Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı`nı Devraldı

advertisement
216
OCAK-ŞUBAT 2017
1965
2017
19 6 5
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ • OCAK-ŞUBAT 2017 SAYI: 216
İKV’DEN
YENİ YAYIN
Malta AB Konseyi Dönem
Başkanlığı’nı Devraldı
2017’de
Dünyayı Neler
Bekliyor?
Yakından Takip
Edilmesi Gereken
10 Gelişme
ABD’de Trump
Dönemi: Liberal
Dünyanın
Liderliğinden
Popülist
Otoriterliğe
Uluslararası
Taşımacılık
Sektörümüz
Adalet
Divanında
Hakkını Arıyor
19 6 5
İKV KURUCU VE MÜTEVELLİ KURUMLARI
İKV ’den
,den
Y
eni bir yıla başladığımız bugünlerde, dünyanın hızla ve şaşırtıcı
bir biçimde değiştiğine
tanıklık ediyoruz. 2017
başta ABD’de yeni seçilen Başkan
Donald Trump ile kuşkusuz birçok
değişime sahne olacak. Soğuk Savaşın bitimi ve SSCB’nin yıkılmasını takip eden günlerde, ABD’nin
hâkimiyetinde, liberal değerlere
dayalı yeni bir dünya düzeninin
ortaya çıktığı tespiti yaygınlık kazanmıştı. O tarihten bu yana geçen
yaklaşık 28 sene içinde dünyada
büyük devinimler ve dönüşümler
yaşandı: Körfez krizi, Yugoslavya’nın dağılması, 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak Savaşları,
renkli devrimler, Kosova’nın bağımsızlığı, Rusya’nın Gürcistan ve
Ukrayna’ya müdahalesi, küresel
finansal kriz, Arap Baharı, Suriye’de iç savaş gibi…
Tüm bu süreç zarfında, liberal
düzenin büyük yara aldığını, teknolojinin gelişmesi ile sınırların
ortadan kalktığı, küçülen dünyamızda, yeni ayrımların ortaya çıktığını, gelir eşitsizliğinin giderek
büyüdüğünü ve barışı tehdit eder
hale geldiğini, Rusya yakın çevresinde etki alanını genişletirken,
Çin ve Hindistan gibi gelişmekte
olan ülkelerin küresel yönetişimde ön plana çıktığını ve bu süreçte
tek kutuplu bir düzenden çok kutuplu bir düzene doğru geçmekte
olduğumuzu gördük. Kuşkusuz ki,
ABD’de “siyasi olarak doğru olma”
kavramı ile kesinlikle örtüşmeyen,
başkan olmak için gerekli niteliklere sahip olduğu şüpheli olan
sıra dışı bir adayın ABD başkanı
seçilmesi dünya düzeninde en kritik konuma sahip ülkenin gelecek
politikaları açısından gergin bir
bekleyişe yol açtı. 2017’nin bu ilk
aylarında “Trump faktörü”nün nasıl işleyeceği ve ne gibi sonuçlara
yol açacağı iyice ortaya çıkacak.
Türkiye ve AB ilişkileri ve AB
açısından bu yıl belirleyici olacak
olan konular ise Brexit sürecindeki gelişmeler, AB’nin Brexit sonrası geleceği tartışmaları, AB’nin 3
kritik ülkesinde -Hollanda, Fransa
ve Almanya- aşırı sağ partilerin
gölgesinde geçecek kritik seçimler, Türkiye ve AB arasındaki mülteci uzlaşısı ve vize serbestliğinin
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
1
İKV ’den
2
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
geleceği ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi sürecinde başlaması beklenen
resmi müzakereler... Türkiye’nin 15
Temmuz darbe girişimi sonrasında
toparlanması ve Kasım ayında AP’nin
Türkiye ile müzakereleri geçici olarak
askıya alma tavsiyesinden sonra AB
liderlerinin Türkiye’ye yönelik tavrının ne yönde gelişeceği de ilişkilerin
gidişatını büyük ölçüde belirleyecek.
Dergimizde, 2017 boyunca gerçekleşmesi beklenen ve gündemi belirleyeceği düşünülen 10 önemli gelişmeye yer verdik. İKV uzmanları bu 10
gelişmeyi sizler için yorumladı. Yeni
yılın bu ilk sayısının tüm yıl için yol
gösterici nitelikte olacağını umuyoruz.
Görüş bölümünde, Yrd. Doç. Dr.
Helin Sarı Ertem, ABD’de yeni Başkan
Donald Trump’ı mercek altına aldı ve
ABD’nin “liberal dünyanın liderliğinden popülist otoriterliğe” olan macerasını gözler önüne serdi.
İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray, Derginin bu sayısına iki yazıyla
katkıda bulundu. Görüş bölümünde
Türkiye’nin AB ile olan taşımacılık kotaları sorununu AB Adalet Divanına
gönderilen bir dava üzerinden ele alan
Nuray, Brüksel’den Bakınca bölümünde, AB ile başlaması beklenen Gümrük
Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerine ne kadar hazır olduğumuz sorusunu irdeliyor.
Dosya bölümünde 2017 Ocak ayı
itibariyle AB Konseyi dönem başkanlığını devralan Malta var. İKV Uzman
Yardımcısı Deniz Servantie bu Akdeniz
adasının siyasi rejiminden iklimine,
AB dönem başkanı olarak önceliklerinden ekonomik verilerine kadar
farklı yönlerini araştırdı.
Yine Dosya bölümünde İKV Uzman
Yardımcısı Emre Ataç, son dönemde
AB’nin en kritik meselesini ele aldı ve
Britanya’nın AB’yi terk etme sürecinde
Parlamento’nun da bu kararı onayla-
ması gerektiğinin altını çizen bir yazı
kaleme aldı.
Ekonomi Masası’nda İKV Kıdemli
Uzmanı Sema Gençay Çapanoğlu AB
ekonomisinin seyrini mercek altına
aldı ve AB ekonomilerinin yeni bir yılı
ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladığını belirtti. Çapanoğlu, Küresel Gündem’de ise bizleri dünya ekonomi ve
finans dünyasının kalbinin attığı Davos
Ekonomik Forumuna götürüyor ve küresel gündemdeki öncelikleri tanıtıyor.
Bu sayıya 3 yazı ile katkı veren Çapanoğlu, bu senenin yeni bölümlerinden
olan Sembol Şehirler bölümünü, Avrupa uygarlığının temellerinin yükseldiği, Roma Antlaşmalarının imzalandığı
Roma ile başlatıyor.
Politik Avrupa bölümünde AP’deki
çekişmeli seçimleri yakından takip
edebilirsiniz. İKV Kıdemli Uzmanı Yeliz Şahin, Antonio Tajani’nin muzaffer
çıktığı bu seçimlerin perde arkasını
gözler önüne serdi.
İş Dünyasının AB Perspektifi bölümünde, İKV’nin AB Bilgi Merkezi ile
birlikte, AB’nin Türkiye Delegasyonu
desteğiyle yayımladığı, AB fon ve programları konusundaki yayın tanıtılırken, Türkiye Ulusal Ajansı tarafından
hazırlanan yazıda, bu sene 30’uncu
yılına erişen Erasmus Programının
serencamı anlatılıyor. Avrupa gençliği
için Erasmus, kültürden kültüre kapıları açan bir anahtar, bundan 600 yıl
önce yaşamış Desiderius Erasmus’un
hümanizmini geleceği aktarmanın
önemli bir aracı konumunda.
Ekoloji Penceresi’nde İKV Uzmanı
İlge Kıvılcım, Paris Zirvesi ile iklim değişikliği ile mücadele konusunda kabul
edilen yeni rejim ve mevcut politikalar
arasındaki ikileme dikkat çekiyor.
Ayın Yayını bölümünde İKV Uzmanı Ahmet Ceran, “Şehir ve Toplum”
dergisinin Göç konusundaki özel sayısını tanıtıyor. Bu özel sayıyı gerçekten
‘özel’ kılan kuşkusuz ki Prof. Dr. Nermin Abadan Unat ve Prof. Dr. Kemal H.
Karpat gibi duayen isimlerin yanında,
göç konusunda önde gelen Prof. Dr.
Nuray Ekşi, Prof. Dr. Ayhan Kaya ve
Doç. Dr. M. Murat Erdoğan gibi isimlerin yazılarına yer vermesi...
Son olarak, AB hukukuna ayna tutan Güncel Hukuk bölümünde Dr. Ozan
Turhan, AB’de malların serbest dolaşımı ilkesinin yorumlanması açısından
emsal teşkil eden Doc Morris Davasını
mercek altına alıyor.
2017’de de okuyucularımızla bu
sayfalarda birlikte olmak dileğiyle,
keyifli okumalar diliyoruz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
3
İÇİN D EKİLER
216
OCAK-ŞUBAT
2017
İKV’DEN
İKV FAALİYETLERİ
6
7
8
9
9
10
11
12
13
14
16
17
İKV Başkanı, İngiltere Dış Ticaret Bakanı için Verilen Yemeğe Katıldı
Türkiye-AB KİK Üyeleri TOBB’da Bir Araya Geldi
“Varlık Fonu, İyi Yönetilirse Kalkınmaya Destek Sağlar”
İKV Başkanı Yılın Sivil Toplum Farkındalık Ödülleri Töreni’ne Katıldı
İKV, Büyükelçi Kaymakçı’yı Ağırladı
Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Gebze’de Ele Alındı
İKV’den Diyarbakır’a Ziyaret
“2017’de Türkiye-AB ilişkilerinin Lokomotifi Yenilenen Gümrük Birliği Olacak”
İKV’den Yeni Yayın: “Düşük Karbonlu Ekonomiye Geçiş: Temel Sektörler”
“OHAL Koşullarını İyileştirmeye Yönelik Düzenlemeler
AB Standartları Açısından Olumlu”
İKV Başkanı: “Brexit, Türkiye için Model Değildir”
İKV Heyeti, Belçika’nın İstanbul Başkonsolosu’nu Ziyaret Etti
GÜNDEM
18
20
AB Gündemi
Türkiye-AB Gündemi
GÖRÜŞ
22
34
40
2017’de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 10 Gelişme
ABD’de Trump Dönemi: “Liberal Dünya’nın Liderliğinden Popülist Otoriterliğe”
Uluslararası Taşımacılık Sektörümüz Adalet Divanında Hakkını Arıyor
DOSYA
44
52
Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı
Brexit için Parlamento Onayı Gerekiyor
EKONOMİ MASASI
56
AB Ekonomisi Dalgalı Denizlerde Seyrine Devam Ediyor
OCAK-ŞUBAT 2017 / SAYI: 216
İNFOGRAFİKLERLE AB
60
AB’nin Temel Karayolları İstatistikleri
POLİTİK AVRUPA
62
AP’de Çekişmeli Başkanlık Seçimi:
Büyük Koalisyon Out AB Yanlısı Koalisyon In
İŞ DÜNYASININ AB PERSPEKTİFİ
66
Türkiye’nin Katıldığı AB Programları
KÜRESEL GÜNDEM
70
Dünya Ekonomik Forumu’ndan Yansımalar
İktisadi Kalkınma Vakfı adına Sahibi:
Ayhan Zeytinoğlu
Sorumlu Yayın Yönetmeni:
Doç. Dr. Çiğdem Nas
Yazı İşleri Yönetmeni:
Gökhan Kilit
İlge Kıvılcım
Ahmet Ceran
Yönetim Yeri:
Esentepe Mahallesi , Harman Sokak
TOBB Plaza, No:10 Kat: 7-8 , Levent
34394 İstanbul
Tel: 0212-270 93 00
Faks: 0212-270 30 22
E-posta: [email protected]
Brüksel Ofisi:
Avenue de l’Yser 5-6 1040
Brüksel / Belçika
Tel: 00322-646 40 40
Faks: 00322-646 95 38
E-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yaygın süreli
ERASMUS’UN 30’UNCU YILI
74
30 Yıllık Başarı Hikâyesi: ERASMUS’tan ERASMUS+’a
EKOLOJİ PENCERESİ
78
Mevcut Politikalara Karşı Direnen Yeni Rejim
AYIN YAYINI
82
Türkiye’nin Göç Serüveninde Saygıdeğer Bir Durak:
Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı
SEMBOL ŞEHİRLER
84
AB’nin İlk Hukuki Temellerinin Atıldığı Şehir: Roma
GÜNCEL HUKUK
90
ABAD ve Malların Serbest Dolaşımı (2): Doc Morris Kararı
BRÜKSEL’DEN BAKINCA
92
Gümrük Birliği’nin Modernizasyonu Müzakereleri Başlamak Üzere (1):
Hazır mıyız?
Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Şubat 2017
Yayına Hazırlık
Genel Yönetmen
Gürhan Demirbaş
Genel Yönetmen Yardımcısı
Eser Soygüder Yıldız
Görsel Yönetmen
Hakan Kahveci
Editör
Hüseyin Vatansever
Gra ik&Tasarım
Şahin Bingöl
Fotoğraf Editörü
Eren Aktaş
Kurumsal Satış Yöneticisi
Özlem Adaş
Tel: 0212 440 27 65
Reklam Müdürü
Nazlı Demirel
Tel: 0212 440 27 69
İletişim
Tel: 0212 440 27 63 - 0212 440 29 68
e-posta: [email protected]
www.ajansdyayincilik.com
Baskı
Gezegen Basım Ltd. Şti
www.gezegenbasim.com.tr
Tel: 0212 325 71 25
Dergideki yazılar, kaynak gösterilerek,
kısmen veya tamamen yayımlanabilir.
Dergide yayınlanan makaleler ve katkılarda yazarlar tarafından açıklanan görüşler ve tercih edilen rapor ve kaynaklarda
belirtilen görüşler, İKV Dergisi’nin, yayın kurullarının, yayıncının veya editörlerin görüşlerini yansıtmamaktadır. Bilgi ve
görüşlerin sorumluluğu tamamen yazarlara aittir.
İKV dergisi ile ilgili her türlü bilgi ve talep için:
[email protected]
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
İKV Başkanı, İngiltere Dış Ticaret
Bakanı için Verilen Yemeğe Katıldı
İKV Başkanı Ayhan
Zeytinoğlu, 24 Ocak
2017 tarihinde, TOBB
Başkanı M. Rifat
Hisarcıklıoğlu’nun
ev sahipliğinde
İngiltere Dış Ticaret
Politikasından Sorumlu
Devlet Bakanı Lord
Price için verilen
çalışma yemeğine
katıldı.
6
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
İ
ş dünyası kuruluşlarının temsilcileri ve uzmanların katıldığı çalışma
yemeğinde TOBB Başkanı M. Rifat
Hisarcıklıoğlu’nun açış konuşmasını,
Bakan Lord Price ve İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Richard Moore’un
konuşmaları izledi. Türkiye-İngiltere
ticari ilişkileri ve Brexit (AB’den çıkış)
sürecinin ele alındığı toplantıda, İngiltere’nin AB’den ayrılması sürecinde iki
ülke arasındaki ticaretin zarar görmemesi ve ilişkilerin artırılması konuları
üzerinde duruldu.
Konuk Bakan Price, Brexit’e ilişkin
bilgi verirken, ilk yapılması gerekenin
ticari ilişkilerde boşluk bırakmamak
ve sonrasında da bu ilişkileri daha da
geliştirmek olduğunu söyledi. Türkiye’yi son derece güçlü bir ticaret ortağı olarak gördüklerini vurgulayan
Lord Price, iki ülke arasında önemli
ticari bağların bulunduğunu belirtti ve
Türkiye’nin özellikle turizm alanında
çok önemli bir destinasyon olduğunu
bildirdi. Bakan Price, kendisinin de 33
yıllık bir işadamı olduğunu ve Birleşik
Krallık’ta süpermarket zinciri işlettiğini hatırlattı.
Birleşik Krallık olarak öncelikle kendi zaman çizelgelerini belirleyeceklerinin altını çizen Price, AB ile yeni ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşmasının
müzakere edilmesi gerektiğini anlattı.
Güncel ticari konuları AB ortaklarıyla
devam ettirmek istediklerini ifade etti.
Serbest ticaret konusuna büyük önem
verdiklerini söyleyen İngiltere Dış Ticaret Politikasından Sorumlu Devlet
Bakanı Lord Price, dünya ticaretinde
koruyucu tedbirlerin artış gösterme-
sinden yakındı. Price, serbest ticaretin
insanların yoksulluktan kurtulması ve
daha ucuz ve kaliteli ürünlere ulaşmasını sağladığını vurguladı. Price, iş dünyası ve toplum başarısının iç içe olduğunu
belirterek, Birleşik Krallık’ta vergilerin
yüzde 75’inin iş kollarından geldiğine
dikkat çekti. Bakan Lord Price ayrıca
24 ülke gezerek, işadamları ve bakanlarla görüştüğünü bildirirken, Türkiye
ile ilişkileri derinleştirmek istediklerini
sözlerine ekledi.
TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu da konuşmasında iki ülke arasındaki
ekonomik, ticari ve politik ilişkilerin her
zaman kritik önem taşıdığına vurgu yaptı. Hisarcıklıoğlu, Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine her zaman
destek olduğunu ifade ederken, ikili ticari ilişkilerin seviyesinin 16 milyar dolara
ulaştığını anlattı. Bu rakamlarla Birleşik
Krallık’ın Türkiye’nin AB’deki ana ticaret
ortaklarından olduğunu bildiren TOBB
Başkanı, Türkiye’de yaklaşık 2 bin 800
İngiltere kökenli firma bulunduğu bilgisini verdi.
Türk iş dünyası olarak da Brexit
sürecini merakla takip ettiklerini kaydeden Hisarcıklıoğlu, “Bu Brexit sert
mi yoksa yumuşak mı olacak? Atılacak
adımlar, takip edilecek yol ne olacak?
AB’nin geleceği konusunda büyük etkileri olacağını biliyoruz. Türkiye ve AB
arasındaki Gümrük Birliği’nden dolayı
Türkiye-Birleşik Krallık ticari ilişkileri
üzerinde de etkisi olacaktır” diye konuştu. Açış konuşmalarının ardından
yemeğe katılan iş dünyası temsilci kuruluşları söz aldı. İKV Başkanı Zeytinoğlu,
İKV’nin 52 yıldır Türkiye’nin AB sürecini yakından izleyen, bu konuda düşünce
ve görüş üreten bir sivil toplum kuruluşu olduğunu belirtti. İngiltere’nin Türkiye için son derece önemli bir partner
ülke olduğunu kaydeden Zeytinoğlu,
İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecini
de yakından izlediğini ve bu süreçte iki
taraf arasında varılacak yeni modelin
AB entegrasyon sürecinin geleceği açısından önemli sonuçları olacağını kaydetti. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük
Birliği’nin modernizasyon sürecinin
önemine de değinen İKV Başkanı, müzakerelerin 2017 içinde başlamasının
planlandığını belirtti ve Gümrük Birliği’ne ilişkin sorunların çözümlenmesi
ve Gümrük Birliği’nin tarım, hizmetler ve kamu alımları gibi yeni alanlara
genişletilmesinin Türk ekonomisinin
gücü ve dinamizmi açısından olumlu
sonuçları olacağını vurguladı. ■
Türkiye-AB KİK Üyeleri TOBB’da Bir Araya Geldi
T
OBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun
dönem başkanlığını yürüttüğü Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi (KİK) üyeleri;
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, TİSK
Genel Sekreteri Bülent Pirler, TESK Genel
Başkanı Bendevi Palandöken, TZOB Genel
Başkanı Şemsi Bayraktar, HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, MEMUR-SEN Genel
Başkanı Ali Yalçın ve KAMU-SEN Genel Mevzuat Sekreteri Mehmet Özer 17 Şubat 2017
tarihinde TOBB’da bir araya geldi. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
7
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
“Varlık Fonu, İyi Yönetilirse
Kalkınmaya Destek Sağlar”
Türkiye’nin G20 ülkeleri
arasında Varlık Fonu
olmayan tek ülke
olduğunu belirten İKV
Başkanı Zeytinoğlu,
bu Fon ile kalkınma
hamlesine katkı
sağlanabileceğini
açıkladı ve Santiago
İlkeleri’nin önemini
vurguladı.
8
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
İ
KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu,
2016’nın Ağustos ayında yasayla kurulan ve 5 Şubat 2017 tarihinde bazı
kamu şirketleri ve mallarının aktarılması
ve yönetim kurulunun oluşturulması
ile işlerlik kazanan Türkiye Varlık Fonu
ile ilgili açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında Varlık Fonu
olmayan tek ülke olduğunu belirten İKV
Başkanı Zeytinoğlu, bu Fon ile Türkiye’nin kalkınma hamlesine katkı sağlanabileceğini ifade etti ve Varlık Fonları ile
ilgili uluslararası düzlemde oluşturulmuş
“Santiago İlkeleri”nden de söz etti ve Varlık Fonları ile ilgili iyi yönetişim kriterleri
olarak değerlendirilebilecek bu ilkelerin
dikkate alınması gereğini dile getiren
Zeytinoğlu şunları kaydetti:
“Dünyada varlık fonlarının durumuna
baktığımızda, özellikle 2000’li yıllar ve
sonrasında varlık fonlarının sayısının her
geçen yıl artmakta olduğunu görüyoruz.
2015 itibariyle egemen varlık fonlarının
kontrolünde yaklaşık 7,1 trilyon dolarlık
bir meblağ bulunmakta. Bu kaynaklar
gerek yurt içi, gerekse yurt dışında çeşitli
yatırımlar, projeler ve finansal işlemlere
kanalize ediliyor.
En önde gelen varlık fonları arasında
Norveç, Katar, BAE, Çin, Kuveyt ve Singapur’un oluşturdukları fonlardan söz
edebiliriz. Bu büyük fonların yanında
İrlanda, Kazakistan veya Fas gibi kimi ülkeler ise uzun vadeli yatırımları artırmak
ve ekonomik kalkınmayı hızlandırmak
için özelleştirme gelirleri gibi bazı kamusal kaynakları özel fonlara aktarıyor
ve stratejik bazı şirket veya projelere
yatırım yapıyor. Yukarıdaki örneklere
baktığımızda Türkiye’nin son örnekteki
ülkeler grubuna benzer şekilde davrandığını ve kalkınmasını finanse edecek
fon oluşturma çabası içinde olduğunu
söyleyebiliriz.”
“Varlık fonları ile ilgili
Santiago İlkeleri’ni
dikkate alalım”
İKV Başkanı Zeytinoğlu, Varlık fonunun kuruluşu ile büyüme oranında gelecek on yıl içinde yıllık yüzde 1,5 ek artış
sağlanmasının beklendiğini de belirtti
ve bu fonun etkili bir şekilde büyüme ile
kalkınmaya katkı sağlaması için piyasa
mantığı içinde yönetilmesinin yanında,
şeffaflık ve hesap verebilirlik prensiplerine de sadık kalınması gerektiğini
vurguladı. İKV Başkanı bu bağlamda,
Varlık Fonları için uluslararası davranış
kurallarını belirleyen Santiago İlkelerini
gündeme getirdi:
“Eğer ilgili Kanun’un gerekçesinde
belirtildiği gibi Türkiye Varlık Fonu’nun
gelecek on yıl içinde büyüme oranında
yüzde 1,5’lik ek artış sağlamasını istiyorsak, bu Fonun piyasa mantığı içinde
etkin ve etkili bir şekilde yönetilmesinin
yanında, hukuki çerçevesinin net olarak
çizilmesi ve iyi yönetişim ilkeleri uyarınca idaresi büyük önem taşıyor. 2009
yılında kurulan “Uluslararası Egemen
Varlık Fonları Forumu” çerçevesinde
oluşturulan Santiago İlkeleri, Varlık
fonlarının yönetimi ve denetimi için iyi
yönetişim standartlarını ortaya koyuyor.
Varlık fonlarının “iyi hal kâğıdı” olarak
da adlandırılabilecek olan bu ilkeler 24
ilkeden oluşuyor ve iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından uygun
düzenlemeleri ve sağlıklı uzun vadeli
yatırımlar için uygun prosedürleri ortaya koyuyor. Yani, yeterince bilinmeyen
bu fonların üzerindeki soru işaretlerini
kaldırmak ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bu ilkelerin benimsenmesi
ve takibi en iyi reçeteyi sunuyor diyebiliriz.” ■
İKV Başkanı Yılın Sivil Toplum
Farkındalık Ödülleri Töreni’ne Katıldı
İ
KV Başkanı Ayhan
Z ey t i n o ğ l u , A K
Parti Sivil Toplum ve
Halkla İlişkiler Başkanlığı tarafından
düzenlenen “Yılın
Sivil Toplum Farkındalık Ödülleri Töreni”ne katıldı. 1 Şubat
2017 tarihinde Ankara’da düzenlenen
törende çeşitli kategorilerde başarılı
bulunan sivil toplum
kuruluşları ödüllerini aldı. ■
İKV, Büyükelçi
Kaymakçı’yı Ağırladı
A
B Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakçı, 26 Ocak 2017 tarihinde,
Brüksel’de görevine başlamadan hemen
önce İKV’ye nezaket ziyaretinde bulun-
du. Büyükelçi Kaymakçı, İKV Başkanı
Ayhan Zeytinoğlu ve İKV heyeti ile bir
araya geldi. Ziyarette Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan son gelişmeler ve muhtemel işbirliği olanakları ele alındı. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
9
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
Gümrük Birliği’nin
Güncellenmesi Gebze’de Ele Alındı
kidiğini belirtirken, bunun en önemli
nedeninin Türkiye’nin AB’ye tam üyelik
sürecinin uzayacağının öngörülememesi
olduğunu söyledi. Nuray, karşılıklı hazırlanan etki analizi raporlarının başarılı
olabilmesi için değişken verilerin hesaba katılması gerektiğini ifade ederken,
istatistiksel verinin yanında toplumsal
dinamiklerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi. Hazırlanan
etki analizlerinin, makro etki analizi
olduğunu ifade eden Nuray, bu analizlerin müzakere masasının ana özneleri
olan AB ve Türkiye’ye sadece yardımcı
olacağını vurguladı.
Hedef: Türkiye’nin
Sınıf Atlaması
İKV, Kocaeli AB Bilgi
Merkezi ve Gebze
Teknik Üniversitesi
işbirliğiyle, “TürkiyeAB İlişkileri Işığında
Gümrük Birliği” isimli
bir panelde Gümrük
Birliği’nin güncelleme
sürecini masaya yatırdı.
10
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
T
ürkiye-AB İlişkileri Işığında Gümrük Birliği panelinin açış konuşması Gebze Teknik Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Haluk Görgün tarafından gerçekleştirilirken, İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray, İKV Strateji ve İş
Geliştirme Müdürü M. Gökhan Kilit ve
Gebze Teknik Üniversitesi’nden Yrd. Doç.
Dr. Hande Barlın birer sunum yaptı.
Haluk Nuray konuşmasında Gümrük
Birliği’nin nasıl güncellenmesi gerektiğini ve yapılan etki analizlerini değerlendirdi. Nuray, mevcut Gümrük Birliği’nin
kısa vadeli olarak planlandığını ve es-
Ekonomi Bakanlığı tarafından yaptırılan etki analizine değinen Nuray, rakamlarla beraber değişken verilere de
dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Nuray, AB’nin hazırladığı etki analizinde ise
Türkiye ile AB arasındaki 1996 ve 2014
yıllarındaki ithalat-ihracat rakamlarına
değinerek değerlendirmelerde bulundu.
Bu rapora göre Türkiye’nin geçen zaman
içinde dış ticaret ülkesi haline geldiği
görüldüğünü analiz eden Nuray, yeni güncellemede hedefimizin Türkiye’nin ticari
olarak sınıf atlaması ve sanayimize katma
değer kazandırmasının önemine dikkat
çekti. Nuray, konuşmasında özetle mevcut Gümrük Birliği’nin revize edilmesi
gerektiğini ve AB değerler zincirine katılımın gerçekleştirilmesinin altını çizdi.
İKV Strateji ve İş Geliştirme Müdürü
M. Gökhan Kilit, konuşmasında Gümrük
Birliği’nin bugün eksik kalan yönlerine
ve tarım sektörünün mevcut anlaşmada
ile güncellenme sonrasındaki durumunu
istatistiksel verilerle açıkladı. Kilit, tarım
konusunda karşımızda ortak tarım politikası ve yüksek verimliliği ile dünyanın
en büyük birliğinin olduğunu belirtti.
Kilit, bu güncellemenin AB’ye göre zayıf
olduğumuz tarım ticaretimiz açısından
iyi yönetilirse bir fırsata dönüşebileceğini söyledi.
Ekonomi Bakanlığı’nın yayımladığı
etki analizinde tarım sektörü için muhtemel 4 senaryoya değinen Kilit, olası
durumlarda Türkiye’nin tarımdaki konumu, AB’de tarım ile rakamlarla bir
karşılaştırma yaptı. Kilit, tarım ürünlerini yüksek fiyattan satmayı başarabilen
Avrupa’nın tarım sektörünün büyüklüğünün 250 milyar avro olduğunu söylerken, AB’nin tarım sektöründe dünyanın
en büyük gücü olduğunu ifade etti. Kilit,
İ
KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu
ve beraberindeki heyet 13 Ocak
2017 tarihinde Diyarbakır’a bir
ziyarette bulundu. Ziyarette Başkan
Ayhan Zeytinoğlu ile birlikte Adana
Ticaret Odası Başkanı ve İKV Yönetim Kurulu Muhasip Üyesi Atilla
Menevşe, İKV Genel Sekreteri Doç.
Dr. Çiğdem Nas, Araştırma Müdürü
Çisel İleri ve Strateji ve İş Geliştirme
Müdürü Gökhan Kilit İKV heyetinde
yer aldı. Aynı zamanda İKV Yönetim
Kurulu Üyesi olan Diyarbakır Ticaret
ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Ahmet Sayar’ın davetiyle gerçekleşen
ziyarette önce Valilik ziyaret edildi.
Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy’un
heyeti kabulünden sonra, İçkale
Açıkhava Müzesi gezildi ve DTSO’da
Yönetim Kurulu Üyeleri ile toplantı
gerçekleştirildi. Programın öğleden
sonraki kısmında ise Dicle Üniversitesi’nde bir seminer düzenlendi.
AB’ye tam üyeliğin tarım sektörüne etkisini yeni üye ülkelerle örneklendirerek
rakamlarla ortaya koydu. Coğrafi işaretli ürünlerin AB tarım pazarında 55
milyar avroluk rakama sahip olduğunu
söyleyen Kilit, yöresel ürünlerin coğrafi
işaret alması ve tarımsal ihracatın neden
önemli olduğuna vurgu yaptı. Kilit, Türkiye’nin tarımsal üretim büyüklüğüne
değinerek, Türkiye’de tarımın başlıca
beş sorununun altını çizdi:
• Tarımsal işletmelerin küçük olması,
• Tarım arazilerinin parçalı olması,
• Sulamanın yetersizliği,
• Kırsal kalkınmanın yetersizliği,
• Tarım işletmelerine ait tarımsal istatistiğin yeterli olarak tutulmaması.
“Tarım sektöründeki
sorunlar çözülmeli”
AB’de tarım arazilerinin Türkiye’deki tarım arazilerinden yaklaşık 4 kat
daha büyük olduğunu belirten Kilit,
AB’nin Türkiye’nin yalnızca 2 katı işçi
çalıştırarak yüksek verimlilik elde ettiğini söyledi. Ayrıca düşük rekabet gücü
olan alanlarda üretimi azaltarak rekabet
gücümüzün yüksek olduğu alanlara yoğunlaşmanın sağlanmasının önemine
değine Kilit, rekabet gücünün az olduğu
sektörde üretimin tamamen durmaması gerektiğini; çünkü üretimin bir
kültür meselesi olduğunu vurguladı.
Tarım ürünlerinde katma değer kazandırmanın gerekliliğinden bahseden Kilit, Gümrük Birliği’nin güncellemesinin
tarım sektöründeki sorunlar çözüldüğü
takdirde Türkiye’yi olumlu yönde etkileyeceğini söyledi.
Son olarak, Gebze Teknik Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Hande Barlın
bir konuşma yaptı. Konuşmasında genel olarak Gümrük Birliği’nin hizmetler
sektörüne etkilerinden bahseden Barlın,
en büyük sektör olan hizmetler sektörünün Türkiye ile AB’deki durumundan ve
sürecin topluma daha etkin anlatılması
gerektiğini söyledi. ■
İKV’den Diyarbakır’a Ziyaret
“AB sürecinde Son Gelişmeler: AB
Kriterleri, Uyum Çabaları ve Kazanımlar” adlı seminerde Türkiye’nin AB katılım müzakereleri sürecinin durumu
ve sorunları, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve tarım sektörüne etkileri, AB
fon ve programları ile Orta Doğu’daki
gelişmelerin Türkiye-AB ilişkilerine etkileri konuları ele alındı. Seminerde açış
konuşmaları DTSO Başkanı Ahmet Sayar, İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Dicle
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr.
Tahsin Kılıçoğlu ve Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy tarafından yapıldı. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
11
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
“2017’de Türkiye-AB İlişkilerinin Lokomotifi
Yenilenen Gümrük Birliği Olacak”
İKV Başkanı Ayhan
Zeytinoğlu,
Gümrük Birliği’nin
güncellenmesinin
Türkiye’nin üretim
kapasitesi, tarımsal
verimliliği, hizmet
ihracatı ve dış
pazarlardaki rekabet
gücünü artıracağını,
norm ve standartlarda
AB ile entegrasyonu
sağlayacağını açıkladı.
12
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
2
017’de Türkiye’nin AB sürecinde
en öne çıkacak alanların başında
Gümrük Birliği’nin güncellenme
süreci geliyor. 2015’in Mayıs ayında Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve Avrupa Komisyonunun Ticaretten Sorumlu
Üyesi Cecilia Malmström’ün başlattığı
süreçte hazırlık çalışmaları tamamlanmak üzere. Resmi müzakerelerin ise
2017 içinde başlaması öngörülüyor. İKV
Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin Türkiye’nin
üretim kapasitesi, tarımsal verimliliği,
hizmet ihracatı ve dış pazarlardaki rekabet gücünü artıracağını ve norm ve
standartlarda AB ile entegrasyonu sağlayacağını belirtti.
Gümrük Birliği’nin güncellenmesi
süreci ile birlikte tarım, hizmetler ve
kamu alımları gibi yeni alanlar ele alınacak.
“Türkiye’yi orta gelir
tuzağından çıkarmakta kilit
rol oynayacak”
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 20
yıldır yürürlükte olan Gümrük Birliği’nin
Türk sanayii ve dış ticaretine önemli
katkıda bulunduğunu, AB ile dış ticaret
hacmi 4 katına çıkarken, dış pazarlarda
rekabet gücünün arttığını belirtti. Zeytinoğlu bu faydalarına rağmen, Gümrük
Birliği’nin artık güncel gelişmelerin gerisinde kaldığını ve sağlanan faydanın da
aşındığını ekledi. Zeytinoğlu sözlerine
şöyle devam etti:
“Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin milli gelire, istihdama, yabancı ya-
tırımlara ve dış ticarete önemli katkı sağlamasını bekliyoruz.
Ekonomi Bakanlığımız ve Avrupa Komisyonu tarafından
yaptırılan araştırmalar özellikle yıllık bazda GSYH’da ve ihracatta öngörülen artışı ortaya koyuyor. Avrupa Komisyonunca
yapılan etki analizinde, GSYH’nın reel olarak yüzde 1,44’lük
(12.5 milyar avro) artışa yol açması bekleniyor. Ekonomi
Bakanlığımızca hazırlatılan çalışmada ise 2030 itibarıyla, GSYH’da yüzde 1,9 oranında, AB’ye yapılan ihracatta yüzde 24,4
oranında artışa yol açacağı tahmin edilmiştir.”
“AB ile birlikte STA’ların artırılması
beklenen faydaları sağlayacak”
İKV Başkanı etki analizleri ile varılan tahminlerin, Gümrük
Birliği’nin derinleştirilmesi ve Türkiye’nin üçüncü ülkeler ile
AB’nin imzaladığı STA’lara dahil olması halinde geçerli olacağını vurguladı:
“Yapılan etki analizlerinde farklı senaryolardan yola çıkarak hesaplamalar yapılıyor. Gümrük Birliği’nin olduğu
gibi kalması, yerini kapsamlı bir STA’ya bırakması gibi farklı
senaryolar arasında iki taraf için de en karlı olması beklenen
senaryo Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi alternatifi. Buna
göre Gümrük Birliği’nin işleyişi iyileştirilecek, yani uyuşmazlıkların çözümü mekanizmaları güçlendirilecek, Türkiye’nin
AB’nin imzaladığı STA’lardan faydalanması sağlanacak. Aynı
zamanda, Gümrük Birliği’ne hizmet ticareti, kamu alımları
piyasaları ve tarım ürünleri de eklenecek. Bu şekilde karşılıklı olarak pazarların daha açık hale gelmesi ve Türkiye’nin
üçüncü ülkeler ile imzalanan STA’lar ile ilgili olarak yaşadığı
dezavantajların ortadan kaldırılması AB düzenlemelerine
uyum düzeyini artıracak ve ekonominin genelinde önemli bir
canlanma sağlayacak.”
Güncelleme iç piyasada rekabeti artıracak
Başkan Zeytinoğlu son olarak, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin sektörel etkilerine de değindi:
“Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci iç piyasada rekabeti artıracaktır. Bunun başlangıçta zorlayıcı etkileri olsa da,
orta ve uzun vadede, sanayide üçüncü ülkeler ile imzalanacak
STA’lar ile pazar payının artmasının yanında çeşitli tarım
ürünleri gruplarında ve hizmet sektörlerinde verimliliği ve
üretkenliği tetikleyecektir. Motorlu taşıtlar, elektrikli aletler,
tekstil ve ayakkabı gibi sanayi ürünleri, gıda sektörü, taze
meyve ve sebze, kabuklu yemişler gibi tarım ürünleri ve inşaat,
ulaştırma, mali hizmetler, rekreasyonel hizmetler gibi alanlarda ihracatı arttırması beklenmektedir. Sanayi dışında, tarım
ve hizmet sektörlerine daha fazla yabancı yatırım çekilecek
ve yeni iş alanları yaratılacaktır. Söz konusu sürecin, mevzuat
düzeyinde AB’ye uyumu da artıracağı gibi, şeffaflık, hesap verebilirlik, öngörülebilirlik, hukuki denetim gibi iyi yönetişim
ilkelerinin yerleşmesinde ön ayak olacağını umuyoruz.” ■
İKV’den Yeni Yayın: “Düşük
Karbonlu Ekonomiye Geçiş:
Temel Sektörler”
4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe giren Paris Anlaşması ve yeni DÜûÜK KARBONLU EKONOMúYE GEÇúû:
TEMEL SEKTÖRLER
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri,
küresel iklim değişikliği ve kalkınma
politikalarının çatısı niteliği taşıyor.
Ancak mevcut politikalarla Paris Anlaşması’nın uygulanmasının mümkün
olmadığı BM tarafından da açıklandı.
