HlsToRY - Bülent Şener

advertisement
HlsToRY
,' .-l
\q
^d
t\.
h.:J
llılllıllll]
'
§.-
,
Pref.or.YE i]iozrÜnK
D.ç
Dr.
olnin (Öla
History Studies
International Journal of History
History Studies Dergisi üç ayda bir yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir.
History Studies Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların, dil, bilim ve hukûki açıdan
bütün sorumluluğu yazarlarına, yayın hakları History Studies Dergisi’ne aittir.
Yayınlanan yazılar yayıncının yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen herhangi bir şekilde
basılamaz, çoğaltılamaz.
Yayın Kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir.
Gönderilen yazılar iade edilmez.
The History Studies is an international, peer-reviewed quarterly journal.
Authors bear the sole legal responsibility for their published works in the History Studies.
The History Studies has the sole ownership of copyright to all published works. No part of
this publication shall be produced in any form without the written consent of the History
Studies.
The Editorial Board makes the final decision to publish articles.
No article is returned to authors.
History Studies
Indexed by ASOS, EBSCO, DOAJ, Index COPERNICUS,
and Index ISLAMICUS
ISSN: (Print) 1309 - 4688 - (Online)1309 - 4173
Samsun, Kasım / November 2012
Volume 4 / 4 2012
History Studies
Volume 4/4 2012
History Studies
International Journal of History
Editors:
Prof. Dr. Yücel ÖZTURK
Assoc. Prof. Dr. Osman KOSE
Ondokuz Mayis University, Faculty of Education, Kurupelit - Samsun, TURKEY
Tel: +90 362 312 19 19
Fax: +90 362 457 60 78
E-mail: [email protected]
Web: http://www.historystudies.net/
History Studies
Volume 4 / 4 2012
History Studies
Volume 4/4 2012
HISTORY STUDIES
Uluslararası Hakemli Dergi / International Journal of History
Sahibi / Owner
Osman KÖSE
Editör / Editor
Osman KÖSE
Editor Yardımcıları / Associate Editors
Sibel ÜST - Tamer BALCI
Yayın Kurulu Başkanı / Director of Editorial Board
Bünyamin KOCAOĞLU
Genel Koordinatör / General Coordinator
Mehmet Dursun ERDEM
Türkçe Dil Editörü / Turkish Language Editor
Mehmet AYDIN
İngilizce Dil Editörü / English Language Editor
Christopher L. MILLER
İtalyanca Dil Editörü / Italian Language Editor
Marco MIOTTO
İspanyolca Dil Editörü / Spanish Language Editor
Glenn MARTINEZ
Fransızca Dil Editörleri / French Language Editors
Kenan ġEN - YaĢar DEMIR
Dil Uzmanları / Language Experts
Salih KILIÇ – Nazlı MURZĠOĞLU
Aslıhan YILDIZ – Rabia Esra ÇETĠNKAYA
Kaynakça Sorumlusu / Bibliography Processor
Önder DUMAN
İletişim Sorumluları / Coorrespondents
Mehmet KOÇER - M. Bilal ÇELĠK
Baskı Sorumluları / Print Masters
Ali SEYLAN – Ramazan BÖLÜK - Ahmet AKġAR
Ayhan SERTKAYA - ġule GÜN - Yakup YILMAZ
Teknik Sorumlular / Technical Crew
Hasan ATSIZ – Orhan ÇAM
Yayın Kurulu / Editorial Board
Necmettin ALKAN - Mehmet AYDIN - Hasan BABACAN - Tamer BALCI - Mehmet BEġĠRLĠ - Mustafa ÇOLAK - Ümit EKĠN
Ġlhan EKĠNCĠ - Zafer GÖLEN - Behset KARACA - Erol KAYA - Telli KORKMAZ - Cemalettin KÖMÜRCÜ - Kemalettin
KUZUCU - Bayram NAZIR - Selim ÖZCAN - M. Fatih SANCAKTAR - HaĢim ġAHĠN - Mucize ÜNLÜ - Zübeyde G. YAĞCI
Yücel YĠĞĠT
Danışma Kurulu / Advisory Board
Dursun Ali AKBULUT - Mehmet ALPARGU - Metin AYIġIĞI - Arif BĠLGĠN - Salim CÖHCE - Mustafa DEMĠR - Abdullah
GÜNDOĞDU - Nedim ĠPEK - Turhan KAÇAR - Hikmet ÖKSÜZ - Mehmet ÖZ - Azmi ÖZCAN - Yücel ÖZTURK - Fahri
SAKAL - Haluk SELVĠ - Enis ġAHĠN - Ömer TURAN - Mehmet Ali ÜNAL - Yavuz ÜNAL - Cevdet YILMAZ
History Studies
Volume 4/4 2012
HISTORY STUDIES
Uluslararası Hakemli Dergi / International Journal of History
Volume 4 / 4 2012 - Hakemler / Referees
Assist. Prof. Dr. Tamer Balci / University of Texax-Pan American
Yrd. Doç. Dr. Betül Batır / Ġstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Hakkı BüyükbaĢ / Erciyes Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Bilgin Çelik / Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Zeki Çevik / Balıkesir Üniversitesi
Doç. Dr. Songül Çolak / Gazi Osman PaĢa Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Alparslan Demir / GaziosmanpaĢa Üniversitesi
Doç. Dr. Önder Duman / Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Doç. Dr. Ümit Ekin / Sakarya Üniversitesi
Doç. Dr. Ġlhan Ekinci / Ordu Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. DilĢen Ġnce Erdoğan / Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Zafer Gölen / Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Doç. Dr. Abdülkadir Gül / Erzincan Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sadullah Gülten / Ordu Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Muhittin KapanĢahin / Erciyes Üniversitesi
Doç. Dr. Füsun Kara / Fırat Üniversitesi
Doç. Dr. Behset Karaca / Süleyman Demirel Üniversitesi
Doç. Dr. Rıza Karagöz / Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Oktay Karaman / Giresun Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kayhan / Onsekiz Mart Üniversitesi
Assit. Prof. Dr. Suphan Kırmızıaltun – University of Texas Austin
Doç. Dr. Bünyamin Kocaoğlu / Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Nurgün Koç / Karabük Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ali Kozan / NevĢehir Üniversitesi
Assoc. Prof. Dr. Christopher L. Miller - University of Texax-Pan American
Doç. Dr. Bayram Nazır / GümüĢhane Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa Oral / Akdeniz Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Uğur Özcan / Ahi Evran Üniversitesi
Doç. Dr. Fahri Sakal / Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Doç. Dr. Serdar Sakin / Erciyes Üniversitesi
Doç. Dr. Hava Selçuk / Erciyes Üniversitesi
Prof. Dr. Haluk Selvi / Sakarya Üniversitesi
Doç. Dr. Hasan Ali ġahin / Erciyes Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Emine ġam / Amasya Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Muhammet Ulutürk / Batman Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Veli Ünsal / Ahi Evran Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Seda Ünsar / Ġstanbul Arel Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. M. Serhat Yılmaz / Kastamonu Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Yücel Yiğit / Balıkesir Üniversitesi
History Studies
Volume 4/4 2012
CONTENTS / İÇİNDEKİLER
Neslihan Altuncuoğlu
Uluslarası AntlaĢmalar IĢığında Ege Adaları Sorunu
1-13
The Aegean Islands Issue under the Light of International Treaties
Resul Babaoğlu
Türkiye Rum Cemaati ve 6/7 Eylül 1955 Olayları
15-34
The Greek Community of Turkey and the 6/7 September Incidents of 1955
Rahul Bhaumik
35-63
The Natural History of Indian Serpents: Dr. Patrick Russell, Colonial Medicine and the
British Empire
Hindistan Yılanlarının Doğal Tarihi: Dr. Patrick Russell, Koloni Eczacılığı ve İngiliz
İmparatorluğu
M. Bilal Çelik
Saidiye Hanlığı ve Hocalar Devri Kaynakları (1514-1762)
65-89
Sources of the Khanate of Saidiya and the Khojas Period (1514-1762)
Şenol Çelik
91-108
Osmanlı Devleti’nde Reâyâ (Köylü-Çiftçi) - Yörük (Göçebe) Ayrımı ve Ġçel Sancağı
Örneği
Subjects (Peasant-Farmer) - Yörük (Nomad) Difference in the Ottoman Empire: the Case of
District of İçel
Emrah Çetin
109-124
Türk Basınında Hicaz Demiryolu ĠnĢaatının Finansmanı Meselesi (1900-1908)
The Funding of Hejaz Railway Project in the Turkish Press (1900-1908)
Recep Dündar
125-146
H.1053-M.1643 Tarihli 8428 No’lu Cizye Defteri’nin Tanıtımı ve Değerlendirilmesi
The Introduction and Evaluation of the Poll-Tax Account Book No. 8428 for the year 1643 (H.
1053)
H. Hande Duymuş Florioti
M.Ö. I. Binyıl’da Mezopotamya’da Nehir UlaĢımı: Asur Örneği
147-159
Mesopotamia River Transportation in the First Millennium B.C.: The Assyrian Case
Sadullah Gülten
161-169
Bozok Sancağı’nda Köylerin TeĢekkülüne Dair bir Örnek: Çokradan Köyü
An Example of Village Formation in Bozok Sanjak: Çokradan Village
History Studies
Volume 4/4 2012
Nesrin Atıcı Kanberoğlu
Osmanlı’dan Cumhuriyete Heykel Sanatının Yolculuğu
171-189
The Journey of Sculpture from the Ottoman Empire to the Republic
Muhittin Kapanşahin
Büyük Selçuklu Sultanları ile Abbası Halifelerinin ĠliĢkileri
191-218
The Relations Between the Seljuk Sultans and the Abbasid Caliphs
Elif Emre Kaya - B. Zakir Avşar
219-244
Ġktidar - Muhalefet ĠliĢkilerinde Değerlendirilemeyen Bir ĠyileĢme ġansı: Adnan
Menderes’in Uçak Kazası Üzerinden Siyasal ĠletiĢim ĠnĢa Çabaları
A
Missed Opportunity to Ease the Government-Opposition Relations: Political
Communication Building Efforts after the Aircraft Accident of Adnan Menderes
Cengiz Mutlu
245-260
Birinci Dünya SavaĢı’ndan Milli Mücadele’ye Ġsviçre’de Osmanlı Aleyhtarı
Propaganda ve Osmanlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Faaliyetleri
From First World War to Turkish National Struggle Anti-Ottoman Propaganda in Switzerland
and the Actions of the Ottoman Association for the Defence of Rights
Mücahit Özçelik
1918 BükreĢ AntlaĢması
261-275
1918 Bucharest Treaty
Cihan Özgün / Aysun Sarıbey Haykıran
277-292
Osmanlı Ġmparatorluğu’nun Son Zamanlarında EĢkiyanın Gölgesinde Bir Kaza:
KuĢadası
A Town under the Shadow of Bandits in the Late Ottoman Empire: Kuşadası
Ali Özkan
Enver Hoca Döneminde Arnavutluk’ta Din-Devlet ĠliĢkisi
293-316
Religion And State Relations in Albania During the Enver Hoxha Period
Mustafa Salep
II. Dünya SavaĢı Yıllarında Sovyet DıĢ Politikası ve Sovyet Emperyalizmi
317-345
The Soviet Foreign Policy and Soviet Imperialism During World War II
Tahir Sevinç
347-372
Seyyit Fethi Efendi’nin ġam Defterdarlığı ve Muhallefatının Müsaderesi (1728-1746)
The Damascus Chief Treasurer Seyyit Fethi Efendi and the Confiscation of His Property
(1728-1746)
Cemal Sezer
373-384
Birinci Dünya SavaĢı’nda Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Sağlık Alanındaki Faaliyetleri
The Medical Activities of the Red Crescent Society during World War I
History Studies
Volume 4/4 2012
Bülent Şener
385-413
Ağrı Ġsyanı (1926-1930) ve Türkiye-Ġran Krizi (1930):Türk DıĢ Politikası Tarihinde
Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
Rebellion of Ağrı (19261930) and TurkeyIran Crisis (1930): An Application of Coercive
Diplomacy in the History of Turkish Foreign Policy
Faruk Taşkın
Antep’te Bir Misyoner Üniversitesi: Merkezi Türkiye Koleji
415-431
A Missionary University in Aintab: Central Turkey College
Tufan Turan / Esin Tüylü Turan
The Arise of the Concept of a Balkan Pact and the first Balkan Conference
433-446
Balkan Paktı Fikrinin Ortaya Çıkışı ve İlk Balkan Konferansı
Songül Ulutaş
Gelenekten Moderne Tarsus’ta Tarımsal DönüĢüm (1839-1856)
From Tradition to Modern: Agricultural Transformation in Tarsus (1839-1856)
History Studies
Volume 4/4 2012
447-466
Dear All,
Merhaba,
A month after we published the special
issue on imperialism, we are happy to present you
the 11th issue of History Studies (volume 4 issue
4) before we leave 2012 behind. 2012 was a very
successful year for History Studies and its readers.
Earlier this year we published “A Tributary to
Prof. Dr. Enver Konukçu” and presented this issue
to him in a special programme in Sakarya
University.
We were delighted that Prof.
Konukçu as well as many of his colleagues,
friends and students joined the event to honour
him.
“Sömürgecilik”
özel
sayısını
yayınladıktan bir ay sonra tekrar karşınızdayız.
Yayınladığımız bu 11. sayı ile (Volume 4 Issue 4)
2012 yılına veda ediyoruz.
After a year of meticulous preparations,
History Studies hosted an international
symposium titled “The Black Sea Trade and
Canik Throughout History” in October. The
symposium was a joint project by History Studies
with Canik Municipality in Samsun. Over one
hundred academicians from Turkey and abroad
presented their research at the symposium. We are
thankful to the academicians, who also serve as
referees and writers for History Studies, for their
contributions, participation and enthusiasm to
make the symposium academically stimulating. In
the meantime, the symposium was broadcast live
via satellite and became available to the
academicians who could not participate. The
proceedings of the symposium will be published
both as a special issue of History Studies and as a
book.
Bu yılın Ekim ayında yine bir yıl süren
hazırlığını yaptığımız “Tarih Boyunca Karadeniz
Ticareti ve Canik” konulu uluslar arası bir
sempozyum düzenledik. Sempozyum, Samsun
merkez Canik Belediyesi ile ortaklaşa olarak
Samsun’da düzenledi. Sempozyuma yaklaşık
Türkiye ve değişik ülkelerden 100’e yakın bilim
adamı iştirak etti. History Studies dergisine yazar
ve
hakem
olarak
katkılar
sağlayan
akademisyenlerin iştirak ettiği sempozyum, büyük
katılımla ve coşkuyla geçti. Sempozyum aynı
zamanda uydu aracılığıyla televizyondan naklen
de verilerek bu bilim etkinliğinin dünya ile
buluşması sağlandı. Canik Belediyesi ile ortaklaşa
düzenlenen sempozyumda sunulan tebliğler en
kısa zamanda kitap olarak basılacak ve tebliğler
History Studies Dergisi’nde özel sayı olarak
yayınlanacaktır.
We have also made a major change in our
publication schedule. Starting in 2013, History
Studies will publish 6 issues a year. The first issue
of 2013 will be published on January 30, 2013.
The History Studies website has been in service
for over 3 years. We are currently updating our
website. Soon the History Studies website will
appear with a new design and more user-friendly
functions.
Gelecek yıldaki programlarımızı da bir
karara bağlamış bulunmaktayız. 2013 yılında artık
ikişer aylık periyotlarla yılda 6 sayı yayınlama
kararı aldık. Bu çerçevede 2013 yılının ilk sayınsı
30 Ocak’ta yayınlayacağız.
As announced earlier, the tributary issue
of 2013 will be published in honour of Prof. Dr.
Halil İnalcık, world-renowned Ottomanist,
historian and researcher. Prof. Dr. Metin Hülagü,
the President of Turkish Historical Society, will
be the guest editor of this tributary issue. We are
thankful to the both distinguished professors and
mentors for accepting our request. After the
publication of the tributary issue in March 2013,
we will organize a special event in honour of Prof.
İnalcık and present him the special issue in
2012 yılı, History Studies dergisi için
yoğun bir yıldı. Bu yıl içinde “Prof. Dr. Enver
Konukçu Armağanı”nı yayınladık ve değerli
hocamızın meslek yolculuğundaki arkadaşları ve
her biri günümüzde değişik üniversitelerde hoca
olan
öğrencilerinin
katılımıyla
Sakarya
Üniversitesi’nde düzenlediğimiz bir programda
özel sayıyı kendilerine takdim ettik.
Duyurusunu yaptığımız üzere 2013 yılının
armağan özel sayınsı dünyaca ünlü tarihçimiz
Prof. Dr. Hali İnalcık hocamız adına çıkaracağız.
Değerli hocamız adına çıkaracağımız armağan
özel sayısının misafir editörlüğünü Türk Tarih
Kurumu Başkanı sayın Prof. Dr. Metin Hülagu
hocamız yapacaktır. Önerileri kendilerine
ilettiğimizde bizleri kırmayarak kabul eden iki
hocamıza da teşekkür ediyoruz. Mart 2013’te
yayınlayacağımız armağan özel sayısını Mayıs
ayında Ankara’da düzenleyeceğimiz ve sizlere
detaylarını duyuracağımız bir programda Prof. Dr.
Hali İnalcık hocamıza takdim edeceğiz.
2013 yılı özel sayının konusunu da
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ankara in May. We will announce the program
details once we schedule the event.
We are thankful to our authors for their
valuable articles. In this issue you will find
valuable articles from these distinguished authors:
Nesrin Altuncuoğlu, Resul Babaoğlu, Rhauil
Bhaumik, M. Bilal Çelik, Şenol Çelik, Emrah
Çetin, Recep Dündar, H. Hande Duymuş Florioti,
Sadullah Gülten, Nesrin Atıcı Kanberoğlu,
Muhittin Kapanşahin, Elif Emre Kaya, B. Zakir
Avşar, Cengiz Mutlu, Mücahit Özçelik, Cihan
Özgün, Aysun Sarıbey Haykıran, Ali Özkan,
Mustafa Salep, Cemal Sezer, Tahir Sevinç, Bülent
Şener, Faruk Taşkın, Tufan Turan, Esin Tüylü
Turan and Songül Ulutaş.
Prof. Dr. Yücel Öztürk from Sakarya
University, Department of History, is the guest
editor of this issue. We thank Prof. Öztürk as well
as the referees of this issue, whose names are
listed on the credits page, for their contributions.
We also thank Assoc. Prof. Dr. Christopher L.
Miller and Assoc. Prof. Dr. Tamer Balcı from
University of Texas-Pan American for their
English proofreading since the July 2012 issue of
History Studies.
I respectfully thank everyone for their
contribution to bring this issue to the publication
stage.
Looking forward to meeting you again in
2013,
Sincerely,
Assoc. Prof. Dr. Osman KÖSE
belirlemiş bulunuyoruz. Özel sayınsın konusu ve
detaylarını
önümüzdeki
günlerde
sizlerle
paylaşacağız.
History Studies Dergisi mevcut sitesinde
5 yıldır sizlere hizmet vermektedir. Dergimizin
yayınlandığı sitede görsel olarak yenilikler
yapıyoruz. Şimdilik yapımı süren yeni site
tamamen yenilenmiş ve daha estetik olarak çok
yakın zamanda hizmetinize sunulacaktır.
Bu sayıda birbirinden değerli 24 makale
bulunmaktadır. Yazıları ve emekleri ile dergimizi
renklendiren sayın Nesrin Altuncuoğlu, Resul
Babaoğlu, Rhauil Bhaumik, M. Bilal Çelik, Şenol
Çelik, Emrah Çetin, Recep Dündar, H. Hande
Duymuş Florioti, Sadullah Gülten, Nesrin Atıcı
Kanberoğlu, Muhittin Kapanşahin, Elif Emre
Kaya, B. Zakir Avşar, Cengiz Mutlu, Mücahit
Özçelik, Cihan Özgün, Aysun Sarıbey Haykıran,
Ali Özkan, Mustafa Salep, Cemal Sezer, Tahir
Sevinç, Bülent Şener, Faruk Taşkın, Tufan Turan,
Esin Tüylü Turan ve Songül Ulutaş’a çok
teşekkür ediyoruz.
11. sayının misafir editörlüğünü Sakarya
Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi sayın
Prof. Dr. Yücel Öztürk hocamız yapmıştır.
Değerli hocamıza katkılarından dolayı teşekkür
ediyoruz. Yine bu sayıda yayınlanan makalelerin
hakemliklerini yapan ve isimlerini derginin ilk
sayfalarında zikrettiğimiz değerli hocalarımız
bizler için çok değerlidirler.
Son iki sayıdan itibaren her sayıda
İngilizce metinleri tek tek gözden geçirerek bu
sahada dergimize büyük katkılar sağlayan
University of Texax-Pan American’dan Assoc.
Prof. Dr. Christopher L. Miller ve Assoc. Prof.
Dr. Tamer Bakcı’ya sonsuz teşekkürler.
Yayın sürecine kadar bu sayının ortaya
çıkmasında emek sarf eden herkese teşekkür,
sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
2013 yılında buluşmak dileğiyle,
Hoşçakalın
Doç. Dr. Osman KÖSE
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
ÖNSÖZ
PREFACE
The 11th issue of History Studies is being
released and again contains much valuable
research. I sincerely thank the colleagues for
inviting me be the guest editor of this issue. I am
honoured to perform this duty.
