1 Aydın Orak: SÖYLEŞİ Kürd tiyatrosu politiktir Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:112 01 - 07 Ağustos 2016 S:14 bas-haber.com w w w .a rs iv ak ur d .o rg Barış umudu şimdi daha güçlü Gülen Cemaati’nin, 2009 yılından bu yana Hükümete karşı giriştiği iktidar mücadelesini askeri darbe girişimi ile zirveye taşıması ardından tasfiye edilmesi ile Pandora’nın Kutusu da açıldı. Hükümet kaynakları Oslo Görüşmeleri tutanaklarının sızdırılmasından, KCK Operasyonlarına, Roboski Katliamı’ndan Ceylanpınar cinayetlerine ve Cizre Bodrum katliamlarına kadar Çözüm Süreci’ni baltalayan çok sayıda eylemin Cemaat tarafından organize edildiği iddia ediyor. 15 Temmuz’dan sonra: Aktörler MESUT YEĞEN s02 Kelepçeli Ali bulaç ve diğerleri FERHAT KENTEL s10 Cemaat’in tasfiye edilmesi ile soruşturmalara konu olan bu olayların açığa çıkarılması umut ediliyor. Çözümün önündeki en büyük engellerden biri olarak tanımlanan Cemaat’in tasfiyesi ve Kürd Meselesi’nde askeri yöntemlerden yana olan ordunun zapturapt altına alınması ardından kamuoyunun gözü yeniden barış sürecine döndü. Kürdler, Hükümet ve PKK’den şiddetsizlik ve çözüme dönülmesini bekliyor. S:02 - 03 - 04 Kamışlo katliamı BİLAL SAMBUR Demokrasi isterken s11 ABDULLUH KARABAY s07 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos 22016 ÇÖZÜM rg .o ur d ak Gazeteci Ali Bayramoğlu: Hükümeti pasif pozisyona koymayı doğru bulmuyorum Cemaat’in, devlet politikalarını yönlendirme eylemi 2010’lu yıllardan beri kuvvetli bir şekilde var. Pek çok kurumda önemli olan ve pek çok mevkiyi tutan Cemaat; muhtemelen Pensilvanya’dan gelen talimatları o mevkidekiler üzerinden yürütme yolunu benimsedi. Bunlardan bir tanesinin Kürd politikası olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, KCK davası 2010-2011 yılına denk geliyor. KCK hakkında resmi görüş o dönemde Cemaat’in kontrolü altındaki Polis Akademisi’nde şekillendirildi. Yine Cemaat’in önemli yazarları bu konuda çok hararetli bir propagandaya başladılar. Yürütülen soruşturma da Cemaat kontrolünün olduğuna dair ciddi kuşkular vardı. Burada bir başka şey daha var: ‘Oslo Görüşmeleri.’ Bu görüşmelerin kayıtlarının sızması Cemaat’e atfedilyor. Kandil de bunu söylüyor. Oslo Görüşmeleri’nin sızması, görüşmelerin kriminalize edilmesi, 2012’deki Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasına kadar ilerlemiştir. Buradan iki sonuç çıkar. Bir: Cemaat o dönemde devletin Kürd politikasını tamamıyla asayişçi ve güvenlikçi bir perspektifle yönlendirmiştir. İki: Siyaset kapılarının kapanmasına çaba göstermiştir, bunları açmak isteyenleri tehdit etmiştir. Bu mantık üzerinden gidecek olursak, gelişmeler bu konuda karar vermek için yeterli veri sunmuyor. Kaldı ki, şu anda Türkiye’de devlet, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Ordunun generallerinin yüzde 40’ı görevden alındı. Adliyenin yaşadığı büyük örselenme var ve bu kurumlara ek olarak başka kurumlar da sayılabilir. Temizlik bir süre daha devam edecek ve sonra bir restorasyon dönemine geçilecektir. Devletin tüm unsurları ile siyasi kurumların, bu restorasyon ve temizleme işine konsantre olacağı görülüyor. Kürd Meselesi’nin bu zamanda masada olabileceği kanaatini taşımıyorum. Ama 1-2 ay sonra bunları konuşmamız mümkün olabilir. iv U zun yıllardır devlet kurumlarına sızdığı anlaşılan ve nihayet orduda darbe yapma aşamasına geçen Fethullah Gülen Cemaati’nin 2009 yılından bu yana Hükümete karşı giriştiği iktidar mücadelesini kaybetmesi ardından tasfiye edilmesi ile Pandora Kutusu da açıldı. Hükümet kaynakları Kürd Meselesi’nde barışçıl çözümün önünü tıkayan çok sayıda provokatif girişimden Cemaat kadrolarının sorumlu olduğunu ifade ediyor. Hükümetin siyasi olarak sorumluluğunu taşımak zorunda olduğu Oslo Görüşmeleri tutanaklarının sızdırılmasından, KCK Operasyonlarına, Roboski Katliamı’ndan Ceylanpınar cinayetlerine kadar Çözüm Süreci’ni baltalayan çok sayıda eylemin devlet kurumlarına sızmış Cemaat kadroları tarafından organize edildiği iddia ediyor. Cemaat’in tasfiye edilmesi ile toplumda hala devam eden travmalara neden olan ve çatışmalı süreci başlatan bu olayların açığa çıkarılması umut ediliyor. Çözümün önündeki en büyük engellerden biri olarak tanımlanan Cemaat’in devlet katından tasfiyesi ve Kürd Meselesi’nde bastırma yöntemlerden yana olan ordunun zapturapt altına alınması ardından kamuoyunun gözü yeniden barış sürecine döndü. Kürdler, Hükümet ve PKK’den şiddetsizlik ve çözüme dönülmesini bekliyor. Cemaat’in tasfiyesi ardından çözüme dönülmesini engelleyen en önemli unsurun ortadan kalkması ile yeniden barış umutları yeşermeye başladı. Kamuoyu PKK’den şiddet eylemlerine son vermesini, Hükümet’ten sorunları konuşarak çözme yöntemine dönmesini bekliyor. Özellikle Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Roboski Katliamı soruşturmasının yeniden yapılacağını açıklaması, Roboski bombardımanı emrini veren dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk ile dönemin Roboski Hudut Komutanı Jandarma Binbaşı Hüseyin Erten’in, Kürdistan’da hendek savaşları döneminde yapılan katliamlardan sorumlu olan Orgeneral Adem Hududi ve çok sayıda Cemaatçi polis şefi ile subayın gözaltına alınması, Hrant Dink cinayetinin yeniden gündeme gelmesi gibi gelişmeler yeni bir sürecin işareti olarak algılanmak isteniyor. Öte yandan gazetemize konuşan çok sayıda yazar ve akademisyen Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürd Meselesi’nin çözülmemesi halinde darbe potansiyeli ve istikrarsızlık üreten bir batağa döneceğinden, bundan zaman zaman yasadışı yapıların, bazan da hükümetlerin istifade etmek isteyeceğine dikkat çekerek, bir an önce bu sorunun aşılması gerektiğinin altını çiziyor. Cemaat gibi herhangi bir yasal sorumluluğu olmayan yapıların çok sayıda eylemin faili olmasının Hükümet’in siyasi sorumluluğunu hafifletmeyeceğini ifade eden yazarlar, Kürd Meselesi’nin artık bir kart olarak kullanılmaktan çıkarılması ve tarafların barış ve çözüm iradesi göstermesi gerektiğini ifade ediyor. rs M. Emin Kan - Dilan Almaz .a 15 Temmuz darbe girişiminin pek çok önemli sonucu oldu, daha da olacak. Sonuçlardan en fazla etkilenecek olan belli ki baştan aşağıya bürokrasi, devlet. Koca bir bürokratik aygıt, olağanüstü hal hukukunun yardımıyla gözlerimizin önünde yeniden tanzim edilecek, bu belli. Bürokratik aygıtın yeniden tanzimi süredursun, darbe girişimi siyaset alanını yeniden tanzim etti bile. Yeniden tanzim burada da sürebilir, buna şüphe yok, ancak şimdiye kadar olan dahi yeterince önemli, yeterince büyük. Darbe girişiminin siyaset alanındaki en belirgin sonucu, bu alandaki tanzimin esası şu: 14 Temmuz’a kıyasla Türkiye siyasetinde etkili aktör sayısı azaldı, var olanların göreli etkisi değişti. Etkili aktör sayısı itibarıyla sadeleşen, aktörler arası muhtemel ilişkiler açısındansa karmaşıklaşan bir Türkiye siyasetinin içine yuvarlanmış durumdayız. Aktör sadeleşmesini bu yazıda izah etmeye çalışayım. 15 Temmuz’la beraber Türkiye siyaseti önemli ölçüde sadeleşti. O devasa operasyon kapasitesiyle Cemaat artık yok, MHP’de Akşener etrafında oluşan belirsizlik son buldu ve bu parti Ak Parti’yle ya da Erdoğan’la neredeyse bütünleşti. Son olarak da TSK, yaşadığı imaj hasarı sebebiyle, Cemaat’ten arındırıldığında bile eski etkisinde olmayacak bir kuruma döndü. Bu ayıklanma, bütünleşme ve kuvvetten düşmenin sonunda Türkiye siyasetinde Ak Parti, CHP ve HDP ya da dindarlar, sekülerler ve Kürdler ana aktörler olarak kaldı, bir de bir faktör olmakla beraber özgül bir aktör olarak da düşünülebilecek dış siyaset: Yerine göre ABD, NATO, AB, yerine göre de Rusya ve İran’la ilişkiler. Bu sadeleşmeye bağlı olarak, kalan aktörlerin göreli ağırlıkları, ‘değerleri’ de değişmiş durumda. Darbeyi, kurmaylığını ve kitlesini buluşturarak defetmiş olması hasebiyle Ak Parti ve Erdoğan şimdi eskisinden daha güçlü, daha ‘değerli’ buna şüphe yok; lakin, hem darbe girişiminde bulunabilmiş olması, hem de darbenin savuşturulmasında MHP’nin verdiği açık, CHP’nin verdiği örtülü destek sebebiyle, Ak Parti aynı zamanda tedirgin ve ‘borçlu’. Üstüne üstlük bir de uluslararası aktörlerden darbeye karşı gelmeyen destek konusu da var. Bütün bunlar Ak Parti’nin Türkiye siyasetindeki karşılığının, ‘değerinin’ azaldığını da gösteriyor. CHP’nin ise yeni siyasi vakumda hem ağırlığı artmış hem de işlevi karmaşıklaşmış durumda. Darbeye dahil olmayıp karşı durmuş olmanın ürettiği prestij ve Ak Parti’nin ‘borçluluk’ hali CHP’nin Türkiye siyasetindeki ağırlığını arttırırken, darbeden sonra oluşan yeni siyasi vakum CHP’yi dindarlık-sekülerlik, Türklük-Kürdlük ve Batıcılık-anti-Batıcılık gerilimlerinde dengeleyici bir aktör olabilme yeteneğiyle buluşturuyor. Bu durum CHP’yi 14 Temmuz öncesinden daha etkili, daha ‘değerli’ bir aktör kılacağa benziyor. 15 Temmuz sonrası siyasi vakumun üçüncü önemli aktörü, malum HDP ya da Kürdler. HDP ve Kürdlerin 15 Temmuz siyaseti sonrasındaki ‘değeri’, karşılığı tedirgin edici bir belirsizlik içeriyor. CHP gibi ve hatta yer yer CHP’den daha belirgin olarak 15 Temmuz’a karşı çıkmış olmakla beraber, HDP yeni siyasi vakumda CHP gibi ‘değerini’ arttırabilmiş gibi görünmüyor. Bu elbette HDP’ye ilgili bir durum olmaktan ziyade, HDP’nin merkezinde olduğu Kürd meselesine dair olarak Ak Parti ve CHP’nin ayrı ayrı ve birlikte ne yapabileceklerinin belirsiz olmasıyla ilgili bir durum. Kürd meselesinin kendi özgül ağırlığı ve Rojava meselesi sebebiyle HDP’nin Türkiye siyasetindeki ‘değeri’ yüksek olmaya devam edecek, bu belli; lakin yeni siyasi vakumda bu değerin artıp artmayacağı HDP’nin adımlarından ziyade Ak Parti ve CHP’nin Kürd meselesinde yapıp edeceklerince belirlenecek. Son olarak ABD, NATO ve AB ve Rusya ve İran olarak dış siyaset var. Uluslararası ya da bölgesel siyaset 15 Temmuz sonrasında da Türkiye siyasetinde önemli olmaya devam eden bir (f)aktör, buna şüphe yok, lakin onun da ağırlığı kompozisyonu değişmeye aday görünüyor. Hem bu son meseleyi hem de aktörler arası muhtemel ilişkileri, karşılıkla konumlanmaları konuşmak sonraki yazıya kalsın. w MESUT YEĞEN ÇÖZÜM BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 3 SÖYLEŞİ 03 Barış umudu şimdi daha güçlü w 15 Temmuz’dan sonra: Aktörler Cemaat’in ordudaki ortaya çıkan gücünü de dikkate alırsak, neden Cemaat, Roboski, şehir bombalamaları gibi kimi durumların sorumlusu olmasın? Bu, meşru bir sorudur. Ama bu soruya evet deyip, tüm sorunları Cemaatle açıklayıp hükümeti tamamıyla pasif pozisyona koymanın da doğru bir okuma olduğunu düşünmüyorum. Nitekim Gülen 2010-2011 yılında Kürd Meselesi’ni asayişçi bir politika ile yönlendirirken Recep Tayyip Erdoğan ile bu konuda aralarında büyük bir düşünsel fark yoktu. Son dönemde Türkiye’de yaşanan Güneydoğu’da yaşanan her gelişmeyi, Cemaate ve Cemaat-Hükümet çelişkisine bağlamak doğru olmaz. Cemaatin bir etkisi olabilir. Ama bunun dozunu bilemeyiz. Büyük tabloya baktığımız zaman; özellikle Ortadoğu ve Kürd Meselesi’nin Türkiye’de aldığı biçim, Kuzey Irak’ta Barzani hareketinin gelmiş olduğu bağımsız devlet noktası, Türkiye’nin w 02 bu gelişmeleri varoluşsal bir tehdit olarak görmesi, algılaması, Cemaat meselini aşar. Hendek siyasetine karşı sertlik bir tezgah değil, bir resmi asayiş politikasının bir parçasıydı gibi geliyor bana. Son zamana baktığımızda siyasi iktidar askeri ve stratejik açılardan kazandığı, Kürd hareketini püskürttüğü ve doğru yolda olduğu kanaatinde. Darbe girişimi sonrası devletin farklı bir politika izlemesi için bir neden görünmüyor. Hükümet, en fazla Roboski ve Rus uçağı meselesinde soruşturma başlatabilir, farklı adımlar atabilir. Bu mümkündür. Ancak yeni bir evrede miyiz? Darbe sonrası Ali Bayramoğlu Gazeteci Oral Çalışlar: İmkanlar sürece dönülmesi için elverişli PKK ile savaşı FETÖ’cülerin tırmandırdığını düşünüyorum. Zaten eğer tarihsel olarak geriye doğru gidersek 7 Şubat 2012 de MİT krizi diye, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo Görüşmeleri’ne katılması sonrasında hakkında tutuklama karar çıkarmışlardı. Yani Oslo Görüşmeleri’ne karşı bir yerde harekete geçmişlerdi. Ondan önce de KCK operasyonları sırasında yine aktif bir şekilde FETÖ darbecilerinin harekete geçtiğinin hepimiz tanığıyız. FETÖ yapılanmasının Kürd düşmanlığı, Kürd Meselesi’nde çözümsüzlüğe odaklandığını biliyoruz. Ve şimdi bu ortaya çıkan general tablosu içinde baktığımız zaman, hem Rus uçağının düşürülmesi hem Roboski Katliamı’nın bizatihi bunlar tarafından ihbar edilmesi gösteriyor ki, burada çok ciddi bir rol oynamışlar. Şimdi bu urun temizlenmesi, Çözüm Süreci’nde temiz ve daha şeffaf bir imkanı ortaya çıkarıyor. Muhtemelen tam bilmiyoruz ama karşı taraftan da, PKK’nin içinden de zaman zaman provokasyon yapılmış olması ihtimali vardır. Bütün bunlara baktığımız zaman şu anda Kürd Meselesi’nin çözümü, sürecin yeniden müzakerelere dönebilmesi için her zamankinden daha elverişli imkanların olduğunu söyleyebiliriz. Prof. Dr. Mesut Yeğen: Kürd Meselesi’ndeki siyasetin değiştiğini sanmıyorum Oral Çalışlar Mesut Yeğen Hükümet, Hem KCK soruşturmalarında tutuklamalar da ortaya çıkan sonucu hem de Roboski’de ortaya çıkan sonucu kabullendi. Dolayısıyla hükümet tümüyle başka bir şey yapmak istiyordu, Cemaat bambaşka bir şey yaptı. Rus uçağının düşürülmesi ve Roboski’nin bombalanması türünden işler hükümetlerin arzu etmeseler bile kolay kolay işte ‘sorumluluk başkalarındadır’ diyeceği işler değil. Bu son sürecin Çözüm Süreci’ne dönmek için bir zemin oluşturacağını düşünüyorum. Ama devletin Kürd Meselesi’nde şimdiye kadar ki takip edilen siyasetten bambaşka bir şey düşünüyor diyebilecek durumda değilim. Kürd Meselesi’ndeki bu şahin çizginin fikir babası ve uygulayıcısının Fetullahçılar olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla ortadaki bu süreç diyaloga imkan veren bir durum ortaya çıkarmış olmakla beraber ben hem seküler elitte hem de muhafazakar elitte henüz Kürd Meselesi’nde böyle bir yumuşamaya geçilebilir türünden bir hava görmüyorum. Prof. Dr. Abdullah Kıran: PKK 15 Temmuz’dan sonra ateşkes ilan etmeliydi Siyasi iktidar her ne kadar savaş ve operasyon emrini “ben veriyorum” dese de sahadakiler kendi kafaları doğrultusunda, ideolojik ve siyasi eğilimleriyle hareket eder. Bir yerde ciddi anlamda bir çatışma varsa, çatışmayı yürütenler siyasi alana da mutlaka nüfuz etmek isterler, hatta siyasi alanı denetim altına almak isterler. Mesela Roboski, Türkiye Hükümeti için tam anlamıyla bir darbedir ve hükümeti zor durumda bırakarak, halkı hükümetle karşı karşıya getirme provasıdır. PKK’nin 15 Temmuz’dan sonra yapması gereken ilk açıklama şu olmalıydı: ‘Türkiye’nin bu zor ortamında ateşkes ilan ediyoruz.’ Türkiye zor bir dönemden geçiyor, bu zor dönemde hükümetin de en azından demokratikleşmenin önünü açması anlamında bir an önce normalleşmeyi sağlama açısından şiddetten uzak durması gerekiyor. 