtılmamış, gerçekliğin doğru resmi
olarak görülür. Bilimin, politikadan kendini koruması gerektiği fikrine meydan okur. Bazı
politikacıların, bilimin objektifliğini arttırdığını tartışır (Strik, 1999:63).
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
6
eysad
6. Eleştirel Teori ve Kültür Endüstrisi/Kitle Kültürü
Frankfurt Okulu üyelerinin kendilerine ilgi odağı olarak seçtikleri konular arasında kültür endüstrisi/
kitle kültürü önemli bir yer tutar. Eleştirel teorisyenlerin 1930’lardan itibaren Horkheimer’in yöneticiliği ile birlikte ‘’kültürel alana’’, özellikle de kültür endüstrisine ilgi duyuşları rastlantısal değil, o
dönemin ‘’tekelci kapitalizm’’, ‘’faşizm başatlığı’’ ile yakından ilişkilidir. Swingewood’un (1975) dediği gibi;’’bu yazarlar 1930’lar boyunca faşizmin hızla yükselişine ve Avrupa Komünizmi ve sosyalizmin
çöküşüne tanık olmuşlardır. Ayrıca, bu yıllar teorisyenlerin ABD’de oldukları yıllara rastlamaktadır.
Orada, tüketim toplumunun doğuşuna, kitle kültürü ve iletişiminin çoğalmasına, ABD Başkanının
politik ikna için radyoyu kullanmasına, her tarafta binlerce Amerikalının sinemaya ve tiyatroya gidişlerine tanık olmuşlardır. Aynı zamanda magazin, çizgi roman v.b dergiler gibi yeni kitlenin ürettiği
kültürün ürünlerini ve bu ürünlerin genişleyen popülaritesini gözlemleme olanağı bulmuşlardır. İş
çevrelerinin ve zengin kesimlerin kitle kültürünü nasıl egemenlik altına aldıklarını, medya ve tüketim toplumunun ortaya çıkması için eğlence endüstrisinin nasıl çaba sarf ettiğini gözlemlemişlerdir.’’
(Kızılçelik, 2000:208-209).
Eleştirel Teorisyenlere göre günümüzde kapitalizm, ağır şartlar altında çalıştırdığı insanları denetim altında tutup, reaksiyon gösterme ve baş kaldırma ihtimaline karşı bilgiyi ve popüler kültür
öğelerini manipüle etmek suretiyle varlığını devam ettirmektedir. Buna göre kültür endüstrisinin
öncelikli amacı bireyin kapitalizmi benimsemesini kolaylaştırmaktadır. Yine endüstrisinin olumlayıcı
kültürü, günlük yaşamın sorumluluğundan, ağır ve sıkıcı işlerinden çok az bir çaba ile geçici bir kaçış
sağlayarak oyalanma ve zihinsel uzaklaşma yaratır. Sistem, ağır şartlar altında yaşamaktan bunalan toplumu bu durumdan kurtarmak için görsel, işitsel ve yazılı medya organlarını kötüye kullanarak onları yalancı bir rahatlama ve uyuma durumuna sokar ve insanlar geçici olarak sorunlarından
uzaklaşır. Frankfurt Okulu düşünürlerine göre kültür endüstrisinin sunduğu kaçış gerçek bir kaçış
değildir. Zira onun sağladığı kaçış ve dinlenme, insanları yalnızca yaşamlarındaki temel baskılardan
uzaklaştırmaya ve çalışma azimlerini yeniden yaratmaya hizmet eder. Marcuse ise kültür endüstrisinin temel karakterlerini şöyle sıralamaktadır;
• Kamusal ve özel ilgiler/çıkarlar arasında hatalı bir harmoni kurar,
• Tüketim yönelimlerini ve özelleştirmeyi güçlendirir,
• Reklam estetiğini genişletir,
• Var olan işçi sınıfı kültürünü zayıflatır, yok etmeye çalışır,
• Araçsal aklın başatlığını arttırır,
• Cinselliğe manipüle eder (Held, 1980:108).
7
Kültür Endüstrisi, özü itibariyle, bireyleri ‘’art niyetli türsel varlık’’ haline getirmiştir. Her birey yalnızca ötekinin yerine ikame olan biri olarak yani kullanılabilir/bir ‘’örnek’’ olarak vardır. Birey olarak kişi
yeri mutlak olarak doldurulabilir bir konuma gelmiştir, tam anlamıyla o bir hiçtir ve bunu, benzerlik
süresini elinden kaçırdığı zaman hisseder. Aslında kültür endüstrisinin hegomanik durumunda bireyler, ‘’…birer malzeme haline gelmişlerdir… ne olursa olsun… her zaman nesne olarak kalırlar.’’
Dolayısıyla kültür endüstrisinin aldığı düzenek insanların şeyleştirilmesi üzerine inşa edilmiştir. Çünkü bu düzenek tamamıyla totaliterdir. Horkheimer ve Adorno burada Tocqueville’in ABD’de ki ‘’Demokrasi’’ adlı yapıtında yüzyıl önce yaptığı analizin doğru çıktığını vurgulamaktadırlar: ‘’Despotluk
bedeni serbest bırakmakta ve doğrudan doğruya ruhu hedef almaktadır. Egemen artık, benim gibi
düşünmelisin ya da ölmelisin demiyor. Tersine şöyle diyor; Benim gibi düşünmemekte serbestsin,
yaşamın, malın, sana aittir ama bugünden itibaren sen aramızda bir yabancısın.’’ Özetle değinmek
gerekirse; Kültür endüstrisi sistemi, liberal endüstriyel toplumlarda doğmuştur. Bu toplumlara has
kitle iletişim araçları burada özellikle başarılı olmuştur ve kültür endüstrisi bu araçlar sayesinde
üretilip dağıtılmaktadır.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER*, Güney Ferhat BATI**
Bu araçlar yardımıyla kitlelere ulaştırılmak istenen şey sorgulamak değil, düşünmekten, her şeyden (iş’ten, aş’tan, eş’ten ve kendin’den) kaçıştır. Böylece eğlence yoluyla sistemin sorgulanması
bireyin kendi sosyal konumunu/problemlerini düşünmesi son bulmaktadır. Hatta toplumda en çok
sorunları olan sistem için ‘’sorunlu’’ olan işsizler eğlencenin tuzağına düşen en önemli kategoridir
(Horkheimer ve Adorno, 1996:22).
7. Eleştirel Teorinin Sosyal Hizmet Disiplini
Sosyal Bilimlerin bir kolu olan sosyal hizmet disiplini insana verilen değer, her bireyin kendine özgü
olduğu, her insanın gelişmek için belli bir potansiyeli olduğu ve uygun fırsatlar yaratılırsa bunları kendisi için en iyi biçimde kullanılacağına inanç gibi çok temel etik ilkeler içerir. Bu anlamıyla
eleştirel teorisyenlerin sosyal bilimler için söylediği; ‘’Görünen dünyada gerçek yapıları kaplayan
yüzeydeki yanılsamaların ötesini görerek, insanları koşulların değişeceğine ve kendi kendilerine
daha iyi bir dünyayı inşa etmelerinde yardımcı olmaya çalışan ihtiyaç duyulan bir eleştirel süreçtir.’’
tanımıyla yakından bağlantılıdır. Çünkü sosyal hizmet disiplininin uygulama yönü de bulunmaktadır.
Eleştirel düşünce eleştirel uygulamayı biçimlendiren eleştirel eyleme yol açar. Eleştirel düşünme ilk
olarak kullanılan dilde kendini gösterir. İkinci olarak gündem belirleme için bir keşif olanağı sunar.
Yargıların içeriğini düşünme ve ideolojiyi sorgulama olanakları sunması sosyal hizmet uygulamaları
açısından önemli noktalardır (Adams ve diğ., 2002:4-5).
Burada sosyal hizmet disiplininin müracaatçı sistemlerini ve onların inde bulundukları yapıları değerlendirirken ‘’olanın ötesini görmeye çalışmaları’’ son derece büyük önem taşımaktadır. Yine
eleştirel teorisyenlerin belirttiği gibi kültür endüstrisinin yarattığı toplumda üşümek, aç kalmak,
işsiz olmak, yoksul olmak ‘’toplumdışı’’ olmak anlamına gelmektedir ve toplum dışı olmak en büyük
‘’suçtur’’. İşte sosyal hizmet disiplini uygulamalarında çoğu kez ‘’toplumdışı kalmış, suçlu kesimle’’
uğraşmaktadır. Burada önemli olan şey kişilerin ya da grupların tekrar toplum içine girebilmelerini
sağlamak için çalışırken diğer taraftan da onları toplum dışı bırakan sistemlerin neler olduğunun
çok iyi anlaşılması ve dönecekleri toplumun nasıl bir toplum olacağının belirlenmesidir. Örneğin;
sosyal hizmet yazınında ve uygulamalarında önemli bir yeri olan ‘’kendi kaderini tayin hakkı (self
determination)’’ müracaatçının diğerlerine ya da hizmetlere bağımlılığının azaltılması, müracaatçının kendisini ilgilendiren konularda özgürce seçim yapabilmesi ve karar vermesini içermektedir.
Bu, sosyal hizmetin tüm uygulama alanlarındaki müracaatçılar için geçerli bir ilkedir (Thomas ve
Pierson, 1995:337). Oysa küreselleşme tarafından biçimlenen yeni çevre bireysel özerkliği ve bağımsız seçimler yapabilmeyi gittikçe zorlaştırmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları, müracaatçılarının
bağımsız karar vermeleri konusunda yardımcı olacak kaynakların ve hizmetlerin giderek azaldığı bir
ortamda çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Bu nedenle, kendilerini çevreleyen gerçekliğin kökleri konusunda bilinçli olmaları son derece hayati gözükmektedir (Furlong, 2003:177-196).
Örneğin; sosyal hizmet disiplini açısından önemli bir konu olan yoksulluk konusunda yapılan ilk çalışmalar bireyin ya da ailenin sahip olduğu/olamadığı mallar, yaptıkları tüketim harcamaları, elde
edilen gelir v.b nesnel, sayısallaştırabilen ölçütler üzerine odaklanmaktaydı. Oysa son zamanlarda yoksulluğun tanımlanmasında gelir/tüketim yaklaşımının yetersiz kaldığı yaygın bir şekilde dile
getirilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede asgari bir yaşam düzeyini sağlamaya yönelik gelir/tüketim
seviyesine sahip olmanın yanı sıra yoksulluğun belirlenmesinde kaynaklara erişim, kamusal mal ve
hizmetlere ve yarı kamusal mal ve hizmetlere erişim ile otonomi ve izzet ve onur gibi ölçütlerin de
hesaba katılması gerektiğini dile getirilmektedir. Yoksulluk birçok durumda, karar alma mekanizmasından dışlanma ve siyasi sürece, iş hayatına ve kültürel faaliyetlere katılımın kısıtlı olması anlamına da gelmektedir (Şen, 2002:164-193).
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
8
eysad
Bu tartışmalar insani yoksulluk kavramını tartışmaya açmıştır ve yoksulluğu temel hakların karşılanma ölçütü dışında eşit vatandaşlık temelinde sosyal adalet çerçevesinde ele almanın önemini
ortaya çıkmıştır. Bu ele alış eleştirel teorinin baskının kökenlerini kavrama ve bilinç arttırma arayışlarına denk düşmektedir. Eleştirel Teori aracılığıyla yoksulluk sorunu yaşayan bireylerin yaşadıkları
sorunun yapısal nedenlerini anlamaları ve sosyal hizmet gereksinmelerini bu çerçevede kavramak
önemlidir. Sosyal hizmet uzmanları boyutunda ise yoksulluğun nedenleri üzerine yapısal ve makro çözümlemeleri yapmalarını, sosyal hizmet müdahalelerini de eleştirel çerçevede ve eylemci
tarzda gerçekleştirmelerini beraberinde getirecektir. Sosyal hizmet disiplini, hizmet verdiği müracaatçıların gördükleri baskı konusunda bilinçlenmeleri ve güçlü hale gelmelerinde ‘’güçlendirme
yaklaşımı’’nı büyük ölçüde kullanmaktadır. Bu yaklaşım kökenlerini eleştirel teoriden almaktadır.
Güçlendirmede ‘’sorunlar/problemler’’ üzerinde odaklanılmaz. Aksine bunlardan ‘’meydan okumaya’’ doğru bir geçiş söz konusudur. Bir başka deyişle güçlendirme yolu ile bir ‘’farkındalık’’ yaratma
durumu söz konusudur. Bu eleştirel teorinin ‘’var olanın ötesini görerek baskının köklerini bulmak’’
söylemine oldukça yakındır. Güçlendirme yoluyla bireyler üzerlerinde baskı yaratan koşulları ve
bunların kendi yaşamlarındaki yansımalarını kavrayarak, gerekli dönüşümleri sağlayabilecek derecede güçlü hale gelebilir (Buz, 2006:39).
Sonuç
Çalışmanın başlangıcında da belirtildiği gibi ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ni anlamak, yorumlamak ve bu
düzenin içerisinde nerede ve nasıl duracağını, düzenin oluşumuna nasıl katkı vereceğini bilmek bir
sosyal bilimci için son derece önem taşımaktadır. Eleştirel Teorisyenler sosyal bilimi şöyle tanımlamaktadırlar; Görünen dünyada gerçek yapıları kaplayan yüzeydeki yanılsamaların ötesini görerek,
insanları koşulların değişeceğine ve kendi kendilerine daha iyi bir dünyayı inşa etmelerinde yardımcı
olmaya çalışan ihtiyaç duyulan eleştirel bir proses olmuştur. Eleştirel sosyal bilim, sosyal değişim
ve çatışmanın her zaman görünür ve gözlenebilir olmadığını söyler. Sosyal dünya, yanılsama, mit
v.b ile doludur. İnsanın bilgisi ve duyuları sınırlı olduğundan ilk gözlemler yanlış olabilir. Yüzeydeki
görünümler bilinçli bir algılamanın ötesindedir. Bu yanılsamalar toplumdaki bazı grupların gücü
elinde tutması ve diğerlerini sömürmesi sonucunu doğurur. Doğa bilimlerinde olduğu gibi yerleşik
ve değiştirilemez paradigmalar yoluyla elde edilen bilgi sosyal bilimlerde geçerli olmamalıdır. En
azından var olan paradigmaların çıkış noktaları ve dayandığı temeller iyi analiz edilmelidir. Çünkü
temelde bireylerin ve bilim adamlarının algılamaları gerçeğe ulaşmayı etkileyecektir. Eleştirel sosyal bilim, insanların yaratıcı, değişken ve uyumlu olduğuna inanır. Buna rağmen insanlar yanlış yönlendirebilir ve diğerleri tarafından sömürülebilir. İnsanlar, diğerlerinin de aynı şeyleri yaşadığından
habersiz, izole olduğundan toplumu değiştirme isteklerini yitirebilirler. İnsanlar sosyal dünyanın
değişebileceğini görürler, ancak izolasyon ve baskıcı koşullar günlük süreçte düşlerini gerçekleştirmelerini önler. Eleştirel sosyal bilimciler, insanlara kaynak verildiğinde kendilerini anlayacakları ve
dünyalarını değiştirebileceklerine inanmalarının mümkün olduğuna inanır. Yanılsamaları reddeden,
koşulların altında yatan dinamikleri tanımlamamızı, değişimin nasıl başarılacağını ve olası bir geleceğin mümkün olduğunu söyler. Gözlenen gerçekliğin arkasındaki görünmeyen mekanizmalarla
ilgilenir; koşulları irdeler ve bir değişim planı öngörür. Bu açıdan gerek bireysel yaşantımız gerekse
bilimsel kimliğimiz çerçevesinde eleştirel yaklaşım bize yaşadığımız dünyayı farklı ‘’Sofistik Nosyon’’
ile görmek için yeni bir çerçeve sunmaktadır.
9
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER*, Güney Ferhat BATI**
KAYNAKÇA
Adams, R. Dominelli, L. Ve M. Payne. (2002). Critical Pratice in Social Work, New York, Palgrave
Macmillan.
Agger, B. (1998). Critical Social Theories, USA, Westview.
Bottomore, T. (1997). Frankfurt Okulu ve Eleştirisi, (Çev: A. Çiğdem), İstanbul, Vadi.
Buz, S. (2006). ‘’Yoksulluk ve Sosyal Adalet’’ Sosyal Hizmet Sempozyumu, Yoksulluk ve Sosyal Hizmetler, Antalya:9-11 Ekim.
Calhoun, C. (1995). Critical Social Theory: Culture, Historyand the Challenge of Difference, USA,
Blackweel.
Frankfurt Okulu, http://www.felsefeekibi.com, Erişim Tarihi: 26 Şubat 2017.
Furlong, M. A. (2003). Self-determination and a critical perspective in casework, Qualitative Social
Work, Vol. 2, No:2, 177-196.
Geuss, R. (2002). Eleştirel Teori Habermas ve Frankfurt Okulu, (Çev: F. Keskin), İstanbul, Ayrıntı.
Giddens, A. (2000). Runaway World. How Globalization is Reshaping Ourlives, New York, Routledge.
Hançerlioğlu, O. (1982). Felsefe Sözlüğü, Geliştirilmiş 6. Basım, İstanbul, Remzi.
Held, D. (1980). Introductionto Critical Theory Horkheimer to Habermas, USA, University of California Press.
Horkheimer, M. ve T.W. Adorno. (1996). Aydınlanmanın Diyalektiği Felsefi Fragmanlar 2, (Çev: O.
Özügül), İstanbul, Kabalcı.
Keat, R. Ve J. Urry. (1994). Bilim Olarak Sosyal Teori, (Çev: N. Çelebi), Ankara, İmge.
Kızılçelik, S. (2000). Frankfurt Okulu, Ankara, Anı.
Morrow, R. A. ve D.D. Brown (1994). Critical Theory and Methodology, London, Sage Publications.
Strik, P.M. (1999). Critical Theory, Politics and Society, London, Pinter.
Şen, M. (2002). Kökene Dayalı Dayanışma Yardımlaşma: Zor iş… N. Erdoğan (Ed). Yoksulluk Halleri,
İçinde (164-193). İstanbul, Demokrasi Kitaplığı.
T.C Türk Dil Kurumu, http://www.tdk.gov.tr, Erişim Tarihi: 17 Mart 2017.
Thomas, M. ve Pierson, J. (1995). Dictionary of Social Work. New York, Collins Educational.
West, D. (1998). Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, (Çev: A. Cevizci), İstanbul, Paradigma.
* İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF, İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ([email protected])
**İstanbul Arel Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi, ([email protected])
10
eysad
GİRİŞİMCİLİK VE YENİ İLETİŞİM
TEKNOLOJİLERİ
Hüseyin ÇELİK*
ÖZET
Girişimcilik hangi sektörün karlı, verimli olacağı ve bununla birlikte girişimciyi geleceğe taşıyan alanların belirlenmesi sürecinde son derece etkin olan bir süreçtir. Bu süreç kapsamında yeni iletişim
teknolojilerinin kullanılması girişimcilik açısından hangi sektörlere ağırlık verileceğinin belirlenmesinde kolaylık sağlaması nedeniyle önemlidir. Teknolojik gelişmelerle birlikte yeni teknolojilerin
kullanımı yeni ekonomi alanını meydana getirmiştir. Bu yeni ekonomi alanı klasik ekonomiye göre
sınırları olmayan bir yapı, oynak ve geçişken özellikler gösterir. Örneğin teknolojik gelişmenin düşük olduğu dönemlerde ekonominin durumu değişimsiz bir durum arz eder. Çünkü girdiler ve ona
etki yapan faktörler sayıca azdır. Fakat teknolojik gelişmenin daha yüksek düzeylerinde ekonomi
kaotik bir durum sergiler. Bir kriz birden fazla krizin oluşmasına yol açar. Yani diğer krizleri tetikler.
Karmaşık sistemlerin kararlı yapısını öngörmek birçok parametrenin varlığı veya yokluğunun bilinmediği bir ortamı kontrol etmektir. Düzen başka bir düzene bu şekilde kararlı bir şekilde akmamaktadır. Bu nedenle teknolojinin bu kadar çok geliştiği ve insanların davranışlarını bilmenin bu kadar
imkânsız olduğu bir devirde hangi iş dalının uygun olduğu ve hangi işe atılacağı konusu belirsizliğini
sürdürür. Yeni ekonominin neoliberal süreçteki kaygan yapısı hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın
girişimcilik alanlarını belirsiz mi kılmaktadır? Bu sorulara cevap aramak amacıyla bu makalede, yeni
ekonomi alanında yeni iletişim teknolojilerinin kullanımının girişimciliği ne yönden etkileyeceği ve
bu kapsamda hangi faydalar ve zararlar üretebileceği üzerinde durulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, Yeni Medya, Yeni Medya Teknolojileri, Neoliberalizm
11
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
ENTREPRENEURSHIP AND NEW COMMUNICATION
TECHNOLOGIES
Hüseyin ÇELİK*
ABSTRACT
Entrepreneurship is a very effective process in which the sector will be profitable, productive, and in
which entrepreneurship is determined in the future. The use of new communication technologies within this process is important because it is easy to determine which sectors to focus on in terms of entrepreneurship. Along with technological developments, the use of new technologies has brought the
new field of economy to the forefront. This new economy area has a structure, playful and transitional
characteristics that have no boundaries according to classical economics. For example, when the technological development is low, the situation of the economy is unchanged. Because the inputs and the
factors that influence it are few. But at higher levels of technological development, the economy shows
a chaotic situation. A crisis can lead to more than one crisis. So it triggers other crises. Foreseeing the
stable structure of complex systems is the control of an environment in which the presence or absence
of many parameters is unknown. The order does not flow so steadily into another scheme. For this reason, in a time when technology has so developed and it is so impossible to know people’s behaviors, it
remains unclear which business is appropriate and what business is to be put into place. What slippery
structure of the new economy in the neo-liberal process makes the areas of entrepreneurship obscure?
In order to find answers to these questions, it is emphasized in this article how the use of new communication technologies in the field of new economy will affect the entrepreneurship and which benefits
and losses can be produced in this context.
Key Words: Entrepreneurship, New Media, New Media Technologies, Neoliberalism
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
12
eysad
GİRİŞİMCİLİK VE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ
1. GİRİŞ
Girişimcilik yeni fikirler ile ortaya çıkmaktadır. Bu yeni fikirler ileriyi isabetli olarak gören bir anlayışın eseridir. Bu anlayışa sahip olmak için gündemi yakalamak ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek gerekmektedir. Yeni iletişim teknolojileri sayesinde dünyanın küçüldüğü,
mesafelerin kısaldığı günümüzde yeni fikirler anında dünyaya yayılmakta ve bu fikirler eğer
isabetli, rantabl olduğunda vücut bulma imkânı elde edebilmektedir. Peki, bu isabetli fikirleri nasıl bulacağız? Nasıl gerçekleştireceğiz? Girişimcilik işte bu safhada devreye girmektedir.
