Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 101/124 Bu Avluda yapılan törenlerin en görkemlilerinden biri de yılda dört kez yapılan ulufe törenleri ve bu olayla aynı güne denk getirilen elçi kabulü törenleridir. Kubbealtı / Divan-ı Hümâyûn Kanuni Sultan Süleyman’ın(1520-1566) saltanatının başlarında Mimarbaşı Alaüddin (Acem Alisi) tarafından yapılmıştır. Avlunun sol köşesinde Adalet kasrının önünde yer alan bina yan yana üç mekandan oluşur. Avlu tarafındaki kubbeli ilk mekan Divan-ı Hümâyundur. Bu odaya geniş bir açıklıkla bağlı olan diğer mekan ise Divan-ı Hümâyûn Kalemidir. Bu mekana küçük bir kapı ile açılan en sondaki kubbeli oda ise Defterhanedir. 1665 Harem yangınında bu bina da hasar görmüş ve IV. Mehmed tarafından yenilenmiştir. Yapının cephesinde III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde 1792, 1819 yıllarında yapılan onarımları belirten manzum kitabeler yer almaktadır. Kubbealtı, Divan-ı Hümâyûn’un ana toplantı yeridir. Adalet kasrına bitişik olan duvarında, yerden 3 m kadar yükseklikte bulunan demir parmaklıklı Kafes-i Müşebbek denilen altın yaldızlı parmaklıkları olan pencere ardından padişahlar Divan-ı Hümâyûn çalışmalarını izlerlerdi. Divan-ı Hümâyûn’un çalışması Osmanlı Devleti’nin idare edildiği yer olan Divan-ı Hümâyûn haftanın dört günü (Cumartesi, Pazar-Pazartesi, Salı) günleri toplanırdı. Dîvan’ın asil üyeleri olan Sadrazam ve 6 veya 9 kişiden oluşan Kubbealtı vezirleri; Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, Kubbe altındaki duvarın önünde yer alan divanda oturarak Devlet işlerini görüşürler ve dava dinleyerek sonuçlandırırlardı. Dîvan’da askeri sınıfa ait dava, veraset ve sair şer’i ve hukuki muameleleri gören kazaskerler vezirlerden sonra en yüksek rütbeli memurdu. Divan toplantılarının akabinde Padişah’ın huzuruna çıkılır ve o gün görüşülen konular özetlenirdi. Bugünkü Bakanlar Kurulu’nun vazifesini yapan Dîvan-ı Hümâyûn Kalemleri devletin bütün idari işlerine bakardı. 18. yy. ın sonlarına doğru hükümet işlerinin Sadrazam Sarayına (Bâb-ı Âli) nakledilmesiyle divan, kapıkulu askerlerine mevacip dağıtmak ve elçileri kabul etmek gibi sembolik bir konuma gelmiştir. Dış Hazine/Silahlar Seksiyonu Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır. Fatih döneminde II. Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı. Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı. 16. ve 17. yy. da dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı. Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı. Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi. Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır. Mimari Restorasyon ve teşhir yenileme çalışmaları nedeniyle 15 Aralık 2008 tarihinde ziyarete kapatılmıştır. Adalet Kulesi Padişahların divan toplantılarını dinledikleri Adalet Kasrı Fatih Sultan Mehmed döneminde bağımsız kule şeklinde bir bina olarak yapılmıştı. Benzerleri Edirne ve Manisa saraylarında da var olan yapının, Osmanlı Devleti’nin adaleti her şeyin üzerinde tuttuğunu ifade eden sembolik bir anlamı vardır. Çeşitli tamirler gören Adalet Kulesi Sultan II. Mahmud döneminde (1819-20) yıllarında tadil edilerek yükseltilmiştir. Daha sonra, 19 yy. da Sultan Abdülaziz döneminde bugünkü yüksek ve sivri külahlı görünümünü kazanmıştır. II. Avluya Bağlı Yapılar Adalet Meydanı denilen avlunun Marmara denizine bakan kuzey doğu revakları arkasında, bu avluya üç kapıyla bağlantılı ve 170 m. uzunlukta bir sokak etrafında sıralanan yapılardan oluşan ve bazı törenlerde binlerce kişiye servis yapabilen Saray Mutfakları bölümü yer alır. Mutfakların tam karşısında, kuzey-batı revakları arkasında ise II. Avluya nazaran daha alçak bir kotta yerleşmiş hanedan atlarının, çok zengin ve ihtişamlı koşum takımlarının bulunduğu Has ahır vardır. Kubbealtı yakınındaki küçük bir kapıdan girilen Zülüflü Baltacılar Koğuşu da Has ahır kotunda ve onun yanında yer alır. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 102/124 Mutfaklar Mutfaklara II. Avludaki revaklarda yer alan üç kapıyla girilir. Bu kapılardan ilki, Kiler-i Âmire kapısıdır. Orta da Has mutfak kapısı yer alır, Bab-üs-Saade’ye yakın son kapı ise Helvahane kapısıdır. Mutfaklar I. Avludaki diğer servis birimleri gibi bağımsız içe dönük, bir mahalledir. Burada avlu yerine dar-uzun iki taraftan saçaklı bir servis yolu vardır. On gözlü olan bu mutfaklar, Birûn ve Enderûn için yemek pişiriyordu. Her gün yüzlerce kişiye yemek yapan Mutfak personeli, Ulufe dağıtım günlerinde ve şenliklerde zengin ziyafet yemekleri hazırlamaktaydı. Mutfaklar güneyden başlayarak hiyerarşik bir sıralamayla sarayda yaşayanlara ve çalışanlara ayrılmıştı. En başta yer alan padişah mutfağında yalnızca onun şahsı için tek kişilik ve çok çeşitli yemek hazırlanırdı. Serçini de denilen baş aşçı 12 diğer usta aşçı ile birlikte padişahın yemeğini hazırlardı. Serçini aynı zamanda bu mutfaklardaki padişah için ve elçi kabullerinde kullanılan porselen yemek takımlarından da sorumluydu. Saray