HEDEFLER İÇİNDEKİLER KUR’AN VE KUR’AN’DA İSLAM AHLAK ESASLARI • İslam Ahlakının Birinci Kaynağı Olarak Kur'an • Kur'an'da islam Ahlak Esasları İSLAM AHLAK ESASLARI • Bu üniteyi çalıştıktan sonra • Kur'an'ın muhtevası hakkında genel bilgiler edinecek • Kur'an'daki ahlak esaslarını kavrayabilecek • Kur'an ahlak esaslarının önemini ve gerekliliğini anlayabilecek • Kur'an ahlak esaslarıyla hayat arasındaki bağlantıyı kurabileceksiniz. ÜNİTE 1 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları GİRİŞ Dünyada kendi duygu, düşünce ve davranışlarıyla ilgili iyi ve kötü şeklinde değer hükümleri veren yegâne varlık insandır. İnsanın iyiliğe olduğu gibi kötülüğe de meyli vardır. Ancak İslam dini insandan, kötülüğe değil, iyiliğe meyletmesini istemektedir. Bunun için ona, hep iyi olmasını tavsiye etmekte, ahlaki hayat adına yararlı olanları geliştirmenin, zararlı olanları da ıslah etmenin yollarını göstermektedir. Bu hedefi gerçekleştirirken İslam, öncelikle insanın Allah’a karşı ahlaki davranışlarının içeriğini, asıl olanın doğru bir inanç ve temiz bir yaşayışla Allah’ın rızasına ulaşmak olduğunu belirtmektedir. Arkasından da Allah’ın yarattıklarını sevip onlara karşı şefkatli hareket etmenin gereği üzerinde durarak insanın, toplumun diğer fertleriyle olan ilişkilerindeki ahlaki tutum ve davranışların niteliklerini beyan etmektedir. Bütün bunlar göstermektedir ki, İslam dinamik bir ahlak yapısına sahiptir. İslam ahlakının bu dinamik yapısı onun, sadece bir kitle veya seçkinler ahlakı olmadığı; aksine maddi, zihnî ve pisikolojik bakımlardan her seviyedeki insanın kaygılarını ve özlemlerini dikkate alan, ayrıca insana içinde bulunduğu durumdan daha ideal olana doğru yükselme imkânı veren kapsamlı ve uyumlu bir ahlak olduğunu ortaya koymaktadır. Sözünü ettiğimiz ahlaki yapının en önemli temel taşı da hiç kuşkusuz Kur’an'dır. Çünkü Kur’an her konuda olduğu gibi İslam ahlakının da birinci kaynağıdır. İSLAM AHLAKININ BİRİNCİ KAYNAĞI OLARAK KUR'AN Kur’an'ın Tanımı ve İçeriği Kur’an, Hz. Peygamber’e(s.a.s) vahiy yoluyla indirilip Mushaflara yazılan, metni tevatüren nakledilip okunmasıyla ibadet edilen mûciz bir kelamdır. İnsanlığın elindeki tek orijinal kitap: Kur'an-ı Kerim Vahiy zincirinin son halkasını oluşturan Kur’an, belli bir zamana ve belli bir topluluğa ait olmayıp bütün insanlığı kucaklayıcı niteliktedir. Kur’an bir taraftan muhatap kabul ettiği toplumun ihtiyaçlarına cevap verirken, diğer taraftan da o toplumdan sonsuzluk âlemine uzanan hayat çizgisini, fert ve cemiyetin muhtaç olduğu evrensel boyuta taşımıştır. Dolayısıyla o, önceki vahiy muhtevalarının bir uzantısı olarak hem hâli düzenlemek hem de fert olarak insanı, ruh ve beden ayrımına tabi tutmaksızın bir bütün olarak ele almak suretiyle istikbale yön vermek için indirilmiştir. Bu yüzden o, ilk önce Allah’ın varlığı, birliği, nübüvvet ve ahiret gibi temel itikadi konular üzerinde durarak Mekke'de bir alt yapı oluşturmuş; Medine döneminde ise ibadetlere ve toplumsal pratiklere (hukuk-ahlak) geniş bir yer vererek insanın hem Allah ile hem de insanla olan ilişkilerini düzenlemiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları İşte bu genel görünümüyle Kur’an içerik bakımından, amaç ve araç konular olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Amaç konular itikadi, ahlaki ve amelî olarak üç kısma ayrılabilir. İtikadi konuları oluşturan ayetler, imanın temel ilkeleri, bunların insan ve topluma sağladığı faydalar, inançsız kişilerin âkıbetleri gibi hususlardan söz ederler. Ahlaki hükümleri içeren ayetlere gelince, bunlar da insanın ve toplumların sahip olmaları gereken iyilikler ve güzelliklerle, sakınmaları gereken kötülükleri ve çirkinlikleri ele almaktadırlar. Amelî konuları inceleyen ayetler ise, kişinin namaz, oruç gibi yaratanına karşı vazifeleriyle (ibâdât), kişinin başka kişilerle ve toplumla olan ilişkilerini (muâmelât) düzenlerler. Bu gruba giren ayetlerde, bütün hukuk dallarına ait ilişkilere temas edilmiş; özellikle aile hukuku, miras hukuku, borçlar hukuku, ceza hukuku, yargılama hukuku, devletler hukuku ve mali hukuk ilişkileri üzerinde durulmuştur. Ayrıca iktisadi hayatın düzenlenmesiyle ilgili önemli ilkelere de yer verilmiştir. Araç konuları da yaratılış ve varlıklar, peygamberlere ve geçmiş topluluklara ait haberler, Allah’ın varlığını ve birliğini düşünmeye ve kavramaya sevk eden kevni/kozmolojik ayetler, Yahudilerin, Hıristiyanların, kâfir ve münafıkların iç yüzlerini anlatan ayetler şeklinde dört ana grupta ele almak mümkündür. Görüldüğü gibi çok zengin bir muhtevaya sahip olan Kur’an, içerdiği konular itibariyle insanları tek olan Allah’a inanmaya, O’na hiçbir şekilde ortak koşmamaya çağırmaktadır. Ayrıca Kur’an, indiği dönemin gerek bireysel ve gerekse toplumsal olaylarla ilgili olarak ortaya çıkan problemlerini hallederken, daha sonraları bu tür olayların çözümüne de ışık tutmaktadır. Bütün bunların yanında Kur’an, hidayet ve dalalet ilişkisi üzerinde sıkça durarak insanları hidayete erdirmeyi hedeflemektedir. Kur’an'ın Ahlaka Bakışı Kur’an-ı Kerim ahlaki fiillerin kaynağının fıtrat olduğunu söyleyerek ve bu nedenle insanın yaratıldığı fıtratı öz olarak kabul ederek, dinî ve ahlaki öğretilerin bu öze yönelmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Kur’an, insan fıtratını tasvir ederken insanın, yaratılanlar içinde en güzel bir tabiatta yaratıldığını bildirmektedir: İnsan, ahlaki sorumluluk taşıyan bir varlıktır. "Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık." (Tîn/95:4) Görüldüğü gibi söz konusu ayet de insan karakterinin, diğer varlıklar arasındaki üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Bu konumundan dolayıdır ki, Yüce Allah emaneti (sorumluluğu) yüklenmek ve onu taşıyıp hayata geçirmek üzere Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları (Ahzâb/33:72) insanı yaratmıştır. İnsanın üstlendiği söz konusu emanetin başında da ahlaki esaslara uygun davranma sorumluluğu gelmektedir. En temel bir erdem: Dürüstlük. Kur’an'ın konuyla ilgili sunmuş olduğu ahlaki esasların temel özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür: "Kur’an'a göre insan, ahlaki sorumluluk taşıyan bir varlıktır." "Ahlaki sorumluluklar bazı