Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Sayı 22

advertisement
Çağrı
Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Sayı 22
Episkoposumuzun Mektubu
Tarsuslu Pavlus’un “tövbesi”
Her şeyden önce belirtmeliyim ki Yeni Antlaşma’da, Havarilerin İşleri Kitabı ile Luka ve kendi
mektuplarıyla Pavlus iyi bilse de, Şam yolunda gerçekleşmiş olan olayı işaret etmek üzere, metinde “tövbe”
terimi hiçbir zaman kullanılmamıştır. Öyle ki, Mesih’ini tanıyan bir Yahudi (Mesih = mesh edilmiş,
yağlanmış demektir), dinden dönen biri değil, bekleyişinin gerçekleşeceğini görecek olan bir Yahudi’dir.
Saul (Yahudi iken ve İsa’nın şakirdi iken onun bu ismi birkaç yıl böyle kalmıştır; aynı ad İsrail’in ilk kralının
da adıydı) İsa’nın Mesih olduğunu göremiyordu. Kendisi için O, bir sahte mesih, bir sahte peygamber,
halkının imanına zarar veren biri idi.
Bir lanetlenmiş idi: Nitekim onun zamanındaki Yahudiler, haça gerilmişlere Yasa’nın Tekrarı
Kitabı’ndaki ifadeyi uygulamaktaydılar: “Asılan kişi Allah tarafından lanetlenmiştir” (Yas 21:22-23).
Hâlbuki Pavlus bir Ferisi idi. Dünün ve bu günün Ferisileri kimlerdir? Onlar, güvenlerini bütün yasa ve
kuralları yerine getirmeye teslim eden insanlardır; Allah’ın ve dindar insanların öngördüğü tüm her şeyi
yapıyorlarsa kendilerini rahat hisseden insanlardır. Eğer herkes yasaya uyarsa dünyanın kurtulacağını
düşünenlerdir.
Güvencesini parada arayanlar
vardır; kimileri güçte, kimileri silahta,
kimileri
de
şefkatte…
ayrıca
güvencesini yasada arayanlar da
vardır! Tabi ki şöyle diyebilmenin bir
cazibesi
vardır:
“Ben
bütün
kurallara, yasalara, emirlere uydum,
o halde bir düzen içindeyim; hiç kimse
karşı bir şey diyemez. Eğer dünyadaki
herkes benim gibi yapıyor olsa, dünya
daha iyiye gider.” Bu, yasaya uyan
kişinin
memnuniyet
ifadesidir!
“Dünya kötüye gidiyor, ama en
azından ben bu çöküşün işbirlikçisi
değilim. Nitekim Allah sonunda beni
ödüllendirecektir.”
Fakat Tarsuslu Saul, İstefanos’un nasıl öldüğünü görünce (Hav. İş. 7:55-60), çok daha büyük, sonsuz
derecede çok daha güzel ve kötülüğün zincirini gerçekten kıracak bir şey keşfetti. Karşılıksız bağışlamayı,
karşılıksız sevgiyi, ölümü kabul edenin yumuşak huyluluğunu buldu ve böylece kendisini ölümden ve
kötülükten daha güçlü gösterdi! Merhameti keşfetti.
İstefanos’un ölümü ve Şam yolundaki Saul’un anlatımı arasına Luka 8. bölümü eklemektedir, çünkü kendi
coğrafik düzenine ve İsa’nın sözlerine sadıktır –“Kudüs’te, tüm Yahudiye ve Samiriye’de ve dünyanın dört
bir bucağında benim tanıklarım olacaksınız” (8:1) – fakat açıktır ki İsa ile karşılaşma, İstefanos ile
karşılaşma sayesinde gerçekleşmiştir. Öyle ki 9:1’deki anlatım, açıkça 8:1-4’ü ele almaktadır. Göz
kamaştırıcı bir ışık olarak patlayana kadar Tarsuslu Saul’un kalbinin içinde İstefanos’un tanıklığı
işlemektedir: Çünkü tam da onun zulmetmekte olduğu insanların içinde ona görünen Rab’dir (9:4).
O halde kendimize soralım: Birçoklarının belki İsa’yı tanımamalarının sebebi, İstefanos’unki gibi bir
tanıklık sunmuyor oluşumuzdan mıdır?
Sual ve İstefanos, karşıt taraftalardı: Biri zulmedenlerin arasında, diğeri ise zulmedilenlerin. Saul,
İstefanos’u öldürmek isteyenlerin arasında; İstefanos ise Saul’un yaşamasını isteyenlerin. Saul, kendisinin
doğru olduğuna inanan ve adalet uğruna yargılayanlar arasında; İstefanos ise, Allah’ın adaleti sebebiyle
kurtarmaya çalışanlar arasında idi.
Karşıt duruşta iki adalet: Bir yandan tavizsiz ve kıskanç yasanın bekçisi Saul’un adaleti; diğer yandan,
kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, kötülüğü iyilikle yenen, düşmanının “üzerine ateş korları yağdırarak”
mağlup eden merhametli ve iyi adalet. İşte, Pavlus bir mektubunda (Rom 12:20) böyle yazacaktır, yani
düşmanın katı yüreğini yavaş yavaş çözen bir sevgi ateşinden bahsedecektir.
Saul, öfke ve şiddet içerisinde karşı konulamaz biri olarak görünmesine karşın, hâlbuki karşılıksız bir
hareket karşısında az dayanmıştır.
İnsanların tövbe etmesi zor değildir; asıl zor olan, karşılıksız gerçek eylemler yapmaktır! Düşmanı
sevmek zordur; ama düşman kendisini sevilmiş hissettiğinde yumuşar.
İstefanos’un gücü görünmezdir, insani kriterlere veya mantığa göre değildir; ölerek çok meyve veren
buğday tanesinin büyüklüğüdür.