Girişimcilik hangi sektörün karlı, verimli olacağı ve bununla birlikte girişimciyi geleceğe taşıyan alanların belirlenmesi sürecinde son derece etkin olan bir süreçtir. Bu süreç kapsamında yeni iletişim
teknolojilerinin kullanılması girişimcilik açısından hangi sektörlere ağırlık verileceğinin belirlenmesinde kolaylık sağlaması nedeniyle önemlidir. Farklı birimlere dönüşen girişimcilik için “yenilik” ortak
paydadır (Avşar ve diğerleri, 2016:753). Teknolojik gelişmelerle birlikte yeni teknolojilerin kullanımı,
yeni ekonomi alanını meydana getirmiştir. Bu yeni ekonomi alanı klasik ekonomiye göre sınırları olmayan bir yapıdır. Ayrıca oynak ve geçişken özellikler gösterir. Esnekliğin her alanı kapsadığı yeni ekonomide girişimci belli bir alanda uzman olarak akışkan, etkileşimci ve risk alabilen bir konuma sıkı bir
şekilde bağlıdır (Avşar ve diğerleri, 2016:753). Örneğin teknolojik gelişmenin düşük olduğu dönemlerde ekonominin durumu değişimsiz bir durum arz eder. Çünkü girdiler ve ona etki yapan faktörler
sayıca azdır. Fakat teknolojik gelişmenin daha yüksek düzeylerinde ekonomi kaotik bir durum sergiler. Bir kriz birden fazla krizin oluşmasına yol açar. Yani diğer krizleri tetikler. Karmaşık sistemlerin kararlı yapısını öngörmek, birçok parametrenin varlığı veya yokluğunun bilinmediği bir ortamı kontrol
etmektir. Düzen başka bir düzene bu şekilde kararlı bir şekilde akmaz. Bu nedenle teknolojinin bu
kadar çok geliştiği ve insanların davranışlarını bilmenin bu kadar imkânsız olduğu bir devirde hangi iş
dalının uygun olduğu ve hangi işe atılacağı konusu belirsizliğini sürdürür. Yeni ekonominin neoliberal
süreçteki kaygan yapısı hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın girişimcilik alanlarını belirsiz kılmaktadır. Bu makalede, yeni ekonomi alanında yeni iletişim teknolojilerinin kullanımının girişimciliği ne yönden etkileyeceği ve bu kapsamda hangi faydalar ve zararlar üretebileceği üzerinde durulmaktadır.
YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE GİRİŞİMCİLİK
Girişimciler firma yatırımlarında gerek maliyetlerini düşürmek, gerekse katma değer sağlayan ürün
ve hizmet üretebilmek için bilgi teknolojilerini en önemli avantaj olarak görmektedirler. Bilgi teknolojileri, girişimciler için bilgiyi arama ve ulaşma, haberleşme, üretimde otomasyon ve entegrasyon
gibi desteklerden faydalanmak amacıyla kullanılmaktadır. Son yıllarda ortaya oldukça esnek, karar
verme süreçlerinde hızlı, bilgiyi yoğun olarak is süreçlerinde kullanan, yenilikçi ve iş yaratma etkisi
olan girişimci tipi önem kazanmaya başlamıştır (Koçak, 2009:381). Yeni girişimci, tanınmayan, yeri
yurdu belli olmayan ve zamansız olarak iş gören bir varlık olarak bu süreçte yerini almıştır. Böylece
geleneksel girişimci olarak kabul edilen insan yerine belirsiz ve zamansız bir insana dönüşmüş, hatta makine haline evrilmiştir.
13
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Araştırmacılar, gelecekteki toplumun bilgi ile ilgili endüstrilerde daha önceki yıllara göre daha fazla
insanı istihdam edileceğini ve teknolojiyi kullanma bilgi ve becerilerine erişimin bireyler ve kuruluşlar için başarının belirleyici unsurları olacağını öngörmektedirler (Prekumar ve Robert, 2000:368).
İnternetin ortaya çıkmasıyla birlikte iş alanlarının iletişim ve pazarlama faaliyetlerini hızlandırmış
ve e-Pazar gibi yeni üretim alanlarını meydana getirmiştir. E-girişimci yeni ekonominin oluşturduğu
her alanı kullanmaktadır. Bu durum yeni iletişim teknolojilerinin ortaya çıkardığı ağ ve internet platformlarını kullanarak ürün ve hizmetlerin üretilmesi pazarlanması, dağıtılması ve satış süreçlerini
içermektedir. Satış sonrası işlemlerde de bu imkânlardan faydalanmaya devam edilmektedir. Bu
yeni iş platformunda dükkân yerine e-dükkan, tezgahtar veya satış elemanı yerine bilgisayar programı iş görmektedir. Sanal iş yeri “Virtual-business” yoluyla iş adamları bu platformları kullanarak
binlerce kilometre öteden farklı yerlerden farklı kişiler ile sanal toplantılar yapabilmekte ve iş görüşmeleri bu platformlar yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Özellikle 1970’li yıllarda önem kazanan
esnek üretim tarzı yeni iletişim teknolojileri ile daha fazla önem kazanmıştır. Bu nedenle girişimcilik
ile inovasyon aynı anda birbirleriyle ilişkili ve etkileşim halinde anılmaya başlanmıştır Avşar ve diğerleri, 2016:754).
Yeni ekonomide girişimcilik, inovasyon yani yeni fikirler ile bilgi teknolojileri bir araya geldiğinde
yeni alanlar ortaya çıkmakta ve bunlar yeni teknoloji platformuna yerleşerek rağbet görmektedir.
Bu süreci görmezden gelen ve gelişmelere adapte olamayan iş adamları, üreticiler ve satıcılar işlerinin kaybolması tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Yeni iletişim teknolojilerinin kullanılması “knowhow”’ın önemini artırmıştır. Bir firmanın kendi üretim ve işletme yöntemlerini aynı iş kolunda çalışan ya da çalışmaya niyetlenen başka bir kuruluşa açıklaması olayı olan “know-how” yani nasıl yapılır
bilgisi, daha çok batı ülkelerinde toplanmıştır. Bunun nedeni bilginin batı kaynaklı olması ve batılıların “know-how” yatırımlarına daha fazla kaynak ayırmalarıdır.
Yeni iletişim teknolojileri yardımıyla mobil çalışma ortamlarının artması ile meydana gelen “homeoffice” yani evde iş yeri çalışma ortamları çalışma şekillerinin belirsiz mekan-zamanda gerçekleştirilmesine neden olmuştur. Neoliberal anlayışın öncelediği esnek çalışma koşullarına uygun belirsiz
mekân-zaman olgusu insanı ikinci palana iterek üretimi önemsemektedir. Esnek çalışma koşularına elverişli ortamlar hazırlayan yeni iletişim teknolojileri, işçilik maliyetleri ve mekân harcamalarını
azaltmıştır. Yeni iletişim teknolojileri sayesinde telefon ile oluşturulan yardım masaları, hiç akla gelmeyen şehirlerde ve ücra köşelerde yapılandırılabilmektedir.
Yeni iletişim teknolojileri ile girişimciliğin yeni formları ortaya çıkmıştır. Bunlar uluslararası bazda
oluşturulmuş, sanal takımlar “virtual teams” herhangi bir işe girişmek veya fikir oluşumu için birbirleriyle bağlantı kuran belirli çıkarlar ve amaçlar doğrultusunda hareket eden coğrafi olarak dağılmış
kişileri sanal olarak bir araya getirmiştir. Böylece bir amaç doğrultusunda farklı düşüncelerin bir araya getirildiği, ortak kararın oluşturabildiği, farklı coğrafi alanların ve kültürün kaynaştığı bir ortam
yaratılmaktadır.
Yeni iletişim teknolojileri girişimcileri rekabet koşullarına uyum sağlayabilmek için sürekli aktif “proaktif” olmak zorundadırlar. Yeni iletişim teknolojilerinin yirmi dört saat çalışan yapısı, insan olmaksızın da bazı işlerin, alışverişlerin, hizmet şekillerinin gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.
Günümüzde oluşan bu yeni ekonomi alanı nasıl bir yapı oluşturmuştur? Bu soruyu cevaplandırmak
için neoliberal ekonomi anlayışını günümüzdeki mekanizmasına bakmakta yarar vardır.
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
14
eysad
Neoliberal anlayışta yeni Enformasyon ve teknoloji ürünlerinin ortaya çıkmasının büyük önemi vardır. Bu ürünler ve bu ürünlerden sağlanan hizmetler ekonomi alanı konusunda görüşlerin şekillenmesine neden olmuştur. Fakat bu yeni ekonomi alanı çeşitli tehditlere daha açık bir yapıdadır. Ekonomi ile ilgili yaygın görüşlere göre ekonomik bariyerlerin kaldırılması ve açık Pazar oluşturulması
herkesin çıkarına hizmet eder. Açık Pazar ekonomisi farklı mallar üreten ülkelere refah düzeylerini
yükseltmeye yarayan bir denge sağlar. Bir ülkede yasa koyucular ve yöneticiler daha iyi bir dengeyi
amaçlayan önlemlerle karşılaşmak yerine sonuçları kestirilmeyen denetimsiz dalgalanmalar ile karşı karşıya kalırlar. Günümüz ekonomisinin karışıklığı bu tür kaotik oluşumlara zemin hazırlamaktadır.
Buna karşılık bu alanda sahip olduğumuz teorik bilgiler yetersiz kalmaktadır.
Ekonomistlerin “şok” adını verdikleri dış olayların göz önünde bulundurulması zorunludur. Fazla
karmaşık olmayan bir dinamik sistem bulunması umuduyla ekonomik verilerden daha iyi bilinen
parasal verilerin analiz edilmesi yolunda ciddi girişimler yapılmaktadır. Ama bu umudun gerçekleştirilmesine imkân yoktur. Çünkü bu kaotik salınımların kontrol edilmesine ve buna yönelik kararlı bir
sistem öngörülmesine olanak yoktur.
Hangi iş dalının tutacağı ve önünün açık olacağını tahmin etmek bu kaotik ortamda tam olarak
mümkün değildir. Teknolojik gelişmenin düşük olduğu dönemlerde ekonominin durumu değişimsizdir, yani durağan bir hal izler. Teknolojik gelişmenin daha yüksek düzeylerinde periyodik çevrimler yaptığı görülür ve bunlar fasılalı bir biçimde devam eder. Daha yüksek teknolojik düzeylerde ise
bu salınımlar yerine düzensiz değişimler ve “başlangıç zamanına hassas bağlılık” gösteren türbülanslı bir ekonomi ortaya çıkar. Günümüzde ekonomi bu şekilde bir seyir izlemektedir (Ruelle, 1995:
80-81).
Ekonomi oldukça karmaşık bir kaos ortamında operasyonelliğini devam ettirir. Devam eden ve olayların zamana ve uzama bağlı olmadan birbirlerinden bağımsız olarak gerçekleşmesi bu düzensizliği
ortaya koyar. Peki, düzensizliğin bir düzeni var mıdır? Biraz önce işaretlediğimiz “başlangıç zamanına hassas bağlılık” bu aşamada önemli bir mihenk taşıdır.
Her olayın sıfır noktasında sistemin durumunda meydana gelen çok küçük bir değişiklik kendinden
sonra gelen ve zamanla üstel (yani birbiri üzerine katlanarak) biçimde büyüyen bir değişikliğe yol
açar. Yani çok bir küçük bir neden zamanla çok büyük bir etki yaratır. (Ruelle, 1995: 38). Bu kavram
kuantum mekaniğini ve kaotik olayları açıklamaya yarayan bir önermedir.. Aslında ekonomi gibi kaotik düzlemler ve uzamlar içinde işleyen mekanizmaların içerisinde kararsızlık ve karmaşanın görülmesi doğaldır. 1970‘lerde planlı ekonominin yani Keynesyen politikalarının çökmesi bu nedenledir.
Çünkü planlamayı kapalı bir ekonomik modelinde yaptığınız takdirde bu model iç pazarda bir durağanlığı sağlayarak gelişimi ve üretimi engelleyecektir. Yenilikçi olmayacak ve kendi kendini geliştiremeyecek ve sonunda tükenip yok olacaktır. Dış pazarda ise çok daha fazla pazarla etkileşim halinde
olduğundan denge yerine daha çok kaotik durumların meydana gelmesine zemin hazırlayacaktır.
Ali Baba internet pazarının kurucusu Jack Ma, Çin’de Zhengzhou kentinde katıldığı bir girişimcilik
konferansında, ticaretin geleneksel perakendeciliği bozduğunu ve bunun muhtemel etkilere yol
açacağını söylemiştir. Bunu toplumsal çatışmalar yaratacağını, işsizlik gibi sorunların çözülmesi için
makinelerin yalnızca insanların yapamadıklarını yapmaları gerektiğini ve makinelerin insanların ikametine değil iş arkadaşları olarak kabul edilmesini istemiştir1.
15
1
URL: https://www.google.com.tr/amp/s/www.businessht.com.tr/teknoloji/haber-amp/1475730-internet-devinden-internet-uyarisi-insanlik-yillar-surecek-bir-aciya-hazirlikli-olsun, Erişim
Tarihi: 24.4.2017.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Girişimciler için belli koşulların oluşturulması gerekmektedir. Öncelikle yapılan iş öncü rol üstlenmeli ve işletmede yenilik yaratabilmelidir. Ortaya çıkabilecek hatalar girişimi engellememelidir.
Öncelikli fırsat değerlendirmesi yapılmamalı ve bu durumun olumsuz sonuçlar doğurabileceği göz
önünde tutulmalıdır. İşletmenin kaynakları kolayca erişebilir ve kullanılabilir olmalıdır. Ekip çalışması
yaklaşımı desteklenmeli ve ekip üyelerinin sürece etkin katılımı sağlanmalıdır. Ayrıca ekip üyelerinin
başarıları değerlendirilmeli ve ödül sistemi kurulmalıdır. Sponsor desteği mali sorunların oluşmaması açısından önem taşımaktadır. Tüm iç girişimcilik faaliyetleri üst yönetim tarafından desteklenmeli, gerektiğinde takdir edilmelidir. Her birimdeki her çalışana sorumluluk ve yetki verilmesi
motivasyonu ve işlerliği artıracaktır. Ayrıca işletme sınırlarının esnek olması sağlanmalıdır. Böylece
yeni fikirlerin, ürünlerin, süreçlerin sürece dahil olması kolaylaşacaktır (Başar, 2013:33-34).
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi, eskiden ürettiği çelik ve enerji miktarı ile ölçülürken günümüzde bu
düzey, yeni iletişim teknolojilerinin olanakları ile elde edilen, işlenen, iletilen ve saklanan bilgi miktarı ile ölçülmeye başlamıştır. Bilgi teknolojilerine milyarlarca dolar ayıran şirketler bunların karşılığını diğer sanayi dallarından daha çok almaktadırlar. Örneğin bir adet Iphone akıllı telefonun fiyatı
27 Kasım 2014 tarihinde 2649 TL’ye, 27 Nisan 2017 tarihinde ise 38431TL’ye satılmaktadır. Bir ton
demirin fiyatı ortalama 1500 TL’den 1870 TL’ye, bir ton buğdayın fiyatı 851 TL’den 9752TL’ye , bir
ton mısırın fiyatı 698 TL’den 8813TL’ye , bir ton mercimeğin fiyatı 1775 TL’den 2500 TL’ye4 yükselmiştir. Görüldüğü gibi sanayi ve gıda fiyatları bir yeni teknolojik ürün fiyatlarının artması genellikle
daha yavaş gerçekleşmektedir. Apple’ın uyguladığı yüzde yetmiş kar marjı dikkat çekicidir. Bu ürün
piyasaya çıktıktan kısa süre sonra 45.08 milyon satış adedine ulaşmıştır5. Bilgi teknolojilerine daha
çok ağırlık veren ve sanayi, tarım ve endüstri ürünlerinin ise az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri tarafından yapılmasını isteyen ABD, teknolojik ürünlerden yüksek karlar elde etmektedirler.
Teknolojideki değişimin dinamik doğası, yenilik yapma süreci ve bu yeniliklerin uygulanmasında bulunmaktadır. Teknolojik yenilik, yeni bir teknoloji oluşturacak biçimde yeni ürünler, süreçler veya
hizmetlerin bulunması, geliştirilmesi ve piyasaya çıkarılmasıdır. Teknolojik yeniliklerin en belirgin
olarak ortaya çıktığı alanlar bilişim, iletişim ve ulaşım sektörleridir (Bayraç, 2003:48).
Kas gücü yerine beyin gücüne dayalı bir ekonomide, bilgi işlerine doğru bir geçiş söz konusudur.
Yeni ekonomide bir organizasyonun temel özellikleri, organizasyonun entelektüel birikimi ve bilgi
işçisine verdiği önem ile ölçülmektedir. Bu nedenle işletmeler entelektüel kapasitelerini ölçmek
için yeni yöntemler geliştirmektedir (Bayraç, 2003:55).
Web tasarımcısı, CRM uzmanı, ERP uzmanı, network uzmanı, internet strateji uzmanı, veri tabanı
uzmanı, medikal enformatik uzmanı, teknoloji hisseleri analisti, e-ticaret proje uzmanı, e-ticaret uzmanı, varlık yönetimi, teknoloji hisseleri analistliği, risk sermayesi uzmanlığı gibi birçok yeni iş alanı
ve iş tanımı ortaya çıkmıştır (Bayraç, 2003:44).
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
1
Phone 7 128 GB Modeli URL: http://www.hepsiburada.com/ara?q=iphone%207&t=f, Erişim Tarihi: 27.4.2017.
2
URL: http://www.tmo.gov.tr/Upload/Document/hububat/bugdaywebfiyat.pdf, Erişim Tarihi: 27.4.2017.
3
URL: http://www.tmo.gov.tr/Upload/Document/piyasabulteni/piyasabulteni_tr.pdf, Erişim Tarihi: 27.4.2017.
4
URL: http://www.gtb.org.tr/salon-satis-urun/990115/7, Erişim Tarihi: 27.4.2017.
5
URL: https://www.appleuzmani.net/iphone-7-satis-rakamlari-icin-yeni-aciklama-geldi/, Erişim Tarihi: 27.4.2017.
16
eysad
17
SONUÇ
Yeni iletişim teknolojileri ne getirdiği yeni iş alanları esnek üretim tarzının daha çok önem kazanmasına neden olmuştur. Böylece yeni iş meslekleri meydana gelmiş ve yapılan işler mekândan ve
zamandan bağımsız hale dönüştürülmüştür. Yeni iletişim teknolojileri geliştikçe yeni iş dalları oluşmaktadır. İnsanın yerini alan makineler onu ikamet eder gibi görünmesine rağmen iş âleminin daha
çok karmaşık hale gelmesine ve kaotik bir düzen yaşanmasına neden olmaktadır. Böylece yeni iletişim teknolojilerinin kaotik ortamı daha çok yarattığı ve insanların oluşturduğu karmaşıklığa eklemlenen sayısal oluşumların katlanarak sayıca daha fazla etkenlerin sürece dâhil olduğu ve karmaşık
durumların öngörülemez, sonuçlarının engellenemez hale dönüştüğü görülmektedir. Bu yeni ekonomi alanının uzam ve zamandan bağımsız olduğu değerlendirilmekte ve girişimciliğin bu durumu
düşünerek icra edilmesi gerekmektedir. Ekonomide dengeyi sağlamak için alınan önlemler geçici
olmakta ve neoliberal sistem yerleşikçe yeni krizler ve yeni kaos ortamları yaratmaktadır. Bu nedenle esnek bir girişimcilik tarzıyla, gelişmelere dikkat edilerek, günümüzde insanların arzularını
dikkate alacak bir bakış açısıyla, uygun yerlere atılım yapmak her zaman faydalı olacaktır. Ayrıca
neoliberal sistemin kaotik ortamının anlaşılması için kaos, karmaşa, rastlantı ve kuantum gibi fizikte
bulunan açıklamaların dikkate alınması ve evrende düzenin nasıl kurulduğunu ve aktığını anlamaya
çalışmak gelişimleri bu şekilde girişimleri belirlemek uygun olacaktır
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
KAYNAKÇA
AVŞAR B. Ve diğerleri (2016) “Yeni Ekonomide Teknolojinin İşletme Yönetimi ve Girişimcilik Üzerindeki Dönüştürücü Etkileri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Yaz-2016, Cilt: 15, Sayı: 58 (752-762),
ISSN: 1304-0278, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/esosder/article/view/5000161633/5000170912,
Erişim Tarihi. 22.4.207.
BAŞAR ve diğerleri (2013) Girişimcilik, Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 3002, Eskişehir: Açık Öğretim Yayınları No: 1955.
BAYRAÇ, H. Naci (2003) Yeni Ekonomi’nin Toplumsal, Ekonomik ve Teknolojik Boyutları, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:4 Sayı:1 Haziran 2003.
GLEICK, James (1995) Kaos, Çev.: Fikret Üçcan, Ankara: TUBİTAK.
Al-LHALILI, J. ve J. MC FADDEN (2016) Kuantum Sınırında Yaşam, Çev.: Şiirsel Taş, İstanbul: Domingo.
KOÇAK, Orhan (2009) “Bilgi Teknolojilerini Kullanan Yeni Girişimcilik Modelinin İş Yaratma Etkisi”,
Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı 57, s:382-405
PREMKUMAR, G. ve ROBERTS M. (2000) “Adoption of new information technologies in rural
small businesses Adoption of new information technologies in rural small businesses, Omega,
Volume 27, Issue 4, August 1999, Pages 467–484, Elsevier, URL: http://doi.org/10.1016/S03050483(98)00071-1, Erişim Tarihi. 22.4.207.
RUELLE, David (1995) Rastlantı ve Kaos, Çev.: Deniz Yurteren, Ankara: TUBİTAK.
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
18
eysad
YENİ BÖLGECİLİK YAKLAŞIMININ
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE ULUS DEVLETİ
AYRIŞTIRMASINA ETKİSİ: BASK ÖZERK
TOPLULUĞU ÖRNEĞİ
Laçin AKYIL*
ÖZET
Avrupa Birliği’nde son on yıldır üye ülkelerin sayısının artması ile Birlik, bu üye ülkelerin birbiri arasındaki bölgesel farklılıklarını en aza indirilmesi için çeşitli çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmaların temel amacı bölgesel kalkınmayı sağlamak ve böylece bölgeler arasındaki ekonomik, sosyal
farklılıkları azaltarak Birlik içerisinde dengeli bir kalkınma profili oluşturmaktır. Bölgesel politikalar
ile birlikte nüfusun bir noktaya yoğunlaşmasını engellemek, sanayi alanlarını şehrin dışına toplamak, alt yapı sorununu çözmek, ulaşım ağlarını genişletmek ve finansal hizmetlerin dağılımının
oransal bir şekilde sağlamak gibi hedefleri vardır. Birlik içerisinde hem üye ülkeler arasında bu kalkınma oranlarını eş değer bir hale getirerek hem de üye ülkenin kendi sınırları içerisindeki bölgelerin gelişmişlik düzeyini eş değer hale getirerek kolektif ve birbiri ile uyumlu bir yapı oluşturulmak
istenmiştir. Ancak ülkeler arasında bölgesel politikaların uygulanma amacı farklılıklar gösterebilmektedir. Her ülke kendi iç dinamikleri çerçevesinde ihtiyaç duyduğu bölgesel planlamasını birliğin
bu konudaki planlamasına ek olarak düzenlenmektedir. İspanya, bölgesel politikalarını belirlerken
birliğin bu konudaki hem fonlarından hem de düzenlemelerinden yararlanmıştır.