mutfakları için imparatorluğun değişik yerlerinden özelliği olan kaliteli malzeme, canlı hayvan, meyve, sebze ve baharat temin edilirdi. Hayli kalabalık bir kadroya sahip Mutfakların sorumlusu olan Matbah-ı Âmire Emini vezir rütbesine yakın derecede yüksek bir devlet memuruydu. Tatlıların yapıldığı helvahanenin başında da helvacıbaşı kalabalık bir ekiple görev yapardı. Enderûndaki kilercibaşının yönetimi altında çalışan bütün bu teşkilatın azilleri ve tayinleri de onun tarafından yapılırdı. Bu mekanların bugünkü kullanımları ise şöyledir. Kiler-i Âmire kapısından girilince sağda bulunan Vekilharç Dairesi yeniden tamir edilerek Müze atölyeleri haline getirilmiştir. Fotoğraf atölyesi ve kumaş konservasyon atölyesi de bu binadadır. Karşısındaki Kiler ve Yağhane binası ise tamirlerden sonra Müze Saray Arşivi olarak kullanılmaktadır. Müze teşhir salonları haline getirilmiş mutfaklarda, Çin ve Japon porselenleri ve Helvahane kısmında Osmanlı Bakır koleksiyonu sergilenmektedir. Aşçılar Mescidi ve Aşçılar Koğuşu ziyarete kapalıdır. Saray Arşivi Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerine ait en eski yazılı belgeler ile 19. yüzyıla kadar devlet ve sarayın işleyişiyle ilgili evrakların bulunduğu Saray Arşivi, gerek belgelerinin muhtevası gerekse koleksiyonunun zenginliği ile Topkapı Sarayı Müzesi’nin en önemli koleksiyonları arasındadır. Saray Arşivi’nden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekmektedir. İzinli olan Yerli ve yabancı bütün araştırmacılara açık olan Arşiv, Hafta içi her gün 9. 00-12. 00; 13. 00-16. 30 saatleri arasında hizmet vermektedir. Has Ahır II. avlunun Haliç yönünde Maliye hazinesi (Silahlar Seksiyonu), Kubbealtı ve revakların arkasında kalan alan, Has Ahırların bulunduğu bölgedir. Buraya Babü’s-Selam’ın sol tarafındaki meyilli bir yolla ulaşılır. Bu yolun II. Avludan sonraki kısmında Has Ahırların kapısı, cenazelerin çıkarılmasında kullanıldığı için Meyyit Kapısı adıyla anılır. Fatih Sultan Mehmed’in Has Ahırları, II. ve III. Avlu denilen Divan meydanı ve Enderûndaki binalardan sonra, Sûr-ı Sultâni’nin tamamlanması sırasında yaptırdığı bilinmektedir. Avlunun bir tarafını tamamıyla kaplayan Has Ahırda sadece sultan ve Enderûnun yüksek rütbeli kişilerinin bineceği seçme atlar bulunurdu. Uzun yapının kuzey ucunda, tek kubbeli bir mekan ve buna bağlı olan odalar Raht-ı Hümâyûn Hazinesi’dir. Hazinede padişah ve yüksek rütbeli kişilerin atlarında kullanılan değerli taşlarla süslenmiş koşum takımları, eğerler vs. muhafaza edilirdi. Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odalarının bulunduğu anlaşılır. Sarayın birun halkının önemli bir grubunu oluşturan Istabl-ı Âmire (Has Ahır) örgütünün 3000 kişinin üzerinde olduğu, sarayın bahçelerinde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bu kısma bağlı örgütlenme, tavla, atölye ve çeşitli binaların olduğu bilinir. Avlunun güney ucunda 16. yy. da yapılmış bir Camii ve hamam yer alır. Camii ve hamam daha sonra I. Mahmud döneminde(1730-1754) Harem ağası olan Beşir Ağa tarafından 18. yy. da yeniden yaptırıldığı için bina Beşir Ağa Camii olarak bilinir. Günümüze ulaşan yapı ziyarete kapalıdır. Geçici sergi salonu olarak kullanılmaktadır. Zülüflü Baltacılar Koğuşu Topkapı Sarayı’nda Zülüflü Baltacılar teşkilatıyla ilgili ilk yapılaşmanın Kanuni Sultan Süleyman döneminde olduğu sanılmaktadır. Bu sınıf hem haremin dış hizmetlerinde hem de Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn’un değişik görevlerinde bulunduğu için yer seçiminde bu hizmetler gözetilerek II. Avluya bağlantılı harem kapısına ve Divan-ı Hümâyûn’a yakın bir yerde yapılandırılmıştır. Baltacılar ocağı Sultan II. Murad döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Zülüflü Baltacılara bu ad başlarına giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle verilmiştir. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 103/124 Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yüklenmişlerdir. Harem yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama gibi haremin gözetilmesine ilişkin görevlerinin yanı sıra Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi Enderûnla ilgili bazı görevleri de vardı. Ayrıca, seferde Sancak-ı Şerif altında Kur’an okumak, saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri gerekli yerlere dağıtmak gibi dış görevleri de vardı. Saraydaki bütün koğuş yapılarından olduğu gibi, burada da taş kaplı avluyu çeşitli binalar çevreler. Bu binaların önemli bir kısmını Zülüflü Baltacıların dinlenme yeri olan çubuk odası, camekan ve yatma yerleri olan büyük koğuş oluşturur. Koğuşun mimarisi Türk evi boyutlarında, ahşap ve çok renkli olarak tasarlanmıştır. Enderûndaki III. Avlu ve Haremde yer alan koğuşlarda da 16. yy. da bu tek özgün örnekteki gibi bir mimari üslubun kullanıldığı varsayılabilir. Ziyarete kapalıdır. II-Bâb-üs Saade Simgesel özelliği nedeniyle sarayın en önemli kapısı Bâb-üs Saade’dir. Divan meydanı ile Enderûn okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. Avluya geçişi sağlayan bu kapı, Birun ile Enderûn’un düğüm noktası olması ve culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yeridir. Değişik dönemlerde bu kapı çeşitli adlar almıştır. Bunların en yaygın olarak kullanılanları Arz Kapısı, Akağalar Kapısı ve Bâb-üs Saade’dir. Enderûn ve Birun kavramlarını ve varlığını belirleyecek şekilde yeşil ve beyaz sütunlu bir revak ortasında, dışa doğru çıkıntı yapan bir kubbe ile kapı belirgin hale getirilmiştir. Önünde saray törenlerinin yapılacağı bu kapı ve revak bölümünün Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) tasarlandığı ve oluştuğu, söz konusu törenlerin yüzyıllar boyunca aynı yerde sürdüğü bilinir. Günümüze ulaşan kapı kubbesi ve saçaklarıyla avluya doğru önemli bir çıkma yapar. Karşılıklı üçer sütunun üzerine oturtulmuştur. Bu mimari görüntü 18. yy. ın ikinci yarısında Sultan III. Mustafa döneminde yapılmış olmalıdır. Kapının üzerindeki 1774 tarihli talik hatla yazılmış manzum tamir kitabesi bunu kanıtlar. II. Mahmud’un hattıyla Besmele ve tuğrası vardır. Büyük bir olasılıkla kapı çevresinin dekorasyonu 19. yy. da II. Mahmud zamanında (1808-1839) yenilenmiştir. Bu revak ve kapının önünde padişahların cülus törenleri ve bayram törenleri yapılırdı. Savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi. Divan’ın toplantı günlerinde saraya törenle giren sadrazam tarafından önüne gelinerek selamlanması da bu kubbeli kapının Sultanın varlığını ve kudretini ifade eden sembolik bir anlam taşıdığını gösteren en belirgin davranış örneğidir. Yerebatan Sarnıcı Tarihi “Bir Müslüman evinin avlusuna giriyor, karanlık ve rutubetli bir merdivenin son basamağına kadar iniyor ve kendimi İstanbul halkına göre nasıl bittiği bilinmeyen Bizans'ın büyük Basilika Sarnıcı'nın kubbeleri altında buluyorum. Karanlığın verdiği dehşeti daha da arttıran çivit renkli bir ışıkla yer yer aydınlanmış, yeşilimsi sular, kara kubbelerin altında kayboluyor, üzerinden sular sızan duvarları parlıyor ve her tarafta, budanmış bir ormandaki ağaç gövdeleri gibi gözün önüne dikilen bitmez tükenmez sütun sıralarını belli belirsiz ortaya çıkarıyor. ” Edmando De Amicis Tarihî Yarımada’nın ortasında bulunan Yerebatan Sarnıcı, 542 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray’ın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmıştır. Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı halk tarafından “Yerebatan Sarayı” olarak da anılmaktadır. Yabancı kaynaklarda geçen “Basilika (Basilica)” isminin ise sarnıcın yakınında bulunan Ilius Basilikası’ndan geldiği rivayet edilir. Yerebatan Sarnıcı 9. 800 m2’lik bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. Burada her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Belirli aralıklarla dikilen bu sütunlar, her sırada 28 tane olmak üzere 12 sıra meydana getirirler. Suyun içerisinde yükselen bu sütunlar uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlamakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer girmez etkilemektedir. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykeltraşlık sanatının şaheser örneklerinden biridir. Medusa’yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok efsane bu sarnıcı daha da gizemli kılar. Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılanbaşlı Medusa olumludur ve kendisine bakanları taşa Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 104/124 çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa’nın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannedilmektedir. Bir başka rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Uzun zamandan beri Zeus'un oğlu Perseus'u sevmektedir. Bu arada Athene de Perseus'u sevmekte ve Medusa'yı kıskanmaktadır. Bunun için Athene, Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokar. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesilir. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa'nın büyülendiğini düşünerek başını keser, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazanır. Bu vakıadan sonra Medusa'nın eski Bizans'ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenmektedir. Sarnıç kurulduğundan günümüze kadar çeşitli onarımlardan geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde iki defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı III. Ahmet zamanında (1723) Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. İkinci onarım ise Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) zamanında olmuştur. Cumhuriyet Dönemi’nde de sarnıç 1987’de İstanbul Belediyesi tarafından temizlenerek ve bir gezi platformu yapılmak suretiyle ziyarete açılmıştır. 