15 Temmuz’dan sonra PKK tek taraflı bir ateşkes ilan etmelidir. Türkiye demokrasisinin tekrar ayakları üzerinde durması, yeni- Abdullah Kıran Can Paker den bir hesaplaşma imkanlarının doğduğu bir ortamda bu şansı tanımalıydı. Demokratik siyasete dönüş anlamında, hükümetin güven duyması ve Çözüm Süreci’nin yeniden başlaması açısından iyi bir başlangıç olurdu. Gazeteci Can Paker: Hükümetin kolay geri adım atacağını sanmıyorum Bu gelişmelerin Çözüm Süreci’nde taraf olanlar arasında bir diyaloga yeniden yol açacağını düşünmüyorum. Hükümet tarafı PKK silahları gömmeden masaya dönmeyiz diyor. Kendi aralarında nasıl bir kanal geliştirirler bilemeyiz ama kamuoyuna açık bir şekilde yapmazlar. Ha demek devlet yapmamış bunu darbeciler yapmış diye yaklaşım sergileyip, onun karşılığında bir cevap alır mı? Bilemem. Ama kamuoyu karşısında olacağını sanmam, çünkü hükümetin tutumu belli. Çok kolay geri adım atacağını sanmıyorum. DOGÜN-KAD Başkanı Nevin İl: Bütün sorunların temelinde Kürd Meselesi var Darbe gibi yöntemlerden medet ummak yerine barışçıl yol ve yöntemler ile Kürd Meselesi’nin masaya yatırılarak hakkaniyet çerçevesinde çözülmesi bütün Kürdlerin talebidir. Bugün Türkiye’de yaşanan bütün sorunların temelinde Kürd Meselesi vardır. Hükümetin bu konuda da bir sözü, bir söylemi, bir eylemi olmalıydı. Dış güçlerin ilişkisi var mıdır? Yok mudur? Bu konuda bir şey söylemek ancak stratejistlerin ve Ortadoğu uzmanlarının işidir. Söylenenlere bakıldığında; bu darbe kalkışmasında dış güçlerin desteği de konuşulmakta. Ondan öncesinde de Silopi, Cizre, Roboski dâhil birçok eylemin bunlar tarafından gerçekleştirildiği söylenmekte. Bu söylemelerin arasında tırlar ile taşınmış silahlar da bulunmaktadır. Eğer doğru ise bu soruyu sormakta önemli. Bunu bildiğiniz ve gördüğünüz halde neden önlemini almadınız? Şimdi bu sorunların üzerine gitmek için bir fırsat oluştu ve gitmekte de yarar var. Hükümetin, Sur ve Roboski eylemlerini gerçekleştirenleri bulup yargı önüne çıkarması gerekiyor. Bu şekilde Kürdlerle güven tazelemesi ile yeni bir süreç başlatılabilir. Nevin İl BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos 42016 Şahismail Bedirhanoğlu Vahap Coşkun Abdurrahman Kurt AKP Eski Mv. Muhsin Kızılkaya: Bu Hükümet-Cemaat kavgası değildir Her şeyden önce bu hükümet ile Cemaat arasında bir kavga değil. Hükümet ile Cemaat arasında karşı karşıya kaldığımız bir Cemaat yok. Uçağı havalandırıp Meclis’i bombalayan Cemaat mi? Öyle Cemaat mi olur? Ordunun içine sızmış bir grup var ve bu grup bu ülkenin uçağı ile Meclis’i, güvenlik kurumlarını bombaladı. Dola- Mahmut Kılınç Muhsin Kızılkaya 05 ‘Birlik olsa, katliamlar yaşanmazdı’ R Murat Özdemir .o rg ojava Kurdistanı’nın başkenti Kamışlo’nun Xerbe mahallesinde geçen hafta çarşamba sabah saatlerinde IŞİD’in düzenlediği bombalı saldırılarda 50’den fazla insan hayatını kaybederken, 200’ü aşkın aşkın kişi de yaralandı. Bomba yüklü kamyonların Kamışlo kent merkezine kadar nasıl girdiği sorusu beraberinde Rojava’nın asayiş ve güvenliğindeki zaafları da gündeme getirdi. Rojava’da Halk Savunma Birlikleri (YPG) dışında, PYD’ye bağlı Asayiş denilen ve kent merkezlerinin güvenliğinden sorumlu birimler oluşturulmuş durumda. Yerel halktan oluşan Asayiş birimlerinde son zamanlarda Arapların sayısının Kürdleri geçtiği bildiriliyor. Saldırıdan hemen önce kent üzerinde rejime bağlı uçak ve helikopterlerin uçması da kuşkulara neden oldu. Kamışlo saldırısında da bölgedeki güvenlik zaafı ve halk üzerindeki tehdit bir kez daha gözler önüne serildi. Geçtiğimiz aylarda yine Kamışlo’da ve Haseke’de de bombalı saldırılar olmuş, onlarca sivil hayatını kaybetmişti. Kamışlo saldırlarının ardından Rojava Özerk Yönetimi de Rojava’da olağanüstü hal ve 3 günlük yas ilan etti. Rojava’da güvenlik önlemleri de artırıldı. ur d ak iv DEP Eski Mv. Mahmut Kılınç: Hükümetin onayı olmadan katliam yapılamaz 15 Temmuz Askeri Darbe Teşebbüsü’nün kadrolarının önemli bir bölümünün Kürdistan‘daki askeri birliklerden olduğu, basında yer alan haberlerden ve tutuklanan kimselerin görev yer ve yetkilerinden anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse, Türkiye’nin başka bölgelerinde bulunan askeri birliklerinden, örneğin Karadeniz bölgesi birliklerinden, ya da Akdeniz bölgesinde konuşlanmış birliklerden darbeye katılan rütbeli personel sayısı oldukça azdır. Ama Kürdistan’daki birliklerden hem rütbeli ve hem de rütbesiz kimselerin darbeye katıldığı açıkça görülmektedir. Genel olarak her askeri darbe Kürdlere zarar vermiştir, ama bu kadroların öncülük ettiği bir darbenin gerçekleşmesini ve neden olacak sonuçları düşünmek bile istemiyorum, Kürdistan’daki şehirleri ağır silahlarla harabeye çeviren, binlerce insan katleden bu birliklerin daha geniş tahribatlar yapabileceklerini akılda tutmak gerekir. Bu birlikler savaş koşullarına uygun olarak özel eğitilmiş ve bölgeye gönderilmişlerdir. Bunlar, Gülenci ya da Kemalist olsunlar, ortak bir yanları bulunmaktadır; Kürd Özgürlük Mücadelesine karşıdırlar ve sadece askeri yöntemlerden anlamaktadırlar. Eğer birileri şimdi çıkıp “durumu bilmiyordum, kandırıldım” derse buna inanmamak gerekir. Çünkü hükümetin onayı olmadan Kürdistan‘da katliamlar yapılamaz, ayrıca hükümetin haberi olmadan yapılmış olsa bile bu, hükümeti sorumluktan kurtarmaz. yısıyla Cemaat ve hükümet ile alakalı bir mesele değil. Barış Süreci’nin bozulmasından ve Roboski’den ordu içinde bugüne kadar ortaya çıkan bir takım olumsuzluklarda mutlaka darbe tezgâhlayacak düzeye gelmiş, bir yapılanma var ise, Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki komutanların hemen hemen önemli bir kısmı tutuklandı ve mutlaka buna ortak olmuşlardır. Fakat bunlar var diye işte hükümet bu sorumluluğa ortak oldu anlamına gelmiyor. Diğer taraftan da hükümete karşı savaşan bütün faaliyetlerin içersinde bulundu. Seçimlerde o Cemaat dediğimiz yapılar HDP’ye çalıştı, gazetelerine demeçler veriyorlardı, televizyonlarına çıkıyordu, beraber imza kampanyaları düzenleniyorlardı. Doğu ve Güneydoğu bölgesinde bahsettiğimiz bu savaş hali durumunda, bu çetenin, bu terör grubunun yeniden kültür savaşını körükleyip, kültür darbe ortamını hazırlama gibi bir amaçları var ise, bu amacı en büyük hizmeti karşı tarafta bulunan PKK göstermiştir ki hendek kazarak onların bu planına ortak olmuş demektir. Eğer hendekler kazılmamış olsaydı, mahalleler işgal edilememiş olsaydı, hendek siyaseti üzerinden bir direniş örgütlenmemiş olsaydı ve buna rağmen devletin bir operasyonu şeklinde girişmiş olsaydı bütün bunları tek başına devlet bu işte sorumlu denirdi. Ama demek ki Cizre’de, Roboski’de ve diğer yerlerde söz konusu hadisleri gerçekleştiren TSK’nın içersindeki terör grubu, bu şekilde hareket ediyor ise onların amaçlarına ortak olanların da aynı zihniyet içersinde hareket ettiklerini göstermektedir. Yani PKK ‘biz yarın silah bırakıyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı güçlerimizi ülke dışına çıkarıyoruz’ derse; biz demokratik yöntemler ile çözmeye hazırız. Hükümet aldatıldığını söylüyor çünkü, onlarda aldatıldığını söylesin ve silahlı mücadeleden vazgeçsin. Aldatıldıklarını onlarda kabul etsin ki devlet aldatıldığını kabul ediyor ve bunun çözümü kolaylaşır. Hükümeti yeniden Çözüm Süreci’ne dönmekten alıkoyan tek şey elinde hiçbir gerekçe yokken silah bulunduran bir gücün varlığıdır. Öcalan’ın kararını vermesi gerekir. Öcalan baştan itibaren hata yaptı. Öcalan 99 yılında bir kararla güçleri ülke dışına çıkardı, partinin adını değiştirdi, silahlı mücadeleyi bitirme kararı aldı. Daha sonraki 2013 sürecinde ise 2 sene boyunca silah bırakma işini yokuşa sürdü. Bir gecede verdiğin emri bütün teşkilatına uygulatabiliyor ise niye 2 sene bizi oyaladın? PKK elinde silahlı gücü bulundurduğu sürece darbeciler ile aynı saftadır. İstediği kadar başka şeyler söylesin. Silahlı mücadeleyi bırakmadığı sürece darbeciler ile beraberdir. Silahlı mücadeleye destek veriyor ise, darbecilerin destekçisidir. MANŞET BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 5 SÖYLEŞİ rs AKP Eski Mv. Abdurrahman Kurt: Roboski’yle AKP hedef alındı Hükümeti Çözüm Süreci’ne geri dönmekten alıkoyan şey, Fethullahçı hareketin provokasyonudur. Ama bu tek neden değildir. Bunun en önemli unsurlarından bir tanesi örgütün silahlı grupları çekmeden toplumu hegemonya altına almaya çalışmasıydı. Eğer ben silah ile masaya oturacağım diyor ise, hükümetin silahlı gruplar ile ben masa oturmayacağım demesi de çok haklıdır. Dolayısıyla Çözüm Süreci’ne ilişkin hiçbir geri adım atmamasında bir yanlışı yoktur. Eğer çözüm isteniyor ise bu silah ile olmaz. Abdullah Öcalan’ın dediği gibi “Silahlar sussun, siyaset konuşsun.” Bu yürek kimde de var ise buyursun yapsın. Çözüm Süreci’nde mesele sadece Fethullahçılar değildir. PKK, bir zaman gelmiş Ergenekoncular ile iş birliği yapmış; Bir zaman gelmiş Fethullahçılar ile iş birliği yapmış. Bunu görebiliyoruz. Bu sorun PKK’ye bağlı bir durum değildir. PKK, uluslararası konjönktür de pragmatist olarak nereyi menfaatine gördü ise onu yaptı ve o dönemde kim AKP’yi devirmek istedi ise onun ile işbirliği yapmışlardır. Türkiye de bu barış iradesi vardır, hükümette de bu barış iradesi vardır. Roboski olayı olduğunda da çok şey söyledik. Ben geçmişte de Roboski ile ilgili olarak şu ifadeyi kullandım: Roboski’de aslında AKP hedef alınmıştır. O günün şartlarında AKP’ye karşı bir darbe arayışı içerisindeydiler. una bağlı olarak Fransa’da öldürülen 3 PKK Militanı, Roboski, Gezi ve buna bağlı pek çok paralel olayın masaya yatırılması gerekir. Öncelikle güvenlik sağlanmalı ve darbe tehlikesi tam anlamı ile bertaraf edilmelidir. Buna ilişkin bütün dosyalar yeniden açılmalıdır. .a Yrd Doç. Dr. Vahap Coşkun: Darbe devlet ile Kürdlerin ilişkisini bozma niyeti taşıyor Bugünlerde Roboski ile ilgili bir tartışmanın başladığını görüyoruz. Hükümete yakın kalemler, hükümetin Roboski olayını soruşturacaklarını ve bunu da bilinçli bir şekilde devlet ile Türkler arasındaki duygusal bağı koparmak amacıyla yapıldığını ifade ediyorlar. Elbette ki bütün bunlar, hükümetin olay gerçekleştiği zaman bu araştırmayı ayrıntılı ve yeteri bir şekilde yapmamasını aklayamaz. Biz o dönemde bu konunun çok hassas bir şekilde araştırılması gerektiğini ifade ettik. Eğer toplumda iç çatışmayı çıkaracak bir kumpas varsa bunun gereğini yapması gerekirdi. Bu ortaya çıkmış durumu, bu kritiği fırsata dönüştürüp Çözüm Süreci’ne tekrardan geri dönülmesi gerekir. Darbe tehlikesi geçtiğine dair hükümetten ve Cumhurbaşkanı’ndan henüz bir açıklama gelmedi. Dolayısıyla kitlelerin sokakta tutulmasının sebeple- rinden bir tanesi de budur. Ama bu durum kontrollü bir şekilde devam ettirilir ise, Çözüm Süreci’ne dönmeye yönelik taleplerin de artacağını düşünüyorum. Şu anda çok fazla sayıda bilgi geliyor ve bu bilgilere bağlı olarak da çok fazla spekülasyon söz konusu oluyor. Herkes hem bir darbeye zemin oluşturur, hem de bu konudaki toplumsal desteğini ya da bir toplumsal meşruiyetini üretmeye çalışır. Burada bu toplumsal meşrutiyetin Kürd Meselesi üzerinden üretilmeye çalışıldığını görüyoruz. Fakat darbecilerin yapmış olduğu açıklamalarda bölgede meydana gelen olayların, devlet otoritesinin kaybolmasının, aynı şekilde çok fazla sayıda asker ve polisin ölümünün devletin hatalı politikasından kaynaklı olduğu ve darbenin bir gerekçesinin de bu olduğu ifade edilmişti. Dolayısıyla burada hem sert bir politika izleyerek devlet ile Kürdler arasında köprüleri açmak, hem de burada fazla sayıda asker ve polis kayıplarını gerçekleştirerek darbeye uygun bir ortam oluşturmak gibi bir niyetin olduğunu söylemek mümkün. Ortaya çıkan bilgilere göre darbecilerin böyle bir toplumsal meşrutiyet üretmek için böyle bir strateji izlediklerini gösteriyor. w DOGUNSİ-FED Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu: Oluşan mutabakat ortamı fırsata dönüştürülmeli KCK operasyonları başladığında birçok siyasetçinin elleri kelepçelenmiş halde servis edilen fotoğrafları Kürd kamuoyu hatırlar, o günden almak lazım bu girişimi. O görüntüler o süreçte bir takım sıkıntılara yol açtı ve sürecin sağlıklı yürümesine engel oldu. Kürd Meselesi ile ilgili Cemaat ve hükümet arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu söyleniyordu. Cemaat kesinlikle Kürdler ile Kürd siyasal hareketi ile görüşmeyi reddediyor ve böyle bir iddianın doğru olmadığını söylüyordu. AKP ise, Çözüm Süreci bakımından “evet görüşmemiz, diyalog ile bu sorunu çözme iradesini göstermemiz gerekir” diyordu. Bu darbe gerçekten halkın, medyanın, siyasetçilerin genel bir mutabakatı ile püskürtülmüştür. Darbenin etkileri tamamen bertaraf edildikten sonra Kürd Meselesi’nin çözümü için Türkiye’nin kendi içinde bir barışı tesis ederek ve demokratik yollar ile sorunu çözmesi gerekir. Kürd Meselesi dahil bütün sorunların çözümü için çok iyi bir mutabakat oluştu ve bunu bir fırsata dönüştürebiliriz. O dönemde Roboski meselesinde çok ciddi şaibeler vardı. Hükümetin burada ‘tuzağa düşürüldük’ şeklindeki ifadeleri vardı. Bu son dönemlerde hendek ve barikat ile başlayan operasyonlar sürecinde, özellikle güvenlik güçlerinin çok sert müdahale etmesi ve orantısız güç kullanması konusu çok ciddi tartışmalara neden oldu. w ÇÖZÜM w 04 Barzani Kamışlo için seferberlik ilan etti Saldırının hemen ardından KYB Başkanı Mesud Barzani Duhok’taki tüm hastane ve sağlık kurumlarının saldırıda yaralanan vatandaşlar için hazırlıklı olması emrini verdi. Mesud Barzani’nin çağrısıyla Kamışlo’ya 4 ton ilaç gönderilirken durumu ağır olan çok sayıda yaralı Duhok ve Zaxo’daki hastanelere kaldırıldı. KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani de, Kamışlo’daki saldırıyı şiddetle kınayarak, “Yüreğimiz ve düşüncemiz yaralılar ve şehit aileleriyle birliktedir” dedi. Barzani Rojava’lı siyasi parti ve güçleri eleştirerek “Rojava’daki siyasi taraflar birlik olsalardı, halkı terör saldırılarından daha güçlü koruyabilirlerdi” ifadelerini kullandı. Zaxo halkı da, Kamışlo saldırısı ardından, geceleri kent meydanında yaşamını yitirenler anısına mum dikip, dua ederek yas tutuyor. Kürd güçleri parçalı Rojava’da PYD’nin öncülük ettiği Rojava Özerk Yönetiminin yürüttüğü politika ve uygulamalara karşı tepkiler yükseliyor. Rojava’da hem siyasi, hem de askeri anlamda kontrolü elinde bulunduran PYD’nin Kürd partilerine karşı takındığı tutumdan kaynaklı olarak Kürd siyasi güçleri arasında şuana kadar herhangi bir birlik oluşmuş değil. PYD, Rojava ve dışında yer alan diğer etnik çevreler ve örgütlerle askeri ve siyasi ittifaklar kurarken, Kürd partilerine karşı uzlaşmaz tutumu yoğun eleştirilere neden oluyor. Öte yandan DSG-YPG ve Asayiş güçleride Kürdlerin etkiliğinin kırıldığı ve ciddi bir azalmanın olduğu belirtiliyor. Suriye rejiminin Rojava’daki varlığı da bölgenin istikarar ve gü- güvenliğe tehdit oluşturuyor. Ancak şu anda 500 km uzunluğuna sahip bir alanda savaşıyoruz. Dolayısıyla yeni bir cephe açarak, bölge üzerindeki tehlikenin artmasına sebep olmak istemiyoruz. Esad bugün bize karşı savaşmıyor, biz de şuan yeni bir cephe açmak istemiyoruz.” venliği üzerinde bir tehdit olarak duruyor. Patlamalardan hemen önce Kamışlo semalarında rejime ait uçaklar uçması şüphelere sebep olurken ve birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Kamışlo kenti Cezire Kantonu’na bağlı ve Haseke’den sonra Rojava’nın en büyük ikinci büyük kenti. Kent nüfusunun ağırlığını Kürdler oluştursa da, Arap, Süryani ve Ermeni nüfus da var. Son zamanlarda PYD’nin uygulamalarından dolayı Kürdlerin yoğun olarak göçmesi nedeni ile kentte nüfus dengesinin bozulduğu, Rakka ve Deyrül Zor’dan göçen binlerce Arap ailesinin kentte yerleşmesi sonucu Kürd nüfusunun giderek azaldığı bildiriliyor. Kentin Kürd mahallelerindeki güvenliği PYD’ye bağlı asayiş güçleri sağlasa da, rejime bağlı silahlı güçler Kamışlo’da da havaalanı, sınır kapısı, hükümet binaları ve Arap nüfusun bulunduğu mahallelerin kontrolünü elinde bulunduruyor. Şehir merkezinde rejime bağlı çeşitli milis grupları ve aşiret güçleri de bulunuyor. Kente PYD’nin Asayiş güçleri ile rejime bağlı milisler arasında zaman zaman çatışmalar da yaşanıyor. Roj Peşmergeleri Rojava’ya geçmeyi bekliyor Kamışlo saldırılarından sonra Roj Peşmergelerinin dönüşü de tekrar gündeme geldi. Güney’e göçen Rojavalı gençlerden oluşturulan Roj Peşmergelerinin sayısı 10 bine yaklaşmış vaziyette. ENKS’ye bağlı olduğu bildirilen Roj Peşmergeleri şu anda özellikle Musul ve Şengal cephelerinde IŞİD’e karşı mücadele veriyor. Rojava Peşmergelerinin ENKS ve PYD arasında yapılan, askeri ve siyasi alanda ortak mücadeleyi öngören Erbil I-II ve Duhok anlaşmalarına göre Rojava’ya geçip, IŞİD’e karşı mevzilenmesi öngörülmüştü. Ancak PYD yapılan anlaşmaları pratikte hayata geçirmedi ve Rojava’da ne Kürd cepheleri arasında birlik oluşabildi, ne de Roj Peşmergelerinin geçişine izin verildi. Rojava’da bir başka askeri güce izin vermeyeceklerini belirten PYD yetkilileri, Roj Peşmergelerinin sınırı geçmeye kalkışması halinde saldıracakları tehdidinde bulunuyor. ENKS ise PYD ile çatışma çıkmaması için askeri güçlerini ülkeye so- kamıyor. Kobanê’nin işgali sürecinde de PYD, Roj Peşmergelerinin yardıma gelmesine izin vermemiş, Kobanê savunması için Barzani’nin göderdiği özel birliğin tümünün KBY nüfusuna kayıtlı olmaları şartını koymuştu. Kürd güçleri arasındaki bu parçalanma bölgenin güvenliği üzerinde de tehditler oluşturuyor ve Kürd kamuoyu Roj Peşmergelerinin de Rojava’ya geçip YPG güçleri ile birlikte IŞİD’le ortak bir mücadelenin yürütmesini bekliyor. Kobanê Dışişleri Bakanı İbrahim Kurdo: Saldırı halkların kardeşliği projesini hedefledi Kobane Dışişleri Bakanı İbrahim Kurdo’da saldırlar ve bölgede yaşananlar ile ilgili BasHaber’in Rojava Asayişi’nde Kürdlerin azaldığı yönündeki soruya, “Terör bir yere saldırmak istediğinde kimliğe ya da nüfusa bakmıyor. Almanya, Fransa ve Belçika’da da saldırılar oldu, daha iyi imkanlara sahip olmalarına rağmen. Düşman en zayıf noktaları arıyor. IŞİD bu saldırılarla yenilgisinin üstünü örtüyor ve Kürdlerin halkların kardeşliği esası üzerine kurduğu yapıyı kırmak için çabalıyor” şeklinde yanıt verdi. “İkinci askeri gücü kabul etmeyiz” Roj Peşmergelerinin dönüşü ile ilgili de konuşan Kurdo, “Asuri, Arap, Türkmen ve bölgedeki diğer halklarla ittifaklar kuran Demokratik Özerk Yönetim kendi kardeşleri ile neden konuşmasın veya birlikte çalışmasın? Ancak burada ENKS yurtseverlik veya birlik için değil, kendi çıkarları için yakınlaşmaya çalışıyor. ENKS’nin içinde yurtseverler de var, ancak kimlerle çalıştıklarını biliyoruz. Rojava’da ikinci askeri gücün bulunmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz. Tecrübelerle sabittir. İki güç kardeş kavgasına yol açar. YNK- PDK örnekleri önümüzde duruyor. Yıllarca bırakuji yaşandı. Lübnan’da, Filistin’de de aynı durum yaşandı. Biz Rojava’da kardeş çatışmasına sebep olacak iki askeri gücün varolmasını kabul etmiyoruz” dedi. Kurdo rejimin bağlı milislerin Rojava’daki varlığı ile ilgili de, “Rejimin Rojava’daki varlığı ENKS Temsilcisi Mistefa Osê: Kürdlere yönelik büyük tehlike var Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) de Kamışlo saldırılarını kınayarak, bu tür saldırıların Kürd halkının iradesini kıramayacağını ifade ederek, Kürd güçlerine birlik çağrısında bulundu. ENKS Yöneticilerinden ve Cenevre görüşmeleri heyeti üyesi Mistefa Ose Kürdlerin bölünmüşlüğü, Kamışlo saldırıları, rejimin bölgedeki varlığı ve Cenevre görüşmeleri ile ilgili BasHaber’e açıklamalarda bulundu. Osê, Rojava Kürdistanı’nın içinde geçtiği sürecin çok önemli olduğunu ve Kürd halkı üzerinde büyük tehditlerin olduğunu vurguladı. 