Anahtar kelimeler: Avrupa Birliği, İspanya, Bask, Bölgecilik.
THE NEW REGIONALISM APPROACH TO SEPARATION
EFFECT OF THE NATION STATE IN THE EUROPEAN UNION: AN EXAMPLE OF BASQUE COUNTRY
ABSTRACT
The main objective of these studies is to ensure regional development and thus to create a balanced development profile within the Union by reducing economic and social differences between regions. With
regional policies, there are goals such as preventing the concentration of population to a certain point,
collecting industrial areas out of the city, solving infrastructure problems, expanding transportation
networks and proportionally distributing financial services. It is desirable to establish a collective and
interdependent structure within the Union by making these development rates equal between member
countries as well as by equating the level of development of the regions within the member’s own borders. However, the application of regional policies among countries may show intentional differences.
Each country is organized in addition to its regional planning of regional planning, which it needs in
its internal dynamics. While Spain has determined its regional policies, it has benefited from both its
funding and its regulations.
Key Words: European Union, Spain, Basque, Regionalizm.
* Öğr.Gör Laçin Akyıl,İstanbul Arel Üniversitesi,Dış Ticaret Programı
19
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Laçin AKYIL*
1. GİRİŞ
2.Bölgecilik ve Yeni Bölgecilik Yaklaşımları
Bölgecilik kavramı genel olarak birbirine yakın etnik ve kültürel özellikler barındıran, belli bir tarihsel geçmişse tanıklık eden bir bölge halkının merkezi otoriteye karşı özgürlüklerini elde etme
uğraşı olarak tanımlanmaktadır. Bir ülkenin iktisadi, sosyolojik ve yönetsel alanlarda uyguladığı ya
da uygulayacağı politikaların belirlenmesinde rol oynayan bir yaklaşım olarak da tanımlanmaktadır.
Bölgeciliği 3 ana eksen etrafında toplamak mümkündür. Buna göre ilk eksen aynı dili konuşan, belli
bir kültürü paylaşan insanların kimliklerini merkeze karşı korumak için bir araya toplanmış insanlar
oluşturmaktadır. İkinci eksen ise bu tür kitlenin arzularının anayasal seviyede kabul edilme isteği ile
ilgilidir. Son eksen ise bazı toplulukların etnik, dilsel haklarının korunmasından ziyade çevre, ulaşım,
altyapı konularında bazı istekleri bulunmaktadır. Bugünün bölgecilik kavramı ile 1960’lı yılların bölgecilik kavramı arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. 1990’lı yılların sonunda “Yeni Bölgecilik”
yaklaşımının getirmiş olduğu “Çok düzeyli yönetişim” kavramı ortaya çıkmıştır. Yeni bölgecilik faaliyetleri bölgeselleşmenin iktisadi ve sosyal ayağını oluştururken, çok yönlü yönetişim ise düzenin
kurumsal niteliğini oluşturmaktadır. Yeni bölgecilik ile birlikte artık ulusal yapıdan özerk, küresel
ekonomi ile bağlantılı, kendi kendine üretim yapabilen bölgeler meydana gelmiştir. Bölgeler artık
ulusal düzeyden ziyade ulus üstü ve global düzeydeki ekonomilerle ilişki halindedir. Yeni bölgecilikteki rekabet, verimlilik gibi kavramların yanında vatandaşlık, şeffaflık, sürdürülebilirlik gibi kavramlar da önem kazanmaya başlamıştır.1 Bu yaklaşımda ulusal kalkınma temel amaç değildir. Bölgeler
arası rekabet ve burada avantajlı hale gelmek önemlidir. Sadece fakir bölgelerin değil aynı zamanda zengin bölgelerin de desteklenmesi gereklidir. Yani yoksul bölgeler Avrupa Birliği ortalamasını
yakalamalı, zengin bölgeler ise Avrupa Birliği ortalamasının üzerinde çıkmalıdır. Yoksul bölgelere
transfer ödemesi yerine projelendirme sistemine göre bir değerlendirme yapılmalıdır. Genel anlamda yeni bölgecilik politikaları küreselleşmenin ortaya çıkardığı rekabet firmalarının uzmanlaşmasına sebebiyet vermiş ve bu sürede kolay adapte olabilen bölge ve firmaların rekabet sayesinde
güç kazanmalarına olanak tanımıştır.2
2.1.Yeni Bölgecilik ve Ulus Devlet İlişkisi
Bölge kavramının ulus devlet için bir tehdit oluşturup oluşturmadığı uzun zamandır tartışılan bir
konu olmuştur. Örneğin Eric Nguyen bölgeciliğin faydalı bir oluşum olduğunu ve bölgelerin kendileri arasında bir işbirliği yarattığından bahsetmiştir. Kenichi Ohmae’ye göre ise globalleşen dünyada
artık ulus devletin küresel ekonomiyi denetleme gücünden yoksun olduğu bu yüzden de bölgelerin
küresel rekabette önemli bir yere sahip olduğunu söylemiştir. Bölgeselleşme kavramı bugün çözümden çok sorun olma potansiyeli gösteren bir kavram haline gelmiştir. Örneğin Katalan ve Bask
bölgeleri 1978 İspanyol Anayasası ile özerklik statüsüne kavuşmuştur. Öncelikle Franco diktatörlüğünden kurtulan devletin bütünlüğü sağlanmış olsa da bugün bile bu özerk bölgelerin henüz çözülmemiş birtakım sorunları bulunmaktadır. Katalanya bölgesi eski başkanı Jordi Poujor’a göre Katalanların devlet olması gerektiği ile ilgili sözleri bu savı doğrular niteliktedir. Bölgelerin Avrupa’nın
temelini oluşturduğu düşüncesini savunan Bavyera eyaleti eski Başbakanı’nın 1989 yılında yaptığı
konuşma bölgelerin, Avrupa oluşumunda bir mihenk taşı olduğu ve insanların kendilerini ülkeden
çok, bölgelerle özdeşleştirdiği yönünde olmuştur. Bölgesel özerklik kavramı önceli zamanlarda bir
bölgenin güç kazanıp, diğerinin kaybetmesi anlamını taşıyordu. Bölgelerin özerk bölge topluluğu
olma nedenleri de çeşitlilik göstermektedir.
1
Ruşen Keleş, Ayşegül Mengi, Avrupa Birliği’nin Bölge Politikaları, Cem Yayınevi, 2013 ss.31-35.
2
Bayram Ali Eşiyok, “Bölgesel Kalkınma, Yeni Bölgecilik ve Bölgesel Kalkınma Araçları”, Memleket Siyaset Yönetim, S.17, 2012, s. 238.
3
Ruşen Keleş, Ayşegül Mengi, Avrupa Birliği’nin Bölge Politikaları, Cem Yayınevi, 2013 ss.36-43.
20
eysad
Fakir bölgeler merkezle işbirliği yaparak etkileşimlerini arttırmak isterken, zengin bölgelerin ayrılıkçı talepleri olabilmektedir. Buna en güzel örnek ise, İspanya’nın az gelişmiş bölgesi olan Extramadura bölgesi ile ayrılıkçı söylemleriyle tanınan Katalanya bölgesidir. Bir diğer sorun ise Avrupa’da
faaliyet gösteren mikro milliyetçi yaklaşımlardır. Bu hareketlerin hepsinde ulusal bilinçlerin unutturulma kaygısı taşıdığı gözlemlenmektedir. Bu sebepten ötürü de bu tür hareketler merkezi hükümet tarafından devlet düşmanı olarak görülmektedir.
3. İspanya Devlet Modeli ve 1978 İspanya Anayasası
İspanya üniter bir yapıya sahip; parlamenter monarşi ile yönetilen; kıta Avrupa hukuk sistemine tabi
bir Güney Avrupa ülkesidir. 1975 Franco döneminden sonra İspanya daha demokratik bir siyasal sisteme kavuşmuştur. Franco döneminde hükümet, İspanya’daki bölgesel oluşumu görmezden gelip,
ülkede kültürel ve dilsel farklılığı yok sayacak uygulamalarda bulunmuştur.4 1978 yılında da referandum yolu ile yaptıkları anayasal değişikliği ile İspanya’da 17 tane özerk bölge oluşturulmuştur.
Bu bölgeler; Endülüs, Aragon, Asturias Prensliği, Balear Adaları, Bask Ülkesi, Kanarya Adaları, Cantabria, Castilla-La Mancha, Kastilya Leon, Katalanya, Extremadura, Galicia, La Rioja, Madrid Topluluğu, Murcia Bölgesi, Navarre Yeminli Topluluğu ve Vallencian Topluluğu’dur.5 Böylece hem merkezi
yönetimlerinin hem de bölgesel yönetimlerinin sınırlarını çizmişlerdir. İspanya Anayasası’nda üniter
bir anayasal monarşi olarak ülke tarif edilse de özerk bölgelerine merkezden geniş yetki devri söz
konusu olduğu için ülke federal unsurları da bünyesinde barındırmaktadır. Ama bütün bu soyut temellendirmenin somut bir hale dönüşmemesi için anayasa kesin olarak federal bir oluşumun önünü
kapatmıştır. Bölgelerle ilgili önemli maddelerin bazıları şunlardır:
İspanya devletinde bölgesel sınırlar çizilirken aynı dili konuşan, aynı tarihi ve gruba mensup olan kişilerin bir araya toplandığı yerler belirleyici olmuştur.
Bölgesel yönetimler kendi sınırları içerisinde kendi yönetim sistemlerini kurmakta özgürler. Ayrıca merkezi yönetimden özerk bölgelere yetki devri gerçekleştire bilinmektedir.
Ancak belediyelere herhangi bir yetki devri söz konusu değildir. Belediye yönetimlerinin
görev alanları nettir.
Bölgesel yönetimler diğer bölgelerle iş birliği yapabilir ve ortak bir proje sürdürebilir.
Ama bunu yaparken diğer bölgeleri bilgilendirmek ve iş birliklerini açıklamakla yükümlüdürler. Aynı durum belediyeler için de geçerlidir.
Her bölgesel oluşum kendi özerklik yasası ile yönetilir. Her bölgenin bir başkenti ve genel seçimler sonu oluşan bir yasama meclisi vardır. Bu meclise bağlı olarak bir bakanlar
kuruluna ve bu kurulu arasından seçilip; kurulu yönetecek bir başkana sahiplerdir. Ayrıca
bölgesel yönetimlerin kendilerine ait yüksek mahkemeleri bulunmaktadır. Ancak nihai
karar yetkisi Madrid’deki Yüksek Mahkemeye aittir.
Özerk bölgelerin yetkileri; öz yönetim kurumlarının organizasyonu, belediye sınırlarının
değişikliği ve bu alanların kontrolü, yerel kooperatiflerin idaresi, kamu işlerinin özerk yönetim sınırları içerisindeki ihtiyaçlar doğrultusunda ayarlanması, demiryollarının ve karayollarının koordinasyonunu sağlamak, sığınak limanlardan, eğlence limanlarından ve
havaalanlarından ticari kar elde etmemek, tarımsal düzenlemeleri yapmak, orman ve ormancılık faaliyetlerini sürdürmek, çevrenin korunmasını sağlamak, balıkçılık ve balık avlama konuları ile ilgilenmek, genel planlamaları ve ekonomik aktiviteyi belirlemek, finansal
sistemi ve borç dengesini ayarlamak, sosyal yardım, sağlık ve hijyen, yerel polis güçlerinin
koordinasyonu gibi yetkilere sahiptirler.
4
Mete Yıldız, “İspanya Yönetim Sistemi’ndeki Tekçilik ve Fedaralizm Tartışmalarının Değerlendirilmesi”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, C. 29, S. 2, 2011, s.181.
5
21
http://www.spain.info/en_US/consultas/ciudades-y-pueblos/comunidades-autonomas.html
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
Özerk bölgeler merkezi hükümetin koyduğu vergiler dışında vergi düzenleyebilmekteler.
Bunun yanı sıra merkezi hükümet bu özerk alanları kalkındırmak için kendisi de ayrıca
vergiler düzenlemiştir. Özerk bölgeler ayrıca; merkezi hükümetten gerekli hallerde borç
da alabilmektedir.
Özerk bölgelerin kendi dillerini kullanabilmeleri ve ana dillerinde eğitim alabilmeleri gibi
anayasal düzenlemeleri bulunmaktadır. 6
Sonuç itibariyle 1978 Anayasası her bölgeye aynı yetkileri sunmamıştır. Her bölgenin kendine özgü
seçim ve mali sistemleri oluşmuştur. İspanya’nın bölgeleri arasında da coğrafi, ekonomik, sosyal,
kültürel, etnik açıdan farklılıklar bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü de her bölgenin merkezi hükümetle ilişkileri birbirinden farklılık göstermektedir. Bölgeler arasındaki iletişim zayıf olmakla birlikte
Yönetimler arası iletişim yalnız merkezi hükümet ve özerk bölge arasında kurulabilmiştir. İspanya
sisteminin ana özelliği bölgeler ile yürüttüğü ilişkileri hassas bir dengeye oturtması ve özerk bölgelerle sürekli bir etkileşim halinde bulunmasıdır. 7
İspanya’da merkezi hükümet bir çatı görevi ve toplayıcı bir özellik taşımasının yanında; uluslararası
ilişkiler, savunma, adalet (ceza, iş ve ticaret hukuku), sivil havacılık, dış ticaret ve gümrük tarifeleri,
ekonomik planlama, mücrimlerin iadesi, savcılık müessesesi, askeri yargı, af, Yüksek Mahkeme Başkanlarının atanması gibi sorumlulukları da vardır.8 Ayrıca İspanyol bölgesel yönetimi için Özerklik
Süreci Uyumlaştırma Temel Yasası da önemlidir. Çünkü bu yasa ile bölgelerin özerk yönetimlere
dönüşmesi sıkı kontrollere tabi tutulmuştur. Ayrıca referandum ve bölgesel taleplere göre kazanılan özerklik statüsü ise bu yasa ile bazı kriterler etrafında kazanılmıştır. Yani sadece referandum
ya da bölgesel talepler bir bölgenin özerklik kazanması yeterli değildir. Bütün bunların yanı sıra
özerkliğe sahip her bölge de aynı derece de geniş haklara sahip değildir. Çünkü bir bölgenin sahip olduğu özerklik süresi doğrudan elde ettiği veya edeceği haklarla ilişkilidir. Dolayısıyla bu da
özerk bölgeler arasında tam anlamıyla net bir görev dağılımının olmadığını gösterir.9 Örneğin, Bask
bölgesi ve Katalan Topluluğu diğer özerk bölgelere göre daha geniş haklara sahiptir. Çünkü bu
statüyü elde etmeleri çok eskiye dayanmakla birlikte; İspanya’yı sadece bağlayıcı unsur gördüklerinden kendi ekonomi ve sosyal düzenlerini diğer bölgelere göre daha sağlam ve etki alanı daha
geniş bir düzende koruyabilmektedirler. Ancak; bölgesel politikaların önem kazanması ve merkezi
hükümetin yetki alanı olarak kendine daha dar bir alan bırakması yerel yönetimlerde sorun teşkil
etmeyeceği için 1993 sonrası itibari ile hemen hemen her bölgenin yetki sınırları benzerlik göstermektedir. İspanya’nın bir diğer farkı ise özel statülü belediyelere ve büyükşehir belediyelerine sahip
olmasıdır. İspanya’da Ceuta ve Melilla kentlerine özerk bir statü verilmiştir. Bu özel statülü kentler
belediye işlevleri görmektedir. Bu belediyelerde meclis, başkan ve yönetim kurulu bulunmaktadır.
Bu kentlerdeki belediyeler için özel kanunla yetki, sorumluluk ve kaynak paylaşımı sağlanmıştır.10
Barselona ve Madrid ise özel büyükşehir yasalarına sahiptir. Bu sayede metropol alanlarda belediye
kurabilmekteler ve metropoller için özerk düzenleme yapabilmektedirler.11
6
http://www.servat.unibe.ch/icl/sp00000_.html
Mete Yıldız, “İspanya Yönetim Sistemi’ndeki Tekçilik ve Fedaralizm Tartışmalarının Değerlendirilmesi”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 29, S. 2, 2011,
ss.188-187.
7
8
http://www.arem.gov.tr/proje/yonetim/Dunyada_Kamu_yon/ispanya.pdf
9
http://www.arem.gov.tr/proje/yonetim/Dunyada_Kamu_yon/ispanya.pdf
10
TESEV; Yerel Yönetimleri Türkiye ve Fransa, İspanya, İtalya, Polonya, Çek Cumhuriyeti; TESEV Yayınları; Ağustos 2009, ss. 77-90.
11
TESEV; Yerel Yönetimleri Türkiye ve Fransa, İspanya, İtalya, Polonya, Çek Cumhuriyeti; TESEV Yayınları; Ağustos 2009, ss.77-90.
22
eysad
4. Avrupa Birliği Bölgesel Politikaları Işığında İspanya
İspanya 1986 yılında Avrupa Birliği’ne katılması ile birliğin siyasal, ekonomik iş birliğini güçlendirmek ve bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarının kapatılması gibi temel niteliklere sahip Tek Avrupa Senedi taraflar arasında imzalanmıştır.12 “Tek Avrupa Senedi, Maastricht Antlaşması ve Bölgeler Komitesi’nin kurulması İspanyol bölgesel yönetimlerine olumlu katkıda
bulunarak daha da güçlendirmiştir. Tek Avrupa Senedi ile ulusal sınırlar, emek, sermaye, mal ve
hizmet akışına açılarak, bölgesel ekonomilere dinamizm kazandırılması ve bölgeler arasındaki
dengesizliklerin mümkün olduğu kadar azaltılması amaçlanmıştı.”13 Bu çerçevede Avrupa Birliği
bölgesel fonları etrafında İspanya için bir kalkınma planı inşa edilmiştir. İlk on yıl içinde bu kapsam etrafında 22.5 $ milyarlık karşılıksız mali yardım İspanya için sağlanmıştır. Alınan bu yardımlar;
“%25’i yeni iş imkanlarının yaratılması, teknik profesyonel eğitimin güçlendirilmesi gibi
konulara,
%24.8’i otoyol, diğer yollar, demir yolları, hava alanları, limanlar, telekomünikasyon ve
benzeri alanlara,
%18.9’ı su, enerji, çevrenin korunması gibi yapısal faaliyetlere,
%16.1’i şirketlerin hizmetlerinin ve sanayinin geliştirilmesine,
%8.4’ü tarıma ve kırsal yörelerin geliştirilmesine,
%3.9’u balıkçılığa
%2.1’i turizm yatırımları, turizm alanındaki kültürel değerlerin korunmasına
%0.7’de teknik konulara ve iletişim araçlarına harcanmıştır.” 14
Tablo 1. 2000-2006 Yılları Arası AB Yapısal Fonların İspanya Bölgelerine Dağılım Oranı
BÖLGELER
Kaynak: 15
ARAGON
BALEARIA
CATALONIA
LA RIOJA
MADRID
NAVARRE
BASK
CANTABRIA
ANDALUCIA
ASTURIAS
KANARYA ADALARI
CASTILLE LE MANCHA
CASTILLE LEON
CEUTA
VALENCIA
EXTREMADURA
GALICIA
MELLILLA
MURCIA
YAPISAL FON
(MİLYON EURO)
306
90
1235
43
395
90
588
297
7840
2052
1846
2107
3155
77
2745
2130
3430
60
1137
%
1,30
0,30
4,17
0,01
1,33
0,30
1,98
1,00
26,47
6,93
6,23
7,11
10,65
0,26
9,27
7,19
11,58
0,20
3,84
12
http://www.aid.sakarya.edu.tr/uploads/Pdf_2010_2_103.pdf
13
Aziz Tuncer, “İspanya’da Bölgesel Yönetimler ve AB Bölge Politikalarının İspanyol Bölgesel Yönetimlerinin Şekillenmesindeki Rolü”,Akademik İncelemeler Dergisi, C.5, S.2, 2010, s.235.
Yaman Süleyman Koçak, Avrupa Birliği’nde Yapısal Fonların Bölgesel Kalkınmaya Etkisi: İrlanda, İspanya ve Yunanistan Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2005, ss.106122.
14
23
15
Gökçe Küçükelmas, Avrupa Birliği Yapısal Fonlarının Bölgesel Etkilerinin İncelenmesi İspanya-Polonya Örneği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.41.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
Avrupa Komisyonu, 28 Kasım 2007 tarihinde 2007-2013 dönemini kapsayan Bask Ülkesi
Özerk Birliği için operasyonel bir programı onayladı.
Bu operasyonel program “Bölgesel rekabetçilik ve istihdam” hedefi kapsamında olup,
toplam bütçesi yaklaşık 500 milyon avro civarındadır. Avrupa Birliği tarafından Avrupa
Bölgesel Kalkınma Fonu (ERDF) aracılığıyla sağlanan yardım, 2007-2013 uyum politikası
kapsamında İspanya’daki Topluluk katkılarının yaklaşık %0,7’sini temsil eden 241 milyon
avro tutarındadır.
Planlanan ulusal katkı 260 milyon avro tutarındadır ve kısmen Avrupa Yatırım Bankası (AYB)
tarafından verilen Topluluk kredileri ve diğer kredi araçlarından oluşabilir.
4.1. Programın Amacı ve Hedefi
Kalkınma stratejisi, bölgenin güçlü olduğu varlıkların, özellikle de bilim ve teknoloji ağının
ve araştırma ve geliştirme alanındaki önemli yatırım harcamalarının biriktirilmesine
dayanmaktadır.
Stratejik yönergelerin ayrıntılı bir tanımından, Lizbon önceliklerine ayrılmış Topluluk
fonlarının oranının, bilgi ekonomisi, yenilikçilik ve iş geliştirme (Kaynakların %77’den fazlası)
için önemli destek ile ERDF finansmanının %91’ini temsil ettiği tahmin edilmektedir.
Bu doğrultuda, operasyonel programın stratejik hedefi, AB’deki en gelişmiş bölgelerle hem
teknolojik hem de toplumsal alanlarda kavuşmaya odaklanmıştır. Bu ana hedef programın
önceliklerini aşağıda belirtildiği gibi belirlemektedir,
• Yeniliği ve bilgi ekonomisini canlandırmak;
• sürdürülebilir kalkınmayı ve risk önlemeyi teşvik etmek;
• Yerel ve kentsel bölgesel bütünleşmeyi güçlendirmek.
4.2. Yatırımların beklenen etkileri
Küçük hacmine (yıllık olarak bölgenin GSYİH’nın sadece% 0,06’sını temsil etmektedir)
rağmen, Topluluk yardımı ve ulusal katkı, Bask Ülkesi ekonomisi üzerinde önemli bir etkiye
sahip olacaktır.