Papa Fransis’in Tavsiyeleri
 Papa, Katolik Kilisenin Ortodokslarla aynı günde Paskalyayı
kutlamak için tartışmaya hazır olduğunu bildirdi. Katolik Kilisesi,
“Paskalya’yı kutlama tarihi için kendi özelliklerinden vazgeçmeye
hazırdır”. Ardından Papa bir şaka da yaptı: “Bir Katolik ve bir
Ortodoks yolda karşılaşırlar ve birbirlerine şu soruyu sorarlar: Senin
Mesih dirildi mi? Benimki haftaya dirilecek”. Paskalyayı aynı tarihte
kutlamayı isteme sebebi, takvimin bu en önemli Hıristiyan bayramını
Ortodokslar ve Protestanlarla birlikte kutlamak arzusudur.
 Kilise dişidir, Mesih’in gelini, halkı Hıristiyanların annesidir”. Papa Fransua’ya göre
“Meryem Ana’nın tüm havarilerden önemli olduğunu” söylemek feminizm değildir. Kilisede kadınlar
lütuftur, Kilise Mesih’in gelinidir, Allah’ın halkının annesidir”.
 Efkaristiya önünde uzunca dua etmeyi tavsiye etti. “Efkaristiya karşısında uyuya kalırsanız
merak etmeyin, bu çok iyi. İsa size bakıyor”. Kutsal Kulübe gerçekten de “ sıkıcı olabilir, televizyon
değildir, ama orada sevgi vardır” ve “sözsüz bir sevgi diyalogudur”.
 Papa ayrıca vaazlar hakkında da şöyle dedi, “kısa” olsunlar, “sekiz dakikayı aşmasınlar” ve
imanlıların yüreğine dokunsunlar. Mümkünse “bir fikri, bir duyguyu veya bir resmi tasvir etsin” ve
“pozitif bir konuşma olsun, yasakçı ve katiyen “ahlaki” olmamalıdırlar.
 Rahip sakın bir bürokrat gibi olmasın, ve Kiliseyi “anne”den “üvey anneye” çevirmesin. Papa,
şeytanın denenmelerinin “cüzdandan” geldiklerini ve şeytanın oradan rahipleri denediğini söyledi.
 Ayrıca Papa, Merhametsiz bir Kilise, istemediğini de ekledi. Örneğin evlilik dışı doğan
çocuklara vaftizi ret etmenin çok yanlış olduğunu söyledi.
 Son olarak da Hıristiyanların şehit edilmesinden bahsetti. Bunun Kilisenin birliğe ulaşması
için ödenen bir kefalet olarak gördüğünü söyledi: şehitlerimizin kanında bizler zaten birlik
içeresindeyiz. Bunu unutmayalım. Bundan ruhani birlik de doğacaktır: bu sebepten birbirimiz için
çok dua edelim.
Merhamet işleri
HASTALARI ZİYARET ETMEK
TANRI’NIN İLAHİ TASARISINDA HASTALIK
İsrail halkının zihniyetinde, hastalık her zaman insanların
günahları için Rabbin verdiği bir ceza olarak görülmüştür.
Rabbin izniyle, Eyüp korkunç bir hastalığa tutulduğunda,
onu avutmaya giden arkadaşları ona şöyle diyorlardı: "Bu
kötülük günahların için başına geldi; Tanrı’nın önünde
suçlarını kabul et, o da seni iyileştirecektir". Ancak Eyüp bu
mantığa karşı çıkıyor, çünkü masum olduğunu biliyordu.
Hastalığın ve ölümün, günahlar yüzünden dünyaya
girdiğini söyleyebiliriz, ancak şu günahın şu hastalığın
nedeni olduğunu söyleyemeyiz!
Kötülüğün ve hastalıkların dünyada varoluş sorunu ne
"Hastaydım ve beni ziyaret ettiniz"
Eyüp’ün
kitabında ne de Eski Antlaşma’nın diğer
"İsa havradan çıkar çıkmaz, Yakup ve
Yuhanna ile birlikte Simun ve Andreya’nın kitaplarında çözülebildi. Çözümü yalnızca İsa getirecektir.
evine gitti. Simun’un kaynanası ateşler Aziz Matta bunu bize açıkça söylüyor:
"Akşam olunca cine tutsak birçok kişiyi kendisine
içinde yatıyordu. Durumu hemen İsa’ya
getirdiler.
İsa onlardaki kötü ruhları bir sözle kovdu,
bildirdiler. O da hastaya yaklaştı, elinden
tutup kaldırdı. Kadının ateşi düştü ve kendisi hastaların hepsini iyileştirdi. Bu, İşaya Peygamber
onlara hizmet etmeye başladı" (Markos aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu:
"Zayıflıklarımızı O kaldırdı, hastalıklarımızı O yüklendi"
1,29-31).
(Matta 8,16-17; İşaya 53,4).
Günahın işareti olan hastalıkların iyileştirilmesi bedelini İsa haç üstünde ödeyecektir. O andan itibaren,
tüm hastalıklar haça gerilmiş Mesih’le birleşecektir. Sevgiyle kabul edilen her hastalık bir kurtuluş
kaynağıdır.
İYİLEŞMELER, YAKLAŞAN TANRI EGEMENLİĞİNİN İŞARETLERİDİR
Vaftizci Yahya, öğrencilerine İsa’nın kimliği ve görevi hakkında hücresinden bilgi verirken, aralarından
birini gizli olarak O’na gönderip şöyle sordurttu:
"Gelecek Olan sen misin, yoksa başkasını mı beklemeliyiz?" (Luka 7,19)
Aziz Luka "tam o sırada İsa, çeşitli hastalıklara, illetlere ve kötü ruhlara tutulmuş birçok kişiyi iyileştirdi,
kör olan birçok kişinin gözlerini açtı" diye belirtiyor (Luka 7,21). Ve İsa’nın yanıtını bildirerek sürdürüyor:
"Gidin, görüp işittiklerinizi Yahya’ya bildirin. Körlerin gözleri açılıyor, kötürümler yürüyor, cüzzamlılar
temiz kılınıyor, sağırlar işitiyor, ölüler diriliyor..." (Luka 7,22).
