İSLAMOFOBİ’NİN KÖKENİ VE TARİHSEL SÜRECİ ABDULLAH TOK HAKAN AYAZ İnsanın hayatını sürdürmesi içgüdüsüne bağlı olarak korku duygusu insanın fıtratında yer almaktadır. Biyolojik araştırmalarda korkunun içgüdüsel ve doğuştan itibaren var olduğu ispat edilmiştir. Davranışsal incelemelerde ise korku şartlı refleks yoluyla sonradan öğrenildiği ifade edilmiştir. Ancak korku ve fobi terimleri aynı anlamda kullanılsa da araştırma ve incelemeler sonucunda birbirinden tamamen farklı anlamlar taşımaktadırlar. Korku bir tehlike anında kendini koruma, kaçma, sakınma şeklinde kendini gösterirken, fobi, anlamsız biçimde sürdürülen, gittikçe büyüyen, sürekliliği olan korku biçimi şeklinde yorumlanabilir. Mesela, aniden yüksek bir sesin duyulması ile oluşan fiziksel ve ruhsal tepki korkunun ürünüdür. Hayatında kendisine hiç zarar vermeyen bir yılandan korkmak ise ancak fobi ile açıklanabilir. Korku, hayatını devam ettirme, koruma içgüdüsü ile her varlıkta kendini gösterirken, fobi de psikolojik olarak şartlanma sonucu insandan insana veya varlıktan varlığa değişkenlik göstermektedir. Düşen bir asansörde herkes korkarken, normal şartlarda asansördekilerden sadece bir kişinin kapalı alan korkusunun (klostrofobi) olması konumuza örnek teşkil etmektedir. Sian Morgan’a göre korku ve kaçınma refleksi insanlar ve diğer pek çok hayvanda mevcuttur. Amaç organizmayı tehlikelerden koruyarak varlığını devam ettirmektir. Pek çok etolojik ve deneysel psikoloji yeni doğanlarda korkunun içgüdüsel olarak mevcut olduğunu göstermiştir.1 Fobi ise kelime olarak belli bir nesnenin, durumun veya etkinliğin yarattığı ve kişinin kendisi tarafından da yersiz veya aşırı kabul edilen akıl dışı, yoğun, inatçı bir korku olarak tanımlanmaktadır. 2 Bazı araştırmacılara göre fobiler şartlanmış duygusal tecrübelerden ve travmatik bir durumun parçası olmuş fobik nesneden kaynaklanmaktadır. Bu temele göre herhangi bir nesnenin fobik bir uyaran olma konusunda eşit potansiyeli vardır. Bazılarına göre ise kesin fobik tepkiler diğerlerinin tepkilerini taklit etme veya hayali öğrenme yoluyla öğrenilmektedir.3 Din korkusu da genel olarak şartlanma yoluyla ortaya çıkmaktadır. Din korkusunu oluşturan faktörler çoğunluktadır: Gözle görünmeyen, kutsal olanın imgesel boyutu düşünüldükçe anlaşılmaz yönü nedeni ile olanı en göze çarpandır. Bunun yanında dini törenlerin kişide oluşan tedirginlik ve anlaşılmamaktan kaynaklanan, görünmeyen ve kutsallık yüklenen varlıklar hakkında anlatılan korkunç olayların meydana getirdiği, dini ibadetleri zorlayarak yaptırmanın huzursuzluğunun getirdiği, dini görevleri yerine getirememeden dolayı cehenneme gitme, psikolojik ve travmatik bir durum neticesinde oluşan, bilinmeyene karşı önyargı sonucunda oluşan korkular en belirgin olanlarıdır. Batıda İslamofobi kavramı “İslam düşmanlığı”, “İslam karşıtlığı” tanımları ile örtüştürülmekte ancak korkunun ana nedeni tam olarak ifade edilememektedir. Olgunun teorik bütünlüğü fobia ile şekillense de, pratikte kin ve nefret besleme anlamına gelmektedir. Doktora Öğrencisi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, [email protected] Doktora Öğrencisi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, [email protected]. 1 Sian Morgan, Phobia: A Reassessment: A Reassessment, Karnac Books 2003, s.15 Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2009, s.291. 3 Ronald M. Doctor, Ada P. Kahn, Christine Adamec, The Encyclopedia of Phobias, Fears and Anxieties, İnfobase Publishing 2009, s.16; Nemci Karslı, İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 13, ayı 1, 2013, s.76. 2 İslamofobi kelimesi, İngiltere’de 1996 yılında ırkçılıkla mücadele eden bir kuruluş olan The Runnymede Trust’a bağlı olarak İngiltereli Müslümanlar ve İslamofobi Konseyi adlı kuruluşun metinlerinde görülmektedir. Bu Konseyin ve Rockefeller Kuruluşunun da başında olan G.Conway 1997 yılında yaptığı çalışma sonrasında İslamofobi kelimesinin kullanımını iyice yaygınlaştırmıştır. Öte yandan 1998 yılında Birleşmiş Devletlerin İnsan Hakları Komisyonunun 54.oturumunda konuşan ırkçılık ile alakalı rapotörü Maurice GleleAhnanhanzo da İslamofobi kelimesini şu şekilde kullanmıştır: “Araplara karşı uygulanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gittikçe İslamofobi tutumu şeklini almaktadır.”4 Ayrıca EUMC The Runnymede Trust'un 11 Eylül saldırılarından sonra 2006 raporunda yaptığı tanımlamada İslamofobi kavramının şu ölçütlere dayandırıldığını açıklamaktadır: 5 1. İslam dini değişime kapalı, ilerlemeyen bütün bir blok olarak görülmektedir. 2. İslam dini "farklı" ve "başka" olarak görülmektedir. Diğer kültürlerle hiçbir ortak yönü yoktur. 3. İslam dini Avrupa'ya nazaran geride kalmış, barbar, akıldışı, cinsiyet ayrımcılığı yapan ve ilkel olarak görülmektedir. 4. İslam dini saldırgan, şiddet uygulayıcı, tehdit edici, terörizme eğilimli ve medeniyetler çatışmasına teşvik edici olarak görülmektedir. 