HlsToRY ,' .-l \q ^d t\. h.:J llılllıllll] ' §.- , Pref.or.YE i]iozrÜnK D.ç Dr. olnin (Öla History Studies International Journal of History History Studies Dergisi üç ayda bir yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir. History Studies Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların, dil, bilim ve hukûki açıdan bütün sorumluluğu yazarlarına, yayın hakları History Studies Dergisi’ne aittir. Yayınlanan yazılar yayıncının yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen herhangi bir şekilde basılamaz, çoğaltılamaz. Yayın Kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Gönderilen yazılar iade edilmez. The History Studies is an international, peer-reviewed quarterly journal. Authors bear the sole legal responsibility for their published works in the History Studies. The History Studies has the sole ownership of copyright to all published works. No part of this publication shall be produced in any form without the written consent of the History Studies. The Editorial Board makes the final decision to publish articles. No article is returned to authors. History Studies Indexed by ASOS, EBSCO, DOAJ, Index COPERNICUS, and Index ISLAMICUS ISSN: (Print) 1309 - 4688 - (Online)1309 - 4173 Samsun, Kasım / November 2012 Volume 4 / 4 2012 History Studies Volume 4/4 2012 History Studies International Journal of History Editors: Prof. Dr. Yücel ÖZTURK Assoc. Prof. Dr. Osman KOSE Ondokuz Mayis University, Faculty of Education, Kurupelit - Samsun, TURKEY Tel: +90 362 312 19 19 Fax: +90 362 457 60 78 E-mail: [email protected] Web: http://www.historystudies.net/ History Studies Volume 4 / 4 2012 History Studies Volume 4/4 2012 HISTORY STUDIES Uluslararası Hakemli Dergi / International Journal of History Sahibi / Owner Osman KÖSE Editör / Editor Osman KÖSE Editor Yardımcıları / Associate Editors Sibel ÜST - Tamer BALCI Yayın Kurulu Başkanı / Director of Editorial Board Bünyamin KOCAOĞLU Genel Koordinatör / General Coordinator Mehmet Dursun ERDEM Türkçe Dil Editörü / Turkish Language Editor Mehmet AYDIN İngilizce Dil Editörü / English Language Editor Christopher L. MILLER İtalyanca Dil Editörü / Italian Language Editor Marco MIOTTO İspanyolca Dil Editörü / Spanish Language Editor Glenn MARTINEZ Fransızca Dil Editörleri / French Language Editors Kenan ġEN - YaĢar DEMIR Dil Uzmanları / Language Experts Salih KILIÇ – Nazlı MURZĠOĞLU Aslıhan YILDIZ – Rabia Esra ÇETĠNKAYA Kaynakça Sorumlusu / Bibliography Processor Önder DUMAN İletişim Sorumluları / Coorrespondents Mehmet KOÇER - M. Bilal ÇELĠK Baskı Sorumluları / Print Masters Ali SEYLAN – Ramazan BÖLÜK - Ahmet AKġAR Ayhan SERTKAYA - ġule GÜN - Yakup YILMAZ Teknik Sorumlular / Technical Crew Hasan ATSIZ – Orhan ÇAM Yayın Kurulu / Editorial Board Necmettin ALKAN - Mehmet AYDIN - Hasan BABACAN - Tamer BALCI - Mehmet BEġĠRLĠ - Mustafa ÇOLAK - Ümit EKĠN Ġlhan EKĠNCĠ - Zafer GÖLEN - Behset KARACA - Erol KAYA - Telli KORKMAZ - Cemalettin KÖMÜRCÜ - Kemalettin KUZUCU - Bayram NAZIR - Selim ÖZCAN - M. Fatih SANCAKTAR - HaĢim ġAHĠN - Mucize ÜNLÜ - Zübeyde G. YAĞCI Yücel YĠĞĠT Danışma Kurulu / Advisory Board Dursun Ali AKBULUT - Mehmet ALPARGU - Metin AYIġIĞI - Arif BĠLGĠN - Salim CÖHCE - Mustafa DEMĠR - Abdullah GÜNDOĞDU - Nedim ĠPEK - Turhan KAÇAR - Hikmet ÖKSÜZ - Mehmet ÖZ - Azmi ÖZCAN - Yücel ÖZTURK - Fahri SAKAL - Haluk SELVĠ - Enis ġAHĠN - Ömer TURAN - Mehmet Ali ÜNAL - Yavuz ÜNAL - Cevdet YILMAZ History Studies Volume 4/4 2012 HISTORY STUDIES Uluslararası Hakemli Dergi / International Journal of History Volume 4 / 4 2012 - Hakemler / Referees Assist. Prof. Dr. Tamer Balci / University of Texax-Pan American Yrd. Doç. Dr. Betül Batır / Ġstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Hakkı BüyükbaĢ / Erciyes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Bilgin Çelik / Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Zeki Çevik / Balıkesir Üniversitesi Doç. Dr. Songül Çolak / Gazi Osman PaĢa Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Alparslan Demir / GaziosmanpaĢa Üniversitesi Doç. Dr. Önder Duman / Ondokuz Mayıs Üniversitesi Doç. Dr. Ümit Ekin / Sakarya Üniversitesi Doç. Dr. Ġlhan Ekinci / Ordu Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. DilĢen Ġnce Erdoğan / Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Zafer Gölen / Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Doç. Dr. Abdülkadir Gül / Erzincan Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Sadullah Gülten / Ordu Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Muhittin KapanĢahin / Erciyes Üniversitesi Doç. Dr. Füsun Kara / Fırat Üniversitesi Doç. Dr. Behset Karaca / Süleyman Demirel Üniversitesi Doç. Dr. Rıza Karagöz / Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Oktay Karaman / Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kayhan / Onsekiz Mart Üniversitesi Assit. Prof. Dr. Suphan Kırmızıaltun – University of Texas Austin Doç. Dr. Bünyamin Kocaoğlu / Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Nurgün Koç / Karabük Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ali Kozan / NevĢehir Üniversitesi Assoc. Prof. Dr. Christopher L. Miller - University of Texax-Pan American Doç. Dr. Bayram Nazır / GümüĢhane Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa Oral / Akdeniz Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Uğur Özcan / Ahi Evran Üniversitesi Doç. Dr. Fahri Sakal / Ondokuz Mayıs Üniversitesi Doç. Dr. Serdar Sakin / Erciyes Üniversitesi Doç. Dr. Hava Selçuk / Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Haluk Selvi / Sakarya Üniversitesi Doç. Dr. Hasan Ali ġahin / Erciyes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Emine ġam / Amasya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Muhammet Ulutürk / Batman Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Veli Ünsal / Ahi Evran Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Seda Ünsar / Ġstanbul Arel Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. M. Serhat Yılmaz / Kastamonu Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Yücel Yiğit / Balıkesir Üniversitesi History Studies Volume 4/4 2012 CONTENTS / İÇİNDEKİLER Neslihan Altuncuoğlu Uluslarası AntlaĢmalar IĢığında Ege Adaları Sorunu 1-13 The Aegean Islands Issue under the Light of International Treaties Resul Babaoğlu Türkiye Rum Cemaati ve 6/7 Eylül 1955 Olayları 15-34 The Greek Community of Turkey and the 6/7 September Incidents of 1955 Rahul Bhaumik 35-63 The Natural History of Indian Serpents: Dr. Patrick Russell, Colonial Medicine and the British Empire Hindistan Yılanlarının Doğal Tarihi: Dr. Patrick Russell, Koloni Eczacılığı ve İngiliz İmparatorluğu M. Bilal Çelik Saidiye Hanlığı ve Hocalar Devri Kaynakları (1514-1762) 65-89 Sources of the Khanate of Saidiya and the Khojas Period (1514-1762) Şenol Çelik 91-108 Osmanlı Devleti’nde Reâyâ (Köylü-Çiftçi) - Yörük (Göçebe) Ayrımı ve Ġçel Sancağı Örneği Subjects (Peasant-Farmer) - Yörük (Nomad) Difference in the Ottoman Empire: the Case of District of İçel Emrah Çetin 109-124 Türk Basınında Hicaz Demiryolu ĠnĢaatının Finansmanı Meselesi (1900-1908) The Funding of Hejaz Railway Project in the Turkish Press (1900-1908) Recep Dündar 125-146 H.1053-M.1643 Tarihli 8428 No’lu Cizye Defteri’nin Tanıtımı ve Değerlendirilmesi The Introduction and Evaluation of the Poll-Tax Account Book No. 8428 for the year 1643 (H. 1053) H. Hande Duymuş Florioti M.Ö. I. Binyıl’da Mezopotamya’da Nehir UlaĢımı: Asur Örneği 147-159 Mesopotamia River Transportation in the First Millennium B.C.: The Assyrian Case Sadullah Gülten 161-169 Bozok Sancağı’nda Köylerin TeĢekkülüne Dair bir Örnek: Çokradan Köyü An Example of Village Formation in Bozok Sanjak: Çokradan Village History Studies Volume 4/4 2012 Nesrin Atıcı Kanberoğlu Osmanlı’dan Cumhuriyete Heykel Sanatının Yolculuğu 171-189 The Journey of Sculpture from the Ottoman Empire to the Republic Muhittin Kapanşahin Büyük Selçuklu Sultanları ile Abbası Halifelerinin ĠliĢkileri 191-218 The Relations Between the Seljuk Sultans and the Abbasid Caliphs Elif Emre Kaya - B. Zakir Avşar 219-244 Ġktidar - Muhalefet ĠliĢkilerinde Değerlendirilemeyen Bir ĠyileĢme ġansı: Adnan Menderes’in Uçak Kazası Üzerinden Siyasal ĠletiĢim ĠnĢa Çabaları A Missed Opportunity to Ease the Government-Opposition Relations: Political Communication Building Efforts after the Aircraft Accident of Adnan Menderes Cengiz Mutlu 245-260 Birinci Dünya SavaĢı’ndan Milli Mücadele’ye Ġsviçre’de Osmanlı Aleyhtarı Propaganda ve Osmanlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Faaliyetleri From First World War to Turkish National Struggle Anti-Ottoman Propaganda in Switzerland and the Actions of the Ottoman Association for the Defence of Rights Mücahit Özçelik 1918 BükreĢ AntlaĢması 261-275 1918 Bucharest Treaty Cihan Özgün / Aysun Sarıbey Haykıran 277-292 Osmanlı Ġmparatorluğu’nun Son Zamanlarında EĢkiyanın Gölgesinde Bir Kaza: KuĢadası A Town under the Shadow of Bandits in the Late Ottoman Empire: Kuşadası Ali Özkan Enver Hoca Döneminde Arnavutluk’ta Din-Devlet ĠliĢkisi 293-316 Religion And State Relations in Albania During the Enver Hoxha Period Mustafa Salep II. Dünya SavaĢı Yıllarında Sovyet DıĢ Politikası ve Sovyet Emperyalizmi 317-345 The Soviet Foreign Policy and Soviet Imperialism During World War II Tahir Sevinç 347-372 Seyyit Fethi Efendi’nin ġam Defterdarlığı ve Muhallefatının Müsaderesi (1728-1746) The Damascus Chief Treasurer Seyyit Fethi Efendi and the Confiscation of His Property (1728-1746) Cemal Sezer 373-384 Birinci Dünya SavaĢı’nda Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Sağlık Alanındaki Faaliyetleri The Medical Activities of the Red Crescent Society during World War I History Studies Volume 4/4 2012 Bülent Şener 385-413 Ağrı Ġsyanı (1926-1930) ve Türkiye-Ġran Krizi (1930):Türk DıĢ Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması Rebellion of Ağrı (19261930) and TurkeyIran Crisis (1930): An Application of Coercive Diplomacy in the History of Turkish Foreign Policy Faruk Taşkın Antep’te Bir Misyoner Üniversitesi: Merkezi Türkiye Koleji 415-431 A Missionary University in Aintab: Central Turkey College Tufan Turan / Esin Tüylü Turan The Arise of the Concept of a Balkan Pact and the first Balkan Conference 433-446 Balkan Paktı Fikrinin Ortaya Çıkışı ve İlk Balkan Konferansı Songül Ulutaş Gelenekten Moderne Tarsus’ta Tarımsal DönüĢüm (1839-1856) From Tradition to Modern: Agricultural Transformation in Tarsus (1839-1856) History Studies Volume 4/4 2012 447-466 Dear All, Merhaba, A month after we published the special issue on imperialism, we are happy to present you the 11th issue of History Studies (volume 4 issue 4) before we leave 2012 behind. 2012 was a very successful year for History Studies and its readers. Earlier this year we published “A Tributary to Prof. Dr. Enver Konukçu” and presented this issue to him in a special programme in Sakarya University. We were delighted that Prof. Konukçu as well as many of his colleagues, friends and students joined the event to honour him. “Sömürgecilik” özel sayısını yayınladıktan bir ay sonra tekrar karşınızdayız. Yayınladığımız bu 11. sayı ile (Volume 4 Issue 4) 2012 yılına veda ediyoruz. After a year of meticulous preparations, History Studies hosted an international symposium titled “The Black Sea Trade and Canik Throughout History” in October. The symposium was a joint project by History Studies with Canik Municipality in Samsun. Over one hundred academicians from Turkey and abroad presented their research at the symposium. We are thankful to the academicians, who also serve as referees and writers for History Studies, for their contributions, participation and enthusiasm to make the symposium academically stimulating. In the meantime, the symposium was broadcast live via satellite and became available to the academicians who could not participate. The proceedings of the symposium will be published both as a special issue of History Studies and as a book. Bu yılın Ekim ayında yine bir yıl süren hazırlığını yaptığımız “Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik” konulu uluslar arası bir sempozyum düzenledik. Sempozyum, Samsun merkez Canik Belediyesi ile ortaklaşa olarak Samsun’da düzenledi. Sempozyuma yaklaşık Türkiye ve değişik ülkelerden 100’e yakın bilim adamı iştirak etti. History Studies dergisine yazar ve hakem olarak katkılar sağlayan akademisyenlerin iştirak ettiği sempozyum, büyük katılımla ve coşkuyla geçti. Sempozyum aynı zamanda uydu aracılığıyla televizyondan naklen de verilerek bu bilim etkinliğinin dünya ile buluşması sağlandı. Canik Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen sempozyumda sunulan tebliğler en kısa zamanda kitap olarak basılacak ve tebliğler History Studies Dergisi’nde özel sayı olarak yayınlanacaktır. We have also made a major change in our publication schedule. Starting in 2013, History Studies will publish 6 issues a year. The first issue of 2013 will be published on January 30, 2013. The History Studies website has been in service for over 3 years. We are currently updating our website. Soon the History Studies website will appear with a new design and more user-friendly functions. Gelecek yıldaki programlarımızı da bir karara bağlamış bulunmaktayız. 2013 yılında artık ikişer aylık periyotlarla yılda 6 sayı yayınlama kararı aldık. Bu çerçevede 2013 yılının ilk sayınsı 30 Ocak’ta yayınlayacağız. As announced earlier, the tributary issue of 2013 will be published in honour of Prof. Dr. Halil İnalcık, world-renowned Ottomanist, historian and researcher. Prof. Dr. Metin Hülagü, the President of Turkish Historical Society, will be the guest editor of this tributary issue. We are thankful to the both distinguished professors and mentors for accepting our request. After the publication of the tributary issue in March 2013, we will organize a special event in honour of Prof. İnalcık and present him the special issue in 2012 yılı, History Studies dergisi için yoğun bir yıldı. Bu yıl içinde “Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı”nı yayınladık ve değerli hocamızın meslek yolculuğundaki arkadaşları ve her biri günümüzde değişik üniversitelerde hoca olan öğrencilerinin katılımıyla Sakarya Üniversitesi’nde düzenlediğimiz bir programda özel sayıyı kendilerine takdim ettik. Duyurusunu yaptığımız üzere 2013 yılının armağan özel sayınsı dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Hali İnalcık hocamız adına çıkaracağız. Değerli hocamız adına çıkaracağımız armağan özel sayısının misafir editörlüğünü Türk Tarih Kurumu Başkanı sayın Prof. Dr. Metin Hülagu hocamız yapacaktır. Önerileri kendilerine ilettiğimizde bizleri kırmayarak kabul eden iki hocamıza da teşekkür ediyoruz. Mart 2013’te yayınlayacağımız armağan özel sayısını Mayıs ayında Ankara’da düzenleyeceğimiz ve sizlere detaylarını duyuracağımız bir programda Prof. Dr. Hali İnalcık hocamıza takdim edeceğiz. 2013 yılı özel sayının konusunu da History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ankara in May. We will announce the program details once we schedule the event. We are thankful to our authors for their valuable articles. In this issue you will find valuable articles from these distinguished authors: Nesrin Altuncuoğlu, Resul Babaoğlu, Rhauil Bhaumik, M. Bilal Çelik, Şenol Çelik, Emrah Çetin, Recep Dündar, H. Hande Duymuş Florioti, Sadullah Gülten, Nesrin Atıcı Kanberoğlu, Muhittin Kapanşahin, Elif Emre Kaya, B. Zakir Avşar, Cengiz Mutlu, Mücahit Özçelik, Cihan Özgün, Aysun Sarıbey Haykıran, Ali Özkan, Mustafa Salep, Cemal Sezer, Tahir Sevinç, Bülent Şener, Faruk Taşkın, Tufan Turan, Esin Tüylü Turan and Songül Ulutaş. Prof. Dr. Yücel Öztürk from Sakarya University, Department of History, is the guest editor of this issue. We thank Prof. Öztürk as well as the referees of this issue, whose names are listed on the credits page, for their contributions. We also thank Assoc. Prof. Dr. Christopher L. Miller and Assoc. Prof. Dr. Tamer Balcı from University of Texas-Pan American for their English proofreading since the July 2012 issue of History Studies. I respectfully thank everyone for their contribution to bring this issue to the publication stage. Looking forward to meeting you again in 2013, Sincerely, Assoc. Prof. Dr. Osman KÖSE belirlemiş bulunuyoruz. Özel sayınsın konusu ve detaylarını önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağız. History Studies Dergisi mevcut sitesinde 5 yıldır sizlere hizmet vermektedir. Dergimizin yayınlandığı sitede görsel olarak yenilikler yapıyoruz. Şimdilik yapımı süren yeni site tamamen yenilenmiş ve daha estetik olarak çok yakın zamanda hizmetinize sunulacaktır. Bu sayıda birbirinden değerli 24 makale bulunmaktadır. Yazıları ve emekleri ile dergimizi renklendiren sayın Nesrin Altuncuoğlu, Resul Babaoğlu, Rhauil Bhaumik, M. Bilal Çelik, Şenol Çelik, Emrah Çetin, Recep Dündar, H. Hande Duymuş Florioti, Sadullah Gülten, Nesrin Atıcı Kanberoğlu, Muhittin Kapanşahin, Elif Emre Kaya, B. Zakir Avşar, Cengiz Mutlu, Mücahit Özçelik, Cihan Özgün, Aysun Sarıbey Haykıran, Ali Özkan, Mustafa Salep, Cemal Sezer, Tahir Sevinç, Bülent Şener, Faruk Taşkın, Tufan Turan, Esin Tüylü Turan ve Songül Ulutaş’a çok teşekkür ediyoruz. 