hadis kaynakları

advertisement
ŞİA VE EHL-İ SÜNNETİN
HADİS KAYNAKLARI
ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
İÇİNDEKİLER
Giriş
EHL-İ SÜNNET ARASINDA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI
Ehl-i Sünnet arasında hadis tedvini üç dönem geçirmiştir:
1- İlk Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hadislerinin Nakledilme, Dinlenilme ve
Yazılmasının Yasaklanışı
2- İkinci Aşama: Hadis Uydurma ve Onları Teksir Etme
Hadis Uydurma Nedenleri
3-Üçüncü Aşama: Hadis Tedvin Etme Dönemi:
Malik’in Muvatta’sı
Sahih-i Buhari
Buhari’ye Tenkitler
Sahih-i Müslim
ŞİA’DA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI
Şia’nın hadislerini bir kaç bölümde incelemek gerekir:
Birinci Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın Zamanına
Kadarki Dönem
HADİSLERİ KAYDEDEN BAZI ŞİİLER
İkinci Aşama: İmam Cafer Sadık (a.s)’ın Zamanından Gaybet-i Suğraya (küçük
gizlilik) Kadarki Dönem
Üçüncü Aşama: Kütub-u Erbea’nın (Dört Kitabın) Tedvini
Bir Kaç Önemli Nükteyi Hatırlatma
KAYNAKLAR
MEŞHUR RÂVİLERDEN NAKLADİLEN HADİS SAYISI
Giriş
İki İslami grup (Şia ve Sünni) arasında, lafzi ve manevi farklılıklara rağmen ortak
hadislerin yanı sıra, sadece bir gruba has yani diğer grubun kesinlikle nakletmediği
veya asla kabul etmediği bir takım hadisler vardır. Bizim bu yazıdan amacımız, her
iki grubun hadislerinin değerini incelemek, özellikle yazılmış olan hadisin
duyulmuş olan hadise oranla değerini anlamak ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in gerçek
sünnetine ulaşmak için sağlam yolları incelemektir. Bütün raviler sadık, güvenilir
ve dürüst olsalar da hadislerin arasındaki farklılıkların çıkış nedenini şöyle
açıklayabiliriz: Ravilerden bazıları hadisleri duyduktan sonra hemen yazmış,
bazıları da hafızasında tutup uzun bir zaman geçtikten sonra onu nakletmiştir.(1)
EHL-İ SÜNNET ARASINDA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI
Ehl-i Sünnet arasında hadis tedvini üç dönem geçirmiştir:
a) Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının
yasaklanış dönemi.
b) Hadis uydurma ve teksir etme dönemi.
c) Hadis tedvin etme dönemi.
Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra, O Hazretin hadislerini yazmak,
nakletmek, hatta dinlemek bile yasaklanmıştı. Bu yasak yüz yıl (veya daha fazla)
sürdü. Ondan sonra hadis yazımı ve tedvini resmen başlamış oldu. Malik’in
“Muvatta” kitabı tedvin edilen ilk hadis kitaplarındandır. Ondan sonra birçok sihah
ve müsnetler te’lif ve tedvin edildi. Bir süre de yazılmış olan o hadisler
incelenmeye tabi tutulup zayıf olan hadisler, sahih olan hadislerden arındırılmış ve
o dönemin neticesi “Sihah-ı Sitte” olmuştur. Şimdi her aşamayı tafsilatıyla
açıklıyoruz:
1- İlk Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hadislerinin Nakledilme, Dinlenilme
ve Yazılmasının Yasaklanışı
a) Hz. Peygamber’in hadislerine istinat ederek hadis yazımının yasaklanması:
Ahmed bin Hanbel, Müslim, Daremi, Termizi ve Nesaî, Ebu Said-i Hudri’den
naklen Hz. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
“Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayın; Kur’ân’dan başka bir şey yazan, onu
mahvetsin.” (2)
Bu hadis, kitaplarda yazılmış ve çeşitli beyan ve şekillerde nakledilmiştir; ama
ortak manaları naklettiğimiz şekildedir. Yine Ebu Said-i Hudri’den, hadis yazmanın
câiz olmaması hususunda diğer hadisler de nakledilmiştir. Örneğin:
“(Ashaptan bazıları) hadis yazmak için Peygamber (s.a.a)’den izin istediler; fakat
Peygamber (s.a.a) onlara izin vermedi.” (3)
b) Birinci ve ikinci halifenin emriyle hadis yazımının yasaklanışı:
1- Zehebi Tezkiret’ul - Huffaz’da, Merasil bin Ebi Melike’den şöyle naklediyor:
Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra halkı toplayıp şöyle dedi:
“Siz Peygamberden, hakkında ihtilafınız olan bazı hadisler naklediyorsunuz; halkın
sizlerden sonra o hadisler hususunda ihtilafları daha çok olacaktır. Binaenaleyh
Resulullah’tan bir şey nakletmeyiniz! Eğer bir kimse sizden soru sorarsa, Allah’ın
kitabı bizimle sizin aranızdadır, onun helalını helal, haramını da haram bilin,
deyin” (4)
2- Çeşitli rivayetlerde ikinci halifenin sünen yazmak istediği, bu konu hakkında
ashaptan görüş alış-verişinde bulunduğu, bir ay boyunca Allah’tan hayır bir yol
talep ettiği ve nihayet bir şey yazmamak için karar alıp şöyle dediği nakledilmiştir:
“Ben, sizden önceki bir kavmi hatırladım, onlar birçok kitaplar yazdılar, sonra o
kitaplara önem vererek Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’a ant olsun ki, ben
Allah’ın kitabını başka bir şeyle kesinlikle karıştırmayacağım.” (5)
Daha sonra şehirlere şöyle bir genelge gönderdi:
“Kimin yanında Peygamber’den (s.a.a) bir hadis varsa onu mahvetsin.” (6)
3- Aişe şöyle naklediyor:
“Babam Peygamber’den (s.a.a) beş yüz hadis yazmıştı, bir gece sabaha kadar
uyumadı, sabah olunca bana şöyle dedi: “Kızım, yanında olan hadisleri getir.” Ben
de onları getirdim, derken onları yaktı ve şöyle dedi: “Ölüp de onların senin
yanında kalmasından korktum...” (7)
4- Zeyd bin Sabit kendi sahifesini (kitabını) suyla yıkadı, daha sonra onu yakarak
şöyle dedi: “Eğer başka sahifelerin de uzak yerlerde olduğunu öğrenmiş olursam,
tüm çabayla oraya gidip onu mahvederim.”