AB’nin resmi ajansı olan Avrupa
Çevre Ajansı’nın verilerine göre, AB
halihazırda 2020 hedeflerine ulaşma eğilimini sürdürmekte
olup, Paris Anlaşması ve Enerji Birliği önceliğinde 2030 yılı
ve sonrasına yönelik ek tedbirleri hayata geçirmeye başladı.
Bu bağlamda, AB Emisyon Ticaret Sistemi (AB ETS) sektörleri dışında kalan tarım, atık, binalar ve ulaştırma sektörlerinin yanı sıra arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği
ve ormancılık sektörlerini kapsayan kapsamlı paketini temmuz ayında sunarak, düşük karbonlu ekonomiye geçişte
sektörel hedeflerini gündeme aldı.
Türkiye’de ise düşük karbonlu ekonomiye geçiş çalışmalarında özellikle İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP), temel metin olarak kullanılıyor. 2011-2023 dönemini kapsayan İDEP
çerçevesinde, AB ETS ve bu sistem dışında kalan sektörler
üzerinden hedeflere ulaşmak için çalışmalara devam ediliyor.
Türkiye’de Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik, tamamen AB ETS’ye uyum çalışması olarak hazırlandı
ve AB’nin bu sistemi dahilinde olan sektörlere yönelik emisyonların raporlanması, izlenmesi ve doğrulanması (MRV)
sürecini içeriyor. Bu noktada, söz konusu mevzuatın sadece
emisyonların raporlanmasına yönelik olduğunu belirtmek gerekiyor. Emisyonların 1990-2014 döneminde yüzde 125 artığı Türkiye’de, emisyonların azaltılmasına yönelik çalışmaların
hızlanması gerektiği Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu’nun yanı sıra uluslararası raporlarda da yerini aldı.
İKV Uzmanı İlge Kıvılcım tarafından hazırlanan “Düşük
Karbonlu Ekonomiye Geçiş: Temel Sektörler” başlıklı İKV
Yayını (No: 292) ile küresel politikaların yönü, emisyonlardaki son durumun yanı sıra AB ve Türkiye’deki sektörle
değişimlere genel bir bakış sunuluyor. Çalışmanın, çevre koruma ve iklim değişikliği çalışmalarına gönül vermiş genç
araştırmacıların çalışmalarına ve iklim değişikliği gibi son
derece güncel bir konuda farkındalığın artırılmasına katkı
sağlaması temennisiyle İKV bu çalışmayı tüm okuyucularının dikkatine sunuyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI YAYINLARI
Yayın No: 292
19 65
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
1995
2017
13
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
“OHAL Koşullarını İyileştirmeye
Yönelik Düzenlemeler AB
Standartları Açısından Olumlu”
OHAL’lerin Avrupa sahnesinde yeni bir fenomen olmadığını
ifade eden Ayhan Zeytinoğlu, 23 Ocak tarihinde yayımlanan
KHK’ların OHAL koşullarını iyileştirmeye yönelik hükümlerini
olumlu değerlendirdi.
İ
KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 23
Ocak tarihinde kabul edilen Kanun
Hükmünde Kararnameler (KHK)
kapsamında olağanüstü hal (OHAL) koşullarını iyileştirmeye yönelik düzenle-
14
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
meleri olumlu karşıladığını ifade etti ve
bunun Türkiye’de iş yapma ortamına da
katkı sağlayacağını belirtti.
Bilindiği üzere 15 Temmuz gecesi
Türk demokrasisine karşı gerçekleşti-
rilen hain darbe teşebbüsü toplumun
bütün kesimleri tarafından büyük bir
demokrasi mücadelesi verilerek püskürtülmüştü. Devamındaki restorasyon
sürecinde 21 Temmuz’da 3 ay süreyle
OHAL ilan edilmiş ardından OHAL süresi
3 ay daha uzatılmıştı.
İKV Başkanı Zeytinoğlu OHAL’i
şöyle değerlendirdi: “OHAL’ler Avrupa sahnesinde yeni bir fenomen değil. Fransa’da 13 Kasım 2015’te gerçekleşen terör saldırılarının ardından
ilan edilen OHAL, 5’inci kez uzatıldı.
Hatırlanacağı üzere Brüksel’de yaşanan terör saldırısı sebebiyle Belçika’da
sokağa çıkma yasağına varan OHAL
uygulamaları gerçekleşmişti. Pek çok
AB ülkesinde ulusal güvenlik ve terörle
mücadeleye ilişkin uygulamalarda dikkate değer bir sertleşme eğilimi göze
çarpıyor. Bu eğilimin sebebini küresel
boyutlara ulaşan terör, çözülemeyen
bölgesel istikrarsızlıklar ve devasa
kitlesel göç hareketleriyle açıklamak
mümkün. Türkiye’deki uygulama da
benzer dinamiklere dayanıyor. Türkiye’deki OHAL uygulamasının batılı bir
demokrasiye yakışır şekilde orantılı,
geçici ve hukukun üstünlüğüne dayalı
olması gerekiyor. Dolayısıyla 23 Ocak
tarihinde yayımlanan KHK’ların OHAL
koşullarını iyileştirmeye yönelik hükümlerini AB standartlarına uyum
açısından olumlu buluyoruz.”
Resmi Gazete’de yayımlandığı şekliyle son KHK’lar, OHAL uygulamasına
ilişkin şu değişiklikleri öngörüyor:
- Gözaltı süresinin 30 günden, yakalama anından itibaren 7 güne indirilmesi; savcı, kararıyla bu sürenin,
delilleri toplanmasındaki güçlük
veya şüpheli sayısının çokluğu hallerinde 7 gün daha uzatılabilmesi;
- Terörle Mücadele Kanunu’na giren
suçlarda gözaltındaki şüphelinin
savcı kararıyla, müdafii ile görüşme hakkını 5 gün süreyle kısıtlayan
hükmün kaldırılması;
- OHAL KHK’larının öngördüğü uygulamalara ilişkin itirazların Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna taşınabilmesi.
“Avrupa Konseyinin
Türkiye’yi denetim sürecine
almaması memnuniyet verici”
İKV Başkanı Zeytinoğlu konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Türkiye’deki
OHAL sürecinin Avrupa tarafından da
yakından takip edildiğini belirtti. Türkiye’deki demokratik kurumların işleyişinin 23 Ocak tarihinde Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından da gündeme alındığını hatırlatan
İKV Başkanı Zeytinoğlu, açıklamasını
şöyle sürdürdü:
“AKPM tarafından, konunun acil
gündem maddesi olarak tartışılmasına
yönelik teklif, AKPM Genel Kurulunda 3’te 2 çoğunluğun sağlanamaması sebebiyle reddedildi. Bu, şüphesiz
Türkiye için olumlu bir gelişmedir.
Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin
garanti altına alınması noktasında AB
kurumlarının ve Türkiye’nin parçası
olduğu diğer uluslararası işbirliklerinin uyarılarının dikkate alınmasının,
Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi, yatırım
yapılabilir bir ülke olarak konumu ve
Türk vatandaşlarının refahı açısından
da kritik önem taşıdığını görüyoruz. Bu
açıdan Avrupa Komisyonu tarafından
9 Kasım’da yayımlanan 2016 İlerleme
Raporu’nda OHAL uygulamalarına ilişkin geniş yer bulan değerlendirmeler
dikkate alınmalı.”
“Sağlıklı bir Gümrük Birliği
modernizasyon süreci için
Kopenhag Kriterleri önemli”
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu 23
Ocak tarihinde kabul edilen KHK’ların,
Avrupa’nın uyarılarının karşılanmasına
yönelik olumlu gelişmeler olduğunu
ifade etti ve ekledi:
“AB’nin, dünya tarihinin en başarılı
ekonomik entegrasyon projesi olması
aslında temel hak ve özgürlükler ile
iyi yönetişime verdiği öneme dayanıyor. Ekonomi Bakanlığı verilerine
göre 2016 yılı Ocak-Kasım döneminde
Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı
yatırımın yüzde 54’ü AB ülkelerinden
gerçekleşti. Türkiye’ye en fazla oranda
yatırımı yapabilecek gelişmişlik düzeyindeki 3 AB ülkesi Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık’ın aynı zamanda
2016 Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 113 ülke arasında ilk 10’da yer
alması rastlantı değil. Dünyanın en
gelişmiş 20 ekonomisi kabul edilen
G20’nin üyesi olan Türkiye’de uluslararası yatırımların artması, iş yapma
ortamının iyileşmesi ve sağlıklı bir
Gümrük Birliği modernizasyon müzakere sürecinin gerçekleşmesi için
Kopenhag kriterlerine uyum da büyük
önem taşıyor.” ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
15
İ K V FA A L İ Y E T L E R İ
İKV Başkanı: “Brexit, Türkiye
için Model Değildir”
Britanya’nın AB’den
ayrılma sürecinin
Türkiye’de yakından
takip edildiğini belirten
Ayhan Zeytinoğlu,
AB ile mevcut ilişkiler
ve tam üyelik hedefi
nedeniyle Türkiye’nin
durumunun farklı
olduğunu vurguladı.
16
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
B
ritanya Başbakanı Theresa May’in
Türkiye ziyareti sonrasında, İKV
Başkanı Ayhan Zeytinoğlu Britanya’nın AB’den çıkış sürecini yorumladı.
Zeytinoğlu, öncelikle Brexit olarak adlandırılan bu sürece açıklık getirdi:
“Britanya halkı 23 Haziran’da yapılan referandumda yüzde 51,9 oy oranı
ile AB üyeliğinden ayrılmak yönünde
tercihini belirtmişti. Geçtiğimiz hafta referandum sonucunun tek başına yeterli
olmadığı ve Parlamento’nun onayına
sunulması gerektiği Yüksek Mahkeme
tarafından karara bağlandı. Bu kararın
Parlamentodan geçmesine bağlı olarak,
Mart ayında Britanya’nın üyelikten çıkmak için resmen AB’ye başvurusunu
sunmasını bekliyoruz. Resmi başvurudan sonra ise, Britanya ve AB arasında
üyelikten çıkışın koşullarını belirleyecek
olan bir anlaşma için müzakereler başlayacak. Bu müzakerelerde iki konunun
açıklığa kavuşturulması gerekiyor:
- Birincisi, Britanya’nın AB üyeliğinin
sona ermesi ile ilgili koşullar yani sürecin nasıl ilerleyeceği, Britanya’nın
AB kurumlarından ve bütçeden çekilmesi, AB hukukunun Britanya’daki geçerliğinin durdurulması gibi
konuların belirlenmesi;
- İkincisi ise AB üyeliği sonrasında
Britanya ve AB arasındaki ilişkileri
düzenleyecek yeni bir anlaşmanın
müzakere edilmesi.”
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Britanya’nın AB’den çıkmasının AB açısından sarsıcı etkileri olabileceğini ancak
bu sürecin AB açısından tehdit olduğu
kadar fırsatlar da barındırdığını belirtti.
“Britanya, 60’ın üzerinde
ticaret anlaşmasından da
ayrılacak”
Zeytinoğlu, Britanya’nın mal ve hizmet ticaretinin yarısına yakınını AB ülkelerine yaptığını ve üyelikten çıkış sonrasında AB ile kapsamlı yeni bir anlaşma
imzalamasının kritik önemde olduğunu
ekledi:
“Britanya’nın almış olduğu AB’den
çıkış kararı, özellikle dış ticarette bağımsız bir politika izlemesinin önünü
açacak ama bugün AB’nin 60’ın üzerinde ülke ve ülkeler grubu ile imzalamış
olduğu ticaret anlaşmalarından da ayrılması ve söz konusu ülkeler ile yeni
anlaşmalar imzalamak için tekrar müzakere etmesi gerekecek. Yani Britanya AB
üyeliğinin yükümlülüklerinden kurtulacak ama avantajlarından da mahrum
olacak. AB için de elbette Britanya gibi
bir ülkeyi kaybetmenin zorlayıcı etkileri
olacak. Ancak, AB’nin çözülmesine yol
açacağını düşünmüyorum. AB iç pazarına dahil olmanın getirdiği avantajlar
diğer ülkelerin çıkmasını engelleyecektir. Britanya’nın çıkış sürecinin zor ve
karmaşık bir süreç olması ve faydadan
çok zarar getirmesi nedeniyle diğer üyeler için olumsuz bir örnek olacak diye
düşünüyorum.”
“Britanya, Türkiye için
model olamaz”
İKV Başkanı son olarak süreci Türkiye açısından ele aldı ve kamuoyunda ifade edilen bazı görüşlerin aksine,
Brexit’in Türkiye için bir model olamayacağını belirtti:
“Brexit süreci Türkiye’de de yakından izleniyor ve ülkemiz için bir model
oluşturabilir mi sorusu akla geliyor. Britanya’da hükümetin yaklaşımına bakarsak, AB üyeliğinden ayrılması sonrasında AB ile derin ve kapsamlı bir serbest
ticaret anlaşması imzalamaya sıcak baktığı görülüyor. Yani dış ticarette AB’den
bağımsız, bunun yanında AB ile mal ve
hizmet ticaretinde serbestliği öngören
bir modeli hedefliyor. Oysa Türkiye’nin
AB ile halihazırda işleyen bir Gümrük
Birliği var ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ve güncellenmesi için bu sene
içinde resmi müzakerelerin başlatılması
gündemde.
Gümrük Birliği’nin güncellenmesi
süreci Türkiye’nin AB norm ve standartlarına uyumunu ve AB müktesebatına daha fazla yakınlaşmasını da gerektirecek. Yani Britanya AB’den çıkmayı
müzakere ederken, Türkiye olarak biz
AB ile daha ileri entegrasyona ulaşmayı hedefliyoruz. Tabii ki bu sürecin
sonunda tam üyelik hedefimiz de devam ediyor. Tam üyelik ve AB ile daha
yakın entegrasyonun Türkiye’de siyasi
ve ekonomik reformların tetikleyicisi
olacağını ümit ediyoruz. Bu genel tabloya bakınca, AB ile mevcut ilişkilerin
durumu ve tam üyelik hedefi Brexit’in
Türkiye için bir model olamayacağını
ortaya koyuyor.” ■
İKV Heyeti, Belçika’nın İstanbul
Başkonsolosu’nu Ziyaret Etti
İ
KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu ve beraberindeki
heyet, 26 Ocak 2017 tarihinde, Belçika’nın İstanbul
Başkonsolosu Sophie De
Smedt’i ziyaret etti. Görüşmede, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan son gelişmelerin
yanı sıra İKV’nin 2017 çalışma programı ve muhtemel
işbirliği olanakları ele alındı.
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, görevine yeni atanan Başkonsolos Sophie De Smedt’i
tebrik ederken kendisine bir
plaket takdim etti. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
17
AB GÜN D EMİ
1 Ocak
17 Ocak
Malta AB Konseyi Dönem
Başkanlığı’nı Devraldı
Britanya Başbakanı
Theresa May’in Brexit Stratejisi
Malta, AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı
Slovakya’dan devraldı. 2004 yılında AB üyesi
olan, 2007 yılında Schengen Bölgesi’ne entegre
olan ve 2008 yılında ise Avro Alanı’na dâhil olan
Malta, ilk kez AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı
yürütme görevini üstleniyor.
Britanya Başbakanı Theresa May, ülkesinin
AB’den ayrılmasına (Brexit) yönelik stratejisini
açıkladı. Strateji, AB ile müzakerelerde
ulaşılması amaçlanan 12 hedeften oluşuyor.
17 Ocak
AP’de Çekişmeli Seçimin
Galibi Antonio Tajani
Avrupa Halk Partisi (EPP) adayı İtalyan Antonio
Tajani, en yakın rakibi Sosyal Demokrat (S&D)
Grubu Başkanı Gianni Pittella ile karşı karşıya
geldiği dördüncü ve son turda, 282 oya karşı
351 oyla yeni AP Başkanı seçildi.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
12
13
14
3 Şubat
15 Şubat
AB Liderleri Malta’da Bir Araya Geldi
AP’den CETA’ya Kritik Onay
AB ülkelerinin liderleri ile Avrupa
Komisyonunun kilit figürleri Malta’da bir araya
geldi. Malta Başbakanı Joseph Muscat’ın ev
sahipliğinde ve Konsey Başkanı Donald Tusk
yönetiminde gerçekleştirilen Malta Zirvesi’nin
ana gündem maddeleri mülteci krizi ve AB’nin
geleceği tartışmalarıydı.
AB ve Kanada arasındaki Kapsamlı Ekonomik
ve Ticaret Anlaşması’na (Comprehensive
Economic and Trade Agreement-CETA) yönelik
uzun yıllardır süren müzakerelerin ardından
söz konusu anlaşma AP Genel Kurulu’nda 254
“ret” oyuna karşı 408 “evet” oyuyla kabul edildi.
13 Şubat
Komisyonun Kış Ekonomik
Tahmin Raporu Yayımlandı
Kış Dönemi Ekonomik Tahmin Raporu’na göre,
AB geçen yıl olumsuz küresel gelişmelere
karşı dayanıklılık gösterirken, ekonomik
toparlanmanın bu yıl ve önümüzdeki yıl da
sürmesi bekleniyor.
18
11
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
15
16
21 Ocak
26 Ocak
Avrupalı Aşırı Sağcı Liderler
Almanya’da Buluştu
Brexit Yasa Tasarısı
Britanya Parlamentosu’nda
Avrupa’nın aşırı sağ parti liderlerinden
Almanya için Alternatif (AfD) lideri Frauke
Petry, Fransa’nın Ulusal Cephe lideri Marine Le
Pen, Hollanda’nın Özgürlük Partisi (PVV) lideri
Geert Wilders, İtalya’nın Kuzey Birliği Partisi
lideri Matteo Salvini ve Avusturya’nın Özgürlük
Partisi (FPÖ) Genel Sekreteri Harald Vilimsky
Koblenz şehrinde bir araya geldi.
Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini resmen
başlatacak Lizbon Antlaşması’nın 50’inci
Maddesi’nin işletilmesi yetkisini hükümete
devreden yasa tasarısı parlamentoya sunuldu.
24 Ocak
Brexit için Parlamento
Onayı Gerekiyor
Britanya Temyiz Mahkemesi, hükümetin
temyiz başvurusunu reddederek, AB’den
ayrılmaya ilişkin resmi sürecin başlayabilmesi
için önce parlamentonun bu konuda bir yetki
kanunu çıkarması gerektiğine karar verdi.
Bu karar karşısında Başbakan May, Brexit
sürecini parlamentonun onayı olmadan
başlatamayacak.
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
15 Şubat
27 Şubat
AP’den AB Emisyon
Ticaret Sistemi Reformuna Onay
AB, Gürcistan’a
Vize Serbestliğini Onayladı
2005 yılında yürürlüğe giren ve AB’de emisyonların azaltılmasını öngören ETS’ye ilişkin
2021-2030 yılları arası dönemi kapsayacak olan
dördüncü aşama reformlar AP tarafından kabul
edildi.
AB kurumlarının, üçüncü ülkelere sağladıkları
vize serbestliğini askıya almayı mümkün
kılan mekanizmayı onaylamasının ardından,
Gürcistan vatandaşları için AB ülkelerine
yapacakları kısa süreli seyahatlerde vize
serbestliği kabul edildi.
21 Şubat
Yüksek Temsilci Mogherini Rusya
Başbakanı Lavrov’la Bir Araya Geldi
Münih Güvenlik Konferansı’nda bir araya gelen
taraflar, Ukrayna’nın doğusundaki durumu ve
Minsk Mutabakatı’nın uygulama aşamalarıyla
Suriye’deki son gelişmeleri masaya yatırdı.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
19
TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ
4 Ocak
12 Ocak
Bakan Duncan’ın Ankara Temasları
Kıbrıs Konferansı Gerçekleştirildi
Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve
Amerika’dan Sorumlu Devlet Bakanı Sir Alan
Duncan’ın AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer
Çelik ile görüşmesinde, ikili ilişkileri, TürkiyeAB ilişkileri, Brexit kararı sonrası Birleşik Krallık
ve AB’de meydana gelen gelişmeler, Kıbrıs
meselesi, düzensiz göç ve terörle mücadelede
işbirliği ele alındı.
Kıbrıs meselesine çözüm bulunması için
BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu
çerçevesinde sürdürülen çabalar kapsamında
garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve
Birleşik Krallık ile Ada’daki iki tarafın katılımıyla
Cenevre’de Kıbrıs Konferansı gerçekleştirildi.
11 Ocak
Finlandiya Dışişleri Bakanı
Soini’nin Ankara Ziyareti
Finlandiya Dışişleri Bakanı Timo Soini’nin
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’i
ziyaretinde Türkiye-Finlandiya ikili ilişkileri ve
Türkiye-AB ilişkilerine yansıyan göç ve terörle
mücadele konuları görüşüldü.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
12
13
14
2 Şubat
9-10 Şubat
Almanya Başbakanı Merkel’den
Ankara’ya Ziyaret
AB Bakanı Çelik’in Paris Ziyareti
Merkel’in 15 Temmuz sonrası Ankara’ya ilk
resmi ziyareti olması nedeniyle dikkat çeken
temaslar kapsamında Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve muhalefet partisi
temsilcileri ile bir araya geldi.
7 Şubat
AB Bakanı Çelik AB Ülkelerinin
Büyükelçileriyle Bir Araya Geldi
AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Christian
Berger’in evsahipliğinde AB üye ülkelerinin
büyükelçileriyle çalışma yemeğinde bir araya
gelen AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik
ilişkilerdeki son durumu değerlendirdi.
20
11
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik,
Paris temasları çerçevesinde Fransa Dışişleri
ve Uluslararası Kalkınma Bakanı Jean-Marc
Ayrault ile bir araya geldi ve AB Bakanı Harlem
Désir tarafından verilen çalışma yemeğine
katıldı. Sonrasında ise Fransa Uluslararası
İlişkiler Enstitüsü’nde (IFRI) Avrupa’nın
geleceği konulu bir konuşma yaptı.
15
16
19 Ocak
28 Ocak
Türk TIR’larına Kota ABAD’da
Britanya Başbakanı
Theresa May’in Türkiye Temasları
Türkiye’nin uluslararası taşımacılık sektöründe
yıllardır karşılaştığı sorunlar, AB üye ülkelerinin
Türk TIR’larına yönelik uyguladığı haksız
uygulamalar AB Adalet Divanına (ABAD)
sunuldu.
Britanya Başbakanı Theresa May, ABD ziyaretinin
ardından doğrudan Türkiye’ye gelerek,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve
Başbakan Binali Yıldırım ile görüştü. Görüşmeler
sırasına Türk savaş uçağı yapımı için BAE System
ile TUSAŞ arasında anlaşma imzalandı.
24 Ocak
Devlet Bakanı Price AB Bakanı
Çelik ile Bir Araya Geldi
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Birleşik
Krallık Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Lord
Price ile Ankara’da bir araya geldi. Görüşmelerde
ikili ilişkilerin yanı sıra Brexit sonrası ticari
ilişkilere yönelik yapılması planlanan
düzenlemeler ele alındı.
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
15 Şubat
17 Şubat
Avrupa Konseyi Türkiye’de
İnsan Haklarına ilişkin Gözlem
Raporunu Yayımladı
Başbakan Yıldırım’ın Malta Ziyareti
Avrupa Konseyinin İnsan Hakları Komiseri
Nils Muižnieks Türkiye’de ifade özgürlüğü ve
medya özgürlüğü konusundaki raporunu
yayımladı. Rapor Komiserin geçtiğimiz yıl
Nisan ve Eylül aylarında Türkiye’ye yaptığı iki
ziyaretin bulgularını ortaya koyuyor.
16-17 Şubat
Malta’nın AB Konseyi Dönem Başkanlığı
kapsamında gerçekleştirilen ziyarete ilişkin
basın açıklamasında Başbakan Binali Yıldırım,
Akdeniz Havzası’nın güvenliğini savunan iki
ülke olarak, bölgedeki işbirliğinin devamının
önemine işaret etti.
Mevlüt Çavuşoğlu G20 Dışişleri
Bakanları Toplantısına Katıldı
Almanya’nın Bonn şehrinde gerçekleşen G20
toplantısında başta sürdürülebilir kalkınma
olmak üzere, barışı koruma ve Afrika ile işbirliği
gibi küresel ve bölgesel konular ele alındı.
Çavuşoğlu G20 toplantıları kapsamında AB
Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi
Federica Mogherini ile de bir araya geldi.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
21
GÖRÜŞ
2017’de
Dünyayı
Neler
Bekliyor?
22
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
Yakından Takip Edilmesi
Gereken 10 Gelişme
Dergimizin bu sayısında 2017’de takip edilmesini önemli
bulduğumuz 10 önemli olayı ele aldık. İKV uzmanları, bu 10 olayın
önemini sizler için yorumladı.
D
ünya genelinde şaşırtıcı gelişmelerle dolu bir yıl olan 2016’yı
geride bırakıp 2017’ye girdik.
2016’da meydana gelen krizler, savaşlar,
terör olayları ile mültecilerin dramı ve
popülizmin yükselişi gibi olumsuz gelişmeler, hepimizin 2017’yi bir kurtarıcı
gibi karşılamasına neden oldu. Ancak
daha ilk saatlerde İstanbul’da gerçekleşen ve 39 kişinin yaşamını kaybetmesine neden olan terör saldırısı, 2016’nın
2017’ye mirasının pek de iç açıcı olmadığını ortaya koydu. Sınır tanımayan terör,
Orta Doğu’da istikrarsızlık ve çatışmalar
gibi hayati sorunların yanında, Batı’da
liberalizmin zayıflaması ve dünya genelinde otoriter ve popülist liderlerin güç
kazanması, küresel kurumların ortak
sorunların çözümünde etkili olamamasına da yol açıyor. Bildiğimiz dünya hızla
değişirken, parametreler de farklılaşıyor
ve insanlık olarak bir sistem değişimi ve
eksen kaymasına tanıklık ediyoruz. Bu
zor dönemde, AB’nin temelini oluşturan
ve aslında Avrupa değerleri olmanın
ötesinde evrensel değerler olan insan
hakları, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkmaya ve bu
değerleri korumaya almaya her zamankinden de fazla ihtiyaç var. Türkiye gibi
kritik bir coğrafyada yalnız bölgesi için
değil, tüm dünya için önemli olan bir
ülkenin AB’ye yakınlaşması, kuşkusuz ki
hem AB’yi güçlendirecek hem de bölge
için bir motivasyon kaynağı olacaktır.
Tüm zorluklara rağmen bu idealin bırakılmaması ve AB’ye entegrasyon için
çalışılması 2017’de de önemini koruyan
bir amaç olacak.
Dergimizin bu sayısında 2017’de
takip edilmesini önemli bulduğumuz
10 önemli olayı ele aldık. İKV uzmanları, bu 10 olayın önemini sizler için
yorumladı.

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
23
GÖRÜŞ
1) 20 Ocak: Beyaz Saray’da
Trump Dönemi Başlarken
2016 yılının en büyük sürprizi
kuşkusuz cumhuriyetçi aday Donald
Trump’ın ABD seçimlerini kazanması
oldu. Britanya’nın AB’den ayrılması ile
ilgili referandum öncesinde kötü sınav
veren anket şirketleri, bu sefer tamamen
sınıfta kalırken, başta AB olmak üzere
dünyanın geri kalanı küreselleşmenin
kaybedeni beyaz Amerikalıların bu zaferini anlamaya çalışıyordu. 20 Ocak 2017
tarihinde, Başkanlık yeminini etmesiyle
birlikte Trump’ın dönemi başlayacak.
Seçim kampanyasındaki çıkışları, vaatleri ve kibirli tarzıyla Trump, ideal bir
ABD Başkanı tanımının dışına çıkıyor.
ABD gibi dünyada lider konumdaki bir
ülkenin Başkanının, siyaset tecrübesi
24
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
son derece sınırlı olan, uluslararası konularda bilgisi olmayan ve ırkçı ve kadın
düşmanı söylemi ile tepki çeken bir kişi
olması sadece ABD’yi değil, tüm dünyayı
yakından ilgilendiriyor.
Trump ile birlikte nasıl bir dönemin
geleceğine ilişkin pek çok soru işareti
ve tahmin mevcut iken, 2016 yeni yıla
tahtını başka sürprizlerle devretti. Normalde Başkanlık dönemi biten ve bu sebeple “topal ördek” olarak adlandırılan
mevcut Başkan Obama’nın Kasım 2016
seçimlerinden 20 Ocak 2017’ye kadar
olan dönemi devir teslime hazırlanıp,
çok da önemli kararlara imza atmadan
geçirmesi gerekiyordu. Ancak önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İsrail’in yasadışı yerleşim yerlerini derhal
ve tamamen durdurması kararına destek
verilmesi, sonrasında Rusya’nın ABD
seçimlerine siber saldırı ile müdahale
ettiği gerekçesiyle 35 Rus diplomatın
sınır dışı edilmesi gibi oyunun kurallarını
değiştiren hamleler yapması, Trump’ın
başkanlık döneminin nasıl başlayacağına
ilişkin soru işaretlerini artırdı. “Trump
önemli ölçüde emekli askerler ve şirket
yöneticilerinden oluşan ekibiyle vaat
ettiği gibi ABD’yi yeniden büyük yapacak
mı?” sorusuna 2017’de bazı cevaplar
bulacağız gibi görünüyor. Bu noktada
Trump dönemini dört gözle bekleyen
ülkeler arasında Türkiye’nin de olduğunu hatırlamak gerekiyor. “Son dönemde
Suriye ve FETÖ nedeniyle iyice gerilen
Türkiye-ABD ilişkileri, Trump döneminde eski ivmesini yakalayabilecek mi?”
sorusunun cevabını da yine 2017 içerisinde alacağız. Bu bağlamda, yeni ABD
Başkanının Rusya’ya yönelik tutumu,
yani Rusya’ya yönelik bir yakınlaşma
ve işbirliği politikası mı yoksa gerilim
ve restleşme politikası mı uygulayacağı,
Türkiye açısından da büyük önem taşıyor. Türkiye’nin son dönemde büyük
ölçüde aşınan ABD ilişkilerini Trump
döneminde onarması ve sürdürülebilir
bir zemine oturtması dengeli bir dış politika izlenmesi açısından kritik bir rol
oynayacak.
leşecek ulusal seçimler arasında 15 Mart
2017 tarihinde düzenlenmesi öngörülen
Hollanda genel seçimleri ayrı bir önem
taşıyor. Bunu iki sebebe dayandırmak
mümkün. İlk olarak Hollanda seçimleri, 2017 yılında Kıta’nın karşılaşacağı
ilk genel seçim olma özelliğine sahip.
Dolayısıyla bir anlamda, Brexit referandumunda Nigel Farage ile başlayan
ve ABD başkanlık seçimlerini Donald
Trump’ın kazanmasıyla devam eden popülist radikal söylem fenomeninin Kıta
Avrupası’nda nasıl yankı bulduğunun ilk
göstergesi olacak.
İkinci olarak ise bilindiği üzere başkent Amsterdam, istisnasız her sıralamada, dünyanın en kozmopolit şehirleri arasında zirveye oynuyor. Hollanda,
tarihsel olarak AB’de çok kültürlülüğün
ve kozmopolit yapılaşmanın başkenti
konumunda. Dolayısıyla Amsterdam
toplumsal dinamiklerinin mi seçimi kazanacağı yoksa Amsterdam’a 30 dakika
mesafedeki Volendam kasabası gibi AB
aşırı sağının merkezlerinden birinin mi
galibiyeti sırtlayacağı, 2017’de bütün
paydaşların yakından takip etmesi gereken kritik bir süreç. Hollanda aşırı sağının göçmen karşıtı söylemi politikalarının merkezine aldığı düşünülünce,
bir anlamda AB’nin göç politikalarının
ve Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı’nın AB
vatandaşları düzeyinde nasıl yankı bulduğuna ilişkin ipuçları da bu seçimin
sonucunda belirgin hale gelecek.
Bütün bu tartışmaların odağında ise
tek isim göze çarpıyor: aşırı sağ Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders.
Wilders’in yabancı düşmanlığı, islamofobi ve göçmen karşıtlığını merkeze alan
popülist seçim propagandası, Hollanda
tarihinde görülmediği kadar yankı buldu ve halihazırda gerçekleşen pek çok
seçim anketinde Wilders’in yarışı önde
götürmesini sağladı. Wilders’in en güçlü
rakibi, merkez sağ partinin lideri, Başbakan Mark Rutte. Bu ikili, koalisyon döneminde sürdürdükleri uyumlu işbirliğiyle
dikkat çekerken 2012 yılında Wilders’in
desteğini geri çekmesiyle işbirliği, yerini
adı konmamış bir siyasi savaşa bıraktı. Gelinen son noktada, aşırı sağın mı
yoksa Hollanda’nın alışık olduğu liberal,
merkez sağ anlayışının mı galip geleceğini mart ortasında göreceğiz. Nitekim
sonuç ne olursa olsun, zamanın ruhu,
göçmen yanlısı, çoğulcu ve Türkiye’nin
AB üyeliğini destekleyen kampanyaların
seçim meydanlarında yankı bulmayacağını ortaya koyuyor.
Ahmet CERAN
İKV Uzmanı 
Çisel İLERİ
İKV Araştırma Müdürü
2) 15 Mart: AB’de Seçim Yılının
İlk Zorlu Sınavı Hollanda Genel
Seçimleri
2017 yılında AB’nin ve genel çapta
Batı demokrasi kültürünün geleceğini
belirleyici en kritik dinamik, şüphesiz ki
AB’nin amiral gemisi konumundaki Hollanda, Fransa, Almanya gibi ülkelerde
sahne alacak seçimler. Bu seçimler, bir
anlamda AB vatandaşlarının korumacı,
ulus devlet ve güvenlik odaklı bir gelecek mi öngördüğünü yoksa AB’nin öne
sürdüğü çok kültürlülüğe dayanan ileri
entegrasyon ve uluslarüstü yapının mı
kabul görmeye devam edeceğini ortaya
koyacak. 2017’de AB ülkelerinde gerçek-
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
25
GÖRÜŞ
3) 25 Mart: Roma
Antlaşmalarının 60’ıncı Yılında
AB’nin Geleceği Mercek Altında
25 Mart 2017 tarihinde AB, Roma
Antlaşması’nın 60’ıncı yılını kutlayacak. Bu çerçevede önemli kutlamaların
yapılacağı biliniyor. Roma Antlaşması,
25 Mart 1957 tarihinde altı Batı Avrupa ülkesi arasında -Fransa, Federal
Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg- imzalanmıştı. Bu Antlaşma ile
Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu kurulmuştu.
1951 yılında Paris Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
ile birlikte bugünkü AB’nin temellerin
oluşturan üç Topluluk bu şekilde ortaya çıkmıştı. Roma Antlaşması, altı üye
ülke arasında önce bir gümrük birliğinin
26
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
tesis edilmesini ve buna dayalı olarak
malların, hizmetlerin, sermayenin ve
emeğin serbestçe dolaşacağı bir Ortak
Pazarın kurulmasını hedefliyordu. 1993
Maastricht Antlaşması ile bu Topluluk,
AB’ye dönüştü; ekonomik entegrasyon
hedefinde en son aşama olan Ekonomik
ve Parasal Birlik ile birlikte ortak bir dış
ve güvenlik politikası ve adalet ve içişlerinde işbirliği öngören ortak bir dolaşım
alanı hedeflerini de içeren ve federatif
özelliklere taşıyan bir yapı ortaya çıktı.
Dünya siyasi tarihi için bir model ve
öncül konumundaki bu Birliğin temellerinin atılmasının 60’ıncı yıl dönümünde
AB liderleri bir araya gelecek ve AB’nin
geleceğini tartışacak. Avrupa Komisyonunun, bu tarihte AB Konseyine sunulmak üzere bir rapor hazırlığı içinde
olduğu ve özellikle Brexit süreci sonrasında AB’nin nasıl bir yapıya kavuşacağı
ile ilgili bir çerçeveyi gündeme getireceği biliniyor. Bu tarihe kadar Britanya’nın
AB’den çıkma ile ilgili süreci başlatıp
başlatmayacağının da netlik kazanacağını varsayarsak, Britanya gibi önemli
bir üyesini kaybetmesi muhtemel olan
AB’nin birlik ve bütünlüğünü korumak
için yeni adımlar atacağını beklemek
mümkün.
Popülist ve aşırı sağ akımların güç
kazandığı bir dönemde Roma Antlaşması’nın 60’ıncı yılının kutlanması bir açıdan AB’nin “yıkılmadım, ayaktayım” mesajı olacak. Öte yandan ise, İkinci Dünya
Savaşı gibi bir olaydan 12 yıl sonra böyle
ilerici bir projeyi hayata geçirmiş olan
Avrupa’nın, bugün iç siyaset itibarıyla o
noktanın gerisine düşmüş olması, kimilerini acı acı gülümsetecek.
Deniz SERVANTIE
İKV Uzman Yardımcısı
4) 2017’nin İlk Çeyreği:
Birleşik Krallık 50’nci Maddeyi
Harekete Geçirecek mi?
2017’de dünya gündemini etkileyecek diğer önemli bir konu ise Brexit
(Britanya’nın AB’den ayrılma süreci).
Hatırlanacağı üzere, Britanya 23 Haziran
2016 tarihinde yapılan referandumda
yüzde 52 oyla AB’den ayrılma kararı
almıştı. Bugüne kadar hiçbir AB üyesi
üyelikten ayrılmadığı için, Britanya’nın
AB üyeliğinden ayrılma süreci bir ilk olacak. Bu sürecin işleyişi, AB ile Britanya
arasındaki müzakerelerin seyrine bağlı
olduğu kadar ülkenin kendi içerisindeki
hukuki ve siyasi süreçle de yakından
alakalı. 2017 yılının ilk çeyreği içerisinde yaşanacak konuyla ilgili bir önemli
gelişme ise Londra’daki Temyiz Mahkemesi’nin ülkenin Brexit süreci ile ilgili
vereceği karar. Bilindiği üzere Britanya’daki Yüksek Mahkeme Kasım 2016’da
Britanya Hükümeti’nin AB’den ayrılma
müzakerelerine Parlamentonun onayı
olmadan başlayamayacağına hükmetmişti. Ancak Britanya Hükümeti karara
itiraz etti. Hükümetin başvurusu üzerine
başlayan temyiz duruşmalarının, Brexit
sürecindeki yetki karmaşasını çözeceği
düşünülüyor.
Temyiz Mahkemesi’nin bu konu hakkındaki kararını yakın dönemde açıklaması bekleniyor. Ancak aksi bir karar
alınmadığı sürece, Britanya Hükümeti,
Lizbon Antlaşması’nın AB’den ayrılmayı
düzenleyen 50’nci maddesini tek başına
yürürlüğe sokup, Parlamento onayı olmaksızın müzakerelere başlayamayacak.
