Sultan Abdülhamit`in Son 24 Saati

advertisement
On5yirmi5.com
Sultan Abdülhamit'in Son 24 Saati
10 Şubat 1918'de vefat eden Sultan 2. Abdülhamid'in ölümün 93. yıl dönümünde
anılıyor...
Yayın Tarihi : 10 Şubat 2011 Perşembe (oluşturma : 10/10/2017)
Haberin galerisi için tıklayın...
İlâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid'in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileşme belirtisi
görülmüyordu. Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilmesine sert çıktı. Sanki anlamışcasına kalktı
banyosunu yaptı ve...
Osmanlı Devleti'ni en sıkıntılı döneminde 33 yıl yöneterek tarihe "Efsane Sultan" olarak geçen
Padişah Abdülhamit'in son anları Sızın Dergisi'nin Şubat ayı sayısında özel fotoğraflarla birlikte
yayınlandı.
İşte o makale:
Osmanlı padişahları arasında "siyaseti ve icraatları" ile hâlâ gündemdeki yerini koruyan Sultan 2.
Abdülhamid'in 21 Eylül 1842'de başlayan hayatı, 10 Şubat 1918'de sona erdi. Devlet erkânı ve
İstanbul halkının iştirakiyle toprağa verilen padişahın son günleri ve cenaze merasimi, üzerinde
durulması gereken hâdiselerdir.
Tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye'yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak'ası ile tahttan indirilen
ve İttihatçılar tarafından Selanik'e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi'nin patlak vermesi üzerine
İstanbul'a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı'nda sıkı gözetim altında
yaşadı. Cihan Harbi'nde (1914–1918) cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı
hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı
şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı'nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü
karşılamak zorunda bırakılmıştı.
5 Şubat 1918'de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru
Hüseyin Âtıf Bey'in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz
dolaştı. Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. İştahsızlıktan söz
ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten
sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama
Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti. Kardeşi Vahdettin Efendi'nin hususî doktoru
Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi'nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber
gönderdi. Abdülhamid'i muayene eden doktorun teşhisi "zatürree" başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık'ın
üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa'ya vaziyet
bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca
Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey'e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi,
sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi.
Doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid'in hastalığı ağırlaşıyor ve bir
iyileşme belirtisi görülmüyordu. Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal
vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, "Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men
edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem." diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi.
Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı.
Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan Müşfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını
giydirdi yaşlı çınarın. Fakat bir şey dikkatini çekti. Abdülhamid'in sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika
Hanım endişe içerisinde, "Aman efendiciğim çok terliyorsunuz." deyince Abdülhamid'in
dudaklarından, "Kadın, bu ecel teridir." sözleri döküldü. Bu ifadeler karşısında Müşfika Hanım irkildi.
Daha sonra Abdülhamid oturduğu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi. Âdeti üzere
yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, "Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim."
deyip Müşfika Hanım'ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı. O dakikalarda
Sultan Reşad'ın, Selâm-ı Şâhâne ile Dolmabahçe'den gönderdiği doktorlar geldi. Muayene esnasında
Şehzade Âbid Efendi'nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, "Ağlama oğlum.
İyiyim, üzülme." diyerek onu teskin etti. Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını
istedi. Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti.
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid'in yanına gelerek elini öptü ve
"Hâkânım hakkını helâl et!" dedi. Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan
muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi. Sonradan içeriye giren Saliha
Hanım'a gülümseyerek, "Rasim Bey bizden ümidi kesmiş olacak ki, elimi öptü, benden helâllik
istedi." dedi. Gözleri dolmuş bir hâlde ah çekerek, "Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim
kimseden talep edecek hakkım yok." diye ilâve etti. Müşfika Hanım bu sırada, "Efendiciğim! Bundan
büyük hastalıklar geçirdiniz. İnşallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır." cevabını verdi.
Doktorlardan durumun ciddiyetini haber alan Sultan Reşad, ağabeyinin en büyük oğlu Şehzade
Selim Efendi'ye haber yollayarak, kardeşleriyle birlikte hemen Beylerbeyi'ne gitmesini istedi. Öğleye
doğru Selim Efendi ve Ahmed Efendi saraya geldi. Haberi getiren Dilberyâl Kalfa'ya, şehzadelerin
biraz beklemesini söyleyen Abdülhamid, sulu bir kahve istedi. Müşfika Hanım'ın koluna dayanarak
oturan Abdülhamid, Şöhreddin Ağa'nın getirdiği kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada
bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaştı. Vefakâr eşi Müşfika Hanım'ın avucunu
öperek, "Allah senden razı olsun." dedi. Sonra Saliha Hanım'ın elini tutarak, "Hakkını helâl et." deyip
onunla da vedalaştı. Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve Müşfika Hanım'ın
avucuna döküldü ve yüksek sesle "Allah!" diyen Abdülhamid'in başı Müşfika Hanım'ın koluna düştü.
