Rusya`nın yolundan gidebilir

advertisement
Hadi soruşturma açın,
açığa alın onları!
Siyahî teknik
direktörlere
fırsat tanınmıyor
Gözetim kararını alanlar hakkında soruşturma açın, açığa alın
onları! Yapabiliyor musunuz? Sizin gibi düşünmeyen herkesi hain, terörist, darbeci
ilan ettiniz, peki dünyayı
da içeri tıkabilir misiniz?
Avrupa liglerinde siyahi
oyuncunun top koşturmadığı takım yok ancak iş kenar yönetimine
gelince ‘gizli ayrımcılık’
devreye giriyor.
EFE YIĞIT’IN SPOR DOSYA’SI 26’DA
TARIK TOROS’UN YAZISI 9’DA
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
WWW.TR724.COM — @TR724COM
AKPM’de Türkiye,
Rusya’nın yolundan gidebilir
T
ürkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ne
bağlı Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) kararıyla yeniden ‘siyasî denetime’ alınması,
Ankara demokrasisinin 3. sınıf
Avrupa demokrasileri arasına
girdiğini tescil etti. Gezi Parkı
olaylarından bu yana devam
eden insan hakları ihlalleri ve
hukuksuzluklar, uzun süredir
Konsey’de tartışılıyordu. Bir bakıma beklenen bir karardı. AKP
hükümetinin karara karşı ilk
tepkilerinden edindiğimiz izlenime göre, Türkiye bu konuda
da Rusya’nın yolunu izleyebilir. Rusya, AKPM toplantılarına katılmayı bırakmıştı. Ancak
Rusya’nın asıl hamlesi, AİHM
kararlarını uygulamamak için
çıkarttığı bir yasaydı. Böylece
Moskova, yurt içindeki hukuksuzluklar için AİHM baskısından kurtulmayı hedefliyordu.
Ankara’nın da özellikle 15 Temmuz sonrası AİHM’den gelebilecek tazminat kararlarına karşı
benzer bir yol izleyebileceği öngörülebilir.
ONUR TÜRKMEN’IN ANALIZI, 2, 3 VE 4’TE
15 Temmuz savcısından
çok ilginç itiraflar
İ
lk olarak Adem Yavuz Arslan
yazdı. Ahmet Altan, Mehmet
Altan, Nazlı Ilıcak gibi gazetecilerle ilgili Savcı Can Tuncay
hazırladığı iddianame darbe gi-
Hani faiz lobisine
karşıydınız!
rişimin ardında “Hizmet”in olduğunu yalanını açıkça tekzip ediyor. Savcı Can Tuncay, kendince
delilsizlikten ne yapacağını bilememiş, güzel güzel itiraf etmiş.
VEYSEL AYHAN’IN INCELEMESI 14’TE
Merkez Bankası dövizin ateşini düşürmek için faizleri yüzde 8’den yüzde 12,25’e çıkardı. Faiz artışı bütçeyi vurdu.
Ocak-Mart 2017 döneminde
faize 2,6 milyar lira daha fazla
ödendi. Sene sonunda en az
15 milyar liralık faiz faturası
çıkacak. Tumturaklı sözlere itibar etmeyin. Nitekim dediklerinin tam zıttı tahakkuk ediyor.
“Faiz lobisine karşıyız.” dediklerinde faiz yükseliyor.
Zarrab’ın
babası!
Trabzon’un kupa,
CHP’nin ‘hayır’ çabası
Cumhurbaşkanı Erdoğan zor durumda... Her halinden belli oluyor
bir kurt kapanı içinde olduğu...
Kafasını kurcalayan mesele New
York’ta devam eden dava... Önceki
gün İran asıllı Türk vatandaşı Reza
Zarrab’a bir kez daha sahip çıktı.
Zarrab’ı savunurken söyledikleri
ise hem hukuken hem de siyaseten
birer delil niteliğinde...
7 yıldır “Aslında şampiyon benim”
diyen ve bunu tescil ettirebilmek
için kapı kapı dolaşan bir Trabzonspor var. Diğer tarafta da “Aslında referandumda ‘hayır’ çıkmıştı’ diyen ve kapı kapı dolaşmaya
henüz başlayan bir CHP var. Maalesef ikisinin de çabaları bir işe
yaramayacak. Her ikisinin elindeki
zaferi çalan güç aynı.
SEMIH ARDIÇ’IN ANALIZI 5’TE
VEHBI ŞAHIN’IN YORUMU 7’DE
AHMET DÖNMEZ’IN ANALIZI 11’DE
Erdoğan’ın bağımsız
yargı korkusu
MEHMET YILDIZ’IN YAZISI 19’DA
O polis niçin ‘Allah benim’ dedi?
EKREM DUMANLI TR724’E YAZDI, 16’DA
FOTOĞRAF: AFP
GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 166
02
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
ONUR TÜRKMEN
HABER ANALIZ
[email protected]
AFP
AKPM KARARINDAN SONRA TÜRKIYE
RUSYA’NIN YOLUNDAN MI GIDECEK?
AVRUPA BIRLIĞI’NIN (AB) ardından, Türkiye’nin
kurucu üyesi olduğu Strazburg merkezli Avrupa
Konseyi’nde de Türk demokrasisinin tekrar 2. lige
düştüğü resmi olarak tescillendi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türkiye’yi 13 yıl
sonra tekrar denetim sürecine aldı.
ALMANYA’DAN BİLE ÖNCE ÜYE OLUNMUŞTU
Avrupa Konseyi üyeliği, Türkiye’nin Batı ile en
eski kurumsal bağı. AB’den önce kurulan Avrupa
Konseyi’ne Türkiye, Almanya’dan dahi önce üye
olmuş, Almanya’nın adaylık sürecinde Berlin’in
katılması için Ankara lobi yapmıştı. 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkımın ardından kurulan
Avrupa Konseyi, Türkiye’de sık sık AB ile karıştırılıyor. Oysa ki, insan hakları ve demokratik kurumların sağlıklı işleyişini denetlemekle yükümlü
bu uluslararası kurum AB’den bağımsız. Ancak
AB’nin kurulmasını sağlayan ana kurumların başında geliyor.
Türkiye, NATO’ya dahi 1952’de üye olmasına rağmen Avrupa Konseyi’nin kurucu ülkesiydi. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal olarak
Batı ittifakı içinde yer almasını sağlayan kurum
olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin inişli çıkışlı
demokrasi tarihinde çok özel bir önemi olan bu
kurum tarafından Ankara’nın 2017’de 3. sınıf demokrasiler sınıfına dahil edilmesi çok vahim bir
gelişme.
2014’TEN BU YANA
BAĞIRA BAĞIRA GELİYORDU
Hem hükümetin açıklamalarında hem Türk kamuoyunda bu kararın tartışmalı referandum oylamasının bir sonucu olduğu yönünde bir algı oluştu.
Ancak, bu karar 2014 yılından bu yana bağıra bağıra geliyor. Kasım 2015 ve Mart 2016 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Konseyi İzleme
Komitesi, Türkiye’ye yönelik son 20 yılın en sert
raporunu kaleme almış ve Türkiye’nin tekrar de-
Hem hükümetin açıklamalarında hem Türk kamuoyunda
bu kararın tartışmalı referandum oylamasının bir sonucu
olduğu yönünde bir algı oluştu. Ancak, bu karar 2014
yılından bu yana bağıra bağıra geliyor.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
netim sürecine alınmasını son dakikada eklenen
bir değişiklik önergesiyle teklif etmişti. Bu teklif
geçen yıl Mart ayında ufak bir farkla reddedildi.
O tarihten bu yana Ankara ‘denetim’ kararını engelleyebilmek için sayısız girişimde bulundu. En
önemlisi Türkiye, Avrupa Konseyi’ne en çok yıllık aidat ödeyen 5 ülke arasına girmeyi kabul etti.
‘Grand payeur’ statüsünü almak için kendisi girişimde bulunan Ankara, İngiltere, İspanya, İtalya,
Fransa, Almanya ile birlikte en büyük katkıyı sağlayan ülke oldu. Özellikle bir dönem AKPM Başkanlığı yapan Mevlüt Çavuşoğlu’nun ikili ilişkilerini bu kararı geciktirmek için kullandığı biliniyor.
Ancak, kaçınılmaz felaket senaryosu gerçekleşti.
1996-2004 YILLARI DA
‘DENETİM’ SÜRECİNDE GEÇTİ
Temel haklar ve hukukun üstünlüğü alanındaki
kriterleri yerine getiremeyen üye ülkeler Avrupa
Konseyi İzleme Komitesi tarafından denetim sürecine alınıyor. Türkiye, 2. sınıf demokrasilerin yer
aldığı bu denetim listesinde 1996-2004 arasında yer almıştı. AB adaylığına hak kazanmak için
bu listeden çıkmak gerekiyor. O nedenle, Türkiye
2002-2004 yılları arasında gerekli hukuki reformları yaparak AB adaylık sürecine aylar kala denetim sürecinden çıkmayı başarmıştı. 2008’de AKP
03
HABER ANALIZ
2. SAYFADAN DEVAM
parti kapatma davasında AKPM Türkiye’yi tekrar
denetim sürecine almaya tartışmış, en son Nisan
2013’te Türkiye’nin “denetim sonrası diyalog” sürecinden çıkartılıp demokratik ülkeler kategorisine alınması tartışılmıştı. 2 ay sonra Gezi olayları
gerçekleşti. O günden bu yana Türkiye demokrasiden adım adım uzaklaştı.
Halihazırda Rusya, Ukrayna, Sırbistan, Karadağ,
Bosna-Hersek, Moldova, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan denetim altındaki ülkeler arasında yer alıyor. Ancak, bu ülkelerin birçoğu Avrupa Konseyi’ne Türkiye’den 35-40 yıl sonra katıldı.
Kurucu üyeler arasında bu denetim altında olan
hiçbir ülke yok. Daha da acısı denetim sürecinden
bir kez çıktıktan sonra tekrar denetime alınan tek
ülke de Türkiye oldu.
TÜRKİYE RUSYA’NIN YOLUNDAN MI GİDİYOR?
AKP’nin de bu karara ilk tepkisinin AKPM’den çekilme yönünde olması Ankara’nın da Rusya’nın
yolundan gitme ihtimalini akıllara getiriyor. Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinin ardından Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi, Rus parlamenterlerin oy kullanma hakkını askıya almıştı. Bu karar
üzerine Avrupa Konseyi’nden çıkma tehdidinde
bulunan Rusya ilk önce AKPM toplantılarına katılmama kararı aldı. Daha sonra Rusya Devlet Baş-
Bir dönem AKPM Başkanlığı yapan Mevlüt Çavuşoğlu’nun
ikili ilişkilerini bu kararı geciktirmek için kullandığı
biliniyor. Ancak, kaçınılmaz felaket senaryosu gerçekleşti.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
04
HABER ANALIZ
3. SAYFADAN DEVAM
kanı Vladimir Putin, Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını
geçersiz kılacak bir yasa çıkardı. Bu yasaya göre,
AİHM’in Rusya aleyhinde verdiği bütün kararlar Rus Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden
değerlendirilecek. Rus AYM’si, AİHM’nin kararını
haksız bulursa Rusya tazminat ödemeyi reddedecek.
yeceği şimdiden belli. Strazburg’da ise Türkiye’den
gelen davaların çokluğu nedeniyle AİHM’nin dava
yükünü kaldıramayacak seviyeye gelmesinden
korkuluyor. Acaba Türkiye de Rusya gibi AİHM’nin
kararlarını kadük kılacak çözümler arıyor olabilir
mi? Türk Hükümetinin böyle bir istikamet izlemesi
halinde benzersiz bir uluslararası izolasyonla karşı
karşıya olabiliriz.
Bu yasanın ardından Rus Anayasa Mahkemesi’nin
ilk büyük kararı Yukos davasında geldi. AİHM,
2014’te Putin’in el koyduğu Yukos petrol şirketinin davasında Rusya’yı 2 milyar Euro tazminat
ödemeye mahkûm etmişti. Rus Mahkemenin ilk işi
AİHM’in bu kararını iptal etmek oldu. Yukos davası, Türkiye’de siyasi saiklerle mallarına el konulan
binlerce şirket için de örnek bir karar olmak niteliği taşıyor. Türkiye’yle birlikte AİHM’den en çok
mahkûmiyet alan ülke konumundaki Rusya’nın
bu girişimi Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkmanın
ilk büyük adımı olarak görülüyor. Mart ayında Avrupa Konseyi’nin ülkedeki seçimlere göndermek
istediği gözlemcilere giriş izni vermeyen Rusya,
Strazburg merkezli Konsey’in hazırladığı bütün
raporları iade ediyor. 49 üyesi olan Avrupa Konseyi’ne üye olmayan kıta ülkesi Beyaz Rusya. Rusya’nın uluslararası sistemden tamamen dışlanmış
Beyaz Rusya’nın yolundan gidip gitmeyeceği henüz bilinmiyor. Ancak, çok sayıda Rus siyasetçi
açıkça Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasını savunuyor.
Her şeyden önce, Türkiye’nin denetim sürecine
tekrar girmesi AB adaylık sürecini de tehlikeye
atabilir. Zira, 2005’de AB adaylığı için Ankara’nın
Avrupa Konseyi’nin denetim sürecinden çıkması
şart koşulmuştu. Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu
Avrupa Konseyi’nin bu yönde karar alması, Ankara’nın artık AB adaylığı için zorunlu olan Kopenhag siyasi kriterlerini de yerine getirmediği anlamına geliyor. Brüksel’in nasıl bir yol izleyeceği
şimdilik belli değil. Ancak, Ankara’nın tansiyonu
arttırmaya devam etmesi halinde zaten ölü olan
AB adaylık sürecinden daha büyük kazanımlar da
tehlikeye girebilir. Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması önce AB’yle ilişkilerin doğasını sonra NATO üyeliğini tartışmaya hale getirir. Bir gün
Türkiye’nin neden Avrupa’daki spor müsabakalarında yer aldığı dahi tartışılmaya başlanabilir.