5. İslam dini siyasi veya askeri yarar sağlamak için kullanılan bir ideoloji olarak görülmektedir. 6. Müslümanlar tarafından yapılan Avrupa hakkındaki eleştiriler hemen reddedilmektedir. 7. İslam düşmanlığı Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılıkları ve toplumdan dışlanmalarını haklı göstermek için kullanılmaktadır. 8. Müslüman düşmanlığı normal ve doğal olarak gösterilmektedir. Uygarlıklar kendilerini savunmak ve propagandalarını yapmak için sürekli kendilerine barbar ötekiler bulurlar. Bu anlamda İslamofobi insanlık açısından bir ilk değildir. Soğuk Savaş boyunca Batı, siyasal ve kültürel kimliğini anti-komünist eksende tanımlamaktaydı. Batı dünyası Doğu bloğunu işaret ederek kendini demokratik ve özgürlükçü olarak ifade etmekteydi. Bu bağlamda iki kutuplu dünya sisteminin son bulması, Batı için büyük bir meşruiyet eksikliği doğurdu. “Biz”i meşru kılacak bir “öteki” antitezi, yani Doğu bloğu ortadan kalkmıştır. İşte tam bu noktada “İslam tehlikesi” keşfedildi. Hatta bu bağlamda Ekim 1994 -Aralık 1995 tarihleri arasında NATO Genel Sekreterliği görevinde bulunan Willy Claes, 2 Şubat 1995 tarihinde Alman Sueddeutsche Zeitung gazetesine verdiği demeçte İslami Kökten dinciliği NATO ittifakı için çok ciddi bir tehlike olarak gördüğünü6 ifade etti. Bu çerçevede “komünizm tehlikesinin yerini “İslam tehlikesi” aldı. Sovyetler Birliği yerini İran’a bıraktı. Nasıl ki komünizm sadece silahlı bir tehdit olarak gösterilmekle kalınmayıp, Batı kültürünün ve değer yargılarının düşmanı gibi gösterildiyse, İslam dünyasına da aynı işlev yüklendi. 7 Bu çerçevede de Soğuk Savaş dönemindeki ortak düşmana (Sovyetler Birliği) karşı birliktelik, yerini güvensizlik ve düşmanlığa bırakmıştır. Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası dönem siyasal İslam’ın kendini Batı’ya karşı tanımlayıp, küreselleşmesine yol açmıştır. Buna karşılık Batı da İslamiyet’i bir güvenlik sorunu olarak algılamaya başlamış ve 11 Eylül ile 4 Mehmet Zeki Aydın, Belçika’da İslamofobi ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII/1, 2008, 7-32, s.9. 5 Geniş bilgi için bak.:http://www.runrwmedetrust.orq/publications/pdfs/islaı;ıophobia.pdf (12.06.20.96). 6 2 Subat 19954 Süddeutsche Zeitung’dan Aktaran Rienk W. Terpstra, “The Mediterranean, As A New Playing Field For European Security Organizations”, Helsinki Monitor, Vol. 8, No. 1, 1997, s. 48 – 58., Aktaran, Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009), s.1-26. 7 Bihter Çarhoğlu, “Medeniyetler Çatısması ve Batı Medyasında İslâm Söylemi: AlmanyaÖrneği”, Doğu Batı Düsünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s.207-213. beraber değiştirilmesi ve modernleşmeyle uyumlaştırılması gereken bir “öteki” olarak görmeye başlamıştır.8 İslam’ın özellikle batıda (Avrupa ve Amerika) zararlı bir din, ötekileştirilen bir kitle, radikal çerçevede terörist odağı haline gelmesinin birçok sebebi bulunmaktadır; dini, siyasi, ekonomik, sosyolojik, psikolojik vb. birçok neden yüzünden İslam/Müslümanlar, “ötekileştirilerek” barbar, cahil, gerici gibi adlandırılmalarla batı ve doğu ayrımının bir ucuna itilmişlerdir. Batı zihniyeti gayretkeşleri İslam ve Müslümanları, özellikle Hz. Muhammed’i medeniyet ve terakkiyatın düşmanı olarak göstermiş, milletler ve uygarlıklar arası uzlaşmazlığın belkemiğini oluşturarak literatürde İslamofobi ideolojisini canlı tutmuşlardır. Örneğin İslam’ın cihat ruhu ile yabancı ülkeleri fethetme mücadelesi birebir örtüştürülmekle kalınmamış, daha ileri gidilerek kan dökme, masum insanları öldürme, “kılıç dini” boyutuna kadar götürülmüştür. Günümüzde başta medyanın dezenformasyonu ile bombalı saldırılar, kılıçla kan dökmeler, saldırılar cihat adıyla toplumlara servis yapılarak terörist, fundemantalist, barbar kimliğinin örnekleri verilmektedir. DAEŞ, Boko Haram, El Kaide, Eş Şebab gibi İslam’ı tam olarak temsil etmeyen azınlıktaki örgütler sayesinde medyanın algı oyunlarıyla tüm İslam alemi terörist, tedhiş örgütü sıfatı ile damgalanmıştır. Unutulmamalıdır ki, batı zihniyeti bu ideoloji ile sahte bir haklılık ortaya koymuştur. Sağlam temellere dayanmayan, asılsız düşmanlıklar sayesinde amaca uygun zemin oluşturma çabaları gözlerden kaçmamaktadır. Tarihçe İslamofobi kelimesi “İslam” ve Yunanca “phobos” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Terim olarak İslamofobi İslam’a karşı önyargı ve Müslüman azınlığa karşı gösterilen ırkçılık şeklinde anlaşılabilir. 9 İngilizce İslamopobia “İslam korkusu” anlamıyla Türkçenin pek yabancı olmadığı bir kelimedir. Kelimenin kullanışı bakımından yoğunluk kazanmasına rağmen geri planının doldurulamadığı görünmektedir. İslamofobi medya ve siyasi söylemlerde sıkça ifade edilmesi ile aktüel bir kimlik kazanmış, ancak tanımı konusunda genel geçer bir kabulü söz konusu bulunmamaktadır. İslamofobi kavramının daha genel anlamda ‘yabancı düşmanlığını ifade eden ‘xenophobia’ kavramının uzantısında geliştirilmiş olduğu açıktır. Buna göre eğer yabancı düşmanlığı ya da korkusu, Müslüman kökenli insanlara ve gruplara yönelik ise bu olgu pekala İslamofobi olarak ifade edilebilir. Xenofobia yani yabancı düşmanlığı, Yunanca xenos/yabancı ve phobos/korku kelimelerinden oluşmakta ve ‘yabancı korkusu’ anlamına gelmektedir. Korku zamanla düşmanlığı da beraberinde getirdiği için yabancı korkusu kavramının yerini ‘yabancı düşmanlığı’ kavramı almıştır. 10 Terminolojik olarak İslamofobi kelimesi yeni görünse de İslam’ın ilk döneminden itibaren fiili olarak göze çarpmaktadır. Hz. Muhammed’in (SAV) İslam’ı yaydığı ilk andan itibaren Mekkeli müşrikler tarafından atalarının dininin ortadan kalkması, sürdürdükleri egemenliklere engel olunması, söz sahipliklerinin elden gitmesi endişeleri de aynı temele dayanmaktadır. Daha sonraları İslam’ın yayılma ve kabul görmesi, Hıristiyanlığı endişeye düşürmüş, gerçek olmayan ve belki de Hıristiyanlığın ilerlemesi adına tanışıklı, sahte bir korku şekliyle sahneye konulmuştur. Ta ki, İsa’dan sonra hızla yayılan din için Yahudiler 8 Rasim Özgür Dönmez, “Küreselleşme, Batı Modernliği ve Şiddet: Batı’ya Karsı Siyasal İslam”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2004, s. 81-114; Murat Aktaş, Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 2014, cilt 13. s.47. 9 Nemci Karslı, İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 13, ayı 1, 2013, s.80. 10 Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm – Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed. Kadir Canatan, Özcan Hıdır, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2007, s.26. tarafından antisemitizm adına sahte “Hıristofobi”nin ortaya çıkması gibi. Ne var ki, İsa döneminin coğrafyasına hakim olan Roma Mitra özentili din yapısının asıl korkusu ise Yahudiler olacaktır. Roma’nın pagan otoritesi özellikle cılız görünen İsevileri rakip görmeyi bir kenara bırakırsak, aslında tanımıyorlardı bile. Tanımalarına sebep olan güçlenmeleri değildi ve zaman gösterecekti ki, Roma’nın, İsa’yı ve zamanla güçlenen ve sayıca çoğalmaya başlayan yandaşlarını suçlamalarının temelinde Yahudilere olan kızgınlıkları yatacaktı. Çünkü Roma’nın Jupiter’ine karşı her iki din Yehova’ya inanmıyordu. Ancak Yahudilerin aksine İseviler kendi inançlarının haricindeki panteist inançları küfür sayıyorlardı. İlk zamanlar bir diğer monoteist yapı olan Yahudilerin Yaşlı Bilgeler Meclisi (Sandhendrin) tarafından İsevi doktrinleri pek umursanmamış, ancak halkın yoğun ilgisi karşısında sahip oldukları güç ve saltanatın kaybolmasından korktukları için Roma Valisi Pontios Pilatus’a şikayet etmişlerdir.11 Tarihin tanıklığıyla Yahudiliğin kabul görme aidiyeti Hıristiyanlığa olan tepkileri, Hıristiyanlığın İslam’a tepkileri ile hemen hemen aynı refleksi taşımaktaydı. Ancak ilk tepki İslam Peygamberine yakın çevresindeki müşriklerle adlandırılsa da uzun süre sonra Avrupa’nın kendi topraklarında olan Endülüs Emevileri ile düşmanlığın bel kemiği oluşturuldu. Tarık b.Ziyad’ın Fas’tan İspanya’da aşılmaz Capel Kayalığını (Cebel el Tarık) ele geçirmesi batının İslam’ı daha yakından tanımasına yol açtı. 732’de gerçekleşen ve Hıristiyanların “işgalci” Müslümanları yendiği Poitiers harbinden sonra bir sekizinci yüzyıl papazı olarak İsadore Pacencis, bu savaşta Müslüman ordularını yenen Hıristiyanların yeni kimliğini tanıtmak amacıyla Europenses (Avrupalılar) terimi icat etmiştir. 12 “Kılıç dini” ve “öteki düşman” olarak İslam, hem Hıristiyan dünyanın hem de çağdaş Batının kolektif kültürel şuur-altında derinlemesine yer etmiş görünmektedir. 13 Bir azınlığın dini olarak Avrupa’da İslam’ın tarihi, 12.yüzyıldan 15.yüzyıla kadar, Müslümanlara tölerans gösterilmiş olan İspanya’daki Hıristiyan krallıkta başladı. Kilise, ortaçağda yaşayan Yahudilere benzer şekilde buna da karşıydı, fakat devlet Müslümanlara koruma sağlamıştı. 16.yüzyılın başlarında Hıristiyan yönetimindeki tüm Müslümanların zorla vaftiz edilmesiyle bu durum sona erdi. Bir yüzyıl sonra onların torunları da sürüldü. Avrupa’nın diğer Hıristiyan ülkelerinde Müslümanlara karşı herhangi bir dini hoşgörü yoktu. Çok sayıda Müslüman köle güney Avrupa’nın ekonomisinde ortaçağın sonundan köleliğin kaldırıldığı 19.yüzyıla kadar önemli rol oynamıştı. Bu köleler vaftiz edilerek Hıristiyan isimleri verildi ve ancak din değiştirmeleri ve vaftiz karşılığında özgürlüklerini kazanabildiler. 14 Diğer taraftan 1095-1291 yılları arasında Roma Engizisyonunun başlattığı Haçlı Seferlerinde söz konusu odak noktası İslam’ın Aryanizm uzantısı olarak kabul görmesi, İstanbul Bizans Kilisesi’nin Hıristiyanlarca otorite kabul edilmesi hakkında endişe duyulması, uzak doğu dinlerin putperest olarak algılanması şeklinde yersiz düşman edinme tezahürlerinin arkasında Vatikan egemenliği ve menfaat sağlamayı amaç edindikleri sonraki yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Ancak (ilk Haçlı Seferinin başladığı dönem olarak) 11. yüzyıldan sonradır ki Bizans’ın İslam hakkındaki bilgisi peyderpey artmaya başlamaktadır. Haçlı Seferleri; bu dönemde görece daha az gelişmiş Hıristiyan toplumlarının tersine, İslam dünyasının servet ve lüks 11 Çetin Orhan, Dinler ve Mitoloji, İştirak Yayınları, İstanbul 2015, s.122. David Levering Lewis, God’s Crucible: İslam and the Making of Europe, 570 to 1215, New York:W.W.Norton 2008, ss.172-173. 13 Arthur F.Buehler, Çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batının “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014, s.124. 14 Pieter S.van Koningsveld, “Müslüman Varlığına Avrupanın Tepkisi”, Avrupa ve Amerika Müslümanları, ed. Hunter, Shireen ve Malik, Huma, çev. Cem Demirkan, Deniz Öktem vd, Gelenek Yayınları, 2003, s.79. 12 yaşantı içinde ‘yüzdüğüne’ dair bir imgeyi takviye edecektir. 15 İslam medeniyeti ve Uzak Doğu ilminin göz kamaştırıcı cazibesi, tabir yerindeyse batının aklını başından almıştır. Rönesansı tetikleyen en büyük unsur Çin ve Müslüman Türklerin mistik dünyalarında ürettikleri bilim ve teknoloji olmuştur. Bir bakıma Avrupa’nın kökenindeki unuttukları klasikleri Arap yazmalarında buldular. Doğu coğrafyası sadece batı medeniyetinin terakkisinde değil, her alanda inkışafına yol açtı. İslam’a duyulan yoğun nefretin yanı sıra İslam alimlerinden örnek aldıkları bir çok alanda hızlı bir gelişme kaydetmişlerdi. Medeniyetlerinin ilerlemesine yol açan İslam’a şükranlarını sunmak yerine nefretin had safhada olmasının nedeni aslında, Müslümanlar her ne kadar ileri medeniyete sahip olsalar da “ikinci sınıf, öteki, alt kimlik insanı” algısı hiçbir zaman değişmediği görülmektedir. Aslında batı kültürü rönesansın sonucunda ortaya koyduğu insan hakları, hürriyet, demokrasi alanındaki sosyal gelişimine rağmen, farklı kültürlere, çok sesliliğe, din ve düşünce özgürlüğüne tahammülleri olmadığını İslamofobide göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun yıllar Avrupa’da egemen güç olarak kalması Avrupalının bilinçaltında Türk ve Müslüman korkusu ve düşmanlığının yerleşmesine neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sömürgeci Avrupa Devletleri rövanşçı zihniyetiyle bazı Müslüman topraklarını işgal ederek Osmanlı’nın Avrupa’da Hıristiyan halka yapmadığı zulüm ve asimilasyonları uygulamaya koymuşlardır. Müslüman topraklarından çıkmak zorunda olduklarında ise kendi zihniyetlerine yakın yöneticiler koyarak Müslüman toplumun uzun yıllar anti demokratik bir şekilde yönetilmesine neden olmuşlardır. 16 Yirminci yüzyıla gelindiğinde doğu ve batı tabiriyle Müslüman ulus devletleri ve Avrupa Hıristiyan devletleri yerini almıştı. Ancak 1400 yıllık düşmanlık hiçbir şekilde değişmemişti. Aynı zamanda, şunu hatırlamamız da isabetli olacaktır; bu iki bölgenin seçkin insanları arasında milyonlarca karşılıklı kişisel değişimler, arkadaşlıklar ve evlilikler İbrahimi dinler ailesindeki büyük çoğunluğu teşkil edenler arasında paylaşılmış nitelikleri göstermektedir. Buna rağmen, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, İslam’a/Müslümanlara karşı süre giden düşmanlık bir fobi boyutuna intikal etti. Bu fobiyi İslamofobi haline getiren bir niteliği, şiddetini Müslümanlara/İslam’a yansıtması olmuştur.17 Artık yeni düzende aşırı sağcı ve ırkçı rejimler iktidar sahibi olmuşlardır. Ne var ki, modernizmin son döneminde Hıristiyan Avrupa’sı içinde barındırdıkları insan kitlelerinde eşitliği sağlayamamış, sosyal farklılıklar en aza indirilmiş olsa dahi bireyselliğin aşırı derece çoğalması sayesinde hümanizme rağmen Müslümanlara tahammül gösteremediler. Hatta 60’lı yılların sonlarında Türk ve Araplardan iş bulma veya ışıltılı bir hayata kavuşma amacıyla hızlanan Avrupa’ya göç dalgası dahi İslam’a karşı önyargıları yumuşatamamıştır. Yetmişli yıllara kadar Batıda geleneksel olarak var olagelen önyargılar bir ölçüde ortadan kalkmış gibi görünse de, İslamofobi marjinal bir kesim (özellikle aşırı sağcı ve ırkçılar) tarafından ifade ediliyordu. Avrupa’daki ‘yeni’ İslamofobinin tarihinin göç tarihiyle sıkı sıkıya bağlantılı olduğu konusunda bir uzlaşma var gibidir. İkinci Dünya Savaşından 1980’e kadar olan ilk döneminde Müslüman göçü, Avrupa’da geçici bir olgu olarak görüldüğü için Müslümanlar karşısında ciddi bir düşmanlık ve nefret söz konusu değildir. Hatta tam tersine ‘konuk işçilik’ döneminde Avrupa’da Türk ve Arap işçiler kötü koşullarda çalıştırılan zavallı insanlar olarak karşılanmıştır. Müslüman göçü, göç veren ülkeler tarafından değil, göç alan ülkelerin ihtiyaçları tarafından belirlendiği için ilk işçi göçmenler düşmanlıktan ziyade, günümüzde pek de rastlanmayan, konukseverlikle karşılanmışlardı. Yetmişli yılların başında resmen durdurulmasına karşın göç kaçak işgücü ve aile birleşimi 15 Matti Moosa, The Crusades: Conflict Between Christendom and İslam (Piscataway, NJ: Gorgias Press, 2008) Nemci Karslı, İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 13, ay 1, 2013, s.82. 17 Arthur F.Buehler, Çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batının “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014, s.126. 16 gibi nedenlerden dolayı fiilen devam etmiştir. Buna rağmen, bu yasal olmayan göçe karşı o yıllarda yalnızca aşırı sağ ve ırkçı çevreler tarafından cılız sayılabilecek bir direniş gösterilmiştir.18 İslam korkusu ve karşıtlığı konusunda en önemli travma 11 Eylül 2001 New York’ta İkiz Kulelere yapılan saldırıdır. Saldırının hemen ardından ABD Başkanı George Bush şu açıklamayı yapmıştır: “Terörizme karşı yürütülen haçlı seferi... Dünyanın her bölgesindeki, her bir ulusun bir karar alması gereken bir zaman bu. Ya bizimle beraber olurlar ya da teröristlerle beraber.” Ancak terörizm İslam’la özdeşleştirilmişti. O tarihe kadar tehdit ve sorun olarak görünen İslam karşıtlığı ile bu olayla birlikte bütün dünyada korku ve güvensizlik hakim oldu. Amerika ve Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede azınlıklara, Müslümanlara, Türklere, yabancılara karşı bir güvensizlik ve korku başlamıştır. Kökleri derinlerde olan İslam karşıtlığı/düşmanlığı, 11 Eylül’den itibaren hızla artan terör ve saldırılarla gittikçe keskinleşmiştir. Sebepleri 1-Müslümanların Kimliği: Yüzyıllar boyunca batı ve Avrupa’nın İslam’a karşı düşmanlıklarının kaynağının sadece kendilerinde aramak oldukça cüretkar ve subjektif bir tavır olacaktır. Dolayısıyla Avrupa’da yaşayan, 1960’lardan itibaren Avrupa’ya göç eden Müslüman kitlelerin İslam’ı tanıtmada yetersiz olduğu vurgulanabilmektedir. Ne var ki, azınlık ve göçmen olan Müslüman kitleler arasında, dil, kültür, siyasi, dini, milli açıdan çeşitlilik gözlenmektedir. Başta Türkler, Kuzey Afrikalılar, Orta Doğu ve Uzak Doğulular olmak üzere oluşan farklı azınlıklar hakkında İslam bütünlüğü veya genel bir birlikten bahsetmek mümkün değildir. 1980 sonrası özellikle dini alanda Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde örgütlenme eğilimi ortaya çıkmasıyla “resmi İslam” (official İslam)-“karşı İslam” (alternative İslam) algılaması söz konusu olmuştur. Bu karşıtlığın örgütlenme ve temsil konusunda bir zayıflık oluşturduğu söylenebilirse de, son yıllarda Türkiye’nin değişen siyasi dini yapısı nedeniyle söz konusu karşıtlığın önemli ölçüde belirsizleştiği söylenebilir. 19 Bununla beraber Müslüman kimliğindeki bireylerin İslami anlamda bilgi ve tecrübelerinin yetersiz kaldığı söylenebilir. İslam hükümleri ile yaşantıları arasında farklılıklara zoraki tevil yapılarak bir yol bulma çabaları daha büyük sorunları ortaya koymaktadır. Bilgisizliğin verdiği cesaretle, ictihat kapılarının kapandığı, kişiye göre günah ve haramların hükme bağlandığı, fütursuz fetvalarla masum insanların katledildiği tarih boyunca göze çarpmıştır. Bu tarz gayretkeşliğin adı ne olursa olsun Allah’ın ve Hz. Muhammed’in (SAV) bildirdiği ilahi mesajlardan çok uzak bir amacı temsil etmişlerdir. Orta doğuda kırılgan olarak oluşturulan ulus-devlet sınırlarında din, fikir, etnik yapı farklılıkları normal şartlarda olumlu ve belki de müsamahalı yaklaşımlar sergilenmekteyken, bu coğrafyada kaos ve bunalıma dönüşmektedir. İslami ideolojiler yüzünden batı karşısında İslam’ın/Müslümanların ötekileştirilmesinin yanı sıra Orta doğuda batı sömürgeciliği, İslam coğrafyasında cihat anlayışının farklı çeşitlerini ortaya çıkarmıştır. En tehlikesi de Allah adına şiddet, öldürme tarzına dönüşmüş tezahürleridir. Bu sayede şiddet ve korkunun ön planda tutulduğu ictihat yorumlarının dogmatik yaklaşımlarıyla aşırıcılığa gidilmiştir. 18 Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm – Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed. Kadir Canatan, Özcan Hıdır, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2007, s.44-45. 19 M.Ali Kirman, İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı, Doğulu mu?, İslami Araştırmalar, 2010, s.34; S. Akgönül, “Din, Çok Bağımlılık ve Kimlik Korkusu Ekseninde Fransa Türkleri”, Türkiye’den Fransa’ya Göç ve Göçmenlik Halleri, D.Danış ve V.İrtiş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008:107-8. Terörle ilgili sıfatlandırmanın hiçbir şekli İslam’la aynı kategoride değerlendirilmesi uygun düşmemektedir. Zira İslam’a özgü olan Yüce Allah’ın vahiy temelli yapısı, kültürü, felsefesi ile bizzat terörün kendisi olamayacağı bilinmelidir. Başka bir ifadeyle İslami terör veya İslam’a ait terör olamaz. Arapça SLM kökünden türetilen İslam kelimesi; barış, güvenlik, huzur anlamına gelmektedir. Ancak terörle ilişkilendirilen İslami grupların varlığı da bir gerçektir. İslam ve İslamcılık ayrımının keskin bir şekilde ayrımı yapılamadığı için Kur’ân ve Sünnete dayalı İslam yapısının siyasal bir ideolojiye dayandırılması ile radikal bir sisteme dönüştürüldüğünü İslami gruplarda görebilmekteyiz. 2-Batıdan Kaynaklanan Sebepler: İslam/Müslüman hakkında hiç bilgisi olmayan batı insanları medya aracılığı ile irrasyonal ve taraflı bilgi edinmektedir. Çoğu batılı insana göre İslam, şiddet içeren, kan döken, başka dinlere yaşama hakkı tanımayan, dogmatik bir yapı olarak bilinmektedir. Bunun en önemli sebebi hiç kuşkusuz radyo, televizyon, gazete ve internettir. İslam’ı aşağılayan birçok film batının bilinçaltında İslamofobiyi meydana getirmiştir. Son yıllarda İslam/Müslümanlar aleyhine oluşturulan propagandalara örnekler: 29 Kasım 2009 yılında İsviçre Halk Partisi ve Federal Demokratik Birlik Partisi öncülüğünde başlatılan kampanya sonucunda İsviçre genelinde bir referandum gerçekleşmiş ve referandumda İsviçre Halkının %57’si yeni inşa edilecek olan camilere minare yapılmaması yönünde oy kullanmıştır. 30 Eylül 2005’te Kurt Westergaard tarafından çizilen ve Jyllands Posten gazetesinde yayınlanan bir karikatürde, Hz. Muhammed’i (SAV) sarığında bomba taşıyan, gaddar bir terörist olarak çizmiştir. Bu karikatür İslam dünyasında büyük tepkilere yol açmasına rağmen gazeteye destek vermek için Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Hollanda’daki bazı gazeteler karikatürü yayınlamışlardır. Fransa’da Nisan 2011 yılında çıkarılan yasaya göre kamusal alanda Müslüman kadınların kapanması ve burka giymesi yasaklanmıştır. 27 Mart 2007’de Hollanda’da Özgürlük Partisi Başkanı aşırı sağcı Geert Wilders “Fitne” isimli İslam’a hakaret içeren filmi internette yayınlamış, sert tepkiler gösterilerek dava açılmış, ancak hakkında açılan davadan berat etmiştir. 11 Eylül 2010 tarihinde rahip Terry Jones eline Kur’ân alarak yakacağını söyleyerek “Kur’ân yakma günü” ilan etmiş, ancak 20 Mart 2011’de Kur’ân yakmıştır. Çıkan olaylar sonucu Afganistan’da Birleşmiş Milletler Yardım Ofisine saldırı gerçekleşmiş ve sekiz kişi ölmüştür. 22 Temmuz 2011 tarihinde Norveç’in Oslo Şehrinde Ütopya adlı adada yaz kampına silahla saldıran Anders Behring Breivik, 77 kişiyi öldürmüş, 242 kişiyi yaralamıştır. Gariptir ki, Breivik’in İslam karşıtlığı ve düşmanlığı, Müslümanların terörist olduğu yönündeki manifestosu ele geçirilmiştir. Papa 16.Benedith ve özellikle George Bush başta olmak üzere batının terörle mücadele için Müslüman ülkelerini işbirliğine davet etmesine rağmen, aynı hassasiyeti İslamofobi ile mücadelede göstermemektedirler. Çok kültürlülüğü yansıtan Avrupa’nın aslında farklı bir yapıyla karşılaşınca “öteki”ne tahammülü olmadığını göstermektedir. Eylül 1988’de Hint Asıllı yazar Selman Rüşdi, Hz. Muhammed’e (SAV) dil uzatan, İslam’ı pagan putperestliği ile eşit sayan, Kur’ân-ı Kerim’de şeytan tarafından putlara övgü karıştırıldığını savunan Şeytan Ayetleri kitabını yazdığında özellikle Müslüman ülkelerde infiale yol açtı. Hakkında ölüm fermanı çıkması nedeni ile İngiltere Kraliçesi tarafından korunmuş ve 2008 yılında kendisine ‘şövalye’ ünvanı verilmiştir. Aslında şövalyelik ünvanı Haziran 2007 yılında verilmesi gerekirken İran’ın açık tehdidi zamanı ileri tarihe attığı zannedilse de BBC’nin açıklamalarında “Rüşdi’nin bu unvan ile ödüllendirilmesinin “bir kez daha Müslümanları yaralamak” anlamına geldiğinin belirtildiği açıklamada, bu unvanın “İngiltere’ye ve ülkenin çıkarlarına katkıda bulunan kişilere” verildiğinin altı çiziliyor. 20 Diğer sebep, Müslüman olmayan ülkelerin liderlerinin siyasi çekişmede İslamofobi faktörünü ön plana çıkarmalarıdır. Batının aşırı sağcı grupları İslam’a önyargıları olan kitleleri arkalarında sürüklemenin İslamofobi ile daha kalıcı olacağını ön plana çıkarmışlardır. Kuşkusuz siyasi nedenler sayesinde taraftarından oy alan kesim böylelikle kazançlı çıkmıştır. İslam ve Müslümanlar üzerinden korku ve kaygı üretimi için her türlü medyayı ve imkanı kullanarak artık dünya çapında giderek güçlenen bir “İslamofobi Endüstrisinden” bahsedilmektedir.21 Bu endüstri birilerinin kasasını doldururken veya bazı siyasi partilere oy olarak dönerken toplumların ve insanlığın barış ve huzuru yara almaktadır. 22 Batı medyasında şiddet içerikli eylemlerin baş aktörü devamlı surette Müslümanlar olmuştur. Boko Haram’ın, DAEŞ’in, Hizbullah’ın, Taliban’ın yaptıkları medyada defalarca servis edilirken, Budistlerin Arakan’daki zulümleri, İsrail’in Filistin halkına yaptıkları, Sırpların Boşnak katliamı aynı etkiyi göstermemiştir. Kitle medyası; eylemlerin siyasi, ekonomik ve askeri sebeplerini tecrit etmek yerine Müslümanların bir şekilde dahil olduğu bütün olayları dini saiklerle gerçekleştirilmiş olaylar olarak resmetmektedir. Öte yandan, örneğin İsrail, Hindistan, ABD ya da Sri Lanka’da din adına icra edilen şiddet, o dinin diğer mensuplarıyla çok nadir olarak ilişkilendirilir. Dünya yüzeyinde Hindu, Budist, Yahudi ve Hıristiyan teröristler hakkında bir yazıya neredeyse hiç rastlanmaz.23 Bu tablonun ortaya çıkmasında, medyanın yanı sıra birçok kurum ve aktörün katkısı vardır. Bunların başında da siyasi aktörler gelmektedir. Özellikle siyasi aktörler, son kertede olumsuz İslam algısını besleyen bir yaklaşımla Ortadoğu’ya yönelik bir politika, strateji ve eylemlerine meşruiyet kazandırmak için köktenci İslam’a, İslamcı teröre gönderme ve vurgu yapmaktadırlar. Medya ve siyaset iç içe olduğu için, biri diğerini daima beslemekte ve desteklemektedir. Dolayısıyla bir İslam karşıtlığı sarmalı oluşmakta ve bu sarmal diğer kurumları da olumsuz etkilemektedir. 24 Doğu ve Batı sentezinin ve özellikle doğunun ötekileştirilmesine zemin hazırlayan en gizli etken oryantalizm olmuştur. Şarkiyatçıların genel tavrı yaptıkları araştırmaların, tezlerin olumsuz kısmından ele alarak içselleştirme gayretine girmeleridir. Doğu araştırmacılarının önyargıları sayesinde, beraberinde şehvet düşkünü, kana bulayan, kin ve nefret tohumları eken bir doğu tablosunu Avrupa’da resmetmiştir. Doğuya bu kadar nefretle bakılmasına rağmen düşündürücü olan ise, doğudan aldığı kültür, medeniyet, sanat, bilim, tarih vb. alanlardaki esin kaynakları ile Avrupalılar rönesans hareketini başlatmışlardır. Diğer yandan batının bilinçaltındaki İslamofobi için Buehler şu şekilde bir yaklaşım sergilemiştir: Bireylerde yansıtma ilkesi, Sigmund Freud’un modern psikolojiye katkılarından biridir. Freud; bireylerin, itiraf edilmemiş olumsuz karakter özelliklerini diğer insanlara yansıttıklarını keşfetmişti. Bu olumsuz özellikler bütünü “karanlık taraf” diye adlandırılır, çünkü bu özellikler bireyce görünemez niteliktedir. “(Kötücül) öteki”nin psikolojik olarak oluşturulma tarzı böyledir. Aynı yansıtma ilkesi; kabile, din ya da millet anlamında insan grupları için de geçerlidir. Yani, insan grupları sonuç olarak bir “öteki” ya da bir “düşman” oluşturmak amacıyla kendi karanlık taraflarını diğer insan gruplarına yansıtırlar. Birey olumsuz bulduğu özellikleri (ve itiraf etmemeyi seçtiği bazı özelliklerini) başka bir bireye ya 20 BBC, http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/6760927.stm, erişim tarihi: 27.09.2012. Nathan Lean, çev. İbrahim Yılmaz, İslamofobi Endüstrisi, DİB Yayınları, Ankara 2005. 22 Ergin Ergül, İslamofobi Olgusu Bağlamında Terörle Mücadele Dili ve Politikaları, TAAD, 2005, Sayı 22, s.309. 23 Arthur F.Buehler, çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batı’nın “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014, s.131. 24 Vahap Göksu, Rukiye Saygılı, Amerikan Medyasının İslam Algısı, İslamofobi, Kolektif bir Korkunun Anatomisi, Sempozyum Tebliğleri, Ankara 2012, s.277. 21 da gruba bilinçdışı olarak yansıttığında bir anlamda kötünün somutlaştırılması söz konusu olur. “Biz onları [ötekiyi ya da düşmanı] kendi kötücül öznel ya da nesnel imgelerimizi dışsallaştırmak amacıyla kullanırız; diğer bir deyimle, kabul edilemez düşüncelerimizin yansıtmalarını bu imgelere zemin yaparız (ya da bu imgelere ‘karılmış’ hale getiririz). 25 Aslında batının yöneticileri ve halk arasında İslamofobiyi körükleyen en önemli sebep bilgisizliktir. Batı için İslam ve diğer yabancı dinler yeterince bilinmediği için devamlı surette bir korku fenomenidir. “Her ne kadar her Müslüman terörist değilse de, her terörist Müslüman’dır” ifadesi Danimarka’da devlet okullarında okutulan bir din dersi kitabından alınmıştır. Bu ülkede beşinci sınıf öğrencilerine verilen din derslerinde İslam ile ilgili bölüm, “köktendincilik” ve “terörizm” başlıkları altında ele alınmaktadır. “Biz ve Hıristiyanlık” adındaki ders kitabında öğrenciler, önce 11 Eylül saldırıları gibi olaylardan ve Usame Bin Ladin hakkındaki ön bilgilerden sonra İslam hakkında bilgi almaktadır. Bir papaz ve karısı tarafından yazılan bu kitap, tepkiler üzerine piyasadan kaldırılmışsa da, söz konusu olay, batı dünyasındaki İslam korkusu ve anti-islamist tutumlar konusunda somut ve önemli ipuçları vermektedir. Her şeyden önce bu durum, batıda İslam karşıtlığının sadece sivil kesimler tarafından değil, bizzat devlet tarafından ve eğitim kurumlarında yapıldığını gösterir. 26 İslam’ın “bir insanın ölümünü bütün insanlığın ölümü olarak gördüğünü” söylemeniz, İslam’ın barış dini” olduğunu anlatmanız, selamın “benden sana zarar gelmez” anlamına geldiğini haykırmanızın Batı medyası açısından bir değeri ve anlamı yok. Çünkü, küresel emperyalizm ve küresel sömürü düzeni İslam’ı hedef tahtasına koyarak, şeytanlaştırarak, itibarsızlaştırarak küresel cinayetlerini, haksızlıklarını, barbarlıklarını meşrulaştırmak, uluslar arası toplumun idrakinden kaçırmak istiyor.27 Batının kendisinden olmayanı tek tip haline getirerek dışlama politikasının arka planında kendi tarihinde yaptıklarının inkarı yatmaktadır. İslam’a karşı kurguladıkları negatif senaryoların ardında yatan da aynı inkar yatmaktadır. Zira ABD ve Avrupa başta olmak üzere tüm İslam karşıtlarının tarihlerinde birçok katliam, kanlı olay gerçekleştirdikleri halde bu trajik olayları tam anlamıyla bir tanımın içine veya kategoriye sokulmamıştır. Örneğin 2.Dünya Savaşında Adolf Hitlerin Yahudi soykırımı veya Amerikalıların Kızılderilileri öldürmelerinde “Hıristiyan terörü” denilmemektedir. Tam anlamıyla bir kışkırtma örneği sergileyen batının itinayla Müslümanların hassasiyet gösterdiği iman akidesine hakaret eden veya