2012 ve 2014’te ENKS ve PYD arasında yapılan görüşmelere dikkat çeken Osê şöyle dedi: “Erbil ve Duhok anlaşmaları siyasi ve askeri işbirliği ve ortak mücadele temeli üzerine yapıldı. Ancak PYD bu anlaşmaları pratikte uygulamadı ve şu ana kadar da tutumunda bir değişiklik olmadı. Peşmergelerin geçişine izin vermiyor. Rojava’nın içinde geçmekte olduğu süreç çok önemli ve birçok tehdidi barındırıyor. Kürd güçleri arasındaki ihtilafların son bulmasını bekliyoruz ve PYD ile görüşme umudumuzu koruyoruz.” “Rojava boşalıyor” Mustafa Osê yeni sürecin Kürd birliğini şart koştuğunu belirterek, “PYD ile ENKS’nin bu dönemde bir araya gelmeleri her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Bugün sadece ENKS ya da PYD değil tüm Kürdler üzerinde bulunan bir tehditten söz ediyoruz. Kürd güçlerinin bir araya gelmeleri lazım” dedi. Kürdlerin Rojava’dan göçtüğüne dikkat çeken Ose, “Kürdlerin boşalttığı bölgeye Rakka’dan, Deyrül Zor’dan ve diğer bölgelerden gelenler yerleşiyor. Bölgedeki Kürd nüfusu çok azalmış durumda. Kürd güçleri arasındaki bu ihtilaf ve anlaşmazlık devam ettiği sürece mevcut durum sürecek. Tek çare Kürd birliğinden geçer ve eğer bu oluşursa göçen Kürdler de geri döner.” “Rejim de, muhalet de Kürdlere karşı” ENKS’li Mustafa Osê rejimin Rojava’daki varlığı ve Cenevre görüşmeleri ile ilgili de şöyle konuştu: “Suriye muhalefeti de, Esad rejimi de Kürdlere karşı. Her iki tarafın da ajandalarında Kürdlerle ilgili bir talep yok. Dolayısıyla Cenevre görüşmelerinden umutlu değiliz. Eğer sonuç elde etmek istiyorlarsa önce birlikte hareket edecekler. Buradaki başarı da Kürdlerin birliğine bağlı. Dolayısıyla burada öenmli olan rejim ya da muhalefet değil, Kürdlerin kendi içlerinde oluşturmuş olacağı ittifaktır.” 06 REFERANDUM BasHaber BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 REFERANDUM 01 - 07 Ağustos 2016 Kürd siyaseti referandumda birleşti Dr. Fuad Hüseyin: Olumlu adımlar atıldı Siyasi partiler ile diyalog temaslarını sürdüren KBY Başkanlık Divanı Üyesi Dr. Fuad Hüseyin, yaptığı bir dizi görüşmeye ilişkin BasHaber’e konuştu. Hüseyin, görüşmelerinin devam ettiğini, siyasi partilerin uzlaşmaları ve aralarındaki çelişkilere son vermeleri konu- farklı halklarla kardeşçe yaşadığının altını çizdi. Barzani Avrupa Birliği heyeti ile görüştü Mesud Barzani, Avrupa Birliği İnsan Hakları Yüksek Komisyonu Kriz Masası Başkanı Kristos Steleyandez ve beraberindeki heyeti de Selahaddin’deki Başkanlık Konutu’nda kabul etti. Görüşmede AB heyeti üyeleri, Irak ve Suriye’deki krizin dünya güvenliğini tehdit ettiğini ve bu konuda Barzani’nin görüşlerini öğrenmek istediklerini kaydetti. KBY’nin çok sayıda sığınmacı ve göçmeni k abul ettiği için Kürdistan halkı ve hükümetine teşekkür eden AB heyeti üyeleri, KBY’nin Musul Operasyonu sonrası bölgede yaşayan bileşenlerin haklarının garanti altına alınması için gösterdiği çaba ve uluslararası yasalara uyma konusunda gösterdiği hassasiyetten övgüyle bahsetti. KBY Başkanı Barzani ise Musul Operasyonu sonrası bölgede yaşayan halkların başına aynı felaketlerin gelmemesi için operasyondan önce taraflar arasında siyasi bir anlaşmanın ol- ak ur d .o Barzani insan hakları aktivistlerini kabul etti Öte yandan KBY’nin Başkenti Erbil’de yoğun bir diplomasi trafiği yaşandı. KBY Başkanı Mesud Barzani İnsan Hakları Gözlemevi Kuzey Afrika ve Ortadoğu Direktörü Kens Rote ve beraberindeki heyeti makamında kabul etti. Görüşmede Kens Rote başkanlığındaki heyet, IŞİD savaşı süresince Kürdistan halkının savaştan kaçan sığınmacılara ve göçmenlere kucak açmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi. İnsan Hakları Gözlemevi heyeti üyeleri, insan haklarıyla ilgili olumlu tutumu ve istikrarı esas alan politikalarından dolayı KBY Hükümeti’ne ve Barzani’ye teşekkür etti. Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’den kurtardığı bölgelerde yaşayan halkın durumuna da değinen heyet üyeleri, Barzani’nin bu bölgelerde yaşayan halkın durumunu yerinde takip etmesini isteyerek, özellikle farklı etnik ve dini gruplara karşı gösterilen özen ve ortak yaşam kültürünün devam etmesi temennisinde bulundu.Mesud Barzani ise insan hakları örgütüne çalışmalarından dolayı teşekkür ederek, Kürd halkının asla terör olaylarına bulaşmadığını ve tarih boyunca iv rs “Bağımsızlık Kürdlerin kendi kaderini tayin etme meselesidir” Basında, Goran Hareketi Lideri Newşirwan Mustafa’nın Fuad Hüseyin’e olumsuz yanıt verdiği şeklinde yer alan haberlere de atıfta bulunan Sofi, tüm siyasi partilerin parti çıkarlarından vazgeçmeleri gerektiğini, Newşirwan Mustafa’nın uzun bir süredir siyasi istikrarın bozulması yönünde girişimlerde bulunduğunu belirtti. KBY’nin bağımsızlık meselesinin Barzani’nin meselesi olmadığını, Kürd halkının kendi kaderini tayin hakkı olduğunu açıklayan Sofi, “bağımsızlık meselesi Sayın Mesud Barzani’nin bir meselesiymiş gibi gösteriliyor. Barzani Kürdlerin kendi kaderini tayin etmeleri için öncülük ediyor. Bağımsızlık Kürd halkının kendi kaderini tayin etme meselesidir, tüm siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ortak karar verecekleri, halkın onaylayacağı bir meseledir” değerlendirmesini yaptı. Açıklamasının devamında da YNK .a KDP’li Ferset Sofi: Geleceğimiz hakkında ortak karar vereceğiz KDP Parlamenteri Dr. Ferset Sofi, KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Hüseyin’in siyasi partiler ile yaptığı görüşmeleri BasHaber’e değerlendirdi. Ferset Sofi, KBY’nin büyük bir fırsat yakaladığını siyasi partilerin sorunların çözümü ve referandum konusunda bir araya gelmeleri gerektiğini belirtti. Sofi, toplantıların KBY Başkanı Mesud Barzani’nin talimatı ile yapıldığını, siyasi partilerin Irak ile yaşanan krizi ve bölgedeki gelişmeleri değerlendirerek ortak tutum içerisinde olmaları gerektiğini ifade etti. Fuad Hüseyin’in temaslarına ilişkin konuşan Fersert Sofi, “Sayın Fuad Hüseyin KBY Başkanı Mesud Barzani’nin resmi temsilcisi ve KBY Başkanlık Divanı Üyesi olarak siyasi partiler ile görüşüyor. Benim edindiğim bilgilere göre, ilk etapta siyasi partiler arasında yaşanan siyasi kriz çözüme kavuşturulacak. Hükümet’te yaşanan krize son verilecek, sonra Bağdat ile olan ilişkiler ele alınacak. Irak ile ortak bir gelecekte için devam mı diyeceğiz, kendi kaderimizi mi tayin edeceğiz buna hep birlikte karar vereceğiz” şeklinde konuştu. rg sunda uzlaşı sağlandığını belirtti. Parlamentoda grubu bulunan tüm siyasi partileri ziyaret ettiğini, diğer siyasi partiler ile de temaslarının sürdüğünü diyalog sürecinin iyiye gittiğini ifade etti. KBY Başkanı Mesud Barzani’ye yaptığı görüşmelere ilişkin bilgi vereceğini belirten Hüseyin, bağımsızlık meselesinin tüm siyasi partiler ile görüşüleceğini ve yakın zamanda yaptıkları görüşmelerin detaylarını açıklayacaklarını söyledi. w rbil’de bu hafta da Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin siyasi partilere yaptığı bağımsızlık referandumunu çağrısı tartışılıyor. Siyasi partilerden Goran Hareketi Genel Sekreteri Newşirwan Mustafa’nın, KBY Başkanlık Sözcüsü Fuad Hüseyin’e siyasi sorunların çözümü ve bağımsızlık referandumuna destek konusunda Barzani’nin çağrısına olumsuz yanıt verdi. KBY Başkanı Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin hafta içinde iki defa siyasi sorunların çözümü, bağımsızlık referandumunun yapılması ve Goran’ın bu konudaki tutumunu öğrenmek için Newşirwan Mustafa ile bir araya gelmişti. Goran Lideri Mustafa’nın sorunların çözümü ve bağımsızlık referandumu konusunda Barzani’nin temsilcisi Fuad Hüseyin’e olumsuz yanıt verdiğini belirtiyor. Newşirwan Mustafa’nın referandum için parlamentonun açılmasını ve hükümetteki krizin çözülmesini şart konuştuğu ifade ediliyor. Bu tutumu değerlendiren uzmanlar, Goran’ın KBY’de ikili idare planını devreye sokmaya çalıştığını söylüyor. Öte yandan Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) siyasi sorunların çözümü ve bağımsızlık referandumuna destek verdiği ifade ediliyor. Hafta içinde Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin, KDP Süleymaniye Teşkilatı Başkanı Edhem Barzani ile birlikte YNK Genel Sekreter Yardımcısı Kosret Eli ile de biraya gelmişti. Hüseyin, 14 Temmuz’da Kürdistan İslami Topluluk Partisi (Komeleya Îslamî) Lideri Ali Bapir, 16 Temmuz’da Kür- distan İslami Birlik Partisi (Yekgirtûya Îslamî) Lideri Bahaeddin’i ziyaret etmişti. İslami partilerin de hiçbir koşul öne sürmeden bağımsızlık referandumuna destek verdikleri ve Barzani’nin çağrısına olumlu yanıt verdikleri belirtiliyor. Öte yandan Fuad Hüseyin, hafta sonunda Kürdistan Demokratik Sosyalist Partisi (KDPS) Muhammed Hacı Mahmud ile de bir araya geldi. Siyasi partilerin bağımsızlık referandumunu gündeme almaları ile birlikte KBY Yüksek Seçim Kurulu’nun da referandum için hazırlıklara başladığı öğrenildi. Hafta içinde basına konuşan, Seçim Kurulu Başkanı Bilind Hindirin bağımsızlık referandumunu gerçekleştirmeye hazır olduklarını açıkladı. Öte yandan 2014 yılından bu yana Erbil– Bağdat arasında yaşanan siyasi kriz de yeni bir boyut kazanmaya başladı. 12 Temmuz’da KBY– ABD arasında imzalanan protokolden rahatsızlığını dile getiren Irak Savunma Bakanı Halit Ubeydi Peşmerge’nin Musul Operasyonu’na katılmayacağını ve Peşmerge’nin 140. Madde kapsamında yer alan bölgelerden çekilmesi yolundaki sözlerine tepki gösteren KBY’li yetkililer, Peşmerge’nin IŞİD’in elinden alınan Kürd yerleşim yerlerinden çekilmeyeceğini ifade ediyor. düşünüyorlarsa parlamentoyu aktif bir hale getirmeler ve Kürdlerin gelecekleri için beraber hareket etmeleri gerekir. Sorunların çözülmesini hepimiz istiyoruz. Sorun siyasi partileri çıkar sorunlarıdır. Siyasi partilerin, Kürdlerin çıkarlarını düşünmesi lazım” şeklinde konuştu. w E Mehmed Salih Bedirxan da, parlamentoda grubu bulunan tüm siyasi partilerin siyasi krizin çözülmesi ve bağımsızlık referandumunun yapılması konusunda olumlu tavır sergiledikleri ifade edildi. w KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Hüseyin’in siyasi partiler arasındaki çelişkilerin çözümü ve bağımsızlık referandumunun yapılması konusunda siyasi partiler ile yaptığı görüşmeler devam ediyor. Goran Hareketi dışın- ması gerektiğinin altını yeniden çizdi. Barzani, önlemler alınmazsa bölgede mezhepsel-dinsel ve etnik çelişkilerin daha da derinleşeceği uyarısında bulundu. Barzani Mehdi Zana’yı kabul etti Mesud Barzani, Kürd siyasetçi ve Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana’yı da hafta içinde Selahaddin kentindeki Başkanlık Konutu’nda kabul etti. Barzani’nin, Mehdi Zana’nın Kürd davasında oynadığı rol, harcadığı emek ve katkıdan övgüyle bahsettiği belirtilen açıklamada, Barzani ve Zana’nın, Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin son dönemde yaşadığı ekonomik, güvenlik ve siyasi zorlukları değerlendirdikleri kaydedildi. Açıklamada Barzani ve Zana’nın, Güney Kürdistan’ın içerisinden geçtiği hassas süreç, bağımsızlık referandumu için atılan adımlar ve kendi kaderinin tayin etmenin önemi üzerine görüş alışverişinde bulunduğu belirtildi. ile KDP ilişkilerini de değerlendiren Sofi, KDP ile YNK’nin yıllardır beraber KBY’yi yönettiklerini, IŞİD ile mücadele birlik ve beraberlik içinde olduklarını KDP ile YNK arasındaki stratejik anlaşmanın devam ettiğini ve KBY’nin şimdiki krizden çıkması için diyalog içinde olduğunu belirtti. YNK’li Eta Şerai: Siyasi partiler bağımsızlık için çıkarlarından vazgeçmeliler YNK Merkez Komite Üyesi Eta Şerai de Fuad Hüseyin’in YNK Genel Sekreteri Kosret Eli Resul ve Goran Hareketi Lideri Newşirwan Mustafa ile yaptığı görüşmeyi ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Şerai, Fuad Hüseyin’in YNK ve Goran yetkililerinden tutumlarını değiştirmelerini istediğini, Hüseyin’in yeni bir çözüm önerisi getirmediğini iddia etti. Şerai, KDP ile YNK’nin çözüm konusunda hemfikir olduğunu ancak, Goran Hareketi’nin öne sürdüğü şartların da göz ardı edilemeyeceğini belirtti. PDK’nin hükümetin yeniden kurulması ve Kürdistan Parlamentosu’nun yeniden aktifleşmesi için Goran Hareketi ile diyalog kurması gerektiğini belirten Şerai, “Siyasi partilerin, parti çıkarlarını bir kenara bırakmaları lazım. KDP, YNK ve Goran, Kürdlerin kazanımlarını, Kürdlerin çıkarlarını Akademisyen Yasin Mahmud: Kürdlerin devlet sahibi olması lazım KBY’deki siyasi partilerin gündeminde yer alan bağımsızlık referandumunu ve siyasi uzlaşı arayışlarını BasHaber’e değerlendiren Akademisyen Yasin Mahmud da Ortadoğu’daki gelişmelerin Kürdleri bağımsızlığa yakınlaştırdığını ve siyasi partilerin bunu görmeleri gerektiğini ifade etti. Kürdlerin biran önce bağımsızlık konusunda ortak karar almaları gerekliğini savunan akademisyen Mahmud, “Ortadoğu’nun yeniden şekilleneceği artık aşikar. IŞİD ile mücadele Kürdlerin Ortadoğu’da önemli bir dinamik olduğunu gösterdi. Kürdlerin Washington’daki IŞİD ile mücadele eden toplantıya davet edilmemesinin sebebi Kürdlerin devletleşmemesidir. Kürdler 1100 kilometre boyunca IŞİD ile mücadele ediyorlar. Ama devletleri olmadıkları için uluslararası toplantılara davet edilmiyorlar. Siyasi partilerin bunu görmeleri ve Sayın Fuad Hüseyin’e olumlu yanıt vermeleri gerekir” ifadelerini kullandı. “Bağımsızlık herkesin çıkarınadır” KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, parlamentonun aktifleştirilmesi, hükümetin tekrardan çalışması için büyük çaba harcadığını siyasi partilerin Barzani’nin girişimlerine olumlu yönde cevap vermeleri gerektiğini savunan Mahmud şöyle dedi: “Fuad Hüseyin gittiği her siyasi parti tarafından olumlu karşılanıyor. Dr. Hüseyin’de görüşmelerin olumlu olduğunu açıklıyor. Siyasi partiler kendi içinde toplantılar yaparak Barzani’nin çağrısına olumlu yönde çağrı yapacaklarını umuyorum. Bu Kürdlerin son fırsattıdır. Siyasi partiler bu fırsatı da elinden kaçırırlarsa, bir daha böyle bir fırsatı elde etmeyebilirler. Birlik ve beraberlik bağımsızlık herkesin çıkarınadır. Siyasi partilerin bağımsızlık referandumunun yapılması için ellerini taşın altına koymaları lazım.” Parlementer Sarhan Sulivaniy: Bağdat Peşmerge hakkında karar veremez Irak Parlamentosu Kürd Parlamenteri Sarhan Sulivaniy’de Bağdat–Erbil’in gerilen siyasi ilişkilerini BasHaber’e değerlendirdi. Sulivaniy, Kürdistan halkına hizmet etmek için Bağdat’a bulunduklarını, Bağdat ile ilişkilerin çözümü konusunda mücadele ettiklerini Bağdat’lı yetkililerin sorun çıkarmaktan vazgeçmeleri gerektiğini belirtti. Bağdat’ın askeri, siyasi, ekonomik sorunları çözmekten uzak olduğunu da belirten Sulivaniy, Irak Savunma Bakanı Halit Ubadi’nin, “Peşmergeler Musul Operasyonu’na katılmayacak” sözlerine sert tepki gösterdi. Sulivaniy, “Kürdistan egemen bir güçtür. Kahraman Peşmergelerimiz IŞİD ile mücadelede büyük başarılar elde etti. Peşmerge Musul Operasyonu’na katılacak. Kürdistanlı yetkililer bunu Bağdat ile değil Uluslararası Koalisyon ile görüşüyor. Bağdat, Peşmerge’nin operasyona katılıp katılmayacağına karar verme yetkisine sahip değil” diyerek Iraklı yetkililerin değerlendirmelerini eleştirdi. IŞİD ile mücadele eden Uluslararası Koalisyon’a bağlı temsilcilerin IŞİD ile mücadele de Kürdistan Peşmerge Bakanlığı ile şimdiye kadar uyum içerisinde olduğunu ve Bağdat’ın KBY’nin bölgede etkin bir güç olmasından çekindiğini açıkladı. 