TARİHLE YÜZLEŞMEK VEYA 101. YILDA HESAPLAŞMAK

advertisement
TARİHLE YÜZLEŞMEK
VEYA
101. YILDA HESAPLAŞMAK (*)
Sadi SOMUNCUOĞLU
28 Mayıs 2015
Sempozyumun değerli katılımcıları, aziz Vanlılar, sayın Vali, sayın Rektör, sayın bilim
adamları ve geleceğimizin teminatı sevgili öğrenciler hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sempozyumun Türk kültürünün önemli merkezlerinden ve I. Dünya Savaşında en çok
şehit veren ve zulüm gören illerimizden biri olan Van’da düzenlenmiş olması çok
anlamlıdır.
Tarihimizde adına “Ermeni Mezalimi” denilen kanlı olayların 101’inci (1914-2015)
yılındayız. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla başlayıp, kesintilerle zamanımıza
kadar gelen, günümüzde de “kan davasına” dönüştürülerek devam ettirilen bu önemli
meseleyle yüzleşmek yerinde olacaktır. Bunu yaparken, 241 yıllık sürecin temel
göstergelerine dayanarak yanlışları ve doğruları ortaya koymaya çalışacağız. Tabii I.
Dünya savaşında Osmanlı Devletinin uyruğundaki Ermenilerin, İtilaf Devletlerinin
safında yer alarak, 800-850 yıldır huzur içinde yaşadıkları kendi toplumu ve Devletiyle
neden savaştıklarına ve sonuçlarına yakından bakacağız.
Ancak konuya girmeden önce bazı tespitlerin yapılması gerekiyor. Ermeniler
asırlardır huzur içinde yaşadıkları ve Devlet içinde imtiyazlı bir statüye sahip oldukları
halde niçin 1860’dan itibaren isyan etmeye başladılar? Yine, I. Dünya Savaşında niçin
İtilaf güçleriyle birlikte olundu ve sivil halka yaygın katliam yapıldı? Bu soruların
cevabı bellidir. Büyük devletler zayıfladığını düşündükleri Osmanlı Türk Devletini
çökertmek ve paylaşmaya karar verdiklerinde, bu konuda Ortodoks Ermenilerin
önemini biliyorlardı. Bunun yanında yaygınlaşan milliyet duygularını da dikkate
alarak Ermenilere, “Size iki deniz arasında devlet kurduracağız vaadinde bulundular
ve buna inandırdılar.” Ermeni meselesinin temelinde hep bu beklentinin yattığı ve
gerçekleşmek bir yana felakete yol açtığı halde, tesirlerini eksilmeden günümüzde de
devam ettirdiği görülmektedir.
İki buçuk asra yakın bir zaman dilimini kapsayan bu dönemi, yukarıdaki tespiti
dikkatte tutarak tarihin akışına göre 9 bölümde inceleyeceğiz.
1
1. 1774-1878, Küçük Kaynarca ve Berlin Antlaşmaları ile Ortodoks
Ermenilerin koruma altına alınması siyaseti dönemi.
1700’den itibaren Osmanlı Katolikleri üzerinde başlayan misyoner çalışmaları ve 1740
Kapitülasyon anlaşması sonrasında Fransa, Katolikler üzerinde himaye yetkisini
kazanmıştır. Rusya ise bu imtiyazı, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ortodokslar
için elde etmiştir. Ermeni meselesinin başlangıcı olarak kaydedilmesi gereken tarih,
1877-78 Türk - Rus Savaşı sonrasında, Ayastefanos ve Berlin Konferansı Antlaşmaları
olmalıdır. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Maddesi ile Berlin Anlaşmasının 61.
Maddesinde Ermeni meselesi konusunda özetle şöyle denilmektedir:
" Osmanlı hükümeti Doğu Anadolu’da ilgili devletlerin gözetiminde Ermenilerle ilgili
olarak kapsamlı bir ıslahat yapmayı, Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini
sağlamayı garanti eder. " Antlaşmanın bu hükmüne göre; İngiltere, Rusya, Almanya,
Fransa, İtalya ve Avusturya’ya Ermenilerle ilgili konularda müdahale yetkisini almış
olmaktadır. Tarihte ilk defa bir devletin içişlerine karışma yolu, böylece açılmıştır.
Antlaşmalarda yer alan “Himaye” ve “Islahat” kavramlarının, insani ve masum bir
anlam taşımadığını; Osmanlı Türk Devletini paylaşmak üzere devrin güçlü
devletlerine, Ermenileri kullanma hakkının tanındığını söylemeye herhalde gerek
yoktur. Nitekim bu tarihten itibaren Osmanlı’ya karşı örgütlenme ve isyanların
yoğunlaşarak başladığı görülmektedir.
2. 1860-1914, Doğu Anadolu’da Ermeni Devleti kurma hayaliyle silahlı
Komitelerin kurulması ve isyanların başlaması dönemi.
Türk toplumuna genel olarak bakıldığında Müslümanlarla Ortodokslar arasındaki
ilişkilerde kayda değer bir rahatsızlığın olduğu söylenemez. Aksine, duyulan yüksek
güven dolayısıyla Ermenilere “sadık tebaa” statüsü verilmiştir. Bunun gereği olarak,
devlet hizmetlerinde Ermeniler en yüksek mevkilerde görevlere getirilmiştir. Bu
çerçevede, 22 bakan, 33 milletvekilli, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11
üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey memur görev yapmıştır. Osmanlı 1.
Meclisinde 10, 2. Meclisinde 11 Ermeni milletvekilinin bulunduğunu görüyoruz.
Ermenilerle ilişkiler bu kadar mükemmel iken, misyoner okullarının (zaman içinde
sayılarının bin 200’e ulaştığı tespit edilmiştir) çalışmaları ve yukarıda bahsi geçen
Antlaşmaların etkileri sonuç vermiş, çok sayıda Ermeni dernek ve komiteleri
kurulmuştur. Bunlar arasında ihtilalci ve acımasız karakterleriyle öne çıkan 1887’de
İsviçre’de kurulan Hınçak ve 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnaksütyun Komiteleri
dikkat çekiyor. Her iki Ermeni Komitesinin de programlarında, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da Bağımsız bir Devlet kurmayı amaçladıkları, bunun için silahlı eylemler
yapılacağı, isyanlar çıkarılacağı açıkça yazılmaktadır. Ermeni devleti kurma yolundaki
bütün isyancı eylemlerde Patriğin rol onadığı görülmektedir. Bu konuda Gülseren S.
Aytaş’ın şu tespitini örnek verelim: 1876 Ermeni Patriği Nerses’in İngiliz Büyükelçisi
Layard ile görüşmesinde;“Avrupa devletlerinin sempatisini çekmek için isyan zorunlu
2
ise, böyle bir hareketi başlatmakta zorluk bulunmadığını…Ermenilerin haklarını
takipte kararlı olduklarını, eğer bunları Avrupa’nın müdahalesi ile elde edemezlerse,
Rusya’ya müracaat edeceklerini ve Rusya tarafından ilhak edilinceye kadar
kışkırtmalara devam edeceklerini söylüyor ve muhtar bir Ermenistan teşkili için
iltimas talep ediyordu. Büyükelçi Layard ‘Ermenistan ile ne kastedildiğini sorunca’
Patrik; ‘Ermenistan, Van ve Sivas Paşalıklarını, Diyarbakır’ın büyük kısmını, eski
Kilikya Krallığını ihtiva edecektir.’ Layard’ın bu kadar büyük bir projenin tahakkuk
şansında şüphe ettiğini belirtmesi üzerine ise Patrik, Ermenilerin haklı taleplerine
kulak asılmayacak olursa, bahsettiği bu bölgenin Türk idaresine karşı toptan
ayaklanıp Rusya’ya iltihak edeceğini ifade ediyordu.”