Her ne kadar Parlamentodaki muhtemel tartışmalar nedeniyle gecikmeler
yaşanabilirse de, Britanya Başbakanı
Theresa May’in Mart 2017’de iki yıl alması beklenen Britanya’nın AB’den çıkış
sürecini başlatacak 50’nci maddeyi yürürlüğe sokacağı öngörülüyor.
Emre ATAÇ
İKV Uzman Yardımcısı
5) Nisan: Türkiye’de Anayasa
Referandumu ve Türkiye-AB
İlişkileri
ABD, AB ve küresel gündemde kilit
önemdeki gelişme ve tarihlerin yanında,
ülkemizde nisan ayında yapılacağı öngö-
rülen Anayasa referandumu da 2017’nin
önemli olaylarından birini oluşturuyor.
Anayasa’nın 21 maddesinde yapılan
değişiklikler birer birer TBMM’de oylanıyor. Maddelerin büyük çoğunluğu
AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin onayı
ile kabul edilmiş durumda. 21 maddelik
anayasa değişiklik teklifi AKP’nin MHP
ile vardığı uzlaşmayla hazırlandı ve 316
milletvekilinin imzasıyla Meclise sunuldu. Meclis Genel Kurulunda anayasa
değişikliği teklifinin görüşülmesine geçilmesi, 338 milletvekilinin gizli oyuyla
kabul edildi. CHP ve HDP Anayasa değişikliğine karşı çıkıyor.
1982 Anayasası daha önce de birçok defa değişikliğe uğramıştı ancak
bu seferki değişikliklerin ayrı bir önemi bulunuyor. Anayasanın değişmesi
ile Türkiye’de parlamenter sistemden
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilecek.
Başkanlık sistemini andıran ve “Türk
tipi Başkanlık” olarak da anılan sisteme
göre, Başbakanlık kurumu kalkacak ve
doğrudan seçimlerle başa gelen Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı olacak.
Cumhurbaşkanının bir siyasi parti ile
bağı olabilecek ve kanun hükmünde ka- 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
27
GÖRÜŞ
AB’de günümüzde yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde
başkanlık sistemi yürürlükte; Fransa, Litvanya, Portekiz ve
Romanya yarı başkanlık sistemiyle, diğer Üye Devletler ise
parlamenter sistem ile yönetiliyor.
rarname çıkarabilecek. Bunun yanında,
değişiklikler, yargı ve seçim sisteminde
de önemli yenilikler getiriyor: milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarılırken,
seçilme yaşı 18’e indirilecek ve yedek
milletvekilliği uygulaması getirilecek.
Yargının bağımsızlığı açısından kritik
olan bir diğer değişikliğe göre Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin
yarısı Cumhurbaşkanı tarafından, diğer
yarısı ise Meclis tarafından seçilecek.
Askeri yargı tamamen kaldırılırken, Milli
Güvenlik Kurulunda, Jandarma Genel
Komutanı’nın üyeliği sona erecek.
Nisan ayında yapılması beklenen
referandum, anayasa değişikliklerinin
niteliği sebebiyle kritik önem taşıyor. Referandumdan “evet” çıkması, Türkiye’de
kökeni Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
28
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
İkinci Meşrutiyet dönemi kadar geriye
giden parlamenter sistemde radikal bir
değişime yol açacak. Yürütmenin tek
elde toplanacağı bu yeni sisteme Türkiye’nin AB süreci açısından bakarsak,
üzerinde durulması gereken en önemli
noktaları demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü kriterlerinin
karşılanması oluşturuyor. Yani, yürütme,
yasama ve yargı arasındaki kuvvetler
ayrılığı prensibinin uygulanması, Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından
denetlenebilmesi ve hesap verebilir
olması, yargının yürütmeden bağımsız ve tarafsız bir kimliğe sahip olması, parlamenter sistem ya da başkanlık
sistemi olup olmadığına bakılmaksızın
göz önünde bulundurulması gereken
kıstasları meydana getiriyor.
AB’de günümüzde yalnızca Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi’nde başkanlık sistemi yürürlükte, dört Üye Devlet –Fransa, Litvanya, Portekiz ve Romanya- yarı
başkanlık sistemiyle, diğer Üye Devletler
ise parlamenter sistem ile yönetiliyor.
Avrupa’nın parlamenter sistemin çıkış
yeri olması, bu sistem yönündeki eğilimi
de açıklayabilir. Ancak bunun yanında,
parlamenter sistemin zamanın imtihanından geçmiş, dayanıklı ve demokrasi
açısından uygun bir sistem olduğunu
belirtmekte yarar var. Kendine özgü
özellikleri olan ve katı bir kuvvetler ayrılığına dayanan ABD sistemi dışında,
özellikle Latin Amerika ve Güneydoğu
Asya’da olumsuz örnekleri olan başkanlık sisteminin yeterli müzakere olmadan
hızlı bir şekilde geçirilmek istenmesi,
birçok gözlemcinin Anayasa değişiklerine temkinli bir şekilde yaklaşmasına yol açıyor. Türkiye’nin bu önemli
dönemeçten de yüz akıyla çıkacağını
ve demokratik denge ve denetleme mekanizmalarının olduğu, başta medya ve
ifade özgürlükleri olmak üzere, temel
hak ve özgürlüklerin korunduğu ve bunun yanında etkin bir şekilde yönetim
görevini de yerine getiren bir sistemin
yürürlükte olacağını umuyoruz.
Doç. Dr. Çiğdem NAS
İKV Genel Sekreteri
6) 23 Nisan-7 Mayıs: Fransa’da
Le Pen’in Gölgesinde Seçimler
Tarihinde ilk kez bir ön seçimle
cumhurbaşkanı adayı belirlenecek olan
Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin
ilk turu; 23 Nisan 2017, ikinci turu ise
7 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilecek. Cumhurbaşkanı seçiminin ardından
11 ve 18 Haziran tarihlerinde milletvekili seçimleri gerçekleştirilecek. Ülkenin ekonomik ve siyasi açıdan oldukça
yoğun bir gündemi bulunuyor. Kasım
2015’te meydana gelen Paris terör saldırıları, Britanya’nın ayrılma kararından sonra Fransa’da aşırı sağın lideri
Marine Le Pen’in ülkeyi Brexit benzeri
bir referanduma götürme girişimi, Cumhurbaşkanı Hollande’ın eleştirilen iç ve
dış politikalarının yanı sıra başta yüksek
işsizlik oranı olmak üzere ekonomik
sorunların seçim sonuçlarına nasıl yansıyacağı merak ediliyor.
Cumhurbaşkanı François Hollan-
de’ın adaylıktan çekilmesiyle birlikte
eski Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron
ve eski Başbakan Manuel Valls, cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylıklarını koydu. Sol kanatta aday adayı belirleme seçimlerinin ilk turu; 22 Ocak, ikinci turu
ise 29 Ocak 2017 tarihinde yapılacak.
Merkez sağın aday adayı belirleme seçimleri ise geçen yıl kasım ayında yapıldı
ve muhafazakâr aday ve eski Başbakan
François Fillon adaylık yarışını kazandı.
Anketler, sağ kanatta seçim yarışının
merkez sağın adayı François Fillon ve
aşırı sağın adayı ve ırkçı söylemleri olan
Milli Cephe (FN) Lideri Marine Le Pen
arasında geçeceğini gösteriyor. Ülkede
sağın adayı Francois Fillon’un Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması, sol
kanattan Manuel Valls’ın da seçim propagandasında Türkiye’yi AB’nin içinde
istemediklerini söylemesi, her iki kanadın da Türkiye’ye karşı aynı eğilimi
gösterdiğini ortaya koyuyor. Adayların
bu söylemleri, seçimler sonrasında Fransa’da Türkiye’nin AB üyelik sürecine
yönelik tutumunun Hollande dönemini
aratacağı bir döneme girileceğini düşündürüyor.
Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU
İKV Kıdemli Uzmanı
7) 2017 Ortası: Kıbrıs’ta
Muhtemel Çözüm
Referandumları?
2017 yılında uluslararası camianın
beklediği iyi haber Doğu Akdeniz’den;
Kıbrıs’tan gelebilir. Diplomatik çabalara
rağmen on yıllardır süren çözümsüzlük
nedeniyle “diplomasi mezarlığı” olarak
anılan adada, çözüme en çok yaklaşılan
–ancak Türk tarafının “evet”ine karşı,
Rum tarafının çözüme “hayır” demesiyle
hüsranla sonuçlanan- Annan Planı’ndan
bu yana ilk kez çözümün ulaşılabilir olduğu hissi hâkim... KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile GKRY lideri Nicos
Anastasiadis arasında Mayıs 2015’te
başlayan müzakerelerde yönetim ve güç
paylaşımı, AB konuları, ekonomi ve mülkiyet başlıklarında açık konulara rağmen 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
29
GÖRÜŞ
önemli yakınlaşmalar sağlandı, görüşmelerde sıra en hassas ve zorlu konular
olan toprak düzenlemeleri ile güvenlik
ve garantilere geldi. 2017 yılı Kıbrıs için
tarihi bir zirve ile başladı, taraflar 9-11
Ocak 2017 tarihlerinde yukarıda sayılan
ilk dört başlıktaki uzlaşıları ilerletmek
ve toprak düzenlemelerine ilişkin haritalarını sunmak üzere Cenevre’de bir
araya geldiler. 12 Ocak itibarıyla ise üç
garantör ülke; Türkiye, Yunanistan ve
Britanya’nın da katılımıyla en zorlu ve en
hassas konu olan güvenlik ve garantiler
başlığını görüşmek üzere beşli Kıbrıs
Konferansı toplandı.
Cenevre önemli ilklere tanıklık etti:
İki taraf ilk kez kendi hazırladıkları haritaları sundular- her ne kadar iki taraf
da birbirinin haritasını kabul edilemez
30
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
olarak nitelendirse de- bu, 49’uncu yılına giren Kıbrıs müzakereleri tarihinde
önemli bir ilkti. Cenevre görüşmeleri,
üç garantör ülke ile Kıbrıs Türk tarafı
ve Rum tarafını 1960’tan sonra ilk kez
aynı masa etrafında bir araya getirmesi açısından da oldukça önemliydi. Cenevre’de garantör ülkeler ve Kıbrıslı
taraflar arasında güvenlik ve garantiler
konusunda bir diyalog süreci başlatıldığı
söylenebilir. Taraflar, bu çetin konuyu
ele almak üzere 18 Ocak’ta müsteşarlar
düzeyinde çalışma grubu toplantısında
bir araya gelecekler, bundan sonraki
süreçte ise Dışişleri Bakanları, siyasi
anlaşmaya yaklaşılırsa da Başbakanlar
devreye girecek.
Cenevre süreci olumlu seyrederse,
haritada ve Türk tarafının siyasi eşitliğinin vazgeçilmezleri; dönüşümlük
başkanlık ve kararlara etkin katılım konularında anlaşılırsa, önümüzdeki aylarda kapsamlı bir çözüm planının ortaya
çıkması ve yıl ortasında Yeşil Hat’ın her
iki tarafında düzenlenecek eş zamanlı
referandumlarda Kıbrıslı Türklerin ve
Kıbrıslı Rumların onayına sunulması
söz konusu olabilir. Önümüzdeki aylarda Rum tarafında Şubat 2018 başkanlık seçimi öncesi propaganda sürecine
girilecek olması ve Rum tarafının tek
yanlı ihalesiyle ada çevresinde sondaj
çalışmalarının gündeme gelme olasılığı, taraflar üzerindeki zaman baskısını
artırıyor.
Kıbrıs’ta olumlu senaryonun gerçekleşmesi ve Avrupa’nın en uzun soluklu
dondurulmuş ihtilafının kalıcı ve adil
şekilde çözümlenmesi, Türkiye-AB ilişkilerinde bir paradigma değişikliğine
yol açabilecek güçte. Bilindiği üzere, 35
fasıldan 14’ünün açılması ve tüm fasılların geçici dahi olsa kapatılması, Kıbrıs
meselesiyle bağlantılı olarak AB Konseyi ve GKRY tarafından engellenmiş
durumda. Kıbrıs meselesinin çözüme
kavuşturulmasıyla Türkiye’nin müzakere süreci ivme kazanır; blokaj altında
olan 14 faslın serbest kalarak açılması,
müzakereleri tamamlanan fasılların ise
kapatılması mümkün olur. Türkiye’nin
eleştirildiği temel haklar ve hukukun
üstünlüğü konularını kapsayan 23’üncü
ve 24’üncü fasılların açılması, Türkiye’de
reform ivmesinin hızlanmasına ve bu
alanlardaki eksikliklerin giderilmesine
zemin hazırlar. Dahası Kıbrıs meselesinin çözülmesi, AB açısından da aynı
zamanda kilit bir stratejik ortak olan
Türkiye ile ilişkilerin daha da derinleştirilmesini mümkün kılar. Türkiye-AB
ilişkilerinin ana çerçevesini oluşturan
katılım müzakereleri süreci etkin işleyemediği için AB’nin Türkiye ile enerji
ve dış politika gibi müşterek çıkar alanlarında ad hoc olarak yürüttüğü diyalog
süreçleri de müzakerelere entegre edilir.
Kıbrıslı Türklerin geç de olsa AB içerisindeki yerlerini almasıyla Türkçe, AB resmi
dilleri arasına katılır. Kıbrıs meselesi de
AB içerisinde Türkiye karşıtı çevrelerin
arkasında sığındığı bir bahane olmaktan
çıkar. Bunun ötesinde, ayrılık ve bölünme
rüzgârlarının estiği, çatışmaların giderek
arttığı bir coğrafyada iki farklı dinden
iki toplumun yeni bir ortaklık altında
birleşmeyi seçmesi, diğer uyuşmazlıklar
için de umut ışığı olabilir.
Yeliz ŞAHİN
İKV Kıdemli Uzmanı
8) 7-8 Temmuz: G20 Hamburg
Zirvesi’nde Küresel Yönetişime
Balans Ayarı
Dünyanın en güçlü 19 ekonomisinden ve AB’den temsilciler, Hamburg’da
Dönem Başkanı Almanya’nın ev sahipliğinde düzenlenecek G20 Zirvesi’nde bir
araya gelecekler. Küresel sistemin dönüşüm geçirmekte olduğu, ekonomik yönetişim dengelerinin yeniden şekillenmeye
başladığı bir dönemde, Donald Trump’ın
ABD Başkanı olarak ilk defa katılacağı
7-8 Temmuz 2017 tarihli Zirve, hem
kamu otoritelerinin hem uluslararası
iş çevrelerinin hem de uluslararası sivil
toplum ve medyanın, 2017 ajandasındaki en kritik etkinliklerden biri. Her yıl
G20’nin çalışmalarıyla ve B20, C20 ile
diğer açılım gruplarının etkinlikleriy-
le, ekonomi yönetiminin küresel çapta
daha etkin hale getirilmesine yönelik
OECD, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası aktörlerle işbirliği içerisinde eylem
planları ortaya koyuluyor, hâlihazırdaki
uygulamalar gündeme getiriliyor ve yeni
perspektifler tartışılıyor. Bütün bir yılın
çalışmaları ise dönem başkanı ülkenin
ev sahipliğinde düzenlenen zirvede, G20
Sonuç Bildirisi ile devlet ve hükümet
başkanlarının imzasıyla resmiyet kazanıyor.
G20 Hamburg Zirvesi’nin, AB entegrasyonunun devamlılığı ve küreselleşmenin savunucularından Almanya
Başbakanı Angela Merkel’in ev sahipliğinde gerçekleşecek olması, şüphesiz
ki “gerçek ötesi (post-truth)” teriminin
politikayla bağlantılı olarak yılın kelimesi seçildiği bir dönemde, sonuçları
itibariyle merakla bekleniyor. Merkel
ve Almanya Dönem Başkanlığı, G20’nin
2017 önceliğini, “birbirine bağlı bir dünyayı şekillendirmek” olarak belirledi.
ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, AB liderleri,
Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı
Xi Jinping gibi farklı kutuplardaki kritik liderleri fikir düzleminde bir araya
getirmek, Zirve öncesi dönemde G20
Sherpalarının ve Merkel’in en zorlu sınavı olacak. Öte yandan sürdürülebilir
kalkınma, kadının konumunun güçlendirilmesi, Afrika’da barış ve kalkınmanın
sağlamlaştırılması, Paris İklim Anlaşması’nın etkin şekilde uygulanması gibi
doğrudan küresel ekonomik yönetişimin
parçası olmayan konular da Merkel’in ve
Almanya Dönem Başkanlığı’nın Hamburg Zirvesi’nde şekillendireceği öncelikli konu başlıkları arasında. G20 üyesi
olan küresel aktörlerin kendilerini yeniden konumlandırma eğiliminde olduğu
bir aşamada 2015’te başarılı bir dönem 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
31
GÖRÜŞ
15
%
AfD’nin anketlerdeki oy oranı
başkanlığı gerçekleştiren Türkiye’nin
G20 sahnesinde veteran ve etkin konumunu sürdüreceğini öngörmek mümkün. Nihayetinde uluslararası ekonomi
yönetişimine ve küresel bağlamda vergi
sistemi, yolsuzlukla mücadele, uluslararası finans sektörünün etkinliğine ilişkin
kalkınma ve kapsayıcı büyüme yolunda
atılacak her adıma, Türkiye’nin de imzacı olmanın ötesinde uygulamacı olarak
katılması bekleniyor.
Ahmet CERAN
İKV Uzmanı
9) Eylül-Ekim: Bir Seçim Birden
Çok Sonuç: Almanya
2016 yılında gerçekleşen seçimlerin sonuçları, bildiğimiz liberal düzeni
ve küreselleşmeyi tartışmaya açarken,
32
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
2017 yılındaki seçimlerin sonuçları popülizmin zaferini ortaya koyacak mı?
Bu yıl önce Hollanda ardından Fransa
seçimlerinin sonuçları bizlere bu sorunun cevabını verecek. Peki, Eylül-Ekim
2017’de gerçekleştirilecek Almanya genel seçimleri AB içerisindeki ve küresel sistemdeki sarsıntılara bir yenisini
ekleyecek mi? ABD Başkan Yardımcısı
Joe Biden’ın da belirttiği gibi, liberalizmin kalan son iki kalesinden biri olan
Almanya (diğeri Kanada) seçimlerinin
sonuçlarının AB’nin geleceği açısından
son derece kritik olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Bugünkü siyasi
konjonktürde bir yandan AB değerlerine sahip çıkarken diğer yandan sorunlara hızlı ve etkili çözümler üretmek
için harekete geçecek bir çıpaya ihtiyaç
duyulduğu ortada. İşte en fazla da bu
nedenle Doğu Avrupa kökenli bir rahibin kızı olarak doğan Başbakan Angela
Merkel’in dördüncü defa ipi göğüsleyip
göğüslemeyeceği büyük önem taşıyor.
Anketler, göçmenlere yönelik izlediği
açık kapı politikası ve 2016’nın sonunda
meydana gelen Noel pazarındaki terör
saldırısı sonrasında Hıristiyan Demokrat Parti’nin oylarının düştüğünü gösterse de en yakın rakibinden yüzde 10
daha yukarıda ilk sıradaki konumunu
koruyor.
Ancak bu sefer Almanya seçimlerinde gözlerin çevrildiği parti ne hükümetteki koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar
ne de Yeşiller ya da Liberaller. Bu sefer,
2016’da eyalet seçimlerinde önemli başarı kaydeden Almanya için Alternatif
Partisi (Alternative für Deutschland-AfD)
kamuoyunun merceğinde. 2013 yılında
kurulan bu popülist parti, avro karşıtı
söylemiyle ancak yüzde 5 civarında oy
alıyordu. Ancak yaşanan göçmen akını
sonrası AfD’nin güçlü göçmen karşıtı
söylemi, yapılan farklı anket sonuçlarına göre partiyi şimdiden yüzde 1215 oy oranına taşımış durumda. Bu oy
oranı AfD’yi sadece üçüncü parti haline
getirmekle kalmıyor, göçmen ve İslam
karşıtı söylem siyasi sistemin içerisinde
daha güçlü bir biçimde yerleşmiş oluyor.
Son dönemde AB’nin sadece ekonomik
değil, aynı zamanda siyasi lokomotifi
konumundaki Almanya’nın seçim sonuçları, kuşkusuz Birliğin kaderini de
etkileyecek.
Çisel İLERİ
İKV Araştırma Müdürü
10) 6-17 Kasım: İklim Zirvesi
Bu Yıl Bonn’da Toplanacak
İlki Almanya’nın Bonn şehrinde
1995 yılının Mart ayında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Taraflar
Konferansı’nın 23’üncüsü (COP 23), bu
yıl 6-17 Kasım tarihleri arasında tekrar
Bonn şehrinde, BMİDÇS Sekretaryasının
Merkezi’nde gerçekleştirilecek. 4 Kasım
2016 tarihinde yürürlüğe giren Paris
Anlaşması’nın nasıl uygulanacağı konusu tam anlamıyla netlik kazanamazken,
bu yıl yapılacak COP 23 sırasında 2020
yılına kadar yapılacaklar listesinin içi-
nin doldurulması gerekecek. Nitekim
2015 yılı Paris müzakerelerinde ülkelerin BM’ye sundukları ulusal katkıların
(INDC), bu yüzyıl sonuna kadar 2 derece
limitini aşan bir eğilimi gösterdiği açıklanmıştı. Uluslararası Enerji Ajansının
2016 raporuna göre, fosil yakıtlara yönelik dünyanın birincil enerji arzının
2014 yılında yüzde 82 gibi yüksek seyirde olduğu açıklandı. INDC’lerde de en
hâkim sektörün enerji sektörü olduğu
görülüyor. Dolayısıyla mevcut politikaların revize edilmesi gerektiği gerçeği
güncelliğini koruyor.
AB’ye aday ülke olan Türkiye, BM
müzakerelerindeki özel konumunun netleşmesine yönelik girişimlerine bu yıl da
devam edecek. OECD üyesi olarak, zengin
ülkeler kulübünde olup gelişmekte olan
ülkelere sağlanan avantajlardan yararlanmak isteyen Türkiye, gelişmekte olan
bir ülke olarak iklim fonlarından faydalanmak istediğini uzun süredir açıklıyor.
Türkiye ayrıca COP 26’nın ev sahipliği
için resmi başvurusunu BM’ye sundu.
İklim Zirvesi’nin Bonn’da yapılmasının ayrı bir önemi de Almanya’nın aynı
zamanda G20 Dönem Başkanlığı’nı yürütüyor olması. 30 Kasım’a kadar devam
edecek başkanlık döneminde Almanya, iklim değişikliğini ve Sürdürülebilir
Kalkınma Hedeflerini gündemin en üst
sıralarına yerleştirdiğini açıkladı. G20
Liderler Zirvesi’nin bu yıl 7-8 Temmuz
tarihlerinde Hamburg’da yapılacağını
ekleyelim.
Küresel politikaların çatısı niteliğinde olan Paris Anlaşması ve yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin ulusal boyuttaki sektörel değişimlere hız vermesi
öngörülüyor. Nitekim düşük karbonlu
ekonomiyi ve yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleyen felsefesi ile Paris
Anlaşması için AB, 2030 yılına kadar
tüm sektörlerde ek tedbirleri gündemine almış bulunuyor. ■
İlge KIVILCIM
İKV Uzmanı
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
33
GÖRÜŞ
ABD’de Trump Dönemi:
“Liberal Dünya’nın
Liderliğinden Popülist
Otoriterliğe”
Donald Trump’ın Cumhuriyetçi adaylar arasındaki
beklenmedik yükselişi ve ardından seçimleri
kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan,
Demokrat rakibi Hillary Clinton’u geçerek başkan
seçilmesi büyük bir sürpriz oldu.
Yrd. Doç. Dr. Helin SARI ERTEM
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Öğretim Üyesi
34
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
A
merika Birleşik Devletleri tarihindeki en ilginç başkanlık
dönemlerinden birine şahitlik
ediyor. Donald Trump’ın Cumhuriyetçi adaylar arasındaki beklenmedik
yükselişi ve ardından seçimleri kazanmasına neredeyse kesin gözüyle
bakılan, Demokrat rakibi Hillary Clinton’u geçerek başkan seçilmesi büyük
bir sürpriz oldu. Dış dünya ve ABD’nin
önemli bir kesimi şu anda Trump’ın
sansasyonel çıkışlarla dolu yönetim
şeklinin ortaya çıkardığı sancılarla baş
etmeye çalışıyor.
Peş peşe imzaladığı kararnamelerle iç ve dış kamuoyundan büyük tepki
alan Trump’ın tek kaygısı ise milliyetçi
ve muhafazakâr olarak nitelendirebileceğimiz geleneksel seçmen kitlesine,
vaatlerini yerine getirme çabası içinde
olduğunu ispat etmek; dolayısıyla da
bu kitleler nezdindeki güvenilirliğine
gölge düşürmemek. ABD kamuoyunun
geri kalanı ise endişeli, çünkü Trump
yönetimi icraatlarıyla ülkeyi hem bir
sistem krizine sürüklüyor, hem de dış
dünyanın gözündeki “liberal dünyanın
temsilcisi” imajına gölge düşürüyor.
Yıllardır her uluslararası krizde yüzünü ABD’ye dönerek yardım isteyen
uluslararası kamuoyu artık kendisine
yeni bir “kurtarıcı” bulmak zorunda.
Bu kurtarıcı Almanya olabilir mi? Gelin sırasıyla bakalım.

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
35
GÖRÜŞ
Trump’ın ilk icraatları
bir sistem krizinin
kapıda olabileceğini
gösteriyor.
36
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
Amerikan sistemi özgünlüğünü “denge ve denetleme” yeteneğinden almakta. “Güçler ayrılığı”nın başarılı
bir örneğini sergilediği için, kısa ve öz
bir anayasa ile dünya üzerinde örnek
yönetim modellerinden birini teşkil
ediyor. “Amerikan tipi” başkanlık sistemi yıllar içinde çeşitli hatalardan ve
krizlerden çıkarılan derslerle birçok
değişikliğe uğrayarak bugünkü halini
almış durumda. Bu sistemde 3 temel
güç olan yasama, yürütme ve yargı
arasında birbirini hem dengeleyen,
hem de denetleyen bir yapı var. Bu
yapı içinde tek bir gücün çok baskın
hale gelmesine asla izin verilmiyor.
Yürütme gücünü oluşturan başkan ve
kabinesi, Senato ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kongre tarafından
dengeleniyor ve denetleniyor. Yargıyı meydana getiren mahkemeler ve
yargıçlar da benzer şekilde her iki
kuvvet üzerinde denetleme gücüne
sahip. Başkan federal yargıçları atasa
da, onları görevden alamıyor. Federal yargıçları görevden almak tıpkı
başkanı görevden almak kadar zor
ve kongrenin onayını gerektiriyor. Sonuç olarak bu karmaşık sistem içinde
yasama, yürütme ve yargı birbirini
“dengeleyen ve denetleyen” bir güce
sahip. Bu hassas yapıyı bozmak isteyen olursa bir sistem krizi kaçınılmaz
ve Trump’ın ilk icraatleri bir sistem
krizinin kapıda olabileceğini gösteriyor.
Bunun en büyük nedeni Trump’ın,
göreve gelir gelmez, mültecilere ve 7
Müslüman ülkeye (İran, Irak, Suriye,
Libya, Somali, Yemen ve Sudan) yönelik tepki çeken kararnameler imzalayarak, ABD’ye bu ülkelerden girişleri
askıya alması. Kamuoyunda “Muslim
ban” (Müslüman yasağı) olarak öne
çıkan bu kararnameler nedeniyle yüzlerce insan mağdur edildi. Bu mağduriyetler nedeniyle açılan davalar ise
sistemin garantisi durumundaki federal hâkimleri devreye soktu. Trump’ın
tartışmalı kararının ardından 4 farklı
eyaletteki federal hâkim, Amerikan
Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU),
ABD’deki havaalanlarında gözaltına
alınan kişilerin sınır dışı edilmesinin
geçici olarak durdurulmasını isteyen
başvurusunu onayladı. Bu federal
hâkimler, başkanlık kararnameleri
de yasalara eş kabul edildiğinden,
“Müslüman yasağı” olarak tanınan
kararnameyi denetledi ve iptal etti.
Olayı Federal Temyiz Mahkemesi’ne
taşıyan Adalet Bakanlığı’nın Trump
lehine bir karar çıkarma çabası ise
sonuç vermedi ve Temyiz Mahkemesi
de federal hâkimlerin aldığı kararı
haklı buldu. Son söylemleri Trump’ın
bir “ulusal güvenlik tehdidi” olarak
gördüğü mülteci meselesini bu kez de
Yüksek Mahkeme’ye taşıma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Yüksek Mahkeme Trump’ın yanlış yaptığına dair
kararı onaylar, buna karşın Trump
imzalarında ısrarcı olursa sistem bir
anayasal krizle yüzleşmek zorunda
kalabilir. Ya da Trump mahkeme kararlarına uymakla birlikte, ülkedeki
sistemi bir tartışma konusu haline
getirip, yıpratabilir.
Konunun başka bir boyutu da var.
Trump’ın özellikle Suriye iç savaşı
nedeniyle son yılların en dramatik
ve hassas mevzularından biri olan
mülteci meselesinde takındığı bu sert
tutum, ABD’nin artık “liberal dünyanın liderliğini” bıraktığı yönündeki
iddiaların da güçlenmesine neden
oluyor. Kuzeyde Kanada Başbakanı
Justin Trudeau, Trump’ın aksine göç-
menleri kucaklayıcı, çok kültürlülüğü
destekleyici bir tavırla öne çıkıyor.
Ancak Kanada’nın takdire şayan bu
hamlesinin uluslararası sistemdeki
rol dağılımında anlamlı bir karşılığı
yok. Gözler otomatik olarak AB’ye
dönüyor. Ancak bu dönemde AB bambaşka sıkıntılardan geçiyor; varoluşunu sorguluyor. Bir yanda yükselen
aşırı sağ, diğer yanda ekonomik kriz
ve Brexit tartışmaları, “liberal dünyanın yeni temsilcisi” olarak AB’nin
lokomotif gücü sayılan Almanya’nın
öne çıkmasına neden oluyor.
İngiliz The Independent gazetesi
Şubat başında sadece Avrupa’nın değil, “özgür dünyanın” lideri olarak da
Almanya Başbakanı Angela Merkel’i
işaret etti ve “dünyanın ona ihtiyacı
var” diye yazdı.1 The New York Times
da geçtiğimiz Kasım ayında Merkel’i
“Avrupa’nın ve Trans-Atlantik İttifak’ın
son güçlü savunucusu” ilan etmişti 2. Merkel yönetimindeki Almanya,
Trump’ın göçmenlere yönelik kararlarının ABD’nin uluslararası vaatleriyle
örtüşmediğine dikkat çekme cesaretini
gösteren ilk ülkelerden biri oldu. Merkel’e göre ABD ve Almanya kuvvetli
bir işbirliği yapabilir; ancak bunun
için özgürlük ve demokrasi, hukukun
üstünlüğü, insan onuruna saygı gibi ortak değerleri savunmaya devam etmesi
gerekiyor. Merkel Trump’a, özellikle
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ni işaret
ederek, uluslararası toplumun “insani
nedenlerle savaş mağduru mültecileri
kabul etmesi gerektiğini” hatırlatmış
durumda ve mülteciler konusunda
daha hassas bir tutum bekliyor. Amerikan yasaları başkanın yetkilerini uluslararası anlaşmalar ve bunlardan doğan
yükümlülükler bağlamında da denetleme hakkına sahip. Buna göre, Amerikan
Temyiz Mahkemesi, ABD’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerine uymayan bir kanunu veya başkanın bu yöndeki eylemlerini hükümsüz 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
37
GÖRÜŞ
Almanya’nın
yapabileceklerini
gerçekçi bir şekilde
değerlendirmek
gerekiyor, çünkü
Merkel’in önünde de
bir takım zorluklar var.
38
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
kılacak bir gücü elinde bulunduruyor.
Özellikle din ve ırk ayrımcılığı yaptığı
iddiası Trump’ın elini daha önce imza
atılan uluslararası anlaşmalar nezdinde bir hayli zayıflatıyor.
Tüm bunlara rağmen, ABD karşısında Almanya’nın yapabileceklerini
gerçekçi bir şekilde değerlendirmek
gerekiyor, çünkü Merkel’in önünde de
bir takım zorluklar var. Evet, Almanya
hâlâ Avrupa’nın ekonomik olarak en
güçlü ülkesi ve Batı’nın liberal değerlerini koruma konusunda bir hayli
kararlı. Ancak Merkel’in önünde bir
seçim telaşı var. Mülteci krizinin ülkesindeki yan etkilerinden oldukça etkilenmiş durumda ve bu konuda sıklıkla
“Almanya için Alternatif” (Alternative
für Deutschland - AfD) adlı AB karşıtı,
sağcı, popülist hareketin eleştirilerine maruz kalıyor. 11 yıllık iktidarının
yaşadığı yorgunluk da cabası. Kendi
güvenliği için dahi büyük oranda Amerikan ordusu ve istihbaratından güç
aldığı için uluslararası güvenliğe yapabileceği katkılar sınırlı ve askeri gücü,
ABD’nin dünya üzerindeki askeri gücüyle kıyaslanamaz durumda. Tüm
bunlar Almanya’nın, özellikle Merkel
yeniden seçilirse, ABD’den boşalan
“özgür dünyanın temsilcisi” rolünü
ne oranda oynayabileceğini detaylıca
düşünmeyi gerektiriyor.
Bir de Trump’ın Obama döneminde tartışılmaya başlanmış çeşitli uluslararası anlaşma taslaklarına
karşı gerçekleştirdiği son hamleler
var ki bunların bir kısmı yine AB ile
ilişkileri ilgilendiriyor. Trump, “Amerikan çıkarlarını” tehlikeye attıkları
gerekçesiyle, uzun yıllardır devam
eden bazı uluslararası üyelikler (örneğin NATO) kadar, Obama döneminde
müzakere edilmeye başlanan bir takım uluslararası anlaşmalara da soru
işareti ile bakıyor. Bu bağlamda ilk
hedeflerinden biri Obama’nın büyük
önem verdiği ancak kongre tarafından
henüz onaylanmayan Trans-Pasifik
Ortaklığı -TPP anlaşması oldu. Trump,
Asya-Pasifik bölgesindeki 12 ülke ile
ticari ilişkileri düzenleyen ve tarihteki en geniş serbest ticaret anlaşması
olmaya aday TPP’yi bir kararname
ile devre dışı bıraktı. Sırada, AB ile
görüşmeleri 2013 yılından bu yana
devam ve Türkiye’yi de yakından il-
gilendiren Transatlantik Ticaret ve
Yatırım Ortaklığı Anlaşması-TTIP var.
Bu taslak anlaşma, temelde ABD ve
AB arasında gümrük tarifelerinin ve
tarife dışı engellerin azaltılması veya
kaldırılması, düzenleyici alanlarda
yakınlaşmanın sağlanması, hizmet
ticaretinin serbestleştirilmesi, yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, kamu alımları piyasalarının
karşılıklı olarak açılması ve yatırımların önündeki engellerin yok edilmesi
gibi amaçlar güdüyor. Eğer yürürlüğe
girerse bu anlaşma dünya ticaretinin
neredeyse yüzde 40’ını oluşturacak
bir ekonomik alan yaratacak.
TTIP ile, ABD ve AB’nin birbirlerine ortalamanın üstünde uyguladıkları gümrük tarifelerinin (ABD için
orman ürünleri, gıda ve tekstil, AB
içinse gıda, otomotiv ve orman ürünleri) aşağıya çekilerek yatırımların arttırılacağı ve ticaretin canlandırılacağı
düşünülmekte. TTIP vasıtasıyla tarafların kamu ihalelerinde yerli girişimciyi kayırmasının da önüne geçilmesi
hedeflenmekte ki sadece bu nokta
bile Trump’ın temel itiraz alanlarından birini oluşturuyor. Hatırlarsınız
Trump’ın seçim kampanyası boyunca
popülerlik kazanan sloganlarından
biri “Buy American, Hire American”
(Amerikan Malı Al, Amerikalı Çalıştır)
oldu. Dolayısıyla da Trump, ekonomide millileşme/yerelleşme mottosuyla
hareket eden, ABD’nin “kurtuluşunu”
ya da onun deyişiyle “yeniden muazzam bir hale gelmesini” mümkün
olduğunca daha çok içe kapanarak
elde edeceğini düşünen, küreselleşme karşıtı bir isim. TTIP yanlıları iki
taraf arasında sağlanan kolaylıklarla
yaklaşık 13 milyon kişiye iş imkânı
yaratılacağını ve son yıllarda daha çok
Asya’ya kayan dünya ticaretinin yeniden Atlantik bölgesine döneceğini
öngörse de, Trump için bu anlaşma
ABD halkının daha da fakirleşmesi
demek. Anlaşma gerçekleşirse, çok
uluslu şirketlerin çıkarlarının Ameri-
kan toplumunun çıkarlarının önüne
geçeceğini düşünüyor ve bu nedenle
de “Önce Amerika” diyor.
Trump’ın AB’den kopma aşamasındaki İngiltere’yleyse bir sorunu
yok. AB yerine, kimlik bazında kendisini daha yakın gördüğü İngiltere ile
daha çok yakınlaşma peşinde. Zaten
Obama’dan kalan mirasa şiddetle karşı çıkan Trump, selefinin aksine çok
uluslu anlaşmalardan ziyade, iki taraflı anlaşmaları daha faydalı buluyor.
İngiltere’de yeni Başbakan ve Muhafazakâr Parti’nin lideri Theresa May de,
AB’den ziyade geleneksel müttefiki
ABD ile işbirliği kanallarını arttırmaya
daha sıcak bakıyor. İki ülke de bu yeni
dönemde AB’yi mümkün olduğunca
dışladıkları, karşılıklı bir “kazan-kazan” ilişkisi içinde olmak istiyor.
Meksika ve Çin’den sonra, AB’yi
de hedef tahtasına koyan Trump’ın
İngiltere ile planladığı bu işbirliğinde, kazandığından daha fazlasını kaybedeceğini öngörmek mümkün. Dış
ilişkilere iş dünyasındaki kâr-zarar
mantığı ile bakan Trump, iddia ettiği
gibi ekonomik bir başarı elde etse
bile, uluslararası “prestij” anlamında
çok daha fazlasını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Zira ABD, “özgür
dünyanın liderliği” rolünü uzun ve
meşakkatli bir 20’nci yüzyılın sonunda elde etti. Liberal değerleri koruma ve geliştirmeye dayalı bu rolden
bir çırpıda vazgeçmesi ondan, başka
alanlarda çok şey götürebilecek; zaten
yükselen Çin ile mücadele etmek zorunda kaldığı uluslararası arenada, en
önemli niteliğini oluşturan “liberal demokrasiyi” kaybettiğinde bütünüyle
yalnız ve “değersiz” kalabilecektir. ■
Sunny Handel, “Angela Merkel is now the leader of the free world,
not Donald Trump”, The Independent, 1 Şubat 2017.