Daha kesin olmak gerekirse, Topluluk programı, yaklaşık 7400 den fazla araştırma,
geliştirme ve yenilik (AR-GE ve inovasyon) projelerinin birlikte finanse edilmesine, 15
araştırma merkezi oluşturulmasına ve özel yatırımda 560 milyon € üzeri mobilizasyon ile
yaklaşık 2. 700 iş yaratılmasına neden olmalıdır.
4.3. Öncelikler
Operasyonel program, dört öncelik ve ilave olarak bir teknik yardım önceliğine göre yapılandırılmıştır.
* Doç. Dr., İstanbul Arel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi - Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölüm Başkanı e-posta: [email protected]
** Gedik Üniversitesi, Doktora öğrencisi e-posta: [email protected]
24
eysad
Öncelik 1: Bilgi ekonomisi, yenilikçilik ve iş geliştirme [toplam yatırımın
yaklaşık % 71.5’i]
Bu öncelik altında iki ana hedef vardır:
• AR-GE yatırım hacmini GSYH oranla arttırmak;
• işletmelerin üretkenliğini ve rekabet gücünü artırmak.
Bu bağlamda, program Bask yenilik sisteminin potansiyelini artırmaya, işletmelerin Ar-Ge ve inovasyon yatırımına destek vermeye ve yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT’lerin) yayılmasına odaklanmaktadır. Öngörülen eylem hatları, işletmelerin rekabet edebilirliğini ve uluslararasılaşmasını
iyileştirmek için önlemler, özellikle de araştırma ve yeniliği teşvik eden eylemler, teknoloji transferi,
işletmeler arasındaki iş birliği ve çeşitlendirilmesi, girişimciliğin geliştirilmesi ve yeni finansal araçların geliştirilmesi üzerine yoğunlaşmaktadır.
Öncelik 2: Çevre ve risk önleme [toplam yatırımın yaklaşık% 3’ü]
Bu ikinci öncelik, öncelikler 3 ve 4 ile birlikte, Otonom Topluluğun çevreyi ekonomik ve sosyal politikalarına dahil etme isteğini yansıtmakta; böylece sürdürülebilir kalkınma, özellikle sanayi, tarım,
enerji ve ulaşım ile ilgili olan bölgesel ve sektörel politikaları yönlendiren temel kriter olmaktadır.
Bu kapsamda, bu öncelik ekonomik büyüme ve çevre koruma arasındaki sinerjiyi güçlendirmek ve
endüstriyel merkezlerin ve kirlenmiş arazilerin restorasyonunda, çevresel risklerin önlenmesinde
ve doğal faaliyetlerin teşvikinde olumlu bir etki yaparak sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunmaktadır.
Öncelik 3: Enerji kaynakları ve ulaşım hizmetlerine erişim [yaklaşık. Toplam yatırımın% 20’si]
Bu öncelik, taşımacılığın enerji tüketimi üzerindeki olumsuz etkisini azaltmak, enerji verimliliğini
artırmak ve yenilenebilir enerji biçimleri geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Operasyonel açıdan bakıldığında, Kyoto Protokolü çerçevesinde uluslararası toplum tarafından
belirlenen hedefleri gerçekleştirmek için, enerji verimliliği ve tasarrufunu ve yenilenebilir enerji
formlarının geliştirilmesini teşvik ederken, hareketliliğin (mobilite) yaşam kalitesiyle ve çevre ile
uzlaştırılarak güvenlik ve erişilebilirliğin geliştirilmesi anlamına gelmektedir.
Öncelik 4: Yerel ve kentsel sürdürülebilir kalkınma [toplam yatırımın yaklaşık% 4.5’i]
Kentsel alanlardaki nüfus yoğunluğundan dolayı, şehirleri ve kasabaları büyümenin itici güçleri olarak muhafaza ederken demografik gerçeklikten kaynaklanan kısıtlamaların sürdürülebilir kalkınma
ile uzlaştırılması gerekmektedir.
KENTSEL Topluluk girişiminden edinilen tecrübelere dayanarak, bu öncelik altındaki tedbirler yerel
kalkınma, entegre kentsel dönüşüm projelerini destekleme, kültürel mirasın korunması ile ilgili eylemler ve en dezavantajlı kişiyi entegre etme önlemlerine de odaklanacaktır.
Öncelik 5: Teknik yardım [toplam yatırımın yaklaşık% 1’i]
Bu teknik yardım, operasyonel programın yönetimi, izlenmesi, değerlendirilmesi ve izlenmesi ile
iletişim ve tanıtım faaliyetleri için destek sağlayacaktır. 16
16
25
http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/erdf/
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
İspanya birliğe girmesiyle beraber yapısal fonları ve uyum fonlarını ihtiyaç duyduğu alanlara kullanabilmiştir. Birliğin sağladığı bu fonlar sayesinde İspanya bölgesel yönetim ile merkezi yönetim esasında bir geçişkenlik sağlayabilmiştir. Ancak bu iki denge arasındaki çekişme halen devam etmektedir. Bu fonlar sayesinde İspanya küreselleşmenin getirdiği rekabet edebilme zorunluluğuna karşı
direnebilmiştir. Çünkü; bu fonlar özellikle istihdam ve mesleki eğitim gibi ana temalar üzerinde
durmaktadır. Buradan bakıldığında ise yerel kalkınma, sanayi sektörü, ulaşım ve istihdamı gibi alanlarda bu fonların olumlu sonuçlarının rekabet edebilme kapasitesine de yansıdığı görülmektedir.
Yerel kalkınma ile amaçlanan kırsal kesimin gelişmişlik seviyesini artırmaktı. Sulama sistemlerinin
geliştirilmesi, kırsal kesimleri bağlayan çeşitli tali ve anayolların yenilenmesi, elektrik ve yerel ağların yaygınlaştırılması, ormanlık alanlarda yangına ve erozyona karşı mücadelede gibi kritik noktalarda fonlar kullanılmıştır. Diğer bir yandan ise; birliğin sağlamış olduğu fonlar İspanya sanayi sektörünün ihtiyaç duyduğu alt yapı sisteminin yenilenmesinde etkili olmuştur. Bu sayede birçok kişi sanayi
alanında iş edinebilmiştir. Avrupa Birliği’ne girdiğinde İspanya’nın ekonomisi Avrupa düzeyinde değildi. Dolayısıyla birlikte GSMH en düşük olan dört ülkeye verilen yardım fonlarından birini de İspanya alarak ulaşım konusunda kendini revize edebilmiştir. Son olarak istihdam konusuna bakıldığında;
yapısal fonların %20’si istihdam için kullanılmıştır. 1.4 milyon insan da doğrudan ya da dolaylı olarak
bu fon sayesinde istihdam edilmiştir. I. Planlama Dönemi süresince 50.000 kişi turizmde ve sanayi
sektöründe, 26.000 kişi de tarım sektöründe olmak suretiyle 115.000 kişi iş imkanı bulmuştur. Mali
yardımların İspanya ekonomisine bu gibi birçok katkısı olmuştur. Örneğin; İspanya başkentinin etrafında bir çevre yolunun inşa edilmesi, Avrupa’nın en sıkışık şehirlerinden birindeki trafik sorunlarını
hafifletmek için gerekli görülmüştür. Bu yol, yerleşim alanlarında trafiğin azaltılmasını, kirlilik ve
gürültü seviyelerinin düşürülmesini, yolculuk sürelerinin kısaltılmasını ve yol güvenliğinin arttırılmasını sağlamaktadır. Madrid, ülkenin karayolu şebekesinin merkezinde bulunduğu için, bu çevre
yolu, ülkenin başlıca karayolları arasındaki bağlantıyı da kolaylaştırmaktadır.17
Avrupa Birliği’nin İspanya’ya belli alanlarda fonlarla destek verdiği görülmektedir. Örneğin,
İspanya’nın Andalucia bölgesi coğrafi açıdan problemli bir konumdadır. Bölge iletişim konusunda
ciddi problemler yaşamaktadır. Avrupa Birliği Komisyonu ile eyalet birimi bir proje geliştirerek bu
bölgeye 25 adet internet birimi kurmuştur. Bu birimlerde orada yaşayan nüfusa eğitim verilip, bölgedeki gelişmelerden halka bildirimi yapılacaktır. Böylece yöre halkı da şikayetlerini ve beklentilerini internet aracılığı ile merkeze iletebilecektir. Bir diğer proje ise, Domates Şenliği ile ünlenen Pamplona şehrinde seracılık faaliyetleri baş göstermektedir. Ancak bu şehirde bulunan Ziraat
Fakültesi’nin kendine ait bir serası bulunmamaktadır. Sera yapımı için yerel hükümet bir proje geliştirip, bunu Avrupa Birliği’ne sunmuş ve bu proje Avrupa Birliği’nin çok hoşuna gitmiştir. Böylece
Avrupa Birliği tüm masrafları karşılayarak bu projeyi desteklemiştir. Kurulduğu yıllarda 3 öğretim
üyesi ve 8 öğrencisi bulunan fakültenin şu an 30’a yakın öğretim üyesi ve 250’ye yakın öğrencisi
bulunmaktadır. 18
5. İspanya’nın Bölgeleriyle İlişkisi
Bask ve Katalanya gibi bazı bölgeler Avrupa Birliği ile ilgili yapılan görüşmelerde devletin kendilerini temsil etmesinden son derece rahatsızlık duymaktadır. Kendi bölgelerindeki sorunlarının dile getirilmesinde merkezin rol almasının şekilcilikten başka bir boyuta geçemediğini dile getirmişlerdir.
“Çünkü AB’nin yetki alanını genişleterek devletlerden devraldığı yetkilerin bir bölümü daha önce
bölgesel yönetimler tarafından yürütülmekteydi.
17
Banu Selenge Akşahin, Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politikası, Yapısal araçların Koordinasyonu ve Türkiye’nin Uyumu AB Uzmanlı Tezi, T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa
Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı, 2008, s. 86.
Yaman Süleyman Koçak, Avrupa Birliği’nde Yapısal Fonların Bölgesel Kalkınmaya Etkisi: İrlanda, İspanya ve Yunanistan Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2005, ss.114118.
18
26
eysad
Yetki devri sonrasında devletler AB mekanizmaları doğrudan katılım kanallarına sahip olduğu için
müzakereler sonucunda yetkilerin bir kısmını geri alabilirken doğrudan temsil hakkı olmayan bölgesel yönetimlerin yetkileri önemli oranda azalmıştı ve bu durum AB öncesinde geniş yetkiler kullanan İspanyol bölgesel yönetimlerini rahatsız ediyordu.”19 Madrid hükümeti ise bölgelerinin Avrupa
Birliği ile direk temas haline geçmesini istememektedir. Bunun için de caydırıcı birçok önlem almak
durumunda kalmıştır.
Ancak bölgelerin giderek önem kazanması sebebiyle 6 İspanyol bölgesi Brüksel’de ofis açmışlardır.
Bu ofisler aracılığıyla bölgedeki talepleri Avrupa Birliği kurumlarına çok daha etkin bir şekilde aktarıp, merkezi hükümet devre dışı bırakılmak istenmiştir. İspanyol bölgeleri, Avrupa Birliği’nden gelen
yapısal fonların merkezi hükümet tarafından kendilerine aktarılmasından rahatsızlık duymaktadır.
Ancak Bölgeler Komitesi ile bölge temsilcileri hem bölgelerini Avrupa Birliği’nde temsil etme hem
de böylece merkezi otorite karşısındaki güçlerini arttırma fırsatı elde etmişlerdir. Merkezi yönetim ile bölgeler arasındaki ivme kültür ve etniksel farklılıkların onaylanması gibi konularda ortaya
çıkarken, bölgelere eğitim, sağlık gibi konularda sorumluluk verilmesiyle ilgili durumlar idari boyutta oluşmaktadır. İspanyol bölgeler kendi aralarında bir işbirliği yaratamadıklarından ötürü merkezi
hükümet gerekli işbirliğini yaratmak konusunda her zaman lider bir aktör durumunda olmuştur.
Merkezi hükümetin bu konumu da nüfusunu genişletmek adına ona bir avantaj sağlamıştır. 20
5.1. Bask Özerk Bölgesi
Bask Bölgesi, Bask Ülkesi ya da Bask Özerk Bölgesi Topluluğu olarak adlandırılan bu bölge
İspanya’nın kuzeydoğusunda yer almakta ve bölgede Alava, Vizcaya ve Guizpuzcua olmak
üzere üç önemli eyalet bulunmaktadır. Baskların kendilerine ait dilleri, gelenek görenekleri
ve kendilerine özgü kültürel özellikleri bulunmaktadır. Bölge, milli duyguların henüz
yükselişe geçmediği zamanlarda bile direniş göstermiş bir topluluktur. 1931 yılında özerkliklerini kazanan Bask toplumu Franco’nun iktidara gelmesiyle problemli bir sürece girmiştir.
Çünkü Franco’nun iktidara gelmesiyle yaptığı ilk iş bölgenin özerk statüsünü kaldırıp, bölge
halkının Bask dilimi konuşmasını engelleyici birtakım uygulamalarda bulunmuş ve Bask
halkının kültürel kimliklerini yok etme girişiminde bulunmuştur. Bütün bu olaylara tepki
nedeniyle 1959 yılında ETA terör örgütü kurulmuştur. Bu örgüt yıldan yıla güçlenerek
İspanya’nın ve hatta Avrupa Birliği’nin başını ağrıtacak birçok olay gerçekleştirmiştir.21
Basklar, kullandıkları Baskça diline “Euskera” demektedir ve bu dil Hint Avrupa ve Latin dil
aileleri içinde yer almamaktadır. Basklar ise dillerinin hiçbir dil ailesi yapısına benzememesinin milli temelli olarak görmektedir.22 İspanyayı en fazla uğraştıran sorunların başında Bask
sorunu gelmektedir. 23 Çünkü Baskların biyolojik odaklı çeşitli iddiaları bulunmaktadır.24
Basklar, 1979 yılında özerklik statüsünü elde etmiştir.25 Basklarla yapılan özerklik anlaşması
sonucunda Basklar, kendi kamusal işlerini düzenleme, polis teşkilatı kurma, Madrid’e vergi
ödememe gibi haklara sahip olmuştur.26 Bask bölgesine verilen özerklik, Madrid Hükümetince yeterli bulunsa da Bask toplumu verilen bu hakları yeterli olarak görmemektedir.
Bask halkı, sorunun bağımsız bir Bask devleti kurulması ile çözüme kavuşturulacağını
savunmaktadır.
Aziz Tuncer, “İspanya’da Bölgesel Yönetimler ve AB Bölge Politikalarının İspanyol Bölgesel Yönetimlerinin Şekillenmesindeki Rolü”,Akademik İncelemeler Dergisi, C.5, S.2, 2010, s.236.
19
20
Aziz Tuncer, “İspanya’da Bölgesel Yönetimler ve AB Bölge Politikalarının İspanyol Bölgesel Yönetimlerinin Şekillenmesindeki Rolü”,Akademik İncelemeler Dergisi, C.5, S.2, 2010, ss.236-243.
21
Mehmet Turgut, Türkiye Gerçeği ve Bask Modeli, Boğaziçi Yayınları, 1994.
22
http://diplomatikgozlem.com/_haber/bask-modelinin-anatomisi-ve-otopsisi
23
Kenan Arıbaş, Hasan Kara, “Siyasi Coğraf Açısından İspanya”, Eastern Geographical Review, C.15, S.24, 2010, s.79.
24
Muhammed Emin Kocaman, “Ayrılıkçı Hareketler Denkleminde “İskoçya ve Katalanya”, GUEJISS, Gümüşhane University Electronic Journal of the Instıtute of Social Sciences, C.7, S.15,
2016, s.256.
27
25
Yüksel Metin, Burak Erece, “Bölgeli Devlet ve Federal Devlet Mukayesesi: İspanya ve Federal Almanya Örneği”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.7, 2016, s.699.
26
Ingmar Karlsson, Avrupa’nın Üvey Evlatları, Homer Kitabevi, 2006, s.107.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
Bu fikrin vücut bulması Bask bölgesi, self determinasyon hakkının, referanduma gitmesini istemektedir. Ancak, Madrid Hükümeti, bu isteği kabul etmemiştir. İspanya, bu tavrıyla
Bask bölgesinin İspanya’dan ayrılmasına karşı olduğunu belirtmiştir.27
Şekil 1. Bask Bölgesinin Görev ve Yetkileri
Kaynak: http://es.slideshare.net/SPRICOMUNICA/invest-in-the-basque-countryfigures
Yukarıda yer alan ilk şemada Bask Bölgesi’nin görev ve yetkileri yer almaktadır. Buna göre,
Basklar, vergilendirme sistemi, eğitim, kültür, sağlık, endüstri ve ticaret, ulaşım, çevre,
tarım, turizm ve sosyal güvenlik gibi konularda özerk hareket edebilirlerken, ordu, dış
ilişkiler, parasal sistem, dış ticaret, gümrük gibi alanlarda merkezi hükümete bağlı bir politika izlemektedirler.
Bask bölgesi İspanya’daki diğer bölgelere nazaran son derece zengin ve sanayisi gelişmiş
bir bölgedir. Bölgede Mercedes Benz, Nestle, Unilever, General Electric gibi yabancı kökenli firmalar bulunmaktadır. 28 Dolayısıyla bu bölge tarım, sanayi, ticaret ve finans sektörleri
bakımından İspanya’nın en çok gelişmiş bölgeleri arasında yer almaktadır.
Tablo 2. AB-İspanya-Bask
AB- BaskYatırımlar
Bölgesine Yatırımlar
blo 2. AB-İspanya-Bask
Bölgesi KişiBölgesi
BaşınaKişi Başına Tablo 3. AB-Tablo
Bask3.Bölgesine
Düşen
Safi
Yurtiçi
Hasılat
Düşen Safi Yurtiçi Hasılat
%
1996
2000
EURO
1997
2000
2006
%
1996
2000
2005
RO
1997
2000
2006
AB
18.3
AB
18.3
17.4
AB-27
100.0
100.0
100.0
-27
100.0
100.0
100.0
18.3
22.7
İSPANYA İSPANYA
18.3
22.7
25.8
93.7
97.8
102.4
ANYA İSPANYA
93.7
97.8
102.4
BASK
18.4
22.5
BASK
18.4
22.5
25.5
BASK
109.9
118.5
130.9
SK
109.9
118.5
130.9
2005
17.4
25.8
25.5
Kaynak: EUSTAT
ynak: EUSTAT
Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Bask Bölgesi’nin 1997, 2000, 2006 yıllarındaki kişi
başına düşen gelir ile bu bölgeye yapılan yatırımları AB ve İspanya ortalamalarında daha
yüksektir.
27
28
Fatma Anıl Öztop, “Devlet İçi Etnik Çalışmaların Çıkış Nedenleri: İspanya’daki Bask Sorunu Üzerine Bir Değerlendirme” PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.1, S.2, 2015, s.70.
İzmir Kalkınma Ajansı, Avrupa’da Kalkınma Ajansları, Tükelmat, 2008, s.317
28
eysad
Şekil 2. Bask Bölgesinin Nüfus, GDP, İthalat ve İhracat Alanlarında Ülkenin içinde Aldığı Paylar
Kaynak: http://es.slideshare.net/SPRICOMUNICA/invest-in-the-basque-countryfigures
Yukarıda yer alan şemada Bask Bölgesinin 2009 yılındaki nüfus, GDP, ihracat ve ithalat oranları ve
bu oranların İspanya genel oranlarına yansıması belirtilmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi Bask Bölgesinin ihracat alanındaki oranı bir hayli yüksektir.
Şekil 3. Bask Bölgesi, İspanya ve Avrupa Birliği’nin AR-GE Oranları
Kaynak: http://es.slideshare.net/SPRICOMUNICA/invest-in-the-basque-countryfigures
Yukarıda yer alan grafikte AB, Bask Bölgesi ve İspanya’nın 1999-2009 yılları arasındaki AR-GE oranları belirtilmiştir. Görüldüğü üzere Bask Bölgesi belirtilen yıllar süresince İspanya’dan çok daha fazla
bir orana sahip olmuştur. Özellikle 2008 yılından itibaren Bask Bölgesinin Avrupa Birliği’nin oranına
yetiştiği ve hatta geçtiği görülmektedir.
29
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
Tablo 4. 1994-1999 Yılları Arasında Üye Ülkelere
Verilen Yapısal Fon Miktarları
ÜLKELER
BELÇİKA
DANİMARKA
ALMANYA
YUNANİSTAN
İSPANYA
FRANSA
İRLANDA
İTALYA
LUKSEMBURG
HOLLANDA
AVUSTURYA
PORTEKİZ
FİNLANDİYA
İSVEÇ
İNGİLTERE
Kaynak: 29
Kaynak:1
MİLYON EURO
1336,8
605,4
15939,7
10608,9
26783,5
10114,7
5070,7
13168,3
63,4
1374,6
1212
12950,4
1054,8
937,2
7846,9
Tablo 5. 2000-2006 Yılları Arasında Üye Ülkelere
Verilen Yapısal Fon Miktarları
ÜLKELER
BELÇİKA
DANİMARKA
ALMANYA
YUNANİSTAN
İSPANYA
FRANSA
İRLANDA
İTALYA
LUKSEMBURG
HOLLANDA
AVUSTURYA
PORTEKİZ
FİNLANDİYA
İSVEÇ
İNGİLTERE
MİLYON EURO
1795
548
28049
20961
42887
14395
3088
28388
78
2604
1469
19029
1805
1848
15514
Tablo 6. 2007-2013 Yılları Arasında Üye Ülkelere Verilen Yapısal
Fon Miktarları
ÜLKELER
MİLYON AVRO
ALMANYA
26340
AVUSTURYA
1461
BELÇİKA
2258
İNGİLTERE
10613
BULGARİSTAN
6853
ÇEK CUM.
26692
ESTONYA
3456
FİNLANDİYA
1716
FRANSA
14319
HOLLANDA
1907
İSPANYA
35217
İSVEÇ
1891
İTALYA
28812
LETONYA
4620
LİTVANYA
6885
MACARİSTAN
25307
1
Kaynak:
Yukarıdaki 3 şemaya göre İspanya’nın aldığı fonlar 2000-2006 yılı için büyük bir artış gösterse de 20072013 yılında bu oran önemli ölçüde düşmüştür.
29
Gökçe Küçükelmas, Avrupa Birliği Yapısal Fonlarının Bölgesel Etkilerinin İncelenmesi İspanya-Polonya Örneği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.67.
1 Gökçe Küçükelmas, Avrupa Birliği Yapısal Fonlarının Bölgesel Etkilerinin İncelenmesi İspanya-Polonya Örneği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.69.
30
Gökçe Küçükelmas, Avrupa Birliği Yapısal Fonlarının Bölgesel Etkilerinin İncelenmesi İspanya-Polonya Örneği, İstanbul Teknik
30
Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.67.
eysad
Kaynak: 31
Şekilde Pais Vasco olarak adlandırılan yer Bask Bölgesi’dir. İlk şekilde görüldüğü üzere bölgenin
GSYİH büyüme oranı 1’e yaklaşırken, 2008 yılında bu oran hemen hemen 4’e gelmiştir.