Patriğin bu ifadeleri daha 1876, 77 ve 78 yıllarında sarf etmiş olması çok önemlidir,
anlamlıdır. Yine bu dönemde Armenakan, Hınçak ve Taşnak gibi silahlı örgütlerin
kurulması, 1860’da Zeytun’da başlayan ilk isyanın I. Dünya Savaşına kadar devam
etmesi; Savaşta, öncesinde ve sonrasında cephe gerisinde işlenen katliamlar ve Türk
Ordusuna karşı düşmanlarla bir olup savaşmanın gerekçesini, apaçık ve itiraz edilemez
bir şekilde vermektedir. Bu dönemdeki olup bitenler, açıkça ve doğru bir şekilde
ortaya konulmazsa, daha sonraki gelişmeleri izah etmekte güçlük çekebiliriz. Bu
bakımdan, dönemin özelliklerini, gelişmeleri ve insanlık suçu teşkil eden tertipleri iyi
bilmemiz gerekmektedir. Bu konuyu Justin McCarthy şöyle anlatıyor:
“Birinci Dünya Savaşına uzanan yıllar, Doğu’da kutuplaşmaların arttığı bir dönem
oldu. 1877-1878 Rus-Türk Savaşı, Müslümanların Anadolu’ya ve Ermenilerin de
Kafkasya’ya doğru, zaten var olan nüfus değiş tokuşuna yenilerinin eklenmesine yol
açtı. Savaş sırasında Kafkasya’daki Müslümanların Osmanlı’ya, Anadolu’daki
Ermenilerin de Rusya’ya yardım etmesi, ırk ve din bağının hükümetlere duyulan
sadakatin önüne geçtiği hissini pekiştirdi. Anadolu’daki Ermeni ihtilal
huzursuzluğuyla Kürt aşiretlerinin verdiği baskınlar, Ermenilerle Müslümanlar
arasındaki nefreti ve bölünmeyi vahimleştirdi. Kafkasya’da aynı nefret ve bölünmeler,
1905 İhtilali sırasında, kanlı bir biçimde yüzeye çıktı…Rus hükümeti Anadolu’daki
Ermenilerin dinsel ve henüz belirmekte olan etnik farklılığını sömürmeye, savaş
sırasında ve muhtemelen daha öncesinde başladı.”
Kafkaslardan milyonlarca, sürgün (deportation/sınır dışı) edilen (tehcir/sevk ve
yerleştirme değil) ve yollarda yüz binlercesi can veren, masum Müslümanların acıklı
haliyle ilgilenen, bu mezalimi hatırlamak isteyen bile yok. Ruslar, önce bu masum
insanların hesabını düşünse daha iyi olmaz mı? Bu korkunç ortamı anlamamıza
yardımcı olan bir diğer belge de, ihtilalci bir Ermeni komitacısının Robert Kolej
kurucusu Dr. Cyrus Hamlin’e söyledikleri şu sözlerde mevcuttur: “Hınçak çeteleri
fırsat kollayarak Türk ve Kürtleri öldürecekler, köylerini yakıp dağlara kaçacaklar.
Galayena gelen Müslümanlar ayaklanıp Ermenilerin üstüne çullanacaklar ve
Ermenileri o kadar vahşice boğazlayacaklar ki, Rusya insanlık ve Hıristiyan
medeniyeti adına müdahale edecektir.” ‘Dinlediklerinden dehşete düşün Hıristiyan
3
Misyoner Dr. Hamlin, o zamana kadar duyduğu en cehennemi ve gaddar olan bu
tertibe karşı geldiğinde şu cevabı aldı’: “size öyle geldiğine şüphe yok; fakat biz
Ermeniler özgür olmaya kararlıyız. Avrupa, Bulgar vahşetine kayıtsız kalmadı ve
Bulgaristan şimdi özgür. Milyonlarca kadın ve çocuğun feryatları göğe yükseldiğinde,
bizim yakarışlarımıza da kulak verecektir…” Yanlış anlaşılmaması için açıklanması
gerekmektedir ki, 1860’larda kurulan Robert Kolejin Müdürü Dr. Cyrus Hamlin’i
dehşete düşüren bu sözler, vahşetin ulaştığı boyutlarla ilgilidir. Yoksa, Türklere karşı
isyan edilmesine karşı değildir. Nitekim Hamlin 1907’de ABD’de yayımlanan
hatıralarının bir bölümünde özetle; “Kolejde Bulgar gençlerini eğitiyorduk. Bulgar
isyanının başında bu gençler vardı. Bu durum karşısında Ermeniler ve Rumlar ‘bizim
çocuklarımız eğitilmiyor’ diye gücendiler. Daha sonra onları da eğittik” demektedir.
Anadolu’da kiliselere bağlı olarak açılan bu kolejlerin, Osmanlının yıkılışında
rollerinin çok büyük olduğu bilinmektedir.
Vahşetin derecesini ve ne için yapıldığını göstermesi ve bugünlere nasıl gelindiğini
açıklaması açısında bu önemli bir belgedir. Düşman bildikleri Müslümanları ve kendi
dinlerinden olan Ortodoks Hıristiyanları, tuzak kurarak birbirine boğazlatmak, masum
insanların çatışmasını (Mukateleyi) yaygınlaştırmak suretiyle dış devletlerin,
öncelikle de Rusya’nın müdahalesini sağlamak için neler yapılmış? Milyonlarca kadın
ve çocuğun feryadından medet uman barbarlık ruhuyla, başta kendilerini, sonra da
asırlardır huzur içinde yaşadıkları komşuları Müslüman Türkleri mahvetmeyi göze
almışlardır.
Böylece Ermenilerin günümüze kadar süren, insanlık dışı kanlı tertiplerle “nefret ve
kini” kimlik haline getirmeleri başlamıştır. Artık bu yeni kimliğin insani hiçbir değerle
ilgisinin kalmadığını görmek için yaşanan bu acı gerçeklere bakmak, sanırız yeterli
olacaktır. 1878 Türk - Rus Savaşında ve sonrasında yaşanan ve I. Dünya Savaşına
kadar Anadolu’nun büyük bir bölümüne yayılarak devam eden sayısız isyan ve
vahşetin böylesine bir ruh haliyle yapıldığına şüphe yoktur. 1905’de Cihan Devletinin
Padişahı Sultan Abdülhamit’e bombalı suikast yapılması, isyancıların cüretinin
boyutlarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Eğer bu suikastta Padişah hayatını
kaybetmiş olsaydı, Devletin ve Milletin durumu nasıl bir hal alacaktı? Ermeni
isyanlarını değerlendirirken, gözü dönmüş bu saldırıların doğuracağı vahameti iyi
düşünmek gerekmektedir. I. Dünya Savaşına kadar Anadolu coğrafyasının çeşitli il ve
ilçelerinde 50’den fazla isyan çıkarıldığını unutmamak gerekir. Her isyandan sonra,
batı basınında, “Türkler Ermenileri katlediyor” şeklinde yaygaraların koparılması
adet halini almıştır.