yaptırımlarla takviye edilmiştir. Bunlar ahlaki, kanuni ve ilahî yaptırımlardır." "Kur’an’da hayır ahlakı işlenmektedir. Yani Kur’an her zaman hikmeti, rahmeti ve genel faydayı gözetmiştir." "Kur’an, ahlakta mecburilik ve mutlaklığı birleştiren bir vazife ahlakı sunmaktadır." KUR’AN'DA İSLAM AHLAK ESASLARI Kur'an ahlakı evrenseldir. Kur’an içeriği itibariyle bireysel, toplumsal, iş, ticaret, yönetim, din ve manevi konularla ilgili ahlaki esaslara yer vermektedir. Çünkü bunlar dinamik bir hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Kur’an'ın sözünü ettiğimiz bu esaslara yer vermesi onun, hem birey hem de toplum açısından üstün bir ahlaki yapı oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Bu da hiç kuşkusuz Kur’an'ın en temel amacıdır. Onun söz konusu amacını gerçekleştirmek için ahlaka bu kadar geniş bir alan ayırması tabii karşılanmalıdır. Zira o, her şeyden önce insan hayatına yön veren ilahî bir kitaptır. Bireysel Ahlak Esasları Doğruluk-Dürüstlük Doğruluk ve dürüstlük Kur’an'ın en temel ahlaki erdemlerinden biridir. Çünkü söz konusu erdem, insanın söz ve davranışlarıyla niyet ve inancında doğru, dürüst ve iyilikten yana hareket etmesi demektir. Doğruluk ve dürüstlük birey açısından ne kadar önemli ise toplum açısından da o kadar önemlidir. Zira toplumları meydana getiren fertlerdir. Tabiatıyla toplumların sağlıklı olabilmeleri fertlerin bu temel niteliğe sahip olmalarıyla mümkündür. Aksi hâlde yalanlarıyla birbirlerini aldatan, niyet ve davranışları farklı, Kur’an’ın ifadesiyle münafık yani çifte standartlı bireylerden oluşan bir toplum ortaya çıkmış olacaktır. Bunun içindir ki, Kur’an bu konuya oldukça geniş bir yer vererek meseleyi özlü bir şekilde şöyle formüle etmiştir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol...”(Hûd/11:112) Doğruluk ve dürüstlük insan hayatının her safhasında yer alması gereken bir niteliktir. Kişinin, ilişki içerisinde bulunduğu fert ve çevrelere karşı her türlü davranışlarından, ticari ve siyasi aktivitelerinden tutunuz kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanları bu erdemle donatılmalıdır. Hem birey hem kamu açısından çok önemli bir değer olması sebebiyledir ki, İslam ahlak literatüründe doğruluk ve dürüstlük hep ön sıralarda yer almıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki, İslam’ın benimsediği doğruluk, sadece görüntüde değil, niyette, irâdede, karar vermede, sözünde durmada, amelde, kısacası dinî ve manevi sahaların tamamında yer almalıdır. Aksi hâlde, tam bir doğruluk ve dürüstlükten söz etmek mümkün olmaz. Alçak Gönüllülük İnsanlara karşı mütevazı ve yumuşak davranmak kibir ve böbürlenmekten kaçınmak anlamına gelen alçak gönüllülük, esasen insanın kendini zelil ve hakir görmesi değil, başkalarına değer vermesi demektir. Bunun içindir ki, Kur’an'ın bir ayetinde iyi kulların üstün niteliklerinden bahsedilirken en başta alçak gönüllülük (tevazu) erdemine işaret edilmiştir. Çünkü alçak gönüllülük insanlar arasında haksızlık yapılmasını, insanların birbirlerine karşı böbürlenmelerini önleyen en temel ahlaki ilkelerden biridir. İlgili ayet şöyledir: "Rahman'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında "Selam!" derler" (çekip giderler).” (Furkân/25: 63) Görüldüğü gibi bu ayette, Yüce Allah, cahiliye zihniyetinin sergilediği kendini beğenmişlik, küstahlık ve saldırganlık gibi kaba ve hoyrat ahlaki tutumlarına karşılık, Müslümanların tevazu içerisinde hareket ettiklerini ifade etmektedir. Demek ki, Müslümana yakışan din, dil, ırk, soy ve sop ayrımı yapmadan bütün insanlara karşı alçak gönüllü davranmak; hatta kendisine karşı kötülük yapılsa bile bu özelliğini hiçbir zaman kaybetmemektir. Nankörlük Etmemek Nankörlük, bir insanın gördüğü iyiliğin kadrini bilmemesi, kendisine yapılan iyiliği veya eline geçen nimeti inkâr etmesi yahut nimeti verene karşı şükretmemesi gibi manalara gelmektedir. Buna göre nankörlük insanların birbirlerine ya da Allah'a karşı sergiledikleri olumsuz bir davranış demektir. Kur’an’a göre insan çok nankör bir varlıktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları “Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür.” (Âdiyât/100:6) Bunun için Kur’an, bu kötü sıfattan kurtulması için insandan, Allah’a, O’nun nimetlerine şükretmesini ve nankörlükten uzak durmasını istemektedir. “...Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin.” (Bakara/2:152) O hâlde, Kur’an’ın kınamasına hedef olmamak için nankörlüğü bırakıp Allah’a çokça şükretmek gerekmektedir. Esasen insan şükrü terk edip nankörlük etmekle, kendisine zarar vermiş olmaktadır. Bundan dolayı insanın nankörlükten uzak durması akıllıca bir iş olsa gerektir. Nitekim bu husus ayetlerde açık bir şekilde şöyle beyan edilmiştir: “... Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o da bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, (O) çok kerem sahibidir.” (Neml/27:40) “...Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, azâbım çok şiddetlidir.” (İbrahim/14:7) Hasetten Arınmak Haset insanın bir başkasını, sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı kıskanıp, söz konusu nimetlerin ondan gitmesini istemesidir. Bu yönüyle haset gıpta etmekten farklıdır. Çünkü gıpta etmek bir insanın, başkasında olan bir nimetin kendisinde de bulunmasını temenni etmesidir. Hâlbuki haset, kişinin madem bu nimet bende mevcut değil, o hâlde başkasında da olmasın, diye düşünerek nimet sahibini kıskanmasıdır. Bu yüzdendir ki, Kur’an’da haset eden kişiden Allah'a sığınmak gerektiğine işaret edilmiştir: “Ve kıskandığı zaman kıskanç kişinin şerrinden (sabahın Rabbine sığınırım).” (Felak/113:5) Haset insan tabiatındaki bencillik eğiliminden kaynaklandığı için hem sahibini bir tür psikolojik bunalıma sokmakta, hem de haset edilene zarar vermektedir. Çünkü haset düşüncede kaldığı müddetçe zararsız olsa da bu boyutun ötesine geçtiği Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları zaman haset edilen kişiye “göz değmesi/nazar” şeklinde isabet etmektedir. Nitekim büyük Türk müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır'a göre haset esnasında kişinin nefsi öylesine kötü bir pozisyon almaktadır ki, onun his ile fırlattığı kötü bakışların kıvılcımları, kıskanılan