aleyhinde yaptığı bir propaganda karşısında Müslümanların gösterdiği reaksiyonu aşağılayan bir pozisyona düşmektedirler. Sonuç olarak İslamofobi’nin fikri ve fiili alt yapısını oluşturanlara, güncelleyenlere ve yeni çeşitlerini geliştirenlere yönelik “cevap üretme” noktasında oluşturulan birikimin ve harcanan enerjinin, “İslam ve Müslümanlar kötü değildir” savunmasından “İslam iyiliği emreder ve Müslümanlar iyidir” paradigmasına dayanan çağrıya, teklif ve tebliğ zeminine taşınması gerekmektedir. Bunun yanın Avrupa’nın bilinçli olarak yürüttüğü politikalar İslam’ın terör ve korku ile yan yana kullanılmasına neden oluyor. Kanaatimizce Avrupa gerçek anlamda Müslüman olmadığı sürece İslamofobi durumu da devam edecektir. Zira batı oluşturduğu bu korku ve tehdit algısı sayesinde İslam ülkelerine dilediği gibi müdahale 25 Arthur F.Buehler, çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batı’nın “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014, s.135. 26 Tuba Er, Kemal Ataman, İslamofobi ve Avrupa’da Birlikte Yaşama Tecrübesi Üzerine, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt 17, sayı 2, s.766-767; Kadir Canatan, İslamofobi ve Anti-İslamizm-Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım, Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed.Kadir Canatan, Özcan Hıdır, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2007, s.7-8. 27 Ali Yalçın, “Evrensel Ötekileştirme” Aparatı İslamofobiyle Mücadele Yöntemi; İnsan Ortak Kimliğinde Buluşma, Kamuda Sosyal Politika Dergisi, 2016, sayı 34, s.6 edebilmektedir. Batı kamuoyu da bu algı nedeniyle vicdani olarak belki de hiçbir rahatsızlık duymamaktadır. KAYNAKÇA Sian Morgan, Phobia: A Reassessment: A Reassessment, Karnac Books 2003. Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2009. Ronald M. Doctor, Ada P. Kahn, Christine Adamec, The Encyclopedia of Phobias, Fears and Anxieties, İnfobase Publishing 2009. Mehmet Zeki Aydın, Belçika’da İslamofobi ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII/1, 2008, 7-32. http://www.runrwmedetrust.orq/publications/pdfs/islaı;ıophobia.pdf (12.06.20.96). Süddeutsche Zeitung’dan Aktaran Rienk W. Terpstra, “The Mediterranean, As A New Playing Field For European Security Organizations”, Helsinki Monitor, Vol. 8, No. 1, 1997, s. 48 – 58., Aktaran, Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009). Bihter Çarhoğlu, “Medeniyetler Çatısması ve Batı Medyasında İslâm Söylemi: AlmanyaÖrneği”, Doğu Batı Düsünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007. Rasim Özgür Dönmez, “Küreselleşme, Batı Modernliği ve Şiddet: Batı’ya Karsı Siyasal İslam”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2004. Murat Aktaş, Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 2014, cilt 13. Nemci Karslı, İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 13, ayı 1, 2013. Çetin Orhan, Dinler ve Mitoloji, İştirak Yayınları, İstanbul 2015. David Levering Lewis, God’s Crucible: İslam and the Making of Europe, 570 to 1215, New York:W.W.Norton 2008. Arthur F.Buehler, Çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batının “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014. Pieter S.van Koningsveld, “Müslüman Varlığına Avrupanın Tepkisi”, Avrupa ve Amerika Müslümanları, ed. Hunter, Shireen ve Malik, Huma, çev. Cem Demirkan, Deniz Öktem vd, Gelenek Yayınları, 2003. Matti Moosa, The Crusades: Conflict Between Christendom and İslam (Piscataway, NJ: Gorgias Press, 2008). Nemci Karslı, İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 13, ayı 1, 2013. Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm – Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed. Kadir Canatan, Özcan Hıdır, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2007. M.Ali Kirman, İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı, Doğulu mu?, İslami Araştırmalar, 2010. S. Akgönül, “Din, Çok Bağımlılık ve Kimlik Korkusu Ekseninde Fransa Türkleri”, Türkiye’den Fransa’ya Göç ve Göçmenlik Halleri, D.Danış ve V.İrtiş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008. BBC, http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/6760927.stm, erişim tarihi: 27.09.2012. Nathan Lean, çev. İbrahim Yılmaz, İslamofobi Endüstrisi, DİB Yayınları, Ankara 2005. Ergin Ergül, İslamofobi Olgusu Bağlamında Terörle Mücadele Dili ve Politikaları, TAAD, 2005, Sayı 22. Arthur F.Buehler, çev. Mehmet Atalay, İslamofobi: Batı’nın “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 55:1, 2014. Vahap Göksu, Rukiye Saygılı, Amerikan Medyasının İslam Algısı, İslamofobi, Kolektif bir Korkunun Anatomisi, Sempozyum Tebliğleri, Ankara 2012. Tuba Er, Kemal Ataman, İslamofobi ve Avrupa’da Birlikte Yaşama Tecrübesi Üzerine, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt 17, sayı 2. Ali Yalçın, “Evrensel Ötekileştirme” Aparatı İslamofobiyle Mücadele Yöntemi; İnsan Ortak Kimliğinde Buluşma, Kamuda Sosyal Politika Dergisi, 2016, sayı 34.