İsa’nın Mesih olduğunun, İsa’nın vaadini gerçekleştirip hükümdarlığını kurmaya geldiğinin işareti
iyileştirmeleridir. İsa, Tanrı’nın bizi her kötülükten ve başta günahtan kurtarmak için bizim hastalıklarımızın
üzerine eğildiğini anlatmak için, birçok iyileştirmede bulundu.
Bugün biz, İsa’nın yaptığı gibi mucizeler yapmıyoruz; aslında gerçek mucize olağanüstü iyileştirmeler
değildir, birçok kişinin hastalara verdiği, özverili, cömert ve alçakgönüllü hizmettir. Hastalara gösterilen
iyilikseverlik İsa’nın hükümdarlığının aramızda olduğunun sarsılmaz işaretidir! Sevgi mucizeden daha
değerlidir.
HASTALARA ŞİFA VERME GÖREVİ İSA TARAFINDAN HAVARİLERE VERİLMİŞTİR
On iki havariyi göreve gönderirken İsa onlara şöyle diyor: "Gittiğiniz her yerde Göklerin Egemenliğinin
yaklaştığını duyurun. Hastaları iyileştirin, ölüleri diriltin, cüzamlıları temiz kılın, cinleri kovun..." (Matta
10,7-8)
İsa aynı çağrıyı göğe çıkmadan önce öğrencilerine veda konuşmasında yapıyor: "Bütün dünyaya gidin.
Müjdeyi bütün yaradılışa duyurun... İman edenlerle birlikte görülecek belirtilerdir: ... ellerini hastaların
üzerine koyacaklar, hastalar da iyileşecek" (Markos 16, 15-18).
Bu öğreti ve bu cümleler, Yakup’un mektubunda çok açık bir şekilde yinelenmiştir: "İçinizden biri hasta
mı? İnanlılar topluluğunun ihtiyarlarını çağırtsın, Rab’bin adıyla üzerine yağ sürüp onun için dua etsinler.
İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracak. Eğer hasta günah işlemişse, günahları
bağışlanacak" (Yakup 5, 14-15).
İsa’nın sözüne ve Elçilerin öğretisine uyan Kilise, her zaman hastaların tedavisinde herkesin dikkatini
çekti; birçok aziz hayatını hastalar için sundu ve hastaların tedavisi için çalışan dini cemaatler ve kuruluşlar
kurdular.
Hastalar tedavi edilmeden, doğru bir şekilde İncil ilan edilemez ve İncil’i düşünerek kurtuluş haberini
vermeden de hastalara yalnızca bedensel tedavide bulunulamaz.
CEMAATİMİZDE HASTALARIN TEDAVİSİ
Çağrı olarak, her Hıristiyan sevgi içinde hastalarla
ilgilenmeye gönderilmiştir. Bu görev yalnızca az
sayıda gönüllüye verilmemiştir, herkesi kapsar.
Birinci tedavi ve yardım yolu içten, basit,
alçakgönüllü bir ziyarettir: İster evinde yatan hastayı,
ister hastane veya bakımevlerinde yatan hastaları
ziyaret etmek.
Günümüzde yardımlaşmacı düzen ve gittikçe
kusursuzlaşan klinik donanım insanların hastanede
bakılmayı tercih etmelerine neden oluyor, ama
yapılabildiği yere kadar, evdeki samimi ortamda
tedaviyi sürdürmek daha iyidir.
Doğal olarak, akrabalar hastaya Mesih’in şefkatiyle
hizmet etmelidirler, onlara sevgi, neşe ve ümit
duygularını göstermeyi ihmal etmemelidirler.
Özellikle yaşlılar ve ölüm döşeğinde olanlar için
akrabaların şefkati hastaların en çok ihtiyaçları olan
şeydir.
Günümüzde oldukça yayılan bir yol gönüllü
hizmettir. Aynı zamanda hastaya eşlik ederken
uzmanlığın, sevgi ve yumuşaklığın yerine geçmemesi
için de kutsal bir mücadele sürdürülmektedir;
hastabakıcılık ve tedavi yalnızca bir "iş" olarak
görüldüğünde ve "müşterinin” acılı durumu
paylaşılmadığında yakışık olmayan bir olay ortaya
çıkar.
Hastaların yanında iman ruhuyla kalan bir kişi
değişmeden oradan çıkamaz, çünkü Rab onu kutsal
ve onun hastaya yaptığını kendine yapılmış sayar ve
hastanın kendisi de ona sevgiyle yaklaşan kişi için
dua eder ve onu unutmaz.
Kilise cemaati iki şeyle ilgilenmelidir: hiçbir hasta
refakatçisiz kalmasın ve inanan her Hıristiyan
kendini hastaların tedavisine açmayı bilsin.
Konsil’den sonra, birçok laik, hastaların pastoral
tedavisine hazırlandı, "Efkaristiya’nın olağanüstü
elçileri" niteliğini kazandılar; bunlar hastalara
Komünyon taşımakla yetinmemeli, aynı zamanda
onların hastalıkla mücadele ederken durumu
kabullenebilmeleri için de yardım etmek için İncil
Ruhu’nu iletmelidirler.
Eğer Hristiyan cemaati hastalarla ilgili pastoral bir
alışkanlık edinirse, o zaman hastalar için yapılan
olağanüstü törenler hem mahalli kiliselerde hem de
Efes Meryem Ana Evi gibi yerlerde amacına
ulaşacaktır. Bu yerlere gittikten sonra bu kişiler böyle
değerli bir hizmetten dolayı eve çok zenginleşmiş
olarak döndüklerini itiraf etmişlerdir.
Hastalara eşlik etme ve onlara hizmet etme her
Hristiyanın yapabileceği bir hizmettir; eğer gençler
ve daha az gençler, bir kez denemeyi akıllarına
getirirlerse...
Çocuklar için 10 Emir
Ne yapmalıyım?
BEN SENİN RAB ALLAH’INIM.
Benden Başka Allah’ın Olmayacak
İlk emir şöyle der: “Ben senin Rab Allah’ınım. Benden başka Allah’ın olmayacaktır” (Çık 20,2-3).
İsa da şöyle eklemektedir: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Hem paraya hem de Allah’a
kulluk edemezsiniz” (Mat 6,24). Kesin ve net kelimeler!