Odadan yükselen "Efendimiz bayıldı, doktor yetişsin!" sesleri üzerine Âtıf Bey koşarak geldi. Bu
sırada Şehzade Âbid Efendi de doktorla birlikte içeriye girdi.
Sultan Abdülhamid'in râhmet-i Rahmân'a kavuştuğunu anlayan Âtıf Bey, bu acı hakikati odadakilere
söylemedi. Kolları arasında Abdülhamid'i tutan Müşfika Hanım bir türlü kendisini bırakmak
istemiyordu. Âtıf Bey, "Bana bırakınız. Baygındır. Lâzım gelen tedaviyi yapacağım. Siz hemen
çıkınız." deyip Müşfika Hanım ile Şehzade Âbid Efendi'yi odadan çıkardı. Onlar dışarı çıktıktan sonra,
hâlâ odada bulunan Dilberyâl Kalfa'ya, "Ne duruyorsunuz? Bir tülbent getiriniz de çenesini
bağlayalım." deyince, kapıda bir şey anlamadan duran sadık bendegân Kahvecibaşı Şöhreddin
Ağa'nın feryadıyla Abdülhamid'in ölüm haberi sarayda yankılanmaya başladı. Şehzade Âbid Efendi,
"İnanmam. Babam şimdi yatağında oturuyordu." diyerek ağlıyordu. Diğer şehzadelerin de
gözlerinden yaşlar akıyordu. Ölüm haberi alan muhafız zabitler, içeri girerek son ta'zim vazifelerini
yaptılar ve kadınları dışarı çıkararak ikişer ikişer nöbet tutmaya başladılar. Zâbitlerden Zekeriya
Efendi de cenazenin başında Kur'ân okumaya başladı.
Efsane Sultan'ın ölümü duyulunca Beylerbeyi Sarayı taziyeye gelenlerle dolmaya başladı.
Hânedândan çokları geceyi sarayda geçirdi ve sabaha kadar Abdülhamid'in ruhu için dualar edildi,
Kur'ân-ı Kerîm okundu. Zatürreeye yakalandıktan sonra vefat eden Osmanlı padişahlarından
üçünün, yani Sultan 2. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid'in "baba, oğul ve torun"
olmaları mânidâr bir tevafuktu...
Sultan Reşad, ağabeyinin Sultan 2. Mahmud Türbesi'ne defnedilmesi ve bilfiil makam-ı saltanatta
bulunan padişahların cenazelerinde yapılan merasimin aynen yapılmasını irâde etti. Padişahın bu
emri, icabedenlere tebliğ edildi. Aile içinden bazı kimseler, Abdülhamid'in, Fatih Sultan Mehmed'in
türbesine defni için ısrar ettilerse de Enver Paşa, "Fatih'in türbesine hiç kimsenin defni câiz
olamayacağından bahisle" muvafakat göstermedi.
76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid'in cenazesi, 11 Şubat 1918 Pazartesi günü
Beylerbeyi Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip
son hürmeti ve vedâı yaptılar. Cenaze zâbitler tarafından taşınırken, askerler de sarayın bahçesinde
selâma durdular. Cenazenin çıkarılmasının ardından muhafız komutanı tarafından oda mühürlendi.
Bir Osmanlı padişahı vefât edince, âdet olduğu üzere cenazesi, dört asır devletin idare edildiği
Topkapı Sarayı'na getiriliyordu. Sarayın en mahrem bölgesi kabul edilen üçüncü avludaki Mukaddes
Emanetler Dairesi'nde, altın bir sandıkta atlas örtüler içinde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve
sellem) mübarek hırkası muhafaza ediliyordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Asr-ı
Saadet'ten mübarek hatıralar taşıyan bu daire, hayatın ötelere endekslendiği mübarek bir mekândı.
Hemen arkasında yer alan çeşme ise, tarihimizin ayrı bir ibret vesikasıydı. Vefât eden padişahlar,
"hayat-ölüm çeşmesi" denen bu çeşmenin başında gaslediliyorlardı.