1
Alison Smale & Steven Erlanger, “As Obama Exits World Stage, Angela
Merkel May Be the Liberal West’s Last Defender”, The New York Times,
12 Kasım 2016.
2
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
39
GÖRÜŞ
M. Haluk NURAY
İKV Brüksel Temsilcisi
Uluslararası Taşımacılık
Sektörümüz Adalet Divanında
Hakkını Arıyor
Türkiye’nin uluslararası taşımacılık sektörünün yıllardır kanayan
yarası olan, AB ülkelerinin Türk TIR’larına yönelik haksız uygulamaları
nihayet AB’nin en yüksek yargı organının önüne getirilebildi.
G
eçtiğimiz ocak ayının 19’unda,
dondurucu soğuk bir Lüksemburg sabahında, güneş ışıklarını
ufuk çizgisinin hemen altından, soğuğu
değilse de en azından karanlığı yenmek
üzere yeryüzüne ulaştırmaya çalışırken,
yaklaşık yirmi kişilik küçük bir kafile,
40
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
kendileri açısından “tarihi” bir olaya şahitlik etmek üzere Avrupa Adalet Divanının tüm sadeliğine karşın temsil ettiği
kavramın görkemine yakışır binasına
doğru ilerliyordu. Değişik bakanlıkların
üst düzey bürokratları, TOBB, TİM, UND,
İKV yetkilileri ve avukatlardan müteşek-
Dava’nın Konusu
kil, takım elbiseli, evrak çantalı, kadınlı
erkekli grubu yarı karanlıkta sokağa
çıkaran sebep Türkiye’nin uluslararası
taşımacılık sektörünün yıllardır kanayan
yarası olan, AB ülkelerinin Türk TIR’larına yönelik haksız uygulamalarının nihayet AB’nin en yüksek yargı organının
önüne getirilebilmiş olmasıydı. Davanın
açılış oturumu (ki zaten bundan başka
dinleyicilere açık oturumu olmayacak)
sabah 09:30’da başlayacaktı. Celseden
hemen önce de izleyicilere yönelik bir
bilgilendirme toplantısı yapılacaktı.
Grup tüm AB binalarına girişte yaşanan geleneksel arama, tarama, kimlik
tespiti aşamalarını atlatıp binaya girdiğinde güneş daha yeni ufuk çizgisinin
üstüne çıkmıştı. Bu yazımda sizlere işte
o andan sonraki üç saatte olanları aktarmaya çalışacağım.
Türkiye’nin Ulaştırma ve Lojistik sektörünün, AB ülkelerine ve AB ülkelerinden karayoluyla mal taşırken karşı
karşıya olduğu çok sayıda sorun var. Bu
sorunları ana başlıklar altında kısaca
sıralayayım.
• Bazı ülkeler, yollarından belli sayıda
Türk plakalı aracın ücretsiz geçmesine izin veriyorlar. Buna kota sistemi deniyor. Haliyle, izin verilen araç
sayısı (yani kota miktarı) her zaman
ihtiyaçtan daha az oluyor.
• Karayolu kotalarının aşılması halinde (ki mutlaka aşılıyor) Türk araçlarından değişik isimler altında ilave
transit geçiş ücretleri alınıyor.
• Bazı yollarda geçiş tamamen yasaklanıyor ve araçlar bir noktadan diğerine zorunlu olarak, ücreti ödenmek
kaydıyla trenle taşınıyor.
• Bunlar yetmezmiş gibi, zaman zaman
sınırların kapatılması ve gümrük geçişlerinin yavaşlatılması gibi bir dizi
beklenmeyen engel çıkarılıyor.
• Türk şoförlerden talep edilen vizeler
de bir başka engel oluşturuyor.
Kolayca görülebileceği gibi yukarıdaki
önlemlerin tamamı taşımacılığın maliyetini (ve haliyle taşınan malın nihai
maliyetini de) doğrudan ya da dolaylı
olarak artırıyor. Maliyet deyince de öyle
az bir şey sanmayın. Kota tamamlandıktan (yani bedava geçiş belgeleri bittikten) sonra bir Türk TIR’ı, sınırı geçip
Almanya’ya ulaşana kadar rakiplerine
göre 800 avro fazla para ödüyor. Bu para
anında takır takır tahsil ediliyor, buna
doğrudan maliyet artışı diyoruz. Dolaylı artış şöyle gerçekleşiyor: Eğer geçiş
ücreti ödemek istemezseniz alternatif
yollar kullanmak zorunda kalıyorsunuz; eğer nadiren de olsa alternatif bir
rota bulmaya muvaffak olursanız bu yol
mutlaka daha uzun oluyor ve bu defa
da yakıt gideriniz ve seyahat süreniz
uzadığı için ek maliyetlere katlanmak
zorunda kalıyorsunuz.
Sektör bu konuda yıllardır üye ülkelere ve Komisyona söz konusu uygulamaların “malların serbest dolaşımını
engellediği ya da kısıtladığı (üstelik de
ayrımcılık yapıldığı) ve bunun da aramızdaki Gümrük Birliği’ne (ve haliyle
de AB yasalarına, ilkelerine ve kurallarına) aykırı olduğu” yönünde şikâyette
bulunuyor, yanlışlığın düzeltilmesini
talep ediyor. Biz iddia ediyoruz ki, her
ne kadar ek ödemeler, kotalar vs. kamyonlara uygulanıyor gibi gözükse de asıl
engellenen kamyonun içindeki maldır.
Üye ülkelerden aldığı cevap ise hep aynı:
“Bu uygulamalar, malların serbest dolaşımını düzenleyen Gümrük Birliği’nin
dışında kalan hizmet sektörü ile ilgilidir.
Önlemler (ve maliyet artışları) mala değil, taşıma hizmetine yöneliktir. (Yani,
onlara göre, kamyonlar engellenince
mallar kendiliğinden yürüyüp müşteriye
ulaşsalar bu sorun hiç yaşanmayacak).
Üstelik de yollarımızı eskitiyor, yıpratıyorsunuz. Tabii ki bedelini ödeyeceksiniz!” Onlar açısından konunun mallarla
bir ilgisi yoktu.
Durumun daha da kötü ve biz teknisyenler açısından kabul etmesi daha
güç olan yanı ise, kendini AB yasalarının ve ilkelerinin bekçisi olarak konumlandıran Avrupa Komisyonunun
da bu görüşe katılması ve çözüm için
üye ülkelerle ikili bazda müzakere yolunu göstermesi idi.
Oysa biliyoruz (ve biliyorlar) ki bu
uygulamaların asıl sebebi Avrupa’nın en
büyük ve genç karayolu taşımacılığı filosuna sahip sektörümüzün rekabetinden
çekinmeleri ve bazı ülkelerin bir kolay
gelir kapısı olarak gördükleri, alıştıkları
yol geçiş ücretlerinden vazgeçememeleri.
Türkler AB Hukukunu
Lehlerine Kullanmayı
Çoktan Öğrendi
Yıllardır bu tutumu sürdüren AB tarafının unuttuğu bir şey vardı: Türkler,
yıllar içinde AB hukukunu kullanmayı,
bu yolla hak aramayı çoktan öğrenmişti. İzninizle burada küçük bir parantez
açıp Türklerin AB’de hukuk yoluyla hak
arama mücadelesinin kısa bir özetini
vereyim.

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
41
GÖRÜŞ
Geçtiğimiz yüz yılın ortasından
itibaren kalabalık gruplar halinde
misafir işçi olarak Avrupa ülkelerine gelen Türkler bir süre sonra
Avrupa toplumlarının ilk başlarda
sergiledikleri kucak açan yaklaşımlarının değişmeye başladığını gördüler. Kendilerine iş yerlerinde ve
yaşam alanlarında farklı muamele
edilebiliyor, ev sahibi ülke vatandaşları ile aynı haklara sahip olmaları
engellenebiliyordu. Türk işçiler bu
katı gerçekleri yaşayarak öğrendiler ama bu arada başka şeyler de
öğrenmişlerdi. “Berlin’de hâkimler
vardı”. Türkiye’nin siyasi müzakereler, diplomatik girişimlerle elde ede-
Parantezi kapatıp tekrar dava gününe
dönelim. Heyetimiz, genç Macar hukukçulardan oluşan bir başka grupla birlikte
dava hakkında bilgilendirilince şunları
öğrendik: Dava Macarca görülecekti (ne
yazık ki Türkçe’ye tercüme imkânı olmayan ama diğer açılardan mükemmele
yakın bir tercüme düzeneğiyle), davanın
önemine binaen (üç değil) beş yargıç
görev yapacaktı. Davanın hukuki ayrıntılarına burada girmem mümkün değil
ama kısaca bir özet vermeye çalışayım.
Bir Türk kamyonu Macaristan’da bir
otoyolda geçiş belgesi olmadan trafik
polislerine yakalanmıştı. Nakliye şirketi
cezayı ödememiş ve konu Macar mahkemesinin önüne gelmişti. Türk tarafı cezayı
ödememesi gerektiğini, çünkü cezanın
aramızdaki Gümrük Birliği uygulamasına (yani AB birincil hukukuna) aykırı
olduğunu iddia ediyordu. Hâkim davayı
sonuca vardıramadığını, konunun kendi
yetki alanını aştığını belirterek, iddiamızın
doğru olup olmadığının ABAD’a sorma
kararı aldı. Kendisine teşekkür borçluyuz.
[Teşekkür ediyoruz çünkü daha önce Almanya’da açılan benzer bir davada Alman
42
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
medikleri haklarını hukuk yoluyla
elde edebilirlerdi.
Avrupalı Türkler, Avrupalılaşırken Avrupa adalet sistemini kullanmayı da öğrenmişlerdi. AB ile aramızdaki Ortaklık Anlaşması ve diğer
hukuki metinler (Ek Protokoller, Ortaklık Konseyi Kararları vb.) AB hukukunun bir parçası haline gelmişti
ve haklarını savunmak için mükemmel bir baz oluşturuyordu. Onlar
da bu yolu kullanmaya başladılar.
AB hukukunun tepe kurumu olan
ABAD nezdinde 1987 yılında Demirel davası ile başlayan hak arama
serisi 22 yılda 48 dava ile Avrupa’da
yaşayan Türklerin çalışma, ikamet,
emeklilik ve sosyal haklar konularında birçok hakkı söke söke kazanmaları ile sonuçlandı. Türkiye’de
yaşayan Türkler yıllar boyunca bu
davaları uzaktan, neredeyse akademik bir ilgi ile izlediler, daha doğrusu seyrettiler. Ta ki 49’uncu davaya
kadar. Soysal davası olarak bilinen
2009 tarihli, vize konulu bu dava
bizlere Türkiye’de yaşayan Türklerin de mahkeme yoluyla AB’de hak
aramalarının mümkün olduğunu
gösterdi. Kapı açılmıştı bir kere. İşte
uluslararası taşımacılık sektörümüz
adına UND tarafından açılan davaya
giden yolun taşları böyle döşendi,
kapı böyle açıldı.
İdare Mahkemesinin hâkimi o noktada
kendisini yetkili görerek karar vermiş ve
dava aleyhimize sonuçlanmıştı.] İşte Lüksemburg’da izlediğimiz dava buydu.
Adalet Divanı, TIR kotası uygulamasının
malların serbest dolaşımı ile ilgili olup
olmadığına karar verecek. Türk tarafının
iddiasını dayandırdığı 1/95 sayılı Gümrük
Birliği kararı (günlük dille) şunu diyor:
miştim ama hâkimlerin kürsünün arkasındaki yüksek kapılardan salona girmeleri ve mübaşirin uyarısıyla herkesin
ayağa kalkması ile başlayan seremoni
yine de insanı etkiliyor.
Savunma bölümündeki üç masada
Türk tarafını temsilen üç, Macar hükumetini temsilen üç ve Komisyonu temsilen bir avukat yerlerini aldıktan sonra taraflar on beşer dakikalık sunum
konuşmaları ile savlarını açıkladılar.
İşte o noktada Türk tarafını sevindiren
ilk gelişme yaşandı. Yıllardır müzakere
masasında Türk tezlerine karşı çıkıp
heyetlerimize kök söktüren Komisyonun
avukatının görüşü Türk tezi ile tamamen
aynı idi. Çok kısaca “Türk TIR’larından
alınan bu geçiş ücreti AB hukukuna aykırıdır” diyordu Komisyon Hukuk Servisinin sevgili(!) avukatı. Konu diplomatik
alandan çıkıp hukuk alanına girince doğruya doğru demek şart oluyordu demek
ki. Komisyon temsilcisi orada şu ya da
bu tarafın menfaatini savunmak için
değil “gerçeği, yalnız gerçeği” söylemek
için bulunuyordu. Söyledi de. Türk tarafı
da sevindi.
• Taraflar aralarında, sanayi ürünlerine gümrük vergisi koyamazlar.
• Gümrük vergisi ile eş etki yaratacak
başka önlemlere de başvuramazlar.
• Taraflar arasında miktar kısıtlaması yani kota koymak yasaktır.
• Kota ile aynı etkiyi yaratacak diğer önlemler de yasaktır. Yani adına
kota demesen de eğer uygulama kota
etkisi yaratıyorsa, o uygulamaya başvurulamaz.
Mahkeme salonunda etkilenmemek
mümkün değil. Özellikle de benim gibi
ilk mahkeme deneyiminizse. Daha önce
onlarca davayı dosya üzerinden incele-
Sultan Ahmet Camii
Daha sonra hâkimler savunma masalarına sorular (hem de çok güzel
sorular) yönelttiler. Türk tarafı tekrar
sevindi. Çünkü sorular daha çok Macar
tarafına yöneltiliyordu ve savlarındaki
tüm mantık boşlukları ve çelişkiler yakalanıyordu. Bir örnek vereyim.
Hâkim: Bu parayı Türk TIR’ı yolunuzu eskittiği için alıyoruz dediniz
değil mi?
Cevap: Evet.
Hâkim: Peki, aynı yoldan geçen, aynı
ağırlıktaki Alman TIR’ından da aynı
vergiyi alıyor musunuz?
Cevap: Hayır.
Hâkim: Neden, onlar yolu yıpratmıyor mu?
Gerçi Türk tarafını da sıkıştırdılar ama
belki de savunmamız daha tutarlı olduğu
için daha az soru sordular. Nihayet savunmacılara son sözleri soruldu, tezlerini
özetlediler, Komisyon avukatı bizim lehimize olan görüşünü iki cümleyle tekrar
etti ve davamızın ilk oturumu sona erdi.
Sorgu hâkimi (ya da savcı) makamındaki
hukukçu görüşünü 6 Nisan’da açıklayacak. Gerekçeli kararın ise yıl sona ermeden açıklanması bekleniyor.
Dava nasıl sonuçlanır diye sorarsanız
cevabım şu olur: Belli olmaz. Son karar
henüz verilmiş değil. Ben sadece hukuk-
çu olmayan birinin gözüyle ilk mahkeme
deneyimimi sizlere aktarmaya çalıştım.
Benim teknik hukuki bilgim ve geçmiş
dava dosyalarından edindiğim tecrübe
davayı kazanma şansımızın kaybetme
ihtimalinden daha yüksek olduğunu
söylüyor. Ama ABAD sisteminin işleyiş
dinamiklerini tam olarak bilmiyoruz.
Mahkeme “bu Türkler çok oluyor artık, bu işin sonu nereye varacak; böyle giderse Türkler tam üyeliği de dava
mahkeme yoluyla kazanacak; biri onları
durdursun” der mi bilemiyorum. Be-
nimki belki de kazanma arzumun yarattığı yersiz bir umut ya da hâkimlerin
sorgulama esnasındaki tonlamalarının
yarattığı gereksiz bir iyimserlik de olabilir. İzlemeye devam edeceğiz. Umarım
bu defa kazanan biz oluruz ama kazanamazsak dahi Komisyonun kürsünün
önünde resmen açıkladığı görüşü bizim
açımızdan AB ile aramızdaki bitmek bilmeyen müzakerelerde ciddi bir kazanım
olacaktır.
Binadan çıkışta ise bizi günün tatlı
sürprizi bekliyordu. Rehberimiz bizi
girdiğimizden farklı bir kapıdan çıkaracağını söyleyerek binanın gerçekten
muhteşem ana çıkışına yönlendirdi ve
hepimizi memnun eden şu bilgiyi verdi.
Binanın mimarı Sultan Ahmet Camii’ni
görmüş ve çok beğenmiş, caminin ışıklandırma sistemini (avize demeye dilim
varmıyor) neredeyse bire bir ABAD’ın
girişinde kullanmıştı.
Çıkışta güneş neredeyse en yüksek noktasına ulaşmıştı ama tahmin
edebileceğiniz gibi, yüzlerimizdeki
gülümsemenin sebebi sadece güneşin aydınlığı değildi. Hepimizin ortak
duygusunu şöyle ifade edeyim: Mahkemede geçen bir gün ancak bu kadar
güzel olabilirdi! ■
Avrupa Birliği Adalet Divanı
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
43
D OSYA
Deniz SERVANTIE
İKV Uzman Yardımcısı
Malta AB Konseyi Dönem
Başkanlığı’nı Devraldı
1 Ocak 2017 tarihinde Malta, AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı
Slovakya’dan devraldı. 2004 yılında AB üyesi olan, 2007 yılında
Schengen Bölgesi’ne entegre olan ve 2008 yılında Avro Alanı’na
dâhil olan Malta, ilk kez AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı yürütme
görevini üstleniyor.
44
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
T
oplam 420 bin nüfusu ile AB’nin
en küçük üye ülkesi olan Malta,
Kuzey Afrika’dan AB’ye giden göç
akınlarının kontrol edilmesi açısından
önemli bir transit merkezi konumunda.
Malta ekonomisine bakıldığında, ülkenin
başlıca gelir kaynaklarının turizm, ticaret
ve finans hizmetlerinden oluştuğu görülüyor. Konsey Dönem Başkanlıkları arasında koordinasyon sağlamak amacıyla
Lizbon Antlaşması ile oluşturulan Trio/
Üçlü Başkanlık; Hollanda, Slovakya ve Malta’dan oluşuyor. Malta, 30 Haziran 2017
tarihine kadar yürüteceği AB Konsey Başkanlığı görevini Estonya’ya devredecek.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
45
D OSYA
Göç krizi konusunda
Malta, üye ülkeler
tarafından kabul
edilen düzenlemelerin
yürürlüğe koyulmasına
öncelik veriyor.
Malta’nın 2017 Dönem
Başkanlığı’nın Öncelikleri
Malta’nın AB Konsey Dönem Başkanlığı öncelikleri şu şekilde:
• Göç Krizi
• Tek Pazar
• Güvenlik
• Sosyal Kapsayıcılık
• AB’nin Komşuları
• Denizcilik
Göç Krizi
Söz konusu alanda Malta’nın başlıca önceliği, halen üye ülkeler tarafından kabul edilen düzenlemelerin yürürlüğe koyulması olarak belirlendi.
Bu çerçevede Malta, AB vatandaşlarının isteklerinin dikkate alınmasının
gerektiğini ve AB’nin bu konuya acilen
46
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
odaklanmasının şart olduğuna işaret
ediyor.
Hedefler
• Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin
güçlendirilmesi ve üye ülkeler arasında göç paylaşımının daha adil
bir şekilde gerçekleştirilmesi,
• Üye ülkelerin sorumluluklarını
belirleyen Dublin Sözleşmesi’nin
yeniden masaya yatırılması,
• Avrupa İltica Destek Ofisi’nin işlevsel bir Avrupa ajansına dönüştürülmesi ve Ortak Avrupa İltica
Sistemi’nin reformuna dâhil edilmesi,
• Yeniden yerleşmeye ilişkin kuralların yürürlüğe koyulması ve bu
alandaki eylemlere devam edilmesi.
• Tüm AB vatandaşları için enerji
kaynaklarına erişimin sağlanması,
• Diğer bir AB üye ülkesine ziyarette
bulunan tüketicilerin ses ve görsel
internet kaynaklarına erişimlerinin
sağlanması,
• Dijital televizyon ve kablosuz mikrofonlar için kullanılan yüksek hızlı
700 MHz bantın ve kablosuz hizmetlerin temin edilmesi ile 5G’ye geçişin
sağlanması.
Güvenlik
AB’de son zamanlarda yaşanan terör
saldırıları Malta Dönem Başkanlığı tarafından dikkate alınan diğer bir sorun
olarak görülüyor. Bu çerçevede AB vatandaşlarının etkin güvenliğinin sağlanması,
AB’nin öncelikleri arasında yer aldığı
belirtiliyor. Bu kapsamda Malta Dönem
Başkanlığı döneminde somut önerilerde
bulunulacağı, Avrupa Dış İlişkiler Servisi
ile birlikte çalışılacağı ve etkin bir diplomasi kurulacağı ifade ediliyor.
Hedefler
Malta göç krizi kapsamında bütünsel
bir yaklaşımı benimsiyor. Bu çerçevede
göçe ilişkin Valletta Zirvesi’nde kabul
edilenlerin takibinin devam edeceği
açıklanmakla beraber, Avrupa Dış Yatırım Planı kapsamında Afrika ve komşu
bölgelerde sürdürülebilir kalkınmanın
teşvik edilmesi, göçün temel nedenlerinin ele alınması hedefleniyor.
Tek Pazar
Malta, Tek Pazar’ın AB’nin en önemli kazancı olduğuna inanıyor. Bu alanda Dijital Tek Pazar’ın geliştirilmesi ve
enerji iç pazarının tamamlanmasının
önemi üzerinde duruluyor. Büyüme
ve istihdamın sağlanmasının tüm AB
üye ülkeleri ve AB geneli için bir öncelik olduğu ifade ediliyor. Bu çerçevede
Stratejik Yatırım için Avrupa Fonu’nun
finansal kapasitesinin artırılması hedefleniyor. Ayrıca ülkenin Sermaye Piyasaları Birliği’ne daha fazla odaklanacağı
da belirtiliyor.
Hedefler
• Avrupa çapında roaming ücretlerinin
kaldırılması,
• Diğer bir AB ülkesinden ürün ve hizmet satın alan tüketicilerin herhangi
bir ayrımcılığa maruz kalmamasının
sağlanması,
• KOBİ’ler için AB mevzuatı üzerine
daha fazla odaklanılması ve Sermaye
Piyasaları Birliği çerçevesinde fon
kaynaklarının sağlanması,
• Enerji Verimliliği paketinin yeniden
gözden geçirilmesi,
• Teröre karşı etkin bir mücadeleye
devam edilmesi,
• AB dış sınırlarında hâlihazırda yürütülen çalışmalarda ilerlemenin kaydedilmesi ile beraber bir AB Seyahat
Enformasyon ve Otorite Sistemi’nin
(EU Travel Information and Authorisation System, ETIAS) kurulması,
• Avrupa Kamu Savcı Ofisi’nin (European Public Prosecutor’s Office) kurulmasına ilişkin somut adımların
atılması,
• Sınırlar arasında daha koordineli bir
biçimde, cezai hukuk alanında işbirliğinin sağlanması için Eurojust’ın
yönetişiminin sağlanması.
Sosyal Kapsayıcılık
Bu alanda; sosyal ortaklar, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar ile çalışmaların yürütüleceği, toplumsal cinsiyet
eşitliği, azınlıklar ve diğer etkilenebilir
grupların haklarının sağlanmasına yönelik adımların atılacağı açıklanıyor.

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
47
D OSYA
Ada ülkesi Malta,
denizciliği öncelik
alanı olarak
belirlemiş durumda.
Hedefler
AB’nin Komşuları
• Kadınların istihdama katılımının
artırılması hedefi dikkate alınarak
borsalarda işlem gören şirketlerin
müdürlük mevkilerinde toplumsal
cinsiyet eşitliği dengesinin sağlanması,
• Cinsiyet kaynaklı şiddet ile mücadeleye devam edilmesi hedefi
dikkate alınarak bu alanda en iyi
uygulamaların ve bilgi paylaşımının teşvik edilmesi,
• LGBT konularında bakanlar düzeyinde bir konferansın düzenlenmesi.
AB’nin güvenliği ve iktisadi gelişiminin, komşularındaki mevcut duruma
bağlı olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede
Akdeniz’in güneyinde bulunan ülkelerin
silahlı çatışma, terör, siyasi istikrarsızlık
ve radikalleşme gibi ciddi sorunlarla
karşı karşıya oldukları ifade edilerek,
komşu bölgelerde istikrarın pekiştirilmesi için önerilerde bulunacağı açıklanıyor. Ayrıca AB’nin küresel stratejinin
de bu açıdan önemli bir referans olacağı
üzerinde duruluyor.
Hedefler
• Başta Libya’nın istikrarı olmak üzere
48
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
• Başta Rusya ve Ukrayna olmak üzere
AB’nin doğusunda bulunan komşu
ülkelerle işbirliğinin sağlanması.
Denizcilik
Bir ada ülkesi olarak Malta, son öncelik alanını denizcilik olarak belirlemiş
durumda. AB’nin önümüzdeki dönemde
deniz ve okyanuslara daha da bağımlı
olacağı ve buna binaen AB Entregre Denizcilik Politikası çerçevesinde denizcilik
sektörünün sürdürülebilirliği ve gelişmesinin devamı üzerinde duruluyor. Mavi
Büyüme Girişimi (Blue Growth Initiative)
kapsamında istihdam olanaklarının sağlanmasına da atıfta bulunuluyor.
Hedefler
• Uluslararası Okyanus Yönetişimi
kapsamında uluslararası okyanus
yönetişim çerçevesi ve okyanusların
sürdürülebilirliğinin sağlanması için
daha etkin, kapsamlı ve uyumlu bir
AB politikasının geliştirilmesi,
• 2017 yılının başında Batı Akdeniz
Havza Girişimi’nin başlatılması.
•
•
•
•
Malta Dönem Başkanlığı ve
Türkiye’nin Üyelik Müzakere
Süreci
Türkiye-AB ilişkileri açısından Malta
Dönem Başkanlığı sırasında, mülteci
uzlaşısının devamı ile Gümrük Birliği’nin
güncelleşmesini öngören müzakerelerin
başlanmasının en önemli gündem maddelerini oluşturacağı dile getiriliyor.
Gümrük Birliği müzakereleri çerçevesinde atılacak adımların, Türkiye-AB
ticaretine olumlu bir şekilde yansıyacağı
bilinmekle beraber bu adımlar, taşımacılık kotaları gibi süregelen sorunların
aşılması adına dikkate alınması gereken
bir fırsat olarak görülüyor.
Mülteci uzlaşısı konusunda, taraflar
arasında Mart 2016’da varılan mutabakatın devam edeceği ve bu ortaklığın
pekiştirilmesi için yeni alanların inceleneceği ifade ediliyor.
Bu konulara ek olarak Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştırmak için
Malta’nın gerekli adımları atması ve
Türkiye ile istişare halinde olması bekleniyor. ■
AB’nin güney komşularına odaklanılması,
İsrail ve Filistin arasındaki Ortadoğu
Barış Süreci’ne ilişkin AB’nin ve uluslararası barış çabalarının desteklenmesi,
Tunus’ta demokratik bir sürecin sağlanması ve AB ile Tunus arasındaki
ticaret müzakerelerindeki ivmenin
korunması,
Suriye krizine ilişkin AB’nin çabalarına ve uluslararası çabalara katkıda
bulunulması,
AB ve Arap Birliği arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve Körfez İşbirliği
Konseyi ile ilişkilerin yeniden canlandırılması,
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
49
MALTA
GÜN DGÜNDEM
EMD
D OSYA
EN
MALTA CUMHURİYETİ
PARLAMENTER
CUMHURİYET
YÖNETİM ŞEKLİ
MALTAAB İLİŞKİLERİ
1964
1970
1990
1996
1998
2000
2004
2007
2008
2017
Malta bağımsız bir devlet oldu.
AET ve Malta arasında Ortaklık Anlaşması imzalandı.
Malta AB’ye üye olmak için başvuruda bulundu.
Malta’da AB karşıtı olan İşçi Partisi’nin genel seçimleri
kazanmasıyla AB ile ilişkiler askıya alındı.
Malta’da Muhafazakâr Parti’nin genel seçimleri kazanmasıyla
AB adaylığı tekrar gündeme geldi.
Malta ile AB arasındaki üyelik müzakereleri başladı.
AB üyesi oldu.
Schengen Alanı’na entegre oldu.
Avro Alanı’na dâhil oldu.
AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Slovakya’dan devraldı.
429.344;
bin;
AB nüfusunun
%0,1’i.
NÜFUS
Maltaca
İngilizce
DİL
ENDÜSTRİ
Oldukça ufak bir ada
ülkesi olan Malta’da
önemli endüstriyel tesisler
bulunmamasına rağmen,
ülkedeki en önemli
endüstriyel sektörler gıda
ve tekstil sektörlerinden
oluşmaktadır. 2015 yılında
GSYH bazında Malta
ekonomisinin sadece
yüzde 11,4’ü endüstri
sektöründen oluşmaktaydı.
50
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
€
1 Ocak 2018
tarihinden itibaren
para birimi olarak
avro kullanılmaya
başlamıştır. Avro
resmi para birimi
olarak yerini almadan
önce kullanılan para
birimi Malta Lirası’ydı.
PARA BİRİMİ
ULAŞTIRMA
• Malta’da toplam 2.227
km’lik bir karayolu ağı
bulunmakta ve böylece
adadaki karayolu
altyapısı bakımından
AB’nin km başına
en yoğun nüfusu
Malta’dadır.
• Denizcilik sektöründe
dünyada önemli bir
konumda olan Malta,
AB’de Yunanistan’dan
sonra ikinci en büyük
ticaret filosuna sahip
ülkedir. Sicile kayıtlı
gros ton olarak ise 45
milyon ton ile dünyanın
yedinci en önemli
ticaret filosuna sahiptir.
Valletta
toplam
315
km2
YÜZÖLÇÜMÜ
EKONOMİ*
• GSYH: 9,250 milyar avro (2015)
• Kişi Başı GSYH: 21.400 Avro (2015)
• GSYH artışı: %7,4 (2015)
• Kamu borcu/GSYH: %64 (2015)
• Bütçe Dengesi/GSYH: % -1,4 (2015)
• Enflasyon: %0,9 (2015)
• İşsizlik: %4,8 (2016)
• İhracat: 2,5 milyar avro (2016)
• İthalat: 5,2 milyar avro (2016)
• İş yapma endeksi: 190 ülke arasında 76’ıncı
sırada (Dünya Bankası, Haziran 2016)
* Bilgiler Eurostat’tan alınmıştır.
İKLİM
Ülke iklimi, genellikle ılımandır.
Yağmur şiddetli
yağar ancak çok
kısa sürer. Kar,
fırtına ve sis
ülkede hiç bilinmeyen kavramlardır. Kasımdan
nisana kadar
ortalama 14 oC’lik
sıcaklık yaşanır.
Mayıstan ekime
kadar ortalama
32 oC’lik yaz
sıcaklığı hüküm
sürer. En sıcak
aylar temmuz
ortasından eylül
ortasına kadardır.
1 Ocak 2017 tarihinde AB Konseyi
Dönem Başkanlığı’nı üstlenen Malta,
yüzölçümü ve nüfus olarak AB’nin
en küçük üyesidir. Malta ayrıca eski
İngiliz sömürgesi olarak İngiliz Milletler
Topluluğu (Commonwealth of Nations)
üyesidir.
•
•
•
•
•
•
AB’nin istatistik birimi Eurostat’ın
2014 yılı verilerine göre Malta,
AB’de en uzun yaşam süresine
sahip üye ülkedir. Kadınlar 84,2
yaşına kadar, erkekler ise 79,8
yaşına kadar yaşamaktadır.
AB’de trafik kazası nedeniyle en
düşük ölüm oranı Malta’dadır.
AB’de en yüksek turizm yoğunluğu
kişi başına 21 geceyle Malta’dadır.
AB’de en yüksek nüfus yoğunluğu
kilometre başına 1352,4 kişiyle
Malta’dadır.
Malta halkının yüzde 98’i Katolik
Kilisesi’ne mensuptur.
Malta dili, Arapça kökenli olup Latin
alfabesi ile yazılan bir dildir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
51
D OSYA
Brexit için
Parlamento
Onayı
Gerekiyor
Britanya Başbakanı May’in açıkladığı Brexit Stratejisi’nin etkileri
sürerken, Temyiz Mahkemesi tartışmalara son noktayı koydu ve
Brexit süreci için Parlamento kararı şartını onadı. Brexit tasarısının
sunulmasıyla gözler Parlamentoda...
Emre ATAÇ
İKV Uzman Yardımcısı
52
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
2
3 Haziran 2016 tarihinde Britanya
halkının yüzde 52’sinin AB üyeliğinden ayrılma yönünde oy kullanmasının üzerinden neredeyse yarım
yıl geçti; fakat Brexit süreci, 2017 yılının
başında hâlâ dünya gündemini meşgul
eden konuların başında geliyor. Brexit
süreci son olarak, Temyiz Mahkemesi’nin
AB’den ayrılma müzakerelerine başlamak için Parlamentonun onayının şart
olduğuna dair kararıyla ön plana çıkıyor.
Bilindiği üzere, Başbakan Theresa May’in
başında olduğu hükümet bunun aksi bir
görüş savunuyordu. Temyiz Mahkemesi,
verdiği bu karar ile referandum sonucunu yok saymasa da, Britanya’nın AB’den
nasıl ayrılması gerektiğini belirlemiş
oldu. Peki, bundan sonra Britanya Lizbon
Antlaşması’nın AB’den ayrılmayı düzen-
leyen 50’nci Maddesi’ni müzakerelere
başlamak için nasıl harekete geçirecek?
Temyiz Mahkemesinin Kararı:
Brexit için Parlamento
Oylaması Gerekiyor
Hatırlanacağı üzere, Britanya Başbakanı Theresa May AB ile ayrılık müzakerelerini başlatacak Lizbon Antlaşması’nın 50’nci Maddesi’nin devreye
alınmasının kendi inisiyatifiyle olacağını
ileri sürerken, Gina Miller adlı İngiliz iş
kadını ile Dier Dos Santos adlı berber
50’nci Madde’nin devreye alınabilmesi
için Parlamento kararı gerektiği iddiasıyla hükümeti dava etmişti. Yüksek
Mahkeme 3 Kasım 2016 tarihinde Miller
ve Santos’un tezleri lehinde karar vererek, AB’den ayrılma süreci başlatılma-
dan konunun milletvekillerinin oyuna
sunulması gerektiğine hükmetmişti. Hükümet ise kararı Temyiz Mahkemesine
taşımıştı. Britanya Başbakanı Theresa
May AB üyeliğinin sona erdirilmesinin
Parlamentonun oyuna sunulmasını reddetmişti. May, Lizbon Antlaşması’nın
50’nci Maddesi doğrultusunda yapılacak
olan Brexit tarihi ile ilgili görüşmelerin
hükümetin yetki alanına girdiğini söylemişti. Britanya Hükümeti, bu görüşmeleri İngiliz hukuk geleneğinde “kraliyet
ayrıcalığı” olarak yorumlarken bunun
için Parlamentodan onay almak zorunda
olmadıklarını ileri sürüyorlardı. 19’uncu
yüzyıldan kalan karar, dış ilişkiler, savunma ve milli güvenlik konularında
Parlamento onayı almadan hareket edilebilmesine izin veriyor.
Temyiz Mahkemesi, 24 Ocak 2017
tarihinde hükümetin Brexit ile alakalı
temyiz başvurusuyla ilgili merakla beklenen kararını açıkladı. Mahkeme, hükümetin temyiz başvurusunu reddederek
AB’den ayrılmaya ilişkin resmi sürecin
başlayabilmesi için önce Parlamento-
nun bu konuda bir yetki kanunu çıkarması gerektiğine karar verdi. Böylece
Mahkeme, Brexit konusunda son sözün
kime ait olduğuna karar vermiş oldu. Bu
karar karşısında Başbakan Theresa May
Brexit sürecini Parlamentonun onayı
olmadan başlatamayacak. Mahkeme,
referandumda çıkan “hayır” sonucunun
yerine getirilmesinin İngiliz Anayasa Hukuku’nda ancak kanun ile olabileceğini
vurguluyor. Böylece Mahkeme, Yüksek
Mahkemenin Gina Miller’in açtığı dava
üzerine vermiş olduğu karardaki argümanları da ayrıca onaylamış oluyor.
Kararda öne çıkan bir diğer ayrıntı ise İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda
Parlamentolarında Brexit ile alakalı bir
karar alınmasına gerek olmadığına hükmedilmesi. Böylece İskoçya ve Kuzey
İrlanda, büyük oranda AB’de kalma yönünde oy vermiş olmalarına rağmen,
Brexit’e kendi Parlamentolarında hayır
deme imkânları olmayacak. İskoçya’nın
yeniden Britanya’dan ayrılmak için referandum yoluna gidip gitmeyeceği daha
doğrusu Britanya’nın bir bütün olarak
devam edip edemeyeceği ise belirsizliğini koruyor.
Brexit Yasa Tasarısı
Parlamentoda
Neticede Temyiz Mahkemesinin
kararı son derece önem arz ediyor. Bu
durum, AB’den ayrılma sürecinin ve bunun şartlarının Parlamento tarafından
yeniden müzakere edilmesi anlamına
geliyor. Avam ve Lordlar Kamarası üyelerinin halkın ayrılma iradesine saygı
duymaları ihtimali ağırlıkta olsa da en
azından AB’den ayrılmanın şartlarının
ve tüm sürecin yeniden masaya yatırılması gerekecek. Buna karşılık, kararın, hükümetin açıkladığı mart ayında
AB’den çıkma sürecini başlatma planı
üzerinde pek bir etkisi olmayacağı ifade
ediliyor. Zira hükümet gerçekten hızlı
hareket ederek Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini resmen başlatacak olan
50’nci Madde’nin işletilmesi yetkisinin
hükümete devredilmesini öngören yasa
tasarısını 26 Ocak 2017 tarihinde Parlamentoya sundu. Britanya Hükümeti
böylece Temyiz Mahkemesinin kararına
uymak adına söz konusu tasarıyı Parlamentoya göndererek AB’den ayrılma
süreci için ilk adımını atmış oldu.
“AB Yasası” olarak da adlandırılan
Brexit yasa tasarısı, Parlamentonun alt
kanadı Avam Kamarası’nda başlayan
komisyon görüşmelerinin ardından 8
Şubat’ta oya sunuldu. Parlamentoda yapılan oylamada, milletvekilleri büyük bir
çoğunlukla hükümete ülkenin AB’den
ayrılma müzakerelerine başlama yetkisi
verdi. İlgili yasa tasarısı Avam Kamarası’ndaki oylamada 122’ye karşı 494
oyla kabul edildi. Bu süreçte Başbakan
May’in İşçi Partisi’nin talepleri doğrultusunda detaylı bir AB’den ayrılma raporu
(white paper) açıkladığı da belirtilmeli.