Assoc. Prof. Dr. Osman Köse has been
making substantial contributions to Turkish
academic life with his works. I hope that he will
achieve many important works with his great
effort and devotion. Unfortunately in Turkish
cultural life the life span of cultural works is very
short in the academic and the public sphere. There
are not even a dozen periodicals old enough to
stretch to the lives of a few generations. In its
three years of publication life History Studies has
already gained international and domestic
recognition. I am confident that Dr. Köse will
carry this important publication to the next
generations and turn it into an institution of the
national heritage.
The first article in the present volume is
the study of Nesrin Altuncuoğlu titled “Problem
of Aegean Islands under the Light of International
Agreements”. Interest in the subject of how
Turkey lost the Aegean Islands perhaps extends
beyond academic circles and it will attract the
attention of all Turks. It must be a sorrowful
historical tragedy that although Germany offered
the Aegean islands to Turkey, Turkey complained
about this to Britain. In this article, the readers get
the opportunity to read about this issue from a
competent researcher.
In his article, Resul Babaoğlu writes about
the injustices Turkey’s Greek community suffered
during the 6/7 September 1955 incidents. I do not
concur with Babaoğlu’s assessment, which
disregards the developments in the late Ottoman
period, on the existence of a paradox between the
Ottoman and the republic period of Turkey in
regard to the treatment of Turkey’s Greek
community. The experts of the period agree that
the ethnic problems of the Ottoman Empire were
carried into the republic period. Of course, the
readers will have the final decision.
Rhauil Bhaumik’s article reveals the
unconventional local sources of Western colonial
medicine. Bhaumik’s work examines the
contributions of Dr. Patrick Russell to medicalzoology. It is an amazing research especially for
History Studies Dergisi’nin XI. sayısı da
diğer sayılar gibi birçok değerli araştırma ile
okuyucunun karşısına çıkıyor. Bu sayının misafir
editörlüğünü
şahsıma
tevcih
eden
meslektaşlarımıza içten teşekkürlerimi sunarım.
Bu güzel görevi yerine getirmekten sonsuz haz ve
onur duymaktayım.
Değerli akademisyen, dostumuz Doç. Dr.
Osman
Köse,
gerçekleştirmekte
olduğu
faaliyetlerle Türk akademik camiasına ciddi
katkılar yapmaktadır. Büyük emek, fedakârlık ve
yorgunluğa mal olduğunu yakından bildiğimiz bu
çalışmalarında daha nice başarılara imza atmasını
temenni ediyoruz. Bizim kültür hayatımızda hem
akademik, hem de halka ait kültür çalışmaları ne
yazık ki çok kısa ömürlü oluyor. Bunların içinde
birkaç kuşağın hayatını idrak eden süreli yayın
sayısı bir düzine kadar bile değildir. Üç yıla
yaklaşan yayın faaliyetiyle History Studies, kısa
zaman içinde milletlerarası bir seviyeye ulaşmış,
ülke içinde ve dışında akademisyenlerin ilgi odağı
haline gelmiştir. Sayın Köse’nin, bu önemli yayını
gelecek kuşaklara taşıyacak tedbirleri alacağı ve
bunu millî miras içinde yaşayan kurum haline
getireceği hususunda da ümitvar olduğumu
belirmekten mutluyum.
Mevcut sayının ilk makalesi, Nesrin
Altuncuoğlu’nun
“Uluslararası
Antlaşmalar
Işığında Ege Adaları Sorunu” isimli çalışmasıdır.
Ege Adalarının elden kaçırılmasının, akademik
ilginin ötesinde, her Türk insanının ilgi duyacağı
bir konu olduğunda herhalde herkes mutabıktır.
Almanların Türkiye’ye teklif ettiği halde
Türkiye’nin bunu İngilizlere şikâyet etmesi, hazin
bir tarih trajedisi olsa gerektir. Bu makalede
okuyucu bu hususu yetkin bir araştırıcıdan
okuyacaktır.
Resul Babaoğlu, makalesinde, Osmanlı
Devleti bünyesinde Türklerle kardeşlik içinde
yaşayan Rumların, Cumhuriyet devrinde 6/7 Eylül
1955’te maruz kaldıkları haksızlığı konu
edinmektedir. Babaoğlu’nun, Osmanlı’nın son
dağılma periyodunu göz ardı ederek Osmanlı –
Cumhuriyet arasında bir paradoks icat etmesi,
mevcut satırların yazarının katılmadığı bir
değerlendirmedir. Cumhuriyet devrine intikal
eden etnik sorunların çoğunluğunun Osmanlı’nın
son iki yüz yılı boyunca olgunlaştığı, sahanın
uzmanlarınca bilinmektedir. Tabii ki, nihai yargı
okuyucuya ait olacaktır.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
those interested in how the West benefited from
the experience of local people in medical-zoology.
The study of M. Bilal Çelik concentrates
on the sources of Saidiye Khanate and the Khojas
period of East Turkistan between the 16th and the
18th centuries. The research offers valuable
information on barely examined sources.
The article of Şenol Çelik on the social
structure of the Ottoman Empire examines the
functions of subject-reaya and yoruk-nomad in the
Ottoman Empire with the example of İçel. In this
highly informative work Çelik unearths the legal
differences between the settled peasants and the
nomads in the Ottoman system, using primary
documents along with a wide-range of secondary
literature.
Emrah Çetin evaluates the Ottoman press
coverage on the financial sources of the Hejaz
Railway, which became the most important
Ottoman transportation line in the early 20th
century.
Recep Dündar assesses the Cyprus poll
tax book data and discusses the financial and
demographic divisions of non-Muslim subjects in
the 17th century Cyprus. Data from Ottoman
primary sources contributes greatly to the
understanding of the Ottoman financial and
demographic structure in Cyprus.
M. Hande Duymuş Filoriti’s article about
river transportation in Mesopotamia during the
times of Assyrians presents that Anatolia was
bound to Mesopotamia with an effective
transportation network. One of the most important
factors that makes her research valuable and
unique is the fact that Filoriti analysed the detailed
data reflected in the Assyrians annuals. This
article will certainly raise further interest among
the readers about the dimensions of this river
transportation during the times of the Roman, the
Byzantine, the Seljuq and Ottoman empires.
In his research Sadullah Gülten assesses
the social and economic formation of an Ottoman
town with the example of Çokradan town in
Bozok. His reliance on the Ottoman tax
registeries, tax units, and census, income and
Shariyya registeries from the Bozok district
certainly makes this article an original reference
source about the foundation of settlements in the
Ottoman Empire.
Rhauil Bhaumik’in araştırması, Batı
tıbbının kolonyal sahalarda resmî, empistemolojik
kaynaklar dışındaki beslenme kaynaklarını teşkil
eden sivil kaynakları konu edinmiştir. Bhaumik’in
çalışması, şahsi merak ve tecrübe sahibi
uzmanlardan Dr. Patrick Russell’ın tıp ve
zoolojiye katkılarını ele almaktadır. Batı’nın bu
sahalarda sivil tecrübeden nasıl yararlandığını
merak edenler için ilginç bir araştırma olduğunu
belirtelim.
M. Bilal Çelik’in çalışması, Doğu
Türkistan’ın, XVI. yüzyıl ile XVIII. yüzyıllar
arasındaki tarihini teşkil eden Saidiye Hanlığı ve
Hocalar Devri’ne ait kaynaklar üzerinde
yoğunlaşmıştır. Çelik’in, büyük kısmı henüz
değerlendirilmemiş olan bu kaynaklar hakkında
verdiği bilgilerin sahaya ilgi duyanlar için büyük
önemi haiz olduğu kuşkusuzdur.
Şenol Çelik’in araştırması Osmanlı
Devleti’nin sosyal yapısı ile ilgilidir. Osmanlı
Devleti’nde reaya ve Yörüklerin sosyal yapı
içindeki yeri ve fonksiyonları İçel örneğinde tahlil
edilmiştir. Çelik, geniş çaplı bir literatür eşliğinde
ana kaynakları da kullanmıştır. Osmanlıların
Yörük – göçebe nüfusunun çiftçi ile mukayese
edilmesi oldukça aydınlatıcıdır.
Emrah Çetin, araştırmasında, XX. yüzyıl
başlarında Osmanlı Devleti’nin en önemli ulaşım
hattını teşkil eden Hicaz Demiryolu’nun mali
kaynaklarının oluşturulması için gösterilen
gayretler hakkında Osmanlı literatürüne yansıyan
bilgileri değerlendirmiştir.
Recep Dündar, Kıbrıs Cizye defteri
verilerini değerlendirmiştir. XVII. yüzyılda
Kıbrıs’a bağlı kaza ve nahiyelerde meskûn gayri
Müslim tebaanın mali ve demografik dağılımını
ele almaktadır. Birinci elden kaynak verilerinin
Osmanlı maliye ve demografi alanlarına önemli
katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
M.
Hande
Duymuş
Filoriti’nin
araştırması,
Asurlular
döneminde
Mezepotamya’da nehir ulaşımı ile ilgilidir.
Filoriti,
çalışmasında
Anadolu’nun
Mezepotamya’ya etkin bir nehir ulaşım ağı ile
bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Filoriti’nin,
Asur
yıllıklarına
yansıyan
verileri
değerlendirmesi,
kanaatimizce
araştırmasını
değerli kılan en önemli faktörler arasındadır. Bu
konunun Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
zamanlarında nasıl bir boyut kazandığı hususunun
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Nesrin Atıcı Kanberoğlu examines the
development of the art of sculpture in the late
Ottoman Empire and Turkish republic.
Kanberoğlu identifies the mentality problem as
the main obstacle to the development of sculpture
in this period and underlines the importance of
Atatürk for encouraging this art. The impressive
finding of this research is that the development of
sculpture was a painstaking process because of the
negative mentality toward sculpture.
Muhittin Kapanşahin focuses on the
significance of the Abbasid Caliphate as the main
source of legitimacy for all Muslim states. Under
this framework, Kapanşahin analyzes the relations
between the Abbasid caliphs and the Seljuk
sultans. This is an interesting research in regard to
the role of religion in the establishment of
political legitimacy.
The collaborative work of Elif Emre Kaya
and B. Zakir Avşar covers the positive
government-opposition relations in the aftermath
of the plane crash of Turkish Prime Minister
Adnan Menderes in 1959. The comprehensive
research conducted on the Turkish press makes
this article significant in understanding the general
political framework of the period.
Cengiz Mutlu focuses on the propaganda
against the Ottomans during World War I in
Switzerland and the activities of the Ottoman
Association for the Defence of Rights to counter
this propaganda. Mutlu argues that Greeks and
Armenians led this propaganda in order to divert
attention from the human rights violations of the
Greek army in Anatolia. The research is useful for
analyzing the effects of propaganda in
international scope.
In his research Mücahit Özçelik discusses
Treaty of Bucharest signed between the Central
Powers and Romania on 8 May 1918. This treaty
exhibits the post-war designs of the Central
Powers on the Ottoman Empire, Romania and
Bulgaria, prior to their defeat in fall 1918.
The collaborative research of Cihan
Özgün and Aysun Sarıbey Haykıran covers
banditry in Kuşadası in the late Ottoman Empire.
He analyzes the banditry in this coast town
Kuşadası under the scope of land-island relations,
which makes this research unique.
okuyucuyu
hissediyoruz.
şimdiden
meraklandırdığını
Sadullah Gülten’in araştırması, Çokradan
Köyü örneğinde bir Osmanlı köyünün teşekkülü,
sosyal ve ekonomik yapısını aydınlatmayı
hedeflemektedir. Tahrir, avarız, temettuat
defterleri ve şeriyye sicillerinden derlenmiş
olması, değeri hakkında başka açıklamaya gerek
bırakmamaktadır.
Nesrin Atıcı Kanberoğlu, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemlerinde heykel sanatının
gösterdiği seyri ele almıştır. Kanberoğlu, heykel
sanatının Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde
maruz kaldığı zihniyet engeli üzerinde durmuş, bu
hususta Atatürk’ün bu sanatı teşvik etmesinin
ehemmiyetini
vurgulamıştır.
Heykelciliğin
zihniyet engeli nedeniyle oldukça zorlu bir
gelişim süreci izlediği tespiti, araştırmanın ulaştığı
çarpıcı olgudur.
Muhittin Kapanşahin, İslam tarihinin en
önemli
safhasını
teşkil
eden
Abbasi
İmparatorluğu’nun İslam tarihinde ona tabi olan
veya olmayan bütün devletler için bir meşruiyet
kaynağı olması olgusunu konu edinmiştir.
Kapanşahin, bu olgu çerçevesinde Büyük
Selçuklu Sultanları ile Abbasi Halifelerinin
ilişkilerini analiz etmiştir. Araştırmanın siyasal
meşruiyette dinin rolü açısından oldukça ilginç
olduğu kabul edilecektir.
Elif Emre Kaya / B. Zakir Avşar’ın
müşterek çalışması, Adnan Menderes zamanında
iktidar - muhalefet ilişkilerini konu edinmektedir.
Adnan Menderes’in maruz kaldığı uçak kazasının
ilgili dönemde iktidar – muhalefet ilişkilerinde
gösterdiği olumlu etkiler araştırmanın merkezî
temasını teşkil etmektedir. Dönemin medyasının
geniş ölçekte taranmasıyla yapılan çalışmanın
ilgili periyodun genel şemasının anlaşılmasına da
önemli katkı yapacağını düşünüyoruz.
Cengiz Mutlu, Birinci Dünya Savaşı ve
sonrasında İsviçre’de cereyan etmiş olan Osmanlı
aleyhtarı propaganda ve buna karşı Osmanlı
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetleri
üzerine odaklanmıştır. Rumlar ve Ermenilerin
gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlallerini
propaganda ile örterek kendilerini masum,
Türkleri suçlu gösterme stratejisi karşısında
Türklerin teşkilatlanarak bu stratejiyi etkisiz
kılmaya
çalışmalarını
analiz
etmektedir.
Araştırma, propagandanın uluslararası imaj
oluşumunda sahip olduğu etkinin araştırılması
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ali Özkan analyzes the religious policies
of Albanian leader Enver Hodja during the Cold
War. Özkan argues that although Enver Hodja led
Albania to independence, his leadership was
overshadowed by his dictatorship with the
removal of basic human rights and freedoms in
Albania.
Mustafa Salep analyzes Soviet foreign
policy during World War II. It is highly
interesting and pleasant reading to follow the
paradox between the ideological rhetoric of the
Soviet Union and its imperialist discourse in the
foreign policy practices.
Cemal Sezer’s work covers the activities
of the in the Ottoman Empire during World War I.
Sezer expresses that the health services Red
Crescent Society provided to the soldiers and the
civilians during war years were irreplaceable.
The work of Tahir Sevinç based on the
Ottoman archival documents examines the
corruption of a high level Ottoman officer in the
18th century Damascus. This research is
interesting to show not only how the corruption
took place with the help of another officer in the
capital but also how it was revealed and how the
culprits were punished. It also gives a detailed
account of a significant property confiscation
from the punished in the Ottoman Empire.
Bülent Şener analyzes the Ağrı Rebellion
(1926-1930) and its impact on the Turkish-Iranian
relations. Şener reached the conclusion that
Turkey’s coercive diplomatic strategy applied
during the crisis produced an affirmative result
against Iran’s provocative policies alongside the
Turkish-Iranian border.
Faruk Taşkın examines the missionary
institutions founded by the American Board
through the sample of Central Turkey College in
Ayıntap. One of the interesting results of this
research is that this institution remained open
during World War I. The central theme of the
article exhibits the scope of the effects of
missionary schools in the late Ottoman and the
early stage of the Turkish republic.
The collaborative research of Tufan Turan
and Esin Tüylü Turan about the Balkan
Conference and the Balkan Pact examines the
conceptual evolution of the Balkan Pact.
bakımından güzel bir örnektir.
Mücahit Özçelik, araştırmasında İttifak
Devletleri ile Romanya arasında 8 Mayıs 1918
tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması’nı konu
edinmektedir. Savaşın ilk ve son safhaları
arasındaki çarpıcı tezatları ortaya koyan en iyi
örneklerden birisi bu antlaşmadır. İttifak
Devletleri, mağlup olmadan önce Osmanlı,
Romanya, Bulgaristan üzerinde birçok planlar
kurmuşlar, ancak, söz konusu tarafın mağlup
olmasıyla bu planların bir geçerliliği kalmamıştır.
Bu öğretici tezadı Özçelik’in araştırmasından
takip etme fırsatı bulacağız.
Cihan
Özgün
/
Aysun
Sarıbey
Haykıran’ın
müştereken
gerçekleştirdikleri
araştırma,
Kuşadası
örneğinde
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son döneminde cereyan eden
eşkıyalık
olgusunu
konu
edinmektedir.
Kuşadası’nın sahil kasabası olmasının, eşkıyalık
olgusuna kara – ada bağlamında yaklaşılmasına
imkân tanıması, araştırmayı ilginç kılan
özelliklerden biridir.
Ali Özkan, Arnavutluk’un en önemli
liderlerinden Enver Hoca’nın dinî politikalarını
analiz etmektedir. Özkan, Enver Hoca’nın
Arnavutluk’un bağımsızlığını sağlayan kişi
olmakla birlikte, onun liderliğinin diktatörlüğünün
gölgesinde kaldığı sonucuna ulaşmıştır. Özkan,
Enver
Hoca’nın
akıbetinin
bu
şekilde
gerçekleşmesinin
en
önemli
sebebinin,
Arnavutluk halkının temel haklarını büyük ölçüde
ortadan kaldırması olduğunu tespit etmiştir.
Mustafa Salep, II. Dünya Savaşı
döneminde Sovyet dış politikasının niteliklerini
analiz etmiştir. Sovyetler Birliği’nin cennet
vadeden ideolojik niteliği ile uygulamada
emperyalist nitelikli reel dış politikası arasındaki
paradoksu temel kaynaklardan izlemek oldukça
ilginç ve zevkli bir okumaya konu olacaktır.
Cemal Sezer’in çalışması, Birinci Dünya
Savaşı sırasında Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin
faaliyetlerini ele almaktadır. Hilal-i Ahmer’in
cephe ve cephe gerisindeki sağlık hizmetlerinin bu
dönem
için
yeri
doldurulamaz
olduğu
araştırmacının vurguladığı en önemli sonuçtur.
Tahir Sevinç’in çalışması, XVIII. yüzyılın
ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin taşra
defterdarlığını yürüten bir kişinin sahip olduğu
imkânları merak edenler için güzel bir veri
kaynağıdır. Bu araştırma, merkezle sağlam
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Songül Ulutaş studies the impacts of
modern capitalism on traditional agriculture of the
Ottoman
Empire
during
Ottoman
industrialization. Ulutaş examines the case of
Tarsus and concludes that the clash of capitalism
and agriculture produced positive results for
Tarsus. Her research sheds lights on the
characteristics of agricultural development during
the early Ottoman industrialization.
Lastly, I hope that these valuable articles
in the 11th issue of History Studies will be
beneficial to all historians and the academic in the
world at large. Thank you for giving me the
opportunity to become the guest editor of this
issue.
Guest Editor
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK
30.11.2012
ilişkilere sahip taşra mali kurum yöneticilerinin
yetkilerini nasıl aştıkları ve nasıl infaz edildikleri
hakkında ilginç bir çalışmadır.
Bülent Şener, 1926-1930 yıllarında patlak
veren Ağrı İsyanı’nı Türk-İran ilişkileri
merkezinde tahlil etmiştir. Şener, Türk-İran
ilişkilerinin resmî çerçevesine aykırı olarak
İran’ın sınır halkına karşı uyguladığı kışkırtıcı
politikalar karşısında Türkiye’nin zorlayıcı
diplomasi uygulaması ile ulaştığı başarılı sonucu
analiz etmiştir.
Faruk Taşkın, Gaziantep’te kurulmuş olan
Merkezi Türkiye Koleji örneğinde misyonerlik
kurumunu araştırmıştır. Amerikan Board’a ait bu
kurumun Birinci Dünya Savaşı sırasında yerli bir
kurum gibi hizmet yapmış olduğu araştırmanın
ulaştığı ilginç sonuçlar arasındadır. Misyonerliğin
son Osmanlı ve ilk Cumhuriyet yıllarında sahip
olduğu etkiler, araştırmanın temel alanını teşkil
etmektedir.
Tufan Turan ve Esin Tüylü Turan’ın
müşterek yürüttüğü araştırma, 1930 tarihinde
kurulan Balkan Konferansı ve Balkan Paktı’nın
fikri hazırlık safhası ve imzalanmasını mercek
altına almaktadır.
Songül Ulutaş, Osmanlı Devleti’nin
sanayileşmeye başladığı XIX. yüzyılda geleneksel
tarımın modern kapitalizmden nasıl etkilendiği ve
ne gibi dönüşümlere uğradığını araştırmıştır.
Ulutaş, Tarsus örneğinde incelediği verilerle,
sanayileşmenin tarımsal gelişmede olumlu
sonuçlar doğurduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu
bulguların, erken sanayileşme safhasında tarımsal
gelişmenin
niteliklerine
ışık
tutacağını
düşünüyoruz.
Son olarak History Studies dergisinin XI.
sayısını
oluşturan
birbirinden
kıymetli
makalelerin bilim âlemine yararlı olmasını ve ışık
tutmasını temenni ediyor, bana böyle bir sayının
misafir editörlüğü imkânını verenlere teşekkür
ediyorum.