kişinin zayıf bir anına denk geldiğinde, onu yıldırım gibi çarpmaktadır. (Bkz. Yazır, (Tsz): IX, 6403) O hâlde hem kendi ruh sağlığı hem de başkalarına vereceği zarar açısından insanın bu kötü sıfattan kendisini arındırması kaçınılmaz derecede önemlidir. Her ne kadar fıtri bir özellik olsa da nefisle mücâdele sonucunda ondan kurtulmak her zaman mümkündür. Toplumsal Ahlak Esasları Adil Olmak Adalet, bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adalet bireysel ve sosyal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan, hiçbir zaman başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı bir doğruluk demektir. Bunun için adalet yalnız ahlakın değil, hukukun da en temel kavramıdır. Çünkü “adalet bir şeyi yerli yerine koymak”demektir. Bu sebepledir ki, adalet olmadığı zaman onun yerine geçen davranış biçimi zulüm olarak adlandırılır. Bu da bir şeyi ait olduğu yere koymamak yani haklıya hakkını vermemek veya bir kimsenin hakkını ihlal etmek anlamına gelir. Kur’an bu anlamdaki zulmün her çeşidini şiddetle reddeder. Çünkü ona göre asıl olan adalettir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir: “... Söz söylediğiniz zaman yakınlarınız dahi olsa adaletli olun...” (En'âm 6/152) “Muhakkak Allah adaleti ve iyiliği emreder...” (Nahl/16:90) “De ki: Rabbim bana adaleti emretti...”(A'râf/7:29) “...İnsanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hükmedin...”(Nisâ/4:58) Görüldüğü gibi Kur’an insandan, bütün işlerinde adaletli olmasını istemektedir. Zira sağlıklı toplumların oluşmasında ve ayakta kalmasında adalet önemli bir faktördür. Bunun içindir ki Kur’an adaleti, toplumların bekası için en temel şart olarak görmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırmak Bu ahlaki davranış tarzı, Kur’an’ın ele aldığı toplumsal tarafı ağır basan önemli bir prensiptir. Çünkü bir toplumda huzur ve güvenin tesis edilmesi, bu prensibin tatbikiyle mümkün görünmektedir. Bu yüzden vurdumduymazlığın ve nemelazımcılığın kol gezdiği toplumlarda iyilik ve güzellik vasfını taşıyan her fiil, yerini kötülüğe ve şerre bırakabilir. Bunun sonucunda da ihtilâflar çoğalır, sapıklıklar yayılır, cehâlet her tarafı sarar, insanlık fesada uğrar ve zamanla dinî hayat olumsuz yönde etkilenebilir. Bunun içindir ki Kur’an, söz konusu ahlaki prensibe çok önem vererek Müslümanlardan bu temel ilkeyi göz ardı etmemelerini istemiştir: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun...”(Âl-i İmrân/3:104) “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten men edersiniz...”(Âl-i İmrân/3:110) Emanete Riayet Etmek İnsanın, toplumsal görev ve sorumluluklar bağlamında yerine getirmesi gereken ahlaki davranışlarından biri de emanete riayet etmektir. Emanete riayet etmek her şeyden önce hem bir insanlık görevi hem de mümin olmanın bir gereğidir. Çünkü insanın emanet konusunda hassasiyet göstermesi, karşı tarafın güven duygusunu pekiştirecek ve insanlar arasındaki ilişkilerin gelişip güçlenmesine yardımcı olacaktır. Müslümanların bu evrensel ilkeye karşı gereken titizliği göstermeleri durumunda da birbirine bağlı, birbirine güvenen, birbirini seven ve sayan örnek bir toplum meydana gelecektir. Bundan dolayıdır ki Kur’an, müminlerin bir vasfının da emanete riayet etmek olduğunu belirtmektedir. Nitekim aşağıdaki Kur’an ayeti bu hususu net bir biçimde gözler önüne sermektedir: “Müminler, emanetlerini gözeten ve sözlerini yerine getirenlerdir.” (Mü'minûn 23/8) Emanete riayetin zıddı, ona hıyanet etmek yani kendisine teslim edilen bir emaneti sahibine vermemektir. Bu ise, Hz. Peygamber’in ifadesiyle münafık olmanın bir alâmetidir. (Müslim, İman: 106-107) Çünkü bir kimsenin kendisine bırakılan emanet konusunda güven sarsıcı bir davranış içerisine girmesi, onun Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları dürüst olmadığını, sözüyle niyet ve tutumunun farklı olduğunu gösterir. Bu da, nifaktan başka bir şey değildir. İnsanlar arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyerek sağlıklı bir toplumun oluşmasına engel teşkil ettiği için bütün ilahî kitaplar özellikle de Kur’an böyle bir davranışı asla onaylamamış ve her fırsatta emanete riayet etmeyi emretmiştir. “...Eğer birbirinize emanet bırakırsanız, kendisine emanet edilen kişi, emaneti teslim etsin; Rabbi Allah’ın emrine saygısızlık etmesin...” (Bakara/ 2:283) Verilen Sözü Tutmak Kur’an’ın ahlaki esaslar bağlamında bireylere yüklediği önemli bir görev de, verilen söze sadık kalmaktır. Çünkü bu prensip fertler arasında güven sağlayarak ilişkilerin normal bir şekilde yürümesine imkân verdiği için, toplumsal ilişkilerde gözetilmesi gereken temel bir düzenleyicidir. Bundan dolayıdır ki Kur’an, Allah ile ahitleşmiş olan insanı ahde vefa konusunda sorumlu olarak görmektedir. Buna göre ister Allah’a ister insanlara karşı verilen sözlerde olsun her ahit/söz, ehliyet şartlarını taşıyan insan için yerine getirilmesi gereken ahlaki bir yükümlülüktür. Kur’an bu hususu şu ayette dile getirmektedir: “Verdiğiniz her sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözden dolayı (hesap gününde) mutlaka sorguya çekileceksiniz.”(İsrâ/17:34) En temel güven unsuru, verilen sözü tutmaktır. Kur’an ayrıca muhataplarından yaptıkları yeminlerin gereğini yerine getirmelerini de istemektedir. Çünkü bu da sonuçta verilmiş bir söz demektir. “Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz. Ama bilerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutar…” (Mâide/5:89) Görüldüğü gibi metin ve mealini zikrettiğimiz bu pasajlar en genel anlamıyla, ilahi kelamın teşvik ve telkin ettiği her şeyi hayata geçirmek istediğini iddia eden, ancak daha sonra bu kararlılığında zaaf gösteren her insanın ahlaki anlamda sorumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü söz vermek ferdin, kendi nefsini gönüllü olarak taahhüt altına sokması demektir. Bu da bir tercih meselesi olduğuna göre verilen sözün mutlaka yerine getirilmesi gerekmektedir. Bunun için Kur’an yerine getirilmeyecek vaatlerden kaçınılmasını, şayet söz verilmişse -çok ciddi bir mazeret olmadıkça- onun mutlaka yerine getirilmesini istemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları Yalan Söylememek Yalan, herhangi bir kimsenin gerçeğe aykırı olduğunu bile bile söylediği söz demektir. Buna göre bir sözün yalan sayılabilmesi, onun gerçeğe aykırılığının söylenen tarafından bilinmesi durumunda söz konusudur. Aksi hâlde yani gerçeğe aykırılığı bilinmeden, gerçek olduğu zannıyla söylenen sözler yalan kategorisine girmemektedir. Kur’an, müminlerin yalandan uzak durmalarını istemektedir: “… Yalan sözden kaçının.”