Bu nedenle, hükümetin AB’den ayrılma
siyasetinin Parlamentoda daha şeffaf
ve uzlaşmacı şekilde tartışıldığı sonucuna da varılabilir. Öte yandan, Başbakan Theresa May’ın Britanya’nın AB’den
ayrılmasıyla ilgili resmi açıklamayı yapabilmesi için Parlamentonun her iki
kanadının da onay vermesi gerekiyor.
Yasa tasarısı gelecek günlerde Lordlar Kamarası’nda görüşülecek. Lordlar
Kamarası’nda yasada herhangi bir değişiklik istenirse metin yeniden Avam
Kamarası’na gönderilecek ve görüşülüp
oylanarak lordlara iade edilecek. Lordların değişiklik talepleri devam ettiği
sürece tasarı iki kanat arasında gidip
gelmeye devam edecek. Lordların onayını alması halinde tasarı son onay ve
yürürlük için kraliçeye sunulacak.
Tasarının mart ayına kadar Britanya
Parlamentosunun onayından geçmesi
bekleniyor. Bu kararın Parlamentodan
geçmesine bağlı olarak, mart ayında Britanya, AB’den ayrılma sürecini başlatacak başvuruyu resmi olarak yapabilecek. Başbakan May, AB Yasa Tasarısı’nın
zamanında kabul edilmesini başarır ve
planladığı gibi mart ayında AB’den ayrılma sürecini başlatabilirse, bundan
sonraki süreci Britanya Hükümeti’nin 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
53
D OSYA
Başbakan Theresa
May, Brexit sürecini
Parlamentonun
onayı olmadan
başlatamayacak.
Mahkeme,
referandumda çıkan
“hayır” sonucunun
yerine getirilmesinin
İngiliz Anayasa
Hukuku’nda ancak
kanun ile olabileceğini
vurguluyor.
54
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
üyelikten ayrılmanın koşullarını belirleyecek olan bir anlaşma için AB ile müzakerelerde izleyeceği stratejiyi belirleyecek. Bu nedenle, Britanya hükümetinin
AB ile müzakerelerde ulaşması amaçladığı hedeflere daha yakıdan bakmakta
fayda var.
Sert Brexit’e Doğru: Hükümetin
12 Maddeli AB’den Ayrılma
Stratejisi
Britanya Başbakanı Theresa May
ise uzun süredir merakla beklenen ülkesinin Brexit stratejisini 17 Ocak 2017
tarihinde gerçekleştirdiği bir konuşma esnasında açıkladı. Strateji, AB ile
müzakerelerde ulaşılması amaçlanan
12 hedeften oluşuyor. Bu hedefler arasında İngiltere ve İrlanda arasındaki
ortak seyahat alanını korumak, Ortak
Pazar’dan çıkarak AB ile tarife dışı ticaret ve gümrük anlaşması yapmak,
Avrupa’yla emniyet ve istihbarat paylaşımını sürdürmek ve İngiltere’deki AB
vatandaşlarının göçmenlik haklarıyla,
AB içindeki İngiltere vatandaşlarının
göçmenlik haklarını kontrol etmek bulunuyor. Theresa May’in konuşması,
Britanya’nın ne tür bir Brexit anlaşması
yapılacağının açıklığa kavuşması açısından önem taşıyor.
Konuşmanın şüphesiz en dikkat çeken noktası, ticari ilişkilerin nasıl işleyeceğiydi. Başbakan May’in açıkladığı
12 maddelik AB’den ayrılma stratejisinin ana eksenini AB üyeliği ile birlikte
Ortak Pazar’dan da çıkılması oluşturuyor. Geçen yılın haziran ayında AB
referandumundan çıkan ayrılık kararını
uygulamak konusunda kararlı olduğunu
belirten May, Avrupa ile kapsamlı bir
serbest ticaret anlaşmasını hedefliyor.
Britanya’nın bu kararının altında ise iki
temel sebep yatıyor: Öncelikle Britanya,
içerisinde söz hakkı olmayan bir birliğin
hazırladığı ortak pazara ilişkin düzenlemelerin bir parçası olmak istemiyor.
AB’nin ticari ve ekonomik düzenlemelerinden ve kısıtlamalarından muaf olmak
istiyor. Dahası küresel ekonomik büyüme içerisindeki payını giderek artıran
gelişmekte olan piyasa ekonomileriyle
bağımsız karşılıklı serbest ticaret anlaşmaları imzalayabilmek istiyor. Çünkü
mevcut AB Ortak Pazar düzenlemeleri,
üye ülkelere münferit üçüncü ülkelerle
karşılıklı serbest ticaret anlaşması imzalama hakkı tanımıyor.
Dolayısıyla, bu süreçte Britanya’nın
başta AB ile olmak üzere bir dizi serbest
ticaret anlaşması imzalaması hedefleniyor. AB ile imzalanacak olan dışında,
AB’nin daha önce imzaladığı 60’ın üzerindeki serbest ticaret anlaşmasına da
ayrıca odaklanılacak. Bunlara ek olarak
da tamamen yeni birkaç serbest ticaret
anlaşması imzalanması için çaba gösterilecek. ABD, Yeni Zelanda, Türkiye ve
Avustralya gibi ülkeler bu son listede
yer alıyorlar. Nitekim Theresa May’in
27 Ocak 2017 tarihinde Vaşington’daki
temaslarında ABD ile bir serbest ticaret
anlaşması imzalanması için şimdiden
hazırlıklara başlanmasına ilişkin bir
anlayış birliği oluştu. Theresa May’in
Vaşington’un ardından Ankara’yı ziyaret
etmesini de bu yeni stratejinin bir adımı olarak görmek yerinde olur. Ziyaret,
Türkiye ile Britanya arasında savunma
sanayii alanında önemli bir anlaşmanın
imzalanmasıyla sonuçlandı.
Bununla beraber, May’in konuşmasını sadece Britanya’nın AB’den ayrılma
stratejisi gibi okumak oldukça yetersiz
olur. Zira May’in konuşması, Brexit sonrası Britanya’nın küresel rolünü şekillendirme çabalarının önemli bir adımı.
Britanya, Brexit sonrası küresel ticaret
ve güvenlik ortaklıklarının altyapısını
şimdiden oluşturmanın hazırlığı içinde.
Bu kapsamda May’in konuşması son
derece kapsamlı ve özenle düşünülmüş.
Peki, Britanya Brexit sonrasında nasıl bir
küresel rol hedefliyor?
Brexit Sürecindeki Britanya’nın
Küresel Rol Arayışı
Hatırlanacağı üzere, Britanya’da
Dışişleri Bakanı olarak görev yapan
muhafazakâr siyasetçi Boris Johnson,
Brexit süreci ardından belirsiz günler
yaşayan ülkesinin dış politikası hakkında
2 Aralık 2016 tarihinde ünlü Londra
merkezli düşünce kuruluşu Kraliyet
Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde
(Chatham House) önemli bir konuşma
yapmıştı. “Küresel Britanya: Brexit
Çağında Birleşik Krallık Dış Politikası”
(Global Britain: UK Foreign Policy in
the Era of Brexit) başlıklı bu konuşma,
yeni dönemde Britanya’nın Theresa
May başbakanlığında ve Muhafazakar
Parti (Conservative Party) hükümetinde
izleyeceği politikalara ışık tutan bazı
bölümler içeriyor.
Johnson’a göre, dünyanın son yıllarda oldukça karmaşık bir hale gelmesi
tehlikesi karşısında Britanya’nın geçmişte olduğu gibi küresel sorumluluklar
üstlenmesi, uluslararası düzen açısından
oldukça faydalı hale gelebilir. Bu konuda
ülkesinin yaptıklarını tarihten ve günümüzden örneklerle açıklayan Johnson,
Britanya’nın hâlihazırda küresel ekonomi ve siyasal istikrar açısından çok kritik
roller oynayan bir ülke olduğunu belirtiyor. Konuşmadaki en önemli husus ise
Brexit kararının ardından Britanya’nın
içe kapanan değil, farklı coğrafyalarda
daha atak bir dış politika izleyeceğinin
belirtilmesi. Dünya halklarının gözünde
Britanya’nın çok etkili ve dünyaya hâlâ
liderlik edebilecek bir ülke olduğunu
iddia eden Dışişleri Bakanı, küresel bir
ülke olan Britanya’nın kendi döneminde
küresel bir dış politika izleyeceğini söylüyor. Bu küresel anlayışın, hem Britanya, hem de dünyanın çıkarlarına uygun
olduğunu iddia ediyor.
Britanya’nın küresel bir dış politika
izlemesinin gerekliliği konusunda
Johnson’ın savunduğu en önemli bir tez
ise, dünyada ticaretin hiç olmadığı kadar
arttığı bu çağda, Britanya’nın serbest
ticarete önderlik etmesinin küresel bir
sorumluluk olduğu. Dışişleri Bakanı,
bunun dünya üzerindeki halkların ve
özellikle de fakir kesimlerin hayatlarını
daha iyi hale getirebileceğini iddia
ediyor. Brexit’in korumacılık veya içine
kapanma kararı olmadığını ve bu süreçte
ülkesinin dünyanın farklı coğrafyalarında
serbest ticareti AB çatısı altında
olmadan daha güçlü ve yoğun şekilde
teşvik edebileceğini belirten Johnson’ın
Brexit sonrası ekonomik kazançlar ya da
kayıplardan ziyade Britanya’nın AB’den
bağımsız ticaret politikası belirleme
şansını yakalayacak olmasının önemini
vurguluyor.
Gerek Boris Johnson’un gerekse Başbakan Theresa May’in açıklamalarına
bakıldığında, Brexit sonrası Britanya’nın
amacının daha çok dünya geneline yayılmış bir serbest ticaret ülkesi olmak
istediği anlaşılıyor. Fakat her ne kadar
ortak pazardan ayrılmanın ve yeni
serbest ticaret anlaşmaları imzalamanın avantajları olsa da, hem Britanya
hem AB açısından çok sayıda risk ve
belirsizliği de içerisinde barındırıyor.
Britanya’nın almış olduğu AB’den çıkış
kararı, özellikle dış ticarette bağımsız
bir politika izlemesinin önünü açacak
ama bugün AB’nin 60’ın üzerinde ülke
ve ülkeler grubu ile imzalamış olduğu
ticaret anlaşmalarından da ayrılması ve
söz konusu ülkeler ile yeni anlaşmalar
imzalamak için tekrar müzakere etmesi
gerekecek. Serbest ticaret görüşmeleri,
Brexit için öngörülen 2 yıldan uzun sürebilir. AB bazı sektörleri ya da ürünleri
olası ticaret anlaşması dışında tutabilir. Ülkenin Ortak Pazar’dan ayrılması
ve serbest ticaret anlaşmasının iki yıl
içerisinde tamamlanamaması halinde,
birçok sektörde Avrupa ile ticaret yapan şirketlerin farklı gümrük tarifeleri
ile karşılaşması mümkün. Bunun uzun
vadede ürün ve hizmet maliyetlerine
yansımasından ve Britanya’nın uluslararası rekabet gücünün azalmasından
endişe ediliyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
55
E KONOMİ MASASI
AB Ekonomisi
Dalgalı Denizlerde
Seyrine Devam Ediyor
Geçtiğimiz yıl AB ekonomisi, gerek dünyada gerek AB’de
ekonomik ve siyasi birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Bu zorluklara
göğüs germeyi başaran AB, gösterdiği ekonomik performansla
gelecek dönem beklentilerini de yükseltti.
Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU
İKV Kıdemli Uzmanı
56
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
A
vrupa Komisyonunun son yayımladığı Kış Dönemi Ekonomik
Tahmin Raporu’nda da belirtildiği gibi AB, geçen yıl olumsuz küresel
gelişmelere karşı dayanıklılık gösterdi.
AB’de ekonomik toparlanmanın bu yıl ve
önümüzdeki yıl da sürmesi bekleniyor.
Yaklaşık 10 yıldır ilk defa, bütün üye
ülke ekonomilerinde 2016-2018 döneminde büyüme bekleniyor. GSYH Avro
Alanı’nda art arda 15 çeyrek dönem artış
gösterdi. İstihdam artışı gücünü sürdürürken işsizlik oranı da kriz öncesi dönemdeki seviyeleri yakalayamamasına
rağmen azalmaya devam ediyor. Özel
tüketim ise büyümenin itici gücü olmaya devam ediyor. 2008’den beri ilk defa
2016-2017 dönemini ve 2018 yılını kapsayan 3 yıllık dönemde ekonomik tah-
minler bütün üye ülkelerin büyüyeceğini
ortaya koyuyor. Durgunluk döneminden
en fazla etkilenen üye ülkelerin bile geçtiğimiz yıl büyüme eğilimine girdikleri
tahmin ediliyor.
AB, 2016 yılının ikinci yarısında beklenenden daha yüksek performans sergiledi ve 2017 yılına güçlü bir başlangıç
yaptı. Avrupa Komisyonu, AB’nin başta
büyüme olmak üzere geçen yılki performansını göz önüne alarak önümüzdeki
döneme ilişkin büyüme tahminlerini
hem Avro Alanı hem de AB için sonbahar
dönemindeki tahminlerine kıyasla yükseltti. Avrupa Komisyonunun tahminine
göre, Avro Alanı GSYH’sinin 2017 yılında yüzde 1,6 ve 2018 yılında yüzde 1,8
artması öngörülüyor. Kasım ayında yayımlanan Sonbahar Dönemi Ekonomik
Tahmin Raporu’na göre, AB’nin büyüme
tahminlerinin 2017 yılında yüzde 1,5;
2018 yılında yüzde 1,7 olduğu göz önüne alındığında yeni tahminlerin biraz
daha iyimser olduğu izleniyor.
Olumlu Ekonomik Tahminlere
Eşlik Eden Riskler de Oldukça
Yüksek
AB’de büyümenin devam edeceği
beklentisi yüksek ancak diğer yandan
Brexit ve ABD yönetiminden kaynaklanan olağanüstü riskler de varlığını
hissettiriyor. Avrupa Komisyonu, büyüme beklentilerini yükseltmekle birlikte,
alışılagelmişin üzerinde bir yüksek belirsizlik tablosunun da olumlu beklentilere eşlik ettiğini ortaya koyuyor. ABD
Başkanı Donald Trump’ın göreve gel-
mesiyle ülkedeki yeni yönetimin temel
politika alanlarındaki hedeflerinin neler
olacağına ilişkin yüksek belirsizliğin
yanı sıra Britanya’nın AB’den ayrılması
için Lizbon Antlaşması’nın 50’nci Maddesi’nin uygulanmasına ilişkin olarak
Britanya ile yürütülen görüşmeler de
diğer bir belirsizlik unsuru. Britanya ve
ABD’den kaynaklanan belirsizliklerden
başka, Avrupa’da çeşitli ülkelerde yapılacak seçimler, Yunanistan’ın kurtarma
programı ve İtalyan bankalarının mali
durumuna ilişkin belirsizlikler de AB
ekonomisi için belirli bazı riskler olarak
varlığını sürdürüyor.
Bütün AB Ülkeleri Büyüyor
Ekonomik iyileşmenin art arada
5 yıldır sürmesi AB için sevindirici ve
önemli bir gelişme. AB ekonomisi gecen
yıl da şoklara karşı dayanıklı olduğunu
gösterdi. Büyümede artış kaydedilmeye
devam edilirken, işsizlik ve bütçe açığı
azalma eğiliminde. Öte yandan, iç ve
dış faktörlere bağlı yüksek düzeydeki
belirsizlikler büyümeye eşlik ediyor. Bu
ortamda ise her zamankinden daha fazla, büyümeyi destekleyecek bütün politika araçlarının kullanılması gerekiyor.
Bu açıdan AB ekonomilerinin rekabet
güçlerini sürdürmeleri ve değişen koşullara uyum sağlamaları şart. Bunun
için sürekli bir şekilde yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve büyümenin
kapsayıcı hale getirilerek toplumun her
kesimi tarafından hissedilmesinin sağlanması önem taşıyor. Uzun zamandır
düşük seyreden enflasyon oranlarında 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
57
E KONOMİ MASASI
17
% ,
AB’de 2018 yılı enflasyon tahmini
kaydedilen artışla birlikte mevcut parasal politikayla sağlanan itici gücün
sürmesi pek mümkün görünmüyor. Yüksek kamu açıkları ve kamu borçları olan
ülkelerin ekonomik şoklara dayanıklı
hale gelebilmeleri için bu oranlarını düşürmeleri gerekiyor.
Enflasyon Artıyor, İşsizlik ve
Bütçe Açığı Azalıyor
Enflasyonun, son 2 yıldır çok düşük
düzeyde seyrederken son dönemde Avro
Alanı’nda artış gösterdikten sonra bu
yıl ve gelecek yıl yükselmesi bekleniyor.
Ancak bu artış henüz hedef seviye olan
orta vadede yüzde 2’ye yakın düzeye
ulaşmadı. Oynak seyreden enerji fiyatları haricindeki çekirdek enflasyonun
sadece kademeli olarak artacağı tahmin
58
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
ediliyor. Genel olarak Avro Alanı’nda
enflasyonun 2016 yılında yüzde 0,2’den
2017 yılında yüzde 1,7’ye ve 2018 yılında yüzde 1,4’e yükseleceği tahmin ediliyor. AB’de enflasyonun ise 2016 yılında
yüzde 0,3’ten 2017 yılında yüzde 1,8’e
ve 2018 yılında yüzde 1,7’ye yükselmesi
öngörülüyor.
Özel tüketimin, istihdamda sağlanan
artışın da desteğiyle büyümenin temel
itici gücü olmayı sürdürmesi bekleniyor.
Bununla birlikte artan enflasyonun hane
halkının satın alma gücünü sınırlaması
nedeniyle bu yıl ve gelecek yıl özel tüketimin azalması bekleniyor.
Yatırımlarda artışın, ancak bunun
yavaş bir şekilde, düşük finansman
maliyetleri ve güçlenen küresel ekonomik faaliyetler gibi faktörlerin etki-
siyle gerçekleşmesi bekleniyor. Avrupa
Yatırım Planı kapsamında desteklenen
projelerin de onay sürecinden geçip
uygulamaya girmesiyle birlikte artan
bir şekilde kamu ve özel sektör yatırımlarının desteklemesi öngörülüyor.
Genel olarak, Avro Alanı’nda yatımların bu yıl yüzde 2,9 iken gelecek yıl
yüzde 3,4’e yükseleceği tahmin ediliyor. AB’de ise bu oranların 2017 ve
2018 yılında sırasıyla yüzde 2,9 ve
yüzde 3,1 düzeyinde olacağı tahmin
ediliyor. Yatırımların artmaya başladığı 2013 yılından bu yana ise yüzde
8,2 oranında artış kaydedildi. Buna
rağmen 2000-2005 döneminde yüzde
22 olan yatırımların GSYH’ye oranının
2016 yılında yüzde 20’ye gerilediği
düşünüldüğünde bu oranın olması ge-
reken değerin altında kaldığı değerlendirilebilir. Yatırmalardaki devam eden
zayıflık ise toparlanmanın ve ekonomik büyümenin sürekliliği konusunda
şüphe yaratıyor.
Birçok üye ülkede geniş kapsamlı
yapısal reformlar sayesinde ekonominin
iyiye gitmesinin işgücü piyasaları üzerinde güçlü bir olumlu etki oluşturması
bekleniyor. İstihdam oranındaki artışın
güçlü, ancak 2017 ve 2018 yıllarında
2016 yılına kıyasla daha az dinamik olması ihtimal dahilinde. Avro Alanı’nda
işsizlik oranının ise daha da azalması
ve 2016 yılında yüzde 10 seviyesinden
bu yıl yüzde 9,6’ya ve 2018 yılında yüzde 9,1’e inmesi öngörülüyor. AB’de ise
işsizliğin 2016 yılında yüzde 8,5 iken
2017 yılında yüzde 8,1’e ve gelecek yıl
da yüzde 7,8’e düşeceği tahmin ediliyor.
Söz konusu oranlar 2009 yılından beri
kaydedilen en düşük seviyeler ancak
yine de kriz öncesi düzeylerin üzerinde
seyrediyor.
Bütçe açığı ve kamu borcunun
GSYH’ye oranının 2017 ve 2018’de
azalması bekleniyor. Avro Alanı kamu
açığının geçen yıl GSYH’nin yüzde
1,7’sinden bu yıl ve gelecek yıl GSYH’nin yüzde 1,4’üne ineceği tahmin
ediliyor. Kamu borcunun GSYH’ye oranının aşamalı olarak 2016’da GSYH’nin
yüzde 91,5’inden 2017’de yüzde
90,4’üne 2018’de ise yüzde 89,2’sine
inmesi bekleniyor.
Türkiye Ekonomisine
İlişkin Tahminler
Avrupa Komisyonunun raporunda
aday ülkeler bölümünde Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelere de yer veriliyor.
Raporda 2016 yılının üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisinin son yedi
yıldır ilk defa küçüldüğü belirtiliyor. Büyümenin 2016 yılında yüzde 2,2 oranında gerçekleştiği tahmin edilirken, 2017
yılında yüzde 2,8, 2018 yılında ise yüzde
3,2 oranında büyüme bekleniyor. Türk
Lirasının değer kaybetmesinin ihracatta
artış sağlanmasına katkı sağladığı be-
lirtiliyor. Buna karşın TL’nin kontrolsüz
olarak değer kaybetmesinin ekonomik
risk yaratması ihtimaline dikkat çekiliyor.
2016 yılı üçüncü çeyrekte kamu
harcamaları büyümeye katkı yapan tek
harcama kategorisini teşkil etti. Tüketici güveni ise geçen yıl Ağustos ayından
bu yana azalarak, tarihi düşük seviyelere ulaştı. İş dünyası güveni ise; 2016 yılında tüketim harcamalarındaki geçen
yılsonundaki azalışı doğrular nitelikte
düşmeye devam edecek.
Yükselen ekonomilerdeki belirsizlik
ortamı yatırımlara da olumsuz yansıyor.
AB’nin ekonomik tahmin raporunda
bu durumun özellikle güvenlik sorunları, siyasi belirsizlik ve düşük tasarruf
oranlarına sahip Türkiye’yi de etkilediğine dikkat çekiliyor. Bunun sonucunda
gayrisafi sabit sermaye oluşumunun
2017 yılında GSYH artışında en önemli
faktör olması bekleniyor. 2017 yılında
başkanlık sistemine ilişkin referandumla birlikte bu yılın ortasında siyasi belirsizliğin azalması sonucunda iç piyasada
özel tüketimin yavaş bir şekilde artması
ve bunun gelir artışını desteklemesi
bekleniyor. Enflasyonun ise TL’nin değer kaybetmesinin etkisiyle artacağı
tahmin ediliyor. 2016 yılında asgari
ücrette sağlanan artışın ise büyümede
artış yerine enflasyonu beslediğine dikkat çekiliyor.
Genişleyici makroekonomik politikalar ve kamu finansmanındaki artış
eğilimi nedeniyle Türkiye’de kamu harcamalarının da artacağı tahmin ediliyor.
Vergilendirmede yeniden yapılandırmanın etkisiyle geçen yıl kamu açığında
çok fazla artış kaydedilmedi. Hükümetin
yeni bütçede kamu açığını 2016 yılında GSYH’nin yüzde 1,1’i; 2017 yılında
yüzde 2’si oranında öngördüğüne işaret edilerek, genişlemeci politikalara
karşılık kamu gelirinin düşük olması
nedeniyle ekonominin canlandırılması amacıyla hükümet tarafından daha
fazla teşvik sağlanmasının beklendiği
belirtiliyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
59
İ NFOG R A FİKLERLE AB
AB’nin GSYH’ye Göre Karayolu
Taşımacılığı (2005 yılı bazı:
100, ton: kilometre oranı)
AB-28
Almanya
Avusturya
Belçika
Bulgaristan
Çek Cumhuriyeti
Danimarka
Estonya
Finlandiya
Fransa
GKRY
+ÕUYDWLVWDQ
Hollanda
øQJLOWHUH
øUODQGD
øVSDQ\D
øWDO\D
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Malta
Polonya
Portekiz
Romanya
Slovakya
Slovenya
Yunanistan
2009
91,3
95,7
80,8
78,6
111,5
89,8
74,5
71,5
87,3
82,6
62,1
82
93,8
100,2
87,1
93,7
114
83,4
64,1
92,2
114,4
114,9
2010
93,9
96,7
82,6
79,5
120,9
99,7
68,1
75,8
90,8
83,7
69,1
91
100,8
109,2
87
90,5
123
81,2
59,5
91
124,4
126,9
2011
92,4
95,1
80,6
75,6
120,1
103,1
73,1
70,1
81,7
84,7
59,6
88,4
114,7
114,8
85,3
88,8
122
85,1
58,8
91,4
129
96,2
2012
90,5
91,5
74,9
75,3
135,7
98,5
74
59,7
79,5
79
58,2
85,7
111,9
113,6
77,3
86,3
124,6
80,8
61,9
90,5
127,1
104,6
2013
91,5
91,8
71,6
76,3
146,7
104,1
72,5
57,6
78,2
78
43,8
88,6
103,2
115,7
79,9
83
135,4
89,8
63,6
92,4
130,8
98,2
2014
90,6
91
73,1
73,9
147,1
101,8
72,1
50
76,7
75,5
38,1
88,7
103,2
119,9
84,8
80
132,2
85,5
61,7
93,4
131,3
99,3
AB’de Karayolu ile Taşın
AB-28
Almanya
Avusturya
Belçika
Bulgaristan
Çek Cumhuriyeti
Danimarka
Estonya
Finlandiya
Fransa
GKRY
+ÕUYDWLVWDQ
Hollanda
øQJLOWHUH
øUODQGD
øVSDQ\D
øWDO\D
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Malta
Polonya
Portekiz
Romanya
Slovakya
Slovenya
Yunanistan
2009
2010
2011
15.215.996
2.769.201
336.691
297.879
146.563
370.115
149.344
30.088
333.837
1.939.431
28.523
616.903
37.819
44.697
52.649
14.952.605
2.734.605
331.034
296.189
129.922
355.911
165.708
27.315
322.107
2.015.493
32.247
564.841
46.808
44.716
60.725
15.0
2.98
344.
289.
135.
349.
178.
32.9
330.
2.09
26.0
561.
53.9
46.0
60.6
1.170.478
258.968
293.422
163.491
75.287
644.528
1.216.083
222.142
174.124
143.244
81.025
577.442
1.32
217.
183.
132.
75.6
505.
Kaynak: Eurostat
http://ec.europa.eu/eurostat/web/transport/data/main-tables#
60
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
AB’nin Temel Karayolları İstatistikleri
Bilindiği üzere, Türkiye-AB Gümrük
Birliği’nin modernizasyonuna ilişkin
müzakerelerin başlamasıyla, modernizasyonun, iki tarafın karayolu ulaştırma
sektörüne fayda sağlayacağı ifade ediliyor. Bu çerçevede, özellikle hizmetler
sektörünün Gümrük Birliği mevzuatına aktarılmasının önem taşıdığını söylemek mümkün. Buna ek olarak, son
Taşınan Yük Miktarları (Bin ton)
2012
2013
2014
2015
15.002.584
2.986.736
344.737
289.203
135.328
349.278
178.006
32.913
7
330.992
93 2.090.616
26.050
561.051
53.936
46.019
60.687
2011
14.029.603
2.891.837
333.963
291.380
140.274
339.314
176.354
31.321
294.939
2.008.370
22.964
538.475
52.622
48.428
54.482
13.937.268
2.938.702
325.475
300.608
160.127
351.517
173.917
31.080
281.177
1.999.869
16.122
604.692
60.610
52.346
51.480
14.118.708
3.052.628
349.537
299.476
153.077
386.243
178.146
27.358
381.263
1.918.572
14.585
610.910
62.239
57.591
58.723
11.263.430
351.068
264.034
161.567
437.118
181.232
28.162
422.891
1.796.755
14.402
643.458
62.569
58.601
52.547
83
2
4
4
1.245.053
154.484
188.611
132.270
62.759
400.124
1.300.608
148.177
191.554
129.032
65.340
480.794
1.300.382
149.829
190.938
142.608
74.143
403.327
1.264.960
150.358
198.824
147.225
70.509
420.005
605
05
4
9
2
2
1.322.237
217.186
183.935
132.690
75.615
505.986
zamanlarda Türk karayolu ulaştırma
sektörünün doğrudan ABAD’daki girişimlerinin kamuoyunda uyandırdığını
yankıyı göz önünde bulundurarak, sizlere AB’nin temel karayolları istatistikleri
derledik. Ayrıca, Türkiye ve AB arasındaki karayolundan gerçekleştirilen ihracat
ve ithalat ile ilgili bilgileri de aşağıda
bulabilirsiniz. İyi okumalar dileriz.
Türk Araçların AB Üye Devletlerinden İthal Taşımaları
*HOGL÷LhONH
Almanya
Avusturya
Belçika
Bulgaristan
Çek Cumhuriyeti
Danimarka
Estonya
Finlandiya
Fransa
+ÕUYDWLVWDQ
Hollanda
øQJLOWHUH
øUODQGD
øVSDQ\D
øVYHo
øWDO\D
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Macaristan
Polonya
Portekiz
Romanya
Slovakya
Slovenya
Yunanistan
7RSODP
84.615
5.248
4.068
7.120
2.190
730
17
567
22.381
3.571
1
97
4
5.365
7.851
43
17.471
3.866
3.266
14.484
95.521
5.641
4.117
5.984
2.468
942
15
502
20.439
4.315
11
79
275
4.848
9.505
106
22.489
3.695
4.275
11.543
95.309
6.308
3.982
6.821
1.789
939
27
472
20.383
4.214
22
120
179
4.655
11.395
95
22.870
3.483
4.741
11.985
99.446
4.416
4.578
6.490
2.153
885
47
490
18.453
5.568
26
180
422
4.553
9.029
228
18.935
3.710
3.757
11.166
109.941
4.634
4.132
6.055
2.394
1.032
29
644
17.036
6.163
32
112
399
4.885
8.701
241
11.392
3.768
3.104
12.360
105.205
4.919
5.033
6.868
2.857
1.136
53
601
22.725
7.306
31
134
395
4.641
7.708
312
10.557
3.355
2.711
11.288
99.425
4.571
6.364
9.409
4.431
1.308
145
653
26.699
9.137
70
200
409
5.657
10.683
331
12.113
4.005
2.553
10.599
'H÷LúLP
%-5
%-7
%26
%37
%55
%15
%174
%9
%17
%25
%65
%43
%13
%2
%15
%126
%49
%4
%22
%39
%6
%15
%19
%-6
%-6
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
61
POLİTİK AVRUPA
AP’de Çekişmeli
Başkanlık Seçimi:
Büyük Koalisyon Out
AB Yanlısı Koalisyon In
Yeliz ŞAHİN
İKV Kıdemli Uzmanı
Antonio Tajani’nin AP
Başkanı seçilmesiyle
AP’deki güç dengeleri
yeniden kurulurken,
AB kurumlarında
merkez sağın
hâkimiyeti devam
edecek mi sorusu
akıllara geliyor. Cevabı
mayısta, Tusk’un
Konsey başkanlığı
süresi dolduğunda
öğreneceğiz.
62
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
B
ritanya Başbakanı Theresa
May’in Brexit stratejisini açıklamasının ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in ilk kez katıldığı Dünya
Ekonomik Forumu’nda iş dünyası ve
siyaset elitine seslenişinin gündemi büyük ölçüde belirlediği 17 Ocak
günü, Avrupa Parlamentosu (AP) da
yeni başkanını seçti. Sosyal demokrat
(S&D) Martin Schulz’un AP başkanlığından ayrılarak Almanya’da sonbaharda gerçekleşecek seçimlere katılma kararı almasının ardından sosyal
demokratların, AP başkanlığının, yasama döneminin ikinci yarısında en
büyük grup olan merkez sağ Avrupa
Halk Partisi’ne (EPP) geçmesini reddetmesi nedeniyle başkanlık seçimleri
kıyasıya rekabete sahne oldu. Öyle
ki 1982 yılından bu yana ilk kez AP
başkanlık seçimi, dördüncü tur oylamaya kadar uzadı. Altı adayın yarıştığı
başkanlık seçiminde, EPP’nin adayı
Antonio Tajani, en yakın rakibi S&D
Grubu Başkanı Gianni Pittella ile karşı
karşıya geldiği dördüncü ve son turda,
282 oya karşı 351 oyla AP Başkanı
seçildi. 2019 AP seçimlerine kadar iki
buçuk yıl süreyle görevde kalacak Tajani başkanlığındaki AP’yi Brexit, mülteci krizi gibi zorlu konularda önemli
kararlar bekliyor.
“Büyük Koalisyon” Yerine
“AB Yanlısı Koalisyon”
Tajani’nin AP başkanı seçilmesi,
AP’de en fazla sandalyeye sahip olan
EPP’nin son anda en büyük dördüncü
siyasi grup olan liberal grup (ALDE)
ile “AB yanlısı koalisyon” oluşturma
yönünde güç birliği yapmasıyla mümkün oldu. AP seçimlerinin sonucu bir
anlamda yine perde arkası pazarlıkla
belirlendi. Ancak bu kez EPP ve S&D
arasında değil, EPP ve ALDE arasında...
AP başkanlığına adaylığını açıklayan
ALDE Başkanı Guy Verhofstadt’ın İtalyan komedyen Beppe Grillio liderliğindeki popülist ve düzen karşıtı İtalyan
partisi 5 Yıldız Hareketi’ni ALDE grubu
bünyesine dahil etme yönünde tartışmalı adımlar atması, deneyimli siyasetçinin itibarını sarsmakla kalmayıp,
AP seçimlerindeki şansını büyük ölçüde azaltmıştı. Bunun üzerine Verhofstadt seçimlerin hemen öncesinde
adaylıktan çekildiğini ve EPP’nin adayı
Tajani’ye destek vereceğini açıkladı.
Tajani, son turda AP’deki üçüncü en büyük siyasi grup olan Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformcular
(ECR) grubunun da açık desteğini aldı.
Böylece şimdiye kadar AP’nin modus
operandi’sini belirleyen EPP ile S&D
arasındaki büyük koalisyon yerini
EPP, ALDE ve ECR’nin oluşturduğu
sağ görüşlü AB yanlısı koalisyona bıraktı. Büyük koalisyonun geçersiz hale
gelmesiyle S&D, muhalefete geçti ve
AP içinde güç kaybetti. S&D Başkanı
Pittella’nın mağlubiyeti ise merkez
solun İtalya, Fransa gibi ülkeler başta
olmak üzere AB genelinde yaşadığı
güç kaybının AP’ye yansıması olarak
yorumlandı. Sonucu belirleyen ise AP
içinde gücünü artıran ALDE oldu. EPP,
ALDE ve ECR’nin işbirliğiyle AP’deki
dengeler, merkezden sağa kaydı.
ALDE, başkanlık seçiminde EPP’ye
destek karşılığında AP’deki kilit pozisyonlardan biri olan Komite Başkanları
Konferansının ve AB’de gerçekleşen
terör olaylarını araştırmak üzere kurulan komitenin başkanlığını elde etti.
AP eski Başkanı Polonyalı Parlamento
Üyesi Jerzy Buzek’in yürüttüğü Komite
Başkanları Konferansı başkanlığına,
ALDE mensubu İsveçli Parlamento
Üyesi Cecilia Wickström getirildi.
Tajani’nin seçilmesini sağlayan,
EPP ile ALDE arasında varılan uzlaşı
metninde AB’nin reformu, ekonomi
yönetişimi, güvenlik ve Brexit gibi kilit
alanlarda hedeflere yer veriliyor. Uzlaşı metninde, AB’nin krizde olduğu;
milliyetçiler ve popülistler tarafından
içeriden ve dışarıdan tahrip edilmeye çalışıldığı görüşünden hareketle,
AB’nin reforme edilmesi ve vatandaşların ihtiyaçlarına cevap verilmesi 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
63
POLİTİK AVRUPA
2019 AP seçimlerine
kadar iki buçuk yıl
süreyle görevde
kalacak Tajani
başkanlığındaki AP’yi
Brexit, mülteci krizi gibi
zorlu konularda önemli
kararlar bekliyor.
64
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
yolunda tüm AB yanlısı güçler arasında işbirliği çağrısı yapılıyor. AB’nin
geleceğine yönelik kurumlararası gözden geçirme sürecinin başlatılması
ve hatta bir konvansiyon toplanması;
Avro Alanı için yeni bir yönetişim sisteminin oluşturulması; demokrasi,
hukukun üstünlüğü ve temel haklar
alanında yeni bir AB mekanizmasının kurulması, Avrupa Savunma Birliği’nin oluşturulması, Avrupa Sınır
ve Sahil Güvenlik biriminin güçlendirilmesi gibi konular gündemde. Son
olarak ise AP’nin, Brexit müzakerelerine tam katılımının güvence altına
alınması gerektiğine dikkat çekiliyor;
Konseyin yanında müzakerelerde yer
alınmasının AP’nin onayı için önkoşul
olacağı bildiriliyor.
AB Kurumlarında Merkez Sağ
Liderliği: Tusk’un Geleceği
Belirsiz
AP başkanlık seçimini Tajani’nin kazanmasıyla, Donald Tusk ile AB Konseyi
ve Jean Claude-Juncker ile Avrupa Komisyonunun başkanlığını elinde tutan
merkez sağ görüşlü EPP, üç AB kurumunun da başkanlığını elde etmiş oldu.
Bu durum, üç AB kurumunun başında
merkez sağ görüşlü isimlerin bulunduğu
2009-2011 dönemini andırıyor (Konsey
Başkanı Van Rompuy- Komisyon Başkanı
Barroso-AP Başkanı Buzek).EPP’nin tüm
AB kurumlarının başkanlığını elde etmesi, iki buçuk yıllık görev süresi Mayıs’ta
dolacak olan Donald Tusk’un Konsey
başkanlığındaki olası ikinci dönemini
de etkiliyor.
Polonya eski Başbakanı Tusk, Aralık 2014’ten bu yana yürüttüğü AB
Konseyi başkanlığı görevinde özellikle mülteci krizi konusunda sergilediği performansla olumlu bir sicile
sahip. Bu nedenle AB liderleri, AB’nin
Brexit müzakereleriyle meşgul olacağı bir dönemde Konsey başkanlığı
gibi kilit bir pozisyonda değişiklik
yapmayı riskli bulabilir. Bunlara karşılık, Polonya’da iktidarda bulunan
Hukuk ve Adalet Partisi’nin, Tusk’un
AB Konseyi başkanlığında muhtemel
ikinci dönemine destek vermeyeceğini açıklaması, Tusk’un pozisyonunu
zayıflatıyor.
ALDE ile EPP arasında AP’de varılan ortak anlayış, açık şekilde ifade
edilmese de liberallerin Tusk’un AB
Konseyi başkanlığına ikinci dönem
seçilmesine itiraz etmeyeceğini gösteriyor. Buna karşılık EPP’nin tüm AB
kurumlarının başkanlığını elde etmesi, S&D açısından kabul edilebilir bir
durum değil. S&D’nin AB kurumlarındaki en üst düzey görevlendirmelerin
dışında bırakılması, AB politikalarına
daha eleştirel yaklaşmasına zemin
hazırlayabilir ve böylece karar alma
süreçlerini sıkıntıya sokabilir.