Kaynaklarda, Osmanlı Devlet unsurlarının ve Türklerin böylesine planlı kışkırtma ve
tertiplere başvurduklarına dair bir bilgiye rastlanmamıştır, rastlanması da mümkün
görülmemektedir. Çünkü, farklı kültür ve ruh yapılarının yanında, bir tarafın (isyancı
Ermenilerin) hiçbir insani sınır tanımadan hep saldıran, öbür tarafın (Türklerin) hep
4
savunma konumunda olduğunu bilmek gerekmektedir. Diğer bir ifadesiyle, terörle
insanları acımasızca öldürerek dehşet salıp sindirerek hedefine ulaşmayı meşru sayan
ruh yapısı bir tarafta; kanunların gereği olarak can ve mal güvenliğini ve kamu
düzenini savunmaya çalışan meşru devlet güçlerinin görevini yapması öbür tarafta
olduğuna göre; saldırgan ile nefsi müdafaa (meşru savunma) yapanın aynı konumda
olduğu söylenebilir mi? Bu gerçek karşısında, ‘iki taraf da birbirini kırdı, katletti’ gibi
dikkatsizce kullanılan, haksız, ürkek ve korkakça ifadelere katılmak mümkün değildir.
Hukuk ve ahlaki değerler bakımından, saldırganla masum olan bir tutulabilir mi?
3. 1914-15-1918 zorunlu Göç ve yaygın katliam dönemi
28 Temmuz 1914'te başlayan ve 11 Kasım 1918'de sona eren I. Dünya Savaşına
Osmanlı Devleti 29 Ekim1914’de girdi. Eli silah tutan herkes cepheye gönderilince,
cephe gerisinde büyük bir güvenlik zafiyeti doğdu. Bu ortam, 2 Kasım 1914’de
Türklere savaş ilan eden Ruslar için büyük bir fırsat oldu, ciddi şekilde silahlandırdığı
isyancı Ermeni örgütlerinin yaygın şekilde saldırıya geçmesini hızlandırdı. Bunu fırsat
bilen isyancı Ermeniler masum sivillere karşı köylerde, şehirlerde yaygın bir katliama
girişti, evleri işyerlerini yakıp yıkmaya başladı. Kendilerine destek vermeyen bazı
Ermeni ileri gelenleri bile katledildi. Silahsız, çaresiz Türklerin bir kısmı batıya göç
etti. Ermeni çeteleri, askeri depoları basıp yakmaya, telgraf tellerini keserek cephe ile
haberleşmeyi engellemeye, cepheye silah, mühimmat ve lojistik desten götüren ikmal
kollarına saldırdılar. Cephe gerisindeki bu ihanet karşısında bazı ordu birlikleri
savaşamayacak duruma düştü. Mesela; Sarıkamış harekatına, Trabzon - Erzincan
hattından mühimmat ve lojistik destek götüren ikmal kolları Ermeni çeteciler
tarafından kesilince, Ordu cephanesiz ve yiyeceksiz kaldı. Uzmanlar bu durumu, eğer
“yardımlar cepheye ulaşmış olsaydı, Ruslar mağlup edilebilirdi”
şeklinde
değerlendirmektedirler. Ermeni asiler bunlarla da yetinmedi; teşkil ettikleri sayıları
160 bini bulan düzenli, silahlı ve üniformalı Ermeni birlikleriyle düşmanların safında
yer alarak, Türk ordusuyla savaştı.
Bu vahim durum karşısında Türk hükümeti Patrik başta olmak üzere, Ermeni ileri
gelenleriyle bir çok görüşme yaptı; nasihat heyetleri göndererek vazgeçirmeye çalıştı.
Ama bu gayretler netice vermedi. Batıda Türk Devleti, devrin en büyük ordularıyla
Çanakkale’de ölüm-kalım savaşı yapıyordu. Bu arada Rus ordusunun ilerleyişinden
cesaret alan Ermeni çeteleri, 13-14 Nisan 1915’de Van’a girerek, şehri ele geçirdi;
masum sivillere iğrenç tecavüzler ve hunharca katliamlar yaptı. Şehirden kaçabilen
çok sayıdaki sivil masum kişiler yakalanarak öldürüldü ve 80 binin üzerinde Türk
katledildi. Türk birlikleri Temmuz’da Van’ı kurtardı, ancak şehir tam anlamıyla
harabeye dönmüş, ayakta kalan bina bile kalmamış, bir çok köy haritadan silinmişti.
Bitlis, Erzincan, Erzurum, Urfa gibi bazı iller de aynı durumdaydı. Doğu Anadolu, tam
bir iç savaş ortamına sürüklenmişti. Artık bu duruma kesin bir çare bulunması şarttı.
Çare olarak üç seçenek vardı, bunlar:
5
a. Savaşta “düşmanla işbirliği yapana düşman” denir. Evrensel hukukun bu
karalına göre, düşman olanın öldürülmesi,
b. Savaş 7 cephede bütün şiddetiyle devam ederken, cephe gerisinin her tarafına
yayılmış olan katliamları önleyecek gücümüz olmadığından, olayların kendi
seyrine bırakılması,
c. İsyancıların savaş bölgesinden çıkarılarak, devletin başka bir vilayetine
yerleştirilmesi.
Türk hükümeti, isyan eden Ermeni asilerine karşı 3. Seçeneği, (meşru her devletin
yapması gerekeni) uygun bularak, 26 Mayıs 1915’de bir Sevk ve İskân (yerleştirme)
kanununu çıkardı. Buna göre isyancı Ermeniler savaş bölgesinin dışına taşınacak,
Suriye vilayetine yerleştirilecekti. 10 Haziran 1915’de yayımlanan yönetmelikle de,
sevk ve yerleştirme (Tehcir) işleri ayrıntılarına kadar düşünülerek, her tedbir
öngörülmüş ve alınmıştır. Sevk (taşıma) edilen, potansiyel isyancı olarak görülen
Ermeni sayısının 500 bin civarında olduğu hesaplanmaktadır. Bu sevk sırasında
soygun, intikam saldırıları ve bulaşıcı hastalıktan dolayı sevk edilen Ermenilerden
ölenler olduğu, pek çok sıkıntıların çekildiği bir gerçektir. Bunların sayısını tarihçiler
50 bin civarında gösteriyor. Bu 50 binin büyük çoğunluğunu bulaşıcı hastalıktan
ölenler teşkil etmektedir. Taşıma sırasında ihmal gösteren, saldırganlarla işbirliği
yapan görevliler ise kurulan Divan-ı Harp’te yargılanıyor. 1916’de kurulan Divan-ı
Harb’de 613 kişi yargılanmış, 67’si hakkında idam, diğerleri hakkında da çeşitli
cezalara hükmedilmiştir. Dünya tarihinde belki de ilk defa, savaş devam ederken
böyle bir yargılama yapılabilmiştir. Türk Devletinin bu örnek tavrı bile, insan hayatına
ve hukuka ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir.
Ayrıca Osmanlı hükümeti 13 Şubat 1919’da zorunlu göçün soruşturulması ve
nedenlerinin tespiti amacıyla ikişer kişiden oluşan tarafsız bir komisyon kurulması
için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine müracaat ederek teklifte
bulunmuş, ancak bu devletler 6 Mayıs 1919’da teklifi reddetmişlerdir. Kendine
güvenmeyen bir devlet, bütün bunları yapabilir mi?