1994 Mayısı’nda yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçmiştir. İstanbul gezi programlarının ayrılmaz bir parçası olan bu gizemli mekâna, bugüne kadar ABD eski Başkanı Bill Clinton’dan tutun Hollanda Başbakanı Wim Kok’a, İtalyan eski Dışişleri Bakanı Lamberto Dini’den İsveç eski Başbakanı Göran Persson’a ve Avusturya eski Başbakanı Thomas Klestil’e kadar birçok kişi konuk oldu. Hâlihazırda İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür A. Ş. tarafından işletilen Yerebatan Sarnıcı, müze olmanın yanında ulusal ve uluslararası birçok etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi T. C Kültür Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü Sultanahmet Semti'ndeki Gülhane Parkı girişinin sağından Topkapı Sarayı Müzesi'ne çıkan Osman Hamdi Bey Yokuşu üzerindedir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri; Arkeoloji Müzesi, Eski Sark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç müzeden oluşmaktadır. 19. yüzyıl sonlarında ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından Müzei Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 13 Haziran 1891'de ziyarete açılmıştır. “İlk Türk Müzesi” olarak taşıdığı önemin yanı sıra dünyada müze olarak inşa edilmiş az sayıdaki müze binası arasında yer almasıyla da büyük önem ve ayrıcalığa sahiptir. Çeşitli kültüre ait bir milyonu aşkın eseriyle bugün de dünyanın en büyük müzeleri arasındaki seçkin yerini korumaktadır. Müze koleksiyonları arasında Balkanlar'dan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopotamya'dan Arap Yarımadası'na ve Afganistan'a kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer alan bölgelerden değişik uygarlıklara ait zengin ve çok önemli eserleri barındırmaktadır. ARKEOLOJİ MÜZESİ Arkeoloji Müzesi iki ayrı binadan oluşmaktadır ; I) ANA BiNA (ESKi BiNA) Osman Hamdi Bey tarafından 1891 yılında yapımına başlanmış, 1902 ve 1908 yıllarındaki ilavelerle bugünkü durumuma gelmiştir. Mimari Alexadre Vallaury’dir. Binanın dış cephesi İskender Lahti ve Ağlayan Kadınlar lahitlerinden esinlenerek yapılmıştır. İstanbul’daki Neoklasik yapıların güzel bir örneğidir. İki katlı binanın üst katında küçük boyutlu tas eserler, çanak çömlekler, pişmiş toprak heykelcikler, Hazine Bölümü ve yaklaşık 800. 000 sikke, mühür, nisan, madalya ve sikke kalıplarının bulunduğu Gayri İslami ve İslami Sikke Kabineleri ile 70. 000 civarında kitabi bulunan kütüphane yer almaktadır. Binanın alt kat salonlarında; İskender lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti, Satrap Lahti, Lykia Lahti, Tabnit Lahti gibi Sayda kral mezarlarında bulunan ünlü lahidler sergilenmektedir. Lahitler sergilemesinin yani sıra, önemli antik kent ve bölgelerden gelen heykel ve kabartmaların yer aldığı Antik Çağ heykelciliği sergilemesi de alt katta bulunmaktadır. Bu sergilemede Arkaik Dönemden Bizans Dönemine kadar olan heykel sanatı gelişimi kronolojik sıralama içinde en seçkin örneklerle verilmektedir. II) EK BİNA (YENİ BİNA) Ana binanın güneydoğu bitişiğinde yer alan ek bina 6 katlidir. Zemin altındaki iki katta depolar yer almaktadır. Binanın dört katı ise sergileme salonu olarak düzenlenmiştir. Binanın 1. katında "Çağlar boyu İstanbul", 2. katında "Çağlar boyu Anadolu ve Troia" ile en üst katta "Anadolu'nun Çevre Kültürleri; Kıbrıs, Suriye - Filistin" sergileme salonları bulunmaktadır. Ek binanın giriş katında ise Çocuk Müzesi ile mimari eserler sergilemesi yer almaktadır. Ağustos 1998'de ziyarete açılan Thrakia-Bithynia ve Bizans sergileme salonu "İstanbul'un Çevre Kültürleri" adi altında giriş katinin hemen altındaki kotta gezilebilmektedir. Müze 100. kuruluş yıldönümü olan 1991 yılında alt kat salonlarında yapılan yeni düzenleme ve ek bina sergilemesi ile Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü almıştır. ESKİ SARK ESERLERİ MÜZESİ Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 105/124 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Okulu) olarak yaptırılan bina 19171919 ve 1932-1935 yılları arasında yapılan çalışmalarla müze olarak düzenlenmiştir. 1963 yılında ziyarete kapatılmış olan bina, 1974 yılında iç mekanları değiştirilip yeni bir sergileme ile tekrar ziyarete açılmıştır. İki katli binanın üst katında Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arap eserleri sergilenmektedir Akad Kralı Naramsin'ın steli, Kades Antlaşması ve Zincirli heykeli müzenin ünik eserleri arasında yer almaktadır. Bu müzede ayrıca 75. 000 çivi yazılı belgenin korunduğu "Tablet Arşivi" bulunmaktadır. ÇİNİLİ KÖŞK MÜZESİ Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472 tarihinde yaptırılan köşk İstanbul'daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden birisidir. l875-1891 yılları arasında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kullanılmıştır. l953 yılında Türk ve İslam eserlerinin sergilendiği Fatih Müzesi adi altında ziyarete açilmiş, 1981 yılında konumu nedeniyle İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne devredilmiştir. Köşkün giriş cephesi tek, arka tarafı ise iki katlidir. Girişte 14 sütunlu mermer bir revak vardır. Giriş eyvanı mozaik çinilerle süslüdür. 6 oda ve bir orta salondan oluşan köşkte Selçuklu ve Osmanlı Dönemine ait çeşitli çini ve seramikler sergilenmektedir. Müze ve depolarında yaklaşık 2000 eser bulunmaktadır. Osman Hamdi Bey Yokuşu, Gülhane, Eminönü Tel : (0212) 520 77 42 Faks : (0212) 527 43 00 Pazartesi dışında her gün 09. 