11. sayının misafir editörlüğünü Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi sayın Prof. Dr. Yücel Öztürk hocamız yapmıştır. Değerli hocamıza katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Yine bu sayıda yayınlanan makalelerin hakemliklerini yapan ve isimlerini derginin ilk sayfalarında zikrettiğimiz değerli hocalarımız bizler için çok değerlidirler. Son iki sayıdan itibaren her sayıda İngilizce metinleri tek tek gözden geçirerek bu sahada dergimize büyük katkılar sağlayan University of Texax-Pan American’dan Assoc. Prof. Dr. Christopher L. Miller ve Assoc. Prof. Dr. Tamer Bakcı’ya sonsuz teşekkürler. Yayın sürecine kadar bu sayının ortaya çıkmasında emek sarf eden herkese teşekkür, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 2013 yılında buluşmak dileğiyle, Hoşçakalın Doç. Dr. Osman KÖSE History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 ÖNSÖZ PREFACE The 11th issue of History Studies is being released and again contains much valuable research. I sincerely thank the colleagues for inviting me be the guest editor of this issue. I am honoured to perform this duty. Assoc. Prof. Dr. Osman Köse has been making substantial contributions to Turkish academic life with his works. I hope that he will achieve many important works with his great effort and devotion. Unfortunately in Turkish cultural life the life span of cultural works is very short in the academic and the public sphere. There are not even a dozen periodicals old enough to stretch to the lives of a few generations. In its three years of publication life History Studies has already gained international and domestic recognition. I am confident that Dr. Köse will carry this important publication to the next generations and turn it into an institution of the national heritage. The first article in the present volume is the study of Nesrin Altuncuoğlu titled “Problem of Aegean Islands under the Light of International Agreements”. Interest in the subject of how Turkey lost the Aegean Islands perhaps extends beyond academic circles and it will attract the attention of all Turks. It must be a sorrowful historical tragedy that although Germany offered the Aegean islands to Turkey, Turkey complained about this to Britain. In this article, the readers get the opportunity to read about this issue from a competent researcher. In his article, Resul Babaoğlu writes about the injustices Turkey’s Greek community suffered during the 6/7 September 1955 incidents. I do not concur with Babaoğlu’s assessment, which disregards the developments in the late Ottoman period, on the existence of a paradox between the Ottoman and the republic period of Turkey in regard to the treatment of Turkey’s Greek community. The experts of the period agree that the ethnic problems of the Ottoman Empire were carried into the republic period. Of course, the readers will have the final decision. Rhauil Bhaumik’s article reveals the unconventional local sources of Western colonial medicine. Bhaumik’s work examines the contributions of Dr. Patrick Russell to medicalzoology. It is an amazing research especially for History Studies Dergisi’nin XI. sayısı da diğer sayılar gibi birçok değerli araştırma ile okuyucunun karşısına çıkıyor. Bu sayının misafir editörlüğünü şahsıma tevcih eden meslektaşlarımıza içten teşekkürlerimi sunarım. Bu güzel görevi yerine getirmekten sonsuz haz ve onur duymaktayım. Değerli akademisyen, dostumuz Doç. Dr. Osman Köse, gerçekleştirmekte olduğu faaliyetlerle Türk akademik camiasına ciddi katkılar yapmaktadır. Büyük emek, fedakârlık ve yorgunluğa mal olduğunu yakından bildiğimiz bu çalışmalarında daha nice başarılara imza atmasını temenni ediyoruz. Bizim kültür hayatımızda hem akademik, hem de halka ait kültür çalışmaları ne yazık ki çok kısa ömürlü oluyor. Bunların içinde birkaç kuşağın hayatını idrak eden süreli yayın sayısı bir düzine kadar bile değildir. Üç yıla yaklaşan yayın faaliyetiyle History Studies, kısa zaman içinde milletlerarası bir seviyeye ulaşmış, ülke içinde ve dışında akademisyenlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Sayın Köse’nin, bu önemli yayını gelecek kuşaklara taşıyacak tedbirleri alacağı ve bunu millî miras içinde yaşayan kurum haline getireceği hususunda da ümitvar olduğumu belirmekten mutluyum. Mevcut sayının ilk makalesi, Nesrin Altuncuoğlu’nun “Uluslararası Antlaşmalar Işığında Ege Adaları Sorunu” isimli çalışmasıdır. Ege Adalarının elden kaçırılmasının, akademik ilginin ötesinde, her Türk insanının ilgi duyacağı bir konu olduğunda herhalde herkes mutabıktır. Almanların Türkiye’ye teklif ettiği halde Türkiye’nin bunu İngilizlere şikâyet etmesi, hazin bir tarih trajedisi olsa gerektir. Bu makalede okuyucu bu hususu yetkin bir araştırıcıdan okuyacaktır. Resul Babaoğlu, makalesinde, Osmanlı Devleti bünyesinde Türklerle kardeşlik içinde yaşayan Rumların, Cumhuriyet devrinde 6/7 Eylül 1955’te maruz kaldıkları haksızlığı konu edinmektedir. Babaoğlu’nun, Osmanlı’nın son dağılma periyodunu göz ardı ederek Osmanlı – Cumhuriyet arasında bir paradoks icat etmesi, mevcut satırların yazarının katılmadığı bir değerlendirmedir. Cumhuriyet devrine intikal eden etnik sorunların çoğunluğunun Osmanlı’nın son iki yüz yılı boyunca olgunlaştığı, sahanın uzmanlarınca bilinmektedir. Tabii ki, nihai yargı okuyucuya ait olacaktır. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 those interested in how the West benefited from the experience of local people in medical-zoology. The study of M. Bilal Çelik concentrates on the sources of Saidiye Khanate and the Khojas period of East Turkistan between the 16th and the 18th centuries. The research offers valuable information on barely examined sources. The article of Şenol Çelik on the social structure of the Ottoman Empire examines the functions of subject-reaya and yoruk-nomad in the Ottoman Empire with the example of İçel. In this highly informative work Çelik unearths the legal differences between the settled peasants and the nomads in the Ottoman system, using primary documents along with a wide-range of secondary literature. Emrah Çetin evaluates the Ottoman press coverage on the financial sources of the Hejaz Railway, which became the most important Ottoman transportation line in the early 20th century. Recep Dündar assesses the Cyprus poll tax book data and discusses the financial and demographic divisions of non-Muslim subjects in the 17th century Cyprus. Data from Ottoman primary sources contributes greatly to the understanding of the Ottoman financial and demographic structure in Cyprus. M. Hande Duymuş Filoriti’s article about river transportation in Mesopotamia during the times of Assyrians presents that Anatolia was bound to Mesopotamia with an effective transportation network. One of the most important factors that makes her research valuable and unique is the fact that Filoriti analysed the detailed data reflected in the Assyrians annuals. This article will certainly raise further interest among the readers about the dimensions of this river transportation during the times of the Roman, the Byzantine, the Seljuq and Ottoman empires. In his research Sadullah Gülten assesses the social and economic formation of an Ottoman town with the example of Çokradan town in Bozok. His reliance on the Ottoman tax registeries, tax units, and census, income and Shariyya registeries from the Bozok district certainly makes this article an original reference source about the foundation of settlements in the Ottoman Empire. Rhauil Bhaumik’in araştırması, Batı tıbbının kolonyal sahalarda resmî, empistemolojik kaynaklar dışındaki beslenme kaynaklarını teşkil eden sivil kaynakları konu edinmiştir. Bhaumik’in çalışması, şahsi merak ve tecrübe sahibi uzmanlardan Dr. Patrick Russell’ın tıp ve zoolojiye katkılarını ele almaktadır. Batı’nın bu sahalarda sivil tecrübeden nasıl yararlandığını merak edenler için ilginç bir araştırma olduğunu belirtelim. M. Bilal Çelik’in çalışması, Doğu Türkistan’ın, XVI. yüzyıl ile XVIII. yüzyıllar arasındaki tarihini teşkil eden Saidiye Hanlığı ve Hocalar Devri’ne ait kaynaklar üzerinde yoğunlaşmıştır. Çelik’in, büyük kısmı henüz değerlendirilmemiş olan bu kaynaklar hakkında verdiği bilgilerin sahaya ilgi duyanlar için büyük önemi haiz olduğu kuşkusuzdur. Şenol Çelik’in araştırması Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısı ile ilgilidir. Osmanlı Devleti’nde reaya ve Yörüklerin sosyal yapı içindeki yeri ve fonksiyonları İçel örneğinde tahlil edilmiştir. Çelik, geniş çaplı bir literatür eşliğinde ana kaynakları da kullanmıştır. Osmanlıların Yörük – göçebe nüfusunun çiftçi ile mukayese edilmesi oldukça aydınlatıcıdır. Emrah Çetin, araştırmasında, XX. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nin en önemli ulaşım hattını teşkil eden Hicaz Demiryolu’nun mali kaynaklarının oluşturulması için gösterilen gayretler hakkında Osmanlı literatürüne yansıyan bilgileri değerlendirmiştir. Recep Dündar, Kıbrıs Cizye defteri verilerini değerlendirmiştir. XVII. yüzyılda Kıbrıs’a bağlı kaza ve nahiyelerde meskûn gayri Müslim tebaanın mali ve demografik dağılımını ele almaktadır. Birinci elden kaynak verilerinin Osmanlı maliye ve demografi alanlarına önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir. M. Hande Duymuş Filoriti’nin araştırması, Asurlular döneminde Mezepotamya’da nehir ulaşımı ile ilgilidir. Filoriti, çalışmasında Anadolu’nun Mezepotamya’ya etkin bir nehir ulaşım ağı ile bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Filoriti’nin, Asur yıllıklarına yansıyan verileri değerlendirmesi, kanaatimizce araştırmasını değerli kılan en önemli faktörler arasındadır. Bu konunun Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı zamanlarında nasıl bir boyut kazandığı hususunun History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Nesrin Atıcı Kanberoğlu examines the development of the art of sculpture in the late Ottoman Empire and Turkish republic. Kanberoğlu identifies the mentality problem as the main obstacle to the development of sculpture in this period and underlines the importance of Atatürk for encouraging this art. The impressive finding of this research is that the development of sculpture was a painstaking process because of the negative mentality toward sculpture. Muhittin Kapanşahin focuses on the significance of the Abbasid Caliphate as the main source of legitimacy for all Muslim states. Under this framework, Kapanşahin analyzes the relations between the Abbasid caliphs and the Seljuk sultans. This is an interesting research in regard to the role of religion in the establishment of political legitimacy. The collaborative work of Elif Emre Kaya and B. Zakir Avşar covers the positive government-opposition relations in the aftermath of the plane crash of Turkish Prime Minister Adnan Menderes in 1959. The comprehensive research conducted on the Turkish press makes this article significant in understanding the general political framework of the period. Cengiz Mutlu focuses on the propaganda against the Ottomans during World War I in Switzerland and the activities of the Ottoman Association for the Defence of Rights to counter this propaganda. Mutlu argues that Greeks and Armenians led this propaganda in order to divert attention from the human rights violations of the Greek army in Anatolia. The research is useful for analyzing the effects of propaganda in international scope. In his research Mücahit Özçelik discusses Treaty of Bucharest signed between the Central Powers and Romania on 8 May 1918. This treaty exhibits the post-war designs of the Central Powers on the Ottoman Empire, Romania and Bulgaria, prior to their defeat in fall 1918. The collaborative research of Cihan Özgün and Aysun Sarıbey Haykıran covers banditry in Kuşadası in the late Ottoman Empire. He analyzes the banditry in this coast town Kuşadası under the scope of land-island relations, which makes this research unique. okuyucuyu hissediyoruz. şimdiden meraklandırdığını Sadullah Gülten’in araştırması, Çokradan Köyü örneğinde bir Osmanlı köyünün teşekkülü, sosyal ve ekonomik yapısını aydınlatmayı hedeflemektedir. Tahrir, avarız, temettuat defterleri ve şeriyye sicillerinden derlenmiş olması, değeri hakkında başka açıklamaya gerek bırakmamaktadır. Nesrin Atıcı Kanberoğlu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde heykel sanatının gösterdiği seyri ele almıştır. Kanberoğlu, heykel sanatının Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde maruz kaldığı zihniyet engeli üzerinde durmuş, bu hususta Atatürk’ün bu sanatı teşvik etmesinin ehemmiyetini vurgulamıştır. Heykelciliğin zihniyet engeli nedeniyle oldukça zorlu bir gelişim süreci izlediği tespiti, araştırmanın ulaştığı çarpıcı olgudur. Muhittin Kapanşahin, İslam tarihinin en önemli safhasını teşkil eden Abbasi İmparatorluğu’nun İslam tarihinde ona tabi olan veya olmayan bütün devletler için bir meşruiyet kaynağı olması olgusunu konu edinmiştir. Kapanşahin, bu olgu çerçevesinde Büyük Selçuklu Sultanları ile Abbasi Halifelerinin ilişkilerini analiz etmiştir. Araştırmanın siyasal meşruiyette dinin rolü açısından oldukça ilginç olduğu kabul edilecektir. Elif Emre Kaya / B. Zakir Avşar’ın müşterek çalışması, Adnan Menderes zamanında iktidar - muhalefet ilişkilerini konu edinmektedir. Adnan Menderes’in maruz kaldığı uçak kazasının ilgili dönemde iktidar – muhalefet ilişkilerinde gösterdiği olumlu etkiler araştırmanın merkezî temasını teşkil etmektedir. Dönemin medyasının geniş ölçekte taranmasıyla yapılan çalışmanın ilgili periyodun genel şemasının anlaşılmasına da önemli katkı yapacağını düşünüyoruz. Cengiz Mutlu, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında İsviçre’de cereyan etmiş olan Osmanlı aleyhtarı propaganda ve buna karşı Osmanlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetleri üzerine odaklanmıştır. Rumlar ve Ermenilerin gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlallerini propaganda ile örterek kendilerini masum, Türkleri suçlu gösterme stratejisi karşısında Türklerin teşkilatlanarak bu stratejiyi etkisiz kılmaya çalışmalarını analiz etmektedir. Araştırma, propagandanın uluslararası imaj oluşumunda sahip olduğu etkinin araştırılması History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ali Özkan analyzes the religious policies of Albanian leader Enver Hodja during the Cold War. Özkan argues that although Enver Hodja led Albania to independence, his leadership was overshadowed by his dictatorship with the removal of basic human rights and freedoms in Albania. Mustafa Salep analyzes Soviet foreign policy during World War II. It is highly interesting and pleasant reading to follow the paradox between the ideological rhetoric of the Soviet Union and its imperialist discourse in the foreign policy practices. Cemal Sezer’s work covers the activities of the in the Ottoman Empire during World War I. Sezer expresses that the health services Red Crescent Society provided to the soldiers and the civilians during war years were irreplaceable. The work of Tahir Sevinç based on the Ottoman archival documents examines the corruption of a high level Ottoman officer in the 18th century Damascus. This research is interesting to show not only how the corruption took place with the help of another officer in the capital but also how it was revealed and how the culprits were punished. It also gives a detailed account of a significant property confiscation from the punished in the Ottoman Empire. Bülent Şener analyzes the Ağrı Rebellion (1926-1930) and its impact on the Turkish-Iranian relations. Şener reached the conclusion that Turkey’s coercive diplomatic strategy applied during the crisis produced an affirmative result against Iran’s provocative policies alongside the Turkish-Iranian border. Faruk Taşkın examines the missionary institutions founded by the American Board through the sample of Central Turkey College in Ayıntap. One of the interesting results of this research is that this institution remained open during World War I. The central theme of the article exhibits the scope of the effects of missionary schools in the late Ottoman and the early stage of the Turkish republic. The collaborative research of Tufan Turan and Esin Tüylü Turan about the Balkan Conference and the Balkan Pact examines the conceptual evolution of the Balkan Pact. bakımından güzel bir örnektir. Mücahit Özçelik, araştırmasında İttifak Devletleri ile Romanya arasında 8 Mayıs 1918 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması’nı konu edinmektedir. Savaşın ilk ve son safhaları arasındaki çarpıcı tezatları ortaya koyan en iyi örneklerden birisi bu antlaşmadır. İttifak Devletleri, mağlup olmadan önce Osmanlı, Romanya, Bulgaristan üzerinde birçok planlar kurmuşlar, ancak, söz konusu tarafın mağlup olmasıyla bu planların bir geçerliliği kalmamıştır. Bu öğretici tezadı Özçelik’in araştırmasından takip etme fırsatı bulacağız. Cihan Özgün / Aysun Sarıbey Haykıran’ın müştereken gerçekleştirdikleri araştırma, Kuşadası örneğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde cereyan eden eşkıyalık olgusunu konu edinmektedir. Kuşadası’nın sahil kasabası olmasının, eşkıyalık olgusuna kara – ada bağlamında yaklaşılmasına imkân tanıması, araştırmayı ilginç kılan özelliklerden biridir. Ali Özkan, Arnavutluk’un en önemli liderlerinden Enver Hoca’nın dinî politikalarını analiz etmektedir. Özkan, Enver Hoca’nın Arnavutluk’un bağımsızlığını sağlayan kişi olmakla birlikte, onun liderliğinin diktatörlüğünün gölgesinde kaldığı sonucuna ulaşmıştır. Özkan, Enver Hoca’nın akıbetinin bu şekilde gerçekleşmesinin