Misafir Editör
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK
30.11.2012
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print)
Volume 4 Issue 4, p. 385-413, November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):Türk Dış
Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
Rebellion of Ağrı (19261930) and TurkeyIran Crisis (1930): An Application of
Coercive Diplomacy in the History of Turkish Foreign Policy
Dr. Bülent ġENER
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Öz
Bu çalışmada, Ağrı İsyanı (1926−1930) ve bu isyanla bağlantılı olarak Türkiye ile İran arasındaki sınır
problemi ve güvenlik krizi incelenmiştir. Krizin ve sınır probleminin özünü, İran‟ın kendi sınırını kullanan
isyancılara karşı hareketsiz kalması, onlara dolaylı destek vermesi ve 1913 tarihli İstanbul Protokolü‟nün geçerli
olup olmadığını sorgulaması oluşturmaktadır. Söz konusu kriz sırasında Türkiye‟nin İran‟a karşı izlemiş olduğu
zorlayıcı diplomasi stratejisi değerlendirilerek, Türkiye‟nin izlemiş olduğu siyasanın hem isyanın sonlandırılması,
hem de sınır probleminin çözümlenmesi noktasında başarılı olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ağrı İsyanı, Kürt isyanları, Zorlayıcı diplomasi, Türkiye, İran, Küçük Ağrı Dağı
Abstract
This article covers the Rebellion of Ağrı (1926−1930), the border problem and the incurred security crisis
between Turkey and Iran during the rebellion. The essence of the crisis and the border problem was that Iran not
only failed to act against the rebels using its borders but also it indirectly supported the rebels, and questioned
whether or not the Istanbul Protocol of 1913 was still valid. By analyzing Turkey‟s coercive diplomatic strategy
against Iran during the crisis in question, this study argues that Turkey‟s policies proved successful both in terms of
ending the rebellion and solving the border problem.
Key Words: Ağrı Rebellion, Kurdish Uprisings, Coercive diplomacy, Turkey, Iran, Small Ağrı
Mountain
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti kuruluĢundan itibaren çeĢitli dönemlerde, esas itibariyle Osmanlı
Ġmparatorluğu’nun son yüzyılında ortaya çıkan Kürt isyanlarının bir devamı olarak, bir dizi
Kürt isyanıyla mücadele etmek zorunda kalmıĢtır. Gerek cumhuriyetin üzerine oturduğu
siyasal ve anayasal felsefenin benimsenmesi noktasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
yaĢayan bazı Kürt aĢiretlerinin bunu reddetmesi, gerek Doğu Sorunu’nun bir uzantısı olarak
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
386
dönemin büyük güçlerinin Türkiye’deki bu kesimleri “ayrılıkçılık” noktasında desteklemesi,
gerekse Türkiye’nin sınır komĢularının siyasi ve askeri nedenlerle isyancı Kürt aĢiretlerine
destek vermesi, Türkiye’nin bu konuda bir dıĢ siyasa belirlemesini de gerekli kılmıĢtır.
1926–1930 döneminde üç aĢamada geliĢen Ağrı Ġsyanı, ülke içinde huzursuzluk ve
güvensizliğe neden olduğu gibi, isyancı Kürt aĢiretlerinin Ġran’dan destek alıyor olması da
Türkiye ile Ġran arasında dozu giderek artan gerilimlere ve nihayet bir krize neden olmuĢtur.
Türkiye, 1930’lara gelinceye kadar Türkiye–Ġran sınırındaki Kürt aĢiretlerinin suç teĢkil eden
faaliyetleri konusunda Ġran’dan beklediği desteği alamadığı gibi; isyancılara karĢı yürütülen
askeri harekâtlar sırasında, isyancıların Ġran’ın fiili denetiminde olan1 Küçük Ağrı Dağı’nın
Ġran tarafına kaçmaları ve Ġran’ın bu konudaki eylemsizliği, harekâtlardan beklenen neticenin
alınmasına da engel olmuĢtur. Öte yandan, o yıllarda Türkiye ile Ġran arasında sınırdaki Kürt
aĢiretlerinin yarattığı asayiĢ sorunlarının yanında, bir de Osmanlı Ġmparatorluğu’nda kalma bir
sınır problemi de mevcuttu. Bu sınır problemi 1913 tarihli İstanbul Protokolü’yle Küçük Ağrı
Dağı’nın Ġran sınırları içerisinde kalan bölümünde düğümlenmekteydi. Zira, Küçük Ağrı Dağı,
isyancıların Türkiye’de eylem yaptıktan sonra, rahatlıkla sınırı geçerek kendilerini güvene
aldıkları bir bölgeydi. Gerek dağın bu özelliği, gerek Ġran’ın sınır güvenliği konusunda gevĢek
davranması, gerekse 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nün Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde
meclisin onay iĢlemine girmemiĢ olması, Türkiye’yi hem isyancılar konusunda hem de yeni
sınırın tespiti noktasında ortak düĢünmeye itmiĢtir. Bu çerçevede 1929 yılı sonunda
Türkiye’nin alıcıları hem Ağrı Ġsyanı’nı kesin bir Ģekilde sonlandırmak, hem de Türkiye–Ġran
sınırını kesin bir Ģekilde tespit etmek noktasında Ġran’ı müzakere masasına çekmeyi hedefleyen
bir zorlayıcı diplomasi2 stratejisi oluĢturarak uygulamaya koymuĢlardır.
Bu çalıĢmada, Ağrı Ġsyanı’nı bağlamında TürkiyeĠran arasında vukuu bulan kriz
sırasındaki olaylar ve Türkiye’nin uyguladığı zorlayıcı diplomasi stratejisi ele alınıp
değerlendirilecektir.
1
1913 tarihli Ġstanbul Protokolü Osmanlı Meclisii Mebusanı’nda onaylanmadığı için, Küçük Ağrı
Dağı’nın ilgili kısmının bu protokole dayanılarak Ġran’ın hukuki denetiminde olduğu söylenemez.
2
Devletler arası iliĢkilerde stratejik zorlama yöntemlerinden biri olan “zorlayıcı diplomasi” en yalın
ifadeyle, bir dıĢ politika aracı olarak askeri güç kullanımının potansiyel olarak varlığına iĢaret etmektedir.
Zorlayıcı diplomasinin genel fikri, istemi yerine getirmediği taktirde hedef devletin/devletlerin
cezalandırılacağı tehdidine dayanır. Bu niteliği ile zorlayıcı diplomasi, rakibi kendinden istenileni yerine
getirmeye ikna edecek ölçüde inandırıcı ve etkili bir destek iĢlevi görür. Zorlayıcı diplomasi bir savaĢ ilanı
olmamakla birlikte, tehdit ve/veya sınırlı güç kullanımıyla karĢı tarafı baĢladığı/devam ettirdiği eylemden
vazgeçirmeyi, geri adım attırmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi stratejisi, karĢı tarafı
durduracak topyekûn bir güç kullanmak yerine; güç kullanmadan ya da kullanılan gücün derecesini
arttırmadan karĢı tarafa baĢladığı/devam ettirdiği eylemden geri çekilmesi için imkân tanıyan bir stratejidir.
Bu konuda daha geniĢ bilgi için bkz. Alexander L. George, “Coercive Diplomacy”, The Use of Force:
Military Power and International Politics, 6th ed., Ed. by. Robert J. Art, Kenneth N. Waltz,
Rowman&Littlefield Publishers, Inc., Lanham, 2004, pp. 70-76; Zeynep Dağı, “Diplomasi: ÇatıĢmanın ve
ĠĢbirliğinin Dili”, Uluslararası Politikayı Anlamak: UlusDevlet’ten Küreselleşmeye, Der. Zeynep
Dağı, Alfa Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 287-353.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
387
Ağrı İsyanı’nın Ortaya Çıkışı ve Gelişmeler (19261929)
Türkiye, 19201938 yılları arasında bir dizi Kürt isyanıyla uğraĢmak zorunda
kalmıĢtır. Osmanlı Ġmparatorluğu’nun yıkılıĢ dönemiyle birlikte kendisini göstermeye baĢlayan
Kürtçülük hareketleri, dıĢ güçlerin de tahrikleriyle hem Milli Mücadele döneminde hem de
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerini arttırarak, Türkiye’nin doğu
illerinde çeĢitli isyanların ortaya çıkmasında etkili olmuĢlardır. 3
Ağrı Ġsyanı’nı ortaya çıkaran geliĢmelerin baĢlangıcı, ġeyh Said Ġsyanı’nın
(ġubatMayıs 1925) bastırılmasından sonra, isyana katılan asilerin ileri gelenlerinin bir
kısmının kaçarak Ağrı Dağı’na 4 sığınmaları ve burada yeniden örgütlenerek eĢkıyalık
faaliyetlerine giriĢmelerine dayanmaktadır. Bu örgütlenme sonucunda Mayıs 1926’da Ağrı’da
patlak veren isyan, bölgedeki huzur ve güvenliği bozduğu gibi, Cumhuriyet döneminin de en
uzun süre devam eden isyanlarından birisi olmuĢtur. Söz konusu isyan, I. Ağrı Ġsyanı (16
Mayıs17 Haziran 1926), II. Ağrı Ġsyanı (1320 Eylül 1927) ve III. Ağrı Ġsyanı (714 Eylül
1930) olmak üzere üç döneme ayrılmaktadır.
I. Ağrı Ġsyanı, 16 Mayıs 1926’da Yusuf TaĢo ve yardımcılarından oluĢan asi grubunun,
Beyazıt’ın Muson bucağına bağlı Kalecik köyünden bir miktar hayvan çalarak Ağrı Dağı’na
götürmeleri üzerine baĢlamıĢtır. Olay üzerine Beyazıt’a gelen 28. Alay düzenlediği hareket
sonrası Ağrı Dağı’nın tepelerine hâkim olmasına rağmen, Demirkapı bölgesinde bulunan bir
isyancı grubun yardıma gelmesi üzerine güç bir durumda kalmıĢtır. Genelkurmay BaĢkanlığı
belgelerine göre, çatıĢmalar sırasında, Ġran’ın Sakanlı ve KızılbaĢ aĢiretlerinden oluĢan
kuvvetli bir isyancı grubun Serdarbulak ve Gevgeve istikametinden gelerek yandan ve geriden
açtığı ateĢ sonucu, 28. Alay geri çekilmek zorunda kalarak gece yarısına doğru periĢan bir
3
Milli Mücadele döneminde ortaya çıkan en önemli Kürt isyanları Koçgiri (1920), Cemil Çeto (20
Mayıs 19207 Haziran 1920), Milli AĢiret (1 Haziran8 Eylül 1920) isyanlarıdır. Söz konusu isyanlar
bastırılmakla birlikte, Milli Mücadele’nin seyrine olumsuz etkilerde bulunmuĢlardır. Cumhuriyet’in
ilanından sonra ortaya çıkan en önemli Kürt isyanları ise ġeyh Said (13 ġubat31 Mayıs 1925), Ağrı
(19261930) ve Dersim (19371938) isyanlarıdır. Özellikle ġeyh Sait Ġsyanı’nın, Musul Sorunu’nun
görüĢüldüğü bir sırada ortaya çıkmasından dolayı; Türkiye askeri zorunluluklar gereği Musul Sorunu’nda
geri adım atmak zorunda kalmıĢ ve Misakı Milli dâhilinde olan Musul 1926 yılında Ġngiltere’nin
kontrolündeki Irak’a bırakılmıĢtır. Kürt isyanlarıyla ilgili daha geniĢ bilgi için bkz. T. C. Genelkurmay
BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, II, III, Kaynak Yayınları, Ġstanbul, 1992;
Faik Bulut, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yayıcılık, Ġstanbul, 1991; Ergün Aybars,
Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul, 1988.
4
Günlük kullanımda “Ağrı Dağı” olarak adlandırılan bu dağ coğrafya literatüründe Büyük Ağrı Dağı
(5137 m) olarak geçmektedir. Çünkü, Büyük Ağrı Dağı’ndan Serdarbulak Geçidi’yle ayrılan bir ikinci dağ
daha vardır ki o da Küçük Ağrı Dağı’dır (3898 m). Eski ve sönmüĢ bir volkan olan Büyük Ağrı Dağı,
Türkiye’nin en yüksek rakımlı dağı olup, Türkiye−Ġran ve Türkiye−Ermenistan sınırlarının hemen
yakınında, Aras Vadisi’nin güneyindedir. Küçük Ağrı Dağı ise püskürük bir dağdır. (Bkz. Resim 1 ve
Fotoğraf 1) Cumhuriyet döneminde Büyük Ağrı Dağı’nın tamamı Türkiye’ye aitken; Küçük Ağrı Dağı’nın
bir tarafı Türkiye’ye, diğer tarafı da 1932’ye kadar Ġran’a ait idi. Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı’nın
Türkiye sınırı içerisindeki parçası genellikle bölgenin en engebeli kısmı olup büyük ölçüde kayalık ve
susuz olduğu için askeri harekât yapmaya elveriĢli değildir. Küçük Ağrı’nın Ġran tarafındaki kısmı ise
nispeten daha az engebelidir. Bu nedenle, Ağrı Ġsyanı sırasında asilerin (eĢya ve hayvanlarıyla birlikte)
Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına geçerek Küçük Ağrı−ġıhlısuyu Gölü civarındaki Ġran köylerinde
barınmaları her zaman imkân dâhilinde olmuĢtur.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
388
halde Beyazıt’a geri dönmüĢtür. Harekâtın baĢarısız olmasında sevk ve idare hatalarının payı
bulunmakla beraber, Ġran’ın tutumu da etkili olmuĢtur. Zira, Genelkurmay BaĢkanlığı’na göre,
harekâttan önce Beyazıt Hudut Subayı aracılığıyla Ġran Hudut Subayı’na, yakında Ağrı
Dağı’nda bir harekât yapılacağı ve Ġran’ın bundan kuĢkulanmaması bildirilmiĢtir. 6 Dolayısıyla,
Ġran’ın isyancılara önceden haber ulaĢtırarak Türkiye’nin yapacağı harekâtın “baskın”
niteliğinin zayıflamasına yol açtığı söylenebilir. Nitekim, Ġran’ın Sakanlı ve KızılbaĢ
aĢiretlerinden oluĢan isyancı grubunun da çatıĢmalara katılmıĢ olması bu ihtimali
kuvvetlendirmektedir.
5
Bu baĢarısız harekât sonrası, Genelkurmay ikinci bir harekât planı hazırlamıĢtır. 16
Haziran 1926’da asi grupların saldırısı üzerine baĢlayan ikinci harekâtta, Türk kuvvetleri hızlı
bir Ģekilde ilerleyerek Ağrı Dağı’nın isyancılara hâkim olan mevkilerini iĢgal etmiĢlerdir.
Özellikle, Serdarbulak civarında bulunan Kerki ve KızılbaĢ aĢiretlerine mensup isyancılar
yardıma gelmeden Büyük Ağrı’nın güneydoğusundaki tepelere hâkim olunarak, dağın Ġran’a
karĢı olan yanı örtülmek suretiyle Ġran’daki Kürt aĢiretlerinin çatıĢmaya dahil olmasının önü
kesilmiĢtir. 17 Haziran’da harekât geniĢletilerek, Ağrı Dağı’ndaki isyancılar etkisiz hale
getirilirken, Bro Heski Telli’nin önderliğindeki bir kısım isyancı da Yukarı Demirkapı
bölgesinden Ġran’a doğru kaçmak zorunda kalmıĢtır. Harekât sonrası, Ġran’a kaçan isyancıların
ve Ġran’da bulunan aĢiretlerin, bölgeye tekrar gelmemeleri ve bu bölgede bulanan aĢiretlere
isyan çıkarma konusunda yardım etmemeleri için, Ġran Hükümeti’nce gereken tedbirlerin
alınmasının da gerekli olduğuna Genelkurmay BaĢkanlığı tarafından dikkat çekilmiĢtir. 7
Resim 1: Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı Dağı’nın Kabartma Resmi8
Büyük Ağrı Dağı
Küçük Ağrı Dağı
Serdarbulak
Geçidi
5
Ahora Buzulu
Küp Gölü
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 231.
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 231.
7
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 233-236.
8
Bu kabartma resmi (Çevrimiçi) http://www.igdir.gov.tr/default_B0.aspx?content=134, 5 Ağustos
2010 tarihli web adresinden alınmıĢtır.
6
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
389
Aslında, TürkiyeĠran sınır güvenliğiyle ilgili olarak, I. Ağrı Ġsyanı’ndan bir ay kadar
önce, 22 Nisan 1926’da Tahran’da Türkiye ile Ġran arasında “bitaraflık, saldırmazlık ve bir
saldırı durumunda siyasal dayanıĢmada bulunmaya dair yükümlülükler içeren Türkiyeİran
Emniyet ve Muhadenet Muahedesi (TürkiyeĠran Dostluk ve Güvenlik AntlaĢması) adıyla
anılan bir antlaĢma imzalanmıĢtır. Söz konusu antlaĢmanın iki ülke sınırındaki Kürt
aĢiretlerinin yasadıĢı faaliyetlerine karĢı iki ülkeye de sorumluluk yükleyen 5. ve 6. maddeleri
Ģöyle tanzim edilmiĢti:
“(...)
Madde 5
Tarafeyni âkideyn kendi memleketleri dâhilinde tarafı diğer memalikınin
emniyet ve asayişini ihlâl veya hükümetini taklip gayesini takip eden
teşkilât
ve
tecemmüatın teşekkül veya ikametini ve keza diğer memlekete karşı propaganda veya diğer
başka bir vasıta ile mücadele maksadında
bulunan eşhas veya tecemmüatın ikametini
kabul etmemeği taahhüt
ederler.
Madde 6
Tarafeyni âkideyn hudut mıntıkaları ahalisinin huzur ve emniyetlerini temin
edebilmek maksadiyle hududa civar arazide bulunan aşiretlerin
ihdas
edegelmekte
oldukları iki memleketin asayişini muhil ef‟ali mücrimaneye ve tertibata nihayet vermek için
bilcümle tedabiri lâzimeyi
ittihaz edeceklerdir. Bu tedabir tarafeyn hükümetlerince ayrı
ayrı veya lüzumuna kail oldukları
takdirde müştereken ittihaz olunacaktır.”9
9
T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge),
C. II, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, s. 398.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
390
Fotoğraf 1: Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı Dağı’nın Uydu Fotoğrafı
10
ERMENĠSTAN
Büyük Ağrı Dağı
Küçük Ağrı Dağı
TÜRKĠYE
Aybey Dağları
Iğdır Ovası
ĠRAN
Dil Ovası
Görüldüğü üzere birbirlerini destekler nitelikteki bu maddeler bir bakıma antlaĢmanın
ayırıcı niteliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle antlaĢmanın 6. maddesi açıkça aĢiretleri
hedef göstererek, bu antlaĢmanın ayırıcı özelliğini yansıtmıĢtır. Bu tarihten sonra yine aynı
amaca ulaĢmak için yapılan (Sadabad Paktı da dahil) çok sayıdaki antlaĢmada, yukarıdaki 5.
maddedeki hükme benzer ifadeler yer alacak, ancak 6. maddenin niteliğinde bir hükme
rastlanılmayacaktır.11 Temel amaç aĢiretlerin yarattığı sınır sorununu çözmek olsa da, bu
antlaĢma Türkiye Cumhuriyeti ile Ġran arasında imzalanan ilk belge olması nedeniyle de
önemlidir.12 Bundan sonra imzalanan diğer belgeler de bu antlaĢmayı temel alacaklardır.13 BeĢ
10
Bu uydu fotoğrafı “Google Earth” adlı bilgisayar yazılımıyla elde edilmiĢtir. (Not: Sınırlar
tarafımdan kabaca çizilmiĢtir.)
11
Atay Akdevelioğlu, Ömer Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, Türk Dış Politikası:
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I (19191980), 12. bs., Ed. Baskın Oran,
ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 361.