00-17. 00 saatlerinde ziyarete açıktır. 15. Gün: 06. 02. 2010 CUMARTESİ - İSTANBUL (DÜNDEN DEVAM) Dolmabahçe Sarayı ULAŞIM: Karaköy’den Sarıyer’e uzanan sahil şeridinin, Kabataş ve Beşiktaş arasında kalan bölümünde kalıyor. Marmara Denizi’nden Boğaziçi’ne deniz yoluyla girişte sol sahilde. Üsküdar’ın tam karşısında yer alan saraydır. Saray; mevcut hiçbir sarayda olmayan bir zenginlik ve ihtişama sahip. Batı ile ilişkilerin yoğunlaştığı, 19 ncu yüzyılda; Boğaz girişinde, bir prestij yapısı olarak inşa edilmiş ve hızla büyümekte olan kentin siluetini de değiştirmiştir. YAPIMI: Sarayın; günümüzde bulunduğu alan; günümüzden yüzyıllar öncesine kadar, Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemilerinin demirlediği, Boğaziçi’nin en büyük koy’larından biriydi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy; zamanla bataklık haline gelir. Ancak; 17 nci yüzyılda, doldurulmaya başlanır ve Padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “Hasbahçe” ye dönüştürülür. Bu bahçede; çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu; uzun süre; Beşiktaş Sahil sarayı olarak anılır. Ancak; 18 nci yüzyılın sonlarına doğru; Sultan Abdülmecit; eski Beşiktaş Saray’ın da bir süre oturduktan sonra; ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupa’i plan ve üslupta, bir saray yapılmasına karar verir. Burada bulunan ve daha önce yapılan köşkler yıktırılır ve 1843 yılında, Dolmabahçe sarayının inşasına başlanır. Mimarı: Ermeni mimar Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigogos Balyan’dır. Saray inşaatı; 1855 yılında biter. Denizin doldurulması ile elde edilen alana yapıldığı için: saraya “Dolmabahçe” adı verilir. 1855 yılında bitirildiğinde; açılış töreni, Rus’lar ile yapılan Paris Andlaşmasının ardından yapılır. 7 Haziran 1856 tarihinde resmen açılır. Böylece: Osmanlı imparatorluğunun yönetimi buraya taşınır. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 106/124 (Küçük bir ayrıntı: yönetim, 1877 ile 1909 yılları arasında, Yıldız Sarayına taşınır, daha sonra ise, 1922 yılına yani Saltanatın kaldırılışına kadar, yönetim yine, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında bulunur) Her şey iyi güzelde. İşin en kötü yanı ne biliyormusunuz? Elbette, ekonomik yönü. Osmanlı devletinin en kötü zamanlarında, saray yapımı için harcanan milyonlar. Abdülmecit döneminde, üç milyon kese altın olan sarayın borcu, Maliye Hazinesinden ödenince, zor durumda kalan Maliye; aylıkları, ay başı yerine ay ortasında, daha sonraları ise, 3-4 ayda bir ödemek durumunda kalmıştır. Esas ilginç olan; 5 milyon altına yaptırdığı bu sarayda, Sultan Abdülmecit, yalnızca altı ay yaşayabilmiştir. Elbette: takip eden dönemde, yerine geçen, Sultan Abdülaziz devrinde; ekonomi tam bir iflas halinde. Sarayda, israf son haddini bulmuş. 5320 kişinin hizmet verdiği saray da, yıllık masraf: 2 milyon İngiliz sterlimi. Ancak: Sultan Abdülaziz , ölen kardeşi kadar Batı’ya hayran değil. Alaturka bir yaşama meraklı. Bir kısım olaydan sonra; padişah tahttan indiriliyor ve 1876 tarihinde, tahta, Sultan V.Murat geçiriliyor. Sultan V.Murat: Sirkeci’den Dolmabahçe sarayına, saltanat kayığı ile getirilirken, aynı saatlerde, Abdülziz de, başka bir kayıkla, Topkapı Sarayı’na götürüldü. Evet; V.Murat’tan sonra, tahta II.Abdülhamit çıkar. Ancak; suikastten sürekli olarak kuşkulanan yeni padişah, Dolmabahçe Sarayında oturmaktan vazgeçerek; Yıldız Sarayına taşınır. Büyük masraflarla inşa edilen saray; 33 yıl boyunca, yılda iki kez, Büyük Muayede Salonunda düzenlenen bayram törenlerinde kullanılır. Derken tahta çıkan; Sultan Vahdettin’de; Yıldız Sarayında oturmayı tercih eder. Ancak; Vatanı Dolmabahçe Sarayından terk eder. Yeni Cumhuriyet ilan edildikten sonra; Dolmabahçe Sarayı boşalır. Buraya: Atatürk, üç yıl hiç uğramaz. Onun döneminde saray; iki yönden önem kazanır. Yabancı konukların burada ağırlanması, kültür ve sanat bakımından sarayın kapılarının dışarıya açılması. İran Şahı Pehlevi, Irak Kralı Faysal, Ürdün Kralı Abdullah, Afgan Kralı Amanullah gibi dönemin çeşitli devlet başkanları, Atatürk tarafından, Dolmabahçe Sarayında Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 107/124 ağırlanır. Atatürk; geçen süre içinde, İstanbul ziyaretlerinde, kendisi de, Sarayı ikametgah olarak kullanır. Ancak; burada yaşanan en önemli olay, elbetteki; Büyük Önder, Mustafa Kemal Atatürk’ün; 10 Kasım 1938 tarihinde burada vefat etmesidir. Atatürk; Sarayın, 71 numaralı odasında, hayata gözlerini yumar. Muayede Salonun’da kurulan katafalga konan naaşı önünden, son saygı geçişi yapılır. Atatürk’ten sonra; Saray; İstanbul’a gelişlerinde, yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından kullanılır. 1952 tarihinden sonra; Saray; Millet Meclisi İdare Amirliği tarafından, haftada bir gün olmak üzere, halka açılır. 