Tusk’un olası ikinci dönemi konusundaki kararı, Üye Devletleri temsil
eden AB Konseyi nitelikli çoğunlukla
verecek. Bunun için de AB nüfusunun
yüzde 65’ini oluşturacak şekilde, Üye
Devletlerin yüzde 55’inin yani 16’sının
onayı gerekiyor. EPP, ALDE ve ECR
grupları Konseyde de çoğunluğa sahip. AB’nin en üst düzey görevlendirmelerinin dışında kalmaktan hoşnut
olmayan S&D’nin karşı bir hamle yapması halinde ise Konsey başkanlığının
da çekişmeli bir yarışa sahne olması
bekleniyor. Kulislerde, görev süresi
bu yıl dolan ve Fransa’da ilkbaharda
yapılacak seçimlerde yeniden aday
olmayacağını açıklayan Cumhurbaşkanı François Hollande’ın adı Konsey
başkanlığı için telaffuz edilmeye başlanmış durumda.
Eski Avrokrat, Yeni AP Başkanı
AP’nin İtalyan kökenli altıncı Başkanı olan Antonio Tajani, 1977-1979
yıllarında AP başkanı olarak görev yapan Emilio Colombo’dan sonra AP’ye
başkanlık edecek ilk İtalyan. Yeni AP
Başkanı, AP’de ve Avrupa Komisyonunda 23 yıllık deneyime sahip. Siyasi kariyerine İtalya’nın popülist eski
Başbakanı Silvio Berlusconi’nin partisi
Forza Italia’da başlayan Antonio Tajani, bu dönemde EPP saflarında AP’ye
girmiş ve AP’de üç dönem boyunca
görev yapmıştı. Tajani, Birinci Dönem
Barroso Komisyonu’nda ulaştırma
(2008-2009), İkinci Dönem Barroso
Komisyonu’nda sanayi ve girişimcilik
(2010-2014) dosyalarından sorumlu
komisyon üyeliği ve başkan yardımcılığı görevlerini yürütmüştü. 2014
seçimleriyle birlikte AP’ye geri dönen
Tajani, AP’de başkan yardımcılığını
yürütmekteydi. Sanayi ve girişimcilikten sorumlu komisyon üyeliği sırasında Volkswagen emisyon skandalında
ihmali bulunduğu yönündeki iddialar
ve Berlusconi’ye olan yakınlığı, Tajani’nin AP içerisindeki bazı çevreler
tarafından eleştirilmesine yol açmıştı.
Eski kıdemli Avrokrat ve yeni AP
Başkanı Tajani, çoğu uzmana göre
Martin Schulz’un sahip olduğu karizmadan yoksun. AB bürokrasisinden
gelmesi ve Berlusconi’ye olan yakınlığı nedeniyle Tajani, bazı kesimlere
göre AB vatandaşlarının yabancılaştığı
Brüksel elitini temsil ediyor. Şimdiden
Tajani’nin selefi Schulz’tan daha düşük
profilli bir AP Başkanı olacağını söyleyebiliriz. Başkanlık seçiminden önce
yaptığı açıklamada, “AP’nin yeni bir
başbakana değil, bir başkana; sözcüye
ihtiyacı var” ifadelerini kullanan Tajani, fazlasıyla aktif bir başkanlık sürdüren ve zaman zaman şahsi siyasi görüşlerini savunduğu iddia edilen Schulz’a
göndermede bulunmuştu. Kişisel bir
siyasi ajandası olmadığının her fırsatta
altını çizen ve tarafsız olma sözü veren
Tajani, AP’nin görüşlerini savunma ve
AP üyelerinin belirlediği istikamette
ilerleme taahhüdünde bulunuyor.
Tajani Başkanlığındaki AP’nin
Sınamaları: Göç ve Brexit
Tajani, Schulz’tan devraldığı AP
başkanlığı görevinde ilk sınavını Şubat ortasında AB ile Kanada arasında
imzalanan Kapsamlı Ekonomik ve Ticari Anlaşma’nın (CETA) oylamasında
verecek. Tajani’nin merkez sağın ve liberallerin serbest ticaretten solun ise
korumacılıktan yana taleplerini dengeleyen bir yaklaşım benimseyip benimseyemeyeceğini göreceğiz. Avrupa
Ortak Sığınma Sistemi’nin ve Dublin
düzenlemelerinin reforme edilmesi,
sığınma talepleri ve sığınmacıların üye
ülkeler arasında zorunlu olarak paylaştırılmasına yönelik düzenlemeler
getirilmesi de Tajani başkanlığındaki
AP için önemli sınamaları oluşturuyor.
Tajani’nin başkanlığındaki AP’nin
ele alması gereken en zorlu konu ise
şüphesiz Brexit süreci olacak. AB Antlaşması’nın 50’nci maddesinin harekete geçirilmesiyle birlikte önümüzdeki
aylarda başlaması öngörülen Brexit
müzakereleri sonucunda, AB-27 ile
Britanya arasında varılacak muhtemel anlaşmanın AP tarafından onaylanması gerekecek. Brexit sürecinde
dengeli bir yaklaşım benimseme sözü
vermesine karşılık, Tajani’nin Brexit
müzakerelerini doğrudan etkileme
şansı bulunmuyor; AP’nin Brexit başmüzakereciliğini ALDE Başkanı Guy
Verhofstadt yürütüyor. Bunun ötesinde AP’nin Brexit konusunda katı bir
tutum takınması muhtemel. EPP-ALDE uzlaşısında da ortaya koyulduğu
gibi, AP’nin Brexit müzakerelerine
katılımının Britanya ile AB arasında
varılacak anlaşmanın onayı için ön
koşul olacağının vurgulanması da
AP’nin müzakerelere katılımına sıcak
bakmayan AB Konseyi ile yaşanması
muhtemel krizin habercisi. Bu krizin
yönetilmesi ise Tajani’nin liderliğinin
en önemli sınaması olacak. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
65
İ Ş DÜNYA S I NI N A B P ERSP EK TİFİ
Türkiye’nin Katıldığı
AB Programları
Doğrudan yararlanıcılarının öğrenciler, bilim insanları,
çiftçiler, şehirler, bölgeler sivil toplum, iş dünyasının
olduğu pek çok kesim için Birlik programları 2014-2020
döneminde önemli mali destek imkânları sunuyor.
AB programlarına daha fazla sayıda ve nitelikli proje
ile katılım sağlanması Türkiye’yi AB’ye yakınlaştıran bir
faktör olarak öne çıkıyor.
M
üzakerelerin başladığı 3 Ekim
2005’ten bu yana pek çok sınamalarla karşılaşan Türkiye-AB
ikili ilişkilerinde bugün gelinen noktada
müzakere sürecinde bir tıkanma yaşandığını görüyoruz. Ancak bu durum bizleri
hiç olmadığı kadar sürecin kendisine ve
pratik yönlerine odaklanmaya zorluyor.
Bunların başında da Türkiye ile AB arasında ilişkilerin gelişmesine, özellikle
Türk ve AB vatandaşlarının bir araya
gelerek ortak sorunlara ortak çözümler
bulmak için birlikte çalışmasına vesile
olan AB Programları geliyor.
Bilindiği üzere Birlik programları, AB’ye üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirerek Avrupalılık bilincinin,
yenilikçilik ve girişimcilik anlayışının
yerleşmesini desteklemek, AB politikalarının ve mevzuatının uygulanmasına
66
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
ve Birliğin karşılaştığı sorunlara ortak
çözümler yaratılmasına katkı sağlamak
amacıyla oluşturuldu. Tüm bu hedefler doğrultusunda yapılması öngörülen çalışmalar ve AB bütçesinden yapılan mali katkılara hukuki bir çerçeve
oluşturulması için yapılandırılan Birlik
programlarının başlangıcı 1970’li yıllara
dayanıyor. AB’nin politikaları kapsamındaki öncelikli alanlarda yürütülen
temel faaliyetlerin bütünleştirilmesi ile
meydana gelen programlar altında, belirlenen amaç ve koşullara uygun olarak
hazırlanan uluslararası projelere mali
destek sağlanıyor.
Aralık 1999’da gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde adaylığının teyit edilmesiyle birlikte Türkiye, ilke olarak aday
ülkelere açık tüm AB program ve ajanslarına katılma hakkını elde etti. Türkiye,
Endüstriyel Liderlik: Avrupa sanayisinin teknolojik gelişim seviyesini
daha ileriye taşıyacak olan konularda,
çok disiplinli ve çok ortaklı olarak
yürütülecek araştırmalar:
• Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT)
• Nanoteknoloji, ileri malzemeler, ileri
imalat ve işletme teknolojileri alanı
• Biyoteknoloji
• Uzay
• Risk finansmanına erişim
• KOBİ’lerde yenilik
doğrudan yararlanıcılarının öğrenciler,
bilim adamları, çiftçiler, şehirler, bölgeler, sivil toplum, iş dünyası ve daha pek
çok kesim olan Birlik programlarından
2014-2020 mali döneminde Erasmus+,
Ufuk 2020, COSME, EaSI programlarına katılıyor. Bu yazımızda kısaca bu
programları tanıtarak projelerine mali
destek arayanlara bilgi vermeyi amaçlıyoruz1.
Ar-Ge ve İnovasyon Projeleri
için Doğru Adres: Ufuk 2020
Programı
Bugüne kadar dünya çapında varlık
gösteren en büyük sivil araştırma programı olma özelliğine sahip Ufuk 2020
yaklaşık 80 milyar avro tutarında bütçesi
ile Ar-Ge ve inovasyon projelerine destek
veriliyor.
Ufuk 2020 Programı altında destek
verilen alanlar 3 ana bileşen ve bunların alt başlıkları ile şekillendirilmiş
durumda:
Toplumsal Sorunlar: Toplumu ve
vatandaşları etkileyen konularda olmak üzere, disiplinli ve çok ortaklı
araştırmalar. Şu alt başlıklar altında
projeler hazırlanmalıdır:
• Sağlık, demografik değişim ve refah
• Gıda güvenliği, sürdürülebilir tarım,
biyoekonomi ve denizcilik araştırmaları
• Akıllı, temiz ve entegre ulaşım
• İklim değişikliği, çevre, kaynak verimliliği, ham maddeler
• Değişen dünyada Avrupa, kapsayıcı,
yenilikçi ve yansıtıcı toplumlar
• Güvenli toplumlar
Bilimsel Mükemmeliyet: Dünya
standartlarında bilim yapılmasına
olanak sağlayacak, yetenekli araştırmacıların kariyerlerini geliştirecek
ve onları Avrupa’da kalmaya cezbedecek, bunun için uygun koşulları
sağlayacak ve ayrıca en iyi araştırma
altyapılarının geliştirilmesine destek
verecek olan programlar:
• Avrupa Araştırma Konseyi (ERC)
bireysel takımların yürüttüğü öncül
araştırmalar
• Marie Sklodowska Curie, Araştırma
Altyapıları (eğitim ve kariyer geliştirme fırsatları)
• Yeni ve Gelişen Teknolojiler (FET)
• Araştırma altyapıları (e-altyapılar da
dahil dünya standartlarında olanaklara erişim)
3 ana bileşenin yanı sıra Ufuk 2020
altında diğer öne çıkan başlıklar şu şekildedir:
• Toplumla ve toplum için bilim
• Mükemmeliyetin yayılımı ve katılımın genişletilmesi
• Ortak Araştırma Merkezleri
Toplam bütçesi yaklaşık 80 milyar avro olan Ufuk 2020 kapsamındaki projelere minimum katılımcı sayısı
ve aranan özellikler proje türüne göre
değişmektedir. Esas olarak Ufuk 2020
projelerinde en az 3 farklı AB üyesi ülke
veya asosiye ülkeden en az 3 bağımsız
kuruluşun yer alması gerekmektedir.
Ufuk 2020 Programı altında teklif
çağrılarını Ufuk 2020 Ulusal Koordinasyon Ofisinin internet sayfasından
(http://www.h2020.org.tr/), Avrupa İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
67
İ Ş DÜNYA S I NI N A B P ERSP EK TİFİ
Avrupa İşletmeler
Ağı konsorsiyumları
aracılığıyla tüm işletmeler
54 ülkede 2 milyondan
fazla KOBİ ile işbirliği
yapabiliyor. KOSGEB,
sanayi ticaret odaları
ve üniversitelerden
oluşan konsorsiyumlar
bünyesindeki 35 merkez
ile KOBİ’lere hizmet
sunuluyor.
Komisyonu Bilim ve İnovasyon Genel
Müdürlüğünün internet sayfasından
(http://ec.europa.eu/research/index.
cfm?pg=home&lg=en), Topluluk Bilim ve
Kalkınma Enformasyon Hizmeti internet
sayfasından (http://cordis.europa.eu/
home_en.html) takip etmek mümkün.
Daha Rekabetçi KOBİ’ler için:
COSME Programı
KOBİ’ler AB ekonomisinin belkemiğini ve istihdamın yüzde 85’ini oluşturuyor.
Avrupa Komisyonu girişimciliği geliştirilmeyi, KOBİ’lerin iş ortamını iyileştirmeyi
ve küresel ekonomide güçlü bir şekilde
faaliyet gösterebilmelerini sağlamayı
amaçlıyor. Avrupa Komisyonu KOBİ’leri
ekonominin merkezine yerleştiriyor ve
bu işletmelerin ekonomik büyümede temel rol oynadığını savunuyor. Komisyo68
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
nun 2010 yılında ortaya koyduğu Avrupa
2020 Stratejisi de AB’nin daha dinamik
ve rekabet edebilir hale gelebilmesi için
gerçekleştirilmesi öngörülen ekonomik
büyümenin itici gücü olarak KOBİ’leri
göryor. Tüm bu perspektif çerçevesinde,
2014-2020 dönemini kapsayan COSME
programının genel hedefi, başta KOBİ’ler
olmak üzere işletmelerin rekabet gücü
ve devamlılığının güçlendirilmesi; girişimcilik kültürünün geliştirilmesi ve
KOBİ’lerin kurulmaları ve büyümelerinin
desteklenmesi amaçlanıyor:
KOBİ’lerin şu alanlarda desteklenmesini amaçlanıyor:
• Finansmana erişimin kolaylaştırılması;
• Uluslararası rekabet gücünün artırılması ve piyasalara erişimin desteklenmesi;
• Rekabet gücünün artırılması için uygun ortamını sağlanması;
• Girişimcilik kültürünün desteklenmesi.
lı bilgiye KOSGEB’in internet sayfasından
ulaşılabilir:
http://www.een.kosgeb.gov.tr/hakkimizda3.aspx
Toplam bütçesi 2,3 milyar avro olan
program hakkında daha fazla bilgiye
Komisyonun internet sayfasından https://ec.europa.eu/easme/ ve programın
Türkiye’deki Ulusal Koordinatörü KOSBEG’den http://www.kosgeb.gov.tr/site/
tr/genel/detay/5484/cosme-programi
erişelebilir.
COSME Programı kapsamında öne
çıkan destekler şu şekildedir:
Girişimciliğin Desteklenmesi
Bu alanda COSME ile karşılıklı tecrübe paylaşımının yapılması ve iyi örneklerin tüm AB’ye yaygınlaştırılması yoluyla girişimcilik eğitimi destekleniyor.
Bu çerçevede genç, kadın ve yaşlılara
yönelik mentörlük hizmetleri sağlanıyor. Bunun yanı sıra Genç Girişimciler
için Erasmus Programı oluşturulmuş
olup, genç girişimcilere deneyimli küçük
işletmeleri 1-6 ay arasında ziyaret etme
olanağı sunmaktadır. Genç girişimciler
ev sahibi girişimcilerin deneyimlerinden faydalanmakta, ev sahibi deneyimli
girişimciler ise, genç girişimcilerin farklı
bakış açılarından yararlanmaktadır.
Finansmana Erişim
COSME Programı’nın ana eylemlerinden biri olan Finansmana Erişim
kapsamında KOBİ’lerin esnek ve kolay
şartlarda kredi teminatlarına erişimini
sağlayan kredi garantilerinin yanı sıra
risk sermayesi yatırım şirketlerine yönelik destekler bulunuyor.
Bu bileşen altındaki çağrılara finansal aracı kuruluşlar başvururken, projelerin nihai yararlanıcısı ise KOBİ’lerdir.
Pazarlara Erişim
COSME kapsamında işletmelerin AB
Tek Pazarı’nın imkânlarından yaralanabilmeleri ve yeni pazarlara erişebilmeleri
destekleniyor.
Avrupa İşletmeler Ağı Konsorsiyumları
(Enterprise Europe Network - EEN) aracılığıyla tüm işletmeler 54 ülkede 2 milyondan fazla KOBİ ile işbirliği yapabiliyor.
Türkiye’ de 7 bölgede KOSGEB, sanayi-ticaret odaları ve üniversitelerden oluşan
konsorsiyumlar bünyesindeki 35 merkez
ile KOBİ’lere hizmet sunuluyor. 2014-2020
döneminde 12 konsorsiyum görev alıyor.
Bu konsorsiyumlar KOBİ’ler için tek durak
noktası olarak hizmet göstermekte olup
KOBİ’leri AB mevzuatı, politikaları, standartları ve ticari işbirliği olanakları konusunda bilgilendirmenin yanı sıra KOBİ’lere
yeni teknolojiler ve teknoloji transferi
alanında da destek sağlıyor.
Türkiye’de Avrupa İşletmeler Ağı koordinatörü KOSGEB’dir. Ağa ilişkin detay-
İş Yaratılması ve Büyüme için Daha
İyi Şartların Sağlanması
İşletmeler üzerindeki idari yüklerin
azaltılması ve ticari faaliyetlerin daha iyi
işleyebileceği bir iş ortamının yaratılması gerek AB’nin KOBİ politikalarının gerekse COSME’nin ana unsurlarındandır.
İstihdam ve Sosyal Girişimciliği
Geliştirmek için: EaSI Programı
İstihdam ve Sosyal Yenilik Programı
(EaSI), 2007-2013 yılları arasında birbirlerinden ayrı yönetilen üç AB programının bir araya gelmesiyle, katılımcı
ülkelerde sosyal politika ve işgücü hareketliliğini desteklemek amacıyla oluşturuldu. Avrupa Komisyonu tarafından
doğrudan yönetilen program, yaklaşık
920 milyon avro bütçeye sahiptir. 20142020 yılları arasında nitelikli ve sürdürülebilir istihdamın sağlanması, sosyal
dışlanmayla mücadele, yeterli sosyal korumanın temini, yoksullukla mücadele ve
çalışma şartlarının iyileştirilmesi konularına destek verecek programın hedeflerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
• Sosyal girişimcilerin finansmana erişiminin kolaylaştırılması;
• AB mevzuatının güncellenmesi ve
etkili bir şekilde uygulanmasının sağlanması;
• AB’ye aidiyet duygusu artırılmasıyla
istihdam, sosyal işler ve içerme alanlarındaki eylemler için AB ve ulusal
düzeyde koordinasyonun güçlendirilmesi;
• Gerekli sosyal koruma sistemleri ve
işgücü piyasası politikalarının geliştirilmesinin desteklenmesi;
• İşgücü piyasası politikaları ve yeterli
sosyal koruma sistemlerinin geliştirilmesinin desteklenmesi;
• Mikrofinansın özel itina gösterilmesi
gereken gruplar ile mikro girişimler
için erişilebilirliğinin arttırılması.
Proje başvuruları doğrudan Avrupa Komisyonuna yapılmakta olan EaSI
Programı’nın temelini teşkil eden sosyal
yenilik kavramının (social innovation),
özellikle işsiz gençlere odaklanışı ve bu
konudaki projelere yıllık 10-14 milyon
avro arasında finansman sağlaması dikkat çekiyor. Programının PROGRESS ile
MF/SE ayaklarına katılan Türkiye, EURES ayağına aday ülkelerin katılımına
açık olmaması sebebiyle katılamamıştır.
• PROGRESS (Programme for Employment and Social Solidarity - İstihdam
ve Sosyal Dayanışma Programı) istihdam, sosyal içerme, sosyal koruma,
çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ayrımcılıkla mücadele ve cinsiyet eşitliği
alanlarında AB politikalarının geliştirilmesini ve eşgüdümünü destekliyor.
• Mikrofinans ve Sosyal Girişimcilik
(MF/SE) küçük işletmelerin kurulması veya geliştirilmesi için bireysel
mikro kredilerin erişilebilirliğinin
artırılmasını hedefliyor.
• EURES (European Employment Services - Avrupa İstihdam Hizmetleri)
işçiler arasında hareketliliği teşvik
eden işbirliği ağıdır. Türkiye bu alt
bileşene katılmamaktadır. ■
2017 yılı Erasmus Programı’nın 30’uncu yılı olması sebebiyle tüm yıl
boyunca İKV Dergisi’nde Ulusal Ajans tarafından hazırlanan dosyalar
ile programın tanıtımı yapılacaktır. Bu nedenle bu yazıda programa
yer verilmemiştir.
1
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
69
K ÜR E SEL GÜN D EM
Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU
İKV Kıdemli Uzmanı
Dünya Ekonomik
Forumu, 100’den fazla
ülkeden yaklaşık 3 bine
yakın siyasetçi ve iş
dünyasından liderin
katılımıyla 17-20 Ocak
2017 tarihlerinde her
yıl olduğu gibi Davos’ta
gerçekleşti.
70
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
D
ünya Ekonomik Forumu, her
yıl dünyanın küresel, bölgesel ve endüstriyel gündemini
şekillendiriyor ve işbirliği faaliyetleri
için önemli bir yaratıcı güç niteliğinde
bulunuyor. Düzenlendiği kasabanın
ismiyle, “Davos Zirvesi” olarak anılan
ve bu yıl 47’ncisi gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nun ana teması
“Duyarlı ve Sorumlu Liderlik” idi. Bu
yılki zirve; küresel iş birliğinin güçlendirilmesi, ekonomik büyümenin
canlandırılması, piyasa kapitalizminin
düzenlenmesi ve Dördüncü Sanayi
Devrimi’ne hazırlanma konularına
odaklandı.
Davos Zirvesi’nde, yükselen popülizmden küresel ekonomik görünüme kadar pek çok konu 400’den
fazla oturumda tartışıldı. Yeni ABD
Başkanı Donald Trump ve Brexit gibi
sıcak konuların gündeminde yapılan
zirveye 30’dan fazla devlet başkanı ve
başbakan da katıldı. Xi Jinping, Çin’in
Davos’a katılan ilk Devlet Başkanı
oldu. İngiltere Başbakanı Theresa May,
eski ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden,
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko ve Rusya Başbakan Yardımcısı Olga Golodets da Davos’a katılan
liderler arasındaydı. Türkiye’den de
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek
ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci
zirveye katıldı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Dünya Ticaret Örgütü
Genel Direktörü Roberto Azevedo, IMF
Başkanı Christine Lagarde, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih
Birol, BM Mülteciler Yüksek Komiseri
Filippo Grandi, Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Genel Direktörü William Lacy
Swing ile Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) Genel Direktörü Guy Ryder gibi
pek çok önemli isim de zirveye katıldı.
Donald Trump ve Xi Jinping,
Küreselleşmenin İki Zıt Kutbu
ABD’de yeni Başkan Donald
Trump’ın göreve başlaması, dünya
ekonomi ve siyaset sahnesinde bir dönemin kapandığı ve yeni bir dönemin
başladığına işaret ediyor ve her şey,
Obama döneminden epey farklı olacak
gibi görünüyor. Trump yönetiminin
ABD ve tüm dünya için neler getireceği
henüz netlik kazanmadı. Ancak yeni
Başkan ayağının tozuyla imzaladığı kararlarla ülkenin geçmiş kazanımlarını
bir çırpıda silmeyi hedefliyor. Zirveye
katılan eski ABD Başkan Yardımcısı
Joe Biden da ABD’nin bu yeni durumu karşısında şu ifadelerle yapılması
gerekenleri özetledi: “Önümüzde iki
seçenek bulunuyor. Oluşan belirsizliğe
rağmen, ya bütün ülkeler birbirleriyle
bağlarını güçlendirecek ya da yeni gelişmelerin yaratacağı başarısızlıklara
çözüm bulmak zorunda kalacak…”
Davos Zirvesi’nin açılışında gerçekleşen oturumda konuşan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise sözleriyle
zirveye damgasını vurdu. Xi Jinping
konuşmasının gündeminde küreselleşme karşıtlığıyla mücadele ve Çin
ekonomisine güven inşası vardı. Küreselleşmenin şiddetli savunucusu olan
Jinping, Batı’nın geri adım atma eğilimine karşın, küreselleşmenin, insan
yaşamını iyi yönde değiştirme gücüne
sahip olduğunu savunarak, dünyada
yaşanan birçok sorunun küreselleşmeden kaynaklanmadığına işaret etti.
Bu mesaj başta Alibaba’nın kurusucu
Jack Ma olmak üzere diğer Çinli liderler tarafından da tekrarlandı.
Çin Yeni Dünya
Liderliğine Oynuyor
ABD ve Avrupa’nın bir kısmında
korumacılık eğilimlerinin hâkim oldu-
ğu ve küreselleşmenin yanı sıra serbest ticaretin tehdit altında bulunduğu
bir ortamda Çin, yeni dünya düzeninin
lideri olarak ortaya çıkmaya hazırlanıyor. 1,3 milyar nüfusa sahip olan Çin,
dünyanın ikinci büyük ekonomisi olup,
2016’da küresel ekonomik büyümenin
yüzde 39’unu sağladı. Çin Devlet Başkanı’nın bu yıl ilk defa Davos Zirvesi’ne katılması ülkenin dünya ekonomi
ve belki de siyaset sahnesine giderek
daha fazla katılacağını gösteriyor. Jinping, konuşmasında Çin olarak, küreselleşmenin dünyada sadece bir kesimi
değil, herkesi kapsayacak şekilde gelişmesi için çalışmaya hazır olduklarını
açıkladı ve korumacılıktan kimsenin
kazançlı çıkamayacağının altını çizdi.
etmek, başkalarını suçlamak ya da
sorumluluklardan kaçmak yerine birleşip zorluklarla mücadele edilmesi
çağrısında bulundu.
Çin, sadece dünya ticaretinin ve
ekonomisinin büyümesinde rol oynamakla kalmıyor aynı zamanda temiz
enerji üretimi konusunda da öne çıkıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına
büyük yatırımlar yapan ülke, iklim
değişikliği ile mücadele hedeflerini
açıklamış durumda. Xi Jinping iklim
değişikliğine ilişkin Paris Anlaşması’nın uygulanmasındaki küresel sorumluluklarını yerine getirecekleri
taahhüdünü paylaşırken, ülkesinin
sürdürülebilir kalkınmayla birlikte öngörülen ekonomik reformları gerçek-
Trump’ın daha göreve gelmeden
Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması’na
(TPP) son vereceğini açıklamasından farklı olarak Xi Jinping, ülkelerin,
çok taraflı ticaret anlaşmalarını tehdit eden korumacı politikalara karşı
durmalarını ve birbirleriyle işbirliği
içinde büyümenin sağlayacağı karşılıklı kazancı kavramaları gerektiğine
vurgu yaptı. Jinping, dünya tarihine
bakıldığında insanlığa ait medeniyet
yolculuğunun kolay olmadığını ancak
sorunların insanlığın ilerlemesine engel olamayacağını belirterek şikâyet
leştireceklerini ve yüksek ekonomik
büyüme düzeyini sürdüreceklerini
açıklıyor.
Brexit için Olumlu Bir Bakış
Açısı Yakalanabilir mi?
Davos Zirvesi’nde gündemde yer
alan diğer bir konu ise Brexit idi. Britanya Başbakanı Theresa May zirvedeki konuşmasında, AB’den ayrılma
kararıyla Britanya’nın Birliğe sırtını
dönmediğine işaret ederek, Britanya’nın bir Avrupa ülkesi olduğunu ve
Avrupalı mirasıyla gurur duyduğunu 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
71
K ÜR E SEL GÜN D EM
ABD’de Trump’ın
seçilmesi, Brexit
oylaması ve dünyada
yükselen milliyetçi
akımlar, gelir eşitsizliği
konusunu da Davos’un
gündemine taşıdı.
72
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
ancak her zaman Avrupa’nın ötesine
bakan bir ülke olduklarını ifade etti.
Serbest piyasa, serbest ticaret ve küreselleşmeyi savunduklarına dikkat
çeken May, Britanya’nın küresel ticarette dünya lideri olacağını savundu.
Küreselleşmeye ilişkin değerlendirmelerinde May, çalışanların, mevcut
küreselleşmeden iş kaybı ve ücretlerin düşmesi endişesiyle korktuğuna dikkat çekerek, serbest ticaret ve
küreselleşmenin herkes için işlevsel
olmasından emin olunması gerektiğini belirtti.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da zirvede Britanya’nın
AB’den ayrılmasına ilişkin olarak pozitif bir bakış açısı getirerek bu gelişmenin bölgenin yeniden yapılanmasını
sağlayacağını açıkladı. Brexit’in yara-
tıcı bir şekilde kullanılarak, Atlantik
ortaklığında Avrupa ve ABD için yeni
roller yaratılabileceğine işaret etti.
Kissinger, “akıllıca” bir Brexit’in, Avrupa’yı Amerika ile tekrar yakınlaştırabileceği ve Batı’yı yeniden tanımlayabileceğini ifade etti.
Herkes için Temel
Gelir Hayal mi?
ABD’de Trump’ın seçilmesi, Brexit
oylaması ve dünyada yükselen milliyetçi akımlar, gelir eşitsizliği konusunu da Davos’un gündemine taşıdı.
Oxfam Direktörü Winnie Byanyima
zirvede, 8 kişinin servetinin dünyanın
yaklaşık yarısını oluşturan en fakir
3,6 milyar kişinin gelirini karşılayabileceğini hatırlatarak dünya genelinde
eşitlik çağrısında bulundu.
Dünya geneli, milliyetçi ve küresellik karşıtı hareketlerle karşı karşıya
bulunurken Dünya Ekonomik Forumu’nda da bu akımlara karşı geliştirilebilecek eski bir yöntem olan zenginliğin yeniden paylaşılması seçeneği
de değerlendirildi ancak bu dağılımın
gönüllü mü yoksa vergiler yoluyla zorunlu bir şekilde mi yapılacağı konusunda ülkeler arasında fikir ayrılıkları
bulunuyor. Faturayı kimin ödeyeceği
önemli bir konu. Liderler, bunun ne
şekilde gerçekleştirileceğine ilişkin
olarak anlaşamasa da refahın paylaşılması gerektiği, aksi halde popülist
sonuçlar yaratacağı konusunda fikir
birliği içinde bulunuyor.
Nitekim, IMF Başkanı Christine
Lagarde da zirvenin bir oturumunda gelirin yeniden paylaşımı konusu
üzerinde durarak, bu konuya ilişkin
politikaların uygulamaya geçirilmesi
için önemli bir fırsat zamanının yakalandığını, gelir eşitsizliğini azaltılması için gelirin yeniden paylaşılması gerektiğini ifade etti. Dünyada 3,6
milyon fakir bireyin daha iyi gelir ve
günde iki öğün yemek yiyebilme kaygısı taşıdığına işaret etti. Lagarde, küreselleşmenin iş alanlarını azalttığını
iddia etmenin, durumun sebeplerini
araştırmak yerine kolaya kaçmak olduğunu savundu.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden
da yaşam standartlarının iyileştirilmesi için vergilerin artırılması gerektiğini
belirterek, herkesin yaşam standartlarının birlikte artış göstereceği bir dünyayı hedeflediklerini ve aşamalı olarak
adil bir vergi sisteminin uygulanması
gerektiğini ortaya koydu.
Dördüncü Sanayi Devrimi
Dünyada Eşit ve Kapsayıcı
Büyümeyi Sağlayabilecek mi?
Geçen yılki Davos Zirvesi’nin ana
teması Dördüncü Sanayi Devrimi, bu
yılki zirvenin de önemli konularından
biriydi. Dördüncü Sanayi Devrimi, toplumlar hazır olsun ya da olmasın bü-
tün hızıyla hayatımıza giriyor. İçinde
bulunduğumuz bu dijital çağda, yapay
zekâ ve otomasyon iş dünyasında zaman zaman meslekleri ve iş alanlarını
alt üst ederken bu gelişmelere karşı
kırılgan toplumların bununla nasıl
baş edeceği önemli bir sorun haline
geliyor.
Dördüncü Sanayi Devrimi’ne hazırlanmanın anahtarı bu devrimin
temel aldığı teknolojilere daha fazla
yönelmeye dayanıyor. Ancak bu teknolojilerin de herkese fayda sağlayacak şekilde tasarlanması büyük önem
taşıyor. Davos Zirvesi’nde iş dünyası ve
teknoloji liderleri, gelişen teknolojinin
refahı artırırken bir yandan da daha
fazla yoksulluk ve fırsat açığı yaratma
riski bulunduğunu ortaya koydular.
ABD’de faaliyet gösteren Salesforce
şirketi Başkanı Marc R. Benioff bu konuya parmak basarak bu nesil teknolojik gelişmelerin, “dijital göçmenleri” artırabileceği uyarısında bulundu.
Yine ABD’li Infosys şirketi CEO’su Vishal Sikka, ileri teknolojilerin yoksul
toplumlar yaratmamasına özen gösterilmesi gerektiğini, bunun için de yeni
teknolojiler, eski iş ve görevlerin yerini
alırken, çalışanların yeni gelişmelere
adapte olmalarına yönelik eğitimlere önem verilmesi gerektiğine işaret
etti. Esasen, inovasyonun ve yeni teknolojilerin geliştirilmesinde eğitimin
önemi ve bu yolla toplumda eşitsizlik
ve marjinalleşmenin önüne geçilmesi
konuları eskiden beri gündemde ancak Dördüncü Sanayi Devrimi ile hızlı
ve derin bir boyut kazandı. Eğitimin ve
girişimciliğin bu mücadelede önemli
araçlar olduğunu belirten Sikka, ancak
bunun için yapılanların yeterli olmadığını belirtti.
Öte yandan, Hindistan’da Reliance
Industries şirketinin başkanı Mukesh
Ambani Dördüncü Sanayi Devrimi’ne
giden yolda teknolojinin kendisinin
toplumu kapsayıcı ve eşitleyici rol oynadığını savunarak buna örnek olarak
da Hindistan’da hızla büyüyen e-tica-
reti ve dijital parayı gösterdi. Ambani,
Hindistan gibi büyük ülkelerde eğitimin yayılmasının en hızlı yolunun teknoloji aracılığıyla olduğunu belirterek,
teknolojilerin kapsayıcı olmaları için
sadece bir kesiminin değil toplumun
her kesiminin bundan fayda sağlayacak şekilde tasarlanması gerektiğini
savundu.
EY CEO’su Mark Weinberger birçok iş alanında otomasyon ve teknolojik değişimlerin zorlu bir dönüşüm
sürecinden geçeceğini belirterek bu
süreçte teknolojinin birçok işi, kendi içindeki çeşitli görevler açısından
olumlu yönde değiştireceğini ifade
etti. ABB CEO’su Ulrich Spiesshofer
de sorumlu ve stratejik bir şekilde
düzenlendiği takdirde uzun vadede
istihdam, refah ve otomasyonun bir
arada uyumlu bir şekilde gelişeceği
mesajını verdi. Oxford Üniversitesi’nden Ngaire Woods, Dördüncü Sanayi
Devrimi’nin olumsuz etkilerine karşı
hazırlıklı olmak ve bunun yaratabileceği sorunlarla mücadele etmek amacıyla liderlerin her an tetikte olmaları
gerektiğini ve ortak bir görüş ve değerler sistemi oluşturulmasına ihtiyaç
olduğunu ortaya koydu.
Temel kavram küreselleşme, Dördündü Sanayi Devrimi’nin yıkıcı etkilerine karşı korunmada araç olarak önümüze çıkıyor. Bunun için de,
Çin’den State Grid Corporation şirketi
Başkanı Shu Yinbiao’nun ifade ettiği
gibi, daha fazla uluslararası işbirliğine
ihtiyaç olduğu da zirveye katılan liderler tarafından vurgulanıyor.
Akıllarda kalan sorulardan biri
ise yeni dünya düzeninin nasıl olacağı. 1930’lardaki gibi ulusal çıkarların yükselişi mi söz konusu olacak?
Davos’ta toplanan liderlerin genelde
hemfikir olduğu nokta, bunun bu şekilde olmaması ve küreselleşmenin
korunması gerektiği yönünde. Ancak
küreselleşmenin reforme edilmesine
ihtiyaç bulunduğu da göz ardı edilmiyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
73
E R A S M US’U N 30’UNCU YILI
74
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
ERASMUS’tan
30 YILIN
HİKÂYESİ
1987
1990
1995
1995
1996
2000
2004
+
mus
2014
Eras
Spor
lik
Genç
1989
giltere) ve 3.244 öğrenci değişimi
ile başladı.
Program başta sadece yükseköğretim alanında uygulanırken daha sonra
mesleki eğitim, okul eğitimi, yetişkin
eğitimi, gençlik ve spor alanlarına da
açıldı. Geçen 30 yılda Program 9 milyon insana yurtdışında eğitim, staj ve
gönüllülük imkânı sağladı.
AB d
ışınd
a Üni
versi
te İşb
irlikl
eri
Mesl
eki E
ğitim
(Leo
nard
o da
Vinci
)
Okul
Eğiti
mi (
Come
nius)
Avru
pa Gö
nüllü
lük H
izme
ti
Yetiş
kin E
ğitim
i (Gr
undt
vig)
Erasm
us M
undu
s
s)
rasm
u
im (E
köğre
t
Eğitim, gençlik ve spor
alanındaki projeleri
destekleyen Erasmus+
Programı, Avrupa’da
iş piyasalarının
ve rekabetçi bir
ekonominin ihtiyaç
duyduğu becerilere
sahip beşeri ve sosyal
sermayenin gelişimine
katkı sağlıyor.
E
rasmus Programı Avrupa’da
1981-1986 yılları arasında
pilot olarak uygulanan öğrenci değişimleri üzerine bina edilerek
17 Haziran 1987 tarihinde hayata
geçti. Program, ilk yılında sadece 11
ülke (Belçika, Danimarka, Almanya,
Yunanistan, Fransa, İtalya, İrlanda,
Hollanda, Portekiz, İspanya ve İn-
Yüks
e
Türkiye Ulusal Ajansı

75
E R A S M US’U N 30’UNCU YILI
2020 ile birlikte bütün
işlerin yüzde 35’inin
yüksek beceriler,
yenilikçilik kapasitesi ve
adaptasyon kabiliyeti
gerektireceği tahmin
ediliyor.
