egzersizler, koruyucu, tedavi edici ve muayene pozisyonları

advertisement
HEDEFLER
İÇİNDEKİLER
TOPLUM VE NÜFUS
• Demografinin Temel Kavramları
• Nüfus Değişiminin Dinamikleri
• Demografik Geçiş
• Nüfusa İlişkin Beklentiler
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Demografinin ne olduğunu öğrenecek,
• Demografinin temel kavramlarını öğrenecek,
• Nüfus değişkenlerini öğrenecek,
• Türkiye nüfusundaki hareketliliğe ilişkin bilgi
edinecek,
• Nüfus değişiminin dinamiklerini
öğreneceksiniz.
SOSYOLOJİ
ÜNİTE
9
Toplum ve Nüfus
GİRİŞ
Nüfus, belirli bir
zamanda sınırları
tanımlı bir bölgede
yaşayan insan sayısıdır.
Nüfus olgusu çağdaş sosyal bilimlerin ilklerinden olan demografinin
(nüfusbiliminin) kendi alanına giren bir konudur. Nüfus olgusu 18. yüzyılda diğer
sosyal bilimlerin gelişmesini hızlandırmakla önemli bir rol oynamış; toplumbilimle
çok yakın ilişkiler içinde bulunmuştur. Bunun nedeni, demografiyle uğraşanların
nüfus sayımı ve tahminlerinin sınırını aşıp nüfus değişikliklerinin nedenlerini ve
sonuçlarını, doğurganlık ve ölüm tahminlerini ve buna benzer sorunları incelemeye
kalkıştığı anda toplumbilimin alanına girmek zorunda olmalarıdır. Demografik
sorunların en ilginç olanları, her zaman için, içinde toplumbilimin ilgilendiği türden
toplumsal etmenler bulunanlar olmuştur.
Diğer yandan, toplumbilimciler için de, nüfusun büyüklüğü, dağılımı ve
nitelikleri her zaman için temel verilerdir. Durkheim, kendisinin morfoloji dediği
toplumbilim dalı için nüfusun büyüklüğünü temel ögelerden biri saymıştır.
Toplumlar büyüklüklerine ve yoğunluklarına göre sınıflandırılabilirler. Büyüklük
terimiyle Durkheim “toplumsal birimlerin” (yani, kentlerin iletişim ve ulaşım
araçlarının) gelişmesi olgusuyla etkilenen materyal yoğunluk ile birbirleriyle sadece
ekonomik değil fakat kültürel alanda da etkin ilişkiler içinde bulunan bireylerin
sayısıyla ölçülen moral yoğunluk arasında farklılık olduğunu belirtmektedir.
Durkheim'e göre, büyüklükteki artış genellikle yoğunlukta da artışa yol açmakta;
her iki etmendeki değişimler ise, birlikte, toplumsal yapıda değişmeler
yaratmaktadır. “Toplumda İşbölümü” (1893) kitabında nüfus artışının, iş bölümü
yoluyla, “mekanik dayanışma”yı temel alan toplum tipinden “organik dayanışma”yı
temel alan bir toplum tipine geçişe neden olduğunu göstermek istemiştir. Nüfus
büyüklüğü ile toplumsal yapı tipi arasında bu gibi genellemeler günümüz
toplumbilimcilerince fazla ilgi çekici bulunmamaktadır.
Genellikle toplumbilimde ve diğer sosyal bilimlerde nüfus büyüklüğü ve
nüfustaki değişimler toplumsal yapının belirli özelliklerine ya da belirli toplumsal
olgulara bağlanmaktadır. Nitekim, birçok toplumbilimci demografik değişimlerle
savaş arasındaki ilişkiler üzerinde durmuşlardır. Demografik değişimlerle ekonomik
etkinlik arasındaki ilişkiler üzerinde de birçok tartışmalar yapılmıştır.
Eskiden de, bugün de nüfus büyüklüğü ile toplumsal yapı arasında karşılıklı bir
ilişki bulunduğu; toplumsal yapının hem nüfus değişikliklerini etkilediği hem de
değişikliklerden etkilendiği kabul edilmektedir. Gerçekten, bu alandaki
toplumbilimsel çalışmalarda her şeyden çok nüfus büyüklüğü üzerindeki toplumsal
etkiler ele alınmıştır.Günümüzde bu konu üzerinde çok geniş bir literatür oluşmuş;
önemli sonuçları bir kez daha aktarıp sunmaktan başka bir şey yapılamayacak
kadar, sorunun her yanı defalarca işlenmiştir. Fiili sorunlar, doğal olarak,
toplumdan topluma, toplumun tipine göre değişmektedir. 1940 ve 1950'lerde
Batılı demografi uzmanları ve toplumbilimciler doğum oranlarındaki düşüşü
etkileyen toplumsal etmenler üzerinde çok durmuşlar; iki savaş arası dönemde
nüfus artışını yavaşlatan, bazen durduran, hatta gerileten bu olguya öncelikle
önem vermişlerdir. Bu konuda çok sayıda araştırma yapılmış, eserler yazılmış;
sorunla ilgili olarak çeşitli toplumsal etmenler üzerinde ayrı ayrı durulmuştur.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
2
Toplum ve Nüfus
Bir ülke veya bölgedeki
toplam nüfusun, o ülke
veya bölgenin
yüzölçümüne
bölünmesiyle elde
edilen sayıya, aritmetik
nüfus yoğunluğu denir.
Açıktır ki, doğum kontrolünde yöntemlerin gelişmesi ve bu yöntemleri
öğrenenlerin, bilenlerin artmakta olması aile planlamasını kolaylaştırmıştır. Fakat
aile planlamasında sayıyı az tutma arzusunun başka nedenleri de vardır. Çok sayıda
çocuk bakımının kadınlar için zahmetli oluşu, kadınların bağımsızlaşması ve bunun
kadınlara söz hakkı sağlaması, ailenin üretici birim olarak öneminin azalması ve
(çocukların ücretli işlerde çalıştırılmasının önlenmesi ve eğitimin zorunlu kılınması
nedeniyle) çocuk yetiştirmenin maliyetinin artışı çocuğa duyulan arzunun
karşısında yeni ilgi konularının ortaya çıkışı, ana babalık yükümlülüklerinin daha
yüksek standartları hedef alması ve çocukların hayata en iyi koşullar altında
başlatılmak istenmesi bunlar arasındadır. Sonuncunun kendisi de, git gide büyüyen
bir ekonominin sağladığı toplumsal hareketlilik olanaklarınca etkilenmekte;
toplumun eskisine göre daha esnek bir tabakalanmaya dayanması ise bireylerin
yükselme umuduna kapılmalarına yol açmaktadır. Toplumsal hiyerarşide
çocuklarının daha yüksek yerlere gelebilmeleri için, ana-babalar çocuk sayısını
kısıtlamayı tek çözüm yolu saymaktadırlar. Son zamanlarda yapılan araştırmalar az
çocuklu ailelerde yetişen çocukların gerçekten bu üstünlüğü taşıdıklarını ortaya
koymaktadır. Aile planlamasının bir başka özelliği bütün araştırmalarda kendini
göstermektedir. Çocuk sayısını kısıtlama toplumun üst tabakalarından başlamakta
ve giderek alt tabakalara doğru da yayılmaktadır. Bu durum kısmen bilgisizlik
derecesinin farklılığına bağlanabilir. Fakat üst tabakalarda çocuk sayısının
kısıtlanması başka açılardan da ele alınması gereken bir sorundur. En son
araştırma, İngiltere'de orta sınıf üyeleri arasında çocuk sayısını kısıtlamanın
1870'lerdeki ekonomik durgunluğun bu sınıfların yeni alıştıkları konfor düzeyini
tehdit etmesi üzerine başladığını göstermektedir. Bu eğilimin diğer tabakalara da
yayılması hem ekonomik ve toplumsal yükselme mücadelesinde az nüfuslu
ailelerin avantaj taşıdıklarının anlaşılmasının hem de toplumsal modelin taklit
edilmesinin sonucu sayılabilir.
Son zamanlarda nüfus büyüklüğü üzerinde çalışmalarda çok farklı bir yön
tutulmakta; belirli ülkelerde ve dünyada nüfus patlaması sorununa daha büyük bir
önem verilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, göreceğimiz gibi nüfus artışının
ekonomik gelişme üzerindeki etkisi; sanayi ülkelerinde ise doğanın bozulması ve
kentlerde aşırı nüfus birikimi gibi toplumsal etkileriyle ilgilenilmektedir.
Demograflar ve toplumbilimciler, nüfusun büyüklüğü kadar dağılımı ile de
ilgilenmektedirler. Batı Avrupa ve Amerika'da son zamanların en önemli olgusu
kentlerdeki nüfus birikiminin artmasıdır. Sanayileşmenin bir sonucu olan bu olgu
yavaş yavaş diğer ülkelere de yayılmaktadır. Bu durum, kentlerin büyümesini
olumlu karşılayan araştırmaları teşvik etmiş; karşılaştırmalı araştırmalarla bir
kentleşme tipolojisi kurulmak istenmiştir. Kentlerin varlığının her şeyden önce, bir
ekonomik artı-değerin varlığına bağlı bulunduğu; sanayi, ticaret ve yönetimdeki
artış ve gelişmeler olmaksızın kentlerin de gelişip büyüyemeyeceği genellikle kabul
edilmektedir. Kentlerle kırsal bölgeler arasındaki ilişkiler değişik toplum tiplerinde
farklı farklı olmaktadır. Çoğu yerde kentler kırsal yerlere bağımlı olmuşlar;
toplumda egemen duruma geçememişler; önemleri ve büyüklükleri değişik değişik
olmuştur. Kentsel yaşamın toplumda egemen duruma geçmesi modern sanayi
toplumundan sonradır. Birçok ülkede kentlerle kırsal yöreler arasında çatışmalar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
3
Toplum ve Nüfus
Nüfus artış hızı
kalkınma hızından
yüksek ise, ülkenin
gelişimi yavaşlar veya
geriler.
olmuştur. Pirenne, Ortaçağ Kentleri'nde özellikle 14 ve 28. yüzyıllarda kentlerin
feodal toplumsal ilişkileri çözümlemekte ve feodal toplum düzenine karşı çıkmakta
oynadıkları rolü göstermektedir. İbni Hâldun Mukaddime’sinde kabile hayatıyla
kent hayatını karşılaştırmış ve kentlerde yaşayanlarla göçebe kabileler arasındaki
çatışmalardan çıkardığı teorisiyle Arap kentlerinin gelişme ve gerilemelerini
açıklamak istemiştir.
Bir başka bakımdan ise, demografi beşeri coğrafya ve kentsel toplumbilim
alanına da girmekte ve toplumsal olguları nüfus birikimi açısından ele almış
bulunmaktadır. Ana karakteristikler kentsel alanlardaki ekonomik, sınıfsal, etnik vb.
temele dayanan farklı bölgeler ve sektörler; kentlerle kırsal yöreler arasında
suçluluk, boşanma ve intiharlar gibi olgular açısından oluşan farklılıklar, son olarak
da toplumsal ilişki tipleri ve kültürel bakış ayrılıkları olarak belirtilebilir. Kentlerde
bölge ve sektörler kavramı Amerika'da “ekolojik okul” denen akımın üyelerince,
özellikle R. E. Park ve E. W. Burgess tarafından geliştirilmiştir. R. E. Park, Amerikan
kentlerindeki farklı bölgeleri ortaya çıkarmıştır: “Yoksul semtlerde, orta sınıfın
yaşadığı banliyöler de bazı bölgeler... Hemen hemen hiç çocuk yok denecek
durumdadır... Bazı bölgelerde ise çocuk oranı oldukça yüksek görünmektedir. Bazı
bölgelerde ise, hemen tamamen, evlenmemiş nüfus yaşamaktadır... Bazı
bölgelerde hiç oy kullanmamış kimseler bulunmaktadır... Bazı bölgelerdeki
boşanma oranı tüm Amerika'dakini aşmaktadır... Aynı kentte bazı bölgelerde ise
hemen hemen hiç boşanma görülmemektedir... Bazı bölgelerde intihar oranı çok
yüksektir... Bazılarında çocuk suçları aşırı derecede yüksektir.” Bu okuldan bir
başka bilim adamı olan H. W. Zorbaugh, kentin iki zıt bölgesini birbiriyle
karşılaştırmakta ve toplumsal özellikleri arasındaki farklar üzerinde durmaktadır.