(Hacc/22:30) “Ey inananlar! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.”(Ahzâb/33:70) Her türlü kötülüğün anası yalan söylemektir. “Ey inananlar! Yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz?”(Sâf/61:2) Görüldüğü gibi Kur’an yalanı yasaklamaktadır. Çünkü yalan kötülük ve haksızlıkları, çirkinlik ve edepsizlikleri örtbas etmek için başvurulan bir yoldur. Tabiatıyla bu da insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır. Esasen insana yakışan doğru sözlülüktür. Öyle ki kişi, ilişki içerisinde bulunduğu toplumun diğer bireylerine karşı ticari ve siyasi aktivitelerinden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarında bu erdemi prensip edinmelidir. Şayet insan bunun aksine hareket ederek yalanı hayatının bir parçası hâline getirirse, o zaman kendi nefsi başta olmak üzere toplumun diğer fertlerine de zarar vermiş olur. Zira yalan, İslam kültürüne göre “ümmü’l-habâis“ yani bütün kötülüklerin anasıdır. Başlangıçta masum gibi görünse de giderek insana kötülük işleme cesareti ve alışkanlığı vereceği için o, aslında her türlü kötülük ve fenalığın kaynağıdır. Önyargılı Davranmamak Önyargılı davranmak, bir kişinin davranış motifleri hakkında temelsiz kuşkulara yol açabilecek kanaate sahip olmak demektir ki, bu da İslami literatürde “su-i zan“ terimiyle ifade edilmektedir. Bilindiği üzere zan, sözlükte ima ve işaretle oluşan bilgi demektir. Ancak zanda bulunan kimsenin niyeti ve ulaştığı neticeler açısından bakıldığı zaman onun iki özellik taşıdığı görülür. Birisi, insanlara iyi duygularla yaklaşarak müspet bir algılama sonucunda elde edilen olumlu zandır ki, buna neticesi bakımından hüsn-i zan (iyi zan) denilmektedir. Böyle bir zan, Kur’an Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları ve sünnetin tavsiyeleri arasında yer almaktadır. Diğeri de su-i zan (kötü zan) dır ki, bu da aşağıdaki Kur’an ayetiyle yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Zandan çokça sakının (veya yersiz zanda bulunmaktan kaçının); çünkü zannın bir kısmı (da) günahtır.”Hucurât/49:12) Kur’an yorumcularına göre burada söz konusu edilen zan, sahih bir emaresi ve açık bir sebebi bulunmayan zandır. Esasen böylesi bir zan töhmete vesile olmaktadır. Töhmet ise uzak durulması gereken bir haldir. Bu sebepledir ki, zandan kaçınmak vacip, önyargılı hareket ise haram sayılmıştır. Çünkü zan ihtimalli bir hüküm olduğu için gerçekle örtüşmesi mümkün değildir. Böyle olunca da yapılan zan başkasının hakkına ait bir hususta, onun aleyhine hüküm vermek suretiyle iftira etmek demektir. Başkası hakkında kötü zanda bulunmaktan kaçınmak nasıl bireysel ahlaki bir sorumluluk ise, insanların su-i zannına vesile olabilecek hareketlerden sakınmak da aynı şekilde bir sorumluluktur. Çünkü başkaları aleyhinde insanların önyargıda bulunmalarına sebebiyet vermek, onların günah işlemelerine imkân ve fırsat tanımak demektir. Bu da hiç kuşkusuz suça iştirak anlamına gelmektedir. Hâlbuki mümine yakışan hem su-i zandan kaçınmak hem de başkalarının su-i zanda bulunmasına vesile teşkil edecek davranışlardan uzak durmaktır. Gıybet Etmemek Gıybet, bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir şeyi söylemektir. Bu tanım, Allah Resulü Hz. Muhammed‘in kendisine, “gıybet nedir?” şeklinde yöneltilen bir soruya karşılık: “Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır. Şayet söylediğin şey onda yoksa, o zaman iftira etmiş olursun” (Müslim, Birr 20; Ebû Davûd, Edeb, 35) tarzındaki cevabından anlaşılmaktadır. Buna göre bir kimse, ben doğruyu söylüyorum, benim söylediklerimin hepsi gıybetini yaptığım insanda mevcuttur, demekle gıybetin cezasından kurtulmuş olamaz. Çünkü gıybet mevcut olanları gaipte söylemek anlamına geldiği için esasen olmayan şeyleri söylemek, sözünü ettiğimiz hadisde de belirtildiği gibi iftira sayılmaktadır. “(Ey iman edenler!)…Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? (Bak) işte bundan (nasıl) tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât /49:12) Kur’an, yukarıdaki ayette gıybetin aklen ve dinen çok kötü bir davranış biçimi olduğunu ifade etmektedir. Çünkü gıybet, aleyhinde söylenen söze muttali Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları olmaması ve kendisini savunacak durumda bulunmaması sebebiyle kişinin şeref ve haysiyetine saldırı anlamına gelmektedir. Bu da insanın, ölü kardeşine saldırarak onun etini yemesiyle eş değerdedir. Müslümanların toplum içerisindeki itibarlarına, saygınlıklarına zarar veren sosyal bir suç olması yanında gıybet, onu yapan kişiler açısından da cesaretsizlik, korkaklık ve ahlaki zafiyet anlamına gelmektedir. Bu yüzden bütün İslam ahlakçıları gıybeti bir hastalık olarak görmüşler ve İslam toplumunda ne bir Müslümanın gıybet yapmasını ne de onun, yanında başka birinin gıybetinin yapılmasına izin vermesini doğru bulmuşlardır. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan müminin yapması gereken hiç kuşkusuz, herhangi bir dinî mecburiyet olmadığı hâlde birinin mevcut kusurlarının ortaya dökülmesinin günah olduğunu ve bu tür bir davranış içerisine girenlere, Allah’tan korkarak gıybetten uzak kalmaları gerektiğini telkin etmesidir. Çünkü gıybet etmek gibi gıybeti dinlemek de haramdır. İnsanlarla Alay Etmekten ve Lakap Takmaktan Kaçınmak Bir insanla alay etmek yahut ona lakap takmak, insanın kendini beğenmesi, karşısındakini küçük ve kusurlu görmesi demektir. Bu yüzdendir ki aşağıdaki ayette Yüce Allah erkeklerin ve kadınların birbirleriyle alay etmelerini, birbirlerini ayıplamalarını ve onları kötü lakaplarla anmalarını yasaklamakta; bunları yapmanın yoldan çıkma anlamına gelen fasıklıkla eş değerde olduğunu hatırlatmaktadır. “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da (diğer) kadınları alaya almasınlar. Belki de kendileriyle alay edilen kadınlar alay edenlerden daha faziletlidir. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir." (Hucurât /49:11) Sadece gülüp eğlenmek için bir kimse ile alay edilmiş olsa bile, yapılan işte alaya alınan şahsın aşağılanması söz konusudur. Bu da hiç kuşkusuz insani ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir. O nedenle insanlarla alay edenler, aşağılayıcı, küçümseyici lakaplar takanlar yaptıkları işin ahlaki değerler başta olmak üzere evrensel değerler bakımından da asla hoş bir durum olmadığını düşünmelidirler. Nemîme ve Tecessüsten Uzak Durmak Nemîme, insanlar arasında söz götürüp getirmek ve insanları arkalarından çekiştirmektir. Müşâhede edilen bir olayın veya işitilen bir sözün kötülük ve fesat Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları maksadıyla başkalarına aktarılması sebebiyle Kur’an bu tür davranışları gayriahlaki bularak şiddetle reddetmektedir. Bu hususla ilgili ayet şöyledir: “Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getirene sakın boyun eğme.” (Kalem /68:10-11) Tecessüs de insanların ayıplarını veya sırlarını araştırıp ortaya çıkarmak demektir. Kur’an'a göre hiçbir insan bir başkasının gizli kalmasını istediği davranışlarını öğrenip deşifre etme hak ve yetkisine sahip değildir. Bu yüzdendir ki Kur’an tecessüsü de yasaklamıştır. Konuyla ilgili ayetler şöyledir: “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsrâ /17:36) “…Birbirinizin suç ve ayıplarını araştırmayınız…” (Hucurât /49:12) Görüldüğü gibi hem nemîme hem de tecessüs Kur’an tarafından yasaklanmıştır. Çünkü bu tür davranışlar, bir taraftan insanların arasını açarak onları birbirine düşman etmekte, diğer taraftan da özel hayatın içerisinde yer alan ve insanın başkaları tarafından bilinmesini istemediği hallerin araştırılıp ortaya çıkarılmasına yol açmaktadır. İş ve Ticaretle İlgili Ahlak Esasları Yüce Allah Kur’an'da müminlere rızıklarını meşru yollardan kazanmalarını emretmektedir: Meşrû kazanç kutsaldır. “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır." (Bakara/2:168) Kur’an'a göre helal rızık elde etmenin meşru yolları çalışma, karşılıklı rızaya dayanan ticaret, hibe, sadaka, miras vb. den ibarettir. Bu bakımdan tefecilik, kumar, rüşvet, gasp, hırsızlık ve hıyanet gibi tüm hileli kazanç yolları gayrimeşrudur. O nedenle bu tür yollarla kazanç sağlamak haram kılınmıştır. Ayrıca insanları aldatarak, yalan beyanda bulunarak, haksız biçimde etkileyerek ve insanların sıkıntılı anlarından yararlanarak mal elde etmek de haksız Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları kazanç olması sebebiyle dinen haram, ahlaken çok çirkin bir davranış olarak nitelendirilmiştir. Bu da ayrıca dinî emirleri ve kul hakkının ihlali demek olduğundan doğal olarak ahirette de ağır bir cezayı gerektirmektedir. Ölçü ve Tartıda Dürüst Davranmak Kur’an ticari hayatla ilgili bazı prensipler koymuştur. Bu prensiplerin başında yapılacak alımsatımın mahiyet itibariyle helal kazanca yönelik bir faaliyet alanı içerisinde yer alması gerekmektedir. Tabii ki, ticaretin meşru olması da ölçü ve tartıda adaletin bulunmasına bağlıdır. Bu anlamdaki bir adalet de hiç kuşkusuz ölçü ve tartıyı tam yapmaktan geçmektedir. Bunun içindir ki Kur’an aşağıdaki ayetlerde bu hususa hassasiyetle eğilmektedir. “Ölçtüğünüzde ölçüyü tastamam eksiksiz yapınız ve doğru bir ölçü ile tartınız. Bu hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.” (İsrâ /17:35) “İnsanlardan kendileri bir şey ölçüp aldıklarında tastamam almak isteyen; ama onlara bir şeyi ölçüp ya da tartıp verdiklerinde eksilten o hilecilerin vay hâline!”(Mutaffifîn /83:1-3) Bu iki Kur’an nassı bize gösteriyor ki, insanlar satın alırken mal ve hizmetler için gerçek değeri takdir etmeli, satarken de miktarda herhangi bir şekilde eksiltme cihetine gitmemelidirler. Çünkü bu şekilde hareket etmek, bir yandan ekonomik değerlerin geliştirilmesine, diğer yandan da toplumsal dokunun pekişmesine katkı sağlayacaktır. Ticari Hayatta Borçluya Kolaylık Göstermek Kur’an, borç verirken herhangi bir ihtilafın ortaya çıkmaması için borcun miktarının ve ne zaman ödeneceğinin iki şahit huzurunda yazılmasını şart koşmaktadır. (Bkz. Bakara/2:282) Kur’an ayrıca borçlunun, ödeme zamanı gelen borcunu ödeyememe gibi sıkıntı içerisine girmesi durumunda, alacaklıdan borçluya kolaylık göstererek belli bir mühlet vermesini de istemekte, hatta alacağını sadaka olarak kabul etmesinin daha hayırlı olacağını beyan etmektedir: “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizing için daha hayırlıdır.” (Bakara /2:280) Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları Şayet alacaklı, böyle bir durumda mühlet verme yahut alacağından vazgeçme yerine belli bir müddet için faiz uygulamaya kalkarsa, tabiatıyla borçluyu daha çok sıkıntıya sokacak; belki de onun ticari hayatına son vermiş olacaktır. Çünkü bazen faizle para alan kimselerin vade sonunda borçlarını ödeyememeleri, borcun giderek artmasına yol açmakta; borcun katlanarak büyümesi de ödemeyi hepten imkânsız hâle getirmektedir. Bu da borçlunun, fırsat bulduğunda hem borcunu hem de faizini ödememesine zemin hazırlayacağı için toplumu, ahlaken bozulmaya ve yozlaşmaya götürmektedir. İşte bu sebeple Yüce Yaratıcı Kur’an-ı Kerim'de faizi haram kılmış ve sermayeyi müstakil bir kazanç vasıtası olmaktan çıkarıp emek ile birlikte üretim ve yatırıma yöneltmeye teşvik etmiştir. Tabiatıyla Müslümanların bu durumda yapmaları gereken şey, faizle değil karz-ı hasen yani karşılıksız borç verip, ödeme vakti geldiğinde de alacaklıyı sıkıştırmamaktır. Zira ahlaki olan bu şekilde davranmaktır. Yönetimle İlgili Ahlak Esasları Emaneti Ehline Vermek Emaneti ehline vermek ahlaki bir değerdir. Emaneti ehline vermek, bir hakkı hak sahibine ulaştırmak, herhangi bir görevlendirmede layık olan kişiyi tercih etmek demektir. Çünkü emanet korunması gereken maddi ve manevi bir değerdir. Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya emanet olduğu gibi devletin hizmet makamları, ilim, din, antlaşmalar, sözleşmeler, komşuluk hakları vb. de birer emanettir. İşte bu yüzden Kur’an emanetin korunup muhataplarına teslimini emretmektedir. Bu husustaki ayet şöyledir: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi emereder...”