Suriye ve civarına yerleştirilen Ermeni çetelerine ev, tarımla uğraşanlara toprak,
zanaatkarlara işyeri ve kredi verilmesi, hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli
tedbirler alınmıştır. Alınan bu tedbirler, ülke güvenliği ve insani açıdan, sonuçları
itibariyle başarılı olmuştur. Şöyle ki: Savaş 1918’de sona erinceye, Ermeni çeteleri
yerlerine tekrar dönünceye kadar, katliamlar, cephe gerisi saldırılar, ihanetler önemli
oranda kontrol altına alınmıştır. Böylece, Türk Devletinin bu kararı almakla ne kadar
haklı olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak, Rusya’nın 1917 Bolşevik İhtilali sebebiyle savaşı
bırakarak Türkiye’den çekilmesi üzerine ortaya çıkan boşluğu, Rus ordusundan
ayrılan Ermeni birlikleri ile Ermeni çetecileri doldurmuştur. Rusların çekilişini, bir
süre sonra Ermeni birlik ve çetelerinin de çekilişi takip etmiş, ancak bu çekiliş
sırasında dehşet verici boyutlara ulaşan vahşet ve katliamlar yaşanmıştır. Erzincan’dan
İran sınırına, Trabzon’dan Rus Ermenistan’ına uzanan bölgede Bayburt, Tercan,
Erzurum, Kars gibi ne kadar il, ilçe, belde ve köy varsa tamamı basılmış, yakılmış
6
yıkılmıştır. Adeta canlı bir varlık bırakmamak üzere Türkler vahşice katledilmiştir.
Dükkan ve evler yakılıp yıkılmış; bağ ve bahçedeki ağaçlar kesilmiş ve tarla-tapan
demeden her şey yok edilmiştir. Sağ kalanların bir çoğu açlıktan ölmüş, Türk
Ordusunun hızlı hareketiyle yetiştiği yerlerde etrafa atılmış pek çok ceset, baygın ve
aklını kaybetmiş kişilerle karşılaşılmıştır. Aynı vahşet ve yok etme saldırıları,
Kafkaslarda Azerbaycan Türklerine de yapılmıştır.
Tespitlere göre, 1914’den zorunlu göçün başladığı Haziran 1915’e kadar, isyancı
Ermeni çeteleri ve birlikleri tarafından 155 bin civarında masum - sivil Türk
katledilmiştir.
4. 1918-1920, katliam, savaş ve antlaşmalar (1920 Gümrü, 1921 Moskova,
1921 Kars ve 1923 Lozan) dönemi
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Mütarekesi ile savaş sona erince, Antlaşma
gereğince Türk ordusu terhis edildi. Türk hükümeti Ekim 1918 yılında Ermenilerden
isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için “Geri Dönüş Kararnamesi” çıkardı.
Bu sırada Osmanlı topraklarının bir kısmı Fransız ve İngilizlerin işgali altındadır.
Ermeni çeteleri yeni kurulan Bolşevik hükümetinden yardım alarak 1919'da Doğu
Anadolu'da vilayet ve kazaları işgal etti. Bütün bölgeye yayılan ve 1920’ye kadar
süren Ermeni saldırıları sonucunda 360 binin üzerinde masum-sivil Türk hunharca
katledildi. Bunun üzerine Eylül-1920'de taarruza geçen Doğu Cephesi Komutanı
Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu, Misak-ı Milli sınırları içinde olan
Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Iğdır ve Gümrü’yü geri aldı. Ermenilerin
barış istemeleri üzerine, 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması; Ermenistan Sovyet
Hükümeti kurulunca da, 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması yapıldı. 13 Ekim
1921'de TBMM Hükümeti ile Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Sovyet Rusya
temsilcileri arasında imzalanan Kars Antlaşma ile bütün uyumsuzluklar giderilmiş,
Doğu sınırımız kesin şeklini almıştır.
Bu gelişmelerle 1774’de başlayan Ermenistan meselesinin kökten halledildiği
düşünüldü. Ama kısa zaman sonra bunun böyle olmadığı, Ermeni temsilcilerinin
Lozan Barış görüşmelerine kalabalık bir heyetle gelerek, Anadolu’da kendilerine
“yurt verilmesini” ve öldürülen Ermenilerin bazı haklar istemeleri üzerine yeniden
gündeme geldi. Lozan’da uzun süren tartışmalar sonunda, Ermeni talepleri reddedildi.
Büyük Atatürk ve TBMM Hükümeti, Lozan’a gönderdiği Türk heyetine, Ermenilerle
ilgili olarak şu talimatı vermişti: “Ermeni yurdu” söz konusu olamaz, olursa
görüşmeler kesilir.”
Görüşmeler de bu çerçevede tavizsiz bir şekilde devam etmiştir. Ermenilerin,
Türkiye’den “Yurt/Toprak”, “Geniş kapsamlı bir genel af” ve “Azınlıkların
askerlikten muaf tutulması” talepleri reddedilmiştir. Bu sonuç çok önemlidir. Çünkü,
7
önceki 3 antlaşma, ilgili devletler arasında yapılmış bölgesel bir nitelik taşıyordu.
Şimdiki (Lozan) ise, I. Dünya Savaşının galipleri tarafından düzenlenen ve Ermeni
iddialarının bütünüyle reddedildiği uluslararası bir konferanstı. Böylece Ermeni
meselesi kökten halledilmiştir diyebiliriz. Bu sonuç Ermenileri çok sarstı. Hüsrana
uğrayan Ermeni delegasyonu, “Ermeniler, savaş sırasında tüm Ermeni milletinin
İtilâf Devletleri’nin yanında savaştığını vurgulayan” bir bildiri yayımladı. Lozan
Barış Antlaşması’nda umduklarını bulamayan Ermeni delegeleri, 2 Şubat 1923’te
Lozan’dan ayrılırken konferansa katılan devletlere verdikleri bildiride, konumuz
açısında son derece önemli ve düşündürücü bilgiler yer alıyordu. Bildirinin özeti
şöyledir: “…Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından
ve basında yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilâf Devletleri’nin Ermenileri ve
Ermeni sorunlarını yüzüstü bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun
çözümlenmemiş olarak kalmasının Ermenilerin durumunu daha kötü hale getirmiş
olduğunu göz önüne koymak isteriz. Büyük devletler, Türkiye’deki Ermenilerin
kurtarılması hakkında yalnız siyasî ve insanî bakımdan değil, Ermenilerin Birinci
Dünya Savaşı’nda İtilâf Devletleri için ve bu devletlere karşı göstermiş olduğu pek
çok hizmetlerden ötürü verdikleri sözleri de hatırlatırım. İtilâf Devletleri’nin
çağırması üzerine Ermeni gönüllüleri akın akın bu devletlerin emrine girmişler ve
söz verilen bağımsızlık için Filistin ve Kilikya’da savaşan Doğu Ordusu’nun
çekirdeğini teşkil etmişlerdir. 1918 yılında Kafkas Cephesi’nde çarpışan ve
Türklerin İngiliz Ordusu’na ve Irak’a karşı yürümesine engel olan Ermeni askerî
kuvvetleriydi. Bakü’yü savunan Ermeniler, Almanların petrol ihtiyacını
karşılayamamasını sağlamışlardır. Ermenilerin bu hareket ve fedakârlıkları,
kendilerine çok pahalıya mal olmuş; birçok Ermeni ölmüş, yaralanmış, pek çok mal
kaybolmuş ve binalar yıkılmıştır. Büyük savaşın amaçlarından birisinin de hak ve
adalet sağlamak olduğu halde Ermeniler, bundan yoksun bırakılmıştır.”