İlk emir bize hatırlatmaktadır ki Allah, bir babanın ve bir annenin, kendi evlatlarını
sevmesinden daha fazla, bizi şefkatle ve kıskançlıkla sevmektedir; bizi ilk defa O sevmiş
ve bunu karşılıksız yapmıştır ve bizi armağanlarıyla donatmıştır. Bizim kötülük yapmamıza
bakmaz, günahlarımızın hesabını ve listesini yapmaz; O merhametli bir Allah’tır. O bizim
Rabbimizdir ve yüreklerimizde hiçbir şey ve hiç kimse onun yerini alamaz ve almamalıdır.
Allah bizim kalbimizi kendisi için yaratmıştır ve Aziz Augustinus’un dediği gibi, kalbimiz,
“O’nda dinlenene kadar” rahatsız ve üzgün kalacaktır.
Yine de yüreğimize ve düşüncelerimize hükmeden ne kadar çok “sahte tanrılar” vardır! Allah
genelde en son sırada yer alır; Allah hayattan dışlanmıştır: İlk sırada para gelmekte, ilk önce
menfaatler ve kariyer, önce eğlence, önce kibir.
Biz Allah’ı unuttuk: Bu ilk günahtır, diğerleri ise onun sonucudur” (A. Solzenicyn)
Örneğin, para putuna ne kurban sunulur? Sağlık, aile, mutluluk, kendinin ve diğerlerinin
hayatı. Yaşama saygı yoktur; aileler dağılır ve bu da günahın bir başlangıcıdır. O halde
paraya hükmeden insan değildir, çünkü insana hükmeden paradır.
Kalkınma putuna şunları kurban ettik: Çok geçmeden artık nefes almayacağımız,
soluduğumuz hava, çok geçmeden artık içemeyeceğimiz içtiğimiz su, bizimle birlikte
yavaşça ölmeye devam eden içinde yaşadığımız ortam.
Ben senin Rab Allah’ım… Sen, ürettiğin ve kazandığın kişi değilsin; yaşamının her
koşulunda değerli olan sensin: Fakir veya zengin, hasta veya sağlıklı, çünkü ben burada
senin için varım.
Allah’ın hiçbir görüntüsünü veya sembolünü kendin için yapmamalısın: Ben senin
Rab Allah’ınım… senin tarafından yapılan veya başkalarının sunduğu sahte suretlere
bağımsız kalma. Ne Allah’ın ne de insanların herhangi bir figürünü yap. Yalnızca bu
şekilde, yaşayan Allah’la ve kardeşlerinle karşılaşmaya açık ve hazır olacaksın.
İmanlı olmakla, Allah’ın huzurunda küçük olunduğunu hissetmeyi keşfetmek gerekir. İman,
duaya, Kutsal Ayine, Kutsal Gizemler ve dindarlığa dönüşmeden önce, Allah’ın
huzurunda kendinin küçük olduğunu hissetmektir; Rabbin tek olduğunu, üzerine
yaşamımızı kurduğumuz kaya olduğunu kabul etmektir.
O halde ilk emir, imanın derinlemesine ne olduğunu keşfettirmektedir; bizden
yaşamımızın desteği olarak Allah’ı kabul etmeyi istemektedir, ayrıca bize
hatırlatmaktadır ki, bizim için kötü olan veya iyi olan için bizler karar veremeyiz, çünkü kötü
olan veya iyi olan ne varsa onu Allah’tan gelmiş olarak kabul etmeliyiz.
Kalbimi açıyorum…
 Allah benim için kimdir? Hayatımın en önemli yerini mi meşgul etmektedir?
 Onun sevgisine inanıyor muyum?
 Kendi meşguliyetlerimi, sevinçlerimi ve acılarımı Allah’a sunmayı biliyor
muyum?
 Yaşamımı düzensiz kılan putlar hangileridir? Para, iş, başarı, kariyer… ?
Meryem Ana
MERHAMET ANASI
Kimse annesiz dünyaya gelemez. Tanrı Oğlu
Mesih İsa Kutsal Ruh’un kudretiyle yeryüzüne
geldiği zaman Bakire Meryem’den “beden
aldı”. Zenginlik, kudret, nüfuz ve prestij gibi
her şeyden vazgeçti, ancak bir tek annesinden
vazgeçmedi. Anneler çocukların beşiğini ve bu
şekilde dünyayı hareket ettirirler. Anne,
Tanrı’nın elinden gelen yaşamın aracısıdır. Bu
nedenle her anne Tanrı Anası Meryem’in kız
kardeşi gibi benzeridir.
Tanrı’nın
bize
en
güzel
armağanı
annelerimizdir. Kurtarıcımız İsa Mesih’in
bize bıraktığı en güzel şey annesidir. Kimsenin
annesiz kalması gerekmez, bu nedenle kimsenin
endişelenecek durumu yoktur. İşte annemiz
buradadır, elimizden tutar, bizi İsa Mesih’e
yöneltir. Bizi asla yalnız bırakmaz. Meryem
Ana İnsanların sıkıntılarını, ancak sıkıntıdayken
nasıl yardım edeceğini de bilir. O bizim için
Oğlu’nun yanında şefaat eden annemizdir.
Meryem’in en güzel isimlerinden biri de
“Merhamet anası” dır.
Kudret insanı yoldan çıkaran şeylerden belki
de en tehlikelisidir. Kim kudret sahibiyle bunu
başkalarına karşı, kendini yüceltmek için onları
basamak yapmak üzere ezmek, aşağılamak için
kullanabilir. Kim kudret sahibiyse başkalarına
kendi isteklerini zorla kabul ettirebilir, onlara
hükmetmemek için egemenliği altına alabilir.
Günümüzde de birçok halk bu haksız şiddet altında acı çekmektedir. Baskı ve sömürü, terör ve korku, sayısız
insanın baskıya maruz kalıp aşağılanması, şiddet gören bedenler ve mahvedilen ruhlar; dünya cellatlar ile
kurbanlar şeklinde ikiye bölünmüş durumda ve sayısız insan yurdundan edilmiş, kaçmaya mecbur
bırakılmış haldedir.