Topluluğun konuştuğu dil İspanyolcadan farklıdır. Ancak bölgenin Fransa tarafına yakın olan kısmında Fransızca, İspanya tarafında ise İspanyolca ağırlıklı olarak konuşulmaktadır. Bölgede eğitim
A tipi, B tipi, C tipi olarak adlandırılan okullarda yapılmaktadır. A tipi okullarda eğitim dili İspanyolca
olmakla birlikte Baskça da öğretilmekte, B tipi okullarda hem Baskça hem İspanyolca aynı yoğunlukta öğretilmekte, C tipi okullarda ise Bask dili ağırlıklı olarak öğretilmekte İspanyolca ikinci dil
olarak kabul edilmektedir. Franco döneminde tepki olarak C tipi okullar rağbet görmüş olsa da
bugün Bask dilinin öğrenilmesi konusunda herhangi bir engel kalmadığından dolayı A tipi okullara
olan talep günden güne artmaktadır. 32
5.2. Bask Bölgesi Kalkınma Ajansları
İspanya’da Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA) genel olarak 1980’li yıllarda özel bir yasa nezdinde
kamu özel hukuk kuruluşları olarak kurulmuştur.33 İspanya BKAlarının temel hedefleri stratejik
planlama, lojistik merkezleri oluşturma, teknoparklar yaratma vb.34
Bask Bölgesinde yer alan Sociedad Para La Promocion Y Reconversion Industrial (SPRI), (Sanayinin
Dönüşümü ve Tanıtımı Topluluğu) bir kamu şirketi vasfında faaliyet göstermektedir. Ajansın temel
hedefleri sanayi faaliyetlerini arttırmak, bölgeye yabancı yatırımını teşvik etmek, Bask şirketlerini
daha iyiye taşıyabilmek adına en son teknolojileri araştırmak, firmaların rekabet potansiyellerini
geliştirmektir.35 Ajans bölgede yer alan KOBİler için de çeşitli faaliyetler planlamaktadır. Yine ticaret veya üretim alanlarında iş geliştirmek isteyen firmaların projeleri de SPRI tarafından sürdürülmektedir. SPRI’nın içinde Bilgi Toplumu, İş Geliştirme, Küreselleşme, Teknolojik Strateji gibi 4 ana
bölüm bulunmaktadır. Bask Bölgesi, Bilgi Toplumu Planı kapsamında bölgede yer alan firmalar için
çeşitli programlar ayarlamaktadır. Geliştirilen bu programlar 10 kişiden az sayıda personeli olan sanayi şirketleri için bilgisayar, web sayfası vb. oluşumlar temin etmektedir. İş Geliştirme Bölümünde
ise, ajans KOBİlere işlerini geliştirebilmeleri açısından çeşitli desteklerde bulunmaktadır. Bu birimin önemli programlarından biri olan Gauzatu Industria Programı’nda bölgedeki sanayi ve hizmet
sektörlerinde faaliyet gösteren şirketlerin sürdürdüğü teknoloji ve inovasyona dayalı projelere
destek verilmektedir. Teknoloji parkları oluşturma projesi ise İspanya’nın özellikle Bask Bölgesinin
en çok önem verdiği konuların başında gelmektedir. Bu program, kaliteli, çevreye duyarlı, teknoloji
bazlı şirketlerin kurulmasına teşvik etmek için kurulmuştur. Bask Bölgesi İspanya’da bu parkların
kurulmasında öncülük etmiş ve bugün 4 adet teknolojik park birbiriyle bütünleşmiştir. Dolayısıyla bu parklar Avrupa’nın en gelişmiş ağlarından birini oluşturmaktadır. Kurulmalarıyla birlikte bu
parklar, bölgenin teknolojik ve yenilikçi yüzü durumuna gelmiştir.
Mehmet Turgut, Türkiye Gerçeği ve Bask Modeli, Boğaziçi Yayınları, 1994.
Der.Menaf Turan, Bölgesel Kalkınma Ajansları Nedir, Ne Değildir?, Paragraf Yayınevi, 2005,ss. 185-186.
http://www.dunya.com/kalkinma-ajansciliginda-ispanya-deneyi-151393yy.htm
35
İzmir Kalkınma Ajansı, Avrupa’da Kalkınma Ajansları, Tükelmat, 2008, s. 318.
32
33
31
34
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
Küreselleşme bölümü ise, Bask Bölgesinin uluslararası alanda bilinirliğini arttırtmak için çeşitli çalışmalarda bulunmaktadır. Gerçekleştirdiği programların içerisinde en önemlisi PURE Programı’dır.
Küba Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile gerçekleştirilen bu proje kapsamında Küba Hastane Sistemi
için soğutma aleti, mutfak gereçleri gibi donanımlar sağlanmaktadır. Strateji Teknoloji ve Yenilik
Bölümünde ise, Bask hükümetinin çerçeve programlarına katılımı arttırmak amacıyla Eurobolegnia adlı sanal bir Avrupa ofisi kurulmuştur. Ofis, Avrupa Birliği projeleri ve bölge ile ilgili yapılan
çalışmalarda bilgi edinmek isteyenler için internet üzerinden fikir paylaşma imkanı yaratmıştır. 36
5.3. Bask Bölgesi, İspanya Hükümeti ve Avrupa Birliği İlişkileri
Kendilerini merkezden bağımsız ayrı bir topluluk olarak gören Bask Bölgesi, bu konuyla ilgili olarak
birtakım girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi İbarettexe Planı’dır. 2002 yılından itibaren İspanyol gündemini en çok meşgul eden konulardan olan bu planın temel amacı Bask halkını
tek bir çatı altına toplamak üzerineydi. Çünkü Bask halkı birçok farklı parti içinde bulunuyordu. Koalisyon durumlarında ise aralarında karar uyuşmazlıkları yaşanıyordu. Böylece Bask hükümetinin
lideri Joan Jose İbarettexe Basklara verilen hakların yeterli olmadığını dile getirip, 2004 ve 2008
senesinde Bask toplumuna bölgenin gelecekteki kaderi ile ilgili bir referandum yapmıştır. Plan,
İspanya hükümeti tarafından reddedilmekle birlikte referandum çok büyük tartışmalara yol açmış
ve İspanya hükümeti bunu anayasaya aykırı bularak bu süreci yargıya taşımıştır. 37
İspanya hükümetinden bağımsız hareket etmek arzusunda olan Bask Bölgesi, Avrupa Birliği’ne
üyeliği kendisi için bir fırsat olarak görüp desteklemiştir. Ancak ileriki zamanlarda buradan umduklarını bulamamışlardır. Bask Bölgesi AB ile olan ilişkilerinde çoğu zaman merkezi hükümeti devre
dışı bırakmak istese de çıkarına uygun olmayan durumlarda da hükümetin desteğini almaya ihtiyaç
duymuştur.38
Maastricht Antlaşması ile oluşturulan AB Bölgeler Komitesi’nde İspanya’nın 21 temsilcisi bulunmaktadır. Bask Bölgesini ise burada Bask Bölgesi Başkanı temsil etmektedir. Bask Yönetimi ilk başta Bölgeler Komitesi’nden çok fazla beklenti içine girmişken zamanla bu kurum Basklılar için yetersiz kalmıştır. Çünkü bölge toplumu bu komite için Bask Dili, kültürü, tarihi gibi konularda çalışma
yapacağını umut etmiştir. Bu umutla 1994-2004 yılları arasında komiteye 335 adet teklif sunsalar
da bu tekliflerin sınırlı sayıdaki konularının %60’ı kabul edilmiştir.39 Bunun üzerine Bask hükümeti
Bölgeler Komitesi’nin kendisinin isteklerini karşılayamayacağını düşünerek AB içinde daha çok söz
hakkı elde etmek istemiştir. 2002 yılında ise birkaç bölge ile birlikte Floransa Deklarasyonu’nu yayınlayarak komitenin yetersiz olduğunu vurgulamıştır. 40
İspanya hükümeti, bünyesinde bulundurduğu özerk toplulukların AB içerisinde teknik alanlarda
söz söyleme hakkına itiraz etmezken, siyasi ve politik alanlarda söz söyleme haklarına karşı çıkmıştır. Zapotero hükümeti ile birlikte özerk topluluklara istihdam gibi alanlarda inisiyatif gösterilmiştir. Bask Bölgesi AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Zarragoita’ya göre 19. yüzyılda her ulusun bir devlet
içinde olması gerekiyordu ama bugün bu fikir geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Bakan, otonom statülerinin tanınmasından uzun bir zaman geçmesine rağmen verilen sözlerin bazılarının tutulmadığından şikayetçi olmakla birlikte İspanya’nın AB ile yaptığı görüşmelerde Basklıları ilgilendiren
konularda onlara danışılmadığından rahatsızlık duyduklarını belirtmiştir. Zarragoita’ya göre Bask
hükümetine danışma isi birkaç senedir uygulansa da bu uygulama yeterli düzeyde olamamıştır. 41
İzmir Kalkınma Ajansı, Avrupa’da Kalkınma Ajansları, Tükelmat, 2008, ss.319-335.
http://paralalibertad.org/wp-content/uploads/Lopez_Basaguren_Ingles.pdf
38
Fırat Tunabay, Bask Sorunu ve İspanya-Avrupa Birliği İlişkilerindeki Yeri, Çanakkale OnSekiz Mart Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010, s.68.
39
Fırat Tunabay, Bask Sorunu ve İspanya-Avrupa Birliği İlişkilerindeki Yeri, Çanakkale OnSekiz Mart Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010, ss.61-62.
40
Angela K.Bourne, The EU and Territorial Politics within Member States Conflict or Cooperation?, Brill Academic Pub, 2004, s.5.
41
http://www.milliyet.com.tr/-her-milletin-devleti-olmasi-gerekmiyor-/
36
37
32
eysad
33
6. SONUÇ
Birliğin bölgesel politikaları, küresel dünyada rekabetin artması ile birlikte hem pazara girebilmek
hem de bölgesel gelişmişlikleri benzer bir statüye getirerek üye devletlerin birbiri ile ya da kendi
iç dengeleri ile homojen bir yapı oluşturmasını sağlayabilmek amacını taşımaktadır. Kuşkusuz ki
burada yerindenlik ilkesinin ( subsidiarite) önemli bir yeri vardır. Çünkü bu sayede merkezi yönetim yetkilerini yerel ve bölgesel güçlere devretmekte ve kamusal sorunların çözümlenmesini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca merkezi hükümetin yapısal hiyerarşisinden kaynaklı bürokratik engellerin
yerel ve bölgesel yönetimlerde daha çabuk aşılıp, ihtiyaca uygun kararın en kısa sürede verilmesini
sağlamaktadır. Baktığımızda bugün Avrupa Birliği’nin İspanya için sağladığı yapısal fonlar ya da yapısal olmayan fonlar ülkeyi ekonomik olarak rahatlatmıştır. Ancak, İspanya’da gerçekleşen bölgesel
oluşumlar bölgesel farklılıkları ortadan kaldırmak için değil, İspanya’yı sadece merkezi bir otorite
olarak gören ve içerisinde kendi egemenlik statüsünde yeteri kadar güce sahip bölgelerin İspanya
bayrağı altında devamlılıklarının sağlanabilmesi için yapılmıştır. Her bölgenin de sosyo-ekonomik
yapısı farklı olması nedeniyle de; İspanya’nın bugünkü konumu göz önüne alınarak bir değerlendirme yapıldığında bu bölgesel farklılıkları en az seviyeye indirecek güce sahip olduğu gerçeğine ulaşılır. Bask Bölgesi’nin İspanya hükümetinden bağımsız hareket etmek istemesinin perde arkasında
ekonomik nedenlerden öte etnik, dilsel ve hatta siyasal nedenler bulunmaktadır. Buraya kadar aktarılan bilgiler ışığında Bask Bölgesi’nin o günün konjonktürüne göre Avrupa Birliği’ne ya da İspanya
hükümetine yaklaştığından bahsedebilmek mümkündür. Avrupa Birliği’nin ETA üzerindeki caydırıcı
önlemleri ve Bask halkının artık ETA’ya eskisi kadar destek vermemesi gibi sebeplerden ETA‘nın
silahsızlanması ile birlikte Bask-AB ve Bask-İspanya hükümeti arasındaki gerginlikler bir nebze son
bulmuştur. Avrupa Birliği ile Bask Bölgesi arasında kültürel ve etnik unsurlara dayalı bir ilişkiden
ziyade daha çok ekonomik bazlı ilişkiler bulunmaktadır. İspanya’nın politik ve kültürel hak temsilcisi
çoğu zaman Madrid olmuş bu da her durumda Basklıları rahtsız etmiştir. Basklar’ın ve Katalanların İspanya’dan ayrılma düşüncelerine karşın Avrupa Birliği’nin tavrı sert olmuş ve bu toplulukların
İspanya’dan ayrılması durumunda Birlikten çıkartılacağı belirtilmiştir.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Uğur ÖZGÖKER*, Yusuf İNAMOĞLU**
7. KAYNAKÇA
AKŞAHİN, Banu Selenge, Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politikası, Yapısal araçların Koordinasyonu ve
Türkiye’nin Uyumu AB Uzmanlı Tezi, T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği
Koordinasyon Dairesi Başkanlığı, 2008.
ARIBAŞ, Kenan, KARA, Hasan, “Siyasi Coğrafya Açısından İspanya”, Eastern Geographical Review,
C.15, S.24, 2010.
BOURNE, Angela K., The EU and Territorial Politics within Member States Conflict or Cooperation?,
Brill Academic Pub, 2004.
EŞİYOK, Bayram Ali, “Bölgesel Kalkınma, Yeni Bölgecilik ve Bölgesel Kalkınma Araçları”, Memleket
Siyaset Yönetim, S.17, 2012.
İzmir Kalkınma Ajansı, Avrupa’da Kalkınma Ajansları, Tükelmat, 2008.
KARLSSON, Ingmar, Bölgeler Avrupası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007.
KARLSSON, Ingmar, Avrupa’nın Üvey Evlatları, Homer Kitabevi, 2006.
KELEŞ, Ruşen Keleş, MENGİ, Ayşegül, Avrupa Birliği’nin Bölge Politikaları, Cem Yayınevi, 2013.
KOCAMAN, Muhammed Emin, “Ayrılıkçı Hareketler Denkleminde “İskoçya ve Katalanya”, GUEJISS,
Gümüşhane University Electronic Journal of the Instıtute of Social Sciences, C.7, S.15, 2016.
KOÇAK, Yaman Süleyman, Avrupa Birliği’nde Yapısal Fonların Bölgesel Kalkınmaya Etkisi: İrlanda,
İspanya ve Yunanistan Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2005.
KÜÇÜKELMAS, Gökçe, Avrupa Birliği Yapısal Fonlarının Bölgesel Etkilerinin İncelenmesi İspanyaPolonya Örneği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011.
METİN, Yüksel, ERECE, Burak, “Bölgeli Devlet ve Federal Devlet Mukayesesi: İspanya ve Federal
Almanya Örneği”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.7, 2016.
ÖZTOP, Fatma Anıl, “Devlet İçi Etnik Çalışmaların Çıkış Nedenleri: İspanya’daki Bask Sorunu Üzerine
Bir Değerlendirme” PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.1, S.2, 2015.
TESEV, Yerel Yönetimleri Türkiye ve Fransa, İspanya, İtalya, Polonya, Çek Cumhuriyeti; TESEV Yayınları, Ağustos 2009
TUNABAY, Fırat, Bask Sorunu ve İspanya-Avrupa Birliği İlişkilerindeki Yeri, Çanakkale OnSekiz Mart
Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010.
TUNCER, Aziz, “İspanya’da Bölgesel Yönetimler ve AB Bölge Politikalarının İspanyol Bölgesel Yönetimlerinin Şekillenmesindeki Rolü”,Akademik İncelemeler Dergisi, C.5, S.2, 2010.
TURGUT, Mehmet, Türkiye Gerçeği ve Bask Modeli, Boğaziçi Yayınları, 1994.
YILDIZ, Mete, “İspanya Yönetim Sistemi’ndeki Tekçilik ve Fedaralizm Tartışmalarının Değerlendirilmesi”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 29, S. 2, 2011.
İNTERNET KAYNAKLARI
http://www.milliyet.com.tr/-her-milletin-devleti-olmasi-gerekmiyor-/siyaset/haberdetayarsiv/12.11.2007/222496/default.htm
http://www.dunya.com/kalkinma-ajansciliginda-ispanya-deneyi-151393yy.htm
http://paralalibertad.org/wp-content/uploads/Lopez_Basaguren_Ingles.pdf
http://www.aid.sakarya.edu.tr/uploads/Pdf_2010_2_103.pdf
http://www.spain.info/en_US/consultas/ciudades-y-pueblos/comunidades-autonomas.html
http://www.servat.unibe.ch/icl/sp00000_.html
http://www.arem.gov.tr/proje/yonetim/Dunyada_Kamu_yon/ispanya.pdf
http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/erdf/
http://diplomatikgozlem.com/_haber/bask-modelinin-anatomisi-ve-otopsisi
34
eysad
EYLEMLİ PROPAGANDA KAVRAMI VE
KLASİK KOŞULLANMA
Hüseyin ÇELİK *
ÖZET
Yirminci yüzyılın başlarında Rus bilim adamı Pavlov’un yaptığı çalışmalar sonucu ortaya koyduğu
klasik koşullanma ilkeleri propaganda amaçlı birçok devlet ve örgüt tarafından kullanılmaktadır.
Anarşizm olarak başlayan, sonradan eylemli propagandaya dönüşen terör hareketlerinde klasik koşullanma ilkelerinden geniş bir şekilde yararlanılmaktadır. Örgütlerin yaptığı sistematik ve asimetrik
eylemler propaganda amaçlıdır ve nihayetinde kitleleri ayaklanmaya sürüklemeyi hedeflemektedir.
Bu makalenin amacı şiddet kullanılarak yapılan eylemli propagandanın klasik koşullanma ilkelerinden yararlandığını ortaya çıkarmaktır. Bunun için nitel bir araştırma yöntemi kullanılmış ve tanımlayıcı/betimleyici bir araştırma tasarımı uygulanmıştır. Örneklem olarak Türkiye’de en fazla tıklanan
internet haber sitelerinde yer alan terör örgütleri ile ilgili haberler seçilmiş ve buradaki eylemli
propaganda örnekleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Araştırma sonucunda terör örgütlerinin eylemli propaganda yapılması için klasik koşullanma tekniklerinden azami ölçüde faydalandıkları, korku ve endişe salarak bir şartlı koşullanma oluşturdukları ve şiddet oluşturarak insanları sindirdikleri ortaya çıkmıştır.
Anahtar Sözcükler: Propaganda, Eylemli Propaganda, Klasik Koşullanma, Terörizm
THE CONCEPT OF PROPAGANDA BY DEED AND
CLASICAL CONDITIONED
ABSTRACT
At the beginning of the 20th century, the principles of classical classical conditioned that Pavlov proposed after a set of studies have been used by many states and organizations for the purpose of propaganda. In terrorist movements that began as anarchism and later turned into propaganda by deed, these
principles are widely used. The systematic and assymmetrical actions undertaken by such organizations
have the purpose of propaganda and in the end all aim to move masses to rebellion.
The purpose of this article is to suggest that propaganda by deed using violence utilizes principles of
classical conditioned propaganda. For this end, a qualitative method and a descriptive model are used.
As cases, the news articles about terrorist organizations on internet news websites in Turkey that are
checked out the most are used, and the examples of the propaganda by deed on these sites are analyzed.
At the end of the research, it is found out that the terrorist organizations utilize to the maximum the
techniques of classical conditioned in order to make propaganda; that they form a conditioned reflexdisseminating fear and anxiety, and through violence, they intimidate people.
Key Words: Propaganda, Propaganda by Deed, Classical Conditioned, Terrorism,
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
35
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
1. GİRİŞ
İnsanlar arasında toplumsal işbirliği ve düzenin sağlanabilmesi için bilginin yayılması gerekmektedir. Bilgi ancak yayıldığında anlamlı bir şey haline gelebilir. Günümüzde devasa miktarda bilginin
kitle iletişim araçları tarafından yayılması söz konusudur. Fakat bu bilginin gerçek olup olmadığı
sorusu akla gelmektedir. Böylece bilginin belli amaçlar doğrultusunda biçimlendirildiği ve değiştirilerek kitlelere ulaştırıldığı iddiaları propaganda konusunu gündeme taşımaktadır.
Propagandanın şiddet kullanılarak yapılması geçen yüzyılın ortalarından itibaren başlamıştır. Şiddet
kendi başına insanlara korkutan, endişelendiren ve onları baskıda bırakan yapısıyla insanların bazı
şeylere rıza göstermelerine neden olmaktadır. İnsanların bazı olaylar karşısında tepkileri otomatik
olarak oluşmakta ve gelişmektedir. Bu şekliyle propaganda insan psikolojisinden yararlanılarak yapılmakta ve bunun için bazı teknikler kullanılmaktadır. Klasik koşullanma bu teknikler arasında yer
almaktadır.
Bu makalede eylemli propagandanın yapılmasında klasik koşullanma ilkelerinden nasıl yararlanıldığı üzerinde durulmaktadır. Öncelikle “Eylemli Propaganda” kavramı tanımlanmakta ve terörizmin
bu propaganda şeklini nasıl kullandığı açıklanmaktadır. Ardından klasik koşullanma kavramını bulan
Rus bilim adamı Pavlov’un deneyleri ve klasik koşullanma ilkeleri anlatılmaktadır. Ardından klasik
koşullanma ile propaganda arasındaki ilişki ortaya konulmaktadır. En son olarak eylemli propagandayı etkin bir şekilde kullanan terör örgütlerinin başvurdukları propaganda şekilleri örnek olarak
verilmektedir.
Bu makalenin amacı özellikle şiddet kullanılarak yapılan eylemli propagandanın klasik koşullanma
tekniklerinden yararlandığını ve terör örgütlerinin eylemlerini ortaya koyarken bunları etkin bir biçimde kullandığını göstermektir. Bu araştırmada nitel bir araştırma yöntemi kullanılmış ve tanımlayıcı/betimleyici bir araştırma tasarımı uygulanmıştır. Örneklem olarak terör örgütleri seçilmiş ve bu
örgütlerin propaganda faaliyetlerinde klasik koşullanma ilkelerini kullanmaları üzerinde durulmuştur. Veriler 2012 yılından 2017 yılına dek, Türkiye’de tıklanma oranı en yüksek olan gazete sitelerinden elde edilmiştir. Bu haber sitelerinde PKK örgütünün eylemli propagandayı nasıl uyguladıkları
incelenmiştir.
