Suriye`nin geleceği Cenevre`de mi?

advertisement
1
Aydın Orak:
SÖYLEŞİ
Kürd tiyatrosu
politiktir
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:112
01 - 07 Ağustos 2016
S:14
bas-haber.com
w
w
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
Barış umudu
şimdi daha güçlü
Gülen Cemaati’nin, 2009 yılından bu yana Hükümete karşı
giriştiği iktidar mücadelesini askeri darbe girişimi ile zirveye taşıması ardından tasfiye edilmesi ile Pandora’nın Kutusu da açıldı. Hükümet kaynakları Oslo Görüşmeleri tutanaklarının sızdırılmasından, KCK Operasyonlarına, Roboski
Katliamı’ndan Ceylanpınar cinayetlerine ve Cizre Bodrum
katliamlarına kadar Çözüm Süreci’ni baltalayan çok sayıda
eylemin Cemaat tarafından organize edildiği iddia ediyor.
15 Temmuz’dan sonra: Aktörler
MESUT YEĞEN
s02
Kelepçeli Ali bulaç ve diğerleri
FERHAT KENTEL
s10
Cemaat’in tasfiye edilmesi ile soruşturmalara konu
olan bu olayların açığa çıkarılması umut ediliyor. Çözümün önündeki en büyük engellerden biri olarak tanımlanan Cemaat’in tasfiyesi ve Kürd Meselesi’nde askeri
yöntemlerden yana olan ordunun zapturapt altına alınması ardından kamuoyunun gözü yeniden barış sürecine döndü. Kürdler, Hükümet ve PKK’den şiddetsizlik ve
çözüme dönülmesini bekliyor.
S:02 - 03 - 04
Kamışlo katliamı
BİLAL SAMBUR
Demokrasi isterken
s11
ABDULLUH KARABAY
s07
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos 22016
ÇÖZÜM
rg
.o
ur
d
ak
Gazeteci Ali Bayramoğlu:
Hükümeti pasif pozisyona
koymayı doğru bulmuyorum
Cemaat’in, devlet politikalarını
yönlendirme eylemi 2010’lu yıllardan
beri kuvvetli bir şekilde var. Pek çok
kurumda önemli olan ve pek çok
mevkiyi tutan Cemaat; muhtemelen
Pensilvanya’dan gelen talimatları o
mevkidekiler üzerinden yürütme
yolunu benimsedi. Bunlardan bir
tanesinin Kürd politikası olduğunu
söyleyebiliriz. Örneğin, KCK davası
2010-2011 yılına denk geliyor. KCK
hakkında resmi görüş o dönemde
Cemaat’in kontrolü altındaki Polis
Akademisi’nde şekillendirildi. Yine
Cemaat’in önemli yazarları bu konuda çok hararetli bir propagandaya
başladılar. Yürütülen soruşturma da
Cemaat kontrolünün olduğuna dair
ciddi kuşkular vardı. Burada bir başka şey daha var: ‘Oslo Görüşmeleri.’
Bu görüşmelerin kayıtlarının sızması
Cemaat’e atfedilyor. Kandil de bunu
söylüyor. Oslo Görüşmeleri’nin
sızması, görüşmelerin kriminalize
edilmesi, 2012’deki Hakan Fidan’ın
ifadeye çağrılmasına kadar ilerlemiştir. Buradan iki sonuç çıkar. Bir:
Cemaat o dönemde devletin Kürd
politikasını tamamıyla asayişçi ve
güvenlikçi bir perspektifle yönlendirmiştir. İki: Siyaset kapılarının kapanmasına çaba göstermiştir, bunları
açmak isteyenleri tehdit etmiştir. Bu
mantık üzerinden gidecek olursak,
gelişmeler bu konuda karar vermek için
yeterli veri sunmuyor. Kaldı ki, şu anda
Türkiye’de devlet, Cumhuriyet tarihinin en
büyük krizlerinden birini yaşıyor. Ordunun
generallerinin yüzde 40’ı görevden alındı.
Adliyenin yaşadığı büyük örselenme var ve
bu kurumlara ek olarak başka kurumlar da
sayılabilir. Temizlik bir süre daha devam
edecek ve sonra bir restorasyon dönemine
geçilecektir. Devletin tüm unsurları ile siyasi kurumların, bu restorasyon ve temizleme
işine konsantre olacağı görülüyor. Kürd
Meselesi’nin bu zamanda masada olabileceği kanaatini taşımıyorum. Ama 1-2 ay sonra
bunları konuşmamız mümkün olabilir.
iv
U
zun yıllardır devlet kurumlarına sızdığı anlaşılan ve
nihayet orduda darbe yapma
aşamasına geçen Fethullah Gülen
Cemaati’nin 2009 yılından bu yana
Hükümete karşı giriştiği iktidar
mücadelesini kaybetmesi ardından
tasfiye edilmesi ile Pandora Kutusu da açıldı. Hükümet kaynakları
Kürd Meselesi’nde barışçıl çözümün
önünü tıkayan çok sayıda provokatif
girişimden Cemaat kadrolarının
sorumlu olduğunu ifade ediyor.
Hükümetin siyasi olarak sorumluluğunu taşımak zorunda olduğu Oslo
Görüşmeleri tutanaklarının sızdırılmasından, KCK Operasyonlarına,
Roboski Katliamı’ndan Ceylanpınar
cinayetlerine kadar Çözüm Süreci’ni
baltalayan çok sayıda eylemin devlet
kurumlarına sızmış Cemaat kadroları
tarafından organize edildiği iddia
ediyor.
Cemaat’in tasfiye edilmesi ile
toplumda hala devam eden travmalara neden olan ve çatışmalı süreci
başlatan bu olayların açığa çıkarılması umut ediliyor. Çözümün önündeki
en büyük engellerden biri olarak tanımlanan Cemaat’in devlet katından
tasfiyesi ve Kürd Meselesi’nde bastırma yöntemlerden yana olan ordunun
zapturapt altına alınması ardından
kamuoyunun gözü yeniden barış
sürecine döndü. Kürdler, Hükümet
ve PKK’den şiddetsizlik ve çözüme
dönülmesini bekliyor. Cemaat’in
tasfiyesi ardından çözüme dönülmesini engelleyen en önemli unsurun
ortadan kalkması ile yeniden barış
umutları yeşermeye başladı. Kamuoyu PKK’den şiddet eylemlerine son
vermesini, Hükümet’ten sorunları
konuşarak çözme yöntemine dönmesini bekliyor.
Özellikle Enerji Bakanı Berat
Albayrak’ın Roboski Katliamı soruşturmasının yeniden yapılacağını
açıklaması, Roboski bombardımanı
emrini veren dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın
Öztürk ile dönemin Roboski Hudut
Komutanı Jandarma Binbaşı Hüseyin
Erten’in, Kürdistan’da hendek savaşları döneminde yapılan katliamlardan sorumlu olan Orgeneral Adem
Hududi ve çok sayıda Cemaatçi polis
şefi ile subayın gözaltına alınması,
Hrant Dink cinayetinin yeniden
gündeme gelmesi gibi gelişmeler yeni
bir sürecin işareti olarak algılanmak
isteniyor.
Öte yandan gazetemize konuşan
çok sayıda yazar ve akademisyen
Türkiye’nin en önemli sorunu olan
Kürd Meselesi’nin çözülmemesi halinde darbe potansiyeli ve istikrarsızlık üreten bir batağa döneceğinden,
bundan zaman zaman yasadışı yapıların, bazan da hükümetlerin istifade
etmek isteyeceğine dikkat çekerek,
bir an önce bu sorunun aşılması
gerektiğinin altını çiziyor. Cemaat
gibi herhangi bir yasal sorumluluğu
olmayan yapıların çok sayıda eylemin
faili olmasının Hükümet’in siyasi sorumluluğunu hafifletmeyeceğini ifade eden yazarlar, Kürd Meselesi’nin
artık bir kart olarak kullanılmaktan
çıkarılması ve tarafların barış ve
çözüm iradesi göstermesi gerektiğini
ifade ediyor.
rs
M. Emin Kan - Dilan Almaz
.a
15 Temmuz darbe girişiminin pek
çok önemli sonucu oldu, daha da olacak.
Sonuçlardan en fazla etkilenecek olan
belli ki baştan aşağıya bürokrasi, devlet.
Koca bir bürokratik aygıt, olağanüstü
hal hukukunun yardımıyla gözlerimizin
önünde yeniden tanzim edilecek, bu
belli. Bürokratik aygıtın yeniden tanzimi
süredursun, darbe girişimi siyaset alanını
yeniden tanzim etti bile. Yeniden tanzim
burada da sürebilir, buna şüphe yok, ancak şimdiye kadar olan
dahi yeterince önemli, yeterince büyük.
Darbe girişiminin siyaset alanındaki en belirgin sonucu,
bu alandaki tanzimin esası şu: 14 Temmuz’a kıyasla Türkiye
siyasetinde etkili aktör sayısı azaldı, var olanların göreli etkisi
değişti. Etkili aktör sayısı itibarıyla sadeleşen, aktörler arası
muhtemel ilişkiler açısındansa karmaşıklaşan bir Türkiye
siyasetinin içine yuvarlanmış durumdayız. Aktör sadeleşmesini
bu yazıda izah etmeye çalışayım.
15 Temmuz’la beraber Türkiye siyaseti önemli ölçüde
sadeleşti. O devasa operasyon kapasitesiyle Cemaat artık yok,
MHP’de Akşener etrafında oluşan belirsizlik son buldu ve bu
parti Ak Parti’yle ya da Erdoğan’la neredeyse bütünleşti. Son
olarak da TSK, yaşadığı imaj hasarı sebebiyle, Cemaat’ten
arındırıldığında bile eski etkisinde olmayacak bir kuruma
döndü. Bu ayıklanma, bütünleşme ve kuvvetten düşmenin
sonunda Türkiye siyasetinde Ak Parti, CHP ve HDP ya da
dindarlar, sekülerler ve Kürdler ana aktörler olarak kaldı, bir
de bir faktör olmakla beraber özgül bir aktör olarak da düşünülebilecek dış siyaset: Yerine göre ABD, NATO, AB, yerine
göre de Rusya ve İran’la ilişkiler.
Bu sadeleşmeye bağlı olarak, kalan aktörlerin göreli
ağırlıkları, ‘değerleri’ de değişmiş durumda. Darbeyi, kurmaylığını ve kitlesini buluşturarak defetmiş olması hasebiyle Ak
Parti ve Erdoğan şimdi eskisinden daha güçlü, daha ‘değerli’
buna şüphe yok; lakin, hem darbe girişiminde bulunabilmiş
olması, hem de darbenin savuşturulmasında MHP’nin verdiği
açık, CHP’nin verdiği örtülü destek sebebiyle, Ak Parti aynı
zamanda tedirgin ve ‘borçlu’. Üstüne üstlük bir de uluslararası
aktörlerden darbeye karşı gelmeyen destek konusu da var.
Bütün bunlar Ak Parti’nin Türkiye siyasetindeki karşılığının,
‘değerinin’ azaldığını da gösteriyor.
CHP’nin ise yeni siyasi vakumda hem ağırlığı artmış hem
de işlevi karmaşıklaşmış durumda. Darbeye dahil olmayıp
karşı durmuş olmanın ürettiği prestij ve Ak Parti’nin ‘borçluluk’ hali CHP’nin Türkiye siyasetindeki ağırlığını arttırırken,
darbeden sonra oluşan yeni siyasi vakum CHP’yi dindarlık-sekülerlik, Türklük-Kürdlük ve Batıcılık-anti-Batıcılık gerilimlerinde dengeleyici bir aktör olabilme yeteneğiyle buluşturuyor.
Bu durum CHP’yi 14 Temmuz öncesinden daha etkili, daha
‘değerli’ bir aktör kılacağa benziyor.
15 Temmuz sonrası siyasi vakumun üçüncü önemli aktörü, malum HDP ya da Kürdler. HDP ve Kürdlerin 15 Temmuz siyaseti sonrasındaki ‘değeri’, karşılığı tedirgin edici bir
belirsizlik içeriyor. CHP gibi ve hatta yer yer CHP’den daha
belirgin olarak 15 Temmuz’a karşı çıkmış olmakla beraber,
HDP yeni siyasi vakumda CHP gibi ‘değerini’ arttırabilmiş
gibi görünmüyor. Bu elbette HDP’ye ilgili bir durum olmaktan ziyade, HDP’nin merkezinde olduğu Kürd meselesine dair
olarak Ak Parti ve CHP’nin ayrı ayrı ve birlikte ne yapabileceklerinin belirsiz olmasıyla ilgili bir durum. Kürd meselesinin
kendi özgül ağırlığı ve Rojava meselesi sebebiyle HDP’nin
Türkiye siyasetindeki ‘değeri’ yüksek olmaya devam edecek,
bu belli; lakin yeni siyasi vakumda bu değerin artıp artmayacağı HDP’nin adımlarından ziyade Ak Parti ve CHP’nin Kürd
meselesinde yapıp edeceklerince belirlenecek.
Son olarak ABD, NATO ve AB ve Rusya ve İran olarak
dış siyaset var. Uluslararası ya da bölgesel siyaset 15 Temmuz
sonrasında da Türkiye siyasetinde önemli olmaya devam eden
bir (f)aktör, buna şüphe yok, lakin onun da ağırlığı kompozisyonu değişmeye aday görünüyor. Hem bu son meseleyi hem
de aktörler arası muhtemel ilişkileri, karşılıkla konumlanmaları konuşmak sonraki yazıya kalsın.
w
MESUT YEĞEN
ÇÖZÜM
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
3
SÖYLEŞİ
03
Barış umudu şimdi daha güçlü
w
15 Temmuz’dan sonra:
Aktörler
Cemaat’in ordudaki ortaya çıkan
gücünü de dikkate alırsak, neden
Cemaat, Roboski, şehir bombalamaları gibi kimi durumların sorumlusu
olmasın? Bu, meşru bir sorudur. Ama
bu soruya evet deyip, tüm sorunları
Cemaatle açıklayıp hükümeti tamamıyla pasif pozisyona koymanın da
doğru bir okuma olduğunu düşünmüyorum. Nitekim Gülen 2010-2011
yılında Kürd Meselesi’ni asayişçi bir
politika ile yönlendirirken Recep
Tayyip Erdoğan ile bu konuda aralarında büyük bir düşünsel fark yoktu.
Son dönemde Türkiye’de yaşanan
Güneydoğu’da yaşanan her gelişmeyi, Cemaate ve Cemaat-Hükümet
çelişkisine bağlamak doğru olmaz.
Cemaatin bir etkisi olabilir. Ama
bunun dozunu bilemeyiz. Büyük
tabloya baktığımız zaman; özellikle Ortadoğu ve Kürd Meselesi’nin
Türkiye’de aldığı biçim, Kuzey Irak’ta
Barzani hareketinin gelmiş olduğu
bağımsız devlet noktası, Türkiye’nin
w
02
bu gelişmeleri varoluşsal bir tehdit olarak
görmesi, algılaması, Cemaat meselini aşar.
Hendek siyasetine karşı sertlik bir tezgah
değil, bir resmi asayiş politikasının bir
parçasıydı gibi geliyor bana. Son zamana baktığımızda siyasi iktidar askeri ve
stratejik açılardan kazandığı, Kürd hareketini püskürttüğü ve doğru yolda olduğu
kanaatinde. Darbe girişimi sonrası devletin
farklı bir politika izlemesi için bir neden
görünmüyor. Hükümet, en fazla Roboski ve
Rus uçağı meselesinde soruşturma başlatabilir, farklı adımlar atabilir. Bu mümkündür.
Ancak yeni bir evrede miyiz? Darbe sonrası
Ali Bayramoğlu
Gazeteci Oral Çalışlar: İmkanlar sürece
dönülmesi için elverişli
PKK ile savaşı FETÖ’cülerin tırmandırdığını düşünüyorum. Zaten eğer tarihsel
olarak geriye doğru gidersek 7 Şubat 2012
de MİT krizi diye, MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın Oslo Görüşmeleri’ne katılması
sonrasında hakkında tutuklama karar çıkarmışlardı. Yani Oslo Görüşmeleri’ne karşı bir
yerde harekete geçmişlerdi. Ondan önce de
KCK operasyonları sırasında yine aktif bir
şekilde FETÖ darbecilerinin harekete geçtiğinin hepimiz tanığıyız. FETÖ yapılanmasının Kürd düşmanlığı, Kürd Meselesi’nde
çözümsüzlüğe odaklandığını biliyoruz. Ve
şimdi bu ortaya çıkan general tablosu içinde
baktığımız zaman, hem Rus uçağının düşürülmesi hem Roboski Katliamı’nın bizatihi
bunlar tarafından ihbar edilmesi gösteriyor
ki, burada çok ciddi bir rol oynamışlar. Şimdi bu urun temizlenmesi, Çözüm Süreci’nde
temiz ve daha şeffaf bir imkanı ortaya
çıkarıyor. Muhtemelen tam bilmiyoruz ama
karşı taraftan da, PKK’nin içinden de zaman
zaman provokasyon yapılmış olması ihtimali vardır. Bütün bunlara baktığımız zaman
şu anda Kürd Meselesi’nin çözümü, sürecin
yeniden müzakerelere dönebilmesi için
her zamankinden daha elverişli imkanların
olduğunu söyleyebiliriz.
Prof. Dr. Mesut Yeğen: Kürd
Meselesi’ndeki siyasetin değiştiğini
sanmıyorum
Oral Çalışlar
Mesut Yeğen
Hükümet, Hem KCK soruşturmalarında
tutuklamalar da ortaya çıkan sonucu hem
de Roboski’de ortaya çıkan sonucu kabullendi. Dolayısıyla hükümet tümüyle başka
bir şey yapmak istiyordu, Cemaat bambaşka
bir şey yaptı. Rus uçağının düşürülmesi ve
Roboski’nin bombalanması türünden işler
hükümetlerin arzu etmeseler bile kolay
kolay işte ‘sorumluluk başkalarındadır’
diyeceği işler değil. Bu son sürecin Çözüm
Süreci’ne dönmek için bir zemin oluşturacağını düşünüyorum. Ama devletin Kürd
Meselesi’nde şimdiye kadar ki takip edilen
siyasetten bambaşka bir şey düşünüyor
diyebilecek durumda değilim. Kürd Meselesi’ndeki bu şahin çizginin fikir babası
ve uygulayıcısının Fetullahçılar olduğunu
söylemek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla ortadaki bu süreç diyaloga imkan veren
bir durum ortaya çıkarmış olmakla beraber
ben hem seküler elitte hem de muhafazakar
elitte henüz Kürd Meselesi’nde böyle bir
yumuşamaya geçilebilir türünden bir hava
görmüyorum.
Prof. Dr. Abdullah Kıran:
PKK 15 Temmuz’dan sonra
ateşkes ilan etmeliydi
Siyasi iktidar her ne kadar savaş ve
operasyon emrini “ben veriyorum” dese de
sahadakiler kendi kafaları doğrultusunda,
ideolojik ve siyasi eğilimleriyle hareket eder.
Bir yerde ciddi anlamda bir çatışma varsa,
çatışmayı yürütenler siyasi alana da mutlaka
nüfuz etmek isterler, hatta siyasi alanı denetim altına almak isterler. Mesela Roboski,
Türkiye Hükümeti için tam anlamıyla bir
darbedir ve hükümeti zor durumda bırakarak, halkı hükümetle karşı karşıya getirme
provasıdır. PKK’nin 15 Temmuz’dan sonra
yapması gereken ilk açıklama şu olmalıydı:
‘Türkiye’nin bu zor ortamında ateşkes ilan
ediyoruz.’ Türkiye zor bir dönemden geçiyor,
bu zor dönemde hükümetin de en azından
demokratikleşmenin önünü açması anlamında bir an önce normalleşmeyi sağlama
açısından şiddetten uzak durması gerekiyor.
15 Temmuz’dan sonra PKK tek taraflı bir
ateşkes ilan etmelidir. Türkiye demokrasisinin tekrar ayakları üzerinde durması, yeni-
Abdullah Kıran
Can Paker
den bir hesaplaşma imkanlarının doğduğu
bir ortamda bu şansı tanımalıydı. Demokratik siyasete dönüş anlamında, hükümetin
güven duyması ve Çözüm Süreci’nin yeniden
başlaması açısından iyi bir başlangıç olurdu.
Gazeteci Can Paker: Hükümetin kolay
geri adım atacağını sanmıyorum
Bu gelişmelerin Çözüm Süreci’nde taraf
olanlar arasında bir diyaloga yeniden yol
açacağını düşünmüyorum. Hükümet tarafı
PKK silahları gömmeden masaya dönmeyiz diyor. Kendi aralarında nasıl bir kanal
geliştirirler bilemeyiz ama kamuoyuna açık
bir şekilde yapmazlar. Ha demek devlet
yapmamış bunu darbeciler yapmış diye yaklaşım sergileyip, onun karşılığında bir cevap
alır mı? Bilemem. Ama kamuoyu karşısında olacağını sanmam, çünkü hükümetin
tutumu belli. Çok kolay geri adım atacağını
sanmıyorum.
DOGÜN-KAD Başkanı Nevin İl: Bütün
sorunların temelinde Kürd Meselesi var
Darbe gibi yöntemlerden medet ummak
yerine barışçıl yol ve yöntemler ile Kürd
Meselesi’nin masaya yatırılarak hakkaniyet
çerçevesinde çözülmesi bütün Kürdlerin
talebidir. Bugün Türkiye’de yaşanan bütün
sorunların temelinde Kürd Meselesi vardır.
Hükümetin bu konuda da bir sözü, bir
söylemi, bir eylemi olmalıydı. Dış güçlerin
ilişkisi var mıdır? Yok mudur? Bu konuda
bir şey söylemek ancak stratejistlerin ve
Ortadoğu uzmanlarının işidir. Söylenenlere
bakıldığında; bu darbe kalkışmasında dış
güçlerin desteği de konuşulmakta. Ondan
öncesinde de Silopi, Cizre, Roboski dâhil
birçok eylemin bunlar tarafından gerçekleştirildiği söylenmekte. Bu söylemelerin
arasında tırlar ile taşınmış silahlar da bulunmaktadır. Eğer doğru ise bu soruyu sormakta önemli. Bunu bildiğiniz ve gördüğünüz
halde neden önlemini almadınız? Şimdi
bu sorunların üzerine gitmek için bir fırsat
oluştu ve gitmekte de yarar var. Hükümetin,
Sur ve Roboski eylemlerini gerçekleştirenleri bulup yargı önüne çıkarması gerekiyor.
Bu şekilde Kürdlerle güven tazelemesi ile
yeni bir süreç başlatılabilir.
Nevin İl
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos 42016
Şahismail Bedirhanoğlu
Vahap Coşkun
Abdurrahman Kurt
AKP Eski Mv. Muhsin Kızılkaya:
Bu Hükümet-Cemaat kavgası değildir
Her şeyden önce bu hükümet ile Cemaat
arasında bir kavga değil. Hükümet ile
Cemaat arasında karşı karşıya kaldığımız
bir Cemaat yok. Uçağı havalandırıp Meclis’i
bombalayan Cemaat mi? Öyle Cemaat mi
olur? Ordunun içine sızmış bir grup var
ve bu grup bu ülkenin uçağı ile Meclis’i,
güvenlik kurumlarını bombaladı. Dola-
Mahmut Kılınç
Muhsin Kızılkaya
05
‘Birlik olsa, katliamlar yaşanmazdı’
R
Murat Özdemir
.o
rg
ojava Kurdistanı’nın başkenti
Kamışlo’nun Xerbe mahallesinde geçen
hafta çarşamba sabah saatlerinde
IŞİD’in düzenlediği bombalı saldırılarda 50’den
fazla insan hayatını kaybederken, 200’ü aşkın
aşkın kişi de yaralandı. Bomba yüklü kamyonların Kamışlo kent merkezine kadar nasıl
girdiği sorusu beraberinde Rojava’nın asayiş
ve güvenliğindeki zaafları da gündeme getirdi.
Rojava’da Halk Savunma Birlikleri (YPG)
dışında, PYD’ye bağlı Asayiş denilen ve kent
merkezlerinin güvenliğinden sorumlu birimler
oluşturulmuş durumda. Yerel halktan oluşan
Asayiş birimlerinde son zamanlarda Arapların
sayısının Kürdleri geçtiği bildiriliyor. Saldırıdan hemen önce kent üzerinde rejime bağlı
uçak ve helikopterlerin uçması da kuşkulara
neden oldu. Kamışlo saldırısında da bölgedeki
güvenlik zaafı ve halk üzerindeki tehdit bir kez
daha gözler önüne serildi. Geçtiğimiz aylarda
yine Kamışlo’da ve Haseke’de de bombalı saldırılar olmuş, onlarca sivil hayatını kaybetmişti.
Kamışlo saldırlarının ardından Rojava Özerk
Yönetimi de Rojava’da olağanüstü hal ve 3 günlük yas ilan etti. Rojava’da güvenlik önlemleri
de artırıldı.
ur
d
ak
iv
DEP Eski Mv. Mahmut Kılınç:
Hükümetin onayı olmadan
katliam yapılamaz
15 Temmuz Askeri Darbe Teşebbüsü’nün
kadrolarının önemli bir bölümünün
Kürdistan‘daki askeri birliklerden olduğu,
basında yer alan haberlerden ve tutuklanan
kimselerin görev yer ve yetkilerinden anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse, Türkiye’nin
başka bölgelerinde bulunan askeri birliklerinden, örneğin Karadeniz bölgesi
birliklerinden, ya da Akdeniz bölgesinde
konuşlanmış birliklerden darbeye katılan
rütbeli personel sayısı oldukça azdır. Ama
Kürdistan’daki birliklerden hem rütbeli ve
hem de rütbesiz kimselerin darbeye katıldığı açıkça görülmektedir.
Genel olarak her askeri darbe Kürdlere
zarar vermiştir, ama bu kadroların öncülük ettiği bir darbenin gerçekleşmesini
ve neden olacak sonuçları düşünmek bile
istemiyorum, Kürdistan’daki şehirleri ağır
silahlarla harabeye çeviren, binlerce insan
katleden bu birliklerin daha geniş tahribatlar yapabileceklerini akılda tutmak gerekir.
Bu birlikler savaş koşullarına uygun olarak
özel eğitilmiş ve bölgeye gönderilmişlerdir.
Bunlar, Gülenci ya da Kemalist olsunlar,
ortak bir yanları bulunmaktadır; Kürd Özgürlük Mücadelesine karşıdırlar ve sadece
askeri yöntemlerden anlamaktadırlar. Eğer
birileri şimdi çıkıp “durumu bilmiyordum,
kandırıldım” derse buna inanmamak
gerekir. Çünkü hükümetin onayı olmadan
Kürdistan‘da katliamlar yapılamaz, ayrıca
hükümetin haberi olmadan yapılmış olsa
bile bu, hükümeti sorumluktan kurtarmaz.
yısıyla Cemaat ve hükümet ile alakalı bir
mesele değil. Barış Süreci’nin bozulmasından ve Roboski’den ordu içinde bugüne
kadar ortaya çıkan bir takım olumsuzluklarda mutlaka darbe tezgâhlayacak düzeye
gelmiş, bir yapılanma var ise, Doğu ve
Güneydoğu bölgesindeki komutanların
hemen hemen önemli bir kısmı tutuklandı
ve mutlaka buna ortak olmuşlardır. Fakat
bunlar var diye işte hükümet bu sorumluluğa ortak oldu anlamına gelmiyor. Diğer
taraftan da hükümete karşı savaşan bütün
faaliyetlerin içersinde bulundu. Seçimlerde o Cemaat dediğimiz yapılar HDP’ye
çalıştı, gazetelerine demeçler veriyorlardı,
televizyonlarına çıkıyordu, beraber imza
kampanyaları düzenleniyorlardı. Doğu
ve Güneydoğu bölgesinde bahsettiğimiz
bu savaş hali durumunda, bu çetenin, bu
terör grubunun yeniden kültür savaşını
körükleyip, kültür darbe ortamını hazırlama gibi bir amaçları var ise, bu amacı en
büyük hizmeti karşı tarafta bulunan PKK
göstermiştir ki hendek kazarak onların
bu planına ortak olmuş demektir. Eğer
hendekler kazılmamış olsaydı, mahalleler
işgal edilememiş olsaydı, hendek siyaseti
üzerinden bir direniş örgütlenmemiş olsaydı ve buna rağmen devletin bir operasyonu
şeklinde girişmiş olsaydı bütün bunları tek
başına devlet bu işte sorumlu denirdi. Ama
demek ki Cizre’de, Roboski’de ve diğer yerlerde söz konusu hadisleri gerçekleştiren
TSK’nın içersindeki terör grubu, bu şekilde
hareket ediyor ise onların amaçlarına ortak
olanların da aynı zihniyet içersinde hareket
ettiklerini göstermektedir.
Yani PKK ‘biz yarın silah bırakıyoruz,
Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı güçlerimizi
ülke dışına çıkarıyoruz’ derse; biz demokratik yöntemler ile çözmeye hazırız.
Hükümet aldatıldığını söylüyor çünkü,
onlarda aldatıldığını söylesin ve silahlı
mücadeleden vazgeçsin. Aldatıldıklarını
onlarda kabul etsin ki devlet aldatıldığını
kabul ediyor ve bunun çözümü kolaylaşır. Hükümeti yeniden Çözüm Süreci’ne
dönmekten alıkoyan tek şey elinde hiçbir
gerekçe yokken silah bulunduran bir gücün
varlığıdır. Öcalan’ın kararını vermesi
gerekir. Öcalan baştan itibaren hata yaptı.
Öcalan 99 yılında bir kararla güçleri ülke
dışına çıkardı, partinin adını değiştirdi,
silahlı mücadeleyi bitirme kararı aldı. Daha
sonraki 2013 sürecinde ise 2 sene boyunca
silah bırakma işini yokuşa sürdü. Bir gecede
verdiğin emri bütün teşkilatına uygulatabiliyor ise niye 2 sene bizi oyaladın? PKK
elinde silahlı gücü bulundurduğu sürece
darbeciler ile aynı saftadır. İstediği kadar
başka şeyler söylesin. Silahlı mücadeleyi
bırakmadığı sürece darbeciler ile beraberdir. Silahlı mücadeleye destek veriyor ise,
darbecilerin destekçisidir.
MANŞET
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
5
SÖYLEŞİ
rs
AKP Eski Mv. Abdurrahman Kurt:
Roboski’yle AKP hedef alındı
Hükümeti Çözüm Süreci’ne geri dönmekten alıkoyan şey, Fethullahçı hareketin
provokasyonudur. Ama bu tek neden değildir. Bunun en önemli unsurlarından bir
tanesi örgütün silahlı grupları çekmeden
toplumu hegemonya altına almaya çalışmasıydı. Eğer ben silah ile masaya oturacağım
diyor ise, hükümetin silahlı gruplar ile ben
masa oturmayacağım demesi de çok haklıdır. Dolayısıyla Çözüm Süreci’ne ilişkin
hiçbir geri adım atmamasında bir yanlışı
yoktur. Eğer çözüm isteniyor ise bu silah ile
olmaz. Abdullah Öcalan’ın dediği gibi “Silahlar sussun, siyaset konuşsun.” Bu yürek
kimde de var ise buyursun yapsın. Çözüm
Süreci’nde mesele sadece Fethullahçılar
değildir. PKK, bir zaman gelmiş Ergenekoncular ile iş birliği yapmış; Bir zaman gelmiş
Fethullahçılar ile iş birliği yapmış. Bunu
görebiliyoruz. Bu sorun PKK’ye bağlı bir
durum değildir. PKK, uluslararası konjönktür de pragmatist olarak nereyi menfaatine
gördü ise onu yaptı ve o dönemde kim
AKP’yi devirmek istedi ise onun ile işbirliği
yapmışlardır. Türkiye de bu barış iradesi vardır, hükümette de bu barış iradesi
vardır. Roboski olayı olduğunda da çok şey
söyledik. Ben geçmişte de Roboski ile ilgili
olarak şu ifadeyi kullandım: Roboski’de
aslında AKP hedef alınmıştır. O günün
şartlarında AKP’ye karşı bir darbe arayışı
içerisindeydiler. una bağlı olarak Fransa’da
öldürülen 3 PKK Militanı, Roboski, Gezi ve
buna bağlı pek çok paralel olayın masaya
yatırılması gerekir. Öncelikle güvenlik
sağlanmalı ve darbe tehlikesi tam anlamı
ile bertaraf edilmelidir. Buna ilişkin bütün
dosyalar yeniden açılmalıdır.
.a
Yrd Doç. Dr. Vahap Coşkun:
Darbe devlet ile Kürdlerin ilişkisini
bozma niyeti taşıyor
Bugünlerde Roboski ile ilgili bir tartışmanın başladığını görüyoruz. Hükümete
yakın kalemler, hükümetin Roboski olayını
soruşturacaklarını ve bunu da bilinçli bir
şekilde devlet ile Türkler arasındaki duygusal bağı koparmak amacıyla yapıldığını
ifade ediyorlar. Elbette ki bütün bunlar,
hükümetin olay gerçekleştiği zaman bu
araştırmayı ayrıntılı ve yeteri bir şekilde
yapmamasını aklayamaz. Biz o dönemde
bu konunun çok hassas bir şekilde araştırılması gerektiğini ifade ettik. Eğer toplumda
iç çatışmayı çıkaracak bir kumpas varsa bunun gereğini yapması gerekirdi. Bu ortaya
çıkmış durumu, bu kritiği fırsata dönüştürüp Çözüm Süreci’ne tekrardan geri dönülmesi gerekir. Darbe tehlikesi geçtiğine
dair hükümetten ve Cumhurbaşkanı’ndan
henüz bir açıklama gelmedi. Dolayısıyla
kitlelerin sokakta tutulmasının sebeple-
rinden bir tanesi de budur. Ama bu durum
kontrollü bir şekilde devam ettirilir ise, Çözüm Süreci’ne dönmeye yönelik taleplerin
de artacağını düşünüyorum. Şu anda çok
fazla sayıda bilgi geliyor ve bu bilgilere bağlı olarak da çok fazla spekülasyon söz konusu oluyor. Herkes hem bir darbeye zemin
oluşturur, hem de bu konudaki toplumsal
desteğini ya da bir toplumsal meşruiyetini üretmeye çalışır. Burada bu toplumsal
meşrutiyetin Kürd Meselesi üzerinden
üretilmeye çalışıldığını görüyoruz. Fakat
darbecilerin yapmış olduğu açıklamalarda
bölgede meydana gelen olayların, devlet
otoritesinin kaybolmasının, aynı şekilde
çok fazla sayıda asker ve polisin ölümünün
devletin hatalı politikasından kaynaklı
olduğu ve darbenin bir gerekçesinin de bu
olduğu ifade edilmişti. Dolayısıyla burada
hem sert bir politika izleyerek devlet ile
Kürdler arasında köprüleri açmak, hem de
burada fazla sayıda asker ve polis kayıplarını gerçekleştirerek darbeye uygun bir ortam
oluşturmak gibi bir niyetin olduğunu söylemek mümkün. Ortaya çıkan bilgilere göre
darbecilerin böyle bir toplumsal meşrutiyet
üretmek için böyle bir strateji izlediklerini
gösteriyor.
w
DOGUNSİ-FED Başkanı Şahismail
Bedirhanoğlu: Oluşan mutabakat
ortamı fırsata dönüştürülmeli
KCK operasyonları başladığında birçok
siyasetçinin elleri kelepçelenmiş halde
servis edilen fotoğrafları Kürd kamuoyu
hatırlar, o günden almak lazım bu girişimi.
O görüntüler o süreçte bir takım sıkıntılara
yol açtı ve sürecin sağlıklı yürümesine engel
oldu. Kürd Meselesi ile ilgili Cemaat ve
hükümet arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu söyleniyordu. Cemaat kesinlikle Kürdler ile Kürd siyasal hareketi ile
görüşmeyi reddediyor ve böyle bir iddianın
doğru olmadığını söylüyordu. AKP ise,
Çözüm Süreci bakımından “evet görüşmemiz, diyalog ile bu sorunu çözme iradesini
göstermemiz gerekir” diyordu. Bu darbe
gerçekten halkın, medyanın, siyasetçilerin
genel bir mutabakatı ile püskürtülmüştür. Darbenin etkileri tamamen bertaraf
edildikten sonra Kürd Meselesi’nin çözümü
için Türkiye’nin kendi içinde bir barışı tesis
ederek ve demokratik yollar ile sorunu çözmesi gerekir. Kürd Meselesi dahil bütün sorunların çözümü için çok iyi bir mutabakat
oluştu ve bunu bir fırsata dönüştürebiliriz.
O dönemde Roboski meselesinde çok ciddi
şaibeler vardı. Hükümetin burada ‘tuzağa
düşürüldük’ şeklindeki ifadeleri vardı.
Bu son dönemlerde hendek ve barikat ile
başlayan operasyonlar sürecinde, özellikle
güvenlik güçlerinin çok sert müdahale
etmesi ve orantısız güç kullanması konusu
çok ciddi tartışmalara neden oldu.
w
ÇÖZÜM
w
04
Barzani Kamışlo için seferberlik ilan etti
Saldırının hemen ardından KYB Başkanı
Mesud Barzani Duhok’taki tüm hastane
ve sağlık kurumlarının saldırıda yaralanan
vatandaşlar için hazırlıklı olması emrini verdi.
Mesud Barzani’nin çağrısıyla Kamışlo’ya 4 ton
ilaç gönderilirken durumu ağır olan çok sayıda
yaralı Duhok ve Zaxo’daki hastanelere kaldırıldı. KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur
Barzani de, Kamışlo’daki saldırıyı şiddetle
kınayarak, “Yüreğimiz ve düşüncemiz yaralılar
ve şehit aileleriyle birliktedir” dedi. Barzani
Rojava’lı siyasi parti ve güçleri eleştirerek “Rojava’daki siyasi taraflar birlik olsalardı, halkı terör
saldırılarından daha güçlü koruyabilirlerdi”
ifadelerini kullandı.
Zaxo halkı da, Kamışlo saldırısı ardından,
geceleri kent meydanında yaşamını yitirenler
anısına mum dikip, dua ederek yas tutuyor.
Kürd güçleri parçalı
Rojava’da PYD’nin öncülük ettiği Rojava
Özerk Yönetiminin yürüttüğü politika ve uygulamalara karşı tepkiler yükseliyor. Rojava’da
hem siyasi, hem de askeri anlamda kontrolü
elinde bulunduran PYD’nin Kürd partilerine
karşı takındığı tutumdan kaynaklı olarak Kürd
siyasi güçleri arasında şuana kadar herhangi bir
birlik oluşmuş değil. PYD, Rojava ve dışında yer
alan diğer etnik çevreler ve örgütlerle askeri ve
siyasi ittifaklar kurarken, Kürd partilerine karşı
uzlaşmaz tutumu yoğun eleştirilere neden
oluyor.
Öte yandan DSG-YPG ve Asayiş güçleride
Kürdlerin etkiliğinin kırıldığı ve ciddi bir
azalmanın olduğu belirtiliyor. Suriye rejiminin
Rojava’daki varlığı da bölgenin istikarar ve gü-
güvenliğe tehdit oluşturuyor. Ancak şu anda
500 km uzunluğuna sahip bir alanda savaşıyoruz. Dolayısıyla yeni bir cephe açarak, bölge
üzerindeki tehlikenin artmasına sebep olmak
istemiyoruz. Esad bugün bize karşı savaşmıyor,
biz de şuan yeni bir cephe açmak istemiyoruz.”
venliği üzerinde bir tehdit olarak duruyor. Patlamalardan hemen önce Kamışlo semalarında
rejime ait uçaklar uçması şüphelere sebep
olurken ve birçok soru işaretini de beraberinde
getiriyor. Kamışlo kenti Cezire Kantonu’na
bağlı ve Haseke’den sonra Rojava’nın en büyük
ikinci büyük kenti. Kent nüfusunun ağırlığını
Kürdler oluştursa da, Arap, Süryani ve Ermeni
nüfus da var. Son zamanlarda PYD’nin uygulamalarından dolayı Kürdlerin yoğun olarak göçmesi nedeni ile kentte nüfus dengesinin bozulduğu, Rakka ve Deyrül Zor’dan göçen binlerce
Arap ailesinin kentte yerleşmesi sonucu Kürd
nüfusunun giderek azaldığı bildiriliyor. Kentin
Kürd mahallelerindeki güvenliği PYD’ye bağlı
asayiş güçleri sağlasa da, rejime bağlı silahlı
güçler Kamışlo’da da havaalanı, sınır kapısı,
hükümet binaları ve Arap nüfusun bulunduğu
mahallelerin kontrolünü elinde bulunduruyor.
Şehir merkezinde rejime bağlı çeşitli milis
grupları ve aşiret güçleri de bulunuyor. Kente
PYD’nin Asayiş güçleri ile rejime bağlı milisler
arasında zaman zaman çatışmalar da yaşanıyor.
Roj Peşmergeleri
Rojava’ya geçmeyi bekliyor
Kamışlo saldırılarından sonra Roj Peşmergelerinin dönüşü de tekrar gündeme geldi.
Güney’e göçen Rojavalı gençlerden oluşturulan
Roj Peşmergelerinin sayısı 10 bine yaklaşmış
vaziyette. ENKS’ye bağlı olduğu bildirilen Roj
Peşmergeleri şu anda özellikle Musul ve Şengal
cephelerinde IŞİD’e karşı mücadele veriyor.
Rojava Peşmergelerinin ENKS ve PYD arasında
yapılan, askeri ve siyasi alanda ortak mücadeleyi öngören Erbil I-II ve Duhok anlaşmalarına
göre Rojava’ya geçip, IŞİD’e karşı mevzilenmesi
öngörülmüştü. Ancak PYD yapılan anlaşmaları
pratikte hayata geçirmedi ve Rojava’da ne Kürd
cepheleri arasında birlik oluşabildi, ne de Roj
Peşmergelerinin geçişine izin verildi. Rojava’da
bir başka askeri güce izin vermeyeceklerini
belirten PYD yetkilileri, Roj Peşmergelerinin sınırı geçmeye kalkışması halinde saldıracakları
tehdidinde bulunuyor. ENKS ise PYD ile çatışma çıkmaması için askeri güçlerini ülkeye so-
kamıyor. Kobanê’nin işgali sürecinde de PYD,
Roj Peşmergelerinin yardıma gelmesine izin
vermemiş, Kobanê savunması için Barzani’nin
göderdiği özel birliğin tümünün KBY nüfusuna
kayıtlı olmaları şartını koymuştu. Kürd güçleri
arasındaki bu parçalanma bölgenin güvenliği
üzerinde de tehditler oluşturuyor ve Kürd
kamuoyu Roj Peşmergelerinin de Rojava’ya
geçip YPG güçleri ile birlikte IŞİD’le ortak bir
mücadelenin yürütmesini bekliyor.
Kobanê Dışişleri Bakanı İbrahim
Kurdo: Saldırı halkların kardeşliği
projesini hedefledi
Kobane Dışişleri Bakanı İbrahim Kurdo’da
saldırlar ve bölgede yaşananlar ile ilgili
BasHaber’in Rojava Asayişi’nde Kürdlerin
azaldığı yönündeki soruya, “Terör bir yere
saldırmak istediğinde kimliğe ya da nüfusa
bakmıyor. Almanya, Fransa ve Belçika’da da saldırılar oldu, daha iyi imkanlara sahip olmalarına rağmen. Düşman en zayıf noktaları arıyor.
IŞİD bu saldırılarla yenilgisinin üstünü örtüyor
ve Kürdlerin halkların kardeşliği esası üzerine
kurduğu yapıyı kırmak için çabalıyor” şeklinde
yanıt verdi.
“İkinci askeri gücü kabul etmeyiz”
Roj Peşmergelerinin dönüşü ile ilgili de
konuşan Kurdo, “Asuri, Arap, Türkmen ve bölgedeki diğer halklarla ittifaklar kuran Demokratik Özerk Yönetim kendi kardeşleri ile neden
konuşmasın veya birlikte çalışmasın? Ancak
burada ENKS yurtseverlik veya birlik için değil,
kendi çıkarları için yakınlaşmaya çalışıyor.
ENKS’nin içinde yurtseverler de var, ancak
kimlerle çalıştıklarını biliyoruz. Rojava’da
ikinci askeri gücün bulunmasına kesinlikle
izin vermeyeceğiz. Tecrübelerle sabittir. İki güç
kardeş kavgasına yol açar. YNK- PDK örnekleri
önümüzde duruyor. Yıllarca bırakuji yaşandı.
Lübnan’da, Filistin’de de aynı durum yaşandı.
Biz Rojava’da kardeş çatışmasına sebep olacak
iki askeri gücün varolmasını kabul etmiyoruz”
dedi. Kurdo rejimin bağlı milislerin Rojava’daki
varlığı ile ilgili de, “Rejimin Rojava’daki varlığı
ENKS Temsilcisi Mistefa Osê: Kürdlere
yönelik büyük tehlike var
Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) de
Kamışlo saldırılarını kınayarak, bu tür saldırıların Kürd halkının iradesini kıramayacağını
ifade ederek, Kürd güçlerine birlik çağrısında
bulundu. ENKS Yöneticilerinden ve Cenevre
görüşmeleri heyeti üyesi Mistefa Ose Kürdlerin
bölünmüşlüğü, Kamışlo saldırıları, rejimin
bölgedeki varlığı ve Cenevre görüşmeleri ile
ilgili BasHaber’e açıklamalarda bulundu. Osê,
Rojava Kürdistanı’nın içinde geçtiği sürecin
çok önemli olduğunu ve Kürd halkı üzerinde
büyük tehditlerin olduğunu vurguladı. 2012 ve
2014’te ENKS ve PYD arasında yapılan görüşmelere dikkat çeken Osê şöyle dedi: “Erbil ve
Duhok anlaşmaları siyasi ve askeri işbirliği ve
ortak mücadele temeli üzerine yapıldı. Ancak
PYD bu anlaşmaları pratikte uygulamadı ve
şu ana kadar da tutumunda bir değişiklik
olmadı. Peşmergelerin geçişine izin vermiyor.
Rojava’nın içinde geçmekte olduğu süreç çok
önemli ve birçok tehdidi barındırıyor. Kürd
güçleri arasındaki ihtilafların son bulmasını
bekliyoruz ve PYD ile görüşme umudumuzu
koruyoruz.”
“Rojava boşalıyor”
Mustafa Osê yeni sürecin Kürd birliğini şart
koştuğunu belirterek, “PYD ile ENKS’nin bu
dönemde bir araya gelmeleri her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Bugün sadece
ENKS ya da PYD değil tüm Kürdler üzerinde
bulunan bir tehditten söz ediyoruz. Kürd
güçlerinin bir araya gelmeleri lazım” dedi.
Kürdlerin Rojava’dan göçtüğüne dikkat çeken
Ose, “Kürdlerin boşalttığı bölgeye Rakka’dan,
Deyrül Zor’dan ve diğer bölgelerden gelenler
yerleşiyor. Bölgedeki Kürd nüfusu çok azalmış
durumda. Kürd güçleri arasındaki bu ihtilaf
ve anlaşmazlık devam ettiği sürece mevcut
durum sürecek. Tek çare Kürd birliğinden
geçer ve eğer bu oluşursa göçen Kürdler de geri
döner.”
“Rejim de, muhalet de Kürdlere karşı”
ENKS’li Mustafa Osê rejimin Rojava’daki
varlığı ve Cenevre görüşmeleri ile ilgili de şöyle
konuştu: “Suriye muhalefeti de, Esad rejimi
de Kürdlere karşı. Her iki tarafın da ajandalarında Kürdlerle ilgili bir talep yok. Dolayısıyla
Cenevre görüşmelerinden umutlu değiliz. Eğer
sonuç elde etmek istiyorlarsa önce birlikte hareket edecekler. Buradaki başarı da Kürdlerin
birliğine bağlı. Dolayısıyla burada öenmli olan
rejim ya da muhalefet değil, Kürdlerin kendi
içlerinde oluşturmuş olacağı ittifaktır.”
06
REFERANDUM
BasHaber
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
REFERANDUM
01 - 07 Ağustos 2016
Kürd siyaseti referandumda birleşti
Dr. Fuad Hüseyin: Olumlu adımlar atıldı
Siyasi partiler ile diyalog temaslarını sürdüren KBY Başkanlık Divanı Üyesi Dr. Fuad
Hüseyin, yaptığı bir dizi görüşmeye ilişkin
BasHaber’e konuştu. Hüseyin, görüşmelerinin
devam ettiğini, siyasi partilerin uzlaşmaları ve
aralarındaki çelişkilere son vermeleri konu-
farklı halklarla kardeşçe yaşadığının altını çizdi.
Barzani Avrupa Birliği heyeti ile görüştü
Mesud Barzani, Avrupa Birliği İnsan Hakları Yüksek Komisyonu Kriz Masası Başkanı Kristos Steleyandez ve beraberindeki heyeti de Selahaddin’deki Başkanlık Konutu’nda kabul etti.
Görüşmede AB heyeti üyeleri, Irak ve Suriye’deki krizin dünya
güvenliğini tehdit ettiğini ve bu konuda Barzani’nin görüşlerini
öğrenmek istediklerini kaydetti. KBY’nin çok sayıda sığınmacı
ve göçmeni k abul ettiği için Kürdistan halkı ve hükümetine
teşekkür eden AB heyeti üyeleri, KBY’nin Musul Operasyonu sonrası bölgede yaşayan bileşenlerin haklarının garanti
altına alınması için gösterdiği çaba ve uluslararası yasalara
uyma konusunda gösterdiği hassasiyetten övgüyle bahsetti.
KBY Başkanı Barzani ise Musul Operasyonu sonrası bölgede
yaşayan halkların başına aynı felaketlerin gelmemesi için
operasyondan önce taraflar arasında siyasi bir anlaşmanın ol-
ak
ur
d
.o
Barzani insan hakları aktivistlerini kabul etti
Öte yandan KBY’nin Başkenti Erbil’de yoğun bir diplomasi
trafiği yaşandı. KBY Başkanı Mesud Barzani İnsan Hakları
Gözlemevi Kuzey Afrika ve Ortadoğu Direktörü Kens Rote ve
beraberindeki heyeti makamında kabul etti. Görüşmede Kens
Rote başkanlığındaki heyet, IŞİD savaşı süresince Kürdistan
halkının savaştan kaçan sığınmacılara ve göçmenlere kucak
açmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi. İnsan Hakları
Gözlemevi heyeti üyeleri, insan haklarıyla ilgili olumlu tutumu
ve istikrarı esas alan politikalarından dolayı KBY Hükümeti’ne
ve Barzani’ye teşekkür etti. Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’den
kurtardığı bölgelerde yaşayan halkın durumuna da değinen
heyet üyeleri, Barzani’nin bu bölgelerde yaşayan halkın durumunu yerinde takip etmesini isteyerek, özellikle farklı etnik ve
dini gruplara karşı gösterilen özen ve ortak yaşam kültürünün
devam etmesi temennisinde bulundu.Mesud Barzani ise insan
hakları örgütüne çalışmalarından dolayı teşekkür ederek, Kürd
halkının asla terör olaylarına bulaşmadığını ve tarih boyunca
iv
rs
“Bağımsızlık Kürdlerin kendi kaderini
tayin etme meselesidir”
Basında, Goran Hareketi Lideri Newşirwan Mustafa’nın Fuad Hüseyin’e olumsuz
yanıt verdiği şeklinde yer alan haberlere de
atıfta bulunan Sofi, tüm siyasi partilerin
parti çıkarlarından vazgeçmeleri gerektiğini,
Newşirwan Mustafa’nın uzun bir süredir siyasi
istikrarın bozulması yönünde girişimlerde
bulunduğunu belirtti. KBY’nin bağımsızlık
meselesinin Barzani’nin meselesi olmadığını,
Kürd halkının kendi kaderini tayin hakkı olduğunu açıklayan Sofi, “bağımsızlık meselesi
Sayın Mesud Barzani’nin bir meselesiymiş gibi
gösteriliyor. Barzani Kürdlerin kendi kaderini
tayin etmeleri için öncülük ediyor. Bağımsızlık Kürd halkının kendi kaderini tayin etme
meselesidir, tüm siyasi partilerin, sivil toplum
örgütlerinin ortak karar verecekleri, halkın
onaylayacağı bir meseledir” değerlendirmesini yaptı. Açıklamasının devamında da YNK
.a
KDP’li Ferset Sofi: Geleceğimiz hakkında
ortak karar vereceğiz
KDP Parlamenteri Dr. Ferset Sofi, KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Hüseyin’in siyasi
partiler ile yaptığı görüşmeleri BasHaber’e
değerlendirdi. Ferset Sofi, KBY’nin büyük bir
fırsat yakaladığını siyasi partilerin sorunların
çözümü ve referandum konusunda bir araya
gelmeleri gerektiğini belirtti. Sofi, toplantıların KBY Başkanı Mesud Barzani’nin talimatı
ile yapıldığını, siyasi partilerin Irak ile yaşanan
krizi ve bölgedeki gelişmeleri değerlendirerek
ortak tutum içerisinde olmaları gerektiğini
ifade etti. Fuad Hüseyin’in temaslarına ilişkin
konuşan Fersert Sofi, “Sayın Fuad Hüseyin
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin resmi temsilcisi ve KBY Başkanlık Divanı Üyesi olarak
siyasi partiler ile görüşüyor. Benim edindiğim
bilgilere göre, ilk etapta siyasi partiler arasında
yaşanan siyasi kriz çözüme kavuşturulacak.
Hükümet’te yaşanan krize son verilecek, sonra
Bağdat ile olan ilişkiler ele alınacak. Irak ile
ortak bir gelecekte için devam mı diyeceğiz,
kendi kaderimizi mi tayin edeceğiz buna hep
birlikte karar vereceğiz” şeklinde konuştu.
rg
sunda uzlaşı sağlandığını belirtti. Parlamentoda grubu bulunan tüm siyasi partileri ziyaret
ettiğini, diğer siyasi partiler ile de temaslarının
sürdüğünü diyalog sürecinin iyiye gittiğini ifade etti. KBY Başkanı Mesud Barzani’ye yaptığı
görüşmelere ilişkin bilgi vereceğini belirten
Hüseyin, bağımsızlık meselesinin tüm siyasi
partiler ile görüşüleceğini ve yakın zamanda
yaptıkları görüşmelerin detaylarını açıklayacaklarını söyledi.
w
rbil’de bu hafta da Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud
Barzani’nin siyasi partilere yaptığı
bağımsızlık referandumunu çağrısı tartışılıyor.
Siyasi partilerden Goran Hareketi Genel Sekreteri Newşirwan Mustafa’nın, KBY Başkanlık
Sözcüsü Fuad Hüseyin’e siyasi sorunların
çözümü ve bağımsızlık referandumuna destek
konusunda Barzani’nin çağrısına olumsuz
yanıt verdi. KBY Başkanı Başkanlık Divanı
Başkanı Fuad Hüseyin hafta içinde iki defa
siyasi sorunların çözümü, bağımsızlık referandumunun yapılması ve Goran’ın bu konudaki
tutumunu öğrenmek için Newşirwan Mustafa
ile bir araya gelmişti. Goran Lideri Mustafa’nın
sorunların çözümü ve bağımsızlık referandumu konusunda Barzani’nin temsilcisi Fuad
Hüseyin’e olumsuz yanıt verdiğini belirtiyor.
Newşirwan Mustafa’nın referandum için parlamentonun açılmasını ve hükümetteki krizin
çözülmesini şart konuştuğu ifade ediliyor. Bu
tutumu değerlendiren uzmanlar, Goran’ın
KBY’de ikili idare planını devreye sokmaya
çalıştığını söylüyor.
Öte yandan Kürdistan Yurtseverler
Birliği’nin (YNK) siyasi sorunların çözümü
ve bağımsızlık referandumuna destek verdiği
ifade ediliyor. Hafta içinde Başkanlık Divanı
Başkanı Fuad Hüseyin, KDP Süleymaniye
Teşkilatı Başkanı Edhem Barzani ile birlikte
YNK Genel Sekreter Yardımcısı Kosret Eli ile
de biraya gelmişti. Hüseyin, 14 Temmuz’da
Kürdistan İslami Topluluk Partisi (Komeleya
Îslamî) Lideri Ali Bapir, 16 Temmuz’da Kür-
distan İslami Birlik Partisi (Yekgirtûya Îslamî)
Lideri Bahaeddin’i ziyaret etmişti. İslami
partilerin de hiçbir koşul öne sürmeden bağımsızlık referandumuna destek verdikleri ve
Barzani’nin çağrısına olumlu yanıt verdikleri
belirtiliyor.
Öte yandan Fuad Hüseyin, hafta sonunda Kürdistan Demokratik Sosyalist Partisi
(KDPS) Muhammed Hacı Mahmud ile de
bir araya geldi. Siyasi partilerin bağımsızlık
referandumunu gündeme almaları ile birlikte
KBY Yüksek Seçim Kurulu’nun da referandum
için hazırlıklara başladığı öğrenildi. Hafta
içinde basına konuşan, Seçim Kurulu Başkanı
Bilind Hindirin bağımsızlık referandumunu
gerçekleştirmeye hazır olduklarını açıkladı.
Öte yandan 2014 yılından bu yana Erbil–
Bağdat arasında yaşanan siyasi kriz de yeni bir
boyut kazanmaya başladı. 12 Temmuz’da KBY–
ABD arasında imzalanan protokolden rahatsızlığını dile getiren Irak Savunma Bakanı Halit Ubeydi Peşmerge’nin Musul Operasyonu’na
katılmayacağını ve Peşmerge’nin 140. Madde
kapsamında yer alan bölgelerden çekilmesi
yolundaki sözlerine tepki gösteren KBY’li
yetkililer, Peşmerge’nin IŞİD’in elinden alınan
Kürd yerleşim yerlerinden çekilmeyeceğini
ifade ediyor.
düşünüyorlarsa parlamentoyu aktif bir hale getirmeler ve
Kürdlerin gelecekleri için beraber hareket etmeleri gerekir.
Sorunların çözülmesini hepimiz istiyoruz. Sorun siyasi partileri çıkar sorunlarıdır. Siyasi partilerin, Kürdlerin çıkarlarını
düşünmesi lazım” şeklinde konuştu.
w
E
Mehmed Salih Bedirxan
da, parlamentoda grubu bulunan tüm siyasi partilerin
siyasi krizin çözülmesi ve bağımsızlık referandumunun
yapılması konusunda olumlu tavır sergiledikleri ifade
edildi.
w
KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Hüseyin’in siyasi
partiler arasındaki çelişkilerin çözümü ve bağımsızlık
referandumunun yapılması konusunda siyasi partiler ile
yaptığı görüşmeler devam ediyor. Goran Hareketi dışın-
ması gerektiğinin altını yeniden çizdi. Barzani, önlemler
alınmazsa bölgede mezhepsel-dinsel ve etnik çelişkilerin daha da derinleşeceği uyarısında bulundu.
Barzani Mehdi Zana’yı kabul etti
Mesud Barzani, Kürd siyasetçi ve Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana’yı da hafta içinde Selahaddin
kentindeki Başkanlık Konutu’nda kabul etti. Barzani’nin,
Mehdi Zana’nın Kürd davasında oynadığı rol, harcadığı
emek ve katkıdan övgüyle bahsettiği belirtilen açıklamada, Barzani ve Zana’nın, Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin
son dönemde yaşadığı ekonomik, güvenlik ve siyasi
zorlukları değerlendirdikleri kaydedildi. Açıklamada
Barzani ve Zana’nın, Güney Kürdistan’ın içerisinden geçtiği hassas süreç, bağımsızlık referandumu için atılan
adımlar ve kendi kaderinin tayin etmenin önemi üzerine
görüş alışverişinde bulunduğu belirtildi.
ile KDP ilişkilerini de değerlendiren Sofi, KDP ile YNK’nin
yıllardır beraber KBY’yi yönettiklerini, IŞİD ile mücadele
birlik ve beraberlik içinde olduklarını KDP ile YNK arasındaki stratejik anlaşmanın devam ettiğini ve KBY’nin şimdiki
krizden çıkması için diyalog içinde olduğunu belirtti.
YNK’li Eta Şerai: Siyasi partiler
bağımsızlık için çıkarlarından vazgeçmeliler
YNK Merkez Komite Üyesi Eta Şerai de Fuad Hüseyin’in
YNK Genel Sekreteri Kosret Eli Resul ve Goran Hareketi
Lideri Newşirwan Mustafa ile yaptığı görüşmeyi ilişkin
BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Şerai, Fuad
Hüseyin’in YNK ve Goran yetkililerinden tutumlarını değiştirmelerini istediğini, Hüseyin’in yeni bir çözüm önerisi
getirmediğini iddia etti. Şerai, KDP ile YNK’nin çözüm
konusunda hemfikir olduğunu ancak, Goran Hareketi’nin
öne sürdüğü şartların da göz ardı edilemeyeceğini belirtti. PDK’nin hükümetin yeniden kurulması ve Kürdistan
Parlamentosu’nun yeniden aktifleşmesi için Goran Hareketi
ile diyalog kurması gerektiğini belirten Şerai, “Siyasi partilerin, parti çıkarlarını bir kenara bırakmaları lazım. KDP, YNK
ve Goran, Kürdlerin kazanımlarını, Kürdlerin çıkarlarını
Akademisyen Yasin Mahmud:
Kürdlerin devlet sahibi olması lazım
KBY’deki siyasi partilerin gündeminde yer alan bağımsızlık
referandumunu ve siyasi uzlaşı arayışlarını BasHaber’e değerlendiren Akademisyen Yasin Mahmud da Ortadoğu’daki
gelişmelerin Kürdleri bağımsızlığa yakınlaştırdığını ve siyasi
partilerin bunu görmeleri gerektiğini ifade etti. Kürdlerin
biran önce bağımsızlık konusunda ortak karar almaları
gerekliğini savunan akademisyen Mahmud, “Ortadoğu’nun
yeniden şekilleneceği artık aşikar. IŞİD ile mücadele Kürdlerin Ortadoğu’da önemli bir dinamik olduğunu gösterdi.
Kürdlerin Washington’daki IŞİD ile mücadele eden toplantıya davet edilmemesinin sebebi Kürdlerin devletleşmemesidir.
Kürdler 1100 kilometre boyunca IŞİD ile mücadele ediyorlar.
Ama devletleri olmadıkları için uluslararası toplantılara
davet edilmiyorlar. Siyasi partilerin bunu görmeleri ve Sayın
Fuad Hüseyin’e olumlu yanıt vermeleri gerekir” ifadelerini
kullandı.
“Bağımsızlık herkesin çıkarınadır”
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, parlamentonun aktifleştirilmesi, hükümetin tekrardan çalışması için büyük çaba
harcadığını siyasi partilerin Barzani’nin girişimlerine olumlu
yönde cevap vermeleri gerektiğini savunan Mahmud şöyle
dedi: “Fuad Hüseyin gittiği her siyasi parti tarafından olumlu
karşılanıyor. Dr. Hüseyin’de görüşmelerin olumlu olduğunu
açıklıyor. Siyasi partiler kendi içinde toplantılar yaparak
Barzani’nin çağrısına olumlu yönde çağrı yapacaklarını umuyorum. Bu Kürdlerin son fırsattıdır. Siyasi partiler bu fırsatı
da elinden kaçırırlarsa, bir daha böyle bir fırsatı elde etmeyebilirler. Birlik ve beraberlik bağımsızlık herkesin çıkarınadır.
Siyasi partilerin bağımsızlık referandumunun yapılması için
ellerini taşın altına koymaları lazım.”
Parlementer Sarhan Sulivaniy:
Bağdat Peşmerge hakkında karar veremez
Irak Parlamentosu Kürd Parlamenteri Sarhan Sulivaniy’de
Bağdat–Erbil’in gerilen siyasi ilişkilerini BasHaber’e değerlendirdi. Sulivaniy, Kürdistan halkına hizmet etmek
için Bağdat’a bulunduklarını, Bağdat ile ilişkilerin çözümü
konusunda mücadele ettiklerini Bağdat’lı yetkililerin sorun
çıkarmaktan vazgeçmeleri gerektiğini belirtti. Bağdat’ın
askeri, siyasi, ekonomik sorunları çözmekten uzak olduğunu
da belirten Sulivaniy, Irak Savunma Bakanı Halit Ubadi’nin,
“Peşmergeler Musul Operasyonu’na katılmayacak” sözlerine
sert tepki gösterdi. Sulivaniy, “Kürdistan egemen bir güçtür.
Kahraman Peşmergelerimiz IŞİD ile mücadelede büyük
başarılar elde etti. Peşmerge Musul Operasyonu’na katılacak. Kürdistanlı yetkililer bunu Bağdat ile değil Uluslararası
Koalisyon ile görüşüyor. Bağdat, Peşmerge’nin operasyona
katılıp katılmayacağına karar verme yetkisine sahip değil”
diyerek Iraklı yetkililerin değerlendirmelerini eleştirdi. IŞİD
ile mücadele eden Uluslararası Koalisyon’a bağlı temsilcilerin
IŞİD ile mücadele de Kürdistan Peşmerge Bakanlığı ile şimdiye kadar uyum içerisinde olduğunu ve Bağdat’ın KBY’nin
bölgede etkin bir güç olmasından çekindiğini açıkladı.
07
Demokrasi isterken
Cumhuriyet’ten olmak
ABDULLAH KARABAY
Darbe girişiminden çok önce bir
yazısında Ahmet İnsel, Türkiye’nin
yürürlükteki rejiminin “..dar anlamda
cumhuriyet tanımına kısmen uyduğu,
buna karşılık, dar anlamda demokrasinin bile tam anlamıyla yürürlükte
olmadığını” söylüyordu. Kemalist
kesimlerin dışında herkes demokrasiye
vurgu yaparken, bugün anlıyoruz ki
gerçekte cumhuriyetin bizzat kendisinin tehlikede olabileceği konusu yeterince ilgi görmemiş.
Daha fazla ilerlemeden cumhuriyetten ne anladığımı ifade etmem gerekecek. Cumhuriyet rejiminin en temel niteliği yönetim için meşruiyet kaynağının artık padişah, halife ve kral gibi
kişiler ya da bir aile veya zümreye ait olmaması; bunun yerine
yurttaşlara/halka ait olmasıdır. Cumhuriyette buna bağlı
olarak meşruiyet kaynağı da gelenek/tanrısal kaynaklardan,
yurttaş egemenliğine dönüşmüştür.
Bu sürecin çok çeşitli yolları olmuştur. Bu nedenle çok
çeşitli cumhuriyet rejimleri tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak
ideal tanımda iki asgari özellik yukarda andıklarımızdır; yani
kurumsal yönetim ve meşruiyetin halka dayanması.
Bu nedenle kişi kültüne yönelmenin ve dinsel meşruiyet
arayışlarının arttığı her zeminde tehlikede olan demokrasi kadar cumhuriyettir. Bugün birçok ‘eksik cumhuriyet’ rejimi ile
karşı karşıyayız; yine İnsel, İran’daki Mollalar Cumhuriyeti,
Güney Afrika’nın geçmiş pretorya rejimini ve erken cumhuriyet dönemine Türkiye Cumhuriyeti’ni gösteriyor.
Demokrasi ise kurumsal yapısı belirlenmiş cumhuriyetlerin işleme tarzlarıdır; esas ilke halkın özgür iradesinin
yönetime yansıtılmasıdır. Demokraside esas olanak ‘temsil’
olduğu farklı ülkelerde farklı mekanizmaların ortaya çıkması
olağandır; doğrudan katılım, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sık plebisiteler, ayrılma haklarının tanınması, istifa
müessesesinin kültürel kod olarak kabulü, demokrasinin
gücünü gösterir.
Başarısız darbe girişiminin hem öncesinde hem sonrasında değişmeyen tek siyasal gündem; merkezinde kişi
olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı bir başkanlık
tartışmasıdır. Darbe öncesi başlayan ve gittikçe ilerleyen bir
güç temerküzü varken; bu durum darbe girişimi sonrasında
hızlanarak devam etti. Normal koşullarda Kulliye’ye gitmemeye ant içmiş iki, muhalefet lideri bile cazibenin etkisinden
kendini kurtaramadı. Bu tartışmaya eşlik eden bir diğer olgu
dinsel bir dilin merkezde olduğu yeni bir tahakküm rejiminin
topluma yayılmasıdır. Eğitim sistemi ve sosyal yardım sistemi
hem ulusal hem de uluslararası düzeyde (İHH ve Maarif
vakfı örneği) hem ‘sivil’ hem dini söylemle, klasik cumhuriyet
meşruiyet kaynaklarından uzaklaştığımızı göstermektedir. Bu
nedenle cumhuriyet rejimi üzerindeki eski vesayet rejimleri
(askeri) daralırken; yeni oluşan koşullarda vesayetsizlik değil,
kült kişi ve dini cemaatler vesayetleri egemen olmaya başladığı için ‘eksik cumhuriyet’ hali devam etmektedir.
AKP iktidarı ile başlayan ve kendi kanalında ‘başarı’ ile
yürüyen proje, darbe girişiminden de hasar almadan devam
etti. Devlete ve topluma nüfuz ettikçe, geçmiş merkez vesayet
kurumlarını değiştirdiği, ehlileştirdiği görülüyor. Artık ordu
merkezli Kemalist cumhuriyetçi vesayet büyük oranda dağıtılmış görünüyor. Yeni vesayet rejiminin esas sorunu cumhuriyetin kamusal/ kurumsal yapısını ve meşruiyet kaynaklarını
değiştirmektir; ve çözemediği ve çözecek gibi görünmediği
tek taraf Kürdler kaldı. Zaten yeni tahakküm dili Kürdlere
işbirliği çağrısı yapmıyor ‘teslim olma ve biat etme’ çağrısı
yapıyor.
Halk egemenliğinin kurumsallaşması olan cumhuriyet
rejimleri Batı’da çoğul etnik kimlikler ve onların temsilini
‘demokratik ve çoğulcu cumhuriyetler’ şeklinde çözmüşken;
AKP’nin yeni hükümranlık dili mutlak tekliklere vurgu
yaparak, artık demokrasi eksikliğinin ötesinde cumhuriyeti
sorgulayan bir noktadadır. Genel cumhurun bir parçası
olarak Kürd ‘cumhurunun’ iradesinin hiç kaale alınmadığı,
temsilcilerinin yok sayıldığı bir rejimde tartışma konusu
demokrasi değil cumhuriyettir.
08
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos 82016
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
9
SÖYLEŞİ
Çözüm için tarihsel noktadayız
Yazar Etyen Mahçupyan:
Darbecilerin önemli bir kesiminin
özellikle Şırnak, Cizre ve Sur’daki
çatışmaları yöneten kadrolar oldukları
anlaşılıyor. Ortada siyasi sorumluluğu
hükümete yüklenen, hükümetin üstlenmek zorunda kaldığı ancak kontrol
Öte yandan Sur, Cizre, Nusaybin,
Şırnak ve diğer yerlerde çatışmaların
kademeli ve sırayla yayıldığı ve sanki
tasarlandığı gerçeği var, bu durumda
darbeciler; Kürdlerle hükümeti kan
davasına sokmak veya ortalığı alevlendirmek için mi PKK’nin hazırlıklarına
sessiz kaldı, göz yumdu, nasıl izah
edilecek bu durum?
Olabilir ama ille de böyle olmuştur demek
yerine daha mesafeli durmak lazım. Çünkü
bu biraz araştırma, soruşturma ve ortaya
çıkacak deliller ile olacak olan bir şey. Ama
olabilir tabi ki sonuç olarak siz Cemaat gibi
bir aktör olduğu düşündüğünüz anda ve
bunun siyasetini düşündüğünüz anda tabi ki
Cemaat açısından Türkiye’nin Kürd Meselesini çözmemesi, Türklerle Kürdlerin arasına
mesafenin girmesi, devletin PKK ile konuşamaması tam aksine çatışması, aynı şekilde
PKK’nin de Türkiye ile ilişki ku-ramaması
hepsi Cemaat’in lehine. Ama Cemaat
gerçekten bunu yapmış mıdır? Bunun için
somut delile ihtiyacımız var. Ama bütün
bunların Cemaat’in lehine olduğu biliyoruz
ve Cemaat’in üyelerinin bu son darbe ile neler
yapabileceklerini gördüğümüz anda şimdi
geriye dönüp tabi bunları da yapmış olma
ihtimalini yüksek olduğunu varsayabiliyoruz
rg
.o
ur
d
ak
iv
Bu durumda olup bitenler hükümete ve
hatta Kürdlere yönelik darbeyi meşrulaştıracak veya koşullarını hazırlayacak bir komplo ise, tarafların bu konuda aldatıldıklarını ifade edip süre giden
şiddetten vazgeçmeleri gerekmiyor
mu? Bu saatten sonra nasıl davranırlar
öngörünüz nedir?
Şu anda bir idrak var bence. Benim edindiğim izlenim Doğu’dan Güneydoğu’dan
insanlarla konuştuğum kadarıyla toplum
aynı Batı’daki gibi bir tepki vermiş durumda.
Hatta Cizre’de sokağa çıkıp yollara çıkıp askeriyeyi durdurmaya yönelik girişimlerde oldu
rs
Hükümet orada olup bitenlere karşı o
dönem hiçbir kuşku dile getirmeden
başından itibaren siyasi olarak sahiplendi. Bunu nasıl yorumlamak gerekir?
AK Parti Hükümeti her zaman belirli partnerlerle çalışmak zorunda. Çevreden gelen ve
hala kendisini merkezdeki güce onaylatmak
zorunda olan, hala Batı medyası ile Batı’daki
ülkeler ile bir türlü tam olarak barışamamış
olan bir siyasi parti. Parlamento içinde bir
ortağı yoktu. Şu andaki görünüm çok yeni
bir görünüm. Böyle bir durumda elinizde çok
fazla bir güç kalmıyor. Cemaat’in de iş birliği
yapılamayacak kategoriye itildiği ortamda AK
Parti asker ile PKK arasında kaldı ve burada da Suriye olayı çıkınca mecburen askeri
seçti. Artık askeri sahiplenmemesi mümkün
değildi. Sonuçta devleti yönetiyorsunuz,
sizin askeriniz ve asker de bu işi beceremiyor
dediğiniz zaman hiç bir şeyi kontrol edemiyorsunuz demektir. Tamamen devlet sizin elinizden kaçmış da demektir. Hiçbir hükümet
bunu böyle söyleyemez. Burada zaaflar olsa
bile bunu arka planda kendisi tamir etmeye
kalkar. Hükümet de öyle yapmaya çalıştı ama
burada onların bile öngörmediği başka bir
şey olmuştu, Cemaat askeri ele geçirmişti. O
zamanda sizinle beraber çalışacak askerler
üretmeniz de çok mümkün olmuyor. O askerleri siz en tepede bulsanız dahi bir iki kademe aşağıya indiğinizde tamamen kontrol
elden kaçıyor. Dolayısıyla hükümet yönetememe meselesi ile karşı karşıya kalmıştı. 250
kişi hayatını kaybetti ve çok büyük bir bedel
ödendi ama tarihsel olarak baktığımızda
hayırlı bir durum oldu bu darbenin önlenmesi ve deşifre olması. Çünkü görüyoruz ki AK
Parti parlamentoya dönüyor ve gerçekten de
olması gereken bu ve mu-halefette iktidara
yüzünü çeviriyor, böyle olursa Türkiye’yi
yönetebilirsiniz zaten. İktidar ile muhalefet birbirine sırtını döndüğü bir noktada
hiçbir siyasi parti, hiçbir koalisyon Türkiye’yi
yönetemez, mesele bu AK Parti bunu atladı
ve bence muhalefet de atladı, çünkü ülke
hepimizin ülkesi.
.a
ama bunlar hala varsayım.
w
OHAL ilanının vatandaşa karşı değil,
devlete karşı yapıldığı söylendi. Bu durumda devletin yeniden yapılanması da
söz konusu olacak mı? Örneğin yapısal
sorunlara müdahale edilecek mi, yeni
bir devlet mi, AKP devleti mi olacak,
OHAL’in temel hedefi nedir sizce?
Ortada büyük bir tehlike olduğu belli zaten. Bu darbe girişiminin daha öncekilere hiç
benzememesi, gelip de gitmek üzere değil,
gelip kalmak üzere bir darbe girişimi olduğu
açıktı. Bu cesareti nereden buldu diye baktığımız zaman; Gülen Cemaati hemen hemen
devletin bütün kurumlarına yer-leşmiş
durumda ve dolayısıyla en azından Türkiye
böyle bir şeyin olabileceğini, olabilirliğini
gördü. Şu anda ilk aşama tabiî ki devlette bir
temizlik yapılması, Gülen Cemaati’ne mensup olup, bir tür örgütlenme faaliyeti içine
girme ihtimali olan herkesin bir şekilde bu
devlet mekanizmasının dışına çıkarılması.
İkinci aşamada şu soru var: Acaba sistemin
zaafları mı bu tür bir duruma yol açtı? Acaba
sistemin kendi iç denetim mekanizmaları
yeterince güçlü değil mi? Ve de tabi daha
önemlisi sistemin dışarıdan denetimi zayıf
mı? Ki üçüncü nokta en önemlisi, çünkü sivil
denetim yani halkın denetimi, hem parlamentonun hem de sivil toplumun denetimi
çok zayıf Türkiye’de. Zaten demokrasi dediğimiz şey de biraz bu, Türkiye esas olarak hala
demokratik değil. Demokrasinin kurumları
şekilsel olarak var ama demokrasinin kurumları demokrasiye uygun çalışmıyor. Öyle bir
kültürümüz de, geleneğimiz de, öyle bir yapı
da yok.
edemediği bir savaş durumu mu vardı?
Bu olayın başında hükümetin bir miktar
çaresiz kaldığını kabullenmemiz lazım, çok
büyük sayılardan bahsediyoruz. Bürokrasiden bu insanları birden bire atma ihtimalimizde yok, dolayısıyla bir yerden başka bir
yere kaydırıyorsunuz. Ama ikinci bir unsur,
bu insanları eski kafayla ‘Şark hizmeti’
denilirdi eskiden, Doğu’ya Güneydoğu’ya
sürdürülürdü ama Doğu’da ve Güneydoğu’da
bu şekilde bir çatışma ortamı varken, bir toplumsal sorunu hala siz çözememiş iken bu
insanları oraya göndermek bence çok önemli
bir zaaftır ve hükümetin burada sorumluluğu
var tabiî ki.
w
Yeter Polat
halktan. Şimdi bütün bunların muhtemel Çözüm Süreci’ne sahip çıkmak
demek olduğunu düşünüyor Kürdler.
Yani darbe olsaydı buradan artık bir
Çözüm Süreci olma ihtimali yoktu
zaten. Burada sivil olan herhangi bir
şeyin yaşama şansı yoktu. Cemaat’in
dışında kalan herhangi bir grubun
ya da aktörün Türkiye’de söz sahibi
olma ihtimali yoktu. İhtimal arayışına
girseydi de bunun sonu savaş, çatışma
olurdu. Şu anda herkes bir şey öğrendi: Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak
AK Parti, oradan muhalefete geçelim
oradan Kürdlere geçelim, Türklere
geçelim, topluma geçelim oradan
Alevilere geçelim, herkes buradan ders
aldı. Aldığı ders de şu; bu sorumluluğu biz ortak bir biçimde alamıyor
isek, alamaz isek o boşluğu birileri
dolduruyor. Ve bu boşluğu dolduranlar
da yurtiçinden, dışından olabilir. İyi
niyetli olmak zorunda değiller.
Öte yandan Çözüm Süreci artık sadece yurtiçi bir mesele
değil, Suriye ile beraber ele alınabilecek bir meseledir.
Gerçekçi olalım. Bu ne demek; Amerika’daki seçimleri
beklemek, Amerika’daki seçimlerden sonra Amerika’nın
Suriye’deki politikasını görmek, Amerika-Rusya ilişkisinin nereye doğru evrildiğini görmek ve ondan sonra
pozisyon almak demektir“ diyor.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Etyen Mahçupyan,
Hükümeti yeniden Çözüm Süreci’ne dönmekten alıkoyan
tek meselenin ise Suriye’deki belir-sizlikler olduğuna
dikkat çekerek, “Suriye’de, Amerika, Türkiye ve PYD, bu
üçü arasında ortak nokta yakalanabilir ise bu durum
Türkiye’de Çözüm Süreci’nin kapısını anında aralayacaktır” dedi.
w
Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanlığı
görevini yürüten ve Kürd Meselesi’nin demokratik yöntemlerle çözümünü savunan Yazar Etyen Mahçupyan,
Çözüm Süreci’nin, Hükümet ve Gülen Cemaati hesaplaşması arasına sıkıştırılmaması gerektiğini söylüyor.
Cemaat’in darbe kalkışmasından herkesin dersler
aldığını ileri süren Mahçupyan, “Türkiye’nin
aldığı ders de şu; ‘Bu sorumluluğu biz ortak bir
biçimde alamıyor isek, alamaz isek, o boşluğu
birileri dolduruyor. Ve bu boşluğu dolduranlar
da yurtiçinden dışından olabilir. İyi niyetli
olmak zorunda değiller.’ Bu sebeple şimdi
Çözüm Süreci’nin yeniden konuşulmasının
anlamlı olacağı tarihsel bir noktadayız.
Yani artık çözümün daha da
olgunlaştığı söylenebilir?
Bu sebeple şimdi Çözüm Süreci’nin
yeniden konuşulmasının anlamlı
olacağı bir tarihsel noktadayız. Öte
yandan Çözüm Süreci artık sadece
yurtiçi bir mesele değil, Suriye ile
beraber ele alınabilecek bir mesele.
Öyle olunca da gerçekçi olalım. Bu ne
demek; Amerika’daki seçimleri beklemek, Amerika’daki seçimlerden sonra
Amerika’nın Suriye’deki politikasını
görmek, Amerika - Rusya ilişkisinin
nereye doğru evrimleştiğini görmek ve
ondan sonra pozisyon almak demektir. Ama bütün aktörlere baktığımız
zaman şu anda herkesin bir çözüm
arayışı içinde olduğunu görüyoruz.
Esad’dan başlayarak İran’a kadar veya
öbür aksta da Batı dünyasının bakışı
ile baktığımız zaman artık bir çözüm
bekleniyor. Çünkü şu anda bir tür
denge hali de ortaya çıkmış durumda.
Çünkü aktörler belli, güçleri belli o
güçlerde çok büyük bir değişim olmayacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla an-lamlı
bir konuşmanın mümkün olduğu bir
noktadayız. Ve bu eğer yurtdışında
yani Suriye’de, Amerika, Türkiye ve
PYD, bu üçü arasında ortak nokta
yakalanabilir ise bu durum Türkiye’de
Çözüm Süreci’nin kapısını anında
aralayacaktır. Burada bir şey daha ekleyelim. Türkiye’de de şu anda yeniden
bir mini anayasa veya bir takım tedbirler alma kurumsallaşmaya yeniden
bakma gibi şeyler konuşuluyor. Burada
HDP dışarıda kalmaktan şikâyetçi idi.
Ama daha geçen gün Binali Yıldırım
böyle bir şeyin olmadığını, tabii ki
kendi sözüyle ‘HDP’nin de bu çalışmanın içinde yer alacağını’ söyledi.
Belki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne
davet edilmedi HDP’liler çünkü biraz
mesafeli durdular, tam olarak nasıl
durdukları anlaşılmamıştı. Ama ben
Meclis çalışmalarının başlaması ile
HDP’lilerin tutumuna bağlı olarak bu
mesafenin hızla kapanabileceğini ve
yeniden barışı, çözümü konuşabilecek
noktaya ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Ama birden bire olmayacak tabi
bunlar. Önümüzdeki senenin içinde
yaşayacağız bunları, çünkü dediğim
gibi Amerika ve Rusya’yı dışarıda
bırakarak bir çözüm, barış söz konusu
değil.
Çok sayıda yazar ve ilgili çevre,
ortaya çıkan darbe ve komplonun sonuç itibarı ile kaçınılmaz,
taraflar arasında yapılması
gereken son bir çatışma olduğunu düşünüyor, hükümet geçmiş
yılların günahlarını darbecilere
yüklese dahi, toplumsal barış
ve relaksiyon açısından yeni bir
sayfa açmak zorunda değil mi?
Şu anda sırf tavır ve tutum olarak
baktığımız zaman bir zihinsel dönüşüm olduğunu görüyoruz Hükümette
ve Cumhurbaşkanı’nda. Cumhurbaşkanı’nın ilk televizyona çıkışını
CNN’de yapması bile bunun sembolik
adımlarından birisi. Her konuşmasında halka teşekkür etmesi, bütün etnik
ve dini kimlikleri sayan reklamların
televizyonlarda dönmesi, ilk defa o
kimliklerin sayılması ve sayılırken
Yahudi, Rum, Ermeni vs denmesi önlerine ne mutlu kelimesinin
konması. Tüm bunlar bir paradigma
değişikliğinin eşiğinde olduğumuzu
söylüyor. Psikolojik açıdan bu eşik
geçilmiş ama sadece psikolojik açıdan
geçilmiş olması yeterli değil. Hükümetin burada tabii ki sorumluluğu
var, çünkü inisiyatif onda. Ne kadar
çok bunu paylaşarak muhalefeti kendi
içine alarak parlamentoyu çalıştırarak
yapabilirse o kadar bu yolda gidecek
ve başarılı olacak. Bence böyle de bir
borcu var, siyasetin bir bütün olarak
ama hükümetin ayrıca bir borcu var.
Kime? Bütün bu ölenlere, yaralananlara kendi hayatlarını düşünmeden
Türkiye için, özgürlük için, demokrasi
için hayatını heba etmiş olan insanlara. Böyle bir fırsat çok ender gelir diye
düşünüyorum ben ve umarım böyle
bir fırsat heba edilmez çünkü şu ana
kadarki son 10 yılın toplumsal psikolojisine baktığımız zaman, psikolojik
ortam gökten inmiş bir lütuf gibi.
Hükümete yakın kalemlerin
iddia ettiği gibi darbeciler, yani
Cemaat; Kürdler ve Hükümeti
bir diğerine karşı kışkırttı, savaşı
başlattı ve bugün artık tüm bunlar ortaya çıktıysa, Hükümeti
yeniden çözüm sürecine dönmekten ne alıkoyabilir?
Bunun tek kelimelik bir cevabı var;
Suriye. Yani zaten bu varsayım da
Suriye’yi biraz dışarıda bırakan bir
varsayım. Eğer Suriye olmasaydı sırf
Cemaat’in yaptıklarıyla, herhangi bir
münafık gücün yaptıklarıyla, zorlamasıyla Çözüm Süreci öyle bitmeyebilirdi. Ama Suriye’nin varlığı ve Suriye’de anlaşamama hali ve Suriye’de
PYD’nin diğer Kürd unsurları ora-dan
dışlaması apaçık bir şekilde demokratik olmayan bir çizgiye doğru kayması,
orada bir PKK devletinin kurulacağının öngörülmesi, Türkiye’de Hükümetin önünü kesti. Türkiye’de hükümet
Kürd Meselesi’nde ilerleme şansını
kaybetti. Aynı zamanda ‘PKK de Türkiye, Suriye’ye karışmasın, Suriye’de
benim projemi engellemesin, kendi
içinde problem yaşasın’ diye savaşı
istedi. Böyle olunca olay durdu zaten.
Ama Cemaat unsuru bunu da-ha da
katmerli hale getirmiş olabilir. Onu da
dediğim gibi göreceğiz, önümüzdeki
günlerde anlayacağız.
Söyleşinin tamamı bas-haber.
com’da
09
Türkiye nereye gidiyor?
HAKAN TAHMAZ
15 Temmuz darbe kalkışması
sonrası, içte ve dışta çok geniş bir kesim, başlıktaki Türkiye nereye gidiyor
sorusuna yanıt arıyor. Bu yazının yazıldığı darbe kalkışmasının 15. gününde
darbe girişiminin yönetenlerin kim
olduğu belli değil. Fethullah Gülen
Cemaati’nin yerli ve yabancı ortakları,
işbirlikçileri kimler netleşmedi. Kısa
süre içinde netleşmesi pek mümkün
gözükmüyor. Her şey fazlasıyla flu.
Her geçen gün darbe kalkışmasına dair sorular, sorunlar
ve kuşkular daha da artıyor. Anadolu Ajansı eliyle medyaya
servis edilen ifadeler, bunlardaki çelişkiler ve belirsizlikler
komuta kademesine dair soru işaretlerine yol açtı.
OHAL yasasına dayanarak YAŞ toplantısı beklenmeden
ilk kez, darbe girişiminde yer alan 1684 asker ordudan
ihraç edildi. Komuta kademesi görev başında. Ama darbeyi
tezgâhlayan Yurtta Sulh Konseyi açıklanmadı. 15. günü
geride bırakan meydanlardaki demokrasi nöbetinin daha ne
zamana kadar devam edeceği beli değil. Bütün bunlar hala
çeşitli pazarlıkların belirtisi olabilir mi?
Başlıktaki sorunun yaygınlık kazanmasının önemli
nedenlerinden biri de, Batı ülkelerinin ve kamuoyunun
darbe kalkışmasına takındıkları tutum oluşturuyor. Batılı
devletler ve Batı kamuoyu, Gülen Cemaati ile darbe kalkışmasını ilişkilendirmek istemedikleri gibi, bütün olup biteni
Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hedefiyle ve siyasal
hırsıyla izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de 15 Temmuz
sonrası oluşan yaygın ve güçlü toplumsal duyarlılığı,
tepkiyi görmemezlikten geliyorlar, kıymet vermiyorlar. Bu
tutumlarıyla Cumhurbaşkanı’nın ve milliyetçilerin elini iç
siyasette fazlasıyla güçlendirdiklerinin farkında değiller veya
önemsemiyorlar.
ABD ve AB yetkililerinin, OHAL ile birlikte yaygınlaşan
işkence, kötü muamele, gözaltı, açığa alma ve tutuklama gibi
temel insan hakları konularında gösterdiği haklı, doğal tepki
ve duyarlılığı, 15 Temmuz gecesi darbecilerin yaptıkları katliamlara karşı, yaşam hakkı konusunda göstermemiş olmaları
izaha muhtaçtır. Türkiye’nin içine sürüklendiği kaosun
derinliğinin farkında değiller.
Bu anlaşılması ve kabul edilmesi mümkün olmayan yaklaşımın değişmemesinin ne gibi sonuçlara yol açacağı ise Ak
Parti’nin izleyeceği siyasetle kısa süre sonra daha net görülecek. Tahminlerin ötesinde kötü şeyler olma olasılığı oldukça
yüksek. Türkiye bir tür “ara rejimin” keskin virajında.
Bu bakımdan Cumhurbaşkanı’nın 25 Temmuz 2016
Pazartesi günü Saray’da Ak Parti, CHP ve MHP lideriyle
gerçekleştirdiği zirvede şekillendirilmeye başlanılan “yeni
milli birlik” konsepti, fazlasıyla önem arz ediyor. Bu milli
birlik zirvesinden HDP liderinin dışlanmasının Kürd siyasal
hareketini hatta Kuzeyli Kürdleri, dışlama maksatlı bir
tutum olup olmadığı ise bir süre sonra net ortaya çıktığında
konseptin de kapsamı tam olarak belirmiş olacak.
Saray mutabakatında, bu sürecin OHAL’in ötesinde
bir tür “ara rejim” dönemi olacağının emareleri belirdi. Bu
“ara rejimin” nasıl bir şey olduğu, ne kadar süreceği çok net
değil. Ama devletin reorganizasyon sürecinde HDP’yi tutma
iradesinin ipuçları ortaya çıkmaya başladı.
HDP’yi mutabakat dışında tutmak, ara rejimin niteliğini
gösteriyor ve devletin reorganizasyonu sırasında Kürd sorununun çözümüne kapıları kapatmaktır. Bu ise çatışmanın
şiddetlenmesine davetiye çıkarmaktır. Kaos ve krizi derinleştirecek bu siyaset, Türkiye’nin Batı’dan kopuşuna giden
yolun taşlarının döşenmesi ve büyük bir buhranın kapısının
aralanmasıdır.
Ortadoğu’nun bugünkü haliyle, bu gidiş, Türkiye için
olduğu kadar, Batı için de büyük bir tehdittir. NATO ülkesi
Türkiye, Batı’yı kolay gözden çıkaramayabilir, ama içeride
milliyetçi ve mukaddesatçı bir biçimde aşırı derece güçlenmiş Ak Parti’nin ne yapabileceğini de kestirmek çok zor. Bir
de milli korkuya dönüşen Rojava kantonlarının, anayasal
statü kazanma ve Güney’de gündeme gelen referandum
olasılığı saray mutabakatçılarını her an her türlü çılgınlığa
sürükleyebilir.
SİYASET
“Sokağa çıkanları kutluyorum”
Darbe gecesi sokağa çıkan insanları
cesaretlerinden dolayı kutluyorum
diyen HDP İstanbul Milletvekili Garo
Paylan da, darbe sonrası hükümet
ve muhalefet partilerine de eleştiride
bulundu. İktidar ve muhalefet partilerine “darbeden ders çıkarmamışlar”
diyen Paylan şöyle dedi: “Ortada HDP
gibi anti-demokratik uygulamalara ve
“Tüm darbeciler mahkûm edilmeli”
Hükümetin darbecilerin bazılarını
öcüleştirip bazılarına ses çıkarmadığını
ifade eden HDP İstanbul Milletvekili
Hüda Kaya ise, “Şahsen benim AKP’yi
Meclis’te ve dışarıda en çok eleştirdiğim nokta şudur; AKP bugün sarayda
geçmişteki tüm darbecilerle ittifak
içerisindeydi. Sadece 15 Temmuz darbe
sürecini değil ondan önceki darbelerle
ilgili olarak da AKP’yi eleştiriyoruz.
Eleştirdiğimiz de darbe zihniyetidir.
Mesele sadece 15 Temmuz darbesi değildir. Biz darbecilerin bir kısmını öcüleştirirken bir kısmını da masumlaştırmayız.
Bütün darbecileri mahkûm etmeliyiz”
diye konuştu. HDP kitlesinin neden
sokağa çıkmadığı sorusuna cevap veren
Hüda Kaya, “İnsani olmayan, incitici,
cinsiyetçi ve faşizan ifadelerle bir linçe
dönüştürülen bu eylemlerde HDP’liler
neden yoktu diyorlar, elbette olmaz.
Ben kendi varlığımı öylesi ortamlarda
düşünemiyorum. Darbe karşıtlığımızı
illa ki orada o meydanda durarak değil
farklı meydanlarda durarak, yazarak ve
konuşarak gösteririz, biz mücadelemizi
zaten sürdürüyoruz” dedi.
Kerem Arî
.o
rg
oğu Kürdistan’da başlayan
yeni dönem büyük bir çatışma
sürecine evrilirken, Kürd
partileri güçbirliği için çalışmalarına
devam ediyor. Peşmergelerinin İran’a
karşı saldırı pozisyonuna geçecekleri
bildiren İKDP’nin büyük bir Peşmerge
birliğini daha Rojhilat’a sevk etti. Öten
yandan İKDP dışındaki, Partiya Azadiya
Kürdistan (PAK), Kürdistan Devrimci ve
Emekçiler Topluluğu (Komela) ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (HDK) de
Rojhilata Peşmerge yolladığı sevk ettiği
bildirildi. PAK Peşmergelerinin geçen
hafta İran’ın Dalaho kentinde bir petrol
üretim sahasına saldırdığı ve tesisi kullanılamaz hale getirdiği öğrenildi. İKDP
Peşmergelerinin de, gençlere uyuşturucu
satan birkaç Besic askerini gözaltına alıp,
cezalandırdığı açıklandı.
Öte yandan bir süredir güçbirliği
yapan Rojhilat partileri, ortak mücadele,
müzakere ve Rojhilat’ta yeni sürecinin
başlaması için biraraya geldi. 6 parti bir
araya gelerek birliktelik çağrısı yaptı.
Kürdistan Demokrat Partisi-İran’ın
(İKDP) resmi internet sitesinden geçen
hafta yapılan açıklamada, “Rojhilat’ta
yeni bir stratejik süreç için ortak mücadeleyi geliştirmek amacıyla İran’da
faaliyet yürüten altı Kürd partisinin bir
araya geldiği belirtildi. İKDP’den yapılan
açıklamaya göre toplantıya; İKDP, Kürdistan Devrimci Emekçi Topluluğu-İran,
Kürdistan Demokrat Hizbi, Kürdistan
Emekçile Topluluğu-İran, Direniş Örgütü, Kürdistan Devrimciler Birliği-İran
ve Kürdistan Demokratik Birliği katıldı.
Açıklamada Rojhilat için geliştirilecek
yeni mücadele döneminde ortak çalışma
prensiplerinin önemi vurgulandı. Açıklamaya göre, ortak mücadele stratejisi ve
Rojhilat’ta faaliyet yürüten Kürd partilerinin kendi aralarında nasıl bir iletişim
ve yardımlaşmada bulunacağına ilişkin
öneriler de konuşuldu. Toplantıda yer
alan taraflar ayrıca çalışmalarda irtibat
halinde olmanın önemine değindi.
Öte yandan İran İslam Cumhuriyeti,
Kürd partilerinin etkinliklerine karşı
kent merkezlerini militarize ettiği bildiriliyor. Halkın Peşmerge’ye destek vermesini engellemek için anti propaganda
kampanyası başlatan rejimin Kürdlere
karşı idam kozunu devreye soktuğu bildiriliyor. İran İnsan Hakları Örgütü’nün
raporuna göre; Rejim 7 ay içerisinde
çoğu uyuşturucu madde ticareti ile suçlanan en az 250 kişiyi idam etti. Kurdpa
Ajansının haberine göre
de; İran, 27
ur
d
ak
“HDP uzlaşmanın parçası olmalı”
Darbe öncesinde yaşananlarının artık
önemli olmadığını ve bundan sonra ne
yapılacağının daha önemli olduğuna
dikkat çeken HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ise, “Ne olduysa oldu
ama bundan sonra doğru şeyler yapmak
lazım. Bundan sonra uzlaşma ve barış
olmalı. Toplumdaki bu tansiyonun, bu
kamplaşmanın, bu ayrışmanın düzeltilmesi lazım. Onun için de siz şimdi
HDP’yi muhatap almazsanız toplumun
önemli bir kesimini yine dışta bırakacaksınız ve buradan da bir uzlaşma çıkmaz. HDP’nin mutlaka bu uzlaşmanın
bir parçası olması lazım.” Darbeye karşı
sokaklara çıkan insanların kimliklerinin
hiçbir öneminin olmadığını vurgulayan
Tan, “Sen az çıktın, ben çok çıktım, bunun tartışması da öküzün altında buzağı aramaktır” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sokakta kaç CHP’li, kaç MHP’li,
kaç HDP’li vardı? İktidarın elinde böyle
bir kimlik tespiti varsa açıklasın. Ama
herkes darbeye karşı olduğunu söyledi.
Önemli olan Meclis’teki partilerin
tavrıdır.” Darbe gecesi sokaklara en fazla
100 bin kişinin çıktığını belirten Tan,
“AKP 20 milyonun üzerinde oy almış bir
partidir. Peki bu 19 milyon küsur AKP’li
ajan mıydı, hain miydi, korkak mıydı
neydi yani? Dolayısıyla bu tartışmalardan bir şey çıkmaz. Açık ve net olan şey
şudur; Meclis’teki bütün milletvekilleri,
bütün partiler darbeye karşı çıkmış ve
ertesi gün de Meclis’te toplantı yapmıştır. Dikkate alınması gereken husus da
budur” dedi.
darbelere karşı en çok ses çıkaran itiraz
eden, barışı ve demokrasiyi savunan bir
parti var ama bugün bakıyoruz darbe
karşısında özlenen tablo diye lanse
edilen karede HDP eksik bırakılıyor.
HDP’nin dâhil edilmediği, dışlandığı bir
ortamda nasıl olur da birlik ve beraberlik lafları edilir.” Darbelerden en büyük
zararı hep Kürdlerin ve diğer muhalif
çevrelerin gördüğüne vurgu yapan
Paylan,15 Temmuz’da ya da öncesinde
darbelere karşı direnen insanların birbirlerini anlaması ve empati kurmaları
gerektiğini söyleyerek, “15 Temmuz
gecesi hayatını kaybeden herkese
rahmet diliyorum ve tankların karşısına çıkanları bu cesaretinden dolayı
kutluyorum. Fakat Kürdler yıllardır
tankların karşısında, AKP tabanı bir
günlüğüne direnme hakkını kullandı,
bizler yıllardır kullanıyoruz. Burada
insanlar empati kurmalıdırlar. Dün bazı
AKP’li vekiller bizzat bana gelerek ‘siz
aylardır darbe gerginliği var diyordunuz,
haklı çıktınız’ dediler. Türkiye’de siyaset
hem askerin, hem sayın vesayetinden
kurtulmalıdır, amasız, fakatsız darbenin
her türlüsüne karşı çıkıp Meclis’i üstün
kılmak zorundayız” diye ifade etti.
iv
diyerek şunları söyledi: “Unutmayalım
darbeye zemin hazırlayan nedenlerden
biri belki de en önemlisi antidemokratik uygulamalardır, hukuksuzluğun
devlet içerisine çöreklenmesidir.
Bununla mücadele etmek için bir araya
gelmek zorundayız bundan kaçmak
demokrasiden kaçmaktır.”
rs
“Tek ve gerçek muhalefet HDP’dir”
HDP Hakkâri Milletvekili Selma
Irmak, “Darbe sonrasında yaşananlar,
iktidarın ve diğer muhalefet partilerinin tutumları bize göstermiştir ki tek
ve gerçek muhalefet partisi HDP’dir”
değerlendirmesi yaparak, iktidarın ve
muhalefetin darbeye karşı olduğunu
fakat OHAL ilanına ve askerlere yapılan
işkencelere sessiz kalındığını ifade etti.
“3 parti OHAL ilanına onay verdi ya
da göz yumdu, Meclis’in zayıflatılmasına göz yumdu, diğer taraftan partimiz
hem darbeyi kınayarak karşı olduğunu her mecrada dile getirdi, hem de
darbecilere karşı uygulanan işkencelere,
OHAL ilanına, KHK’lere karşı çıktı. Bu
bizim ilkesel duruşumuzdur. Bundan
dolayı bizi dışlamaları bizi gücendirmez
hatta onurlandırır” diye belirtti. Irmak,
Erdoğan’ın HDP’yi saraya çağırmamasını ve ‘HDP darbeye yeterince ses
çıkarmadı’ söylemine yönelik ise şunları
söyledi: “Erdoğan demokratikleşme adı
altında diğer parti liderlerini çağırdı
ama HDP’yi çağırmadı, bunun nedeni
şu; Erdoğan darbecilerle mücadele adı
altında yeni bir rejim arayışında, kendi
iktidarını sağlamlaştırma çabasında.
Erdoğan’ın bu anti-demokratik tutumlarına en fazla karşı çıkacak olan parti
HDP’dir bu yüzden bizi çağırmamıştır
bu da bizim için bir sorun değildir.” Darbe sonrası 4 partinin toplanıp ortak bir
deklarasyon yayınlayarak hoş bir hava
yarattığını söyleyen Irmak, ‘bu partiler
yeniden bir araya gelerek demokrasiyi
ileri seviyelere çıkarmak için çalışabilir’
D
.a
Her geçen gün, başarılamayan
darbenin yaratabileceği tehlikelerin
daha çok farkına vararak sırtımız ürperiyor. 15 Temmuz akşamı darbecilerin
yaptıklarına bakınca, eğer başarsalardı,
daha neler yapabileceğini de tahmin
ediyoruz.
15 Temmuz gecesinin yarattığı
kâbus daha uzun sürecek gibi görünüyor. Hayatımız bundan sonra artık hiç
eskisi gibi olmayacak. O gecenin görüntüleri aklımıza çakılacak.
O görüntüler kitaplara, belgesellere girecek. Türkiye toplumunun hafızasında artık yeni bir sayfa açıldı. Kolektif hafızamızı
gözden geçirirken, 15 Temmuz’un apayrı bir yeri olacak.
Ancak bu “yer” nasıl bir yer olacak?
Yaşadığımız topraklara sinmiş kâbusların, lânetlerin eklendiği bir yer mi, yoksa bu topraklarda yaşayan insanların kabul,
tanınma ve barışma yeri mi olacak?
Bu soruların cevabını “devrim” meselesi eşliğinde aramayı
deneyebiliriz belki.
Kemalist yapılardan çıkarken, “eski” yıkılıp, “yeni” bir
rejim kurulurken, yani bir tür “devrim” gerçekleşirken ortaya
çıkan 15 Temmuz darbe girişimi ezildikten sonra, alınan önlemleri siyaseten anlamak mümkün... Her devrim kendini karşıdevrimden ya da karşı-devrim olarak adlandırdığı tehlikelerden
korur çünkü...
Bütün devrimlerde, yeni rejim kendini korumak için dostdüşman ayrımını net olarak vurgular (tabii ki, eski rejim de
benzer bir dil geliştirir). Yani ya dostsunuzdur ya da düşman...
Arada durmak mümkün değildir. Durmaya kalkarsanız iki taraftan biri sizi ya yutar ya da ötekilerin kucağına atar... “Hain”
yaftasını yapıştırarak...
Yaşadığımız darbe girişimine ilişkin olarak “arada bir
yerde” durmanın ne vicdani, ne de akli hiçbir gerekçesinin
olamayacağı çok açık...
Darbeyle yakından uzaktan alâkası olamayacak insanların,
sadece AKP karşısında eleştirel tutum aldıkları için, toplumu
terörize eden darbecilerin bağlı bulundukları cemaat ağının
gazetelerinden birinde yazdıkları için gözaltına alınmalarını
“devrim” zaviyesinden anlayabiliriz...
Ömrünün tamamını mükemmel analizlerle geçiren, her
şeyi doğru yorumlayan, doğru yorumlamak zorunda olan bir
aydın türü henüz icad edilmedi. Aydın –ya da münevver, entelektüel, ne derseniz deyin- toplumla irtibat halinde, toplumu
dinleyerek söz söylemeli ki, farklı toplumsal kesimlerin birlikte
düşünmesi için zemin oluştursun... Aydın takımı, kendi içinde
de tabii ki farklı düşünmeli ki, toplumsal yelpazenin farklı
insanları, farklı düşünce sistemleri ve farklı görüşlerle hemhal
olsun... Ve toplum, kendi üzerine düşünme imkânını yaratsın.
Aydın olmanın diploması yoktur. Herkes “aydın” olabilir.
İyi ya da kötü araştırmalar yapar, iyi ya da kötü kitaplar yazarsınız. Tam zamanlı, yarı zamanlı, ya da vakit buldukça aydın
olabilirsiniz. Tabii ki, öyle kötü aydın olursunuz ki, adınız geçtiği zaman, “O mu? Yazdığı bütün her şey kopyaydı!” şeklinde
namınız da yürür. Ya da öyle mükemmel aydın olursunuz ki,
yazdığınız her satır sadece memleketinizde ya da anadilinizde
değil, dünyanın bütün dillerinde gıptayla okunur.
Aydın takımı, istisnai durumlar hariç, “istihbaratçı” değildir. Aydınlar kendilerine sunulan ve inanılması beklenen her
bilgiye mesafeyle bakmak zorundadır. Sadece kendilerine dışarıdan sunulan bilgiye değil, kendilerinin bulunduğu sınıf, kültür,
cemaat ya da parti oluşumlarına karşı da mesafeyle bakmak
zorundadır. Bu mesafeleri en ideal biçimde korumak her zaman
mümkün değildir. Ama aydın takımının aydınlığı kendinden de
menkul olsa, delice lâflar da etse, şiddete çağırmadığı sürece, fikir söyleme, konuşma özgürlüğü ellerinden alınamaz. Kimsenin
alınamayacağı gibi...
Eğer alınırsa, bu sadece “devrimci durumun” yarattığı
bir sonuç olur.Ve yıllar geçtikten sonra, Türkiye’nin “İslâmi”
hareketinin, “İslâmcı” düşüncesinin ilk okuduğu Türkiyeli aydın
olan Ali Bulaç’ın ellerine kelepçe takılmış görüntüleri, bugünleri aştıktan sonra, Türkiye sosyolojisinde, kolektif hafızasında
yaralı bir sayfa olarak kalacak.
D
Ahmet Özyeter
arbe girişimi sonrası ilan edilen
OHAL ile Türkiye askeri, siyasi
ve hukuki düzenlemeler ile devleti yeniden yapılandırma çalışmalarına
yöneldi.15 Temmuz gecesi Meclis’teki 4
siyasi partinin bir deklarasyon yayınlayarak darbeye karşı ortak tavır almaları
demokrasi mücadelesi adına olumlu
ve değerli karşılandı. Diğer taraftan
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP, MHP
ve AKP liderlerini saraya davet ederek,
tebrik etmesi, HDP’yi çağırmaması,
hükümet ve HDP arasındaki gerilimin
devam ettiği şeklinde yorumlandı. Belirli bir kesim, Erdoğan’ın HDP’yi dışlayan
tavrını yanlış veya eksik bulurken,
hükümete yakın bir kesim ise HDP’nin
darbelere karşı sokağa çıkmadığını veya
darbecilere karşı tutumunu açık bir
biçimde göstermediğini iddia ediyor. Bir
süredir kamuoyunda canlılığını koruyan
bu tartışmada, ‘HDP 15 Temmuz gecesi
kendi renkleriyle, kitlesini neden sokaklara çağırmadı’ sorusu önem kazandı.
Konuya dair görüşlerine başvurduğumuz HDP Milletvekilleri Hüda Kaya,
Garo Paylan, Selma Irmak ve Altan
Tan BasHaber’e değerlendirmelerde
bulundular.
ROJHİLAT
01 - 07 Ağustos 2016
Partiler birleşme arifesinde
HDP uzlaşmanın bir parçası olmalı
w
FERHAT KENTEL
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
w
Kelepçeli Ali Bulaç
ve diğerleri
BasHaber
w
10
Temmuz’da uyuşturucu madde ticareti
iddiasıyla 6 Kürdü idam etti. Kürdistan Devrimci ve Emekçiler Topluluğu
Partisi Merkez Komite Üyesi Mohamed
Ferhadzade, İKDP Üyesi Selim Zenciri
ve Gazeteci Ruken Welat Kürdistan’ın
doğusundaki son gelişmeleri BasHaber’e
değerlendirdi.
Ferhadzade: Kürdler ekonomik
krizden faydalanabilirler
Kürdistan Devrimci ve Emekçiler
Topluluğu Partisi Merkez Komite
Üyesi Mohamed Ferhadzade İran’ın
ekonomisinin krizde olduğunu ve Kürd
güçlerinin bundan faydalanabileceğini
vurguladı. Ferhadzade geçtiğimiz birkaç
haftadaki sessizliğin savaşın bittiği anlamına gelmediğini belirterek şöyle dedi:
“Savaş istemediğimizi en başta ifade
ettik; Ancak İran’ın saldırılarına karşı
kendimizi savunduk. İran, Rojhilat’ı
militarize etmek istiyor. Komela ve İKDP
halkın gönlünde taht kurmuş ve İran,
bu iki gücün 1980’lerdeki gibi harekete
geçeceğinden endişeli. Biz kentlerdeki
sivil faaliyetlerimizi sürdüreceğiz, eğer
İran saldırırsa biz de cevap vereceğiz.”
Ferhadzade İran’ın ekonomik krizle
yüz yüze olduğunu vurgulayarak,
“İran’ın ekonomisi daha çok petrol
gelirine dayanıyor. İran sanayi ve üretim
tesislerinin eskimesinden dolayı fazla
petrol çıkaramıyor. Bu yüzden ekonomik
kriz derinleşiyor. Kürd partileri krizden
faydalanabilir; Dağ ile kent örgütlenmesini birleştirebilir. İran bu sıkıntıdan
dolayı 10 yıldır kendisine düşman olarak
tanımladığı kişilerin gayrimenkul ve
paralarına el koyuyor ve bunu meşrulaştırıyor. İran 2007 yılından bu yana bu tür
gasplardan 95 milyar dolar gelir elde etti
ve bu İran’ın petrol gelirinin yüzde 40’ı
demektir” diye konuştu.
Selim Zenciri:
Saldırı aşamasına geçilecek
Gazeteci Selim Zenciri İran’ın
saldırılarının devam etmesi durumunda İKDP’nin de saldırı pozisyonuna
geçeceğini söyledi. İKDP’nin kendisini
savunma konusunda kararlı olduğunu
belirteren Zenciri şöyle dedi: “Ortadoğu değişimlere gebe. Yeni bir dizayn
içinde ve hassas bir dönemden geçiliyor.
Ortadoğu’da hakları gasp edilmiş bir
millet olan Kürdler, bir aktör olarak
ortaya çıkıyor ve bölgedeki birçok düğüm Kürdlerde çözülüyor. KCK ve İKDP
arasında gerçekleştirilen son toplantıda
da taraflar, Rojhilat’taki yeni dönem ve
gündem üzerinde yoğunlaştı.“
Zenciri KCK heyetinin İKDP’ye ziyaretini hatırlatarak, “Bu temaslar tüm taraflar arasında devam ettirilecek. Bölgedeki
siyasi haritalar ve sorunlar değişiyor;
Kürdler de kendini buna hazırlıyor ve bu
duruma göre yenileniyor. Kürd partileri
yılanın başının İran olduğunu ve bölgedeki bütün cinayet, katliam ve sorunlarda İran’ın parmağının olduğunu biliyor.
Kürdler, İran’dan ve onun siyasetinden
uzak durdukları derecede birlik ve başarının yakın olacağını düşünüyor” dedi.
‘Siyasi taraflar müzakerelere
devam ediyor’
Siyasi taraflar arasında müzakerelerin sürdüğüne dikkat çeken Zenciri,
tarafların birlik çabası içinde olduklarını vurgulayarak şöyle dedi: “Kayıplar
verildi. Ancak İran da büyük darbe aldı.
Rejim sert tehditler savuruyor. Bu İran’ın
çok büyük bir ızdırap içinde olduğunu
ve Peşmergelerin rejimi salladığını gösteriyor. İran Kürdleri takip edip saldırırsa
Peşmerge kendini savunacak ve saldırı
pozisyonuna geçecektir. Bunun dışında
şu an Rojhilat’taki 6 parti, İKDP, PAK,
Devrimciler Topluluğu ve Kürdistan
Emekçiler Topluluğu ve Kürdistan
Demokrat Partisi müzakere sürecinde.
İran’a karşı ortak ve geniş bir cephe açma
çabasındalar. Çünkü İran savaş konseptinden başka bir dil kullanmıyor. Belki
bu şekilde bu şiddet dilinden vazgeçer ve
kendini değiştirir.
Ruken Welat:
Azeriler meydanlara çıktı
Diğer taraftan Azerilerin de protestolara başladığı bildiriliyor. Gazeteci
Ruken Welat, BasHaber’e, İran basını
tarafından rencide edilen Azerilerin de
sokaklara çıktığını ve rahatsızlıklarını
dile getirdiğine dikkat çekti: “Terhê No
isimli İran gazetesi Azerileri küçük düşürücü ibareler kullanarak onları rencide
etti. Bunun üzerine 26-27 Temmuz’da
Azeriler meydanlara inerek Terhê No’ yu
protesto etti. Göstericiler, gazetenin kapatılması talebinde bulundular. Yürüyüş
esnasında güvenlik güçleri protestoculara müdahale edip,
bir kısmını gözaltına aldı.
Bu protestoların devam
edeceği düşünülüyor. Son
10 yıl içinde buna benzer
birçok olay meydana
geldi ve Azeriler bunlara
karşı protesto yürüyüşleri
düzenledi.”
11
Kamışlo katliamı
BİLAL SAMBUR
Kamışlo, katliamlarla bilinen
bir kenttir. 12 Mart 2004 tarihinde
Baas Rejimi tarafından Kamışlo’da
büyük bir katliam gerçekleştirildi.
Öğle civarı bir futbol maçında
taraftarlar arasında çıkan olayları
gerekçe gösteren Baas Rejimi,
büyük bir katliama imza attı. Baas
Rejimi’nin çıkan olaylara vahşice
müdahale etmesi sonucu stadyumda
yedi insan öldürüldü. Bunun üzerine bütün Rojava’da
büyük gösteriler ve protestolar yapıldı. Baas Rejimi’nin
Rojava’yı ezmek ve gösteriler yapan halkı sindirmek için
sivillere ağır silahlarla ateş açan ve büyük askeri güçlerle
saldıran Baas Rejimi’nin vahşeti sonucunda elliden
fazla insan hayatını kaybetti, onlarca insan yaralandı ve
yüzlerce insan tutuklandı. Baas Rejimi’nin işlediği büyük
Kamışlo katliamı sonrasında Rojava ve Baas Rejimi arasında büyük kopuş yaşandığını, Rojava halkının Suriye’de
kendini korumak için harekete geçmeye başladığını
söyleyebiliriz.
27 Temmuz 2016 Tarihinde Qamşlo, bu sefer DAİŞ
tarafından düzenlenen bir başka büyük katliama sahne
oldu. Kamışlo katliamı, Suriye savaşının başından beri
Rojava’da ve Ortadoğu’da yapılan en büyük kanlı saldırılarından biridir. DAİŞ, Rojava’nın Kamışlo kentine gerçekleştirdiği iki bombalı araç saldırısıyla ellinin üstünde
insanın hayatını kaybetmesine, yüz seksenin üstünde
insanın yaralanmasına neden oldu. DAİŞ’in Kamışlo
katliamı, Rojava’nın bu kentinde büyük bir yıkıma neden
oldu. DAİŞ ve Baas Rejimi, Rojava ve Kamışlo düşmanlığında ortaktırlar. KBY Başkanı Mesut Barzani, Kamışlo
katliamının yaralarının sarılması için seferberlik ilan
ederek tam bir dayanışma örneği ortaya koymuştur.
Kamışlo katliamı, Amerika dahil büyük güçler tarafından beklenilen bir saldırı değildir. Herkesi şoka sokan
Kamışlo katliamı, her açıdan büyük bir facia anlamına
gelmektedir. Amerika, Kamışlo katliamını güçlü bir şekilde kınadığını ve Rojava ile ilişkilerinin güçlü bir şekilde
devam edeceğini ifade etmiştir.
Kamışlo katliamı sonrasında ortaya çıkan görüntüler,
ortaya çıkan tablonun insani açıdan yürek dağlayıcı ve
dayanılmaz olduğunu göstermektedir. Kamışlo katliamında yaşanan büyük insani facianın Ortadoğu ve dünya
basınında ciddi bir şekilde gündem olmayışı ise üzerinde
düşünülmesi gereken bir tutumdur. DAİŞ, Paris ve Brüksel gibi yerlerde katliam yaparken dünyanın dikkati bu
örgüte ve yapmış olduğu katliamlara çevrilirken, Kamışlo
katliamı karşısında sessizlik olarak nitelenebilecek tepkisizlik, çifte standart olarak değerlendirilmektedir.
Kamışlo katliamı, her şeyden evvel Rojava’nın tamamına yönelik bir saldırıdır. Bu saldırıyla DAİŞ, Rojava’da
yaşayan hiçbir toplumun güvende olmadığını, Kürdler
ve diğer topluluklar arasında çoğulculuk içinde bir arada
yaşama imkanını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
SDG, bugün Suriye’de, rejim ordusundan sonra en
önemli askeri aktör konumundadır. SDG’nin çoğulcu
yapısı, DAİŞ’i rahatsız etmektedir. DAİŞ, SDG karşısında gösteremediği başarının acısını, Kamışlo’da sivillere
karşı giriştiği katliam eylemleriyle çıkarmaya çalışmıştır.
Kamışlo katliamı, DAİŞ’in SDG’ye karşı giriştiği bir
intikam saldırısıdır.
DAİŞ, Kamışlo katliamıyla Rojava’yı geriletmeye
çalışırken öte yandan Nusra Cephesi, EL-Qaide’den
ayrıldığını ilan etmiştir. Şam Fethi Cephesi adını alan AlNusra Cephesi’nin, bundan sonra DAİŞ’le ortak hareket
edeceği öngörülmektedir. Terörist gruplar arasındaki
yakınlaşmalar ve birleşmeler, Rojava’yı Kamışlo katliamı
gibi saldırılara daha açık hale getirmektedir. Rojava’daki
siyasal ve askeri parçalanmışlık, Mesrur Barzani’nin ifade
ettiği gibi, büyük bir güvenlik zaafiyeti oluşturmaktadır.
Kamışlo katliamından sonra Rojava’da DAİŞ ve Şam
Fethi Cephesi’nin (eski Nusra Cephesi) saldırılarına karşı
yeni bir güvenlik stratejisinin geliştirilmesine duyulan
ihtiyaç, daha çok hissedilmektedir.
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos12
2016
SURİYE
Suriye’nin geleceği Cenevre’de mi?
‘PYD’nin rejimle işbirliğini yaptığını
söylemek ırkçılık’
Cenevre görüşmelerine PYD’nin katılımı
konusunda henüz bir davetin olmadığını
hatırlatan Bali, perde arkasında görüşmelerin
olduğunu belirterek, “Şu ana kadar Rojava
yönetiminin çağrılacağı yönünde herhangi bir
karar alınmadı. Fakat son ana kadar beklentimiz ve umudumuz var” şeklinde konuştu.
Kürdlerin kimlikleri ile görüşmelere davet
edilmesinin Suriye’de yaşayan tüm etnik ve
dini kesimler için bir kazanım olduğuna vurgu
yapan Bali, “Bunu tüm Suriye halkının bir
başarısı olarak görürüz. Bu hakikatin yerini
F. Heci Mistefa
D
Mustafa Bali
Hamide Yiğit
Dilan Almaz
.o
arbe girişimi öncesinde Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusu Türkiye’nin ana gündem
maddesi idi. Türkiye’yi sığınılacak bir
liman olarak görüp, ülkelerindeki savaştan kaçarak buraya yerleşen Suriyeli
mültecilerin büyük bir kısmı ülkelerine dönmek istemiyor. Vatandaşlık
verilmesi konusunda tartışmalar ise,
Suriyelilerin seçimlerde oy kullanacak
olmaları, içlerinden ‘kalifiye’ olanların
seçilip seçilmeyeceği ve TOKİ konutlarına yerleştirilmelerinin planlanması
üzerinde yoğunlaştı.
Uzmanların bir kısmı Suriyelilerin
vatandaşlığa alınmasının siyasi rant
olabileceğini ve toplumun demografyasının değiştirilmek istendiğini ileri
sürerken, bir kısmı ise vatandaşlıktan
ziyade mültecilik haklarının tanınması gerektiğine vurgu yaptı. Sayıları
3 milyonu bulan Suriyeli mültecilere
vatandaşlık verilmesi ülkenin siyasi, ekonomik, demografik yapısını
etkileyeceği aşikâr. Tüm bu tartışmalar
bağlamında vatandaşlık konusunun asıl
muhatabı olan Suriyelilere sorduk.
ur
d
ak
iv
rs
Suriye’de dengeler alt-üst!
Görüşmelerin yeniden başlaması için müzakerelerin başlaması gerektiğine, onun için
ise tarafların, dengelerin değişeceği zamanı
beklediğini söyleyen Gazeteci Hamide Rencüs
Yiğit, Suriye’de değişen dengeleri şöyle ifade
ediyor: “Bilindiği üzere ABD öncülüğündeki
IŞİD karşıtı koalisyon, Suriye’nin geleceğini
belirleme noktasında herhangi bir meşruiyet
kazanmış değil. Belirleyici rol Eğit-Donat
Projesi üzerinden denendi, fakat o da olmadı.
ABD’nin güvendiği muhaliflerde çözülme
daha da derinleşti. Özellikle Güney Fetih
Cephesi, Dera’da bozguna uğratıldı.” Batı ve
Kuzey cephelerindeki gelişmeleri değerlendiren Yiğit, Türkiye destekli El Fetih’in koruduğu mevzinin sadece İdlip ile sınırlı kaldığını
ve Kuzey Lazkiye’nin tamamen bu silahlı
gruplardan arındırıldığını belirterek, “Bu da
muhalifleri destekleyen kutup için pozisyon
almayı güçleştiren bir durum
yaratıyor” dedi.
‘ABD Esad’lı çözüme rıza gösteriyor’
Öte yandan Rusya’nın müzakere masasında
dizeceği taşların çeşitliliğinin de belirginleşmeye başladığına işaret eden Yiğit, “Bu çeşitliliğe Türkiye ile Suriye arasındaki sınırın güvenliği de dâhildir. Kürdler üzerinden ABD’nin
öne süreceği pazarlığa karşı Rusya’nın evrak
çantasında da her zaman pazarlık için öne süreceği unsurlar vardır. Zira müzakere masasına
PYD’nin çağırılmasını baştan itibaren koşul
olarak öne süren de Rusya’dır” dedi.
PYD’nin iki süper güç ile kurduğu ilişkiden
kaynaklı Cenevre’ye katılmasının kaçınılmaz olduğunu savunan Yiğit, “ABD’nin
PYD karşısında muhatap alınmasını istediği
cihatçı grupların Ceyş ül İslam gibi El Kaide
bağlantılı gruplar olduğu açıktır. ABD’nin
PYD’ye yakınlaşma hamlesi PYD’nin müzakerelere koşulsuz girebileceği ihtimalini de
güçlendirdi. Ama bu ABD’ye bir pozisyon
kazandırmış olmaz. Çünkü Rusya başından
itibaren PYD’nin müzakerelerde yer almasını
ve muhatap olarak kabul edilmesini istiyordu.
İki küresel gücün karşılıklı pazarlıkları ve
Şam yönetiminin pozisyonunu kabul edişleri
önümüzdeki süreci belirleyecektir” diyerek,
Esad’lı çözüme ABD cephesinin rıza gösterdiğini savundu.
.a
‘PYD, Esad rejimi ile de ilişki kurabilir’
PYD ve Esad’ın idari alanlarda ve dönemsel olarak görüştüğünü vurgulayan Mustafa,
bunun mecburi olduğunu, PYD’nin politikası
gereği normal bir durum olduğunu söyleyerek
sözlerine şöyle devam etti: “PYD’li yetkililerin
de kesin ve açık bir dille reddetmediği gibi
rejimle bir irtibat var. İdari alanda bu ilişki
devam ediyor zaten. PKK’nin bir yetkilisi de
‘evet idari anlamda rejimle bir irtibatımız var
ancak az’ demekle yetindi. PYD ile rejim şuana
kadar gerçek manada karşı karşıya gelmedi.
Birkaç kısa süreli danışıklı dövüşün dışında
herhangi bir karışıklık ya da ihtilaf olduğunu
söyleyemem. Ayrıca PYD üçüncü bir taraf olarak kendini lanse ediyor ve bu temel üzerine
politikasını yürütmektedir. Dolayısıyla rejim
ile de muhalefet ile de ilişki kurabilir.”
Mülteciler vatandaşlık
için ne diyor?
Cenevre görüşmeleri öncesinde ABD ve
Rusya’nın, Kürdler ile kurdukları temaslara
değinen Hamide Yiğit, “Rusya’nın Kürdlerle
görüşmeleri uzun zamandır devam ediyor,
ancak bu kez ABD’nin ilgisi Kürdlere yönelmiş
durumda. Suriye Demokratik Güçleri oluşumu ile Rakka Operasyonu’nu teşvik eden
ABD’nin, bu oluşum üzerinden orada kendine
bir pozisyon edinme arayışına girdiği açıktır.
Zira Kürdlerin kazanım elde ettiği Suriye’nin
kuzeyinde, ABD kendine peş peşe üs açma
yoluna girmiştir. Böyle bir pozisyon alış
sonucunda ABD, Kürd müttefikliği kartını öne
sürerek elini güçlendirmiş vaziyette müzakerelere başlayabilir” diye konuştu.
w
‘Kürdler yoksa sonuç alınamaz’
Cenevre görüşmelerine katılanların Suriye
halklarını temsil etmediğini söyleyen Gazeteci
Mustafa Bali, sahada her hangi bir etkinliklerinin olmadığını söyledi. Kendilerini siyasi
temsilci olarak lanse edenlerin, Suriye’de
savaşan askeri grupları ve hatta ÖSO’ya bağlı
grupları da temsil etmediğine dikkat çeken
Bali, “Koalisyon güçlerinin HSD-YPG güçleri
ile koordinasyon içinde oldukları Menbic
hamlesinde de görüldü. Ancak siyasi alanda
Kürdlerin söz sahibi olmasını istemeyen,
engelleyen taraflar var. Kürdlere karşı olan
gruplar da var, ama Suriye de Araplar ile Kürdler birlikte yaşıyor ve savaşıyorlar. Kimse bölge
halklarının birliğini bozamaz. Kürdler de,
Araplar da bu birliğe mecburlar. Cenevre’ye
davet edilen kesimler ne Suriye halkını, ne
de Suriye’de savaşan grupları temsil etmiyor.
Kürdler Cenevre’ye davet edilmezse, sonuç
alınamaz” diye konuştu.
Cenevre, PYD için “önemsiz” vurgusu
Cenevre görüşmelerine ara verilmediğini
hala devam ettiğini ama bazı siyasi tıkanmaların olduğunu dile getiren Gazeteci Faruk Hacı
Mustafa, “Cenevre görüşmeleri hiç durmadı.
Görüşmeleri Rusya ile Amerika yönlendiriyor, rejim ve muhalefet değil” dedi. Mustafa,
uzmanlardan oluşan heyetlerin sivil toplum
ayağı oluşturarak Suriye için yeni bir anayasa
ve Suriye’nin geleceği ile ilgili çalışmalar yaptığını belirterek, “Siyasi olarak bir tıkanma var.
Önümüzdeki süreçte, Rusya ile Amerika’nın
anlaşmasını ve Ağustos ayında da Cenevre’de
rejim ile muhalefet arasındaki görüşmelerin
tekrar başlayacağını bekliyoruz” diye konuştu.
Hem ABD’nin hem de Rusya’nın Cenevre
görüşmelerinde PYD’yi masada görmek istediğini söyleyen Hacı Mustafa, şu değerlendirmede bulundu: “Kimi Arap çevreler de PYD’nin
görüşmelerde hazır bulunmasını kabul ediyor.
Ancak, Suriye meselesinde etkin ve önemli bir
rol oynayan Türkiye, PYD’nin görüşmelerde
yer almasına karşı çıkıyor. ABD ve Rusya da bu
tutuma ters bir karar almak ve Türkiye’ye rağmen PYD’yi çağırmayı uygun görmüyor. PYD
için katılıp katılmamanın önemli bir konu
olmadığını düşünüyorum. Evet, PYD’de elinin
güçlenmesi ve çözümün konuşulduğu bu
toplantılarda yer almayı istiyor ve rejimle olan
ilişkiyi reddediyor. Çünkü rejim ile birlikte
yer almanın mevcut konjonktürde çok yararlı
olmayacağının farkındalar.”
w
M Suriye Özel Temsilcisi Staffan de
Mistura’nın geçtiğimiz günlerde Suriye
görüşmeleri için yeni turun Ağustos
sonunda yapılabileceğini açıklaması üzerine
bütün dikkatler yeniden Cenevre görüşmelerine çevrildi. Cenevre-Suriye barış görüşmeleri
ya da diğer adıyla Cenevre III, BM nezdinde
Suriye hükümeti ve muhalif gruplar arasındaki
dolaylı müzakerelerin resmi olarak 1 Şubat
2016’da başlayacağı söylenmiş ancak, 25 Şubat
2016 tarihine kadar geçici olarak durdurulmuştu. Çeşitli devletlerin ve grupların katıldığı
Cenevre görüşmelerinin son turu ise Mayıs
2016’da yapılmıştı. Suriye hükümetinin bazı
grupları istemediği, kimi örgütlerin Esad’ı
istemediği, Türkiye’nin PYD’yi istemediği,
çalkantıları bol olan Cenevre görüşmelerinde
taraflar arasında şimdiye kadar önemli bir yakınlaşma sağlanamamış, ancak yeni anayasanın hazırlıklarını yapacak bir geçici hükümet
kurulması konusunda büyük ölçüde görüş
birliğine varılmıştı. Ağustos ayında yapılması
beklenen görüşmelerden nasıl bir sonuç çıkacağını gazeteciler; Mustafa Bali, Faruk Heci
Mistefa ve Hamide Rencüs Yiğit BasHaber’
değerlendirdi.
bulması ise, realitenin kabulü anlamına gelir.
Suriye’deki iç savaşın çözümü noktasında büyük bir karar ve adım olur. Eğer Kürdler davet
edilmez, yanlışta ısrar edilirse kriz devam eder
ve aynı zamanda ırkçı zihniyetin de hala iş
başında olduğunu gösterir. Dolayısıyla çözüm
isteniyorsa Kürdler davet edilmelidir” dedi.
PYD- Esad Rejimi’nin ilişkilerini değerlendiren Mustafa Bali, bilindiğinin aksine
aralarında bir görüşme olmadığını ve bu
haberlerin karalamak için ortaya atıldığını belirterek, “Rejim ile PYD arasında herhangi bir
ilişki yoktur. Bu iddialar karalama amaçlıdır ve
aslında bunu söyleyenlerin kendileri rejim ile
işbirliği hevesindedirler. Irkçı kesimler PYD’yi
rejimle işbirliği yapmakla suçluyor, ancak bunlar asılsız iddialardır” diye belirtti.
w
B
Cemil Hayek
MÜLTECİLER
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
13
SÖYLEŞİ
rg
12
‘Vatandaşlık verilmeli, ama mülteci
statüsü önemli’
BasHaber’in sorularını yanıtlayan
İzmir Suriyelilerle Dayanışma Derneği
Başkanı Muhammed Salih Ali, Suriyelilerin geri dönüş şartlarının zorlaştığını ifade ederek, mülteci statüsünün
önemine değindi. Mülteci statüsü
tanınmadığı için Suriyelilerin sağlık,
eğitim, seyahat etme konusunda oldukça sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken
Ali, “Türkiye yasal olarak Ortadoğu’dan
mülteci kabul etmiyor. Sadece
Avrupa’dan mülteci kabul ediyor. O
yüzden bu yasanın değişmesi gerekiyor.
Bu sebepten vatandaşlık verilirse, bu
sorunların bir kısmı çözülecek” dedi.
Vatandaşlık verilse bile Suriyelilerin
tamamının Türkiye’de kalmak gibi bir
durumunun söz konusu olmayacağını
belirten Ali, “Kimse vatandaşlık verilmesine karşı değil, ama en önemlisi mülteci statüsü tanınırsa bütün
sorunlar çözülecek. Mülteci statüsüne
alınmamız için birçok çalışmamız oldu.
Ama sonuç alamadık” diye konuştu.
Suriyelilere dönük ırkçı saldırıları
değerlendiren Ali, şunları belirtti:
“Almanya’da birkaç milyon Türkiyeli
yaşıyor. Acaba, kim onlara vatandaşlık
alırken karşı çıktı? Irkçılar dışında hiç
kimse onlara karşı çıkmadı. Irkçılık
ve düşmanlık istemiyoruz. Türkiye’de
gerginlik olduğu zaman Suriye’yi
etkiliyor, Suriye’de gerginlik olduğu
zaman Türkiye’yi etkiliyor.” Suriyelilere
vatandaşlık verilmesinin arkasında
siyasi hesapların olduğuna dair yapılan
yorumlara da değinen Ali, “Herhangi
bir partinin Suriyelileri kullanması söz
konusu değil. Eğer bir seçim olursa,
Suriyeliler özgürce oy verme hakkına
sahiptir. Suriyeli mültecilerin tek bir
partiye oy vereceği yönündeki yorumlar
gerçekçi değil” diye konuştu.
‘Medya linç haberlerini abartıyor’
Suriye Nur Derneği Başkanı Dr. Mehdi Davut, Suriyeli mültecilere verilen
geçici kimlik kartının ilaç alma, eğitim
görme konusunda oldukça sıkıntılara sebebiyet verdiğini hatırlatarak,
vatandaşlık verilmesinin gerekliliğini
şu cümlelerle aktardı: “Suriyeliler işte
bu sıkıntılar çözülür diye vatandaşlık
verilmesine seviniyorlar. Suriyeliler bir
daha ülkelerine dönmeyecek gibisinden
yorumlar yapılıyor. Şimdi bir ülkede
kalmak ya da bir yerde kalmak ya da
bir ülkeyi terk etmek o kadar kolay
değil. Bir ülkenin vatandaşı oldular
diye atalarının dedelerinin mirasını
bırakamazlar. Vatandaşlık verilse bile,
Suriye durulduğu zaman vatandaşların
yüzde 90’ı döner. Sadece lojistik anlamda insanlar daha rahat bir şekilde hem
faaliyet gösterir, hem fayda görür hem
de fayda sağlar.”
Suriyelilere yönelik yapılan linçleri
değerlendiren Dr. Davut, medyanın
olayları abarttığını ileri sürerek, “Medyanın gösterdiği kadar değil, yani bir
iki kişinin sesi çıkıyor olabilir. Türkiye
halkı bu konuyla alakalı, insani yardım
konusunda gerçekten destan yazdı”
dedi. Türkiye’de kalmayı tercih edenler
bir gün ülkelerine dönme ihtimali
nedeniyle kaldığını vurgulayan Davut,
“Türkiye’deki şartlar Avrupa’dan daha
iyi değil. Suriye’ye yakın ve istedikleri
zaman dönebileceklerini bildikleri için
Türkiye’yi tercih ediyorlar ve Türkiye’de
kaldıkları zaman kendi kültürlerini
kaybetmiyorlar; çünkü Suriye’nin kültürü ile Türkiye’nin kültürü birbirine
yakın” ifadelerini kullandı. Hükümetin
vatandaşlık hamlesini “siyasi malzeme”
olarak değerlendirilmesini eleştiren Dr.
Davut, “Suriyeliler belki AK Parti’yi çok
seviyor ama ben AK Parti’nin oy kazanma niyetiyle yaklaştığını düşünmüyorum” şeklinde konuştu.
‘Vatandaşlık verileceğini
düşünmüyorum’
Suriyelilerin büyük çoğunluğunun
Türkiye vatandaşı olmak istediğini
belirten Suriye Kürd Ulusal Konseyi
(ENKS) Temsilcisi Ahmed Kasım
ise hükümetin vatandaşlık çıkışını
“siyasi bir karar” olarak değerlendirdi.
Vatandaşlık verileceğini düşünmediğini
belirten Kasım, “Türkiye, Avrupa ülkelerine benzemiyor. Osmanlı zamanında
sınırlar ayrıldı, haliyle Suriyelilerin bir
kısmının yakınları Türkiye’de, Türkiyelilerin bir kısmının yakınları Suriye’de.
O yüzden vatandaşlık verilmesi iyi
olacaktır. Ama ben bu kararın siyasi bir
karar olabileceğini düşünüyorum bu sebepten de yerine getirebileceklerini düşünmüyorum” diye konuştu. Türkiye’de
yaşayan Rojavalıların sayısının yaklaşık
800 bin olduğunu dile getiren Kasım,
“Yani 3 milyona vatandaşlık verilmesi
zahmetli bir iş fakat akademisyenlere,
kariyer sahiplerine belki öncelik verip
vatandaşlık hakkı tanıyabilirler” şeklinde konuştu.
13
Eski merkez sağ nerede?
ÖZTEKİN ÇAÇAN
Marshall yardımları, soğuk
savaş, antikomünist propagandalar
sonrasında Yeşil Kuşak projeleri
döneminde Türkiye’de Maurice
Duverger’in kavramlaştırmasıyla yelpazenin sağ tarafına iki siyaset odağı
eklenmiştir. Türkeş ve Erbakan
ekolleri bu dönemin antikomünizm
ve soğuk savaş ürünüdür aslında.
Başka bir deyişle siyasal İslam ve
siyasal milliyetçilik, soğuk savaş döneminin koşullarında,
ülkemizde resmi ideoloji ve çekirdek devlet tarafından
pek de istenmeyen sonuçlar olarak ortaya çıkmışlardır.
NATO’ya girebilmek için denizaşırı dostlarımıza verdiğimiz çok partili demokrasi sözümüz gereği katlanmak
zorunda kaldığımız bu iki yeni siyasal odaktan özellikle
Erbakan çizgisinin iyi izlenmesi gerekiyor.
1970’de kurulan Milli Nizam Partisi’nin durumu
burada değişik. Osmanlı’dan gelen çok derin bir sosyal ve
kültürel tabanları var. Ordu ile pek içli dışlı olmadıkları
için 12 Eylül öncesinde tabanca- tüfek, çatışma işlerine
pek girmeden yollarına “sulh” ile devam edebiliyorlar.
Bu sebeple 12 Eylül sonrasına kadrolarını koruyarak ve
daha az zayiatla çıkabiliyorlar. Asla Batı değerleri ile
uyuşmadılar ve demokrasiye ne kadar inandıkları konusu
da oldukça şüpheli.
Yıllar içinde komünizm bir tehlike olmaktan çıktı,
soğuk savaş da kimilerine göre bitti ama bu partiler
bitmedi.
Bugün özellikle durum MNP-RP-Saadet Partisi ve
bence şimdi de Ak Parti açısından çok değişik. Hep pasif
direniş ve tebliğ siyaseti, eğitim vb. işlerle varlıklarını sürdürüp ilerleyen siyasal İslam, bugün çok güçlü. Yıllardır
sürdürdükleri uyum sağlama, içine yerleşme dönemini
tamamlamış, devletin tapusunu alma dönemine girmiş
gibi görünüyorlar.
Bürokrasi de, medya da, siyaset de etkinlikleri çok
fazla. Bu gücü nasıl tesis edebildiler. Hangi toplumsal tabanlarla geliştiler. Erbakancı geleneğin oy oranı oldukça
mahdut seviyedeyken, Ak Parti kimleri, hangi kesimleri
içine alarak nasıl bu kadar büyüdü? Farkında mısınız %
30-40 oy alan DP, AP, ANAP, DYP gibi liberal, milliyetçi ve muhafazakâr denilen, girişimci, modernleştirici
merkez sağ partileri yok artık. Siyaset Bilimci Prof. Ersin
Kalaycıoğlu, merkez sağda seçmen kalmadı diyor. Bu
cümleden hareketle seçmen kalmamışsa toplumda böyle
bir talep de kalmadı diyebilir miyiz? Liberal, girişimci,
kültürel-dindar sayılabilecek bu kesimlere ne oldu da siyasal İslam etkisine girdiler? Halifeci, Osmanlıcı oldular?
Ya da gerçekten de dönüştüler mi? Hala varlar mı? Ülke
15 Temmuz darbesiyle ya da bence daha doğru deyimle
uyarısıyla karşılaştı. Bu kesimler Ak Parti’ye doğru okuma yaptırabilecekler mi? Böyle bir niyetleri var mı? Siyasette merkezin yeni adını bu kesimler siyasal İslam’dan
çıkarıp, Müslüman demokratlar haline getirebilirler mi?
Ak Parti içindeki merkez sağ tabanın ya da kadroların
buna gücü yeter mi?
Benim değil ama Türkiye’de aktif siyaset yapan
kesimlerin, akademianın cevaplanması gereken önemli
sorulardır bunlar? Çünkü eğer merkez sağda seçmen
kalmamışsa, çok büyük bir sosyolojik değişim yaşıyoruz
demektir. Her büyük sosyal değişimin de çok ciddi siyasal
sonuçlarının olacağı ortadadır. Osmanlıcı, Halifeci,
siyasal İslamcı yaklaşımlar merkez sağı içine almış ve
yok etmişse, daima %50 bandında oy alacaklar ve kalıcı
olacaklar demektir. Yok eğer merkez sağdan gelenler
varlıklarını ve güçlerini koruyorlarsa, yine bu kesimler
Ak Parti’nin 15 Temmuz sonrasında doğru dersler çıkarıp, siyasette herkese olabildiğince eşit mesafeli bir merkez siyaseti, Müslüman demokrat kimliği geliştirmesine
yardımcı olacaklarsa. O zaman sorunlarımıza biraz olsun
derman olabilirler. Ama soğuk savaş döneminden kalma
siyasal İslam’ı topluma merkez yapmaya kalkışırlarsa
ülkede ciddi sorunlar çıkacaktır. Belki de yeni bir merkez
sağ parti yola çıkıp Ak Parti’yi dengeler ne dersiniz?
14
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos14
2016
TİYATRO
‘Kadir İnanır sadece
duran atlara binerdi’
Yazar-Yönetmen Aydın Orak:
Kürd tiyatrosu
politiktir
‘Ağırlıklı konular politik ve toplumsal
olaylar’
Kürd Oda Tiyatrosu’nun ne olduğunu ve
halk için ne anlama geldiğini anlatan Aydın
Orak, tiyatronun kamusal bir faaliyet olması
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş
Dilan Almaz, Murat Özdemir, Ahmet Özyeter,
Kerem Ari, Mustafa Erğün
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
.a
‘Kürdçe yapmış olmak yeterince politik…’
‘Kürd tiyatrosunda sanatsal kaygı mı yoksa
politika mı’ tartışmalarına değinen Aydın
Orak, 1990’larda yapılan ilk oyunların politik
mücadele biçimi olduğunu belirtiyor. Bu
sürecin 2000’lere kadar devam ettiğini ifade
eden Orak, “Hatta çoğu tiyatro grubu hâlâ
bu gelenekle devam ediyor. Şimdi çoğu grup
gerek sanatsal gerek politik olarak iki unsuru
da ön planda tutabiliyor” diyor. Orak şöyle
devam ediyor: “Hem politik hem sanatsal
saygı aynı anda neden olmasın? Bence Kürd
tiyatrosu politik bir tiyatrodur. Her oyun
istisnasız politik unsurlar içeriyor. Hatta hiç
politik oyun yapmayayım derseniz bile, tarih
boyunca
“Kürdçe” yapmış olmanız
yeterince
politik zaten.
Çünkü Kürdçe, olduğu
günden beri
yasaklı ve
baskı altında.
Bugün de malumunuz. Tarih
Aydın Orak kimdir?
Mardin’in ilçesi Nusaybin’de 1982’de doğan
Aydın Orak, İlköğrenim yıllarında okulda kostümler giyerek kısa oyun ve skeçler yaptı. 1996
yılında İstanbul’a yerleşen Orak, 2000’li yılların başında Mezopotamya Kültür Merkezi’nde
tiyatro yapmaya devam etti. Burada “Zincire
Vurulmuş Prometheus” ve “Ada” oyunlarında
rol aldı. 2003 Tiyatro Avesta’yı kuran oyuncu,
“Bir Delinin Güncesi”ni oynadı, ardından
Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununu Kürdçe’ye
çevirdi. Birçok gazete ve dergide söyleşi, yazı
ve makaleleri yayınlanan Orak, “Sen Gara
Değilsin”, “Araf” oyunlarında rol aldı. 2012’de
denemelerinden oluşan Radikal Tiyatro adlı
kitabı yayımlandı. Orak’ın yazıp yönetip
ve oynadığı oyunu “Actor” ise prömiyerini
Avustralya’da yaptı. Sanatçı son olarak yine
kendisinin yazıp yönettiği ilk filmi “Asasız
Musa”yı 2014’de izleyici karşısına çıkardı.
Çaçan Amedi
.o
rg
urgut, 1985’de daha 17 yaşındayken memleketi Tarsus’u bırakıp
dostu Sabri Acar’ın desteği ve
isteğiyle İstanbul’a geliyor. İlk rol aldığı
film, Uğur Güvenç’in yönettiği “Sevgi
Bağları.” Bu film ile birlikte Turgut’un
Yeşilçam ile bağı da günümüze kadar
kopmayacak şekilde kuruluveriyor.
Aynı yönetmenle 35’e yakın filmde oynuyor Turgut. Uzunca yıllar kameranın
önünde ve arkasında birçok işi kotarıyor. Ardarda gelen filmlerin nerdeyse
tamamında hep yardımcı rollerde bulunuyor. Hiç başrol oynamamış, ama hep
jönün ya da başrolün arkadaşı olmuş.
Hiç kötü adam oynadın mı diyorum,
“ne gerekiyorsa yaptık, sinemacı için
kötü karakter yoktur, kötü oyunculuk
vardır” diyor. Güven Turgut birçok
filmde karakter oyunculuğu yapmasına
karşın birçok filmde de nitelikli set
işçiliği yapıyor. Görev aldığı filmlerin
birçoğunda kendi deyimiyle “çatlama,
patlama” sahneleri ona ait. Çünkü Güven Turgut yine bir yönetmen olan Aykut Düz’den bu tip uygulamaların nasıl
yapılacağını film çekerken öğrenmiş.
Oyuncuya mermi fünyesi yerleştirmeyi,
uzaktan araba patlatmayı, patlatıyormuş gibi yapmayı öğrenmiş. En
sonunda da malzemesini alıp, “çatlama,
patlama” uygulamalarında kendi işini
kurmuş. Adıyaman’da “Binali” filminin
çekimleri sırasında bir yanlışlık sonucu
gece sahnelerinin çekimi sırasında yanlışlıkla bir atın ölümüne sebep oluyor.
At, sınır kaçakçılığını anlatan bir sahnede patlamanın zamansız yapılması
sonucu dekor olarak üzerine yüklenmiş
kumaşların tutuşması sonucu yanmaya
başlıyor. Çırpına, çırpına koşarak birkaç
kilometre sonra ölüyor. Güven Turgut’u
meslek hayatı boyunca en çok etkileyen
ve üzen olay bu.
Bir de dublörlük tecrübesi var
Turgut’un. Kadir İnanır’a atlı sahnelerin
çekiminde dublörlük yapmış. Atın koştuğu bütün sahneleri Turgut çekmiş.
Gülerek “Kadir abi, sadece duran atlara
binerdi” diyor. Kadir İnanır için “Sinemayı çok seven, adam gibi bir adamdır”
diyor. Kendisi bana her zaman “koçum,
bir sıkıntın olursa yanıma gel derdi”
diye ekliyor.
ur
d
ak
Kürd Cemal’den Keşanlı Ali’ye
Türk ve Kürd tiyatrosunun etkileşimini
konuştuğumuz Orak, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nın aslında Kürd Cemali’nin
hikâyesi olduğunu anlatıyor ve devam ediyor:
“Geleneksel Kürd tiyatrosu, özellikle köylerdeki seyirlik oyunları, Newrozlarda, gezilerde,
düğünlerde kısaca her yerde vardı ve sürekli
sahneleniyordu. Fakat yıllarca Türk tiyatro
kaynaklarına baktığımızda özellikle de Metin
And’ın kitaplarına; bu saydığım geleneksel
köy seyirlik oyunları hep Türklere ait olarak
sunulmuş ve hâlâ o kaynaklarda öyle yer alıyor. Mesela Buka Baranê, Yağmur Gelini olarak çevrildi ve daha birçok örnek var. Bunlar
bize geleneksel Türk oyunları olarak anlatıldı.
Musa Anter, 1959 yılında Harbiye hücrelerinde Birîna Reş / Kara Yara diye bir oyun yazıyor.
Bunu Türkçe ve Kürdçe olarak yayınlatıyor.
Bu Cumhuriyet tarihinde Kürdçe yayınlanmış tek tiyatro metni olarak kabul ediliyor.
Özellikle Cumhuriyet tarihinde Kürdlere dair
her şey yok sayıldığı için bir Türkçeleştirme
var. Bunun en büyük örneklerinden biri de
Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı. Bu oyun
aslında Haymanalı Kürd Cemali’nin hikâyesi.
O dönem herkesçe bilinen bir kabadayıyı
anlatıyor. Fakat Haldun Taner oyunu Keşan’a
uyarlamıştır.”
iv
‘Her dilin kendi üslubu var’
Her dilin kendine ait bir oyunculuk biçimi
olduğuna inandığını ifade eden Orak, “Her
dilin, kültürün kendine ait üslup, jest, gestus
ve yaklaşımı vardır. Bunlar bu dillerdeki oyunculuk biçimini oluşturuyor. Örneğin Kürdçe,
Farsça, Arapça gibi dillerin sahnedeki ağırlığı
ayrıca el, kol ve mimik ihtiyacı duymaz.
Çünkü bu dillerin içe dönük dramatik ağırlığı
bu fazlalıklara gerek duymaz” diyor. “Bu
dillerde ‘Şu yüce dağlar’ derken ayrıca elinizi
kaldırmanıza gerek yoktur” diyen Orak,
bunun diğer dillere göre bir fazlalık olduğunu
ve bunun gibi örneklerin çoğaltılabileceğini
belirtiyor.
rs
hep keşfedilen bir şeydir. Yeni bilgi, belge ve
dokümanlar biriktikçe yeni baskılara ilave
edilecek. Kendi tiyatro çalışmalarımız devam
edecek. Bundan sonra yeni oyunlar, varolan
oyunlarla beraber sahnelenecek.”
w
Tragedya ve dengbejlik zıtlığı
Tragedya ve dengbejlik arasında bir zıtlık
olduğunu söyleyen Orak önce tragedyayı daha
sonra dengbejliği anlatarak şu ifadelere yer veriyor: “Yunan tragedyasının yapısı konuşmalı
ve şarkılı bölümlerle kuruludur. Dengbêjlikte
de vebêj (anlatıcı), çîrokbêj (masalcı) ve
dengbêj (şarkıcı) bölümleri mevcuttur. Tragedyada progolos, yani başlangıç, koronun ortaya çıkmasından önce söylenen bölüm, oyun
üzerine bazı açıklamaların yapıldığı yerdi. Bu
bölüm yalnız bir kişi tarafından seyirciye doğru söylenirdi. Bir çeşit anlatıcı bölümüydü. Bu
başlangıç bitince koro oyun alanına girer ve
oyun bitinceye kadar kalırdı. Dengbêjlikte ise,
bir dengbêj bazen koro halinde duran dengbêj
topluluğuyla paslaşır. Denbêj ile dengbêj
korosu karşılıklı divanda oturur. Denbêj
kılamın (şarkı) ilk repliğini söyler, koro aynısını tekrarlar. Bu
böylece devam
eder. Tragedyada
koronun karşısına
bir oyuncu çıkarılır. Dengbêjlikte
bunun tersini
görüyoruz.
Dengbêjin karşına
koro çıkarılır.
Koro divan-sahneye göre tercih
edilir veya edil-
mez. Dengbêjler genelde divanda toplu halde
dururlar. Ya biri söyler, diğeri tekrarlar. Ya biri
söyler, tüm koro tekrarlar. Ya bir dengbêj diğerinin karşısına geçer, atışır. Ya da dengbêj tek
başınadır. Tek kişilik performansını sergiler.”
w
iyatro yazarı, oyuncu ve yönetmen
Aydın Orak’la, yeni çıkan ‘Kürd Tiyatrosu – Mezopotamya’da Tiyatronun
Doğuşundan Kürd Tiyatrosuna’ isimli kitabını
ve Kürd tiyatrosunu konuştuk.
Kürd tiyatrosunun tarihsel olarak tüm
dönemlerinde politik özellikler taşıyan işler
ürettiğini belirten Aydın Orak, bunun nedenini ise, Kürdlerin yaşadıkları coğrafyada hep
savaş, yıkım ve katliamlar yaşamış olmasına
bağlıyor. Kürdlerin yanı sıra bu coğrafyada
yaşayan diğer halkların da tüm bunları yaşadığını ifade eden Orak, Kürd tiyatro tarihinin
yasaklarla dolu olduğunu da ekleyerek, “Gerek yaşadıkları ülkelerin yönetimleri, gerek
kendi içinde sansür ve oto sansür uygulamalarına maruz kalmıştır” diyor. Tüm bunları
göz önünde bulundurduğumuzda da bugün
sağlıklı bir Kürd tiyatro gidişatından bahsetmek mümkün değildir” diyen Orak, tarihsel
olarak parça parça, dönem dönem yapılan bu
tiyatronun hiçbir zaman rutin bir akışı yakalayamadığını belirtiyor. Orak, bundan sonraki
süreçlerde de bunun benzerlikler göstereceği
görüşünde. Doruk Yayınları’ndan çıkan Aydın
Orak’ın “Kürd Tiyatrosu - Mezopotamya’da
Tiyatronun Doğuşundan Kürd Tiyatrosuna”
adlı kitabı, tiyatro tarihinin görmezden geldiği, pek eşelenmeyen, literatüre dahil edilmeyen, ancak bu toprakların en eski tiyatro
tarihi ile birlikte var olan önemli bir kaynak
aynı zamanda.
Türkçe yayımlanan kitabın ileride diğer
dillere de çevrileceğini belirten Orak, Türkçe
yazılmasının nedenini ise, Kürdçe’de yeterince kaynak bulunamamasına bağlıyor. Kürd
tiyatrosuyla ilgili literatürdeki eksikliklerden
yakınan Orak, kitabın er geç Kürdçe’de de
yayınlanması gerektiğini belirterek, İngilizce,
Almanca, Fransızca gibi başka dillere çevrilmesinin de söz konusu olduğunu belirtiyor.
dolayısı ile Kürdler için tiyatro yapmak demek
yasaklarla birlikte karşılaşılan zorlukların beş
ile çarpılması anlamına geldiğini söyleyerek
şöyle devam ediyor: “1990’lardan önce Kürdçe
Oda Tiyatroları evlerde sahnelenmiş. Mamoste Cemil’in verdiği bilgiler önemlidir. Kitapta
detaylarıyla yer alıyor. O zamanlar ilan ve
duyurularla oyunlar sahnelenmiyordu. Kişisel
ilişkiler üzerinden evlerde sahneleniyordu.
Bu oyunlar dönemine göre politik oyunlardı.
Kürd tiyatrosu o dönemden bugüne halk
tiyatrosu biçemiyle devam etti. Geleneksel
köy seyirlik oyunları, metropollerde kendi
yorumları da katılarak sahneleniyordu. O
günün politik ve toplumsal olayları ağırlıklı
olarak oyun konusu olabiliyordu.”
T
w
T
Mustafa Ergün
SİNEMA
BasHaber
01 - 07 Ağustos 2016
15
SÖYLEŞİ
Alaylılar gitti mektepliler geldi
Güven Turgut’a ‘sinema ölmedi
hala film çevriliyor ama Yeşilçam öldü
diyorlar sen ne düşünüyorsun?’ diye
soruyoruz, Turgut sektörün sıkıntı-
Eski Yeşilçam oyuncularıyla İstanbul’da her karşılaştığınızda tümünün yüzünde, tanınmış olmanın memnuniyetini görebiliyorsunuz. Bu
memnuniyeti “yaşattığımız” biri de Güven Turgut. SİNE-SEN, SESAM gibi
sektörde örgütlü kuruluşların üyesi olan Turgut’la, kendisini, Yeşilçam’ı
ve sinemanın bugününü konuştuk.
larını ve Yeşilçam’ın neden bittiğini
oldukça derli toplu anlatmaya başlıyor.
Türkiye’de televizyon kanallarının
artmasıyla birlikte sinemaya gitme
döneminin hızla kapandığını evde,
“dizi” döneminin başladığını hatırlatıyor. Alaylı - mektepli farkından söz
ederek, Yeşilçam oyuncularının çoğunun dizi setlerine uyum sağlamaktan
uzak olduklarını belirtiyor. Sinemada
sufle, çekimden sonra seslendirme
varken çoğu dizide direkt seslendirme
yapıldığını dolayısıyla da ezber olayının
gerektiğini belirtip, biraz da gülerek
“alaylılar, ezberi pek beceremez” diyor.
Uzun süren dizilerin ciddi oyunculuk
tecrübesi istediğini ama Yeşilçam
emekçilerinin o kadar uzun performansı sergileyemediklerini dile getiriyor.
Yeşilçam’dan gelenlerin değil de tiyatrodan, konservatuarlardan gelen ezber
yapabilen ve uzun oyunculuk performansı gösteren kişilerin yeni sektörde
devam edebildiklerini belirtiyor. ’Bu
sebeplerle Yeşilçam’ın kavgacı, dayak
yiyen, kaçan kovalayan oyuncuları
sistem dışı kaldı’ diyor.
Cast ajansları oyuncu toptancılığı
Sektörün sorunlarını sıralayan
Turgut, cast ajanslarının da Yeşilçam’ın
bitmesinde ciddi bir etkisi olduğunu
belirtiyor. Yeşilçam’da tanıdıklar vasıtasıyla dönen “işe adam bulma” piyasasının şimdilerde binlerce oyuncunun
kayıtlı olduğu bilgisayar ortamında,
‘hizmet faturası’ kesebilen şirketler
üzerinden (Cast ajansları) dönüyor
diyor. Ajansların çoğunun elinde
binlerce oyuncu olduğunu belirtiyor.
Az ücret ile ajansların oyuncuları ve
amatör oyuncuları kendilerine bağladıklarından söz ediyor. Eskiden “gider
çekimini yapar yevmiyeni, haftalığını
alır giderdin” diyor. Şimdi yapımcıların
oyuncuların parasını direkt şirketlere
ödediğini belirterek, “paranı aydan aya
ve genelde de eskiye göre yarısı kadar
alıyorsun.” Ajansların kendi kârlarını
da bu oyunculuk ücretlerinden temin
ettiğini belirterek, yani bir anlamda
ajanslar, ’oyuncu toptancılığı’ taşeronluğu yapıyor diyor.
‘Terzilik de öldü ama neden bizi
mağdur gösteriyorlar’
Güven Turgut Yeşilçam ve Yeşilçam
çalışanlarıyla ilgili yapılan birçok kişisel
haberde çoğu zaman arkadaşlarının
mağdur, zavallı, çaresiz gösterilmesinden rahatsız. “Terzilik mesleği de neredeyse yok oldu, onları neden mağdur,
çaresiz, ezik göstermiyorlar?” Oldukça
anlaşılabilir bir duyarlılık bence. Şimdilerde yaptığı iş ne olursa olsun aklı yine
sinemada Turgut’un. Yeni projelerde
oynamayı düşünüyor yine de. Yaşlılık
projesi de hazır. Tarsus’a dönüp babadan kalma 5 dönüm arazide ev yapıp,
çiftlik hayatı yaşamak istiyor. Güven
Turgut dâhil Yeşilçam emekçilerinin
neredeyse hepsi, emekli olmalarını
kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri
bekliyorlar.
15
Kızıl uçurum
SENNUR BAYBUĞA
Red Cliff isimli bir film izledim. Çin’in
Üç Krallık Dönemi’nde meydana gelen ve
bir milyona yakın kişinin öldüğü söylenen
iç savaşı anlatıyor. Çin İmparatoru’nun
başbakanı, esasen İmparator’un yerine
geçme hırsı ile ve başka bir krallığın vasisinin eşine duyduğu ‘aşk’ nedeni ie Güney
Bölgesi krallıklarına savaş açıyor, yüz binlerce askeri bu ölüm kalım savaşının nesnesi yapmayı göze alarak.
Güneyliler sayıca az, sadece inandıkları şeyler var görünene göre
bir de zekaları ve bir de teknikleri…Çok kanlı bir savaş oluyor ve
yüz binlerce insan ölüyor, karısını zalim başbakandan da kurtaran
Güney Ordusu’nun komutanı, savaşın sonunda ‘bu bir zafer değil,
hiçkimse kazanmadı’ diyor ve başbakana da ‘şimdi nereye gidersen git’ diyerek sükunetli ve yalnız yoluna, binlerce genç ölüsünün
üstüne basa basa gidiyor sakin hayatına, sadece komutanların bir
kısmı ve kralların sağ çıktığı yüz binlerce gencin yerlerde kanlar
içinde yattığı bu sahne, filmin asıl sahnesi oluyor böylece.
Darbe girişiminin savılmasının ardından yapılan açıklamalar
ve sonrası ilan edilen OHAL, sokaklardan çekilmeyen halk, tüm
bunları bir yere kadar normal karşılamayı öğrendim. Ve şimdi
birkaç gündür, işinden çıkarılan doktorlar, üniversiteden atılan
hocalar, üniversitesi kapatılmış, kapıları dozerlerle devrilmiş,
bölümlerinde eşyaları kalmış mağdurlar -evet mağdurlar- peş
peşe huhuki destek için aramaya başlayınca durumun fecaati
başka bir duygu uyandırmaya başladı bende. Ne oluyor? Hiç mi
bitmeyecek.
Her gün birileri içeriye alınıyor ve hazır bir mühürle damgalanıyor, Cemaatçilik inkarı üzerine kurulu bir inanç sistemi
değilse, öyle olmadığını söyleyen insanlara ‘hayır sen onlardansın’
demenin manasının ne olduğunu bilmiyorum. ‘Bu tür dönemler’
diye başlayan cümlelerden artık yorgunluk geldi. Toplumun her
kesiminde kendine benzemeyene karşı duyulan öfkenin, şiddet
duygusunun ve elindekini alıp zaptetme arzusunun en tavan
yaptığı şu yıllarda; Arkadaşlar kendinizden olmayanı başkasının
elinden almak için fırsat mı kolluyorsunuz siz. Üniversiteleri
Cemaatçilerin sermayesi diye kapattınız diyelim ki orada üç kuruş
maaşla çalışan binlerce insanın tek kabahati sizin açtığınız ya da
devletin açtığı üniversitelerde işe girememiş olmak mıdır? Ya da
açığa aldığınız doktorlar, hakimler savcılar, memurlar, öğretmenler, nasıl bir ‘tehlike’ ile sarmalanmış yaşamışız biz. Diğer yandan
ve mesela yargının siyasallaşmasının nedenlerini ortadan kaldırmak yerine yeni bir kıyımla müesses nizamın olduğu gibi devamını
teminden başka birşey yapmayacak mısınız ? Ülkeyi ne kadar süre
OHAL rejiminde yönetebileceğinizi sanıyorsunuz, ben buradan
anlayamıyorum fakat yerini boşalttığınız insanların yerine koyabileceğiniz yetişmiş kadrolarınız var mı hakikaten?
Gözaltı süresi 30 gün olarak belirlenmiş, yazılanlardan anladığım, gözaltının ilk beş günü şüphelinin avukatı ile görüşmesinin
önüne geçecek düzenleme yapılmış ya da yapılacakmış. Oldu, o
ilk beş gün, 120 saat, kimin elinde ve nerede olduğunu bilmediğimiz insanların peşinde, kapılarda bekleriz ana-baba-çocuk avukat
olarak. 12 Eylül komutanlarından sağ kalanlara sorun, size gözaltı
süresi kaç gün olursa olsun uzatmanın yollarının ne olduğunu
da anlatsınlar, böylece 30 günü 90 güne tamamlarsınız ve biz de
50 yıldır bir milim ilerleyemedik diye bu memleketi nasıl bırakıp
gideceğimizin fantazisini eder dururuz.
Tek bir insanın, üç insanın, beş insanın karar vermedeki
hatalı tutumunun binlerce, belki milyonlarca insanı mağdur
etmesinde, kendi mağduriyetinin intikamının bu şekilde peşinde
koşan kendini içgüdülerine bırakmış insanların da sorumluluğu
var. Birbirimize bu kadar kötülük yapılmasına göz yummamak
gerekir, hain mezarlıkları, tuvalete çevrilmiş anne evleri, hatta
bunların hiçbirisi ile ilgisi olmadığı halde işinden gücünden evinden barkından edilen insanlar. Acılar ve haksızlıklar üzerinden
bir gelecek inşa etmek, o geleceği bugünden kire bulamaktır,
yapmayın, vicdanınızda yer açmayın böyle işlere arkadaşlarım, bu
savaşın kazananı olmaz!
16
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Ağustos16
2016
HEYKEL
Heykeltraş Güven Ateş:
Rüyam devasa bir Seyit Rıza heykeli
Sanatın en zor dallarından biri olarak görülen heykel,
insanın da en zorlu mücadelelerinden biri olarak
kabul edilmektedir. Demir, mermer veya
taş gibi biçimsiz maddeler sanatçıların
ellerinde esnetilerek, biçimlendiriliyor ve somut bir ifadeye
kavuşturuluyor. Heykeltraş Güven Ateş de bu sanatçılardan
birisi. Muhalif kimliği ile tanınan Ateş’in ‘en büyük hayalim’
dediği ve rüyalarını süsleyen çalışma ise 50 metrelik Seyit
Rıza heykeli. Ateş, heykelin evrensel dilini kullanarak kendini
ifade ediyor. Yaşama ve toplumsal olaylara karşı tavrını belirlemek için de heykeli araç olarak kullandığını belirtiyor. Kürd
heykeltraş Güven Ateş ile heykel sanatı üzerine konuştuk.
için hayat çok zor. Ekonomik olarak da durum
böyledir.
Çimen Gümüş
rg
Heykel sanatına nasıl başladınız? Neler
yapıyorsunuz?
Ardahan Göleliyim. 1977’den beri Ankara’da
yaşıyorum. 1993 yılında Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü
bitirdim. 1993’tan bu yana da heykelle uğraşıyorum. Hiçbir kuruma bağlı değilim. Serbest
çalışıyorum. Düş Art Sanat Atölyesi adında bir
atölyem var.
Heykel yaparken nasıl çalışıyorsunuz?
Daha çok hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Eserlerinizde yaklaşım, renk,
malzeme ve teknik açıdan izlediğiniz bir
yol var mı?
Klasik heykelde ağırlıklı soyutlama olduğu
için renk kullanmıyoruz. Başlarken yapmak
istediğimiz formu çamurdan oluşturuyoruz.
Sonra onu kalıplayıp istediğimiz malzemeye
ur
d
ak
iv
rs
.a
w
w
w
Şimdiye kadar kaç sergiye katıldınız?
Eserlerinizi nerelerde sergilediniz? Kendi
sergileriniz var mı ya da yakın zamanda
bir serginiz olacak mı?
Şimdiye kadar üç kişisel sergi yaptım. İlk
sergim Diyarbakır’da idi. Onun dışında sayısını
hatırlayamayacağım kadar karma sergilere
katıldım. Grup sergilerine katıldım. Heykel
sergisi diğerlerine göre biraz daha zor bir iş.
Kendine özgü koşullar gerektiriyor. O yüzden
çok sık sergi açma şansımız yok. Ancak 2-3 yıl
hazırlanıp, iyi bir organizasyondan sonra yapılabilir. Yakın zamanda bir sergi görünmüyor
ama yakında başlayacağım bir anıt heykel projesi var. Muş-Varto depreminin 50. yılı anısına
bir deprem anıtı yapacağım Varto’ya. Onun
şu anda maket proje hazırlık aşaması devam
ediyor. Çok yakın bir zamanda uygulamaya
başlayacağız.
.o
Nasıl heykeltraş oldunuz? Bu konuda sizi
destekleyenler oldu mu?
1993’ten beri profesyonel olarak heykel
yapıyorum. Güzel sanatların yetenek sınavına
girerken resim bölümünü istiyordum. Başvuruyu heykel bölümü atölyesi olarak yaptım.
Kuyrukta beklerken akademide yapılan heykeli
ilk o zaman gördüm. Ve o an tercihimi değiştirdim. Heykeli görünce çarpıldım. Meğer çocukluğumdan beri yaptığım bir şeymiş. Şaşırdım.
Çünkü benim heykel ezberim, Ulus’taki Atatürk heykeli, atın üzerinde, yüksekçe bir yerde
insana hükmeden, yine Güvenpark’taki Güven
Anıtı gibi insanı ezen ve ürküntü veren bir algı
değilmiş. Orada o güzel ve küçük heykelleri,
çamuru görünce, o an birinci tercihimi heykel
olarak değiştirdim. Heykel serüvenim böyle
başladı. Sonradan çocukluğumda yaptığım
şeylerle bağdaştırdım.
aktarabiliyoruz. Anıt heykeller dışında, heykeller tamamen atölye ortamında oluşuyor. Anıt
heykel olduğunda onun boyutuna uygun daha
yüksek tavanlı atölyelerde çalışıyoruz.
Çalışma süreciniz nasıl başlayıp, nasıl
sonlanır?
Bu yaptığımız işe göre değişiyor. Mesela
sipariş bir iş yapıyorsak, yaptığımız konunun görsel malzemelerini bir araya getirip, o
görsellerden faydalanıp heykeli oluşturuyoruz.
Yok eğer özgün bir iş yapıyorsak, tamamen
kendi yapmak istediğimiz formun detaylarını
süslüyoruz. Görsel oluşturuyoruz. Daha sonra
da istediğimiz malzemeden işte taş ise, taştan
yontarak yapıyoruz. Eğer bronz ya da metal
döküm yapacaksak, yine çamurdan form oluşturup onu kalıplayıp, döküm yaparak metal bir
malzemeye aktarıyoruz. Yani sipariş heykel ve
özgün heykel birbirinden farklı oluyor.
Daha çok hangi konulara odaklanıyor-
Heykel bölümünden mezun olanların çoğunluğu hayatlarına heykeltraş olarak
devam edebiliyor mu?
Maalesef bahsettiğim sorunlardan dolayı
edemiyor. Heykel bölümlerinden yıllardır
bir sürü insan mezun oluyor. Fakat bunların
çok az bir kısmı profesyonel olarak heykel
yapmaya devam ediyor. Bu ülkemizin heykelle
ilgili duruşundan kaynaklanıyor. Maalesef
az gelişmiş bir Ortadoğu ülkesiyiz. İslam’ın
çok ağır etkisi olmasından kaynaklı kendine
özgü bir heykel, sanat kültürü gelişmemiştir.
Heykelde bunların içinde en şanssız olanıdır.
Çok hayatın içine giremediği için ekonomik
kaygılardan dolayı insanlar başka alanlara
yöneliyor. Ve heykel sadece hobi olarak yapılan
bir şey olmuş oluyor.
Siz heykeltıraş olarak yaşamınızı nasıl
idame ettiriyorsunuz? Heykel dışında
yaptığınız bir iş var mı? Heykelden para
kazanılıyor mu?
Uzun bir zamandır bu işi yaptığım için
bilinen bir isimim. Sipariş alabiliyorum. Belediyelerle çalışıyorum. Biraz işin dekorasyon
kısmıyla da ilgileniyorum. Kendi alanımla alakalı çok sanatsal olmayabilir ama sipariş kopya
heykeller de yapıyorum. Uzun süredir heykelle
uğraştığım için benim yeni mezunlara göre
şansım biraz daha fazla. Ama buna rağmen
başka işler yapmak durumunda kalıyoruz.
Dekorasyon gibi.
Bir heykeltıraşın toplumla ilişkisi nasıl?
Sanatçı kendi çağının tanığıdır. Yaşanan şeyi
tarihe not eder. Görevi ve misyonu yaşanan
sunuz? Eserlerinizi tasarlarken nelerden şeyleri belge haline getirmektir. Onları gelecek
besleniyorsunuz?
kuşaklara aktarmaktır. Eleştirmek ve üretimleİşlediğim konular doğal olarak Türkiye’nin
riyle toplumsal bir bellek oluşturmaktır. Halkın
ekonomik, siyasal yapısından kaynaklı yaşadı- aydınlanmasına ön ayak olmak, gerçekleri gösğımız sıkıntılar oluyor. Ben Kürd bir heykeltıraş termek gibi bir misyonu vardır. Bunu sanatsal
olarak çocukluğumdan beri yaşadığım acıları
çalışmalarla yapmaktır.
ifade etmeye çalışıyorum. En çok canımı inciten konuları yani. Halepçe katliamı ile başladı.
Gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz
İşkenceler, katliamlar, gözaltılar, haksızlıklar,
nelerdir?
doğal olarak onlar meşgul ediyor sürekli zihniGerçekleştirmek istediğim çok sayıda projem
mi. Hayata çok başka bir gözle bakma şansımız var. Özellikle Kürd tarihindeki önemli şahsiyok çünkü hep acı, hep katliam yaşıyoruz. Do- yetlerin heykellerini yapmak. Mümkün olur
ğal olarak da yaptığımız işlere onlar yansıyor.
mu bilmiyorum. Bir Kürd heykeltraş olarak
Türkiye’de heykel algımız maalesef alanlarben Van’a Feqiyê Teyran heykeli yapmak istedaki Atatürk heykeli. Ama heykel öyle bir şey
rim. Doğubeyazıt’a Ehmedê Xanî, Diyarbakır’a
değil. Özgün heykellerin durumuna bakarsak
Şeyh Saîd ve Musa Anter heykelleri yapmak
bizde özgün bir heykeli tüketme kültürü yok.
isterim. En çok da Munzur’da Kutu Deresi’ne
İnsanlar galerilere gidip bir heykel satın alıp,
devasa bir Seyit Rıza heykeli yapmak isterim.
evlerinde ya da işyerlerinde sergilemiyorlar.
Katliamın yapıldığı Kutu Deresi bölgesini görBöyle bir kültür yerleşmemiş bu ülkede. Böyle düm, yeri de çok uygun. 40-50 metre yüksekolduğu için de heykeltıraş hele ki serbest
liğindeki devasa Seyit Rıza heykeli rüyalarıma
çalışan, sistemle bağı olmayan heykeltıraşlar
giriyor.
Download