en önemli sebebinin, Arnavutluk halkının temel haklarını büyük ölçüde ortadan kaldırması olduğunu tespit etmiştir. Mustafa Salep, II. Dünya Savaşı döneminde Sovyet dış politikasının niteliklerini analiz etmiştir. Sovyetler Birliği’nin cennet vadeden ideolojik niteliği ile uygulamada emperyalist nitelikli reel dış politikası arasındaki paradoksu temel kaynaklardan izlemek oldukça ilginç ve zevkli bir okumaya konu olacaktır. Cemal Sezer’in çalışması, Birinci Dünya Savaşı sırasında Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin faaliyetlerini ele almaktadır. Hilal-i Ahmer’in cephe ve cephe gerisindeki sağlık hizmetlerinin bu dönem için yeri doldurulamaz olduğu araştırmacının vurguladığı en önemli sonuçtur. Tahir Sevinç’in çalışması, XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin taşra defterdarlığını yürüten bir kişinin sahip olduğu imkânları merak edenler için güzel bir veri kaynağıdır. Bu araştırma, merkezle sağlam History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Songül Ulutaş studies the impacts of modern capitalism on traditional agriculture of the Ottoman Empire during Ottoman industrialization. Ulutaş examines the case of Tarsus and concludes that the clash of capitalism and agriculture produced positive results for Tarsus. Her research sheds lights on the characteristics of agricultural development during the early Ottoman industrialization. Lastly, I hope that these valuable articles in the 11th issue of History Studies will be beneficial to all historians and the academic in the world at large. Thank you for giving me the opportunity to become the guest editor of this issue. Guest Editor Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK 30.11.2012 ilişkilere sahip taşra mali kurum yöneticilerinin yetkilerini nasıl aştıkları ve nasıl infaz edildikleri hakkında ilginç bir çalışmadır. Bülent Şener, 1926-1930 yıllarında patlak veren Ağrı İsyanı’nı Türk-İran ilişkileri merkezinde tahlil etmiştir. Şener, Türk-İran ilişkilerinin resmî çerçevesine aykırı olarak İran’ın sınır halkına karşı uyguladığı kışkırtıcı politikalar karşısında Türkiye’nin zorlayıcı diplomasi uygulaması ile ulaştığı başarılı sonucu analiz etmiştir. Faruk Taşkın, Gaziantep’te kurulmuş olan Merkezi Türkiye Koleji örneğinde misyonerlik kurumunu araştırmıştır. Amerikan Board’a ait bu kurumun Birinci Dünya Savaşı sırasında yerli bir kurum gibi hizmet yapmış olduğu araştırmanın ulaştığı ilginç sonuçlar arasındadır. Misyonerliğin son Osmanlı ve ilk Cumhuriyet yıllarında sahip olduğu etkiler, araştırmanın temel alanını teşkil etmektedir. Tufan Turan ve Esin Tüylü Turan’ın müşterek yürüttüğü araştırma, 1930 tarihinde kurulan Balkan Konferansı ve Balkan Paktı’nın fikri hazırlık safhası ve imzalanmasını mercek altına almaktadır. Songül Ulutaş, Osmanlı Devleti’nin sanayileşmeye başladığı XIX. yüzyılda geleneksel tarımın modern kapitalizmden nasıl etkilendiği ve ne gibi dönüşümlere uğradığını araştırmıştır. Ulutaş, Tarsus örneğinde incelediği verilerle, sanayileşmenin tarımsal gelişmede olumlu sonuçlar doğurduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu bulguların, erken sanayileşme safhasında tarımsal gelişmenin niteliklerine ışık tutacağını düşünüyoruz. Son olarak History Studies dergisinin XI. sayısını oluşturan birbirinden kıymetli makalelerin bilim âlemine yararlı olmasını ve ışık tutmasını temenni ediyor, bana böyle bir sayının misafir editörlüğü imkânını verenlere teşekkür ediyorum. Misafir Editör Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK 30.11.2012 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print) Volume 4 Issue 4, p. 385-413, November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930):Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması Rebellion of Ağrı (19261930) and TurkeyIran Crisis (1930): An Application of Coercive Diplomacy in the History of Turkish Foreign Policy Dr. Bülent ġENER Karadeniz Teknik Üniversitesi Öz Bu çalışmada, Ağrı İsyanı (1926−1930) ve bu isyanla bağlantılı olarak Türkiye ile İran arasındaki sınır problemi ve güvenlik krizi incelenmiştir. Krizin ve sınır probleminin özünü, İran‟ın kendi sınırını kullanan isyancılara karşı hareketsiz kalması, onlara dolaylı destek vermesi ve 1913 tarihli İstanbul Protokolü‟nün geçerli olup olmadığını sorgulaması oluşturmaktadır. Söz konusu kriz sırasında Türkiye‟nin İran‟a karşı izlemiş olduğu zorlayıcı diplomasi stratejisi değerlendirilerek, Türkiye‟nin izlemiş olduğu siyasanın hem isyanın sonlandırılması, hem de sınır probleminin çözümlenmesi noktasında başarılı olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Ağrı İsyanı, Kürt isyanları, Zorlayıcı diplomasi, Türkiye, İran, Küçük Ağrı Dağı Abstract This article covers the Rebellion of Ağrı (1926−1930), the border problem and the incurred security crisis between Turkey and Iran during the rebellion. The essence of the crisis and the border problem was that Iran not only failed to act against the rebels using its borders but also it indirectly supported the rebels, and questioned whether or not the Istanbul Protocol of 1913 was still valid. By analyzing Turkey‟s coercive diplomatic strategy against Iran during the crisis in question, this study argues that Turkey‟s policies proved successful both in terms of ending the rebellion and solving the border problem. Key Words: Ağrı Rebellion, Kurdish Uprisings, Coercive diplomacy, Turkey, Iran, Small Ağrı Mountain Giriş Türkiye Cumhuriyeti kuruluĢundan itibaren çeĢitli dönemlerde, esas itibariyle Osmanlı Ġmparatorluğu’nun son yüzyılında ortaya çıkan Kürt isyanlarının bir devamı olarak, bir dizi Kürt isyanıyla mücadele etmek zorunda kalmıĢtır. Gerek cumhuriyetin üzerine oturduğu siyasal ve anayasal felsefenin benimsenmesi noktasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaĢayan bazı Kürt aĢiretlerinin bunu reddetmesi, gerek Doğu Sorunu’nun bir uzantısı olarak History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 386 dönemin büyük güçlerinin Türkiye’deki bu kesimleri “ayrılıkçılık” noktasında desteklemesi, gerekse Türkiye’nin sınır komĢularının siyasi ve askeri nedenlerle isyancı Kürt aĢiretlerine destek vermesi, Türkiye’nin bu konuda bir dıĢ siyasa belirlemesini de gerekli kılmıĢtır. 1926–1930 döneminde üç aĢamada geliĢen Ağrı Ġsyanı, ülke içinde huzursuzluk ve güvensizliğe neden olduğu gibi, isyancı Kürt aĢiretlerinin Ġran’dan destek alıyor olması da Türkiye ile Ġran arasında dozu giderek artan gerilimlere ve nihayet bir krize neden olmuĢtur. Türkiye, 1930’lara gelinceye kadar Türkiye–Ġran sınırındaki Kürt aĢiretlerinin suç teĢkil eden faaliyetleri konusunda Ġran’dan beklediği desteği alamadığı gibi; isyancılara karĢı yürütülen askeri harekâtlar sırasında, isyancıların Ġran’ın fiili denetiminde olan1 Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına kaçmaları ve Ġran’ın bu konudaki eylemsizliği, harekâtlardan beklenen neticenin alınmasına da engel olmuĢtur. Öte yandan, o yıllarda Türkiye ile Ġran arasında sınırdaki Kürt aĢiretlerinin yarattığı asayiĢ sorunlarının yanında, bir de Osmanlı Ġmparatorluğu’nda kalma bir sınır problemi de mevcuttu. Bu sınır problemi 1913 tarihli İstanbul Protokolü’yle Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran sınırları içerisinde kalan bölümünde düğümlenmekteydi. Zira, Küçük Ağrı Dağı, isyancıların Türkiye’de eylem yaptıktan sonra, rahatlıkla sınırı geçerek kendilerini güvene aldıkları bir bölgeydi. Gerek dağın bu özelliği, gerek Ġran’ın sınır güvenliği konusunda gevĢek davranması, gerekse 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nün Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde meclisin onay iĢlemine girmemiĢ olması, Türkiye’yi hem isyancılar konusunda hem de yeni sınırın tespiti noktasında ortak düĢünmeye itmiĢtir. Bu çerçevede 1929 yılı sonunda Türkiye’nin alıcıları hem Ağrı Ġsyanı’nı kesin bir Ģekilde sonlandırmak, hem de Türkiye–Ġran sınırını kesin bir Ģekilde tespit etmek noktasında Ġran’ı müzakere masasına çekmeyi hedefleyen bir zorlayıcı diplomasi2 stratejisi oluĢturarak uygulamaya koymuĢlardır. Bu çalıĢmada, Ağrı Ġsyanı’nı bağlamında TürkiyeĠran arasında vukuu bulan kriz sırasındaki olaylar ve Türkiye’nin uyguladığı zorlayıcı diplomasi stratejisi ele alınıp değerlendirilecektir. 1 1913 tarihli Ġstanbul Protokolü Osmanlı Meclisii Mebusanı’nda onaylanmadığı için, Küçük Ağrı Dağı’nın ilgili kısmının bu protokole dayanılarak Ġran’ın hukuki denetiminde olduğu söylenemez. 2 Devletler arası iliĢkilerde stratejik zorlama yöntemlerinden biri olan “zorlayıcı diplomasi” en yalın ifadeyle, bir dıĢ politika aracı olarak askeri güç kullanımının potansiyel olarak varlığına iĢaret etmektedir. Zorlayıcı diplomasinin genel fikri, istemi yerine getirmediği taktirde hedef devletin/devletlerin cezalandırılacağı tehdidine dayanır. Bu niteliği ile zorlayıcı diplomasi, rakibi kendinden istenileni yerine getirmeye ikna edecek ölçüde inandırıcı ve etkili bir destek iĢlevi görür. Zorlayıcı diplomasi bir savaĢ ilanı olmamakla birlikte, tehdit ve/veya sınırlı güç kullanımıyla karĢı tarafı baĢladığı/devam ettirdiği eylemden vazgeçirmeyi, geri adım attırmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi stratejisi, karĢı tarafı durduracak topyekûn bir güç kullanmak yerine; güç kullanmadan ya da kullanılan gücün derecesini arttırmadan karĢı tarafa baĢladığı/devam ettirdiği eylemden geri çekilmesi için imkân tanıyan bir stratejidir. Bu konuda daha geniĢ bilgi için bkz. Alexander L. George, “Coercive Diplomacy”, The Use of Force: Military Power and International Politics, 6th ed., Ed. by. Robert J. Art, Kenneth N. Waltz, Rowman&Littlefield Publishers, Inc., Lanham, 2004, pp. 70-76; Zeynep Dağı, “Diplomasi: ÇatıĢmanın ve ĠĢbirliğinin Dili”, Uluslararası Politikayı Anlamak: UlusDevlet’ten Küreselleşmeye, Der. Zeynep Dağı, Alfa Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 287-353. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 387 Ağrı İsyanı’nın Ortaya Çıkışı ve Gelişmeler (19261929) Türkiye, 19201938 yılları arasında bir dizi Kürt isyanıyla uğraĢmak zorunda kalmıĢtır. Osmanlı Ġmparatorluğu’nun yıkılıĢ dönemiyle birlikte kendisini göstermeye baĢlayan Kürtçülük hareketleri, dıĢ güçlerin de tahrikleriyle hem Milli Mücadele döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerini arttırarak, Türkiye’nin doğu illerinde çeĢitli isyanların ortaya çıkmasında etkili olmuĢlardır. 3 Ağrı Ġsyanı’nı ortaya çıkaran geliĢmelerin baĢlangıcı, ġeyh Said Ġsyanı’nın (ġubatMayıs 1925) bastırılmasından sonra, isyana katılan asilerin ileri gelenlerinin bir kısmının kaçarak Ağrı Dağı’na 4 sığınmaları ve burada yeniden örgütlenerek eĢkıyalık faaliyetlerine giriĢmelerine dayanmaktadır. Bu örgütlenme sonucunda Mayıs 1926’da Ağrı’da patlak veren isyan, bölgedeki huzur ve güvenliği bozduğu gibi, Cumhuriyet döneminin de en uzun süre devam eden isyanlarından birisi olmuĢtur. Söz konusu isyan, I. Ağrı Ġsyanı (16 Mayıs17 Haziran 1926), II. Ağrı Ġsyanı (1320 Eylül 1927) ve III. Ağrı Ġsyanı (714 Eylül 1930) olmak üzere üç döneme ayrılmaktadır. I. Ağrı Ġsyanı, 16 Mayıs 1926’da Yusuf TaĢo ve yardımcılarından oluĢan asi grubunun, Beyazıt’ın Muson bucağına bağlı Kalecik köyünden bir miktar hayvan çalarak Ağrı Dağı’na götürmeleri üzerine baĢlamıĢtır. Olay üzerine Beyazıt’a gelen 28. Alay düzenlediği hareket sonrası Ağrı Dağı’nın tepelerine hâkim olmasına rağmen, Demirkapı bölgesinde bulunan bir isyancı grubun yardıma gelmesi üzerine güç bir durumda kalmıĢtır. Genelkurmay BaĢkanlığı belgelerine göre, çatıĢmalar sırasında, Ġran’ın Sakanlı ve KızılbaĢ aĢiretlerinden oluĢan kuvvetli bir isyancı grubun Serdarbulak ve Gevgeve istikametinden gelerek yandan ve geriden açtığı ateĢ sonucu, 28. Alay geri çekilmek zorunda kalarak gece yarısına doğru periĢan bir 3 Milli Mücadele döneminde ortaya çıkan en önemli Kürt isyanları Koçgiri (1920), Cemil Çeto (20 Mayıs 19207 Haziran 1920), Milli AĢiret (1 Haziran8 Eylül 1920) isyanlarıdır. Söz konusu isyanlar bastırılmakla birlikte, Milli Mücadele’nin seyrine olumsuz etkilerde bulunmuĢlardır. Cumhuriyet’in ilanından sonra ortaya çıkan en önemli Kürt isyanları ise ġeyh Said (13 ġubat31 Mayıs 1925), Ağrı (19261930) ve Dersim (19371938) isyanlarıdır. Özellikle ġeyh Sait Ġsyanı’nın, Musul Sorunu’nun görüĢüldüğü bir sırada ortaya çıkmasından dolayı; Türkiye askeri zorunluluklar gereği Musul Sorunu’nda geri adım atmak zorunda kalmıĢ ve Misakı Milli dâhilinde olan Musul 1926 yılında Ġngiltere’nin kontrolündeki Irak’a bırakılmıĢtır. Kürt isyanlarıyla ilgili daha geniĢ bilgi için bkz. T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, II, III, Kaynak Yayınları, Ġstanbul, 1992; Faik Bulut, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yayıcılık, Ġstanbul, 1991; Ergün Aybars, Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul, 1988. 4 Günlük kullanımda “Ağrı Dağı” olarak adlandırılan bu dağ coğrafya literatüründe Büyük Ağrı Dağı (5137 m) olarak geçmektedir. Çünkü, Büyük Ağrı Dağı’ndan Serdarbulak Geçidi’yle ayrılan bir ikinci dağ daha vardır ki o da Küçük Ağrı Dağı’dır (3898 m). Eski ve sönmüĢ bir volkan olan Büyük Ağrı Dağı, Türkiye’nin en yüksek rakımlı dağı olup, Türkiye−Ġran ve Türkiye−Ermenistan sınırlarının hemen yakınında, Aras Vadisi’nin güneyindedir. Küçük Ağrı Dağı ise püskürük bir dağdır. (Bkz. Resim 1 ve Fotoğraf 1) Cumhuriyet döneminde Büyük Ağrı Dağı’nın tamamı Türkiye’ye aitken; Küçük Ağrı Dağı’nın bir tarafı Türkiye’ye, diğer tarafı da 1932’ye kadar Ġran’a ait idi. Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı’nın Türkiye sınırı içerisindeki parçası genellikle bölgenin en engebeli kısmı olup büyük ölçüde kayalık ve susuz olduğu için askeri harekât yapmaya elveriĢli değildir. Küçük Ağrı’nın Ġran tarafındaki kısmı ise nispeten daha az engebelidir. Bu nedenle, Ağrı Ġsyanı sırasında asilerin (eĢya ve hayvanlarıyla birlikte) Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına geçerek Küçük Ağrı−ġıhlısuyu Gölü civarındaki Ġran köylerinde barınmaları her zaman imkân dâhilinde olmuĢtur. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 388 halde Beyazıt’a geri dönmüĢtür. Harekâtın baĢarısız olmasında sevk ve idare hatalarının payı bulunmakla beraber, Ġran’ın tutumu da etkili olmuĢtur. Zira, Genelkurmay BaĢkanlığı’na göre, harekâttan önce Beyazıt Hudut Subayı aracılığıyla Ġran Hudut Subayı’na, yakında Ağrı Dağı’nda bir harekât yapılacağı ve Ġran’ın bundan kuĢkulanmaması bildirilmiĢtir. 6 Dolayısıyla, Ġran’ın isyancılara önceden haber ulaĢtırarak Türkiye’nin yapacağı harekâtın “baskın” niteliğinin zayıflamasına yol açtığı söylenebilir. Nitekim, Ġran’ın Sakanlı ve KızılbaĢ aĢiretlerinden oluĢan isyancı grubunun da çatıĢmalara katılmıĢ olması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. 5 Bu baĢarısız harekât sonrası, Genelkurmay ikinci bir harekât planı hazırlamıĢtır. 16 Haziran 1926’da asi grupların saldırısı üzerine baĢlayan ikinci harekâtta, Türk kuvvetleri hızlı bir Ģekilde ilerleyerek Ağrı Dağı’nın isyancılara hâkim olan mevkilerini iĢgal etmiĢlerdir. Özellikle, Serdarbulak civarında bulunan Kerki ve KızılbaĢ aĢiretlerine mensup isyancılar yardıma gelmeden Büyük Ağrı’nın güneydoğusundaki tepelere hâkim olunarak, dağın Ġran’a karĢı olan yanı örtülmek suretiyle Ġran’daki Kürt aĢiretlerinin çatıĢmaya dahil olmasının önü kesilmiĢtir. 17 Haziran’da harekât geniĢletilerek, Ağrı Dağı’ndaki isyancılar etkisiz hale getirilirken, Bro Heski Telli’nin önderliğindeki bir kısım isyancı da Yukarı Demirkapı bölgesinden Ġran’a doğru kaçmak zorunda kalmıĢtır. Harekât sonrası, Ġran’a kaçan isyancıların ve Ġran’da bulunan aĢiretlerin, bölgeye tekrar gelmemeleri ve bu bölgede bulanan aĢiretlere isyan çıkarma konusunda yardım etmemeleri için, Ġran Hükümeti’nce gereken tedbirlerin alınmasının da gerekli olduğuna Genelkurmay BaĢkanlığı tarafından dikkat çekilmiĢtir. 7 Resim 1: Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı Dağı’nın Kabartma Resmi8 Büyük Ağrı Dağı Küçük Ağrı Dağı Serdarbulak Geçidi 5 Ahora Buzulu Küp Gölü T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 231. T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 231. 7 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 233-236. 8 Bu kabartma resmi (Çevrimiçi) http://www.igdir.gov.tr/default_B0.aspx?content=134, 5 Ağustos 2010 tarihli web adresinden alınmıĢtır. 6 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 389 Aslında, TürkiyeĠran sınır güvenliğiyle ilgili olarak, I. Ağrı Ġsyanı’ndan bir ay kadar önce, 22 Nisan 1926’da Tahran’da Türkiye ile Ġran arasında “bitaraflık, saldırmazlık ve bir saldırı durumunda siyasal dayanıĢmada bulunmaya dair yükümlülükler içeren Türkiyeİran Emniyet ve Muhadenet Muahedesi (TürkiyeĠran Dostluk ve Güvenlik AntlaĢması) adıyla anılan bir antlaĢma imzalanmıĢtır. Söz konusu antlaĢmanın iki ülke sınırındaki Kürt aĢiretlerinin yasadıĢı faaliyetlerine karĢı iki ülkeye de sorumluluk yükleyen 5. ve 6. maddeleri Ģöyle tanzim edilmiĢti: “(...) Madde 5 Tarafeyni âkideyn kendi memleketleri dâhilinde tarafı diğer memalikınin emniyet ve asayişini ihlâl veya hükümetini taklip gayesini takip eden teşkilât ve tecemmüatın teşekkül veya ikametini ve keza diğer memlekete karşı propaganda veya diğer başka bir vasıta ile mücadele maksadında bulunan eşhas veya tecemmüatın ikametini kabul etmemeği taahhüt ederler. Madde 6 Tarafeyni âkideyn hudut mıntıkaları ahalisinin huzur ve emniyetlerini temin edebilmek maksadiyle hududa civar arazide bulunan aşiretlerin ihdas edegelmekte oldukları iki memleketin asayişini muhil ef‟ali mücrimaneye ve tertibata nihayet vermek için bilcümle tedabiri lâzimeyi ittihaz edeceklerdir. Bu tedabir tarafeyn hükümetlerince ayrı ayrı veya lüzumuna kail oldukları takdirde müştereken ittihaz olunacaktır.”9 9 T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), C. II, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, s. 398. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 390 Fotoğraf 1: Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı Dağı’nın Uydu Fotoğrafı 10 ERMENĠSTAN Büyük Ağrı Dağı Küçük Ağrı Dağı TÜRKĠYE Aybey Dağları Iğdır Ovası ĠRAN Dil Ovası Görüldüğü üzere birbirlerini destekler nitelikteki bu maddeler bir bakıma antlaĢmanın ayırıcı niteliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle antlaĢmanın 6. maddesi açıkça aĢiretleri hedef göstererek, bu antlaĢmanın ayırıcı özelliğini yansıtmıĢtır. Bu tarihten sonra yine aynı amaca ulaĢmak için yapılan (Sadabad Paktı da dahil) çok sayıdaki antlaĢmada, yukarıdaki 5. maddedeki hükme benzer ifadeler yer alacak, ancak 6. maddenin niteliğinde bir hükme rastlanılmayacaktır.11 Temel amaç aĢiretlerin yarattığı sınır sorununu çözmek olsa da, bu antlaĢma Türkiye Cumhuriyeti ile Ġran arasında imzalanan ilk belge olması nedeniyle de önemlidir.12 Bundan sonra imzalanan diğer belgeler de bu antlaĢmayı temel alacaklardır.13 BeĢ 10 Bu uydu fotoğrafı “Google Earth” adlı bilgisayar yazılımıyla elde edilmiĢtir. (Not: Sınırlar tarafımdan kabaca çizilmiĢtir.) 11 Atay Akdevelioğlu, Ömer Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I (19191980), 12. bs., Ed. Baskın Oran, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 361. 12 Gökhan Çetinsaya’ya göre, antlaĢma talebi ilk önce Ġran’dan gelmiĢtir. Çetinsaya’ya göre bunun temel nedenlerinden biri, Ġran’ın kendisine karĢı yapıldığını düĢündüğü 17 Aralık 1925 tarihli Türk−Sovyet AntlaĢması’nın doğurduğu TürkRus iĢbirliğinin önünü kesmektir. Ġkinci neden ise, Ġran’ın, Türkiye’nin Azerbaycan üzerinde emelleri olduğuna dair bir algılamayla hareket ederek, Türkiye ile yapılacak bir antlaĢmayla bu tehlikeyi bertaraf etme isteğidir. Bkz. Gökhan Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, Avrasya Dosyası, C. 5, Sayı: 3 (Sonbahar 1999), s. 150-151. Diğer taraftan DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü Aras, antlaĢma onaylanmadan önce TBMM’de yaptığı konuĢmada, antlaĢmanın iki ülke için de önemini Ģu sözlerle dile getirmiĢtir: “...Genel durum mütalaa edilince, samimi ve karşılıklı anlayışın gerek siyasi ve iktisadi noktai nazardan ve gerek coğrafi vaziyet itibariyle iki devlet arasındaki menfaat ve kader birliği oluşuna dayandığını görmemeye imkan yoktur. Zaten iki taraf History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 391 yıl süreyle geçerli olacak bu antlaĢma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 22 Mayıs 1926’da onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. 14 Ne var ki, bu antlaĢmayla iki ülke arasında oluĢturulan dostluk ve güven ortamı uzun ömürlü olmamıĢtır.15 Zira, öteden beri Türkiye’nin önemle üzerinde durduğu TürkiyeĠran sınırındaki aĢiretlerin suç teĢkil eden faaliyetleri konusunda Ġran’dan beklenen destek alınamamıĢtır. Öyle ki, sınır bölgesindeki Kürt aĢiretlerinin huzur ve güvenliği bozucu faaliyetlerinin devam etmesi, Ġran’la olan diplomatik iliĢkilerin kesilme tehlikesini bile doğuracaktır zaman içinde. 16 1927 yılına gelindiğinde, Türkiye ile Ġran arasında Kürt aĢiretlerinin faaliyetlerinden kaynaklanan mevcut sınır sorunları yeniden su yüzüne çıkmaya baĢlamıĢtır. Türkiye bölgedeki isyanları sonlandırabilmek için bir yandan yasal düzenlemelere17 giderken; diğer yandan, bölgedeki isyancılara karĢı askeri önlemlerini arttırma yoluna gitmiĢtir. Bu çerçevede, Haziran 1927’de özellikle Ağrı bölgesindeki asilere karĢı bir tedip harekâtı düzenlenmesine rağmen, isyancıların büyük çoğunluğu yine Ġran’a kaçmıĢtır. Bunun üzerine, Ağrı bölgesindeki mevcut isyancılara yönelik olarak yeni bir askeri harekât düzenlenmesi ihtiyacı 3. Ordu MüfettiĢliği’nce Genelkurmay BaĢkanlığı’na bildirilmiĢ; ayrıca, isyancıların Ġran’a kaçabilme milletlerince çoktan beri bilinen ve duyulan bu gerçeğin hükümetlere intikali ve açıktan açığa izharı her iki diyarda teyemmünen vukua gelen mesut değişiklikler sayesinde olmuştur. Ve işte bugün huzuru tetkik ve tasvibinize Türk−İran Emniyet ve Muhadenet Ahitnamesi‟ni arz etmekte mesudum...” Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 25, Devre II, Ġçtima Senesi: III, YüzbeĢinci Ġçtima, 22.05.1926, s. 399-400. 13 Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 361. 14 Bkz. Düstur, Tertip 3, C. 7, s. 926. 15 AntlaĢmanın imzalanmasından üç gün sonra, 25 Nisan 1926’da Rıza Pehlevi Han büyük bir törenle Ġran tahtına çıkarak Ġran tacını giymiĢ, “ġah” ünvanını alarak Ġran’da “Pehlevi Hanedanlığı” dönemini baĢlatmıĢtır. Mustafa Kemal Atatürk de, ġah Rıza’nın cülusu dolayısıyla bir memnuniyet ve tebrik telgrafı çekmiĢ, ayrıca bu vesileyle ġah’a hediye olarak bir kılıç gönderme kararı almıĢtır. Söz konusu kılıç, iki Junker savaĢ uçağı vasıtasıyla Ġran’a gönderilmiĢ ve bu kılıç Tahran Büyükelçisi Memduh ġevket [Esendal] Bey tarafından bir törenle ġah’a takdim edilmiĢtir. ġah’ın, Atatürk’ün ve Türkiye’nin bu dostane ilgisi ve davranıĢı karĢısında törende söylediği sözler ilgi çekicidir: “...Bu yalnız dost yadigârı değil, bir kardeş yadigârıdır; nezdimde mevkii büyüktür. Gazi Hazretlerinin bu hediyeyi bana bu dört genç zabit ile gönderdiğine ne derece memnun olduğumu ifade edemem; bunları gördükçe insanın sinesi iftihar ve ümitle doluyor. Ümit ediyorum ki yakın vakitte askerlerimiz düşmana karşı omuz omuza harp edeceklerdir...” Memduh ġevket Bey, Ġran ġah’ın huzuruna kabulünü ve kılıcı takdim ediĢiyle ilgili olarak DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda, ġah’ın “kardeĢ” sözünü yalnız Türkler ve Afganlılar için kullandığına dikkat çekmektedir. Bkz. Bilal N. ġimĢir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2001, s. 441-446. 16 Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, “19191938 Yılları Arasında Türk DıĢ Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası (19191995), 9. bs., Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s. 90. 17 ġeyh Said Ġsyanı dolayısıyla TBMM tarafından 4 Mart 1925’de kabul edilen “Takriri Sükûn Kanunu” (Ġdarei Örfiye Kanunu), Ağrı Ġsyanı’nın sonlandırılamamasından dolayı Kasım 1926’da tekrar uzatılmıĢ ve Mart 1929’a kadar yürürlükte kalmıĢtır. Ayrıca isyancıların bölgede direnç göstermelerini engellemek için, bazı isyancı ailelerin ve isyana destek verdikleri/verecekleri düĢünülen kimselerin Türkiye’nin batı illerine naklini öngören “Bazı EĢhasın ġark Menatıkından Garb Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun”u (Nakil Kanunu) 19 Haziran 1927’de TBMM’de kabul edilmiĢtir. Bu tedbirlerin dıĢında isyanların sonlandırılabilmesi için af kanunları da çıkarılmıĢ, bunların süreleri ve kapsamları zaman zaman geniĢletilmiĢtir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 27, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, Sekizinci Ġçtima, 22.11.1926, s. 77; TBMM Zabıt Ceridesi, C. 33, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, YetmiĢ Yedinci Ġnikat, 19.06.1927, s. 274. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 392 ihtimallerinden dolayı, bu konuda Ġran Hükümeti nezdindeki siyasi giriĢimlerin sürdürülmesi gerektiğine vurgu yapılmıĢtır.18 Öte yandan, ġeyh Said Ġsyanı’ndan sonra Türkiye’den, Ġran, Irak ve Suriye’ye kaçan isyancılar ve Kürtçülük hareketinin önemli liderleri Türkiye’ye karĢı ortak bir cephe oluĢturmak için Ekim 1927’de Hoybun Cemiyeti’ni kurmuĢlardır ki, kuruluĢuyla birlikte bu cemiyet Ağrı Ġsyanı’nı yönlendiren bir güç olacaktır. Ermeni TaĢnak Cemiyeti aracılığıyla Ġngilizler tarafından desteklenen19 Hoybun Cemiyeti, Halep ve Beyrut’da merkezler açarak Türkiye aleyhine faaliyette bulunmaya baĢlamıĢ20 ve eski bir Osmanlı subayı olan Yüzbaşı İhsan Nuri’yi de (kendisine “Nuri PaĢa” diye hitap edilmektedir) Ağrı Ġsyanı’nın askeri komutanı olarak görevlendirmiĢtir.21 Bütün bu çerçeve dâhilinde, Ağrı bölgesinde sayıları 800’ü bulan isyancılara karĢı 13 Eylül20 Eylül 1927 tarihleri arasında 9. Kolordu’ya bağlı birliklerce tedip harekâtı baĢlatılmıĢtır. Harekât sonucu isyancıların önemli bir bölümü etkisiz hale getirilmesine rağmen, arazinin ağır Ģartları ve susuzluk gibi problemler yüzünden 20 Eylül’de harekât sonlandırılmak zorunda kalınmıĢtır. 22 Dolayısıyla, harekâtta kısmi bir baĢarı elde edilebilmiĢ, bir kısım isyancı ise yine Ġran’a kaçarak eĢkıyalık faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiĢtir. Bunun anlamı, isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale getirebilmek için sınır istihbaratına ve Ġran’ın desteğine mutlak surette gereksinim olduğuydu. Aslında, Türkiye öteden beri, bölgede askeri operasyonlar yaparken Ġran’ı isyancılara karĢı daha etkili önlemler almak konusunda uyarmaktaydı. Bu bağlamda, Ağrı Ġsyanı’nın kontrol altına alınması bakımından 1926 Antlaşması büyük önem taĢımasına rağmen, antlaĢma hükümlerinin uygulanması konusunda Ġran’ın gevĢek sayılabilecek tutumu, iliĢkilerdeki gerginliği yeniden arttırmaktaydı. Türkiye’nin somut talepleri, sınırın isyancılara kapatılması, askeri harekâtlar 18 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 291. M. Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara, 1994, s. 405. Ağrı Ġsyanı’nda baĢta Ġngiltere olmak üzere Fransa, Ġtalya ve Yunanistan’ın rolleri konusunda bir değerlendirme için ayrıca bkz. Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Ağrı Ġsyanlarında Yabancı Parmağı (19261930)”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22 (Aralık 2008), s. 122. 20 Mehmet Saray, Türkİran İlişkileri, Atatürk AraĢtırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 115. 21 Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, 2. bs., Med Yayıncılık, Ġstanbul, 1992, s. 27. Kürt kökenli ve Bitlis doğumlu bir asker olan YüzbaĢı Ġhsan Nuri (18931976), Ġstanbul’da Harp Okulu’ndan mezun olarak 1910 yılında Osmanlı ordusunda subay olarak Arnavutluk, Yemen ve Erzurum’da görev yapmıĢtır. KurtuluĢ SavaĢı sırasında da Doğu cephesinde Ermenilere karĢı verilen mücadelede görev alan Ġhsan Nuri, 1924 yılında Hakkâri’de ortaya çıkan “Nasturi Ġsyanı”nı bastırmakla görevli alayda da bölük komutanı olarak görev yapmıĢtır. Musul Sorunu sırasında Diyarbakır’da görevli olan Ġhsan Nuri, bu görevi sırasında bağımsız bir Kürt devleti kurmak için Kürt kökenli subaylar ve Kürt liderleriyle bir teĢkilatlanma içerisine girmiĢtir. Örgütlenme faaliyetleri sezilen Ġhsan Nuri, kısa bir süre sonra, BeytülĢebab’ta (Hakkâri) bir ayaklanmaya önderlik ederek ordudan ayrılmıĢ, ayaklanmanın bastırılmasından ardından önce Suriye’ye ve oradan da Irak’a geçmiĢtir. ġeyh Said Ġsyanı’na destek vermek için tekrar Türkiye’ye dönen Ġhsan Nuri, isyanın bastırılmasından sonra önce Irak’a sonra Ġran’a geçmiĢtir. Hoybun Cemiyeti’nin kuruluĢuyla birlikte, Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde bir halk ayaklanması baĢlatmak ve bu amaçla bir gerilla örgütlenmesi kurmak amacıyla Cemiyet tarafından görevlendirilmiĢtir. Cemiyet tarafından kendisine “PaĢa” ünvanı verilen Ġhsan Nuri, III. Ağrı Ġsyanı’na “BaĢkomutan” sıfatıyla önderlik etmiĢtir. Ġsyanın bastırılmasının ardından Ġran’a geçen Ġhsan Nuri, uzun yıllar Tahran’da yaĢamıĢ ve bu arada Ağrı Ġsyanı’nı kendi bakıĢ açısıyla anlatan “Ağrı Dağı Ġsyanı” adlı kitabı yazmıĢtır. Ġhsan Nuri, geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüĢtür. 22 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, s. 292-306. 19 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 393 sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmalarının önlenmesi ve ortak sınırın yapılacak bir antlaĢma yoluyla tespiti noktalarında toplanıyordu. II. Ağrı Ġsyanı’ndan sonra, Türkiye’nin bölgedeki geliĢmelerden duyduğu rahatsızlık karĢısında, Ġran Devlet BaĢkanı ġah Rıza Pehlevi Han, Ġsviçre’de bulunan temsilcisi Ali Furugi Han’a derhal Ankara’ya giderek sınır olaylarının tekrarlanmaması için meseleyi görüĢmesi talimatı vermiĢtir.23 Bu geliĢmenin ardından ikili iliĢkilerin düzelme yoluna girmesi beklenirken, 1927 Ekim’inde Beyazıt Olayı meydana gelmiĢtir. Söz konusu olayda, Ġran’da bulunan bazı Kürt aĢiretlerine bağlı isyancılar Doğu Beyazıt’a gelerek bir Türk birliğine saldırmıĢ, subay ve erlerden oluĢan bir grup Türk askerini de tutsak alarak Ġran’a götürmüĢtür. Bunun üzerine Türkiye, Ġran’a bir nota vererek, on gün içerisinde esir edilen Türk subay ve erlerinin Türkiye’ye iade edilmesini ve Ġran’a geçmek isteyen Kürtlere Ġran tarafından sığınma hakkının verilmemesini istemiĢtir. Türkiye’nin ilk talebini yerine getiren Ġran’ın, ikinci talebi yerine getirmesi TürkiyeĠran sınırının oldukça dağlık yapıda olması nedeniyle oldukça zor gözükmekteydi. Türkiye’nin bu ikinci talebi karĢısında Ġran’ın adım atmaması üzerine Türkiye Ġran’daki büyükelçisini geri çekmiĢtir. Bunun üzerine Ġran Hükümeti, Ali Furugi Han’ı özel olarak Ankara’ya göndermiĢ, ancak Ġran temsilcisi Ankara’da oldukça soğuk karĢılanmıĢtır. Türkiye bu tutumuyla, Ġran’ın hata yaptığını ve bu politikasını değiĢtirmesi gerektiğini göstermeye çalıĢmaktaydı. 24 Ali Furugi Han’ın Ankara’ya gelmesiyle birlikte gerçekleĢtirilen görüĢmeler ve çalıĢmalar sonucunda 15 Haziran 1928 tarihinde Tahran’da 1926 Antlaşması’na ek bir protokol imzalanmıĢtır. Protokol esas itibariyle bir saldırı durumunda tarafların dayanıĢmalarını daha etkin duruma getirmeyi ve aralarındaki ekonomik iĢbirliğini geliĢtirmeyi hedefliyordu. 25 Ayrıca, Türkiye, Ġran’a 1926’da kabul ettirmeye çalıĢtığı aktif tarafsızlık hükmünü de bu protokolle kabul ettirmiĢ oluyordu. 26 Ancak, iki ülke arasındaki acil sorunu Kürt aĢiretleri ve buna bağlı olarak sınır sorunu oluĢturmasına rağmen, protokolde bu hususlarla ilgili bir maddenin yer almamıĢ olması 1926’dan bu yana sürdürülen görüĢmelerin bu konularda bir sonuca bağlanamadığını göstermektedir. Fakat yine de bu protokol, iki ülke arasındaki sorunların çözümü çabalarında iyi niyetin devam ettiğinin de bir göstergesidir. 27 Zira, görüĢmeler baĢladıktan bir süre sonra, iki hükümetin karĢılıklı taleplerinin birbirleriyle uyuĢmaması görüĢmeleri tıkanma noktasına getirmiĢtir. Türk Hükümeti’nin taleplerinden biri isyancı Kürt gruplarının Ġran’a kaçmalarına engel olunması iken, diğeri ise TürkiyeĠran sınır çizgisinin hukuki bir temele oturtulmasıydı. Çünkü, Osmanlı Ġmparatorluğu ile Ġran (Kaçar Hanedanı dönemi) arasında imzalanan ve ortak sınırı düzenleyen en son belge olma niteliğini 23 Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 156-157. Ahmet Özgiray, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında Türk−Ġran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Ed. Berna Türkdoğan, Atatürk AraĢtırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 298299. 25 “22 Nisan 1926 Tarihli Türkiye−Ġran Muhadenet ve Emniyet Muahedesine Merbut Protokol” adıyla imzalanan bu protokol, iki maddeden oluĢmaktaydı. Protokol, 29 Kasım 1928’de TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. Protokolün tam metni için bkz. T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), s. 454-455; TBMM Zabıt Ceridesi, C. 5, Devre: III, Ġçtima Senesi: I, 9. Ġnikat, 29.11.1928, s. 74, 84-86. 26 Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 160; Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 362. 27 Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 362. 24 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 394 taĢıyan 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nde kurulması öngörülen “sınır tespit komisyonu”nun gerekli çalıĢmaları yapamamıĢ olması ve buna bağlı olarak protokolün onay aĢamasını tamamlamamıĢ olması protokolün hukuki geçerliliğini tartıĢmalı hale getirmekteydi. 28 Türkiye, bu protokolün yerine yeni bir antlaĢmayla ortak sınırın yeniden düzenlenerek mevcut sınır çizgisinde kendi lehine ufak bir takım değiĢikliklerin yapılmasını isterken; Ġran, 1913 tarihli İstanbul Protokolü’ne dayanarak, Türkiye’nin bugüne kadar mevcut sınırı belirli noktalardan açıkça ihlal ettiğini savunmuĢ ve Türkiye’nin sınır değiĢikliği konusundaki isteklerinin de, Azerbaycan’la ilgili tarihi emellerinin tekrar canlanmasının bir iĢareti olarak yorumlamıĢtır. 29 AnkaraTahran arasındaki iliĢkiler bu yönde seyrederken, isyancılar açısından geliĢmeler de bambaĢka bir boyutta seyretmekteydi. Zira, 1928 yılı içerisinde30, isyancıların Ağrı Dağı’nda Ağrı Kürt Cumhuriyeti adı altında minyatür bir devlet kurdukları dahi söylenir olmuĢtur. Bitlis ve Van’ı da içine alacak Ģekilde sınırları tayin edilen bu sözde cumhuriyet için üstünde Ağrı Dağı’nın motifi bulunan sarı, kırmızı, yeĢil bantlardan oluĢan bir bayrak bile 28 Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, s. 360. Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 158-159. Ġran’ın, Azerbaycan konusundaki bu endiĢeleriyle ilgili olarak, ġah Rıza Han, Türkiye’nin Tahran ataĢemiliteri BinbaĢı Hüsamettin’e (Tugaç) Ģunları söylemiĢtir: “...Öyle zannediyorum ki, Türkiye‟nin İran Azerbaycanı‟nda gözü vardır. ...Azerbaycan halkı Türktür. Türkiye bunu ihmal edemez. Vakıa, şimdiki Türkiye böyle bir politika gütmüyor. Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir zattır. Fakat kendisinden sonra Türkiye yine İttihatı Terakki hükümetinin siyasetini benimseyebilir. Görüyorum ki demiryolu inşaatınız iki koldan Azerbaycan‟a doğru yönelmiştir. Gerektir ki Türkiye ergeç Azerbaycan‟ı alsın.” Bkz. Ġsmail Arar, “Atatürk’ün Günümüz Olaylarına da IĢık Tutan Bazı KonuĢmaları”, Belleten, C. 45/1, Sayı: 177 (Ocak 1981), s. 16. Ġlginçtir, Ġran’ın temsilcisi Furugi de, Aralık 1927’de Tahran’a gönderdiği bir raporda aynı endiĢeleri dile getirmektedir: “...Türklerin hiçbir zaman İran topraklarına veya hiç olmazsa Azerbaycan‟a karşı ilgi duymayacaklarını garanti edemem; yalnız, şimdilik Türkler, kendi iç ve dış sorunlarıyla birlikte, zayıf olan ekonomik durumlarıyla uğraşmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa, eski Türklerin Panİslamist ve PanTürkizm gibi ihtiraslı emellerinden uzak, akıllıca bir siyaset izlemektedir. O, bütün gücüyle millet ve devleti sağlam temellere dayandırmak istiyor. Bu durum gelecekte bizim için tehlikeli olabilir. Yani, demek istiyorum ki, Mustafa Kemal Paşa uzun bir hükümranlık devrinde Türkiye‟yi iç ve dış çıkmazlardan kurtarırsa, kendisi veya halefleri genişleme hevesine kapılabilirler.” Bkz. Meliha Anbarcıoğlu, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Ġran’da Reformlar”, Doğu Dilleri Dergisi, C. 3, Sayı: 4 (1983), s. 16. 30 Ġhsan Nuri, kitabında, daha önce çıkarılan ve süresi uzatılan af kanunundan yararlanması ve isyanı sonlandırması için 1928 yılı içerisinde bazı Türk yetkililerin kendisiyle görüĢtüğünden bahsetmektedir. Bu amaçla görüĢmeye giden heyette biri Ġstanbul, diğeri Beyazıt milletvekili olan iki TBMM üyesi, Karaköse Tümen Komutanı, birkaç subay ve Beyazıt Jandarma Kumandanı Arif Hikmet Bey bulunmaktadır. Heyet, Ġhsan Nuri’den, isyana son vermesi, tüccarların elinden alınan sürülerin geri verilmesi, kanunsuzluk ve karıĢıklık çıkarmaya son vererek Ağrı’dan ayrılıp gitmesini taleplerinde bulunmuĢtur. Bunun karĢılığında, kendisi için isteyeceği her Ģeyin yerine getirileceği ve isyana karıĢıp suç iĢleyenlerin affedilerek, devlet tarafından gerekli her türlü yardımın yapılacağı teklif edilmiĢtir. Bu önerileri reddeden Ġhsan Nuri, görüĢmede tek bir noktada mutabakat sağlandığını belirtmektedir. Buna göre, isyancılar Beyazıt çevresine saldırmayacak, bunun karĢılığında hükümet de Ağrı üzerine asker göndermeyecekti. GörüĢme sonrasındaki günlerde, Ġhsan Nuri’nin isteği üzerine, karısı Türkiye’den Suriye’ye gönderilirken; Ġhsan Nuri’nin orduda görevli olduğu dönemde arkadaĢlık kurduğu bazı Türk subayları son bir giriĢimde daha bulunarak kendisiyle görüĢürler ancak bir netice elde edemezler. Bkz. Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, 34-36. 29 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 395 tasarlanmıĢtır. Ġsyancılar iĢi o derece ileri götürmüĢlerdir ki, bazı iddialara göre, Ġngilizlerin aracılığıyla Milletler Cemiyeti’ne dahi baĢvurmuĢlardır.31 1929 yılına gelindiğinde, Türkiye ile Ġran arasında imzalanan antlaĢma ve protokole rağmen, Kürt aĢiretlerinin sınırlardaki faaliyetlerinin engellenemediği görülmektedir. 1929 yılı baĢlarında Doğu Anadolu’da vukuu bulan olaylar karĢısında, uzun zamandan beri Ġran ile müzakere edilen ortak sınır meselesi konusunda bir antlaĢma yapılabilmesi için, 9 Nisan 1929’da karma bir sınır komisyonunun oluĢturulması konusunda anlaĢmaya varılmıĢtır. Komisyon 1929 yılı içerisinde sınır boyunca faaliyetlerini sürdürmüĢtür. 32 Ancak bu sınır komisyonunun da çalıĢmaları bir neticeye ulaĢamamıĢtır. GeliĢmeler bu yönde seyrederken, Bakanlar Kurulu, CumhurbaĢkanı Mustafa Kemal [Atatürk] PaĢa baĢkanlığında 28 Aralık 1929 tarihinde, Ağrı bölgesindeki isyan hareketlerinin sonlandırılması konusunda oldukça önemli bir toplantı gerçekleĢtirmiĢtir. Söz konusu toplantıya Bakanlar Kurulu üyeleriyle birlikte Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi [Çakmak] PaĢa, I. Genel MüfettiĢ Ġbrahim Tali [Öngören] Bey de iĢtirak etmiĢlerdir. Toplantıda 1930 yılı Haziran ayında Ağrı’da bir tenkil harekâtına giriĢilmesi ve bu hususta gerekli çalıĢmaların yürütülmesi için ilgili makamlara bildirilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. 33 ĠĢte bu kararla birlikte, Türkiye’nin hem Ağrı Ġsyanı’nı hem de Ġran’la olan sınır ihtilafını kesin bir Ģekilde sonlandırmak için zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulamaya koyduğunu ilerleyen zaman diliminde yaĢanacak olaylar açıkça gösterecektir. Türkiyeİran İlişkilerinin Gerginleşmesi, Türkiye’nin Zorlayıcı ve III. Ağrı Harekâtı (1930) Diplomasisi Bakanlar Kurulu’nun 29 Aralık 1929 tarihli kararı üzerine, Genelkurmay BaĢkanlığı 7 Ocak 1930’da kararın icrası hususunda gerekenlerin yapılması için 9. Kolordu’ya emir vermiĢtir. Söz konusu emirde Ģöyle denmektedir: “1930 senesinde Ağrı‟ya karşı yapılacak harekâta dair, 29 Aralık 1929 gün ve 8692 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ayrıca yazılı olarak gönderilmiştir. Bu kararname gereğince Bulakbaşı ve Şıhlı Köyü arasında asilerle meskûn olan köyler ile sığınılan yerler işgal edilerek asiler geçim üssünden yoksun bırakılacak ve bölge eşkıyadan temizlendikten sonra bunlar Ağrı tepeler hattına doğru takip edilerek işgal edilen bölgede garnizonlar inşa edilecek ve bunlardan yalnız seyyar jandarma kuvvetleri 19301931 kışını burada geçireceklerdir. İşgal bölgesinde jandarma alayları için lazım olan yerlerden başka meskûn yer bırakılmayacaktır. Bu suretle iaşe ve iskân ihtiyacından tamamıyla yoksun olan asiler ya dağılacak veya İran‟a sığınmaya mecbur olacaktır. Bu taktirde mesele İran‟la halledilecektir...” 34 Genelkurmay BaĢkanlığı’nın emrinde de görüldüğü üzere, Ağrı’ya karĢı yapılacak askeri harekâtın öncelikli hedefi isyancıların iaĢe ve iskân ihtiyacından tamamıyla yoksun 31 Naci Kutlay, “Kürt Milliyetçiliğinin Son Yüzyılı (19201970), Cumhuriyet ve Kürtler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 160 (Nisan 2007), s. 27-28. 32 Özgiray, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında Türk−Ġran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, s. 300. 33 Bakanlar Kurulu Kararı için bkz. Resmi Gazete, Sayı: 8692, Tarih: 29.12.1929 34 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 92. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 396 bırakılarak dağıtılması ve Ġran’a sığınmaya mecbur edilmesidir. Böylelikle, isyancıların Ġran’a doğru kaçmaya baĢlamasıyla birlikte TürkiyeĠran sınırında askeri açıdan fiili bir durum yaratılarak zorlayıcı diplomasinin tam anlamıyla devreye sokulması söz konusu olacaktır. Diğer bir deyiĢle, daha önce gerçekleĢtirilen askeri harekâtlardan farklı olarak, kesin sonuca ulaĢmada askeri ve diplomatik açıdan iki ülke arasında ciddi bir “kriz” durumunun oluĢması/yaratılması söz konusu olacaktır ki; Türkiye’nin karar alıcılarının düĢüncesinin de bu yönde olduğunu yaĢanılacak olaylar gösterecektir. Ġleride ayrıntıları aktarılacak olan söz konusu süreçte; 1930 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve nihayet ana askeri harekâtın gerçekleĢtirileceği Eylül ayları boyunca, Türk Hükümeti’nin Ġran’a karĢı baĢarılı bir tırmandırma siyaseti izleyerek askeri ve diplomatik eylemlerle kararlılığını ortaya koyduğu, basın ve kamuoyunda da bu konunun oldukça yüksek bir duyarlılıkla iĢlendiği görülmektedir. KarĢılıklı nota teatilerinin, sertleĢmelerin yaĢandığı bu süreçte, Türkiye bir yandan Ġran üzerinde baskıyı aşamalı arttırma olarak niteleyebileceğimiz türden bir zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulayarak Ġran üzerinde etki yaratmaya ve baskı kurmaya çalıĢılırken; diğer yandan da, Türk askerlerinin Ġran topraklarında da harekâtı sürdürebilmesi ve ortak sınırın bir anlaĢma zemininde çözüme kavuĢturulması için görüĢmeler yoluyla sonuç elde etmeye çalıĢmıĢtır. Ana askeri harekâtın yapılacağı 1930 Eylül’üne gelinceye kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı yerlerinde baĢka ayaklanmalar da (Savur Ayaklanması, Zeylan Ayaklanması, Oramar Ayaklanması) gerçekleĢmiĢtir. Bu ayaklanmaların temel amacı, askeri birliklerin dikkatini ve enerjisini baĢka alanlara çekerek Ağrı’ya daha az kuvvet gönderilmesini sağlamak olarak özetlenebilir.35 Ancak yine de Türk ordusu bir yandan bu ayaklanmalara karĢı harekât yürütürken, diğer yandan Ağrı’daki ana harekât için gerekli olan askeri kuvveti bölgeye yığabilmiĢtir. Ġngiliz kaynaklarına göre sınıra yerleĢtirilen askeri birliklerin mevcudu 15.000’i bulmuĢtur.36 Öte yandan, 1930’un yaz ayları boyunca devam eden ayaklanmalarla ilgili olarak Türk basınında da Ġran’ın isyancılara karĢı pasif tutumu ve isyancılara desteği açık ve yoğun bir biçimde eleĢtiri konusu olmuĢ; özellikle Zeylan Ayaklanması’yla birlikte, isyancılara Ġran’dan gelen eĢkıyaların da katıldığı (“Ġranlı Ģaki(ler)” deyimi sıklıkla kullanılmıĢtır) ve yardım aldığından bahisle, Ġran’ın tutumuna karĢı kamuoyu oluĢturularak baskı yaratılmaya çalıĢılmıĢtır.37 Bu türden suçlamaların Türk basınında geniĢ yer bulmasıyla birlikte38, konuyu 35 Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s. 418. Söz konusu ayaklanmalar ve bastırılmalarıyla ilgili daha geniĢ bilgi için bkz. T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 23-86. 36 Bilal N. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), 2. bs., Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1975, s. 156. 37 Bkz. Necmeddin Sadık, “Tehlikeli Bir KomĢu Kapısı”, Akşam, 7 Temmuz 1930; Yunus Nadi, “ġarktaki Hadise ve Ġran”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1930; “ġark Hududumuza Tecavüzde Bulunan ġakiler”, Milliyet, 1 Temmuz 1930; “Ağrı Dağı Üzerindeki Askeri Harekâtımız”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1930; “Ağrı Hadisesi’nin Aslı Nedir?”, Vakit, 29 Haziran 1930; “Mesele Adi Bir ġekavet Olmaktan ÇıkmıĢ, Siyasi Bir Renk AlmıĢtır”, Vakit, 5 Temmuz 1930; “Ġran Bize Dost mu, DüĢman mı?”, Vakit, 5 Temmuz 1930. 38 Türk basınının Ġran’ı suçlayan bu tür haberleri Ġran basınında tepkiyle karĢılanmıĢtır. Ġran basınında, bu haberlerin gerçeği yansıtmadığı ve Ġran hükümetinin olaylarda sorumluluk ve ihlalinin bulunmadığı türünden yazılarla Türk basınının iddialarına cevap verilmeye çalıĢılmıĢtır. Örneğin, Tahran’da “Ġran” adıyla yayınlanan bir gazetenin 10 Temmuz 1930 tarihli sayısında yeralan “Kürt Meselesi ve History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 397 yakından takip eden Ġranlı diplomatlar da basına açıklamalar yapmak zorunda kalmıĢlardır. Örneğin, Ġran’ın Ġstanbul Konsolusu Esadullah Han basına verdiği bir demeçte, konuyla ilgili gazete haberlerinin doğru olmadığını, TürkiyeĠran sınırındaki aĢiretlerin de Ġran’da teslih ve teçhiz edilmediğini, bunların zaten silahlı aĢiretler olduğunu ve Ġran tarafından takip edildiklerini39 söylerken; Ġran Maslahatgüzarı Mehmet Sait Han da, durumu gazetelerden takip ettiğini ve olaylar hakkında henüz Ġran Hükümeti’nden cevap alamadığını, ancak Ġran DıĢiĢleri Bakanı’nın ve Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Memduh ġevket [Esendal] Bey’in konuyu görüĢmekte olduklarını belirterek, Türkiye aleyhindeki herhangi bir hareketin Ġran’da yer bulacağına inanmadığını40 söylemiĢtir. (Ağrı Ġsyanı ve Türkiye–Ġran Krizi sırasında karar alma sürecinde yer alanlar için bkz. Tablo 1) Tablo 1: Ağrı Ġsyanı ve Türkiye–Ġran Krizi Sırasında Karar Alma Cumhurbaşkanı Hükümet Başbakan Dışişleri Bakanı Sürecinde Yer Alanlar Mustafa Kemal PaĢa [ATATÜRK] (188110.11.1938) (1. T.C. CumhurbaĢkanı) 29 Ekim 192310 Kasım 1938 4. Mustafa Ġsmet PaĢa [ĠNÖNÜ] Hükümeti (CHP) (5. T.C. Hükümeti) 2 Kasım 192725 Eylül 1930 Mustafa Ġsmet PaĢa [ĠNÖNÜ] (188425.12.1973) Ahmet Tevfik RüĢtü Bey [ARAS] (188305.01.1972) Hükümetimizin Bu Konuya ĠliĢkin Politikası” baĢlıklı bir yazıda Ģöyle denmektedir: “Bir süredir komşumuz Türkiye, Kürtlerle ilgili sorunlarla uğraşmaktadır. Biz ise, İran ve Türkiye arasındaki samimi ilişkilerden dolayı, bu konuyla ilgili olarak çok üzülmekteyiz. ...Anadolu Ajansı bu hususta bir haber yayınladı, bu haber Tahran‟daki anadilde yayın yapan gazetelerde de yayınlandı. ...Haber şöyleydi: „Halit Ağa, 100 kadar arkadaşıyla İran‟a gitmiş, silah temin etmiş ve daha sonra Türk topraklarında baskınlar yapmıştır. Güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, isyancılar İran‟daki tesislerden faydalanmakta ve yiyecekleri de Makü‟den tedarik edilmektedir.‟ Bu haberin Anadolu Ajansı‟nca yayınlanması esef vericidir. Çünkü, Türk kamuoyunun görüşünü olumsuz yönde etkileyecek ve Türkiye−İran arsındaki politik ilişkilerin güçlendirilmesini savunan Türkleri dehşete düşürecektir. ...bu haberin doğruluğunu ya da güvenirliliğini iyi araştırmadan böyle bir haberi yayınladığı için adı geçen ajanstan şikâyetçi olmalıyız. Çünkü, hem Türk hem de İran tarafı sıcak ve dostane ilişkiler kurmak için çok istekliler ve bu gibi haberler nedeniyle yanlış anlamalar olabilir. ...İran hükümeti, Türk hükümetine ortak bir politika belirlemeyi ve bu politikayı Türkiye‟deki Kürt isyanları sorunu tamamen çözülene dek yürütmeyi önermiştir ...İran Kürdistanı‟ndaki sınırları kapaması için görevlilere talimat vermiştir ...İranlı Kürt aşiretlerine sınırdan iç bölgeler doğru çekilmeleri talimatını vermiştir ...Daha önce Türkiye‟den İran‟a geçmiş bir kısım Kürt‟ün talimatlara uymamasından dolayı onları sınır dışı etmiştir ...İran Kürtlerinin Türkiye‟deki Kürtlere yardım ve yataklık etmelerine ya da Türkiye‟den gelenleri mülteci olarak almalarına izin verilmemektedir. Hükümetimiz ...sınırdaki yetkililerine, Türk sınır yetkilileriyle işbirliği yapmaları konusunda talimatlar vermiştir.” Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 194. 39 Milliyet, 3 Temmuz 1930. 40 “Tenkil Harekâtı BaĢladı”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1930. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması Milli Savunma Bakanı Genelkurmay Başkanı 398 Mehmet Recep Bey [PEKER] Mustafa Abdülhalik Bey [RENDA] (188901.04.1950) (188101.10.1957) 4 Mart 19251 Kasım 1927 1 Kasım 192725 Aralık 1930 MareĢal Mustafa Fevzi PaĢa [ÇAKMAK] (187610.04.1950) 3 Nisan 192112 Ocak 1944 GeliĢmeler bu yönde seyrederken, Türk DıĢiĢleri Bakanlığı cephesinde de Ġran’la karĢılıklı nota teatileri üzerinden ciddi bir sertleĢme yaĢanmaktadır. 4 Temmuz 1930’da Ġran’a bir nota verildiği, DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü [Aras] Bey’in “İran hükümetinin nazarı dikkati celbedildi” Ģeklindeki sözleriyle basında yer alırken41; Ġstanbul’daki Ġngiliz Büyükelçiliği’nden Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderilen raporlarda da Türkiye’nin Ağrı bölgesinde geniĢ çaplı bir harekât baĢlattığı, isyancıların Ġran’dan yardım gördüğü, Ġran’ın daha açıkça itham edildiği fakat Ġran’dan hala bir ses çıkmadığı yazılmaktadır. 42 Ġran Hükümeti, Türkiye’ye verdiği 22 Temmuz 1930 tarihli cevabi notasında, Türkiye’yle olan dostluğundan bahsederek, topraklarında Türkiye aleyhindeki bir harekete izin vermeyeceğini ve bunun için gerekli tedbirleri alacağını; ancak, FransaAlmanya sınırı kadar geniĢ olan ortak sınırı denetlemenin kolay iĢ olmadığını belirtmektedir.43 Ġran’ın sınır güvenliğiyle ilgili olarak Türkiye’yi tatmin etmekten uzak olan bu yanıtı karĢısında, 27 Temmuz 1930 gecesi DıĢiĢleri Bakanlığı’nda BaĢbakan Ġsmet [Ġnönü] PaĢa’nın baĢkanlığında olağanüstü toplanan Bakanlar Kurulu, Ağrı Ġsyanı’nı ve Ġran’ın tutumunu görüĢerek, Ġran’a ikinci bir notanın verilmesini ve bu notanın içeriğini kararlaĢtırılmıĢtır.44 Temmuz ayının sonunda, Türkiye Ġran’a verdiği söz konusu ikinci notada sınır güvenliğinin temini için Ġran’dan iki somut talepte bulunmuĢtur: Ġlk talep, TürkiyeĠran sınırında düzeltmeler yapılması gerektiğine 45 iliĢkindi. Türkiye’ye göre, 1913 tarihli İstanbul Protokolü’ne göre (ki protokolün hukuki geçerliliği tartıĢmalıdır) belirlenmiĢ olan TürkiyeĠran sınırının özellikle Ġran sınırları içerisinde kalan Küçük Ağrı Dağı bölümünde gerekli güvenlik önlemleri alınmadığından isyancılar bundan yararlanıyorlardı. Sınır güvenliğinin etkin bir biçimde sağlanabilmesi için, sınır, Küçük Ağrı Dağı’nın doruğundan değil, çevresinden geçmeliydi. Diğer bir deyiĢle, Küçük Ağrı Dağı da tamamen Türkiye sınırları içerisinde kalmalıydı. Türkiye bu düzenlemeye karĢılık olarak da baĢka bir bölgedeki 41 “Ġran Hükümetine Bir Nota Verdik”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1930. Notayla ilgili olarak haberde Ģöyle denilmektedir: “Bizim sureti hususiyede aldığımız malumata göre, İran hükümetinin eşkıyaya erzak ve silah vermek suretiyle açıktan açığa yapmaktan çekinmediği yardım keyfiyeti layıkıyla tespit edilmiş ve Türk efkârı umumiyesinin en geniş manası ile duyduğu infial ve asabiyete tercüman olan hükümetimiz, Tahran hükümetine oradaki sefirimiz Memduh Şevket Bey vasıtası ile bir nota tevdi etmiştir. Çok ümit ve temenni etmek isteriz ki, Tahran hükümeti, vaziyetin nezaket ve ehemmiyetini görmekte gecikmeyecek ve bu vaziyete nihayet verecek samimi tedbirler alacaktır. Şimdiki halde meselenin siyasi safhası bundan ibarettir.” 42 Bu raporlar için bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 186190. 43 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1930; Akşam, 24 Temmuz 1930. 44 Vakit, 29 Temmuz 1930. 45 “Ġran Hududu Tashih Edilmelidir”, Milliyet, 31 Temmuz 1930. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 399 bir miktar Türk toprağını Ġran’a vermeyi teklif etmekteydi. Ġkinci talepte ise, Türk birliklerinin yürütmekte olduğu harekât sırasında isyancıları Ġran topraklarında da takip edebilmesi için Ġran makamlarından izin istenmekte46 ve bu konuda iĢbirliği teklif edilmekteydi. Türkiye’nin bu konudaki kararlılığı ve inandırıcılığı karĢısında, Ġran’ın harekete geçmekte olduğu, Tahran’daki Ġngiliz Büyükelçiliği’nden Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanlığı’na 28 Temmuz 1930’da gönderilen telgrafa da yansımıĢtır. Söz konusu telgrafta, Türk askerlerinin isyancıları kovalamak amacıyla Ġran’a girmeleri ihtimaline karĢılık Ġran’ın Türkiye sınırına doğru asker sevk ettiği bildirilmekteydi. 47 KarĢılıklı notalarla iliĢkilerin iyice gerginleĢtiği bu aĢamada, Türkiye diplomatik bir hamle daha yaparak Ġran üzerindeki baskıyı arttırmaya çalıĢmıĢtır. 1926 yılından bu yana Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği görevini yürüten Memduh ġevket Bey’in 29 Temmuz 1930’da istifa etmesinden bir süre sonra Tahran Büyükelçiliği görevine Hüsrev [Gerede] Bey atanmıĢtır. Bu istifanın gerekçesini, Memduh ġevket Bey, DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderdiği telgrafta Ģöyle açıklamaktadır: “...Hükümetimiz siyasetinin tatbikinde ihtiyar ettiğim tarzın İran‟da anlaşılamamasından son günlerde istenilmeyen vaziyetler husule gelmekte olduğunu görerek Tahran Büyükelçiliği‟nden çekilmeyi doğru ve lüzumlu buluyorum. Şimdiye kadar hakkımda gösterilen itimada arzı şükran ile istifamın kabulüne müsaade ve delaleti Devletlerini rica ederim.”48 Memduh ġevket Bey’in açıklamasından istifasının kendi isteğiyle gerçekleĢtiği yönünde bir izlenim edinilse de, gerçekte durumun böyle olmadığı görülmektedir. Memduh ġevket Bey’in yumuĢak huylu mizacı ve sanatkâr yönünden dolayı politikada “güvercin” olarak nitelenen bir üsluba ve hareket tarzına sahip olması; Kürt isyancılar ve sınır sorunlarıyla ilgili olarak Türkiye’nin isteklerini Ġran’a kabul ettirememiĢ olması; Ankara’nın Tahran’a karĢı olan suçlayıcı tavrından büyükelçinin duyduğu rahatsızlık ve hükümetle ters düĢmüĢ olması 49 46 Ġstanbul’daki Ġngiltere Maslahatgüzarı Mr. Helm’in Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Mr. Henderson’a gönderdiği bir raporda bu notanın niteliğine iliĢkin bir değerlendirme yer almaktadır. Söz konusu değerlendirme Ģöyledir: “...Basında yer aldığı şekliyle Türk tarafının gönderdiği mektup ciddi fakat dostane. Yine de güvenilir bir kaynaktan öğrendiğime göre, Türk hükümetinin üslubu dostane olmakla birlikte, İran hükümetinin önüne tabiri caizse yenilir yutulur cinsten olmayan iki alternatif koymuş ve birini seçmelerini istemiştir. Bunlardan biri, Ağrı Dağı‟nın hem doğu hem de batısına denk gelen sınırın derhal düzeltilmesi, diğeri de Türk birliklerine, Kürt asileri İran topraklarında da takip edip onların üstesinden gelmeleri için izin verilmesidir.” Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 209. 47 ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 205. 48 Bilal N. ġimĢir, Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996, s. 95; ġimĢir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, s. 461. 49 Ġngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Sir R. Clive’ın, bu dönemde Memduh ġevket [Esendal] Bey’le yaptığı bir görüĢmede, “istifa mı ettiği yoksa görevinden mi alındığı” yönündeki sorusu üzerine, Memduh ġevket Bey, görevinden alınmadığını, kendi isteğiyle istifa ettiğini belirmiĢtir. Ancak, Clive’a göre, Türk büyükelçisi olaylara iliĢkin görüĢleriyle hükümetiyle ters düĢmüĢ ve Ankara’nın Ġran’a karĢı olan suçlayıcı tavrından rahatsızlık duymuĢtu. Clive ayrıca, Ġranlı bir yetkiliyle yaptığı bir görüĢmede, Ġranlı yetkilinin, bu istifanın, Memduh ġevket Bey’i Ġran yanlısı olmakla ve Kürdistan’daki Türk politikasını tasvip etmemekle suçlayan Türk kurmay sınıfının husumetinden kaynaklandığını düĢündüğünü belirtmektedir. Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 233. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 400 gibi nedenlerle, bu istifanın Ankara’nın Ġran’a karĢı uygulamakta olduğu zorlayıcı diplomasi stratejisi temelinde önceden planlandığı50 ve istendiği51 anlaĢılmaktadır. Bu doğrultuda hareket eden Ankara, Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren yakından tanıdığı52 ve güvendiği, sert yaradılıĢlı, tuttuğunu koparan ve iĢbitirici özelliklerinden dolayı politikada “Ģahin” olarak nitelenen bir üsluba ve hareket tarzına sahip olan Hüsrev Bey’i Tahran Büyükelçiliği’ne atamıĢtır.53 Mustafa Kemal Atatürk’e göre, gerekli destek verildiği taktirde Hüsrev Bey Ġran’la olan mevcut sorunu çözebilecekti. 54 Gerçekten de, Hüsrev Bey’e 50 Söz konusu Tahran Büyükelçiliği’ne atanma öncesinde, daha önce Sofya Büyükelçiliği görevini yürütürken hâlihazırda VarĢova Büyükelçiliği görevine atanmıĢ bulunan Hüsrev [Gerede] Bey, bu konuyla ilgili olarak anılarında Ģöyle demektedir: “...İsviçre‟nin Montreux şehrinde tatilde bulunmaktaydım. 16 Temmuz 1930 tarihinde Tevfik Rüştü [Aras] imzası ile şu tel geldi: Uhdei âlilerine tevdi edilecek mühim bir vazifeye ait işler hakkında konuşmak üzere Ankara‟ya teşrif buyurmalarını, eşyanızın şimdiden Varşova‟ya irsalinin tehir buyrulmasını ayrıca arz ederim.” Telgrafı aldıktan sonra Ġstanbul’a hareket eden Hüsrev Bey 24 Temmuz’da Ġstanbul’a ulaĢmıĢ ve aynı günün akĢamında Yalova’da Mustafa Kemal Atatürk’le konuyla ilgili bir görüĢme yapmıĢtır. Söz konusu görüĢmede Atatürk, Türkiye−Ġran iliĢkileri ve bu bağlamda Tahran göreviyle ilgili olarak Hüsrev Bey’e Ģunları söylemiĢtir: “Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ricali, mazinin manasız kör dövüşlerini bilir, onu hiçbir sebep ve surette asla tekrar etmek istemez. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti müdirleri, bilakis hemırk olduğuna, bilhassa, yeni tarihi vesikalarla kani olduğu İranlıların muntazam, mazbut, kuvvetli bir devlet olmasını temenni eder. Bugün, İran devletinin başında bulunan Rıza Han Hazretlerinin bu hakikati bilenlerin başında bulunduğuna kaniim. Müşterek hudutlar üzerinde tezahür eden hadiseler beni Rıza Han hakkında asla şüpheye düşürecek mahiyette değildir; zira, hatırlarım ki Pehlevi Hazretleri bu gibi meselelerin müşterek faaliyetimizle bertaraf edilmesinde kuvvetlerimizi teşrik edebileceğimizi de kabul eden samimi dostluk eserleri mahiyetinde sözler söylemiştir. Buna nazaran Tahran memuriyetiniz Türk ve İran dostluğunun, zaten mevcut olan yüksek ve kavi temelleri üzerinde âli bir karabet (akrabalık) binası kuracaktır. Zatıâliniz de benim ilk inkılâp ve müşkülat arkadaşım olmak itibariyle bu nazik vazifenizi muvaffakiyetle ifa edeceksiniz. Buna emniyetim vardır. Zatıâlinizi İran‟ın muhterem ve benim şahsıma muhip olduğunu yakinen bildiğim Rıza Şah Pehlevi Hazretlerine bu sıfatlarınızla zikredeceğim.” Bkz. Hüsrev Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), Vakit Basımevi, Ġstanbul, 1952, s. 14-17. 51 Memduh ġevket Bey’in istifa telgrafını alan DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü Bey, CumhurbaĢkanı Genel Sekreteri Tevfik [Bıyıklıoğlu] Bey’e konuyla ilgili olarak gönderdiği telgrafta Ģöyle demektedir: “...Memduh Şevket Bey‟den istifa telgrafnamesi ikinci maddede arzolunmuştur. Keyfiyetin Başvekil Paşa Hazretleri‟ne ve Büyük Reisimiz Hazretleri‟ne arzı ile istifanın kabulüne ve Memduh Şevket Bey‟i tatmin edecek tensip ve irade buyuracakları surette teveccühkâr cevap itasına ve istifaname suretinin neşredilip edilemeyeceğine dair emirlerinin tebliğini rica ederim.” Bkz. ġimĢir, Bizim Diplomatlar, s. 96. 52 Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan 18 kiĢi arasında Hüsrev Bey de vardı. 53 2 Ağustos 1930 tarihinde istifası kabul edilen Memduh ġevket Bey’e, yeni büyükelçi Tahran’da görevine baĢlayıncaya kadar beklemesi tavsiye edilmesine rağmen, Memduh ġevket Bey yeni büyükelçiyi beklemeden Tahran’dan ayrılmıĢ fakat yolda Hüsrev Bey’le karĢılaĢmıĢtır. Hüsrev Bey, bu olayı Ģöyle anlatmaktadır: “...Kazvin‟e yaklaştığımız sırada Tahran istikametinden gelen bir otomobille karşılaştık. İçinden muhterem selefim Büyükelçi Memduh Şevket Bey‟in çıktığını görünce tabii hayret ettim. Beni bekleyememesinin sebebini aramanın bir faydası kalmadığından son vaziyet hakkındaki malumatını sordum. „İranlılar geçit hakkına razı olmuyorlar cevabını aldım!‟ [dedi] Bundan çıkarabildiğim mana; tedip harekâtı, kıt‟alarımızın İran‟a girmesini zaruri kılarsa buna İranlıların razı olmadıklarıydı. Zaten bu esas meseleyi bizzat Şah Pehlevi ile görüşmeye karar vermiş olduğumdan, bu âlim, fâdıl, sempatik dosta hayırlı seyahatlar temenni ederek Tahran‟a bir an evvel varmak için hızla yola devam ettim.” Bkz. Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 32. 54 ġimĢir, Bizim Diplomatlar, s. 100. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 401 verilecek olan bu desteğin, Ankara’nın zorlayıcı diplomasi stratejisinin ne denli ciddiyet ve kararlılık yüklü olduğunu göstermesi açısından ifade ettiği anlam, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve (özellikle de) Ġsmet Ġnönü’nün sözlerinden anlaĢılmaktadır. Hüsrev Bey’in yeni görevine baĢlamasıyla ilgili olarak CumhurbaĢkanı Mustafa Kemal Atatürk, “...Hüsrev, pasaportun cebinde; fakat dönmeni değil, orada kalmanı, hudut meselesini hallile sulh ve dostluk siyasetimizde muvaffak olmanı isterim.”55 derken, BaĢbakan Ġsmet Ġnönü de, “...Hüsrev, senin durumun tıpkı Osmanlı İmparatorluğu‟nun inhitat [gerileme, çökme] devirlerinde filolarını Çanakkale Boğazı‟na dayayarak sefaret tercümanlarını Babıâli‟ye göndererek sadrazama arzularını dikte ettiren devletlerin sefirlerine benzemektedir. Bir farkla ki, devletimiz yurt içinde asayişin ihlaline ve hudutlarında bir Makedonya teşekkülüne mani olmak meşrû hak ve azmiyle seni göndermektedir. Binaenaleyh, sen İran Hükümeti‟yle seferber olmuş bir ordumuz arkanda harekete hazır bir halde konuşacaksın. Bu ciddi vaziyetin icabına göre davranmaklığın lazımdır.”56 demekteydi. Hüsrev Bey Tahran’daki görevi için hazırlanırken57, Türkiye’nin Temmuz sonunda Ġran’a vermiĢ olduğu sert nitelikteki notaya 58 karĢılık olarak Ġran Hükümeti 10 Ağustos 1930 tarihinde Türkiye’ye bir nota vermiĢtir. Söz konusu notada Ġran, sınırda yaĢanılan olaylardan kendisinin sorumlu olmadığını belirterek, Türkiye’nin müĢterek harekete geçmek gayesiyle Ġran topraklarında Türk askerlerinin harekât yapma teklifinin kabulüne imkân olmadığını ve Türkiye’nin böyle bir hareketinin devletler hukukuna aykırı olduğunu açıklamıĢtır. 59 Ancak, Ġran yine de bir açık kapı bırakarak, Türkiye’ye sınırın iki yanında ayrı ayrı fakat yakın iĢbirliğine dayanan operasyonlar yapmayı teklif ediyor ve eğer Türkiye isterse bu konuyla ilgili anlaĢmanın içeriğinin birkaç gün içinde görüĢülerek tespit edilebileceğini vurguluyordu. Türkiye açısından bu cevap tatmin edici olmasa da, Ankara soğukkanlılığı elden bırakmadan isteklerinde ısrarcı olmayı sürdürecektir. Notanın akabinde Bakanlar Kurulu toplanmıĢ ve Ġran’a verilecek yeni bir nota konusunda hazırlıklara baĢlanmıĢtır. 60 Söz konusu verilecek olan bu yeni nota (üçüncü nota) Türkiye’nin kararlılığını yansıtması açısından oldukça önemlidir. Basına yansıdığı kadarıyla, Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafındaki kısmının iĢgali için 9. Kolordu Komutanlığı’na onay veren hükümet; Ġran’a verdiği notada da, isyancılara karĢı yürütülecek olan harekât sırasında, harekâtı kolaylaĢtırmak için Küçük Ağrı Dağı’nın ve Aybey Dağları’nın iĢgal edileceğini bildirmiĢtir.61 GeliĢmeler bu yönde seyrederken Ġran Hükümeti, isyancılara karĢı sınırda birtakım önlemler almaya da baĢlamıĢtır. Ġran’ın sınırdaki kuvvetlerini takviye ettiği, bazı isyancıları tutukladığı, Ġran kuvvetleri ile isyancılar arasında ciddi çatıĢmalar yaĢandığı basına 55 Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 17. Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 20. 57 Hüsrev Bey’in [Gerede] Tahran Büyükelçiliği’ne atanmasına iliĢkin kararname 17 Ağustos 1930 tarihlidir. Gerede’nin, “güven mektubu”nu sunarak Ġran’daki görevine baĢlaması ise 23 Ağustos 1930 tarihini bulmuĢtur. 58 Bu notayla ilgili olarak bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 206. 59 Milliyet, 11 Ağustos 1930. 60 Milliyet, 11 Ağustos 1930. Ayrıca bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 209-210. 61 Vakit, 13 Ağustos 1930. 56 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 402 yansımıĢtır. Türkiye ile Ġran arasındaki gerginliğin ciddiyeti, Tahran’daki Ġngiliz askeri ataĢesi Yarbay Dodd’un bu konudaki raporuna da yansımıĢtır. Yarbay Dodd, raporunda, Ġran’ın isyancılara ya Türkiye’ye geçmeleri ya da Ġran güçlerine teslim olmaları yönünde çağrı yaptığını ve bu yüzden çatıĢmalar yaĢandığını belirtmektedir. Türkiye ile Ġran arasındaki gerginlikte, Ġranlı Kürtlerin Ağrı’daki isyancılara yardım ettikleri yönündeki Türkiye’nin Ģikâyetlerinin kısmen haklı olduğunu belirten Dodd; Türkiye’nin Ġran’a verdiği notada, bu durumun önlenmemesi halinde Küçük Ağrı’nın doğusundaki yerleri iĢgal edeceği tehdidinde bulunduğuna dikkat çekmektedir. Raporda ayrıca Türkiye ile Ġran arasında ortaya çıkabilecek bir savaĢ ihtimali üzerinde durulmakta, ancak Ġran’ın böyle bir savaĢa hazır olmadığı belirtilmektedir.63 62 Ġki ülke arasındaki krizin ve Türkiye’nin tırmandırma siyasetinin doruk noktasına ulaĢtığı Ağustos ayının son haftasına gelindiğinde, Ġran kendi topraklarındaki isyancılara karĢı harekete geçmiĢ olmakla birlikte, Türk askerlerinin isyancılara karĢı Ġran topraklarında tek baĢına ya da ortaklaĢa bir harekât yürütmesine hala karĢı çıkmaktadır. Türkiye’nin bu konuda verdiği üçüncü notaya da bu doğrultuda yanıt veren Ġran, diğer taraftan TürkiyeĠran sınırı konusunda bazı düzeltmeler yapılması yönündeki Türk isteklerine ise olumlu yaklaĢmaktadır. 64 Sınır düzeltimi konusunda Ġran’la alınan bu mesafe Hüsrev Bey’in basına verdiği bir demece de yansımıĢtır. Söz konusu demecinde Hüsrev Bey: “...Daima emniyetsiz bir hudut, daima eşkıyaya bir yatak ve Türkİran dostluk bünyesinde adeta bir çıban demek olan Ağrıdağ[ı] ve yollarının Türkiye hududu dâhiline alınarak, ona mukabil memleketimizin aşağılarında mümbit, mahsuldar arazide tavizat vermek sureti ile İran‟la emniyetli ve mükemmel bir hudut tashihi yapmak tarafımızdan teklif olunmuştur. Fakat bu hudut meselesi şüphesizdir ki evvela acil olan Ağrıdağ[ı] 65 eşkıyasının tedip ve kâmilen imhasından sonra düşünülecektir.” demekteydi. Birkaç gün sonra, Ġran’ın Maslahatgüzarı Mehmet Sait Han ile Hüsrev Bey’in yeni sınırın tespitiyle ilgili olarak oluĢturulan TürkiyeĠran Hudut Komisyonu’nun çalıĢmalarını baĢlattıkları haberi basına yansımıĢtır.66 Bu geliĢmenin ardından Hüsrev Bey 25 Ağustos 1930 tarihinde Tahran’a geçerek görevine baĢlarken67, söz konusu komisyon da 31 Ağustos 1930 tarihinde Iğdır’da toplanarak çalıĢmalarına baĢlamıĢtır.68 Türkiye ile Ġran arasındaki bu yeni durum 27 Ağustos 1930 tarihinde Ġstanbul’daki Ġngiliz Maslahatgüzarlığı tarafından Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanlığı’na gönderilen rapora da yansımıĢtır. Söz konusu raporda, Türkiye’nin yeni Tahran Büyükelçisi’nin “Türk–Ġran iliĢkilerinin dostane olduğu yolundaki” demecinden bahsedilirken, Türkiye’nin isyancıları kovalamak için Ġran sınırını geçmek konusundaki talebinin Ġran tarafından kabul edilmediği, buna karĢılık Türkiye’yle iĢbirliğini kabul ettiği belirtilmekteydi.69 62 Milliyet, 19 Ağustos 1930. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 220. 64 Milliyet, 19 Ağustos 1930. 65 Milliyet, 20 Ağustos 1930. 66 Vakit, 23 Ağustos 1930. Ayrıca bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 216-217. 67 ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 218. 68 “Ağrı Harekâtı BaĢlıyor”, Milliyet, 30 Ağustos 1930. 69 Bu rapor için bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 230-232. 63 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 403 Ġran’la yeni sınırın tespiti konusunda çalıĢmalar devam ederken, Türk ordusu da Ağrı Dağı’na yönelik olarak yapacağı ana askeri harekât için hazırlıklarını tamamlamaktaydı. Daha önce Haziran sonunda baĢlatılması öngörülen söz konusu tenkil harekâtı, “bölgenin arazi Ģartlarının taktik harekâta etkisi” konusunda bir inceleme yapan 9. Kolordu’nun teklifi üzerine, 8 Mayıs 1930 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Eylül ayına ertelenmiĢti. 70 Diğer taraftan, harekâtı yürütecek olan 9. Kolordu Komutanlığı’nın baĢına da Mart ayında Korgeneral Salih [Omurtak] PaĢa71 getirilmiĢti.72 Bu çerçeve dâhilinde, icrası Eylül 1930’e bırakılan III. Ağrı Harekâtı için gereken hazırlıklar son aĢamaya gelirken, 9. Kolordu Komutanlığı 4 Eylül 1930’da Genelkurmay BaĢkanlığı’na sunduğu harekât planında, “...Kolordu, Ağrı eşkıyasının İran‟a kaçmalarına meydan verilmeyerek imhası maksadı ile 7 Eylül 1930 günü fecirle beraber taarruza başlayacaktır.”73 demekteydi. Planın en önemli tarafı, isyancıların Ġran’a kaçmalarının engellenmesi için Küçük Ağrı Dağı’nın ve Aybey Dağları’nın iĢgaliydi ki, bu durum, yeni sınırın tespitiyle ilgili çalıĢmalar devam ederken Türk askerlerinin (1913 İstanbul Protokolü’ne göre tartıĢmalı da olsa) Ġran topraklarına fiilen gireceği/girmek zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Diğer bir deyiĢle, Türkiye krizin bu aĢamasında dene ve gör olarak niteleyebileceğimiz bir zorlayıcı diplomasi stratejisini de uygulamaya koymayı kararlaĢtırmıĢtır. Bu hususla ilgili olarak planın ayrıntılarında Ģöyle denilmekteydi: “...Mürettep 3. Tümen, ...6/7 Eylül gecesi Surbahan ve Gürbulak bölgesine inecek ve aynı gece... 3. Tümenin diğer piyade alayı Giberan güney sırtlarında bulunacak ve bütün tümen, ilk emirle süvari tümenini takiben Aybey Dağları bölgesine intikal etmek üzere hazır bulunacaktır. ...Süvari Tümeni, ...Aybey Dağları‟na ilerleyerek 7 Eylül sabahı fecirden önce Aybey Dağları‟nı ele geçirecektir. Süvari Tümeninin görevi: 9. Tümenin baskısı karşısında eşkıyanın gerek doğrudan doğruya Kozlu Vadisi ile Aybey Dağları‟na, gerek Karnıyarık bölgesinin ve Küçük Ağrı‟nın güneyinden doğuya ve gerekse Serdarbulak üzerinden ve Küçük Ağrı‟nın kuzey payelerini dolaşarak muhtemel firarlarını önlemektir. Süvari Tümeni, Aybey Dağları‟nı ele geçirdikten sonra düşmanın çekilme durumunu dikkatle takip etmesi ve eşkıyanın Küçük Ağrı kuzey payelerinden doğuya doğru firar ihtimali kuvvetli olduğuna göre, sıklet merkezini bu bölgeye yakın bulundurması lâzımdır. 