EYLEMLİ PROPAGANDA1 KAVRAMI
Propaganda uygulanan kuruluşça diğer kişi veya kuruluşların hareket tarzlarını kendi çıkarları için
etkilemeye yönelik tek yönlü bir uygulamadır. Propagandanın en temel görevi insan düşüncelerini
her türlü imkândan yararlanarak etkilemektir. Bu yapılırken kişinin serbest iradesini kullanarak bir
karara varması faaliyeti büyük ölçüde etkilenirken, bireye verilmesi istenilen düşünce şekli otomatik olarak bilinçaltına yerleştirilmektedir. (Göksel 1988:41)
Siyasal bilimci Domenach’ın yazdığı “Siyasi Propaganda’ kitabında propagandayı siyasal şekliyle ele
almıştır. O’na göre propaganda halk kitlelerine hitap etmek için kullanılan bir konuşma tarzıdır;
radyolar, basın ve filmler vasıtasıyla yayılan sözler kullanılır. Propagandacının amacı, halk kitlelerinin davranışlarına tesir etmek ve onları muayyen düşüncelere doğru yöneltmektir (Domenach,
1961:10). Propagandanın amacı insan ruhunun temel davranışlarını etkilemektedir. Bu bakımdan
propaganda eğitime benzetilebilir; fakat genel olarak kullandığı teknik ve hele yetiştirmeden ikna
etmeye ve hakimiyeti altına almaya çalışması, onu eğitimin zıddı haline getirmektedir (Domenach,
1961:11).
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
1 Eylemi propaganda kavramı “propaganda by Deeds” karşılığı olarak kullanılmıştır.
36
eysad
Propaganda psikoloji ilmine çok şey borçludur. Çoğu kez yöntemlerinde psikoloji tekniklerini kullanır. Duygusal sözcüklerin kullanılması, bir şeyin tekrar tekrar pekiştirilmesi ile bir takım davranışların teşvik edilmesi sağlanabilir. Propaganda tek yönlü bir iletişim çabasıdır. Kitleye aktarılan
mesajların alıcılar tarafından tartışmaya kabul edilmesi için bu gereklidir. Bunun sağlanması için mesajlar bir takım özelliklere sahip olmalıdır. Örneğin mesajın tamamen doğru olması gerekmez. Bu
şekilde mesajın belli bölümleri ayıklanarak gönderilebilir. Bu nedenle kişiler mesajı eksik, göndericinin amaçları doğrultusunda alacaklardır. Böylece gerçeklerin içinden ise yarayacak, olan mesajları
süzme ve seçme propagandanın vazgeçilmez kuralı olmaktadır (Göksel, 1988:42).
Batı ülkeleri, ekonomik çıkarlarını korunmasına yönelik özellikle XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyılda propagandayı sık olarak kullanmışlardır. Bunun amacı, daha fazla ihracatın yapılmasını sağlamak ve bu
yolla gelir elde etmektir. İngiltere tarafından uygulanan propaganda sisteminin amacı, bir yandan
ekonomik gelişmeyi sağlamak diğer yandan da İngiltere’nin sosyo-kültürel alanda etkinliğini sürdürmektir. Fransa’da İngiltere gibi ticaret ve kültürünü yaymak için propaganda faaliyetlerine girişmiştir. Fransa’nın dış tanıtımını yapmak, Fransız kültür, sanat ve modasını dünyaya yaymak amacıyla
birkaç propaganda kuruluşu organize edilmiştir.(Göksel, 1988:43)
1930’larda Hitler ve Stalin propagandayı yaygın bir biçimde kullanmışlardır. Nazi propagandasında insan duyguları etkin bir biçimde kullanılmış ve kolektif olarak oluşturulan hayal gücü gerçeği
yenmeyi başarmıştır. Böylece kaba düşünceler aklı ve mantığı yok etmiştir. Nazi propagandasında
kökleri kollektif şuurun en derin köşelerine kadar uzanabilmek için, gamalı haç, ırk ve daha bir sürü
efsaneyi kullanmak suretiyle halkın heyecana kapılması amaçlanmıştır. Hitler ve Stalin’in kullandığı
propaganda teknikleri propagandanın en yalın halidir. Oysa günümüzde sembollerin manipülasyon
edilmesiyle ve insan duygularının kullanılmasıyla insanların hiç hissetmeden propaganda bombardımanına uğradığına tanık olunmaktadır. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle ikna mesajları dramatik olarak artmıştır. İnternet yoluyla sansürlenmemiş mesajlar kontrolsüz ve gelişigüzel insanın
tüketimine sunulmaktadır.
Propaganda yapan kişi, aslında kısa vadede insan düşüncelerini etkilemeyi amaçlamaktadır. Bu şekilde duyguları ajitasyon edecek, dilin imkanlarını kullanarak insanın en kısa yolda ikna etmeyi seçmektedir.
Propaganda özellikle XX. yüzyılda yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanılmıştır. Propaganda zaten
yüzyıllardır kullanılmaktaydı ve sadece edilgen insanlar üzerinde etkiliydi. Oysa XX. yüzyılda propaganda her kesime yönelmiştir. XX. yüzyılda siyasi yapıların bloklaşması ve ticari faaliyetlerin yoğunlaşması sonucu propaganda şekilleri kitle iletişim araçları yoluyla milyarlarca insana ulaşmıştır.
Propaganda bir mesajdır ve bunun kitlelere aktarılabilmesi için bir aracın üzerine bindirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle kitle iletişim araçları propaganda faaliyetlerinde etkin bir şekilde kullanılmıştır.
Propaganda üzerinde taştırmaları başlatan düşünürlerin başında Sergei Tchakotin gelmektedir.
Tchakotin, Almanya’daki Nazi propagandasının yapıldığı dönemde yaşamış ve bu döneme ait gözlemlerini “Siyasal Propaganda ile Kitlelerin Aldatılması” adlı kitabında anlatmıştır. Bu kitapta halkın
şimdiye dek tarihte görülmemiş bir biçimde yanıltabilmesinin mekanizmasını açıklamaktadır. (Özkök, 1983: 239-240)
Propaganda yirminci yüzyıldan itibaren yalnız devletler tarafından değil kişi ve örgütler tarafından
da sık olarak kullanılmıştır. Günümüzde bu durum devam etmektedir. Propaganda terörizmin kullandığı en önemli silahlardan birisidir.
37
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Teröristler şiddet kullanarak ve böylece topluma korku salarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar. Aslında terörizm arzu edilen amaçlara ulaşmak için çeşitli devletler, kişiler ve grupların yüzyıllar
boyunca başvurduğu bir yöntemdir. Terörist anlayışa göre:
“Toplum hastadır ve reformlarla tedavi edilemez.
Devletin kendisi aslında şiddettir ve sadece şiddetle karşı konulabilir ve üstesinden gelinebilir.
Terörizm gerçeği onu destekleyen bir hareket tarafından haklı gösterilebilir. Ahlak yasalarını tanımayan teröristler kendilerine göre bir “yüksek ahlak” şekli oluşturabilirler (Perry, 1976:22).”
Terörizm bu şekliyle kendi dayatmalarıyla amacına ulaşmaya çalışır. Arzu ettiği nihai hedefleri gerçekleştirmek için sistematik ve asimetrik bir aygıt kullanır. Bu aygıt modern orduların veya devletlerin yasaları ölçüsünde kullandığı şiddet yöntemlerine başvurmaz. Modern toplumlardan farklı
yöntemler kullanır.
Terörizmin kullandığı asimetrik savaş usulleri ülkeleri ani ve hazırlıksız olarak yakalar. Ülkeyi siyasi,
sosyal ve ekonomi sistemlerine müdahale eder ve istikrarsızlaştırmaya neden olur. Terörizm düşük
seviyede kuvvet kullanarak ve teknolojiden de etkin bir biçimde faydalanarak etkin olmayı amaçlar.
Bu yönüyle asimetrik tehdidi oluşturan güç, farklı yöntemler kullanarak karşı gücün zayıf taraflarından istifade eder. Onun gücünü yok etmek için aldatıcı bir takım teknikler kullanarak onunla
mücadele eder. Örneğin 11 Eylül Saldırısı bir asimetrik savaş şeklidir. Buna kişi, grup ve devletler
yani güçlü, güçsüz her insan ve grup başvurabilir. Asimetrik tehdidin alışılmadık, sıra dışı, kuralsız,
bilinen savaş yöntemlerinden farklı, karşı konulması zor olan, korku salan, infial yaratan yöntemleri
ülke ve insanları yılgınlığa sevk edebilir (Gray, 2002:5).
Terörizm kendi içinde zor kullanmaya dayanan bir mücadele geliştirmiştir. Bu mücadele gayri nizami harp faaliyetleridir. Gayri nizami harp oluşumları 1948 yılından günümüze kadar postmodern
olarak adlandırılan bir süreçte devam etmektedir. Bu tür savaş iki hasım güç arasında (devletler
veya devlet dışı aktörler), askeri ve yarı askeri (para-militer) gayretleri içeren, genelde uzun süreli ve
asimetrik şekilde devam eden politik-asker müdahaledir. Gayri nizami savaşta tarafların güçleri arasında önemli farklılıklar mevcut olup zayıf taraf güçlü tarafın sayısal ve nitelik üstünlüğünü asimetrik strateji, taktik ve yeteneklerle dengelemeye çalışır. Bu harp şeklinin bölümleri bulunmaktadır.
İlki gerilla savaşıdır. Bu savaş şekli küçük birlik harekâtı şeklinde genellikle zayıfın güçlüye asimetrik
yöntemler kullanarak müdahale ettiği bir savaştır. Bu savaşma şekli kesin sonuca ulaştıran bir askeri
harekât olmayıp taarruz, savunma ve geri çekilme hareketleri yapan nizami birliklerin desteklenmesi amacını taşır.
Gerillanın kalkıştığı hareketler bir sonraki aşama olan ayaklanmaya ulaşmayı hedeflemektedir. Ayaklanma gerilla ile halkın katılımıyla oluşur ve ülkenin o bölgesindeki meşru idaresini yıkarak yeni bir
politik düzen meydana getirmeyi amaçlar. Böylece askeri, yarı askeri ve sivil oluşumların katkısıyla
bir politik meşruiyet oluşturulacaktır. Gerilla, bir ayaklanmayı tesis etmek için ideolojik motivasyona
(dini, etnik veya sınıfsal) ihtiyaç duyar. Bu motivasyon hareketin bir dava olarak konumlandırılması
açısından önemlidir. Bu davaya inanan insanların sayısını artıracak ve bu sayıyı korumak ayaklanmanın meyvelerini vermesini sağlayacaktır. Bu motivasyon aynı zamanda hazırlanacak propaganda
mesajlarının içinin nelerle doldurulacağını ve etkisinin ne olacağını belirleyecektir. Bu yönüyle gerillanın giriştiği terörist faaliyetler propaganda faaliyetinin asimetrik bir biçimde yapılmasını kapsamaktadır. Gerilla toplumun dikkatini çekmek için şiddete girişmelidir. Şiddet ile bu propaganda mesajları daha etkin olarak verilecektir. Buna eylemli propaganda denilmektedir. İtalyan anarşistleri
Carlo Coriero, Enrico Maletesta ve Emilio Covalli tarafından geliştirilen bu kavram gereği, anarşizm,
insanın insan tarafından sömürüsünün ve tahakküm altına alınmasının, yani özel mülkiyet ve hükümetin ortadan kaldırılmasıdır.
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
38
eysad
Anarşizm “sefaletin, hurafelerin ve nefretin yok edilmesi” şeklinde olumlulaştırılabilir. Anarşizm
daha sonra Paul Brousse tarafından eylemli propaganda olarak tarif edildi (Linse, 1982: 201, Garrison,2004: 265). Bu tarihten sonra devlet şiddetine bir tepki olarak doğan eylemli propaganda
hareketleri yirminci yüzyıl öncesinde Avrupa’da birçok karışıklığın doğmasına yol açtı. Fakat şiddet
yoluyla propaganda yapılması devlete karşı olanların bastırılması, yok edilmesi konusunda devlete
bir fırsat verilmesine yol açmıştır. Bu nedenle eylemli propaganda başarısız olmuş ve anarşistleri
terörist sınıfına sokmayı başarmıştır.
Eylemli propaganda yarım yüzyıl sonra “İsrail’in Özgürlüğü İçin Savaşanlar” olarak yeniden ortaya
çıkmıştır. İngiliz idaresi altındaki Filistin’de bir İsrail devleti kurmayı amaçlayan “Stern Çetesi” adındaki örgüt 22 Temmuz 1946 tarihinde King David Oteli’nde bomba patlatarak 91 kişinin ölmesine
ve 45 kişinin yaralanmasına neden oldu. Böylece terörist eylemler başlamış oluyordu. Çete’nin başlattığı terörist eylemler 1948 yılında İngiltere’nin bölgeden çekilmesine ve İsrail devletinin kurulmasına zemin hazırlanmıştır (Garrison,2004: 267).
Terör eylemlerinin bu şekilde başlaması ve zamanla hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olması
teröristlerin kullandığı propaganda usullerinin zenginleşmesine neden olmuştur. Teröristler özellikle psikolojik yöntemler kullanarak eylemli propaganda girişimlerine katkı sağladılar. Bu psikolojik
propaganda tekniklerinden en önemli olanı klasik koşullanmadır. Yirminci yüzyıl başında İvan Pavlov tarafından bulunan ve insanların nasıl inandırılacağını ve yönlendirileceğinin anlaşılması bakımından önemli olmuştur.
KLASİK KOŞULLANMA VE PAVLOV
Klasik koşullanmaya pekiştireçsiz koşullanma da denilmektedir. Koşullanma, pekiştirme süreci olmadan gerçekleşir. Bu kuramı ortaya koyan, sindirim fizyolojisi üzerine Nobel ödülü kazanan bir tıp
doktoru olan Ivan Petrovich Pavlov’dur. Köpekler üzerinde çalışırken Pavlov, köpeğin eti görmeden
deneyi yapan kişinin ayak seslerini duyarken de salya salgıladığını fark etmiştir. Tükrük salgısı ölçülebilir olduğundan deneylerinde Pavlov, tükrük damlacıklarını saymak suretiyle salya miktarının
artmasını veya azalmasını gözlemlemiştir.
Pavlov, tükrük damlacıklarını saymak suretiyle salya miktarının artmasını veya azalmasını ölçmüştür. Pavlov hangi uyaranların ne biçimde ve ne ölçüde koşullanma meydana getirdiği konusunda
birçok deney yapmıştır. Uyaranların bir koşullanma meydana getirdiğini ve uyaranlar refleks (tepki)
oluşturduğunu tespit etmiştir. Pavlov’a göre öğrenmedeki temel süreç uyaran ve refleks arasında
oluşan çağrışımlardır. Koşullanma, organizmanın doğuştan veya daha sonra olgunlaşma nedeniyle
bazı uyaranlar ve tepkiler arasında doğal bir bağ kurmadır. Bazı uyaranlara bazı doğal tepkiler eşlik
eder. Bu tepkiler koşulsuz uyaranla başlar ise organizmanın tepkisi koşulsuz tepki olur.
Koşullu uyaran ise zil sesi, metronom sesi ve ayak sesi olabilir. Koşullu uyaran ile karşılaşan köpek
koşullu tepki verir. Bu durumda uyaranlar yer değiştirecektir. Koşulsuz uyaranın yoğunluğu öğrenmeyi hızlandırır. Koşullu uyaran ve koşulsuz uyaran arasındaki zamanlama öğrenme için çok önemlidir. Koşullu uyaran (et) koşulsuz uyarının verilmesinden (zil) bir saniye önce sunulursa bu zamanlama olumlu etki yapar. Koşullu ve koşulsuz uyaranın birlikte verilme sayıları arttıkça öğrenme olumlu
etkilenir (Pavlov’s Lectures II, 1927:5).
39
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Pavlov yaptığı deneylerden elde ettiği bu sonuçlar kitleleri etkilemek isteyen kişiler, siyasi ve askeri
kurumlar, topluluklar tarafından iyi veya kötü amaçlarla kullanılmıştır. Naziler, II. Dünya Savaşı yıllarında klasik koşullanma ilkelerini insanlar üzerinde uygulamışlardır. Sovyetler Birliği soğuk savaş
yıllarında bu ilkelerden propaganda amaçları doğrultusunda faydalanmıştır. Bu amaçla koşullanma
oluşması için semboller, müzik, ses etkin bir biçimde kullanılmıştır. Pavlov’un ortaya koyduğu ilkeler
XX. yüzyılda siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır. Pavlov, koşullanmanın köpeğin yalnız ve
sessiz bir ortamda bırakıldığında daha hızlı oluştuğunu tespit etmiştir. Pavlov’un diğer bir bulgusu köpeğin ödüllendirildiğinde daha çabuk öğrendiğidir. Ceza, öğrenmeyi sağlamadığı halde, ödül
bunu kolayca sağlıyordu. Bu durum propaganda da etkili bir yoldur.
Pavlov koşullanmanın oluşmasında verilen zayıf ve kuvvetli koşullu uyarıcıların farklı etkide bulunduğunu tespit etmiştir. Zayıf uyarıcı koşullanmayı az oluşturduğu halde, kuvvetli uyarıcı daha çok
oluşturuyordu.
Koşullanma Süreci
Pavlov, köpeğin tükrük bezi kanalına ameliyatla bir tüp bağlamış ve köpeği ses geçirmez bir deney
hücresine koymuştur. Bunun için bir laboratuvar kurulmuş ve laboratuvar köpek/araştırmacıdan
oluşan iki bölmeye ayrılmış. İki bölme birbirinden ses/görüntü bakımından yalıtılarak çevre faktörü
en az seviyeye indirilmiştir (Pavlov’s Lectures II, 1927:2).
Pavlov önce metronomla ses vermiş, köpek bu uyarıcıya sadece başını çevirmiş, kulaklarını dikmiştir. Sesi verdikten hemen sonra et tozu içeren bir eriyik vermiştir. Ses ile eti birkaç kez art arda
verdikten sonra, sesi tek başına verdiği durumda da salya tepkisinin meydan geldiğini görmüştür
(Senemoğlu,2001:102).
Bu olayda et, koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcı, organizma için doğal olan ve tepkiyi
otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır. Etin meydana getirdiği salya ise koşulsuz yani doğal
tepkidir. Koşulsuz tepki, koşulsuz uyarıcının organizmada meydana getirdiği doğal ve otomatik tepkidir. Ses, henüz et ile ilişkilendirilmeden önce köpek için bir nötr uyarıcıdır. Ses bir süre et ile birlikte verilip ete gösterilen tepkinin ses gösterilmesi sağlandıktan sonra koşullu uyarıcı haline gelir. Ses
başlangıçta nötr uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcı ile birlikte verilerek koşulsuz uyarıcının oluşturduğu etkiyi paylaşması sağlandıktan sonra tek başına verildiğinde de organizmada doğal ve otomatik tepkiyi oluşturan uyarıcıya koşullu uyarıcı haline gelir. Köpeğe tek başına ses verildiğinde meydana gelen
salya salgılama tepkisi koşullu tepkidir. Koşullu tepki sadece koşullu uyarıcının meydana getirdiği
doğal ve otomatik tepkidir. Aslında koşulsuz tepki ve koşullu tepki aynıdır. Örneğin, Pavlov’un koşullanma deneyinde hem koşulsuz tepki hem de koşullu tepki salyadır (Senemoğlu,2001:103).
İlk denemede köpek metronomun sesini duyduktan 9 saniye sonra salya salmakta ve 45 saniyede
11 damla salgılamaktadır. Bu deneme merkezi sinir sistemi ile beyin yarımküreleri arasındaki bağlantıyı göstermektedir. Bu durum bir reflekse neden olmaktadır. İkinci denemede yiyecek önce gösterilmekte, 5 saniye sonra salya başlamakta ve toplam 15 saniye boyunca 6 damla salgılanmaktadır.
Bu deneme, salyanın doğuştan bir refleks olduğunu göstermektedir (Pavlov’s Lectures II, 1927:2).
Üçüncü denemede yiyecek aniden köpeğin ağzına yaklaştırılmaktadır. Salya 1-2 saniyede başlamaktadır. Bu tamamen refleksif bir davranıştır. Yani salyanın başlaması yiyeceğin ağız ile dile teması sonucu mümkün olmaktadır. Bu olayda et, koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Salya ise koşulsuz yani doğal
olan tepkidir. Ses, henüz et ile ilişkilendirmeden önce köpek için nötr bir uyarıcıdır. Et ile ilişkilendirildiğinde koşullu uyarıcı haline gelmektedir. Koşullu uyarıcı bir nevi elde edilmiş yani öğrenilmiş
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
40
eysad
Özet olarak Pavlov’a göre öğrenmedeki temel süreç uyaran ve refleks arasında oluşan çağrışımlardır. Koşullanma, organizmanın doğuştan veya daha sonra olgunlaşma nedeniyle bazı uyaranlar
ve tepkiler arasında doğal bir bağ kurma ile donatılmıştır. Bazı uyaranlara bazı doğal tepkiler eşlik
eder. Bu tepkiler koşulsuz uyaranla başlar ise organizmanın tepkisi koşulsuz tepki olur.
Koşullu uyaran ise zil sesi, metronom sesi ve ayak sesi olabilir. Koşullu uyaran ile karşılaşan köpek
koşullu tepki verir. Bu durumda uyaranlar yer değiştirecektir. Koşulsuz uyaranın yoğunluğu öğrenmeyi hızlandırır. Koşullu uyaran ve koşulsuz uyaran arasındaki zamanlama öğrenme için çok önemlidir. Koşullu uyaran (et) koşulsuz uyarının verilmesinden (zil) bir saniye önce sunulursa bu zamanlama olumlu etki yapar. Koşullu ve koşulsuz uyaranın birlikte verilme sayıları arttıkça öğrenme olumlu
etkilenir (Pavlov’s Lectures II, 1927:5).
Pavlov’un Klasik Koşullanma Sürecinde Tespit Ettiği İkincil İlkeler
Klasik koşullanmanın temel ilkelerinden sonra kuramla ilişkili ikincil ilkeler ortaya çıkarılmıştır. Bunlar; Bitişikçilik, Habercilik, Pekiştirme, Sönme, Genelleme, Ayır Etme, Birden Fazla Uyarıcıya Koşullanma, Gölgeleme ve Öğrenilmiş Çaresizlik’dir.
Koşullanma süresinde koşullu ve koşulsuz uyarıcıların verilme zamanının birbirine yakın olması
önem taşır. Genel olarak koşullu uyarıcı koşulsuz uyarıcıdan yarım saniye önce verildiğinde en etkili koşullanma oluşur. Fakat bazı koşullanma durumlarına göre etkili koşullanma olabilmesi için bu
süre 5 ile 30 sn. arasında değişebilmektedir. Bunun art arda verilmesi durumuna bitişikçilik denir
(Senemoğlu,2001: 103).
41
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Klasik koşullanmanın oluşması için koşullu uyarıcının, kendisinden sonra koşulsuz uyarıcının geleceğine dair haber verici nitelikte olması gereklidir. Yani koşullu uyarıcı olan ses önce, koşulsuz uyarıcı
olan et sonra verildiğinde koşullanma oluşmaktadır. Ses, etin geleceğini haber vermektedir. Aksi
takdirde önce et, sonra ses verildiğinde koşullanma ya az meydana gelmekte ya da hiç oluşamamaktadır. Son yapılan araştırmalarda bu süreçte önemli olan şeyin koşullu uyarıcının bilgi verici
nitelikte olmasıdır (Senemoğlu,2001: 104). Koşullanmanın meydana gelmesinde önemli olan şeyin
koşullu uyarıcıların haber verici nitelikte olmasıdır (Senemoğlu,2001:105).
Klasik koşullanmada pekiştirme koşulsuz uyarıcının pekiştirici olarak etki yapmasıdır. Pavlov’a göre
et “birinci pekiştireç”, ses ise “ikinci pekiştireç”dir. Klasik koşullanmada pekiştireç, tepkiye bağlı olarak verilmez. Tepkinin meydana gelmesinden önce sunulur ve tepkiyi doğuran uyarıcıdır. Bu yönüyle araçsal ve edimsel koşullanmadan ayrılır. Çünkü bu koşullanmalarda pekiştireç tepkiye bağlı
olarak verilir (Senemoğlu,2001:107).
Koşullu uyarıcı (ses) tek başına koşullu tepkiyi (salya) oluşturduktan uzun süre sonra, koşulsuz uyarıcı yani et olmadan ses tek başına verildiğinde tepkinin (salya) yavaş yavaş yok olduğu görülmüştür.
Bu duruma sönme denilir. Sönmeden sonra bir süre ara verildikten sonra ses verildiğinde bir miktar
geçici salya oluşur. Bu salya az ve kısa sürelidir. Bu duruma Pavlov yeniden iyileşme adını vermektedir (Senemoğlu,2001:107).
Organizma bir uyarana koşullandığında o uyaranın benzerlerine de aynı tepkiyi gösterir. Örneğin
sesin benzerlerinin verilmesi aynı tepkiyi oluşturur. Fakat ses tonu farklılaştığında salya azalır. Bu
nedenle ses tonunun benzerliği genelleme olması için önemlidir (Pavlov’s Lectures XVI, 1927:5).
Günlük yaşantımızdan bu duruma birçok örnek verilebilir. İnsanlar karşıdan karşıya geçerlerken her
tür otomobile karşı dikkatli olmayı, yeni karşılaştığı insanlarla nasıl tanışılacağını ayrı ayrı öğrenir.
Genelleme ilkesi bazen zarar vericidir. Sadece bir uyarana özel tepki vermemiz gerekiyorsa benzer
uyarana yapılan tepki hatalıdır. Hull’a göre ormanda sarı-siyah renkli canlıdan (kaplan) kaçmayı öğrenen maymun aynı renkteki kelebeğe de aynı tepkiyi gösterebilir. Bu nedenle genellemenin istenmeyen tepkileri arzu edilmeyen koşullanma söndürülerek ortadan kaldırılır (Hull, 1993: 3, aktaran:
Çelen, 1993: 13).
Pavlov, organizmanın ayırt edici özelliklerinde söz etmektedir. Bu durum genellemenin tersidir. Organizma koşullandığında, uyarana az benzeyen uyaran ile karşılaşıldığında bu özelliğinden dolayı
tepki vermez. Yani koşullu tepkinin tek bir koşullu uyarıcıya karşı meydana gelmektedir. Örneğin
köpek başlangıçla 85 vuruş ile 100 vuruşluk metronom sesine aynı miktarda salya salgılarken, daha
sonra 100 vuruşluk metronom sesinden sonra et verilmiş, yani pekiştirilmiştir. Bundan sonra köpek
100 ile 85 vuruşluk metronom sesini ayırt ettiği ve sadece 100 vuruşluk metronom sesine salya
salgıladığı gözlemlenmiştir. Örneğin, çoktan seçmeli olarak yapılan sınavlarda öğrenciler yakın iki
cevap gördüklerinde doğru cevabı ayırt etmede zorluk çekmektedirler. Bu durum onları huzursuz
edebilmektedir (Çelen, 199: 44).
Ses ile et birçok kez birlikte verildiğinde köpek artık sese yani koşullu uyarıcıya otomatik olarak
tepki gösterir. Yani tek başına ses verildiğinde tepki verir. Daha sonra ışık (ikinci koşullu uyarıcı)
önce, ses ise (birinci koşullu uyarıcı) sonra olmak üzere ikisi birlikte verilip, daha sonra tek başına
ışık verildiğinde tepkiye yol açtığı görülmüştür. Üçüncü koşullu uyarıcının da yukarıdaki etkiyi yarattığı gözlemlenmiştir. Ancak koşullanmaların sayısı arttıkça salyanın azaldığı görülmektedir (Pavlov’s
Lectures XVIII, 1927:3).
İki koşullu uyarıcı birlikte verildiğinde koşullanma daha çok dikkati çeken koşullu uyarıcıya karşı
meydana gelmekte, diğeri ise etkisiz (gölgelenmiş) kalmaktadır. Örneğin ışık, şiddetli gürültü ile
beraber koşullu uyarıcı olarak verildiğinde koşullanmanın şiddetli gürültüye karşı meydana geldiği
görülmektedir (Pavlov’s Lectures XVI, 1927:9).
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
42
eysad
İki koşullu uyarıcı art arda verildiğinde (önce ses sonra ışık) koşullanma oluşturdukları gözlemlenmiştir. Bu deneyin ardından sesin tek başına koşullanma oluşturmadığı oysa ışık tek başına verildiğinde koşullanma oluşturduğu ve bir şekilde koşullanmayı engellediği görülmüştür. Oysa bağımsız
denek grubuna ışık ve ses ayrı ayrı verildiğinde hem sesin hem de ışığın koşullanmayı oluşturduğu
tespit edilmiştir (Senemoğlu,2001:109).
1965 yılında Martin Seligman, Pavlov’un klasik koşullanma deneyini yaparken tesadüfen bir fenomen keşfetmiştir. Bu organizmanın çaresizliği öğrendiği ile ilgilidir. Seligman deneyinde 24 tane
köpeği 3 gruba ayırdı. Birinci gruptakilere “kaçış grubu” adı verildi. Beyaz bir kabinin içerisinde bir
hamağa sarmalanmış bir halde yatarken arka ayaklarından zararsız bir elektrik şoku veriliyordu. Köpekler bir düğmeye basarak 30 saniye süren bu elektrik şokundan kurtulabiliyorlardı. Köpekler bu
düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe kısa sürede düğmeye basmayı başardılar. İkinci gruba
“boyunduruk grubu” ismi verildi ve bu köpekler “kaçış grubu” ile ayın şartlara maruz bırakıldılar.
Ancak köpekler düğmeye bassalar bile şok kesilmiyordu. Köpekler 30 denemeden sonra paneldeki
düğmeye basmaktan vazgeçtiler. Üçüncü gruptakiler ise “kontrol grubu” idi. Bu köpekler herhangi
bir şoka maruz kalmıyorlardı.2
24 saat sonra tüm köpekler bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürüldüler. Köpeklere elektrik şoku 10 kez veriliyor ve bu şokların herhangi birinde çitin üzerinden atlayarak kurtulacakları umuluyordu. “Kaçış grubu” ve “kontrol grubu” kaçma başarısı gösterirken “boyunduruk
grubu”’ndaki 8 köpeğin altısı 10 denemeden sonra bile çitten atlamayı denemedi. Bir hafta sonra 8
köpeğin beşi ise hala atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin % 75’i neredeyse hiç atlamıyor, % 62.5’i ise bir hafta geçmesine rağmen başarısızlıklarını sürdürüyorlardı. Böylece bu köpeklerin çaresiz olmayı öğrendikleri ortaya çıktı.3
Bu teori daha sonra his ve duygu yokluğu olarak tanımlanan depresyonu açıklayan bir model için
insan davranışlarını da içine alacak şekilde genişletildi. Depresyondaki insanlar çaresizliği öğrendikleri için ne yaparlarsa yapsınlar bunu boşuna olacağını öğrenmişlerdir. Seligman, bunalımdaki insanların kötü olaylar hakkındaki düşünceleri bunalımda olmayanlara göre daha kötümser olduğunu
ifade etmiştir.
KLASİK KOŞULLANMA VE PROPAGANDA
Koşullanma insanın organik yapısını derinden etkileyen bir yöntemdir. Koşullanan insan bazı sözleri
kendiliğinden söyler, sözel basmakalıp slogan ve sembollere sahiptir. Pavlov stratejisinde totaliter
bir yapı vardır. Totaliterler insan aklına egemen olmayı ve insanı kontrol etmeyi, sonuçta insanı
kontrol etmeyi amaçlarlar. Sistem sözlü koşullanma ve eğitim ile başlar. Bu eğitim sürecinde olumlu
ve olumsuz basmakalıplar öğretilir. Bunlar ödül ve acının yerine geçecektir. Örneğin Kuzey Kore’de
esir kampında kişisel ve kitle beyin yıkama teknikleri uygulanmış, olumlu ve olumsuz şartlanmalar
asılma ve yiyecek ile sağlanmıştır.
Pavlov’un ortaya koyduğu koşullanma ilkeleri köpeklerle yaptığı deneyler sonucu ortaya çıkmıştır.
Burada köpeklerle tek taraflı bir iletişim söz konusudur. Oysa insanların iletişimi çift taraflıdır, karşılıklı iletişim sonucu koşullanma tam olarak gerçekleşmeyebilir.
2 http://www.noogenesis/malama/discouragement/helplessness.htm, Erişim Tarihi:22.9.2012.
43
3 http://www.noogenesis/malama/discouragement/helplessness.htm, Erişim Tarihi:22.9.2012.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Totaliter rejimlerde dahi propaganda sonucu koşullanan insanlardan her zaman aynı tepkiler alınmayabilir. İnsanlar beklenilen tepkileri her zaman göstermeyebilir. Bu nedenle koşullanma her zaman sağlanamadığı gibi etkisizde olabilir.
Propaganda tekniklerinden otoritenin konuşmaları koşullanmanın oluşmasında etkili olmaktadır.
Örneğin “Hürriyet Gazetesi açıkladı.”, “Bush söyledi”, “Başkan söyledi” gibi gönderimler otoritenin
ifade ettiği şeylerin doğru ve haklı olduğu konusunda koşullanma oluşmasına yol açmaktadır.
Diğer bir propaganda tekniği transferdir. Transfer saygı duyulan kişi ve kurumların propaganda yapan tarafından kullanılmasıdır. Böylece saygı duyulan ve prestij sahibi kişi ve kurumlar propaganda
amacı ile yer değiştirilmiş olmaktadır. Örneğin propaganda yapan kiliseyi, camiyi ve saygı değer
kişileri amaçları doğrultusunda kullanabilir. Çünkü bu kişiler ve kurumlara karşı insanda daha önce
zaten bir koşullanma mevcuttur. Ayrıca propagandacı bu kurumların sembollerini kullanarak propagandayı pekiştirmeye çalışır.
Propagandacı bir salon kiralar, bir radyo satın alır veya büyük bir stadyumu birçok insanla doldurur.
Sembolleri, rengi, müziği, hareketleri ve tüm dramatik sanatları kullanır. Amacına hizmet eden her
şeyden faydalanır. Böylece kalabalığı kendine doğru çeker. Amacı, kalabalığı kendisine çekerek kitle
ile arasında ulusal, dini, ırk, cinsiyet bağı kurabilmektir. Böylece kitleyi kontrol edecek ve kitlenin
belli davranışlara koşullanmasına neden olacaktır. Kitleyi oluşturan bireyler koşullandıklarında belli
olaylar karşısında aynı davranışı gösterebilirler. Kendi düşüncelerini açığa vurmadan kitlenin düşüncelerine göre davranabilirler.
Bir başka propaganda tekniği korku salmaktır. Korku yaratılmak suretiyle ortak bir düşman oluşturulur. Bu teknik faşist demagoglarca oldukça etkili olarak kullanılır. Korkunun çaresi olarak bir
amaç veya hedef gösterilir. İnsanlar buna koşullandırılırlar. Örneğin bir sigorta reklamında ev sele
kapılmış halde gösterilir böylece korku oluşturulur ve reklamı sigorta bilgileri takip eder. Bu korku
azaltıcı davranış oluşturulmasına neden olur.
Le Bon’un “Kitle Psikoloji” isimli kitabında kitlenin aklından çok güdülerin kullandığı ve basit güdülere boyun eğdiğini yazmaktadır. İnsanoğlunun bu şekilde propagandaya açık bir yapısı bulunmaktadır. İnsanların hayallerini gerçekleştirebileceklerini hissetmeleri sağlayarak onu kullanmak propagandacıların temel hedefidir. Tıpkı rüyada olduğu gibi propaganda da bizi başka bir âlemde yaşatır.
Bu, geçici bir âlemdir. Gerçeğin yerine geçen sembollerin, sözün ve yazıların aslında aslı ile ilişkisi
olmadığı sonradan anlaşılır. Bu durum insanlarda hayal kırıklığı yaratır. Fakat propagandacı amacına
ulaşmıştır. (Le Bon, 1976:22)
Propagandanın mitolojik hale gelmiş olan sınırsız gücü yalnızca çağdaş iletişim tekniklerinden faydalanmamaktadır. Asıl önemli olan propagandanın içinde yer aldığı toplumun siyasal, ekonomik,
kültürel yapısı ve o anki konjonktürel özelliklerdir. Propagandanın kendi iç kuralları ile kitle iletişim
araçlarının iç kuralları farklıdır. Bu şekilde propaganda sadece kitle iletişim araçları ile ortaya çıkmamıştır. Toplumda mikro boyutlarda varılabilen propagandanın etkili olabilmesi için güncel bir konu
üzerine yerleşmesi gerekir. Ayrıca propagandanın düşünsel düzeyde uzun bir hazırlık döneminden
geçmesi gerekir. Nazi propagandasının başarının ardında toplumsal yaşamı etkin bir biçimde örgütlenmelerinden kaynaklanmaktadır.(Özkök 1983,256)
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
44
eysad
Kitle iletişim araçlarının kişiyi ikna gücünün fazla olmasından dolayı kitle iletişim araçlarına karşı bir
düşmanlık oluşmuştur. Bu araçlar propagandaya çok yatkın olanaklara sahiptirler. Kitle iletişim teknikleri dolaysız siyasal katılımın yollarını keserek dolaylı siyasal katılımın yollarını da sonuna kadar
açmıştır. Böylece kitle iletişim araçları ve propaganda siyasal mücadelenin bir aracı haline dönüşmüştür.
Pavlov tekrarın koşullanmanın oluşması için önemli olduğunu ortaya koymuştur. Tekrar yoluyla koşullanma oluşacak ve insanlar bir takım olaylar karşısında tepkilerini kendiliğinden ortaya koyacaklardır. Fakat tekrarların artması koşullanmanın etkisini arttırmaz. Koşullanmanın etkili olması için
tahrikin şiddetini artırmak gerekmektedir.
Pavlov’a göre insan konuşması şartlı koşullanma oluşturan önemli bir etmendir. (Meerloo, 1956:6)
Liderlerin yaptığı karizmatik konuşmalar bazı tepkiler kendiliğinden oluşmaktadır. Sesin tonu ve
konuşma biçimi kolayca duyguları kışkırtmakta ve bazı tepkileri harekete geçirmektedir. Örneğin
Hitler ve Stalin’in sesleri vücut dili ile birleştiğinde oldukça etkili olmuştur.
Pavlov’a göre tekrar edilen koşullanma ve telkinler insanın haberleşme fırsatını ve muhalif hareketlerini azaltmaktadır. İnsan bu durumda politik koşullanmaya hazır hale gelmekte ve başka şekilde
düşünmesi engellenmektedir. Kızıl Çin’de liderlerin konuşmaları ses koşullanması etkisi yapmıştır
ve rejimin pekiştirilmesi işlevini yerine getirmiştir. Ülke çapında radyo ve mitingler halkın belli tepkilerini oluşmasında etkili olmuştur. Fransız Filozof La Rochefoucault, XVIII. yüzyılda mikrofonun etkili bir koşullanma sağladığını şu sözlerle ifade etmiştir “İnsan bir tavşan gibidir. Siz onu kulaklarınızla
yakalarsınız.” (Meorloo. 1956:7).
Tchakotin, kitlelerin nasıl aldatıldığı ruhbilimsel deneylerle elde edilen bilgilere dayandığını ve bu
bilgilerin Pavlov’un klasik koşullanma deney sonuçlarında alındığını ileri sürmektedir. Pavlov’un ortaya koyduğu sonuçlara göre çevrede herhangi bir değişiklik durumunda canlılarda mutlak refleks
adıyla kendiliğinden oluşan bir tepki ortaya çıkmaktadır. Bu tepki iradeden bağımsızdır ve canlıların
çevreyle ilişkilerinin her alanında görülmektedir. Refleks adını verdiğimiz bu tepki organizmanın
çevreye uyum sağlaması için gereklidir. Pavlov’un deneylerinde koşullanmanın tepki adını verdiği, etin habercisi olan zilin etin yerine geçmesi bulguları propaganda tekniklerinde de yoğun bir
biçimde kullanılmaktadır. Tchakotin, kitle iletişim araçlarıyla bireyleri etkileme sürecinin karmaşık
yapısına dikkati çekmiştir. Koşullanma sürecini yalnız temel içgüdüler aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. Oysa kitle iletişim araçları ile insanları etkileme olgusu daha karışık bir yapıya sahiptir. Herhangi bir propaganda tekniği herkesi etkilemeyebilir veya farklı biçimde etkileyebilmektedir (Özkök, 1983:243).
Tchkotin’e göre Nazi propagandası da aynı koşullanma tekniği ile çalışmaktadır. Simgeler ve sloganlar koşullanmış uyarı olmakta ve insanlardaki doğal uyaranların yerini almaktadır (Özkök, 1983:241).
Tchkotine’e göre bu sistemin basit bir mekanizması bulunmaktadır. Belli bir süre boyunca ideolojik
bir konu içgüdüsel bir güdü ile birleştirilir. Bu güdüler arasında saldırganlık cinsellik ve beslenme gibi
içgüdüler bulunmaktadır. Böylece Alman kültürü üstündür ve Alman ırkı saf bir ırktır. Propaganda
ile belli düşünceler propaganda ile ancak bu şekilde etkili bir biçimde kullanılır (Özkök, 1983:241).
Almanya’nın büyüklüğü ve tüm Almanların mesut olması düşüncesi Nazi partisine bağlanmıştır. Fakat partinin büyüklüğünü durmadan tekrarlamak insanlara usanç verebilir. Bunun yerine bu amacı
gerçekleştirecek insanı sembol olarak getirmek lazımdır. Yani Alman milletinin büyüklüğü ve saadeti denilince bu insanın yüzü hatırlanacak ve bu insanın resmi veya ve kendisi görüldükçe akla bu
kutsal gaye gelecektir. Gamalı haç, Nazi usulü selam, şefin her tarafa yayılan resmi buna yetecektir
(Domenach, 1961: 48).
45
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Tüm semboller birer işaretten ziyade, azamet, kudret, ifade eden, heyecan dalgaları oluşturan unsurlardır. Tchkotine’e göre gamalı haç bir tehdit sembolüdür ve şuuraltı bir muhakeme ile insanı
köle haline getirmektedir. Tchkotine şöyle demiştir: “Hitler, kuvvet demektir, yegâne gerçek kuvvet. Mademki herkes Hitler’le birlik olmuştur, benim gibi sokaktaki adamın da onun peşinden gitmesi lazımdır, yoksa ezilir giderim” (Domenach, 1961: 48).
Domenach Nazi partisinin propaganda faaliyetlerini şu şekilde ifade etmektedir:
“Bu propaganda, zamanda ve mekânda durmadan devam ediyor, halka nefes aldırmıyordu. Mamafih, kuvveti zaman zaman azalıyor veya çoğalıyordu. Eğer erişilecek gaye uzaksa,
“millet pişsin” diye bekleniyor ve eşref saat kollanıyordu. Hele bazı propaganda kampanyaları, neticeyi alıncaya kadar hayli uzun sürüyor, olayların tesiriyle gecikiyordu. Mesela
Avusturya’nın ilhakı beş yıl süren bir çalışmadan sonra mümkün olabilmişti. Hâlbuki bazen,
işler daha çabuk ve dramatik bir hava içerisinde cereyan etmiştir, mesela Çekoslovakya’nın
birkaç haftalık bir hazırlıktan sonra ilhak edilmesi gibi. Fakat her ne surette olursa olsun,
indirilen darbe ani ve habersiz olmuştur. Partililer, hareket saati gelinceye kadar tetikte tutulmuş, coşkunluk devam ettirilmiştir. Hasımlara gelince, onlar bitmek tükenmek bilmeyen
bir bekleyişte bırakılmış, şaşkınlık içerisinde Pavlov’un denemesindeki köpek gibi uyuşmuş bir
halde kalmışlardır. O kadar ki, incecik darbeyi beklemekten, darbe indiği zaman artık ona
karşı koyacak enerjileri kalmamıştır (Domenach, 1961:49).”
Nazi propagandası fasılalı olarak yükselişe geçmekte, sonra sönmekteydi. Daha sonra tekrar başlamakta ve tekrar sönmekteydi. İnsanlara olayları ilişkilendirmek için bir düşünme zamanı bırakılmıyordu. Bu durum Pavov’un ortaya koyduğu klasik koşullanmanın ikincil ilkelerinden “sönme” ilkesine uymaktadır. Domenach’a göre Nazi propagandasında “şeker parçasına, kırbaç ilave ediliyor.
Eğer düşman uysal ise, okşanıyor; sonra, daha nefes alır almaz, yeniden kırbaçla tehdit ediliyordu”.
Bu nedenle propaganda yapılırken iki ayrı durum meydan getirilir. Tchkotine bunu şöyle açıklıyor:
“Harekete geçirilen mücadele içgüdüsü, birbirine zıt iki şekilde belirir: Bunlardan biri menfi ve pasiftir, korku, uyuşukluk, menfi çöküntü olarak belirir; diğeri müspettir, coşkunluğa, tahrike ve nihayet
saldırganlığa götürür. Tahrik insanı coşturur, yani iradesini kaybederek kendinden geçirir”. Nazi propagandasının Almanların ruhunda meydana getirdiği iki cepheli durum, coşkunlukla karışık, bilinçaltında gizlenebilen endişe ve heyecan durumudur (Domenach, 1961: 51).
BULGULAR
Yukarıda bilgiler ışığında klasik koşullanma ilkelerinin günümüzde terör örgütleri tarafından sık olarak kullanıldığını vurgulamak gereklidir. Örneğin koşullu uyarıcıyı harekete geçiren çeşitli somut ve
soyut sembolleri terör örgütleri propaganda amacı ile kullanmaktadır. Şiddete bağlı olarak propagandanın yapılması ile şiddet zaten bir sembol olarak konumlandırılmaktadır. Şiddetin etkisini hisseden insanlar sindirilmekte ve örgütün eylemlerinde sessiz kalmaktadırlar. Hürriyet internet haber sitesinin 7 Eylül 2012 tarihli İsmet Berkan tarafından kaleme alınmış köşe yazısında “Ama şunu
unutmayın, güvenlik politikaları şiddet sarmalını beraberinde getirir. Şiddet sarmalı da PKK’ya olan
katılımları artırır. Çatışma ortamında kaybedilen her can, sorunun çözümünü biraz daha zorlaştırır.