12
Gökhan Çetinsaya’ya göre, antlaĢma talebi ilk önce Ġran’dan gelmiĢtir. Çetinsaya’ya göre bunun
temel nedenlerinden biri, Ġran’ın kendisine karĢı yapıldığını düĢündüğü 17 Aralık 1925 tarihli Türk−Sovyet
AntlaĢması’nın doğurduğu TürkRus iĢbirliğinin önünü kesmektir. Ġkinci neden ise, Ġran’ın, Türkiye’nin
Azerbaycan üzerinde emelleri olduğuna dair bir algılamayla hareket ederek, Türkiye ile yapılacak bir
antlaĢmayla bu tehlikeyi bertaraf etme isteğidir. Bkz. Gökhan Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran
ĠliĢkileri (19261938)”, Avrasya Dosyası, C. 5, Sayı: 3 (Sonbahar 1999), s. 150-151. Diğer taraftan
DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü Aras, antlaĢma onaylanmadan önce TBMM’de yaptığı konuĢmada,
antlaĢmanın iki ülke için de önemini Ģu sözlerle dile getirmiĢtir: “...Genel durum mütalaa edilince, samimi
ve karşılıklı anlayışın gerek siyasi ve iktisadi noktai nazardan ve gerek coğrafi vaziyet itibariyle iki devlet
arasındaki menfaat ve kader birliği oluşuna dayandığını görmemeye imkan yoktur. Zaten iki taraf
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
391
yıl süreyle geçerli olacak bu antlaĢma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 22 Mayıs
1926’da onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. 14 Ne var ki, bu antlaĢmayla iki ülke arasında
oluĢturulan dostluk ve güven ortamı uzun ömürlü olmamıĢtır.15 Zira, öteden beri Türkiye’nin
önemle üzerinde durduğu TürkiyeĠran sınırındaki aĢiretlerin suç teĢkil eden faaliyetleri
konusunda Ġran’dan beklenen destek alınamamıĢtır. Öyle ki, sınır bölgesindeki Kürt
aĢiretlerinin huzur ve güvenliği bozucu faaliyetlerinin devam etmesi, Ġran’la olan diplomatik
iliĢkilerin kesilme tehlikesini bile doğuracaktır zaman içinde. 16
1927 yılına gelindiğinde, Türkiye ile Ġran arasında Kürt aĢiretlerinin faaliyetlerinden
kaynaklanan mevcut sınır sorunları yeniden su yüzüne çıkmaya baĢlamıĢtır. Türkiye bölgedeki
isyanları sonlandırabilmek için bir yandan yasal düzenlemelere17 giderken; diğer yandan,
bölgedeki isyancılara karĢı askeri önlemlerini arttırma yoluna gitmiĢtir. Bu çerçevede, Haziran
1927’de özellikle Ağrı bölgesindeki asilere karĢı bir tedip harekâtı düzenlenmesine rağmen,
isyancıların büyük çoğunluğu yine Ġran’a kaçmıĢtır. Bunun üzerine, Ağrı bölgesindeki mevcut
isyancılara yönelik olarak yeni bir askeri harekât düzenlenmesi ihtiyacı 3. Ordu
MüfettiĢliği’nce Genelkurmay BaĢkanlığı’na bildirilmiĢ; ayrıca, isyancıların Ġran’a kaçabilme
milletlerince çoktan beri bilinen ve duyulan bu gerçeğin hükümetlere intikali ve açıktan açığa izharı her iki
diyarda teyemmünen vukua gelen mesut değişiklikler sayesinde olmuştur. Ve işte bugün huzuru tetkik ve
tasvibinize Türk−İran Emniyet ve Muhadenet Ahitnamesi‟ni arz etmekte mesudum...” Bkz. TBMM Zabıt
Ceridesi, C. 25, Devre II, Ġçtima Senesi: III, YüzbeĢinci Ġçtima, 22.05.1926, s. 399-400.
13
Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 361.
14
Bkz. Düstur, Tertip 3, C. 7, s. 926.
15
AntlaĢmanın imzalanmasından üç gün sonra, 25 Nisan 1926’da Rıza Pehlevi Han büyük bir törenle
Ġran tahtına çıkarak Ġran tacını giymiĢ, “ġah” ünvanını alarak Ġran’da “Pehlevi Hanedanlığı” dönemini
baĢlatmıĢtır. Mustafa Kemal Atatürk de, ġah Rıza’nın cülusu dolayısıyla bir memnuniyet ve tebrik telgrafı
çekmiĢ, ayrıca bu vesileyle ġah’a hediye olarak bir kılıç gönderme kararı almıĢtır. Söz konusu kılıç, iki
Junker savaĢ uçağı vasıtasıyla Ġran’a gönderilmiĢ ve bu kılıç Tahran Büyükelçisi Memduh ġevket
[Esendal] Bey tarafından bir törenle ġah’a takdim edilmiĢtir. ġah’ın, Atatürk’ün ve Türkiye’nin bu dostane
ilgisi ve davranıĢı karĢısında törende söylediği sözler ilgi çekicidir: “...Bu yalnız dost yadigârı değil, bir
kardeş yadigârıdır; nezdimde mevkii büyüktür. Gazi Hazretlerinin bu hediyeyi bana bu dört genç zabit ile
gönderdiğine ne derece memnun olduğumu ifade edemem; bunları gördükçe insanın sinesi iftihar ve ümitle
doluyor. Ümit ediyorum ki yakın vakitte askerlerimiz düşmana karşı omuz omuza harp edeceklerdir...”
Memduh ġevket Bey, Ġran ġah’ın huzuruna kabulünü ve kılıcı takdim ediĢiyle ilgili olarak DıĢiĢleri
Bakanlığı’na gönderdiği raporda, ġah’ın “kardeĢ” sözünü yalnız Türkler ve Afganlılar için kullandığına
dikkat çekmektedir. Bkz. Bilal N. ġimĢir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 2001, s. 441-446.
16
Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, “19191938 Yılları Arasında Türk DıĢ Politikası”, Olaylarla Türk
Dış Politikası (19191995), 9. bs., Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s. 90.
17
ġeyh Said Ġsyanı dolayısıyla TBMM tarafından 4 Mart 1925’de kabul edilen “Takriri Sükûn
Kanunu” (Ġdarei Örfiye Kanunu), Ağrı Ġsyanı’nın sonlandırılamamasından dolayı Kasım 1926’da tekrar
uzatılmıĢ ve Mart 1929’a kadar yürürlükte kalmıĢtır. Ayrıca isyancıların bölgede direnç göstermelerini
engellemek için, bazı isyancı ailelerin ve isyana destek verdikleri/verecekleri düĢünülen kimselerin
Türkiye’nin batı illerine naklini öngören “Bazı EĢhasın ġark Menatıkından Garb Vilayetlerine Nakillerine
Dair Kanun”u (Nakil Kanunu) 19 Haziran 1927’de TBMM’de kabul edilmiĢtir. Bu tedbirlerin dıĢında
isyanların sonlandırılabilmesi için af kanunları da çıkarılmıĢ, bunların süreleri ve kapsamları zaman zaman
geniĢletilmiĢtir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 27, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, Sekizinci Ġçtima,
22.11.1926, s. 77; TBMM Zabıt Ceridesi, C. 33, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, YetmiĢ Yedinci Ġnikat,
19.06.1927, s. 274.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
392
ihtimallerinden dolayı, bu konuda Ġran Hükümeti nezdindeki siyasi giriĢimlerin sürdürülmesi
gerektiğine vurgu yapılmıĢtır.18
Öte yandan, ġeyh Said Ġsyanı’ndan sonra Türkiye’den, Ġran, Irak ve Suriye’ye kaçan
isyancılar ve Kürtçülük hareketinin önemli liderleri Türkiye’ye karĢı ortak bir cephe
oluĢturmak için Ekim 1927’de Hoybun Cemiyeti’ni kurmuĢlardır ki, kuruluĢuyla birlikte bu
cemiyet Ağrı Ġsyanı’nı yönlendiren bir güç olacaktır. Ermeni TaĢnak Cemiyeti aracılığıyla
Ġngilizler tarafından desteklenen19 Hoybun Cemiyeti, Halep ve Beyrut’da merkezler açarak
Türkiye aleyhine faaliyette bulunmaya baĢlamıĢ20 ve eski bir Osmanlı subayı olan Yüzbaşı
İhsan Nuri’yi de (kendisine “Nuri PaĢa” diye hitap edilmektedir) Ağrı Ġsyanı’nın askeri
komutanı olarak görevlendirmiĢtir.21 Bütün bu çerçeve dâhilinde, Ağrı bölgesinde sayıları
800’ü bulan isyancılara karĢı 13 Eylül20 Eylül 1927 tarihleri arasında 9. Kolordu’ya bağlı
birliklerce tedip harekâtı baĢlatılmıĢtır. Harekât sonucu isyancıların önemli bir bölümü etkisiz
hale getirilmesine rağmen, arazinin ağır Ģartları ve susuzluk gibi problemler yüzünden 20
Eylül’de harekât sonlandırılmak zorunda kalınmıĢtır. 22 Dolayısıyla, harekâtta kısmi bir baĢarı
elde edilebilmiĢ, bir kısım isyancı ise yine Ġran’a kaçarak eĢkıyalık faaliyetlerini sürdürmeye
devam etmiĢtir. Bunun anlamı, isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale getirebilmek için sınır
istihbaratına ve Ġran’ın desteğine mutlak surette gereksinim olduğuydu. Aslında, Türkiye
öteden beri, bölgede askeri operasyonlar yaparken Ġran’ı isyancılara karĢı daha etkili önlemler
almak konusunda uyarmaktaydı. Bu bağlamda, Ağrı Ġsyanı’nın kontrol altına alınması
bakımından 1926 Antlaşması büyük önem taĢımasına rağmen, antlaĢma hükümlerinin
uygulanması konusunda Ġran’ın gevĢek sayılabilecek tutumu, iliĢkilerdeki gerginliği yeniden
arttırmaktaydı. Türkiye’nin somut talepleri, sınırın isyancılara kapatılması, askeri harekâtlar
18
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 291.
M. Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara, 1994, s.
405. Ağrı Ġsyanı’nda baĢta Ġngiltere olmak üzere Fransa, Ġtalya ve Yunanistan’ın rolleri konusunda bir
değerlendirme için ayrıca bkz. Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Ağrı Ġsyanlarında Yabancı Parmağı
(19261930)”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22 (Aralık 2008), s. 122.
20
Mehmet Saray, Türkİran İlişkileri, Atatürk AraĢtırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 115.
21
Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, 2. bs., Med Yayıncılık, Ġstanbul, 1992, s. 27. Kürt kökenli ve
Bitlis doğumlu bir asker olan YüzbaĢı Ġhsan Nuri (18931976), Ġstanbul’da Harp Okulu’ndan mezun
olarak 1910 yılında Osmanlı ordusunda subay olarak Arnavutluk, Yemen ve Erzurum’da görev yapmıĢtır.
KurtuluĢ SavaĢı sırasında da Doğu cephesinde Ermenilere karĢı verilen mücadelede görev alan Ġhsan Nuri,
1924 yılında Hakkâri’de ortaya çıkan “Nasturi Ġsyanı”nı bastırmakla görevli alayda da bölük komutanı
olarak görev yapmıĢtır. Musul Sorunu sırasında Diyarbakır’da görevli olan Ġhsan Nuri, bu görevi sırasında
bağımsız bir Kürt devleti kurmak için Kürt kökenli subaylar ve Kürt liderleriyle bir teĢkilatlanma içerisine
girmiĢtir. Örgütlenme faaliyetleri sezilen Ġhsan Nuri, kısa bir süre sonra, BeytülĢebab’ta (Hakkâri) bir
ayaklanmaya önderlik ederek ordudan ayrılmıĢ, ayaklanmanın bastırılmasından ardından önce Suriye’ye
ve oradan da Irak’a geçmiĢtir. ġeyh Said Ġsyanı’na destek vermek için tekrar Türkiye’ye dönen Ġhsan Nuri,
isyanın bastırılmasından sonra önce Irak’a sonra Ġran’a geçmiĢtir. Hoybun Cemiyeti’nin kuruluĢuyla
birlikte, Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde bir halk ayaklanması baĢlatmak ve bu
amaçla bir gerilla örgütlenmesi kurmak amacıyla Cemiyet tarafından görevlendirilmiĢtir. Cemiyet
tarafından kendisine “PaĢa” ünvanı verilen Ġhsan Nuri, III. Ağrı Ġsyanı’na “BaĢkomutan” sıfatıyla önderlik
etmiĢtir. Ġsyanın bastırılmasının ardından Ġran’a geçen Ġhsan Nuri, uzun yıllar Tahran’da yaĢamıĢ ve bu
arada Ağrı Ġsyanı’nı kendi bakıĢ açısıyla anlatan “Ağrı Dağı Ġsyanı” adlı kitabı yazmıĢtır. Ġhsan Nuri,
geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüĢtür.
22
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 292-306.
19
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
393
sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmalarının önlenmesi ve ortak sınırın yapılacak
bir antlaĢma yoluyla tespiti noktalarında toplanıyordu.
II. Ağrı Ġsyanı’ndan sonra, Türkiye’nin bölgedeki geliĢmelerden duyduğu rahatsızlık
karĢısında, Ġran Devlet BaĢkanı ġah Rıza Pehlevi Han, Ġsviçre’de bulunan temsilcisi Ali Furugi
Han’a derhal Ankara’ya giderek sınır olaylarının tekrarlanmaması için meseleyi görüĢmesi
talimatı vermiĢtir.23 Bu geliĢmenin ardından ikili iliĢkilerin düzelme yoluna girmesi
beklenirken, 1927 Ekim’inde Beyazıt Olayı meydana gelmiĢtir. Söz konusu olayda, Ġran’da
bulunan bazı Kürt aĢiretlerine bağlı isyancılar Doğu Beyazıt’a gelerek bir Türk birliğine
saldırmıĢ, subay ve erlerden oluĢan bir grup Türk askerini de tutsak alarak Ġran’a götürmüĢtür.
Bunun üzerine Türkiye, Ġran’a bir nota vererek, on gün içerisinde esir edilen Türk subay ve
erlerinin Türkiye’ye iade edilmesini ve Ġran’a geçmek isteyen Kürtlere Ġran tarafından sığınma
hakkının verilmemesini istemiĢtir. Türkiye’nin ilk talebini yerine getiren Ġran’ın, ikinci talebi
yerine getirmesi TürkiyeĠran sınırının oldukça dağlık yapıda olması nedeniyle oldukça zor
gözükmekteydi. Türkiye’nin bu ikinci talebi karĢısında Ġran’ın adım atmaması üzerine Türkiye
Ġran’daki büyükelçisini geri çekmiĢtir. Bunun üzerine Ġran Hükümeti, Ali Furugi Han’ı özel
olarak Ankara’ya göndermiĢ, ancak Ġran temsilcisi Ankara’da oldukça soğuk karĢılanmıĢtır.
Türkiye bu tutumuyla, Ġran’ın hata yaptığını ve bu politikasını değiĢtirmesi gerektiğini
göstermeye çalıĢmaktaydı. 24
Ali Furugi Han’ın Ankara’ya gelmesiyle birlikte gerçekleĢtirilen görüĢmeler ve
çalıĢmalar sonucunda 15 Haziran 1928 tarihinde Tahran’da 1926 Antlaşması’na ek bir protokol
imzalanmıĢtır. Protokol esas itibariyle bir saldırı durumunda tarafların dayanıĢmalarını daha
etkin duruma getirmeyi ve aralarındaki ekonomik iĢbirliğini geliĢtirmeyi hedefliyordu. 25
Ayrıca, Türkiye, Ġran’a 1926’da kabul ettirmeye çalıĢtığı aktif tarafsızlık hükmünü de bu
protokolle kabul ettirmiĢ oluyordu. 26 Ancak, iki ülke arasındaki acil sorunu Kürt aĢiretleri ve
buna bağlı olarak sınır sorunu oluĢturmasına rağmen, protokolde bu hususlarla ilgili bir
maddenin yer almamıĢ olması 1926’dan bu yana sürdürülen görüĢmelerin bu konularda bir
sonuca bağlanamadığını göstermektedir. Fakat yine de bu protokol, iki ülke arasındaki
sorunların çözümü çabalarında iyi niyetin devam ettiğinin de bir göstergesidir. 27 Zira,
görüĢmeler baĢladıktan bir süre sonra, iki hükümetin karĢılıklı taleplerinin birbirleriyle
uyuĢmaması görüĢmeleri tıkanma noktasına getirmiĢtir. Türk Hükümeti’nin taleplerinden biri
isyancı Kürt gruplarının Ġran’a kaçmalarına engel olunması iken, diğeri ise TürkiyeĠran sınır
çizgisinin hukuki bir temele oturtulmasıydı. Çünkü, Osmanlı Ġmparatorluğu ile Ġran (Kaçar
Hanedanı dönemi) arasında imzalanan ve ortak sınırı düzenleyen en son belge olma niteliğini
23
Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 156-157.
Ahmet Özgiray, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında Türk−Ġran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, Atatürk
Dönemi Türk Dış Politikası, Ed. Berna Türkdoğan, Atatürk AraĢtırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 298299.
25
“22 Nisan 1926 Tarihli Türkiye−Ġran Muhadenet ve Emniyet Muahedesine Merbut Protokol” adıyla
imzalanan bu protokol, iki maddeden oluĢmaktaydı. Protokol, 29 Kasım 1928’de TBMM tarafından
onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. Protokolün tam metni için bkz. T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli
Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), s. 454-455; TBMM Zabıt Ceridesi, C. 5,
Devre: III, Ġçtima Senesi: I, 9. Ġnikat, 29.11.1928, s. 74, 84-86.
26
Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 160; Akdevelioğlu ve
Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 362.
27
Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 362.
24
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
394
taĢıyan 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nde kurulması öngörülen “sınır tespit komisyonu”nun
gerekli çalıĢmaları yapamamıĢ olması ve buna bağlı olarak protokolün onay aĢamasını
tamamlamamıĢ olması protokolün hukuki geçerliliğini tartıĢmalı hale getirmekteydi. 28 Türkiye,
bu protokolün yerine yeni bir antlaĢmayla ortak sınırın yeniden düzenlenerek mevcut sınır
çizgisinde kendi lehine ufak bir takım değiĢikliklerin yapılmasını isterken; Ġran, 1913 tarihli
İstanbul Protokolü’ne dayanarak, Türkiye’nin bugüne kadar mevcut sınırı belirli noktalardan
açıkça ihlal ettiğini savunmuĢ ve Türkiye’nin sınır değiĢikliği konusundaki isteklerinin de,
Azerbaycan’la ilgili tarihi emellerinin tekrar canlanmasının bir iĢareti olarak yorumlamıĢtır. 29
AnkaraTahran arasındaki iliĢkiler bu yönde seyrederken, isyancılar açısından
geliĢmeler de bambaĢka bir boyutta seyretmekteydi. Zira, 1928 yılı içerisinde30, isyancıların
Ağrı Dağı’nda Ağrı Kürt Cumhuriyeti adı altında minyatür bir devlet kurdukları dahi söylenir
olmuĢtur. Bitlis ve Van’ı da içine alacak Ģekilde sınırları tayin edilen bu sözde cumhuriyet için
üstünde Ağrı Dağı’nın motifi bulunan sarı, kırmızı, yeĢil bantlardan oluĢan bir bayrak bile
28
Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 360.
Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 158-159. Ġran’ın, Azerbaycan
konusundaki bu endiĢeleriyle ilgili olarak, ġah Rıza Han, Türkiye’nin Tahran ataĢemiliteri BinbaĢı
Hüsamettin’e (Tugaç) Ģunları söylemiĢtir: “...Öyle zannediyorum ki, Türkiye‟nin İran Azerbaycanı‟nda
gözü vardır. ...Azerbaycan halkı Türktür. Türkiye bunu ihmal edemez. Vakıa, şimdiki Türkiye böyle bir
politika gütmüyor. Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir zattır. Fakat kendisinden sonra Türkiye yine İttihatı
Terakki hükümetinin siyasetini benimseyebilir. Görüyorum ki demiryolu inşaatınız iki koldan
Azerbaycan‟a doğru yönelmiştir. Gerektir ki Türkiye ergeç Azerbaycan‟ı alsın.” Bkz. Ġsmail Arar,
“Atatürk’ün Günümüz Olaylarına da IĢık Tutan Bazı KonuĢmaları”, Belleten, C. 45/1, Sayı: 177 (Ocak
1981), s. 16. Ġlginçtir, Ġran’ın temsilcisi Furugi de, Aralık 1927’de Tahran’a gönderdiği bir raporda aynı
endiĢeleri dile getirmektedir: “...Türklerin hiçbir zaman İran topraklarına veya hiç olmazsa Azerbaycan‟a
karşı ilgi duymayacaklarını garanti edemem; yalnız, şimdilik Türkler, kendi iç ve dış sorunlarıyla birlikte,
zayıf olan ekonomik durumlarıyla uğraşmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa, eski Türklerin Panİslamist ve
PanTürkizm gibi ihtiraslı emellerinden uzak, akıllıca bir siyaset izlemektedir. O, bütün gücüyle millet ve
devleti sağlam temellere dayandırmak istiyor. Bu durum gelecekte bizim için tehlikeli olabilir. Yani, demek
istiyorum ki, Mustafa Kemal Paşa uzun bir hükümranlık devrinde Türkiye‟yi iç ve dış çıkmazlardan
kurtarırsa, kendisi veya halefleri genişleme hevesine kapılabilirler.” Bkz. Meliha Anbarcıoğlu, “Gazi
Mustafa Kemal Atatürk ve Ġran’da Reformlar”, Doğu Dilleri Dergisi, C. 3, Sayı: 4 (1983), s. 16.
30
Ġhsan Nuri, kitabında, daha önce çıkarılan ve süresi uzatılan af kanunundan yararlanması ve isyanı
sonlandırması için 1928 yılı içerisinde bazı Türk yetkililerin kendisiyle görüĢtüğünden bahsetmektedir. Bu
amaçla görüĢmeye giden heyette biri Ġstanbul, diğeri Beyazıt milletvekili olan iki TBMM üyesi, Karaköse
Tümen Komutanı, birkaç subay ve Beyazıt Jandarma Kumandanı Arif Hikmet Bey bulunmaktadır. Heyet,
Ġhsan Nuri’den, isyana son vermesi, tüccarların elinden alınan sürülerin geri verilmesi, kanunsuzluk ve
karıĢıklık çıkarmaya son vererek Ağrı’dan ayrılıp gitmesini taleplerinde bulunmuĢtur. Bunun karĢılığında,
kendisi için isteyeceği her Ģeyin yerine getirileceği ve isyana karıĢıp suç iĢleyenlerin affedilerek, devlet
tarafından gerekli her türlü yardımın yapılacağı teklif edilmiĢtir. Bu önerileri reddeden Ġhsan Nuri,
görüĢmede tek bir noktada mutabakat sağlandığını belirtmektedir. Buna göre, isyancılar Beyazıt çevresine
saldırmayacak, bunun karĢılığında hükümet de Ağrı üzerine asker göndermeyecekti. GörüĢme sonrasındaki
günlerde, Ġhsan Nuri’nin isteği üzerine, karısı Türkiye’den Suriye’ye gönderilirken; Ġhsan Nuri’nin orduda
görevli olduğu dönemde arkadaĢlık kurduğu bazı Türk subayları son bir giriĢimde daha bulunarak
kendisiyle görüĢürler ancak bir netice elde edemezler. Bkz. Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, 34-36.