Ancak şiddetin yarattığı bu sefalet içinde daha insani bir egemenliğe olan özlem, göksel sembol vizyonu
tutuşur; (Vahiy 12,1). İşte bu merhamet anası, her şeyi yutan ejderhadan daha kudretli olan kraliçedir.
Yumuşaklık, iyi kalplilik, yardımseverliğe yönelik olan bu özlem tasvirleri acı çekmiş yüreklerin
derinliklerinden doğar ve aziz olarak adlandırdığımız insanlarda bir çehreye kavuşurlar; Don
Bosko,Vinsent’li Paul, Madre Teresa vb. onlar bu göksel sembolün birer aynaları gibidirler. Bu sembol ise
Meryem, Merhamet Anası’dır.
Biz Hristiyanlar için Tanrı’nın doğası sevgi, saf merhamet, etkin sevgidir. Ve İsa Mesih’te Tanrı’nın
aramızda görünür kıldığı merhametidir. “Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi…”
(Yuhanna 3,16). Tanrı Oğlu’nun beden alışının gizemi kendini burada gösterir. O’nun Baba’dan üstlendiği
ödevi yoksullara, ezilmişlere, baskı görenlere ve günahkârlara Baba’nın merhametli sevgisinin müjdesini
duyurmaktı.
Tanrı bütün insanları sever ve hepsinin kurtuluşunu
ister. Tanrıoğlu İsa Mesih haçta ölümü ve dirilişiyle
bizi bütün günahlardan kurtarmış ve bütün insanlığın
kurtuluşunu ve affa kavuşmasını sağlamıştır. Tüm
sevginin kaynağı olan Tanrı insanlara sevgisini
armağan ettiği için insan da Tanrı’ya ve insan
kardeşine sevgi göstermeye yetkin durumdadır;
“Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve
bütün aklınla seveceksin. İşte ilk ve en önemli
buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da
şudur; ‘Komşunu kendin gibi seveceksin’ Kutsal
Yasa’nın tümü ve peygamberlerin sözleri bu iki
buyruğa dayanır” (Matta 22,37-40).
Göklerdeki sembol, Merhamet Anası Meryem
Ana’nın görevi burada daha belirgin hale gelir.
Çünkü Meryem Ana herkesten çok daha farklı bir
şekilde Tanrı’nın merhametini yaşamış, yüreğinin
fedakârlığı ve katılımıyla Tanrısal merhametin
vahyini mümkün kılmıştır. Bu nedenle Meryem Ana
Tanrısal merhametin gizemini en iyi bilendir. O
bizleri İsa’ya yöneltir; “Size ne derse yapın!”
Birçok halk Meryem Ana’da şiddet değil,
yumuşaklık, merhamet ve sevgi üzerine kurulu
gerçek egemenliğin ilkesini görür. Bu bir hayal
midir? Dünyamızın acımasız gerçeklerine çarpıp
dağılan bir rüya mıdır? Hayır, bu tarihsel deneyimle
gerçekliğini göstermiş ve Meryem Ana’nın
Magnificat ilahisinde dile getirdiği gibi seslenen bir
inançtır; “Hükümdarları tahtlarından indirdi,
Sıradan insanları yükseltti”.
Haksızlığa uğrayanların bekledikleri günü, belki uzun
süre bekletir, ancak o gün gelecektir. Kölelikten
özgürlüğe giden yol uzun ve ezici olabilir. Ancak
elbet bir sona varacaktır. Bu, ümitlerini göksel
sembole bağlamış olanların deneyimidir.
Dua eden annelerin elleri Tanrı’nın yüreğinde özel
bir güce sahiptir. Meryem bütün annelerin annesidir,
bütün insanların annesidir. Çocukları olarak bütün
sevinçlerimizi, endişe ve sıkıntılarımızı O’nun dua
eden ellerine, sevgi dolu yüreğine, kudretli şefaatine
emanet edebiliriz, çünkü o şefaatçimiz olarak
Oğlu’nun yüreğine daima yakındır. Amin.
Selam sana
Allah’ın en sevdiği kulu Meryem
Rab seninledir!
İncil’deki kadınlar
İMAN BEYANI
Şimdi öyle yüksek bir düzeye gelmiş bulunuyoruz ki sunacağımız kadınlar iman konusunda
geçilemez. Bu en yüksek düzeyde, iki kadını inceledik: Beytanya’da yağ sürülmesi – Lazar’ın
dirilişi. Bu sayımızda “Samariyeli kadınla” buluşacağız.
Yakup’un Kuyusundaki Samariyeli kadın (Yu 4, 1-42)
Önce, tüm Kutsal Yazıların en güzellerinden biri olan bu metni okuyunuz.
Yoktan çıkmış olan Samariyeli kadın imanın doluluğuna erişecek. Tesadüfen ortaya çıkıyor ve
kuyunun başında oturan tanımadığı bu adama dikkat etmiyor bile. Yaşayacağı serüvene önceden
hazırlanmış değildir. Özel yaşamı bir curcunadır; Yahudilerin düşmanı, sapkın bir millete aittir. Oysa bu
kadın hemen başında simgesel bir değer taşıyor. Bu yoğunluğun nedeni nedir? Simge dolu tartışılan
temalar: maddi su ve yaşam suyu, görünen çöl ve bereketli efsanesi mi?
Bu değişik tartışmaların merkezinde Hristiyanı
beklentisine yönelten kişi duruyor, İsa. Samariyeli
kadın, imanın şart olan bir kopmanın somut
örneğidir. Yanıtlarının her biri, coşku ile
beklenmedik alay oyununu karıştırıyor. Bu metnin
bu iki bileşimine dikkat etmek gerekir: bir taraftan
şıp diye yapıştırılan, şaka niyetli, aşağılanmış bir
milletin öcünü içeren yanıtlar; diğer taraftan,
şaşkına dönen, her sözü yüceltilme olan lütfun
karşısında diz çöken bir tanık kadın.