76
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
2014 yılında Eğitim, Gençlik ve
Spor alanlarındaki tüm AB girişimlerini (Erasmus, Leonardo da Vinci,
Comenius, Grundtvig, Jean Monnet,
Erasmus Mundus, Alpha, Edulink,
Gençlik ve Spor) tek bir program altında birleştiren ERASMUS+ Programı
başlatıldı.
2014 yılında Erasmus+ adı altında
yeni bir programın oluşturulmasında 2008 yılından itibaren dünyayı ve
Avrupa ülkelerini etkileyen sosyo-ekonomik krizin büyük payı oldu. AB
üyesi ülkelerde ekonomik toparlanma
sinyallerine rağmen sosyal sorunlar
devam ediyor ve bu sorunların en başında da işsizlik ve bilhassa gençlerin
işsizliği geliyor.
Avrupa’da genç işsizlik oranları
mevcut işsizlik oranlarının iki katı
seviyesinde seyrediyor. Bunun en
önemli nedenleri arasında gençlerin
eğitim-öğretimde kazandıkları bilgi,
beceri ve niteliklerin işgücü piyasasının beklentilerinin altında kalması
yani beceri uyuşmazlıklarının olması
geliyor.
Diğer taraftan Avrupa işgücü piyasası da değişim geçiriyor. Düşük
becerili işlerin sayısı düşerken yüksek
beceri gerektiren işlerin sayısı ise her
geçen gün artıyor. 2020 ile birlikte
bütün işlerin yüzde 35’inin yüksek
beceriler, yenilikçilik kapasitesi ve
adaptasyon kabiliyeti gerektireceği
tahmin ediliyor.
Bu duruma karşılık AB “Avrupa
2020” olarak adlandırılan koordine-
li bir büyüme ve istihdam stratejisi
geliştirdi ve sosyo-ekonomik krizi aşmak, büyüme ve istihdamı desteklemek üzere eğitim, öğretim ve gençlik
alanları stratejinin anahtar faktörleri
arasında yer aldı.
Bu çerçevede; AB tarafından 20142020 döneminde uygulanmak üzere
oluşturulan Erasmus+ Programı; eğitim, gençlik ve spor alanındaki projeleri destekleyerek; Avrupa’da; iş piyasalarının ve rekabetçi bir ekonominin
ihtiyaç duyduğu becerilere sahip beşeri ve sosyal sermayenin gelişimine
katkı sağlamayı hedefliyor.
Daha önceki programların ana faaliyetleri olan öğrenme hareketliliği,
kurumsal işbirliği (ortaklıklar) projeleri ve politika reformu için destek
Erasmus+ Programında da devam
ediyor. Bununla birlikte, eğitim sistemi üzerinde etkisi ve katma değeri yüksek olan faaliyetler daha da
güçlendirildi. Erasmus+ döneminde
bilhassa eğitim-öğretim kurumları
veya gençlik organizasyonlarının iyi
uygulamaları paylaşmaları, iş dünyasının yenilik ve istihdam edilebilirliği
teşvik etmesi için daha fazla imkânlar
sağlanıyor.
Erasmus+ Avrupa’nın
Geleceğini Şekillendiriyor
1987’de bir öğrenci hareketliliği
olarak başlayan program zaman içerisinde 9 milyon kişinin hayatına doğrudan ve birçoğuna da dolaylı olarak
katkı sağlayan bir program haline geldi. Genel olarak en başarılı AB programı olarak bilinen Erasmus+ sadece
2014-2016 yılları arasında yaklaşık 2
milyon kişinin hayatına dokunarak AB
entegrasyonunun olumlu etkilerinin
somut örneğini bizlere sunuyor.
Genel olarak en başarılı AB programı olarak bilinen Erasmus+ sadece
2014-2016 yılları arasında yaklaşık 2
milyon kişinin hayatına dokunarak AB
entegrasyonunun olumlu etkilerinin
somut örneğini bizlere sunuyor.
1987 yılından beri Avrupa ülkeleri arasında uygulanan Program, ülkemizde 2004 yılından itibaren Türkiye Ulusal Ajansı koordinasyonunda
yürütülmeye başladı. Bu kapsamda,
Türkiye Ulusal Ajansı, 2004-2016 yılları arasında 28 binden fazla projeye
900 milyon avrodan fazla hibe tahsis
ederek 400 binden fazla vatandaşımıza Avrupa’da eğitim, staj, işbirliği ve
gönüllülük fırsatları sundu.
Bireylerin iş bulma şanslarını
artırmaları, sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin yeni bir perspektif geliştirmeleri, yeni bir dil öğrenmeleri,
Avrupa vatandaşlığı fikrini daha iyi
kavramaları veya gönüllülük ile ilgili
yeni bir motivasyon kazanmaları…
Erasmus+ 30 yılda daha buna benzer birçok başarı hikâyesi üretti ve
üretmeye devam ediyor. 30 yıldır
Erasmus+ uluslararası hareketlilik
ve işbirlikleri sayesinde farklı kültürel geçmişlerden insanları bir araya
getiriyor ve onlara hayatta ihtiyaç
duydukları beceri ve yetkinlikleri
kazandırıyor.
2017 yılı Erasmus+’ın bugüne kadarki başarılarının kutlandığı aynı
zamanda Avrupa’nın geleceğinin inşasının da tartışılacağı bir yıl olacak.
Programın 30’uncu Yıldönümü; 2017
yılı boyunca yapılacak toplantılar,
konferanslar, forumlar, seminerler,
paneller, tartışmalar ve sergiler gibi
birçok etkinlik ile kutlanacak.
Detaylı Bilgi:
Türkiye Ulusal Ajansı internet
sayfası ve sosyal medya adreslerinden alınabilir.
www.ua.gov.tr
http://erasmusplus30.ua.gov.tr/
www.twitter.com/ulusalajans
www.facebook.com/ulusalajans
İKV dergisi de 2017 yılı boyunca bu
kutlamaya ortak olacak ve her sayıda Erasmus+ Programının değişik
alanlardaki kazanımları ve olumlu
etkilerine yer verecek. ■
Erasmus’un
Kısa Tarihçesi
17 Haziran 1987
11 üye ülke arasında 3.244 öğrenci
değişimi ile ERASMUS Programının
başlaması
1988
Lüksemburg ile ilk değişim
1992
6 EFTA ülkesi ile ilk değişim
(Avusturya, Finlandiya, İzlanda,
Norveç, İsveç ve İsviçre)
1994
Lihtenştayn ile ilk değişim
1998
6 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile ilk
değişim (Çek Cumhuriyeti, Güney
Kıbrıs Rum Kesimi, Macaristan,
Polonya, Romanya ve Slovakya)
1999
5 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile
ilk değişim (Bulgaristan, Estonya,
Letonya, Litvanya ve Slovenya)
2000
Malta’nın Erasmus’a katılması
2002
1 milyonuncu Erasmus öğrencisi
2004
Türkiye ile ilk değişim
2009
Hırvatistan’ın Programa katılması 2
milyonuncu Erasmus öğrencisi
2012/2013
3 milyonuncu Erasmus öğrencisi
2014
ERASMUS+ Programının başlaması
Makedonya ile ilk değişim
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
77
E KOLOJ İ P ENCERESİ
İlge KIVILCIM
İKV Uzmanı
Mevcut Politikalara Karşı
Direnen Yeni Rejim
Geçen yıl sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliğine yönelik
zorlu eşiklerden geçildi. Bu yıl da bir öncekiler kadar kritik. Ancak
2017 yılına girerken, mevcut politikalar emisyonların azalmasına
imkân vermiyor. Ülkelerin uzun vadeli niyet beyanları ise küresel
sorunların çözümüne ışık tutamıyor.
78
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
Küresel Yüzey Sıcaklıkları (1880-2016, 0C)
Küresel Ortalama
Sıcaklık
15.0
1.5
14.5
1.0
14.0
0.5
13.5
0.0
1880
1900
1920
1940
1960
1980
2000
2016
Şekil: Corpernicus Ocak 2017 bülteninde yayımlanmıştır1.
süreci başlattı. 4 Kasım 2016 tarihinde
yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nın, küresel anlamda düşük karbonlu ekonomiyi
ve hatta fosil yakıtsız bir geleceği zorunlu
kılan yepyeni bir yapının temelini oluşturduğunu belirtmek gerekiyor.
Ülke Beyanları Küresel
Emisyonları Aşağı Çekemiyor
2
015 ve 2016 yılında iklim mücadelesinde önemli zirvelere tanıklık ettik. 2015 yılında kabul edilen Paris
Anlaşması ve yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri artık çevre koruma ve iklim değişikliği ile mücadelede sergilenen
küresel politikaların çatısı niteliğindedir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) içinde
imzalanan Kyoto Protokolü’nün sona
ermesine sadece 3 yıl kala Paris Anlaşması, Protokol’den farklı olarak, küresel
politikaların yönünü değiştiren yeni bir
Ancak mevcut politikalarla küresel
emisyonların azaltılması konusunun
çözüme kavuşması pek mümkün görünmüyor. Bu sorun, sadece BM ve çevre
örgütleri tarafından değil Dünya Bankası, Uluslararası Enerji Ajansı ve Avrupa
Çevre Ajansı gibi uluslararası organlar
tarafından da kabul edilmiş durumda.
Pa r i s A n l a ş m a s ı k a p s a m ı n d a
özellikle ulusal niyet beyanları olarak
çevrilen INDC’lerin (Intended Nationally
Determined Contribution), mevcut
süreçte emisyonların azaltılması
için yetersiz olduğu bilimsel olarak
BM tarafından açıklanıyor. Nitekim,
aralarında Türkiye’nin de olduğu,
neredeyse tüm ülkelerin 2016 yılı içinde
BM’ye sundukları ulusal beyanların,
emisyonlarda “yavaş” azalmaya imkan
vereceği ve INDC’lerin tam anlamıyla
uygulanmaları halinde bile, küresel
ısınmanın 3 °C’yi aşacağı belirtiliyor.
AB’ye bağlı araştırma birimi olan Copernicus tarafından 2016 yılı, kayıtlara
geçen en sıcak yıl olarak açıklandı (Bkz.
Şekil). Paris Anlaşması müzakerelerinin
sürdürüldüğü BMİDÇS 22’nci Taraflar
Konferansı sırasında da bu bilgi, Dünya
Meteoroloji Örgütü tarafından kayıtlara
geçme olasılığı yüksek bir bilgi olarak
paylaşılmıştı2.
Uluslararası Enerji Ajansı’na göre,
yenilenebilir enerjiye olan talep giderek artmasına rağmen, 2014 yılında
küresel enerji arzı yüzde 82 gibi yüksek bir oranla fosil yakıta yönelik (Bkz.
Grafik 1). Uluslararası Enerji Ajansı’na
göre ayrıca 2015 yılında hesaplanan
CO2 miktarı, 1800’lü yılların ortalarındaki miktardan yüzde 40 daha fazla.
Enerji sektörü yüzde 68 oranla dünya
genelinde sera gazı emisyonlarında ilk
sırada yer alırken, enerji sektörünü
yüzde 11 ile tarım ve yüzde 7 ile sanayi sektörü izliyor. Enerji sektörünün
yol açtığı emisyonlarda CO2 oranı ise
yüzde 903.
12 Aylık Gündem Kritik
Bilindiği gibi, Kyoto Protokolü 2020
yılında sona eriyor. Dolayısıyla 2020 yılına kadar, acil önlemler çerçevesinde,
Paris Anlaşması’nın mümkün olduğunca 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
79
E KOLOJ İ P ENCERESİ
Grafik 1: Küresel Birincil Enerji Arzı
Fosil Yakıt Olmayan
Fosil Yakıt
86
82
18
14
1971
2014
Kaynak: Uluslararası Enerji Ajansı, “CO2 Emissions From Fosil Combustion-Highlights 2016”
2014 yılında küresel
enerji arzı yüzde
82 gibi yüksek bir
oranla fosil yakıta
yönelik. 2015 yılında
hesaplanan CO2
miktarı, 1800’lü
yılların ortalarındaki
miktardan yüzde 40
daha fazla.
80
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
bağlayıcı kılınması oldukça önemli. Bu
noktada INDC’lerin revize edilmesi ve
finans başlığının sürdürülebilirliğinin
sağlanması gerektiği konusunda uluslararası kamuoyu hem fikir.
Paris Anlaşması çerçevesinde INDC’ler her beş yılda bir kontrol edilecek
ve ilk süreç 2018 yılında Hükümetlerararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)
tarafından hazırlanacak olan değerlendirme raporu ile başlayacak. Dolayısıyla
önümüzdeki 12 ay kritik önemde.
Temmuz ayında yapılacak Hamburg’daki G20 Zirvesi ve kasım ayında
yapılacak BMİDÇS 23’üncü Taraflar Konferansı da bu bağlamda takip edilmesi
gereken iki önemli zirve olarak ajandalara eklenmeli.
Türkiye’de Emisyonlar Artıyor
Türkiye açısından durum bir önceki
yıllardan farksız olmakla beraber, Avrupa
Çevre Ajansı’na göre, AB üyesi olmayan
ülkeler arasında Türkiye, en fazla emisyon artış oranına sahip ülke konumda
(Bkz. Grafik 2).
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hazırlanan ve BM’ye sunulan ulusal
envanter raporuna göre ise 1990-2014
dönemi arasında emisyonlarda yüzde
125’lik artış oranı söz konusu4.
Sektörel emisyon artış oranlarına bakıldığında 1990-2014 arasında enerjide
yüzde 161,2, ulaştırmada yüzde 172,9
olarak açıklanmaktadır. İç denizcilikte
bu oran yüzde 165,2, karayolunda yüzde
170,4, havacılıkta yüzde 343,2 olarak
Tablo: Türkiye’de LULUCF Hariç Tarihsel Emisyonlar ve Artış Oranları
Yıl
1990
1995
2000
2005
2010
2012
2013
2014
Emisyon
(milyon ton CO2
eşdeğeri
207,8
239,0
296,8
345,2
395,3
447,5
438,8
467,6
Değişim (yüzde)
-
15,0
42,9
66,2
90,2
115,4
111,2
125,0
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu, “National GHG Inventory 1990-2014”, 2016
kayıtlara geçerken, demiryolunda yüzde
22,1’lük azalma yaşanmıştır. Türkiye’deki en önemli adımlardan biri, sera gazı
emisyonlarının raporlanmasının başlatılmasıdır. Bu işlemin usulleri belirtilen
Yönetmelik kapsamında yapılmakta olup,
bu uygulamanın Türkiye’de bir ilk olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Yönetme-
lik sadece emisyonların raporlanması
sürecini içermekte olup, uygulamalarda
sektörler üzerinde herhangi bir azaltım
hedefi bulunmamaktadır.
Yönetmelik ile ilk raporlama süreci 2016 yılında tamamlanmış ve ilgili
tesisler emisyonlarını bağımsız bir kurumun onayının ardından Çevre ve Şe-
hircilik Bakanlığı’na iletmiştir. Yapılan
resmi açıklamada, raporlama sürecinin
işletmeler tarafından başarılı bir şekilde tamamlamış olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca bu raporlama işlemleri sayesinde
Türkiye’de bulunan ilgili tesislerin yüzde
50’sinin emisyonlarının takip edildiği
açıklanmaktadır6. ■
Grafik 2: AB Üyesi Olmayan Diğer Ülkelerdeki Tarihsel Emisyon Eğilimleri5
Türkiye
Lihtenştayn
İzlanda
Norveç
Norveç
(mevcut
politikalar
İsviçre
İsviçre
(mevcut
Politikalar)
250
200
150
100
50
İsviçre
(ek çabalarla)
“Earth on the edge: Record breaking 2016 was close to 1.5
C warming”, Copernicus Climate Change Service Press Release, 5
Ocak 2017. Orijinal grafik kullanılmış olup, çevirisi yazar tarafından
yapılmıştır.
1
0
Dünya Meteoroloji Örgütü, “Provisional WMO Statement on the
Status of the Global Climate in 2016”, 14 Kasım 2016.
2
3
Uluslararası Enerji Ajansı, “CO2 Emissions From Fosil CombustionHighlights”, s.9, 2016.
Türkiye İstatistik Kurumu, “National GHG Inventory Report 19902014”, 2016.
4
5
Orijinal grafik kullanılmış olup, çevirisi yazar tarafından yapılmıştır.
21 Ekim 2016 tarihinde İKV tarafından gerçekleştirilen “Paris
Anlaşması ve Sanayi Sektörüne Olası Etkileri” başlıklı seminerde
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilisinin açıklamalarına dayanarak
verilmektedir. Sunum için: www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id= 99 & id
=1612
Kaynak: Avrupa Çevre Ajansı
0
203
5
202
0
202
5
201
0
201
5
200
0
200
199
0
199
5
6
0
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
81
AYIN YAYIN I
Türkiye’nin
Göç Serüveninde
Saygıdeğer Bir Durak:
Şehir ve Toplum Dergisi
Göç Özel Sayısı
Büyük insanlık idealine ilişkin tartışmaların yerini yasadışı
göçmenlere yönelik tehditlere, ülkeler arasında duvarlar
örmeye, etnik, dini ayrımcılığa ve homojen topluluklar
oluşturmaya bıraktığını ifade ediyor. Şehir ve Toplum
Dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve Marmara Belediyeler
Birliği Genel Sekreteri Cemil Arslan, derginin göç özel
sayısı takdim yazısında...
Ahmet CERAN
İKV Uzmanı
82
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
D
evamında ise nüfusundan fazla
göçmen barındıran şehirlere
sahip olan Türkiye’nin, milyonlarca mülteciye merhamet soluğu olduğunu, şimdi ise merhamet soluğunu
hissetmiş bu insanları eşit birer birey
olarak hayata katılmaya davet vakti
olduğunu öne sürüyor. Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı tam olarak bu sorunsal etrafında dolanıyor;
konunun üstat isimleri, milyonlarca
göçmenin eşit bir birey olarak Türk
toplumsal yapısına entegrasyonunu
tartışıyor. İçerikteki her bir makalenin
her cümlesi, göç çalışmalarında önemle dikkate alınması gereken vurgular
olarak değer kazanıyor. Dolayısıyla
İKV Dergisi’nde bu değerli satır aralarını kamuoyunun dikkatine sunmak
da bizlerin sorumluluğu haline geliyor.
Şehir ve Toplum Dergisinin Göç
Özel Sayısını bu kadar ihtişamlı ve
saygıdeğer yapan unsurlardan biri
şüphesiz ki Türkiye’de alanlarında
ekol, hocaların hocası konumuna
sahip çok değerli iki ismin; Prof. Dr.
Nermin Abadan Unat’ın ve Prof. Dr.
Kemal H. Karpat’ın 20 Nisan 2016
tarihli Türkiye’nin Göç Tarihi konulu sempozyumda gerçekleştirdikleri
konuşmalara yer verilmesi, tarihe bir
kez daha yazılı şekilde not düşülmesi.
İkinci olarak ise her zaman görüşlerini
azami dikkatle özümsemeye gayret
gösterdiğimiz, İKV faaliyetlerinde de
işbirliği yapmaktan büyük keyif duyduğumuz iki hocamız, Prof. Dr. Ayhan
Kaya ve Doç. Dr. M. Murat Erdoğan da
yayının içeriğinde büyük katkı sağlıyor. Prof. Dr Ayhan Kaya, göç meselesinin toplumsal ve bireysel yapı
bozumunu gerçekleştirerek ortaya
çıkan temel yapı taşlarını; din, devlet,
kurumsallaşmayı harmanlıyor ve Almanya, Belçika, Fransa ve Hollanda örnekleri üzerinden “öz”e ilişkin kıymet-
li çıkarımlarda bulunuyor. Nihayetinde
ise Prof. Dr. Kaya kurumların kendi
hayatları olduğunu hatırlatıyor, bu
kurumsal hayat alanında göçmenlerin
ev sahibi toplumda azınlık konumundayken yeniden azınlıklaştırılmaları
tehlikesinin altını çiziyor.
Doç. Dr. M. Murat Erdoğan ise çalışmanın dosya editörlüğünü üstleniyor ve derginin ismine uygun şekilde
“Kopuş”tan Uyum”a Kent Mültecileri
Suriyeli Mülteciler ve Belediyelerin
Süreç Yönetimi: İstanbul Örneği başlıklı çalışmasını bizlerle paylaşıyor.
Bu çalışmasıyla birlikte Doç. Dr. Erdoğan, Marmara Belediyeler Birliği
Göç Politikası Atölyesinin kapsamlı
araştırmasına ilişkin kıymetli veriler
sunuyor. Çalışmanın çıktıları gösteriyor ki Türkiye’deki 3,1 milyonun üzerinde Suriyeli nüfusun yüzde 17-20’si
İstanbul’da yaşıyor, bu oran 540 binin
üzerinde Suriyeliye tekabül ediyor.
Dolayısıyla böyle bir tabloda İstanbul,
bütün iller içerisinde en fazla sayıda
Suriyeliye ev sahipliği yapan şehir olarak öne çıkıyor. Devasa oranlarda Suriyeliye evsahipliği yapan İstanbul’da
yerel yönetimlere çok daha fazla iş
düştüğü, idari kapasitenin artırılması
gerektiği sonucu çıkıyor.
Meselenin hukuki boyutuna ilişkin
ise Prof. Dr. Nuray Ekşi’nin Uluslararası İşgücü Kanunu’na dair kaleme aldığı
mühim değerlendirmelerden faydalanıyoruz. Göç çalışan herkesin de kabul
edeceği gibi, konunun hukuki boyutunu ele alan her ilgili, Prof. Dr. Ekşi
tarafından hazırlanan her çalışmayı
okumaktan benzersiz bir fayda görüyor. Prof. Dr. Ekşi yine böyle kritik bir
çalışmaya imza atmış. Bilindiği üzere
Türkiye, yoğun göç akınlarının hissedilir etkilerinin görüldüğü 2013-2014
döneminden bu yana göç yönetimine
ilişkin önemli mevzuat iyileştirmeleri
gerçekleştirdi. Yabancılar ve Uluslararası Kanunu veya Geçici Koruma
Yönetmeliği böyle çabaların ürünü.
Akademi ve sivil toplum çevrelerine
ise bu mevzuatın net şekilde anlaşıl-
ması ve iyileştirilmesi için mesai harcama sorumluluğu yükleniyor. Prof.
Dr. Ekşi’nin çalışması tam anlamıyla
bu gereksinimi karşılıyor ve makaleye konu olan kanunun her açısını
anlamamızı sağlıyor. Neticede kanunla
birlikte ortaya çıkan Turkuaz Kart ve
Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü
gibi yeni mekanizmaları önümüzdeki dönemde detaylıca ele almamızda
fayda var.
Prof. Dr. Ekşi’nin makalesinde ele
aldığı konularla bağlantılı olarak, yabancıların çalışma izinleri konusuna ise Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ve
Abdülvehap Doğan tarihsel perspektifte gelişmeleri sıralayarak parmak
basıyor, nihayetinde ise uluslararası
koruma altındaki yabancıların işgücü
piyasasına erişimlerini detaylandırıyor. Göç alan ve göç veren bir ülke
olarak Türkiye’nin kuruluş yıllarından
bu yana göç meselesini her dönem
gündemine aldığını görüyoruz. Yazarların da altını çizdiği gibi her göç
döneminde, önceki döneme oranla
göç mevzuatını yenileme ve geliştirme
ihtiyacının daha da arttığı anlaşılıyor.
Güncel durumda ise eleştiriye açık
konular yazarlar tarafından vurgulanırken, Türkiye’nin evsahibi ülke olarak sergilediği kabul edici ve insancıl
tutumun da unutulmaması ve takdir
edilmesi gerektiği hatırlatılıyor.
Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel
Sayısı’nın belki de en büyük başarısı,
güncel konjonktürde göç yönetimine ilişkin en kritik konuya, uyum ve
entegrasyon meselesine saygıdeğer
isimler tarafından doğrudan bir dokunuş sağlaması. Uyum ve entegrasyonu
Yrd. Doç. Dr. Başak Yavçan ve Kadir
Akalın mülteci ve yerli çocuklar üzerinden değerlendiriyor ki bu konunun
uzun vadede göç politikalarına ilişkin
en öncelikli mesele haline geleceği
su götürmez bir gerçek. M. Murtaza
Yetiş ise entegrasyon ve uyum konusunda kamu otoritesinin yaklaşımını
büyük bir hâkimiyetle özetliyor ve
kurumsal kapasitenin geliştirilmesi,
dönüştürülmesi için gerekli koordinasyon adımlarını ve ihtiyaçları ustalıkla analiz ediyor. Yetiş, geçici koruma
statüsüne sahip Suriyelilere yönelik
gerçekleştirilen 2016-2018 Birinci
Aşama İhtiyaç Analizi’ni geleceğe yönelik sağlıklı bir perspektif sunması
bakımından dikkate değer bir çalışma
olarak öne sürüyor. Esin Başçeri ise
bütün bu meseleleri Almanya’nın Türk
işçi göçmenleri entegrasyon deneyimiyle karşılaştırarak ele alıyor ve bizlere öğretici bir karşılaştırmalı analiz
çalışması sağlıyor. Doç. Dr. Deniz Şenol
Sert ise entegrasyonun iki temel boyutu, eğitimle işgücü piyasasına katılımın kesiştiği alanı; beceri aktarımı ve
nitelik meselesini mercek altına alıyor.
Doç. Dr. Sert beceriye ilişkin olarak ise
Suriyeli göçmenlerin “niteliksizleştirilmesi (de-qualification) tehlikesini
gözler önüne seriyor. Bu tehlikenin
aşılması için ise akreditasyon sorunları, dil bariyeri, bilgi eksikliği ve kimlik
temelli ayrımcılık gibi durumları ortadan kaldıracak çözümleri tartışmaya
davet ediyor.
Sonuç olarak mülteci krizinin çözümünü Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı
gibi mekanizmaların, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği
(BMMYK) gibi uluslararası örgütler ile
uluslararası sivil toplumun doğrudan
müdahil olduğu bir ortamda uluslararası toplumu başat aktör olarak ele
almadan arayamayacağımız muhakkak. Doç. Dr. Başak Kale de tam olarak
bu fenomene değiniyor ve objektif
bir analizin sonunda uluslararası toplumun halihazırdaki performansına
kırık not veriyor. Doç. Dr. Kale iç politika tartışmalarının, süreçleri sekteye
uğratmaması gerektiğini vurguluyor.
Bu değerli eserde; göç meselesi
her boyutuyla en kıymetli uzmanlar
tarafından tartışılırken, basit bir ifadeyle daha kat edilecek çok yol olduğu
gösteriliyor. Krizin yönetiminde hem
ulusal hem de uluslararası ölçekte istenilen aşamaya gelinebilmesi için ise
emsalsiz ipuçları sunuluyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
83
S E M B OL ŞEH İRLER
AB’nin İlk Hukuki Temellerinin
Atıldığı Şehir: Roma
İtalya’nın başkenti Roma,
Avrupa’nın önemli bir tarih,
kültür ve sanat şehri. Yaklaşık
2800 yıllık bir geçmişe sahip
olan Roma, tarihte Roma
İmparatorluğu’nun da
başkentliğini yaptı. Bu tarihi
değeriyle Roma, “Dünyanın
Başkenti” (Latince adıyla,
Caput Mundi) ve Sonsuz Şehir/
Ölümsüz Şehir (Latince adıyla
“Urbs Aeterna” ve İtalyanca
adıyla “La Citta Eterna”)
unvanlarıyla anılıyor.
Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU
İKV Kıdemli Uzmanı
84
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
B
atı medeniyetinin en eski merkezi
sayılan Roma, bu en bilinen özelliğinin yanında AB açısından da
tarihi bir öneme sahip. AB’nin temelini
oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran Roma Antlaşması bu
şehirde imzalandı.
Bu tarihi şehri tanımak için kuşbakışıyla baktığımızda Roma, İtalya’nın Lazio
bölgesinde ve Tiber Nehri kenarında yer
alan, ülkenin en kalabalık şehri ve yüzölçümüyle Avrupa’nın en geniş alana yayılmış başkentlerinden biri. 7 tepe üzerine
kurulu şehir, muhteşem saraylar, kiliseler, heykeller ve çeşmelerle bezenmiş. Bu
tarihi mirası ve kozmopolit atmosferiyle
Roma, Avrupa’nın ve dünyanın en ünlü,
en kalabalık, en etkileyici ve en çok turist
çeken şehirlerinin başında geliyor. Hıristiyanların Katolik mezhebinin yönetim
merkezi ve dünyanın en küçük ülkesi
olan Vatikan’ın da Roma il sınırları içinde
bulunması, şehre ayrı bir önem ve değer
katıyor. Günümüzde ise Roma, göz alıcı
tarihi değerinin yanında dünyaca ünlü
mutfağı, restoranları, eğlence merkezleri,
modaya yön veren tasarımcıları ve renkli
çarşıları ile hareketli bir Akdeniz şehri
olarak Avrupa’nın ve dünyanın ilgi odağı
olmayı sürdürüyor.
Medeniyetin Beşiği Roma
Avrupa’da medeniyetin beşiği ve
baştanbaşa tarihin izlerini taşıyan
Roma, tarihi süreçte eski Bizans’ın,
Roma Krallığı’nın, Roma Cumhuriyeti’nin, Roma İmparatorluğu’nun, Papalık
Yönetimi’nin ve İtalya’nın merkezi oldu.
Grek-Latin medeniyetinin sembolü olan
Roma’nın ilk önceleri M.Ö. 8’inci yüzyılda küçük bir kasaba olarak kurulduğu
biliniyor. Roma, Tiber Nehri kıyısında
olması itibarıyla ulaşım ve ticaret yollarının kesişim noktası konumundaydı.
Şehir, altın dönemlerini ise M.Ö. 5’inci
yüzyıl ile M.S. 5’inci yüzyıllar arasında
Roma İmparatorluğu döneminde yaşadı.
Roma İmparatorluğu’nun, kavimler göçü
sonunda Batı Roma ve Bizans olarak
ikiye bölünmesiyle birlikte kentte de gerileme dönemi başladı. Dış baskılar, veba
salgınları ve depremler gibi sorunlar
nedeniyle 11’inci yüzyıla kadar karanlık
dönemler geçiren kentin tekrar canlanması Rönesans döneminde gerçekleşti.
15’inci yüzyıldan sonra kent savaş
dönemine girdi. İtalyan Devletleri arasındaki savaşların yanı sıra Fransa Kralı Napolyon’un ve Habsburg Hanedanlığı’nın
işgalleri, kentin sürekli bir savaş ortamı
yaşamasına neden oldu. Roma şehri son
olarak, İtalyan Birliği’nin kurulmasıyla
1871’de İtalya’nın başkenti oldu.
Yakın dönemde Roma, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra faşizmin tırmanmasına tanıklık etti. 8 Temmuz 1943’te
İtalyan ordusunun direnmesine rağmen
Alman işgaline uğrayan şehir, İtalyan
diktatör Benito Mussolini’nin özellikle
büyük meydanlar ve caddeler inşa etmek
üzere birtakım tarihi eserleri yıkmasıyla,
faşizmden nasibini aldı. Bu arada şehrin
nüfusu artarak 1 milyona yükseldi. Mussolini’nin düşmesinden sonra Almanlar
tarafından işgal edilen şehir, 4 Temmuz
1944’te Müttefik Birlikleri tarafından
kurtarıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra monarşinin yıkılması ve İtalyan Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Roma
modern bir şehir haline geldi.
Avrupa Bütünleşmesine İmza
Atan Şehir Roma
İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir
yıkıma uğrayan Avrupa’da barışın ve 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
85
S E M B OL ŞEH İRLER
İmparatorlukların
doğuşuna tanıklık
eden Roma, Avrupa
bütünleşmesi fikrinin de
resmiyet kazanmasında
ilk adımın atıldığı
şehir oldu.
86
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
bölgesel istikrarın yeniden sağlanmasının ve yeniden ekonomik yapılanmanın
yolları aranıyordu. İşte bu koşullar içinde AB’nin temelleri, 9 Mayıs 1950’de
Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schumann tarafından Avrupa ülkelerine savaş sanayinin ana maddeleri olan kömür ve çeliğin kullanımının uluslarüstü
bir organın sorumluluğunda yürütülmesine ilişkin yapılan çağrıyla atıldı.
Bu çağrıya cevap veren Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve
Hollanda, 1951’de imzaladıkları Paris
Antlaşması’yla Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu’nu (AKÇT) kurdular. Avrupa’da barışın korunması amacıyla bir
araya gelen AKÇT ülkeleri savaşla harap
olmuş bölgenin refahını da artırmak
amacıyla ekonomik bir birlik oluşturmaya doğru yöneldiler.
İmparatorlukların doğuşuna tanıklık eden Roma, Avrupa bütünleşmesi
fikrinin de resmiyet kazanmasında ilk
adımın atıldığı şehir oldu. 25 Mart 1957
tarihinde Roma’da bugünkü AB’nin temelini oluşturan ve o zamanki adıyla
Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET)
kuran antlaşma imzalandı. Bu tarihte,
Belçika, Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Hollanda’dan oluşan 6 kurucu
ülkenin bir araya gelerek oluşturduğu
AET Antlaşması’nın yanı sıra Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM)
Antlaşması da imzalandı.
EURATOM’un kurulmasının amacı
ise nükleer enerjinin barışçıl amaçlar-
la ve güvenli biçimde kullanılmasının
sağlamasına yönelik Üye Devletlerin
araştırma programlarının koordine
edilmesiydi. Bu iki antlaşma, “Roma
Antlaşmaları” olarak ifade edilir. Roma
Antlaşmaları 1 Ocak 1958 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. “Roma Antlaşması”
ise yalnızca AET Antlaşması’nı temsil
etmektedir. AET’ye imzacı devletler,
Üye Devletler ve vatandaşları arasında
gelmiş geçmiş en yakın işbirliğinin temellerini attılar.
Böylelikle Üye Devletler gittikçe gelişen ve derinleşen bir bütünleşmenin ilk
adımlarını atarak; malların, hizmetlerin,
kişilerin ve sermayenin kendi aralarında
serbestçe dolaşımını öngören bir Birliğin
ilk oluşumunu kurdular. 1965’de kurucu
üyelerin imzalamış oldukları “Birleşme
Antlaşması” (Füzyon Antlaşması) sonucunda, AKÇT, AET ve EURATOM için
tek bir Konsey, Komisyon ve Parlamento
oluşturulmuş, bütçeleri birleştirilmiş ve
“Avrupa Toplulukları” terimi kullanılmaya başlandı. Önceleri ekonomik amaçlarla ve Üye Devletler arasında ortak bir
pazar oluşturulması ana hedefiyle ortaya
çıkan “Topluluk” kavramı da aşamalarla
gelişen bütünleşme süreciyle “Birlik”e
dönüştü.
Roma Antlaşması’na baktığımızda
AET’nin amaçları, antlaşmanın 2’nci
Maddesi’nde şu şekilde belirtiliyor: “Topluluğun görevi, Ortak Pazar’ın kurulması
ve Üye Devletlerin ekonomi politikalarının giderek yaklaştırılması yoluyla,
Topluluğun bütünü içinde ekonomik etkinliklerin uyumlu gelişmesini, sürekli
ve dengeli yayılmayı, istikrar ile hayat
standardının hızla yükseltilmesini ve
birleştirdiği devletler arasında daha sıkı
işbirliğini gerçekleştirmektir.”
Bu amaçlara ulaşmak için öngörülen
düzenlemeler de 3’ncü Madde’de açıklanıyor:
(a) Üye Devletler arasında, malların
giriş ve çıkışlarında gümrük vergilerinin,
miktar kısıtlamalarının ve eş etkili tüm
diğer önlemlerin kaldırılması;
(b) Üçüncü ülkeler karşısında ortak
bir gümrük tarifesinin ve ortak bir ticaret
politikasının yerleştirilmesi;
(c) Üye Devletler arasında, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest
dolaşımına karşı olan engellerin kaldırılması;
(d) Tarım alanında ortak bir politikanın oluşturulması;
(e) Ulaşım alanında ortak bir politikanın kurulması;
(f) Ortak Pazar’da rekabetin bozulmamasını sağlayan bir düzenin oluşturulması;
(g) Üye Devletlerin ekonomi politikalarının eşgüdümü ve ödemeler dengesizliklerine çözüm bulmayı sağlayan
yöntemlerin uygulanması,
(b) Ortak Pazar’ın işlemesinin gerektirdiği ölçüde ulusal yasaların yakınlaştırılması;
(i) İşçilerin olanaklarını iyileştirmek
ve yaşam düzeylerinin düzelmesine katkıda bulunmak amacıyla bir sosyal Avrupa Fonu’nun kurulması;
(j) Yeni kaynaklar bulunması yoluyla
Topluluğun ekonomik genişlemesini kolaylaştırmaya yönelik bir Avrupa Yatırım
Bankası’nın kurulması;
(k) Mübadeleleri artırmak, ekonomik ve sosyal gelişme çabasını ortaklaşa
sürdürmek amacıyla, deniz ötesi ülke ve
bölgelerin birleştirilmesi.
Roma Antlaşması’nın 9’uncu ve
73’üncü Maddeleri Gümrük Birliği’nin
kurulmasına ilişkindir. Buna göre, üye
ülkeler arasında her türlü ticaret kısıtlamalarının kaldırılması ve dışa karşı ortak
bir gümrük tarifesi uygulanması amaçlandı. 38’inci ve 47’nci Maddeler Ortak
Tarım Politikası’nı, 48’inci ve 73’üncü
Maddeler işçilerin serbest dolaşımını,
74’üncü ve 84’üncü maddeler ulaşım
ve 85’inci ve 94’üncü Maddeler rekabet
politikalarını düzenler. Anlaşmanın diğer
bölümleri ise, vergilerin uyumlaştırılması, genel ekonomi politikaları, ödemeler
dengesi politikaları, sosyal politikalar,
Topluluk bütçesi, Topluluk kurumlan,
yeni üyelik başvurularını (237’nci Madde) düzenler.
Roma Antlaşması’ndan
Lizbon Antlaşması’na: AB’nin
Bütünleşme Süreci
Avrupa’nın bütünleşme ve derinleşme
sürecindeki gelişmeler doğrultusunda
zamanla, AET’yi kuran Roma Antlaşması
birçok kereler gözden geçirilerek
ilave ve değişliklerden geçti. 1992’de
Üye Devletler arasında imzalanan ve
1993’te yürürlüğe giren Maastricht
Antlaşması’yla AET, Avrupa Topluluğu
adını aldı. AB’yi kuran bu Antlaşma ile
AB’nin “üç temel sütunu” oluşturuldu.
Bu sütunlar Ekonomik ve Parasal Birlik,
Ortak Güvenlik ve Dış Politika ile İçişleri
ve Hukuk Alanında İşbirliği oldu. Ortak
Dışişleri Güvenlik Politikası ortak
bir savunma politikasını başlatmayı
hedeflerken, Adalet ve İçişleri’nde ise
göç ve siyasi iltica alanlarında bir Avrupa
Polis Ofisi kuruldu. Maastricht ile Avrupa
Toplulukları (AKÇT, AET, EURATOM)
Avrupa Topluluğu bünyesine dâhil edildi.