70 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 112. Selanik’te doğan Orgeneral Salih Omurtak (18891954), 1907 yılında Harp Okulu’nu “teğmen” rütbesiyle bitirmiĢ, 1910 yılında da Harp Akademisi’nden “kurmay subay” olarak mezun olmuĢtur. Trablusgarp SavaĢı ve I. Dünya SavaĢ’ında Osmanlı ordusunda görev yapan Omurtak, Ocak 1920’de görevli olduğu Ankara’da kalarak Milli Mücadele’ye katılmıĢtır. Milli Mücadele’den sonra çeĢitli birliklerde komutanlık yapan Omurtak, sırasıyla, 8., 9. ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerini yürütmüĢtür. Daha sonra, Genelkurmay II. BaĢkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı görevlerini yürüten Omurtak, 1946−1949 yılları arasında Genelkurmay BaĢkanı olarak görev yapmıĢtır. 72 Ġngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Sir R. Clive, bu atamayla ilgili olarak Ġngiliz dıĢiĢlerine gönderdiği raporda Ģöyle demektedir: “...Genelkurmay bundan kısa bir süre önce, çatıĢmaların ciddi sorunlar yarattığını idrak etti. Düzeni tesisi etmekten ziyade Kürt sorununu temelinden çözmeye karar verdi. 9. Kolordu Komutanı Sedat PaĢa bunun baĢarılabileceğinden emin değildi. Bu nedenle yerine çok daha genç ve dinamik biri olan 8. Kolordu Komutanı Salih PaĢa getirildi...” Bkz. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 239. 73 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 116-117. 71 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 404 ...Iğdır Bölge Komutanlığı, 6 Eylül akşamına kadar Aralık‟ta toplanması bildirilen kuvvetlerle ...7 Eylül fecirle beraber Takaltı genel istikametinde ilerleyecek ..Eşkıyanın İran hududuna doğru kaçması halinde hiçbirşey düşünmeden bütün kuvvetiyle üzerine atılacaktır. Tendürük Grubu, evvelce bildirilen bölgede ve İran dâhilinde Tendürük Dağı ve güneyi istikametinden gelmesi muhtemel eşkıya tecavüzlerine karşı ...bütün kuvveti ile tenkil ve imha için hazır bulunacaktır. ...Hava kuvvetleri74, alacakları emre göre 7 Eylül sabahı saat 05:00‟ten itibaren filolar halinde uçarak kıtalarımızın taarruzunu destekleyecek ve eşkıyaya bomba ve makineli tüfekle taarruz edecektir...”75 Bu esaslar dâhilinde 7 Eylül 1930’da 9. Kolordu’nun komutasında III. Ağrı Harekâtı baĢlamıĢtır. Aynı gün, Genelkurmay BaĢkanlığı, 9. Kolordu Komutanlığı’ndan aldığı raporlara dayanarak BaĢbakanlık, DıĢiĢleri, ĠçiĢleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile I. Genel MüfettiĢliği’ne Aybey Dağları’nın iĢgal edildiği ve isyancıların o yönde Ġran’a giden çekilme yollarının istikametinin kapandığı bilgisini vermiĢtir.76 Bunun anlamı, isyancılara karĢı oluĢturulan ve Küçük Ağrı Dağı’nı hedef alan kuĢatma çemberinin (kıskacın) güney kanadının kapandığıydı. 8 Eylül günü ise, Genelkurmay BaĢkanlığı, ĠçiĢleri Bakanlığı’na verdiği bilgide, Ağrı Dağı’nın kuzeyinden ilerleyen Türk birliklerinin isyancıları güneye doğru sürüklemekte olduğunu, Ġran sınır bölgesinde tenkil için ayrılan kıtaların toplanmasının devam ettiğini ve pek yakında bu bölgede de kesin bir tedip harekâtına baĢlanacağı bilgisini veriyordu. 77 Diğer bir deyiĢle, kuĢatma çemberinin kuzey kanadı da kapanmak üzereydi. Nitekim 9 Eylül günü, Türk birliklerinin kuĢatma çemberini daraltmak ve isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale getirmek için Küçük Ağrı Dağı’nı da iĢgal ettiği bilgisi Genelkurmay BaĢkanlığı tarafından bildiriliyordu. 78 Türk askerlerinin Küçük Ağrı Dağı’nı ve Aybey Dağları’nı iĢgal ederek Ġran yönünden bir harekâta giriĢmiĢ olması isyancılarda büyük bir ĢaĢkınlık yaratmıĢtır. Nitekim, isyancıların lideri Yüzbaşı İhsan Nuri, harekâtın üçüncü gününde, Türk askerlerinin Ġran yönünden de harekete geçtiklerini gördüklerinde yaĢadıkları ĢaĢkınlığı Ģöyle anlatmaktadır: 74 Ağrı Ġsyanı’nın sonlandırılmasında hava harekâtlarının rolü önemlidir. Zira, bölgenin arazi Ģartlarının kara harekâtlarına izin vermediği noktalarda, hava kuvvetlerinin desteğiyle isyancılara önemli derecede zayiat verdirilmiĢtir. Bundan sonraki isyanların sona erdirilmesinde de hava kuvvetlerinden önemli ölçüde yararlanılacağı gibi, 1963 ve 1967 Kıbrıs Krizleri’nde, 1974 Kıbrıs BarıĢ Harekâtı’nda, 1980’lerden itibaren Kuzey Irak’ta PKK’ya karĢı yürütülen sınır ötesi operasyonlar da hava kuvvetleri önemli destekler sağlayacaktır. Kürt isyanlarının bastırılmasında hava kuvvetlerinin rolü ve bu isyanların Kürt ve Türk milliyetçiliklerinin geliĢimi üzerindeki etkileri konusunda bkz. Robert Olson, “The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim (19378): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force and on Kurdish and Turkish Nationalism”, Die Welt des Islams, Vol. 40, No: 1 (2000), pp. 67-94. 75 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 117-119. 76 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 121. 77 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 123. 78 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 124. Ġstanbul’daki Ġngiliz askeri ataĢesi tarafından Ġngiliz Büyükelçisi’ne gönderilen 10 Eylül 1930 tarihli raporda da Türk askerlerinin Küçük Ağrı dağını tamamen iĢgal ettikleri bildirilmekteydi. Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 238. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 405 “...İşte tam o zaman İran sınır karakolunun bulunduğu Aybey [Dağları] tarafından önce top, ardından tüfek ve mitralyöz sesleri yükseldi. Bizim için İran askerleriyle de bir yandan çatışmak çok kötü olacaktı. Ben durumun yanlış anlama sonucu meydana geldiğini düşünerek meseleyi halletmek için o tarafa doğru gittim. Oraya vardığımda, Türk kuvvetlerinin İran tarafından Ağrı‟ya saldırıya başlamış olduklarını gördüm. İran devletinin Türkiye Cumhuriyeti‟nin isteği üzerine Kürt Milli Kurtuluşçularını yani İrani Aryen ırkını ortadan kaldırmak için bu topraklarını Türk ordusuna verdiği anlaşılıyordu...”79 Harekâtın sonuna yaklaĢılırken, isyancılar Ġran tarafında tutunabilecekleri bir nokta kalmadığı için, 11 Eylül günü son bir ümitle Büyük Ağrı Dağı’nın kuzeydoğu yamaçlarına yönelerek bir yarma harekâtına giriĢmiĢler ancak baĢarısız olmuĢlardır. 12/13 Eylül gecesi yaĢanan son çatıĢmalardan80 sonra, 14 Eylül 1930’da, Genelkurmay BaĢkanlığı III. Ağrı Harekâtı’nın isyancıların kesin bir Ģekilde yenilgisiyle son bulduğunu açıklamıĢtır. 81 Harekât bu Ģekilde son bulurken, uygulanmakta olan zorlayıcı diplomasinin yeni bir aĢamasını oluĢturan dene ve gör türündeki bir zorlayıcı diplomasi stratejisi çerçevesinde Küçük Ağrı Dağı ve Aybey Dağları’nın Türk askerleri tarafından iĢgaliyle sınır uyuĢmazlığında da fiili bir durum yaratılmıĢ oluyordu. Bu fiili durumun, Türkiye’nin baskısı ve kararlılığı sonucu Ġran tarafından kerhen kabul edildiğini söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Zira, Hüsrev Bey de anılarında, askeri harekâtın bir gereği olarak, Türk askerlerinin Aybey Dağları’na kadar ilerleyip bu hattı (ve dolayısıyla Küçük Ağrı Dağı’nı) iĢgale mecbur olduğunu ve bu iĢgal sayesinde, Ġran tarafının da Türk karargâhıyla temasa geçmek ve kaçan isyancıları gözaltına almak suretiyle bir nevi müĢterek harekâta razı edildiğine 82 dikkat çekmektedir. Bu dağların iĢgalleriyle ilgili bir diğer önemli nokta ise, harekât sonrasında Türkiye ile Ġran arasında yeni bir sınır antlaĢması yapılana dek bu iĢgal durumunun sürdürülmüĢ olmasıdır. Hüsrev Bey’in, bu duruma iliĢkin tespiti Ģöyledir: “...Aradan geçen üç ay içinde hududumuzun asilerden temizlenmesi harekâtı tamamen bitmiş fakat lüzumu kadar kıtaatımız müteferrik Kürt çetelerinin tecavüzlerini önlemek için işgal ettiğimiz ve esasen münazaalı olan mıntıkalarda kalmışlardı...”83 Bu tespitten yola çıkarak, iĢgal durumunun sınır güvenliğini tam anlamıyla sağlamak için askeri bir gereklilik olarak sürdürüldüğünü söylemek mümkünse de; bu iĢgalin, yeni sınırın tespiti noktasında Ġran’la yapılacak olan müzakerelerde Türkiye’nin elini güçlendirdiği de açıktır. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin gerek harekât öncesinde, gerek harekât sırasında büyük bir kararlılıkla uyguladığı zorlayıcı diplomasisi, bu diplomasinin siyasi, hukuki ve askeri hedeflerinin tam olarak elde edileceği yeni sınır antlaĢması yapılıncaya kadar devam edecektir. 79 Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, s. 91. Bu son çatıĢmalarla birlikte, YüzbaĢı Ġhsan Nuri’nin de içinde bulunduğu bir grup isyancı gece karanlığından da yararlanarak Ġran’a kaçmayı baĢarmıĢlardır. Bkz. Ġhsan Nuri PaĢa, Ağrı Dağı İsyanı, s. 91. 81 T. C. Genelkurmay BaĢkanlığı, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. II, s. 125-128. 82 Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 69. 83 Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 195. 80 History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 406 Sınır Uyuşmazlığının Çözümü (19301932) 1555 Amasya Anlaşması’nda ana hatları çizilen ve 1639 Kasrı Şirin Anlaşması’yla belirlenen hattın büyük kısmını günümüze kadar koruyarak gelen TürkĠran sınırına 84 iliĢkin olarak o zamandan beri çok sayıda düzenleme yapılmıĢtır. Sınırla ilgili olarak Osmanlı Ġmparatorluğu dönemindeki en son düzenleme 1913 Ġstanbul Protokolü olmasına rağmen, protokolde öngörülen sınır komisyonunun çalıĢmalarını gerçekleĢtirememiĢ olması ve protokolün de onay aĢamasını tamamlamamıĢ olmasından dolayı, 1823’ten bu yana küçük sorunlarla devam edegelen TürkĠran sınır sorunu 1920’lerden itibaren iliĢkilerin gerginleĢmesine neden olmuĢtur. Bu gerginleĢme 1930’da iki ülkeyi savaĢın eĢiğine dahi getirmiĢtir.85 Sınır sorununun bu boyuta gelmesinde baĢka bazı faktörlerin de payı bulunmakla birlikte86, ana faktör, sınırın iki tarafında yaĢayan yarıgöçebe Kürt aĢiretlerinin faaliyetleriydi. Bu bağlamda, aĢiretler sınırı serbestçe kullanarak ve siyasi faaliyetleriyle sınırın iki tarafında da asayiĢi tehdit ederken, iki ülkenin bunlara karĢı uyguladığı farklı politikalar da birbirleri açısından endiĢe oluĢturmaktaydı. Özellikle, aĢiretlerin yasadıĢı eylemlerine karĢı kolluk güçleriyle girdiği çatıĢmalar, sınırın diğer tarafına da taĢmakta ve her defasında iki ülkeyi karĢı karĢıya getirmekteydi. Ayrıca, dönem dönem iki ülke de Kürt aĢiretlerini birbirine karĢı kullanırken87, Kürt aĢiretleri de siyasi hedefleri için iki ülkeyi birbirine karĢı kullanmaktaydı. Türkiye’nin baskıyı aşamalı olarak arttırma türünden bir zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulamaya koymak suretiyle Ġran üzerinde oluĢturduğu baskı ve III. Ağrı Harekâtı’yla birlikte sınırda yarattığı fiili durum, 1926’dan bu yana gündemden düĢmeyen ve gerginlik yaratan sınır sorunun bir antlaĢmayla çözüme kavuĢturulması yolunda önemli bir adım olmuĢtur. III. Ağrı Harekâtı’nın 14 Eylül 1930’da sona ermesinden hemen bir gün sonra, Türkiye’nin yeni Tahran Büyükelçisi Hüsrev Bey 15 Eylül 1930’da ġah Rıza Pehlevi Han’a Mustafa Kemal Atatürk’ün göndermiĢ olduğu itimatnameyi sunarak görevine resmen baĢlamıĢ, ġah’la Ağrı Ġsyanı’nı ve sınır konusunu görüĢmüĢtür.88 84 Bu özelliğinden dolayı TürkĠran sınırının Türkiye’nin en istikrarlı sınırı olduğu genellikle kabul edilen bir görüĢtür. 85 TürkĠran iliĢkilerinin tarihsel arkaplanı sürekli bir rekabet/zıtlaĢma ve savaĢlarla dolu karmaĢık bir sürece tekabül etmektedir aslında. Bu bağlamda iliĢkileri etkileyen temel unsurların, “Sünniġii çatıĢması”, “Kürt faktörü” ve “sınır problemleri”, “bölgesel rekabet” ve “büyük güçlerle girilen iliĢkiler” olduğu söylenebilir. 86 Ġki ülkenin yeni rejimlerinin sahip olduğu milliyetçi ideolojiler ve sınır noktalarının arazi üzerinde iĢaretlenmemiĢ olması gibi sorunlar 87 Örneğin, Milli Mücadele döneminde Ġran’da ortaya çıkan Simko Ağa Ġsyanı (19191922) sırasında, Simko Ağa Ermenilere karĢı da savaĢtığı için Kazım [Karabekir] PaĢa tarafından desteklenmiĢtir. Bu yüzden de Eylül 1922’ye kadar Ġran, Simko Ağa’yla iliĢkilerinden dolayı Türkiye’ye güven duymamıĢtır. Ermenilerle “Gümrü AntlaĢması”nı imzalayan Türkiye’nin, Simko Ağa’ya olan desteğini çekmesiyle birlikte Türkiye−Ġran iliĢkileri düzelme yoluna girmiĢtir. Ancak, 1925 yılında Simko Ağa’nın bir süreliğine de olsa Ġran’la iyi iliĢkiler kurması, Türkiye’yi endiĢelendirmiĢ ve 1930’lara kadar Doğu Anadolu’da ortaya çıkan isyanlarda Ġran’ın kendi sınırını kullanarak Türkiye’de eylem yapan isyancılara karĢı pasif tutumu TürkiyeĠran iliĢkilerinin belli aralıklarla farklı düzeylerde sertleĢmesine neden olmuĢtur. 88 Söz konusu görüĢmede Hüsrev Bey, III. Ağrı Harekâtı sırasında, Türk askerlerinin isyancıları imha etmek için süratle ve Ģiddetle isyancıları takibe mecbur olduğunu, bu yüzden Küçük Ağrı ve Aybey History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 407 Bu geliĢmenin ardından karĢılıklı heyetlerin bir araya gelmesiyle birlikte, TürkiyeĠran sınırıyla ilgili olarak 1931 yılı içerisinde yapılan uzun görüĢmelerin kilit noktasını 1913 tarihli İstanbul Protokolü oluĢturmaktaydı. Türkiye, bu protokolün Türkiye tarafından (Osmanlı Ġmparatorluğu’nca) onaylanmadığı için hukuken geçersiz olduğunu savunurken; iĢgal ettiği araziye karĢılık olarak da, stratejik önemi olmayan ancak tarımsal değeri olan aynı miktarda bir araziyi Ġran’a vermeyi teklif etmekteydi. Ġran ise söz konusu protokolde çizilen sınırın değiĢtirilmesine karĢı olduğunu söyleyerek, Türkiye’nin arazi değiĢimi teklifine sıcak bakmamaktaydı. Ġran’ın böyle davranmasının esas sebebi, 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nün aynı zamanda ġattülarap üzerinden geçen sınır konusunda kendi lehine hükümler içermesiydi. Ġran, Türkiye’nin tezini kabul ettiği taktirde, bu protokolün geçerliliği konusunda Irak’a karĢı ileri sürdüğü tezin dayanağı da ortadan kalkmıĢ olacaktı. Bu nedenle de görüĢmelerde tıkanma yaĢanırken, Türkiye’nin iĢgal ettiği arazilerdeki fiili durumu da devam etmiĢtir.89 Ġran’ın katı tutumu ancak 1931 yılının yaz aylarında kırılabilmiĢ ve taraflar bazı konularda bir mutabakata varılabilmiĢlerdir. Buna göre Türkiye, Ağrı Dağı’nın tamamını (yani Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını) alması karĢılığında, Kotur (Van ilinde yer alan bir bölge) yakınında bulunan ve Bazirgan yakınında bulunan (Makü ve Beyazıt yolunun kesiĢtiği noktada) iki toprak parçasını Ġran’a vermeyi kabul etmiĢtir. 90 Bu geliĢmeden sonra, Hüsrev Bey sınır düzeltme çalıĢmalarının son durumu hakkında Ankara’yı bilgilendirmek ve kesin talimat almak için 1931 Ekim ayı içerisinde Ankara’ya gelerek, sınır hakkındaki görüĢlerini ve son durumu Mustafa Kemal Atatürk’le görüĢmüĢtür. Hüsrev Bey’in, görüĢmelerin bir an önce sonlandırılması gerektiği ve bunun için de DıĢiĢleri Bakanı Tevfik RüĢtü Bey’in de kendisiyle Tahran’a gelmesinin ġah Rıza Pehlevi Han’ı etkilemek bakımından iyi olacağını belirtmesi üzerine; Atatürk, Tevfik RüĢtü Bey’i Tahran’a gitmesi için görevlendirmiĢ ve taraflar arasında bir anlaĢmazlık durumunda Ankara’nın ġah’ın hakemliğini kabul ettiğini belirtmiĢtir. Ankara, Tevfik RüĢtü Bey’i Tahran’a göndermekle, sınır sorununun çözümüne ne kadar önem verdiğini de ortaya koymuĢ oluyordu. 91 Türk heyetinin 17 Ocak 1932’de Tahran’a ulaĢmasından sonra sınırın tespitiyle ilgili bazı görüĢ ayrılıkları da92 Tevfik RüĢtü Bey’in ve Furugi Han’ın çabalarıyla bir çözüme Dağları’nda yaĢanan durumun “sınır tecavüzü” anlamına gelmediğini belirterek, sınırda isyancılara karĢı ortak hareket edilmesinin iki ülke için de faydalarına değinmiĢtir. Rıza ġah ise, Ġran’ın Türkiye ile ilgili Ģikayetlerini dile getirerek özellikle Türk basınında kendisiyle ve Ġran’la ilgili yapılan olumsuz yayınlardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiĢtir. GörüĢme sonunda Hüsrev Bey, Ġran’ın samimi dostluk politikasının ve isyancılara karĢı alacakları tedbirlerin kamuoylarındaki bu havayı dağıtacağını ve kendisinin de bunun için çalıĢacağını belirterek, olumlu sayılabilecek bir görüĢme gerçekleĢmiĢtir. Bkz. Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 70-71. 89 Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 161. 90 Çetinsaya, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, s. 166. Ankara’daki Ġngiltere Büyükelçisi Sir G. Clerk’in Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Mr. A. Henderson’a 3 Aralık 1930 tarihinde gönderdiği yazıda da, Türkiye’nin Küçük Ağrı Dağı’nı Ġran’dan alma karĢılığında, Van vilayetinden bir toprak parçasını Ġran’a vermeyi teklif ettiği belirtilirken, Ġran Maslahatgüzarının da bu konuda anlaĢamaya varılacağını umduğuna dikkat çekilmektedir. Bkz. ġimĢir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), s. 252-253. 91 Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 199-206. 