Bu bildiride yer alan açıklamalar dikkatle değerlendirildiğinde; isyancı Ermenilerin
İtilaf Devletleri tarafından aldatılarak kullanıldığı; Ermeni iddialarının kökten
çürütüldüğü; saldıran, acı olayları başlatan, ihanet eden, ölümlerden, yıkımlardan
sorumlu olan tarafın kendileri olduğu açıkça ve kesin bir şekilde görülecektir.
Neticede olarak Lozan’da Türk-Ermeni ihtilafı 4. defa, hem de uluslararası bir
Antlaşma ile çözülmüş oldu.
5. 1973-1994, Ermeni ASALA terörü dönemi
Türkiye, Lozan’da, büyük devletlerin de onayladığı bu uzlaşma ile “Ermeni
meselesine, artık halledilmiştir” gözüyle bakmaya başlamıştır. Ancak yanıldığını,
aradan 50 yıl geçtikten sonra 1973 – 1994 yılları arasında, Türk mülki ve diplomatik
hedeflere karşı terör eylemi yapan Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli
8
Ordusu’nun (ASALA) ortaya çıkmasıyla anlamıştır. ASALA’nın 21 ülkenin 38
şehrinde gerçekleştirdiği 110 silahlı terör eyleminde 42 Türk diplomatı şehit olmuştur.
Batının başkent ve büyük şehirlerinde güpegündüz bu cinayetlerin işlenmesi, Fransa
ve Yunanistan gibi ülkelerin üs olarak kullanılması, Paris'te Türk Hava Yolları
Bürosunu bombalayan örgüt üyelerine 30 ay gibi “komik” bir cezanın verilmesi,
anlamlı bulunmuştur.
Ermenilerin kendileriyle hiçbir meselesi olmayan, masum insanları öldürebilmesinin
tek bir gerekçesi olabilir; o da, Türk Milletine mensup olmaları ve Türkiye
Cumhuriyetini temsil etmeleridir. Aynen BM, Uluslararası Soykırımı Önleme ve
Cezalandırma Sözleşmesindeki “soykırım” tarifinde olduğu gibi; “bir gruba mensup
olma” gerekçesiyle cinayetler işlenmiştir. Bir başka tespit de, aradan 50 yıl geçtikten
sonra, muhtemelen I. Dünya Savaşını da görmemiş olan ASALA teröristlerinin,
tanımadığı insanları öldürebilmesi için, Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli
Ordusu kurmak ve insanları, Türk Milletine karşı “nefret ve kin” duyacak şekilde
eğitmek gerekir. İhtilalci Ermeniler yüz yıldır bunu yapıyor. Ermenistan Cumhuriyeti
her yıl düzenlediği törenlerde ilköğretim çağındaki çocuklara “Türk Bayrağını
çiğnetmek” ve meydanlarda yakmakla başlayan sistematik öğretim ve eğitim
programlarıyla “Türk’e karşı kin, nefret ve intikam” duygularını aşılıyor. Yaşanan
bunca felaketlerden ders almadan, gücünü aşan ve gerçeklerle bağdaşmayan “iki
deniz arasında devlet kurma” hayaliyle, emperyalistlerinden medet ummakta ve
onların himayesine sığınmaktadırlar. Tarihten ders almamak, adeta Ermenilerin kaderi
gibidir. Türkler Anadolu’yu, bin yıldır buraların egemeni olan Doğu Roma
(Bizans)’dan almıştır. Veraset de, varisi olmayan Bizans’tan Türk egemenliğine intikal
etmiştir. Bizans egemenliğinde zulüm altında yaşayan, yok olmakla karşı karşıya kalan
bir çok topluluk gibi Ermeniler de, Sultan Alparslan’ın Malazgirt’teki zaferini büyük
bir sevinçle karşılamışlardır. Sonra da, 800-850 yıl, Türk egemenliği altında
kimliklerini kaybetmeden, nüfuslarını çoğaltarak huzur içinde yaşamışlardır.
Diaspora, ASALA ve Ermenistan, kendi milletinin sağlıklı bir kimliğe kavuşarak
gelişmesini, refah ve büyümesini düşünmek yerine; boyunu aşan cüretkâr ve maceracı
heveslerle, kimliğini ve varlığını eriten bir yola girmişlerdir. I. Dünya Savaşında,
öncesinde ve sonrasında olduğu gibi, yine emperyalist devletlerin ileri karakolu gibi
hareket ederek sonuca ulaşacaklarını düşünmektedirler.
6. 1992 - 2015, Azerbaycan Topraklarının işgali / “Hocalı Soykırımı” Ermenistan ve Diasporanın Türkiye’den Toprak Talebi dönemi ve
Emperyalist devletlerin Sürdürdüğü Uluslararası siyaset.
Türkiye, Sovyetlerin 1991’de dağılması üzerine kurulan, aralarında Ermenistan’ın da
bulunduğu bağımsız devletlerin tamamını ayrım gözetmeden aynı gün tanımıştır.
Buna karşılık Ermenistan 21 Eylül 1991’de yayımladığı Bağımsızlık Bildirgesi’nin
9
11. maddesinde şöyle demektedir:”Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si ve
Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde tanınması
çabalarını destekleyecektir.”
Yine Ermenistan Anayasasının 13. Maddesinde
Bildirgenin bu hükmüne atıfta bulunmak ve Ağrı Dağını devlet arması yapmak
suretiyle, Türkiye’ye karşı “soykırım” suçlamasını ve toprak bütünlüğüne karşı
saldırganlığı temel politika haline getireceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Ermenistan, bağımsızlığını ilan eder etmez Türkiye’ye karşı saldırıya geçmekle
kalmamış, Azerbaycan’ın topraklarını güç kullanarak işgal etmiştir. 25/26 Şubat 1992
gecesi, Rus 366. Motorize Alayı’nın desteğiyle Azerbaycan’ın Hocalı Kentine saldırıp
insanlar uykudayken korkunç işkence ve katliam yapmıştır. Hocalı’da 63’ü çocuk,
106’sı kadın ve 70’i yaşlı olmak üzere 613 masum sivil Azerbaycanlıyı hunharca
katletmiş; 487 kişiyi ağır yaralamış, 1.275 Türk’ü esir almıştır. Yukarı Karabağı
(Azerbaycan Cumhuriyetine bağlı Özerk bölgeyi) ve Azerbaycan’a ait yedi reyonu
işgal etmiştir. Bu saldırı sırasında 30 bin Azerbaycan Türkü öldürülmüş, binlercesi
kayıp olmuş, bir milyondan fazlası da kaçkın durumuna düşerek, Azerbaycan’a
sığınmıştır. Bu saldırganlığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi
ile Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), AGİT ve MİNSK Grubu
kınayarak, uluslararası hukuka aykırı olan işgalin derhal kaldırılmasını istemiştir.
Ancak bu kararları tanımayan Ermenistan, yaptığı bunca katliam karşısında
suskunluğunu devam ettirmiş, 23 yıldır Azerbaycan toraklarındaki işgali
kaldırmamıştır. Ermenistan’ın bu sorumsuz, insanlık dışı davranışının arkasında,
MİNSK grubunun Eşbaşkanları olan ABD, Rusya ve Fransa’nın rolünün olduğu
bilinmektedir.
Hocalı’daki vahşeti yerinde inceleyen AKPM Siyasi İşler Komisyonu üyesi David
Atkinson verdiği raporda şu tespiti yapmıştır: “Askeri eylem ve yaygın etnik
düşmanlıklar, farklı etniklerin kovulmasına ve sonuçta mono-etnik bölgeler
oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum etnik temizlik kavramına benzemektedir.” Bu
tespit hiç şüphe yok ki, Uluslararası Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırması
Sözleşmesindeki tarife aynen uymaktadır. Yine bir milyondan fazla Azerbaycan
Türkünün yurdunu terk etmek zorunda bırakılması, ölüm tehdidi karşısında evlerine
dönememesi ve 23 yıldır ağır şartlarda yaşamaya mecbur edilmesi de, Soykırım
Sözleşmesindeki bir diğer “soykırım” tarifine uymaktadır. Bu işgal, işkence, katliam
ve soykırımı gerçekleştiren Ermeni birliklerinin komutanı ise, bugün Ermenistan
Cumhurbaşkanı olan Serj Sarkisyan’dır. Böyle birini Cumhurbaşkanı yapan
Ermenistan’ın, Türkiye’yi “soykırım” yapmakla suçlamasının gerçeklerle ve
ciddiyetle bağdaşması mümkün değildir.
10
Bir ülkenin topraklarına açıkça göz dikmekten, askeri güç kullanarak işgal etmekten ve
bu amaçla terör örgütü kurarak insanları katletmekten daha ağır bir suç olabilir mi?
Küçük Ermenistan’ın ve Türk düşmanlığını gelir kaynağı haline getiren Diasporanın,
kendi başına bütün bunları göze alabilmesi ve yapması mümkün mü? Katliam ve
soykırım suçlarını işlemeyi, savaş sebebi sayılan, başka ülkelerin topraklarını güç
kullanarak işgal etmeyi göze alabilir mi? Asla…olamaz. Bu korkunç suçların
işlenmesi ve uluslararası hukuku hiçe sayan pervasızlıkların sorumsuzca sürdürülmesi,
ancak emperyalistlerin birtakım vaatler sonucu Ermenileri kullanılmasıyla izah
edilebilir. Aynen 19. ve 20. Yüzyılda olduğu gibi.
7. Hukuk ve Ermeni İddiaları
Ermeni meselesi sadece uluslararası konferanslarda çözüme kavuşturulmadı; aynı
zamanda hukuk açısından da, defalarca yapılan yargılamalarla ele alınarak, Türk
Milletine ve Devletine yöneltilen suçlamaların haksız olduğu otaya çıktı. Yapılan
yargılamalara kısaca bakacak olursak:
a. Yukarıda özet olarak temas edildiği gibi Osmanlı Hükümeti, zorunlu göç
sırasında görevini ihmal eden veya kötüye kullanan kamu görevlilerini, savaşın
bitmesini beklemeden (1916) Divan-ı Harp’te yargılayarak, idam dahil çeşitli
cezalara çarptırdı. İsyancı Ermenileri yok etmek isteyen bir devlet bunları yapar
mı? Hayır!
b. Malta’da iki yıldan fazla kalan İttihatçıları, ‘Ermenileri katletmek’
suçlanmasıyla adli soruşturmayı yapmak üzere İngiliz Kraliyet Başsavcılığı
görevlendirildi. Sevr Antlaşmasına dayanarak başlatılan soruşturmalarda
Savcılık, Osmanlı arşivlerinin tamamının yanı sıra Mısır’dan, Irak’tan,
Kafkasya’dan, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, Ermeni Patrikhanesinden,
hasılı her yerden arşivleri topladı ve inceledi. Sonuçta, 21 Temmuz 1991’de
“eldeki belgelerle” dava açılamayacağına karar verdi. Olayların şahitleri
hayattayken ve Osmanlı savaşı kaybetmiş durumdayken bu kararın verilmesi,
son derece önemlidir.
c. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Doğu Perinçek hakkında verdiği
karar; yargılamanın özü “düşünce ve ifade hürriyetine” ait olsa da,
gerekçesinde “soykırım” kavramının tartışılması ve bu konuda toplumların ve
devletlerin suçlanmasının, neredeyse mümkün olamayacağının belirtilmesi,
Türkiye’ye yöneltilen suçlamaları çürütecek niteliktedir.
d. Yine Fransa Anayasa Mahkemesinin “Ermeni Soykırımı yapılmamıştır demeyi
suç sayan” Fransız Meclisinin çıkarttığı kanunu iptal etmesi; Avrupa Adalet
Divanı’nın; “Türklerin soykırım yaptığına dair Avrupa Parlamentosunun
kararı karşısında, AB müktesebatını ihlal eden Türkiye ile görüşmelerin
kesilmesi” için açılan davayı reddeden kararı, Türkiye’nin lehine olmuştur.
SONUÇ:
11
Bu sunumla Ermeni meselesi, 1774’ten başlayarak günümüze kadar tarihin akışı içinde
özetle ele alınmıştır. Böylece tarihle yüzleşme veya 101. Yılda hesaplaşma yapılmıştır.
Yüzleşme ve hesaplaşmanın sonucunu daha iyi görebilmek için aşağıdaki soruların
cevabı açıkça verilmelidir. Böylece; yaşanan acıları başlatanlar, sorumluları ve vahşice
yapılan katliamlardan dolayı özür dilemesi gerekenler kimlerdi? Acımasızca
kullanılarak ihanete sürüklendikleri belli olduğuna göre, bundan pişmanlık duyuyorlar
mı, yoksa benzer faciaları sürdürmeye devam mı ediyorlar? Bütün bunlar açıklığıyla
ortaya çıkacaktır.
Sunumdaki bilgilerin ışığında:
Soru 1: Olayları hangi taraf, neden ve nasıl başlattı? Bunca katliama ve vahşete hangi
taraf, neden sebep oldu?
Soru 2: Asırlarca süren ortak tarihe hangi taraf ihanet etti? Devamlı surette saldıran
ve savunmada olan hangi taraftı?
Soru 3: Savaşta emperyalistlerle işbirliği yaparak kendi ordusunu arkadan vuranlar,
düşman saflarında savaşanlar, devlet kurma hayaliyle azınlıktaki nüfusunu çoğunluk
konumuna getirmek üzere bölgede terörle etnik temizlik yapanlar, dehşet saçarak 1
milyon Müslüman’ı Batı Anadolu’ya kaçıranlar hangi taraftı? Böylesine kin ve nefretle
yüz binleri hunharca katledenleri, Devlet zorunlu göçe tabi tutmayacaksa, ne
yapacaktı?
Soru 4: Lozan’da Ermeni temsilcileri yayınladığı bildiriyle; “Size, Türkiye’de yurt
vereceğiz” diyerek vaatlerini tutmayan emperyalist
İtilaf Devletlerine “bizi
aldattınız” suçlamasını yaptıkları halde, Ermeniler hala neden aynı yolda yürümeye,
kendilerini kullandırmaya devam ediyorlar?