AB’nin derinleşme sürecindeki son
önemli aşama, 2007 yılında imzalanan
ve 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon
Antlaşması ile gerçekleşti. Bu antlaşma
ile temel olarak, AB’nin karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkların giderilmesi ve Birliğin daha demokratik ve etkili
işleyen bir yapıya kavuşması hedeflendi.
Bu doğrultuda kapsamlı değişikliklere
gidilerek, Avrupa Topluluğu’nu kuran
Antlaşmanın adı “AB’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma” olarak değiştirildi.
2017 yılında 60’ıncı yılına giren
Roma Antlaşması günümüze kadar birçok değişikliğe tabi olmuş olmakla birlikte AB’nin yürüttüğü politika ve aldığı
kararların yasal temelini oluşturması
itibarıyla AB’nin tarihinde son derece
önemli bir antlaşmadır.
Tarih, Kültür ve
Sanat Şehri Roma
Dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi olmuş Roma, İlk
Çağ’dan günümüze kadar geçen yaklaşık
3000 yıla ait İlk Çağ, Orta Çağ, Barok ve
Rönesans gibi birçok dönemin izlerini 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
87
S E M B OL ŞEH İRLER
AET ve EURATOM’u
kuran Roma
Antlaşmaları, Devlet
ve Hükümet Başkanları
tarafından Conservatori
Sarayı’nda imzalandı.
88
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
her taşında, sokağında ve meydanında
taşıyan büyülü bir şehir. UNESCO’nun
dünya mirası listesinde yer alan Roma,
görkemli tarih ve sanat eserleriyle bu
listenin başında geliyor. 15’inci yüzyılın
ikinci yarısında İtalya’da Rönesans akımının Floransa’dan Roma’ya kaymasıyla birlikte dini liderler ve papalar daha
gösterişli kiliseler, köprüler, meydanlar
yaptırmaya yöneldi. Bunların başında da
Sen Pietro Bazilikası, Sistine Şapeli gibi
kiliselerin yanı sıra Ponte Sisto köprüsü,
Navona Meydanı gibi şehrin mihenk taşları niteliğindeki olağanüstü eserler geliyor. Bu tür şaheserleri de Michelangelo,
Perugino, Raphael, Ghirlandaio, Luca
Signorelli, Botticelli, and Cosimo Rosselli
gibi sanatçılar yarattı.
Roma’nın saymakla bitiremeyeceğimiz tarih ve sanat ikonlarından
bazılarından bahsetmeden geçemeyeceğiz.
Kolezyum (Colloseum): Piazza del
Colosseo Meydanı’nda yer alan ve İtalya’nın en görkemli sembollerinden biri
olan bu yapı dünyanın bilinen en büyük
amfi tiyatrosudur. M.S. 72 yılında İmparator Vespasianus tarafından yapılma
emri verilen ve günümüzdeki stadyum
ve tiyatrolara örnek olan Kolezyum, yaklaşık 450 yıl Roma’nın eğlence merkezi
olarak kullanıldı. 60 bin kişi kapasiteli
Kolezyum Döneminde tiyatro oyunlarının yanı sıra hayvan ve gladyatör dövüşlerine sahne olurken idamlar da burada
gerçekleşti. Dünyanın 7 harikasından
biri olan ve iki bin yıldan fazla zamandır
ayakta durmayı başaran bu yapı, Roma
mimari ve mühendisliğinin en önemli
eserlerinden biridir.
Trevi Çeşmesi: Trevi Meydanı’nda
yer alan klasik ve barok tarzlarının karışımı olarak yapılmış bu çeşme Roma’daki
en büyük ve en ünlü çeşme. 1732 yılında
Nicola Salvi tarafından tasarlanan çeşme
bir tiyatro sahnesine benzer. Aşk Çeşmesi adı ile de bilinen bu çeşme, Roma’da
çekilen birçok sinema filminde de boy
gösterdi. Çeşmeye para atma geleneğinin
kişiye aşk, bolluk vb. konularda iyi şans
getireceğine inanılıyor.
Pantheon: “Tüm Tanrıların Tapınağı” anlamına gelen Pantheon MS 118125 yılları arasında inşa edilmiş. Antik
Roma döneminden kalan ve döneminin en iyi korunmuş yapısı sayılıyor.
Roma tanrıları için inşa edilmiş yapının
içinde İtalyan ressam Raffaello’nun da
mezarı bulunuyor. İmparator Phocas’ın
yapıyı Papa Boniface VII’ya vermesi
ile o günden günümüze kilise olarak
kullanıldı.
Circus Maximus: Roma’nın en eski
ve en büyük hipodrum ve stadyumu olan
bu yapı M.Ö. 40’lara dayanmakla birlikte
M.Ö. Etrüsk Kralı Tarquinius Priscus tarafından inşa edildiği biliniyor. Devrinde
tekerlekli araba yarışları ve toplu eğlenceler için kullanılan hipodrom 250 bin
seyirci alabiliyordu.
Roma’nın içinde ayrı bir devlet olarak
yer alan Vatikan’da bulunan tarihi eserler de Roma’ya dini ve sanatsal zenginlik
katıyor.
San Pietro Meydanı: 1656–1667
yılları arasında Roma’da Bernini tarafından tasarlanan meydan, Vatikan’ın
sembollerinden. Meydanda Hıristiyan
dünyasının en büyük bazilikası olan San
Pietro yer alıyor. Günümüzde bu meydan
Papa’nın halka seslendiği ve diğer bir
takım önemli olayların organize edildiği
bir yer.
San Pietro Bazilikası: M.S. 4’’üncü
yüzyılda İmparator Constantine döneminde yapılmış olan eski bazilikanın
yerine 1506-1626. yılları arasında inşa
edilen yeni bazilika Hıristiyanlığın en
büyük kilisesidir. Kubbesi ile Roma’nın
siluetindeki en önemli parçalardan birini
oluşturan bazilika Vatikan’daki en göze
çarpan binadır. Roma Rönesansı ve barok
tarzında yapılmış olan kubbenin planı
Michelangelo’ya aittir.
Vatikan Müzeleri: Dünyanın en büyük müze kompleksi olan Vatikan Müzeleri, Vatikan şehir devleti içinde yer
alıyor ve 54 galeriden oluşuyor. Roma
Katolik Kilisesi tarafından Rönesans
döneminde inşa edilmiş olan galerilerde
dünyanın önemli heykelleri sergileniyor.
Sistine Şapeli, Raphael’in Odaları ve
Etrüsk Müzesi bu galerilerden sadece
bazıları. Müzenin en çok dikkat çeken
kısmı ise Sistine Şapeli’nin tavanlarını
süsleyen Michelangelo’nun freskleri.
Şapel, saray ibadethanesi olarak yapılmış ancak zaman içinde büyük bir rol
üstlenerek önemli kilise ayinleri ve yeni
papa seçimi için kardinallerin toplantı
yeri olarak kullanıldı.
Capitoline Tepesi ve Conservatori
Sarayı: Roma’nın merkezinde bulunan
yedi tepeden en yükseği olan Capitoline
Tepesi’nde yer alan Capitoline Meydanı (Piazza del Campidoglio) ve burada
bulunan binaların mimarisinin büyük
bir kısmı 1536-1546 yılları arasında
Michelangelo tarafından tasarlanmış.
Capitoline tepesinde yer alan Capitoline Meydanı’nda Capitoline Müzesi yer
alıyor ve üç saraydan oluşuyor. Bu saraylardan biri olan Conservatori Sarayı
(Palazzo dei Conservatori) Orta Çağ’da
yargıçların görev yaptığı bir mekandı. Üç katlı sarayın girişinde İmparator
Marcus Aurelius’un heykeli bulunuyor.
Sarayın en üst katında Orta Çağ ve Rönesans döneminden sanat ve arkeoloji
eserleri ve heykeller sergileniyor. İkinci
kat ise duvarları freskler ve yağlıboya
resimlerle bezenmiş zengin ve şık görünüşlü salonlardan oluşuyor. Bu salonlar halen resmi tören ve davetler için
kullanılıyor. İşte AET ve EURATOM’u
kuran Roma Antlaşmaları’nın Devlet ve
Hükümet Başkanları tarafından imzalanması da burada tarihi Büyük Salon’da
gerçekleşti.
Medeniyetlerin beşiği Roma şehrinin Avrupa’da ekonomik ve siyasi bütünleşmenin temellerinin atılmasında
ilk adım olan Roma Antlaşmaları’nın
imzalanmasına ev sahipliği yapmış olması tesadüfi bir olay olmasa gerek. Bu
tarih, kültür ve sanat şehri geçmişten
günümüze tarihi ve kültürel bir köprü
kurarken Avrupa ülkeleri arasında da
köprü kurdu. Dileğimiz Roma’nın yüzyıllara meydan okuyan tarihi eserleri
gibi AB’nin de günümüzde yaşadığı güçlükler ve zorlu koşullara rağmen bütünleşme sürecini devam ettirerek varlığını
sürdürmesi. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
89
GÜ N CEL HUKUK
ABAD ve Malların Serbest
Dolaşımı (2): Doc Morris Kararı
Dr. Ozan TURHAN
İsviçre Fribourg Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Dergimizin son
sayısında, AB Tek Pazar
hukukunun dört temel
prensibinden biri
olan “malların serbest
dolaşımı” ile ilgili
ABAD’ın 2008 senesinde
karara bağladığı Cam
Filmi Davası’nı ele
almıştık.
90
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
O
kuyucularımız tarafından hatırlanacağı üzere, davanın özünü Portekiz Devleti’nin karayolu taşıtlarına cam filmi yapıştırılmasını yasaklayan
mevzuatının, AB hukukunun malların
serbest dolaşımını düzenleyen hükümlerine aykırılık teşkil edip etmediği oluşturmaktaydı. Bu yazımızda ise konuya ilişkin
bir diğer kritik karar olan Doc Morris
Kararı’nı mercek altına alıyoruz.
Cam Filmi Davası’nı incelerken de belirtmiş olduğumuz üzere, bir Üye Devlette
yasal olarak üretilen ve/veya satışı yapılan bir ürünün, makul ve hukuken geçerli
bir sebebe dayanmaksızın, başka bir Üye
Devlete ihracatının tamamen yasaklanması veya miktar kısıtlamasına uğraması
ile ticareti engelleyen her türlü önlem; AB
hukukuna aykırılık teşkil ediyor. Cam Filmi davasında konuya bu açıdan yaklaşan
ABAD, Portekiz devletinin cam filmlerinin
kullanımını yasaklayan düzenlemesinin
Portekiz sınırları içerisinde, ilgili ürüne yönelik yasal talebi ortadan kaldırdığı ve bu
sebeple diğer Üye Devletlerde yasal olarak
üretilen cam filmlerinin Portekiz pazarına
girişlerini olumsuz yönde etkilediği gerekçeleriyle, ilgili düzenlemeyi malların serbest dolaşımı prensibine aykırı bulmuştu.
Dergimizin bu ayki sayısında yine malların serbest dolaşımı ile ilgili ABAD’ın
meşhur Doc Morris Kararı’nı (0800 Doc
Morris NV (C-322/01) inceleyeceğiz. Cam
Filmi Kararı’ndan farklı olarak bu sefer,
bir Üye Devlette yasal olarak üretilen ve
satışı yapılan ürünlerin başka bir Üye Devlette pazarlanmasına olanak sağlayan satış kanallarına getirilen bir sınırlamanın,
ürünün kullanımının yasaklanmasında
olduğu gibi, malların serbest dolaşımına
aykırılık teşkil edip etmediği sorusuna
cevap arayacağız.
Hollanda’da yasal olarak faaliyet gösteren ve ağırlıklı olarak Hollanda’da üretilen ilaçların satışını yapan bir eczane
olan Doc Morris, aynı zamanda internet
üzerinden de ilaç satışı yapıyor ve bu
kanal ile verilen siparişleri posta yolu ile
müşterilerine gönderiyor. Almanya sınırına yakınlığından ötürü, internet üzerinden yaptığı satışlarda Almanya’dan da
oldukça fazla sayıda müşterisinden sipariş alıyor. Bununla birlikte ilaç üretimi ve
satışı ile ilgili dönemin Alman yasalarına
istinaden Almanya sınırları içerisinde reçeteli veya reçetesiz her türlü ilacın satışı
sadece eczanelerde yapılabilirken, posta
yolu ile satış gibi eczane dışı mecralarda
yapılan ilaç satışları kamu sağlığının korunması gerekçesi ile yasaklanıyor.
Alman Eczacılar Birliği işbu yasağı gerekçe göstermek suretiyle Doc Morris’in
internet üzerinden Alman tüketicilere
ilaç satışı yapmasını engellemek amacıyla, Alman yargısından Doc Morris’in ülkedeki faaliyetlerinin durdurulmasını talep
eder. Yargılama sırasında Doc Morris,
internet üzerinden ilaç satışını engelleyen işbu Alman yasasının AB hukukunun
malların serbest dolaşımı hükümlerine
aykırı olduğu iddiasında bulunur. Zira
Doc Morris’e göre, her ne kadar Alman
hukuku prensipte diğer üye devletlerde
üretilen ilaçların Almanya’ya ihracına
ve ülkede satışına yasaklama getirmiyor
olsa da, internetten satış gibi etkin bir pazarlama kanalını kapatmak suretiyle, yurt
dışında üretilen ilaçların Alman pazarına
erişimini güçleştiriyor ve böylece dolaylı
olarak fiiliyatta ilgili ürünlerin ihracatının
miktarını azaltmaktıyor. Davaya bakan
Alman mahkemesi, Doc Morris’in işbu
itirazı üzerine, iddia hakkında görüşünü
bildirmesi için konuyu ABAD’a iletir.
Davayı inceleyen ABAD, yargılama
sonrasında Doc Morris’i iddialarında
aşağıda da açıkladığımız üzere belli bir
noktaya kadar haklı bulur. ABAD’a göre
her ne kadar internetten reçeteli veya
reçetesiz ilaç satışının yasaklanmasına sebebiyet veren düzenleme, Alman
eczacılar ve ilaç üreticileri için de geçerli olsa, söz konusu sınırlama daha
çok Almanya dışında faaliyet gösteren
eczaneleri olumsuz yönde etkiliyor. Zira
internetten satış, hali hazırda zaten Almanya’da faaliyet gösteren ve ürünlerini
doğrudan tüketiciye mağazaları aracılığıyla sunma şansına sahip eczaneler
için Alman pazarına erişimde sadece
ilave ve alternatif bir kanal olsa da, diğer
Üye Devletlerde bulunan eczaneler için
internet, Alman pazarına doğrudan erişimde ve kendi ürünlerini Alman tüketiciler ile buluşturmada çok daha etkili
bir yoldur. Başka bir deyişle ilgili yasak,
yerli muadillerine kıyasla başka bir üye
devlette üretilmiş ilaçların Alman pazarına girişini güçleştiriyor, satışını azaltıyor ve bu durum, dolaylı olarak yabancı
ilaçların ihracatı üzerinde olumsuz bir
etkiye sebep veriyor. Dolayısıyla ABAD’a
göre Alman yasası bu açıdan, AB hukukunun Üye Devletler arasında ithalatta
ve ihracatta miktar sınırlamaları ile miktar sınırlamasıyla aynı etkiye sebebiyet
verecek her türlü Üye Devlet önlemini
yasaklayan hükmüne prensip itibari ile
aykırılık teşkil ediyor.
Bununla birlikte, Cam Filmi Kararı’nda bahsettiğimiz ve bu yazının girişinde
de hatırlattığımız üzere malların serbest
dolaşımı prensibi mutlak olmayıp, Üye
Devletler makul ve hukuka uygun bir
gerekçe öne sürmek suretiyle söz konusu
prensibin kapsamı dışına çıkabiliyor. Alman yasasının gerekçesi olarak öne sürülen kamu sağlığının korunması kuşkusuz
hukuka uygun bir gerekçe olarak kabul
edilmeli. Keza AB hukukunda, malların
serbest dolaşımının istisnaları arasında
kamu sağlığının korunması açıkça yer
alıyor. Yargılama sırasında ABAD bu konuya da değinmekle birlikte, reçeteli ve
reçetesiz ilaçların satışı noktasında bir
ayrıma gitti. ABAD’a göre, Almanya en
azından reçeteli ilaçların internetten satışı hususunda kamu sağlığı çekincesinde
haklıdır. Zira reçeteli ilaçların kullanımın
sağlık açısından yaratacağı olası riskler
göz önünde bulundurulduğunda, eczacının söz konusu ilacın satışını yaparken
mutlaka reçeteyi görmesi, fiziken incelemek suretiyle reçetenin gerçekliğinden
ve ilacın reçetede ismi yazan hastaya veya
hastayı temsile yetkili bir yakınına teslim
edildiğinden emin olması gerekiyor. Dolayısı ile reçeteli olarak satışı yapılabilen
ilaçlar noktasında ABAD, Alman yasasının
hukuka uygunluk sebepleri içerisinde
kaldığına hükmeder. Fakat reçetesiz ilaçların satışı hususunda ise farklı bir kanıya
varır.
ABAD’a göre kamu sağlığı gerekçesi
reçetesiz ilaçların satışı noktasında makul bir savunma değildir. Zira tüketici
zaten eczanede dahi olsa reçetesiz ilaçlara sadece bedelini ödemek suretiyle
kolayca erişebiliyor. Ayrıca ilacın tüketici
tarafından doğru bir biçimde kullanılmasına yardımcı olacak ve tüketiciyi yönlendirecek her türlü bilgi, ilacın satışının
yapıldığı internet sitesinde de tüketicin
hizmetine kolayca sunulabiliyor. Dolayısı
ile reçeteli ilaçlardan farklı olarak, reçetesiz ilaçların internetten veya doğrudan
eczaneden temin edilmesi arasında kamu
sağlığı açısından bir fark bulunmuyor.
Sonuç olarak ABAD malların serbest
dolaşımının ihlali noktasında internetten
satışın yasaklanmasını, Doc Morris’in
ileri sürmüş olduğu gibi pazara giriş
engeli olarak değerlendirmek suretiyle
Hollandalı eczacıyı haklı buldu. Diğer
yandan ise reçeteli ilaçların satışı açısından kamu sağlığının korunmasının daha
etkin bir yarar olduğuna hükmetmek
suretiyle de Alman yasasının, kapsam
açısından kısmen AB hukukuna aykırılık
taşıdığına kanaat getirdi. Yargılamanın
sonuçlanmasından kısa bir süre sonra
Alman Hükümeti, ABAD’ın kararına uygun olarak ilaç üretimi ve satışı ile ilgili
mevzuatında değişikliğe gitti ve reçetesiz ilaçların internet kanalı ile satışına
olanak tanıyan düzenlemeyi yürürlüğe
soktu. Önceki yazılarımızda da sıklıkla
belirttiğimiz gibi burada da tekrar hatırlatmakta fayda var; her ne kadar Doc
Morris Davası’nda ABAD’ın almış olduğu
karar özelde Alman mevzuatı ile ilgili olsa
da, söz konusu karar aynı zamanda, AB
hukuk sisteminin bir gereği olarak, AB
üyesi diğer devletler için de bağlayıcıdır
ve emsal niteliği taşıyor. ■
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
91
BRÜKSEL’DEN BAKINC A
Gümrük Birliği’nin
Modernizasyonu
Müzakereleri
Başlamak Üzere (1):
Hazır mıyız?
M. Haluk NURAY
İKV Brüksel Temsilcisi
92
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
G
ümrük Birliği’nin modernizasyonu konusu oldukça uzun bir
süredir gündemimizde. Önceleri
sadece konuştuk. Konunun dillerden
(hem lisan hem de gönül anlamında)
kağıtlara dökülmesi birkaç yıl aldı; nihayet 12 Mayıs 2015 tarihinde AB ile
aramızda Gümrük Birliği’nin revizyonuna ilişkin mutabakat zaptı imzalandı
ve bürokratlar rahat bir nefes aldılar.
Çünkü çoğumuzun yaşayarak öğrendiği
üzere, insanların sözlerine itibar etmeyen yetkililer belgelere derin bir saygı
duyar. Bürokratik sistemler böyle çalışır.
Geçtiğimiz bir yıl içinde belge sayısı
daha da arttı. Şu an için, bu konudaki
tartışmalarımızı çok daha sağlıklı ve ger-
çekçi bir zemine oturtmamızı sağlayacak
dört belge daha var elimizde:
• Ekonomi Bakanlığı tarafından yaptırılan Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Etki Analizi Çalışması (ana
metin ve değerlendirme bölümü
-kapak, içindekiler, yönetici özeti ve
açıklama tabloları dahil- 14 sayfa;
çalışmanın tamamı model açıklaması
ve ekler dahil 87 sayfa).
• Avrupa Komisyonu tarafından yaptırılan “Study of the EU-Turkey Bilateral Preferential Trade Framework,
Including the Customs Union, and an
Assessment of Its Possible Enhancement” başlıklı etki analizi ana metin
238 sayfa, modele ilişkin açıklamalar
AB ile aramızda Gümrük
Birliği’nin revizyonuna
ilişkin mutabakata
varıldı. Tüm sektörleri
ve firmaları etkileyecek,
onların yeni kararlar
almasını gerektirecek
bu süreç nasıl
yürütülecek?
ve ekler dahil toplam 310 sayfa. Ayrıca bu rapor Konseye sunulurken ona
eşlik eden, Komisyon uzmanlarının
rapor üzerindeki değerlendirme ve
açıklamalarını içeren çalışma belgesi
(99 sayfa) ve bu işe niçin kalkıştıklarını ve neden Konseyden müzakere
yetkisi istediklerini açıklayan bir diğer belge daha mevcut (3 sayfa).
• Mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir diğer doküman ise
Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanmakta olan bir karar tasarısı.
Motion for a European Parliament
Resolution on “towards a new trade
framework between thee European
Union and Turkey and the modernisa-
tion of the Customs Union” başlıklı bu
doküman henüz hazırlık aşamasında.
AP Komisyonlarında görüşülüyor
(Şu an için elimizde bulunan taslak
11 sayfa, değişiklik önerileri de var,
nihai metin de herhalde birkaç sayfa
eksiği ya da fazlasıyla 10 sayfa civarında olur).
• Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi
(EESC) tarafından hazırlanmış olan
tek sayfalık bir doküman ise (EESC
opinion: Enhancement of the EU-Turkey bilateral trade relations and the
modernisation of the Customs Union)
AB sosyal ortaklarının yeni müzakere edilecek olan anlaşmaya hangi
konuların dahil edilmesini istediğini
kayda geçiriyor.
Vakfımız tarafından fevkalade bir
zamanlama ile hazırlanan “Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Yolunda: Türkiye-AB Hizmet Ticaretinin Önündeki Temel Engeller–Anket Çalışması Raporu”
başlıklı (İKV Yayınları - 291) dokümanı
da mutlaka incelemek gerek. Çalışmada,
yeni anlaşma kapsamında tabi olduğu
kurallar yeniden belirlenecek olan “hizmetler” alanında iş yapan firmalarımızın
şikayetleri ve yenilemeye ilişkin bilgi (ve
ilgi) durumu mükemmelen yansıtılmış.
Yukarıdaki dört dokümanın toplam
sayfa sayısı 510, anket raporumuz da 63
sayfa. Bundan sonra olacakların (ya da
firmalarımız açısından -olumlu ve olumsuz anlamda- “başlarına geleceklerin”)
izlerini bu sayfalarda bulmak mümkün.
Yakın zamanda bunlara yenilerinin eklenmesi de kaçınılmaz. Okunması gereken sayfa sayısı hızla artacak.
AB ile aramızda müzakere edilecek
olan yeni nesil bir ticaret anlaşması
(inanın hem de müzakerelerin başladığı
andan itibaren) tüm sektörlerimizi ve
firmalarımızı etkileyecek, onların yeni
kararlar almasını gerektirecek. Hal böyle
olsa da özellikle de firma düzeyindeki
tüm karar alıcıların bu dokümanların tamamına ulaşmaları; ulaşabilseler, zaman
ayırıp incelemeleri; zaman ayırabilip
inceleyebilseler dahi akademik ve bürokratik bir dille yazılmış bu belgelerin
içindeki kendilerine ilişkin hususları,
minik detayları ayırt edebilmeleri çok
zor. Onlara kolaylık sağlamak üzere, bu
aydan başlamak üzere gerekirse birkaç
yazımda bu dokümanları karşılaştırmalı
olarak inceleyip özetlemeye çalışacağım.
Etki Analizi Karar Alma Süreçlerinde
Nasıl Kullanılmalı?
Yukarıda sıraladığım beş dokümandan en önemli ikisi “etki analizi” olarak
adlandırdığımız çalışmalar. Birisi Türk
makro karar alıcılar için, onların isteği
üzerine diğeri de AB karar alıcıları için,
yine onların isteği üzerine, dışarıdan
uzmanlar tarafından hazırlanmış. Son
derece iyi bir başlangıç. Hangimiz büyük
bir işe kalkışırken “bu işin bana getirisi,
götürüsü ne olur” diye sormuyor ki? Bu
nedenle etki analizi yapmak demek “sağduyulu davranmak” demektir, iyidir. Ancak birkaç noktaya dikkat etmek gerekir:
• Öncelikle etki analizinin kalitesi
iyi olmalı; Yani bana -mümkün olduğunca- gerçeği söylemeli.
Geçmişte incelediğimiz birçok durumda, (çoğu AB’de olmak üzere) yazılı
raporların gerçekleri yeniden biçimlendirmenin bir aracı olarak kullanıldığını
gördük. Bazı raporları ve analizleri gerçeklerle karşılaştırdığımızda kendinden
ödün verilen tarafın genellikle gerçekler
olduğunu saptadık. Hatalı ve eksik yaklaşımların yanı sıra etki analizini yaptıranı
(ısmarlayanı) memnun etme kaygısının da bunda etkili olduğunu söylemek
mümkün. (İşin özünden gelen zorlukları
ve oradan kaynaklanan hata paylarını
şu an için bir kenara bırakıyorum). Bu
sakıncaları gidermek üzere bazı çareler
aranıyor. Örneğin AB’de bir kurumun
yaptığı çalışma (örneğin Komisyon) bir
süre sonra, bir diğer kurum (AP) tarafından, bakalım öngörüleri tutmuş mu diye
inceleniyor. Ama çok geç kalınmış oluyor.
Bürokratik yapıların şöyle bir dinamiği
vardır: Güçlü yapılar kendi hatalarına
karşı savunma geliştirme eğilimindedir.
Şöyle bir araştırılsa, gerçekliği yakalamak için hikayelerini değiştireceklerine, 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
93
BRÜKSEL’DEN BAKINC A
Eleştirim çalışmanın
fen bilimleri ile ilgili
tarafına yönelik değil,
beşerî bilimlerle
ilgili taraflarına. Ya
da daha doğrusu
beşerî taraflarının
olmamasına...
94
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
hikayelerine uyması için gerçekliğin değiştirildiği çok sayıda örnek bulunabilir.
• Karar alıcı şunu unutmamalı: Kararı etki analizi değil, sen vereceksin.
O sadece sana yardımcı olacak.
Etki analizleri ile ilgili bir diğer çok
önemli husus da çalışmanın kim için
yapıldığıdır. Şu anda elimizde mevcut
olan etki analizleri “makro karar alıcılar” (hükümet, bakanlık, Merkez Bankası, Hazine gibi makro düzeyde karar
alanlar) için hazırlanmıştır. Sektör ve
firma düzeyindeki karar alıcılar için bir
(en azından bire bir) anlam ifade etmeyebilirler. Ama makro karar alıcılar
için, önlerini görebilmeleri açısından
gereklidir. Yaptırılmaları iyi olmuştur.
Ama dikkatle ve özenle kullanılmaları
gerekir. Bu genel girişten sonra gelelim
elimizdeki etki analizlerine...
Ekonomi Bakanlığı tarafından
yaptırılan Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Etki Analizi Çalışması (EBEA)
Çalışma Bakanlık uzmanları tarafından değil Dünya Ticaret Enstitüsü adlı
bağımsız bir kuruluşa hazırlatılmıştır.
Çalışmayı dışarıya hazırlatmak yukarıda
sıraladığım sakıncaların en azından bir
bölümünün giderilmesi açısından yaygın
bir uygulamadır.
Ancak burada bir parantez açmak
istiyorum. Gördüğüm en başarılı etki
analizleri, doğru modeli seçip uygulama
becerisi anlamında dış bilgi (external
knowledge) ile incelenecek alanı ve konuya tüm dinamikleri ile hâkim olma
anlamında iç bilginin (domestic knowledge) mezcedildiği çalışmalardır. Bu
karışımın uygun ölçeklerde yapılamadığı çalışmalar eksik ya da hatalı olmaya
mahkumdur.
Bu anlamda EBEA’ye yönelik ilk eleştirim çok dar bir bakış açısıyla ve mekanik bir yaklaşımla hazırlanmış olması.
Doğru ve geçerli bir matematik model
seçtiklerine, modele yerleştirdikleri rakamları da doğru istatistik kaynaklarından sağladıklarına şüphem yok. Yani
eleştirim çalışmanın fen bilimleri ile ilgili tarafına yönelik değil, beşerî bilimlerle
ilgili taraflarına. Ya da daha doğrusu
beşerî taraflarının olmamasına...
Beşerî bilimler, rakamlara ve formüllere indirgenemeyecek olan özneler
(fiziki şahıslar ile onların ama sadece
onların yaratabildikleri hukuk, firma
gibi anlam örgüler) arası ilişkileri inceler. Ekonomide de dönem sonunda (expost) ortaya çıkan “etki” öznelerin istek,
karar ve tepkilerinin bir bileşenidir.
Dönem başında (ex-ante) etki analizi hazırlayanların işi bu anlamda çok
zordur. Yapacağı hesaplamanın ilmi bir
nitelik taşıması için elindeki araçları
(matematik, istatistik, ekonometri) kullanmak zorundadır. Diğer alana girince
kesinlik kaybolur, tahmin yapmak zorlaşır. Hele yabancı uzmanların işi bu
noktada daha da zordur. O zaman da
ortaya bilimsel olarak “doğru” ama ruhu
olmayan bir çalışma çıkar. Nasıl ki insanı
sadece et, kemik, sinir ve nöronlardan
oluşan bir varlık olarak tanımlamak yetmezse; insanı “insan” yapan akıl, ruh ve
duygular katılmadığı zaman insan tanımı nasıl eksik kalırsa bu çalışmada da o
olmuş. Gidin 1995 yılına, Gümrük Birliği
öncesine ve bu çalışmadaki metodu uygulayın. Bakalım Gümrük Birliği’nin (ve
onun gerçekleşmesini sağlayan siyasi
atmosferin) Türk sanayiini dönüştürücü etkisini o formüllerde bulabilecek
misiniz? Bu noktada yapılması gereken
mevcut rakamsal analizlerin rakamlarla
ifade edilemeyen etkiler konusunda yapılacak tahmin ve değerlendirmelerle
desteklenmesidir. Bu tür etkilerin muhasebe cetvellerine konabilecek kesinlikte
ölçülmesi mümkün olmasa dahi yönleri
net olarak tahmin edilebilir.
Sadece formüllere dayalı analizlerin
en önemli eksiği geri kalan her şeyin
sabit alacağı varsayımı ile yapılmaları.
Bu nedenle de uzun vadede tahminlerin
tutma oranı azalıyor. Çünkü insan (ve
onun yarattığı diğer özneler/kavramlar)
sürekli olarak değişim içinde. Hele de
günümüzde.
İkinci eleştirim ise rakamlarla ilgili.
Gerçi burada eleştiri yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum ama etki analizini
hazırlayan uzmanlara tam olarak hangi
soruların yöneltildiğini ve nasıl bir referans çerçevesi ile işe başladıklarını
bilemediğim için ihtiyatı da elden bırakmamak istiyorum. Eleştirilerim onların
bilimsel yeterliliklerine ya da uzmanlıklarına yönelik değil. Sadece, sonuçları
görünce hayal kırıklığına uğradım.
EBEA’nın en çarpıcı bulgusu, eğer
Gümrük Birliği kapsamında mevcut sorunlar çözülür ve yeni alanlara genişletilirse 2030 yılı itibarıyla Türkiye Gayri
Safi Yurtiçi Hasılasına (GSYH) yaklaşık
olarak yüzde 1 oranında (tam olarak
yüzde 0,98) katkı sağlayacağı, AB’ye ihracatımızın yüzde 19,8; ithalatımızın ise
yüzde 28,7 artacağı. Yani eğer modernleşme gerçekleşirse, 2030 yılında1, modernleştirmenin olmaması durumuna
göre biraz daha fazla büyüyeceğiz ama
AB’ye karşı dış ticaret açığımız da biraz
daha artacak. Daha pek çok rakam var
ama ana fikir bu.
Bunda ne var derseniz: Ben makro
karar alıcı olsam, sadece bu rakamlara bakarak “aman ne güzel, bu işi hemen yapalım” demem. Bu çalışma (yine
tekrar ediyorum tek başına) beni ikna
etmeye yetmez. Şunu da söyleyeyim,
ben Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin şu
andaki ve daha da önemlisi gelecekteki
ihtiyaçlarına ve hedeflerine cevap vermekte yetersiz kaldığını düşünüyor ve
AB ile yeni nesil bir ticaret anlaşmasının
gecikmeksizin imzalanması gerektiğine
inanıyorum. Ama eğer tereddütte olsaydım veya tam aksi düşüncede olsaydım
bu çalışmanın sonuçları beni ikna etmeye ya da fikrimi değiştirtmeye yetmezdi.
Resmin bütününü görmek isterdim.
Üstelik bu yüzde 1’lik büyüme artışı
tahmini ile metni inceleyerek ya da ilgi-
Bu noktada yapılması gereken
mevcut rakamsal analizlerin
rakamlarla ifade edilemeyen
etkiler konusunda yapılacak
tahmin ve değerlendirmelerle
desteklenmesidir.
liler nezdine soruşturarak cevap bulamadığım birkaç soru var:
Bu artış hangi yıldan itibaren başlayacak? Hiç değişmeyecek mi?
EBEA‘nın bir yerinde 2030 baz yılı
itibarıyla deniyor, bir başka yerinde ise
Türkiye’nin milli gelirinin yılda 9.320
milyon dolar artacağından söz ediliyor. Bu ikincisi doğru ise hangi yıldan
itibaren başlayacağının ve neden hiç
değişmeyeceğinin açıklanması gerekir.
Normal olarak, ilk yıllarda daha hızlı bir
artış olması ama zaman içinde tavizler
yıpranacağı ve hevesler dengeye oturacağı için oran olarak azalması beklenirdi.
Birinci seçenek doğruysa daha da
kötü. İki açıdan, birincisi, eğer toplam
fayda buysa karar alıcı “bırak kalsın,
zahmetine değmez” diyebilir. İroniyi
bir tarafa bırakıp matematiğin diliyle
konuşursak da hayal kırıklığından söz
etmek gerek. 2030 yılında 9,2 milyar
dolar GSYH’nın yüzde 0,98’ini teşkil
edecekse toplam 900 milyar dolarlık bir
ekonomiden bahsediyoruz demektir ki,
bu rakam ne benim hayallerimle ne de
Türkiye’nin gelecek hedefleriyle örtüşür. Yurt içi hasılamız şu an itibarıyla,
hem de şişkin dolar kuruyla 720 milyar
dolar. Acaba 2030 yılına kadar hiç büyümeyecek miyiz? Nerede 2023, 2050
hedeflerimiz?
Alt başlıklara indikçe durum daha
da vahim bir hal alıyor. Milli gelirdeki
bu artışın çok büyük ölçüde (dörtte üç
oranında) tarımdaki liberalizasyondan
geleceği hesaplanmış. Bence imkânsız
ama sebeplerini açıklamaya yer yetmez.
Hizmet serbestleştirilmesinin katkısının ise binde yedi olacağı öngörülüyor.
Bu rakamla hangi hizmet sektörünü 
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
95
BRÜKSEL’DEN BAKINC A
Gümrük Birliği
Türkiye’nin şu
andaki ve daha da
önemlisi gelecekteki
ihtiyaçlarına ve
hedeflerine cevap
vermekte yetersizdir
ve AB ile yeni nesil bir
ticaret anlaşmasının
gecikmeden
imzalanması gerekiyor.
96
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
serbestleştirmeye ikna edebileceğiz çok
merak ediyorum.
Bana ayrılan yerin sonuna yaklaştım.
Bitirmeden önce süreçle ilgili birkaç
hususa daha başlıklar halinde dikkat
çekmek istiyorum.
• Müzakereler başlayınca karşımızda
dünyanın en büyük ve ticari anlaşmalar konusunda en deneyimli ekonomik blokunu bulacağız. Onlarla
dişe diş müzakere edecek idari kapasitemiz ve özel sektör kapasitemiz
var mı? Müzakere ekibimizi (daha
doğrusu yapılanmamızı) nasıl oluşturacağız?
• AB Konseyi, siyasi gerekçelerle Komisyona yetki vermekte tereddüt
eder mi?
• Kendi yetki belgemizi nasıl düzenle-
yeceğiz? Sınırlarımız neler olacak?
AB karar alma süreçlerine katılmamız söz konusu olamayacağına göre
mevcut asimetriler nasıl giderilecek?
• Asimetri konusu çok önemli, Gümrük Birliği’nde lehimize asimetri de
vardı. Bu defa denge nasıl sağlanacak? STA’lar konusunda kaderimizi
üçüncü tarafın eline bırakmayacak
bir çözüm var mı?
Gelecek sayımızda bir yandan sözünü ettiğim diğer dokümanları incelemeyi
sürdürürken bir yandan da yukarıdaki
sorulara cevap arayacağız. ■
Niye 2030 yılı baz alınmış diye sorarsanız, teknik gerekçeler öne
çıkıyor. Oysa analizde “karmaşık etkileşimler” (complex interactions)
olarak söz edilen ve formülün belli ölçüde yakalayabildiği
belirtilen -bizim tabirimizle- muhasebeleştirilemeyen iç etkileşim
müzakerelerle aynı gün etkilerini hissettirmeye başlayacaktır.
1
19 6 5
İKV KURUCU VE MÜTEVELLİ KURUMLARI
216
OCAK-ŞUBAT 2017
1965
2017
19 6 5
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ • OCAK-ŞUBAT 2017 SAYI: 216
İKV’DEN
YENİ YAYIN
Malta AB Konseyi Dönem
Başkanlığı’nı Devraldı
2017’de
Dünyayı Neler
Bekliyor?
Yakından Takip
Edilmesi Gereken
10 Gelişme
ABD’de Trump
Dönemi: Liberal
Dünyanın
Liderliğinden
Popülist
Otoriterliğe
Uluslararası
Taşımacılık
Sektörümüz
Adalet
Divanında
Hakkını Arıyor
Download