Başlangıçta İsa ile kadın arasındaki
mesafeye dikkat edelim: O Yahudidir, kadın
Samariyeli. İki millet arasında kökeni atalarından
gelen bir kin vardır. Başlıca anlaşmazlıkları
Allah’a tapınılacak yerdir. Cinsiyetleri farklıdır:
bir erkek ve bir kadın yalnız başlarında. Kutsal
olan ve altı eşli kadın. Görünüşte hiçbir sorunun
çıkmaması gerek. İsa’nın isteği basittir : "Bana su
ver, içeyim." Oysa kadın hemen bu isteği
tartışıyor. Hemen başında bir anlaşmazlık vardır.
Kadının birinci cevabı şaşkınlık ve iman,
gülünçlük ve ciddiyet kapsıyor : "Nasıl sen
benden...".
Bu ikili konuşma iki yönden
yorumlanabilir. İşi hafife alan bir yorum :"Aaa,
bir erkek ve bir Yahudi..., üstünlüğü içine işlemiş
bu milletten alay etme fırsatı... Bu vatandaş bir
budalalık ediyor, benim dokunduğum bu kovanın
suyundan içmeğe razıdır... Yasasına göre murdar
olur... Veya "gizemli" bir yönden: Bu adamı
tanımıyorum. Ne tuhaf bir davranış!... Temasımla
alçalmaktan korkmuyor mu? Benimle öyle
insanca konuştuğuna göre kimdir acaba?
İsa’nın bu girişiyle tüm bir öğretim
başlamış oldu. İsa ona : "Eğer sen Allah’ın
armağanını bilseydin... O sana yaşam suyu
verirdi" dedi. Kuyunun adı "armağan" idi. İsa
sanki kadına : "Ne sanıyorsun? Allah’ın sadece bu
kuyunun suyunu mu armağan ettiğini mi? Benim
sadece bir Yahudi olduğumu mu ?" demiş
oluyordu. İsa belki bu kadını susturmak
istercesine ona, tartışacağına kendisinin dilemesi
gerektiğini diyordur. İsa’yı tanımak, ondan
dilemektir. Samariyeli kadın su istemesiyle İsa’yı
tanımış olurdu. Artık susuz kalmayacaktı. İsa’nın :
"Bana su ver, içeyim" sözleri aslında : "Sen,
benden su iste" anlamındaydı. Ve oyun sürüyor
:"Su mu içmek istiyorsun. Kendin su çek. Su
çekmek için kabın bile yok." İsa’nın söylediklerini
iyi duydu, yaşam suyundan söz etmişti. Bu ona
Musa’nın, Yakup’un efsanesini hatırlatıyor.
Sırıtarak : "Yoksa sen atamız Yakup’tan büyük
müsün ?" Bu "atamız" sözcüğü sâf bir söz
değildir: müşterek atalarımız var demek istiyor.
Ben de mirasçıyım. Kendini ataların yerine
koyma.
Fakat bu adam merakını uyandırıyor.
Ona "Efendim" diyor. İsa çift üsluba da cevap
veriyor. Alaycı kadına meydan okuyor. Cevabı
tartışmanın konusunu genişletiyor: Yakup su verdi
ama bu sudan içen yine susayacak. Oysa benim
vereceğim sudan içen hiç susamayacak.
Samariyeli kadın : "Bana bu sudan ver"
diyor. Kadın dalga geçmeye devam ediyor: Bu
adam fazla ileri gidiyor. Hem su vermekten söz
ediyor, hem de bu sudan bir kez içmenin yeterli
olacağını söylüyor. Bakalım ne yapacak!
Ve yeni bir evre başlıyor. "Git" diyor İsa. Onu kovuyor, fakat geri gelmesini de istiyor. Kadın
biraz içini açtı. Bu kuyuya gidip gelmekten yorulduğunu itiraf ediyor. Fakat İsa onda başka bir acı,
başka bir yorgunluk seziyor. Kadın içini tamamıyla açmadı. İsa açılmasına yardımcı oluyor : "Git!
kocanı çağır ve buraya getir". – "Kocam yoktur." Gerçek acısını itiraf ediyor. Yalnızlık. "Doğru
söyledin beş kocan oldu. Şimdi birlikte yaşadığın adam kocan değildir". Bu sefer Kadın İsa’da bir
peygamber görüyor. Fakat hemen Yahudilerle onların arasındaki esas sorunu yüzüne vuruyor : "Nerede
tapınmalı ?" Benim hakkımda iyi bildin, fakat bakalım buna ne diyeceksin?
Belki de kadın konuyu değiştirmek için bu soruyu sormuştur. Fakat kadın hemşerilerine:
"Bütün yaptıklarımı söyledi" diyecek.
Kadında sadece su ihtiyacı yoktur. Tinsel bir susuzluğu da var. İsa’dan iki milletin arasındaki
sorununu çözmesini istiyor. Nerede tapınmalı?. "Ne bu dağda, ne de Yeruşalem’de. Ruhta ve gerçekte
tapınmalı." Kadın konuyu Mesih’e getiriyor. Belki İsa’ya: Peki sen bir peygambersin, fakat kendini
Mesih sanma, demek istiyor : "Mesih gelince..." Gene de, kadının İsa’ya yakıştırdığı unvanlarda çok
büyük bir ilerleme vardır: Yahudi, Efendi, Peygamber, Mesih... Sanki bir soruyu ima ediyormuş gibi :
"Acaba o sen misin ?" Ve İsa ona cevap veriyor : "Seninle konuşan ben, O’yum".
Her şey söylenmiş oluyor. Fakat bu gizli duramaz. Marta’nın Meryem’i ve Yahudileri çağırdığı
gibi burada halk geri dönen şakirtlerdir. Fakat onlar henüz bu seviyeye ulaşmış değiller. Rab’bilerinin
davranışlarındaki aşırı özgürlüğe şaşırıyorlar. Tek başına bir kadınla nasıl konuşabilir? Kadın ise
gidiyor ve testisini bırakıyor. Onu ilgilendiren artık su değildir.