25 Haziran 1979 tarihinde ise, Millet Meclisi Başkanlık emriyle, turizme açılır. SARAYIN GENEL ÖZELLİKLERİ: Evet, Sarayın cephesi; Sultan I.Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Saray; İstanbul boğazı’nın Avrupa kıyısında, 600 m. boyunca uzanır. Saray: 250 bin m.kare alan üzerine kuruludur. Ana binası dışında; 16 ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler: saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane, Mefruşat Dairesi ve atölyelere kadar uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlar için ayrılmış yapılardır. Üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Sarayın temelleri: kestane ağacı kütüklerinden yapılır. Deniz tarafındaki rıhtımın yanı sıra, kara tarafında da, birisi çok süslü, iki abidevi kapı vardır. Sarayın ısıtılması: önceleri, alttan fırına benzer bir düzen ile ısıtılıyormuş. Kalorifer ve elektrik sistemi; daha sonradan eklenmiş. Sarayın; kuzey eklenti bölümü; şehzadelere tahsis edilmiş. Girişi; Beşiktaş semtinde olan yapı, günümüzde “Resim ve Heykel Müzesi “olarak kullanılıyor. İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halıları, perdeleri ve diğer tüm eşyası; orijinal haliyle günümüze kadar gelmiştir. Duvar ve tavanlar: devrin Avrupalı sanatkarların resimleri ve tonlarca ağırlığındaki altın süslemeler ile dekore edilmiş. Önemli oda ve salonlarda; her şey aynı renk tonlarına sahip. Bütün zeminler; birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplanmış. Meşhur Hereke ipek ve yün halılar; Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilmiş. Sarayın temel ve dış duvarları: masif taştan, bölme duvarları harman tuğlasından, döşeme, tavan ve çatılar ahşap olarak yapılmış. Pencere doğramaları: meşe kerestesinden, kapılar: maun, ceviz veya daha kıymetli kerestelerden imal edilmiş. Çıralı çam keresteler Romanya’dan, meşe dikme ve hatıllar Demirköy ve Kilyos’tan, kapı, lambri ve parke keresteleri de Afrika ve Hindistan’dan getirtilmiş. Bakmayın bu kadar ihtişama, bunların hepsi borçla alınan, sonuçta Maliyeyi iflas ettiren başlıca etken olmuş. Atatürk, 1938 yılında, İstanbul’u ziyaretinde, burayı ikametgah olarak kullanır ve daha sonra bu sarayla vefat eder. GÜNÜMÜZ: Sarayın içinde bulunan: selamlık ve harem bölümü; günümüzde müze olarak kullanılıyor. Girişteki Mefruşat Dairesinde; İhtisas Kütüphanesi ve Hazine-i Hassa Arşivi; araştırmacılara hizmet vermektedir. Avlunun içinde; kafe ve saraylarla ilgili tanıtım malzemelerinin satışının yapıldığı bölüm bulunuyor. Sarayın Veliaht Dairesi: günümüzde, Resim-Heykel Müzesi olarak kullanılıyor. Milli Saraylara bağlı; saray ve köşk bahçeleri, 1992 yılında “Aga Khan Mimarlık “Ödülünü aldı. Sarayın: iki bahçesi, toplantı mekanı olarak da kullanılıyor. Selamlık Has Bahçe; banket düzeninde 1000, kokteylde 1500; Muayede Salonu ön bahçesi: banket düzeninde 400 ve kokteylde ise 600 kişi kapasitelidir. GEZİ ROTASI: SAAT KULESİ. Dolmabahçe saat kulesi: Bezmi Alem Valide Sultan Camii ile, Hazine Kapı arasında kalan bahçe üzerinde; 1890-1894 yılları arasında Sultan II.Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır. Üzerinde: Sultan Abdülhamid dönemine ait Osmanlı arması var. Kulenin yüksekliği: 30 m. Dört köşesinde fıskıyeler bulunan mermer bir platform üzerine oturmuş. Kule: dört katlı. Birinci katında: giriş kapısı ve üzerinde: barometreler var. Son katta: saatler var. Son kat: bir balkonla başlayıp, bir tepelikle bitiyor. Süslemede: kapı ve pencereleri çevreleyen, çifte sütunlar kullanılmış. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 108/124 KAPILAR: Kara tarafında; Hazine-i Hassa Dairesi ile Mefruşat Dairesi arasında; Hazine kapısı var. Dışta; Bayıldım Bahçesi tarafına, içte Hasbahçe’ye açılan; Saltanat Kapısı var. Bu iki kapı: Sarayın protokol kapılarıdır. Diğerleri ise; Bendegn Kapısı, Kuşluk Kapısı, Valide Kapısı ve Harem Kapısıdır. Kara tarafındaki kapı özellikle mutlaka görmeniz gereken bir anıt. Üzerinde: Abdülmecit’in tuğrası var. Koridorlu iki yüksek duvar arasında bulunuyor. Bir taraftan bayıldım bahçesine, diğer taraftan da Hasbahçe’ye bakan kapının, demirden yapılmış, iki kanadı var. Abidevi bir görümünü bulunan kapının; girişinde, her iki tarafta da birer sütun var. Kapı: büyük panolar içine alınmış madalyonlardan sonra, ikiz sütunların kullanılmasıyla taçlandırılmış. İçte ve dışta, ikişer kulesi var. Saltanat kapısı; yabancı ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor. Burada; nöbet tutan askerlerimiz, buraya ayrı bir hava veriyor. Dikkat ederseniz; nöbet esnasında asla kıpırdamadıklarını, özellikle yüz ifadelerinin asla hareket etmediğini göreceksiniz. Yalnızca; deniz tarafındaki nöbetçiler; Türk bayrağı bulunan herhangi bir deniz taşıtı geçtiğinde; ellerindeki tüfek ile, selam duruşuna geçiyorlar. Bayrağa saygı. Bunların dışında; deniz cephesinde, rıhtıma merdivenle inilmesine olanak veren; demirden, oval konumlu, beş tane yalı kapısı bulunuyor. Ortadaki büyük kapı: Saltanat Deniz Kapısı olarak biliniyor. Muayede Salonuyla, aynı