07 Demokrasi isterken Cumhuriyet’ten olmak ABDULLAH KARABAY Darbe girişiminden çok önce bir yazısında Ahmet İnsel, Türkiye’nin yürürlükteki rejiminin “..dar anlamda cumhuriyet tanımına kısmen uyduğu, buna karşılık, dar anlamda demokrasinin bile tam anlamıyla yürürlükte olmadığını” söylüyordu. Kemalist kesimlerin dışında herkes demokrasiye vurgu yaparken, bugün anlıyoruz ki gerçekte cumhuriyetin bizzat kendisinin tehlikede olabileceği konusu yeterince ilgi görmemiş. Daha fazla ilerlemeden cumhuriyetten ne anladığımı ifade etmem gerekecek. Cumhuriyet rejiminin en temel niteliği yönetim için meşruiyet kaynağının artık padişah, halife ve kral gibi kişiler ya da bir aile veya zümreye ait olmaması; bunun yerine yurttaşlara/halka ait olmasıdır. Cumhuriyette buna bağlı olarak meşruiyet kaynağı da gelenek/tanrısal kaynaklardan, yurttaş egemenliğine dönüşmüştür. Bu sürecin çok çeşitli yolları olmuştur. Bu nedenle çok çeşitli cumhuriyet rejimleri tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak ideal tanımda iki asgari özellik yukarda andıklarımızdır; yani kurumsal yönetim ve meşruiyetin halka dayanması. Bu nedenle kişi kültüne yönelmenin ve dinsel meşruiyet arayışlarının arttığı her zeminde tehlikede olan demokrasi kadar cumhuriyettir. Bugün birçok ‘eksik cumhuriyet’ rejimi ile karşı karşıyayız; yine İnsel, İran’daki Mollalar Cumhuriyeti, Güney Afrika’nın geçmiş pretorya rejimini ve erken cumhuriyet dönemine Türkiye Cumhuriyeti’ni gösteriyor. Demokrasi ise kurumsal yapısı belirlenmiş cumhuriyetlerin işleme tarzlarıdır; esas ilke halkın özgür iradesinin yönetime yansıtılmasıdır. Demokraside esas olanak ‘temsil’ olduğu farklı ülkelerde farklı mekanizmaların ortaya çıkması olağandır; doğrudan katılım, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sık plebisiteler, ayrılma haklarının tanınması, istifa müessesesinin kültürel kod olarak kabulü, demokrasinin gücünü gösterir. Başarısız darbe girişiminin hem öncesinde hem sonrasında değişmeyen tek siyasal gündem; merkezinde kişi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı bir başkanlık tartışmasıdır. Darbe öncesi başlayan ve gittikçe ilerleyen bir güç temerküzü varken; bu durum darbe girişimi sonrasında hızlanarak devam etti. Normal koşullarda Kulliye’ye gitmemeye ant içmiş iki, muhalefet lideri bile cazibenin etkisinden kendini kurtaramadı. Bu tartışmaya eşlik eden bir diğer olgu dinsel bir dilin merkezde olduğu yeni bir tahakküm rejiminin topluma yayılmasıdır. Eğitim sistemi ve sosyal yardım sistemi hem ulusal hem de uluslararası düzeyde (İHH ve Maarif vakfı örneği) hem ‘sivil’ hem dini söylemle, klasik cumhuriyet meşruiyet kaynaklarından uzaklaştığımızı göstermektedir. Bu nedenle cumhuriyet rejimi üzerindeki eski vesayet rejimleri (askeri) daralırken; yeni oluşan koşullarda vesayetsizlik değil, kült kişi ve dini cemaatler vesayetleri egemen olmaya başladığı için ‘eksik cumhuriyet’ hali devam etmektedir. AKP iktidarı ile başlayan ve kendi kanalında ‘başarı’ ile yürüyen proje, darbe girişiminden de hasar almadan devam etti. Devlete ve topluma nüfuz ettikçe, geçmiş merkez vesayet kurumlarını değiştirdiği, ehlileştirdiği görülüyor. Artık ordu merkezli Kemalist cumhuriyetçi vesayet büyük oranda dağıtılmış görünüyor. Yeni vesayet rejiminin esas sorunu cumhuriyetin kamusal/ kurumsal yapısını ve meşruiyet kaynaklarını değiştirmektir; ve çözemediği ve çözecek gibi görünmediği tek taraf Kürdler kaldı. Zaten yeni tahakküm dili Kürdlere işbirliği çağrısı yapmıyor ‘teslim olma ve biat etme’ çağrısı yapıyor. Halk egemenliğinin kurumsallaşması olan cumhuriyet rejimleri Batı’da çoğul etnik kimlikler ve onların temsilini ‘demokratik ve çoğulcu cumhuriyetler’ şeklinde çözmüşken; AKP’nin yeni hükümranlık dili mutlak tekliklere vurgu yaparak, artık demokrasi eksikliğinin ötesinde cumhuriyeti sorgulayan bir noktadadır. Genel cumhurun bir parçası olarak Kürd ‘cumhurunun’ iradesinin hiç kaale alınmadığı, temsilcilerinin yok sayıldığı bir rejimde tartışma konusu demokrasi değil cumhuriyettir. 08 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos 82016 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 9 SÖYLEŞİ Çözüm için tarihsel noktadayız Yazar Etyen Mahçupyan: Darbecilerin önemli bir kesiminin özellikle Şırnak, Cizre ve Sur’daki çatışmaları yöneten kadrolar oldukları anlaşılıyor. Ortada siyasi sorumluluğu hükümete yüklenen, hükümetin üstlenmek zorunda kaldığı ancak kontrol Öte yandan Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak ve diğer yerlerde çatışmaların kademeli ve sırayla yayıldığı ve sanki tasarlandığı gerçeği var, bu durumda darbeciler; Kürdlerle hükümeti kan davasına sokmak veya ortalığı alevlendirmek için mi PKK’nin hazırlıklarına sessiz kaldı, göz yumdu, nasıl izah edilecek bu durum? Olabilir ama ille de böyle olmuştur demek yerine daha mesafeli durmak lazım. Çünkü bu biraz araştırma, soruşturma ve ortaya çıkacak deliller ile olacak olan bir şey. Ama olabilir tabi ki sonuç olarak siz Cemaat gibi bir aktör olduğu düşündüğünüz anda ve bunun siyasetini düşündüğünüz anda tabi ki Cemaat açısından Türkiye’nin Kürd Meselesini çözmemesi, Türklerle Kürdlerin arasına mesafenin girmesi, devletin PKK ile konuşamaması tam aksine çatışması, aynı şekilde PKK’nin de Türkiye ile ilişki ku-ramaması hepsi Cemaat’in lehine. Ama Cemaat gerçekten bunu yapmış mıdır? Bunun için somut delile ihtiyacımız var. Ama bütün bunların Cemaat’in lehine olduğu biliyoruz ve Cemaat’in üyelerinin bu son darbe ile neler yapabileceklerini gördüğümüz anda şimdi geriye dönüp tabi bunları da yapmış olma ihtimalini yüksek olduğunu varsayabiliyoruz rg .o ur d ak iv Bu durumda olup bitenler hükümete ve hatta Kürdlere yönelik darbeyi meşrulaştıracak veya koşullarını hazırlayacak bir komplo ise, tarafların bu konuda aldatıldıklarını ifade edip süre giden şiddetten vazgeçmeleri gerekmiyor mu? Bu saatten sonra nasıl davranırlar öngörünüz nedir? Şu anda bir idrak var bence. Benim edindiğim izlenim Doğu’dan Güneydoğu’dan insanlarla konuştuğum kadarıyla toplum aynı Batı’daki gibi bir tepki vermiş durumda. Hatta Cizre’de sokağa çıkıp yollara çıkıp askeriyeyi durdurmaya yönelik girişimlerde oldu rs Hükümet orada olup bitenlere karşı o dönem hiçbir kuşku dile getirmeden başından itibaren siyasi olarak sahiplendi. Bunu nasıl yorumlamak gerekir? AK Parti Hükümeti her zaman belirli partnerlerle çalışmak zorunda. Çevreden gelen ve hala kendisini merkezdeki güce onaylatmak zorunda olan, hala Batı medyası ile Batı’daki ülkeler ile bir türlü tam olarak barışamamış olan bir siyasi parti. Parlamento içinde bir ortağı yoktu. Şu andaki görünüm çok yeni bir görünüm. Böyle bir durumda elinizde çok fazla bir güç kalmıyor. Cemaat’in de iş birliği yapılamayacak kategoriye itildiği ortamda AK Parti asker ile PKK arasında kaldı ve burada da Suriye olayı çıkınca mecburen askeri seçti. Artık askeri sahiplenmemesi mümkün değildi. Sonuçta devleti yönetiyorsunuz, sizin askeriniz ve asker de bu işi beceremiyor dediğiniz zaman hiç bir şeyi kontrol edemiyorsunuz demektir. Tamamen devlet sizin elinizden kaçmış da demektir. Hiçbir hükümet bunu böyle söyleyemez. Burada zaaflar olsa bile bunu arka planda kendisi tamir etmeye kalkar. Hükümet de öyle yapmaya çalıştı ama burada onların bile öngörmediği başka bir şey olmuştu, Cemaat askeri ele geçirmişti. O zamanda sizinle beraber çalışacak askerler üretmeniz de çok mümkün olmuyor. O askerleri siz en tepede bulsanız dahi bir iki kademe aşağıya indiğinizde tamamen kontrol elden kaçıyor. Dolayısıyla hükümet yönetememe meselesi ile karşı karşıya kalmıştı. 250 kişi hayatını kaybetti ve çok büyük bir bedel ödendi ama tarihsel olarak baktığımızda hayırlı bir durum oldu bu darbenin önlenmesi ve deşifre olması. Çünkü görüyoruz ki AK Parti parlamentoya dönüyor ve gerçekten de olması gereken bu ve mu-halefette iktidara yüzünü çeviriyor, böyle olursa Türkiye’yi yönetebilirsiniz zaten. İktidar ile muhalefet birbirine sırtını döndüğü bir noktada hiçbir siyasi parti, hiçbir koalisyon Türkiye’yi yönetemez, mesele bu AK Parti bunu atladı ve bence muhalefet de atladı, çünkü ülke hepimizin ülkesi. .a ama bunlar hala varsayım. w OHAL ilanının vatandaşa karşı değil, devlete karşı yapıldığı söylendi. Bu durumda devletin yeniden yapılanması da söz konusu olacak mı? Örneğin yapısal sorunlara müdahale edilecek mi, yeni bir devlet mi, AKP devleti mi olacak, OHAL’in temel hedefi nedir sizce? Ortada büyük bir tehlike olduğu belli zaten. Bu darbe girişiminin daha öncekilere hiç benzememesi, gelip de gitmek üzere değil, gelip kalmak üzere bir darbe girişimi olduğu açıktı. Bu cesareti nereden buldu diye baktığımız zaman; Gülen Cemaati hemen hemen devletin bütün kurumlarına yer-leşmiş durumda ve dolayısıyla en azından Türkiye böyle bir şeyin olabileceğini, olabilirliğini gördü. Şu anda ilk aşama tabiî ki devlette bir temizlik yapılması, Gülen Cemaati’ne mensup olup, bir tür örgütlenme faaliyeti içine girme ihtimali olan herkesin bir şekilde bu devlet mekanizmasının dışına çıkarılması. İkinci aşamada şu soru var: Acaba sistemin zaafları mı bu tür bir duruma yol açtı? Acaba sistemin kendi iç denetim mekanizmaları yeterince güçlü değil mi? Ve de tabi daha önemlisi sistemin dışarıdan denetimi zayıf mı? Ki üçüncü nokta en önemlisi, çünkü sivil denetim yani halkın denetimi, hem parlamentonun hem de sivil toplumun denetimi çok zayıf Türkiye’de. Zaten demokrasi dediğimiz şey de biraz bu, Türkiye esas olarak hala demokratik değil. Demokrasinin kurumları şekilsel olarak var ama demokrasinin kurumları demokrasiye uygun çalışmıyor. Öyle bir kültürümüz de, geleneğimiz de, öyle bir yapı da yok. edemediği bir savaş durumu mu vardı? Bu olayın başında hükümetin bir miktar çaresiz kaldığını kabullenmemiz lazım, çok büyük sayılardan bahsediyoruz. Bürokrasiden bu insanları birden bire atma ihtimalimizde yok, dolayısıyla bir yerden başka bir yere kaydırıyorsunuz. Ama ikinci bir unsur, bu insanları eski kafayla ‘Şark hizmeti’ denilirdi eskiden, Doğu’ya Güneydoğu’ya sürdürülürdü ama Doğu’da ve Güneydoğu’da bu şekilde bir çatışma ortamı varken, bir toplumsal sorunu hala siz çözememiş iken bu insanları oraya göndermek bence çok önemli bir zaaftır ve hükümetin burada sorumluluğu var tabiî ki. w Yeter Polat halktan. Şimdi bütün bunların muhtemel Çözüm Süreci’ne sahip çıkmak demek olduğunu düşünüyor Kürdler. Yani darbe olsaydı buradan artık bir Çözüm Süreci olma ihtimali yoktu zaten. Burada sivil olan herhangi bir şeyin yaşama şansı yoktu. Cemaat’in dışında kalan herhangi bir grubun ya da aktörün Türkiye’de söz sahibi olma ihtimali yoktu. İhtimal arayışına girseydi de bunun sonu savaş, çatışma olurdu. Şu anda herkes bir şey öğrendi: Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak AK Parti, oradan muhalefete geçelim oradan Kürdlere geçelim, Türklere geçelim, topluma geçelim oradan Alevilere geçelim, herkes buradan ders aldı. Aldığı ders de şu; bu sorumluluğu biz ortak bir biçimde alamıyor isek, alamaz isek o boşluğu birileri dolduruyor. Ve bu boşluğu dolduranlar da yurtiçinden, dışından olabilir. İyi niyetli olmak zorunda değiller. Öte yandan Çözüm Süreci artık sadece yurtiçi bir mesele değil, Suriye ile beraber ele alınabilecek bir meseledir. Gerçekçi olalım. Bu ne demek; Amerika’daki seçimleri beklemek, Amerika’daki seçimlerden sonra Amerika’nın Suriye’deki politikasını görmek, Amerika-Rusya ilişkisinin nereye doğru evrildiğini görmek ve ondan sonra pozisyon almak demektir“ diyor. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Etyen Mahçupyan, Hükümeti yeniden Çözüm Süreci’ne dönmekten alıkoyan tek meselenin ise Suriye’deki belir-sizlikler olduğuna dikkat çekerek, “Suriye’de, Amerika, Türkiye ve PYD, bu üçü arasında ortak nokta yakalanabilir ise bu durum Türkiye’de Çözüm Süreci’nin kapısını anında aralayacaktır” dedi. w Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanlığı görevini yürüten ve Kürd Meselesi’nin demokratik yöntemlerle çözümünü savunan Yazar Etyen Mahçupyan, Çözüm Süreci’nin, Hükümet ve Gülen Cemaati hesaplaşması arasına sıkıştırılmaması gerektiğini söylüyor. Cemaat’in darbe kalkışmasından herkesin dersler aldığını ileri süren Mahçupyan, “Türkiye’nin aldığı ders de şu; ‘Bu sorumluluğu biz ortak bir biçimde alamıyor isek, alamaz isek, o boşluğu birileri dolduruyor. Ve bu boşluğu dolduranlar da yurtiçinden dışından olabilir. İyi niyetli olmak zorunda değiller.’ Bu sebeple şimdi Çözüm Süreci’nin yeniden konuşulmasının anlamlı olacağı tarihsel bir noktadayız. Yani artık çözümün daha da olgunlaştığı söylenebilir? Bu sebeple şimdi Çözüm Süreci’nin yeniden konuşulmasının anlamlı olacağı bir tarihsel noktadayız. Öte yandan Çözüm Süreci artık sadece yurtiçi bir mesele değil, Suriye ile beraber ele alınabilecek bir mesele. Öyle olunca da gerçekçi olalım. Bu ne demek; Amerika’daki seçimleri beklemek, Amerika’daki seçimlerden sonra Amerika’nın Suriye’deki politikasını görmek, Amerika - Rusya ilişkisinin nereye doğru evrimleştiğini görmek ve ondan sonra pozisyon almak demektir. Ama bütün aktörlere baktığımız zaman şu anda herkesin bir çözüm arayışı içinde olduğunu görüyoruz. Esad’dan başlayarak İran’a kadar veya öbür aksta da Batı dünyasının bakışı ile baktığımız zaman artık bir çözüm bekleniyor. Çünkü şu anda bir tür denge hali de ortaya çıkmış durumda. Çünkü aktörler belli, güçleri belli o güçlerde çok büyük bir değişim olmayacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla an-lamlı bir konuşmanın mümkün olduğu bir noktadayız. Ve bu eğer yurtdışında yani Suriye’de, Amerika, Türkiye ve PYD, bu üçü arasında ortak nokta yakalanabilir ise bu durum Türkiye’de Çözüm Süreci’nin kapısını anında aralayacaktır. Burada bir şey daha ekleyelim. Türkiye’de de şu anda yeniden bir mini anayasa veya bir takım tedbirler alma kurumsallaşmaya yeniden bakma gibi şeyler konuşuluyor. Burada HDP dışarıda kalmaktan şikâyetçi idi. Ama daha geçen gün Binali Yıldırım böyle bir şeyin olmadığını, tabii ki kendi sözüyle ‘HDP’nin de bu çalışmanın içinde yer alacağını’ söyledi. Belki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne davet edilmedi HDP’liler çünkü biraz mesafeli durdular, tam olarak nasıl durdukları anlaşılmamıştı. Ama ben Meclis çalışmalarının başlaması ile HDP’lilerin tutumuna bağlı olarak bu mesafenin hızla kapanabileceğini ve yeniden barışı, çözümü konuşabilecek noktaya ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Ama birden bire olmayacak tabi bunlar. Önümüzdeki senenin içinde yaşayacağız bunları, çünkü dediğim gibi Amerika ve Rusya’yı dışarıda bırakarak bir çözüm, barış söz konusu değil. Çok sayıda yazar ve ilgili çevre, ortaya çıkan darbe ve komplonun sonuç itibarı ile kaçınılmaz, taraflar arasında yapılması gereken son bir çatışma olduğunu düşünüyor, hükümet geçmiş yılların günahlarını darbecilere yüklese dahi, toplumsal barış ve relaksiyon açısından yeni bir sayfa açmak zorunda değil mi? Şu anda sırf tavır ve tutum olarak baktığımız zaman bir zihinsel dönüşüm olduğunu görüyoruz Hükümette ve Cumhurbaşkanı’nda. Cumhurbaşkanı’nın ilk televizyona çıkışını CNN’de yapması bile bunun sembolik adımlarından birisi. Her konuşmasında halka teşekkür etmesi, bütün etnik ve dini kimlikleri sayan reklamların televizyonlarda dönmesi, ilk defa o kimliklerin sayılması ve sayılırken Yahudi, Rum, Ermeni vs denmesi önlerine ne mutlu kelimesinin konması. Tüm bunlar bir paradigma değişikliğinin eşiğinde olduğumuzu söylüyor. Psikolojik açıdan bu eşik geçilmiş ama sadece psikolojik açıdan geçilmiş olması yeterli değil. Hükümetin burada tabii ki sorumluluğu var, çünkü inisiyatif onda. Ne kadar çok bunu paylaşarak muhalefeti kendi içine alarak parlamentoyu çalıştırarak yapabilirse o kadar bu yolda gidecek ve başarılı olacak. Bence böyle de bir borcu var, siyasetin bir bütün olarak ama hükümetin ayrıca bir borcu var. Kime? Bütün bu ölenlere, yaralananlara kendi hayatlarını düşünmeden Türkiye için, özgürlük için, demokrasi için hayatını heba etmiş olan insanlara. Böyle bir fırsat çok ender gelir diye düşünüyorum ben ve umarım böyle bir fırsat heba edilmez çünkü şu ana kadarki son 10 yılın toplumsal psikolojisine baktığımız zaman, psikolojik ortam gökten inmiş bir lütuf gibi. Hükümete yakın kalemlerin iddia ettiği gibi darbeciler, yani Cemaat; Kürdler ve Hükümeti bir diğerine karşı kışkırttı, savaşı başlattı ve bugün artık tüm bunlar ortaya çıktıysa, Hükümeti yeniden çözüm sürecine dönmekten ne alıkoyabilir? Bunun tek kelimelik bir cevabı var; Suriye. Yani zaten bu varsayım da Suriye’yi biraz dışarıda bırakan bir varsayım. Eğer Suriye olmasaydı sırf Cemaat’in yaptıklarıyla, herhangi bir münafık gücün yaptıklarıyla, zorlamasıyla Çözüm Süreci öyle bitmeyebilirdi. Ama Suriye’nin varlığı ve Suriye’de anlaşamama hali ve Suriye’de PYD’nin diğer Kürd unsurları ora-dan dışlaması apaçık bir şekilde demokratik olmayan bir çizgiye doğru kayması, orada bir PKK devletinin kurulacağının öngörülmesi, Türkiye’de Hükümetin önünü kesti. Türkiye’de hükümet Kürd Meselesi’nde ilerleme şansını kaybetti. Aynı zamanda ‘PKK de Türkiye, Suriye’ye karışmasın, Suriye’de benim projemi engellemesin, kendi içinde problem yaşasın’ diye savaşı istedi. Böyle olunca olay durdu zaten. Ama Cemaat unsuru bunu da-ha da katmerli hale getirmiş olabilir. Onu da dediğim gibi göreceğiz, önümüzdeki günlerde anlayacağız. Söyleşinin tamamı bas-haber. com’da 09 Türkiye nereye gidiyor? HAKAN TAHMAZ 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası, içte ve dışta çok geniş bir kesim, başlıktaki Türkiye nereye gidiyor sorusuna yanıt arıyor. Bu yazının yazıldığı darbe kalkışmasının 15. gününde darbe girişiminin yönetenlerin kim olduğu belli değil. Fethullah Gülen Cemaati’nin yerli ve yabancı ortakları, işbirlikçileri kimler netleşmedi. Kısa süre içinde netleşmesi pek mümkün gözükmüyor. Her şey fazlasıyla flu. Her geçen gün darbe kalkışmasına dair sorular, sorunlar ve kuşkular daha da artıyor. Anadolu Ajansı eliyle medyaya servis edilen ifadeler, bunlardaki çelişkiler ve belirsizlikler komuta kademesine dair soru işaretlerine yol açtı. OHAL yasasına dayanarak YAŞ toplantısı beklenmeden ilk kez, darbe girişiminde yer alan 1684 asker ordudan ihraç edildi. Komuta kademesi görev başında. Ama darbeyi tezgâhlayan Yurtta Sulh Konseyi açıklanmadı. 