29
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
395
tasarlanmıĢtır. Ġsyancılar iĢi o derece ileri götürmüĢlerdir ki, bazı iddialara göre, Ġngilizlerin
aracılığıyla Milletler Cemiyeti’ne dahi baĢvurmuĢlardır.31
1929 yılına gelindiğinde, Türkiye ile Ġran arasında imzalanan antlaĢma ve protokole
rağmen, Kürt aĢiretlerinin sınırlardaki faaliyetlerinin engellenemediği görülmektedir. 1929 yılı
baĢlarında Doğu Anadolu’da vukuu bulan olaylar karĢısında, uzun zamandan beri Ġran ile
müzakere edilen ortak sınır meselesi konusunda bir antlaĢma yapılabilmesi için, 9 Nisan
1929’da karma bir sınır komisyonunun oluĢturulması konusunda anlaĢmaya varılmıĢtır.
Komisyon 1929 yılı içerisinde sınır boyunca faaliyetlerini sürdürmüĢtür. 32 Ancak bu sınır
komisyonunun da çalıĢmaları bir neticeye ulaĢamamıĢtır.
GeliĢmeler bu yönde seyrederken, Bakanlar Kurulu, CumhurbaĢkanı Mustafa Kemal
[Atatürk] PaĢa baĢkanlığında 28 Aralık 1929 tarihinde, Ağrı bölgesindeki isyan hareketlerinin
sonlandırılması konusunda oldukça önemli bir toplantı gerçekleĢtirmiĢtir. Söz konusu
toplantıya Bakanlar Kurulu üyeleriyle birlikte Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi [Çakmak]
PaĢa, I. Genel MüfettiĢ Ġbrahim Tali [Öngören] Bey de iĢtirak etmiĢlerdir. Toplantıda 1930 yılı
Haziran ayında Ağrı’da bir tenkil harekâtına giriĢilmesi ve bu hususta gerekli çalıĢmaların
yürütülmesi için ilgili makamlara bildirilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. 33 ĠĢte bu kararla birlikte,
Türkiye’nin hem Ağrı Ġsyanı’nı hem de Ġran’la olan sınır ihtilafını kesin bir Ģekilde
sonlandırmak için zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulamaya koyduğunu ilerleyen zaman
diliminde yaĢanacak olaylar açıkça gösterecektir.
Türkiyeİran İlişkilerinin Gerginleşmesi, Türkiye’nin Zorlayıcı
ve III. Ağrı Harekâtı (1930)
Diplomasisi
Bakanlar Kurulu’nun 29 Aralık 1929 tarihli kararı üzerine, Genelkurmay BaĢkanlığı 7
Ocak 1930’da kararın icrası hususunda gerekenlerin yapılması için 9. Kolordu’ya emir
vermiĢtir. Söz konusu emirde Ģöyle denmektedir:
“1930 senesinde Ağrı‟ya karşı yapılacak harekâta dair, 29 Aralık 1929 gün ve 8692
sayılı Bakanlar Kurulu kararı ayrıca yazılı olarak
gönderilmiştir.
Bu
kararname
gereğince Bulakbaşı ve Şıhlı Köyü arasında
asilerle meskûn olan köyler ile sığınılan yerler
işgal edilerek asiler geçim
üssünden yoksun bırakılacak ve bölge eşkıyadan
temizlendikten sonra bunlar Ağrı tepeler hattına doğru takip edilerek işgal edilen bölgede
garnizonlar inşa edilecek ve bunlardan yalnız seyyar jandarma kuvvetleri
19301931
kışını burada geçireceklerdir. İşgal bölgesinde jandarma
alayları için lazım olan
yerlerden başka meskûn yer bırakılmayacaktır. Bu
suretle iaşe ve iskân ihtiyacından
tamamıyla yoksun olan asiler ya
dağılacak veya İran‟a sığınmaya mecbur olacaktır. Bu
taktirde mesele İran‟la halledilecektir...” 34
Genelkurmay BaĢkanlığı’nın emrinde de görüldüğü üzere, Ağrı’ya karĢı yapılacak
askeri harekâtın öncelikli hedefi isyancıların iaĢe ve iskân ihtiyacından tamamıyla yoksun
31
Naci Kutlay, “Kürt Milliyetçiliğinin Son Yüzyılı (19201970), Cumhuriyet ve Kürtler”, Toplumsal
Tarih, Sayı: 160 (Nisan 2007), s. 27-28.
32
Özgiray, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında Türk−Ġran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, s. 300.
33
Bakanlar Kurulu Kararı için bkz. Resmi Gazete, Sayı: 8692, Tarih: 29.12.1929
34
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 92.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
396
bırakılarak dağıtılması ve Ġran’a sığınmaya mecbur edilmesidir. Böylelikle, isyancıların Ġran’a
doğru kaçmaya baĢlamasıyla birlikte TürkiyeĠran sınırında askeri açıdan fiili bir durum
yaratılarak zorlayıcı diplomasinin tam anlamıyla devreye sokulması söz konusu olacaktır.
Diğer bir deyiĢle, daha önce gerçekleĢtirilen askeri harekâtlardan farklı olarak, kesin sonuca
ulaĢmada askeri ve diplomatik açıdan iki ülke arasında ciddi bir “kriz” durumunun
oluĢması/yaratılması söz konusu olacaktır ki; Türkiye’nin karar alıcılarının düĢüncesinin de bu
yönde olduğunu yaĢanılacak olaylar gösterecektir. Ġleride ayrıntıları aktarılacak olan söz
konusu süreçte; 1930 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve nihayet ana askeri harekâtın
gerçekleĢtirileceği Eylül ayları boyunca, Türk Hükümeti’nin Ġran’a karĢı baĢarılı bir
tırmandırma siyaseti izleyerek askeri ve diplomatik eylemlerle kararlılığını ortaya koyduğu,
basın ve kamuoyunda da bu konunun oldukça yüksek bir duyarlılıkla iĢlendiği görülmektedir.
KarĢılıklı nota teatilerinin, sertleĢmelerin yaĢandığı bu süreçte, Türkiye bir yandan Ġran
üzerinde baskıyı aşamalı arttırma olarak niteleyebileceğimiz türden bir zorlayıcı diplomasi
stratejisini uygulayarak Ġran üzerinde etki yaratmaya ve baskı kurmaya çalıĢılırken; diğer
yandan da, Türk askerlerinin Ġran topraklarında da harekâtı sürdürebilmesi ve ortak sınırın bir
anlaĢma zemininde çözüme kavuĢturulması için görüĢmeler yoluyla sonuç elde etmeye
çalıĢmıĢtır.
Ana askeri harekâtın yapılacağı 1930 Eylül’üne gelinceye kadar, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’nun bazı yerlerinde baĢka ayaklanmalar da (Savur Ayaklanması, Zeylan
Ayaklanması, Oramar Ayaklanması) gerçekleĢmiĢtir. Bu ayaklanmaların temel amacı, askeri
birliklerin dikkatini ve enerjisini baĢka alanlara çekerek Ağrı’ya daha az kuvvet gönderilmesini
sağlamak olarak özetlenebilir.35 Ancak yine de Türk ordusu bir yandan bu ayaklanmalara karĢı
harekât yürütürken, diğer yandan Ağrı’daki ana harekât için gerekli olan askeri kuvveti
bölgeye yığabilmiĢtir. Ġngiliz kaynaklarına göre sınıra yerleĢtirilen askeri birliklerin mevcudu
15.000’i bulmuĢtur.36
Öte yandan, 1930’un yaz ayları boyunca devam eden ayaklanmalarla ilgili olarak Türk
basınında da Ġran’ın isyancılara karĢı pasif tutumu ve isyancılara desteği açık ve yoğun bir
biçimde eleĢtiri konusu olmuĢ; özellikle Zeylan Ayaklanması’yla birlikte, isyancılara Ġran’dan
gelen eĢkıyaların da katıldığı (“Ġranlı Ģaki(ler)” deyimi sıklıkla kullanılmıĢtır) ve yardım
aldığından bahisle, Ġran’ın tutumuna karĢı kamuoyu oluĢturularak baskı yaratılmaya
çalıĢılmıĢtır.37 Bu türden suçlamaların Türk basınında geniĢ yer bulmasıyla birlikte38, konuyu
35
Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s. 418. Söz konusu ayaklanmalar ve bastırılmalarıyla ilgili daha
geniĢ bilgi için bkz. T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s.
23-86.
36
Bilal N. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), 2. bs., Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1975, s. 156.
37
Bkz. Necmeddin Sadık, “Tehlikeli Bir KomĢu Kapısı”, Akşam, 7 Temmuz 1930; Yunus Nadi,
“ġarktaki Hadise ve Ġran”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1930; “ġark Hududumuza Tecavüzde Bulunan
ġakiler”, Milliyet, 1 Temmuz 1930; “Ağrı Dağı Üzerindeki Askeri Harekâtımız”, Cumhuriyet, 6 Temmuz
1930; “Ağrı Hadisesi’nin Aslı Nedir?”, Vakit, 29 Haziran 1930; “Mesele Adi Bir ġekavet Olmaktan
ÇıkmıĢ, Siyasi Bir Renk AlmıĢtır”, Vakit, 5 Temmuz 1930; “Ġran Bize Dost mu, DüĢman mı?”, Vakit, 5
Temmuz 1930.
38
Türk basınının Ġran’ı suçlayan bu tür haberleri Ġran basınında tepkiyle karĢılanmıĢtır. Ġran basınında,
bu haberlerin gerçeği yansıtmadığı ve Ġran hükümetinin olaylarda sorumluluk ve ihlalinin bulunmadığı
türünden yazılarla Türk basınının iddialarına cevap verilmeye çalıĢılmıĢtır. Örneğin, Tahran’da “Ġran”
adıyla yayınlanan bir gazetenin 10 Temmuz 1930 tarihli sayısında yeralan “Kürt Meselesi ve
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
397
yakından takip eden Ġranlı diplomatlar da basına açıklamalar yapmak zorunda kalmıĢlardır.
Örneğin, Ġran’ın Ġstanbul Konsolusu Esadullah Han basına verdiği bir demeçte, konuyla ilgili
gazete haberlerinin doğru olmadığını, TürkiyeĠran sınırındaki aĢiretlerin de Ġran’da teslih ve
teçhiz edilmediğini, bunların zaten silahlı aĢiretler olduğunu ve Ġran tarafından takip
edildiklerini39 söylerken; Ġran Maslahatgüzarı Mehmet Sait Han da, durumu gazetelerden takip
ettiğini ve olaylar hakkında henüz Ġran Hükümeti’nden cevap alamadığını, ancak Ġran DıĢiĢleri
Bakanı’nın ve Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Memduh ġevket [Esendal] Bey’in konuyu
görüĢmekte olduklarını belirterek, Türkiye aleyhindeki herhangi bir hareketin Ġran’da yer
bulacağına inanmadığını40 söylemiĢtir. (Ağrı Ġsyanı ve Türkiye–Ġran Krizi sırasında karar alma
sürecinde yer alanlar için bkz. Tablo 1)
Tablo 1: Ağrı Ġsyanı ve Türkiye–Ġran Krizi Sırasında Karar Alma
Cumhurbaşkanı
Hükümet
Başbakan
Dışişleri Bakanı
Sürecinde Yer Alanlar
Mustafa Kemal PaĢa [ATATÜRK]
(188110.11.1938)
(1. T.C. CumhurbaĢkanı)
29 Ekim 192310 Kasım 1938
4. Mustafa Ġsmet PaĢa [ĠNÖNÜ] Hükümeti (CHP)
(5. T.C. Hükümeti)
2 Kasım 192725 Eylül 1930
Mustafa Ġsmet PaĢa [ĠNÖNÜ]
(188425.12.1973)
Ahmet Tevfik RüĢtü Bey [ARAS]
(188305.01.1972)
Hükümetimizin Bu Konuya ĠliĢkin Politikası” baĢlıklı bir yazıda Ģöyle denmektedir: “Bir süredir
komşumuz Türkiye, Kürtlerle ilgili sorunlarla uğraşmaktadır. Biz ise, İran ve Türkiye arasındaki samimi
ilişkilerden dolayı, bu konuyla ilgili olarak çok üzülmekteyiz. ...Anadolu Ajansı bu hususta bir haber
yayınladı, bu haber Tahran‟daki anadilde yayın yapan gazetelerde de yayınlandı. ...Haber şöyleydi: „Halit
Ağa, 100 kadar arkadaşıyla İran‟a gitmiş, silah temin etmiş ve daha sonra Türk topraklarında baskınlar
yapmıştır. Güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, isyancılar İran‟daki tesislerden
faydalanmakta ve yiyecekleri de Makü‟den tedarik edilmektedir.‟ Bu haberin Anadolu Ajansı‟nca
yayınlanması esef vericidir. Çünkü, Türk kamuoyunun görüşünü olumsuz yönde etkileyecek ve
Türkiye−İran arsındaki politik ilişkilerin güçlendirilmesini savunan Türkleri dehşete düşürecektir. ...bu
haberin doğruluğunu ya da güvenirliliğini iyi araştırmadan böyle bir haberi yayınladığı için adı geçen
ajanstan şikâyetçi olmalıyız. Çünkü, hem Türk hem de İran tarafı sıcak ve dostane ilişkiler kurmak için çok
istekliler ve bu gibi haberler nedeniyle yanlış anlamalar olabilir. ...İran hükümeti, Türk hükümetine ortak
bir politika belirlemeyi ve bu politikayı Türkiye‟deki Kürt isyanları sorunu tamamen çözülene dek
yürütmeyi önermiştir ...İran Kürdistanı‟ndaki sınırları kapaması için görevlilere talimat vermiştir ...İranlı
Kürt aşiretlerine sınırdan iç bölgeler doğru çekilmeleri talimatını vermiştir ...Daha önce Türkiye‟den
İran‟a geçmiş bir kısım Kürt‟ün talimatlara uymamasından dolayı onları sınır dışı etmiştir ...İran
Kürtlerinin Türkiye‟deki Kürtlere yardım ve yataklık etmelerine ya da Türkiye‟den gelenleri mülteci olarak
almalarına izin verilmemektedir. Hükümetimiz ...sınırdaki yetkililerine, Türk sınır yetkilileriyle işbirliği
yapmaları konusunda talimatlar vermiştir.” Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(19241938), s. 194.
39
Milliyet, 3 Temmuz 1930.
40
“Tenkil Harekâtı BaĢladı”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1930.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
Milli Savunma
Bakanı
Genelkurmay
Başkanı
398
Mehmet Recep Bey [PEKER]
Mustafa Abdülhalik Bey [RENDA]
(188901.04.1950)
(188101.10.1957)
4 Mart 19251 Kasım 1927
1 Kasım 192725 Aralık 1930
MareĢal Mustafa Fevzi PaĢa [ÇAKMAK]
(187610.04.1950)
3 Nisan 192112 Ocak 1944
GeliĢmeler bu yönde seyrederken, Türk DıĢiĢleri Bakanlığı cephesinde de Ġran’la
karĢılıklı nota teatileri üzerinden ciddi bir sertleĢme yaĢanmaktadır. 4 Temmuz 1930’da Ġran’a
bir nota verildiği, DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü [Aras] Bey’in “İran hükümetinin nazarı
dikkati celbedildi” Ģeklindeki sözleriyle basında yer alırken41; Ġstanbul’daki Ġngiliz
Büyükelçiliği’nden Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderilen raporlarda da Türkiye’nin Ağrı
bölgesinde geniĢ çaplı bir harekât baĢlattığı, isyancıların Ġran’dan yardım gördüğü, Ġran’ın
daha açıkça itham edildiği fakat Ġran’dan hala bir ses çıkmadığı yazılmaktadır. 42 Ġran
Hükümeti, Türkiye’ye verdiği 22 Temmuz 1930 tarihli cevabi notasında, Türkiye’yle olan
dostluğundan bahsederek, topraklarında Türkiye aleyhindeki bir harekete izin vermeyeceğini
ve bunun için gerekli tedbirleri alacağını; ancak, FransaAlmanya sınırı kadar geniĢ olan ortak
sınırı denetlemenin kolay iĢ olmadığını belirtmektedir.43
Ġran’ın sınır güvenliğiyle ilgili olarak Türkiye’yi tatmin etmekten uzak olan bu yanıtı
karĢısında, 27 Temmuz 1930 gecesi DıĢiĢleri Bakanlığı’nda BaĢbakan Ġsmet [Ġnönü] PaĢa’nın
baĢkanlığında olağanüstü toplanan Bakanlar Kurulu, Ağrı Ġsyanı’nı ve Ġran’ın tutumunu
görüĢerek, Ġran’a ikinci bir notanın verilmesini ve bu notanın içeriğini kararlaĢtırılmıĢtır.44
Temmuz ayının sonunda, Türkiye Ġran’a verdiği söz konusu ikinci notada sınır güvenliğinin
temini için Ġran’dan iki somut talepte bulunmuĢtur: Ġlk talep, TürkiyeĠran sınırında
düzeltmeler yapılması gerektiğine 45 iliĢkindi. Türkiye’ye göre, 1913 tarihli İstanbul
Protokolü’ne göre (ki protokolün hukuki geçerliliği tartıĢmalıdır) belirlenmiĢ olan
TürkiyeĠran sınırının özellikle Ġran sınırları içerisinde kalan Küçük Ağrı Dağı bölümünde
gerekli güvenlik önlemleri alınmadığından isyancılar bundan yararlanıyorlardı. Sınır
güvenliğinin etkin bir biçimde sağlanabilmesi için, sınır, Küçük Ağrı Dağı’nın doruğundan
değil, çevresinden geçmeliydi. Diğer bir deyiĢle, Küçük Ağrı Dağı da tamamen Türkiye
sınırları içerisinde kalmalıydı. Türkiye bu düzenlemeye karĢılık olarak da baĢka bir bölgedeki
41
“Ġran Hükümetine Bir Nota Verdik”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1930. Notayla ilgili olarak haberde
Ģöyle denilmektedir: “Bizim sureti hususiyede aldığımız malumata göre, İran hükümetinin eşkıyaya erzak
ve silah vermek suretiyle açıktan açığa yapmaktan çekinmediği yardım keyfiyeti layıkıyla tespit edilmiş ve
Türk efkârı umumiyesinin en geniş manası ile duyduğu infial ve asabiyete tercüman olan hükümetimiz,
Tahran hükümetine oradaki sefirimiz Memduh Şevket Bey vasıtası ile bir nota tevdi etmiştir. Çok ümit ve
temenni etmek isteriz ki, Tahran hükümeti, vaziyetin nezaket ve ehemmiyetini görmekte gecikmeyecek ve bu
vaziyete nihayet verecek samimi tedbirler alacaktır. Şimdiki halde meselenin siyasi safhası bundan
ibarettir.”
42
Bu raporlar için bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 186190.
43
Cumhuriyet, 23 Temmuz 1930; Akşam, 24 Temmuz 1930.
44
Vakit, 29 Temmuz 1930.
45
“Ġran Hududu Tashih Edilmelidir”, Milliyet, 31 Temmuz 1930.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
399
bir miktar Türk toprağını Ġran’a vermeyi teklif etmekteydi. Ġkinci talepte ise, Türk birliklerinin
yürütmekte olduğu harekât sırasında isyancıları Ġran topraklarında da takip edebilmesi için Ġran
makamlarından izin istenmekte46 ve bu konuda iĢbirliği teklif edilmekteydi. Türkiye’nin bu
konudaki kararlılığı ve inandırıcılığı karĢısında, Ġran’ın harekete geçmekte olduğu,
Tahran’daki Ġngiliz Büyükelçiliği’nden Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanlığı’na 28 Temmuz 1930’da
gönderilen telgrafa da yansımıĢtır. Söz konusu telgrafta, Türk askerlerinin isyancıları
kovalamak amacıyla Ġran’a girmeleri ihtimaline karĢılık Ġran’ın Türkiye sınırına doğru asker
sevk ettiği bildirilmekteydi. 47
KarĢılıklı notalarla iliĢkilerin iyice gerginleĢtiği bu aĢamada, Türkiye diplomatik bir
hamle daha yaparak Ġran üzerindeki baskıyı arttırmaya çalıĢmıĢtır. 1926 yılından bu yana
Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği görevini yürüten Memduh ġevket Bey’in 29 Temmuz
1930’da istifa etmesinden bir süre sonra Tahran Büyükelçiliği görevine Hüsrev [Gerede] Bey
atanmıĢtır. Bu istifanın gerekçesini, Memduh ġevket Bey, DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderdiği
telgrafta Ģöyle açıklamaktadır:
“...Hükümetimiz
siyasetinin
tatbikinde
ihtiyar
ettiğim
tarzın
İran‟da
anlaşılamamasından son günlerde istenilmeyen vaziyetler husule gelmekte olduğunu görerek
Tahran Büyükelçiliği‟nden çekilmeyi doğru ve lüzumlu buluyorum. Şimdiye kadar hakkımda
gösterilen itimada arzı şükran ile
istifamın kabulüne müsaade ve delaleti Devletlerini
rica ederim.”48
Memduh ġevket Bey’in açıklamasından istifasının kendi isteğiyle gerçekleĢtiği
yönünde bir izlenim edinilse de, gerçekte durumun böyle olmadığı görülmektedir. Memduh
ġevket Bey’in yumuĢak huylu mizacı ve sanatkâr yönünden dolayı politikada “güvercin”
olarak nitelenen bir üsluba ve hareket tarzına sahip olması; Kürt isyancılar ve sınır sorunlarıyla
ilgili olarak Türkiye’nin isteklerini Ġran’a kabul ettirememiĢ olması; Ankara’nın Tahran’a karĢı
olan suçlayıcı tavrından büyükelçinin duyduğu rahatsızlık ve hükümetle ters düĢmüĢ olması 49
46
Ġstanbul’daki Ġngiltere Maslahatgüzarı Mr. Helm’in Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Mr. Henderson’a
gönderdiği bir raporda bu notanın niteliğine iliĢkin bir değerlendirme yer almaktadır. Söz konusu
değerlendirme Ģöyledir: “...Basında yer aldığı şekliyle Türk tarafının gönderdiği mektup ciddi fakat
dostane. Yine de güvenilir bir kaynaktan öğrendiğime göre, Türk hükümetinin üslubu dostane olmakla
birlikte, İran hükümetinin önüne tabiri caizse yenilir yutulur cinsten olmayan iki alternatif koymuş ve birini
seçmelerini istemiştir. Bunlardan biri, Ağrı Dağı‟nın hem doğu hem de batısına denk gelen sınırın derhal
düzeltilmesi, diğeri de Türk birliklerine, Kürt asileri İran topraklarında da takip edip onların üstesinden
gelmeleri için izin verilmesidir.” Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(19241938), s. 209.