İsa ona "Git kocanı çağır" demişti. O tüm köyü çağırıyor. Onlara sadece "Bana tüm
yaptıklarımı söyledi" diyor. Onun görevi onları çağırmaktır. İnandırmak değildir. Sadece bir kadındır.
Tanınıyor. İnanışını bir soruyla bildiriyor :"Acaba Mesih bu mudur ?" Aracı olarak ortadan kayboluyor
"Bizim iman etmemizin nedeni artık senin sözlerin değildir. Kendimiz işittik".
"Biri eker, başkası biçer..." Acaba İsa bu sözleri söylerken Samariyeli kadını mı ima
ediyordu? O, haberi getirmişti ve şimdi Samariyeliler kalabalık olarak İsa’ya geliyordu. Kadın mutlu
olabilirdi. Bir Kilise kurulmuştu!
Birinci yüzyılın: Tiyatira Kilisesi
İncil’de bahsi geçen bölüm: Vahiy 2,18-28
T yat ra şehr L dyalılar tarafından kurulmuş sonrasında se sırasıyla Makedonlar, Galatyalılar ve
Bergama kralları tarafından ele geç r lm şt . Bu yören n lahı L dya, Makedon, ve Grek nançlarının
kaynaşmasından ortaya çıkan Hel us Pyth us Apollo adını taşırdı. T yat ra emekç sınıfların ve çeş tl
meslek topluluklarının faal yet gösterd ğ b r şeh rd . T yat ra, F l p şehr nde mana gelen ve oradak
k l se’n n kurulmasında başrol oynayan kumaş boyacısı L dya’nın memleket d r. Bu meslek toplulukları
veya şç send kaları genell kle b rer koruyucu lahın gücüne sığınırdı. Bu durum manlı esnafların
üzer nde, “ya meslek grubunun özel putperest badetler ve eğlenceler ne uyarsın ya da çevres z kalırsın,
şs z kalırsın” d ye b r baskı oluşturuyordu. İzebel (2,20) olarak adlandırılan b r kadın bu konu üzer nde
şeh rde öğret ver r ve manlıların bu törenlere katılıp d ğer kutlamalarla kaynaşarak ruhlarını
k rletmeyeceğ n savunur. İlg nçt r k , İzebel sm b r zamanlar İsra l’ ahlaksızlığa ve putperestl ğe
sürükleyen Fenikeli bir kraliçenin de ismidir (1 Kr. 16,31; 18:4,13). Kil sen n çoğu bu tuzağa düşse de,
sadık kalan b r avuç manlı vardı. Rab bu azınlığı takd r ed yor ve “Sizde olana sımsıkı sarılın” (2,25)
d yerek teşv kte bulunuyor.
Sadık kalan azınlığa ödüller vaat ed l yor: “Ben Babam’dan nasıl yetki aldımsa, galip gelene, yaptığım
işleri sonuna dek sürdürene ulusların üzerinde yetki vereceğim… Galip gelene sabahyıldızını da
vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin.” Yani sadık kalan imanlılara geçici yetki
ve itibar arayan sadakatsiz imanlıların tersine kalıcı bir yetki ve itibar vaat ediliyor. Sadık kalan
imanlılara Mesih’in ikinci gelişinde uluslar üstünde yetki verilecek. Ayrıca İsa’nın unvanı olan
“Sabahyıldızı” (bkz. Vahiy 22,16) kendilerine de bahşedilecek, yani cennette kalıcı bir itibara sahip
olacaklar.
(Kaynak: www.inciltarihi.com - KK Arkeolojisi)
Gençler için Dini Muhabbetler
Tanrı bize seslendiği zaman O’na nasıl yanıt verebiliriz?
Tanrı’yı yanıtlamak, O’na iman etmek demektir.
İman etmek isteyenin “işiten, sezgi dolu bir yüreğe” (1 Kr 3,9) ihtiyacı vardır. Tanrı farklı yollarla
bizimle temas kurmak ister. Her insani karşılaşmada, her etkileyici doğa deneyiminde, her ilk bakışta
tesadüf gibi görünen şeyde, her meydan okumada, her acıda Tanrı’nın bizlere gizli bir mesajı yer alır.
Kendi sözüyle veya vicdanımızın sesiyle bize seslendiği zaman bu çok daha belirginleşir. Bize dostları
gibi seslenmektedir. Bu nedenle bizler O’na dostları gibi yanıt vermeli ve O’na iman etmeli, tamamen
güvenmeli, O’nu hep daha iyi anlamayı öğrenmeli ve O’nun isteğini koşulsuz kabul etmeliyiz.
İman nedir?
İman, bilmek ve güvenmektir. İmanın yedi özelliği vardır:
İman Tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır, içten bir şekilde dua edersek bu armağanı alabiliriz.
İman, esenliğe erişmek için ihtiyaç duyduğumuz doğaüstü bir güçtür.
İman, Tanrı’nın davetini kabul ederse insanın özgür iradesi ve açıkça anlamasını gerektirir.
İsa kefil olduğu için iman tamamen gerçektir.
İman, sevgi içinde etkin olmadığı sürece tamam değildir.
Tanrı’nın sözünü daha iyi dinledikçe ve dua aracılığıyla O’nunla diri bir ilişki içinde oldukça iman gelişir ve
büyür.
İman daha şimdiden cennetin sevincini tatmamızı sağlar.
Birçokları inanmanın kendilerine yetmediğini, bilmek istediklerini söylerler. Ancak “iman etmek” çok
farklı iki anlama sahiptir: Paraşütle atlayacak olan birisi havaalanındaki görevliye “Paraşüt sağlam
paketlenmiş mi?” diye sorup, görevli kayıtsızca “Ee, tabi sağlam paketlenmiş olduğuna inanıyorum”
diye yanıt verse bu yanıt ona yeterli gelmeyecektir; bunu kesin olarak bilmek isteyecektir. Ancak
paraşütü paketlemesini bir arkadaşından rica etmişse o zaman arkadaşı ona “Evet, kendim
paketledim. Endişelenme, bana güvenebilirsin!” diye yanıt verir. O zaman paraşütçü şöyle bir yanıt
verir: “Evet, sana inanıyorum.” Bu inanç, bilmekten daha fazlasıdır, emin olmak demektir. İşte bu
inanç İbrahim’i Vaadedilen Ülkeye götüren inanç Şehitlerinin ölüme kadar dayandıkları inançtır,
bugünde imanlıları gördükleri baskı ve zulümlere rağmen ayakta tutan inançtır. Bu, insanı
tamamen kavrayan bir inançtır.
