Muhtar ile Yüreği Çevreme baktığımda en çok gördüğüm hayvanlar genelde kediler ve köpekler oluyor. Köpekler gerçekten cana yakın ve sahibine oldukça bağlı olduklarından daha asil hayvan olarak tabir edilir. Tıpkı sahiplerine taptıkları gibi. Kediler ise nankör, tanrıya inanan canlılar olarak bilinirler. Biz ona kendi aramızda “Muhtar” derdik. Bu lakap o kadar çok benimsenmişti ki, mahallenin muhtarı dahi durumu kabullenmişti artık. Kuyruğu yok denecek kadar kısa, sol gözü görüşünü oldukça etkileyecek kadar kısık, ensesi bir kurdun ensesi kadar kalın, oldukça büyük bir kafası vardı. Vücudu ise siyah, siyahtan da öte, kapkara tüylerle kaplıydı. Mahallede top oynarken, köşe başlarında çekirdek çitleyip muhabbet ederken, aramızdaki mesafe oldukça uzakken bile sapsarı gözlerini görüp korkar, “Beyler, Muhtar bize doğru geliyor!” derdik. Etrafta koşuşanlar bir anda durur, çekirdek çitleme sesleri bir anda kesilir, muhabbetin en heyecanlı noktasıda herkes sus pus olur ve onun endamlı yürüşünü izlerdik. Kendisine saygıda kesinlikle bir kusur etmez, önümüzden geçerken başımızı hafifçe öne doğru eğerek, Muhtar’a selamımızı verirdik. Muhtar, sağolsun oldukça geniş gönüle sahip bir kediydi, semtin serserileri demez, hepimizin selamını alırdı. O semtte yaşadığımız süre boyunca, Muhtar’a kimsenin gel pisi pisi diyerek seslendiğini, kendisine bir tas yemek, bir kap su verdiğini görmedim. Zaten cesaretli birisi bu eylemleri yapsa, onu muhtemelen pençeleriyle ağır yaralı hale getirirdi. Kendisinin Ankara’ya Adana’nın Yüreğir ilçesinden geldiği, Kürt Ahmet’in veya Sedat Peker’in yeğeni olduğu, kan davalılarından kaçtığı, bir düzine sokak hayvanını hastanelik ettiği konusunda sıkça duyumlar alsak da, kimse Muhtar hakkında gerçeği bilmiyordu. Herkesin aklında tek bir soru vardı, “Kim bu Muhtar?”. Kuyruğuna ne olmuştu, sol gözünü kim, neden ve nasıl bu hale getirmişti, neden Muhtar’ı bir arabanın altında veya korkudan bir ağacın üstünde göremiyorduk? Aslında hayal dahi edemiyorduk. Muhtar’a olan hayranlığımız ve benim merakım artık bir saplantı haline dönüşmüştü. Kendisi ile yüz göz olmadan tanışmak, gerekirse onun nezdinde çalışarak, adamı olmayı ister hale gelmiştim. Semtteki bütün akranlarımı toplayarak, kendilerine “Muhtar ile tanışma zamanının geldiğini, onunla artık beraber vakit geçirmemiz gerektiğini” söyledim. Çok sayıda karşıt görüş ile uzlaşmaya başladım. Kimileri belaya bulaşmamak istediğini, kimileri Muhtar efsanesini yok etmek istemediklerini beyan ettiler ve fikrim kabul bulmadı. Muhtar’ı tek başına evimizin önünden geçerken gördüm. Her zamanki endamlı yürüyüşünü takınmamış, salına salına yürüyordu. Dolaptan iki, üç dilim salam alarak sokağa fırladım. Cesaretimi toplayıp gel pisi pisi dememe rağmen hiç oralı olmadı. Şansıma rüzgarın arkadan esmesi ve salam kokusunun ona kadar ulaşması ile umudumu yitirmeden yaklaştım. Aramızdaki mesafe gitgide azaldı, hatta erkeklik uzvunu bile görebiliyordum. Gerçekten Muhtar ismini hak ediyordu, heykelini dikmeye kalksak, beton yetmezdi. Aniden arkasını döndü... Sevinmiştim. Tam bana nasihat edecek, birlikte birçok muhabbete gireceğiz diye sevinirken, malum kedi çığlıkları atarak üzerime atladı. Bildiğim bütün küfürleri ederek, kaçmaya başladım. Arkama dönüp baktığımda ise Muhtar önce yere düşürdüğüm salamları kokladı ancak beğenmemişti. Bana ise o sapsarı gözleri ile dik dik baktı ve oradan ayrıldı. O günden sonra Muhtar’ı bir daha gören hiç olmadı. Galiba benim yüzümden huzuru kaçmış ve semtten bir daha hiç dönmemek üzeri ayrılmıştı. Çevremdekiler birbirlerine Muhtar’ın nerede olduğunu, görenin olup olmadığını sorduklarında ben hep sinsice susup onları dinledim, konuyu geçiştirdim. Muhtar’ın benim yüzümden semtimizden ayrıldığını dile getirsem, büyük bir olasılıkla bana karşı cephe alınacaktı. Bunu göze almak oldukça zordu. Yıllarca Muhtar’ın nereye gitmiş olabileceği tartışılsa da, hep sonuçsuz kaldı. Umarım kendisi memleketi Yüreğir’e dönmüş, mahallenin saygı duyulanları arasında yerini almış, Kedi Murr gibi felsefe yapar hale gelmiştir.