ASIL GEREKÇE AİHM
KARARLARINDAN KURTULMAK
Putin’in Avrupa Konseyi’nden uzaklaşma isteğinde en büyük faktörün AİHM kararları olduğu
biliniyor. Zira Rusya ve Türkiye son 20 yıldır açık
arayla AİHM tarafından en çok tazminata mahkûm
edilen iki ülke. Türkiye, 1990 yılında Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin (O dönemki adıyla Avrupa Adalet Divanı) yargı yetkisini tanıdı. O tarihten bu yana Türk yargısının verdiği binlerce karar Strazburg Mahkemesi’nden döndü. Strazburg
kulislerinde sık sık Türk hakimlerin imza attıkları
insan hakları ihlalleriyle tüm Avrupa’nın içtihadını
oluşturduğu esprisi yapılır. Zira tüm Avrupa ülkelerinin mahkemeleri açısından AİHM en üst düzey
karar mercii olma niteliği taşır. Gerçekten de hemen hemen her alanda içtihad niteliği taşıyan pilot kararlar Türkiye’yle ilgilidir.
Ancak, 15 Temmuz’dan yaşanan kitlesel insan
hakları ihlalleri hem AİHM, hem Türkiye açısından
kritik bir eşik olma özelliğini taşıyor. Türkiye’nin
KHK’lar nedeniyle milyarlarca Euro tazminat öde-
Strazburg kulislerinde sık
sık Türk hakimlerin imza
attıkları insan hakları
ihlalleriyle tüm Avrupa’nın
içtihadını oluşturduğu
esprisi yapılır. Zira tüm
Avrupa ülkelerinin
mahkemeleri açısından
AİHM en üst düzey karar
mercii olma niteliği taşır.
05
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
SEMIH ARDIÇ
HABER ANALIZ
[email protected]
AFP
Hani faiz lobisine
karşıydınız!
MERKEZ BANKASI (TCMB) 25 Nisan toplantısında faizi yüzde 12,25’e çıkardı. Mamafih bankanın
resmî internet sitesinde politika faizinin karşısında hâlâ ‘yüzde 8’ yazıyor. Faiz yüzde 4,25 arttığı
halde beyanın yüzde 8 olmasının sebebi malum:
Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan, faizlerin indirilmesini isterken nispet yapar gibi faizi artırdığını ilan etmek için cesaret lazım.
kamları da gösterdi ki Türkiye hem döviz tarafından hem de TL’nin faizinden darbe yemeye devam ediyor. TCMB’nin faizi artırmamış gibi yaptığı
Ocak-Mart arasında bütçeden faize ödenen para
yüzde 14,3 arttı ve 18,8 milyar liraya çıktı. 2016’ya
nazaran bütçeden bu kaleme 2,6 milyar lira fazladan gitti.
Mevcut tabloda hem faiz artmış oluyor hem de artmamış oluyor! Banker Bilo filmindeki gibi... “Hele
bir sor niye!” TCMB bir müddet Saray’ın gönlünü
hoş tutmak uğruna dövizin ani yükseldiği tarihlerde tribünlere çıktı. Baktı dövizin düşeceği yok. Geç
de olsa sahaya indi. Geç Likidite Penceresi (GLP)
diye açıkladığı oran, neticede bankaların borç alırken katlandıkları maliyettir. Daha evvelki politika
faizi artık GLP altında gösteriyor. Bir cebinden alıp
öbürüne koyuyor. Hakikatte arttığı halde kelime
oyunları ile faizi düşük göstermeye çalışıyor.
Halka istikrardan bahseden Saray müşavirleri, faize sadece üç ayda yaklaşık 2 milyon asgari ücretlinin bir aylık maaşına bedel bir fark ödenmesine
gelince dut yemiş bülbüle dönüyor. Bu para eğitim, ulaştırma ve sağlık gibi kamu hizmetlerine
aktarılmadı, Erdoğan’ın tabiriyle faiz lobisine verildi. Kalan 9 ayda faiz artacak. Dövizi tutmak için
TCMB’nin başka kozu yok. Dolayısıyla üç ayda 2,6
milyarlık faiz farkı sene bittiğinde 15 milyar lirayı
aşacak. Bir senede faiz lobisine 15 milyar lira ilave
ödeme yapanların malî istikrardan bahsetmeye
hakkı olabilir mi?
ÜÇ AYDA BÜTÇEDEN FAİZE 18,8 MİLYAR LİRA
Faiz artışı da dövizin yükselmesi gibi parayı maliyetli hale getirir. Türkiye gibi döviz açığı bulunan
ekonomi için ikisinin de yok birbirinden farkı. Kırk
katır mı, kırk satır mı? Ocak-Mart 2017 bütçe ra-
EKONOMİ SAĞLAMSA
FAİZLER NİYE YÜKSELİYOR?
Aradaki 2,6 milyar liralık fark, Hazine’nin piyasadan borç alabilmek için ilave para ödemeyi kabul
ettiğini tescil ediyor. Hükûmet medyasının iddia
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
06
HABER ANALIZ
5. SAYFADAN DEVAM
Halka istikrardan bahseden Saray müşavirleri, faize sadece
üç ayda yaklaşık 2 milyon asgari ücretlinin bir aylık maaşına
bedel bir fark ödenmesine gelince dut yemiş bülbüle dönüyor.
ettiği gibi Türkiye piyasalardan kolay borçlanabiliyorsa bu fark niye ödendi? Cevap gayet basit: Paranın baronları Türkiye’yi riskli buluyor ve masaya
oturduklarında ‘ne kadar risk o kadar faiz’ restini
çekiyor.
Kullandıkları kelime GLP olmuş, politika faizi olmuş farketmiyor. Borcun vadesi bugün dolsa maliyet yüzde 12,25 üzerinden hesaplanıyor. Ajanslarda geçen şu cümlelerden ikincisinin bir hükmü
yok: “TCMB, Nisan toplantısında Geç Likidite Penceresi (GLP) faizini 50 baz puan artırdı. Böylece
GLP borç verme faizi yüzde 11,75’ten yüzde 12,25’e
yükseltildi.
Politika faizi yüzde 8 seviyesinde, koridorun alt
bandı yüzde 7,25, üst bandı yüzde 9,25 seviyesinde
tutuldu.” TL’nin faizi bugün itibarıyla asgari yüzde
12,25’e geldi. Bankaların kredi ve mevduata tatbik
edecekleri oran elbette bunun fevkinde. Şu anda
kimsenin senelik yüzde 17 gibi yüksek bir maliyeti
göze almadan borçlanma imkânı kalmamıştır. Uzun
vadeli kredilerde yüzde 20 geçildi bile...
YÜZDE 12,25 DE KAFİ GELMEYECEK
“Kurdaki ciddi artışın ekonomiye bir tesiri olmaz.”
diyen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci bugünlerde
ağız değiştirdi. Kurda tansiyonun düşmesini kendi başarıları gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki kur
yükseldiği seviyeden fazla geriye gelmediği gibi
enflasyon yükseldi, faiz de yükseldi. Bir parantez:
Kurdaki mevcut seviye ABD Merkez Bankası’nın
en az üç faiz artıracağı senaryoda kalıcı olamaz...
Yüksek kur, yüksek enflasyon ve yüksek faizin
ekonomiyi nasıl tahrip ettiğini her ay iliklerimize
kadar hissediyoruz. TCMB’nin mevcudu muhafaza
etmesi için yüzde 12,25 de kâfi gelmeyecek. Enflas-
yon yüzde 12’yi geçti geçecek... Bu şartlar altında
Merkez Bankası’na piyasaya daha fazla faiz sunmaktan başka çare kalmıyor. Zaten bankanın son
toplantı zabıtlarında faiz artışının süreceği ifade
ediliyor: “Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlardaki
gelişmeler yakından izlenerek ihtiyaç duyulması
halinde ilave parasal sıkılaştırma yapılabilecektir.”
SARAY MÜŞAVİRLERİNİN U DÖNÜŞÜ İBRETLİK
Faizi artırmadan artıran! TCMB’ye hükûmet ve
Saray cenahından tepki gelmemesi dikkatten
kaçmasın. Cumhurbaşkanı Başmüşaviri Bülent
Gedikli’nin, “Fiyat istikrarı ve malî disiplin için kurumlar gereğini yaptı.” sözleri, ekonominin hissiyatla, miting meydanlarında bol kepçeden atmakla yürümediğini ispat ediyor. Düne kadar, “Faizler
indirilmeli.” diyen Gedikli, faizin artmasını ‘gereği
yapıldı’ şeklinde tevil ediyor. Bu kadar basit mi?
Ortalığı ayağa kaldır, faiz artıracak diye Merkez’in
ensesinde boza pişir, sonra hiç birşey olmamış gibi
beylik sözler sarfet!
Tahminleri, tahlilleri iflas etmiş müşavir kadrosunun iş bilmezliğinin, had bilmezliğinin bedelini bütün millet fakirleşerek ödüyor. Müşavirler de
Saray da en azından bu bahiste havlu attıklarına
göre artık şu suâlin cevabını vermek mecburiyetinde: “TCMB’yi rahat bıraksaydınız ve faiz vaktinde artırılsaydı azamî enflasyon yüzde 8, ABD
Doları 3,40 TL civarında olabilir miydi?”
Tumturaklı sözlere itibar etmeyin. Nitekim dediklerinin tam zıttı tahakkuk ediyor. “Faiz lobisine
karşıyız.” dediklerinde faiz yükseliyor. “Dolar alan
yanar.” nutuklarını müteakip dolar kıymetleniyor.
Bugün de istikrardan bahsettiklerine göre yakın
vadede olacakları varın siz tahmin edin...
07
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
YORUM
VEHBİ ŞAHİN
[email protected]
Kendi ülkesinin
öz vatandaşlarına gaddarca zulmediyor Erdoğan ve avaneleri... Onun gözünde Zarrab kadar
değeri yok bu
ülke insanının...
ZARRAB’IN BABASI!
Cumhurbaşkanı Erdoğan zor durumda...
Her halinden belli oluyor bir kurt kapanı içinde
olduğu...
Kafasını kurcalayan mesele New York’ta devam
eden Zarrab davası...
Erdoğan, önceki gün İran asıllı Türk vatandaşı
Reza Zarrab’a bir kez daha sahip çıktı.
Mayıs’ta, ABD Başkanı Trump’la yapacağı görüşmede bu konuyu gündeme getireceğini açıkladı.
Zarrab’ı savunurken söyledikleri ise hem hukuken hem de siyaseten bir delil niteliğinde...
BABAMIN OĞLU DEĞİL AMA...
Ne dedi Erdoğan?
1) Zarrab benim babamın oğlu değil.
2) Benim vatandaşım.
3) Devletlerin bir görevi de vatandaşlarının hukukunu korumaktır.
4) Zarrab’ın bir suçu varsa Türkiye’ye bildirilir ve
gereği yapılır.
5) Suçu yoksa, bazı şeyler uydurularak insanlar
tutuklanırsa, vatandaşına sahip çıkamayan ülke
konumuna düşersiniz.
Bu sözlerden siz ne anladınız?
Ben şunları anladım:
1) Erdoğan çok hassas biri...
2) Dünyanın dört bir yanındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının her derdi ile ilgileniyor.
3) Hatta gözaltına alınanları dahi ihmal etmiyor.
4) Devletin en önemli vazifelerinden birinin nerede olursa olsun vatandaşına sahip çıkmak olduğunu söylüyor.
Gözyaşartıcı bir durum...
Her ülkeye nasip olmaz böyle bir lider...
Tebrik etmek lâzım!
Reza Zarrab gibi para vererek “vatandaşlık” alanları bile sahip çıkıyor yani...
BENİ DE KURTAR!
Şu anda yurt dışında hapiste olan her Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı, Erdoğan’a mektup yazarak “Beni de kurtar baba!” diye yardım talebinde bulunabilir.
Madem Zarrab için bu fedakarlığı yapıyor, bu
topraklarda doğup büyüyen öz vatandaşları için
aynı gayreti niye göstermesin?
Yapar mı böyle bir civanmertlik?
Kesinlikle yapmaz.
Yapmaz değil de neden kesinlikle yapmaz diye
net bir hüküm cümlesi kullandım.
Tabii ki icraatlarına ve söylediklerine bakarak
böyle söyledim.
Allah aşkına...
Elinizi vicdanınıza koyun ve şu sorulara samimi
cevap verin:
Milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına
kan kusturan kim?
Evlerini ocaklarını yıkan kim?
Kanun hükmündeki kararnamelerle yüzbinlerce
memuru meslekten atan kim?
Binlerce okulu, hastaneyi, dershaneyi, gazeteyi,
fabrikayı, işyerini devlet eliyle gasp eden kim?
Buralarda çalışanları işsiz bırakan kim?
Mağduriyetler yüksek sesle dilledirilince “Kusura
bakmayın, mağdur falan yok” diyen kim?
ÖZ VATANINDA PARYA
Kendi ülkesinin öz vatandaşlarına gaddarca zulmediyor Erdoğan ve avaneleri...
Onun gözünde Zarrab kadar değeri yok bu ülke
insanının...
Kendisine sormak lâzım...
Madem Reza Zarrab “bazı şeyler uydurularak”
ABD’de gözaltına alındı.
Türkiye’de neyle suçlandığını dahi bilmeyen 200
bine yakın kişi neden soruşturma altında?
Bank Asya’ya para yatırdı, çocuğunu cemaatin
okulunda okuttu, öğrenciye burs verdi, etini fakirlere dağıtmak için kurban kesti diye hapse atı-
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
lan 50 bin insan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
değil mi?
İnsanlık dışı işkencelere maruz kalıp dişleri kırılan, çeneleri dağıtılan, kulak zarları patlatılanlar
hangi ülkenin yurttaşı?
En iğrenç cinsel tacizlere maruz kalan, hatta tecavüze uğrayanlar 15 yıldır Erdoğan’ın yönettiği
bu ülkede yaşamıyor mu?
Kemikleri kırılan, tırnakları sökülenler uzaylı mı?
BAŞÖRTÜLÜ BACILAR
Seçim meydanlarında istismar edilen başörtülü
hanımlar var ya...
15 bin kadın, sırf Erdoğan tatmin olsun diye zindanlarda çile dolduruyor bugün...
İçlerinde, gece yarısı otomatik silahlarla evleri basılan, özel eşyaları erkek polisler tarafından
aranan hamile kadınlar var.
Yanında eşi ve ailesi olmadan polis gözetiminde doğum yaptıktan bir gün sonra lohusa haliyle hapse gönderilen hanımlar hangi ülkenin vatandaşı?
Bebeğini emziremediği için sütünü lavaboya
dökmek zorunda kalan anneler, Zarrab kadar ilgiyi hak etmiyor mu?
Hak etmiş olsaydı eşini ziyaret için geldiği cezaevinde bir anne, çocuklarının gözü önünde gözaltına alınmazdı.
Sevgiye ve şefkate muhtaç bebekler anne ve babasından koparılmazdı.
80 yaşındaki dedeler, nineler hapse atılmazdı.
Kendisine bakan evlatları tutuklanınca, bakıma
muhtaç hastalar ortada kalmazdı.
Binlerce insan yurt dışına çıkmazdı.
HEPSİNDEN SORUMLU
Bunların hepsi, Erdoğan istese de istemese de,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı...
Ve hepsinden de sorumlu...
Reza Zarrab kadar onlara da sahip çıkmak zorunda yani...
Bu devran hep böyle sürüp gidecek düşüncesiyle Erdoğan’ın hukuksuz talimatlarını yerine getiren bakanlar, müsteşarlar, polisler, savcılar, hakimler de sorumlu...
Neden?
Hukuk dışı işlemler yaptıkları için...
Masumlara işkence ettikleri için...
40 civarında insanın gözaltındayken ölümüne
sebep oldukları için...
Kurbanlık koyun gibi vahşice yere yatırıp arkadan ters kelepçe taktıkları için...
Sırf acı çeksinler diye battaniye vermeden buz
gibi betonda yatırdıkları için...
08
YORUM
07. SAYFADAN DEVAM
ZARRAB’A DEĞİL AYNAYA BAK
Evet, burada hepsini yazamadığımız pek çok
suçu işlemiş durumda, Erdoğan ve 15 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı...
En ağır suçları da sırf cemaate destek verdi diye
haklarında hiçbir somut delil olmadan yüzbinlerce insana yapılan “soykırım” bence...
Yarın Amerikan yönetimi, Zarrab’a sahip çıkan
Erdoğan’a şunları söyleyebilir:
-ABD bir hukuk devletidir.
-Yargı bağımsızdır.
-Hakimler hukuka göre karar verir.
-Siyasiler yargı sürecine müdahale edemez.
-Bize ayar vermeden önce kendinize bakın.
-Zarrab’dan önce suçsuz yere hapse attığın kendi vatandaşlarının haklarını savun.
Trump bu şekilde konuştuğunda Erdoğan, ne cevap verir acaba?
Muhtemelen kızar.
Washington’dan döner dönmez AKP’nin başına
geçip erken seçim kararı alır.
Siyasi ömrünü uzatabilmesi için geriye yalnızca
bu seçenek kalıyor çünkü...
MHP’nin ve HDP’nin baraj altında kaldığı bir seçimden üçte ikilik çoğunluğu aldığı takdirde
ABD’ye de AB’ye de “Benimle çalışmak zorundasınız” demek isteyebilir.
Neden?
ÖLÜMCÜL HATA
Zira Erdoğan, Zarrab’ı savunurken ABD’yi töhmet altında bırakacak ağır bir suçlamada bulunuyor.
“Suçu yoksa, bazı şeyler uydurularak insanlar
tutuklanırsa, vatandaşına sahip çıkamayan ülke
konumuna düşersiniz.” sözleriyle Amerikan hukuk sistemine gölge düşürmeye çalışıyor.
Bunu yaparken büyük bir hata yapıyor.
Çünkü...
Erdoğan, önce Giuliani ile Ankara’da görüşerek,
sonra Zarrab’ı açıktan bizzat savunarak kendini
“hukuken” zan altında bırakıyor.
Amerikan kamuoyunda, hakkında ortaya çıkan
“Zarrab’la bağlantısı olduğuna dair şüpheleri”
iyice pekiştiriyor.
Ayrıca...
Mayıs’ta, Trump’la yapacağı görüşmeden istediğini alamazsa, ABD ile vuruşarak geri çekilmenin
ve bunu bir erken seçimde kullanmanın hesabını yapıyor.
Muhtemelen farkında değil.
Aslında baltayı taşa vuruyor.
Ne diyelim...
Alma mazlumun ahını...
Çıkar aheste aheste...
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
09
YORUM
TARIK TOROS
[email protected]
@TarikToros
HADİ SORUŞTURMA AÇIN,
AÇIĞA ALIN ONLARI!
Türk toplumu, adı “Avrupa” ile başlayan her
kurumu birbirine karıştırır, aynı zanneder. Avrupa Birliği başkadır, Avrupa Konseyi başkadır,
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı çok başkadır. En son Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’yi 13 sene sonra gözetime (İngilizcesi: monitoring) alması da böyle karıştırıldı. Türk siyasetçiler biliyor da, toplumun bilgisizliğinden yararlanıyor. 7 sene önce
AKPM Başkanı olan ve bu görevi iki yıl yürüten zat, bugün Türkiye Dışişleri Bakanı, neyin ne olduğunu bilmez mi?
BİR İLKE İMZA ATTIK
Avrupa Konseyi, bir insan hakları kuruluşudur, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de buraya bağlıdır. Merkezi Fransa’da Strazburg’dur.
Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde (2004) izlemeden çıkardığı Türkiye’yi 13 sene sonra aynı
kişinin cumhurbaşkanlığında (ilk defa olarak)
tekrar izlemeye almasının iki temel nedeni var:
Olağanüstü Hal uygulamasının devam etmesi ve fikir suçlularının tutuklanması.
AB BAŞKA AK BAŞKA…
Avrupa Konseyi’nin (Council of Europe) Avru-
Türk toplumu, adı “Avrupa”
ile başlayan her kurumu birbirine karıştırır, aynı zanneder.... 7 sene önce AKPM Başkanı olan ve bu görevi iki yıl
yürüten zat, bugün Türkiye
Dışişleri Bakanı, neyin ne olduğunu bilmez mi?
pa Birliği (European Union) ile hiçbir organik
bağı yoktur. 1949’da kurulmuştur, Türkiye kurucu üyedir. Avrupa ülkelerinin tamamı üyedir,
47 ülke var. Konseyin Parlamenter Meclisi’nde
TBMM’den iktidar/muhalefet 18 üye bulunuyor.
Deniz Baykal, Ekmeleddin İhsanoğlu, Şaban
Dişli, Haluk Koç, Gülsün Bilgehan, Markar Esayan, Ertuğrul Kürkçü gibi… (Liste, TBMM’nin sitesinde görülebilir.)
ORAYI TÜRKİYE SANMIŞLAR!
Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu, salı günkü oturumunda 45’e karşı 113 oyla Türkiye’yi insan hakları konusunda izlemeye aldı. Türk milletvekilleri oturumdaydı ve söz aldılar. AKP’li
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
üyeler kararı 1 yıl erteletemeyince “oturumu
terk ederiz” gibi çıkışlar yapmışlar ama olmamış. Hatta, Markar Esayan “Gözlemcileriniz
terör örgütü sempatizanı” deyince büyük
homurdanmalar olmuş. Ve tahmin edin bakalım, CHP’li üyeler de AKP’lilerle birlikte “yanılıyorsunuz, Türkiye’de demokrasi var, insan hak-
Şimdi çıkmış, “Kararları tanımıyoruz” diyorlar. Peki
şunu diyebiliyor musunuz:
“Karara uymuyoruz, biz gözetim listesine girmedik, bizi
kimse izleyemez, raporlayamaz, denetleyemez.”
Gücünüz yetiyorsa, Yunan
komutanlar Eşek adasında
kuzu çevirmiş, buna bir şey
desenize?
ları konusunda gözetime ihtiyaç yok” yönünde
oy kullanmış. Ne olduysa oldu, toplum olarak
bu konularda pek çabalamadık, işi hep siyasetçilere bıraktık. Onlar da “insanı” değil “devleti”
önde tutan bir politika izlediler hep!
MESELE AB DEĞİL, DEMOKRASİ SİCİLİ
Gündem çabuk değişiyor. Oysa daha geçen
hafta, kısa adı Türkçe’de AGİT olan Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (Organization for Security and Co-operation in Europe OSCE) referandum raporu yerden yere vuruluyordu! Esasen Türkiye’yi yönetenler demokrasi
sicilinin berbat olduğunu biliyor, topu çıkaramayınca taca atmaları bundan. AGİT’in de Avrupa Konseyi gibi AB ile bağı yoktur. 57 katılımcı devlet vardır. Sadece Avrupa ülkeleri değil, ABD ile birlikte Asya ülkeleri de katılımcıdır. Merkezi Viyana’dır. Türkiye burada da ku-
10
YORUM
09. SAYFADAN DEVAM
rucu üyedir. Yani, ülkemiz kurucu üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar üzerinden üyesi olmadığı Avrupa Birliği’ne kafa tutuyor, görülmüş şey değil ama durum bu!
SIKIYORSA TUTUKLAYIN…
İnsanlar korkularını dindirmek için her şeyi
yapar. Şimdi çıkmış, “Kararları tanımıyoruz”
diyorlar. Peki şunu diyebiliyor musunuz: “Karara uymuyoruz, biz gözetim listesine girmedik, bizi kimse izleyemez, raporlayamaz, denetleyemez.” Ayrıca, elinizi tutan mı var, kararı alanlar hakkında soruşturma açın, hakimleri aldığınız gibi açığa alın onları! Yapabiliyor
musunuz? Sizin gibi düşünmeyen herkesi hain,
terörist, darbeci ilan ettiniz, peki Avrupa’yı,
dünyayı da içeri tıkabilir misiniz? Anca başınızı kuma gömer, vatandaşı aptal yerine koyarsınız. Ülkenizde keyfi ve fevri davrandığınız için,
altında imzanız olan 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin tüm maddelerini
ihlal ettiğiniz için böyle oluyor.
BAŞKA NEREDE HAK ARANACAK?
Gücünüz yetiyorsa, Yunan komutanlar Eşek
adasında kuzu çevirmiş, buna bir şey desenize? Anca erteleme! Fikir özgürlüğü yok, cezaevleri gazeteci dolu. Ali Bulaç, Şahin Alpay,
Ahmet Turan Alkan ve diğer Zaman çalışanlarının ilk duruşması Eylül ayına alınmış, hiç aceleniz yok maşallah. Tümüyle, “savcının kişisel
görüşleri” diyebileceğimiz iddianamesi çıkmış,
duruşması 5 ay sonra! Ayıptır, günahtır, zulümdür. Ülkede hukuk da mahkemeler de biteli çok
oldu. Kurucu üyesi olduğu uluslararası kuruluşlardan başka Türkiye’yi uyaracak ne kaldı
geride? Bundan normal ne var? Bunun neresi
tuhaf? Kemal Kılıçdaroğlu gibi diyeyim, böyle
bir şey olabilir mi? (Hoş, bu laf Kılıçdaroğlu’na
yapıştı kaldı lakin patenti Deniz Baykal’a aittir.
Açın bakın meclis grup konuşması tutanaklarına, görürsünüz.)
MUHTARCIK…
Ülke “üst akıl” diye diye aklını yitirdi. Manidar
bir misalle kapatayım; Kayseri’de Alparslan
Camii’nin muslukları ikinci kez çalınmış. Mahalle muhtarı demiş ki, “Muslukları çalanlar
vatana ihanet içindeler.” Hırsız yahu hırsız, ne
ihaneti! Fakat kınamayın adamcağızı. Saray’da
böyle ayar verilince, canını sıkan herkese “hain”
demesi doğal. Allah’ım aklımıza mukayyet ol,
“alt akılların” da müstehakını ver, âmin.
11
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
HABER ANALİZ
CHP ile Trabzonspor’un referandum sonrası şaşırtan
benzerliği, ilahi adaletin bir tecellisi mi acaba? 7 yıldır
“Aslında şampiyon benim” diyen ve bunu tescil ettirebilmek
için kapı kapı dolaşan bir Trabzonspor var. Diğer tarafta
da “Aslında referandumda ‘hayır’ çıkmıştı’ diyen ve kapı
kapı dolaşmaya henüz başlayan bir CHP var.
KUPA TRABZON’A GELİRSE
CHP’YE DE ‘HAYIR’ GELİR
AHMET DÖNMEZ
[email protected]
CHP ile Trabzonspor’un referandum sonrası şaşırtan benzerliği, ilahi adaletin bir tecellisi mi acaba? 7 yıldır “Aslında şampiyon benim” diyen ve bunu tescil ettirebilmek için kapı
kapı dolaşan bir Trabzonspor var. Diğer tarafta da “Aslında referandumda ‘hayır’ çıkmıştı’
diyen ve kapı kapı dolaşmaya henüz başlayan
bir CHP var. Maalesef ikisinin de çabaları bir işe
yaramayacak. Her ikisinin elindeki zaferi çalan
güç aynı.
Herkes biliyor ki 2010-11 sezonunda şike vardı. Tıpkı daha önceki sezonlarda olduğu gibi…
Türk futbolunda hep olduğu gibi… Tek fark; bu
kez suçüstü hali olmuştu. Ve herkes biliyor ki
16 Nisan’da şike yapıldı. AKP oyları çaldı. Daha
önceki seçimlerde de çaldığı gibi… Tek fark;
bu kez alenen suçüstü yakalanmasıydı. Kanun
açıkça ihlal edilmişti.
Fanatikler hariç herkes kabul eder ki 3 Temmuz
operasyonu haklıydı. Bugün güdümlü yargı tarafından aklanmış görüntüsü verilse de şikenin
gerçek olduğunu her ehl-i vicdan teslim edecektir. Trabzonspor ise 6 yıldır “O kupa buraya
@AhmettDonmez
gelecek” diyor. Kendisi söylüyor, kendisi dinliyor. Yurtiçinde ve dışında başvurmadığı merci kalmadı. Ama neredeyse hepsinden eli boş
döndü. Atı alan Üsküdar’ı geçti.
16 Nisan’a niye şaşırıyoruz ki? İkisi birbirinden
bağımsız olaylar değil. Tek bir sistemin, tek bir
zihniyetin farklı tezahürleri sadece. Türkiye’de
hemen herkes şikeyi çok iyi bilmesine rağmen
adalete sırtını döndüğü için referandumda da
oylar çalınabildi. O yüzden Tayyip Erdoğan bütün milletin gözünün içine baka baka “Baskın
basanındır.” havası estirebildi. Türk halkı yakın
tarihte hangi şikenin, hangi hırsızlığın, hangi
dalaverenin üzerine hakkıyla gitmişti ki? İşte
şimdi CHP de Trabzonspor gibi, “Aslında Hayır çıkmıştı” diye kapı kapı gezecek. YSK’ydı,
Danıştay’dı, AYM idi, AİHM’di dolanıp duracak.
Ama neticesi ne mi olacak? Olacağı şu: Bugün
AKP’nin en fazla oy aldığı illerin başında Trabzon geliyor. Erdoğan’ı her defasında en fazla bağrına basan şehir de orası. Avni Aker’de
“O kupa Trabzon’a gelecek” diye bağırıp sonra
elinde AKP flamalarıyla konvoy yapan insanların şehri. Kulübün eski başkanı, neredeyse AKP
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
mitinglerinin anonsçusu haline gelmişti.
Önceki gün Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş
yıldönümü töreninden bir enstantane sosyal
medyada çok konuşuldu. ‘Hayır’ cephesi, Başbakan Binali Yıldırım ve TBMM Başkanı İsmail
Kahraman’la şen pozlar veren CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu’na ateş püskürüyordu. Ama acaba
onların yüzde kaçı, dün sırf kendi gönül verdiği renkler korunuyor diye hukukun alenen ihlal
edilmesine ses çıkarmıştı?
CHP, AKP İLE BERABER ŞİKEYİ AKLAMIŞTI
CHP dün şikede nasıl bir tutum almıştı mesela?
Hiç kimse ‘kumpas’ deyip sıyrılma kolaycılığına
savrulmasın. Şikeyi aklayan, adeta suç olmaktan çıkaran ve cezaevindeki şike sanıklarını çıkarmayı hedefleyen Sporda Şiddet Yasası, 2011
sonunda 3 partinin ittifakıyla geçti. Hemen hiçbir konuda yan yana gelemeyen AKP, CHP ve
MHP, bu yasa değişikliğine birlikte onay verdi.
Sırf taraftara şirin gözükebilmek için, popülist
bir duruşla CHP şikeyi meşrulaştırdı.
Dönemin Başbakanı, önce “Kişilerle kurumlar ayrılmalıdır. Kişilerin cezasını tüzel kişilikler
çekmemelidir” şeklinde garabet bir formül uydurdu. Sonra Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)
Başkanı değiştirildi. Kanun gereği, şike yaptığı
iddia edilen kulübe ceza verme eğilimi taşıyan
ve üstelik de o takımın bir taraftarı olan TFF
12
HABER ANALİZ
11. SAYFADAN DEVAM
Başkanı M. Ali Aydınlar, istifa etmek zorunda
kaldı. Daha doğrusu istifa ettirildi. Türkiye’nin
‘hayır’ cephesi, sağduyusu bir dürüst adamın
koltuğunda kalmasını ve savaşmasını sağlayamadı. Türkiye’nin dürüstlük geçmişi, birikimi Aydılar’ın herkesin gözü önünde çiğ çiğ
yenmesine mâni olamadı. Onun yerine, şikeyle
suçlanan kulüplerden birinin hali hazırdaki başkanı TFF Başkanı yapıldı. Dönemin başbakanının ‘babasını ağlattığı’ Yıldırım Demirören’den
başkası değildi o. Nitekim bugün CHP’nin “Şike
yapıldı” dediği referandum için “Evet” vereceğini açıklayan Demirören.
TFF Başkanı değiştikten sonra, şikeye teşebbüs
dahi etse küme düşme cezası öngören TFF Futbol Disiplin Talimatı’nın meşhur 58. maddesi de
değiştirildi. Mevzuat bir bir ‘temizleniyor’, engeller bir bir kaldırılıyordu. Daha önce 12 maçta
şikeyi tespit eden TFF Etik Kurulu, daha sonra
ikinci kez rapor hazırlayıp ‘Şike yok’ dedi. Daha
doğrusu vardı da ‘sahaya yansımamıştı’. Yıldırım Demirören öyle dedi. İtirazı olan? Yok.
Yargıtay, Aziz Yıldırım’ın mahkûmiyet kararını
onadığı halde hiç kimse kendisini yeniden hapse koyamadı. Sonra bu dava da ‘kumpas’ kategorisine alındı ve ‘yeniden yargılama’ yolu açıldı. Sonrası malum. Tıpkı 17 Aralık sonrası gibi…
Türkiye’de ne yolsuzluk vardı ne şike…
Buraya
CHP’den
geldik.
Pardon
Hemen hiçbir konuda yan yana gelemeyen AKP, CHP ve
MHP, bu yasa değişikliğine birlikte onay verdi. Sırf
taraftara şirin gözükebilmek için, popülist bir duruşla
CHP şikeyi meşrulaştırdı
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
13
HABER ANALİZ
12. SAYFADAN DEVAM
YSK’nın açık kanun ihlaline
rağmen gerekli direnci gösterememekle eleştirilen Kılıçdaroğlu, ‘sine-i millet’ baskılarına karşılık da Sadri Şener
gibi “O da nereden çıktı.” diyerek bu sistemin bir parçası olmaya devam kararı almıştı.
Trabzonspor’dan. Ne yaptı Bordo-Mavili kulüp
bu süreçte? Önce bir ligden çekilme söylentisi
çıktı. Sonra dönemin kulüp başkanı Sadri Şener, “O da nereden çıktı” dedi. Çekilme falan
yoktu. Böylece Karadeniz ekibi, ilk defa suçüstü yakalanmış olan Türk futbolunun aynı lekeyle yoluna devam etmemesi için eline geçirdiği tarihi fırsatı tepti. Eyyamcılık yaptı. Dengelere ve korkularına yenildi. ‘Devam’ diyerek
şikeyi meşrulaştırdı. Belki kendisi de onun bir
parçası olduğu için, bu kirli düzenin bir cüz’ü
olarak yoluna devam etti.
Ama Allah var, ısrarla da ‘hakkını aradı’. Önce
2010-11 şampiyonluk unvanının Fenerbahçe’den
alınarak kendi lehine tescilini istedi. TFF reddetti. Bu kez TFF Tahkim Kurulu’na itirazda
bulundu. O da reddetti. Trabzonlu yöneticiler,
“Bu kararı tanımıyoruz” diyordu. Sonra TFF’ye
“2010-11 sezonunda oynanan 12 maçın tescilinin iptali” için başvuru yaptı. O da kabul edilmedi. Laz inadı tutan kulüp, müracaatlarını sınırötesine taşıdı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulundu. AİHM reddetti. Bu
kez FIFA ve UEFA’ya başvuru yaptı. Önce UEFA
Kontrol Etik ve Disiplin Kurulu daha sonra da
UEFA Temyiz Kurulu red kararı verdi. Son olarak Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS)
de Trabzonspor’un itirazını geri çevirdi. Halen
FİFA nezdinde girişimlerini sürdüren BordoMavililer, buradan gelecek olumlu bir kararın
yollarını gözlüyor.
CHP DE TRABZON DA DÜZENİN PARÇASI OLMAYA DEVAM EDİYOR
Fakat bu sırada atı alan Üsküdar’a çoktan tur
bindirmişti. Yeniden yargılama oldu ve mahkeme bu kez Aziz Yıldırım ve diğer yöneticileri beraat ettirdi. Trabzon halkı hala “O kupa
buraya gelecek” diye bekliyor. Bir yandan da
Reis sevgisi sel olup akıyor.
Önceki gün Danıştay, CHP’nin itirazını reddederken AYM Başkanı da “Sakın bize gelmeyin,
reddederiz” mesajı gönderdi. Aynı toplantıda
Kılıçdaroğlu, Binali Yıldırım ile neşeli dakikalar
geçiriyordu. YSK’nın açık kanun ihlaline rağmen gerekli direnci gösterememekle eleştirilen Kılıçdaroğlu, ‘sine-i millet’ baskılarına karşılık da Sadri Şener gibi “O da nereden çıktı.”
diyerek bu sistemin bir parçası olmaya devam
kararı almıştı.
Kimse kimseyi kandırmasın. Türkiye bundan
daha fazlasını hak etmiyor. Bugün Yıldırım
Demirören’i YSK Başkanı yapın, Sadi Güven’i
de TFF’nin başına geçirin bir şey değişmez. Kılıçdaroğlu Trabzonspor’un başkanı olsun, Muharrem Usta ya da Sadri Şener CHP lideri; bir
şey fark etmez. “Bir ülkenin hastanesi ne ise
postanesi de odur” derler.
Trabzonspor yöneticilerinden Murat Türköz, dönemin TS Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’na
“Ligden çekilelim” çağrısı yaparken “Her
gün yeni bir umut, ‘ha bugün, ha yarın
Trabzonspor’un hakkı teslim edilecek’ diye
bekledik. Anladık ki şike devam ediyor.” serzenişinde bulunuyordu. Hacıosmanoğlu o sırada
Erdoğan’ın peşinde miting miting geziyordu.
Bir başka Trabzonspor yöneticisi Gökhan Saral da geçenlerde “2010-2011 sezonu şampiyonu Trabzonspor’dur. Hak arama mücadelemiz şampiyonluk kupamız müzemize gelene
kadar devam edecektir.” diyordu.
Danıştay’ın red kararı sonrası toplanan CHP
Parti Meclisi, 7.5 saatlik toplantının ardından
şu açıklama yapıldı: “Meşruiyeti olmayan bu
halk oylaması ile bunun üzerine inşa edilecek
her türlü otoriter düzenleme ve girişime karşı mücadelemiz her zeminde devam edecektir.”
14
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
VEYSEL AYHAN
YORUM
[email protected]
@veyhann
15 TEMMUZ SAVCISINDAN
ÇOK İLGİNÇ İTİRAFLAR
Karşımızda hırsızlıklarını örtmek için sabahakşam 15 Temmuz darbe girişimini “Hizmet”e
yamamaya çalışıp yalan söyleyen bir iktidar
var. Karşımızda sabah-akşam 20 TV ve 15 gazeteyle yalan püskürtülen bir halk var. Ve iktidarın söylediği yalanları şuursuzca tekrarlayan
bir muhalefet var.
Gerçeklerin ortaya çıkması hiç birinin umurunda değil. Daha ötesini Hayvanlar Çiftliği ve
1984 yazarı George Orwell söylüyor: “Toplum
gerçekten koptuğu ölçüde gerçeği söyleyenden nefret eder.” Son günlerdeki binlerce gözaltını böyle okumak lazım. “Tan yeri ağarınca
hırsızın gözü kararır” derler.
SON YALANLAMA SARAY SAVCILARINDAN
İlk olarak Adem Yavuz Arslan yazdı. Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak gibi gazetecilerle ilgili Savcı Can Tuncay hazırladığı iddianame darbe girişimin ardında “Hizmet”in olduğunu yalanını açıkça tekzip ediyor.
DİKKATLE OKUYALIM DEMEK Kİ NEYMİŞ?
“Teşhis edilenlerden (47 albaydan) iki kişi
hariç diğerlerinin (Bylock kullananlar da dahil) darbe girişimine iştirak ettiklerine dair
herhangi bir tespit bulunmadığı, ayrıca Kurmay Albay seviyesinde olanların dahi darbeci askeri kanat tarafından hazırlanan sözde
atama listesinde isimlerinin geçmediği tespit edilmiştir.”
“Bylock kullandığı tespit edilen 800’e yakın
askeri personelden haklarında darbe girişimi eylemleri veya silahlı terör örgütü üyeliği
suçlarından önceden adli İşlem yapılmayan
yaklaşık 500’ü ... Bylock ve diğer kriptografık haberleşme programlarını kullanan ve terör örgütüyle organik bağı bu şekilde açığa
çıkan askeri personelin çoğunluğunun (somut olayda üçte İkisi kadar) darbe girişimine iştirak etmediğidir.”
ERDOĞAN’IN PARAYA BOĞDUĞU LOBİCİ
Savcının bu ifadelerini şunu hatırlatıyor.
AKP’nin Fethullah Gülen aleyhinde lobi yapsın
diye büyük paralar akıttığı Emekli General Michael Flynn’ın 15 Temmuz darbesi yaşanıyorken
(O sırada ABD’de gündüz) bir konferansta şunları diyordu: “Beraber eğitim aldığımız bir generalle görüştüm. Türkiye’de şu anda bizim
tanıdığımız askerler yönetime el koyuyor ve
siyasal İslamcı iktidarı yerinden ediyor”
SARAY YAZARLARI
15 Temmuz’da 8 ay sonra MİT ve Saray’dan beslenen yandaş yazarlar aynı şeyleri söyledi:
“15 Temmuz ihanetinde F… dışındaki gene-
Emekli General Michael Flynn’ın 15
Temmuz darbesi yaşanıyorken
(O sırada ABD’de gündüz) bir konferansta şunları diyordu: “Beraber
eğitim aldığımız bir generalle görüştüm. Türkiye’de şu anda bizim
tanıdığımız askerler yönetime
el koyuyor ve siyasal İslamcı
iktidarı yerinden ediyor”
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
15
YORUM
14. SAYFADAN DEVAM
ABD ve Alman istihbarat teşkilatlarına, İngiltere Dışişleri
Bakanlığı raporuna ve NATO’dan medyaya yansıyan görüşlere göre 15 Temmuz’un arkasında “Hizmet”in olduğuna dair
‘kanıt’ yok. En uç rapora göre, ‘bireysel katılımlar’ var.
rallerden de büyük katılım olduğu yine somut bir bilgidir.”
“Bu gerçeği inkâr eden komik duruma düşer.
Devletin tüm birimleri bu bilgiyi teyit etmektedir.”
“karma yapı var.”
“Fakat darbecilerin önemli bir kısmı ve özellikle üst tabakanın çoğunluğu biyografik istihbarat açısından incelendiğinde F… asla
değildir. ”
SAVCININ EN KOMİK İDDİASI:
Düşünün Real Madrid Şampiyonlar ligi yarı final maçına çıkacak ama A kadrosunun büyük
kısmını bir sonraki yıla saklıyor, oynatmıyor.
“Yedekler”le çıkıyor.
Savcının tezi böyle naif ve komik. Buyrun okuyun:
“DAHA AZ BİR KISMININ İŞTİRAK ETTİKLERİ”
“Terör örgütünce gerçekleştirildiği bariz olan
bir darbe girişimine bir kısım örgüt mensuplarının iştirak etmemesinin, yıllardır TSK içerisinde yuvalanan ve sıkı tedbir kuralları nedeniyle hücre tipi yapılanmasının boyutları bilinmeyen örgütün bir yöntemi olduğu,
yıllardan beri gelen kadrolaşma süreci nazara alındığında örgüt mensuplarının nispeten daha az bir kısmının darbe girişimine iştirak ettikleri, bu durumun örgütün darbe
girişiminin başarısız olması halinde çoğunluk örgüt mensuplarının Silahlı Kuvvetler
içerisinde kalmasını sağlamak olduğu, terör
örgütünün stratejisinin İkinci bir darbe girişimi veya başka bir eyleminde bu asker şahısları kullanmak olduğu...”
DEŞİFRE ETMEMEK İÇİN BAŞARISIZ OLMAK!
“Açıklanan olgular nazara alındığında terör
örgütünün girişimde bir kısım mensubunu kullanarak geleceğe yönelik tedbirli davrandığı ve
mensuplarının diğer kısmının deşifre edilmemesini temin etme politikası yürüttüğü izahtan varestedir.”
Savcı Can Tuncay, kendince delilsizlikten ne yapacağını bilememiş, güzel güzel itiraf etmiş.
Geçtiğimiz aylarda çıkan raporlar da göz ardı
ediliyor. Zaten medyada sansür olduğundan
halkın haberi de olmadı. ABD ve Alman istihbarat teşkilatlarına, İngiltere Dışişleri Bakanlığı raporuna ve NATO’dan medyaya yansıyan görüşlere göre 15 Temmuz’un arkasında
“Hizmet”in olduğuna dair ‘kanıt’ yok. En uç rapora göre, ‘bireysel katılımlar’ var.
Tüm dünya darbe girişiminden bir gün önce
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile 6 saat
toplantı yapan Hakan Fidan’ın ve karargahta
önlenmiş ve bitmiş bir darbe için halkı sokağa
döken Erdoğan’ın bu işin neresinde olduğunu
biliyor. O sebeple de Erdoğan’a inanmıyorlar.
Halkın durumuna gelince... “İnanmak istemeyeni hiç bir mantık inandıramaz.”
Bu patolojinin psikoloji kitaplarında bir karşılığı var.
İşte birkaç tanım:
“İlkel savunma mekanizmalarından olan
yadsıma; bunaltı doğurabilecek bir gerçeği
yok saymak, görmezlikten gelmektir. Bu sayede insan acıdan kaçmış olur.”
“Herhangi bir gerçeğin deve kuşu misali kafayı toprağa gömerek kesin ve sarsılmaz biçimde yadsınması normal değildir. Bu, psikoloji bilimi de patolojik bir durumdur.”
“Kişinin, önüne deliller konduğunda dahi
gerçekleri reddetmesi, gerçeklikle bağının
ciddi derecede kopmuş olduğunu gösterir.”
16
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
YORUM
EKREM DUMANLI
HABERİN
VİDEOSU
İÇİN TIKLAYIN
EKREM DUMANLI, TR724’E YAZDI
O polis niçin
‘Allah benim’ dedi?
AYNEN ŞÖYLE diyor bir meczup trol: “Din devlettir, devlet dindir. Devlete sahip çıkmak namaz gibi, oruç gibi farzdır, hem de farz-ı kifaye.
Ya Rab, sen devletimize zeval verme.” Bu şahsın
hemen her gün attığı saçma sapan ve bilgisizlik
kokan mesajlarını görünce yukarıdaki cümlelerini
ciddiye almamak gerektiğini düşünüyorsunuz. Ne
var ki din-devlet ilişkisine dair söyledikleri, İslamcılık ideolojisine kendini kaptıran bir kitlenin ortak
düşüncesi haline geldi. Herkes onun gibi aklına
geleni hemencecik yazmayı ve aleme rezil olmayı
göze alamadığı için din-devlet mantığını bu kadar
cahilce ama cesurca ifade etmiyor.
Dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır ki adam
(lar) devlet yönetme meselesini farz-ı kifayeye
benzetirken namazı ve orucu da farz-ı kifaye sanıyor. Cahilce. Namaz, oruç gibi ibadetler farz-ı kifaye değil farz-ı ayndır; yani bazı Müslümanların yerine getirmesi ile diğer müminlerin sorumluluktan
kurtulduğu bir ibadet değildir. Farz-ı ayn her bir
kişiye tek tek farzdır: oruç, namaz, hac, zekat gibi.
Farz-ı kifayenin en anlaşılır misali cenaze namazıdır; bazı müminler cenaze namazını ifa edince
diğerlerinin üzerinden o sorumluluk kalkar. İslamî
literatüre birazcık vâkıf olan herkes bunu bilir.
Hızlı İslamcı, daha farz-ı ayn ile farz-ı kifayenin
farkını bilemiyor ki devlet konusunu namaz gibi
ibadetlere benzetip farz-ı kifaye diyor. Bunun neresini düzelteceksin?
Herkes onun gibi aklına
geleni hemencecik yazmayı
ve aleme rezil olmayı göze
alamadığı için din-devlet
mantığını bu kadar cahilce
ama cesurca ifade etmiyor.
KURAN’DA BİR KEZ BİLE DEVLET GEÇMİYOR
Peki, bu konuda gibi bir hüküm var mıdır İslam’da?
Yani İslam, devlet kurmak için mi gönderilmiştir?
Kuran ve sünnet gibi iki ana kaynak devlet kurmayı dinin özü mü saymaktadır?
Tabi ki hayır!
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
Dinin gayesi, Kuran’ın nazil olmasının maksadı,
Hazreti Peygamber’in (sav) irşat ve tebliğ yapmasının sebebi devlet kurmak değildi. İslam’ı devlet
kurmaya/yönetmeye indirgediğinizde o muazzam dini tamamen dünyevileştirmiş, sıradan bir
ideoloji haline getirmiş, onun cihanşümul ufkunu
kendi yaşadığınız kümesin anahtar deliğine sıkıştırmış olursunuz.
Kuran’da bir kerecik olsun ‘devlet’ kelimesinin geçmemesi (Dileyen Diyanet’in İslam ansiklopedisindeki devlet maddesine bakabilir) aklı başında her
insan için bir mana ifade ediyor olmalı. Kuran’da 6
bin küsur ayet içinde bir kerecik bile olsa “Ey iman
edenler devlet kurun” manasına gelecek bir ifadenin yer almaması da net bir gerçeğin ifadesidir:
İslam’ın aslî gayesi devlet yönetmek değil, insanın
iki cihanda mesut kılınması ve Rabb’ini tanıyarak
ve O’nun yarattığı her şeye saygı-sevgi besleyerek iyilik yapması ve huzura ermesidir…
Cibril hadisi diye bilinen o meşhur rivayette net
bir şekilde anlatıldığı gibi din üç temel esasa dayanıyor: İman-İslam-ihsan; yani inanç-ibadet-ahlak. Hazret-i Cebrail’in sorduğu ilk üç soruda bu
üç kavramı detaylı bir şekilde anlatan Hazreti Muhammed (sav) bundan sonraki sorulara (Ahir zamana dair sorulardı onlar) ayrıntı gözüyle bakıyor…
İslam bir dindir. Nokta! Daha ötesi yok. İşte bu din
somut, bütün zaman mekan ve insanlar için geçerli bir rejim önermiyor, sistem dayatmıyor.
İSLAM’IN DEVLETTEN BEKLEDİĞİ NE?
Peki, ne öğütlüyor? Devlet yönetiminde temel
esaslar, ilkeler, normlar ortaya koyuyor ve onların
17
YORUM
16. SAYFADAN DEVAM
hayata geçirilmesini istiyor. Nedir bunlar? Adalet,
şûra, istişare, hürriyet, eşitlik, ehliyet, liyakat… İslam’ın emrettiği bu ilkeler hayata geçirildiği ölçüde
yönetim şekilleri İslam’a muhalif görülmüyor. Bu
nedenle her çağda yönetimler kendini İslamî görmüş, Müslümanlar da değişik yönetim biçimlerini
yukardaki ilkeler açısından İslamî saymışlardır. Bu
nedenle o günün şartlarına ve temel ilkelerin ihyasına binaen devleti bir padişahın yönetmesine
de sıcak bakılmıştır, parlamenter sisteme de. Meşrutiyeti de, cumhuriyeti de, demokrasiyi de İslamî
bulan İslam alimleri/dünyası, gayet iyi biliyordu ki
Kuran ve sünnette emredilen yol, adaletin tesisine
dayanıyor; belli bir sistemin dayatılmasına değil.
İSLAMCILARIN YAŞADIĞI DEĞİŞİM
Bu yazının asıl mevzu, Türkiye’deki İslamcıların
yasadığı değişim ve başkalaşım. Devlet düşmanlığı ile yola çıkan, devlet mekanizmasının zalimce
kullanıldığını savunan, bu fikirlere ayniyle inanmayanlara “devletçi” yaftası yapıştırarak onları
aforizma çemberine alan siyasal İslamcılar, iktidar
koltuğuna oturunca tepeden tırnağa devletin kölesi haline geldiler. Bir zamanlar devlet kavramını her daim “put”, “Tağut” gibi kavramlarla yâd
eden ve meydanlarda “Laik devlet, yıkılacak elbet” diye bağıran siyasal İslamcılar, artık her gün
devleti kutsamakla, ona dinde olmayan manalar
yüklemekle sadakatlerini sunuyor.
Siyasal İslam muhalefette iken hep adaletten bahsetti durdu; ama iktidarı ele geçirince zalimlerden
daha zalim bir canavara dönüştü. Rüşvet, hırsızlık,
yolsuzluk, usulsüzlük devlet zırhına büründü ve
bu korkunç günahlar devlet için yapılıyormuş gibi
sunuldu. Bu, çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun ört
bas edilmesi için İslam’ı kalkan gibi kullanmaktan
Siyasal İslam iktidarı ele geçirince
zalimlerden daha zalim bir canavara dönüştü.
Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, usulsüzlük devlet
zırhına büründü ve bu korkunç günahlar
devlet için yapılıyormuş gibi sunuldu.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
başka bir şey değildir. Mazide de örnekleri vardır
bu çarpıtmanın; ancak bu kadar pervasız, bu kadar seviyesiz bir devlet seviciliği hiç yapılmamıştı.
Görünen o ki İslam dünyası (en başta da siyasal
İslamcılar) devlet kavramını doğru bir yere oturtmadıkça ne bireyin değeri anlaşılacak, ne toplumun. Her konu inanç eksenli siyaset üzerinden
okunduğunda da tekfirlerle başlayan kaos, kıtaller ve zulümlerle devam edecek. Bu kafa, ne İslam
dünyasına huzur getirebilir ne yeryüzüne…
DEVLET NE Kİ ŞERİK KABUL ETMESİN?
Yıllar önce bir generalin şöyle dediğini duymuştum: “Hizmet Hareketi iyi işler yapıyor ama devlete şirk koşuyor.” Anlaşılan o ki, adamın kafasında
devlet Tanrı gibi bir şey; o yüzden devlete şirk koşulamaz diye düşünüyor. Ne acıdır ki yıllar sonra
siyasal İslam’ın iktidarını temsil eden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Allah şirk, devlet de şerik kabul etmez” gibi bir laf ediverdi. Devlet ne ki şerik
(yani ortak) kabul etmezmiş?
18
YORUM
17. SAYFADAN DEVAM
Doğru olan şudur: İslam’a göre Allah şirk kabul
etmez ama devlet şerik kabul eder. Hazret-i Peygamber’in istişare uygulamaları bunun örnekleri
ile doludur. Günümüz devlet anlayışında ise aslolan katılımcı ve çoğulcu yönetimlerin hayata geçirilmesi, kuvvetler ayrılığı sayesinde hem katılımın
sağlanması hem de iç denetimin ifa edilmesidir.
Devlet denen mekanizmayı şirk ile şerik ile izah
etmeye ve yönetimi bir kişiye/bir partiye bağladığınızda despotik bir rejim üretmiş olursunuz.
Bu hatayı kapatabilmek için İslami argümanların
arkasına saklanmak ise kaba bir susturma metodudur.
Devlete tapınmanın arka planındaki zihniyet çarpıklığı, devleti Tanrı gibi görmekte. Devlet dediğiniz ve her gün tapındığınız mekanizma, aslında
bireyin ve toplumun mutluluğu ile görevli aygıttır sadece. Adaleti ayaklar altına aldığında, bireyi
inancından, hayat tarzından vs. dolayı hırpaladığında ise hiçbir kıymeti kalmaz devletin.
Bekir Bozdağ gibi vaktiyle ilahiyat okumuş biri,
devlet kavramını tevhit akidesine dayanan terminoloji ile anlatmaya çalışır ve devleti kutsamak
için şirk-şerik benzetmesi yaparsa dengesizin biri
de çıkar “Din devlettir; devlet de din” deyiverir.
BİR PARTİ POLİSİNİN HEZEYANLARI
Daha kötüsüne de şahit olduk: Erdoğan rejimi,
Kutlu Doğum Haftası’nı değerlendirmek isteyen
dindar insanların üzerine onlarca polis gönderdi,
kutlamaya gelen herkese meydan dayağı atıldı.
50’den fazla insanın göz altına alındığı Adana’daki olayda, haddini bilmez bir parti polisinin “Allah benim, devlet benim!” diye höykürmesi tarihi
kayıtlara geçti.
Bekir Bozdağ gibi vaktiyle
ilahiyat okumuş biri, devlet
kavramını tevhit akidesine
dayanan terminoloji
ile anlatmaya çalışır ve
devleti kutsamak için şirkşerik benzetmesi yaparsa
dengesizin biri de çıkar
“Din devlettir; devlet de din”
deyiverir.
Kendine (haşa) “Ben Allah’ım” demesinin hemen
ardından “Ben devletim” demesi bir güvenlik görevlisinin zihni arka planını ve şuur altı hezeyanını açığa çıkarıyor. Tarih şahittir ki “Ben sizin en
âlâ Rabbinizim” diye kendini cinnete kaptıran irili
ufaklı herkes, kendi iktidarına atıf yapmıştır…
Serserice söylenmiş bir laf gibi geliyor size değil
mi? Hayır. O korkunç zulüm manzarası ve orada
sarf edilen o saygısız cümle, siyasal İslam’ın devlete tapınmasında vardığı uçurumun fotoğrafıdır.
Kameralar önünde o hadsiz lafı sarf eden, kim bilir karanlık hücrelerde işkence yaparken hangi azgın/taşkın sözcükleri kullanıyor? Tevhit akidesi bu
kadar göz ardı edilir, bütün gayeler ve kutsallar
iktidar olma amacına odaklanırsa sonuç elbette
böyle olur!
19
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
MEHMET YILDIZ
[email protected]
HABER YORUM
ERDOĞAN’IN BAĞIMSIZ
YARGI KORKUSU (2)
ADALET DAĞITAN DEĞİL, ÇAY TOPLAYAN
YARGI
28 Şubat’ta hakim ve savcıları gruplar halinde Genelkurmay’a toplayıp brifing veren askerler gitmiş yerine Erdoğan ve yakınları gelmiş. Bir
düdük sesiyle toplanıyorlar, bir düdük sesiyle çay
toplamaya gidiyorlar, bir düdük sesiyle Saray’a
koşuyorlar…
ABD Başkanı Obama’nın karşısında ayağa kalkmayan ABD yargıçlarının aksine Erdoğan karşısında düğmeleri olmayan cübbeleri iliklemeye
yeltenen yüksek yargı başkanları sözde bağımsız ve tarafsız yargıyı temsil ediyorlar.
***
İKTİDARIN HOŞUNA GİTMEYEN KARAR VEREN
HAKİME 10 YIL HAPİS
Yüksek yargının iktidar karşısındaki tutumu böyle olunca ilk derece yargı mensuplarının durumu
elbette çok daha vahim.
Başlarında HSYK’nın sürgün, açığa alma ve ihraç sopaları sallanan hakim ve savcıların önlerinde 4000’den fazla meslektaşının akıbeti ibret
levhası olarak duruyor. Saray’a rağmen dosya-
daki delillere bakıp vicdanıyla karar verebilmek
neredeyse imkansız. Bunun ilk çarpıcı örneğini 25 Nisan 2015’te, Silivri’de tutsak Hidayet Karaca ve bazı polisler için tahliye kararı verdikleri
için tutuklanan hakimler Mustafa Başer ve Metin
Özçelik’te gördük.
Bu olay üzerine toplanıp tahliyeleri engelleyen
HSYK’ya sert çıkan Erdoğan, “HSYK’nın başlatmış olduğu toplantı geç kalmış bir toplantıdır”
dedi. Hemen ardından açıklama yapan HSYK 2.
Daire Başkanı Mehmet Yılmaz’ın “Özür diliyorum, kararımız gecikti” demesi tarihe geçti.
Halbuki bir hakim yanlış karar bile verse, buna
karşı izlenecek yol, hukuk içindeki mekanizmaların çalıştırılarak düzeltmektir. Hakimler Savcılar Kanunu madde 88’e göre “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında suç işlediği ileri sürülen hakim ve savcılar
yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz,
sorguya çekilemez.”
Bu iki hakimi yargılayan Yargıtay 16. ceza dairesi, tutuklanmalarına neden olan kararı verdiklerinin tam da 2. yıldönümünde, 10’ar yıl hapse
mahkum ederek görevde bulunan bütün hakim
ve savcılara ‘sübliminal’ bir mesaj vermiş oldu.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
20
HABER YORUM
19. SAYFADAN DEVAM
Obama’nın karşısında ayağa kalkmayan ABD yargıçlarının aksine Erdoğan
karşısında düğmeleri olmayan cübbeleri
iliklemeye yeltenen
yüksek yargı başkanları sözde bağımsız ve tarafsız yargıyı temsil ediyorlar.
***
YARGI KARARINA NE HACET…
Karaalioğlu, Başbakan Erdoğan’a sorduğu soruda ‘cemaat’ ifadesini kullanınca Başbakan hemen araya girip “cemaat ifadesini bir daha kullanma bunlar cemaat değil” dedi. Karaalioğlu
bunun üzerine ifadesini ‘oluşum’ diye değiştirince Başbakan, “Niye korkuyorsun? Bunlar örgüt” diye kızdı. Halbuki bu konuda alınmış bir
yargı kararı yoktu. Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından alınmış bir karar hala yok. En
son iki gün önce AKPM’de AKP’li milletvekillerinin hizmet hareketine FETÖ denilmesi önerisi
reddedildi.
CAN DÜNDAR’A CASUS VE VATAN HAİNİ DEDİ
Sırf haber yaptığı için casus ve vatan haini olarak nitelediği gazeteci Can Dündar’ı hedef aldı.
‘Bunların derdi Türkiyenin imajına gölge düşürmek. Bunu özel haber olarak yapan kişi de bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu”
diyerek mahkemelere talimat verdi.
Dündar ve Gül tutuklandı, 3 ay cezaevinde kaldıktan sonra AYM’nin ihlal kararıyla yargılandıkları mahkeme tarafından tahliye edildi.
Erdoğan, dosyanın savcısına çağrıda bulunarak tahliye kararına itiraz etmesini istedi:
“Evet ortada bir Anayasa ihlali vardır. Ama
Anayasa’yı ihlal eden ben değilim. Bu Anayasa Mahkemesi’nin karar merciinde olanlardır.
Bu ihlali maalesef göz göre göre yapmışlardır.
Birinci mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararına uydu. Ama bu işin bittiği anlamına gelmez. Savcı karara itiraz edebilir. İtiraz durumunda, bir üst mahkeme yeni bir süreci başlatabilir. Bize de bu durumda, yargının bu işleyişini izlemek düşer” dedi.
Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda casusluk
ve hükümeti devirmek suçlarından beraat kararı verdi. Can Dündar kararın verildiği gün adliye önünde kurşunlandı. Ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Kararı veren mahkemenin bir üyesi
şimdi cezaevinde tutuklu.
ALMAN GAZETECİYİ TERÖRİST İLAN ETTİ
13 Nisan’da bir televizyon kanalında konuşan Erdoğan, Yücel’in Almanya’ya iade edilmesine de
değindi, “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” dedi. Erdoğan, gazeteci Deniz Yücel’in PKK ile bağlantısı olduğu
iddialarına yönelik de bir kez daha “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist”
yanıtını tekrarladı. Halbuki bu olayda da ortada
bir mahkeme kararı yok.
HAPİSTEKİ GAZETECİLER
Geçen ay yaptığı bir konuşmada Erdoğan şunları söyledi: “Şimdi bu gazeteciler, ‘Listesini verin’
dediğimizde gelen isimlere bakıyoruz. Yurt dışı
için söylüyorum; içlerinde katilden soyguncuya,
çocuk istismarcısından dolandırıcıya kadar herkes var. Gelen listede sadece gazeteci yok. Geçenlerde ülkemize 149 tutuklu ismin bulunduğu
bir liste geldi. Arkadaşlarımız baktılar ki bu listenin 144’ü terör suçundan, 4’ü adi suçlardan cezaevinde bulunuyor.
Halbuki 9 aydır cezaevinde tutuklu bulunan gazeteciler hakkında 3’er defa ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen iddianameler ortaya çıktıkça görüldü ki, yazı yazmak, haber yapmak ve konuşmaktan başka bir suç delili yok. Ama olsun,
Reis terörist demişse hepsi teröristtir!..
***
REZA’YI TÜRK HAKİMLERİNE EMANET
ETMEK İSTEDİ.
Bir başka örnek, 17 - 25 Aralık 2013 yolsuzluk so-
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
ruşturmalarında da sanık olarak kısa bir süre gözaltına alınan Reza Zarrab daha sonra serbest
bırakılmış ve hakkındaki suçlamalar da düşürülmüştü. Ak-lanan Zarrab, yandaş televizyonlara
çıkıp aslında ne kadar iyi bir vatandaş olduğunu
anlatmalara doyamadı.
22 Mart 2016’da ajanslara düşen son dakika haberleri Zarrab’ın ABD’de tutuklandığını bildiriyordu. Önceleri oralı olmuyormuş havasına bürünen Erdoğan, sonradan işin rengini öğrenince
‘Reza Türkiye vatandaşıdır. hukukunu aramak
zorundayız.’ diye çırpınmaya başladı. Obama
yönetimi, Reza’nın Türkiye’ye verilmesi taleplerini ABD yargısı bağımsızdır diyerek topu mahkemelere attı.
Türk yargısına istediği gibi talimat verip istediği
sonucu almayı başaran Erdoğan için anlaşılması güç bir durumdu bu. Yılmadı. Zarrab için Türk
milletinin vergileriyle tuttuğu avukatlar ve lobicilerine oluk oluk para akıttı. Üçüncü dünya ülkelerinde her kapıyı açan Erdoğan yöntemlerinin Trump’ın ABD’sinde işe yarayıp yaramayacağını zaman gösterecek.
Erdoğan 25 Nisan 2017 günü Reuters’e verdiği mülakatta “Sarraf benim vatandaşımdır ve
devletlerin bir görevi de vatandaşlarının hukukunu korumaktır. Bir suçu varsa Türkiye’ye
bildirilir ve gereği yapılır ama yoksa bazı şeyler uydurularak insanlar tutuklanırsa, vatandaşına sahip çıkamayan ülke konumuna düşersiniz” diyerek bir kere daha Reza’yı kurtarma
konusundaki kararlılığını gösterdi.
Ah nerede Türk yargısı. Olsalardı, Reza çoktan
özgürlüğüne kavuşmuş, şimdilerde cari açığı kapatmakla meşgul oluyor olacaktı.
SAVUNMA HAKKI ÇÖKERTİLDİ
Savunma hakkı gerek iç hukukta gerekse evrensel hukukta adil yargılanmanın en temel unsurlarından biri. Savunma hakkı olmazsa, adil yargılama yapılamaz.
Hizmet hareketini yok etmeye dönük yargılamalar esnasında Saray’a bağlı yargıçları en çok zorlayan avukatlar oldu. Ortada bir suç olmayınca,
yapılan savunmalar karşısında hakimlerin kıvrım
kıvrım kıvrandığına çok şahit olduk. Böyle olunca olmayan suçtan silahlı terör örgütü kararı çıkartmak neredeyse imkansızdı. İktidarın buna
karşı bulduğu çözüm avukatları sindirmek oldu.
Olmayan terör örgütünün avukatlığını yapmak
da terör örgütü üyeliği için delil sayıldı. Bu yüzden 300’e yakın avukat tutuklandı. Bu dsayıdan
21
HABER YORUM
20. SAYFADAN DEVAM
daha fazlası da mesleğini yapamaz hale geldi.
Seri katillerin veya organize suç örgütlerinin bile
avukatlarının mesleğini rahatça icra ettiği yerde,
hiçbir suçu olmadığı halde sırf cemaate yakınlığı
nedeniyle haklarında adli işlem yapılan yüzbinden fazla kişi ya avukat bulamadı ya da buldupu
avukatlara büyük paralar vermek zorunda kaldı.
Birkaç gönüllü hukukçunun, avukat bulamayan mağdurlar için kurduğu internet sitesi üzerinden örnek dilekçeler yayınlaması bile koskoca Cumhurbaşkanı’nın gözüne battı, ‘Mağduriyetim giderilsin diye başvuranlar var! Dilekçeler sanki aynı kalemden çıkmış! Bunlar namussuz! Aynı merkezden çıkıyor, aynen devam ediyorlar.’ sözlerini sarf ederek, hak arayan vatandaşları namussuzlukla suçladı.
YARGIY TROLLERE EMANET
Geçtiğimiz günlerde ağır ceza mahkemesinde
yargılaması devam eden 29 gazeteciden 21’inin
mahkeme tarafından tahliye edilmesi üzerine
harekete geçen troller ‘vatan elden gidiyor’ nidalarıyla HSYK’yı göreve çağırdı. Saray’dan mı,
HSYK’dan mı bilinmez, kimden talimat geldiyse gündüz tahliye ettiği 21 gazeteciyi akşam saatlerinde tekrar gözaltına almak zorunda kalan
hakimler kendilerini zor kurtardılar. Bir kısmı da
kurtaramayıp görevden alındı.
HSYK’nın daire başkanları bir yargı mensubu gibi
davranmaktan daha çok yönettikleri iddia edilen trol hesaplar bir yana, işi gücü bırakıp sosyal
medyada ‘çıt çıt çıt’ twit atmakla meşguller.
Bize de Ziya Paşa gibi şunu demek düşüyor:
Kâdı ola da’vâcı vü muhzır dahî şâhid,
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?
***
Sonraki yazı: Anayasa Mahkemesi ve AİHM
22
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
YORUM
KİME DİKTATÖR DENİR?
NE OLUNCA SOYKIRIM OLUR?
KEMAL AY
EVET, TARIHI kazananlar yazıyor. Eğer Adolf Hitler savaşı kazanabilseydi kimse ona ‘diktatör’ demeyecekti belki de. Ya da ABD savaşı kaybetseydi, Japonya’ya attığı atom bombalarından ötürü
Başkan Henry S. Truman ‘insanlığa karşı suç’ ile
yargılanacaktı. Tarihin hükümleri her zaman keskin gündelik sonuçlara dönüşmeyebilir. Ama tarihin pek çok şeyi kaydettiğini, bugün olmasa da
yarın bunların açığa çıktığını görüyoruz.
İtirazlara rağmen ortak kanaate ulaşmış, delilleriyle birlikte apaçık ortada olan örneklere bakarak, bugünkü ya da yakın tarihteki olayların aslında neye karşılık geldiğine dair fikir yürütüyoruz
çoğunlukla. Kime diktatör dendiği, neyin soykırım
olduğu da böyle ortaya çıkıyor biraz.
REICHSTAG YANGINI
KARARLARINI DUYDUNUZ MU?
Almanya’da 27-28 Şubat 1933 günleri yaşanan Reichstag yangını ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz.
Hollandalı bir anarşistin çıkardığı yangın (evet,
bir terör eylemidir) iktidardaki Nazi Partisi tarafından Komünist Parti’nin ‘iktidarı ele geçirme’
olarak adlandırılır ve hükümet hemen olağanüstü
[email protected]
AFP
hâl ilan eder. Böylece hükümetin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi de olur. Bu,
olağanüstü bir güçtür zira artık Hitler’in, bakanlar
kuruluna bile ihtiyacı olmadan ve yargıyı asla kafasına takmadan yasa çıkarabilmesi mümkündür.
Kısa süre içerisinde de zaten Yahudilerin bütün
sosyal haklarını elinden alacaktır.
Reichstag Yangını Kararları adı verilen bu KHK’lar,
ne kadar süre devam etmiştir sizce? Tam 12 yıl.
Hollandalı bir anarşistin
çıkardığı Reichstag yangını,
iktidardaki Nazi Partisi
tarafından Komünist
Parti’nin ‘iktidarı ele
geçirme’ olarak adlandırılır
ve hükümet hemen
olağanüstü hâl ilan eder.
Böylece hükümetin Kanun
Hükmünde Kararname
(KHK) çıkarma yetkisi de
olur.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
23
YORUM
22. SAYFADAN DEVAM
İspanya’yı 1936’dan 1975’te ölümüne kadar yöneten General
Franco, ülkenin bir ‘Monarşi’, kendisinin de 1930’ların
başında devrilen İspanyol Krallığı’nın en sıkı taraftarı (hatta
Kral naibi) olduğunu savunur.
Yani 1945’te Hitler ölene ve İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya mağlup olana kadar, ülke Reichstag
Yangını’nda elde edilmiş bu süper yetkilerle yönetilir. Biraz da bu yüzden Hitler’e diktatör demişler.
STALİN’İN GEÇMİŞİ TEMİZLEME ÇABASI
Sovyet Rusya’da 1930’lu yıllarda yaşanan ‘The
Great Purge’ (Büyük Temizlik) Lenin’den sonra
Komünist Parti’nin başına geçen Josef Stalin’in
bir ‘öngörüsüne’ dayanır: Dışarıda savaş, içeride
isyan ihtimali artıyor.
Stalin’i bu noktaya getiren, Komünist Parti’de liderliğinden rahatsız olanların artmasıydı. 1917’deki
Bolşevik Devrimi’nin önde gelen isimlerinden Martemyan Ryutin, Stalin’in özellikle köylülere karşı
tutumunu ‘sert’ buluyor, onu zorla da olsa iktidardan uzaklaştırmak ve devrimin fabrika ayarlarına
dönmek gerektiğini düşünüyordu. Yalnız değildi,
Troçki ve Bukharin de Stalin’in karşısındaydı.
Stalin yönetimi, köylülere ‘gereğinden fazla kazandığı’ gerekçesiyle keyfî vergiler uyguluyor,
sanayileşme sonrası köylerden şehirlere yoğun
göçlerden ötürü de buralarda çıkacak bir rahatsızlıktan çekiniyordu. Buna 1932’deki büyük kıtlık
da dâhil olunca, Stalin isyan ve savaş bahanesiyle
‘demir yumruğunu’ indirme ihtiyacı hissetti. Sovyet Rusya ‘güçlü’ kalmak zorundaydı.
Büyük Temizlik, Stalin’in en çok güvendiği istihbarat teşkilatının liderliğinde sürdürülür. Öyle ki
istihbarat başkanı Nikolai Yezhov’un adıyla anılır
(Yezhov’un Zamanları). Devrim, kısaca kendi evlatlarını yer. Stalin parti içindeki rakiplerini tasfiye
eder.
İLÂN EDİLMEMİŞ KRAL: FRANCO
Toplama kampları, idamlar, hapisler, sürgünler…
Stalin’in tasfiye sürecinin en sembolik kısmı, devlet arşivlerindeki fotoğraflardan ve yazılı belgelerden de ‘muhaliflerin’ silinmesidir. Diktatörler,
Stalin’de görülebileceği üzere, ‘sembollere’ aşırı
önem verirler. Çoğu zaman da asıl niyetlerini gizleyerek hareket ederler. Mesela İspanya’yı 1936’dan
1975’te ölümüne kadar yöneten General Franco,
ülkenin bir ‘Monarşi’, kendisinin de 1930’ların başında devrilen İspanyol Krallığı’nın en sıkı taraftarı
(hatta Kral naibi) olduğunu savunur. Ancak hiçbir
zaman kraliyet ailesinin resmi varislerinin taç giymesini istemez, bilakis kralların giydiği askerî üniformayı giyerek adeta kendisini bu göreve layık
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
görür ama asla kendisi söylemez, etrafındakilere
söyletir.
PRAGMATİST ZANNEDİLİYORDU
İtalyan diktatör Benito Mussolini’nin iktidara geliş
hikâyesi de ilginçtir. 1922’de kara gömlekli faşist
öğrenciler Roma’ya yürüyüş düzenlediğinde, Milano’daki evinde oturmaktadır. Kral, öğrenci hareketini bastıramayacağını anlayınca Mussolini’ye
hükümeti kurma görevi verir. Sebebi, Mussolini’nin pragmatist bir siyasetçi olarak nam salmasıdır. Ancak ondaki ‘güç şehveti’ çok sonra keşfedilecektir. Dış politikada ‘İtalya’nın doğal nüfuz
alanları’ tezini savunur ve İtalyan kültürüyle ‘iç içe’
gördüğü bütün diğer bölgelere müdahale eder.
Roma İmparatorluğu’nu canlandırmaya çalışır.
İçeride, baskıcıdır. 1926’daki kendisine yönelik suikast girişimini, muhalefet partilerini yasa dışı ilân
ederek fırsata çevirir.
1925’te bir Noel gecesi Meclis’ten çıkarttığı bir
yasayla, Benito Mussolini “Bakanlar Konseyi’nin
başkanı” olan makamını, “Yürütmenin Başı” hâline getirir. Fiilî tek adam rejimini böylece tamamlar.
24
YORUM
23. SAYFADAN DEVAM
DIŞA BAĞLI EKONOMİYE
EMİR VEREBİLİR MİSİNİZ?
Benzer bir rejim değişikliğine 1974’te Romanya’nın
diktatörü Çavuşevsku da gidecektir. Yeni sistemde beş yılda bir seçilecek başkan, yürütmenin başı
hâline gelir. Çavuşevsku, her şeyi emrederek yapabileceğini sanan diktatörlerdendir. 770 numaralı Kanun Hükmünde Kararname ile, beş ve daha
fazla çocuğu olan kadınları ‘ulusal kahraman’ ilan
eder ve maaş bağlar. Ayrıca Romen halkının çoğalması için boşanmaları da istisnalara bağlı hâle
getirir. Ekonomiyi de KHK’larla kurtaracağını zanneder ancak ülkeyi dış borç batağına sokmaktan
başka bir şey yapmaz.
Bu isimlerin hiçbiri kendilerinin diktatör olduğunu
düşünmüyordu muhtemelen. 1975 ile 1979 arasında sadece dört yıl Kamboçya’da başbakanlık yapan Pol Pot, gerilla ordusu Kızıl Kmerlerle birlikte,
7 milyonluk ülkede 2 milyona yakın kişiyi öldürtmüştü. Yeni bir Kamboçya ulusu yaratacağını vaat
eden Pol Pot, ‘Sıfır Yılı’ dediği iktidar döneminde,
birkaç milyon köylü dışındaki insanlara ihtiyaç olmadığını savunmuştu. Gözlüklü insanları, okuma
yazma bilenleri öldürerek işe başladı. Eğitimli in-
Kral, öğrenci hareketini bastıramayacağını anlayınca
Mussolini’ye hükümeti kurma görevi verir. Sebebi,
Mussolini’nin pragmatist bir siyasetçi olarak nam salmasıdır.
Ancak ondaki ‘güç şehveti’ çok sonra keşfedilecektir.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
Benzer bir rejim değişikliğine
1974’te Romanya’nın
diktatörü Çavuşevsku da
gidecektir. Yeni sistemde beş
yılda bir seçilecek başkan,
yürütmenin başı hâline
gelir. Çavuşevsku, her şeyi
emrederek yapabileceğini
sanan diktatörlerdendir.
san sevmiyordu… Ölümüne yakın kendisine pişman olup olmadığı sorulduğunda, vicdanının çok
rahat olduğunu, hiçbir şeyi tek başına yapmadığını savunacaktı.
KEYFÎ İDARENİN KAÇINILMAZ SONU
Yukarıdaki örneklerde görülebileceği gibi diktatörlüğün alâmetifarikası keyfi idare (canının istediğini yapabilme), muhalefet sevmezlik ve korku. Evet, hemen hepsi o koltuğu bıraktıkları anda
yargılanacaklarını, güçten ve gözden düşeceklerini bildiği için ölene kadar iktidarda kalabilmeyi
amaçlamış.
Bu sebeple de diktatörler soykırımlara, büyük
katliamlara, kitleler halinde insanları hapse atmaya ya da sürgüne yollamaya karar vermiş. Tarihte
bıraktıkları iz, hep kanlı olmuş. Diktatör olarak tarihe geçip de, işkence yapmayan, katliama, şehirleri yerle bir etmeye bulaşmayan yok neredeyse.
(Gerçi bunları yaptığı hâlde diktatör olarak anılmayanlar da var. Mesela Belçika Kralı II. Leopold,
Kongo’da milyonlarca insanın ölümüne sebep olduğu hâlde ‘diktatör’ payesi elde edemedi. Ama
Belçikalılar onu hayırla yâd etmiyor.)
SOYKIRIM NASIL GELİR?
Peki, soykırıma nasıl varılıyor? Bir diktatör, adamlarını ve toplumun en azından bir bölümünü bir
soykırıma nasıl ikna ediyor?
25
YORUM
24. SAYFADAN DEVAM
Soykırım İzleme Örgütü’nün internet sayfasında,
‘Soykırıma götüren 8 adım’ isimli bir yazı var. Şöyle başlıyor hikâye: Önce bir grubu ‘sınıflandırıyor’
ve hedef hâline getiriyorsunuz. “Bunlar…” diye
başlayıp o grubun hatlarını çiziyorsunuz. Genelde
kötü sıfatlarla tarif ediyorsunuz. Ardından onlara
bazı ‘semboller’ veriyorsunuz. Hitler, Yahudilere
kıyafetlerinin üzerine sarı Davut yıldızı nakşetmeyi şart koşmuştu mesela. Bazen de bu semboller,
derinize işlemiştir. Deriniz siyah olduğu için de
hedef olabilirsiniz. Ermeni ya da Süryani doğduğunuz için bir devlet sizi ölüme gönderebilir… Ardından ‘insandan saymama’ (dehumanization)
geliyor. Belirlediğiniz grubun insan olmadığını,
haliyle insanlar için belirlenmiş ‘haklara’ sahip olmadıklarına ikna ediyorsunuz insanları. İnsanlar
çabucak ikna oluyorlar buna inanın.
Bir sonraki aşama organizasyon. Hukukî altyapıyı,
paramiliter gruplarla şiddetin nasıl uygulanacağını belirliyorsunuz. Bir anda binlerce insan ‘yasa
dışı’ ilân ediliyor, hareket kabiliyetleri azaltılıyor
(mesela pasaportları iptal ediliyor). Sonraki aşama kutuplaşmanın harlanması. İnsanların şiddete
teşvik edilmesi bir bakıma. Hazırlık aşamasında
ise şiddetin yöneltileceği grup toplumdan soyutlanarak toplama kampı gibi yerlere götürülüyor
ve insanlar bir daha onlardan haber alamıyor. Artık imha etmek (extermination) kolaylaşıyor. Zira
muhataplar insan yerine konmadığı için adeta
fazla emtia gibi ‘imha ediliyor’. Sekizinci aşama
ise ‘inkâr’. Bunun bir soykırım olduğunu ısrarla
inkâr ediyor ve başlarına geleni ‘hak ettikleri’ tezini savunuyorsunuz.
TARİH ORADA ÖYLECE DURUYOR
Bütün bunları yaşadığı hâlde soykırıma uğradığına
kimseyi ikna edemeyenler de var. Bazen de ‘imha’
sürecinin şartları değişebiliyor. Başınıza bombalar
yağdığı, yaşadığınız şehir sakinleriyle birlikte yok
edildiği hâlde, ‘soykırım’ kelimesini kullanamayabilirsiniz.
Tarih orada öylece duruyor. Herkesin yaptıkları
kayıt altında. Kime diktatör dendiği de belli, neye
soykırım dendiği de. Kelimeleri tartışmak yerine
belki de harekete geçmek gerekir. Meşruiyetini
çoktan yitirmiş politikacıları desteklemeyi bırakmak ya da apaçık zulüm olan olaylarda mazlumdan yana olmak, çok zor değil. Kimseye bakarak
tavır belirlemek zorunda da değilsiniz. Boş verin
siyaseti, ulusal çıkarları, sonradan icat edilen kurgu yapıları… İçinizden geldiği gibi, zulme zulüm
deyin. Sağa sola değil, aynaya bakın ve söyleyin.
Çünkü içimizdeki kötülükle yüzleşmeden, nedamet getirmeden, kurtuluş yok.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
26
SPOR DOSYA
SİYAHÎ
TEKNİK
ADAMLARIN
TEK
EKSİĞİ
FIRSAT
TANINMAMASI
EFE YIĞIT
[email protected]
AFP
İNGILTERE’DEN SONRA en çok siyahî oyuncuların bulunduğu ülkeler Fransa ve Hollanda. Fransa
Milli Takımı’nın iskeletini uzun yıllardır farklı etnik
kökenlerden gelen oyuncular oluşturuyor. Öyle ki
1998 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Şampiyonası’nda kupayı kaldıran Fransa’da ‘yerli oyuncu’ sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Fransa’nın
‘altın kuşağı’nın ‘beyaz’ temsilcilerinden Laurent
Blanc ve Didier Deschamps’a büyük takımların
kapısı sonuna kadar açılırken, aynı dönemin siyahî
yıldızları Marcel Desailly, Lilian Thuram ve Patrick
Vieira kramponlarını çıkardıktan sonra antrenörlük elbisesi giyme şansını elde edemedi. Bu isimlerden Vieira ülkesi Fransa’da bulamadığı teknik
adamlık şansına ABD’de ulaştı. Vieira, ABD liginden New York City FC takımını 2016’da çalıştırmaya başladı. Fransa Ligue 1’de siyahi oyuncunun top
koşturmadığı takım yok ancak iş kenar yönetimine gelince ‘gizli ayrımcılık’ devreye giriyor.
ÜST DÜZEYDE SİYAHÎ HOCA BULMAK ZOR
Fransa’da ilk siyahi teknik adam Jean Tigana’dan
sonra bu görevi yapan ikinci isim Antoine Kombouare oldu. Kariyerinin zirvesine 2009-11 arasın-
da Paris Saint Germain’i çalıştırarak çıkan Kombouare, koltuğunu kaybettikten sonra bir daha üst
düzey takımlardan teklif almadı. 2012-13’te Suudi
Arabistan’ın Al-Hilal takımını çalıştıran Kombouare, 2013 -16 arasında 2. Lig takımlarından Lens’te
görev yaptı. Geçen yıl Lens ligi 6. sırada bitirirken,
Kombouare takımdan ayrılıp Ligue 1 ekiplerinden
Guingamp’ı çalıştırmaya başladı. 5 yıl aradan sonra Fransa Ligue 1’de takım çalıştırmaya başlayan
Kombouare’ya eşlik eden bir başka siyahi isim ise
geçici olarak Şubat ayında Lille’i çalıştırmaya başlayan Franck Passi oldu. 2012-16 arasında Marsil-
Fransa’nın ‘altın kuşağı’nın
‘beyaz’ temsilcilerinden
Blanc ve Deschamps’a
büyük takımların kapısı
sonuna kadar açılırken, aynı
dönemin siyahî yıldızları
Desailly, Thuram ve Vieira
antrenörlük elbisesi giyme
şansını elde edemedi.
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
27
SPOR DOSYA
26. SAYFADAN DEVAM
ya’da yardımcı antrenör olarak görev yapan Passi,
Lille’de sezon sonuna kadar görev yapacak.
BARCELONA 2003’TE BİR İLKİ YAŞATTI
Hollanda futbolu denince aklımıza Johan Cruyff’la birlikte Surinam asıllı Frank Rijkaard ve Ruud
Gullit gelir. Hollanda’da siyahî teknik adamlık yapan ilk isim Rijkaard oldu. 1995’te futbolu bırakan
Rijkaard’a 1998’de Hollanda Milli Takımı teslim
edilirken; bunda ‘tecrübesinden’ ziyade giderek
artan ‘siyahilere milli takımda ayrımcılık yapılıyor’
eleştirisi etkili oldu. Rijkaard, 1998-2000 arasında milli takımın başındaydı. Ardından 2001-02’de
Sparta Rotterdam’ı, 2003-08’de Barcelona’yı çalıştırdı. Rijkaard, aynı zamanda üst düzey bir takımda görev yapan ilk siyahi teknik adam oldu.
Gullit ise 2004-05’te Feyenoord’u çalıştıran ikinci
siyahi isimdi.
VAN BRONCKHOST TARİHE GEÇEBİLİR
Şu anda Hollanda 1. Ligi’nde görev yapan iki siyahi teknik adam bulunuyor. Surinam asıllı teknik
direktör Henk Fraser, Den Haag’da 3 yıl yardımcı antrenör olarak görev yaptıktan sonra 2014-16
arasında teknik patron olarak takımın başındaydı.
Fraser, sezon başında Vitesse’nin başına geçti. Diğer siyahî sayılacak teknik patron ise şampiyonluğa adım adım ilerleyen Feyenoord’un hocası Giovanni van Bronckhorst. Annesi Endonezya asıllı
olan Van Bronckhorst, Feyenoord, Arsenal ve Barcelona gibi devlerin formasını giymişti. Hollanda
Milli Takımı’nda yardımcı antrenörlük yaparak
teknik adamlık kariyerine başlayan Van Bronckhorst, 2011-15 arasında yardımcı antrenör olarak
görev yaptığı Feyenoord’un teknik patronluğunu
2015’ten bu yana sürdürüyor. Sezon sonunda Feyenoord ligi zirvede tamamlarsa Van Bronckhorst,
Hollanda liginde şampiyonluk yaşayan ilk siyahî
teknik adam olarak da tarihe geçecek.
‘HERKES KENDİSİNE BU SORUYU SORMALI’
Brezilya ve Afrika’dan çok sayıda futbolcunun top
koşturduğu Portekiz Ligi’nde tek siyahî isim sezon
başında FC Porto’yu çalıştırmaya başlayan Nuno
Espírito Santo. Portekiz liginin en başarılı takımlarından FC Porto’yu çalıştıran Santo, Benfica ile
şampiyonluk mücadelesi veriyor. 10 yıl Milan formasını giyen Hollandalı siyahî Clarence Seedorf
ise 16 Ocak 20214’te bu takımın teknik patronu
olarak göreve geldi. İtalya’da görev yapan ilk siyahî hoca olan Seedorf’un teknik adamlık kariyeri
sadece 5 ay sürdü. Milan yönetimi Seedorf’u gönderirken, takımı eski oyuncusu Filippo İnzaghi’ye
emanet etti. Siyahîlerin oyuncu olarak da pek yer
almadığı diğer Avrupa ülkelerinde siyahî teknik
Rijkaard, 1998-2000
arasında milli takımın
başındaydı. Ardından 200102’de Sparta Rotterdam’ı,
2003-08’de Barcelona’yı
çalıştırdı. Rijkaard, aynı
zamanda üst düzey bir
takımda görev yapan ilk
siyahi teknik adam oldu.
adam görmek henüz mümkün olmadı.
Yazıya uzun yıllar Arsenal ve İngiltere Milli Takımı
formasını giyen Sol Campell’in şu cümleleriyle son
verelim: ‘Görevime yurtdışında başlamak istiyorum. Burada benim için bir fırsat yok, en azından
insanların davranışları değişene kadar öyle. Herkes kendisine bu ülkede neden daha fazla siyahi
teknik direktör olmadığını sormalı.’
Son bir not 42 yaşındaki Sol Campell henüz bir
takımda teknik adam olarak göreve başlayamadı!
GÜNLÜK E-GAZETE
27 NİSAN 2017 PERŞEMBE
SAYI: 166
ARKA SAYFA
HAZIM SORUNUNUZ VARSA
LİFLİ GIDALAR TÜKETİN
BAĞIRSAKLAR, IÇLERINDE vücudun tüm fonksiyonlarını etkileyebilecek kadar zararlı atık bulundurabilir. Düzgün şekilde temizlenmediklerinde
sağlık sorunlarına sebep olabilirler. Bağırsak hareketlerinin doğal ve düzenli olması, sindirimin
doğru çalışması, gaz ve şişkinliğin önlenmesi için
önemli. Karnınızı yumuşatmak için ilaç yerine bol
lif içeren yiyeceklerle beslenmeyi tercih edin.
Kefir: Kefir, yoğurdun neredeyse 10 katı daha fazla probiyotik bakteri içerir. İngiliz araştırmacılar
bağışıklık sistemi ve genel sağlığımız için kritik
önem taşıyan iyi bakterilerin aynı zamanda dışkıyı
yumuşattığını ve kabızlığa iyi geldiğini tespit etmişler. Kefir sevmiyorsanız yoğurt veya çok tuzlu
olmaması kaydıyla turşu gibi fermente sebzeler
de tüketebilirsiniz.
KURU ERIK: Kabızlığa iyi geldiği yaygın olarak
bilinen kuru erik, hem lif açısından zengindir
(yarım bardakta 6 gr), hem de kabuğunda bağırsak çalıştıran bazı doğal maddeler içerir.
FRAMBUAZ: Lif söz konusu olduğunda bütün
meyvelerin kraliçesi frambuaz! 1 bardağında 8
gr lif içeriyor.
SU: Sindirim sisteminin sağlıklı çalışabilmesi
için su içmek çok önemli. Kabızlığın sebeplerinden biri dehidrasyon. Çünkü yeterli sıvı almadığınızda dışkınızın yumuşayıp bağırsaklarınızda
hareketlenmesi mümkün olmuyor. Kola, kahve,
çay gibi içecekleri yerine su içmeniz gerekiyor.
KURU BAKLAGILLER: Mercimek, fasulye, nohut gibi kuru baklagiller lif açısından zengindir.
Lif, dışkının hacmini artırarak sindirim sisteminde ilerlemesini kolaylaştırır ve yolda toksinleri
toplayarak vücuttan atılmasını sağlar. Uzmanlar günde 20-30 gr arası lif tüketmeyi tavsiye
ediyor.
BADEM: Badem, kalp dostu yağ, protein ve fiber
içeriğinin yanı sıra iyi bir magnezyum kaynağıdır.
Magnezyum, mide asidini nötralize eder ve dışkının bağırsaklarda hareketini sağlar. Bir avuç badem
magnezyum ihtiyacınızın yüzde 25’ini karşılar.
YEŞIL YAPRAKLI SEBZELER: Ispanak, pazı, karalahana lif içeriklerinin yanı sıra bağırsaklarınızı
hareketlendirmek için gerekli besinler içerirler.
KÜNYE
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Selim GÜNDÜZ | [email protected]
HABER DİREKTÖRÜ
Sefer CAN | [email protected]
YAYIN KOORDINATÖRÜ
Ali Mirza YAZAR | [email protected]
egazete.Tr724.com
YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ
Erman YALAZ (Web) | [email protected]
Kemal AY (e-gazete) | [email protected]
TASARIM
Alper UYANIK | [email protected]
Zülfikar ALİ | ZulfikarAli@ Tr724.com
www.Tr724.com
[email protected]
SOSYAL MEDYA EDİTÖRÜ
Ömer Özdemir | [email protected]
İMTİYAZ SAHİBİ TEMSİLCİSİ VE HUKUK DANIŞMANI
Mehmet YILDIZ | [email protected]
REKLAM | [email protected]
E-GAZETE | [email protected]
@Tr724com
/Tr724com
Bir grup gazeteci tarafından kendi imkânları ile yayın hayatına başlattığı Tr724.com Basın Meslek İlkeleri ve uluslararası medya etik kurallarına uygun habercilik
yapmaktadır. Yayınlanan makale ve yorumlardan yazarları sorumludur. Tr724’de yayımlanan tüm haber, yazı, yorum ve analizler kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Download