47
ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 205.
48
Bilal N. ġimĢir, Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996, s. 95; ġimĢir, Atatürk ve
Yabancı Devlet Başkanları, C. II, s. 461.
49
Ġngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Sir R. Clive’ın, bu dönemde Memduh ġevket [Esendal] Bey’le
yaptığı bir görüĢmede, “istifa mı ettiği yoksa görevinden mi alındığı” yönündeki sorusu üzerine, Memduh
ġevket Bey, görevinden alınmadığını, kendi isteğiyle istifa ettiğini belirmiĢtir. Ancak, Clive’a göre, Türk
büyükelçisi olaylara iliĢkin görüĢleriyle hükümetiyle ters düĢmüĢ ve Ankara’nın Ġran’a karĢı olan suçlayıcı
tavrından rahatsızlık duymuĢtu. Clive ayrıca, Ġranlı bir yetkiliyle yaptığı bir görüĢmede, Ġranlı yetkilinin,
bu istifanın, Memduh ġevket Bey’i Ġran yanlısı olmakla ve Kürdistan’daki Türk politikasını tasvip
etmemekle suçlayan Türk kurmay sınıfının husumetinden kaynaklandığını düĢündüğünü belirtmektedir.
Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 233.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
400
gibi nedenlerle, bu istifanın Ankara’nın Ġran’a karĢı uygulamakta olduğu zorlayıcı diplomasi
stratejisi temelinde önceden planlandığı50 ve istendiği51 anlaĢılmaktadır. Bu doğrultuda hareket
eden Ankara, Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren yakından
tanıdığı52 ve güvendiği, sert yaradılıĢlı, tuttuğunu koparan ve iĢbitirici özelliklerinden dolayı
politikada “Ģahin” olarak nitelenen bir üsluba ve hareket tarzına sahip olan Hüsrev Bey’i
Tahran Büyükelçiliği’ne atamıĢtır.53 Mustafa Kemal Atatürk’e göre, gerekli destek verildiği
taktirde Hüsrev Bey Ġran’la olan mevcut sorunu çözebilecekti. 54 Gerçekten de, Hüsrev Bey’e
50
Söz konusu Tahran Büyükelçiliği’ne atanma öncesinde, daha önce Sofya Büyükelçiliği görevini
yürütürken hâlihazırda VarĢova Büyükelçiliği görevine atanmıĢ bulunan Hüsrev [Gerede] Bey, bu konuyla
ilgili olarak anılarında Ģöyle demektedir: “...İsviçre‟nin Montreux şehrinde tatilde bulunmaktaydım. 16
Temmuz 1930 tarihinde Tevfik Rüştü [Aras] imzası ile şu tel geldi: Uhdei âlilerine tevdi edilecek mühim
bir vazifeye ait işler hakkında konuşmak üzere Ankara‟ya teşrif buyurmalarını, eşyanızın şimdiden
Varşova‟ya irsalinin tehir buyrulmasını ayrıca arz ederim.” Telgrafı aldıktan sonra Ġstanbul’a hareket eden
Hüsrev Bey 24 Temmuz’da Ġstanbul’a ulaĢmıĢ ve aynı günün akĢamında Yalova’da Mustafa Kemal
Atatürk’le konuyla ilgili bir görüĢme yapmıĢtır. Söz konusu görüĢmede Atatürk, Türkiye−Ġran iliĢkileri ve
bu bağlamda Tahran göreviyle ilgili olarak Hüsrev Bey’e Ģunları söylemiĢtir: “Bugünkü Türkiye
Cumhuriyeti ricali, mazinin manasız kör dövüşlerini bilir, onu hiçbir sebep ve surette asla tekrar etmek
istemez. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti müdirleri, bilakis hemırk olduğuna, bilhassa, yeni tarihi vesikalarla
kani olduğu İranlıların muntazam, mazbut, kuvvetli bir devlet olmasını temenni eder. Bugün, İran
devletinin başında bulunan Rıza Han Hazretlerinin bu hakikati bilenlerin başında bulunduğuna kaniim.
Müşterek hudutlar üzerinde tezahür eden hadiseler beni Rıza Han hakkında asla şüpheye düşürecek
mahiyette değildir; zira, hatırlarım ki Pehlevi Hazretleri bu gibi meselelerin müşterek faaliyetimizle
bertaraf edilmesinde kuvvetlerimizi teşrik edebileceğimizi de kabul eden samimi dostluk eserleri
mahiyetinde sözler söylemiştir. Buna nazaran Tahran memuriyetiniz Türk ve İran dostluğunun, zaten
mevcut olan yüksek ve kavi temelleri üzerinde âli bir karabet (akrabalık) binası kuracaktır. Zatıâliniz de
benim ilk inkılâp ve müşkülat arkadaşım olmak itibariyle bu nazik vazifenizi muvaffakiyetle ifa edeceksiniz.
Buna emniyetim vardır. Zatıâlinizi İran‟ın muhterem ve benim şahsıma muhip olduğunu yakinen bildiğim
Rıza Şah Pehlevi Hazretlerine bu sıfatlarınızla zikredeceğim.” Bkz. Hüsrev Gerede, Siyasi
HatıralarımI: İran (19301934), Vakit Basımevi, Ġstanbul, 1952, s. 14-17.
51
Memduh ġevket Bey’in istifa telgrafını alan DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü Bey, CumhurbaĢkanı
Genel Sekreteri Tevfik [Bıyıklıoğlu] Bey’e konuyla ilgili olarak gönderdiği telgrafta Ģöyle demektedir:
“...Memduh Şevket Bey‟den istifa telgrafnamesi ikinci maddede arzolunmuştur. Keyfiyetin Başvekil Paşa
Hazretleri‟ne ve Büyük Reisimiz Hazretleri‟ne arzı ile istifanın kabulüne ve Memduh Şevket Bey‟i tatmin
edecek tensip ve irade buyuracakları surette teveccühkâr cevap itasına ve istifaname suretinin neşredilip
edilemeyeceğine dair emirlerinin tebliğini rica ederim.” Bkz. ġimĢir, Bizim Diplomatlar, s. 96.
52
Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan 18 kiĢi arasında Hüsrev Bey de
vardı.
53
2 Ağustos 1930 tarihinde istifası kabul edilen Memduh ġevket Bey’e, yeni büyükelçi Tahran’da
görevine baĢlayıncaya kadar beklemesi tavsiye edilmesine rağmen, Memduh ġevket Bey yeni büyükelçiyi
beklemeden Tahran’dan ayrılmıĢ fakat yolda Hüsrev Bey’le karĢılaĢmıĢtır. Hüsrev Bey, bu olayı Ģöyle
anlatmaktadır: “...Kazvin‟e yaklaştığımız sırada Tahran istikametinden gelen bir otomobille karşılaştık.
İçinden muhterem selefim Büyükelçi Memduh Şevket Bey‟in çıktığını görünce tabii hayret ettim. Beni
bekleyememesinin sebebini aramanın bir faydası kalmadığından son vaziyet hakkındaki malumatını
sordum. „İranlılar geçit hakkına razı olmuyorlar cevabını aldım!‟ [dedi] Bundan çıkarabildiğim mana;
tedip harekâtı, kıt‟alarımızın İran‟a girmesini zaruri kılarsa buna İranlıların razı olmadıklarıydı. Zaten bu
esas meseleyi bizzat Şah Pehlevi ile görüşmeye karar vermiş olduğumdan, bu âlim, fâdıl, sempatik dosta
hayırlı seyahatlar temenni ederek Tahran‟a bir an evvel varmak için hızla yola devam ettim.” Bkz.
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 32.
54
ġimĢir, Bizim Diplomatlar, s. 100.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
401
verilecek olan bu desteğin, Ankara’nın zorlayıcı diplomasi stratejisinin ne denli ciddiyet ve
kararlılık yüklü olduğunu göstermesi açısından ifade ettiği anlam, Mustafa Kemal Atatürk’ün
ve (özellikle de) Ġsmet Ġnönü’nün sözlerinden anlaĢılmaktadır. Hüsrev Bey’in yeni görevine
baĢlamasıyla ilgili olarak CumhurbaĢkanı Mustafa Kemal Atatürk, “...Hüsrev, pasaportun
cebinde; fakat dönmeni değil, orada kalmanı, hudut meselesini hallile sulh ve dostluk
siyasetimizde muvaffak olmanı isterim.”55 derken, BaĢbakan Ġsmet Ġnönü de,
“...Hüsrev, senin durumun tıpkı Osmanlı İmparatorluğu‟nun inhitat
[gerileme,
çökme] devirlerinde filolarını Çanakkale Boğazı‟na dayayarak sefaret
tercümanlarını
Babıâli‟ye göndererek sadrazama arzularını dikte
ettiren
devletlerin
sefirlerine
benzemektedir. Bir farkla ki, devletimiz yurt
içinde asayişin ihlaline ve hudutlarında bir
Makedonya teşekkülüne mani olmak meşrû hak ve azmiyle seni göndermektedir.
Binaenaleyh, sen İran Hükümeti‟yle seferber olmuş bir ordumuz arkanda harekete hazır bir
halde konuşacaksın. Bu ciddi vaziyetin icabına göre davranmaklığın
lazımdır.”56
demekteydi.
Hüsrev Bey Tahran’daki görevi için hazırlanırken57, Türkiye’nin Temmuz sonunda
Ġran’a vermiĢ olduğu sert nitelikteki notaya 58 karĢılık olarak Ġran Hükümeti 10 Ağustos 1930
tarihinde Türkiye’ye bir nota vermiĢtir. Söz konusu notada Ġran, sınırda yaĢanılan olaylardan
kendisinin sorumlu olmadığını belirterek, Türkiye’nin müĢterek harekete geçmek gayesiyle
Ġran topraklarında Türk askerlerinin harekât yapma teklifinin kabulüne imkân olmadığını ve
Türkiye’nin böyle bir hareketinin devletler hukukuna aykırı olduğunu açıklamıĢtır. 59 Ancak,
Ġran yine de bir açık kapı bırakarak, Türkiye’ye sınırın iki yanında ayrı ayrı fakat yakın
iĢbirliğine dayanan operasyonlar yapmayı teklif ediyor ve eğer Türkiye isterse bu konuyla
ilgili anlaĢmanın içeriğinin birkaç gün içinde görüĢülerek tespit edilebileceğini vurguluyordu.
Türkiye açısından bu cevap tatmin edici olmasa da, Ankara soğukkanlılığı elden bırakmadan
isteklerinde ısrarcı olmayı sürdürecektir. Notanın akabinde Bakanlar Kurulu toplanmıĢ ve
Ġran’a verilecek yeni bir nota konusunda hazırlıklara baĢlanmıĢtır. 60 Söz konusu verilecek olan
bu yeni nota (üçüncü nota) Türkiye’nin kararlılığını yansıtması açısından oldukça önemlidir.
Basına yansıdığı kadarıyla, Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafındaki kısmının iĢgali için 9.
Kolordu Komutanlığı’na onay veren hükümet; Ġran’a verdiği notada da, isyancılara karĢı
yürütülecek olan harekât sırasında, harekâtı kolaylaĢtırmak için Küçük Ağrı Dağı’nın ve
Aybey Dağları’nın iĢgal edileceğini bildirmiĢtir.61
GeliĢmeler bu yönde seyrederken Ġran Hükümeti, isyancılara karĢı sınırda birtakım
önlemler almaya da baĢlamıĢtır. Ġran’ın sınırdaki kuvvetlerini takviye ettiği, bazı isyancıları
tutukladığı, Ġran kuvvetleri ile isyancılar arasında ciddi çatıĢmalar yaĢandığı basına
55
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 17.
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 20.
57
Hüsrev Bey’in [Gerede] Tahran Büyükelçiliği’ne atanmasına iliĢkin kararname 17 Ağustos 1930
tarihlidir. Gerede’nin, “güven mektubu”nu sunarak Ġran’daki görevine baĢlaması ise 23 Ağustos 1930
tarihini bulmuĢtur.
58
Bu notayla ilgili olarak bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s.
206.
59
Milliyet, 11 Ağustos 1930.
60
Milliyet, 11 Ağustos 1930. Ayrıca bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(19241938), s. 209-210.
61
Vakit, 13 Ağustos 1930.
56
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
402
yansımıĢtır. Türkiye ile Ġran arasındaki gerginliğin ciddiyeti, Tahran’daki Ġngiliz askeri
ataĢesi Yarbay Dodd’un bu konudaki raporuna da yansımıĢtır. Yarbay Dodd, raporunda,
Ġran’ın isyancılara ya Türkiye’ye geçmeleri ya da Ġran güçlerine teslim olmaları yönünde çağrı
yaptığını ve bu yüzden çatıĢmalar yaĢandığını belirtmektedir. Türkiye ile Ġran arasındaki
gerginlikte, Ġranlı Kürtlerin Ağrı’daki isyancılara yardım ettikleri yönündeki Türkiye’nin
Ģikâyetlerinin kısmen haklı olduğunu belirten Dodd; Türkiye’nin Ġran’a verdiği notada, bu
durumun önlenmemesi halinde Küçük Ağrı’nın doğusundaki yerleri iĢgal edeceği tehdidinde
bulunduğuna dikkat çekmektedir. Raporda ayrıca Türkiye ile Ġran arasında ortaya çıkabilecek
bir savaĢ ihtimali üzerinde durulmakta, ancak Ġran’ın böyle bir savaĢa hazır olmadığı
belirtilmektedir.63
62
Ġki ülke arasındaki krizin ve Türkiye’nin tırmandırma siyasetinin doruk noktasına
ulaĢtığı Ağustos ayının son haftasına gelindiğinde, Ġran kendi topraklarındaki isyancılara karĢı
harekete geçmiĢ olmakla birlikte, Türk askerlerinin isyancılara karĢı Ġran topraklarında tek
baĢına ya da ortaklaĢa bir harekât yürütmesine hala karĢı çıkmaktadır. Türkiye’nin bu konuda
verdiği üçüncü notaya da bu doğrultuda yanıt veren Ġran, diğer taraftan TürkiyeĠran sınırı
konusunda bazı düzeltmeler yapılması yönündeki Türk isteklerine ise olumlu yaklaĢmaktadır. 64
Sınır düzeltimi konusunda Ġran’la alınan bu mesafe Hüsrev Bey’in basına verdiği bir demece
de yansımıĢtır. Söz konusu demecinde Hüsrev Bey:
“...Daima emniyetsiz bir hudut, daima eşkıyaya bir yatak ve Türkİran dostluk
bünyesinde adeta bir çıban demek olan Ağrıdağ[ı] ve yollarının Türkiye
hududu
dâhiline
alınarak, ona mukabil memleketimizin aşağılarında mümbit, mahsuldar arazide tavizat
vermek sureti ile İran‟la
emniyetli ve mükemmel bir hudut tashihi yapmak tarafımızdan
teklif olunmuştur. Fakat bu hudut meselesi şüphesizdir ki evvela acil olan
Ağrıdağ[ı]
65
eşkıyasının tedip ve kâmilen imhasından sonra düşünülecektir.” demekteydi.
Birkaç gün sonra, Ġran’ın Maslahatgüzarı Mehmet Sait Han ile Hüsrev Bey’in yeni
sınırın tespitiyle ilgili olarak oluĢturulan TürkiyeĠran Hudut Komisyonu’nun çalıĢmalarını
baĢlattıkları haberi basına yansımıĢtır.66 Bu geliĢmenin ardından Hüsrev Bey 25 Ağustos 1930
tarihinde Tahran’a geçerek görevine baĢlarken67, söz konusu komisyon da 31 Ağustos 1930
tarihinde Iğdır’da toplanarak çalıĢmalarına baĢlamıĢtır.68 Türkiye ile Ġran arasındaki bu yeni
durum 27 Ağustos 1930 tarihinde Ġstanbul’daki Ġngiliz Maslahatgüzarlığı tarafından Ġngiltere
DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderilen rapora da yansımıĢtır. Söz konusu raporda, Türkiye’nin yeni
Tahran Büyükelçisi’nin “Türk–Ġran iliĢkilerinin dostane olduğu yolundaki” demecinden
bahsedilirken, Türkiye’nin isyancıları kovalamak için Ġran sınırını geçmek konusundaki
talebinin Ġran tarafından kabul edilmediği, buna karĢılık Türkiye’yle iĢbirliğini kabul ettiği
belirtilmekteydi.69
62
Milliyet, 19 Ağustos 1930.
ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 220.
64
Milliyet, 19 Ağustos 1930.
65
Milliyet, 20 Ağustos 1930.
66
Vakit, 23 Ağustos 1930. Ayrıca bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(19241938), s. 216-217.
67
ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 218.
68
“Ağrı Harekâtı BaĢlıyor”, Milliyet, 30 Ağustos 1930.
69
Bu rapor için bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 230-232.
63
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
403
Ġran’la yeni sınırın tespiti konusunda çalıĢmalar devam ederken, Türk ordusu da Ağrı
Dağı’na yönelik olarak yapacağı ana askeri harekât için hazırlıklarını tamamlamaktaydı. Daha
önce Haziran sonunda baĢlatılması öngörülen söz konusu tenkil harekâtı, “bölgenin arazi
Ģartlarının taktik harekâta etkisi” konusunda bir inceleme yapan 9. Kolordu’nun teklifi üzerine,
8 Mayıs 1930 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Eylül ayına ertelenmiĢti. 70 Diğer taraftan,
harekâtı yürütecek olan 9. Kolordu Komutanlığı’nın baĢına da Mart ayında Korgeneral Salih
[Omurtak] PaĢa71 getirilmiĢti.72 Bu çerçeve dâhilinde, icrası Eylül 1930’e bırakılan III. Ağrı
Harekâtı için gereken hazırlıklar son aĢamaya gelirken, 9. Kolordu Komutanlığı 4 Eylül
1930’da Genelkurmay BaĢkanlığı’na sunduğu harekât planında, “...Kolordu, Ağrı eşkıyasının
İran‟a kaçmalarına meydan verilmeyerek imhası maksadı ile 7 Eylül 1930 günü fecirle
beraber taarruza başlayacaktır.”73 demekteydi.
Planın en önemli tarafı, isyancıların Ġran’a kaçmalarının engellenmesi için Küçük Ağrı
Dağı’nın ve Aybey Dağları’nın iĢgaliydi ki, bu durum, yeni sınırın tespitiyle ilgili çalıĢmalar
devam ederken Türk askerlerinin (1913 İstanbul Protokolü’ne göre tartıĢmalı da olsa) Ġran
topraklarına fiilen gireceği/girmek zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Diğer bir deyiĢle,
Türkiye krizin bu aĢamasında dene ve gör olarak niteleyebileceğimiz bir zorlayıcı diplomasi
stratejisini de uygulamaya koymayı kararlaĢtırmıĢtır. Bu hususla ilgili olarak planın
ayrıntılarında Ģöyle denilmekteydi:
“...Mürettep 3. Tümen, ...6/7 Eylül gecesi Surbahan ve Gürbulak bölgesine
inecek
ve aynı gece... 3. Tümenin diğer piyade alayı Giberan güney
sırtlarında bulunacak ve bütün
tümen, ilk emirle süvari tümenini takiben
Aybey Dağları bölgesine intikal etmek üzere
hazır bulunacaktır.
...Süvari Tümeni, ...Aybey Dağları‟na ilerleyerek 7 Eylül sabahı fecirden
önce
Aybey Dağları‟nı ele geçirecektir. Süvari Tümeninin görevi: 9. Tümenin baskısı karşısında
eşkıyanın gerek doğrudan doğruya Kozlu
Vadisi ile Aybey Dağları‟na, gerek Karnıyarık
bölgesinin ve Küçük
Ağrı‟nın güneyinden doğuya ve gerekse Serdarbulak üzerinden ve
Küçük Ağrı‟nın kuzey payelerini dolaşarak muhtemel firarlarını önlemektir.