eksende. Kapılardan; Mabeyni Hümayun girişine yakın olanı ise; Vezir İskelesi Kapısı olarak biliniyor. BAHÇELER: Bugün, saray duvarları arasında kalan bahçelerde; Batılı anlayış uygulamaları görülmekte. Yakın zamana kadar; Dolmabahçe Caddesinin kara tarafından yer alan Bayıldım Bahçesinde ise, Türk Bahçesinin özellikleri korunmuş. Sarayın: kara ve deniz tarafındaki bahçelerde; Avrupa etkileri görülüyor. Heykel ve vazoların kullanılması, bahçe fenerlerine yer verilmesi, havuzlar, Batılı bahçe düzenlemelerinin başlıca özellikleridir. Çünkü; bahçelerde görevlendirilen bahçıvanlar bile, Avrupa’dan getirtilmişler. Sarayın ana yapı ile Dolmabahçe Caddesi arasında kalan, yüksek duvarlarla birbirinden ayrılan iç bahçeleri, dört ana bölümden oluşuyor. HASBAHÇE: Mabeyn veya Selamlık Bahçesi olarak biliniyor. Buraya: Hazine Kapı ile Saray girişi arasından geçiliyor. Ortada büyük bir havuz ve bu havuz çevresinde daire şeklinde düzenlenmiş, iç içe iki yürüme yolu var. Havuzun ortasında yer alan kuğu figürlü fıskiye: Yıldız Sarayından getirilmiş. Bahçede; İstanbul’un doğal ikliminde rastlanılmayan, değişik ağaç türleri var. KUŞLUK BAHÇESİ: Muayede Salonunun kara tarafında bulunan ve bir yanındaki Hasbahçe ve diğer yanındaki Harem Bahçesinden yüksek duvarlarla ayrılan bölümdür. Hasbahçe’ye göre daha kapalı, derin gölgeler sağlayan sık ağaçlarıyla daha loş ve gizemli bir bahçedir. Osmanlı döneminde, dünyanın birçok yerinden getirilen ve hediye edilen çeşitli hayvanların yetiştirildiği Kuşluk binasında; günümüzde de tavus kuşları, sülünler, hint tavukları, papağan türleri ve muhabbet kuşları yaşatılmaktadır. HAREM BAHÇESİ: Harem bölümünü oluşturan “L” biçimindeki blok’un, kara tarafında bulunur ve daha çok bir iç avlu havasını taşır. Kuşluk bahçesinden Harem bahçesine geçişte , bilinen ağaç türleri arasında en uzun ömürlüsü olan bir Sekoya bulunmaktadır. SELAMLIK: MEDHAL (GİRİŞ) SALON: Hasbahçe’ye çıkılan merdivenlerin sonundaki Giriş Salonu; sarayın ana giriş yeridir. Saraya gelen önemli ziyaretçilerin ve protokol’un kullandığı bu bina ve çıkış mekanı; sarayın kurulduğu günden bu yana işlevini korumuştur. Sarayda, orijinal dekorasyonu korunmuş mekanlardandır. Salona girildiğinde: iki yanda görülen büyük masaların tablalarında; Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Sarayı yaptıran bu sultanın tuğrası; salonda, şömine tablalarında bulunan lacivert vazolarda ve kapı üstlerinde de var. Sultanın tuğralarının yanı sıra; sarayın giriş salonu olarak imparatorluğun görkemini ilk girişte vurgulamak amacıyla; gayet zengin döşenmiştir. Kristal avizeler, şamdanlar ve dört porselen şömine üstünden yükselen kristal parçalarla dekore edilmiş nişlerle göz kamaştırmaktadır. Giriş salonunun ortasında asılı bulunan 60 kollu kristal avize, İngiliz yapımıdır. Giriş salonunda: sağda ve solda yer alan büyük Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 109/124 boyutlu porselen vazolar, Sultan II.Abdülhamit tarafından kurulan Yıldız Çini ve Porselen Fabrikasında üretilmiştir. Salonun oturma takımlarının döşemesinde: Hereke kumaşı kullanılmıştır. Perdelerde; protokol rengi olan kırmızı tercih edilmiştir. Cumhuriyet döneminde: 1932, 1934 ve 1936 yıllarında gerçekleştirilen, ilk üç Dil Kurultayı ile 1937 yılında düzenlenen II.Tarih Kongresi, bu salonda yapılmıştır. Halen, devlet protokolu tarafından, zaman zaman önemli davet ve toplantılarda kullanılmaktadır. KRİSTAL MERDİVEN: Sarayın protokol girişinde, üst kata çıkış bölümü, kristalden yapılma tırabzan parmaklıkları nedeniyle, Kristal Merdiven olarak anılıyor. Saltanat Merdiveni olarak da tanımlanan bu merdiven, sarayın hizmet katını, devlet katına bağlıyor. Merdivenin tırabzanları: kesme kristallerden. Bu kristaller; büyük bir avize ve gün ışığını doğrudan içeri alan cam tonoz örtü ile birlikte, parlak ve ışıklı bir ortam oluşturuyor. Merdivenlerden; Süfera Salonuna açılan kapıların önündeki fildişi ve gümüş şamdan ve buhurdanlıklar: Hicaz Valisi Ahmet Reşit Paşa’nın, Sultan II.Abdülhamit için, tahta çıkışının 25’nci yılı armağanı. Yine, burada, büyük boyutlu, Uzakdoğu kaynaklı, mavi beyaz vazolar var. Merdivenin; deniz ve kara tarafında görülen Türk saatleri, saat başlarında, altı ayrı Osmanlı Marşını çalıyor. Bu salonda yer alan Rus işi, iki büyük gümüş çiçeklik de, salona zenginlik katan unsurlar. SÜFERA (ELÇİLER) SALONU: Sarayın önemli protokol salonlarından biridir. Salon: sultana güven mektuplarını sunmaya gelen elçilerin, maiyetlerinin bekletildiği bir mekandı. Yabancı devletler nezdinde, Osmanlı imparatorluğunun ihtişamını vurgulayan mekan, altın varak süslü tavanı, büyük kristal avizesi, ayaklı kristal şamdanları ve Avrupa porseleni şöminelerin üzerindeki kristal yüzeylerin pırıltısı ile göz kamaştırıcıdır. Bu salonda, İngiliz avizelerinin seçkin bir örneği bulunmakta. Salonun altın varaklı oturma takımları, tavan bezemesiyle bütünleşen yaldızlı ve lakeli kornişleri, perde ve döşemesinde kullanılan süsen çiçeği desenli krem