İman etmek nasıl olur?
Kim iman ederse Tanrı’yla şahsen bir bağ kurmaya çalışır ve Tanrı’nın kendisiyle ilgili gösterdiği
herşeye inanmaya hazırdır.
İman etmenin başlangıcında çoğu kez yaşanan bir sarsıntı veya huzursuzluk yer alır. İnsan görünen
dünyanın ve herşeyin doğal akışının aslında herşey olmadığını hisseder. Bir gizemin kendisine
dokunduğunu hisseder. Kendisine Tanrı’nın varolduğunu gösteren izlerin peşine düşer ve gitgide
Tanrı’ya seslenmek ve sonunda özgürce O’na bağlanmak için cesaret bulur. Yuhanna İncili’nde şöyle
yazılıdır: “Tanrı'yı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Baba’nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik
Oğul O’nu tanıttı.” (Yu 1,18) Bu nedenle Tanrı’nın bizlere ne demek istediğini bilmek istiyorsak
Tanrıoğlu İsa’ya iman etmeliyiz. Bu nedenle iman etmek İsa’nın mesajını kabul etmek ve yaşamını
O’nun isteği doğrultusunda yönlendirmektir.
İman ve doğal bilimler arasında çelişki var mıdır?
İman ile doğal bilimler arasında çözülmez bir çelişki yoktur, çünkü farklı iki gerçek olamaz.
Bilim gerçeğiyle rekabet içinde olan bir iman gerçeği yoktur. Hem imanın hem de bilimsel mantığın
kaynağı olan tek bir gerçek vardır. Tanrı imanı, aracılığıyla dünyanın mantıklı yapısını tanıyabildiğimiz
mantığı nasıl istediyse öyle istedi. Bu nedenle hristiyan inancı (doğal) bilimleri destekler. İman,
mantığa kapalı olmayan, ancak mantığın da ötesinde gerçek olan şeyleri tanımamız içindir. İman doğal
bilimleri kendini Tanrı’nın yerine koymamak ve yaratılışa hizmet etmek konusunda uyarır. Doğal
bilimler insanın onuruna müdahale etmemeli, aksine saygı göstermelidir.
İmanımın kilise ile ne ilgisi var?
Nasıl ki kimse yalnız kendisi için yaşayamazsa, insan yalnızca kendisi için iman edemez. İmanı KİLİSE’den
alırız ve bu imanı paylaştığımız kişilerle birlikte topluluk olarak yaşarız.
İman insanın en özel varlığıdır, buna rağmen şahsi bir konu değildir. İnanmak isteyenin hem “ben”
hem de “biz” diyebilmesi gerekir, çünkü insanın paylaşamayacağı ve açıklayamayacağı bir inanç
mantık dışıdır. Tek tek imanlılar Kilise’nin “İnanıyoruz” ifadesini kabullenirler. İmanı yüzyıllar
boyunca taşıyan, yanılgılardan koruyan ve devamlı ışık gibi parlamasını sağlayan kilisedir. Bu nedenle
iman etmek ortak bir inanca paydaş olmaktır. Başkalarının imanı beni de ayakta tutar, aynı benim
imanımın ateşinin başkalarının imanını da tutuşturması ve güçlendirmesi gibi. Kilise imanın “Ben” ve
“Biz” yönlerini ayinlerde iki iman açıklaması kullanarak vurguluyor: “İnanıyorum” diye başlayan
Havarisel İman Açıklaması ve temel formunda “İnanıyoruz” diye başlayan İznik-Konstantinopel
Büyük İman Açıklaması.
İmanın tariflere ve ifadelere ihtiyacı var mıdır?
İmanda sözkonusu olan boş sözler değil, gerçekliktir. Kilise’de
tarih boyunca yardımlarıyla bu gerçekliği gördüğümüz, açıkladığımız,
öğrendiğimiz, aktardığımız, kutladığımız ve yaşadığımız iman açıklamaları oluşmuştur.
Belli sabit formlar olmazsa imanın içeriği eriyip gider. Bu nedenle Kilise Mesih’in mesajını yanlış
anlamalardan ve bozulmalardan korumak için çoğu kez zahmetli bir süreç sonunda formüle edilmiş
olan belli cümlelere büyük önem verir. Aynı şekilde iman açıklama ifadeleri, kilisenin imanının farklı
kültürlere aktarılıp tercüme edilmesi, ancak aynı zamanda özüne sıkı sıkıya bağlı olarak korunması
gerektiği zaman da önemlidir. Çünkü ortak iman kilisenin birliğinin temelidir.
İman açıklamaları nelerdir?
İman açıklamaları, bütün imanlıların imana ortak tanıklıklarını mümkün kılan imanın kısa açıklama
formülleridir.
Bu tür kısa formüller Pavlus’un mektuplarında da bulunur. İlk dönemden Havarisel İman Açıklaması,
Havarilerin imanının bir özeti olarak sayıldığı için özel bir değere sahiptir. Büyük İman Açıklamasında
henüz bölünmemiş olan hristiyanlığın büyük konsillerinde (İznik 325, Konstantinopel 381) formüle
edildiği ve halen de Doğu ve Batı’daki bütün hristiyanların ortak temeli olduğu için büyük saygı görür.
Müjdeleme Katolik Kilisesi’nde
19 Haziran 2016
Pazar günü
Saat 11.30
İlk Komünyon Töreni
Yaşam Ekmeği
Ben’im!
Bu ekmekten
yiyen
sonsuza dek
yaşayacak
Rabbin Sofrasına Hepinizi bekliyoruz
Sevgili Mons. Luigi
Seni unutmadık ve unutmayacağız!
Gökte doğum günü
3 Haziran 2010
Download