92 Sınır konusunda yapılacak antlaĢmaya son Ģekli verilirken, stratejik öneme sahip küçük bir tepenin kimde kalacağı konusunda teknik heyetler arasında bir anlaĢmazlık yaĢanmıĢtır. Bunun üzerine Türk heyetinde yeralan BinbaĢı NeĢet Bey, durumdan Hüsrev Bey’i haberdar ederek müdahil olmasını History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 408 kavuĢturularak, 23 Ocak 1932’de iki antlaĢma imzalanmıĢtır. Bunlardan birincisi Türkiyeİran Hudut Hattının Tayinine Dair İtilafname93 (TürkiyeĠran Sınır AnlaĢması), diğeri ise Türkiye ile İran Arasında Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Muahedenamesi’dir.94 Bu anlaĢmalarla birlikte, Türkiye, Ağrı Dağı’nın tamamını (yani Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını da) alması karĢılığında, Kotur ve Bazirgan yakınında bulunan iki toprak parçasını Ġran’a vermeyi kabul etmiĢtir. Sonuç ve Değerlendirme Cumhuriyet döneminin önemli isyanlarından olan Ağrı Ġsyanı, bir yandan ülke içinde huzursuzluk ve güvensizliğe neden olurken, diğer yandan isyancı Kürt aĢiretlerinin Ġran’dan destek alıyor olması da Türkiye ile Ġran arasında dozu giderek artan gerilimlere ve nihayet bir krize neden olmuĢtur. Türkiye, 1930’lara gelinceye kadar Türkiye–Ġran sınırındaki Kürt aĢiretlerinin suç teĢkil eden faaliyetleri konusunda Ġran’dan beklediği desteği alamadığı gibi; isyancılara karĢı yürütülen askeri harekâtlar sırasında da isyancıların Ġran’ın fiili denetiminde olan Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına kaçmaları ve Ġran’ın bu konudaki eylemsizliği, harekâtlardan beklenen neticenin elde edilmesine engel olmuĢtur. Diğer taraftan, Türkiye, bu soruna diplomatik yollardan çözüm bulabilmek için Ġran’la çeĢitli tarihlerde antlaĢma ve protokoller akdetmiĢ olmasına rağmen de istediği sonucu elde edememiĢtir. Haziran 1927’de özellikle Ağrı bölgesindeki asilere karĢı bir tedip harekâtı düzenlenmesine rağmen, isyancıların büyük çoğunluğu yine Ġran’a kaçmıĢtır. Bu tür tedip harekâtları, isyancıları tam anlamıyla etkisiz hale getirebilmek için sınır istihbaratına ve Ġran’ın desteğine mutlak surette gereksinim olduğunu her defasında ortaya koymuĢtur. Aslında, Türkiye öteden beri, bölgede askeri operasyonlar yaparken Ġran’ı isyancılara karĢı daha etkili önlemler almak konusunda uyarmaktaydı. Bu bağlamda, Ağrı Ġsyanı’nın kontrol altına istemiĢtir. Hüsrev Bey’in Ġran heyetini ikna edememesi üzerine Tevfik RüĢtü Bey de devreye girmiĢ, ancak Ġran heyeti ikna edilememiĢtir. Bunun üzerine Tevfik RüĢtü Bey, Atatürk’ten almıĢ olduğu direktif doğrultusunda hareket ederek “...Görülüyor ki bu işi bizler halledemeyeceğiz. Ben, Şah Hazretlerinin hakemliğini hükümetim namına kabul ediyorum.” demiştir. Türk heyetinin bu manevrası karşısında oldukça şaşıran İran heyeti başkanı Furugi Han konuyu “...Şah Hazretlerine arz edeyim.” demekten başka çare bulamamıştır. Konuyla ilgili olarak Rıza Şah‟a bilgi veren heyette yer alan İranlı General Arfa‟ya Şah‟ın söyledikleri oldukça dikkat çekicidir. Şah Rıza Pehlevi Han, “Beni anlamıyorsunuz. Önemli olan şu veya bu tepe değil; Türkiye ile olan sınır problemimizin bir an önce ve ilelebet çözümlenmesidir. İki ülke arasında geçmişten gelen ve daima düşmanlarımızın işine yarayan uyuşmazlıklar son bulmalı ve Türkiye ile İran arasında karşılıklı çıkarlarımıza dayalı samimi bir dostluk kurulmalı. Eğer biz birleşir ve ittifak edersek kimseden korkmam.” diyerek Ġran heyetinin Türk heyetinin teklifini kabul etmelerini emretmiĢtir. Bkz. Gerede, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), s. 207. ġah’ın bu tutumuyla ilgili olarak Tevfik RüĢtü Bey de, ġah’a konuyu arzeden Ġran heyeti uzmanlarına, ġah konunun neden halledilemediğini sorduğunda, uzmanların ilerde Türkiye ile çıkabilecek bir ihtilafta burasının Ġran açısından stratejik bir savunma noktası oluĢturacağını söylediklerini; buna karĢılık ġah’ın da “...Meseleyi bu noktadan düşünmeyiniz. Türkiye ile İran hiçbir vakit silahlı bir ihtilafa girmeyecektir.” dediğini belirtmektedir. Bkz. Sabahattin Özel, Atatürk ve Atatürkçülük, Derin Yayınevi, Ġstanbul, 2006, s. 217-218. 93 AntlaĢmanın metni için bkz. Ġsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (19201945), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s. 430-432. 94 AntlaĢmanın metni için bkz. T. C. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), s. 525-531. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 409 alınması bakımından 1926 tarihli antlaĢma büyük önem taĢımasına rağmen, antlaĢma hükümlerinin uygulanması konusunda Ġran’ın gevĢek sayılabilecek tutumu, iliĢkilerdeki gerginliği yeniden arttırmıĢtır. Türkiye’nin somut talepleri, sınırın isyancılara kapatılması, askeri harekâtlar sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmalarının önlenmesi ve ortak sınırın yapılacak bir antlaĢma yoluyla tespiti noktalarında toplanıyordu. Gerek 1926 tarihli antlaĢma gerekse bu antlaĢmaya ek olarak imzalanan 1928 tarihli protokol sınır güvenliği konusunda iki ülkeye de karĢılıklı yükümlülükler getirmesine rağmen, Ġran’ın isyancılara karĢı tutumunda Türkiye lehine bir değiĢim yaĢanmamıĢtır. Öte yandan, o yıllarda Türkiye ile Ġran arasında sınırdaki Kürt aĢiretlerinin yarattığı asayiĢ sorunlarının yanında, bir de Osmanlı Ġmparatorluğu’nda kalma bir sınır problemi de mevcuttu. Bu sınır problemi ise 1913 tarihli İstanbul Protokolü’yle Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran sınırları içerisinde kalan bölümünde düğümlenmekteydi. Küçük Ağrı Dağı, isyancıların Türkiye’de eylem yaptıktan sonra, rahatlıkla sınırı geçerek kendilerini güvene aldıkları bir bölgeydi. Gerek dağın bu özelliği, gerek Ġran’ın sınır güvenliği konusunda gevĢek davranması, gerekse 1913 tarihli İstanbul Protokolü’nün Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde meclisin onay iĢlemine girmemiĢ olması, Türkiye’yi hem isyancılar konusunda hem de yeni sınırın tespiti noktasında ortak düĢünmeye itmiĢtir. Bu çerçevede 1929 yılı sonunda Türkiye’nin karar alıcıları oluĢturdukları zorlayıcı diplomasi stratejisi çerçevesinde, hem Ağrı Ġsyanı’nı kesin bir Ģekilde sonlandırmak, hem de Türk–Ġran sınırını kesin bir Ģekilde tespit etmek noktasında Ġran’ı müzakere masasına çekmeyi hedeflemiĢtir. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin izleyeceği zorlayıcı diplomasi, askeri harekâtlar sırasında kaçıp kurtulan isyancıların Ġran’a sığınmaya mecbur edilmeleri ve bunun ortaya çıkardığı fiili durumdan istifade ederek, ortak sınırın yapılacak bir antlaĢma yoluyla tespiti noktalarında toplanıyordu. Bu hedefler doğrultusunda Türkiye Ġran’a karĢı uygulayacağı zorlayıcı diplomaside “baskıyı aĢamalı arttırma” stratejisi türünden bir hareket tarzını benimsemekle birlikte, gerginliğin krize evrildiği aĢamaya doğru verilen notalarla da zımni ültimatom stratejisinin de Ġran’a karĢı baĢarıyla kullanıldığı görülmüĢtür. 1930 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve nihayet ana askeri harekâtın gerçekleĢtirileceği Eylül ayları boyunca, Türk hükümetinin Ġran’a karĢı baĢarılı bir tırmandırma siyaseti izleyerek askeri ve diplomatik eylemlerle kararlılığını ortaya koyduğu, basın ve kamuoyunda da bu konunun oldukça yüksek bir duyarlılıkla iĢlendiği görülmektedir. KarĢılıklı nota teatilerinin, sertleĢmelerin yaĢandığı bu süreçte, Türkiye bir yandan Ġran üzerinde baskıyı aşamalı arttırma olarak niteleyebileceğimiz türden bir zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulayarak Ġran üzerinde etki yaratmaya ve baskı kurmaya çalıĢılırken; diğer yandan, Türk askerlerinin Ġran topraklarında da harekâtı sürdürebilmesi ve ortak sınırın bir anlaĢma zemininde çözüme kavuĢturulması için görüĢmeler yoluyla sonuç elde etmeye çalıĢmıĢtır. (Bkz. Tablo 2) Bu çerçevede, 1930 Haziran’ından 1930 Eylül’ünün ortasına kadar Türkiye uygulamakta olduğu zorlayıcı diplomasi stratejisinin esas hedefi olan Küçük Ağrı Dağı’nı iĢgal edebilmek için, yürüttüğü harekâtlarla isyancıları Ġran sınırına doğru sürerek, Ġran’a sığınmak mecburiyetinde bırakmıĢtır. Böylelikle, isyancıların Ġran’a doğru kaçmaya baĢlamasıyla birlikte Türkiye–Ġran sınırında askeri açıdan fiili bir durum yaratılarak zorlayıcı diplomasinin tam anlamıyla devreye sokulması söz konusu olmuĢtur. Diğer bir deyiĢle, daha önce gerçekleĢtirilen askeri harekâtlardan farklı olarak, kesin sonuca ulaĢmada askeri ve diplomatik açıdan iki ülke arasında ciddi bir “kriz” durumunun oluĢması/yaratılması söz konusu olmuĢtur. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 410 Fiilen Ġran’ın denetiminde olan ama egemenliğinin kimde olduğu hukuken tartıĢmalı Küçük Ağrı Dağı’nın Ġran tarafına kaçan isyancıları tamamen etkisiz hale getirmek için Türkiye buraya belli ölçülerde girerek, harekâtın selameti ve ortak sınırın tespiti noktasında güçlü bir pozisyon elde etmeye çalıĢmıĢtır. Diğer bir deyiĢle, krizin bu aĢamasında Türkiye dene ve gör olarak niteleyebileceğimiz bir zorlayıcı diplomasi stratejisini de uygulamaya koymuĢtur. (Bkz. Tablo 2) Ġsyancılara karĢı harekete de geçmede isteksiz olan Ġran ise, ortak harekâta da yanaĢmayarak, bir anlamda Türkiye’ye istediği fırsatı vermiĢtir. ġüphesiz, Türkiye’nin bu sonucu elde etmesinde, gerçekleĢtirdiği büyükelçi değiĢimi, kamuoyunda ve basında yaratılan hava, gittikçe sertleĢen notalaĢmaların büyük rolü olmuĢtur. Türkiye’nin karar alıcıları, ordunun gücünü diplomasinin arkasına sürerek adeta “kadife eldiven içindeki demir bir yumruk” gibi bu gücü Ġran’a göstermeye çalıĢmıĢlardır. Sonuç olarak, 1930 Eylül’ünün ilk haftası içerisinde isyancılara karĢı baĢlatılan ana askeri harekâtla, Küçük Ağrı Dağı ve Aybey Dağları iĢgal edilerek, isyancıların geri çekilme yolları ve bölgeleri kapatılmıĢ ve dört yıldır süren Ağrı Ġsyanı sona erdirilmiĢtir. Tablo 2: TürkiyeĠran Krizi’nde (1930) Türkiye’nin Zorlayıcı Diplomasisinin Parametreleri Ġran Hedef Devlet İstemler Ġsyancılara destek verilmemesi 1913 tarihli Ġstanbul Protokolü onaylanmadığı için TürkiyeĠran sınırının yeniden saptanması “Zımni ültimatom” “Baskıyı aĢamalı arttırma” “Dene ve gör” Güç kullanma tehdidi ÇatıĢmaya varmayan sınırlı güç kullanımı (TartıĢmalı sınırın geçilmesi ve iĢgal edilmesi/kontrol altına alınması) Güvenlik endiĢesi Egemenlik iddiası Uygulanan Zorlayıcı Diplomasi Stratejileri Askeri Etki Araçlarının Kullanım Biçimi ve Düzeyi Türkiye’nin Ulusal Çıkar Matrisinde Öne Çıkan Unsurlar Harekât bu Ģekilde son bulurken, Küçük Ağrı Dağı ve Aybey Dağları’nın Türk askerleri tarafından iĢgaliyle Ġran’la yaĢanmakta olan sınır uyuĢmazlığında da fiili bir durum yaratılmıĢtır. Bu fiili durum, Türkiye’nin baskısı ve kararlılığı sonucu Ġran tarafından da kerhen kabul edilmiĢtir. Zira, Tahran Büyükelçisi Hüsrev Bey de askeri harekâtın bir gereği olarak, Türk askerlerinin Aybey Dağları’na kadar ilerleyip bu hattı (ve dolayısıyla Küçük Ağrı Dağı’nı) iĢgale mecbur olduğunu ve bu iĢgal sayesinde, Ġran tarafının da Türk karargâhıyla temasa geçmek ve kaçan isyancıları gözaltına almak suretiyle bir nevi müĢterek harekâta razı edildiğine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, iĢgal durumunun sınır güvenliğini tam anlamıyla sağlamak için askeri bir gereklilik olarak sürdürüldüğünü söylemek mümkünse de; bu iĢgalin, yeni sınırın tespiti noktasında Ġran’la yapılacak olan müzakerelerde Türkiye’nin elini güçlendirmiĢ olduğu da bir gerçektir. Diğer bir deyiĢle, Türkiye’nin gerek harekât öncesinde, gerek harekât sırasında büyük bir kararlılıkla uyguladığı zorlayıcı diplomasisi, bu diplomasinin siyasi, hukuki ve askeri hedeflerinin tam olarak elde edileceği 1932 tarihli yeni sınır antlaĢması yapılıncaya kadar devam edecektir. Nihayet bu antlaĢmayla birlikte, Türkiye, Ağrı Dağı’nın History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 411 tamamını (yani Küçük Ağrı’nın kendisine ait olmayan kısmını) alması karĢılığında, Kotur ve Bazirgan yakınında bulunan iki toprak parçasını Ġran’a vermeyi kabul etmiĢtir. Böylelikle Türkiye uyguladığı zorlayıcı diplomasi sayesinde hem isyancıların Ġran’dan aldığı desteğin kesilmesi noktasında hem de TürkĠran sınır sorununun çözümünde kesin bir sonuç elde ederken, diğer taraftan sınır güvenliğini sağlamak noktasında da gerçekleĢtirdiği toprak değiĢimiyle önemli bir avantaj elde etmiĢtir. KAYNAKÇA Kitaplar Aybars, Ergün, Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul, 1988. Bulut, Faik, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yayıcılık Ġstanbul, 1991. Çay, M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara, 1994. Gerede, Hüsrev, Siyasi HatıralarımI: İran (19301934), Vakit Basımevi, Ġstanbul, 1952. Özel, Sabahattin, Atatürk ve Atatürkçülük, Derin Yayınevi, Ġstanbul, 2006. PaĢa, Ġhsan Nuri, Ağrı Dağı İsyanı, 2. bs., Med Yayıncılık, Ġstanbul, 1992. Saray, Mehmet, Türkİran İlişkileri, Atatürk AraĢtırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. Soysal, Ġsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (19201945), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000. ġimĢir, Bilal N., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2001. ġimĢir, Bilal N., Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996. ġimĢir, Bilal N., İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (19241938), 2. bs., Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1975. T. C. GENELKURMAY BAġKANLIĞI, Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. I, II, III, Kaynak Yayınları, Ġstanbul, 1992. T. C. KÜLTÜR BAKANLIĞI, Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), C. II, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994. Makaleler Akdevelioğlu, Atay ve KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, “Ortadoğu’yla ĠliĢkiler (19231939)”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I (19191980), 12. bs., Ed. Baskın Oran, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 357369. Anbarcıoğlu, Meliha, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Ġran’da Reformlar”, Doğu Dilleri Dergisi, C. 3, Sayı: 4 (1983), s. 5-38. Arar, Ġsmail, “Atatürk’ün Günümüz Olaylarına da IĢık Tutan Bazı KonuĢmaları”, Belleten, C. 45/1, Sayı: 177 (Ocak 1981), s. 5-26. Çetinsaya, Gökhan, “Atatürk Dönemi TürkiyeĠran ĠliĢkileri (19261938)”, Avrasya Dosyası, C. 5, Sayı: 3 (Sonbahar 1999), s. 148-175. Dağı, Zeynep “Diplomasi: ÇatıĢmanın ve ĠĢbirliğinin Dili”, Uluslararası Politikayı Anlamak: UlusDevlet’ten Küreselleşmeye, Der. Zeynep Dağı, Alfa Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 287-353. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Ağrı İsyanı (1926-1930) ve Türkiye-İran Krizi (1930): Türk Dış Politikası Tarihinde Bir Zorlayıcı Diplomasi Uygulaması 412 Değerli, Esra Sarıkoyuncu, “Ağrı Ġsyanlarında Yabancı Parmağı (19261930)”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22 (Aralık 2008), s. 1-22. George, Alexander L., “Coercive Diplomacy”, The Use of Force: Military Power and International Politics, 6th ed., Ed. by. Robert J. Art, Kenneth N. Waltz, Rowman&Littlefield Publishers, Inc., Lanham, 2004, pp. 70-76. Gönlübol, Mehmet ve SAR, Cem, “19191938 Yılları Arasında Türk DıĢ Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası (19191995), 9. bs., Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s. 3-133. Kutlay, Naci, “Kürt Milliyetçiliğinin Son Yüzyılı (19201970), Cumhuriyet ve Kürtler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 160 (Nisan 2007), s. 26-33. Olson, Robert, “The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim (19378): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force and on Kurdish and Turkish Nationalism”, Die Welt des Islams, Vol. 40, No: 1 (2000), pp. 67-94. Özgiray, Ahmet, “Ġngiliz Belgeleri IĢığında TürkĠran Siyasi ĠliĢkileri (19201938)”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Ed. Berna Türkdoğan, Atatürk AraĢtırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 297-309. Resmi Yayınlar Düstur, Tertip 3, C. 7. Resmi Gazete, Sayı: 8692, Tarih: 29.12.1929 TBMM Zabıt Ceridesi, C. 25, Devre II, Ġçtima Senesi: III, YüzbeĢinci Ġçtima, 22.05.1926. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 27, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, Sekizinci Ġçtima, 22.11.1926. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 33, Devre: II, Ġçtima Senesi: IV, YetmiĢ Yedinci Ġnikat, 19.06.1927. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 5, Devre: III, Ġçtima Senesi: I, 9. Ġnikat, 29.11.1928. Gazeteler ve diğer yayınlar Nadi, Yunus, “ġarktaki Hadise ve Ġran”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1930. Sadık, Necmeddin, “Tehlikeli Bir KomĢu Kapısı”, Akşam, 7 Temmuz 1930. “Ağrı Dağı Üzerindeki Askeri Harekâtımız”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1930. “Ağrı Hadisesi’nin Aslı Nedir?”, Vakit, 29 Haziran 1930. “Ağrı Harekâtı BaĢlıyor”, Milliyet, 30 Ağustos 1930. “Ġran Bize Dost mu, DüĢman mı?”, Vakit, 5 Temmuz 1930. “Ġran Hududu Tashih Edilmelidir”, Milliyet, 31 Temmuz 1930. “Ġran Hükümetine Bir Nota Verdik”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1930. “Mesele Adi Bir ġekavet Olmaktan ÇıkmıĢ, Siyasi Bir Renk AlmıĢtır”, Vakit, 5 Temmuz 1930. “ġark Hududumuza Tecavüzde Bulunan ġakiler”, Milliyet, 1 Temmuz 1930. “Tenkil Harekâtı BaĢladı”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1930. Akşam, 24 Temmuz 1930. Cumhuriyet, 23 Temmuz 1930. Milliyet, 3 Temmuz 1930. Milliyet, 11 Ağustos 1930. Milliyet, 19 Ağustos 1930. Milliyet, 20 Ağustos 1930. Vakit, 29 Temmuz 1930. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012 Bülent ŞENER 413 Vakit, 13 Ağustos 1930. Vakit, 23 Ağustos 1930. (Çevrimiçi) http://www.igdir.gov.tr/default_B0.aspx?content=134, 5 Ağustos 2010. History Studies Volume 4 Issue 4 Kasım /November 2012