Soru 5: Ermeniler neye güvenerek; Osmanlıya, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk
Milletine, akla ziyan verecek şekilde “Biz Doğu Anadolu’da devlet kuracaktık, siz
engellediniz” iddiasıyla hesap sormaya, suçlamaya, toprak ve tazminat istemeye
kalkışabiliyorlar?
Soru 6: Ermeniler neden tarihle yüzleşmiyorlar? Yoksa, yüzleşmeleri mümkün değil
mi?
Bu soruların gerçekte tek bir cevabı vardır; oda, Emperyalizmin vicdanı yok, çıkarları
vardır. Onlar için de her yol mubah, her şey helaldir ! Bundan dolayı, 241 yıldır
kullanılan ve felakete sürüklenen Ermenilerin ve Türk Milletinin başına gelenlerin
sorumlularını başka yerlerde aramanın bir anlamı olamaz.
***
12
Tarihle yüzleşmek veya 101. yılda hesaplaşmak ve kesin bir kanaate ulaşabilmek için
çok önemli olarak gördüğümüz üç belgeyi dikkatlere getirmek isteriz.
Birincisi; yukarıda özetini verdiğimiz Lozan Konferansına gelen Ermeni
Delegasyonunun, İtilaf Devletlerine bıraktığı, “Ermeniler, savaş sırasında tüm
Ermeni milletinin İtilâf Devletleri’nin yanında savaştığını vurgulayan” bildirisidir.
Bildiride deniyor ki:
“İtilâf Devletleri’nin çağırması üzerine Ermeni gönüllüleri akın akın bu devletlerin
emrine girmişler ve söz verilen bağımsızlık için Filistin ve Kilikya’da savaşan Doğu
Ordusu’nun çekirdeğini teşkil etmişlerdir. Ermenilerin bu hareket ve fedakârlıkları,
kendilerine çok pahalıya mal olmuş; birçok Ermeni ölmüş, yaralanmış, pek çok mal
kaybolmuş ve binalar yıkılmıştır.”
İkincisi; I. Dünya Savaşında bizzat olayların içinde birinci derecede rol alan, Taşnak
Komitesinin kurucusu,
Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı
Ovanes
Kaçaznuni, 1923 yılında Bükreş’te yapılan Taşnak Partisi kongresine sunduğu
rapordur.
Raporda Kaçaznuni diyor ki:
“Türkiye’den ‘denizden denize Ermenistan’ talep etmekteydik… Nihayet şu da var ki,
var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük ve öldürdük… Askerî
operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve
gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi
haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı
ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde
‘Büyük Ermenistan hayali vardı…‘Türkiye Ermenistan’ı’ diye bir devletin, hayalden
öte olmadığı gerçeğini göremedik. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize
vaat ettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.”
Üçüncüsü; 240 yıldır süren Ermeni meselesi hakkında kendisiyle yapılan mülakatta,
Kandilli Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkyan’ın değerlendirmelerdir.
Kevorkyan diyor ki:
"Soykırım ve tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir.
Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler,
din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur… Emperyalist güçler, ASALA ve
PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?... Bugün dünya üzerindeki
Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke
Türkiye'dir. Yurtdışındaki, Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye
giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var.
13
Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki,
Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor,
Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar.
PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki
vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa
maşa olarak kullanılmasınlar."
Bu üç önemli belgeden edindiğimiz kıymetli bilgiler, birbirini teyit etmektedir. Üçü de,
yaşanan korkunç felaketleri başlatanın, sürdürenin, ihanet edenin ve sorumlu olanın,
emperyalistlerin aldattığı isyancı, ihtilalci ve savaşçı Ermeniler olduğunda mutabıktır.
Üçü de Ermeni milletinin savaşan taraf olduğunu açıkça söylemektedir. Türkler
haklıydı, tehcir doğruydu ve gerekliydi. Ermenilerin kimlikleriyle en rahat bir
şekilde yaşadıkları ülke Türkiye’dir. Asimilasyon ABD’de vardır.
Bizim sunumumuzla yaptığımız tespitler de, bu üç Ermeni liderinin tespitleriyle,
örtüşmektedir.
***
Son söz: Dün sömürgeci İtilaf devletlerinin siyaseti gereğince ihtilalci Ermeniler
kullanılarak kanlı olaylar nasıl yaşanmışsa, günümüzde de aynı çevrelerce yine, aynı
amaçlarla, Ermenistan ve Diaspora kullanılarak Türkiye’ye saldırılar yapılmaktadır..
Hedefler değişmemiştir; yine Türk Milletinin birliğinin bozulması, Vatanımızın
bölünmesi ve egemenliğimizin paylaşılmasıdır.
Ancak, şartlar ne olursa olsun Türk Milleti, dün olduğu gibi bugün de, her bedeli
ödeyecek ve bütünlüğünü koruyarak bekasını devam ettirecektir. Bu konuda hiç kimse
ham hayallere kapılmamalıdır.
-----------------------Ekler: 1
Ermenistan’ın ilk Başbakanı ve Taşnaksütyun’nun kurucusu Ovanes Kaçaznuni’nin
1923 yılında Bükreş’te yapılan Taşnak Partisi kongresinde okuduğu raporundan,
konumuzla ilgili kısa bir özet şöyledir:
“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri
açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş
durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz,
çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin Güney Kafkasya
Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan Ermenistan’ın bağımsızlığını bize
armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına
mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız
hipnozun etkisiyle gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. …… Türkler ise ne
14
yaptıklarını biliyorlardı
bulunmamaktaydı.
ve
bugün
pişmanlık
duymalarını
gerektirecek
bir
husus
Barışı sabote etmek için savaştık. Artık hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin
kampındaydık. Türkiye’den ‘denizden denize Ermenistan’ talep etmekteydik. İtilaf
devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için
Avrupa ve Amerika’ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece
aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin
edebiliriz ki?...Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir
doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî
mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı
ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf
devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet
olamadık. ‘Türkiye Ermenistan’ı’ diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini
göremedik. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği Ermenistan hayali vardı,
gerçeği göremedik.”
Ek 2.
Halen Kandilli Kilisesi Başkanı olan Dikran Kevorkyan’ın bugünlerde yaptığı
değerlendirme şöyledir:
"Soykırım ve tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir.
Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din
adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda
patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler, ASALA ve PKK'nın
arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi? Yer değiştirme meselesinde Almanya'nın
İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın, yerleşik düzeni sarsmak ve Bağdat demiryolu
mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı.
‘Asimilasyon’ iddialarına gelince: Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en
güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki,
Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür
ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan
Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri
Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. Kilisemde
Hıristiyan’ım, evimde Ermeni’yim, kapının dışında Türk’üm. O Türk bayrağı hem kiliseyi
hem evimi korur. Amerika’da Amerikalıyım diyorlar, biz de Türk’üz. 100 sene evvel olan bir
olayı bugün belli menfaat peşinde koşanların istismar etmesi çok acı.
Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar
olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna
bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu
kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir
haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar.
Tehcir: Tehcirde vuku bulan üzücü hadiseler var. Burada mutlaka acılar da çekilmiştir. Ama
bu acıları genişletip bir soykırıma tahvil etmek tamamen abesle iştigaldir. Tehcirden evvel ve
sonra Ermenilerin uğradığı zulüm kadar İslamların uğradığı zulümler de var. Camiye
15
doldurup yakılan Müslümanlar arasında, arkadaşımın dedesi var! Ermeniler de sütten çıkmış
ak kaşık değil. Bütün bunları göz önünde bulundurarak, 100 sene önce olmuş bir olayı bugün
menfaat peşinde koşarak Türklerle Ermeniler arasında nifak sokmanın alemi yok!