Süvari Tümeni, Aybey Dağları‟nı ele geçirdikten sonra düşmanın çekilme durumunu
dikkatle takip etmesi ve eşkıyanın Küçük Ağrı kuzey
payelerinden doğuya doğru firar
ihtimali kuvvetli olduğuna göre, sıklet merkezini bu bölgeye yakın bulundurması lâzımdır.
70
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 112.
Selanik’te doğan Orgeneral Salih Omurtak (18891954), 1907 yılında Harp Okulu’nu “teğmen”
rütbesiyle bitirmiĢ, 1910 yılında da Harp Akademisi’nden “kurmay subay” olarak mezun olmuĢtur.
Trablusgarp SavaĢı ve I. Dünya SavaĢ’ında Osmanlı ordusunda görev yapan Omurtak, Ocak 1920’de
görevli olduğu Ankara’da kalarak Milli Mücadele’ye katılmıĢtır. Milli Mücadele’den sonra çeĢitli
birliklerde komutanlık yapan Omurtak, sırasıyla, 8., 9. ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerini yürütmüĢtür.
Daha sonra, Genelkurmay II. BaĢkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı görevlerini yürüten Omurtak, 1946−1949
yılları arasında Genelkurmay BaĢkanı olarak görev yapmıĢtır.
72
Ġngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Sir R. Clive, bu atamayla ilgili olarak Ġngiliz dıĢiĢlerine gönderdiği
raporda Ģöyle demektedir: “...Genelkurmay bundan kısa bir süre önce, çatıĢmaların ciddi sorunlar
yarattığını idrak etti. Düzeni tesisi etmekten ziyade Kürt sorununu temelinden çözmeye karar verdi. 9.
Kolordu Komutanı Sedat PaĢa bunun baĢarılabileceğinden emin değildi. Bu nedenle yerine çok daha genç
ve dinamik biri olan 8. Kolordu Komutanı Salih PaĢa getirildi...” Bkz. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle
Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 239.
73
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 116-117.
71
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
404
...Iğdır Bölge Komutanlığı, 6 Eylül akşamına kadar Aralık‟ta toplanması bildirilen
kuvvetlerle ...7 Eylül fecirle beraber Takaltı genel istikametinde
ilerleyecek ..Eşkıyanın
İran hududuna doğru kaçması halinde hiçbirşey
düşünmeden bütün kuvvetiyle üzerine
atılacaktır.
Tendürük Grubu, evvelce bildirilen bölgede ve İran dâhilinde Tendürük
Dağı
ve güneyi istikametinden gelmesi muhtemel eşkıya tecavüzlerine
karşı ...bütün kuvveti
ile tenkil ve imha için hazır bulunacaktır.
...Hava kuvvetleri74, alacakları emre göre 7 Eylül sabahı saat 05:00‟ten itibaren
filolar halinde uçarak kıtalarımızın taarruzunu destekleyecek ve
eşkıyaya bomba ve
makineli tüfekle taarruz edecektir...”75
Bu esaslar dâhilinde 7 Eylül 1930’da 9. Kolordu’nun komutasında III. Ağrı Harekâtı
baĢlamıĢtır. Aynı gün, Genelkurmay BaĢkanlığı, 9. Kolordu Komutanlığı’ndan aldığı raporlara
dayanarak BaĢbakanlık, DıĢiĢleri, ĠçiĢleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile I. Genel
MüfettiĢliği’ne Aybey Dağları’nın iĢgal edildiği ve isyancıların o yönde Ġran’a giden çekilme
yollarının istikametinin kapandığı bilgisini vermiĢtir.76 Bunun anlamı, isyancılara karĢı
oluĢturulan ve Küçük Ağrı Dağı’nı hedef alan kuĢatma çemberinin (kıskacın) güney kanadının
kapandığıydı. 8 Eylül günü ise, Genelkurmay BaĢkanlığı, ĠçiĢleri Bakanlığı’na verdiği bilgide,
Ağrı Dağı’nın kuzeyinden ilerleyen Türk birliklerinin isyancıları güneye doğru sürüklemekte
olduğunu, Ġran sınır bölgesinde tenkil için ayrılan kıtaların toplanmasının devam ettiğini ve
pek yakında bu bölgede de kesin bir tedip harekâtına baĢlanacağı bilgisini veriyordu. 77 Diğer
bir deyiĢle, kuĢatma çemberinin kuzey kanadı da kapanmak üzereydi. Nitekim 9 Eylül günü,
Türk birliklerinin kuĢatma çemberini daraltmak ve isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale
getirmek için Küçük Ağrı Dağı’nı da iĢgal ettiği bilgisi Genelkurmay BaĢkanlığı tarafından
bildiriliyordu. 78
Türk askerlerinin Küçük Ağrı Dağı’nı ve Aybey Dağları’nı iĢgal ederek Ġran yönünden
bir harekâta giriĢmiĢ olması isyancılarda büyük bir ĢaĢkınlık yaratmıĢtır. Nitekim, isyancıların
lideri Yüzbaşı İhsan Nuri, harekâtın üçüncü gününde, Türk askerlerinin Ġran yönünden de
harekete geçtiklerini gördüklerinde yaĢadıkları ĢaĢkınlığı Ģöyle anlatmaktadır:
74
Ağrı Ġsyanı’nın sonlandırılmasında hava harekâtlarının rolü önemlidir. Zira, bölgenin arazi Ģartlarının
kara harekâtlarına izin vermediği noktalarda, hava kuvvetlerinin desteğiyle isyancılara önemli derecede
zayiat verdirilmiĢtir. Bundan sonraki isyanların sona erdirilmesinde de hava kuvvetlerinden önemli ölçüde
yararlanılacağı gibi, 1963 ve 1967 Kıbrıs Krizleri’nde, 1974 Kıbrıs BarıĢ Harekâtı’nda, 1980’lerden
itibaren Kuzey Irak’ta PKK’ya karĢı yürütülen sınır ötesi operasyonlar da hava kuvvetleri önemli destekler
sağlayacaktır. Kürt isyanlarının bastırılmasında hava kuvvetlerinin rolü ve bu isyanların Kürt ve Türk
milliyetçiliklerinin geliĢimi üzerindeki etkileri konusunda bkz. Robert Olson, “The Kurdish Rebellions of
Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim (19378): Their Impact on the Development of the
Turkish Air Force and on Kurdish and Turkish Nationalism”, Die Welt des Islams, Vol. 40, No: 1 (2000),
pp. 67-94.
75
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 117-119.
76
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 121.
77
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 123.
78
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 124.
Ġstanbul’daki Ġngiliz askeri ataĢesi tarafından Ġngiliz Büyükelçisi’ne gönderilen 10 Eylül 1930 tarihli
raporda da Türk askerlerinin Küçük Ağrı dağını tamamen iĢgal ettikleri bildirilmekteydi. Bkz. ġimĢir,
İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 238.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
405
“...İşte tam o zaman İran sınır karakolunun bulunduğu Aybey [Dağları] tarafından
önce top, ardından tüfek ve mitralyöz sesleri yükseldi. Bizim
için İran askerleriyle de bir
yandan çatışmak çok kötü olacaktı. Ben
durumun yanlış anlama sonucu
meydana geldiğini düşünerek meseleyi halletmek için o tarafa doğru gittim. Oraya
vardığımda, Türk kuvvetlerinin İran tarafından Ağrı‟ya saldırıya başlamış olduklarını
gördüm. İran devletinin
Türkiye
Cumhuriyeti‟nin
isteği
üzerine
Kürt
Milli
Kurtuluşçularını yani İrani Aryen ırkını ortadan kaldırmak için bu
topraklarını
Türk ordusuna verdiği anlaşılıyordu...”79
Harekâtın sonuna yaklaĢılırken, isyancılar Ġran tarafında tutunabilecekleri bir nokta
kalmadığı için, 11 Eylül günü son bir ümitle Büyük Ağrı Dağı’nın kuzeydoğu yamaçlarına
yönelerek bir yarma harekâtına giriĢmiĢler ancak baĢarısız olmuĢlardır. 12/13 Eylül gecesi
yaĢanan son çatıĢmalardan80 sonra, 14 Eylül 1930’da, Genelkurmay BaĢkanlığı III. Ağrı
Harekâtı’nın isyancıların kesin bir Ģekilde yenilgisiyle son bulduğunu açıklamıĢtır. 81
Harekât bu Ģekilde son bulurken, uygulanmakta olan zorlayıcı diplomasinin yeni bir
aĢamasını oluĢturan dene ve gör türündeki bir zorlayıcı diplomasi stratejisi çerçevesinde
Küçük Ağrı Dağı ve Aybey Dağları’nın Türk askerleri tarafından iĢgaliyle sınır
uyuĢmazlığında da fiili bir durum yaratılmıĢ oluyordu. Bu fiili durumun, Türkiye’nin baskısı
ve kararlılığı sonucu Ġran tarafından kerhen kabul edildiğini söylemek yanlıĢ olmayacaktır.
Zira, Hüsrev Bey de anılarında, askeri harekâtın bir gereği olarak, Türk askerlerinin Aybey
Dağları’na kadar ilerleyip bu hattı (ve dolayısıyla Küçük Ağrı Dağı’nı) iĢgale mecbur
olduğunu ve bu iĢgal sayesinde, Ġran tarafının da Türk karargâhıyla temasa geçmek ve kaçan
isyancıları gözaltına almak suretiyle bir nevi müĢterek harekâta razı edildiğine 82 dikkat
çekmektedir.
Bu dağların iĢgalleriyle ilgili bir diğer önemli nokta ise, harekât sonrasında Türkiye ile
Ġran arasında yeni bir sınır antlaĢması yapılana dek bu iĢgal durumunun sürdürülmüĢ olmasıdır.
Hüsrev Bey’in, bu duruma iliĢkin tespiti Ģöyledir:
“...Aradan geçen üç ay içinde hududumuzun asilerden temizlenmesi
harekâtı
tamamen bitmiş fakat lüzumu kadar kıtaatımız müteferrik Kürt çetelerinin
tecavüzlerini
önlemek için işgal ettiğimiz ve esasen münazaalı
olan mıntıkalarda kalmışlardı...”83
Bu tespitten yola çıkarak, iĢgal durumunun sınır güvenliğini tam anlamıyla sağlamak
için askeri bir gereklilik olarak sürdürüldüğünü söylemek mümkünse de; bu iĢgalin, yeni
sınırın tespiti noktasında Ġran’la yapılacak olan müzakerelerde Türkiye’nin elini güçlendirdiği
de açıktır. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin gerek harekât öncesinde, gerek harekât sırasında
büyük bir kararlılıkla uyguladığı zorlayıcı diplomasisi, bu diplomasinin siyasi, hukuki ve
askeri hedeflerinin tam olarak elde edileceği yeni sınır antlaĢması yapılıncaya kadar devam
edecektir.
79
Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, s. 91.
Bu son çatıĢmalarla birlikte, YüzbaĢı Ġhsan Nuri’nin de içinde bulunduğu bir grup isyancı gece
karanlığından da yararlanarak Ġran’a kaçmayı baĢarmıĢlardır. Bkz. Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, s.
91.
81
T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 125-128.
82
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 69.
83
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 195.
80
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
406
Sınır Uyuşmazlığının Çözümü (19301932)
1555 Amasya Anlaşması’nda ana hatları çizilen ve 1639 Kasrı Şirin Anlaşması’yla
belirlenen hattın büyük kısmını günümüze kadar koruyarak gelen TürkĠran sınırına 84 iliĢkin
olarak o zamandan beri çok sayıda düzenleme yapılmıĢtır. Sınırla ilgili olarak Osmanlı
Ġmparatorluğu dönemindeki en son düzenleme 1913 Ġstanbul Protokolü olmasına rağmen,
protokolde öngörülen sınır komisyonunun çalıĢmalarını gerçekleĢtirememiĢ olması ve
protokolün de onay aĢamasını tamamlamamıĢ olmasından dolayı, 1823’ten bu yana küçük
sorunlarla devam edegelen TürkĠran sınır sorunu 1920’lerden itibaren iliĢkilerin
gerginleĢmesine neden olmuĢtur. Bu gerginleĢme 1930’da iki ülkeyi savaĢın eĢiğine dahi
getirmiĢtir.85
Sınır sorununun bu boyuta gelmesinde baĢka bazı faktörlerin de payı bulunmakla
birlikte86, ana faktör, sınırın iki tarafında yaĢayan yarıgöçebe Kürt aĢiretlerinin faaliyetleriydi.
Bu bağlamda, aĢiretler sınırı serbestçe kullanarak ve siyasi faaliyetleriyle sınırın iki tarafında
da asayiĢi tehdit ederken, iki ülkenin bunlara karĢı uyguladığı farklı politikalar da birbirleri
açısından endiĢe oluĢturmaktaydı. Özellikle, aĢiretlerin yasadıĢı eylemlerine karĢı kolluk
güçleriyle girdiği çatıĢmalar, sınırın diğer tarafına da taĢmakta ve her defasında iki ülkeyi karĢı
karĢıya getirmekteydi. Ayrıca, dönem dönem iki ülke de Kürt aĢiretlerini birbirine karĢı
kullanırken87, Kürt aĢiretleri de siyasi hedefleri için iki ülkeyi birbirine karĢı kullanmaktaydı.
Türkiye’nin baskıyı aşamalı olarak arttırma türünden bir zorlayıcı diplomasi
stratejisini uygulamaya koymak suretiyle Ġran üzerinde oluĢturduğu baskı ve III. Ağrı
Harekâtı’yla birlikte sınırda yarattığı fiili durum, 1926’dan bu yana gündemden düĢmeyen ve
gerginlik yaratan sınır sorunun bir antlaĢmayla çözüme kavuĢturulması yolunda önemli bir
adım olmuĢtur. III. Ağrı Harekâtı’nın 14 Eylül 1930’da sona ermesinden hemen bir gün sonra,
Türkiye’nin yeni Tahran Büyükelçisi Hüsrev Bey 15 Eylül 1930’da ġah Rıza Pehlevi Han’a
Mustafa Kemal Atatürk’ün göndermiĢ olduğu itimatnameyi sunarak görevine resmen baĢlamıĢ,
ġah’la Ağrı Ġsyanı’nı ve sınır konusunu görüĢmüĢtür.88
84
Bu özelliğinden dolayı TürkĠran sınırının Türkiye’nin en istikrarlı sınırı olduğu genellikle kabul
edilen bir görüĢtür.
85
TürkĠran iliĢkilerinin tarihsel arkaplanı sürekli bir rekabet/zıtlaĢma ve savaĢlarla dolu karmaĢık bir
sürece tekabül etmektedir aslında. Bu bağlamda iliĢkileri etkileyen temel unsurların, “Sünniġii
çatıĢması”, “Kürt faktörü” ve “sınır problemleri”, “bölgesel rekabet” ve “büyük güçlerle girilen iliĢkiler”
olduğu söylenebilir.
86
Ġki ülkenin yeni rejimlerinin sahip olduğu milliyetçi ideolojiler ve sınır noktalarının arazi üzerinde
iĢaretlenmemiĢ olması gibi sorunlar
87
Örneğin, Milli Mücadele döneminde Ġran’da ortaya çıkan Simko Ağa Ġsyanı (19191922) sırasında,
Simko Ağa Ermenilere karĢı da savaĢtığı için Kazım [Karabekir] PaĢa tarafından desteklenmiĢtir. Bu
yüzden de Eylül 1922’ye kadar Ġran, Simko Ağa’yla iliĢkilerinden dolayı Türkiye’ye güven duymamıĢtır.
Ermenilerle “Gümrü AntlaĢması”nı imzalayan Türkiye’nin, Simko Ağa’ya olan desteğini çekmesiyle
birlikte Türkiye−Ġran iliĢkileri düzelme yoluna girmiĢtir. Ancak, 1925 yılında Simko Ağa’nın bir süreliğine
de olsa Ġran’la iyi iliĢkiler kurması, Türkiye’yi endiĢelendirmiĢ ve 1930’lara kadar Doğu Anadolu’da
ortaya çıkan isyanlarda Ġran’ın kendi sınırını kullanarak Türkiye’de eylem yapan isyancılara karĢı pasif
tutumu TürkiyeĠran iliĢkilerinin belli aralıklarla farklı düzeylerde sertleĢmesine neden olmuĢtur.
88
Söz konusu görüĢmede Hüsrev Bey, III. Ağrı Harekâtı sırasında, Türk askerlerinin isyancıları imha
etmek için süratle ve Ģiddetle isyancıları takibe mecbur olduğunu, bu yüzden Küçük Ağrı ve Aybey
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
407
Bu geliĢmenin ardından karĢılıklı heyetlerin bir araya gelmesiyle birlikte,
TürkiyeĠran sınırıyla ilgili olarak 1931 yılı içerisinde yapılan uzun görüĢmelerin kilit
noktasını 1913 tarihli İstanbul Protokolü oluĢturmaktaydı. Türkiye, bu protokolün Türkiye
tarafından (Osmanlı Ġmparatorluğu’nca) onaylanmadığı için hukuken geçersiz olduğunu
savunurken; iĢgal ettiği araziye karĢılık olarak da, stratejik önemi olmayan ancak tarımsal
değeri olan aynı miktarda bir araziyi Ġran’a vermeyi teklif etmekteydi. Ġran ise söz konusu
protokolde çizilen sınırın değiĢtirilmesine karĢı olduğunu söyleyerek, Türkiye’nin arazi
değiĢimi teklifine sıcak bakmamaktaydı. Ġran’ın böyle davranmasının esas sebebi, 1913 tarihli
İstanbul Protokolü’nün aynı zamanda ġattülarap üzerinden geçen sınır konusunda kendi lehine
hükümler içermesiydi. Ġran, Türkiye’nin tezini kabul ettiği taktirde, bu protokolün geçerliliği
konusunda Irak’a karĢı ileri sürdüğü tezin dayanağı da ortadan kalkmıĢ olacaktı. Bu nedenle de
görüĢmelerde tıkanma yaĢanırken, Türkiye’nin iĢgal ettiği arazilerdeki fiili durumu da devam
etmiĢtir.89 Ġran’ın katı tutumu ancak 1931 yılının yaz aylarında kırılabilmiĢ ve taraflar bazı
konularda bir mutabakata varılabilmiĢlerdir. Buna göre Türkiye, Ağrı Dağı’nın tamamını (yani
Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını) alması karĢılığında, Kotur (Van ilinde yer alan
bir bölge) yakınında bulunan ve Bazirgan yakınında bulunan (Makü ve Beyazıt yolunun
kesiĢtiği noktada) iki toprak parçasını Ġran’a vermeyi kabul etmiĢtir. 90 Bu geliĢmeden sonra,
Hüsrev Bey sınır düzeltme çalıĢmalarının son durumu hakkında Ankara’yı bilgilendirmek ve
kesin talimat almak için 1931 Ekim ayı içerisinde Ankara’ya gelerek, sınır hakkındaki
görüĢlerini ve son durumu Mustafa Kemal Atatürk’le görüĢmüĢtür. Hüsrev Bey’in,
görüĢmelerin bir an önce sonlandırılması gerektiği ve bunun için de DıĢiĢleri Bakanı Tevfik
RüĢtü Bey’in de kendisiyle Tahran’a gelmesinin ġah Rıza Pehlevi Han’ı etkilemek bakımından
iyi olacağını belirtmesi üzerine; Atatürk, Tevfik RüĢtü Bey’i Tahran’a gitmesi için
görevlendirmiĢ ve taraflar arasında bir anlaĢmazlık durumunda Ankara’nın ġah’ın hakemliğini
kabul ettiğini belirtmiĢtir. Ankara, Tevfik RüĢtü Bey’i Tahran’a göndermekle, sınır sorununun
çözümüne ne kadar önem verdiğini de ortaya koymuĢ oluyordu. 91
Türk heyetinin 17 Ocak 1932’de Tahran’a ulaĢmasından sonra sınırın tespitiyle ilgili
bazı görüĢ ayrılıkları da92 Tevfik RüĢtü Bey’in ve Furugi Han’ın çabalarıyla bir çözüme
Dağları’nda yaĢanan durumun “sınır tecavüzü” anlamına gelmediğini belirterek, sınırda isyancılara karĢı
ortak hareket edilmesinin iki ülke için de faydalarına değinmiĢtir. Rıza ġah ise, Ġran’ın Türkiye ile ilgili
Ģikayetlerini dile getirerek özellikle Türk basınında kendisiyle ve Ġran’la ilgili yapılan olumsuz yayınlardan
duyduğu rahatsızlığı dile getirmiĢtir. GörüĢme sonunda Hüsrev Bey, Ġran’ın samimi dostluk politikasının
ve isyancılara karĢı alacakları tedbirlerin kamuoylarındaki bu havayı dağıtacağını ve kendisinin de bunun
için çalıĢacağını belirterek, olumlu sayılabilecek bir görüĢme gerçekleĢmiĢtir. Bkz. Gerede, Siyasi
HatıralarımI: İran (19301934), s. 70-71.
89
Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 161.
90
Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 166. Ankara’daki Ġngiltere
Büyükelçisi Sir G. Clerk’in Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Mr. A. Henderson’a 3 Aralık 1930 tarihinde
gönderdiği yazıda da, Türkiye’nin Küçük Ağrı Dağı’nı Ġran’dan alma karĢılığında, Van vilayetinden bir
toprak parçasını Ġran’a vermeyi teklif ettiği belirtilirken, Ġran Maslahatgüzarının da bu konuda anlaĢamaya
varılacağını umduğuna dikkat çekilmektedir. Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(19241938), s. 252-253.
91
Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 199-206.
92
Sınır konusunda yapılacak antlaĢmaya son Ģekli verilirken, stratejik öneme sahip küçük bir tepenin
kimde kalacağı konusunda teknik heyetler arasında bir anlaĢmazlık yaĢanmıĢtır. Bunun üzerine Türk
heyetinde yeralan BinbaĢı NeĢet Bey, durumdan Hüsrev Bey’i haberdar ederek müdahil olmasını
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
408
kavuĢturularak, 23 Ocak 1932’de iki antlaĢma imzalanmıĢtır. Bunlardan birincisi Türkiyeİran
Hudut Hattının Tayinine Dair İtilafname93 (TürkiyeĠran Sınır AnlaĢması), diğeri ise Türkiye
ile İran Arasında Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Muahedenamesi’dir.94 Bu anlaĢmalarla
birlikte, Türkiye, Ağrı Dağı’nın tamamını (yani Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını
da) alması karĢılığında, Kotur ve Bazirgan yakınında bulunan iki toprak parçasını Ġran’a
vermeyi kabul etmiĢtir.
Sonuç ve Değerlendirme
Cumhuriyet döneminin önemli isyanlarından olan Ağrı Ġsyanı, bir yandan ülke içinde
huzursuzluk ve güvensizliğe neden olurken, diğer yandan isyancı Kürt aĢiretlerinin Ġran’dan
destek alıyor olması da Türkiye ile Ġran arasında dozu giderek artan gerilimlere ve nihayet bir
krize neden olmuĢtur. Türkiye, 1930’lara gelinceye kadar Türkiye–Ġran sınırındaki Kürt
aĢiretlerinin suç teĢkil eden faaliyetleri konusunda Ġran’dan beklediği desteği alamadığı gibi;
isyancılara karĢı yürütülen askeri harekâtlar sırasında da isyancıların Ġran’ın fiili denetiminde
olan Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına kaçmaları ve Ġran’ın bu konudaki eylemsizliği,
harekâtlardan beklenen neticenin elde edilmesine engel olmuĢtur. Diğer taraftan, Türkiye, bu
soruna diplomatik yollardan çözüm bulabilmek için Ġran’la çeĢitli tarihlerde antlaĢma ve
protokoller akdetmiĢ olmasına rağmen de istediği sonucu elde edememiĢtir.
Haziran 1927’de özellikle Ağrı bölgesindeki asilere karĢı bir tedip harekâtı
düzenlenmesine rağmen, isyancıların büyük çoğunluğu yine Ġran’a kaçmıĢtır. Bu tür tedip
harekâtları, isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale getirebilmek için sınır istihbaratına ve Ġran’ın
desteğine mutlak surette gereksinim olduğunu her defasında ortaya koymuĢtur. Aslında,
Türkiye öteden beri, bölgede askeri operasyonlar yaparken Ġran’ı isyancılara karĢı daha etkili
önlemler almak konusunda uyarmaktaydı. Bu bağlamda, Ağrı Ġsyanı’nın kontrol altına
istemiĢtir. Hüsrev Bey’in Ġran heyetini ikna edememesi üzerine Tevfik RüĢtü Bey de devreye girmiĢ, ancak
Ġran heyeti ikna edilememiĢtir. Bunun üzerine Tevfik RüĢtü Bey, Atatürk’ten almıĢ olduğu direktif
doğrultusunda hareket ederek “...Görülüyor ki bu işi bizler halledemeyeceğiz. Ben, Şah Hazretlerinin
hakemliğini hükümetim namına kabul ediyorum.” demiştir. Türk heyetinin bu manevrası karşısında
oldukça şaşıran İran heyeti başkanı Furugi Han konuyu “...Şah Hazretlerine arz edeyim.” demekten başka
çare bulamamıştır. Konuyla ilgili olarak Rıza Şah‟a bilgi veren heyette yer alan İranlı General Arfa‟ya
Şah‟ın söyledikleri oldukça dikkat çekicidir. Şah Rıza Pehlevi Han, “Beni anlamıyorsunuz. Önemli olan şu
veya bu tepe değil; Türkiye ile olan sınır problemimizin bir an önce ve ilelebet çözümlenmesidir. İki ülke
arasında geçmişten gelen ve daima düşmanlarımızın işine yarayan uyuşmazlıklar son bulmalı ve Türkiye
ile İran arasında karşılıklı çıkarlarımıza dayalı samimi bir dostluk kurulmalı. Eğer biz birleşir ve ittifak
edersek kimseden korkmam.” diyerek Ġran heyetinin Türk heyetinin teklifini kabul etmelerini emretmiĢtir.
Bkz. Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 207. ġah’ın bu tutumuyla ilgili olarak Tevfik
RüĢtü Bey de, ġah’a konuyu arzeden Ġran heyeti uzmanlarına, ġah konunun neden halledilemediğini
sorduğunda, uzmanların ilerde Türkiye ile çıkabilecek bir ihtilafta burasının Ġran açısından stratejik bir
savunma noktası oluĢturacağını söylediklerini; buna karĢılık ġah’ın da “...Meseleyi bu noktadan
düşünmeyiniz. Türkiye ile İran hiçbir vakit silahlı bir ihtilafa girmeyecektir.” dediğini belirtmektedir. Bkz.
Sabahattin Özel, Atatürk ve Atatürkçülük, Derin Yayınevi, Ġstanbul, 2006, s. 217-218.
93
AntlaĢmanın metni için bkz. Ġsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (19201945),
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s. 430-432.
94
AntlaĢmanın metni için bkz. T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli
Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), s. 525-531.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
409
alınması bakımından 1926 tarihli antlaĢma büyük önem taĢımasına rağmen, antlaĢma
hükümlerinin uygulanması konusunda Ġran’ın gevĢek sayılabilecek tutumu, iliĢkilerdeki
gerginliği yeniden arttırmıĢtır. Türkiye’nin somut talepleri, sınırın isyancılara kapatılması,
askeri harekâtlar sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmalarının önlenmesi ve ortak
sınırın yapılacak bir antlaĢma yoluyla tespiti noktalarında toplanıyordu. Gerek 1926 tarihli
antlaĢma gerekse bu antlaĢmaya ek olarak imzalanan 1928 tarihli protokol sınır güvenliği
konusunda iki ülkeye de karĢılıklı yükümlülükler getirmesine rağmen, Ġran’ın isyancılara karĢı
tutumunda Türkiye lehine bir değiĢim yaĢanmamıĢtır. Öte yandan, o yıllarda Türkiye ile Ġran
arasında sınırdaki Kürt aĢiretlerinin yarattığı asayiĢ sorunlarının yanında, bir de Osmanlı
Ġmparatorluğu’nda kalma bir sınır problemi de mevcuttu. Bu sınır problemi ise 1913 tarihli
İstanbul Protokolü’yle Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran sınırları içerisinde kalan bölümünde
düğümlenmekteydi. Küçük Ağrı Dağı, isyancıların Türkiye’de eylem yaptıktan sonra,
rahatlıkla sınırı geçerek kendilerini güvene aldıkları bir bölgeydi. Gerek dağın bu özelliği,
gerek Ġran’ın sınır güvenliği konusunda gevĢek davranması, gerekse 1913 tarihli İstanbul
Protokolü’nün Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde meclisin onay iĢlemine girmemiĢ olması,
Türkiye’yi hem isyancılar konusunda hem de yeni sınırın tespiti noktasında ortak düĢünmeye
itmiĢtir. Bu çerçevede 1929 yılı sonunda Türkiye’nin karar alıcıları oluĢturdukları zorlayıcı
diplomasi stratejisi çerçevesinde, hem Ağrı Ġsyanı’nı kesin bir Ģekilde sonlandırmak, hem de
Türk–Ġran sınırını kesin bir Ģekilde tespit etmek noktasında Ġran’ı müzakere masasına çekmeyi
hedeflemiĢtir. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin izleyeceği zorlayıcı diplomasi, askeri harekâtlar
sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmaya mecbur edilmeleri ve bunun ortaya
çıkardığı fiili durumdan istifade ederek, ortak sınırın yapılacak bir antlaĢma yoluyla tespiti
noktalarında toplanıyordu.
Bu hedefler doğrultusunda Türkiye Ġran’a karĢı uygulayacağı zorlayıcı diplomaside
“baskıyı aĢamalı arttırma” stratejisi türünden bir hareket tarzını benimsemekle birlikte,
gerginliğin krize evrildiği aĢamaya doğru verilen notalarla da zımni ültimatom stratejisinin de
Ġran’a karĢı baĢarıyla kullanıldığı görülmüĢtür. 1930 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve
nihayet ana askeri harekâtın gerçekleĢtirileceği Eylül ayları boyunca, Türk hükümetinin Ġran’a
karĢı baĢarılı bir tırmandırma siyaseti izleyerek askeri ve diplomatik eylemlerle kararlılığını
ortaya koyduğu, basın ve kamuoyunda da bu konunun oldukça yüksek bir duyarlılıkla iĢlendiği
görülmektedir. KarĢılıklı nota teatilerinin, sertleĢmelerin yaĢandığı bu süreçte, Türkiye bir
yandan Ġran üzerinde baskıyı aşamalı arttırma olarak niteleyebileceğimiz türden bir zorlayıcı
diplomasi stratejisini uygulayarak Ġran üzerinde etki yaratmaya ve baskı kurmaya çalıĢılırken;
diğer yandan, Türk askerlerinin Ġran topraklarında da harekâtı sürdürebilmesi ve ortak sınırın
bir anlaĢma zemininde çözüme kavuĢturulması için görüĢmeler yoluyla sonuç elde etmeye
çalıĢmıĢtır. (Bkz. Tablo 2) Bu çerçevede, 1930 Haziran’ından 1930 Eylül’ünün ortasına kadar
Türkiye uygulamakta olduğu zorlayıcı diplomasi stratejisinin esas hedefi olan Küçük Ağrı
Dağı’nı iĢgal edebilmek için, yürüttüğü harekâtlarla isyancıları Ġran sınırına doğru sürerek,
Ġran’a sığınmak mecburiyetinde bırakmıĢtır. Böylelikle, isyancıların Ġran’a doğru kaçmaya
baĢlamasıyla birlikte Türkiye–Ġran sınırında askeri açıdan fiili bir durum yaratılarak zorlayıcı
diplomasinin tam anlamıyla devreye sokulması söz konusu olmuĢtur. Diğer bir deyiĢle, daha
önce gerçekleĢtirilen askeri harekâtlardan farklı olarak, kesin sonuca ulaĢmada askeri ve
diplomatik açıdan iki ülke arasında ciddi bir “kriz” durumunun oluĢması/yaratılması söz
konusu olmuĢtur.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
410
Fiilen Ġran’ın denetiminde olan ama egemenliğinin kimde olduğu hukuken tartıĢmalı
Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına kaçan isyancıları tamamen etkisiz hale getirmek için
Türkiye buraya belli ölçülerde girerek, harekâtın selameti ve ortak sınırın tespiti noktasında
güçlü bir pozisyon elde etmeye çalıĢmıĢtır. Diğer bir deyiĢle, krizin bu aĢamasında Türkiye
dene ve gör olarak niteleyebileceğimiz bir zorlayıcı diplomasi stratejisini de uygulamaya
koymuĢtur. (Bkz. Tablo 2) Ġsyancılara karĢı harekete de geçmede isteksiz olan Ġran ise, ortak
harekâta da yanaĢmayarak, bir anlamda Türkiye’ye istediği fırsatı vermiĢtir. ġüphesiz,
Türkiye’nin bu sonucu elde etmesinde, gerçekleĢtirdiği büyükelçi değiĢimi, kamuoyunda ve
basında yaratılan hava, gittikçe sertleĢen notalaĢmaların büyük rolü olmuĢtur. Türkiye’nin
karar alıcıları, ordunun gücünü diplomasinin arkasına sürerek adeta “kadife eldiven içindeki
demir bir yumruk” gibi bu gücü Ġran’a göstermeye çalıĢmıĢlardır. Sonuç olarak, 1930
Eylül’ünün ilk haftası içerisinde isyancılara karĢı baĢlatılan ana askeri harekâtla, Küçük Ağrı
Dağı ve Aybey Dağları iĢgal edilerek, isyancıların geri çekilme yolları ve bölgeleri kapatılmıĢ
ve dört yıldır süren Ağrı Ġsyanı sona erdirilmiĢtir.
Tablo 2: TürkiyeĠran Krizi’nde (1930) Türkiye’nin Zorlayıcı Diplomasisinin Parametreleri
Ġran
Hedef Devlet
İstemler
 Ġsyancılara destek verilmemesi
 1913 tarihli Ġstanbul Protokolü onaylanmadığı için
TürkiyeĠran sınırının yeniden saptanması
“Zımni ültimatom”
“Baskıyı aĢamalı arttırma”
“Dene ve gör”
Güç kullanma tehdidi
ÇatıĢmaya varmayan sınırlı güç kullanımı (TartıĢmalı
sınırın geçilmesi ve iĢgal edilmesi/kontrol altına alınması)
 Güvenlik endiĢesi
 Egemenlik iddiası


Uygulanan Zorlayıcı
Diplomasi Stratejileri

Askeri Etki Araçlarının 
Kullanım Biçimi ve

Düzeyi
Türkiye’nin Ulusal
Çıkar Matrisinde
Öne Çıkan Unsurlar
Harekât bu Ģekilde son bulurken, Küçük Ağrı Dağı ve Aybey Dağları’nın Türk
askerleri tarafından iĢgaliyle Ġran’la yaĢanmakta olan sınır uyuĢmazlığında da fiili bir durum
yaratılmıĢtır. Bu fiili durum, Türkiye’nin baskısı ve kararlılığı sonucu Ġran tarafından da
kerhen kabul edilmiĢtir. Zira, Tahran Büyükelçisi Hüsrev Bey de askeri harekâtın bir gereği
olarak, Türk askerlerinin Aybey Dağları’na kadar ilerleyip bu hattı (ve dolayısıyla Küçük Ağrı
Dağı’nı) iĢgale mecbur olduğunu ve bu iĢgal sayesinde, Ġran tarafının da Türk karargâhıyla
temasa geçmek ve kaçan isyancıları gözaltına almak suretiyle bir nevi müĢterek harekâta razı
edildiğine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, iĢgal durumunun sınır güvenliğini tam anlamıyla
sağlamak için askeri bir gereklilik olarak sürdürüldüğünü söylemek mümkünse de; bu iĢgalin,
yeni sınırın tespiti noktasında Ġran’la yapılacak olan müzakerelerde Türkiye’nin elini
güçlendirmiĢ olduğu da bir gerçektir. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin gerek harekât öncesinde,
gerek harekât sırasında büyük bir kararlılıkla uyguladığı zorlayıcı diplomasisi, bu diplomasinin
siyasi, hukuki ve askeri hedeflerinin tam olarak elde edileceği 1932 tarihli yeni sınır antlaĢması
yapılıncaya kadar devam edecektir. Nihayet bu antlaĢmayla birlikte, Türkiye, Ağrı Dağı’nın
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
411
tamamını (yani Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını) alması karĢılığında, Kotur ve
Bazirgan yakınında bulunan iki toprak parçasını Ġran’a vermeyi kabul etmiĢtir. Böylelikle
Türkiye uyguladığı zorlayıcı diplomasi sayesinde hem isyancıların Ġran’dan aldığı desteğin
kesilmesi noktasında hem de TürkĠran sınır sorununun çözümünde kesin bir sonuç elde
ederken, diğer taraftan sınır güvenliğini sağlamak noktasında da gerçekleĢtirdiği toprak
değiĢimiyle önemli bir avantaj elde etmiĢtir.
KAYNAKÇA
Kitaplar
Aybars, Ergün, Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, Türk Dünyası AraĢtırmaları
Vakfı, Ġstanbul, 1988.
Bulut, Faik, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yayıcılık Ġstanbul, 1991.
Çay, M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara,
1994.
Gerede, Hüsrev, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), Vakit Basımevi, Ġstanbul, 1952.
Özel, Sabahattin, Atatürk ve Atatürkçülük, Derin Yayınevi, Ġstanbul, 2006.
PaĢa, Ġhsan Nuri, Ağrı Dağı İsyanı, 2. bs., Med Yayıncılık, Ġstanbul, 1992.
Saray, Mehmet, Türkİran İlişkileri, Atatürk AraĢtırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Soysal, Ġsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (19201945), Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 2000.
ġimĢir, Bilal N., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 2001.
ġimĢir, Bilal N., Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996.
ġimĢir, Bilal N., İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), 2. bs., Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1975.
T. C. GENELKURMAY BAġKANLIĞI, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I,
II, III, Kaynak Yayınları, Ġstanbul, 1992.
T. C. KÜLTÜR BAKANLIĞI, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine
Ait 100 Belge), C. II, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
Makaleler
Akdevelioğlu, Atay ve KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, Türk
Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I
(19191980), 12. bs., Ed. Baskın Oran, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 357369.
Anbarcıoğlu, Meliha, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Ġran’da Reformlar”, Doğu Dilleri
Dergisi, C. 3, Sayı: 4 (1983), s. 5-38.
Arar, Ġsmail, “Atatürk’ün Günümüz Olaylarına da IĢık Tutan Bazı KonuĢmaları”, Belleten, C.
45/1, Sayı: 177 (Ocak 1981), s. 5-26.
Çetinsaya, Gökhan, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, Avrasya Dosyası,
C. 5, Sayı: 3 (Sonbahar 1999), s. 148-175.
Dağı, Zeynep “Diplomasi: ÇatıĢmanın ve ĠĢbirliğinin Dili”, Uluslararası Politikayı
Anlamak: UlusDevlet’ten Küreselleşmeye, Der. Zeynep Dağı, Alfa Yayınları,
Ġstanbul, 2007, s. 287-353.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):
Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması
412
Değerli, Esra Sarıkoyuncu, “Ağrı Ġsyanlarında Yabancı Parmağı (19261930)”, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22 (Aralık 2008), s. 1-22.
George, Alexander L., “Coercive Diplomacy”, The Use of Force: Military Power and
International Politics, 6th ed., Ed. by. Robert J. Art, Kenneth N. Waltz,
Rowman&Littlefield Publishers, Inc., Lanham, 2004, pp. 70-76.
Gönlübol, Mehmet ve SAR, Cem, “19191938 Yılları Arasında Türk DıĢ Politikası”,
Olaylarla Türk Dış Politikası (19191995), 9. bs., Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s.
3-133.
Kutlay, Naci, “Kürt Milliyetçiliğinin Son Yüzyılı (19201970), Cumhuriyet ve Kürtler”,
Toplumsal Tarih, Sayı: 160 (Nisan 2007), s. 26-33.
Olson, Robert, “The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim
(19378): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force and on Kurdish
and Turkish Nationalism”, Die Welt des Islams, Vol. 40, No: 1 (2000), pp. 67-94.
Özgiray, Ahmet, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında TürkĠran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, Atatürk
Dönemi Türk Dış Politikası, Ed. Berna Türkdoğan, Atatürk AraĢtırma Merkezi,
Ankara, 2000, s. 297-309.
Resmi Yayınlar
Düstur, Tertip 3, C. 7.
Resmi Gazete, Sayı: 8692, Tarih: 29.12.1929
TBMM Zabıt Ceridesi, C. 25, Devre II, Ġçtima Senesi: III, YüzbeĢinci Ġçtima, 22.05.1926.
TBMM Zabıt Ceridesi, C. 27, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, Sekizinci Ġçtima, 22.11.1926.
TBMM Zabıt Ceridesi, C. 33, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, YetmiĢ Yedinci Ġnikat,
19.06.1927.
TBMM Zabıt Ceridesi, C. 5, Devre: III, Ġçtima Senesi: I, 9. Ġnikat, 29.11.1928.
Gazeteler ve diğer yayınlar
Nadi, Yunus, “ġarktaki Hadise ve Ġran”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1930.
Sadık, Necmeddin, “Tehlikeli Bir KomĢu Kapısı”, Akşam, 7 Temmuz 1930.
“Ağrı Dağı Üzerindeki Askeri Harekâtımız”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1930.
“Ağrı Hadisesi’nin Aslı Nedir?”, Vakit, 29 Haziran 1930.
“Ağrı Harekâtı BaĢlıyor”, Milliyet, 30 Ağustos 1930.
“Ġran Bize Dost mu, DüĢman mı?”, Vakit, 5 Temmuz 1930.
“Ġran Hududu Tashih Edilmelidir”, Milliyet, 31 Temmuz 1930.
“Ġran Hükümetine Bir Nota Verdik”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1930.
“Mesele Adi Bir ġekavet Olmaktan ÇıkmıĢ, Siyasi Bir Renk AlmıĢtır”, Vakit, 5 Temmuz
1930.
“ġark Hududumuza Tecavüzde Bulunan ġakiler”, Milliyet, 1 Temmuz 1930.
“Tenkil Harekâtı BaĢladı”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1930.
Akşam, 24 Temmuz 1930.
Cumhuriyet, 23 Temmuz 1930.
Milliyet, 3 Temmuz 1930.
Milliyet, 11 Ağustos 1930.
Milliyet, 19 Ağustos 1930.
Milliyet, 20 Ağustos 1930.
Vakit, 29 Temmuz 1930.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Bülent ŞENER
413
Vakit, 13 Ağustos 1930.
Vakit, 23 Ağustos 1930.
(Çevrimiçi) http://www.igdir.gov.tr/default_B0.aspx?content=134, 5 Ağustos 2010.
History Studies
Volume 4 Issue 4
Kasım /November 2012
Download