Sultan Abdülhamid'in cenazesi muhafızlar, Enderûn-ı Hümâyûn ağaları ve saray erkânı nezaretinde
Hırka-i Saadet'in yeşil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi. Kapı kapandıktan sonra daire erkânından
başkası içeriye giremedi ve Enderûn ağaları nezaretinde cenaze burada yıkandı. Sultanın vücudunda
uzun bir hastalığın zaafı, teninin renginde ölüm sarılığı yoktu. Saçı ve sakalı ağarmış; gözleri
kapanmış, çukura batmıştı.
Yıkandıktan sonra sarı ipek işlemeli havlularla kurulanan naaş, kefenlenip hürmetle tabuta konuldu.
Abdülhamid, hayatının son dakikalarına kadar şuurunu kaybetmemişti. O ânlardaki vasiyeti de
harfiyen yerine getirildi. Göğsüne ahidnâme duası, yüzüne Hırka-î Saâdet destimali, tabutun üzerine
de siyah Kâbe örtüsü örtüldü.
İçeride bunlar olurken Hırka-i Saâdet'in önündeki kalabalık, her geçen dakika artıyordu. Veliahd
Vahdettin Efendi, şehzâdeler ve ulemâ, Enderun avlusunda yerlerini almışlardı. Yabancı elçiler, bu
muazzam daireyi merak içinde seyrediyorlardı. Kış mevsimi olmasına rağmen hava güneşliydi. Şubat
güneşi altında nişan ve sırma üniforma parıltısından başka bir şey görünmüyordu.
Sonra birdenbire Hırka-i Saâdet'in kapısı açıldı ve Enderûn avlusunda bütün nazarlar oraya çevrildi.
Herkes heyecan içinde cenazeyi görmek istiyordu. Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı Kâbe örtüleri,
kırmızı atlaslarla tezyin edilen tabut, parmaklar üzerinde dışarı çıkarıldı ve dairenin hemen önünde
bulunan "kaide" üzerine konuldu. Yıldız Camiî'nin vaizi etrafına bakıp, "Merhumu nasıl bilirdiniz?"
diye sorunca, avludaki servilerin arasına dağılmış kalabalıktan hazin bir ses tonuyla "İyi biliriz..."
cevabı yükseldi. Fatiha okunmasıyla bu merasim de son buldu ve tabut bir defa daha omuzlara
alındı. Şâzelî Dergâhı şeyhlerinin okudukları Kelime-i Tevhidler, tekbirler ve na'tlar arasında Bâb-üs
Saâde önüne getirildi. Cenaze namazı burada Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi'nin imameti ile
kalabalık bir cemaatle edâ edildi. Bilâhare, padişahlara mahsus büyük bir askerî merasimle Topkapı
Sarayı'nın ana giriş kapısı Bâb-ı Hümâyûn'dan çıkarılan cenaze, Divanyolu'ndaki türbeye doğru
götürülmeye başlandı.
Ayasofya önünden türbeye kadar cadde üzerinde iki sıra asker dizilmişti. Fevkalâde ihtişamlı bir
surette yapılan merasimde şehzâdeler, damatlar, yabancı elçiler, askerî ataşeler, dinî, idarî ve askerî
erkân, üniformalarıyla tabutun arkasında ilerliyorlardı. Abdülhamid'in oğulları, muazzam kalabalıkta
metanetlerini korumaya çalışıyordu.
Halktan da on binlerce insan cenazeye iştirak etti. Koca Sultan, son istirahatgâhına doğru
uğurlanırken derin bir teessür içinde bulunan İstanbullular sokaklara döküldü. O gün Osmanlı
payitahtı, tarihinin en heyecanlı ve en hareketli günlerinden birini yaşadı. Pencerelerden sarkan
kadınlar, "Bizi doyuran padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun?" diye ağlıyorlardı. Tahtan
indirilişinin üzerinden geçen zamana rağmen halk, Abdülhamid'i unutmamış, hak ettiği vefayı
esirgememiş; Divanyolu Caddesi'ne çıkan sokaklar dua eden ve hüsn-ü şehâdette bulunan
insanlarla dolmuştu.
Sonunda Sultan Abdülhamid'in cenazesi dualar, tekbirler eşliğinde dedesi Sultan 2. Mahmud için
inşâ edilen ve amcası Sultan Abdülaziz'in de medfun bulunduğu türbeye "Allah! Allah!" nidalarıyla
getirildi ve hürmetle kabre indirilip defnedildi. Böylece Osmanlı tarihinin en muhteşem
padişahlarından birisi daha fâni âlemden bâkî âleme göç etmişti.
(Sızıntı Dergisi / Şubat 2011)
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Sultan Abdülhamit'in Son 24 Saati
Download