Abdullah bin Mes’ud da sahifeleri yok etmek için çaba sarf edip şöyle diyordu:
“Bu kalpler, adeta bir kaptır; öyleyse onu Kur’an’la işgal edin (doldurun), başka bir
şeyle değil.” (8)
c) Hz. Peygamber’in hadisini nakletmeği yasaklama!:
İkinci halife Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, İbn-i Mes’ud ve Ukbet bin
Amir gibi birçok hadis ravilerini kendi yanına çağırtıp onları, hadis nakletmekten
alıkoymak için hapse attı. İkinci halife öldürüldükten sonra onlar Osman’ın
vasıtasıyla serbest bırakıldılar. (9)
Kurza bin Ka’b şöyle naklediyor:
“Irak’a yolculuk etmeği düşünüyordum, Ömer beni Sırar’a (Medine’nin
yakınlarında bir yerin ismi) kadar yolcu etti. Daha sonra; “Sizinle birlikte buraya
kadar ne için geldiğimi bilir misiniz?”diye sordu. Cevaben; “Bizi yolcu etmek ve
bize ikramda bulunmayı kastetmişsin” dedim. Ömer bu sözüme karşılık şöyle dedi:
“Başka bir kastım da vardır; siz öyle bir şehre gidiyorsunuz ki, o şehrin bütün halkı
Kur’an okumakla meşguldür, onları hadisle meşgul etmeyiniz; Kur’an’ı
güzelleştirin, Resulullah’tan hadis rivayet etmeği ise azaltın.”
Kurza Irak’a vardığında, halk ondan hadis söylemesini rica etti, o da cevaben;
“Ömer beni hadis nakletmekten nehyetmiştir” dedi. (10)
Ömer bir gün, İbn-i Mes’ud, Ebu Derda ve Ebuzer’in hadis nakletmelerine itiraz
etti, daha sonra onları habise attı, onlar ikinci halifenin ölümüne dek hapiste
kaldılar. (11)
Ashap öyle korku ve vahşet atmosferi içinde idi ki, eğer bir kimsenin ağzından,
farkında olmadan “kale Resulullah” (Resulullah buyurdu) sözü çıkmış olsaydı,
korkuya kapılıp ne yapacağını bilmezdi. Örneğin:
Amr bin Meymun şöyle diyor: “Bir yıl, İbn-i Mes’ut’la gidiş gelişimiz vardı, onun
kesinlikle Resulullah (s.a.a)’den bir hadis naklettiğini görmedim. Bir gün
konuşuyorken ağzından “kale Resulullah” lafzı çıktı, bundan dolayı çok sıkılıp
gama büründü, öyle ki alnından ter akmaya başladı.” (12)
Buhari, Saib bin Zeyd’den şöyle dediğini naklediyor: “Benim Talha bin
Ubeydullah, Sa’d bin Ebi Vakkas, Mikdad bin Esved ve Abdurrahman bin Avf ile
sohbetim oluyordu, onların hiçbirinden Resulullah (s.a.a)’ten bir hadis
naklettiklerini görmedim; sadece Talha Uhud savaşından söz ediyordu.” (13)
Zeyd bin Erkam’a; “Bize hadis söyle” dediklerinde; “Kebirna ve nesiyna”
(İhtiyarladık, unuttuk) diyordu. Aşere-i mübeşşere’den biri olan Said bin Zeyd bin
Amr bin Nufeyl gibi bazı sahabeler çok az hadis nakletmişlerdir. Ebu Ubeyde-i
Cerrah’ın Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de hiçbir hadisi yoktur. (14)
Elbette Feth’ul- Bari, Buhari’nin şerhinde, Said bin Zeyd’in kıssasının dipnotunda
şöyle yazıyor: “Onlar, hadisin azaltılıp çoğaltılmasından korktuklarından dolayı
konuşmuyorlardı.” Feth’ul-Bari onların amelini, ihtiyatçasına bir hareket olarak
göstermeğe çalışıyor.
Her hâlükârda, sürekli Peygamber (s.a.a)’le birlikte olan ashabın bu tutumu -ister
kıyamet gününden korkarak, isterse hakim olan baskıdan korkarak hadis
nakletmekten çekinmeleri- Hz. Peygamber (s.a.a)’in sünnetinin yok olmasına sebep
oldu. Birinci neslin vefat etmesi ve çeşitli tebligatlar neticesinde artık sabit ve
güvenilecek bir hadis baki kalmadı. Şimdi Sihah-i Sitte’nin, sözümüzü teyit eden
hadislerine dikkatinizi çekiyorum:
1-Namazın teşehhüdünün sigaları (okunuş şekli):
Teşehhüt namazın farzlarından biri olmasına ve her gün kaç defa tekrarlanmasına
rağmen bir çeşit sigası (okunuş şekli) yoktur. Zira Sahih- Müslim ve Sahih-i
Buhari’de İbn-i Mes’ud’un teşehhüdü şöyledir:
“Ettehiyyatu lillahi ve’s-selevatu ve’t- teyyibatu, es- selamu aleyke eyyühe’nnebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh, es- selamu aleyna ve ala ibadillah’is- salihin,
eşhedu en lailahe illellahu ve eşhedu enne Muhamme’den abduhu ve resuluh.”
İbn-i Abbas’ın teşehhüdü ise şöyle:
“Et- tehiyyat’ul- mübarekatu ve’s- salavat’ut- tayyibatu lillahi, es- selamu aleyke
eyyuhe’n- nebiyyu ve berekatuh, es- selamu aleyna ve ala ibadillah’is- salihin,
eşhedu en lailahe illallahu ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah.”
Ömer bin Hattab’ın minberin üzerinde de okuduğu teşehhüt şöyle:
“Et- tehiyyat’uz- zakiyatu lillah’it- tayyibati salavatullahi...”
Serahsî’nin rivayetinde de şöyle:
“Et- tehiyyat’un- namiyat’uz- zakiyat’ul- mübarekat’ut- tayyibatu lillahi ...”
Ebu Said-i Hudri’nin teşehhüdü ise şöyle:
“Et- tehiyyatu, es- salavat’ut- tayyibatu, es- selamu aleyke...”
Ebu Said-i Hudri daha sonra şöyle diyor:
“Biz Kur’an ve teşehhüdün haricinde bir şey yazmıyorduk.”(15)
2- Nikâh akdinin sigası (okunuş tarzı):
“Bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek kendisini O Hazrete bağışlamak
istedi. Bu arada bir şahıs ileri çıkarak Hazrete; “Onun nikâhını bana kıy” dedi. O
adamın kadına mihriye verecek bir gücü yoklu, fakat Kur’an’ın bazı ayetlerini
ezberlemişti, bunları o kadına öğretebilirdi. Bundan dolayı Resulullah (s.a.a) o
kadını, (bildiği ayetleri ona öğretmesi şartıyla o adama nikâhladı.”
Resulullah (s.a.a)’in onları nasıl bir siga ve cümle ile evlendirmesine gelince, bir
rivayette Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Enkehtukeha bima meake min’el- Kur’an”
İkinci bir rivayette ise Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“ Kad zevvectukeha bima meake min’el-Kur’an.”
Üçüncü bir rivayette ise şöyle buyurduğu geçmiştir:
“Zevvectukeha ala ma meake.”
Dördüncü bir rivayette ise şöyle:
“Kad mellektuha bima meake.”
Beşinci rivayette ise şöyle:
“Kad mellektuha bima meake min’el-Kur’an.”
Altıncı rivayette ise şöyle:
“Enkehtukeha ala en tegreaha ve tuellimeha.”
Yedinci bir rivayette ise şöyle:
“Emkennakeha...”
Sekizinci bir rivayette ise şöyle:
“Huzha bima meake.” (16)
Bu ihtilaflardan birçok helal ve haramlar doğmaktadır. Bunlar sadece lafzi ihtilaf
değil, belki kendilerine has bir takım fıkhi etkileri de vardır.
Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisleri uzun yıllar boyunca yazılmadığına göre,
hadislerdeki uyduruk ve tahrif ihtimalini görmezlikten gelsek de yine de hiçbir lafız
ve mazmunun Hz. Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sadır olduğuna yakin edilmez.
İkinci Aşama: Hadis Uydurma ve Onları Teksir Etme
İlk halifeler, hadis yasaklama ve Kur’an okumaya teşvik etmekle birçok hadislerin
unutulmasına sebep oldular. Osman’ın zamanından itibaren bazı kimseler, çeşitli
amaçlardan dolayı hadis uydurmaya teşebbüs ettiler. Her fırka diğer bir fırkaya
galip olması için kendisini bir hadisle Resulullah’a intisap ediyordu. (17)
Dediğimiz gibi çeşitli sebeplerden dolayı birçok hadisler uydurulmuş oldu. O
sebeplerden bazıları şunlardır:
1-Dini yanlış tanıtmak için birçok hadislerin zındıklar tarafından uydurulması.
2- Bazı islami grupların, birbirlerine galip ve hâkim olmaları için birçok hadisleri
vazetmeleri. Örneğin: Hanefiler Şafiilerin aleyhinde şöyle bir hadis uydurdular:
“Ümmetimin arasında Muhammed bin İdris isminde bir adam olacaktır, o
ümmetime İblis’ten daha zararlıdır; Ümmetim arasından kendisine Ebu Hanife
denilen bir adam gelecektir; o ümmetimin kandilidir.” (18)
Bu hadisin senedinde, Memun bin Ahmed-i Selmi ve Ahmed bin Abdullah-i
Hunbari isimlerinde hadis uyduran iki şahıs vardır. Bu hadisi, Hatib-i Bağdadi Ebu
Hureyre’den merfu olarak (senedini zikretmeksizin) nakletmiştir.
Buna karşılık Şafiiler de başka bir hadis uydurdular; o hadis şudur:
“Kureyş’e ikram edin; şüphesiz Kureyş’in alimi yerin tabakalarını ilimle
doldurmaktadır.” (19)
3- Hadis uydurmanın diğer sebeplerinden biri de hadisi iyice ezberlememektir.
Şöyle ki hadis nakledenin hadis uydurma diye bir kastı yoktur. Ama hafızası az
olduğundan dolayı sözü yanlış duymuş ve böylece onu yanlış olarak da halka
aktarmıştır; onu nakletmek de bir çeşit hadis uydurmak sayılmaktadır.
4- Hâkim ve sultanlara yakın olmak için hadis uydurmak.
5- Yaşlılık ve hafızayı kaybetme neticesinde hadis uydurmak.
6- Münazarada karşı tarafa galip olmak için hadis uydurmak.
7- Halkın rızasını kazanmak için hadis uydurmak. Örneğin; hikâye anlatırken onu
güzelleştirmek için bazı şeyler artırmak.
8- Mekruhlardan korkutmak ve müstehaplara teşvik etmek için hadis uydurmak.
Çeşitli sebeplerden dolayı hadsiz-hesapsız bir şekilde hadis uydurmaya koyuldular.
Hatta kıyas ve istinbatlarından elde ettikleri neticeyi bile Hz. Peygamber’e nispet
verdiler. (20) Örneğin şöyle dediler:
“Eğer Peygamber’in eşi olan Ebu Süfyan’ın kızı, “Ümm’ül- Müminin’”
(müminlerin annesi) ise Muaviye de “Hal’ul- Müminin” (müminlerin dayısı)’dır.
Kaç yıl böyle geçti, nihayet ümmetin fikir sahipleri, sahih olan hadisleri toplamaya
ve onları binlerce batıl hadislerin arasından ayırt etmeğe karar verdiler. Böylece
üçüncü aşama, yani sahih hadisleri toplamak ve onları tedvin etmek aşaması
yetişmiş oldu.
Üçüncü Aşama: Hadis Tedvin Etme Dönemi:
Malik’in Muvatta’sı
Ehl-i Sünnetten Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisini toplayan ilk şahıs, Medine’nin
fakihi diye tanınan Malik bin Enes’tir. Hicri 91-93 yılları arası doğmuş ve 179’da
ise vefat etmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri onun kitabını kabullenmişlerdir. Şafii onun
kitabı hakkında şöyle diyor:
“Malik’in Muvatta’sı Allah’ın kitabından sonra en sahih kitaptır.”(21)
Dehlevi “Hüccetullah’il- Baliğa” kitabında şöyle demiştir:
“Birinci tabakada yer alan hadis kitapları, şu üç kitaptan ibarettir: Muvatta, Sahih-i
Buhari ve Sahih-i Müslim.” (22)
Suyuti “Tenvir’ul- Havalik” kitabında, Kadı Ebu Bekr bin Arabi’den şöyle
naklediyor:
“Malik’in Muvatta kitabı birinci asıl, Buhari’nin sahihi ise ikinci asıldır. (23) Malik
yüz bin hadis rivayet etti, fakat Muvatta’da onlardan on bin hadis seçti. Daha sonra
bu hadisleri sürekli olarak Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetine
sunuyordu, nihayet beş yüz hadis baki kaldı.” (24)
Ferhun “El- Mezheb-u fî Marifet-i A’yan’il- Mezheb” adlı kitabın önsözünde Atik
bin Zübeydî’den şöyle naklediyor:
“Malik, Muvatta kitabında on bin hadis topladı, her yıl o kitaba bakara ondan bazı
hadisleri çıkarıp atıyordu. Eğer birazcık da yaşayacak olsaydı, onların hepsini silip
atacaktı.” (25)
Zerkanî’nin Muvatta’ya yazdığı şerhde, İbn-i Hebbab, Ulkiya Heras ve Ebheri’den
de üstte geçen ibarelere benzer sözler nakledilmiştir.(26)
Malik’in Muvatta’sıyla ilgili bazı nükteler:
Evvela; Malik hicretten takriben 90 yıl sonra dünyaya geldi. Eğer hadis yazımına
30 yaşından itibaren başlamış ve Hz. Peygamber-i Ekrem’in zamanında
yaşayanlardan veya en azından hicret zamanından O’nunla birlikte olanlardan hadis
nakletmek istemiş olursa, o zaman dört vasıtaya ihtiyaç duyması gerekir. Birinci
aşamada değindiğimiz gibi, ilk raviler yani ashap, hadisten herhangi bir şey
yazmadılar; Hz. Peygamber’den sonra da bir şey yazılmadı. Çünkü o zamanları
hadis nakletmek ve hadis toplamak yasaktı.
Birinci aşamadaki sözleri dikkate aldığımızda, Muvatta’nın bir hadisinin bile Hz.
Peygamber’den sadır olduğunu demek mümkün değildir. Hak, Atik bin
Zübeyr’ledir ki şöyle demişti: “Eğer Malik daha çok yaşamış olsaydı, Muvatta’nın
bütün hadislerini silip atacaktı.”
Saniyen; Malik, sahih hadisi zayıf hadisten ayırt edebilmek için toplamış olduğu
hadisleri Kur’an ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetiyle mukayese etmiştir. Dikkat
edilmesi gereken nükte şudur ki, Malik Kur’an ve sünnetten kavradığı anlayışı
kendisine ölçü yapmıştır. Soru şuradadır ki, onun kitap ve sünnetten anladığının
doğru olduğuna delil nedir? Öyleyse Malik ve onun gibi kişilerin tashih ve
taz’ifleri, başkalarının herhangi bir sorununu çözmüş hükmünde değildir.
Diğer bir soru da şu ki, Hz. Peygamber’in ameli sünneti Malik’in eline nasıl ulaştı?
Acaba hükümetlerin, iktisadi ve siyasi durumların, halkın yaşam tarzları ve onların
sünneti algılaması üzerinde herhangi bir etkisi olmamış mı? Acaba sünnet, halkın
arpa ekmeği yediği bir zamanda, bazı insanların altını keserle kırdığı diğer bir
zamanla aynı şekilde mi telakki edilmektedir? Acaba Malik, hangi sünneti Hz.
Peygamber’in ameli sünneti kabul etmiştir? Diğer bir nükte de şu ki, hadis
konusunda ilk tedvin olunmuş olan Muvatta kitabının nüshaları, muhteva (içerik),
takdim, tehir ve bablar açısından birbirleriyle farklıdır. Binaenaleyh, dört vasıta ve
bunca nüsha ihtilaflarıyla elimize ulaşan Muvatta ve onun gibi kitaplar artık bizce
muteber değillerdir.
Sahih-i Buhari
Hadis toplamaya koyulan ikinci şahıs, Buhari lakabıyla meşhur olan Ebu Abdullah
Muhammed bin İsmail-i Farisî idi. Buhari hicri 194 yılında doğmuş, 256’da ise
vefat etmiştir. O, “Sahih-i Buhari” adlı kitabı yazmak için 16 yıl zahmet çekmiştir.
Onun kitabı hakkında şöyle diyorlar:
“Buhari, kendi Sahih’ini 600 bin hadisinin içerisinden istihraç etmiştir.” (27)
İsmaili, Buhari’den şöyle dediğini nakletmiştir:
“Bu kitapta sadece sahih hadisleri yazdım, yazmadığım sahih hadisler yazdığımdan
daha çoktur.” (28)
Yine şöyle demiştir:
“Ben yüz bin sahih hadis ve iki yüz bin de sahih olmayan hadis ezberledim.” (29)
Buhari’ye Tenkitler
Birinci tenkit:
Hatib-i Bağdadi kendi tarihinde Buhari’nin şöyle dediğini naklediyor:
Nice hadisler Basra’da duydum, onları Şam’da yazdım; nice hadisler Şam’da
duydum, onu Mısır’da yazdım.” Ya Eba Abdullah (lakabı), kâmil bir şekilde mi
yazdınız? dediklerinde susarak cevap vermedi. (30)
Buhara’nın emiri Uhaydir bin Ebi Cafer de aynı sözü ondan nakletmiştir. (31) İbn-i
Hacer-i Askalani de şöyle naklediyor: “Buhari sahihinde “Nevadir” diye
adlandırdığı hadisleri, bir senet, iki lafızla tahriç etmiştir.” (32)
Velhasıl birinci tenkit şudur ki, Buhari duymuş olduğu hadisleri bir yerde
topluyormuş. Onun bu ameli normal olarak bazı kelimelerin değişmesine veya
atılmasına sebep oluyormuş. Bazen de bir hadisin senedi diğer hadisin senediyle
karışmıştır. Buhari’nin kendisi de hem amelen, hem de laf’zen bu işgale itiraf
etmiştir.
İkinci tenkit:
Çeşitli karine ve tenkitlerle, Sahih-i Buhari’nin müellifinin kendi hayatında, söz
konusu kitabın temize çekilip tanzim edilmediği anlaşılmaktadır. O karine ve
delillerden biri, Ebu İshak el- Mustemeli, Ebu Muhammed es- Serahsi, Ebu
Heysem Keşmiyheni ve Ebu Zeyd Mervzi’nin rivayetlerindeki takdim ve tehirler
(kelimelerin ileri-geri yazılmış olmalarıdır) ve Abdurrahman bin Avf ve Said bin
Ziyad’ın biyografilerinin zikredilmemesidir.
Üçüncü tenkit:
Buhari sahihinde, zayıf, yalancı, meçhul ve ithamlı olan insanlardan pek çok
hadisler nakletmiştir. Feth’ul- Bari’nin takriben 65 sayfası, bu şahısların isim ve
sakıncalı olmalarıyla ilgilidir.(33)
Bunların hepsi Sünni kardeşlerin söz konusu ettikleri tenkitlerdir. Eğer bu
tenkitlere, birinci aşamada Malik’in Muvatta’sı hakkında değindiğimiz tenkit ve
sözler de eklenmiş olursa, artık hiçbir lafız ve mazmuna güvence baki kalmaz.
Şayet bu tenkitten dolayıdır ki, Reşit Rıza el-Menar’da şöyle demektedir:
“Bu hadisler hakkında iyice düşündüğünüzde anlayacaksınız ki, o (Sahih-i Buhari)
iman ve İslam’ın esas ve erkânından değildir ki, her Müslüman Buhari’nin
naklettiği her hadise imam etmiş olsun; nerede kaldı ki uyduruk hadislere iman
etmesi gereksin. Hiç kimse, İslam’ın sıhhati ve onun tafsili maarifi için, Sahih-i
Buhari’yi tanımayı ve onda olan her şeye ikrar etmeyi şart koşmamıştır.”(34)
O hadislerin sıhhatine itikat etmek İslam’ın bir cüz’i olmamasıyla birlikte, onların
hepsinin doğruluğuna itikat etmek insanın islamiyetine bile darbe vurabilir. Aslında
gerçek olmayan esnadı Resulullah’a nispet vermek haramdır. Elbette o kitapta var
olan her şeyin batıl olduğuna dair hüküm vermek de doğru değildir. Ama hüccet
olacak herhangi bir delil onda yoktur diyebiliriz.
Sahih-i Müslim
Hadis toplayanlardan üçüncü şahıs, “Sahih-i Müslim” diye tanınan kitabın sahibi
Ebu’l- Hasan Müslim bin Haccac el-Kuşeyri en- Nişaburi’dir. Muslim hicri 204’te
doğmuş, 268’de ise vefat etmiştir. Vasıtanın çokluğu, lafızların değişikliği vb.
yönlerden önceki kitaplara olan tenkitler bu kitaba da yöneliktir. (35)
Müslim yazıların üzerinden hadis topluyor ve hadisin lafzına da sadık kalıyormuş.
Ama onunla Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) arasında takriben on vasıta vardır. Bu
yönden Sahih-i Müslim-i daha fazla incelemekten vazgeçiyoruz. Ama sadece
nakillerdeki müsamahaya, üstatlar hakkındaki dikkatsizliklere ve çeşitli asırlar
boyunca kitabın korunmasına dikkatinizi çekmek için Sahih-i Müslim’in şarihi olan
Nevevi’nin senedini nakledip onu incelemek istiyoruz. 631 yılında doğan, 767
yılında ise vefat eden (36) Nevevi şöyle diyor:
“Şeyh’ul-Emin Ebu İshak İbrahim bin Ebi Hafs, İmam Muslim bin Haccac’ın
Sahihinin hepsini bana nakl etti. Demek ki Sahih-i Müslim’i kendisine nakleden
Nevevi’nin üstadı, İbrahim bin Ebi Hafs imiş. (Ö:664)
İbrahim bin Ebi Hafs da, Müslim’in kitabını üstadı Mensur bin Abdulmun’im’den
(D: 522; Ö: 608) nakletmiştir; Mensur da mezkur kitabı Muhammed bin Fazl elFevari’den (D: 541; Ö: 530) öğrenmiştir; Muhammed de mezkur kitabı Abdulğafiri Farisi’den (D: 353; Ö: 448) öğrenmiştir. (37)
Nevevi’nin Müslim’in kitabına olan senedini devam etmeden önce dikkatinizi şu
nükteye çekiyorum ki, Nevevi’nin kendi itirafına göre Mensur bin Abdulmun hicri
522’de doğmuştur.
Mensur da şöyle diyor: Ebu Cedy Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl el-Feravi (Ö:
530), bu kitabı bize nakletmiştir; yani Mensur, sahih olan ve Allah ile kul arasında
hüccet sayılan bu önemli kitabı 8 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir.
Yine hicri 441’de doğan Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl El- Feravi, adı geçen
kitabı, hicri 448 yılında vefat eden bir kimseden öğrenmiştir; yani Sahih-i Müslim’i
7 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir ki, bize nakletmiş olabilsin! Ama eğer;
senetlerin zikredilmesi sadece teşrifatıdır denilmiş olursa, o zaman da bu yorumu
ispat etmek zor olacaktır. Şöyle de denilebilir:
“Sahih-i Müslim’in istinadı Müslim’le mütevatirdir; işte bu yüzden Nevevi bu kitap
için doğru bir senet göstermeğe çaba sarf etmemiştir!”
Oysa o zamanlarda baskı yoktu, kitaplar istinsah ediliyordu, hadislerde ca’l ve
tahrif imkânı daha güçlü idi. Öyleyse sadece o hadis ve kitaplar kabul edilebilir ki,
öğrenci üstadından kâmil bir şekilde duymuş olsun, kendi yazısını ezberlemiş olsun
ve böylece kitabındaki bütün sözleri onun müellifine nispet vermiş olabilsin.
Her halükarda bu çeşit tenkitler, Ehl-i Sünnetin diğer sahih, müsned ve hadis
kitapları hakkında da söz konusudur. Öyleyse sihah ve sünenler arasındaki fasıla,
ilk kitabin yani Muvatta’nın yazıldığı zamana kadar araştırmalı ki, ilk yazılmış olan
hadislerin de sahih olarak, sihah ve müsnetler sahiplerinin elerine ulaşmış olması
ve müstenit olmaları ve hangisinin senedinin sahih olup olmamsı da belli ve
anlaşılmış olsun. Özellikle sahabelerin bazen tabiinden, büyüklerin küçüklerden,
bazen de sahabelerin Ka’b bin Ahbar gibi insanlardan hadis nakletmeleri, bazen de
hadislerin, Hz. Peygamber-i Ekrem’in ömrünün sonlarında iman eden Ebu
Hureyre’den ve Hz. Peygamber’in zamanında erginlik çağına ermemiş İbn-i Abbas
gibi insanlardan nakledilmiş olmaları insanın şüphesine yol açmaktadır. (38)
ŞİA’DA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI
Şia’nın hadisleri, Ehl-i sünnetin hadislerinin aksine ilk önceden yazılmıştır. Çünkü
şiiler genellikle Ehl-i Beyt İmamlarının huzurunda veya evlerine döndükten hemen
sonra duydukları hadisleri yazıyorlardı. Bazen yazdıkları hadisleri Ehl-i Beyt
İmamlarına bile sunuyorlardı; özellikle bazı hadisler hakkında şüpheye
düştüklerinde hadisin doğruluğundan emin olmaları için masum İmamlara
başvuruyorlardı.
Şia’nın hadislerini bir kaç bölümde incelemek gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.a)’in zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın zamanına kadar ki dönem;
Kutub-u Erbea’nın tedvin edildiği dönem; Kutub-u Erbea’nın tedvin edildiği
zamandan Günümüze kadarki dönem.
Birinci Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın
Zamanına Kadarki Dönem
Hz. Ali (a.s), vahiy kâtiplerinden olmasıyla birlikte, Kur’an’ın nüzul sebebi, nazil
olduğu zaman, nasih mensuhu ve diğer konular hakkındaki ilmin yazılması
hususunda ısrarlıydı. Hz. Ali (a.s)’ın yazıları çeşitli isimlerle tanıtılmışlardır.
Örneğin: “Sahifet-u Ali”, “Kitab-ı Ali”, “Sünnetuha, Kazavetuha ve Hikemuha”
kitabı ve “Camia” kitabı.
Hz. Ali (a.s)’ın Sahifesi hakkında görüş birliği vardır. Yani hem Şia ve hem de Ehli Sünnet âlimleri onun var olduğu kanısındalar. Ahmed bin Hanbel, Şeyheyn ve
Sünen sahipleri, ilim, cihat, diyat, Harem-i Medine, zimmet’ul-muslimin ve diğer
birçok bablarda bu Sahifeden söz etmişlerdir. (39)
Şia’nın hadislerinden, “Sahifet-u Ali” kitabının, “Kitab-ı Ali” kitabından farklı bir
kitap olduğu anlaşılmaktadır. Bu iki kitabın her ikisi de İmam Bakır (a.s)’la İmam
Cafer Sadık (a.s)’ın yanlarında mevcut imiş, bundan dolayı da o kitaptan ashabı
için bazı sözler nakl etmişlerdir. (40)
Bu kitaplar hakkında mufassal konuşmalar olmuştur; bunların birbirinden farklı
kitaplar olduğunu savunanlar olmuştur. Örneğin: Seyyid Hasan-ı Sadır (r.a) ve
Seyyid Muhammed Rıza Celali el-Hüseyni onların farklı kitaplar olduğuna dair
istidlal etmişlerdir.
Önemli bir nükte:
HADİSLERİ KAYDEDEN BAZI ŞİİLER
Hz. Peygamber’in zamanında ve O Hazretten sonra sadece Hz. Ali (a.s) değil,
birçok muhlis şiiler de hadis yazıyorlardır. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır:
1- İbrahim bin Ebu Rafi.
Bu şahıs Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın kölesi idi. Abbas onu Resulullah’a
bağışladı, Resulullah da onu serbest bıraktı.
İbrahim bin Ebu Rafi’nin “Es- Sünen ve’l- Ahkam ve’l- Kazaya” isminde bir kitabı
vardı. Necaşi’nin o kitaba olan esnadı şöyledir:
“Muhammed bin Cafer en-Nehvi, Ahmed bin Muhammed bin Said’den, o da Hafs
bin Muhammed bin Said el- Ehmesi’den, o da Hasan bin Hüseyn el- Ensari’den, o
da Ali bin Kasım el-Kindi’den, o da Muhammed bin Ubeydullah bin Ebî Rafi’den,
o da babasından, babası da atası Ebi Rafi’den, o da Ali’den bu kitabı bize
nakletmiştir.” (41)
2- Selman-i Farisi.
3- Ebuzer-i Gifari.
4- Abdullah bin Abbas.
5- Cabir bin Abdullah-i Ensari.
6- Ubeydullah bin Ebu Rafi.
7- Ali bin Ebu Rafi.
8- Esbeğ bin Nebate.
9- Süleyn bin Kays-i Hilali.
10- Meysem-i Temmar.
11- Haris bin Abdullah.
12- Hucr bin Adi.
13- Reşid-i Hicri.
14- Muhammed bin Kays-i Beceli.
15- Atiyye... (42)
Bu şahsiyetlerden bazıları hadisleri, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendisinden
duyup kaydetmişlerdir. Bazıları da Hz. Ali’den öğrenmişlerdir. Ebu Rafi’nin
oğulları gibi bazı kimseler de babadan elde ettikleri kitabı sonraki nesle
aktarmışlardır. Cabir gibi uzun ömrü olan bazı kimseler de İmam Bakır (a.s)’ın
zamanına kadar yaşamış, Peygamber-i Ekrem ve diğer İmamların söz ve amellerini
insanlara anlatmışlardır.
Her halükarda Şia, Hz. Peygamber’in zamanından, bünyesinde böyle büyük
yazarlar bulundurarak hadisleri İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s)’ın zamanlarına
kadar ve nesilden nesle intikal ettirmişlerdir.
İkinci Aşama: İmam Cafer Sadık (a.s)’ın Zamanından Gaybet-i Suğraya
(küçük gizlilik) Kadarki Dönem
Masum İmamlar, özellikle 5. ve 6. İmam (aleyhum’us- selam), Şiileri
aydınlatmakta ve Şiiliğin bir mektep olarak tanınmasında en büyük rolü
oynamışlardır. Sürekli ashaplarına, öğrendikleri şeyleri kayıt etmelerini tavsiye
etmişlerdir; onlar da öğrendikleri şeyleri yazmışlardır. İşte bundan dolayı bu
İmamların öğrencilerinden bir çoğunun kitap ve asılları vardı. Bu asıllar, sonraki
İmamların zamanlarda yaşayan insanlar tarafından “Musannefat” adı altında bir
araya toplanmıştır; hadislerin sıhhatini sağlamak için onları, son zamanlarda
yaşayan Ehl-i Beyt İmamlarına sunmuşlardır; onlar da sahih olan hadisleri zayıf
olan hadislerden arındırarak onları bu konuda aydınlatmışlardır. Örneğin:
Necaşi (Ö: 450) Zürare bin A’yen hakkında şöyle diyor:
“Zürare bin A’yen kendi zamanında ashabımızın şeyhi, onların önünde gelen,
Kur’ân okuyan, fakih, mütekellim, şair ve edip bir şahsiyet idi; fazilet ve din onda
toplanmıştı, rivayet ettiği şeyde sadıktı. Şeyh Saduk adıyla meşhur olan Ebu Cafer
Muhammed Ali bin Hüseyn bin Babeveyh (onun hakkında) şöyle demiştir:
Zürare’nin, Cebir ve İstitaat... hakkında bir kitabını gördüm. Zürare, hicri 150’de
vefat etmiştir.” (43)
Yine Necaşi, Ebu Hamza-i Sumali diye meşhur olan Sabit bin Dinar hakkında şöyle
demiştir:
“Ebu Abdullah (İmam Sadık-a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Ebu Hamza kendi zamanında, Selman’ın kendi zamanında olduğu gibi idi.”
Ehl-i Sünnet alimleri ondan hadis nakletmişlerdir. Ebu Hamza, hicri 150’de vefat
etmiştir. Onun “Kitab-u Tefsir’il-Kur’an”, “Kitab’un-Nevadir” ve “Risalet’ulHukuk an Ali bin Hüseyn-a.s” vs. konular hakkında bir takım kitapları vardır.”
(44)
Görüldüğü gibi bu iki şahsiyetten her biri, Muvatta sahibi Malikten bir tabaka -30
yıl- önce yaşamıştır. Malik hicri 179’da vefat etmiştir; onlar ise hicri 150’de vefat
etmişlerdir. Bu iki şahsiyetin usulleri (kitap) de vardı.
Tasnif aşamasında, Safvan bin Yahya ve Sa’d bin Abdullah gibi Şii şahsiyetler
vardır. Necaşi, Safvan hakkında şöyle diyor:
“Safvan Kufelidir, sıka birisidir, onun babası, Ebu Abdullah (İmam Sadık)’tan,
kendisi de Rıza (a.s)’dan hadis rivayet etmiştir... Takva ve ibadette onun dengi bir
kimse yoktu. Ashabımızın zikrettiğine göre otuz kitap tasnif etmiştir. Şimdi o
kitaplardan tanınanlar şunlardır: “Kitab’ul- Vuzu”, “Kitab’us- Salat”, “Kitab’usSavm”, “Kitab’ul- Hac”, “Kitab’uz- Zekat”, “Kitab’un- Nikah”, “Kitab’ut- Talak”,
“Kitab’ul- Feraiz”, “Kitab’ul- Vesaya”, Kitab’uş- Şira’i ve’l- Bey”, “Kitab’ul- Itk
ve’t- Tedbir”, “Kitab’ul- Beşarat”...
Sa’d bin Abdullah hakkında da şöyle diyor:
“Sa’d bu taifenin (Şia’nın) şeyhi, fakihi ve ünlü şahsiyetlerindendir. Ehl-i
Sünnetten birçok hadis duymuştur, hadis elde etmek için birçok yolculuklar
yapmıştır, onların büyüklerinden; Hasan bin Arafe, Muhammed bin Abdulmelik-i
Dakiki, Eba Hatem er-Razi, Abbas el-Berheki ve mevlamız Eba Muhammed (a.s)’ı
mülakat etmiştir... Sa’d birçok kitaplar tasnif etmiş, tasnif ettiği kitaplardan
“Kitab’ur-Rahmet” ve “Kitab’ul-Vuzu” bize ulaşmıştır.”
Bu sözlerden, Şia’nın tasnifatının Ehl-i Sünnet’in Sihah-i Sitte’sinden daha önce
yazılmış olduğu da anlaşılmaktadır.
Üçüncü Aşama: Kütub-u Erbea’nın (Dört Kitabın) Tedvini
Gaybet asrı başladıktan sonra Şia âlimleri, tasnif olan ve sürekli üstadın öğrencilere
okuduğu kitapları ve tasnif edilmemiş fakat sürekli olarak öğrencinin üstattan
duyduğu rivayetleri bir araya toplamışlardır. O tedvin edenlerden ilk şahıs,
Muhammed bin Yakub-u Kuleyni (Ö:329)’dir. Necaşi onun hakkında şöyle diyor:
“Kuleyni, hadiste insanların en güvenirlisi ve en itimat edileni idi. O, hicri 320’de
“Kafi” diye meşhur olan büyük bir kitap tasnif etmiştir. Onun Kafi’den başka diğer
kitapları da vardır. Örneğin: “er-Redd-u ala’l- Karamita”, “Resail’ul- Eimme-a.s-“,
“Ta’bir’ur- Ru’ya”, “er- Rical”, “Ma Kıyle fi’l- Eimmet-i min’eş- Şi’r”... Kuleyni
(r.a) hicri 329’da Bağdat kentinde vefat etti.” (46)
Merhum Kuleyni’den sonra, Saduk lakabıyla meşhur olan Muhammed bin Ali bin
Hüseyn bin Babaveyh-i Kummi (Ö: 381) gelmektedir. Merhum Saduk “Men la
Yahzuruh’ul- Fakih” kitabını dört ciltte yazmıştır. (47) Merhum Saduk’tan sonra da
Şeyh’ur- Taifa lakabıyla meşhur olan Muhammed bin Hasan-i Tusi (ö:460)
gelmektedir. “Tehzib’ul- Ahkâm” ve “İstibsar” kitaplarının da müellifidir.
Binaenaleyh Şia’nın hadisleri, kopuk olmayan sınıfsal fasılayı gözeterek
yazılmıştır. Sürekli üstat öğrenciye okumuş ve son derste ise üstat yazılan
hadislerin sıhhatini teyit etmiştir. İşte bundan dolayı Şia’da nüsha ihtilafları çok
azdır; bir hadisin bir nüshada bulunup diğer nüshada tamamıyla sakıt olması söz
konusu değildir. Eğer bir hadis, çeşitli nüshalarda farklı olursa, artık o hadisle
istişhat edilmez (delil gösterilmez). Çünkü hadis nüshalarının ihtilafı, itimat ve
güveni sarsmaktadır.
Bir Kaç Önemli Nükteyi Hatırlatma
1- Eğer her iki fırka (Şia ve Ehl-i Sünnet), herhangi bir hususta ittifak etmiş
olurlarsa, artık hadisleri tanıtma ve sahih olanı sahih olmayandan ayırt etme diye
bir bahis söz konusu edilmeyecektir. Örneğin: İslam dininin zaruriyatından sayılan
meseleler gibi; yani eğer bir hadis, gerçi müsnet ve sahih de olsa, ama İslam’ın
zaruri (kesin) olan hükümlerinden birine aykırı olarak nakl edilmiş olursa ya
yorumlanmalı veya reddedilmelidir; sadece zaruri olan hükme teveccüh edilmelidir.
Mesala Kur’an’ın tahrifi ve tebdili hakkında iki fırkanın kitaplarında naklolunan
hadisler gibi. Çünkü İslam dininin zaruri meseleleri, yakini ve kesin bir hüküm
olarak diğer mesele ve hükümlerden önde gelmektedir.
2- Eğer akıl, bir sözün doğru olduğuna açıkça delalet ederse, Hz. Peygamber’den
sadır olan lafzı artık tahkik etmek gerekmez. Çünkü şarinin (şeriat kanununu
koyanın) sözü, bizi aklın verdiği hükme irşat etmektedir; bu gibi yerlerde hadisin
yazılı veya yazılı olmamasının, mürsel veya müsnet olmasının bir zararı yoktur.
3- Eğer bir hadis, şeriatın teabbudi olan özel bir hükmünü açıklıyorsa, o hadis öyle
bir şekilde olmalıdır ki, o kelamın şari’den sadır olduğuna dair büyük ihtimal
verilmeli. Binaenaleyh eğer bir hadis bir takım raviler tarafında çeşitli şekillerde
nakledilmiş olursa, ihtilaflı olan yerlerde onlara temessük edilemez; sadece böyle
bir mazmunun Hz. Peygamber veya masum Ehl-i Beyt’inden sadır olduğuna kanaat
edilebilir. Bu yönde Şia ve Sünni hadisleri arasında bir fark yoktur. İki fırkanın
hadislerinin mukayesesinin semeresi (faydası), hüccet olan iki hadisin tearuz ettiği
(çeliştiği) bahiste de zahir olmaktadır. Yani iki hadis, mesala Şia tarikiyle
nakledilmiş olursa, her iki hadisin ravileri de güvenilir olup da o hadislerden biri
kitap ve asl sahibi olan bir kimseden, diğeri ise “kitap” sahibi olmayan bir
kimseden olursa, bu durumda birinci hadis ikinci hadisten önde tutulur ve o tercih
edilir. Örneğin: Zürare’nin Ammar-i Sabati’ye nispeti gibi. İşte bu milak (ölçü) ile,
Hz. Peygamberden aynı lafızla sadır olan hadisleri, O Hazertten mazmunen nakl
olan hadislere tercih edebiliriz.
KAYNAKLAR:
1- Şu açıktır ki, hafızalarda korunan bir şey, birçok yönlerden de değerini
kaybetmektedir. Çünkü hafızadan aktarılan bir şey, ister istemez unutularak
azaltılıp çoğaltılıyor, edebi nükte ve özelliğini kaybediyor, bazen de diğer
hadislerle karıştırılmış oluyor... Ama ağızdan çıkar çıkmaz yazılan sözlerde bu
ihtimaller söz konusu değildir. (Müt.)
2- Kenz’ul- Ummal, c. 1, hadis: 1005; c.10, hadis: 29168
3- Tirmizi, c. 2, s. 11. Hindistan bas.
4-Tezkiret’ul- Huffaz, c.1, s. 3; Beyrut bas.
5- İbn- i Abdulbir ve Beyhaki, Ezva’un- ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye’den
nakletmekteler s. 47; Tezkiret’il- Huffaz’dan naklen.
6- Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 3; Ezva’un ala’s- sünnet’il- Muhammediyye’den
naklen, s. 206.
7- Tezkiret’ul- Huffaz, c. 1, s.5.
8- Ezva’un ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye, hadis yazımının nehy edilmesi
bölümü, s. 49. Mezkur söz ikinci halifeden de nakledilmiştir; Tezkiret’ulHuffaz’dan naklen, c.1, s.7.
9- Tezkiret’ul- Huffaz, c.1, s.7. Buna benzer sözler de Müstedrek-i Hakim’de
nakledilmiştir.
10- A. K.
11- Sire-i Pişveyan, bu sözü Müstedrek-i Hakim’den (c.1, s. 102, Beyrut, Dar’ulMarife bas.) nakletmiştir.
12- Ezva’un- ala’s Sünnet’il- Muhammediyye, s. 55- 56.
13- A. K. s. 56. Sahih-i Buhari’den naklen, c.6, s. 28.
14- A. K. s. 56.
15- Ezvaun ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye, s. 82- 83; Takyiyd’ul- İlm’den
naklen, s. 95, müellif: Hatib- i Bağdadî.
16- A. K. s. 91.
17- Ezva’un- ala’s- Sünnet’il Muhammediyye,s. 118.
18- A. K. s. 121- 130.
19- A. K.
20- A. K.
21- Ezva’un- ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye, s. 296- 297; Şerh-i Zerkani’den
naklen, c. 1, s. 11 ve 25.
22- A. K.
23- A. K.
24- A. K.
25- A. K.
26- A. K.
27- Mukaddime-i Feth’ul- Bari, s. 4; Ezva’un ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye’den
naklen.
28- A. K.
29- A. K.
30- A. K. c. 2,s. 11. Ezva’un- ala’s- Sünnet’il Muhammediyye’den naklen.
31- Hude’s- Sari, c. 2, s. 201. Aynı kitaptan naklen.
32- Feth’ul- Bari,c. 1, s. 186. Aynı kaynaktan naklen.
33- Mukaddime- i Feth’ul- Bari, c. 2, s. 112- 176.
34- El- Menar, c. 104- 105.
35- Ezva’un ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye, s. 308.
36- Mukaddime- i Sahih- i Müslim, s. -Z- harfi.
37- Hadisin senet silsilesinin hepsi, doğum ve ölüm yılları, Sahih- i Müslim’in
birinci cildinde, s. 7 ve 9’da zikredilmiştir.
38- Ezva’un ala’s- Sünnet’il- Muhammediyye, s. 71- 72.
39- Ezva’un- ala’s- Sünnet-il Muhammediyye, s. 94- 95. Elbette onlardan bazıları,
o Sahifenin kılıcın kınına girebilecek kadar küçük olduğunu söylemişlerdir. Ama
Füru-u Kafi’nin (c. 7, s. 97) rivayetine göre, Hz. Ali’nin Sahifesi bir devenin butu
kadar kalın ve büyük imiş.
Zürare bin A’yen şöyle diyor: İmam Bakır (a.s)’dan dedenin mirası hakkında soru
sorduğumda şöyle buyurdular: “Yarın gel Hz. Ali (a.s)’ın kitabını sana
okuyayım...” O günün sabahı müsait bir vakitte Hazretin yanına gittiğimde oğlu
Cafer’e: “Faraiz (miraslar) Sahifesini Zürare’ye oku” buyurup kendisi istirahat
etmeğe gitti. Cafer (a.s) devenin butu gibi olan bir sahife getirerek şöyle
buyurdular: “Bizim iznimiz olmaksızın, okuduğunu kimseye söylemeyeceğine dair
söz vermelisin, yoksa okuman”...
40- Bir gün Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ya Ali! Sana imla ettiğim şeyi yaz.” Ya Resulullah! Unutacağımdan mı
korkuyorsun? dediğimde şöyle buyurdular: “Hayır... fakat evlatlarından olan
İmamlar için yaz...” (Mucem’ul- Müfehris li Ehadis-i Bihar’ul- Envar, c. 1, s. 18.
Çeşitli senetlerle.) Hz. Ali (a.s) ashabına şöyle buyurdu: “İlmi, yazmakla koruyun.”
Yine şöyle buyuruyordu: “Katibin aklı, onun kalemidir.” (A. K. c. 1, s. 30)
41- Rical- i Necaşi, s. 4-5.
42- El- Mucem’ul- Müfehris li Elfazi Ehadis’il- Bihar, c.1, s. 30- 32.
43- Rical-i Necaşi, s. 125. bas. Mektebet’üd- Daveri, Kum.
44- A. K. s. 83.
45- A. K. s. 139.
46- A.K. s. 266.
47- A. K. s. 278.
Meşhur Ravilerden Kutubi sittedeki hadis sayıları
MEŞHUR RÂVİLERDEN NAKLADİLEN HADİS SAYISI
1- Ebû Hureyre: 5374
2- Abdullah b. Ömer: 2630
3- Enes b. Mâlik: 2286
4- Ümm-ül Mu’minin Âişe: 2210
5- Abdullah b. Abbâs: 1660
6- Câbir b. Abdullah: 1540
7- Ebû Saîd el-Hudrî: 1170
8- Abdullah b. Mes’ûd: 848
9- Abdullah b. Amr b. el-Âs: 700
10- Hz. Ali (a.s.): 537
11- Ömer b. Hattâb (2. Halife): 527
12- Ümm-ül Mu’minin Ümm-ü Seleme: 378
13- Ebû Musa Eş’ari: 360
14- Bera b. Âzib: 305
15- Ebuzer-ül Gıfârî: 281
16- Sa’d b. Vakkâs: 271
17- Ebû Emâmet-il Bâhilî: 250
18- Hüzeyfe b. Yemân: 200
19- Sehl b. Sa’d: 188
20- Ubâde b. Sâmit: 181
21- İmrân b. Husayn: 180
22- Ebu-d Derdâ: 179
23- Ebû Katâde: 170
24- Büreydet-ül Eslemî: 167
25- Übey b. Ka’b: 164
26- Muâviye b. Ebî Sufyân:163
27- Muâz b. Cebel: 155
28- Osmân b. Affân (3. Halife): 146
29- Câbir b. Semure: 146
30- Ebû Bekir (1. Halife): 142
31- Hz. Fâtimet-üz Zehrâ (s.a): 19
Kaynak: Subhî es-Sâlih’in “Hadis İlimleri Ve Hadis Istılahları” adlı kitabı (Türkce
Tercüme) S.296-314, İbn-i Hazm’ın “Sahabi Raviler Ve Rivâyet Sayıları” adlı
kitabının arapça metni
eKitap: Muhammed H. İPEK
www.IslamKutuphanesi.com
Download