15. günü geride bırakan meydanlardaki demokrasi nöbetinin daha ne zamana kadar devam edeceği beli değil. Bütün bunlar hala çeşitli pazarlıkların belirtisi olabilir mi? Başlıktaki sorunun yaygınlık kazanmasının önemli nedenlerinden biri de, Batı ülkelerinin ve kamuoyunun darbe kalkışmasına takındıkları tutum oluşturuyor. Batılı devletler ve Batı kamuoyu, Gülen Cemaati ile darbe kalkışmasını ilişkilendirmek istemedikleri gibi, bütün olup biteni Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hedefiyle ve siyasal hırsıyla izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de 15 Temmuz sonrası oluşan yaygın ve güçlü toplumsal duyarlılığı, tepkiyi görmemezlikten geliyorlar, kıymet vermiyorlar. Bu tutumlarıyla Cumhurbaşkanı’nın ve milliyetçilerin elini iç siyasette fazlasıyla güçlendirdiklerinin farkında değiller veya önemsemiyorlar. ABD ve AB yetkililerinin, OHAL ile birlikte yaygınlaşan işkence, kötü muamele, gözaltı, açığa alma ve tutuklama gibi temel insan hakları konularında gösterdiği haklı, doğal tepki ve duyarlılığı, 15 Temmuz gecesi darbecilerin yaptıkları katliamlara karşı, yaşam hakkı konusunda göstermemiş olmaları izaha muhtaçtır. Türkiye’nin içine sürüklendiği kaosun derinliğinin farkında değiller. Bu anlaşılması ve kabul edilmesi mümkün olmayan yaklaşımın değişmemesinin ne gibi sonuçlara yol açacağı ise Ak Parti’nin izleyeceği siyasetle kısa süre sonra daha net görülecek. Tahminlerin ötesinde kötü şeyler olma olasılığı oldukça yüksek. Türkiye bir tür “ara rejimin” keskin virajında. Bu bakımdan Cumhurbaşkanı’nın 25 Temmuz 2016 Pazartesi günü Saray’da Ak Parti, CHP ve MHP lideriyle gerçekleştirdiği zirvede şekillendirilmeye başlanılan “yeni milli birlik” konsepti, fazlasıyla önem arz ediyor. Bu milli birlik zirvesinden HDP liderinin dışlanmasının Kürd siyasal hareketini hatta Kuzeyli Kürdleri, dışlama maksatlı bir tutum olup olmadığı ise bir süre sonra net ortaya çıktığında konseptin de kapsamı tam olarak belirmiş olacak. Saray mutabakatında, bu sürecin OHAL’in ötesinde bir tür “ara rejim” dönemi olacağının emareleri belirdi. Bu “ara rejimin” nasıl bir şey olduğu, ne kadar süreceği çok net değil. Ama devletin reorganizasyon sürecinde HDP’yi tutma iradesinin ipuçları ortaya çıkmaya başladı. HDP’yi mutabakat dışında tutmak, ara rejimin niteliğini gösteriyor ve devletin reorganizasyonu sırasında Kürd sorununun çözümüne kapıları kapatmaktır. Bu ise çatışmanın şiddetlenmesine davetiye çıkarmaktır. Kaos ve krizi derinleştirecek bu siyaset, Türkiye’nin Batı’dan kopuşuna giden yolun taşlarının döşenmesi ve büyük bir buhranın kapısının aralanmasıdır. Ortadoğu’nun bugünkü haliyle, bu gidiş, Türkiye için olduğu kadar, Batı için de büyük bir tehdittir. NATO ülkesi Türkiye, Batı’yı kolay gözden çıkaramayabilir, ama içeride milliyetçi ve mukaddesatçı bir biçimde aşırı derece güçlenmiş Ak Parti’nin ne yapabileceğini de kestirmek çok zor. Bir de milli korkuya dönüşen Rojava kantonlarının, anayasal statü kazanma ve Güney’de gündeme gelen referandum olasılığı saray mutabakatçılarını her an her türlü çılgınlığa sürükleyebilir. SİYASET “Sokağa çıkanları kutluyorum” Darbe gecesi sokağa çıkan insanları cesaretlerinden dolayı kutluyorum diyen HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan da, darbe sonrası hükümet ve muhalefet partilerine de eleştiride bulundu. İktidar ve muhalefet partilerine “darbeden ders çıkarmamışlar” diyen Paylan şöyle dedi: “Ortada HDP gibi anti-demokratik uygulamalara ve “Tüm darbeciler mahkûm edilmeli” Hükümetin darbecilerin bazılarını öcüleştirip bazılarına ses çıkarmadığını ifade eden HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya ise, “Şahsen benim AKP’yi Meclis’te ve dışarıda en çok eleştirdiğim nokta şudur; AKP bugün sarayda geçmişteki tüm darbecilerle ittifak içerisindeydi. Sadece 15 Temmuz darbe sürecini değil ondan önceki darbelerle ilgili olarak da AKP’yi eleştiriyoruz. Eleştirdiğimiz de darbe zihniyetidir. Mesele sadece 15 Temmuz darbesi değildir. Biz darbecilerin bir kısmını öcüleştirirken bir kısmını da masumlaştırmayız. Bütün darbecileri mahkûm etmeliyiz” diye konuştu. HDP kitlesinin neden sokağa çıkmadığı sorusuna cevap veren Hüda Kaya, “İnsani olmayan, incitici, cinsiyetçi ve faşizan ifadelerle bir linçe dönüştürülen bu eylemlerde HDP’liler neden yoktu diyorlar, elbette olmaz. Ben kendi varlığımı öylesi ortamlarda düşünemiyorum. Darbe karşıtlığımızı illa ki orada o meydanda durarak değil farklı meydanlarda durarak, yazarak ve konuşarak gösteririz, biz mücadelemizi zaten sürdürüyoruz” dedi. Kerem Arî .o rg oğu Kürdistan’da başlayan yeni dönem büyük bir çatışma sürecine evrilirken, Kürd partileri güçbirliği için çalışmalarına devam ediyor. Peşmergelerinin İran’a karşı saldırı pozisyonuna geçecekleri bildiren İKDP’nin büyük bir Peşmerge birliğini daha Rojhilat’a sevk etti. Öten yandan İKDP dışındaki, Partiya Azadiya Kürdistan (PAK), Kürdistan Devrimci ve Emekçiler Topluluğu (Komela) ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (HDK) de Rojhilata Peşmerge yolladığı sevk ettiği bildirildi. PAK Peşmergelerinin geçen hafta İran’ın Dalaho kentinde bir petrol üretim sahasına saldırdığı ve tesisi kullanılamaz hale getirdiği öğrenildi. İKDP Peşmergelerinin de, gençlere uyuşturucu satan birkaç Besic askerini gözaltına alıp, cezalandırdığı açıklandı. Öte yandan bir süredir güçbirliği yapan Rojhilat partileri, ortak mücadele, müzakere ve Rojhilat’ta yeni sürecinin başlaması için biraraya geldi. 6 parti bir araya gelerek birliktelik çağrısı yaptı. Kürdistan Demokrat Partisi-İran’ın (İKDP) resmi internet sitesinden geçen hafta yapılan açıklamada, “Rojhilat’ta yeni bir stratejik süreç için ortak mücadeleyi geliştirmek amacıyla İran’da faaliyet yürüten altı Kürd partisinin bir araya geldiği belirtildi. İKDP’den yapılan açıklamaya göre toplantıya; İKDP, Kürdistan Devrimci Emekçi Topluluğu-İran, Kürdistan Demokrat Hizbi, Kürdistan Emekçile Topluluğu-İran, Direniş Örgütü, Kürdistan Devrimciler Birliği-İran ve Kürdistan Demokratik Birliği katıldı. Açıklamada Rojhilat için geliştirilecek yeni mücadele döneminde ortak çalışma prensiplerinin önemi vurgulandı. Açıklamaya göre, ortak mücadele stratejisi ve Rojhilat’ta faaliyet yürüten Kürd partilerinin kendi aralarında nasıl bir iletişim ve yardımlaşmada bulunacağına ilişkin öneriler de konuşuldu. Toplantıda yer alan taraflar ayrıca çalışmalarda irtibat halinde olmanın önemine değindi. Öte yandan İran İslam Cumhuriyeti, Kürd partilerinin etkinliklerine karşı kent merkezlerini militarize ettiği bildiriliyor. Halkın Peşmerge’ye destek vermesini engellemek için anti propaganda kampanyası başlatan rejimin Kürdlere karşı idam kozunu devreye soktuğu bildiriliyor. İran İnsan Hakları Örgütü’nün raporuna göre; Rejim 7 ay içerisinde çoğu uyuşturucu madde ticareti ile suçlanan en az 250 kişiyi idam etti. Kurdpa Ajansının haberine göre de; İran, 27 ur d ak “HDP uzlaşmanın parçası olmalı” Darbe öncesinde yaşananlarının artık önemli olmadığını ve bundan sonra ne yapılacağının daha önemli olduğuna dikkat çeken HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ise, “Ne olduysa oldu ama bundan sonra doğru şeyler yapmak lazım. Bundan sonra uzlaşma ve barış olmalı. Toplumdaki bu tansiyonun, bu kamplaşmanın, bu ayrışmanın düzeltilmesi lazım. Onun için de siz şimdi HDP’yi muhatap almazsanız toplumun önemli bir kesimini yine dışta bırakacaksınız ve buradan da bir uzlaşma çıkmaz. HDP’nin mutlaka bu uzlaşmanın bir parçası olması lazım.” Darbeye karşı sokaklara çıkan insanların kimliklerinin hiçbir öneminin olmadığını vurgulayan Tan, “Sen az çıktın, ben çok çıktım, bunun tartışması da öküzün altında buzağı aramaktır” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sokakta kaç CHP’li, kaç MHP’li, kaç HDP’li vardı? İktidarın elinde böyle bir kimlik tespiti varsa açıklasın. Ama herkes darbeye karşı olduğunu söyledi. Önemli olan Meclis’teki partilerin tavrıdır.” Darbe gecesi sokaklara en fazla 100 bin kişinin çıktığını belirten Tan, “AKP 20 milyonun üzerinde oy almış bir partidir. Peki bu 19 milyon küsur AKP’li ajan mıydı, hain miydi, korkak mıydı neydi yani? Dolayısıyla bu tartışmalardan bir şey çıkmaz. Açık ve net olan şey şudur; Meclis’teki bütün milletvekilleri, bütün partiler darbeye karşı çıkmış ve ertesi gün de Meclis’te toplantı yapmıştır. Dikkate alınması gereken husus da budur” dedi. darbelere karşı en çok ses çıkaran itiraz eden, barışı ve demokrasiyi savunan bir parti var ama bugün bakıyoruz darbe karşısında özlenen tablo diye lanse edilen karede HDP eksik bırakılıyor. HDP’nin dâhil edilmediği, dışlandığı bir ortamda nasıl olur da birlik ve beraberlik lafları edilir.” Darbelerden en büyük zararı hep Kürdlerin ve diğer muhalif çevrelerin gördüğüne vurgu yapan Paylan,15 Temmuz’da ya da öncesinde darbelere karşı direnen insanların birbirlerini anlaması ve empati kurmaları gerektiğini söyleyerek, “15 Temmuz gecesi hayatını kaybeden herkese rahmet diliyorum ve tankların karşısına çıkanları bu cesaretinden dolayı kutluyorum. Fakat Kürdler yıllardır tankların karşısında, AKP tabanı bir günlüğüne direnme hakkını kullandı, bizler yıllardır kullanıyoruz. Burada insanlar empati kurmalıdırlar. Dün bazı AKP’li vekiller bizzat bana gelerek ‘siz aylardır darbe gerginliği var diyordunuz, haklı çıktınız’ dediler. Türkiye’de siyaset hem askerin, hem sayın vesayetinden kurtulmalıdır, amasız, fakatsız darbenin her türlüsüne karşı çıkıp Meclis’i üstün kılmak zorundayız” diye ifade etti. iv diyerek şunları söyledi: “Unutmayalım darbeye zemin hazırlayan nedenlerden biri belki de en önemlisi antidemokratik uygulamalardır, hukuksuzluğun devlet içerisine çöreklenmesidir. Bununla mücadele etmek için bir araya gelmek zorundayız bundan kaçmak demokrasiden kaçmaktır.” rs “Tek ve gerçek muhalefet HDP’dir” HDP Hakkâri Milletvekili Selma Irmak, “Darbe sonrasında yaşananlar, iktidarın ve diğer muhalefet partilerinin tutumları bize göstermiştir ki tek ve gerçek muhalefet partisi HDP’dir” değerlendirmesi yaparak, iktidarın ve muhalefetin darbeye karşı olduğunu fakat OHAL ilanına ve askerlere yapılan işkencelere sessiz kalındığını ifade etti. “3 parti OHAL ilanına onay verdi ya da göz yumdu, Meclis’in zayıflatılmasına göz yumdu, diğer taraftan partimiz hem darbeyi kınayarak karşı olduğunu her mecrada dile getirdi, hem de darbecilere karşı uygulanan işkencelere, OHAL ilanına, KHK’lere karşı çıktı. Bu bizim ilkesel duruşumuzdur. Bundan dolayı bizi dışlamaları bizi gücendirmez hatta onurlandırır” diye belirtti. Irmak, Erdoğan’ın HDP’yi saraya çağırmamasını ve ‘HDP darbeye yeterince ses çıkarmadı’ söylemine yönelik ise şunları söyledi: “Erdoğan demokratikleşme adı altında diğer parti liderlerini çağırdı ama HDP’yi çağırmadı, bunun nedeni şu; Erdoğan darbecilerle mücadele adı altında yeni bir rejim arayışında, kendi iktidarını sağlamlaştırma çabasında. Erdoğan’ın bu anti-demokratik tutumlarına en fazla karşı çıkacak olan parti HDP’dir bu yüzden bizi çağırmamıştır bu da bizim için bir sorun değildir.” Darbe sonrası 4 partinin toplanıp ortak bir deklarasyon yayınlayarak hoş bir hava yarattığını söyleyen Irmak, ‘bu partiler yeniden bir araya gelerek demokrasiyi ileri seviyelere çıkarmak için çalışabilir’ D .a Her geçen gün, başarılamayan darbenin yaratabileceği tehlikelerin daha çok farkına vararak sırtımız ürperiyor. 15 Temmuz akşamı darbecilerin yaptıklarına bakınca, eğer başarsalardı, daha neler yapabileceğini de tahmin ediyoruz. 15 Temmuz gecesinin yarattığı kâbus daha uzun sürecek gibi görünüyor. Hayatımız bundan sonra artık hiç eskisi gibi olmayacak. O gecenin görüntüleri aklımıza çakılacak. O görüntüler kitaplara, belgesellere girecek. Türkiye toplumunun hafızasında artık yeni bir sayfa açıldı. Kolektif hafızamızı gözden geçirirken, 15 Temmuz’un apayrı bir yeri olacak. Ancak bu “yer” nasıl bir yer olacak? Yaşadığımız topraklara sinmiş kâbusların, lânetlerin eklendiği bir yer mi, yoksa bu topraklarda yaşayan insanların kabul, tanınma ve barışma yeri mi olacak? Bu soruların cevabını “devrim” meselesi eşliğinde aramayı deneyebiliriz belki. Kemalist yapılardan çıkarken, “eski” yıkılıp, “yeni” bir rejim kurulurken, yani bir tür “devrim” gerçekleşirken ortaya çıkan 15 Temmuz darbe girişimi ezildikten sonra, alınan önlemleri siyaseten anlamak mümkün... Her devrim kendini karşıdevrimden ya da karşı-devrim olarak adlandırdığı tehlikelerden korur çünkü... Bütün devrimlerde, yeni rejim kendini korumak için dostdüşman ayrımını net olarak vurgular (tabii ki, eski rejim de benzer bir dil geliştirir). Yani ya dostsunuzdur ya da düşman... Arada durmak mümkün değildir. Durmaya kalkarsanız iki taraftan biri sizi ya yutar ya da ötekilerin kucağına atar... “Hain” yaftasını yapıştırarak... Yaşadığımız darbe girişimine ilişkin olarak “arada bir yerde” durmanın ne vicdani, ne de akli hiçbir gerekçesinin olamayacağı çok açık... Darbeyle yakından uzaktan alâkası olamayacak insanların, sadece AKP karşısında eleştirel tutum aldıkları için, toplumu terörize eden darbecilerin bağlı bulundukları cemaat ağının gazetelerinden birinde yazdıkları için gözaltına alınmalarını “devrim” zaviyesinden anlayabiliriz... Ömrünün tamamını mükemmel analizlerle geçiren, her şeyi doğru yorumlayan, doğru yorumlamak zorunda olan bir aydın türü henüz icad edilmedi. Aydın –ya da münevver, entelektüel, ne derseniz deyin- toplumla irtibat halinde, toplumu dinleyerek söz söylemeli ki, farklı toplumsal kesimlerin birlikte düşünmesi için zemin oluştursun... Aydın takımı, kendi içinde de tabii ki farklı düşünmeli ki, toplumsal yelpazenin farklı insanları, farklı düşünce sistemleri ve farklı görüşlerle hemhal olsun... Ve toplum, kendi üzerine düşünme imkânını yaratsın. Aydın olmanın diploması yoktur. Herkes “aydın” olabilir. İyi ya da kötü araştırmalar yapar, iyi ya da kötü kitaplar yazarsınız. Tam zamanlı, yarı zamanlı, ya da vakit buldukça aydın olabilirsiniz. Tabii ki, öyle kötü aydın olursunuz ki, adınız geçtiği zaman, “O mu? Yazdığı bütün her şey kopyaydı!” şeklinde namınız da yürür. Ya da öyle mükemmel aydın olursunuz ki, yazdığınız her satır sadece memleketinizde ya da anadilinizde değil, dünyanın bütün dillerinde gıptayla okunur. Aydın takımı, istisnai durumlar hariç, “istihbaratçı” değildir. Aydınlar kendilerine sunulan ve inanılması beklenen her bilgiye mesafeyle bakmak zorundadır. Sadece kendilerine dışarıdan sunulan bilgiye değil, kendilerinin bulunduğu sınıf, kültür, cemaat ya da parti oluşumlarına karşı da mesafeyle bakmak zorundadır. Bu mesafeleri en ideal biçimde korumak her zaman mümkün değildir. Ama aydın takımının aydınlığı kendinden de menkul olsa, delice lâflar da etse, şiddete çağırmadığı sürece, fikir söyleme, konuşma özgürlüğü ellerinden alınamaz. Kimsenin alınamayacağı gibi... Eğer alınırsa, bu sadece “devrimci durumun” yarattığı bir sonuç olur.Ve yıllar geçtikten sonra, Türkiye’nin “İslâmi” hareketinin, “İslâmcı” düşüncesinin ilk okuduğu Türkiyeli aydın olan Ali Bulaç’ın ellerine kelepçe takılmış görüntüleri, bugünleri aştıktan sonra, Türkiye sosyolojisinde, kolektif hafızasında yaralı bir sayfa olarak kalacak. D Ahmet Özyeter arbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile Türkiye askeri, siyasi ve hukuki düzenlemeler ile devleti yeniden yapılandırma çalışmalarına yöneldi.15 Temmuz gecesi Meclis’teki 4 siyasi partinin bir deklarasyon yayınlayarak darbeye karşı ortak tavır almaları demokrasi mücadelesi adına olumlu ve değerli karşılandı. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP, MHP ve AKP liderlerini saraya davet ederek, tebrik etmesi, HDP’yi çağırmaması, hükümet ve HDP arasındaki gerilimin devam ettiği şeklinde yorumlandı. Belirli bir kesim, Erdoğan’ın HDP’yi dışlayan tavrını yanlış veya eksik bulurken, hükümete yakın bir kesim ise HDP’nin darbelere karşı sokağa çıkmadığını veya darbecilere karşı tutumunu açık bir biçimde göstermediğini iddia ediyor. Bir süredir kamuoyunda canlılığını koruyan bu tartışmada, ‘HDP 15 Temmuz gecesi kendi renkleriyle, kitlesini neden sokaklara çağırmadı’ sorusu önem kazandı. Konuya dair görüşlerine başvurduğumuz HDP Milletvekilleri Hüda Kaya, Garo Paylan, Selma Irmak ve Altan Tan BasHaber’e değerlendirmelerde bulundular. ROJHİLAT 01 - 07 Ağustos 2016 Partiler birleşme arifesinde HDP uzlaşmanın bir parçası olmalı w FERHAT KENTEL BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 w Kelepçeli Ali Bulaç ve diğerleri BasHaber w 10 Temmuz’da uyuşturucu madde ticareti iddiasıyla 6 Kürdü idam etti. Kürdistan Devrimci ve Emekçiler Topluluğu Partisi Merkez Komite Üyesi Mohamed Ferhadzade, İKDP Üyesi Selim Zenciri ve Gazeteci Ruken Welat Kürdistan’ın doğusundaki son gelişmeleri BasHaber’e değerlendirdi. Ferhadzade: Kürdler ekonomik krizden faydalanabilirler Kürdistan Devrimci ve Emekçiler Topluluğu Partisi Merkez Komite Üyesi Mohamed Ferhadzade İran’ın ekonomisinin krizde olduğunu ve Kürd güçlerinin bundan faydalanabileceğini vurguladı. Ferhadzade geçtiğimiz birkaç haftadaki sessizliğin savaşın bittiği anlamına gelmediğini belirterek şöyle dedi: “Savaş istemediğimizi en başta ifade ettik; Ancak İran’ın saldırılarına karşı kendimizi savunduk. İran, Rojhilat’ı militarize etmek istiyor. Komela ve İKDP halkın gönlünde taht kurmuş ve İran, bu iki gücün 1980’lerdeki gibi harekete geçeceğinden endişeli. Biz kentlerdeki sivil faaliyetlerimizi sürdüreceğiz, eğer İran saldırırsa biz de cevap vereceğiz.” Ferhadzade İran’ın ekonomik krizle yüz yüze olduğunu vurgulayarak, “İran’ın ekonomisi daha çok petrol gelirine dayanıyor. İran sanayi ve üretim tesislerinin eskimesinden dolayı fazla petrol çıkaramıyor. Bu yüzden ekonomik kriz derinleşiyor. Kürd partileri krizden faydalanabilir; Dağ ile kent örgütlenmesini birleştirebilir. İran bu sıkıntıdan dolayı 10 yıldır kendisine düşman olarak tanımladığı kişilerin gayrimenkul ve paralarına el koyuyor ve bunu meşrulaştırıyor. İran 2007 yılından bu yana bu tür gasplardan 95 milyar dolar gelir elde etti ve bu İran’ın petrol gelirinin yüzde 40’ı demektir” diye konuştu. Selim Zenciri: Saldırı aşamasına geçilecek Gazeteci Selim Zenciri İran’ın saldırılarının devam etmesi durumunda İKDP’nin de saldırı pozisyonuna geçeceğini söyledi. İKDP’nin kendisini savunma konusunda kararlı olduğunu belirteren Zenciri şöyle dedi: “Ortadoğu değişimlere gebe. Yeni bir dizayn içinde ve hassas bir dönemden geçiliyor. Ortadoğu’da hakları gasp edilmiş bir millet olan Kürdler, bir aktör olarak ortaya çıkıyor ve bölgedeki birçok düğüm Kürdlerde çözülüyor. KCK ve İKDP arasında gerçekleştirilen son toplantıda da taraflar, Rojhilat’taki yeni dönem ve gündem üzerinde yoğunlaştı.“ Zenciri KCK heyetinin İKDP’ye ziyaretini hatırlatarak, “Bu temaslar tüm taraflar arasında devam ettirilecek. Bölgedeki siyasi haritalar ve sorunlar değişiyor; Kürdler de kendini buna hazırlıyor ve bu duruma göre yenileniyor. Kürd partileri yılanın başının İran olduğunu ve bölgedeki bütün cinayet, katliam ve sorunlarda İran’ın parmağının olduğunu biliyor. Kürdler, İran’dan ve onun siyasetinden uzak durdukları derecede birlik ve başarının yakın olacağını düşünüyor” dedi. ‘Siyasi taraflar müzakerelere devam ediyor’ Siyasi taraflar arasında müzakerelerin sürdüğüne dikkat çeken Zenciri, tarafların birlik çabası içinde olduklarını vurgulayarak şöyle dedi: “Kayıplar verildi. Ancak İran da büyük darbe aldı. Rejim sert tehditler savuruyor. Bu İran’ın çok büyük bir ızdırap içinde olduğunu ve Peşmergelerin rejimi salladığını gösteriyor. İran Kürdleri takip edip saldırırsa Peşmerge kendini savunacak ve saldırı pozisyonuna geçecektir. Bunun dışında şu an Rojhilat’taki 6 parti, İKDP, PAK, Devrimciler Topluluğu ve Kürdistan Emekçiler Topluluğu ve Kürdistan Demokrat Partisi müzakere sürecinde. İran’a karşı ortak ve geniş bir cephe açma çabasındalar. Çünkü İran savaş konseptinden başka bir dil kullanmıyor. Belki bu şekilde bu şiddet dilinden vazgeçer ve kendini değiştirir. Ruken Welat: Azeriler meydanlara çıktı Diğer taraftan Azerilerin de protestolara başladığı bildiriliyor. Gazeteci Ruken Welat, BasHaber’e, İran basını tarafından rencide edilen Azerilerin de sokaklara çıktığını ve rahatsızlıklarını dile getirdiğine dikkat çekti: “Terhê No isimli İran gazetesi Azerileri küçük düşürücü ibareler kullanarak onları rencide etti. Bunun üzerine 26-27 Temmuz’da Azeriler meydanlara inerek Terhê No’ yu protesto etti. Göstericiler, gazetenin kapatılması talebinde bulundular. Yürüyüş esnasında güvenlik güçleri protestoculara müdahale edip, bir kısmını gözaltına aldı. Bu protestoların devam edeceği düşünülüyor. Son 10 yıl içinde buna benzer birçok olay meydana geldi ve Azeriler bunlara karşı protesto yürüyüşleri düzenledi.” 11 Kamışlo katliamı BİLAL SAMBUR Kamışlo, katliamlarla bilinen bir kenttir. 12 Mart 2004 tarihinde Baas Rejimi tarafından Kamışlo’da büyük bir katliam gerçekleştirildi. Öğle civarı bir futbol maçında taraftarlar arasında çıkan olayları gerekçe gösteren Baas Rejimi, büyük bir katliama imza attı. Baas Rejimi’nin çıkan olaylara vahşice müdahale etmesi sonucu stadyumda yedi insan öldürüldü. Bunun üzerine bütün Rojava’da büyük gösteriler ve protestolar yapıldı. Baas Rejimi’nin Rojava’yı ezmek ve gösteriler yapan halkı sindirmek için sivillere ağır silahlarla ateş açan ve büyük askeri güçlerle saldıran Baas Rejimi’nin vahşeti sonucunda elliden fazla insan hayatını kaybetti, onlarca insan yaralandı ve yüzlerce insan tutuklandı. Baas Rejimi’nin işlediği büyük Kamışlo katliamı sonrasında Rojava ve Baas Rejimi arasında büyük kopuş yaşandığını, Rojava halkının Suriye’de kendini korumak için harekete geçmeye başladığını söyleyebiliriz. 27 Temmuz 2016 Tarihinde Qamşlo, bu sefer DAİŞ tarafından düzenlenen bir başka büyük katliama sahne oldu. Kamışlo katliamı, Suriye savaşının başından beri Rojava’da ve Ortadoğu’da yapılan en büyük kanlı saldırılarından biridir. DAİŞ, Rojava’nın Kamışlo kentine gerçekleştirdiği iki bombalı araç saldırısıyla ellinin üstünde insanın hayatını kaybetmesine, yüz seksenin üstünde insanın yaralanmasına neden oldu. DAİŞ’in Kamışlo katliamı, Rojava’nın bu kentinde büyük bir yıkıma neden oldu. DAİŞ ve Baas Rejimi, Rojava ve Kamışlo düşmanlığında ortaktırlar. KBY Başkanı Mesut Barzani, Kamışlo katliamının yaralarının sarılması için seferberlik ilan ederek tam bir dayanışma örneği ortaya koymuştur. Kamışlo katliamı, Amerika dahil büyük güçler tarafından beklenilen bir saldırı değildir. Herkesi şoka sokan Kamışlo katliamı, her açıdan büyük bir facia anlamına gelmektedir. Amerika, Kamışlo katliamını güçlü bir şekilde kınadığını ve Rojava ile ilişkilerinin güçlü bir şekilde devam edeceğini ifade etmiştir. Kamışlo katliamı sonrasında ortaya çıkan görüntüler, ortaya çıkan tablonun insani açıdan yürek dağlayıcı ve dayanılmaz olduğunu göstermektedir. Kamışlo katliamında yaşanan büyük insani facianın Ortadoğu ve dünya basınında ciddi bir şekilde gündem olmayışı ise üzerinde düşünülmesi gereken bir tutumdur. DAİŞ, Paris ve Brüksel gibi yerlerde katliam yaparken dünyanın dikkati bu örgüte ve yapmış olduğu katliamlara çevrilirken, Kamışlo katliamı karşısında sessizlik olarak nitelenebilecek tepkisizlik, çifte standart olarak değerlendirilmektedir. Kamışlo katliamı, her şeyden evvel Rojava’nın tamamına yönelik bir saldırıdır. Bu saldırıyla DAİŞ, Rojava’da yaşayan hiçbir toplumun güvende olmadığını, Kürdler ve diğer topluluklar arasında çoğulculuk içinde bir arada yaşama imkanını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. SDG, bugün Suriye’de, rejim ordusundan sonra en önemli askeri aktör konumundadır. SDG’nin çoğulcu yapısı, DAİŞ’i rahatsız etmektedir. DAİŞ, SDG karşısında gösteremediği başarının acısını, Kamışlo’da sivillere karşı giriştiği katliam eylemleriyle çıkarmaya çalışmıştır. Kamışlo katliamı, DAİŞ’in SDG’ye karşı giriştiği bir intikam saldırısıdır. DAİŞ, Kamışlo katliamıyla Rojava’yı geriletmeye çalışırken öte yandan Nusra Cephesi, EL-Qaide’den ayrıldığını ilan etmiştir. Şam Fethi Cephesi adını alan AlNusra Cephesi’nin, bundan sonra DAİŞ’le ortak hareket edeceği öngörülmektedir. Terörist gruplar arasındaki yakınlaşmalar ve birleşmeler, Rojava’yı Kamışlo katliamı gibi saldırılara daha açık hale getirmektedir. Rojava’daki siyasal ve askeri parçalanmışlık, Mesrur Barzani’nin ifade ettiği gibi, büyük bir güvenlik zaafiyeti oluşturmaktadır. Kamışlo katliamından sonra Rojava’da DAİŞ ve Şam Fethi Cephesi’nin (eski Nusra Cephesi) saldırılarına karşı yeni bir güvenlik stratejisinin geliştirilmesine duyulan ihtiyaç, daha çok hissedilmektedir. BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos12 2016 SURİYE Suriye’nin geleceği Cenevre’de mi? ‘PYD’nin rejimle işbirliğini yaptığını söylemek ırkçılık’ Cenevre görüşmelerine PYD’nin katılımı konusunda henüz bir davetin olmadığını hatırlatan Bali, perde arkasında görüşmelerin olduğunu belirterek, “Şu ana kadar Rojava yönetiminin çağrılacağı yönünde herhangi bir karar alınmadı. Fakat son ana kadar beklentimiz ve umudumuz var” şeklinde konuştu. Kürdlerin kimlikleri ile görüşmelere davet edilmesinin Suriye’de yaşayan tüm etnik ve dini kesimler için bir kazanım olduğuna vurgu yapan Bali, “Bunu tüm Suriye halkının bir başarısı olarak görürüz. Bu hakikatin yerini F. Heci Mistefa D Mustafa Bali Hamide Yiğit Dilan Almaz .o arbe girişimi öncesinde Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusu Türkiye’nin ana gündem maddesi idi. Türkiye’yi sığınılacak bir liman olarak görüp, ülkelerindeki savaştan kaçarak buraya yerleşen Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmı ülkelerine dönmek istemiyor. Vatandaşlık verilmesi konusunda tartışmalar ise, Suriyelilerin seçimlerde oy kullanacak olmaları, içlerinden ‘kalifiye’ olanların seçilip seçilmeyeceği ve TOKİ konutlarına yerleştirilmelerinin planlanması üzerinde yoğunlaştı. Uzmanların bir kısmı Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasının siyasi rant olabileceğini ve toplumun demografyasının değiştirilmek istendiğini ileri sürerken, bir kısmı ise vatandaşlıktan ziyade mültecilik haklarının tanınması gerektiğine vurgu yaptı. Sayıları 3 milyonu bulan Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi ülkenin siyasi, ekonomik, demografik yapısını etkileyeceği aşikâr. Tüm bu tartışmalar bağlamında vatandaşlık konusunun asıl muhatabı olan Suriyelilere sorduk. ur d ak iv rs Suriye’de dengeler alt-üst! Görüşmelerin yeniden başlaması için müzakerelerin başlaması gerektiğine, onun için ise tarafların, dengelerin değişeceği zamanı beklediğini söyleyen Gazeteci Hamide Rencüs Yiğit, Suriye’de değişen dengeleri şöyle ifade ediyor: “Bilindiği üzere ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon, Suriye’nin geleceğini belirleme noktasında herhangi bir meşruiyet kazanmış değil. Belirleyici rol Eğit-Donat Projesi üzerinden denendi, fakat o da olmadı. ABD’nin güvendiği muhaliflerde çözülme daha da derinleşti. Özellikle Güney Fetih Cephesi, Dera’da bozguna uğratıldı.” Batı ve Kuzey cephelerindeki gelişmeleri değerlendiren Yiğit, Türkiye destekli El Fetih’in koruduğu mevzinin sadece İdlip ile sınırlı kaldığını ve Kuzey Lazkiye’nin tamamen bu silahlı gruplardan arındırıldığını belirterek, “Bu da muhalifleri destekleyen kutup için pozisyon almayı güçleştiren bir durum yaratıyor” dedi. ‘ABD Esad’lı çözüme rıza gösteriyor’ Öte yandan Rusya’nın müzakere masasında dizeceği taşların çeşitliliğinin de belirginleşmeye başladığına işaret eden Yiğit, “Bu çeşitliliğe Türkiye ile Suriye arasındaki sınırın güvenliği de dâhildir. Kürdler üzerinden ABD’nin öne süreceği pazarlığa karşı Rusya’nın evrak çantasında da her zaman pazarlık için öne süreceği unsurlar vardır. Zira müzakere masasına PYD’nin çağırılmasını baştan itibaren koşul olarak öne süren de Rusya’dır” dedi. PYD’nin iki süper güç ile kurduğu ilişkiden kaynaklı Cenevre’ye katılmasının kaçınılmaz olduğunu savunan Yiğit, “ABD’nin PYD karşısında muhatap alınmasını istediği cihatçı grupların Ceyş ül İslam gibi El Kaide bağlantılı gruplar olduğu açıktır. ABD’nin PYD’ye yakınlaşma hamlesi PYD’nin müzakerelere koşulsuz girebileceği ihtimalini de güçlendirdi. Ama bu ABD’ye bir pozisyon kazandırmış olmaz. Çünkü Rusya başından itibaren PYD’nin müzakerelerde yer almasını ve muhatap olarak kabul edilmesini istiyordu. İki küresel gücün karşılıklı pazarlıkları ve Şam yönetiminin pozisyonunu kabul edişleri önümüzdeki süreci belirleyecektir” diyerek, Esad’lı çözüme ABD cephesinin rıza gösterdiğini savundu. .a ‘PYD, Esad rejimi ile de ilişki kurabilir’ PYD ve Esad’ın idari alanlarda ve dönemsel olarak görüştüğünü vurgulayan Mustafa, bunun mecburi olduğunu, PYD’nin politikası gereği normal bir durum olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etti: “PYD’li yetkililerin de kesin ve açık bir dille reddetmediği gibi rejimle bir irtibat var. İdari alanda bu ilişki devam ediyor zaten. PKK’nin bir yetkilisi de ‘evet idari anlamda rejimle bir irtibatımız var ancak az’ demekle yetindi. PYD ile rejim şuana kadar gerçek manada karşı karşıya gelmedi. Birkaç kısa süreli danışıklı dövüşün dışında herhangi bir karışıklık ya da ihtilaf olduğunu söyleyemem. Ayrıca PYD üçüncü bir taraf olarak kendini lanse ediyor ve bu temel üzerine politikasını yürütmektedir. Dolayısıyla rejim ile de muhalefet ile de ilişki kurabilir.” Mülteciler vatandaşlık için ne diyor? Cenevre görüşmeleri öncesinde ABD ve Rusya’nın, Kürdler ile kurdukları temaslara değinen Hamide Yiğit, “Rusya’nın Kürdlerle görüşmeleri uzun zamandır devam ediyor, ancak bu kez ABD’nin ilgisi Kürdlere yönelmiş durumda. Suriye Demokratik Güçleri oluşumu ile Rakka Operasyonu’nu teşvik eden ABD’nin, bu oluşum üzerinden orada kendine bir pozisyon edinme arayışına girdiği açıktır. Zira Kürdlerin kazanım elde ettiği Suriye’nin kuzeyinde, ABD kendine peş peşe üs açma yoluna girmiştir. Böyle bir pozisyon alış sonucunda ABD, Kürd müttefikliği kartını öne sürerek elini güçlendirmiş vaziyette müzakerelere başlayabilir” diye konuştu. w ‘Kürdler yoksa sonuç alınamaz’ Cenevre görüşmelerine katılanların Suriye halklarını temsil etmediğini söyleyen Gazeteci Mustafa Bali, sahada her hangi bir etkinliklerinin olmadığını söyledi. Kendilerini siyasi temsilci olarak lanse edenlerin, Suriye’de savaşan askeri grupları ve hatta ÖSO’ya bağlı grupları da temsil etmediğine dikkat çeken Bali, “Koalisyon güçlerinin HSD-YPG güçleri ile koordinasyon içinde oldukları Menbic hamlesinde de görüldü. Ancak siyasi alanda Kürdlerin söz sahibi olmasını istemeyen, engelleyen taraflar var. Kürdlere karşı olan gruplar da var, ama Suriye de Araplar ile Kürdler birlikte yaşıyor ve savaşıyorlar. Kimse bölge halklarının birliğini bozamaz. Kürdler de, Araplar da bu birliğe mecburlar. Cenevre’ye davet edilen kesimler ne Suriye halkını, ne de Suriye’de savaşan grupları temsil etmiyor. Kürdler Cenevre’ye davet edilmezse, sonuç alınamaz” diye konuştu. Cenevre, PYD için “önemsiz” vurgusu Cenevre görüşmelerine ara verilmediğini hala devam ettiğini ama bazı siyasi tıkanmaların olduğunu dile getiren Gazeteci Faruk Hacı Mustafa, “Cenevre görüşmeleri hiç durmadı. Görüşmeleri Rusya ile Amerika yönlendiriyor, rejim ve muhalefet değil” dedi. Mustafa, uzmanlardan oluşan heyetlerin sivil toplum ayağı oluşturarak Suriye için yeni bir anayasa ve Suriye’nin geleceği ile ilgili çalışmalar yaptığını belirterek, “Siyasi olarak bir tıkanma var. Önümüzdeki süreçte, Rusya ile Amerika’nın anlaşmasını ve Ağustos ayında da Cenevre’de rejim ile muhalefet arasındaki görüşmelerin tekrar başlayacağını bekliyoruz” diye konuştu. Hem ABD’nin hem de Rusya’nın Cenevre görüşmelerinde PYD’yi masada görmek istediğini söyleyen Hacı Mustafa, şu değerlendirmede bulundu: “Kimi Arap çevreler de PYD’nin görüşmelerde hazır bulunmasını kabul ediyor. Ancak, Suriye meselesinde etkin ve önemli bir rol oynayan Türkiye, PYD’nin görüşmelerde yer almasına karşı çıkıyor. ABD ve Rusya da bu tutuma ters bir karar almak ve Türkiye’ye rağmen PYD’yi çağırmayı uygun görmüyor. PYD için katılıp katılmamanın önemli bir konu olmadığını düşünüyorum. Evet, PYD’de elinin güçlenmesi ve çözümün konuşulduğu bu toplantılarda yer almayı istiyor ve rejimle olan ilişkiyi reddediyor. Çünkü rejim ile birlikte yer almanın mevcut konjonktürde çok yararlı olmayacağının farkındalar.” w M Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın geçtiğimiz günlerde Suriye görüşmeleri için yeni turun Ağustos sonunda yapılabileceğini açıklaması üzerine bütün dikkatler yeniden Cenevre görüşmelerine çevrildi. Cenevre-Suriye barış görüşmeleri ya da diğer adıyla Cenevre III, BM nezdinde Suriye hükümeti ve muhalif gruplar arasındaki dolaylı müzakerelerin resmi olarak 1 Şubat 2016’da başlayacağı söylenmiş ancak, 25 Şubat 2016 tarihine kadar geçici olarak durdurulmuştu. Çeşitli devletlerin ve grupların katıldığı Cenevre görüşmelerinin son turu ise Mayıs 2016’da yapılmıştı. Suriye hükümetinin bazı grupları istemediği, kimi örgütlerin Esad’ı istemediği, Türkiye’nin PYD’yi istemediği, çalkantıları bol olan Cenevre görüşmelerinde taraflar arasında şimdiye kadar önemli bir yakınlaşma sağlanamamış, ancak yeni anayasanın hazırlıklarını yapacak bir geçici hükümet kurulması konusunda büyük ölçüde görüş birliğine varılmıştı. Ağustos ayında yapılması beklenen görüşmelerden nasıl bir sonuç çıkacağını gazeteciler; Mustafa Bali, Faruk Heci Mistefa ve Hamide Rencüs Yiğit BasHaber’ değerlendirdi. bulması ise, realitenin kabulü anlamına gelir. Suriye’deki iç savaşın çözümü noktasında büyük bir karar ve adım olur. Eğer Kürdler davet edilmez, yanlışta ısrar edilirse kriz devam eder ve aynı zamanda ırkçı zihniyetin de hala iş başında olduğunu gösterir. Dolayısıyla çözüm isteniyorsa Kürdler davet edilmelidir” dedi. PYD- Esad Rejimi’nin ilişkilerini değerlendiren Mustafa Bali, bilindiğinin aksine aralarında bir görüşme olmadığını ve bu haberlerin karalamak için ortaya atıldığını belirterek, “Rejim ile PYD arasında herhangi bir ilişki yoktur. Bu iddialar karalama amaçlıdır ve aslında bunu söyleyenlerin kendileri rejim ile işbirliği hevesindedirler. Irkçı kesimler PYD’yi rejimle işbirliği yapmakla suçluyor, ancak bunlar asılsız iddialardır” diye belirtti. w B Cemil Hayek MÜLTECİLER BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 13 SÖYLEŞİ rg 12 ‘Vatandaşlık verilmeli, ama mülteci statüsü önemli’ BasHaber’in sorularını yanıtlayan İzmir Suriyelilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali, Suriyelilerin geri dönüş şartlarının zorlaştığını ifade ederek, mülteci statüsünün önemine değindi. Mülteci statüsü tanınmadığı için Suriyelilerin sağlık, eğitim, seyahat etme konusunda oldukça sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Ali, “Türkiye yasal olarak Ortadoğu’dan mülteci kabul etmiyor. Sadece Avrupa’dan mülteci kabul ediyor. O yüzden bu yasanın değişmesi gerekiyor. Bu sebepten vatandaşlık verilirse, bu sorunların bir kısmı çözülecek” dedi. Vatandaşlık verilse bile Suriyelilerin tamamının Türkiye’de kalmak gibi bir durumunun söz konusu olmayacağını belirten Ali, “Kimse vatandaşlık verilmesine karşı değil, ama en önemlisi mülteci statüsü tanınırsa bütün sorunlar çözülecek. Mülteci statüsüne alınmamız için birçok çalışmamız oldu. Ama sonuç alamadık” diye konuştu. Suriyelilere dönük ırkçı saldırıları değerlendiren Ali, şunları belirtti: “Almanya’da birkaç milyon Türkiyeli yaşıyor. Acaba, kim onlara vatandaşlık alırken karşı çıktı? Irkçılar dışında hiç kimse onlara karşı çıkmadı. Irkçılık ve düşmanlık istemiyoruz. Türkiye’de gerginlik olduğu zaman Suriye’yi etkiliyor, Suriye’de gerginlik olduğu zaman Türkiye’yi etkiliyor.” Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin arkasında siyasi hesapların olduğuna dair yapılan yorumlara da değinen Ali, “Herhangi bir partinin Suriyelileri kullanması söz konusu değil. Eğer bir seçim olursa, Suriyeliler özgürce oy verme hakkına sahiptir. Suriyeli mültecilerin tek bir partiye oy vereceği yönündeki yorumlar gerçekçi değil” diye konuştu. ‘Medya linç haberlerini abartıyor’ Suriye Nur Derneği Başkanı Dr. Mehdi Davut, Suriyeli mültecilere verilen geçici kimlik kartının ilaç alma, eğitim görme konusunda oldukça sıkıntılara sebebiyet verdiğini hatırlatarak, vatandaşlık verilmesinin gerekliliğini şu cümlelerle aktardı: “Suriyeliler işte bu sıkıntılar çözülür diye vatandaşlık verilmesine seviniyorlar. Suriyeliler bir daha ülkelerine dönmeyecek gibisinden yorumlar yapılıyor. Şimdi bir ülkede kalmak ya da bir yerde kalmak ya da bir ülkeyi terk etmek o kadar kolay değil. Bir ülkenin vatandaşı oldular diye atalarının dedelerinin mirasını bırakamazlar. Vatandaşlık verilse bile, Suriye durulduğu zaman vatandaşların yüzde 90’ı döner. Sadece lojistik anlamda insanlar daha rahat bir şekilde hem faaliyet gösterir, hem fayda görür hem de fayda sağlar.” Suriyelilere yönelik yapılan linçleri değerlendiren Dr. Davut, medyanın olayları abarttığını ileri sürerek, “Medyanın gösterdiği kadar değil, yani bir iki kişinin sesi çıkıyor olabilir. Türkiye halkı bu konuyla alakalı, insani yardım konusunda gerçekten destan yazdı” dedi. Türkiye’de kalmayı tercih edenler bir gün ülkelerine dönme ihtimali nedeniyle kaldığını vurgulayan Davut, “Türkiye’deki şartlar Avrupa’dan daha iyi değil. Suriye’ye yakın ve istedikleri zaman dönebileceklerini bildikleri için Türkiye’yi tercih ediyorlar ve Türkiye’de kaldıkları zaman kendi kültürlerini kaybetmiyorlar; çünkü Suriye’nin kültürü ile Türkiye’nin kültürü birbirine yakın” ifadelerini kullandı. Hükümetin vatandaşlık hamlesini “siyasi malzeme” olarak değerlendirilmesini eleştiren Dr. Davut, “Suriyeliler belki AK Parti’yi çok seviyor ama ben AK Parti’nin oy kazanma niyetiyle yaklaştığını düşünmüyorum” şeklinde konuştu. ‘Vatandaşlık verileceğini düşünmüyorum’ Suriyelilerin büyük çoğunluğunun Türkiye vatandaşı olmak istediğini belirten Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) Temsilcisi Ahmed Kasım ise hükümetin vatandaşlık çıkışını “siyasi bir karar” olarak değerlendirdi. Vatandaşlık verileceğini düşünmediğini belirten Kasım, “Türkiye, Avrupa ülkelerine benzemiyor. Osmanlı zamanında sınırlar ayrıldı, haliyle Suriyelilerin bir kısmının yakınları Türkiye’de, Türkiyelilerin bir kısmının yakınları Suriye’de. O yüzden vatandaşlık verilmesi iyi olacaktır. Ama ben bu kararın siyasi bir karar olabileceğini düşünüyorum bu sebepten de yerine getirebileceklerini düşünmüyorum” diye konuştu. Türkiye’de yaşayan Rojavalıların sayısının yaklaşık 800 bin olduğunu dile getiren Kasım, “Yani 3 milyona vatandaşlık verilmesi zahmetli bir iş fakat akademisyenlere, kariyer sahiplerine belki öncelik verip vatandaşlık hakkı tanıyabilirler” şeklinde konuştu. 13 Eski merkez sağ nerede? ÖZTEKİN ÇAÇAN Marshall yardımları, soğuk savaş, antikomünist propagandalar sonrasında Yeşil Kuşak projeleri döneminde Türkiye’de Maurice Duverger’in kavramlaştırmasıyla yelpazenin sağ tarafına iki siyaset odağı eklenmiştir. Türkeş ve Erbakan ekolleri bu dönemin antikomünizm ve soğuk savaş ürünüdür aslında. Başka bir deyişle siyasal İslam ve siyasal milliyetçilik, soğuk savaş döneminin koşullarında, ülkemizde resmi ideoloji ve çekirdek devlet tarafından pek de istenmeyen sonuçlar olarak ortaya çıkmışlardır. NATO’ya girebilmek için denizaşırı dostlarımıza verdiğimiz çok partili demokrasi sözümüz gereği katlanmak zorunda kaldığımız bu iki yeni siyasal odaktan özellikle Erbakan çizgisinin iyi izlenmesi gerekiyor. 1970’de kurulan Milli Nizam Partisi’nin durumu burada değişik. Osmanlı’dan gelen çok derin bir sosyal ve kültürel tabanları var. Ordu ile pek içli dışlı olmadıkları için 12 Eylül öncesinde tabanca- tüfek, çatışma işlerine pek girmeden yollarına “sulh” ile devam edebiliyorlar. Bu sebeple 12 Eylül sonrasına kadrolarını koruyarak ve daha az zayiatla çıkabiliyorlar. Asla Batı değerleri ile uyuşmadılar ve demokrasiye ne kadar inandıkları konusu da oldukça şüpheli. Yıllar içinde komünizm bir tehlike olmaktan çıktı, soğuk savaş da kimilerine göre bitti ama bu partiler bitmedi. Bugün özellikle durum MNP-RP-Saadet Partisi ve bence şimdi de Ak Parti açısından çok değişik. Hep pasif direniş ve tebliğ siyaseti, eğitim vb. işlerle varlıklarını sürdürüp ilerleyen siyasal İslam, bugün çok güçlü. Yıllardır sürdürdükleri uyum sağlama, içine yerleşme dönemini tamamlamış, devletin tapusunu alma dönemine girmiş gibi görünüyorlar. Bürokrasi de, medya da, siyaset de etkinlikleri çok fazla. Bu gücü nasıl tesis edebildiler. Hangi toplumsal tabanlarla geliştiler. Erbakancı geleneğin oy oranı oldukça mahdut seviyedeyken, Ak Parti kimleri, hangi kesimleri içine alarak nasıl bu kadar büyüdü? Farkında mısınız % 30-40 oy alan DP, AP, ANAP, DYP gibi liberal, milliyetçi ve muhafazakâr denilen, girişimci, modernleştirici merkez sağ partileri yok artık. Siyaset Bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu, merkez sağda seçmen kalmadı diyor. Bu cümleden hareketle seçmen kalmamışsa toplumda böyle bir talep de kalmadı diyebilir miyiz? Liberal, girişimci, kültürel-dindar sayılabilecek bu kesimlere ne oldu da siyasal İslam etkisine girdiler? Halifeci, Osmanlıcı oldular? Ya da gerçekten de dönüştüler mi? Hala varlar mı? Ülke 15 Temmuz darbesiyle ya da bence daha doğru deyimle uyarısıyla karşılaştı. Bu kesimler Ak Parti’ye doğru okuma yaptırabilecekler mi? Böyle bir niyetleri var mı? Siyasette merkezin yeni adını bu kesimler siyasal İslam’dan çıkarıp, Müslüman demokratlar haline getirebilirler mi? Ak Parti içindeki merkez sağ tabanın ya da kadroların buna gücü yeter mi? Benim değil ama Türkiye’de aktif siyaset yapan kesimlerin, akademianın cevaplanması gereken önemli sorulardır bunlar? Çünkü eğer merkez sağda seçmen kalmamışsa, çok büyük bir sosyolojik değişim yaşıyoruz demektir. Her büyük sosyal değişimin de çok ciddi siyasal sonuçlarının olacağı ortadadır. Osmanlıcı, Halifeci, siyasal İslamcı yaklaşımlar merkez sağı içine almış ve yok etmişse, daima %50 bandında oy alacaklar ve kalıcı olacaklar demektir. Yok eğer merkez sağdan gelenler varlıklarını ve güçlerini koruyorlarsa, yine bu kesimler Ak Parti’nin 15 Temmuz sonrasında doğru dersler çıkarıp, siyasette herkese olabildiğince eşit mesafeli bir merkez siyaseti, Müslüman demokrat kimliği geliştirmesine yardımcı olacaklarsa. O zaman sorunlarımıza biraz olsun derman olabilirler. Ama soğuk savaş döneminden kalma siyasal İslam’ı topluma merkez yapmaya kalkışırlarsa ülkede ciddi sorunlar çıkacaktır. Belki de yeni bir merkez sağ parti yola çıkıp Ak Parti’yi dengeler ne dersiniz? 14 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos14 2016 TİYATRO ‘Kadir İnanır sadece duran atlara binerdi’ Yazar-Yönetmen Aydın Orak: Kürd tiyatrosu politiktir ‘Ağırlıklı konular politik ve toplumsal olaylar’ Kürd Oda Tiyatrosu’nun ne olduğunu ve halk için ne anlama geldiğini anlatan Aydın Orak, tiyatronun kamusal bir faaliyet olması Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş Dilan Almaz, Murat Özdemir, Ahmet Özyeter, Kerem Ari, Mustafa Erğün İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. .a ‘Kürdçe yapmış olmak yeterince politik…’ ‘Kürd tiyatrosunda sanatsal kaygı mı yoksa politika mı’ tartışmalarına değinen Aydın Orak, 1990’larda yapılan ilk oyunların politik mücadele biçimi olduğunu belirtiyor. Bu sürecin 2000’lere kadar devam ettiğini ifade eden Orak, “Hatta çoğu tiyatro grubu hâlâ bu gelenekle devam ediyor. Şimdi çoğu grup gerek sanatsal gerek politik olarak iki unsuru da ön planda tutabiliyor” diyor. Orak şöyle devam ediyor: “Hem politik hem sanatsal saygı aynı anda neden olmasın? Bence Kürd tiyatrosu politik bir tiyatrodur. Her oyun istisnasız politik unsurlar içeriyor. Hatta hiç politik oyun yapmayayım derseniz bile, tarih boyunca “Kürdçe” yapmış olmanız yeterince politik zaten. Çünkü Kürdçe, olduğu günden beri yasaklı ve baskı altında. Bugün de malumunuz. Tarih Aydın Orak kimdir? Mardin’in ilçesi Nusaybin’de 1982’de doğan Aydın Orak, İlköğrenim yıllarında okulda kostümler giyerek kısa oyun ve skeçler yaptı. 1996 yılında İstanbul’a yerleşen Orak, 2000’li yılların başında Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro yapmaya devam etti. Burada “Zincire Vurulmuş Prometheus” ve “Ada” oyunlarında rol aldı. 2003 Tiyatro Avesta’yı kuran oyuncu, “Bir Delinin Güncesi”ni oynadı, ardından Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununu Kürdçe’ye çevirdi. Birçok gazete ve dergide söyleşi, yazı ve makaleleri yayınlanan Orak, “Sen Gara Değilsin”, “Araf” oyunlarında rol aldı. 2012’de denemelerinden oluşan Radikal Tiyatro adlı kitabı yayımlandı. Orak’ın yazıp yönetip ve oynadığı oyunu “Actor” ise prömiyerini Avustralya’da yaptı. Sanatçı son olarak yine kendisinin yazıp yönettiği ilk filmi “Asasız Musa”yı 2014’de izleyici karşısına çıkardı. Çaçan Amedi .o rg urgut, 1985’de daha 17 yaşındayken memleketi Tarsus’u bırakıp dostu Sabri Acar’ın desteği ve isteğiyle İstanbul’a geliyor. İlk rol aldığı film, Uğur Güvenç’in yönettiği “Sevgi Bağları.” Bu film ile birlikte Turgut’un Yeşilçam ile bağı da günümüze kadar kopmayacak şekilde kuruluveriyor. Aynı yönetmenle 35’e yakın filmde oynuyor Turgut. Uzunca yıllar kameranın önünde ve arkasında birçok işi kotarıyor. Ardarda gelen filmlerin nerdeyse tamamında hep yardımcı rollerde bulunuyor. Hiç başrol oynamamış, ama hep jönün ya da başrolün arkadaşı olmuş. Hiç kötü adam oynadın mı diyorum, “ne gerekiyorsa yaptık, sinemacı için kötü karakter yoktur, kötü oyunculuk vardır” diyor. Güven Turgut birçok filmde karakter oyunculuğu yapmasına karşın birçok filmde de nitelikli set işçiliği yapıyor. Görev aldığı filmlerin birçoğunda kendi deyimiyle “çatlama, patlama” sahneleri ona ait. Çünkü Güven Turgut yine bir yönetmen olan Aykut Düz’den bu tip uygulamaların nasıl yapılacağını film çekerken öğrenmiş. Oyuncuya mermi fünyesi yerleştirmeyi, uzaktan araba patlatmayı, patlatıyormuş gibi yapmayı öğrenmiş. En sonunda da malzemesini alıp, “çatlama, patlama” uygulamalarında kendi işini kurmuş. Adıyaman’da “Binali” filminin çekimleri sırasında bir yanlışlık sonucu gece sahnelerinin çekimi sırasında yanlışlıkla bir atın ölümüne sebep oluyor. At, sınır kaçakçılığını anlatan bir sahnede patlamanın zamansız yapılması sonucu dekor olarak üzerine yüklenmiş kumaşların tutuşması sonucu yanmaya başlıyor. Çırpına, çırpına koşarak birkaç kilometre sonra ölüyor. Güven Turgut’u meslek hayatı boyunca en çok etkileyen ve üzen olay bu. Bir de dublörlük tecrübesi var Turgut’un. Kadir İnanır’a atlı sahnelerin çekiminde dublörlük yapmış. Atın koştuğu bütün sahneleri Turgut çekmiş. Gülerek “Kadir abi, sadece duran atlara binerdi” diyor. Kadir İnanır için “Sinemayı çok seven, adam gibi bir adamdır” diyor. Kendisi bana her zaman “koçum, bir sıkıntın olursa yanıma gel derdi” diye ekliyor. ur d ak Kürd Cemal’den Keşanlı Ali’ye Türk ve Kürd tiyatrosunun etkileşimini konuştuğumuz Orak, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nın aslında Kürd Cemali’nin hikâyesi olduğunu anlatıyor ve devam ediyor: “Geleneksel Kürd tiyatrosu, özellikle köylerdeki seyirlik oyunları, Newrozlarda, gezilerde, düğünlerde kısaca her yerde vardı ve sürekli sahneleniyordu. Fakat yıllarca Türk tiyatro kaynaklarına baktığımızda özellikle de Metin And’ın kitaplarına; bu saydığım geleneksel köy seyirlik oyunları hep Türklere ait olarak sunulmuş ve hâlâ o kaynaklarda öyle yer alıyor. Mesela Buka Baranê, Yağmur Gelini olarak çevrildi ve daha birçok örnek var. Bunlar bize geleneksel Türk oyunları olarak anlatıldı. Musa Anter, 1959 yılında Harbiye hücrelerinde Birîna Reş / Kara Yara diye bir oyun yazıyor. Bunu Türkçe ve Kürdçe olarak yayınlatıyor. Bu Cumhuriyet tarihinde Kürdçe yayınlanmış tek tiyatro metni olarak kabul ediliyor. Özellikle Cumhuriyet tarihinde Kürdlere dair her şey yok sayıldığı için bir Türkçeleştirme var. Bunun en büyük örneklerinden biri de Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı. Bu oyun aslında Haymanalı Kürd Cemali’nin hikâyesi. O dönem herkesçe bilinen bir kabadayıyı anlatıyor. Fakat Haldun Taner oyunu Keşan’a uyarlamıştır.” iv ‘Her dilin kendi üslubu var’ Her dilin kendine ait bir oyunculuk biçimi olduğuna inandığını ifade eden Orak, “Her dilin, kültürün kendine ait üslup, jest, gestus ve yaklaşımı vardır. Bunlar bu dillerdeki oyunculuk biçimini oluşturuyor. Örneğin Kürdçe, Farsça, Arapça gibi dillerin sahnedeki ağırlığı ayrıca el, kol ve mimik ihtiyacı duymaz. Çünkü bu dillerin içe dönük dramatik ağırlığı bu fazlalıklara gerek duymaz” diyor. “Bu dillerde ‘Şu yüce dağlar’ derken ayrıca elinizi kaldırmanıza gerek yoktur” diyen Orak, bunun diğer dillere göre bir fazlalık olduğunu ve bunun gibi örneklerin çoğaltılabileceğini belirtiyor. rs hep keşfedilen bir şeydir. Yeni bilgi, belge ve dokümanlar biriktikçe yeni baskılara ilave edilecek. Kendi tiyatro çalışmalarımız devam edecek. Bundan sonra yeni oyunlar, varolan oyunlarla beraber sahnelenecek.” w Tragedya ve dengbejlik zıtlığı Tragedya ve dengbejlik arasında bir zıtlık olduğunu söyleyen Orak önce tragedyayı daha sonra dengbejliği anlatarak şu ifadelere yer veriyor: “Yunan tragedyasının yapısı konuşmalı ve şarkılı bölümlerle kuruludur. Dengbêjlikte de vebêj (anlatıcı), çîrokbêj (masalcı) ve dengbêj (şarkıcı) bölümleri mevcuttur. Tragedyada progolos, yani başlangıç, koronun ortaya çıkmasından önce söylenen bölüm, oyun üzerine bazı açıklamaların yapıldığı yerdi. Bu bölüm yalnız bir kişi tarafından seyirciye doğru söylenirdi. Bir çeşit anlatıcı bölümüydü. Bu başlangıç bitince koro oyun alanına girer ve oyun bitinceye kadar kalırdı. Dengbêjlikte ise, bir dengbêj bazen koro halinde duran dengbêj topluluğuyla paslaşır. Denbêj ile dengbêj korosu karşılıklı divanda oturur. Denbêj kılamın (şarkı) ilk repliğini söyler, koro aynısını tekrarlar. Bu böylece devam eder. Tragedyada koronun karşısına bir oyuncu çıkarılır. Dengbêjlikte bunun tersini görüyoruz. Dengbêjin karşına koro çıkarılır. Koro divan-sahneye göre tercih edilir veya edil- mez. Dengbêjler genelde divanda toplu halde dururlar. Ya biri söyler, diğeri tekrarlar. Ya biri söyler, tüm koro tekrarlar. Ya bir dengbêj diğerinin karşısına geçer, atışır. Ya da dengbêj tek başınadır. Tek kişilik performansını sergiler.” w iyatro yazarı, oyuncu ve yönetmen Aydın Orak’la, yeni çıkan ‘Kürd Tiyatrosu – Mezopotamya’da Tiyatronun Doğuşundan Kürd Tiyatrosuna’ isimli kitabını ve Kürd tiyatrosunu konuştuk. Kürd tiyatrosunun tarihsel olarak tüm dönemlerinde politik özellikler taşıyan işler ürettiğini belirten Aydın Orak, bunun nedenini ise, Kürdlerin yaşadıkları coğrafyada hep savaş, yıkım ve katliamlar yaşamış olmasına bağlıyor. Kürdlerin yanı sıra bu coğrafyada yaşayan diğer halkların da tüm bunları yaşadığını ifade eden Orak, Kürd tiyatro tarihinin yasaklarla dolu olduğunu da ekleyerek, “Gerek yaşadıkları ülkelerin yönetimleri, gerek kendi içinde sansür ve oto sansür uygulamalarına maruz kalmıştır” diyor. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda da bugün sağlıklı bir Kürd tiyatro gidişatından bahsetmek mümkün değildir” diyen Orak, tarihsel olarak parça parça, dönem dönem yapılan bu tiyatronun hiçbir zaman rutin bir akışı yakalayamadığını belirtiyor. Orak, bundan sonraki süreçlerde de bunun benzerlikler göstereceği görüşünde. Doruk Yayınları’ndan çıkan Aydın Orak’ın “Kürd Tiyatrosu - Mezopotamya’da Tiyatronun Doğuşundan Kürd Tiyatrosuna” adlı kitabı, tiyatro tarihinin görmezden geldiği, pek eşelenmeyen, literatüre dahil edilmeyen, ancak bu toprakların en eski tiyatro tarihi ile birlikte var olan önemli bir kaynak aynı zamanda. Türkçe yayımlanan kitabın ileride diğer dillere de çevrileceğini belirten Orak, Türkçe yazılmasının nedenini ise, Kürdçe’de yeterince kaynak bulunamamasına bağlıyor. Kürd tiyatrosuyla ilgili literatürdeki eksikliklerden yakınan Orak, kitabın er geç Kürdçe’de de yayınlanması gerektiğini belirterek, İngilizce, Almanca, Fransızca gibi başka dillere çevrilmesinin de söz konusu olduğunu belirtiyor. dolayısı ile Kürdler için tiyatro yapmak demek yasaklarla birlikte karşılaşılan zorlukların beş ile çarpılması anlamına geldiğini söyleyerek şöyle devam ediyor: “1990’lardan önce Kürdçe Oda Tiyatroları evlerde sahnelenmiş. Mamoste Cemil’in verdiği bilgiler önemlidir. Kitapta detaylarıyla yer alıyor. O zamanlar ilan ve duyurularla oyunlar sahnelenmiyordu. Kişisel ilişkiler üzerinden evlerde sahneleniyordu. Bu oyunlar dönemine göre politik oyunlardı. Kürd tiyatrosu o dönemden bugüne halk tiyatrosu biçemiyle devam etti. Geleneksel köy seyirlik oyunları, metropollerde kendi yorumları da katılarak sahneleniyordu. O günün politik ve toplumsal olayları ağırlıklı olarak oyun konusu olabiliyordu.” T w T Mustafa Ergün SİNEMA BasHaber 01 - 07 Ağustos 2016 15 SÖYLEŞİ Alaylılar gitti mektepliler geldi Güven Turgut’a ‘sinema ölmedi hala film çevriliyor ama Yeşilçam öldü diyorlar sen ne düşünüyorsun?’ diye soruyoruz, Turgut sektörün sıkıntı- Eski Yeşilçam oyuncularıyla İstanbul’da her karşılaştığınızda tümünün yüzünde, tanınmış olmanın memnuniyetini görebiliyorsunuz. Bu memnuniyeti “yaşattığımız” biri de Güven Turgut. SİNE-SEN, SESAM gibi sektörde örgütlü kuruluşların üyesi olan Turgut’la, kendisini, Yeşilçam’ı ve sinemanın bugününü konuştuk. larını ve Yeşilçam’ın neden bittiğini oldukça derli toplu anlatmaya başlıyor. Türkiye’de televizyon kanallarının artmasıyla birlikte sinemaya gitme döneminin hızla kapandığını evde, “dizi” döneminin başladığını hatırlatıyor. Alaylı - mektepli farkından söz ederek, Yeşilçam oyuncularının çoğunun dizi setlerine uyum sağlamaktan uzak olduklarını belirtiyor. Sinemada sufle, çekimden sonra seslendirme varken çoğu dizide direkt seslendirme yapıldığını dolayısıyla da ezber olayının gerektiğini belirtip, biraz da gülerek “alaylılar, ezberi pek beceremez” diyor. Uzun süren dizilerin ciddi oyunculuk tecrübesi istediğini ama Yeşilçam emekçilerinin o kadar uzun performansı sergileyemediklerini dile getiriyor. Yeşilçam’dan gelenlerin değil de tiyatrodan, konservatuarlardan gelen ezber yapabilen ve uzun oyunculuk performansı gösteren kişilerin yeni sektörde devam edebildiklerini belirtiyor. ’Bu sebeplerle Yeşilçam’ın kavgacı, dayak yiyen, kaçan kovalayan oyuncuları sistem dışı kaldı’ diyor. Cast ajansları oyuncu toptancılığı Sektörün sorunlarını sıralayan Turgut, cast ajanslarının da Yeşilçam’ın bitmesinde ciddi bir etkisi olduğunu belirtiyor. Yeşilçam’da tanıdıklar vasıtasıyla dönen “işe adam bulma” piyasasının şimdilerde binlerce oyuncunun kayıtlı olduğu bilgisayar ortamında, ‘hizmet faturası’ kesebilen şirketler üzerinden (Cast ajansları) dönüyor diyor. Ajansların çoğunun elinde binlerce oyuncu olduğunu belirtiyor. Az ücret ile ajansların oyuncuları ve amatör oyuncuları kendilerine bağladıklarından söz ediyor. Eskiden “gider çekimini yapar yevmiyeni, haftalığını alır giderdin” diyor. Şimdi yapımcıların oyuncuların parasını direkt şirketlere ödediğini belirterek, “paranı aydan aya ve genelde de eskiye göre yarısı kadar alıyorsun.” Ajansların kendi kârlarını da bu oyunculuk ücretlerinden temin ettiğini belirterek, yani bir anlamda ajanslar, ’oyuncu toptancılığı’ taşeronluğu yapıyor diyor. ‘Terzilik de öldü ama neden bizi mağdur gösteriyorlar’ Güven Turgut Yeşilçam ve Yeşilçam çalışanlarıyla ilgili yapılan birçok kişisel haberde çoğu zaman arkadaşlarının mağdur, zavallı, çaresiz gösterilmesinden rahatsız. “Terzilik mesleği de neredeyse yok oldu, onları neden mağdur, çaresiz, ezik göstermiyorlar?” Oldukça anlaşılabilir bir duyarlılık bence. Şimdilerde yaptığı iş ne olursa olsun aklı yine sinemada Turgut’un. Yeni projelerde oynamayı düşünüyor yine de. Yaşlılık projesi de hazır. Tarsus’a dönüp babadan kalma 5 dönüm arazide ev yapıp, çiftlik hayatı yaşamak istiyor. Güven Turgut dâhil Yeşilçam emekçilerinin neredeyse hepsi, emekli olmalarını kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri bekliyorlar. 15 Kızıl uçurum SENNUR BAYBUĞA Red Cliff isimli bir film izledim. Çin’in Üç Krallık Dönemi’nde meydana gelen ve bir milyona yakın kişinin öldüğü söylenen iç savaşı anlatıyor. Çin İmparatoru’nun başbakanı, esasen İmparator’un yerine geçme hırsı ile ve başka bir krallığın vasisinin eşine duyduğu ‘aşk’ nedeni ie Güney Bölgesi krallıklarına savaş açıyor, yüz binlerce askeri bu ölüm kalım savaşının nesnesi yapmayı göze alarak. Güneyliler sayıca az, sadece inandıkları şeyler var görünene göre bir de zekaları ve bir de teknikleri…Çok kanlı bir savaş oluyor ve yüz binlerce insan ölüyor, karısını zalim başbakandan da kurtaran Güney Ordusu’nun komutanı, savaşın sonunda ‘bu bir zafer değil, hiçkimse kazanmadı’ diyor ve başbakana da ‘şimdi nereye gidersen git’ diyerek sükunetli ve yalnız yoluna, binlerce genç ölüsünün üstüne basa basa gidiyor sakin hayatına, sadece komutanların bir kısmı ve kralların sağ çıktığı yüz binlerce gencin yerlerde kanlar içinde yattığı bu sahne, filmin asıl sahnesi oluyor böylece. Darbe girişiminin savılmasının ardından yapılan açıklamalar ve sonrası ilan edilen OHAL, sokaklardan çekilmeyen halk, tüm bunları bir yere kadar normal karşılamayı öğrendim. Ve şimdi birkaç gündür, işinden çıkarılan doktorlar, üniversiteden atılan hocalar, üniversitesi kapatılmış, kapıları dozerlerle devrilmiş, bölümlerinde eşyaları kalmış mağdurlar -evet mağdurlar- peş peşe huhuki destek için aramaya başlayınca durumun fecaati başka bir duygu uyandırmaya başladı bende. Ne oluyor? Hiç mi bitmeyecek. Her gün birileri içeriye alınıyor ve hazır bir mühürle damgalanıyor, Cemaatçilik inkarı üzerine kurulu bir inanç sistemi değilse, öyle olmadığını söyleyen insanlara ‘hayır sen onlardansın’ demenin manasının ne olduğunu bilmiyorum. ‘Bu tür dönemler’ diye başlayan cümlelerden artık yorgunluk geldi. Toplumun her kesiminde kendine benzemeyene karşı duyulan öfkenin, şiddet duygusunun ve elindekini alıp zaptetme arzusunun en tavan yaptığı şu yıllarda; Arkadaşlar kendinizden olmayanı başkasının elinden almak için fırsat mı kolluyorsunuz siz. Üniversiteleri Cemaatçilerin sermayesi diye kapattınız diyelim ki orada üç kuruş maaşla çalışan binlerce insanın tek kabahati sizin açtığınız ya da devletin açtığı üniversitelerde işe girememiş olmak mıdır? Ya da açığa aldığınız doktorlar, hakimler savcılar, memurlar, öğretmenler, nasıl bir ‘tehlike’ ile sarmalanmış yaşamışız biz. Diğer yandan ve mesela yargının siyasallaşmasının nedenlerini ortadan kaldırmak yerine yeni bir kıyımla müesses nizamın olduğu gibi devamını teminden başka birşey yapmayacak mısınız ? Ülkeyi ne kadar süre OHAL rejiminde yönetebileceğinizi sanıyorsunuz, ben buradan anlayamıyorum fakat yerini boşalttığınız insanların yerine koyabileceğiniz yetişmiş kadrolarınız var mı hakikaten? Gözaltı süresi 30 gün olarak belirlenmiş, yazılanlardan anladığım, gözaltının ilk beş günü şüphelinin avukatı ile görüşmesinin önüne geçecek düzenleme yapılmış ya da yapılacakmış. Oldu, o ilk beş gün, 120 saat, kimin elinde ve nerede olduğunu bilmediğimiz insanların peşinde, kapılarda bekleriz ana-baba-çocuk avukat olarak. 12 Eylül komutanlarından sağ kalanlara sorun, size gözaltı süresi kaç gün olursa olsun uzatmanın yollarının ne olduğunu da anlatsınlar, böylece 30 günü 90 güne tamamlarsınız ve biz de 50 yıldır bir milim ilerleyemedik diye bu memleketi nasıl bırakıp gideceğimizin fantazisini eder dururuz. Tek bir insanın, üç insanın, beş insanın karar vermedeki hatalı tutumunun binlerce, belki milyonlarca insanı mağdur etmesinde, kendi mağduriyetinin intikamının bu şekilde peşinde koşan kendini içgüdülerine bırakmış insanların da sorumluluğu var. Birbirimize bu kadar kötülük yapılmasına göz yummamak gerekir, hain mezarlıkları, tuvalete çevrilmiş anne evleri, hatta bunların hiçbirisi ile ilgisi olmadığı halde işinden gücünden evinden barkından edilen insanlar. Acılar ve haksızlıklar üzerinden bir gelecek inşa etmek, o geleceği bugünden kire bulamaktır, yapmayın, vicdanınızda yer açmayın böyle işlere arkadaşlarım, bu savaşın kazananı olmaz! 16 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Ağustos16 2016 HEYKEL Heykeltraş Güven Ateş: Rüyam devasa bir Seyit Rıza heykeli Sanatın en zor dallarından biri olarak görülen heykel, insanın da en zorlu mücadelelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Demir, mermer veya taş gibi biçimsiz maddeler sanatçıların ellerinde esnetilerek, biçimlendiriliyor ve somut bir ifadeye kavuşturuluyor. Heykeltraş Güven Ateş de bu sanatçılardan birisi. Muhalif kimliği ile tanınan Ateş’in ‘en büyük hayalim’ dediği ve rüyalarını süsleyen çalışma ise 50 metrelik Seyit Rıza heykeli. Ateş, heykelin evrensel dilini kullanarak kendini ifade ediyor. Yaşama ve toplumsal olaylara karşı tavrını belirlemek için de heykeli araç olarak kullandığını belirtiyor. Kürd heykeltraş Güven Ateş ile heykel sanatı üzerine konuştuk. için hayat çok zor. Ekonomik olarak da durum böyledir. Çimen Gümüş rg Heykel sanatına nasıl başladınız? Neler yapıyorsunuz? Ardahan Göleliyim. 1977’den beri Ankara’da yaşıyorum. 1993 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü bitirdim. 1993’tan bu yana da heykelle uğraşıyorum. Hiçbir kuruma bağlı değilim. Serbest çalışıyorum. Düş Art Sanat Atölyesi adında bir atölyem var. Heykel yaparken nasıl çalışıyorsunuz? Daha çok hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Eserlerinizde yaklaşım, renk, malzeme ve teknik açıdan izlediğiniz bir yol var mı? Klasik heykelde ağırlıklı soyutlama olduğu için renk kullanmıyoruz. Başlarken yapmak istediğimiz formu çamurdan oluşturuyoruz. Sonra onu kalıplayıp istediğimiz malzemeye ur d ak iv rs .a w w w Şimdiye kadar kaç sergiye katıldınız? Eserlerinizi nerelerde sergilediniz? Kendi sergileriniz var mı ya da yakın zamanda bir serginiz olacak mı? Şimdiye kadar üç kişisel sergi yaptım. İlk sergim Diyarbakır’da idi. Onun dışında sayısını hatırlayamayacağım kadar karma sergilere katıldım. Grup sergilerine katıldım. Heykel sergisi diğerlerine göre biraz daha zor bir iş. Kendine özgü koşullar gerektiriyor. O yüzden çok sık sergi açma şansımız yok. Ancak 2-3 yıl hazırlanıp, iyi bir organizasyondan sonra yapılabilir. Yakın zamanda bir sergi görünmüyor ama yakında başlayacağım bir anıt heykel projesi var. Muş-Varto depreminin 50. yılı anısına bir deprem anıtı yapacağım Varto’ya. Onun şu anda maket proje hazırlık aşaması devam ediyor. Çok yakın bir zamanda uygulamaya başlayacağız. .o Nasıl heykeltraş oldunuz? Bu konuda sizi destekleyenler oldu mu? 1993’ten beri profesyonel olarak heykel yapıyorum. Güzel sanatların yetenek sınavına girerken resim bölümünü istiyordum. Başvuruyu heykel bölümü atölyesi olarak yaptım. Kuyrukta beklerken akademide yapılan heykeli ilk o zaman gördüm. Ve o an tercihimi değiştirdim. Heykeli görünce çarpıldım. Meğer çocukluğumdan beri yaptığım bir şeymiş. Şaşırdım. Çünkü benim heykel ezberim, Ulus’taki Atatürk heykeli, atın üzerinde, yüksekçe bir yerde insana hükmeden, yine Güvenpark’taki Güven Anıtı gibi insanı ezen ve ürküntü veren bir algı değilmiş. Orada o güzel ve küçük heykelleri, çamuru görünce, o an birinci tercihimi heykel olarak değiştirdim. Heykel serüvenim böyle başladı. Sonradan çocukluğumda yaptığım şeylerle bağdaştırdım. aktarabiliyoruz. Anıt heykeller dışında, heykeller tamamen atölye ortamında oluşuyor. Anıt heykel olduğunda onun boyutuna uygun daha yüksek tavanlı atölyelerde çalışıyoruz. Çalışma süreciniz nasıl başlayıp, nasıl sonlanır? Bu yaptığımız işe göre değişiyor. Mesela sipariş bir iş yapıyorsak, yaptığımız konunun görsel malzemelerini bir araya getirip, o görsellerden faydalanıp heykeli oluşturuyoruz. Yok eğer özgün bir iş yapıyorsak, tamamen kendi yapmak istediğimiz formun detaylarını süslüyoruz. Görsel oluşturuyoruz. Daha sonra da istediğimiz malzemeden işte taş ise, taştan yontarak yapıyoruz. Eğer bronz ya da metal döküm yapacaksak, yine çamurdan form oluşturup onu kalıplayıp, döküm yaparak metal bir malzemeye aktarıyoruz. Yani sipariş heykel ve özgün heykel birbirinden farklı oluyor. Daha çok hangi konulara odaklanıyor- Heykel bölümünden mezun olanların çoğunluğu hayatlarına heykeltraş olarak devam edebiliyor mu? Maalesef bahsettiğim sorunlardan dolayı edemiyor. Heykel bölümlerinden yıllardır bir sürü insan mezun oluyor. Fakat bunların çok az bir kısmı profesyonel olarak heykel yapmaya devam ediyor. Bu ülkemizin heykelle ilgili duruşundan kaynaklanıyor. Maalesef az gelişmiş bir Ortadoğu ülkesiyiz. İslam’ın çok ağır etkisi olmasından kaynaklı kendine özgü bir heykel, sanat kültürü gelişmemiştir. Heykelde bunların içinde en şanssız olanıdır. Çok hayatın içine giremediği için ekonomik kaygılardan dolayı insanlar başka alanlara yöneliyor. Ve heykel sadece hobi olarak yapılan bir şey olmuş oluyor. Siz heykeltıraş olarak yaşamınızı nasıl idame ettiriyorsunuz? Heykel dışında yaptığınız bir iş var mı? Heykelden para kazanılıyor mu? Uzun bir zamandır bu işi yaptığım için bilinen bir isimim. Sipariş alabiliyorum. Belediyelerle çalışıyorum. Biraz işin dekorasyon kısmıyla da ilgileniyorum. Kendi alanımla alakalı çok sanatsal olmayabilir ama sipariş kopya heykeller de yapıyorum. Uzun süredir heykelle uğraştığım için benim yeni mezunlara göre şansım biraz daha fazla. Ama buna rağmen başka işler yapmak durumunda kalıyoruz. Dekorasyon gibi. Bir heykeltıraşın toplumla ilişkisi nasıl? Sanatçı kendi çağının tanığıdır. Yaşanan şeyi tarihe not eder. Görevi ve misyonu yaşanan sunuz? Eserlerinizi tasarlarken nelerden şeyleri belge haline getirmektir. Onları gelecek besleniyorsunuz? kuşaklara aktarmaktır. Eleştirmek ve üretimleİşlediğim konular doğal olarak Türkiye’nin riyle toplumsal bir bellek oluşturmaktır. Halkın ekonomik, siyasal yapısından kaynaklı yaşadı- aydınlanmasına ön ayak olmak, gerçekleri gösğımız sıkıntılar oluyor. Ben Kürd bir heykeltıraş termek gibi bir misyonu vardır. Bunu sanatsal olarak çocukluğumdan beri yaşadığım acıları çalışmalarla yapmaktır. ifade etmeye çalışıyorum. En çok canımı inciten konuları yani. Halepçe katliamı ile başladı. Gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz İşkenceler, katliamlar, gözaltılar, haksızlıklar, nelerdir? doğal olarak onlar meşgul ediyor sürekli zihniGerçekleştirmek istediğim çok sayıda projem mi. Hayata çok başka bir gözle bakma şansımız var. Özellikle Kürd tarihindeki önemli şahsiyok çünkü hep acı, hep katliam yaşıyoruz. Do- yetlerin heykellerini yapmak. Mümkün olur ğal olarak da yaptığımız işlere onlar yansıyor. mu bilmiyorum. Bir Kürd heykeltraş olarak Türkiye’de heykel algımız maalesef alanlarben Van’a Feqiyê Teyran heykeli yapmak istedaki Atatürk heykeli. Ama heykel öyle bir şey rim. Doğubeyazıt’a Ehmedê Xanî, Diyarbakır’a değil. Özgün heykellerin durumuna bakarsak Şeyh Saîd ve Musa Anter heykelleri yapmak bizde özgün bir heykeli tüketme kültürü yok. isterim. En çok da Munzur’da Kutu Deresi’ne İnsanlar galerilere gidip bir heykel satın alıp, devasa bir Seyit Rıza heykeli yapmak isterim. evlerinde ya da işyerlerinde sergilemiyorlar. Katliamın yapıldığı Kutu Deresi bölgesini görBöyle bir kültür yerleşmemiş bu ülkede. Böyle düm, yeri de çok uygun. 40-50 metre yüksekolduğu için de heykeltıraş hele ki serbest liğindeki devasa Seyit Rıza heykeli rüyalarıma çalışan, sistemle bağı olmayan heykeltıraşlar giriyor.