En doğrusu, yarından tezi yok çatışmaların durması, yeni canların kaybedilmemesi. Ama öyle bir
dönemdeyiz ki PKK o kandan besleniyor4 ” Hürriyet Gazetesi’nin 1 Ağustos 2015 tarihinde “Medya
ve Medya Terörü” başlıklı başyazısında bazı gazetelerin Hürriyet’e “PKK saldırılarına duyarsız kaldıkları” suçlaması yöneltildiğini belirtmiştir. Hangi haberin nasıl verilmesi gerektiği konusunda medya
müfettişliği çabasının başladığını belirten gazete, saldırı cephesinin önünde Sabah gazetesinin bulunduğunu kaydetmiştir.
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
4 http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21399794.asp, Erişim Tarihi:22.9.2012.
46
eysad
Bu yazıda “İktidara yakın gazetelerde son günlerde Hürriyet’in PKK terörüyle ilgili yayınlarını sorgulayan, iftiralara dayalı suçlayıcı bir kampanyanın yürütüldüğünü izliyoruz” denilmiştir5 Şiddetin
şiddeti doğurması eylemli propagandanın gücünün arttırılmasına katkıda bulunmaktadır.
Terör örgütlerinin giydikleri üniformalar, bayrakları, amblemleri ve silahlar (örneğin PKK’nın haki
renkli giysileri ve Kaleşnikof silahları, mayınlar) eylemli propagandayı sağlayan vasıtalardır. Örneğin
Milliyet gazetesinin 30 Ağustos 2012 tarihinde internet sitesinde yer alan haberde PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın, teröristlere son bir hafta içinde, “1 saatliğine de olsa resmi binalardan birinde
Türk bayrağını indirin, PKK bayrağını çekin” diye talimat verdiği yazılmıştır.4 11 Mart 2017 tarihinde
Türkiye Gazetesi’nde yer alan haberde Alman İçişleri Bakanlığı’nın gönderdiği yazıda, sarı-yeşil fon
üzerindeki Öcalan fotoğraflarının Almanya’da yasaklı olan terör örgütüne desteği artırma potansiyeline dikkat çektiğini, yasaklı sembol ve logoların da listesi ile Öcalan’ın posteri dahil, PKK’nın
kullandığı 33 sembole yasak getirdiğini yazmıştır.7
Eylemli propagandanın yapılmasında kuvvetli koşullu uyarıcıların etkisi büyüktür. Bunlar sık olarak
yapılmalıdır. Örneğin PKK eylemlere sıklıkla başvurması ve fasılalar bırakmaması yaptığı propagandanın gücünü artırmaktadır. Milliyet gazetesi internet sitesinde 17 Ağustos 2012 tarihinde yer alan
haberde bir istihbarat raporuna göre PKK’nın önümüzdeki dönemde özellikle metropollerde asker,
polis, itfaiyeci, acil tıp teknisyeni gibi kamu görevlilerinin üniformalarını giyerek eylem gerçekleştirmeyi planlandığının rapor edildiği ve toplumsal olaylarda üniformalı kıyafetlerle gerçekleştirilecek
eylemlerle halkla olaylara müdahale etmek isteyen güvenlik görevlilerinin karşı karşıya getirilmesinin hedeflendiği belirtilmiştir. Ayrıca aynı istihbarat raporunda “tereddüt göstermeden her türlü hedefe eylem yapılabilir” şeklinde bir ifadenin olduğu yazılmıştır8. 10.6.2016 tarihinde Haber
7 internet sitesinde Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, PKK’nın amacının ülke istikrarını, kalkınmasını ya da
demokratikleşmesini sabote etmek değil, esas amacının, yıpranmış, yorulmuş, şiddetten bunalmış
ve güç kaybetmiş bir Türkiye’nin eski güç ve istikrarına kavuşma beklentisiyle ittifaklarını yeniden
gözden geçirmesini sağlamak olduğunu, bunu da Türkiye’nin eli zayıflamış olarak yapmasını hedeflediğini yazmıştır9.
Terör örgütünün varlığı bir koşullu uyarıcı olmaktadır. Bu nedenle insanlar bu örgüte doğalmış gibi
otomatik tepki vermektedirler. Örgütün taleplerine otomatik olarak yanıt vermekte ve eylemlerine ses çıkaramamaktadırlar. Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından bu olayların
medya tarafından küçük görmesi istenmektedir. Örneğin 11 Eylül 2012 tarihli Milliyet gazetesi sitesinde Melih Aşık’ın köşe yazısında10 PKK eylemleri basın ve yayın organlarınca küçük gösterildiği
taktirde örgüt propaganda amacıyla daha büyük eylemlere girişeceğini, daha çok insan öleceğini,
daha büyük felaketler ortaya çıkacağını yazmıştır. Terör örgütü varlığını ispatlamak amacıyla daha
çok şiddet eylemine başvuracağı klasik koşullanmanın ilkelerine uymaktadır. 21.10.2016 tarihli Sabah gazetesi internet sitesinde “PKK’nın Irak’taki varlığı” isimli yazıda “Irak ordusunun Haziran 2014
tarihinde terör örgütü DEAŞ’ın saldırılarına ciddi bir direniş göstermeden ülkenin 2’nci büyük kenti
Musul’u terk etmesi ve hemen ardından Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı Peşmerge güçlerinin kentin kuzeyindeki Sincar ilçesini boşaltması terör örgütü PYD/PKK’nın hızlı bir şekilde bölgede yayılmasına yol açtı.” şeklinde PKK’nın varlığının daha da güçlendiği üzerinde durulmaktadır.11
5 http://www.hurriyet.com.tr/teror-ve-medya-teroru-29699672, Erişim Tarihi:22.9.2012.
6 http://gundem.milliyet.com.tr/bayrak-planina-buyuk-takip/gundem/gundemdetay/30.08.2012/1588633/default.htm, Erişim Tarihi:1.9.2012.
7 http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/454665.aspx, Erişim Tarihi:14.4.2017.
8 http://gundem.milliyet.com.tr/pkk-nin-yeni-plani-uniformali-eylemler/gundem/gundemdetay/17.08.2012/1582359/default.htm, Erişim Tarihi:20.8.2012.
9 http://www.haber7.com/yazarlar/beril-dedeoglu/1992369-pkk-eylemleri, Erişim Tarihi:14.4.2017.
10 http://gundem.milliyet.com.tr/hukuk-kaldiysa-/gundem/gundemyazardetay/11.09.2012/1594356/default.htm, Erişim Tarihi:11.9.2012.
11 http://www.sabah.com.tr/fotohaber/gundem/pkknin-iraktaki-varligi, Erişim Tarihi:14.4.2017.
47
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Eylemli propaganda sürecinde klasik koşullanmanın ikincil ilkelerden öğrenilmiş çaresizlik önemli yer tutmaktadır. Yaklaşık otuz yıl süren PKK terör eylemleri içerisinde yaşayan insanlar ne yaparlarsa yapsınlar bu eylemleri engelleyemeyeceklerinden bununla yaşamayı öğrenmişler ve karşı
çıkamamalarının anlamsız olduğu kanısına varmışlardır. 15 Ağustos 2012 tarihli Milliyet gazetesi
haber sitesinde yazar Nail Güreli’nin köşe yazısında bu durumu “Çaresizlik mi, kanıksama mı? Galiba
çaresizliği de kanıksadık. Şemdinli’den sonra Hakkâri saldırısı... ”12 şeklinde ifade etmeye çalışmıştır.
Okan Müderrisoğlu’nun 17.12.2009 tarihinde Sabah gazetesindeki “Öğretilmiş Çaresizlik” adlı yazısında şunları yazmıştır:
“PKK’sız mesafe alınamayacağına ilişkin inanç, “öğrenilmiş çaresizlik” olarak dışa vurdu.
Öcalan’ın yerleştirdiği çaresizlik hissi, PKK’nın ipoteğinden kurtulmayı zorlaştırdı. Kayıtsız
şartsız itaat edenler biliniyordu da arayış içindeki vekiller de İmralı’nın güç gösterisi karşısında pes etti. Böylece, terör örgütünün tasfiye edildiği, kan dökmemiş kadroların yeni bir isimle
demokratik zeminde ülke bütünlüğü içinde siyaset yapması şansı kullanılamadı. Habur’daki
talihsiz manzara, eve dönüşün istismarı, İzmir’deki tehlikeli karşılaşma, Reşadiye’deki kanlı pusu, açılım sürecini neredeyse tıkanma noktasına getirdi. Bu filmi defalarca görmüş ve
teslim olmuş kadrolarda “çaresizlik” hâkimiyet kurdu.”bu durumu açıkça ifade etmektedir .
Eylemli propagandanın en önemli teknikleri korku salmaktır. Korku yaratmak suretiyle insanlar
koşullandırılmaktadır. Bu korku salınırken tekrar edilmesi çok önemlidir. Bu nedenle korkuyu sürdürmek ve muhafaza edilmesini sağlamak için eylemler birbiri ardına tekrar edilmektedir. Fakat
bu eylemler tekrarlanırken eylemin şiddetini artırmak koşullanmanın etkili olmasını sağlamaktadır. Örneğin 2012 yılının Ağustos ayında Şemdinli14, Bitlis15, Van16 gibi birbiri ardına şehir ve ilçelere yapılan saldırılar devamlı olarak korku salmaya yönelik hareketlerdendir. Türkiye Gazetesi’nin
19.12.2016 nüshasında Nuri Elibol’un “PKK ne yapmak istiyor? Biz ne yapmalıyız?” yazısı yayınlanmıştır. Bu yazıda,
“Ben tükenmedim, ben bitmedim, ayaktayım ve istersem İstanbul’un göbeğinde eylem yaparım” mesajı
ile kendi elemanlarına, tabanına ve kendisine desteği kesen yöre halkına mesaj vermeye çalışıyor. Amacı, örgütün dağılmasını engellemek, örgütten kaçmaların önüne geçmek, halka umutsuzluk ve korku
salmak.” şeklinde PKK’nın eylemleri ifade edilmiştir17.
Ayrıca PKK liderlerinin yaptıkları konuşmalar, örgütün kendisini otoriter olarak konumlandırması
ve kırsal bölgeler ve şehirli bölgelerdeki kanı önderlerinin yaptıkları telkinler kendiliğinden koşullanmanın sağlanması açısından etkili olmaktadır. Daha önce bahsedilen transfer ilkesine göre saygı
duyulan ve prestij sahibi kişi ve kuruluşlar propaganda yapan tarafından kullanılması ile kitle kontrol edilmekte ve kitlenin belli davranışlar göstermesine neden olmaktadır. Böylece tekrar edilen
koşullanma ve bu telkinler muhalif hareketlerin engellemesini de sağlamaktadır. Örneğin 14 Ağustos 2012 tarihli Hürriyet Gazetesinin internet sitesinde CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılıp serbest bırakılması ile ilgili haberinde Aygün’ün kendisini yaşları 18-25 arasında
olan altı ile yedi kişilik grubun kaçırdığını ve saygılı davrandıklarını söylemektedir. Aygün, “Örgüt bu
eylemi siyasi propaganda olarak yaptığını söyledi. Bu eylemi yapan genç arkadaşlar, bu ülkenin çocukları. Bu eylem aracılığıyla Türk kamuoyuna barış ve ateşkes mesajı vermek istediklerini söylediler. Benden parlamentoda Kürt sorunun çözülmesi konusunda daha fazla rol üstlenmem konusunda ricacı oldular” şeklinde basına demeç vermiştir18. “En Son Haber” internet sitesinde 30.1.2017
tarihlinde “PKK’lı Duran Kalkan referandumda ‘direniş’ çağrısı yaptı “ yazısı yer almış ve PKK’nın
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
12 http://gundem.milliyet.com.tr/caresiz-ve kaniksamis/gundem/gundemyazardetay/15.08.2012/1581166/default.htm, Erişim:20.8.2012.
13 http://www.sabah.com.tr/yazarlar/muderrisoglu/2009/12/17/ogretilmis_caresizlik, Erişim Tarihi:14.4.2017.
14 http://video.milliyet.com.tr/video-izle/Semdinli-de-es-zamanli-saldirilar-jp4zoJUN98LX.html, Erişim Tarihi: 5.9.2012.
15 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=21238972&tarih=2012-08-15, Erişim Tarihi: 12.9.2012.
16 http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/08/18/vanda-konteyner-kentte-polise-saldiri-1-sehit, Erişim Tarihi: 14.4.2017.
17 http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/nuri-elibol/594651.aspx, Erişim Tarihi: 14.4.2017.
18 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=21231141&tarih=2012-08-14, , Erişim Tarihi: 12.9.2012.
48
eysad
yönetiminde yer alan Duran Kalkan, başkanlık sistemi üzerine yaptığı bir konuşmada MHP lideri
Bahçeli ve Erdoğan’ın PKK’yı yok etme konusunda anlaştığını, bu yüzden de Bahçeli’nin referandum
sürecinde Erdoğan’a destek verdiğini belirttiğini yazmıştır19 BBC internet sitesi 15.3.2016 tarihinde
Times gazetesinin PKK liderlerlerinden Cemil Bayık ile röportajını”Türkiye’nin en çok aranan adamı
söz veriyor: İntikam bizim olacak” başlığı ile verdiğini yazmıştır20. Bu şekilde koşullanmanın sağlanması için örgüt elemanları genç, saygılı, barış isteyen kişiler olarak olumlulaştırılması amaçlanmıştır.
Kişilerin yaptıkları konuşmalar şartlı koşullanması sağlanmasına neden olmaktadır. Kişinin ses tonu
ve konuşma biçimi duyguları kışkırtarak otomatik tepki gösterilmesini sağlamaktadır.
SONUÇ
Eylemli propaganda terör örgütlerinin sıklıkla başvurduğu bir yöntemdir. Propagandanın şiddet
kullanılarak yapılması insanların bu örgütü kabullenmelerine ve rıza göstermelerine neden olmaktadır. Şiddet kullanılarak yapılan eylemli propaganda için klasik koşullanma tekniklerinden yararlanılmaktadır. Propaganda kişi, kuruluş ve devletlerin harekât tarzlarını değiştirmeye yönelik bir
kampanyadır. Bu topluluklara doğrudan veya kitle iletişim araçları kullanılarak ikna etme sürecine gidilmektedir. Eylemli propaganda şekilleri ile insanlara şiddet yoluyla korku ve endişe yaratma amaçlanmaktadır. Örgütler arzu edilen amaçlara ulaşmak için sistematik ve/veya asimetrik
yöntemlerden yararlanmaktadır. Sistematik olarak örgüt çoğunlukla askeri hiyerarşiyi kullanmakta
ve kendine bir ideoloji seçmektedir. Asimetrik olarak alışılmamış yöntemler kullanarak kuralsız ve
sıra dışı usullerle devleti idare edenler ve insanları yılgınlığa sevk edebilir. Buna gayri nizami harp
denmektedir. Bu yöntemlerden sonra terör grupları ayaklanma aşmasına ulaşmak isterler. Bu aşama gerçekleşirse ortak bir politik düzen kurmaya hazırdırlar. Anarşizmle başlayan ardından eylemli
propaganda şeklinde biçimlenen süreçte terör grupları bilinen yöntemleri kullanarak amaçlarına
ulaşmak isterler.
Eylemli propaganda klasik koşullanma ilkelerinden faydalanmaktadır. Rus bilim adamı Pavlov’un
köpeklerle ilgili yaptığı deneylerde köpeklerin eti görmeden eti getirenlerin ayak seslerini duyunca salya salgıladıklarını fark etmiştir. Böylece uyaranların bir koşullanma meydana getirdiğini ve
uyaranlar yoluyla tepki oluşturulduğunu bulmuştur. Tepkiler koşulsuz uyaranlarla başlar ise organizmanın tepkisinin koşulsuz bir tepki oluşturmaktadır. Koşullu uyaran zil veya ayak sesi olabilmektedir. Uyaranların yoğunluğu öğrenme ve pekiştirme bakımından son derce önemlidir.
Pavlov’un bulduğu sonuçlar siyasi ve askeri kurumlar tarafından iyi veya kötü amaçlar için kullanılmıştır. Örneğin Naziler klasik koşullanma ilkelerini müzik, ses, üniforma, bayrak ve amblem şeklinde
kullanarak propaganda yapmışlardır. Daha sonraları klasik koşullanma sürecinde ikincil ilkeler tespit
edilmiştir. Bunlar arasında yer alan öğrenilmiş çaresizlik ilkesine göre insanların ne yaparlarsa yapsınlar depresyondan kurtulamayacaklarını anladıklarında artık mücadeleyi bıraktıklarını ve duruma
razı oldukları ortaya çıkmıştır.
Klasik koşullanma ilkelerinin tümü eylemli propaganda kapsamında terör örgütleri tarafından etkin
şekilde kullanılmaktadır. Şiddetin etkisini hisseden insanlar sindirilmekte ve terör eylemlerinde sessiz kalmaktadırlar. Örgüt mensuplarının kullandıkları giysiler, silahlar, amblemler, bayraklar, poşu
olarak adlandırılan başa bağlanan giysiler propagandayı sağlayan araçlardandır.
19 http://www.ensonhaber.com/pkkli-duran-kalkan-referandumda-direnis-cagrisi-yapti-2017-01-30.html, , Erişim Tarihi: 12.4.2017.
49
20 http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160315_times_cemilbayik, Erişim Tarihi: 12.4.2017.
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Örgüt koşullanmanın etkisinin hafiflememesi veya yok olmaması için devamlı olarak şiddet eylemlerine başvurmakta ve propagandanın gücünü her zaman azami düzeyde tutmak istemektedir.
Bölgede terör örgütün varlığı aslında koşullu bir uyarıcı olmaktadır. Böylece insanlar örgüte otomatik
olarak tepki vermekte ve eylemlerine razı olmaktadırlar. İnsanlar böylece öğrenilmiş bir çaresizlik yaşayarak terörle yaşamayı öğrenmişler ve bunun bir kader olduğu sonucuna varmışlardır. Terör örgütü
devamlı surette korku salarak ve bunu tekrar ederek propagandanın etkili olmasını sağlamaktadır.
Propaganda yöntemleri yüzyıllarca insanoğlunu ikna etme ve yönlendirme amacıyla kullanılmıştır. Kitleyi etkilemek için insanoğlunun davranışını belirlemek, onu kontrol etmek her totaliter liderin ve terör örgütünün başlıca düşüncesi olmuştur. XX. Yüzyılın ilk yarısı totaliter eğilimlerin iktidar olmasını sağlamış ve bu iktidarlar insanları kontrol
etmede klasik koşullanma ilkelerinden faydalanmışlardır. Klasik koşullanmadan sonra gelişen davranış kuramları, insan davranışının klasik koşullanma ilkelerinden daha karmaşık olduğunu ortaya
koymuştur. Yani insan davranışları bu kadar basit değildir. Klasik koşullanma ilkeleri insan davranışları hakkında sadece ipucu vermektedir. Klasik koşullanmanın öngördüğü ilkeler propagandacılara iyi bir malzeme sağlamıştır. Ancak insan tek boyutlu bir canlı olarak kabul edilemez ve bu
ilkelerden dolayı insanın daha değişik davranışlar gösterebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
50
eysad
KAYNAKÇA
Burton, G.(1994) Görünenden Fazlası, İstanbul: Altın Yayınları.
Brown, J.A.C. (1992) Siyasal Propaganda, İstanbul: Ağaç Yayınları.
Chomsky, Noam (1991) The Spectacular Achievment of Propaganda, New Jersey: Open Magazine,
Pamphelt Series.
Çelen, Nermin (1989) Öğrenme Psikolojisi, Ankara: İmge Kitabevi
Domenach, J.M. (1961) Siyasi Propaganda, Çev: Cevdet Perin, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Ertürk, A. (1951) Propaganda ve Beşinci Kolun İkinci Dünya Harbinde Oynadığı Roller, Ankara: Genelkurmay Basımevi.
Göksel, Ahmet Bülent (1990) Halkla İlişkiler, İzmir: Tanık Mat.
Colin, S. Gray (2002)Thinking Asymmetrically in Times of Terror, (Der.), Parameters, Spring 2002.
http://www.carlisle.army.mil/USAWC/parameters/Articles/02spring/gray.htm(Erişim 12 Eylül
2012)
Garrison Arthur H. (2004). Defining Terrorism: Philosopy of the Bomb, Propaganda by Deed and
Change Through Fear and Violence, In Criminal Justice Studies, Vol.17. No.3, Sep. 2004, S.259-279,
New York: Routledge.
Howe, J.A. Michael, (2001) Öğrenme Psikolojisi, Çev.: Ebru Kılıç, İstanbul: Alfa Yayınları.
Labin Suzanne (1972) Komünist Propaganda Teknikleri, Ankara: Altınok Mat.
Le Bon Gustave (1976) Kitleler Psikolojisi, Çev.: Selahattin Eyupoğlu, İstanbul: Yağmur Yayınları.
Learn about Ivan Pavlov’s Dogs, (2000), http://www.pagewise.com.learnabout.htm,(Erişim 15 Eylül 2012).
Linse. Ulrich (1982). ‘Propaganda by Deed’ and ‘Direct Actionn’: Two concept of anarchist violence.
İçinde, W. Mommsen and G. Hirschfeld ) (Der.), Social Protest, Violence and Terror in Nineteenth
and Twentieth Europe (s. 201-229). Londra: Berg Publishers.
Meerloo, Joost A.M (1976) The Rape of Mind, New York: World Publishing Company.
Özkök Ertuğrul (1985) Kitlelerin Çözülüşü, Ankara: Tan Yayınları.
Pavlov, Ivan (1927) Conditioned reflexes: an investigation of the physiological activity of the cerebral cortex:by Ivan P. Pavlov, Pavlov’s Lectures I-XXII, www.psychclassics.yorku.ca/Pavlov (Erişim
2.9.2012)
Pavlov, Ivan, (2001) The significant of his Work, www.top-psychology/0024-ivanpavlov.htm (Erişim
24.4.2002)
Pavlov, Ivan, (2001) http://crystalinks.com/psychology.html, (Erişim 12 Eylül 2012)
Pavlov’s page, (2000), http:www.redemer.on.ca, (Erişim 24.4.2002)
Pavlov, Tells: Selected Passages From, (2000), www.mendel.ca/howto/appro/pavlov.html, (Erişim
24.4.2002)
51
ArelEysad 2017 cilt:2 No:1
Hüseyin ÇELİK*
Perry, A. (1976) Terrorism from Robespierre to Arafat, New York, Vanguart Press.
Senemoğlu Nuray (2001) Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Ankara: Gazi Kitabevi.
Skinner B.F (1953) Science and Human Behavior, New York: Macmillan.
University of Pennsylvania: Learned Helplessness Homepage (2001), http://www.noogenesis/malama/discouragement/helplessness.htm (Erişim 25.5.2001)
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
52
Download