(Nisâ /4:58) Bilindiği gibi tarih boyunca insanlar huzur ve mutluluğu iki şeyde bulmuşlardır. Bunlardan birisi emanet diğeri de adalettir. Bu sebepledir ki, emanetler ehline verildiği ve adalet ölçülerine riayet edildiği müddetçe toplumlar huzur ve saadete erişmişler, hıyanetler ve haksızlıklar ise huzursuzlukların ve kavgaların temel sebebleri olmuştur. Çünkü emanete ve adalete riayet edilmediği takdirde, toplum bireyleri arasındaki güven unsuru ortadan kalkmakta, bunların yerini haksızlık, zulüm, adam kayırma, liyakatsız insanlara görev verme gibi ahlaksızlıklar almaktadır. İşte Kur’an’ın bu anlamda öngördüğü prensip, öncelikle bireyi ve dolayısıyla da toplumu söz konusu hastalıklardan koruyarak, başta güven unsuru olmak üzere sevgi, saygı, eşitlik, adalet, hak ve hukuk gibi kavramların geçerli olduğu son derece sağlıklı ve dinamik bir toplum oluşturmaktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları İnsanlara Eşit Davranmak Eşitlik, İslam düşüncesinin dayandığı temel prensiplerden biridir. Bütün semâvi dinlerin ortak paydasını oluştursa da, Kur’an’ın yer verdiği eşitlik anlayışı, başka hiçbir dinde bu derece belirgin çizgilerle yer almamıştır. Zira Kur’an’a göre her insan “nefs-i vâhide” den yani dış görünüşteki farklılıklarına rağmen hepsi tek bir asıldan yaratılmıştır. (Nisâ 4/1) Bundan dolayı Kur’an bu beyanıyla herhangi bir görmektedir. "Hakikaten bu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.” (Enbiyâ /21:92) Herkese eşit davranmak yöneticilerin şiarı olmalıdır. Bu temel noktadan hareketle diyebiliriz ki, Kur’an’ın ilke olarak kabul ettiği eşitlik, tabiatıyla halkı yönetenlerin de mutlaka hassasiyet göstermeleri gereken önemli bir ahlak prensibidir. Çünkü otorite gücünü elinde bulunduranların yönetilenlere karşı başlıca iki amacı gerçekleştirmek gibi bir sorumlulukları vardır. Bunlardan biri, kanun önünde herkese eşit ve adil davranmak, diğeri de devlete ait mevcut kaynakların tümünü insanların yararına kullanmaktır. Kanun önünde eşitlik prensibi uygulanırken -ister Müslüman ister gayrimüslim olsun- temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere eğitim, sağlık, hukuk vb. konularda eşitlik prensibine göre hareket etmek gerekmektedir. Bunun gibi kaynakların kullanımında da insanların yararı, vazgeçilmez bir ilke olarak görülmelidir. Çünkü devletin sahip olduğu maddi ve mali imkânlar aslında o ülke bireylerine aittir. Aşağıdaki ayet bunu ifade etmektedir: " Onların mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." (Zâriyât/ 51:19) Ancak burada konu edinilen eşitlik, insanların kanun karşısında herhangi bir ayrıma tabi tutulmamalarıdır. Bu da renk, dil, din, cinsiyet, siyasi düşünce ve felsefi inanç sebebiyle insanlar arasında ayrım yapılmaması demektir. Tabii ki, kanun önünde insanları eşit kabul etme prensibi, onların hukuk dışı statü ve davranışlarında farklı olmalarına engel teşkil etmemelidir. Çünkü insanlar ilimde, takvada, salih amelde vb. eşit değildirler. Nitekim Kur’an bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Allah kiminizi kiminizden derece derece üstün kılmıştır…”(En'âm/ 6:165) Buna göre şayet birey kendisine sunulan eşit imkân ve fırsatları yerli yerinde ve iyi bir şekilde kullanarak bir formasyon kazanırsa, bu durumda söz konusu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları eşitliği kendi lehinde bozabilir ki, bu da onun en tabii hakkıdır. Doğal olarak böyle durumlarda da yöneticilerin, insanların bireysel yetenek ve donanımlarını dikkate alıp değerlendirmeleri gerekir. Aslında bu, eşitliği bozmak değil, bilakis uygulamada eşit davranmak demektir. Çünkü Kur’an’a göre bilenlerle bilmeyenler, çalışanlarla çalışmayanlar ve yeteneklilerle yeteneksizler bir değildir. O hâlde başlangıçta herkese sunulan eşit imkân ve fırsatların daha sonra bir değere dönüştürülmesi ve bunun da bir şekilde karşılık görmesi, asla eşitliği bozucu bir unsur olarak görülmemelidir. Ahlaki Değerlere Bağlı Bir Toplum Oluşturmak Allah korkusu her şeyin başıdır. Ahlak bireyler için olduğu kadar toplumlar için de vazgeçilmez bir erdemdir. Çünkü ahlaklı olmak, bütün yaratıklara karşı merhametli olmayı, sosyal ilişkilerde dürüstlük ve güvenilirliği, karşılık beklemeden sevgi ve fedakârlığı, samimi davranmayı, iyi niyetle hareket etmeyi, kötü arzu ve isteklerin bastırılmasını gerektirmektedir. Bütün bunlar da Kur’an-ı Kerim’e göre insanın öncelikle inanç sevgisini elde edip kötülüklerden uzak durmasıyla (Hucurât /49:7,14) ve kalbini yani iç dünyasını Allah bilinci ile huzura kavuşturmasıyla (Ra'd /13:28) mümkün olmaktadır. Bu yüksek erdem sayesinde ancak insan, çıkar kaygılarını bir kenara atarak tüm niyet ve davranışlarının, Allah’ın rızasına uygun düşüp düşmediğini test etmeye çalışabilir. Böyle bir ahlaki olgunluğa erişen insan da doğal olarak kendisine, ailesine, milletine, dindaşlarına, insanlığa ve hatta bütün canlılara karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu vazifelerini eksiksiz yapmaya gayret eder. Tabii ki, fertler üzerlerine düşen bireysel görevleri ifa ettikleri takdirde maddi ve manevi bakımdan sağlıklı nesiller meydana gelir. Bu da hiç kuşkusuz kıskançlıkları ve iç çatışmaları önleyerek, sosyal barışı temin edecek olan ailelerin, aileler de aynı nitelikteki toplulukların ortaya çıkmasına vesile teşkil ederler. Bütün bunların sonucunda da bireysel ahlak bakımından iman, ahlak ve bilgi gibi erdemlerle donanımlı, medeni ahlak bağlamında insan hak ve özgürlüklerine saygılı, iktisadi ahlak açısından gayrimeşru yollardan kazanç sağlamayan, çalışanların haklarını gözeten, toplumun zararına herhangi bir tüketim ve harcamada bulunmayan, israftan kaçınan, sağlığa zararlı olan şeylere harcama yapmayan, fakir ve ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşan ve infakta bulunan bir insan profili ortaya çıkmış olur ki, işte Kur’an’ın hedeflediği birey ve toplum modelinde bu üstün nitelikler yer almaktadır. Çünkü Kur’an’ın nihâi gayesi yeryüzünde ahlaklı bir toplum oluşturarak, bu toplum sayesinde insanlığın temel değerlerini korumaktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları Dinî ve Manevi Ahlak Esasları İman İnsanın Allah’a karşı yükümlü tutulduğu ahlaki esasların başında, Kur’an’ın odak kavramı olan iman