Kentler üzerine yapılan son ekolojik çalışmalar, sektörlerle nüfus toplayıcı
mıntıkaları bir arada değerlendiren bölgeler konusunda bir sınıflandırma yapmayı
amaç edinmiş bulunmaktadırlar. Bunun bir örneği P. Chombart de Lauwe
tarafından yapılan Paris'le ilgili araştırmadır. Bu araştırmada nüfus çeken mıntıkalar
temel birimler (mahâlleler) ve toplumsal sınıfların dağılımı tek tek ele alınmakta;
daha sonra da genel bir tipoloji içinde birlikte değerlendirilmektedirler.
Kent yaşamı, bir yaşayış biçimi olarak birçok araştırmacının ilgisini
çekmektedir. Çok sayıda endisten —boşanma oranları. İntihar oranları, vs.—
anlaşılmaktadır ki kentlerde yaşayanlarla kırsal yörelerde yaşayanlar arasında
önemli farklar bulunmakta; en büyük farklılıklara ise büyük kentlerde
rastlanmaktadır. Toplumbilimciler bu farklılıkları kentlilerin toplumsal durumları ve
grup üyelikleri açısından açıklamaya çalışmışlar; kentlerin kültürlerini de ayrı bir
etmen olarak vurgulamışlardır. Klâsik bir eser sayılan Simmel'in araştırmasında
kent hayatının bireyin entellektüel gelişmesi için yararlı olduğu ve apayrı bir insan
tipi yarattığı gösterilmiştir. Kötümser bir görüş ise Lewis Mumford'un Kentlerin
Kültürü adlı eserinde işlenmiştir. Eserde, kentlerin patolojik yanları; bireyin
soyutlanması, bireyin ilişkilerinin ve kişiliğinin parçalanması, umut kırıklığı, boşluk
ve değersizlik duygularının yayılışı gibi sorunlar incelenmiştir.
Nüfusun niteliksel yanları 19. yüzyılda çok daha ilgi çekici bulunmuş ve iki
açıdan incelenmiştir. Birincisi, toplumları ırk ve ulusal özellikler yönünden
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
4
Toplum ve Nüfus
birbirlerinden ayırmaya yönelmiştir. Burada, içsel özellikler temel alınmıştır. Bu
yaklaşım, fiziksel antropolojinin betimlediği açıdan ırkla, entellektüel ve diğer
özellikler arasında pek bir ilişki bulunmadığı için, günümüzde terk edilmiştir.
Günümüzde ırk sorunuyla ilgili olarak yapılan toplumbilimsel araştırmalarda ırk
konusundaki önyargılar ve ırklar arası ilişkiler üzerinde durulmaktadır. Ulusal
karakter gibi konular ise, incelendiğinde, toplumun kurumsal düzenlenme
biçiminin bir ürünü olarak ya da bireyin yetişmesini etkileyen bir kültür kalıbının
ürünü veya çok daha sık rastlandığı gibi, bunların her ikisinin birlikte ürünü olarak
ele alınmaktadır.
İkincisi olarak, toplumdaki bireyler ya da gruplar arasında var olduğuna
inanılan ve seçkinler teorisi (Pareto) ile ilintili olan ya da nüfusun doğurganlığının
nitelik (fiziksel veya entellektüel) farklılığı üzerindeki etkileri üzerinde duran
çalışmalar görülmektedir. İngiltere'de bu son tip araştırmalar Françis Galton ile
başlayan ve Londra Üniversitesinde öjenik profesörü Kari Pearson’la devam eden
öjenikçiler akımında kristalize olmuşlardır. Bütün bunlar Herbert Spencer
tarafından yapılan talihsiz biyolojik benzetmelerden etkilenen “sosyal Darwinism”
denen entelektüel alan içinde toplanmışlardır. Öjenik, çağdaş toplumbilimle fazla
bir ilişki kurabilmiş değildir. Fakat bilinen eski bir sorun bugün de tartışmalara yol
açmaktadır: Doğurganlık farklılığı ile ulusal zekâ düzeyindeki değişmeler arasında
var olduğu farz edilen bağıntı. Bu konuda, kendi çoğalmalarında başarısız kalan üst
tabaka üyeleri yüzünden genel zekâ düzeyinde tedrici bir gerileme olacağı ileri
sürülmektedir.
Nüfusun niteliklerini oluşturmakta toplumsal etmenlerin büyük önem
taşıdığını; hatta diğer etmenleri de belirleyecek kadar önem taşıdığını söylemek
yanlış olmayacaktır. Irksal ve diğer biyolojik özelliklerin bu açıdan, yeterli bir
etkinlik taşımadıkları açıkça anlaşılmaktadır. Farklı doğurganlık, nüfusun genel
karakteristikleri üzerinde elbette bir etki yapmaktadır. Fakat eğitim, beslenme,
sağlık hizmetleri alanındaki gelişmelerin etkileri çok daha büyüktür ve bu
gelişmeler ırk ya da diğer biyolojik özelliklerin etkilerini silmektedirler.
NÜFUSLA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Dünya nüfusunun bazı bölgelerde yığılması, bazı bölgelerde çok az olması ya
da hiç bulunmaması, öncelikle coğrafî koşullar ile açıklanabilir. Ancak nüfusun
kırsal ve kentsel dağılımında çağlara, dönemlere, toplum ve bölgelere göre ortaya
çıkan farklılıkların ve özellikle göçlerin coğrafya ile açıklanması olanaksızdır.
Nüfusun değişmesi genellikle toplumsal, ekonomik, teknolojik, kültürel ve
psikolojik etkenlere bağlıdır. Nüfusun değişiminde; doğumlar, ölümler, iç ve dış göç
gibi dört temel değişken etkili olur. Dış göçler dikkate alınmadığında nüfusta
görülen her değişme, genellikle doğal nüfus artış oranının bulunmasıyla
açıklanabilmektedir. Bununla birlikte, doğum ve ölüm oranlarının bilinmesi de,
nüfustaki değişmelerin açıklanmasını kolaylaştıracaktır. Özellikle az gelişmiş
ülkelerdeki ölüm oranları, sağlık hizmetlerinin gelişme düzeyine ve beslenme
olanaklarına bağlı olarak bir düşüş gösterir. Çocuk ölümlerinin azalması ve kişilerin,
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
5
Toplum ve Nüfus
Nüfusun meslek
gruplarına göre
dağılımı, özellikle
tarımda çalışanlarla
tarım dışı alanlarda
çalışanlar arasındaki
oran, toplumun
ekonomik yapısını açık
bir biçimde yansıtır.
yaşamaları olası ortalama süreyi ifade eden “umulan yaşam süresinin” uzaması,
yaş grupları itibariyle ölüm oranlarının düşmesinde etkili olur. Ancak bu sürenin
uzaması yaşlı insan sayısını artıracağından, bir süre sonra genel ölüm oranını da
yükseltmiş olacaktır. Doğum oranları ise, dönemlere göre değişiklik gösterir.
Genellikle az gelişmiş ülkeler gelişmiş ülkelere, kültür ve ekonomik düzeyi düşük
gruplar da, üst düzeydeki gruplara göre daha yüksek doğum oranlarına sahiptir.
Kısacası, bir toplumun nüfusu, bu nüfusun yoğunluğu, doğum-ölüm ve kadınerkek oranları, umulan yaşam süresi, yaş gruplarının dağılımı, bu toplumun genel
yapısı ve düzeni ile yakından ilgilidir. Ekonomik, toplumsal ve kültürel düzen de,
nüfusun hacim ve yoğunluğunu etkiler ve hatta belirler. Doğum oranı yüksek bir
toplum, tabanı geniş bir piramide, doğum oranı düşük bir toplum ise tabanı dar,
gövdesi geniş bir piramide benzer. Doğum oranı yüksek bir toplumda çalışan genç
nüfusun göreli önemi büyük olduğundan, toplum daha dinamik bir nitelik
taşıyabilir. Ancak çalışacak çağa ermemiş nüfusun fazla olması da, çalışma çağı
dışındaki nüfusun çalışan nüfusa oranı olarak tanımlanan “bağımlılık oranı” nı
yükseltir. Doğum oranının düşüklüğü ise, toplumu insan gücü kaynakları
bakımından kısırlaştırabilir. Kadın ve erkek nüfusları arasındaki büyük farklar da
çeşitli toplumsal dengesizliklere yol açabilir. Nüfusun mekânsal açıdan yaşa ye
cinsiyete göre dağılımı ise, toplumsal ve ekonomik faaliyetlerin özelliklerine
bağlıdır. Örneğin sanayi merkezlerinde genellikle genç erkek sayısı, tarımsal
bölgelerde ise çocuk sayısı fazladır.
Yaşanan yerin değiştirilmesi olarak tanımlanabilecek göçlerin kaynağı,
genellikle ekonomik nedenler veya dinsel, ırksal ve siyasal baskılardır. Eski çağlarda
göçler, ancak büyük kuraklık, kıtlık ya da savaş gibi nedenlerle ve çok uzun bir
dönemde gerçekleşebilirdi. Çağımızda ise, güçler ulaşım teknolojisinin
gelişmesinden ve özellikle dünya pazarının büyümesinden sonra, bazı itici ve çekici
nedenlere bağlı olarak büyük bir hızla oluşabilmekte ve çok büyük kitleleri
kapsayabilmektedir. Avrupalıların Amerika'ya göç etmelerinde bu itici ve çekici
nedenleri açıkça görebiliriz. Çeşitli ekonomik, siyasal ve dinsel etkenlerin itici gücü,
Amerika kıtasının verimli doğal kaynaklarının ve istihdam olanaklarının çekiciliği ile
bütünleşmiştir. Bu arada yine Avrupalıların, geçen yüzyıl içinde Asya, Afrika ve
Avustralya'ya yaptıkları kısmî göçler de kapitalizmin kendisine hammadde kaynağı
ve pazar bulmak amacıyla girişmek zorunda kaldığı sömürgecilik olgusu ile
yakından ilişkilidir. Çağımızda da Almanya ve Fransa gibi ileri sanayi ülkeleri, insan
gücü açığını kapatmak için, geçici ya da sürekli olmak üzere, ağırlıkla az gelişmiş
ülkelerden dönem dönem işçi ithâl etmek zorunda kalmaktadırlar.
NÜFUSUN, CİNSİYET, YAŞ VE EKONOMİK FAALİYET TÜRÜ
ETKENLERİNE GÖRE FARKLILAŞMASI
Cinsiyete göre dağılım “100 kadına düşen erkek sayısı” olarak tanımlanır. Bu
sayı bütün dünyada 100 çevresinde olmakla birlikte, değişik zaman ve toplumlarda
büyük dengesizlik göstermiştir. Örneğin çok sayıda göçmen çeken ülke veya kentler
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
6
Toplum ve Nüfus
ile temel ekonomik uğraşları madencilik veya ağır sanayi olan yöre veya kentlerde
erkek fazlalığı görülür. Etnoloji bize, ekonomik ve kültürel nedenlerle kız
çocuklarını öldüren veya kadın nüfusunun fazlalığı yüzünden poliandriyi (çok
kocalılığı) benimseyen toplumların da bulunabileceğini göstermektedir. İnsanların
çoğalması biyolojik açıdan ele alındığında, kadınların doğurabilirlik düzeyleri
arasında, toplum ya da yörelere göre anlamlı farklar bulunmadığı görülür. Orta
yaşlara gelmiş kadınların kısırlaşma oranı, genellikle yaşla birlikte artar. Bu
durumda evlenme yaşının, dönem, toplum, sınıf grup ve yörelere göre farklılık
gösteren “doğurabilirliğin doğurganlığa dönüşme oranı” üzerinde etkili olduğu
söylenebilir.
Belirli bir nüfusun yaş dağılımı, bu toplumdaki doğum, ölüm, göç ve evlenme
oranlarına, umulan yaşam süresine, savaş, açlık, salgın hastalık gibi etkenlere ve
kültürel boyutlara bağımlı bir özellik gösterir. Doğum oranının yüksek olduğu ve
sağlık hizmetlerinin gelişmesi sonucu ölüm oranlarının da önemli ölçüde
düşürüldüğü az gelişmiş ülkelerde, nüfus artışının çok önemli bir düzeye varması,
ekonomik açıdan etkin olmayan diye kabul edilen 0-14 yaş grubunun toplam nüfus
içindeki payının giderek artmasına neden olmaktadır. Binde 40-45 gibi yüksek bir
doğum oranına sahip olan Türkiye'de, yıllık ölüm oranı son otuz yılda binde 15'e
kadar düşürülmüştür. Bu durumda, binde 25-30 gibi çok yüksek bir düzeye ulaşan
yıllık nüfus artışı, nüfusun yaklaşık yüzde 45'nin, 0-14 yaş grubunda toplanması
sonucunu doğurmaktadır. 65 ve daha yukarı yaştakilerden oluşan ekonomik açıdan
etkin olmayan nüfusun diğer bölümü ise, Türkiye'de oldukça düşük bir oran
göstermektedir. Bu oran, doğum ve nüfus artış oranları düşük, sağlık hizmetlerini
uzun bir süredir sosyalleştirmiş, böylece “umulan yaşam” süresini uzatmış gelişmiş
sanayi ülkelerinde çok daha yüksektir. Türkiye'de tüketici durumundaki ekonomik
açıdan etkin olmayan nüfus, toplam nüfusun neredeyse yarısını, oluşturmaktadır.
Böylece ekonomik açıdan etkin olan 1000 kişinin beslemek zorunda olduğu tüketici
nüfus, yani bağımlılık oranı, yaklaşık olarak binde 850 gibi çok yüksek bir oran
göstermektedir.
Nüfusun sektörlere göre dağılımı ise, ekonomik açıdan etkin olan nüfusun,
tarım, sanayi ve hizmet sektörlerine göre farklılaşmasını ifade eder. Bu dağılım
genellikle ülkenin ekonomik yapısının bir yansıması olarak kabul edilebilir. Örneğin
Türkiye'de tarım sektörü, çalışan nüfusun yaklaşık olarak yüzde 45'ini kapsar. Oysa
bu oran, A.B.D. ve İngiltere'de yüzde 3 dolaylarındadır. Türkiye'de hızlı sanayileşme
ve kentleşme oranlarına rağmen, sanayileşme ve kentleşme biçim ve politikaları
nedeniyle, nüfusun sektörel dağılımındaki değişmeler, daha çok hizmetler
sektörünün ve bu sektördeki marjinal hizmetler grubunun geliştiğini
göstermektedir. Hizmetler sektörü, gelişmiş ülkelerde benzer bir yapıya sahiptir;
ama bu yapı, onlarda ileri sanayileşme aşamasının ve teknolojik gelişmenin bir
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir ülkede veya herhangi bir sahada, tarım ve
hayvancılıkla geçinen nüfusun, tarımsal alana bölünmesiyle elde edilen nüfus
yoğunluğuna tarımsal nüfus yoğunluğu denir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
7
Toplum ve Nüfus
Bir ülkede veya
herhangi bir sahada,
tarım ve hayvancılıkla
geçinen nüfusun,
tarımsal alana
bölünmesiyle elde
edilen nüfus
yoğunluğuna tarımsal
nüfus yoğunluğu denir.
Toplumlarda nüfusun sayısı, dağılımı, bileşimi ve değişimini nüfusbilimin
(Demografi) incelediğine daha önce değinilmişti. Nüfus olayları üç ayrı bakışla
incelenebilir:
1- Bir olgular topluluğu olarak nüfus: Bir toplumu meydana getiren nüfusun
sayısı ve özelliklerini bilmenin yarar ve önemi açıktır. Örneğin nüfusun
doğum ve ölüm oranları; cinsiyete göre, yaş kümelerine göre, ekonomik
etkinlik alanlarına göre, eğitim düzeyine göre, sağlık durumuna göre, kentli
ya da köylü oluşuna göre... dağılımı; bu dağılımdaki değişmelerin yönü,
bilinmesi çok gerekli ve yararlı olan bilgilerdir. Bir toplum nüfusunda
çocukların, orta yaşlıların, ya da yaşlıların büyük oranlarda olması;
kadınların ya da erkeklerin, evlilerin ya da bekârların çoğunlukta olması,
değişik toplumsal ve ekonomik sorunlar ortaya çıkarmakta, çözüm yolları
da değişik olmaktadır.
2- Dinamik yönleriyle nüfus: Bir toplumda doğurganlık, ölümler, göçler
nüfusun nitelik ve özelliklerini nasıl etkiler? Toplumun ekinsel özellikleri
doğurganlık, ölümler, göçler gibi nüfus olguları nasıl etkilemektedir?
Doğum denetimi nedir ve etkileri neler olabilir? Doğum, ölüm, göç
olaylarının davranışsal temelleri olan tutumlar, değerler, alışkanlıklar
konusunda neler biliyoruz?
3- Toplumsal düzenlemelere ilişkin yönleriyle nüfus: Nüfus la ilgili olguları, bir
takım toplumsal düzenlemeler ve hükümet programlan için taşıdıkları
anlam ve önem açısından da değerlendirmek gerekir. Eğitimden sağlığa,
ulaşıma... değin türlü kamusal hizmetlerin nüfusun özelliklerine göre
düzenlenmesi nasıl yapılabilir? Nüfusun artış hızı konusunda ne yönde, ne
gibi önlemler ya da düzenlemeler getirilebilir? Göç eden nüfus
topluluklarının sorunları nasıl çözülebilir?
NÜFUSLA İLGİLİ BAŞLICA TEMEL KAVRAMLAR VE GENEL
BULGULAR:
Nüfusbilimin geliştirdiği başlıca temel kavramlar ve tanımlar şöylece
saptanabilir:
 Kaba doğum oranı: Bir yılda gerçekleşen tüm doğumların toplam nüfusa
oranını anlatır.
 İslenmiş doğumların oranı: Bir yılda gerçekleşen tüm doğumların, doğum
yapabilecek çağdaki kadın sayısına oranı; anne-babanın yaşına, mesleğine,
eğitim, gelir düzeyine, yaşama yeri ve bölgesine göre dağılımını gösterir.
 Kaba ölüm oranı: Bir yılda görülen tüm ölümlerin toplam nüfusa oranıdır.
 İşlenmiş ölüm oranı: Bir yılda görülen tüm ölümlerin yaş kümelerine,
meslek kümelerine, gelir kümelerine, yaşanılan yere ve bölgeye göre
dağılımını anlatır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
8
Toplum ve Nüfus
 Yaşama süresi ya da beklenen ömür: Belli bir yılda doğan nüfusun kaç yıllık
bir ortalama ömür bekleyebileceğini gösteren bir sayı. Toplumsalekonomik ve kültürel koşullar içinde belirlenen ortalama yaşama süresi
hesaplanırken, belli bir yıldaki toplam doğumlar sayısı alınır. O yılki
ortalama ölüm oranının gelecekte de değişmeyeceği varsayımına
dayanılarak, o orana karşılık olan sayı söz konusu doğumlar sayısından
çıkarılır. Ve işlem böylece sürdürülür: O yıl doğan nüfusun en sonuncusu
da ölünceye değin.
Başlıca Genel Bulgular
Özellikle sanayileşmiş batı toplumlarında, bir ölçüde de az gelişmiş
toplumlarda, (nüfus üzerinde yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanılarak kimi
genellemeler yapılabilmiştir. Bunların başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz.
Doğumlar
Sanayileşme, nüfus artış oranı ve dağılımında önemli değişmelere yol açıyor:
Kentleri büyüterek, yeni alanlara yerleşmeyi sağlayarak, aile örgütünü etkileyerek,
yaşama ve eğitim düzeyini yükselterek, modern düşünce biçimine elverişli koşulları
getirerek nüfus artış oranını düşürmektedir. Nüfusu kentlerde, sanayi ve hizmet
kesiminin geliştiği yerlerde toplamakta, eğitim düzeyini yükseltme yönünde etkide
bulunmaktadır.
1- Genellikle yaşama düzeyinde bir yükselme, önünde sonunda nüfus
oranında bir düşmeyle sonuçlanmaktadır.
2- Az gelişmiş toplumlarda, özellikle salgın hastalıkların önlenmesi, sağlık
'koşullarının göreceli olarak düzelmesi sonunda günümüzde ölümler
doğumlardan daha erken ve daha büyük bir hızla düşmektedir. Doğumlar
ise gerçek ve dengeli, yaygın bir sanayileşme bulunmadığından yüksek
olmakta süregitmekte, gelişkin sanayileşmiş toplumlardakinden daha
yüksek bir nüfus artışı görülmektedir. Buna 1960'ların gözde deyimiyle
"nüfus patlaması" denilebilir.
Ancak bu ülkelerde de hızlı nüfus artışının kentlerde, eğitim ve gelir düzeyleri
yüksek kesimlerde değil; kırsal alanlarda, toplumsal-ekonomik düzeyi düşük
kesimlerde olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle azgelişmiş ülkelerle gelişkin
ülkelerin doğurganlık yapıları özdeş bir düzenliliğe bağımlı olup, toplumsalekonomik yapıları gereği birincilerde yüksek, ikincilerde düşük oranlarda
belirmektedir.
Genellikle her toplumun nüfus sürecinde şu üç aşama gözlemlenebilmektedir.
1- Önce yüksek doğum ve ölüm oranları ve yavaş bir nüfus artışı aşaması
vardır: İlkel denge durumu olarak yüksek bir doğum oranı, ama düşük bir
ölüm oranı ve dolayısıyla hızlı bir nüfus artışı aşaması yaşanıyor. Buna geçiş
dönemi denilebilir.
Üçüncü aşamada doğum oranları da, ölüm oranları da düşüktür ve yine
yavaş bir denge durumu söz konusudur.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
9
Toplum ve Nüfus
2- Çağdaş tıp ve toplum sağlığı uygulamaları -özellikle de iyileştirici sağlık
önlemlerinden çok önleyici sağlık önlemlerinin gelişmesi- ölümleri azaltmış
ve azaltmaktadır.
3- Farklı toplumlar arasında ve bir toplumun değişik kesimleri arasında
doğum, ölüm, göç gibi nüfus olayları bakımından görülen ayrılıklar, temel
olarak toplumsal-ekonomik nitelikteki ayrılıklardan ileri gelmektedir.
Tarım makinalaştığı
ölçüde insan gücüne
olan gereklilik
azalacaktır.
 Her toplum doğumları bir ölçüde denetlemektedir. Hiçbir toplumda,
doğabilecek her bebeğe dünyamızı onurlandırma olanağı verilmemektedir.
Ancak doğumları kaç çocukla sınırlandırma konusundaki ölçü toplumsalekonomik koşullara göre değişmektedir.
 Bu bakımdan bir yandan gelişkin sanayi toplumları ile az gelişmiş tarımcı
toplumlar arasında; öte yandan da az gelişmiş toplumların göreceli olarak
sanayileşmiş, kentleşmiş kesimleri ile kırsal kesimleri arasında oldukça
belirgin ayrılıklar vardır.
 Az gelişmiş ülkelerin kırsal kesimlerinde doğum oranlarının yüksek
olmasının temel etkeni, buralardaki üretim koşullarıdır. Çoğunlukla ilkel
tekniğe dayalı küçük aile işletmelerinde yapılan üretim, kol gücüne ihtiyaç
duymaktadır. Tarım makinalaştığı ölçüde insan gücüne olan gereklilik
azalacaktır.
Kırsal kesimde bebek ölümü oranlarının çok yüksek olması karşısında,
doğan çocuğun yaşayıp yaşamayacağından emin olamayan köylü, doğumu
denetlemeyi düşünememekte; bir çocuktan sonra ikinci, üçüncü,
dördüncü... çocuğu yapmak yoluna gitmektedir.
Kırsal kesimde dar anlamda güvenlik hizmetleri etkin biçimde
sağlanabilmiş olmadığından, çok üyeli -özellikle çok erkek üyeli- aileye
sahip olmak güvenlik bakımından da özenilen bir şey olmakta, böyle
ailelerin köy yerindeki saygınlığı da yüksek olmaktadır.
 Sanayileşmiş, kentleşmiş nüfus arasında ise doğum denetimine gereksinme
daha belirgin biçimde duyulmakta; bunun yolları öğrenilmekte ve
doğumlar sınırlandırılmaktadır. Özellikle gereksinmelerin artması ve
çeşitlenmesi sonucu kadınların da çalışma yaşamında yer alması
zorunluluğu karşısında doğumları sınırlama gereğinin ne denli güçlü bir
biçimde duyulacağı açıktır. Ayrıca kentlerde ortalama evlenme yaşının da
kırsal bölgelere göre daha büyük bir yaş olması, doğum oranlarını düşüren
bir olgudur. Buna karşılık yükselen gelir, eğitim, sağlık vb.koşullar doğan
çocuğun yaşamda kalması olasılığını çok yükselttiği için doğumu sınırlamak
ileride çocuksuz kalma tehlikesini doğurmamaktadır.
Kırsal kesimde de toprak-nüfus dengesinin bozulduğu yerlerde ve
kesimlerde, başka deyişle gizli işsizliğin yoğunlaşarak açık işsizliğe
dönüştüğü ve tarım dışına nüfus atma zorunluluğunun duyulmaya
başladığı yerlerde köylülerin doğum denetimine yöneldikleri, bunun
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
10
Toplum ve Nüfus




Nüfus artış hızı
kalkınma hızından
düşük ise, ülkenin
gelişimi artar.




yollarını öğrenmeye koyulup resmi kuruluşlardan bu amaçla yardım
istedikleri görülmektedir.
Toplumsal, ekonomik ve siyasal bakımlardan güvenceli ve az değişmeli
dönemlerde, bolluk dönemlerinde doğum oranları, bunalım ve savaş
dönemlerine oranla daha yüksek olmaktadır.
Kadın haklarının yeterince tanınmamış olduğu, kadının baskılardan henüz
kurtulmamış olduğu yerlerde de doğum oranlarının yüksek olduğu
görülmektedir.
Sağlam, iyi uyumlu ailelerde doğumların; uyumsuz ve zayıf kuruluşlu
ailelere oranla daha çok olduğu görülmektedir.
İnançlar da doğum denetimi, dolayısıyla doğum oranları bakımından etkili
olabilen kültürel etkenlerdendir. Örneğin Katolik mezhebi, bazılarına göre
de İslam dini doğum denetimini yasaklamaktadır. Ancak bu konuda da asıl
ağır basan, insan davranışlarını asıl belirleyen etkenin inançlardan çok
toplumsal-ekonomik koşullar olduğu araştırma sonuçlarıyla gösterilmiş
bulunmaktadır: Örneğin D. Wrong'un Population'da belirttiğine göre aynı
dinden olup ayrı toplumsal ekonomik düzeylerde bulunanların doğum
oranları farkı, ayrı dinden olup aynı toplumsal-ekonomik düzeyde
bulunanlar arasındaki doğum oranları farkından daha büyüktür. Aşağı
toplumsal-ekonomik düzeyde olanlar arasında doğum oranları orta ve
yukarı toplumsal ekonomik düzeyde olanlarınkine göre çok daha yüksektir.
Nüfus artış hızı, kalkınma hızından düşük ise, ülkenin gelişimi artar.
Ölüm oranlarının da esas olarak toplumsal-ekonomik nitelikteki faktörler
tarafından etkilendiği görülmektedir. Yaşama süresinin bir en yüksek
tavanı var ise de, bu en yüksek tavana varmadan, toplumsal-ekonomik
ortama göre ortalama beklenen ömür ya daha düşük (aşağı toplumsalekonomik düzeylerde) ya daha yüksek ( yukarı toplumsal-ekonomik
düzeylerde) olmaktadır. Ekonomik gelişme, bolluk ve yaşam düzeyi
yükselmesi ölüm oranlarını düşürmektedir (özellikle bebek ölümü
oranlarını). Nitekim sanayi toplumlarında ölüm oranlarının,
sanayileşmemiş tarımcı toplumlardakinden daha düşük olduğu
görülmektedir.
Kadın nüfus arasında ölüm oranları, erkek nüfusa göre biraz daha
düşüktür. Kadınlar için ortalama beklenen yaşama süresi de, böylece
erkeklerinkinden biraz daha uzundur.
Yatay nüfus hareketi (göçler), zorlama sonucu değilse, çoğunlukla (özellikle
sanayileşen toplumlarda) köyden kente, kentten büyük kente, az gelişmiş
bölgelerden gelişmiş bölgelere doğru olmaktadır. Yer değiştirenler
çoğunlukla genç nüfus; çoğunlukla da erkek nüfustur. Örneğin Ankara,
İstanbul, Adana. gibi sanayi kentlerimizdeki nüfusun cinsiyet bileşimi erkek
nüfusun kadın nüfustan daha çok olduğunu göstermektedir.
Irkçı ya da seçkinci (elitçi) bir yaklaşımla, bir yandan az gelişmiş ülkeler
nüfusunun gelişmiş ülkeler nüfusuna oranla çok daha hızlı artışı karşısında;
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
11
Toplum ve Nüfus
bir yandan da aynı ülke içinde aşağı sınıflardaki doğum oranlarının yukarı
sınıflara göre daha yüksek olması karşısında, toplam dünya ya da ülke
nüfusu içinde düşük nitelikte ırksal (genetik) özelliklerin gittikçe egemen
duruma geçeceği ya da kültürel bakımdan gerileyeceği yolunda iddialar
ileri sürülmüştür. Ancak bir yandan ırklar arasında herhangi bir doğal
yetenek, zekâ vb. ayrılığı bulunmadığının bilimsel olarak saptanmış olması
dolayısıyla; bir yandan da geniş hâlk yığınlarının yaşama koşullarında
sürekli olarak gerçekleştirdikleri düzelmeler, elde ettikleri yeni haklar ve
toplumsal iyileştirme önlemleri, sağlık düzeltmeleri, eğitimde kamusal
yardım uygulamaları kısacası toplumların genel evrimi bu farklı doğum
oranlarının olumsuz olabilecek etkilerini giderip aştığı için, bu kötümser
tahminler pek yandaş bulamamaktadır. Yine de örneğin Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerin nüfusları bakımından ortalama beklenen yaşam
süresi, bebek ölümü oranları, okuryazarlık oranları, tarımda ileri
teknolojilerin kullanılma oranları, boş inançların yaygınlık ölçüsü, beslenme
koşulları konularında değişmenin ne yönde ve ne hızda olduğunun sayısal
ve ampirik araştırmalarla ortaya konulması gerekmektedir. Yukarıdaki
iddianın geçerliliği ancak bu çalışmalar sonunda sağlıklı olarak
saptanabilecektir.
AZ GELİŞMİŞLİĞİN NEDENİ HIZLI NÜFUS ARTIŞI MIDIR?
Az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışı olgusunun geçerli açıklaması kanımca
yukarıdaki etkenlerle yapılabilir. Oysa 1950'lerin sonlarından bu yana başta A.B.D.
olmak üzere birçok Batı Avrupa ülkesi azgelişmiş ülkelerin geri kalışlarının nedeni
olarak bu ülkelerdeki hızlı nüfus artışını göstermeye önem vermişlerdir. Bu tutum,
yukarıda belirtildiği üzere hızlı nüfus artışının az gelişmenin nedeni değil, sonucu
olduğunu; sanayileşmenin, kentleşmemenin, ilkel-teknikli tarıma dayalı kırsal
topluluk yapısından kurtulamamalarının sonucu olduğunu ve bunun da çok büyük
ölçüde uluslararası sömürü ilişkilerinden kaynağını aldığını gözden kaçırmağa yol
açmaktadır.
Her toplumsal sorun gibi hızlı nüfus artışı sorununu konusunda da geçerli
çözümlere ulaşabilmek için şu yöntembilim ilkelerine uymak gerekir:
1- Nedensellik ilişkisi ile bağıntı ilişkisini ayırt etmek, her bağıntının zorunlu
olarak nedensellik olmadığını bilmek. Örneğin az gelişmiş ülkeler nüfusları
hızla artan ülkelerdir diye hızlı nüfus artışını az gelişmenin nedeni saymak,
bu ayrımı gözden kaçırmak demektir. Nüfusun hızla arttığı kırsal yörelerde
geniş-aile yapısı yaygın diye, hızlı nüfus artışı geniş-aile yapısının ya da
geniş-aile düzeni hızlı nüfus artışının nedenidir demek, yine yukarıdaki
ayrımı bilmemek olur.
2- Bağımlı değişken ile bağımsız değişkeni ayırt etmek. Bir nedensellik
ilişkisinde yer alan değişkenlerden birindeki artış ya da azalış, öbüründe de
bir artış ya da azalışa yol açtığı hâlde, ikincisinde gerçekleşecek bir artış ya
da azalış birincide benzer bir sonuç doğurmuyor ise; birinci değişken
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
12
Toplum ve Nüfus
Nüfus ve nüfus
hareketlerinin ilmî
olarak incelenmesi,
güvenilir istatistiklerin
yapılmağa
başlamasından sonra
mümkün olabilmiştir.
bağımsız, ikincisi ise bağımlı değişkendir, denilir. Bir köyde yalnız nüfusu
denetlemeye yönelik önlemler alınarak nüfus artışını kısa bir süre için
azaltabildiğimizi varsayalım. Nüfus değişkeni üzerinde yaptığımız bu etki,
örneğin tarımı daha az insan gücüyle aynı ürünü verecek teknolojilerle
donatma sonucunu vermez. Oysa tarım teknolojisini kol gücüne bağımlı
olmaktan çıkaracak olursak (makineleştirirsek) nüfus artışının azaldığını,
durduğunu (gizli işsizlik, kente göç, az çocuk yapma...) görebiliriz. Demek ki
nüfus değişkeni, bağımlı yaşamak için gerekli üretimde bulunurken;
kullanılan teknoloji, bağımsız değişkendir.
Etkenleri önem sırasına koymak: Hızlı nüfus artışının birçok etkeni vardır. Kol
gücüne dayalı ilkel tekniğe tarım, kırsal alanlarda güvenlik koşullarının kentte
olduğu biçim ve ölçüde sağlanamamış olması, bu nedenlerle özellikle, çok sayıda
erkek çocuk sahibi olma isteği, eğitim düzeyinin düşüklüğü, yüksek bebek ve çocuk
ölümleri oranı; dinsel geleneksel inançlar, saygınlık, kadın-erkek eşitsizliği, erken
evlenme, eğlence olanaklarının az oluşu... Dikkat edilirse bu etkenler içinde en
temel olanı, kırsal topluluklardaki üretim teknolojisidir. Bundaki değişme (örneğin
verimliliği yüksek araç ve yöntemlerin kol gücünün yerini alması), kırı kentle
bütünleştirerek güvenliği de kentteki gibi sağlama, gelir ve eğitim düzeyini
yükseltme, sağlık koşullarını düzelterek bebek ve çocuk ölümlerini azaltma, kadın
için özgürleşme vb. olanaklarını da ardından getirecektir. Oysa üretim yapısına
dokunmadan örneğin yol, telefon-telgraf, jandarma-polis götürerek bir köyde
güvenlik hizmetlerini kenttekine eş bir etkinlikle sağlandığında ya da oraya okul,
kitaplık, sağlık memuru ve ebe götürüldüğünde nüfus artış hızını birinci durumdaki
ölçüde etkilemek olası değildir. Çünkü bunlar, nüfus artışına yol açma bakımından,
birinci etken ile eşit ağırlıkta değildirler.
Sonuç olarak belirtelim ki bugün nüfus artış oranları oldukça düşük olan
gelişmiş ülkeler, sanayileşme öncesi dönemlerinde, doğumlar konusunda, geri
kalmış kırsal toplumlardakine benzer değer yargılarına ve alışkanlıklara sahip idiler.
Nüfus ve nüfus hareketlerinin ilmî olarak incelenmesi, güvenilir istatistiklerin
yapılmağa başlamasından sonra mümkün olabilmiştir.
DEMOGRAFİ NEDİR?
Bilindiği üzere dünya nüfusu gitgide artmaktadır. 1650’lerde 570 milyon
civarında olan dünya nüfusunun 2050’li yıllarda 9.3 milyara yaklaşacağı tahmin
edilmektedir. Ara sıra dünyanın bazı bölgelerinde nüfus patlaması olduğunu ve bu
insanların açlıkla karşı karşıya kaldıklarını duymaktayız. Araştırmalar bize bazı
toplumlarda genç nüfusun, bazılarındaysa yaşlı nüfusun ağırlıkta olduğunu
söylemekte. Bu tür olgular nüfusun toplum hayatındaki önemini göstermektedir.
İçinde bulunduğumuz toplumun nüfus yapısını bilmeksizin yaşadığımız dünyayı
kavrayabilmemiz mümkün değildir.
Nüfus yapılarıyla ilgilenen disipline demografi denir. Bu terim, bir buçuk yüzyıl
kadar önce, ulusların kendi nüfuslarının doğası ve dağılımı hakkında resmi kayıtlar
tutmaya başladığı dönemde kullanılmaya başlanmıştır. Terim ilk defa
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
13
Toplum ve Nüfus
AchilleGuillard tarafından 1855 yılında kullanılmıştır. Demografi nüfusun
boyutlarını ölçmeye, artış ve azalış nedenlerini açıklamaya çalışır. Bu nedenle
nüfusu etkileyen üç değişken hakkında istatistikî bilgiler toplar. Bu değişkenler
şunlardır:
 Nüfusun büyüklüğü: Ülkede veya bir bölgede yaşayan insan sayısı. Nüfusun
büyüklüğünü ölçmek için nüfus sayımı yapılır.
 Nüfusun dağılımı ve nüfus hareketleri: Burada göç olgusu ele alınır.
 Nüfusun yapısı ve bileşimi: Bu değişken, nüfusun yaşa ve cinsiyete bağlı
dağılımı, doğum ve ölüm oranlarıyla ilgilidir.
Demografi, insanların yaşadıkları bölgelerde nüfusun büyüklüğü, yapısı ve
hareketliliği konusunda gözlemler, ölçümler ve tanımlamalar yapan bir bilim
dalıdır. Bu bilim, nüfus sayımları, istatistikler ve anketlere başvurur. Bu nedenle
demografi çalışmaları istatistiksel olmaya eğilimlidir. Günümüzde gelişmiş bütün
ülkeler nüfus sayımlarıyla kendi nüfusları hakkında birtakım istatistiksel bilgiler
toplayarak bunları çözümlemektedirler. Ancak son derece zengin veriler
toplayabilen ülkelerin demografik istatistikleri bile kesinlikten uzaktır. Sayımlarda
kesinlik hedeflenmiş olsa da kaçak göçmenler, evsizler ve kendince nedenleri olan
bazı insanlar farklı nedenlerle resmi nüfus sayımlarına katılmayabilmektedirler.
Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda, özellikle de son zamanlarda nüfus
patlaması yaşamış olanlarda yapılan nüfus sayımları gelişmiş ülkelerde yapılanlara
göre daha az güvenilirdir.
Demograflar, nüfusun büyüklüğünde, yapısında ve hareketliliğinde meydana
gelen değişmelerin hızını ve yönünü tespit etmeye çalışırlar. Bu amaçla
ilgilendikleri bölgeyle ilgili şu tür sorulara cevap ararlar:
 Nüfusun büyüklüğü artmakta mıdır, azalmakta mıdır, yoksa sabit mi
kalmaktadır?
 Nüfus gençleşmekte midir, yoksa yaşlanmakta mıdır?
 Nüfusun artması ya da azalması hangi hızda gerçekleşmektedir?
 Nüfusun ne kadarı şehir merkezlerinde ne kadarı da banliyölerde
yaşamaktadır?
 Etnik yapı ve ekonomik statü bakımından şehir merkezinde yaşayanlar ile
banliyöler arasında yaşayanlar arasında bir farklılık var mıdır? Varsa ne tür
farklılıklar vardır?
Bu sorulardan anlaşılacağı üzere demografi, nüfusun büyüklüğü, dağılımı ve
yapısında meydana gelen değişiklikleri, doğum, ölüm ve göçlerde görülen artış
veya azalışları inceler.
Demografi, formel veya saf demografi, genel nüfusla ilgilendiği için de
toplumsal demografi olarak ikiye ayrılabilir. Formel demografi, nüfusun
matematiksel yönüyle ilgilenip istatistiksel analizler ve tahminler yapar. Toplumsal
demografinin açıklayıcı yönü ağır basar. Nüfus hakkında bilgilerimizi arttırır. Bunun
için nüfus üzerinde demografik olmayan faktörleri de ele alır. Demografinin temel
amaçları şunlardır:
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
14
Toplum ve Nüfus
 Belli bir bölgede yaşayan insan nüfusunun büyüklüğü, yapısı ve dağılımı
hakkında gözlemler, ölçümler ve tahminler yapmak.
 Nüfus değişkenlerinde ortaya çıkan değişiklikleri tespit etmek.
 Meydana gelen bu değişimlerin nedenlerini açıklamak.
Demografi nüfusla ilgili konularda gözlem ve tanım yapmanın ötesine geçip
demografik olmayan veriler hakkında da açıklama yapmaya giriştiğinde diğer bilim
dallarından yardım almak durumunda kalmıştır. Böylece coğrafya, tıp, biyoloji,
politika, sosyoloji, antropoloji gibi bilim dallarına başvurmuş ve zamanla
disiplinlerarası bir alan hâline gelmiştir.
DEMOGRAFİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Her toplumda yaygın şekilde kaba doğum oranı denilen bir ölçüm kullanılır.
Bu oran, bir yılda kaydedilen doğumların o yılın genel nüfusuna bölünüp 1000 ile
çarpılmasıyla elde edilir. Bu oran oldukça genel nitelikte olduğu için “kaba” olarak
nitelendirilmektedir. Bu kaba doğum oranı, nüfusun kaçta kaçının kadın ya da
erkek olduğu konusunda veya nüfusun yaş dağılımı hakkında herhangi bir bilgi
vermez. Doğum ve ölüm oranlarını bu tarz bilgilerle ilişkilendiren istatistikler
toplanmaya başlandığında artık söz konusu olan “kaba” değil, özgül oranlardır.
Nüfusa dair ayrıntılı bilgi sahibi olmak için özgül doğum oranlarına ihtiyaç
vardır. Ancak kaba doğum oranları da farklı gruplar arasında genel karşılaştırmalar
yapma bakımından son derece yararlıdır.
Doğum oranları doğurganlığın bir göstergesidir. Doğurganlık, ortalama olarak
bir bölgede yaşayan kadınların canlı doğmuş çocuk sayısını ifade eder. Bu oran
genelde çocuk sahibi olabilecek yaşa gelmiş her bin kadın başına düşen ortalama
doğum sayısıyla hesaplanır. Doğurganlık, kadınların biyolojik olarak
doğurabilecekleri potansiyel çocuk sayısı anlamına gelen üreyebilirlik kavramından
farklıdır. Sıradan sağlıklı bir kadının her yıl çocuk dünyaya getirmesi biyolojik olarak
mümkündür. Bir kadının yirmi ya da daha fazla çocuk sahibi olduğu durumlar varsa
da doğurganlık oranları her zaman üreyebilirlik oranlarından daha düşüktür; çünkü
toplumsal ve kültürel etkenler, nüfus artışına bir sınırlama getirirler.
Günümüzde en yüksek doğurganlık oranları ekonomik bakımdan gelişmemiş
ülkelerde görülmektedir. Bu ülkelerde aileye karşı geleneksel tavır
sürdürülmektedir. Çok sayıda çocuk sahibi olmak, özellikle aileler tarafından
işletilen çiftliklerde, kırsal alanda işgücü kaynağı olarak görülmektedir.
Doğum oranlarını etkileyen en önemli faktörler sosyo-kültürel faktörlerdir.
Özellikle kadınların eğitim oranının yüksek olduğu toplumlarda doğum oranı
düşmektedir. İnsanların mensup olduğu din ve sahip oldukları sosyo-ekonomik
statü de nüfusu etkileyen faktörler arasındadır. Bazı dinler doğum kontrol
yöntemlerine karşı çıkmakta veya çok sayıda çocuk sahibi olmayı onaylamaktadır.
Siyasi otoritelerin bu konudaki politikaları da doğum oranlarını etkileyebilmektedir.
Bunun bir örneği nüfusu 1.3 milyar kadar olan Çin’dir. Çin hükümeti, ülke nüfusunu
istikrarlı bir şekilde şu anki sayıda tutabilmek için dünyada bugüne dek yapılmış en
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
15
Toplum ve Nüfus
Ailelerin ortalama
çocuk sayısı, kentten
köye, yüksek eğitim
düzeyinden düşük
olana, geliri yüksek
olandan düşük olana
doğru artmaktadır.
kapsamlı nüfus kontrol programını uygulamaktadır. Hükümet tek çocuk sahibi
olmayı özendirmek için daha iyi barınma koşulları, parasız sağlık ve eğitim
hizmetleri gibi kurumsal teşviklere başvurmuş; birden fazla çocuk sahibi olmak
isteyen aileleri de maaş kesintisi gibi yollara başvurarak caydırmaya çalışmıştır.
Ülke nüfusunun sınırlandırılmasında başarı sağlayan bu nüfus politikasının
istenmeyen bazı sonuçları da olmuştur. Geleneksel olarak erkek çocuğa değer
verilmesi ve erkek çocuğun tercih edilmesi nedeniyle bazı kız çocukları aileleri
tarafından katledilmiştir.
Ölüm oranlarını ölçmek için yaygın olarak iki temel kavram kullanılır: Bunlar,
kaba ölüm oranları ve ortalama yaşam süresidir. Kaba ölüm oranı, bir yılda
gerçekleşen tüm ölümlerin o yılın genel nüfusuna bölünüp 1000 ile çarpılmasıyla
elde edilir. Bu sayı yılda bin kişi başına düşen ölüm oranını verir. Bu oranlarda da
tıpkı doğum oranlarında olduğu gibi ülkeler arasında önemli farklılıklar mevcuttur.
Kaba ölüm oranları toplumların zenginliğinin ve refah düzeyinin göstergesidir.
Çünkü modern toplumlarda daha iyi yaşam koşulları ve sağlık hizmetleri nedeniyle
ölüm oranları azalmaktadır. Ancak bu konuda dikkate alınması gereken asıl kriter,
bebek ölüm oranıdır. Bu oran, bir yıl içerisinde bin doğum başına düşen bir yaşına
girmeden ölmüş bebek sayısını gösterir.
Bebek ölüm oranları geçtiğimiz yüzyılda özellikle Amerika’da çok düşmüştür.
Bugün bu oran binde 15 civarındadır, oysa 1850’lerde binde 100 civarındaydı.
Bebek ölüm oranlarının en düşük olduğu ülkelerin başında İskandinav ülkeleri ve
İzlanda gelmektedir. Dünyanın geri kalmış pek çok bölgesinde bebek ölüm oranları
sağlık koşulları, yetersiz beslenme gibi nedenlerle hâlâ çok yüksek seviyededir.
Bebek ölümlerinin yüksek olması, doğum oranlarının da yüksek olmasına neden
olmaktadır. Yeni doğan bebeklerin yüksek ölüm riski aileleri daha fazla çocuk sahibi
olmaya yöneltmektedir. Yapılan araştırmalara göre ailelerin ortalama çocuk sayısı,
kentten köye, yüksek eğitim düzeyinden düşük olana, geliri yüksek olandan düşük
olana doğru artmaktadır. Ailelerin ortalama çocuk sayısı, kentten köye, yüksek
eğitim düzeyinden düşük olana, geliri yüksek olandan düşük olana doğru
artmaktadır.
Ortalama yaşam süresi, bir toplumdaki bireylerin ortalama olarak yaşadıkları
süreyi gösterir. Dünyanın birçok yerinde bu oran 45 yaşın altındadır. Kadınların
ömrü erkeklerden daha uzun olarak tespit edilmiştir. Bu farklılık geçmişte,
erkeklerin toplumdaki rollerinin ve sorumluluklarının ağırlığıyla açıklanmaktaydı.
Meslek yaşamı ve stresin erkekleri daha çok yıprattığı ileri sürülmekteydi.
Günümüzde artık kadınlar toplum içinde daha fazla rol ve sorumluluk
üstlenmektedir. Bu nedenle kadın ve erkek ömürleri arasındaki fark, artık biyolojik
faktörlerde aranmaktadır.
GÖÇ
Üzerinde durulması gereken bir diğer nüfus değişkeni ise göçtür. Göç,
insanların coğrafî bir bölgeden bir diğerine olan hareketliliğini ifade eder.
Genellikle iki tür göçten söz edilir: Grup göçü, kabile türünden bir grubun bir
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
16
Toplum ve Nüfus
Eğitim, sağlık ve diğer
imkânlardan
mahrumiyet göç
olgusunun itici
nedenlerindendir.
bölgeden diğerine olan hareketini ifade eder. Bireysel göç veya aile göçü ise, dünya
çapında görülen yaygın bir olgudur. Bu göçte insanlar bireyler veya aileler hâlinde
daha iyi yaşam koşullarına sahip yerlere göç ederler. Göçler iki tür faktör nedeniyle
ortaya çıkar. Bunlardan birincisi, itme faktörü olarak adlandırılır. Kişilerin içinde
yaşadığı koşulların elverişsizliği nedeniyle yaşadığı bölgeden ayrılmalarına itme
faktörü denir. İşlenilen toprağın verimsizliği, küçük veya çorak oluşu itme
faktörüne dâhildir. Değişik yaşam şekilleri, daha yüksek gelir elde imkânı, şehirlerin
cazip yaşam olanakları insanların ilgisini çekmekte ve onların göç etmesine neden
olmaktadır. Bu tür faktörlere de çekme faktörü denir. İnsanların göç etmesinde
hem itme hem de çekme faktörlerinin etkisi vardır.
Başlıca itme faktörleri şunlardır:
 Toprağın verimsizliği
 Düşük gelir
 Sınırlı iş imkânları
 Eğitim, sağlık ve diğer olanaklardan yoksunluk
 Kıtlık
 Sınırlı toplumsal hareketlilik
 Geleneklerden uzaklaşma arzusu
Başlıca çekme faktörleri ise şunlardır:
 İş imkânları
 Yüksek gelir
 Ucuz toprak
 Yükselme olanakları
 Eğitim ve sağlık gibi alanlarda görülen imkânlar
 Daha iyi barınma koşulları
 Yiyecek çeşitliliği ve bolluğu
William Peterson göçler arasında ayrım yapmıştır. Kontrollü göç, bir ülkedeki
nüfusun bir diğer ülkeye göç etmesi demektir. Ancak ülkeler hangi miktarda ve ne
tür bir nüfus istediklerini belirler ve buna uygun bir kota uygularlar. Bu nedenle her
isteyen istediği ülkeye göç edemez. Zorunlu göç, insanların bir bölgeden diğerine
içinde yaşadıkları koşulların imkânsızlığı nedeniyle göç etmelerini ifade eder.
Serbest göç, günlük hayatta en çok rastlanılan göç şeklidir. İnsanların kendi
istekleriyle tercihleri doğrultusunda ülke içerisinde bir yerden bir başka yere göç
etmesidir. Buna iç göç de denir. Eğitim, sağlık ve diğer imkânlardan mahrumiyet,
göç olgusunun itici nedenlerindendir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası bilgi ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak kırdan
kente doğru göçlerde büyük bir artış olmuştur. Günümüz toplumlarında kentleşme
ve endüstrileşme gibi süreçlerin etkisiyle nüfusun çoğunluğu kentsel bölgelerde
yaşamaktadır. Önümüzdeki on yıl içerisinde dünya nüfusunun yarıdan fazlası
kentsel alanlarda yaşayacaktır. Bu değişimin insanlığın refahı ve çevre koşulları
üzerinde büyük bir etkisi olacaktır. Tarım sektöründeki işlerden endüstri ve hizmet
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
17
Toplum ve Nüfus
sektörüne geçişler, kentlerin sunduğu toplumsal ve ekonomik kazançların kırsal
alanlarda olmayışı göçlerin asıl nedenleridir. Özellikle içme suyu, kanalizasyon,
sağlık ve eğitim fırsatları açısından kentler kırsal alanlarla kıyaslanamayacak
düzeyde gelişmiştir. Kentleşme nedeniyle hem kentlerin sayısı hem de kentlerde
yaşayan nüfus artmıştır. Orta büyüklükteki birçok kent, büyük kent hâline
gelmektedir. Nüfusu 1-10 milyon arasında olan dünya kentlerinin sayısı 1990’larda
270’ken, 2015 yılında bu sayının 516’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir.
NÜFUS DEĞİŞMESİNİN DİNAMİKLERİ
Demograflar, dünya nüfusunun artıp artmayacağını ve eğer artacaksa bunda
hangi faktörlerin etkili olacağını, göçlerin ne şekilde gerçekleşeceğini, bunların
nüfus yapısını nasıl etkileyeceğini, hangi faktörlerin göçlere etkide bulunacağını
bilmek isterler. Ancak dünya nüfusunun gelecekte nasıl olacağını kestirmek çok
güçtür; çünkü dünyada yaşanacak beklenmedik olaylar nüfusu etkileyebilmektedir.
Dünya nüfusunda bir artış veya azalış beklenirken çıkabilecek herhangi bir savaş,
kıtlık veya ekonomik buhran dünya nüfusundaki eğilimleri değiştirebilmektedir.
Geleceğin nüfusuna ilişkin bir tahminde bulunmak güç ve sorunlu olsa da bu
konuda bazı eğilimler hakkında fikir yürütülebilir. Nüfus artış ve azalış oranlarını
ölçmek için belli bir dönemde bin kişi başına düşen ölüm sayısı, bin kişi başına
düşen doğum sayısından çıkarılır. Avrupa ülkelerinin nüfus artış oranı eksilerdedir;
bir başka deyişle, bu ülkelerin nüfusu azalmaktadır. Kalkınmakta olan ülkelerin
çoğunun nüfus artış oranı %2 ile %3 arasındadır. Sanayileşmiş ülkelerde ise bu oran
% 0.5’in altındadır. Kalkınmakta olan ülkelerle sanayileşmiş ülkeler arasındaki bu
fark pek büyük görülmese de aslında aradaki fark, çok büyüktür.
Dünyada ölümlerin azalması ve doğumların artması nedeniyle nüfus gittikçe
artmaktadır. Günümüzde yaşanan bu durum, tarihin her döneminde aynı ölçüde
geçerli değildi. İlkel insanların ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bilinmektedir. O
dönemlerde yeni doğan bir bebeğin hayatta kalma ihtimali sadece %50’ydi.
Ortalama yaşam süresiyle 20-25 yıl kadardı. Bu yüksek ölüm oranları yüzünden
yüksek doğurganlık insanların hayatta kalabilmeleri ve nesilleri devam
ettirebilmeleri için bir zorunluluktu. İnsan kültürünün gelişmesine paralel olarak
insanların hayatta kalma şansları da artmıştır. Neolitik çağda; tarımda,
hayvancılıkta ve hayvanların ehlileştirilmesinde sağlanan başarılar sonucu insan
nüfusu da artmaya başlamıştır. Yeterli besin elde etmeleriyle beraber insan ömrü
uzamış ve nüfus artış oranı yükselmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen bu
dönemlerde salgın hastalıklar, savaşlar ve zor hayat koşulları nedeniyle ölüm
oranları hâla yüksek seviyelerdeydi. Nüfus artmakla beraber ölüm oranlarının hâla
yüksek seviyelerde oluşu nüfus artışını dengelemekteydi. 18. yüzyıla kadar olan bu
döneme ilkel denge dönemi denmekteydi. 19 ve 20. yüzyıllarda ise büyük bir nüfus
artışı yaşanmıştır. Endüstri devrimiyle beraber dünya nüfusu hızlı bir şekilde
artmaya başlamıştır. Ekonomik ve toplumsal yaşamda ortaya çıkan gelişmeler,
teknoloji ve tıp alanında sağlanan ilerlemeler ölüm oranlarını azaltmıştır. Kitlesel
ölümlere yol açan hastalıklar tedavi edilmeye, hastalıklara karşı önleyici aşılar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
18
Toplum ve Nüfus
bulunmaya başlanmış, bebek ölüm oranları azalmıştır. Tarımda, ulaşımda ve
iletişimde görülen kolaylıklar, sosyo-ekonomik gelişmeler sayesinde ölüm
oranlarında önemli düşmeler olmuştur. Ölüm oranlarında yaşanan bu ani
düşmelere karşılık doğumlarda bir düşme olmamış, aksine artış olmuştur.
Ölümlerin azalma ve doğumların artma gösterdiği bu dönemdeki bu iki oran
arasındaki fark nüfus patlaması olarak adlandırılır.
Eğitim düzeyinin yükselmesi ve doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi
sonucu sanayileşmiş ülkelerde doğum oranları düşmeye başlamıştır. İkinci Dünya
Savaşı sonrasında bazı endüstri toplumlarında nüfus sabit kalmaya veya çok az bir
artış göstermeye, bazılarındaysa azalmaya başlamıştır. Bu ülkelerde yaşanan nüfus
dengesine çağdaş denge denilmektedir.
MALTHUSÇULUK
Yukarıda belirtildiği gibi modern öncesi toplumlarda doğum oranları günümüz
sanayileşmiş dünyasına göre son derece yüksekti. Buna rağmen nüfus artış oranları
18. yüzyıla kadar oldukça düşük kalmıştır; ölüm ve doğum oranları arasında bir
denge bulunuyordu. Her ne kadar kimi zamanlarda belirgin bir nüfus artışı ortaya
çıkmışsa da bu dönemleri ölüm oranlarının yükseldiği dönemler izlemekteydi.
Hiçbir sanayi öncesi toplum, kendi kendini düzenleyen bu ritimden kaçamıyordu.
Sanayileşmenin yükselişe geçtiği dönemlerde birçok insan kıtlığın mazide
kalacağını düşünüyordu. Modern sanayinin bir bolluk çağı yaratacağı o dönemde
yaygın olarak kabul gören bir inançtı. Thomas Malthus, ‘Nüfus İlkeleri Hakkında
Denemeler’ adlı eserinde bu inancı eleştirmiş ve nüfusla besin kaynakları arasında
var olan bağlantıya dikkat çekmiştir. Malthus, nüfusun katlanarak artmasına karşın
besin sağlanan kaynakların sabit kaldığını ve ancak ekime uygun yeni toprakların
açılmasıyla besin kaynaklarının da artabileceğini vurgulamıştır. Nüfus, kendisini
besleyen kaynak miktarının ötesine kolayca geçebilmektedir. Bunun kaçınılmaz
sonucuysa, savaş ve salgın hastalıklarla beraber ortaya çıkan ve nüfusu doğal bir
şekilde sınırlandıran kıtlıktır. Malthus, insanların nüfus konusunda ahlakî bir
kısıtlama uygulamadıkları sürece sefalet ve açlık içerisinde yaşayacaklarını ileri
sürmüştür. 1850'lerde 1.2 milyar, 1980'de ise 4 milyar olarak saptanan dünya
nüfusunun 2000’li yıllara kadar 2 milyar daha artarak 6 milyarı aşması
beklenmektedir. Dünya topraklarının ancak yüzde 30'unun tarıma elverişli olduğu
göz önünde tutulacak olursa, bütün teknolojik gelişmelere rağmen bu nüfusun
beslenmesi, giderek büyüyen önemli bir sorun olmaktadır. Nüfus artışının
yaratacağı açlık tehlikesine daha 18. yüzyılda ilk dikkati çeken Thomas Malthus
olmuştur. Malthus'un kuramına göre, nüfusun sürekli olarak artmasına insanın
doğal bir özelliği olan cinsel eğilim yol açmaktadır. Nüfus artışına oranla daha yavaş
gelişen beslenme olanaklarının sınırlılığı, açlık, sefalet, hastalık, savaş, aşırı ve kötü
alışkanlıklar gibi “olumlu engeller” ile ölüm korkusu, sefalet kaygısı gibi “doğal
engeller”, bu eğilimi belirli ölçülerde sınırlayabilmiştir. Malthus ayrıca, “ahlaksal
sakınma” yoluyla, uygar insanın, nefsine egemen olmayı evrensel düzeyde ahlâki
bir ödev olarak benimsemesini ve böylece nüfus artışını sınırlamasını
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
19
Toplum ve Nüfus
önermektedir. Ona göre, geçim sıkıntısı çeken kimseler geç evlenmeli ya da hiç
evlenmemelidir.
Malthus'a göre, besin maddeleri aritmetik bir dizi şeklinde artarken; insanlar,
başka bir engel olmaması hâlinde, her 25 yılda bir kat daha artarak geometrik bir
dizi içerisinde çoğalırlar. Besin maddelerinin insanlarla aynı oranda artması için,
ekilebilecek toprakların sınırsız olması gerekir. Böyle olmadığına göre, insanlık
ileride büyük bir açlık tehlikesiyle karşılaşacaktır.
Malthus, yaşadığı dönemin verileri çerçevesinde, en azından doğum
kontrolünün önemini değerlendirememiştir. Doğum oranları örneğin Avrupa'da
büyük bir düşüş göstermiş; nüfus, Malthus'un öngördüğünün aksine geometrik
diziler içerisinde artmamıştır. Bunun yanı sıra, kimyasal gübrelerin, yeni aşılama ve
sulama tekniklerinin, modern araç ve gereçlerin kullanılması ve ileri teknoloji ile
balıkçılık ve hayvancılık yapılmasıyla, toprak, deniz ve hayvanlardan elde edilen
besin maddeleri, hem çeşitlilik açısından hem de nicel ve nitel yönden büyük bir
gelişme göstermiştir. Ancak bütün bu teknolojik gelişmeye rağmen, artan dünya
nüfusu karşısında, besin maddelerinin giderek yetersiz kalacağı da bir gerçektir.
Salgın hastalıkların önlenmesi ve koruyucu hekimliğin gelişmesi ile insan yaşamının
uzaması, doğum oranı artmasa bile ölüm oranını düşürdüğü için, tüketici sayısı
artmaktadır. Tüketici kitlesinin büyümesi de, toplumların kalkınmasında önemli bir
engel oluşturmaktadır. Ayrıca “azalan verimler yasası” da, genellikle Malthus'u
haklı çıkaracak biçimde işlemektedir. Gerçekten, sabit bir toprak parçasına bir
birimlik emek katıldığında, artan emeğe düşen ürün artışı giderek azalır. Daha
üstün teknoloji ve makinelerle çalışmak ya da toprağın niteliğini iyileştirmek
üretimi bir ölçüde artırırsa da, birim başına verim artışı giderek düştüğünden, artan
nüfusun yeni gereksinmelerini karşılamayacaktır.
DEMOGRAFİK GEÇİŞ
Demograflar sanayileşmiş ülkelerde 19. yüzyıldan beri doğumların ölümlere
oranında meydana gelen değişiklikleri demografik geçiş olarak adlandırmaktadırlar.
Bu kavramı ilk kullanan Warren S. Thompson olmuştur. Thompson, demografik
geçiş sürecini üç aşamalı bir süreç olarak görür. Birinci aşama, çoğu geleneksel
toplumda görülen yüksek doğum ve ölüm oranlarının olduğu koşullara karşılık
gelir. Bu aşamada nüfus artışı ya çok azdır ya da yoktur. Çok sayıda doğum bir o
kadar ölümle dengelenir. 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa ve Amerika’da başlayan
ikinci aşama ise, doğum oranlarının yüksek kalıp ölüm oranlarının düşmeye
başladığı sürece karşılık gelir. Bu aşamada önemli bir nüfus artışı olmuştur. İkinci
aşama yerini doğum oranlarının makul seviyelere düştüğü ve böylece nüfus
istikrarının yeniden sağlandığı üçüncü aşamaya bırakmıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
20
Toplum ve Nüfus
NÜFUSA İLİŞKİN BEKLENTİLER
Memleketimizde nüfus
dağılışı, yüzey
şekillerine ve iklim
şartlarına bağlıdır. En
kalabalık yerler, bol
yağış alan ılık kıyı
bölgeleriyle verimli
ovalardır.
Önümüzdeki yüzyıl içinde ortaya çıkacak demografik değişimlerin insanlık
tarihinde bugüne kadar görülenlerden çok daha büyük olacağı tahmin
edilmektedir. Dünya nüfusunun hangi oranda artacağını tam olarak kestirmek
oldukça güçtür. Bununla beraber Birleşmiş Milletlerin elinde nüfusa ilişkin birkaç
senaryo bulunmaktadır. Yüksek doğurganlık senaryosuna göre 2150 yılına
gelindiğinde dünya nüfusunun 25 milyarın üzerine çıkacağı öngörülmektedir.
Birleşmiş Milletlerin gerçekleşmesini daha olası gördüğü bir diğer senaryo ise, 2150
yılına gelindiğinde dünya nüfusunun ancak 11.8 milyar insana ulaşmasını
öngörmektedir. Memleketimizde nüfus dağılışı, yüzey şekillerine ve iklim şartlarına
bağlıdır. En kalabalık yerler, bol yağış alan ılık kıyı bölgeleriyle verimli ovalardır.
Bu genel nüfus artışı, içinde iki ayrı eğilimi barındırmaktadır. Birinci eğilime
göre kalkınmakta olan ülkelerin birçoğu, demografik geçiş sürecini yaşayacaktır. Bu
nedenle düşük ölüm oranlarıyla birlikte önemli bir nüfus patlaması yaşanacaktır.
Hindistan ve Çin’in ülke nüfuslarının 1.5 milyara ulaşması beklenmektedir. Asya;
Afrika ve Latin Amerika’daki birçok bölgede nüfus istikrara ulaşmadan önce hızlı
nüfus artışları olacaktır. İkinci eğilim, demografik geçiş sürecini tamamlamış
gelişmiş ülkelerle ilgilidir. Bu toplumlar çok küçük bir nüfus artışı yaşayacaklardır.
Genel yaşlanma süreciyle beraber genç nüfus azalacak ve yaşlı nüfus önemli ölçüde
artacaktır. Bu sürecin kapsamlı toplumsal ve ekonomik sonuçları olacaktır.
Başkalarına bağımlı insanların oranı arttıkça toplumun ve sağlık kuruluşlarının yükü
artacaktır.
Demografik değişimler nedeniyle şehirlerdeki hızlı büyümenin çevre kirliliğine,
hâlk sağlığına yönelik yeni tehditlere, yetersiz altyapı hizmetlerine,
gecekondulaşmaya ve suç oranlarındaki artışa yol açması muhtemeldir.
Bir diğer muhtemel sorun da açlık ve kıtlıktır. Dünyada şu an yaklaşık 830
milyon insan açlık ve yetersiz beslenmeden mustariptir. Nüfus arttıkça geniş çaplı
bir kıtlığın ortaya çıkmaması için gıda miktarının da benzer oranda artırılması
gerekir. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği meçhuldür. Çünkü dünyanın en yoksul
bölgeleri susuzluk, toprak erozyonu ve tarım alanlarının azalması gibi problemlerle
karşı karşıyadır. Gıda üretiminin bu ülkelerde yeterli miktarda artırılamayacağı
açıktır. Üretim fazlası olan bölgelerden yüksek miktarda gıda ve tahıl ihracı
gerekmektedir; ancak yoksulluk bunun ne derece gerçekleştirilebileceğini
doğrudan etkileyen bir faktördür.
TÜRKİYE NÜFUSU
Bir toplumu onun nüfusunu incelemeden anlama imkânı yoktur. Türkiye
toplumunu anlamak için de onun nüfus yapısı hakkında bilgiler gerekmektedir.
Türkiye’de ilk nüfus sayımı 1927’de yapılmıştır. 1927 yılında 13 milyon 600 olan
Türkiye nüfusu, o tarihten beri yaklaşık altı kat artmıştır. Nüfusumuz 1927-1935
yılları arasında ortalama 314 bin kişi artarken, 1990-2000 yılları arasında ortalama
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
21
Toplum ve Nüfus
Cumhûriyet döneminde
ilk sayım 1927’de,
ikincisi 1935’te yapıldı.
Bundan sonra her beş
yılda bir, Başbakanlık
Devlet İstatistik
Enstitüsünce nüfus
sayımları hazırlanır,
yönetilir ve
değerlendirilir.
1 milyon 133 bin kişilik bir artış göstermiştir. 1927 yılından önce Türkiye nüfusunun
tam olarak ne kadar olduğu bilinmemektedir. Bazı Fransız ve İngiliz dışişleri
raporlarında Türkiye nüfusu 8-9 milyon kişi olarak bildirilmiştir.
Bu yıllardaki Türkiye nüfusu, yaş ve cinsiyet dağılımı açısından uzun yıllar
boyunca sürmüş olan savaş koşullarının izlerini taşımaktaydı. Balkan Savaşları,
Birinci Dünya Savaşı ve hemen ardından başlayan Kurtuluş Savaşı nedeniyle genç
nüfusta özellikle de genç erkek nüfusta önemli bir azalma söz konusuydu. Öte
yandan, savaş sırasında yaşanan yetişkin erkek ölümleri nedeniyle o yaşlardaki
kadınların dörtte birine yakını duldu. 1923’ten sonra ortaya çıkan genel eğilim,
doğurganlık oranının artışı olmuştur. Savaş yıllarından sonra hızlı bir demografik
telafi sürecine girilmiştir. 1927-1935 yılları arasında nüfus artış hızı binde 21,1’dir.
1935-40 yılları arasında nüfus artış hızı binde 19,6’dır. 1940-45 yılları arasında yıllık
artış hızı düşme göstermiş ve binde 11’e inmiştir. 1945-50 yıllarında nüfus artış hızı
tekrar yükselerek binde 21,7’ye çıkmıştır. 1950-55 yılları arasında bu oran binde
27,7’ye çıkmıştır. Bu artışta 125 bin kadar göçmenin yurda gelmiş olması da etkili
olmuştur. Nüfusumuzun artış hızı 1960-1985 yılları arasında önemli bir değişiklik
göstermemiş, ancak 1990-2000 yılları arasındaki dönemde yıllık nüfus artış hızı
binde 18,3’e düşmüştür. Bu durum ülkemizin nüfus artış hızının giderek düşeceğine
işaret etmektedir. Türkiye’nin demografik açıdan hızlı nüfus artış dönemini geride
bıraktığı söylenebilir. Türkiye’deki kaba doğum ve ölüm oranları hızlarına
bakıldığında her ikisinin de giderek azaldığı görülmektedir. Cumhuriyet döneminde
ilk sayım, 1927’de; ikincisi, 1935’te yapıldı. Bundan sonra her beş yılda bir,
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsünce nüfus sayımları hazırlanır, yönetilir ve
değerlendirilir.
Doğurganlık Türkiye’de özellikle son otuz yıl içinde çok hızlı bir şekilde
düşmüştür. 1950’lerde ve 60’lı yılların başında 6,5 civarında olan toplam
doğurganlık oranı, bugün artık 2,5’in altına düşmüştür. Bu konuda her ne kadar
bölgeler arasında farklılıklar olsa da bu farklılıklar da zaman içerisinde ortadan
kalkma eğilimi sergilemektedir.
Türkiye’de 1945 yılına kadar kadınların sayısı erkeklerden fazlaydı. Bu
durumun nedeni, uzun yıllar boyunca süren savaşlardı. 1945’ten sonra durum
tersine dönmeye başlamıştır. Bunun nedeniyse, doğum oranlarında ortaya çıkan
farklılık olmuştur. Türkiye’de her yüz kız çocuğuna karşılık yüzden fazla erkek çocuk
doğmaktaydı. Ancak şu sıralar erkek çocukların oranındaki fazlalığın düşerek kadın
ve erkek nüfus arasında yaklaşık bir eşitliğin yakalandığı görülmektedir. Kentlere
yapılan göçler nedeniyle erkeklerin daha çok kentlerde, kadınlarınsa kırsal
alanlarda yoğunlaştığı tespit edilmiştir.
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan verilere göre 31
Aralık 2010 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 73.722.988 kişidir. Nüfusun % 50,2’sini
(37.043.182 kişi) erkekler, % 49,8’ini (36.679.806 kişi) ise kadınlar oluşturmaktadır.
Son nüfus sayımlarına bakıldığında 1-14 yaş arasındaki nüfusun oranının düşerek
15-64 yaş grubundaki nüfus oranının arttığı görülmektedir. 65 yaşın üstündeki
nüfus ise gelecek yıllarda hem sayıca hem de oran bakımından olağanüstü şekilde
artacaktır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
22
Toplum ve Nüfus
Bİreysel Etkinlik
Tartışma
Ülkemiz bugüne kadar olan politikalarını genç ve hızlı büyüyen bir nüfusa göre
şekillendirmiştir. Ancak gelecekte Türkiye’nin karşılaşacağı sorun, nüfusun
yaşlanması ve bu yaşlanan grubun ihtiyaçlarının karşılanmasından
kaynaklanacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin yeni ve farklı politikalar uygulaması
gerekecektir.
•Bir ülkenin nüfusuyla o ülkenin sanayileşmesi arasında nasıl
bir ilişki vardır? Tartışalım .
•Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan
“tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz.
• Bir ülkenin nüfusunun az ya da çok olmasının o ülkenin
gelişmesi veya geri kalmasında nasıl bir etkisi olabilir?
Düşünelim.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
23
Özet
Toplum ve Nüfus
•Nüfus, özellikle kalkınmakta olan ülkelerin sanayi toplumları seviyesine erişmesinde önemli
bir engel teşkil etmektedir. 2000’li yıllarda 6.1 milyar olan dünya nüfusunun 2050’li yıllarda
10 milyarın üzerine çıkacağı tahmin edilmektedir. Nüfus artışı, insanlığın günümüzde
karşılaştığı en büyük sorunlardan bir tanesidir. Thomas Malthus tarafından ortaya konan
Malthusçuluk, nüfusun kendisini destekleyecek kaynaklardan daha hızlı arttığı
düşüncesidir. Malthus, aşırı nüfus artışının gelecekte sefalet ve açlık gibi sorunlara yol
açmasının kaçınılmaz olduğunu iddia etmiştir.
•Nüfus artışı konusunda yapılan çalışmalara demografi adı verilmektedir. Demografik
çalışmalar istatistiksel ağırlıklı olmakla beraber, demograflar nüfus yapılarının aldığı
biçimleri de açıklamaya çalışırlar. Nüfus çözümlemelerinde kullanılan en önemli kavramlar,
doğum oranları, ölüm oranları, doğurganlık ve göçtür.
•Nüfus örüntülerinde meydana gelen değişiklikler genellikle demografik geçiş süreci denilen
bir kavramla açıklanır. Sanayileşme öncesi hem doğum hem de ölüm oranları oldukça
yüksekti. 18. yüzyılda başlayan ve 1900’lerin ortalarına dek devam eden süreçteyse
özellikle Kuzey ve Batı Avrupa’da ölüm oranlarında belirgin bir düşme yaşanmıştır.
Endüstrileşmeyle beraber ortaya çıkan besin artışı, beslenme, hijyen ve halk sağlığı
konularındaki ilerlemelerle insanların ömürleri uzamış ve ölüm oranları azalmıştır. Ölüm
oranları düşerken doğum oranları yüksek kalmış ve bu nedenle bir nüfus patlaması
yaşanmıştır. Ancak nihayetinde birçok Avrupa ülkesinde doğum oranları da düşmüş ve bir
denge sağlanmıştır.
•Avrupa’da doğum ve ölüm oranlarında gerçekleşen bu değişme demografik geçiş sürecine
bir örnektir. Bu kavram, yüksek doğum ve ölüm oranlarından azalan doğum ve ölüm
oranlarına geçiş sürecini ifade eder. Bu geçiş süreci üç aşamalıdır.
•1-Geçiş öncesi aşama: Yüksek doğum ve ölüm oranları, az bir nüfus artışı vardır.
•2-Geçiş süreci: Bebek ölümlerinin azalması nedeniyle yükselen bir nüfus artışı söz
konusudur.
•3-Geçiş sonrası dönem: Düşük doğum oranı ve düşük ölüm oranı nedeniyle çok düşük bir
nüfus artışı görülür.
•Nüfus geçiş süreci bir kanun olmamakla beraber endüstrileşmiş ülkelerin genelleştirilmiş
nüfus sürecini ifade eder. Bu süreç, dünya nüfus gelişimini anlamamıza yardımcı
olmaktadır. Günümüzde dünya ülkelerinin üçte ikisi bu sürecin ikinci aşamasındadır. Bu
ülkeler doğurganlık oranını kontrol etmede ve nüfus planlamasında ilerlemeler kaydetseler
bile nüfusları buna rağmen yüksek oranda artmaya devam edecektir.
•Savaş hariç tutulduğunda nüfus artışı, son elli yılın en büyük uluslararası toplumsal
sorunudur. Dünya nüfusunun 2150 yılında 10 milyarın üzerine çıkması beklenmektedir. Bu
artışın büyük bölümü, nüfusu istikrara kavuşana dek hızla artacak olan gelişmekte olan
ülkelerde ortaya çıkacaktır. Gelişmiş ülkelerin nüfus artış hızı son derece az olacaktır.
Bunun yerine, ortaya çıkacak bir yaşlanma süreciyle beraber genç nüfusta büyük bir azalma
olacaktır. Bu nüfus eğilimlerinin işçi pazarı, toplumsal yardım sistemleri, gıda ve su
kaynakları, doğal çevre ve şehir koşulları üzerinde önemli etkileri olacaktır.
•Ülkemizdeki nüfus artış oranı hâlâ yüksek bir seviyedeyse de önümüzdeki yıllarda alacağı
görünüm bugünkünden önemli ölçüde farklı olacaktır. Nüfus artış hızı düşecek ve
demografik geçiş süreci ülkemizde de tamamlanacaktır. Türkiye nüfusunun 2050 yılı
civarında sabitleşmesi beklenmektedir.
•Türkiye’nin nüfus artış hızı ile beraber nüfusun yaşlara göre dağılımı da değişmektedir.
Gençlerin oranı azalacak, buna karşılık yaşlı nüfusun hem oranı hem de sayısı artacaktır.
Nüfusun yaşlanmakta oluşu 65 yaş üstü gruba yönelik sağlık ve toplumsal güvenlik
önlemlerinin alınmasını gerektirecektir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
24
Toplum ve Nüfus
DEĞERLENDİRME SORULARI
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
1. Nüfusun geçimi temelde tarıma dayanan, bu yüzden yeterince iş bölümü
gelişmemiş, küçük yerleşim birimine köy; nüfusun büyük kısmı tarım dışı
alanlarda çalışmakta olan, iş bölümüne ve örgütlenmeye yönelik daha
büyük nüfusu barındıran yerleşme birimlerine ise şehir denir.
Bu parçada, köy ve şehir arasındaki farklılığın ölçütü aşağıdakilerden
hangisine bağlanmıştır?
a) Ekonomik etkinlik biçimine
b) Dini etkinliklere
c) Siyasi etkinliklere
d) Eğitim olanaklarına
e) Kültürel faktörlere
2. Eski Türk ailesinde kırmızı elbise giyen Türk kadını kendisini sevdirmeyi
bilen kadındı. Kırmızı giyen, güzel giyinmeyi bilen kadındı. Yeşil giyen naz
etmeyi bilen kadındı. Göz alıcı renklerde elbise giymek temizliğin, güzelliğin
ve sağlığın ifadesiydi. Koyu renk ciddiyet ve sadakatın ifadesiydi.
Buna göre, Türk kadınının giyinişine bakarak aşağıdakilerden hangisi
söylenebilir?
a) Türk kadınının geleneksel değerlerini koruduğu
b) Giyim tarzının onun psikolojisi ve tutumu hakkında bilgi verdiği
c) Kocasına ve çocuklarına karşı sadakatlı olduğu
d) Bakım ve giyimine özen gösterdiği
e) Kültürel kimliğine bağlı olduğu
3. Bir toplumda nüfuzun azlığı ya çokluğu, cinsiyeti, yaşı, doğum ve ölüm
oranları, nüfusun niteliği değişmeyi olumlu ya da olumsuz yönde
etkileyebilir.
Parçada toplumsal değişmeyi etkileyen faktörlerden hangisi üzerinde
durulmuştur?
a) Demografi faktörü
b) Teknoloji faktörü
c) Kültür faktörü
d) Din faktörü
e) Coğrafi faktör
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
25
Toplum ve Nüfus
4. Bir ülkede nüfusun sayı ve niteliği ile ülkenin ihtiyaçı olan iş gücünün
özellikleri arasında pozitif bir korelasyon vardır.
Aşağıdakilerden hangisi gelişmekte olan bir ülkenin nüfusun artmasına yol
açan faktörlerden biri olarak ele alınamaz?
a) Sağlık alanındaki gelişmeler sonucu hastalıkların önlenmesi
b) Toplumdaki eğitim düzeyinin yükselmesi
c) Kırsal alanlarda ailenin üretim birimi olup geniş aile özelliği taşıması
d) Doğum kontrolü çalışmalarının manevi kültürel ögeler tarafından
etkisiz hâle getirilmesi
e) Bilimsel gelişmeler sonucunda kıtlık ve kuraklıkların kontrol edilebilir
hâle gelmesi
5. Aşağıdakilerden hangisi kırsal kesimde doğum oranlarının yüksek, doğum
kontrolününse düşük olmasının nedenlerinden biri değildir?
a) İşgücüne duyulan gereksinim
b) Doğum kontrolünün bilinmemesi
c) Çocuk sayısının aile içi güvence olarak görülmesi
d) Erkek çocuk istemi
e) Çekirdek ailenin yaygın olması
Cevaplar: 1. A, 2. B, 3.A , 4.C , 5.E
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
26
Toplum ve Nüfus
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR
Giddens, A.(2008). Sosyoloji. (Çev. Cemal Güzel). İstanbul: Kırmızı.
Özkalp, E.(2003). Sosyolojiye Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniv.
Bottomore, T.B. (1984). Toplumbilim. (Çev. Ünsal Ozkay). İstanbul: Beta Basım.
Tolan, B.(2005). Sosyoloji. Ankara: Gazi .
Sezal, İ. (2010). Sosyolojiye Giriş. İstanbul: Beta Basım.
Aron, R. (1992). Sınıf Mücadelesi .(Çev. Erol Güngör) İstanbul: Dergah .
Zencirkıran, M. ( 2006). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı . (Ed. Memet Zencirkıran).
Ankara: Nova Basın Yayın Dağıtım.
Yelken, R. (1999). Cemaatin Dönüşümü. Ankara: Vadi.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
27
Download