Bunun da sebebi var tabii… Asırlardır bir arada yaşamış, ta Alparslan’dan, 1071’den itibaren
Ermenilerin Bizans ordusundan Alparslan ordusuna ilticasıyla başlayan beraberlik, kardeşlik,
aile bağları, asırlarca devam etmiş. Ne oldu da 1800’lerden, 1856’lardan sonra Ermeniler
Berlin Konferansında maşa olarak kullanılmaya başlandı? Ta 1896’ya, 1915’lere kadar
gelindi. Bunun da kökünde yine dış güçlerin etkisi var.
Biz, Türkiye’de birbirimizi yemeden, birbirimizin ayağına takılmadan hayatımızı idame
ettirebilirsek, kimse bizim aramıza giremez. Bugün Türkiye’deki Ermenilerin durumunu,
diasporadaki Ermeni biliyor mu acaba? Türkiye’de Ermenilerin kilisesi var, ibadeti serbest.
Kültürel faaliyetleri, basını var, daha ne isteniyor?
‘Jenosit blanche’ denen bir şey var, beyaz soykırım. Bugün Avrupa’da ve Amerika’daki
devletlerin Ermenilere tatbik ettiği bu, “Beyaz Soykırım”. Nedir? Dilini eritiyor. Dini
fonksiyonlarını yerine getirmeleri pek kolay değil, o memleketin diliyle ayin yapılıyor.
Mesela ABD’de İngilizce ayin yapılıyor. Çünkü bu işi yürütenlerin muhakkak bir menfaatleri
var. Ya şeref budalalığı var, ya da beynelmilel politik piyasada onların maşa olma keyfiyeti
var.
Bugün Türkiye’de Dersimliler, Sasonlar falanlar var, bunların dernekleri var. Bunlara da bir
şey demiyorum. Yeter ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin aleyhine bir davranışta
bulunmasınlar. Bu Türkiye Cumhuriyeti devletine nankörlük etmesinler. Çünkü Türkiye’deki
Ermeni, bütün dünyadaki Ermenilerin mayasıdır.
Kültürüyle, dini ritüeliyle, anlayışıyla Anadolu’da ve Türkiye’de kök salmış bir toplum
Ermeniler. Onlar, diaspora, istedikleri kadar ötsünler, hiçbir şey elde edemezler. Çünkü
buradaki Ermenilerin büyük çoğunluğunu kendilerine çekemezler. Kafalarını yıkayamazlar.
Bir-iki zıpçıktı çıkar, o ceridelerin (gazeteleri) bazı iddialarını ve provokatif hareketlerini, bu
toplumun büyük kısmı nefretle kınıyor. Bunların muhakkak ki, dışarıdan maddi imkanları
vardır. 1915’den gelen bir Türk düşmanlığı var. Türklerde Ermeni düşmanlığı yok, ama
Ermenilerde Türk düşmanlığı var. Makro planda hiçbir problem yok. Ahmet’in Mehmet’in ne
kadar problemi varsa, Artin’in Onnik’in de o kadar problemi var.
Biz birlik beraberlik içinde olmalıyız. Türkiye’deki Ermenilerde büyük çoğunluğu birlik
beraberlik istiyor. TC’ye karşı saplantı içinde değiller. Biz böyle kaynaşmış vaziyetteyiz.
Çocukluğumdan beri biz böyleyiz. Ben Büyükada’da müezzinin çocuklarıyla kardeş gibi
büyüdüm. Türk’tü, Ermeniydi, Hıristiyan’dı, diye bir şey yok.
Diasporadakilerin davranışları buradakileri rahatsız ediyor. Hem nankörlük diyorlar, hem de
rahatsızlık duyuyorlar. Malatya’da, Sivas’taki Ermeniler bundan rahatsız oluyor. Çünkü
oralarda birlik beraberlik içinde yaşıyorlar. Bizim birliğimiz beraberliğimizin manasını
sulandırdılar. Ne Mutlu Türküm Diyene dediğimiz zaman, İstiklal Marşı’nı okuduğumuz
zaman kendimizden geçerdik. Sarsılmaması icap eden bir takım imgeler vardır. Bunların
kaybedilmemesi lazım, yalnız din imanla olmuyor. Sen o bütünlüğü beraberliği bozacak
şeylerin toplumun zararına olur. Şimdi bu azınlık durumu ortadan kalktı. Hiçbir ayrı gayrı
yok. Bu diasporada kudurmalarının sebebi ne? 100 yıl önceki olayı, bugün Türkiye aleyhine
bir koz olarak kullanmalarının esbabı mucibesi ne? Belki Türkiye’nin jeopolitik durumundan
16
ötürü, bunları maşa olarak kullanıp, Türkiye’nin belli yerlerini ele geçirme keyfiyetidir.
Rusya’nın Akdeniz’e inme, öbürlerinin Karadeniz’e çıkma problemi var. Senin bir de
madenlerin var. ASALA dediler olmadı, PKK dediler olmadı, Alevi-Kürt dediler… Bunların
hepsi eriyip gidecek. Çünkü Türk toplumunda 72 millet var. Kürt-Türk-Ermeni diye
ayırmıyorum. Kök salmış bir toprağına bağlılık, bir vatandaşlık şuuru var. Dile getirilmese
bile bu var. Yapılan bütün rezilliklere rağmen, bu maya duruyor orada. O maya durduğu
müddetçe de bu topluma hiç kimse dil uzatamayacak. Kafalarına yerleştirsinler.”
Faydalanılan kaynaklar:
Gülseren S. Aytaş, Ermeni Talepleri ve Türkiye’nin Hakları, İstanbul Barosu, 2010 İstanbul
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeni Tehciri ve Gerçekler,Türk Tarih Kurumu, 2001 Ankara
Şeref ÜNAL, Uluslar arası Hukuk Açısından Ermeni Meselesi, Türk Tarih Kurumu, 2011 Ankara
Justin MCCARTHY, Ölüm ve Sürgün, Çev. Fatma Sarıkaya, Türk Tarih Kurumu, 2012 Ankara
Gürbüz MIZRAK, Aldatan Kimlik, Türk Bir - Milli Düşünce Merkezi Yay. 2015 Anakara
Ömer SAĞLAM, Ermeniler Buharlaşmadılar, Türk Bir – Milli Düşünce Yay. 2015 Ankara
Hanım HALİLOVA, Soyu Kırılan Kim?, Töre-Devlet Yayın.2015 İstanbul, [email protected]
Derya Yıldız Özkaraman, Hocalı Soykırımı, Togan Yayınları 2015, İstanbul
Kaçaznuni Ovanes, “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005
Dikran Kevorkyan ile röportaj, Kanal 6 Televizyon, Ceviz Kabuğu Programı, 7 Ekim 2000,
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/38944-dikran-kevorkyan-ne-bugun-ne-2015te-hic-kimsenifak-sokamaz.html
(*) 100. YIL VAN ÜNİVERSİTESİ, 100. YILINDA ERMENİ MESELESİ VE GERÇEKLER
SEMPOZYUMUNDA YAPILAN SUNUM
17
Download