gelmektedir. Çünkü Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken ahlaki süreç, iman olgusuyla başlar. İmanın zıddı olan küfür ise Allah’a eş koşma ve inkâr anlamı taşıması sebebiyle en büyük ahlaksızlık demektir. Kur’an’ın iman çağrısı yapan ayetlerinde de görüleceği üzere iman eyleminin oluşumunda merkezî konu Allah’tır. "Ey iman edenler! Allah’a ve elçisine iman edin!” (Nisâ /4:136) "Allah’a ve elçilerine iman edin ve ‘O, üçtür’ demeyin.” Nisâ /4:171) Bu nedenle Allah, insan için olmazsa olmaz derecede ahlaki bir sorumluluk alanı oluşturur. Çünkü O, bütün âlemlerin yaratıcısı, sahibi, var edeni ve Rabbi’dir. Hem kozmik varoluşun gerçek sahibi ve yöneteni hem de aşkınlık ve insani varoluşun ontolojik olarak sahibi ve varlık kazandıranıdır. Kur’an’a göre iman bir tasdik ameliyesidir. Bu da başta Allah inancı olmak üzere inanılması gereken her şeyi kabul etmek demektir. Söz konusu anlamda tasdik, imana yönelik ilk hareketi ifade eder ki, kulun yaratıcısına karşı yerine getirmekle yükümlü tutulduğu ahlaki esasların başında da bu gelmektedir. Nitekim bu husus -aşağıdaki ayetlerde de görüleceği gibi- kulun Yaratıcısına karşı yerine getirmekle yükümlü kılındığı ahlaki bir davranış olarak ifade edilmektedir. “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse tam anlamıyla sapıtmıştır.” (Nisâ /4:136) “Asıl iyilik o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır…”(Bakara/ 2:177) Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları İhlas İhlas, insanın kendisini şirk, riya ve batıl inançlardan uzak tutarak, gönlünü kötü duygulardan ve çıkar hesaplarından temizleyip her türlü iş ve amelinde Allah’ın rızasını gözetmesi demektir. Kur’an, ihlası birçok ayetinde aşağıdaki şekilde formüle etmiştir: “…Hâlis bir dindarlıkla yalnız Allah’a bağlanarak…” (Bakara/ 2:139) İhlâs: samimi bir dindarlık. Büyük İslam bilgini Râğıb İsfahânî (ö. 502/1108) ihlası, Yahudilerin teşbih iddialarından ve Hıristiyanların teslis inançlarından uzak durmak olarak açıklamaktadır. (İsfahânî, (tsz.): 154) Bu da kulun öncelikle ve özellikle inancını ve bunun tabii bir sonucu olarak da amelini şirk, riya (gösteriş) ve süm’a (duyurma) gibi olumsuz unsurlardan arındırarak, her türlü yapıp etmelerinde Allah’ın rızasını gözetmesi şeklinde anlaşılabilir. Çünkü ihlassız yani Allah rızası gözetilmeden yapılan işler veya riya katılarak yapılan ibadetler bir nevi şirk sayılmaktadır. Bu da tevhit inancını zedeleyen hatta onu yok eden temel bir unsur olarak görülmektedir. O hâlde denilebilir ki, tevhit inancı ancak ihlas ile mümkündür. Fakihlerin, ibadetlerde ihlası batıni şart olarak kabul etmelerinin arka planındaki espri de bu olsa gerektir. Zira onlara göre abdestsiz kılınan namaz nasıl geçersiz ise, ihlassız yapılan ibadetler de makbul değildir. İhsan İhsan, insanlara karşı iyilik etmek, her işi güzel ve sağlam yapmak ve her an Allah'ı görüyormuş gibi yaşamak gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin bu son anlamı Cibrîl hadisinde zikredilmektedir: “İhsan senin Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibâdet etmendir." (Buhârî, Tefsir: 31; Müslim, İmân: 57; et-Tirmizî, İmân: 4) Böylece anlaşılıyor ki ihsan, insanın bir taraftan Allah’a diğer taraftan da bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında kendi imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek derecesinde hareket ederek varlıklara karşı iyilik ve güzellikle yaklaşmasını ifade etmektedir. Buna göre bir insanın infakta bulunması nasıl maddi anlamda iyilik ise, yakınlarıyla olan ilişkilerinde kırıcı olmaması, onlara her konuda yardım elini uzatması, bir yoksulu, bir yetimi giydirip barındırması, güler yüz ve tatlı sözle onlara karşı muamelede bulunup sevgi ile başlarını okşaması, üzgün ve dertli birini teselli etmesi, hasta ve yaşlı kimseleri ziyaret ederek onların dertlerine çözüm üretmesi, kısacası özünde iyilik bulunan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları her türlü eylemi gerçekleştirmesi de ahlaki ve manevi anlamda bir iyiliktir. Bütün bunlar da zaten Kur’an'ın yapılmasını istediği, akıl ve vicdanın da güzel gördüğü şeylerdir. Bu sebepledir ki her insan, toplum içerisinde yaşadığı sürece bu değerli prensibi yerine getirme noktasında üstüne düşeni yapmalıdır. Çünkü birbirinin yardımına koşmayan, hep kendi çıkar ve menfaatini düşünerek başkalarına sırt çeviren bireylerden meydana gelen toplumlar, varlıklarını uzun süre devam ettiremezler. Kur’an'ın bu konudaki yaklaşımı aşağıdaki şekildedir: “(Ey İman edenler!) … günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın…” (Mâide/ 5:2) “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi vb.) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ /4:36) Takva Takva bir bilinçlilik hâlidir. Takva, Allah'a saygısızlık etmekten sakınmak, din ve ahlakın sakıncalı bulduğu tutum ve davranışlardan kaçınmak ve sorumluluk şuuru taşımak demektir. Buna göre takva esasen bir bilinçlilik hâlini ifade etmektedir. Yani kul bu ahlaki erdem sayesinde bir taraftan Allah'a karşı saygısızca davranmaktan çekinmekte; diğer taraftan da her türlü tutum ve davranışında O'nun rızasını kazanmayı düşünmektedir. Bu sebepledir ki, Yüce Allah Kur’an’da müminlerden, kendisine saygı göstermelerini, itaat etmelerini ve sorumluluk bilinci taşımalarını istemiştir. Bu manadaki pek çok ayetten birinde hem Hz. Peygamber’e hem de onun şahsında ümmetine şöyle denilmiştir: “Ey Peygamber! Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.” (Ahzâb /33:1) Kur’an’a göre Allah'a karşı sorumluluğun bilincinde hareket edip, O'na karşı derin saygı duyan müminlerin hem dünyada hem de ahirette ödüllendirileceği ifade edilmektedir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları “Ey iman edenler! Eğer sorumluluğun bilincinde olursanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış (kabiliyet) verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl/ 8:29) “… Kim Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa, Allah ona bir çıkış yolu ihsân eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir…” (Talâk /65:2-3) Tevekkül Tevekkül, esbâba tevessülden sonradır. Önemli ahlak ilkelerinden biri de Allah'a tevekkül etmektir. Tevekkül dinî bir terim olarak bir taraftan meşru bir hedefe ulaşabilmek için gerekli tüm çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak demektir. Kur’an-ı Kerim’e göre tevekkül İslam akidesinin bir gereği ve Allah’a samimi iman ve teslimiyetin zorunlu bir sonucudur. Bu manadaki ayetlerin bazıları şöyledir: “...Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona kâfidir...” (Talâk /65:3) “Allah kuluna kâfi değil midir?...”(Zümer /39:36) “Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur.”(Nahl /16:99) Ancak ne yazık ki tevekkül, tarihi süreç içerisinde Kur’an’daki anlamını kaybederek en fazla istismara uğrayan bir kavram olmuştur. Çünkü tevekkül zamanla asıl anlamının dışına çekilerek oldukça yaygın bir biçimde, kişinin kendi sorumluluğunu Allah’ın üzerine yıkmasının, tembelliğin meşrulaştırılmasının bir aracı olarak kullanılmıştır. Oysa yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi tevekkül Kur’an’da, insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen bir sorumluluğu yerine getirdikten sonra, dışarıdan gelebilecek engelleyici unsurların bertaraf edilmesi için Allah’ı “vekil” kılması, O’na güvenmesi demektir. Yani tevekkül hiçbir zaman uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti olmamalı, bütün güçlüklerine rağmen işlerimizi başarmamıza yardım edeceğine inandığımız Kadir-i Mutlak’a olan samimi güven ve imanın bir göstergesi olmalıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Özet Bireysel Etkinlik Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları • Bu bölümde Kur’an’daki bireysel erdemlerden sadece dördü üzerinde durulmuştur. Kur’an’da bahsedilen öteki bireysel erdemleri araştırınız. •İslami ilimlerin temel kaynağı olan Kur’an, hiç kuşkusuz ahlak ilminin de en önemli kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim içerdiği diğer konular gibi ahlaki konuları da sistematik bir şekilde ele almamakla birlikte, eksiksiz bir ahlak sistemi oluşturacak zenginlik ve genişlikte kurallar koymaktadır. Bu kurallar da esasen ahlaklı bir toplum oluşturma amacı taşımaktadır. Bu yüzdendir ki, onda sadece bireysel ahlak esasları yer almamakta; toplumu ilgilendiren temel ahlaki ilkeler de bulunmaktadır. Sözünü ettiğimiz ahlak ilkeleri de özellikle toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde sözgelimi, iş hayatı başta olmak üzere ticari ve idari konularda kendini göstermektedir. •Kur'an'ın öngördüğü ahlak sisteminde ayrıca insanın Allah ile olan ilişki düzeyini belirleyen ve söz konusu düzeyin ilahî irade istikametinde şekillenmesini sağlayan ahlak ilkeleri de yer almaktadır. Başta iman olmak üzere ihlas, ihsan, takva ve tevekkül gibi ahlaki esaslar bunlardan bazılarıdır. İnsanın dinî ve manevi bakımdan Allah katındaki değeri ya da değersizliği onun bu ilkelere bağlılığı ile ilgilidir. •Bütün bunlar bize göstermektedir ki, Yüce Allah insanı sorumlu bir varlık olarak yaratmıştır. Onun söz konusu sorumluluğu da iki boyutludur: Biri, insanın içinde yaşadığı toplumun diğer fertleriyle yani yakın ve uzak çevresiyle; diğeri de kendisini yaratıp bolca nimet verdiği yaratanıyla ilgilidir. Kur'an'a göre sözünü ettiğimiz her iki sorumluluğun özünde ahlak yer almaktadır. Çünkü Kur'an her şeyden önce güzel ahlakı tesis etmek için inzal edilmiştir. Bunun içindir ki, Hz. Âişe bir soru üzerine Hz. Peygamber'in ahlakının "Kur'an ahlakı" olduğunu dile getirmiştir. (Müslim, Müsâfirûn, 139) Bu da göstermektedir ki, İslam'ın birinci temel kaynağı olan Kur'an, içerdiği hükümler itibariyle bazı hukuk düzenlemelere yer verse de esasen onun varlık amacı üstün bir ahlaki yapı oluşturmaktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi Kur’an'ın tanımında yer alan bir özellik değildir? Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. a) Allah tarafından vahyedilmesi b) Mushaflara yazılmış olması c) Tevatüren nakledilmesi d) Okunmasıyla ibadet edilmesi e) İlahî kelam olması 2. Aşağıdakilerden hangisi bireysel ahlak esaslarından biri değildir? a) Yalan söylememek b) Doğruluk c) Alçak gönüllülük d) Nankörlük etmemek e) Haset etmemek 3. Aşağıdakilerden hangisi dinî ve manevi ahlak esaslarından biri değildir? a) İhlas b) İhsan c) Takva d) Tevekkül e) Emaneti ehline vermek 4. Aşağıdakilerden hangisi, insanın gönlünü kötü duygulardan ve çıkar hesaplarından temizleyip her türlü iş ve amelinde Allah’ın rızasını gözetmesi anlamına gelmektedir? a) İhlas b) Takva c) Tevbe d) Doğruluk e) Alçak gönüllülük Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları 5. Aşağıdakilerden hangisi iyilik yapmak, yaptığı her işi güzel ve sağlam yapmak ve her an Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek gibi anlamlara gelmektedir? a) İman b) Tevekkül c) İslam d) İhsan e) Tevbe Cevap Anahtarı 1.e 2.a 3.e 4.d 5.d YARARLANILAN ve BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Akseki, Ahmet Hamdi. (1963). İslam Ahlakının Esasları. İstanbul. Ateş, Süleyman.(2000). “İhlas”, DİA. İstanbul. Çağrıcı, Mustafa. (2006). İslam Düşüncesinde Ahlak. İstanbul: Dem Yayınları Ensar Neşriyat. Çağrıcı, Mustafa. (1985). Anahatlarıyla İslam Ahlakı. İstanbul. Demirci, Muhsin. (2005). Kur’an'da Toplumsal Düzen. İstanbul: Ensar Neşriyat. Demirci, Muhsin. (2010). Kur’an'a Göre İnsan ve Sorumlulukları. İstanbul: Ensar Neşriyat. Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed. (1334). İhyâuUlûmi'd-dîn. Kahire. Izutsu, Toshihiko.(tsz). Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar.İstanbul. sfahânî, Ebu'l-kâsım Hüseyin zeriaİâmekimi’ş-şeria. Kahire. b. Muhammed Râğıb. (1299). İsfahânî, Ebu'l-kâsım Hüseyin b. Muhammed Râğıb. MüfredâtFîGarîbi'ur'ân. Tah. Muhammed SeyyidKeylânî. Beyrut. Kitabu’z(tsz). el- Kandemir, M. Yaşar. (1980). Örneklerle İslam Ahlakı. İstanbul. Kiraz, Celil. (2007). Kur’an'da Ahlak İlkeleri. Bursa: Emin Yayın. Müslim, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. Haccâc. (tsz). es-Sahih, Beyrut. Râzi, Mefâtihu’l-gayb. (tsz). Beyrut. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Kur’an ve Kur’an’da İslam Ahlak Esasları Yaran, Cafer Sadık. (2011). İslam Ahlak Felsefesine Giriş. İstanbul: Dem YayınlEnsar Neşriyat. Yazır, Muhammed Hamdi. (tsz). Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25