rengi Hereke kumaşı, genel olarak aydınlık bir etki yaratıyor. Salonun: deniz, kara ve Hasbahçe tarafına uzanan kanatlarını belirleyen sütunların önlerinde bulunan Pietre Dure tablalı sehpaların, som gümüş ayakları, imparatorluğun estetik zenginliğini yansıtıyor. Bu sehpaların tablalarında görülen taş kakma işçiliği, 16’ncı yüzyıldan başlayarak İtalya’da uygulanan zahmetli fakat eşsiz eserler ortaya çıkaran bir tekniktir. Salonun kara tarafında bulunan piyanonun üzerinde, Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Hasbahçe tarafında bulunan, gümüş ayaklı ve dört yüzlü saat, Mısır Hidivi’nin Sultan II.Abdülhamid’e tahta çıkışının 25’nci yılı hediyesi. SELAMLIK-ELÇİ KABUL ODASI: Bu oda, elçilerin Osmanlı Sultanı tarafından kabul edildikleri, güven mektuplarını sundukları mekan. Osmanlı siyasal tarihinde, önemli pek çok olay Elçi Kabul Odası olarak bilinen bu odada geçmiş. Altın varaklı, kasvetli tavanı, kumaş dokusunu andıran çok renkli kalem işleriyle bezeli duvarlarıyla, sarayda özellikli bir mekandır. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 110/124 Odanın halısında, mobilya takımlarında ve perdelerinde kullanılan Hereke kumaşında hakim renk; kırmızıdır. Görünüşü zenginleştiren altın varaklı kornişler, yekpare görünümü verecek şekilde düzenlenmiştir. Kırmızı oda olarak da anılan mekan, imparatorluğun görkemini yansıtır. Kapının iki yanında yer alan kristal şömineler, süsleme unsuru ile uyumlu koyu kırmızı renkte kristallerden yapılmıştır. Burada; ünlü Rus ressam Aivazovsky’nin “Denizde Bir Yelkenli” ve “Fırtınalı Deniz ve Manzara” adlı tabloları var. Odada bulunan oturma takımlarının arkalık taçlarında yer alan: top, tüfek vb. silahlardan oluşan kompozisyonun üstünde görülen ve Osmanlıyı simgeleyen hilal motifli takımın, saray için sipariş edildiğini göstermektedir. SELAMLIK-ZÜLVECHEYN SALONU: Zülvecheyn: iki cephemi anlamına gelen bir kelimedir. Bu bölüm: Dolmabahçe Sarayında hem iç ve hem de dış mabeyn ile bağlantı sağlaması nedeniyle, bu isimle adlandırılır. Padişahın çalışma ve kabul mekanı da olan bu salonun çoğunlukla dini törenlerde ve önemli günlerde kullanıldığı biliniyor. Burada: Mevlitler okunur, nikahlar kıyılır, Ramazanda huzur dersleri yapılırmış. Bütün bunlardan başka: Salonda, Sultan Reşad zamanında, yabancı konuklara ziyafetlerde verilirmiş. Harem hanımlarının, Selamlıkta bulunabildikleri tek mekan burası. Salonda: girişte geçilen çiçek resimleriyle süslü yaldızlı cam panolar ile zenginleştirilmiş kapıların, yerini içeri doğru ilerleyen bölümde daha sade kapılar alıyor. Bu mekanın girişinde, sağ ve solda, Eseri İstanbul tekniği sedef kakmalı büfeler, Çırağan Sarayından getirilmiş. Ayakları mitolojik hayvan figürleriyle bezeli, altın varaklı masanın üstünde; lacivert renkte bir Sevres vazosu var. Deniz tarafındaki kanapelerin önünde yer alan tablaların malakit taşı kaplama sehpalar, bu değerli taşın geniş yüzeylerinde kullanıldığı ender örneklerdendir. KÜTÜPHANE: Zülvecheyn Salonunun deniz tarafından birbirinde bağlı üç oda var. Bu odaların birine, son halife, Abdülmecit Efendinin zaman içinde oluşturduğu ve Dolmabahçe Sarayına taşınırken Veliaht Dairesinden getirdiği kütüphane yerleştirilmiş. Bu mekanda; aynı zamanda ressam olan Abdülmecid Efendi’nin bir oto portresi ve kütüphanesinde çekilmiş fotoğrafları asılı. Bu kütüphane; Abdülmecid Efendi’nin kendisinin topladığı kitap ve dergilerden başka; Atatürk ve İnönü dönemlerinde alınan ve hediye gelen kitap ve dergilerle daha da zenginleştirilmiş. Kütüphanede; çoğunluğu Osmanlıca ve Fransızca olmak üzere çeşitli dillerde ve konularda, 10 binin üzerinde kitap ve dergi bulunuyor. Ayrıca; Osmanlı Hanedanına ve dış ülkelere ait albümler ve fotoğraflar zengin bir görsel arşiv oluşturmaktadır. Kütüphanenin en ilgi çekici eşyası: arkalığında Sultan II.Abdülhamit’in armasını taşıyan koltuktur. Abdülmecid Efendi Kütüphanesi, 2004 yılında, ziyarete açılmıştır. HÜNKAR HAMAMI: Birbirine geçişli üç hacimden oluşuyor. Birinci hacim: dinlenme odası. Odanın mimari kompozisyonlu tavan bezemesinde; gün doğumu ve gün batımı manzaraları ile birlikte, göğe açılan göz yanılsamacı anlatım şekli var. Döşeme unsurları: diğer mekanlara göre daha sade olan bu dinlenme odasında, sarayın ikinci dikkat çekici “Murano” avizesi görülüyor. Hamam bölümüne geçişteki kırmızı çuha kaplı, kristal tokmaklı kapı üzerindeki panoda yer alan Abdülmecid tuğrası, sultana ait özel mekana girildiğini vurgulayan bir simge. Soğukluk ve sıcaklık bölümleriyle Hamam; Mısırdan getirilen “Alabaster” mermerinden kaplama duvarı ile, eşsiz bir mekandır. Sıcaklık kısmındaki kurnalar, gümüş muslukları çevreleyerek yukarı doğru taç oluşturan oymalı süslemeler, ince bir işçiliğin ürünüdür. Soğukluk bölümünün üst örtüsü: geleneksel Türk hamamlarında olduğu gibi düzenlenmiştir. Sıcaklık kısmı ise, Kristal Merdivenin tonozunda olduğu gibi, çelik strüktür ve cam ile yapılmıştır. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun.