21. yüzyıla doğru denizli sanayii sempozyumu

advertisement
tmmob
makina mühendisleri odası
21. YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ SEMPOZYUMU
17-18-19 EKİM 1997
BİLDİRİLER
Bildiriler kitabında yer alan her türlü görüş, fikir, bilimsel sav ve alıntılar, tablo ve şekiller bildiri
yazar / yazarlarına aittir. Bunlardan ötürü düzenleme kurulu sorumlu tutulamaz.
Bu kitaptan yapılacak alıntılarda kaynak göstermek zorunludur.
EDİTÖR
Cemalettin Çağdaş
Yılmaz Arslan
YAPIM
Deha Ajans Ltd. Şti.
Tel: 263 14 84
BASKI
Deha Mat Ltd. Şti.
mmo yayın no: 199
ISBN 975-395-243-0
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
DENİZLİ KENT MERKEZİ VE SANAYİ BÖLGELERİNİN
TEMEL ENERJİ SORUNLARI İLE ÇEVRE ENERJİ
ÜRETİM BİRİMLERİ İLİŞKİSİ
TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
DENİZLİ ŞUBESİ
O2ET:
Hızla kentleşen ve sanayileşen Denizli yöresinin önümüzdeki 20 yıllık dönemde karşılaşacağı temel
elektrik enerjisi sorunlarının değerlendirilmesi ile çözüm önerileri sunulacak ve Güney Batı Anadolu Bölgesinin enerji üretim merkezi olan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik santrallarının insan ve çevre
sağlığı ile olan ilişkisi incelenecektir.
1-GİRİŞ
Elektrik Enerjisi Üretimi
a.) Hidroelektrik Santraller (Su Kaynağı)
b.) Termik Santraller (Kömür, Petrol Türevleri)
c.) Nükleer Enerji
gibi yakından tanıdığımız kaynakların dışında yenilenebilir enerji kaynaklan olarak adlandırılır.
Çağdaş tekniğin yoğun araştırmalar yaptığı güneş, rüzgar, dalga vb. gibi çevre ve insan sağlığı açısından sakıncası olmayan kaynaklardan da üretilmektedir.
Ülkemizde üretilen elektrik enerjisi yoğunluklu olarak hidrolik ve termik santrallerden elde edilmektedir.
2- HİDROLİK SANTRALLER
a.) Elektrik Üretimi
b.) Tarımsal Sulama
c.) Erezyon Mücadelesi
gibi çok amaçlı tesisler olup yaklaşık 100-120 yıl üretimde kalmaktadır. Ülkemiz önemli su potansiyeline sahip olup halen bu potansiyelin %29.5'i değerlendirilmektedir.
Termik Santraller üretimini katı yakıt (Taş kömürü, Linyit) veya petrol türevlerinden oluşan sıvı ve gaz
yakıtlardan sağlanmaktadır.
Kuruluşları kısa zamanda tamamlanabilmekte ömürleri Hidroelektrik Santrallerinden uzun olmamaktadır.
Yıllara göre satın alınan enerji İşletme kolaylıkları vardır, yakıt olarak kullanılan maddelerin içerdiği
kükürt, azot ve kimyasal bileşimlerin oranlarının çokluğuna göre, üretimde çevre sorunları yaratmaktadır. Ülkemizde bu santralleri düşük kalorili linyit kömürünün değerlendirilmesi düşünülmüştür.
53
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Termik Santrallerde kullanılan katı yakıtlar ülke kaynaklarından sıvı ve gaz yakıtlar ise yurt dışından
karşılanmaktadır.
Nükleer enerji yakıt, kurulması, işletmesi tamamen yabancısı olduğumuz ancak TÜBİTAK tarafından
AR-GE anlamında küçük çapta ülkemizde enerji üretilen kaynaktır. Kuruluş maliyeti ve işletmesi pahalıdır.Nükleer kazaların yarattığı Radyasyon çevre ve insan için çok tehlikelidir.
Yenilenebilen enerji kaynakları açısından ülkemiz şanslı bir coğrafi konuma sahiptir. Bu kaynaklardan
iletim güçlüğü olan kırsal ve dağlık yörelerimizde bölgesel yararlanılması düşünülebilir.
j
Gayet tabidir enerji üretimi ile sorunun çözülmediği bu enerjinin tüketiciye sunulması ENH hatları ve
dağıtım tesisleri ile mümkündür. Bu amaçla ülkemizde 380kv, 154kv gerilimli Enterkonnekte şebeke
planlanmış uygulaması yapılarak 34,5kv ve daha düşükgerilimler ile yapılan dağıtım sistemi ile tüketim
merkezlerinde hizmete sokulmaktadır.
3- DENİZLİ - ENERJİ
Denizli Yukarı Büyük Menderes vadisinde kurulmuş önemli bir tarım ve sanayi kentidir.
İklimin ve topraklarının özellikle pamuk üretimine uygun olması yüzyıllardır köy ve kasabalarında dokumacılığın geleneğini sürdüren bölge halk günümüzde bu sektörü modern anlamda çağdaş üretim teknikleri ile ulusal ve uluslar arası pazarı olan bir kenttir.
j
f
Küçük sanayinin alt yapı oluşturduğu çok geniş üretim çeşitliliği, sanayi kentine ivme kazandırmıştır.
İlde özellikle Sarayköy-Denizli-Çardak bandında yoğun nüfusu ve işletmenin artışını getirmiştir.Bu oluşum sonucunda ortaya çıkan sosyo ekonomik yapı sanayileşme süreci yaşayan Anadolunun diğer kentleri içinde bir model oluşturmuştur.
Sanayinin ve buna bağlı olarak nüfus artışının bu denli hızlı eğilim gösterdiği bölgelerde ulaşım iklim
konutlaşma gibi hizmet yanında enerji yatırımlarında da büyük ve yetişilmesi çözülmesi güç bir problem doğal olarak Denizli ve çevresinde doğmuştur.
t
Tabloda (Tablo 1) son 5 yılda Denizli ve çevresindeki enerji tüketimi verilmiş olup görüşümüzü onayi
lamaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde hizmet vern TEAş ve TEDAş Genel Müdür- >-.
lüklerince ildeki gelişmeler takibe alınmış bu gelişmelere cevap verebilecek enerji yatırımları gerek iletim şebekeleri gerek dağıtım şebekeleri açısından gereksinim olan tesisleri planlayarak yatırım programına almış ve tus çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmaların yanısıra 1312 sayılı TEK Kanununun bünyesinde değişiklik yapılarak uygulamaya sokulan yöntemler gereği olarak ilde bazı sanayi kuruluşları ve
Organize Sanayi Bölgesi tarafından özel üretim üretim birimleri de kurulma sürecine girmiştir.
Denizli ilinde sanayi kuşağı diyebileceğimiz Sarayköy-Denizli -Organize Sanayi Bölgesi-Çardak bunlardan temel enerji sorunları olan 380kv ulusal enerji sistemince hat ve trafo merkezi yönünden bağlanma mevcut 154 / 31-5kv trafo merkezlerinde güç yüksetmesi yapılması reaktif güç komponzasyonu tesis
yapımı kent içi ve sanayi bölgelerinde OG hatlarının ıslahı ve yenilerinin ikmali gibi TEAş ve TEDAş ile
çalışmalar elbette sorunun çözümüne yönelik olmakla birlikte yeni çözüm arayışları mutlaka olmalıdır ve
vardır.Bunları bu yazının ileri aşamalarında sunmaya çalışacağız.
j
/
3- GÜNEY BATI ANADOLU ENERJİ SİSTEMİ
Muğla- Aydın- Denizli illeri ile Antalya- izmir- Burdur illerinin belli bir bölümünü içeren yurdumuzun bu coğrafi kesiminde Denizli izmir illeri dışında önemli sanayi bölgeleri olmmamakla birlikte
Muğla ve Aydın illerinin önemli bir turim potansiyeli bulunmakta kıyı şeridi dışında bölge orman ve akarsu çevrelerindeki tarımsal faaliyetlere uygun bir arazi yapıtı göstermektedir. Yaz aylarında Muğla ve Aydın illerindeki enerji tüketimleri kış ve bahar aylarına göre iki katından daha fazla bir artış gözlenmiştir.
54
•
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Ancak tüm bu anlatılanların ötesinde bu bölgenin öyle bir yapılanması vardır ki konu başlığımızı da oluşturan iki temel husustan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Muğla iline bağlı Yatağan ve Milas ilçelerinde yurdumuzun en önemli enerji üretim tesislerinden üçü
yaklaşık 80 km'lik bir hat üzerinde ard arda sıralanmaktadır.Bunlar Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleridir. Bu üç santralın toplam kurulu gücü 1680 (8x210) MW olup Türkiye ulusal iletim şebekelerinde önemli bir yeri oluşturmaktadır.
Bu üç santral 380kv ENH' leri ile izmir 380 / 154.5kv trafo merkezi üzerinden Türkiye 380kv enerji
sistemine enerji sokmaktadır. Aynı santrallerden 154kv ENH' leri ile Denizli ve Denizli- Bozkurt 154kv
ENH ile Göller bölgesine besleme yapılmaktadır.
Yatağan- Denizli 380kv ENH ve Denizli- Organize Sanayi Bölgesinde 380 / 154kv trafo merkezi TEAş
Genel Müdürlülğünce programına akımı ve çalışmaları devam etmektedir. Bunun yanısıra Denizli Organize Sanayi Bölgesi 380 / 154kv TM ile Antalya Versak 380 / 154kv TM arasında 380kv ENH planlama
ve etüd aşamasındadır.
Bu bölüm başında söz ettiğimiz gibi Santrallerin bulunduğu Muğla ve Aydın illerinde santrallerde üretilen enerjinin 1/5' i ancak tüketilmekte olup geriye kalan yük 380 ve 154kv hatlarla izmir ve Denizli
üzerinden Türkiye sistemine enjekte edilmektedir. Bunu söylerken Enterkonnekte sistemlerdeki yük akımı mekanizmasındaki genel işleyiş göz önüne alınmıştır. Yoksa bazı durumlarda (özellikle santrallerden
ikisinin veya üçünün devre dışı kalması hali) bu bölgeye Türkiye sisteminden enerji tersten da alınmaktadır. Zaten böyle durumlarda özellikle izmir, Denizli ve Antalya bölgeleri yük tedarik yönünden büyük
sıkıntılara direnmektedir. Bunun örneği 1994 Mart ayı sonu ve 1997 Haziran ayı başlarında yaşanmıştır.
4- KATI YAKITLA ÇALIşAN TERMİK SANTRALLAR VE ÇEVRE
Biyolojik sosyal ve ekonomik yaşamımızın en temel girdilerinden olan elektrik enerjisi üretilirken beraberinde bazı sorunları da getirmektedir. Bu sorunlardan bu yazı kapsamında incelemeyi amaçladığımız
çevre sorunları doğan ülkelerde daha önce ele alınmış olmasına rağmen ülkemizde gündeme gelişi yeni sayılır. 1983 yılında çıkarılan 2872 sayılı Çevre kanunu da 1. maddesinde Devletin ve bireylerin ülkede kırsal ve kentsel arazinin doğal kaynakların kullanması ve koruması, su toprak ve havanın kirlenmesini önlemesi ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerini koruması yönünden farklı önlemler alması bunları ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınma hedeflerine uyumlu olarak uygulanması gerektiğini şart koşmaktadır.
Katı yakıtla çalışan güç santralleri üretimini yaparken üretim sürecinde yakıtın kullanımı esnasında açığa çıkan kükürtlü gaz ve katı kimyasal artıklar ve ısı ile çevre üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu etkiler hava su ve toprak üzerinde olmaktadır.
Kirlilik Nedeni Olarak söyleyebileceklerimiz:
a.) Kükürt oksitleri
b.) Azot oksitleri
c.) Karbon oksitleri
ç.) Toz
d.) Termal (ısı) etkiler
Kükürt oksitleri, azot oksitleri ve karbon oksitleri kömür ve petrol türevlerinin yakılması sırasında oluşan ve maalesef doğadaki oranının %70'i güç santrallar tarafından verilen hem hava hem toprak için zararlı maddelerdir. Bu atıklardan ağırlığı kükürt dioksit SO2 ve NOX (Noks) olarak girilmekte ve bunlar
gerek insan sağlığı gerek bitki sağlığı gerekse toprak yapımındaki olumsuz etkiler ile bilinirler.
55
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Bu maddelerin doğada ve çevrede bulunma toleransı uluslar arası sağlık örgütü tarafından verilmiştir. Bu sınırları üstüne geçildiği zaman üstüne üretim birimin faaliyetleri durdurulur.
Karbon akıtlarından CO (Karbon monoksit) insan sağlığında olumsuz etki gösterir. Karbon dioksit
(CO2) ise kirlenme etkisi yapmamakla birlikte uzun erimde dünya ikliminin değişmesini sağlayan sera
etkisine neden olmasıyla ikincil bir kirletici olarak düşünülebilir. Ancak karbon oksiti kirlenmesi güç
santrallarının oluşturduğu çevre kirlenmesinin % 1 ' ini oluşturduğundan diğerleri yanında önemsiz sayılır.
Baca atıklarından olan muhtelif tozlar ise bitki yapraklarında çeşitli bozucu etkiler meydana getirdiğinden zaman içinde suyla birleşerek sülfirik asit oluşumunu sağlayarak tarımsal üretimin etkilenmesine
sebep olurlar.
Termik güç santralleri çalışırken kurulu gücüne ve santral verimine göre çevreye hemen hemen çıkış
gücüne eşit ısı verir. Bu da özellikle sıvı ekolojik sistemi olumsuz etkiler.
Santrallerin çevreye verdiği olumsuz etkiyi minimum indirmek için bir dizi tedbirlerden söz edilebilir.
Buda desülfürizosyon (kükürt tutma) olmak üzere toz tutucular, alkali tutucular, kül tutucular gibi santral sistemi ile birlikte tesis edilmesi gereken üniteler bu işlemi yaparlar. Fosil yakıtların verdiği en önemli zararlı atık olan SO2 için desülfürizasyon üniteleri en yaygın kullanılan ve tercih edilendir. Çevre bilinçinin çökük olduğu ülkeler bu arıtma ve tutma işlemini yapacak sistemlerini kurmadan santralları devreye almamaktadırlar.
5- GENEL ÖNERİLER
Bu bölümde ülkemizde enerji üretim, iletim ve dağıtım planlamasında alınması gereken önlemleri ülke enerji çevre bütünlüğünü sağlayarak akılcı ve çağdaş çözümler üzerinde durulacaktır.
1. Ülkemizde 1996 Temmuz ayı itibariyle Hidrolik santrallarımızın kurulu gücü 9-925MW olup bu değer ülke hidrolik enerji potansiyelinin %29-5' idir. Diğer bir değişle ülke kaynaklarının (akarsularının)
%70'i boşa gitmektedir. Benzeri bir durumda Termik santraller için söylenebilir. Ülkemizde aynı tarih itibariyle Termik santral kurulu gücü 11.212MW olup ülkemizde enerji üretimine esas taşkömürü ve linyit
potansiyelinin %33'ünden yararlanılabilmakte üstelik dışa bağımlı olan fueloil ve doğalgazla çalışan termik santraller de yurdumuzda kurulmuş olup halen özellikle sanayi bölgelerinde bu türden santral kurma çalışmaları şirketlerce sürdürülmektedir.
Diğer yandan tektonik açıdan genç olan ülkemiz çeşitli fay kırıklarının hareketleriyle yüzeye çıkan sıcaksu ve buhar kaynaklan açısından zengin olup enerji üretimine uygun havzalar bulunmakla birlikte
bunlardan sadece bir tanesi (17MW) enerji üretimi için kullanılmaktadır. Ayrıca 36-40 enlemleri arasında
bulunan ülkemiz güneş enerjisinden yararlanan dünyanın şanslı ülkelerinden biridir.
Enerji üretimi ve iletimi açısından söylemek istediklerimiz şöyle sıralanabilir.
a.) Fizibilite çalışmaları arazi kamulaştırmaları ve tesis zorluğu nedeniyle uzun zaman almasına rağmen enerji dışında diğer ekonomik amaçlara hizmet etmesi ve iklim iyileştirmesi yönlerinden dolayı ülkemizdeki mümkün tüm akarsu boylarından enerji üretimi için yararlanılmaya yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır.
b.) Ülkemizdeki düşük kalorili linyit kömürü kaynaklarından maksimum ölçüde yararlanılması için çalışmalar başlatılmalı ve en kısa sürede puant yükün yüksek olduğu bölgelerde bu cinsten tesisler kurulmalıdır.
c.) Ülkedeki jeotermal kaynaklar enerji üretimine yönelik olarak değerlendirilmeli bu yapılamıyorsa
ısıtma vb. diğer alanlarda değerlendirilmelidir.
56
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
d.) Yenilenebilir enerji kaynaklarından olan güneş su ve rüzgar enerjisinden enterkonnekte sistem veya dağıtım tesislerinin güçlüğü olan kırsal ve engebeli bölgelerde yöresel olarak değerlendirilmelidir.
e.) Türkiye enterkonnekte sisteminde önemli sanayi bölgeleri ve kentlerimizin yanısıra gelişmekte
olan ve çok yakın gelecekte büyükşehir ve Organize Sanayi Bölgesi olma eğilimi gösteren kent ve çevrelerine 80kv ENH 'lan ve TM'ler yapılmalı ve bu merkezler en az üç hatla birleşecek şekilde programlanmalıdır. Böylece yük akışı şebeke kayıpları ve gerilim düşümü konularda çözümler sağlanacaktır.
f.) Düşük kesitli olması nedeniyle ihtiyaca cevap veremez durumdaki bazı 156kv iletim hatlarının yerine yüksek kesitli hat tesisi yapılmalıdır.
g.) Dağıtım şebekelerinde ise kent ve beldelerle kırsal yerleşimlerin gelişmesi rasyonel biçimde ele
alınarak fuzili yatırımlardan kaçınılmalı ayrıca gerilim ve teçhizat yönünden standartlaşmaya bir an önce
gidilmelidir.
6- ÖZEL ÖNERİLER
Bundan önceki bölümde ülkemizde üretim ve dağıtım planlamaları için temel önerileri sunulmuştu.
Bu bölümde ise Denizli ve çevresinde 20 yıllık bir perspektifte alınması gereken önlemler ile bölgenin
ana beslenme merkezi durumundaki termik santrallerde alınması gereken önlemlere değinilecektir.
Hızlı bir nüfus ve sanayileşme artışı gösteren Denizli ilinde kişi başına enerji tüketimi 1996 yılı sonu
itibariyle yaklaşık 1200kwh olarak tesbit edilmiş olup bu değeri 2000'li yılların başlarında 1800-2000 giderek 2500kwh civarında olabilir.
Bu eğilimin getirdiği Denizli özelinde ki gelişmeler birincil ve ikincil sorunları ve çözümleri beraberinde getirmiştir. Daha önceki bölümlerde değinilen çalışmalar yanında önereceğimiz diğer çözümler de
uygar bir Türkiye'de Denizli'nin yerini almasına yardımcı olacaktır.
Bu bağlamda Denizli'nin enerji sorunlarının açılması amacyıla alınacak önlemler şu şekilde sıralanabilir:
a.) Yatağan Termik santrali - Denizli Organize Sanayi Bölgesi ENH yapılmakta olan 380kv ENH ivedilikle tamamlanmalıdır.
b.) Denizli Organize Sanayi Bölgesinde programa alınan 380/154kv trafo merkezinin inşatına biran
önce başlanıp inşattaki muhtemel finans darboğazlarına müsade edilmeksizin merkezin inşatı öngörülen
süresinde bitirirlmelidir.
c.) Çok yakın gelecekte 300 - 350 MW güç talebi olacak Denizli şehri ve Organize Sanayi Bölgesinin
ileride herhangibir iletim darboğazı yaşamamak için planlama etüd aşamasında olan Organize Sanayi
Bölgesi, Antalya 380kv ENH yanısıra Afyon üzerinden üçüncü bir 380kv iletim hattına ihtiyaç vardır. Bu
üçüncü hattında vakit geçirmeden ele alınması gerekir.
d.) 380/154kv TM devreye alınıncaya kadar yüksek kesitli olarak yapılan 380kv Yatağan - Denizli hattına geçici olarak 154kv tatbik edilmeli ve Denizli yöresindeki gerilim düşümü problemine geçici çözüm
oluşturulmalıdır.
e.) Halen Organize Sanayi Bölgesindeki işletmeleri bekleyen Denizli II. TM ve Denizli Çimento ve
Sarayköy TM'de trafo güç artırımları yapılarak enerji için başvuru yapmış ve inşatı devam etmekte olan
tesislerin ihtiyacı karşılanmalıdır.
f.) 1996 yılında enerji üretimine başlayan Adıgüzel HES su rezervi yetersizliği ile 1.5 - 2 ay üretim yapmakta ve su seviyesi kritik düzeyin altına indiğinde devreden çıkarılmaktadır. Devreden çıktığı dönemler 10-11 ay gibi önemli bir süredir; bu dönemde santral daki trafo harasına enterkonnekte sistemden
154kv enerji tatbik edilerek mevcut 154/31.5kv TM'den yararlanma olacaktır.
g.) Adıgüzel barajının hemen batısındaki Cindere barajı inşatına ivedilikle başlanmalıdır.
h.) Şebeke kayıplarının önlenmesi konusunda TEDAş'ca yapılmakta olan çalışmalar hızlandırılmalı
küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarında kayıpları azaltıcı tesisat projelerinin yapılarak uygun ve güvenli malzemelerle tesisinin sağlanması için ilgili kuruluşlarca vatandaş bilinçlendirilmen ve yönlendirilmelidir.
57
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
ı.) Genellikle sıvı yakıt kullanan ildeki mevcut veya inşatı devam eden santralların sayısı ve gücünün
ETKB'ne denetim altına alınmalı enterkonnekte şebekeye enerji verme veya alma durumlarında sorun
yaratmayacak şekilde sözleşmeleri düzenlenmelidir.
i.) OG şebekelerinde TEAş ve TEDAş tarafından reaktif güç kompanzasyonu yapılmakla birlikte asıl
amaç olan tüketim noktasında bu işlerin yapılması için dağıtım trafolarında özellikle küçük sanayi bölgeleri, işyeri, çarşı gibi yerleşimler ve çok katlı konut bölgeleri için AG baralarında yapılması sağlanmalıdır.
j.) Üretim ve yönetim standartlarında olduğu gibi enerji tasarrufu ve işletme kalitesini de yükseltilmesini hedefliyen ISO 9000 serisi yönündeki çalışmalar ve uygulamalar hızlandırılmalıdır.
k.) Önemli bir enerji tüketim merkezi durumunda olan ilde güç trafoları salt tesisleri ve iletim hatlarında meydana gelecek arızalara ivedilikle müdahele edilebilmesi için merkezi Denizli'de olacak TEAş'ca
bir işletme Müdürlüğü kurulmalıdır.
1.) Özellikle büyük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin muhtemel tarafo salt cihazı vb. cihazlardan
meydana gelecek arızaların onarımı ve bakımı için il merkezinde donanımlı bir tamir bakım ve gerekirse imalatı için tesis kurulmalıdır.
m.) Enerji nakil hatlarının elektromanyetik etkilerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuzluğu ile temas
nedeniyle oluşacak elektrik kazalaırnın olmaması için hat güzergahlarının imar planlarının dikkatle incelenmesi ve bu koridorların yeşil alan olarak bırakılmasına özen gösterilmelidir. Bu konuda belediyeler
duyarlı olmalıdır.
Bu önerilerin yanısıra Çevre Kanunu Hükümlerinin insan ve çevre haklarının kullanılması durumunda 1994 ve 1997 yıllarında enerji darboğazı olarak içine düşülen durum hepimizin malumudur. Termik santralların hükümetçe "Kamu Yararı" açısından geçici olarak devreye alınma kararı verilmiş olmasıda elbette ve hiç çözüm değildir. Ve önemli olan da kapatma kararı verilen santrallar Denizli ilini doğrudan besleyen santrallardır.
İl bu olayın sıkıntısını yaşayan üç ilden birisi olmuştur. Bu sorunun yaşanmaması için her insan
doğa va hukuka saygılı kişi veya kuruluş gibi önereceğimiz husus başta Yatağan, Yeniköy, ve Kemerköy
santralleri olmak üzere tüm ülkede doğal yapıyı ve insan sağlığını tehdit eden Santrallerin kirletme etkisini frizasyon ünitelerinin vazgeçme erteleme gibi durumları akla dahi getirmeden yapılması gerekmektedir.
SONUÇ
Denizli ili ve çevresindeki sosyal ekonomik ve kültürel gelişmenin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için bu sürecin en temel girdilerinden olan enerjinin düzenli, sağlıklı ve yeterli olması gerekmektedir. Bunun yolu da yörenin başat enerji kaynağı olan Muğla ilindeki üç termik santralın çevre kirlenmesi yönündeki etkilerinin minumum düzeye indirgenmesi başta olmak üzere ilde enerji yatırımını
üstlenen TEAş.TEDAş gibi kuruluşların sürekli olarak gözlem altında tutması yatırımları takip etmesi finas darboğazlarına duyarlı olması ile belediyeler ildeki ekonomik ve sosyal gelişmeleri yönlendiren denetleyen diğer kamu yöneticileri ile Sivil Toplum örgütlerinin düzenli ve duyarlı çalışmalarından geçecektir.
58
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ
SEMPOZYUMU
YILLARA GÖRE SATIN ALINAN ENERJİ
yıllar
1991.
1992.
1993.
1994.
1995.
1996.
kwh
559.281.117
635.512.133
725.999.174
757.092.193
834.247.703
1,025.000.000
GRAFİK
1.200.000.000
İ.000.000.000
s.
800.000.0ÖO
VS'
6fX).000.000
İl s
İli
!
400,000.000 -
200.000.000
ıs
IV.1
1991,
1992.
1993
59
1994
1995
1996
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
BİR TEKSTİL FİRMASINDA KALİTE-MALİYET SİSTEMİ VE
ÜRETİM SİSTEMİNE ETKİLERİ
'*""•
~>r
A r a ş . Gör. O s m a n KULAK
PAÜ Müh. Fak. Endüstri M ü h . Bl. Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi
Yrd. Doç. Dr. Tibet CEBESOY
PAÜ Müh. Fak. Endüstri Müh. Bl. Yöneylem Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ÖZET
Günümüzdeki işletmelerin uluslararası pazarlarda, güçlü bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri için,
fiyat ve kalite kavramlarına önem vermeleri kaçınılmaz olmuştur. Bu bağlamda, yüksek düzeydeki ürün
kalitesine en ekonomik şekilde ulaşmak, rekabet açısından son derece önemli bir avantaj teşkil edecektir. Özellikle bu durumu hedef olarak belirleyen firmaların, fiyat ile birlikte kalite konusunda da yarışabilmeleri, kuracakları kalite güvence sistemlerine bağlıdır. Kalite güvence sistemi ile birlikte; kalite ile ilgili gerek yönetimin ve gerekse üretimin performansının belirlenmesinde oldukça etkili olan kalite- maliyet programlan oluşturulmalıdır. Aynı zamanda kalite-maliyet sistemi verimlilik arttırma aracı olarak kullanıldığında, gelişmekte olan endüstriler için de son derece önem arz etmektedir. Bu bildiride, Denizli de
kurulu havlu-bomoz üretimi yapan orta ölçekli bir tekstil firmasına yönelik etkili bir kalite maliyet programının kurulma aşamaları ve bu aşamalarda karşılaşılan problemler açıklanmıştır. Çalışmada elde edilen
veriler dikkatle incelenmiş ve sonucunda hem üretimin hem de üretim kalitesinin geliştirilebileceği görülmüştür. 1
l.GİRİŞ
Dünyadaki değişimlerle birlikte tüketicinin kalite bilincinin ve bu konudaki duyarlılıklarının artması,
kalite ve maliyet kavramlarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu kriterleri göz önüne alıp
uluslararası pazarlarda rekabet etmek isteyen işletmeler, kalite maliyet programlarını kurarak kaliteyi ekonomik bir şekilde elde etmek zorundadırlar. Kalite maliyeti, ihtiyaçlara cevap veremeyen tamir ürünleri,
üretim, tanımlama ve sakındırma maliyetlerinin bileşiminin kategorileri olarak tanımlanır. Genel kabul
görmüş kalite maliyet kategorileri; önleme maliyetleri, değerlendirme maliyetleri, ve başarısızlık maliyetleri olarak sınıflandırılırlar.(furan,1974)
Bunlardan önleme maliyetleri önceden sınırları belirlenmiş olan kalite standartlarından sapmaların
önüne geçmek amacı ile sürdürülen çalışmalardır. Bu anlamda önleme giderlerinin kapsamına proses
kontrolü, kalite planlaması ve personel eğitimi gibi konular girer. Değerlendirme maliyetleri ise kalite karakteristiklerinin teknik spesifikasyonlara uygunluğunun ölçümü ve değerlendirilmesi maliyetleridir. Bunun kapsamına, tüm muayene ve denetim fonksiyonlanndaki dolaylı ve direkt işçilik maliyetleri girer.
Son olarak başarısızlık maliyetleri ürün kalite sürecinin herhangi bir aşamasında kalite hedeflerinden ve
kalite standartlarından sapmaların yol açtığı maliyetler olup, iç ve dış başarısızlık maliyetleri olarak sınıflandırılırlar. Yç başarısızlık maliyetleri, işletme içinde oluşan tüm kayıpları kapsar. Üretim sırasında oluşan ıskartadan, yeniden düzeltme ile ilgili ek işçilik maliyetlerine kadar olan tüm maliyetler bu kısımda
ele alınır. Dış başarısızlık maliyetleri ise, kalite sapmalarının ürün işletme dışına çıktıktan sonra işletmeye yüklediği maliyetlerdir.
Bu bildiride, Denizli de kurulu havlu-bomoz üretimi yapan orta ölçekli bir tekstil firmasıda bir kalite
60
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
maliyet programının kurulma aşamaları ve bu aşamalarda karşılaşılan problemler incelenmiştir. Çalışmada elde edilen veriler dikkatle incelenmiş ve sonucunda hem üretimin hem de üretim kalitesinin geliştirilebileceği görülmüştür
2. KAIİTE MALİYET SİSTEMİ VE ÖNEMİ
Geleneksel üretim sistemlerinde, muhasebe sistemlerinin kalite maliyetlerini tanımak için tasarlanmamasından dolayı bir çok maliyet unsurunun tespiti bu nedenle mümkün olamamıştır. Madendeki altın
özelliğindeki bu maliyetlerin ortaya çıkarılması, bunların analizi ve analiz sonuçlarına göre maliyetlerin
önlenmesine yönelik raporun hazırlanmasını sağlayan bir sistemin gerekliliği günümüz şartlarında kaçınılmaz olmuştur. Yşte bu amaçla dizayn edilen sisteme kalite maliyet sistemi adı verilir.(Kalder,1990)
Kalite-Maliyet sistemi, bir işletmedeki kalite ile ilgili performans düşüklüğünü ortadan kaldırmak için,
insan, makine, malzeme, zaman gibi üretim faktörlerinin tanımlanması ile ilgili prosedürlerin bir kombinasyonudur. Bir kalite-maliyet sisteminin temel amacı, maliyet azaltma fırsatları sağlayacak kalite iyileştirme çabalarını kolaylaştırmaktır. Bu yöndeki stratejisi oldukça basit olup aşağıdaki şekilde açıklanabilir:
-
Doğrudan başarısızlık
İyileştirme sağlanacak
Sonuçlardaki başarıya
Daha fazla iyileştirme
maliyetlerine yönelmek ve onları sıfıra indirmeye çalışmak,
"doğru" önleme faaliyetlerine yatırım yapmak,
göre değerlendirme maliyetlerini azaltmak,
için önleme çabalarını sürekli değerlendirmek ve yönlendirmek.
Kalite maliyet sisteminin ayrıntılarını geliştirmede bilinmesi gereken iki önemli kriter vardır. Bunlar,
kalite maliyetlerini iyi bir şekilde belirlemek ve sistemin etkin kullanımı için önemsiz ayrıntıları kullanmamaktır. Kalite maliyetleri, şirket için maliyet yönünden iyileştirme yapılabilecek alanları yansıttığından
ölçülmeleri zorunludur. Kalite maliyetlerinin ölçülmesi ile iyileştirilmesi ürün kalite performansının iyileştirilmesi ile eş anlamlıdır. Kalite maliyetleri küçük parçalardan oluşan bir takım değil, kapsamlı bir sistemdir. Bir müşterinin problemini, muayene ve test gibi yalnızca dahili operasyonlar ile gidermek tehlikelidir. Servis faaliyetleri için bu daha fazla operatör anlamına gelir. Müşterinin problemi acil olarak çözüldüğünde daha fazla maliyet doğar ve kar düşer. Geniş kapsamlı bir kalite maliyet sistemi ile, problemin ilgili olduğu tüm maliyetler analiz edilir ve temel sebeplerinin önlenmesi yolu seçilir.
Bir kalite-maliyet sistemi, bir işletmenin yönetilmesinde mükemmel bir araç olmak için gerekli potansiyele sahiptir ve şirketin birçok alanında yönetim performansının sağlığını belirleyici olabilir. Bu
alanlardaki faaliyetler hata maliyetlerini ölçmede kullanılır. Bu nedenle bir kalite-maliyet sistemi, herhangi bir kalite iyileştirme faaliyetleri bütünün bir parçasıdır. Ayrıntılı kalite maliyetleri, iyileştirme için bir
potansiyel olmasının yanında, iyileştirme çabalarının ölçümünde de yönetim için temel bir araçtır.(Batson,1988)
Kalite maliyetleri, kalite uygunluğunun bir belirleyicisi olması yanında, yapılması gerekli problem giderici çalışmaların önceliklerinin tayininde kullanılan önemli bir araçtır. Bazı şirketler iyileştirmenin daha pahalı olduğuna inandıkları için erişebilecekleri mükemmel seviyenin altında yaşamlarını sürdürürler.
Belki de kalite-maliyet sisteminin en önemli katkısı bu gibi durumlarda iyileştirme faaliyetlerinin ne kadar işe yaradığını göstermesidir.
Kalite maliyet sisteminin önemli bir özelliği başarısızlık maliyetlerini azaltmasıdır. Başarısızlık maliyetleri Pareto analizi ile tasnif edilir. Eğer şirketin mevcut kalite ölçüm sistemi ile kalite maliyetlerinin bağlı olabileceği kusur ve problemler ayrıntılı olarak veya tamamıyla belirlenemezse problem ve kusurların
üzerine gidilemez. Bir kalite-maliyet sistemi programının en büyük faydası burada ortaya çıkar ve maliyet arttırıcı özellikte olduğu halde gizli kalmış problemlerin belirlenmesini ve çözümlenmesini sağlar.
61
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Kalite maliyet sisteminin bir diğer önemli özelliği de veri değerlendirme programı analizini sağlamasıdır. Bilindiği gibi değerlendirme programı, kusurlu ürün maliyetlerinde bir artışın olup olmadığını, ve
işletmenin performans seviyesinin iyileştirilmesi için herhangi bir harcamanın yapılıp yapılmayacağını belirlediğinden böyle bir programın oluşturulması ancak bir kalite-maliyet sisteminin oluşturulması ile
mümkündür. Ylaveten, bir değerlendirme programının kullanıldığı firmalarda gerekli önleme faaliyetlerinin yerini değerlendirme faaliyetlerinin alamayacağı da açık olarak bilinmektedir.
3. KALİTE MALİYET PROGRAMLARININ OLUŞTURULMASI
Kalite-maliyet programı, kalite maliyetleri için prosedür geliştirme, maliyet verilerinin analizi, derlenmesi ve rapor edilmesi ve geliştirme fırsatlarının sağlanması amacıyla bu bilgilerin kullanılmasını içeren
bir programdır. Bir kalite-maliyet programının işletmeye yararlı olabilmesi için ilk adım, fiili maliyet unsurlarının belirlenmesidir. Bunun için finansal veriler incelenir ve analiz edilir. Büyük hesapların içinde
kalmış önemli kalite maliyetlerini bulmak için dikkatli olunmalıdır (normal işlem maliyetleri hesaplarında saklanmış önemli düzeltme maliyetleri gibi). Kalite maliyetleri belirlendikten sonra iyileştirme fırsatları görülebilir. Ylk kalite maliyet hesaplarının satışların %10'u ile %25'i arasında bulunması sürpriz olmamalıdır. Bu aşamada bir takım kıyaslamalar yapılıp kalite maliyetleri şu düzeyde olur demek yanlış olur.
Sıkı bir kalite yönetimine sahip bazı şirketlerde toplam kalite maliyeti, satışların yaklaşık %2 ile %4'ünü
teşkil eder. Her şirket, kendisi için ilk kalite maliyet tahminlerinin kabul edilebilir seviyede olup olmadığını saptamalıdır. Bilgi ve deneyimle bu sonuçlar değerlendirilmelidir. Bu ilk adımın amacı mevcut gerçekleri ortaya çıkarmaktır.(ASQC, 1989)
Daha sonraki adım, şirket içinde kalite-maliyet sistemini geliştirmek için bir bölüm olduğunu varsayarak, kalite-maliyet programını kabul eden ve destekleyen üst düzey bir yöneticinin şirketin faaliyet gösterdiği alanda gerçekten yeni fikirlere açık olup olmadığıdır. Kalite-maliyet programları organizasyonun
alt kademesinden veya orta kademesinden yukarı doğru gerçekleşemez Bunun için üst yönetimin desteği ve yardımı gerekir.
Kalite maliyetleri ile ilgili en doğru yaklaşım yüksek hata maliyetli alanları aramaktır. Sonra bir gelişim fırsatı olarak görülen alan seçilir. Bu alan seçiminde son karar yönetimindir. Bu noktada kalite-maliyet programını geliştirmek için bir plan yapılmalıdır. Plan şunları içermelidir :
Yönetimin Desteği: Kalite maliyet programı çalışmalarına başlamadan önce, işletme yönetimi programın sağlayacağı faydalara inandırılmalıdır. Program, yalnız bilinen kalite-maliyet düzeylerini ve hata
maliyetlerini göstermez, aynı zamanda mevcut geliştirme fırsatlarını da gösterir. Kalite ile ilgili çalışmalara destek vermek istemeyen yönetim yoktur, fakat niçin ve nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgilendirilmesi gereken yönetim vardır.
Eğitim: Bilgi ile yönetilen bir sistemin başarısı, elde edilen doğru verilerle sağlanır. Doğruluğu şüpheli veriler sitemi yanlış taraflara sevk edeceği için toplanan verilerin güvenilirliği son derece önemlidir.
Bir üretim sisteminde, üretimle ilgili verilerin çalışanlardan elde edileceği düşünülürse, çalışanların eğitim düzeylerinin bilgi sistemlerinde ne kadar önemli olduğu bir daha ortaya çıkar. Kalite-maliyet sistemi
de üretimi ve yönetimi verilerle yönlendiren bir sistemdir. Bu nedenle, programın başlaması ile birlikte
her bölümün anahtar elemanları, bir kalite-maliyet sisteminin içeriği ve yürütülmesi ile ilgili ayrıntılı plan
konusunda eğitilmelidirler. Bu eğitim programı, kalite-maliyet programının amacı, kalite-maliyet programının içeriği, düzeltici faaliyetlerin maliyet iyileştirmedeki önemi ve çalışanların programa nasıl katkı sağlayacağı ile ilgili konuları içermelidir.
Kalite Maliyet Prosedürü: Kalite maliyet prosedürü, kalite maliyet bileşenlerini tanımlar. Kullanılacak olanların fiili maliyet verilerinden ne zaman ve nasıl tahmin edileceğini veya toplanacağını belirler.
Prosedürün hazırlanışında çok küçük kalite maliyetlerinin hepsi için ayrı birer sınıf oluşturulmasında ısrar edilmemelidir, şekil l'de kalite ilgili maliyet bileşenlerinin maliyet kategorilerine atanmasına yardımcı olması için genel bir akış şeması verilmiştir.
62
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Bu maliyet bir faaliyetteki uygun olmayan bir durumun önlenmesi ile mi ilgili?
EVET
ÖNLEME
HAYIR
EVET
Bu maliyet, ürünlerin veya hizmetlerin kaHte standartlarına ve performans gereksimlerine
uygunluğunun belirlenmesi ile mi ilgili?
DEĞERLENDİRME
HAYIR
Bu maliyet uygun olmayan
bir ürün veya hizmetle mi
ilgili?
Ürün veya hizmet verilmeden
önce mi
bulunmuştur?
İÇ
BAŞARISIZLIK
HAYIR
HAYIR
DIŞ
BAŞARISIZLIK
BU MALİYET KALİTE
MALİYETİ DEĞİLDİR
Şekil - 7 Kalite Bileşenlerinin Kalite Maliyet Kategorilerine Atanması (Kalder, 1996)
Kalite Maliyet Verilerinin Analizi:Kalite maliyet verilerinin analizinde elde edilen veriler kalite maliyet
kalemlerine göre sınıflara ayrılır. Sınıflara göre toplanan bu verilerin toplam kalite maliyetleri içindeki
oranları belirlenir. Yönetimle yapılan bir değerlendirme sonucunda kalite maliyetlerinin optimizasyonu
çalışmaları kararları bu aşamada verilir.
Kalite Maliyet Oranları: Kalite maliyet oranlan, işletmenin kalite maliyetlerini yıllara göre kıyaslaması
açısından önemli faktörlerdir. Bilindiği gibi, üretim sistemine etki eden bir çok faktör vardır. Bu etkilerle meydana gelebilecek değişim hata paylarını en aza indirmek için kalite maliyet oranları oluşturulur.
Bu oranlar, yönetim tarafından firmanın bulunduğu sektöre göre seçilen kriterlere kalite maliyetlerinin
oranlanması ile elde edilirler. Kriter seçiminde, seçilmesi düşünülen kriterin, içinde bulunulan sektör için
avantaj ve dezavantajları iyi bir şekilde incelenmelidir. (Kulak,1997)
4. UYGULAMA
Bu bildiride açıklanan kalite maliyet sisteminin Denizli'de havlu-bornoz üretimi yapan orta ölçekli bir
işletmede uygulaması yapılmıştır. Seçilen işletmede, kalite maliyet progarmının kolaylıkla uygulamaya
konulabileceği şartlar titizlikle gözönünde bulundurulmuştur. Organizasyonel yapının mevcudiyeti, bilgi
akış sistemlerinin varlığı ve işlerliği, kalite güvence çalışmalarına başlanmış olması ve sağlıklı bir muhasebe sisteminin yaşatılması, üzerinde hassasiyetle durduğumuz gerekliliklerdi.
Çalışmalara Haziran 1996 tarihinde başlamış olup, Haziran 1997'ye kadar olan 12 aylık bir dönemde
63
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
bitirilmiştir. Bu çalışmada her üç ay bir dönem olarak kabul edilmiştir. Çalışma yapılan fabrika Denizli
de kurulu olan ve kapasitesi itibariyle Denizli'nin belli başlı önde gelen firmalarından birisi olup 200 çalışanı, 12 dokuma tezgahlı, çözgü-haşıl,dokuma ve konfeksiyon departmanları olan bir işletmedir. Çalışmalara başlamadan önce, programın başlatılmasına ilk ve en önemli desteğin yönetimle sağlanacağı düşünüldüğünden, karşılaşılan problemler ve bu problemlerin sağlayacağı katkılar açık olarak yönetime
izah edilmiştir. Böylelikle endişeler ortadan kaldırılmış ve yönetimin tam desteği sağlanmıştır.
Eğitim problemi ve yetişmiş eleman ihtiyacı sadece çalışmalarımızı yürüttüğümüz işletmenin problemi olmayıp bölge sanayisisnin karşılaştığı en önemli bir problemdir. Zira Denizli tekstil endüstrisi işletme bazında fazla bir geçmişe sahip olmadığından bölgede profesyonel işletme kültürünün varlığından
söz etmek mümkün değildir. Çalışanların genel eğitim düzeylerinin çok düşük olması söz konusu eğitim
çalışmalarını oldukça zorlaştırmıştyr. Ylaveten, ıüksek eğitim düzeyli kişilerin şahsi çıkarları çalışmayı engelleyen bir diğer önemli problem idi. Bahsedilen bu problemlerin giderilmesinde çalışmanın önemini
ve sağlayacağı katkıları belirten bir dizi eğitim seminerleri verilmiştir.
Kalite ile ilgili ihtiyaçların giderilmesi için gerekli kalite maliyet prosedürleri oluşturulmuştur. Kalite
maliyet prosedürleri ışığında oluşturulan bilgi formları oluşturulan bir bilgi akış sistemi ile departmanlar
arasynda rahatlıkla ulaştırılmıştır. Kalite maliyet verilerinin doğru bir şekilde toplanması için gerekli olan
kalite maliyet bilgi akış sistemi çalışmanın başlaması ile birlikte kuruldu.
Çalışmaların başlaması ile birlikte, kalite maliyet prosedürlerine göre oluşturulmuş bilgi formlar ilgili
departmanlar tarafından güvenilirliği yüksek olacak düzeyde kullanılarak sağlıklı veriler oluşturulmuştur.
Elde edilen veriler kalite maliyet özet raporunda toparlanmış ve bu veriler üçer aylık dönemler halinde
değerlendirmeye alınmıştır. Daha sonra bu veriler sınıflandırılarak Toplam kalite maliyetlerine göre oranları hesap edilerek Tablo l'de verilmiştir.
Tablo - 1 Kalite Maliyet Türlerinin Toplam Kalite Maliyetlerine Oranlan (%)
MALİYETLER
ÖNLEME
ÖLÇME ve DEĞERLENDİR.
İÇ BAŞARISIZLIK
DIŞ BAŞARISIZLIK
DON. I
4.43
18.46
55.20
21.91
DON. II
5.79
23.95
59.02
11.24
DON. III
5.48
19.95
64.22
10.35
DON. IV
4.66
19.81
46.09
29.44
Tablo l'deki değerler dikkate alınarak maliyetlerin dönemlere göre, önleme, değerlendirme, iç ve dış
başarısızlık maliyetleri olarak yüzde oranları şekil 2'de grafikte gösterilmiştir.
DIŞ BAŞARISIZLIK
İÇ BAŞARISIZLIK
DEĞERLENDİRME
ÖNLEME
Şekil -2 Kalite Maliyet Oranlarl ( % )
64
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Zaman dilimleri itibariyle maliyet türlerinin durumlarının ifade edildiği grafik, yönetimin olayı daha iyi
analiz etmesi için oluşturulmuştur, şekil-2 den görüldüğü gibi çalışmanın yapılmış olduğu dört dönem
boyunca, en yüksek maliyet kalemi iç başarısızlık maliyetleridir. İç başarısızlık maliyetlerinin azaltılması
yapılacak önleme çalışmalarına bağlıdır. Bu durumda, önleme yapılacak alanların belirlenmesi gibi
önemli bir problemle karşılaşılmaktadır. Çalışmanın başlatılması ile birlikte pareto analizi çalışmalarına
başlanılmıştır. Pareto analizi çalışmalarında elde edilen verilerle birlikte karşılaşılan problemin çözümleri ortaya çıkmıştır. Pareto analizi çalışmaları ile, üretim hatalarının artmasına neden olan ana hatalar departmanlara göre şu şekilde belirlenmiştir.
Dokuma departmanı hatalı üretim sebepleri
- Haşıl Hatalary
- Mekanik Hatalar
- İplik Hatalar
- İnsan Hataları
Boya departmanı hatalı üretim sebepleri
- Abraj Hatası
- Boya Akması
- Kenar Yırtılması
- Çapak Hatası
- En Ayar Hatası
Konfeksiyon departmanı hatalı üretim sebepleri
- Kesim Hataları
- Traş Hataları
- Dikim Hataları
Departmanlara göre belirlenmiş hata türlerinin ortadan kaldırılması için önleme çalışmalarına başlanmalıdır. Belirtilen hatalara ait nelerin yapılması gerektiği ile ilgili kararlar yönetim ile beraber değerlendirilecektir. Önemle belirmek gerekirse, önleme çalışmalarının yapılmadığı yerde, kalite maliyetlerini ölçmenin hiç bir faydası olmayacaktır.
Tekstil sektörü dinamik bir sektör olup, üretim döngüsü kısa ve üretimi biten mamullerin hemen satılabildiği bir sektördür. Bu nedenle, net satışlara göre kalite maliyet oranlarının oluşturulması işletme kalite oranlarının oluşturulması açısından avantaj teşkil edecektir. Yönetimle alınan kararlar doğrultusunda net satışlara göre kalite maliyet oranları tespit edilmiştir. Kalite maliyet verileri ile ilgili veriler ve satışlarla ilgili veriler kullanılarak dönemlere ait kalite maliyetlerinin net satışlara oranlan Tablo -2'de verilmiştir.
Tablo - 2 Kalite Maliyetlerinin Net Satışlara Oranları ( % )
MALİYET TÜRLERİ
ÖNLEME
ÖLÇME ve DEĞERLENDİRME
İÇ BAŞARISIZLIK
DIŞ BAŞARISIZLIK
TOPLAM
DON. I
0.70
2.94
8.78
3.49
15.91
DON. II
1.11
4.61
11.36
2.16
19.25
DON. III
0.91
3.31
10.66
1.72
16.61
DON. IV
0.59
2.49
5.78
3.70
12.56
Tablo -2'de görüldüğü gibi I. ve IV. dönem kalite maliyetlerinde nisbi bir düşüş gözlenmektedir. Bu
düşmenin temel sebebi bu dönemdeki net satışların diğer dönemlere nazaran fazla olmasıdır. Eğer burada olduğu gibi dönemlerin kıyaslaması yapılırsa büyük bir hata yapılmış olur. Bu oranlar, ancak gelecek yıllarla karşılaştırılırlarsa faydalı sonuçlar alınabilir. Sonuçların daha iyi görülebilmesi için için Tab-
65
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
lo -2 deki veriler şekil -3'de grafiğe dökülmüştür.
TOPLAM
OŞ BAŞARİSEllK
İÇ BAŞARSZLK
DEĞERLOORME
ÖNLEME
Şekil -3 Kalite Maliyetlerinin Net Satışlara Oranları
5. SONUÇLAR
Günümüzdeki işletmelerin uluslaraarası pazarlarda güçlü bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri için
fiyat ve kalite kavramlarına gereken önemi vermeleri artık kaçınılmaz olmuştur. Özellikle büyük düşünen firmalar kalite güvence sistemine ilaveten kalite maliyet programları da kurmaya yönelmişlerdir. Kalite maliyet sisteminin açık bir şekilde anlaşılabilmesi ve kullanılabilmesi işletme içerisindeki kronik sorunlar için önemli bir fırsat oluşturabilir. Bu bildiri ile toplam kalite maliyetleri ölçülmüş ve bunların azaltılması için hem önleme hem de değerlendirme yatırımlarının mutlak suretle yapılması gerekliliği ortaya
çıkmıştır.
TEşEKKÜR
Bu projeye maddi manevi her türlü desteği sağlayan tüm DEREKÖYLÜ TEKSTİL L.T.D yetkililerine
özellikle Erkan DEREKÖYLÜOĞLU ve Mehmet BAŞIBÖYÜK beyefendilere teşekkür ederiz.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
ASQC. "Quality Costs: Ideas and Applications", Quality Costs Committee,Editor,Andrew Grimm,1989
BATSON, R.G." Discovered: Quality's Missing Link\Quality Progress / October 1988
JURAN, J.M. "Quality Control Handbook ". Macgraw Hill Third Edition, 1983
KALDER. "Kalite Ekonomisi Eğitim Semineri", Tayfun Özencijstanbul,1996
KULAK.O. "Endüstriyel işletmelerde Kalite Maliyetleri ve Tekstil Sektöründe Uygulaması", İTÜ, İstanbul 1997.
DEREKÖYLÜ TEKSTİL L.T.D yetkilileri ile kişisel görüşme, 1997.
66
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
YÜKSEKÖĞRETİMİN BAZI TEMEL İLKELERİ
ÜNİVERSİTENİN AR-GE GÖREVİ,
ÜNİVERSİTE- SANAYİİ İŞBİRLİĞİ
ve DENİZLİ GERÇEĞİ
P r o f Dr
Hüsnü Yusuf GÖKALP
Pamukkale Üni. Mühendislik Fakültesi
1. Yüksek Öğretime Ait Bazı Temel İlkeler
Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası Türk Yükseköğretimine "çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin itiyaçlarına uygun insan gücünü yetiştirmek, bilimsel araştırma,
yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek" gibi benzeri görevleri yüklemiştir. T.C.
Devleti de, çıkardığı kanunlarla üniversite ve bunlara bağlı kurumlarını tüm ülke sathına yayarak, üniversitelere yüklenen görevlerin yerine getirilmesine çalışmaktadır.
Anayasa'da belirtilen amaç ve görevleri yerine getirme doğrultusunda, 06.11.1981 tarihinde 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu yayımlanmıştır. Kanunun temel amacı; yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek, yükseköğretim kurumlarının işleyiş, görev, yetki ve sorumlulukları ile eğitim-öğretim, araştırma-geliştirme (AR-GE), yayım, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer personel ile ilgili esasları bir bütünlük içinde düzenlemektir. Böylece, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de üniversitelerin asli görevleri kanunda belirtilmiştir.
Kanunda da anlamını bulduğu üzere, üniversitenin; "insan malzemesinin belli disiplinler bazında en
iyiye ulaştırıldığı bir öğretim kurumu olması yanında, hem de ülkenin ulusal AR-GE ve yayım ağının da
odak noktasını" oluşturması gerekmektedir.
Üniversitenin, eğitim-öğretim görevlerinin yanında, en asli görevlerinin başında; "çağın bilimsel ve
teknolojik gelişiminin içerisinde bulunmak ve aktif görev üstlenmek, ülkenin bilime egemen ülkeler arasına girmesine hizmet etmek, bilimsel ve teknolojik araştırma sonuçlarını ekonomik ve toplumsal bir faydaya hızla dönüştürme becerisini topluma kazandırmak, ülkenin dünya pazarlarında rekabet üstünlüğüne sahip olmasını sağlamak" gelmektedir. Kısacası; üniversitenin, bilim ve teknolojinin; gerek ulusal ve
uluslararası düzeyde ve gerekse de mal ve hizmet üretiminde bulunan kuruluşlar için "rekabet üstünlüğünün tek anahtarı" haline gelmesinde üstüne düşen görevi yapma zorunluluğu vardır. Bu hususlar, ancak, üniversitelerin de önderliğinde, AR-GE'nin ulusal düzeyde ve bilinçli olarak uygulanması ile mümkün olabilecektir.
Türkiye'nin bilim ve teknoloji yeteneğinin yükseltilmesi ve bilim ve teknolojiye egemen bir ülke haline gelmesi için, tek stratejik seçenek olan "Türk Bilim ve Teknoloji Politikasının" oluşturulması ve uygulanmasında en önemli görev yine üniversitelere düşmektedir. Türkiye Bilim ve Teknoloji Yüksek
Kurulunun
(BTYK)
3 şubat 1993 tarihindeki ikinci toplantısında karar altına alınan "Türk Bilim ve Teknoloji Politikası:
1993-2003" doğrultusunda oluşturulan "Bilim ve Teknoloji Atılım Projesi" temel hatlarıyla yürürlükteki
Beş Yıllık Kalkınma Planı ve ona bağlı olarak çıkarılan Yıllık Programlara girmiştir. Üniversitenin
bu doğrultuda görevini yapması gerekmektedir. Bu anlayışla çalışmayan veya çalışamayan üniversiteler,
üniversitenin asli görevlerini yapamaz ve sıradan bir okul olmaktan ileri gidemezler.
67
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Gümrük duvarlarının ve geleneksel korumacılığın giderek kalktığı dünyamızda, ülkelerin ve ulusal firmaların rekabet edebilmesi için, asıl belirleyici olan unsur; yeni ürün ve üretim yöntemleri, yönetim teknikleri ve teknolojileri geliştirmeye yönelik, bütünsel bir yeteneğin kazanılmış olması gerekmektedir. Ülkelerin ve firmaların, kısaca, "inovasyon yeteneği" (yenilik/yenilenme yeteneği ve becerisi) olarak anılan ulusal ve firmalar bazında inovasyon yeteneğinin oluşturulmasında da üniversiteler en önemli görevleri üstlenmek mecburiyetindedirler. Firmaların inovasyon yeteneği kazanmaları, ancak, kendilerinin somut bir ürün ve/veya üretim yöntemi, yeni bir sistem geliştirmeleri veya mevcutlarını iyileştirmeleri için
bilinçli bir AR-GE'ye başlamaları ve süreklilik kazanmaları ile mümkündür. Bu ise, ancak, mensup oldukları ülkenin topyekün olarak ulusal inovasyonun değerini algılaması, sistemi kurmaları ve firmaların bulunduğu yöredeki üniversite ve araştırma kurumlarının bu sistemin bir parçası olması halinde mümkün
olabilir. Aksinin veya bir firmanın tek başına ulusal veya uluslararası düzeyde başarılı olması katiyen olası değildir.
«
/
2. Denizli Ekonomisi ve Üniversite İlişkisi
a. Türkiye'de Yddtzı Parlayan Kentlerden "Denizli"
Globalleşen (küreselleşen) ve rekabetin giderek bilimsel ve teknolojik baza oturduğu günümüzde, ülkelerde bir kısım kentlerin sanayileşme ve uluslararası ticari faaliyetler bakımından, diğerlerine göre çok
daha öne fırladıkları, potansiyel taşıdıkları gerçeği, ülkemizde de her geçen gün daha da açıkça görülmektedir. Küreselleşme sadece ülkeleri değil, ülkelerin bölge ve şehirlerini de bir "ayıklama" işlemine tabi tutmaktadır. Bu sürece ayak uyduran bölge ve kentler öne fırlarken, uyum sağlayamayanlar ıssızlaşmaktadır. "Yıldız gibi parlayan kentlere" nüfus ve sermaye akmakta, sanayileşme ve kentleşme hızla devam ederken, diğerlerinden hem sermaye ve hem de işgücü göç etmektedir.
Türkiye'de 1980'lerde başlayan ve 1990'larda hızla süren bir "bölgesel yeniden yapılanma" süreci yaşanmaktadır. İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Adana gibi büyük kentler, geçmişin avantajının etkisiyle de
yatırımlarda hala ilk sıraları almaktadır. Bu geleneksel büyük merkezlerin dışında, son yıllarda yıldızı parlayan kentler ise Gaziantep, Denizli, Kayseri, Kahramanmaraş, Tekirdağ, Çorum gibi illerdir. Özellikle
Denizli, Kahramanmaraş, Gaziantep, Kayseri AB ile Gümrük Birliği sürecinde Türkiye'de şans tanınan
"tekstilde uzman iller" olmaları nedeniyle, son yılllarda sanayileşmede ve ticarette önemli merkezler haline gelmişlerdir.
.
/
',
i
/
Denizli'de, sanayinin ve ulusal ve uluslararası ticaretin başını tekstil çekmektedir. Bugün için ilde mevcut çalışır durumdaki dokuma tezgah sayısının 25,000-30,000, dokunan iplik miktarının 800 ton/gün olduğu hesaplanmaktadır. Yalnızca, Denizli Organize Sanayii Bölgesi'nde mevcut olan 70 tekstil işletmesinde 8000 dolayında işçi çalışmaktadır. Yakında, faaliyete geçecek olan Çardak'daki Özdemir Sabancı
Organize Sanayii Bölgesi'ndeki 70-80 civarında tekstil işletmesinde 10-20 bin dolayında işçi daha çalışabilecektir. Organize Sanayinin dışındaki bölgelerde mevcut 350-400 tekstil işletmesinde çalışan kişi sayısının 15,000'den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Böylece, Denizli'deki toplam tekstil işletme sayısı
550, çalışan işçi sayısı ise 35,000 dolayına pek yakında ulaşacaktır.
Denizli bugün yalnız tekstilde değil, çeşitli sanayii dallarında da hızlı bir ilerleme kaydetmektedir.
Bunların başında; ilde uzun yıllardır geçmişi olan haddanecilik, deri işleme ve ayakkabıcılık, madeni ev
eşya sanayii, elektroliz bakır sanayii ve kablo üretimi, çeşitli makine sanayii, mermer, çimento, hazır beton ve pre-fabrik inşaat malzemeleri sanayii, oto cam, cam ve plastik sanayii, gıda sanayii kuruluşlarından un, meşrubat, makarna, meyve konsantresi, sofralık zeytin-turşu, şarapçılık, özellikle leblebi üretimi başta olmak üzere, çeşitli çerez işleme-ambalajlama ve ihracatı, baharat işleme ve ihracatı, mandıra
düzeyindeki süt işletmeleri ve yem sanayii gelmektedir. Bugün için, Denizli'de 50'den fazla işçi çalıştıran
işletme sayısı 150 civarındadır. Bunların yanında, il merkezi ve ilçelere dağılmış işletme ve atölye bazında çalışan pek çok sayıda işyeri mevcuttur. 1994 Yılında Türkiye'deki en büyük 500 sanayii kuruluşunun
14'ü , 1995'de ise ll'i Denizli'de bulunmaktadır.
'
68
/
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Denizli, özellikle, ihracata yönelik üretim yapmakta, uluslararası pazarlarda rekabet etmek istemektedir. Ticaret Odasının 1997 verilerine göre, Denizli'den 142 değişik madde grubunun 80 farklı ülkeye ihracatı yapılmaktadır. Denizli, her geçen gün hızla artan yeni işletme ve firma sayısıyla, 1 milyar dolara
yaklaşan ihracatı ve devlete verdiği vergide sahip olduğu dördüncülük sırasıyla, Türkiye'nin en canlı ve
dinamik ekonomik alt bölgelerinden birini oluşturmaktadır.
Denizli bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle de geçmişten günümüze, her zaman önemli bir tarım,
ticaret, sanayii ve turizm merkezi olmuştur. 21. Yüzyıla adım atarken hızla sanayileşen ve turizm yatırımları artan Denizli, nüfus yoğunluğu ile de metropol bir şehir haline gelmiştir. İl nüfusunun 2010 yılında
1 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. 1980-90 yılları arası en fazla göç alan illerden birisi olmuştur. Denizli'li, hızla sanayileşmesi ve nüfus artışı ile, yeni kurulacak organize sanayii bölgelerini Acıpayam, Serinhisar, Denizler ve Çardak gibi ilçelere akıllıca yönlendirmektedir.
b. Denizli'de Alternatif Yatırını Alanları ve Sanayiiler Neler Olabilir
Denizli, bugünkü sanayii ve ticaret hacmi ile Türk ekonomisinin dışa açılan önemli kapılarından birisi olarak ön sıralarda gelmektedir. Ancak, Denizli, tekstile alternatif olarak, diğer sanayii ve yatırım kollarını daha fazla geliştirmek ve yatırım yapmak mecburiyetindedir. Bu bağlamda, Denizli; başta tekstilin
moda ve konfeksiyona ve marka yaratmaya yönelik yatırımlar yanında, tekstil makinaları üretimi, gıda
sanayii, gıda makinaları ve ambalaj sanayii, değişik kullanım amaçlı cam sanayii, deri işleme, deri konfeksiyon ve ayakkabı imalatı, elektrikli ve elektronik alet ve ekipmanlar, oyuncak, bisiklet ve motorsiklet, özellikle madeni ve diğer ev eşyası, otomobil yedek parça üretimi, değişik makine sanayii, mermer,
kozmetik ve kimya sanayii gibi alternatif sanayii sektörleri, yerli ve yabancı turiste ve halka hitap edecek modern süpermarket ve departmanlı mağazalar çerçevesinde gerçekleştirilecek yeni girişimler için
çok uygun bir potansiyele sahiptir.
Bu konularda, doğrudan yatırımlar yapmak yanında, bölgesel ve yerel tecrübelerden yararlanılarak
"merger" denilen mevcut işletmeler ile birleşme, onları satınalma ve/veya "joint venture" şeklinde müşterek yatırım ortaklıkları gibi yatırım stratejileri de önerilebilir.
Denizli bugünkü konumuna, kendi "girişimciliği, başarı güdüsü, kendini kanıtlama ve gelenekselliği
modernleştirme arzusu, çalışkanlığı" ile gelmiştir. Ancak, bugünden sonra, daha ileri gidebilmesi, küreselleşen ve bir taraftan da bu küreselleşme içinde bloklaşan, bilim ve teknolojiye egemen ülke ve firmalar ile rekabet edebilmesi için, sahip olduğu bu özellikler yanında, diğer gereksinimlere de muhtaçtır. Bu
gereksinimlerin başında, bütün ülkede olduğu gibi Denizli'de de "çağın bilim ve teknolojisini yakalamak"
gelmektedir. Bilim ve teknolojiye egemen olunamadığı takdirde, başta sanayii olmak üzere, tüm ekonomik etkinliklerde mutlak bir üstünlük elde etmek imkansızdır. Kısacası, teknoloji; ulusal ve uluslararası
düzeyde mal ve hizmet üretiminde bulunan kuruluşlar için "rekabet üstünlüğünün tek anahtarı" haline
gelmiştir. Türkiye ve içerisinde Denizli "teknolojideki çağ değişimini yakalamak zorundadır". Türkiye ve
Denizli; bilimsel ve teknolojik araştırma sonuçlarını, ekonomik ve toplumsal faydaya hızla dönüştürme
becerisine sahip olmalıdır ki, dünya pazarlarında rekabet üstünlüğüne sahip olsun. İşte burada, Denizli'de kurulu bulunan Pamukkale Universitesi'ne çok önemli görevler düşmektedir. Yapılacak ve yapılan
AR-GE'nin ulusal ve Denizli düzeyinde bilinçli olarak uygulanması ile başarı mümkün olabilecektir.
c. Denizli Ekonomisi ve Araştırma-Geliştirme (AR-GE)
Denizli gibi hızla sanayileşen, girişimci ve uluslararası pazarda rekabet etmek isteyen bir il için yukarıda açıklanan hususların önemi çok daha artmaktadır. Bu konuda, üniversitemize, sanayicilerimize ve
tüm Denizlililere önemli görevler düşmektedir. Başarı, ancak, konunun; ekonomik, siyası ve toplumsal
boyutlarıyla, sistemli bir bütünlük, süreklilik ve kararlılık içinde ele alınması ve gerekli AR-GE'nin yapılması ile mümkün olacaktır.
Üniversite eğitim-öğretim hizmetinin yanında "fen ve sosyal konulardaki AR-GE faaliyetleri ağının da odağında olma mecburiyetindedir". Özellikle, vurgulamak gerekir ki, "araştırma" sözcüğü, yalnız69
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
ca fen, sağlık ve mühendislik bilimleri ile sınırlandırılmamıştır. Sosyal bilimler bağlamında da kullanıldığının altını çizmek gerekmektedir. Önemle belirtilmelidir ki, üniversite toplumsal araştırmalar ağının da
odağında olmalıdır.
d. Denizli'de Üniversitenin Diğer Temel Görevleri ve İlkeleri
Ekonomideki gelişim süreci ile Türkiye'nin "parlayan yıldızlarından" biri olan Denizli'nin toplumsal
yapısı da dikkate alındığında, üniversitenin üzerine düşen çok önemli görevleri vardır. Bunların zaman
geçirilmeden hayatiyete geçirilmesi zorunluluk arzetmektedir. Üniversitenin bu görevlerini yerine getirebilmesi ise, ancak,"üniversitenin bir bölge üniversitesi" olması ve bizzat kendi inovasyonunu yakalaması ile mümkün olabilir. Pamukkale Üniversitesi yaptırdığı eğitim-öğretim ve oluşturacağı laboratuvar,
atölye, uygulama ve deneme tesisleri, kütüphane, bilgisayar laboratuvar ve bilgiye ulaşım ağları, sağlık
merkez ve birimleri, AR-GE laboratuvar ve merkezleri ile "bölge üniversitesi olma zorunluluğundadır".
Çünkü, sahip oduğu girişimci ruhu, sosyal ve ekonomik yapısı ile Denizli ve yöresine, ancak, böylesi bir
bilimsel ve teknolojik yapılanma ile hizmet vermek mümkündür. Yalnızca, belirli sayıdaki öğrencinin çeşitli bölümlerinde öğretim gördüğü bir üniversite yapılanması, dünyaya açılan Denizli sanayicisini ve toplumunu tatmin edemeyecektir. Üniversitenin, bölge üniversitesi olarak, tüm ülkeye, özellikle, çevresindeki illere ve girişimciye bilgi, teknoloji ve diğer hizmetleri sunma zorunluluğu vardır. Çünkü, Denizli,
dünyadaki küreselleşme ve bloklaşma sürecinin bir sonucu olarak, kendi becerisi ile, bugün "ekonomik
olarak atılım yapan" bir yapıyı oluşturmuştur. Denizli'nin ülke genelinde ekonomide yakaladığı bu süreci devam ettirip, dünyada rekabet edebilmesi, ancak, "bilim ve teknolojiye egemen" olması ve sürekli
AR-GE'nin içinde bulunması ile mümkündür. Bu ise, üniversitenin, firma ve kuruluşlara çağdaş bilim ve
teknolojiyi aktarması, üretmesi ve toplumsal faydaya dönüştürmesindeki üstlendiği rol ve organizasyon
ile direkt ilgilidir. Atılım yaparak öne fırlamış bir kentte, üniversitenin belirtilen hizmetleri yapabilmesi
ise, ancak, kendisinin de bu ölçütlerde gelişmesi, bölgede lider olması, Türkiye ve dünyadaki bu tip üniversiteler ile yarışır duruma gelmesi ile mümkün olabilecektir.
Tüm bu görevlere ilaveten, Denizli'de üniversite ile ilgili olarak aşağıda sıralanan hususların da yerine getirilmesi gerekmektedir.
Sanayileşme ve toplumsal kalkınmayı başarma arayışındaki bu yörede, üniversitenin "kalkınma iktisadı ve teknoekonomi" gibi disiplinlere ve ilgili alanlardaki AR-GE'ye olağanüstü önem vermesi gerekmektedir.
"Bilim-teknoloji-sanayii yeteneğini yükseltme"; Denizli için stratejik bir hedef olmalı ve üniversite burada kendisine yaşamsal bir görev düştüğünü unutmamalıdır. Üniversitenin, bu rolü yerine getirebileceği bir mükemmelliğe, "üniversite mensupları-devlet-yöre halkı" üçgeninde ulaşılma zorunluluğu vardır.
Ancak, üniversite burada bilim geleneğine bağlı kalarak etik sorunları sürekli tartışma gündeminde tutup, kendi öz denetim sistemini kurmasını unutmamalıdır.
Türkiye'de ve dünyada, bugün, bütün üniversitelerin aynı zaman dilimi içinde mükemmelliğe ulaşamayacağı bir gerçektir. Ancak, Denizli gibi, ülke ekonomisi açısından çok önemli bir kentte bulunan
"üniversitenin, bir an önce mükemmelleşmesi" ülkenin ve yörenin önemli ölçüde yararınadır. Bu nedenle; devletin, yöre halkının ve üniversite çalışanlarının, ulusal ve bölgesel ekonomik ve toplumsal kalkınma açısından, üniversiteyi hızla mükemmelleştirme sorumluluğunu taşıdıklarını unutmamaları gerekmektedir. Mükemmelliğe ulaşma, bir "beyingücü ve parasal kaynak" sorunudur. Denizli bu stratejiyi iyi belirlemeli, yöreye beyingücü çekilebilmeli ve AR-GE'ye kaynak ayrılmalıdır. Kendi imkanları ile belli bir
mükemmelliğe erişemeyen üniversiteler, devlet tarafından yeterli desteği göremeyecek ve gelişmiş olan
üniversiteler ile arası gitgide açılacaktır. Denizli toplumu, doğal olarak buna rıza göstermemelidir... Özellikle, Pamukkale Üniversitesi gibi yeni kurulmuş üniversitelere, yerel yönetim ve yöre halkının sahip çıkmasının mekanizmaları kurulup, çalıştırılmalıdır.
70
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Mükemmelleşen üniversiteler ekseninde oluşturulacak teknoparklar veya mükemmelleşen üniversiteler coğrafyasında yaratılacak teknopolisler (teknoloji şehirleri); yarının enformasyon toplumuna hazırlanmada, temel yapı taşları olacaktır. Denizli, şu andaki özelliği ve mükemmelleşecek üniversitesi ile, böylesi bir teknopolis yapısına layıktır ve öyle kabul edilmelidir.
Denizli'deki üniversite bilim, teknoloji ve AR-GE'de spesifik konularda, belli işlevleri ön plana alan,
belirgin bazı dallarda rekabet oluşturan bir düzeye ulaştırılmalıdır. Belirli dallarda ön sıraya hızla yerleşmek, üniversiteyi topyekün olarak, ileriye çekme imkanını da kendiliğinden doğuracaktır. Bunun örnekleri, dünyada ve ülkemizdeki çeşitli üniversitelerde görülmektedir.
Denizli ve yöresi, kendi üniversitesinden mezun olanları yörede tutabilme, onların bilgi ve becerisinden yararlanabilme mekanizmasını oluşturmalıdır. Aynı şekilde, üniversitenin mezunları da kendi üniversitesinin mükemmelleşmesi için örgütsel mekanizma oluşturmalıdırlar. Bu hususlar, erişilen kalitenin
korunması açısından da önem taşımaktadır.
Üniversiteler kar amacı gütmeyen kuruluşlar olarak yapılandırılmalıdır. Ancak, AR-GE ve döner sermaye gelirleri üniversitenin mükemmelleşmesi için yeni yatırımlara yönlendirilmelidir. Yükseköğretime
devlet bütçesinden ayrılan kaynakların, Batı Ülkeleri'ndeki düzeye yaklaştırılmasının bir aracı da, öğrencilerin üniversite giderlerinin karşılanmasındaki ödedikleri katkı payının artırılması ile mümkündür. Ancak, alınacak katkı payının fırsat eşitliğini zedelememesi için, adil ve şeffaf bir burs-destek sisteminin
oluşturulması gerekmektedir. Denizli gibi sosyal yönden aktif ve müteşebbis ruhlu bir il, kendi üniversitesinin mükemmelleşmesi, öğrencilerin daha iyi yetişmesi ve mezunlarının bu yörede kalabilmesi için
böylesi bir "burs-destek sistemini" de geliştirebilmelidir.
Üniversite geleneğinin oluşturulması hususunda başta akademisyenler olmak üzere, toplumun tüm
fertleri gerekli hassasiyeti göstermelidir. Üniversitelere politik müdahalelerin yapılması üniversite geleneğini mükemmele doğru geliştirecek yerde, tamamen bozulmasına neden olabilmektedir. Üniversite ile ilgili reformlar akılcı ve toplumsal talepler doğrultusunda, küreselleşme gerçeği çerçevesinde olmalıdır.
Akademik özgürlükler; üniversitenin en saygın ve belirleyici vasfı olmalıdır. Mesleğin icrası ve kurumsal
işleyiş tamamen akademik özgürlük saygınlığı uhdesinde olmalıdır. Üniversite elemanları ulusal ve uluslararası rekabete katılabildikleri ve toplum ile özgürce iletişime girebildikleri ölçülerde üniversite mükemmelleşir, kendi öz denetimini oluşturur ve belirgin kaliteye erişebilir. Denizli, toplum yapısı olarak, üniversite mensuplarının bu yöndeki gelişimine uygun değerlere sahiptir. Ancak, bu yöndeki diyalogların
sihhatli oluşturulmasında da, üniversite mensuplarına ve idarecilerine büyük görev düşmektedir.
3- Üniversite Sanayii İşbirliğiÜlkemizdeki Durumu, Geleceğe Yönlendirilmesi
a. Üniversite-Sanayİi İşbirliği Kavramı
Bütün ülkeler, teknolojik ve ekonomik gelişmelerini hızlandırmak için ellerindeki mevcut kaynakları
en rasyonel kullanmanın ve kıt olan kaynaklardan azami faydayı elde edebilmenin yollarını daima aramak mecburiyetindedirler. Bu kıt kaynaklar içinde en pahalı olanları ise, yetişmiş insan gücü ve bilgi birikimidir. Bunları rasyonel kullanabilen ülkeler, arzuladıkları teknolojik seviyeye ve sosyo ekonomik refaha ulaşabilmekte, kullanamayanlar ise her konuda, bunları başaran ülkelere bağımlı kalmaktadırlar.
Üniversitelerimizin eğitim ve öğretim hizmetleri vermesinin yanında, diğer asli görevlerinden birisi de
AR-GE yapmaktır. Araştırmlaların temel amaçlarından birisi; bilgi üreterek mevcut bilgilere yenilerini katmaktır. AR-GE yapmak eğitim görevinin yerine getirilmesi için de şarttır. Araştırmaların bir diğer amacı
da; sanayinin problemlerine pratik çözümler getirmektir. Dolayısiyle, üniversiteler hem bilgi üretmeye ve
hemde sorun çözmeye dönük araştırmaların yapıldığı kurumlardır. Buna göre üniversiteler, araştırma
hizmeti verme potansiyeline haiz kurumlardır. Sanayii ise, ülkedeki bilimsel ve teknolojik potansiyeli harekete geçirerek önceden yapılmış araştırma sonuçlarını üretime dönüştüren kesimdir.
71
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Bu açıklamalar doğrultusunda "Üniversite-Sanayii İşbirliği Kavramı" şu şekilde açıklanabilir: Üniversitelerin mevcut imkanları ile sanayinin mevcut imkanları birleştirilerek bilimsel, teknolojik ve ekonomik yönden güçlenmeleri için yaptıkları sistemli çalışmalar bütünüdür.
b. Üniversite-Sanayii İşbirliğinin Türkiye'deki Gelişimi
Dünyada, tarihi çok eskilere uzanan üniversite-sanayii işbirliği Türkiye'de ancak 1950'li yıllarda dikkatleri üzerine çekmiştir. Yaklaşık 40 yıla varan çalışmalara rağmen bu ilişkiler hala sağlam bir zemine
oturtulamamıştır. Üniversite-Sanayii işbirliğinin temeli endüstriyel araştırmalara dayanmaktadır. Bu araştırmalar ülkemizde 1960'h yıllarda başlamıştır. Ancak, bu araştırmalar temel araştırmalar niteliğinde, bireysel ilişkilere dayanan küçük ölçekli araştırmalardan ibarettir. İşbirliği konusunda yapılan gözlemler,
bu ilişkilerin genelde bireysel ilişkilerin üzerine çıkmadığını, süreklilik arzetmediğini ve kopuk ilişkilerden oluştuğunu göstermiştir.
Üniversite-Sanayii İşbirliği konusunda organize olmuş ilk kuruluş 1952 yılılnda İstanbul Teknik Üniverslitesi (İTÜ) Rektörlüğü'ne bağlı olarak kurulan "Türk Teknik Haberleşme Merkezi" olmuştur. Merkez
çalışmalarını uzun süre verimli bir şekilde sürdürmüş, daha sonra personel ve finans yetersizliği gibi nedenlerle faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. Daha sonra da bu görev İTÜ Dış İlişkiler Müdürlüğüne devredilmiştir.
Sanayideki gelişmeye katkıda bulunacak araştırma faaliyetlerinin başlaması fikri ise, ancak, 1963 yılında kurulan TÜBİTAK kanununda yerini ve ifadesini bulmuştur. TÜBİTAK o tarihte en büyük araştırma
potansiyeline sahip olan üniversiteleri mobilize etmek üzere harekete geçmiş, başlatılan bu programla
üniversitelerde yürütülen araştırma projelerine öncülük etmiş ve mali bakımdan desteklemiştir.
Daha sonra, İTÜ Rektörlüğüne bağlı olarak kurulan "Araştırma İşleri Mütevelli Heyeti" bu konuda birtakim çalişmalar yapmış çalışma konularını seçerken de endüstrinin, ihtiyaçlarını gözönüne almaya dikkat etmiştir.
1972 yılında da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) sanayi ile ilişkileri düzenlemek ve problemlerine çözüm getirmek amacıyla "Uygulamalı Araştırma Bürosu" kurulmuş, problem çözümünü kolaylaştırmak amacıyla sistem çeşitli enstitüler ile desteklenmiştir. Ayrıca, sistemin faaliyet ve etkinliklerini artırmak amacıyla, "Endüstriyel İlişkiler Komitesi" kurulmuştur.
1975 yılında da Türkiye Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS)'nın öncülüğünde Üniversite ile Sanayii temsilcilerinden oluşan "Üniversite Endüstri İlişkileri Kurulu" kurulmuştur. Komisyonun en önemli
çalışması, "Üniversite-Endüstri İlişkilerini Geliştirme" Sempozyumunu tertiplemesidir.
1977 yılında, kurulan SEGEM (Sınai Eğitimini Geliştirme Merkezi) bu konuda bir takım faaliyetleri sürdürmeye başlamış ve devam etmektedir. Ancak, bu faaliyetler SEGEM personelince ve üniversite öğretim üyelerinden yararlanarak düzenlenen kurs ve seminerlerin ötesine gidememiştir.
1970'li yıllarda birçok üniversitede çeşitli şekillerde başlatılan üniversite-sanayii işbirliğinin kurumsallaştırılması çalışmaları 1981 yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun yürürlüğü girmesine kadar devam etmiştir. Bu kanunun döner sermaye işletmelerini düzenleyen 58. maddesi ile, Üniversite Sanayii
İşbirliği tüm Üniversiteler için ortak bir baza oturtulmuştur. Kanun, zaten canlı olarak gündemde olan işbirliği konusunda üniversitelerimiz ve sanayicimizi çeşitli yollan denemeye teşvik etmiştir. Bunların başında "Üniversite-Sanayii İşbirliği Komisyonu" kurulması çalışmaları gelmiştir. Ayrıca komisyon çalışmalarını desteklemek amacıyla sanayii odaları ve üniversiteler AR-GE fonlarını kurmuş ve çalıştırmaya başlamışlardır.
Bunların başında İTÜ ve istanbul Sanayii Odası (ISO) arasında 1986 yılında imzalanan işbirliği
protokolünü ve buna bağlı olarak oluşturulan Üniversite-Sanayii işbirliği Komisyonunu, ODTÜ'nin, An-
72
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
kara Sanayii Odası (ASO) ile, Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri ile Ege Bölgesi Sanayii Odası (EBSO)
arasında kuaılan Üniversite Sanayii işbirliğini Geliştirme Merkezini (ÜSIGEM), Atatürk Üniversitesi ile Erzurum Sanayii Odası'nın (ESTO) 1988 yılında imzaladığı protokolü sayabiliriz.
Yükseköğretim Kanunundaki bu düzenlemeler ile Meslek Yüksek Okulları da YÖK kapsamına alınmıştır. Ekonomik kalkınma ve endüstriyel büyümede kilit rolü oynayan yüksek teknisyen düzeyinde ara
insan gücüne iliştin talep, 1985-1986 dönemi projeksiyonlarına göre arzı çok aştığından ara insan gücü
yetiştirmeye yönelik olan ve 1981 reformuyla YÖK kapsamına alınan "MESLEK YÜKSEK OKULLARF'nın
yeniden düzenlenmesi hareketi daha büyük boyutta bir önem kazanmıştır.
Ayrıca Yüksek Öğretim Kurulu'nda üst düzeyde bir Üniversite-Sanayii ilişkileri Koordinasyon Kurulu
kurulmuş ve bu yolla sanayii ile yakın bir işbirliği başlatılmıştır. Bu kurulun da yardımı ve ilgili sektör
yetkilileri ile görüşülerek yeni programlar tesbit edilmiştir. Daha sonra çalışmalar devam etmiş ve 1994
yılında ilk defa Türkiye Üniversite-Sanayii işbirliği Birinci şurası danışma kurulu toplatılan yapılmış,
konu üniversite ve sanayiden katılan temsilciler tarafından detaylıca ele alınmıştır, işbirliğinin somut
adımları ülkemizin çeşitli yörelerinde hızla atılmaktadır.
Sonuç olarak ülkemizde yeytkililer bu konunun ciddiyetini yeni yeni kavramaya başlamışlar, bu vesile ile kısa aralıklarla Üniversite Sanayii işbirliği konulu bir çok konferans, seminer, sempozyum düzenlenmekte ve bu işbirliğinin en iyi biçimde nasıl tesis edileceği araştırılmaya devam edilmektedir.
c. Üniversite-Sanayi işbirliğinin Geleceğe Yönlendirilmesi
Üniversite-sanayü-araştırma işbirliğini kolaylaştırıcı ve özendirici bir ortamın yaratılması, bunlarla ilgili merkez ve kurumların oluşturulup faaliyete geçmesi üniversite ve Denizli açısından aciliyet arzetmektedir. Üniversite mensupları, izinli ve yarı-zamanlı olarak devlet kuruluuşlarında çalışabildikleri gibi, özel
sanayii kuruluşlarında da belirgin bir sistem çerçevesinde çahşabilmelidirler. Sanayii kuruluşlarının ARGE ve yenilenme faaliyetlerine katılma koşulunun yasal düzenlemeleri yapılmalıdır. Benzer şekilde, sanayii kesiminin elemanlarının da, üniversitenin belirgin eğitim-öğretim ve AR-GE programlarında yer alabilecekleri uygun statüler oluşturulmalıdır. Sanayicinin gündemindeki konuların; yüksek lisans, doktora
ve doktora sonrası araştırma konuları olmasının alt yapısı hazırlanmalıdır. Bu tür çalışmalar sanayii kesimince belirli ölçüde finanse edilmeli, sonuçlar, desteği sağlayan tarafça ticarileştirilebilmeli ve doğacak
patent hakkını güvence altına alan bir düzenlemeye gidilmelidir. Sanayiden gelecek isteğe yönelik olarak, üniversitece yürütülecek AR-GE ve benzeri faaliyetleri desteklemek üzere özel bir birim ve fon oluşturulmalıdır, işte bunlar, gerçek Üniversite-Sanayii işbirliği oluşturacak ve USIGEM doğacaktır. Denizli'nin bu hususlardaki ihtiyacı ve potansiyeli herkesçe bilinmekte ve dile getirilmektedir. Üniversite olarak konunun hızla üzerine gidilmesi ve çalışmaların derhal, vakit geçirilmeden başlatılması kaçınılmaz
zorunluluk arzetmektedir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bünıesinde oluşturulan Teknoloji
Danışma Kurulu'nun, Üniversite-Sanayii işbirliği için uygun bir ortam yaratmasına katkıda bulunacağı
muhakkaktır. Benzer şekildeki kuruluşların illerdeki sanayii ve ticaret odalarında oluşması, üniversitelerde oluşturulacak olanlarla bağlantı kurmaları açısından bir çözüm olabilecektir. Üniversitelerdeki döner
sermaye mevzuatı, sağlıklı bir işbirliği ortamının yaratılması için, tekrar gözden geçirilip, sanayii ile ortak
çalışma açısından yeniden düzenlenmelidir.
Üniversite-sanayii işbirliği kapsamında; yabancı yatırımların ve yabancı ortaklıklarının Türkiye'deki faaliyetlerinin AR-GE faaliyetini de kapsayacak hale gelmesinde, yeni yatırımların AR-GE birimlerin de içerecek biçimde yapılmasında üniversitede organizasyonlu bir yapılanmaya gidilmeli, mevzuatlar oluşturulmalıdır. Buradaki ana kriter; yabancı yatırımın yurdumuzda yalnızca mal ve hizmet üretmesi değil, o konularla ilgili AR-GE'nin de Türkiye'de gerçekleşmesini kapsar hale gelmesi olmalıdır.
Türkiye üniversiteleri ve özellikle hızla sanayileşen Denizli gibi yörelerdeki üniversiteler; "mevcut teknoloji envanterinin çıkarılması ve envanterdeki değişimin sürekli izlenerek güncel hale getirilebilmesine"
ilişkin görevleri de üstlenmelidir. Bu hususta TOBB Teknoloji Danışma Kurulu'nca benimsenen ve
TOBB'nin desteği ile yürütülmesi öngörülen envanter çalışması yerel odaların desteği ve ilgili kuruluşla-
73
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
rın organizasyonu ile ülke sathında yürütülmelidir.
Üniversitelerin, teknoloji transferinin tanımı doğrultusunda; "teknolojide yeni olana" erişmeyi başarıp,
bunu özümseyerek ekonomik faaliyetin ilgili bütün alanlarında, tam anlamışla kullanılabilir hale getirmede ülke genelinde ve yöre bazında önemli görevleri üstlenmeleri gerekmektedir. Bu tanım gereği, teknoloji transferi, genel olarak, teknolojinin geliştirildiği/üretildiği noktadan kullanılacağı noktaya aktarılması sürecini kapsar. Bu nedenle, ülke içindeki bir AR-GE biriminde geliştirilen bir yeniliğin ülke içindeki aktarımı da "teknoloji transferi" kapsamına girer. Yurtdışından veya içerisindeki teknoloji transferinde üniversite birimlerinin bilgiye ulaşacak ve aktaracak ağları, yöntemleri ve yayın kanallarını akademisyenlerin rahat çalışabileceği düzeyde kurması şarttır. Akademisyenlerin yurt içi ve yurtdışı bilimsel faaliyetleri muhakkak surette yeterince finanse edilmelidir.
Üniversiteler; eğitim-öğretim ve tüm faaliyetlerinde uluslararası Standard ve kaliteye erişme ve uluslararası akreditasyon ve sertifikasyona ulaşma hedefi doğrultusunda çalışma mecburiyetindedirler. Ancak,
bu strateji ile ülke ve yöreye hizmet etmek olasıdır. Yoksa, üniversiteler asli görevlerini yapamaz ve ikinci, üçüncü sınıf okullar haline düşmesi kaçınılmaz olur.
Bir üniversitenin yapılanmasında; bilim ve teknolojideki atılımın önünü açacak hukuki mevzuatların
yeniden düzenlenmesi (fikri, beceri, mülkiyet ve hizmet haklarının korunması, verilmesi bilgi güvenliğinin sağlanması vb.) ve idarecilerin de bu doğrultuda görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gereği
vardır.
Yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak için aşağıda sıralanan kurumsal yapının oluşturulmasında önemli yarar görülmektedir.
• Üniversite -Sanayii Ortak Araştırma Merkezlerinin Kurulması
• Üniversitenin AR-GE Konsorsuyumlarına Katılımı
• Teknopolislerin Oluşturulması
• Üniversite Eksenli Bilim Parkları Teknoparkların Kurulması
• Sözleşmeli Araştırmaların Iapılması Mevzuatlarının Düzenlenmesi
YARARLANILAN KAYNAKLAR
• DPT Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Bilim ve Teknoloji Politikaları İhtisas Komisyonu (Redaksiyon Komitesi)
Raporu.
• Ger, A.Metin, Prof. Dr., T.T.G.V. Genel Sekreteri, 1994 Üniversite-Sanayii İşbirliği, Türkiye Birinci ÜniversiteSanayii İşbirliği şurası, 1. Danışma Kurulu Toplantısı, 13.04.1994 İstanbul.
• TÜBİTAK, 1994, I. Sanayii lüksek Konseyi (11-12 şubat 1994); Görüşülecek Konular için notlar, MEPK, şubat
1994.
• Yetiş, Nüket, Prof.Dr., Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi End. Müh. Blm.1994, Sanayide AR-GE ve
Teknoloji Geliştirme Faaliyetleri, 15 Ocak 1994, Kuyubaşı-Kadıköy, İstanbul.
• Küçükçirkin, M. 1990 Ankara TOBB
• Eroğlu, F. ve Gökalp, H.l. 1997, Denizli Geleneği Modernleştiriyor. Ekonomik Forum, TOBB Aylık Dergisi 4(7);
24-25.
74
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
21. YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYÜ'NİN İHMALİ
YA DA ULUSLARARASI REKABETİN "OLMAZSA OLMAZ'
ŞARTI: SINAİ MÜLKİYET KORUMASI
ZEKERİYA ŞİMŞEK
ŞİMŞEK MÜMESSİLLİK VE DIŞ TİC.LTD.ŞTİ. / İZMİR
ÖZET
Son yıllarda Anadolu Kaplanları ve KOBI'le ile ilgili ekonomik - politik tüm değerlendirmelerde gündemin ön sıralarında yer alan Denizli'mizin özellikle ulusal tekstil ve konfeksiyon sanayimiz içindeki
yeri ve payı tartışmasız ve net bir değerin ifadesidir.
Buna karşılık rekabetin uluslararasılaşması ve uluslararası ticaretin
serbestleştirilmesi çabalan ile
önemi gittikçe artan sınai mülkiyet haklan yerel iş dünyamızca henüz daha tam anlamıyla "keşfedilmemiştir".
Bildirimizin birinci bölümünde; sınai mülkiyetin genel yapısı ve Türkiye'deki durumu detaylandırılmıştır.
İzleyen üç bölümde; sırasıyla patentler ve faydalı modeller,endüstriyel tasarımlar,markalar hukuki-ticari boyutlarıyla açıklanmıştır.
Beşinci bölüm sınai mülkiyet hakkı ihlalleri ve bunlara uygulanacak cezalarla ilgilidir.
Son bölümde ise Denizli Sanayii'nde sınai mülkiyet korunmasının "flu" yeri değerlendirilerek
uluslararası rekabet gücü ve geleceğe yönelik firma stratejileri açısından konunun arzettiği "hayati"önem
ve yapılması gerekenler Denizli iş Dünyası'nın dikkatlerine sunulmuştur.
l.SINAI MÜLKİYETİN GENEL YAPISI
Sınai mülkiyet kısaca;insan zeka ve becerisinin ürünleri anlamında olup,gayri maddi bir hakkı ifade
etmektedir.Tarihi 15-yüzyıla kadar uzanan sınai mülkiyet haklarının korunması konusu,18.yüzyılda Paris Sözleşmesi'nin imzalanmasıyla uluslararası bir statü kazanmıştır. Sınai mülkiyetin anayasası niteliğindeki bu anlaşmaya Haziran 1997 itibariyle Türkiye dahil 142 ülke taraftır.Türkiye'nin taraf olduğu konuyla ilgili uluslararası anlaşmalar içinde Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları (TRIPS) Ekli Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması içerik olarak özel bir öneme sahiptir.Aynca Türkiye AB ile imzaladığı 6 Mart 1995 ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı'nın 29.maddesi ile 8 no'lu ekinde sınai mülkiyet haklarına ilişkin etkin bir koruma sistemi oluşturacağını ve bunu tavizsiz işleteceğini taahhüt etmiştir.
Ülkemizde pratik anlam içeren en önemlileri;
-Patentler ve faydalı modeller,
-Endüstriyel tasarımlar,
75
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
-Markalar
üçgeninde kimliklendirilen sınai mülkiyet haklarının etkin korunabilmesi için kurulması ve tavizsiz işletilmesi gereken sistemin unsurları;
-Özerk ve yetkili bir kamu otoritesi,
-Yasal statüye ve denetime tabi vekillik kurumu,
-Hukuki ihtilafların takibi ve çözümü sağlayacak ihtisas mahkemeleri,
-Uluslararası hukuka ve teknik standartlara uyumlu özel mevzuat ile, ilgili uluslararası anlaşmalara
katılım şeklinde çerçevelendirilmiştir.
Bu çerçevede, ülkemizdeki durumu irdelersek; yetkili yasal otorite
Türk Patent Enstitüsü
(TPE) 'dür. Daha önce Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde Sınai Mülkiyet Dairesi şeklinde hizmet veren yetkili otorite mevzuatın yenilenmesiyle tüm dünyada ki benzerleri gibi, daha
etkin ve çağdaş çalışmalar yapmak amacıyla, 1994 yılında özerk bir yapıya kavuşturularak örgütlendirilmiştir (KHK /554). İş dünyasına müşavirlik ve uygulama hizmetleri vermeye yönelik bağımsız patent tasarım, marka vekilliği kurumu ise 1996 yılında oluşturulmuş; böylece hak sahipleri
gerek tescil işlemlerinde gerekse tescil sonrası benzerlik ve taklit konularında haklarının profesyonelce takip edilmesi olanağına kavuşmuşlardır, ihtisas Mahkemeleri ile ilgili kuruluş çalışmaları Adalet
Bakanlığı'nca yürütülmekte olup şu an gerekli hizmet, Asliye Ticaret ve Asliye Ceza Mahkemeleri'nden
yapılan görevlendirmelerle yürütülmektedir. Ülkemiz sınai mülkiyet
haklarının korunmasına ilişkin 15 uluslararası anlaşmadan 7'sine taraf olmakla birlikte diğerlerine katılım çalışmaları sürmektedir. (Taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar T.C. Anayasası (md.90) gereğince iç hukuk mevzuatı sayılmaktadır.)24 Haziran 1994 - 7.Kasım 1995 tarihleri arasındaki dönemde yürürlüğe giren 2 Kanun 6 Kanun Hükmünde Kararname, 2 Kararname ,13 Yönetmelik ve 2 Tebliğ ile yapılandırılan sınai
mülkiyet mevzuatımız,uluslararası ticaret ve hukuk normlarına uyumlu olup, uygulamada bazı küçük aksaklıklar dışında bir sıkıntı yaşanmamaktadır.
Etkin bir sınai mülkiyet koruması için sistemi kurmak
kadar sağlıklı işlemesine yönelik önlemleri
almak ve gereklerini yapmak çok önemlidir.Sınai mülkiyet haklarının korunması konusunda,son yıllara kadar Türk Sanayii'nde ve kamuoyunda mevcut bilgisizlik ve ilgisizlik eğilimi ;ülkemizin AB ile
Gümrük Birliği'ne girmesi ve uluslararası ticarette haksız rekabetin yol açtığı kayıpların ihracatçılarımızca da hissedilmeye başlanması sonucunda yerini, üçüncü bin yılın fikir ticareti ve yaratıcılık haklarının korunması üzerine kurulacağı tartışmalarına bırakmıştır. Ülkemizin Gümrük Birliği'nden şu ana
kadar en önemli (belkide tek)kazancı,iş dünyamızın kendine çeki düzen vermesi ve ihracatsız ticaret
olmayacağı bilincini kazanmasıdır.
2.TÜRKİYE'DE PATENT HAKLARININ KORUNMASI
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin temel göstergelerinden biri sahip olunan teknolojidir. Sahip olunan
bu teknoloji iki yolla elde edilebilir: Teknoloji ya üretilir ya da transfer edilir.Teknoloji alanında hızlı
değişimlerin yaşandığı günümüzde transfer yoluyla elde edilen teknoloji çok kısa zamanda etkinliğini
kaybetmekte, yenilenmesi büyük maddi yük getirmektedir, işte bu noktada ulusal politika olarak, işletmelerin AR-GE faaliyetleriyle kişisel buluş çabalarının özendirilmesi,teknoloji tabanlı yeni ürün ve
üretim yöntemlerine ait sonuçların ekonomik değerinin hukuken korunması gerekmektedir.
Ülkemizde patent haklarının korunması, 27.06.1995 tarih ve 551 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 07.11.1995 tarih ve 4128 sayılı Kanun ile Uygulama şeklini Gösterir Yönetmelik' ten oluşan bir
mevzuatla sağlanmaktadır. Patent sistemi ile yeni bilgi / teknoloji geliştirene belirli bir süre için
o bilginin / teknolojinin kullanımı üzerinde imtiyaz hakkı tanınmaktadır. Bu imtiyazın "konusu" buluş'tur. Buluş ise, teknik bir sorunun çözümü için organize olmuş bilgi demektir. Bir buluşun patentlenmesi; herhangi bir teknik sorunun çözümüne ilişkin yazılı açıklamaya dayanır. Her ülkede milli ofis tarafından yayımlanan bu açıklama,ülkemizde de TPE'ne yapılan başvuru ile izlenen teknik
prosedürün olumlu sonuçlanmasıyla (yaklaşık 2-3 yıl süresinde) buluşa patent verilerek hukukilik ka-
76
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
zanmaktadır. Buluş sahibine, buluşunu toplumun bilgisine sunması karşılığında YİRMİ YIL için sağlanan
mutlak ve tekelci nitelikteki patent hakkı; buluş konusu ürünün üretilmesi, satılması- ihracı, ithali ile buluş konusu yöntemle o yöntemin kullanılmasını ve bu hakkın karşılıklı anlaşılan
bir fiyatla başkasına kullandırılmasını (Teknolojik yeniliğin,fiyat mekanizması
ile el değiştirmesine olanak veren bu hak,lisans anlaşması denilen bir satış yöntemi ile gerçekleşir.)kapsar.
Patent sistemi ile, sadece YENİ, TEKNİĞİN BİLİNEN DURUMUNU AŞAN ve SANAYİYE
UYGULANABİLİR buluşlar korunur. Buradaki yenilik;mutlak ve evrensel nitelikte bir yeniliktir.
Tekniğin bilinen durumunun aşılması,
buluşun ilgili olduğu alandaki mevcut teknik bilginin
içinden kolay çykamayacak bir buluş basamağını ifade eder.
Uygulanabilirlik ise, tarım dahil
sanayi ve ticaretin herhangi bir dalında üretilebilecek nitelikte olmak anlamındadır.
Patent sisteminin temel işlevleri;
-Buluş sahibinin haklarını korumak ve ödüllendirmek(Buradaki ödüllendirme, buluşun ekonomik
değerinin ve insanlığa yararının piyasa koşullarında ölçülerek fiyatlandırılmasını ifade eder.),
-Bilginin yayılmasını ve kamuoyuna sunulmasını sağlamak,
-Teknoloji transferine ortam hazırlamak,
-Yeni yatırımlara ve üretim artışına zemin oluşturmak,
-Firma bazında ve ulusal ölçekte politika ve strateji tespitine veri tesis etmek,
-Yabancı sermaye akışında güven unsuru temin etmektir.
Patent korumasının, koruma süresinin sonuna kadar devam edebilmesi için kullanma(uygulama)
zorunluluğunun yerine
getirilmesi ve yıllık ücretin ödenmesi gerekir.Patent sahibinin veya yetkili
kıldığı kişinin,patentle korunan buluşu kullanma zorunluluğunu,patentin verildiğine ilişkin ilanın
ilgili bültende yayımlandığı tarihten itibaren 3 yıl içinde gerçekleştirmesi ve bunu TPE
nezdinde
yazılı olarak belgelendirmesi şarttır. Patentin kullanılmaması zorunlu
lisansa,
koruma süresince her yıl ödenmesi gereken yıllık ücretin ödenmemesi ise patentin hükümsüzlüğüne neden olur.
-Keşifler,bilimsel teoriler, matematik metodları,
-Zihni.ticari ve oyun faaliyetlerine ilişkin plan,usul ve kurallar,
-Edebiyat ve sanat eserleri, bilimsel eserler, estetik niteliği olan yaratmalar,bilgisayar yazılımları,
-Bilginin derlenmesi,düzenlenmesi,sunulması ve iletilebilmesi ile ilgili teknik yönü bulunmayan
usuller,
-insan veya hayvan vücuduna uygulanacak teşhis.tedavi ve cerrahi usulleri,
-Konusu kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olan buluşlar,
-Bitki veya hayvan türleri veya önemli ölçüde biyolojik esaslara dayanan bitki veya hayvan
yetiştirme usullerine ait uğraşı ve buluşlar patente konu olamazlar.
Mevzuatımızda yer alan FAYDALI MODEL BELGESİ ise inceleme şekli ve koruma süresi bakımından patentten farklıdır.Bir buluşun
patentlenmesindeki en önemli kriter olan tekniğin bilinen durumunun aşılması şartı faydalı model belgesinde aranmamakta;yeni ve sanayiye uygulanabilir buluşlar,faydalı model belgesi ile ON YIL süreli bir koruma kapsamına alınmaktadır. Faydalı model belgesi ile genelde KOBI 'lerin üretim sürecinde geliştirdikleri
yeniliklerin korunması hedeflendiğinden,tescil işlemleri süre ve masraf yönünden daha ekonomik bir şekilde düzenlenmiştir.
Patent
başvuruları doğrudan ülkelerin ve firmaların AR-GE bütçelerine bağlı olduğundan
Türkiye'nin bu alandaki yetersizliği doğal olarak sonuçlara da yansımaktadır. Japonya'da AR-GE harcamaları GSMH 'nin % 2.5-3 'üne ulaşırken Türkiye'de bu rakam binde 4'ler civarındadır. Almanya'da
sadece Siemens 'te 44 bin AR-GE elemanı varken, 60 milyonluk Türkiye'de AR-GE eleman sayısı sadece 18 bin civarıdır.Türkiye'deki her patent başvurusuna karşılık Yunanistan'da 22 .Portekiz'de 29,
Japonya'da 195 , ABD'de 118
başvuru yapıldığının tespiti bu rakamları doğrulamaktadır.
77
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
3.TÜRKİYE'DE ENDÜSTRİYEL TASARIMLARIN KORUNMASI
Tasarımı, bir ürünün üç boyutlu şekli veya bu şeklin
yutlu süslemeler şeklinde tanımlayabiliriz.
bir
parçası ile ürün üzerindeki iki bo-
27 Haziran 1995 tarihinde yürürlüğe giren "Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında
554 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname" ile markalar ve buluşlar gibi belge ile korunan sınai haklar
arasına tasarımlarda eklenmiştir. Yasal düzenlemeye göre,bir tasarımın korunması için "YENİ" ve "AYIRDEDICI NITELIşE SAHİP" olması gerekmektedir.
Bir tasarım TPE 'y e başvuru tarihinden önce,dünyanın herhangi bir yerinde, kamuya sunulmamış ise
yeni olarak kabul edilir. Başvuru tarihinden geriye doğru on iki ay içinde kamuya yapılan sunuşlar ,tasarımın yeniliğini etkilemez.
Tasarımın bilgilenmiş kullanıcı üzerinde yarattığı genel izlenim ile bilinen her hangi bir tasarımın
bu kullanıcıda yarattığı genel izlenim arasında belirgin bir farklılık olması,ayırdedilebilir niteliğe sahip
olmak anlamındadır.
Tasarım hakkının sahibi, tasarımcı veya onun hukuki halefleridir. Memur, hizmetli ve işçilerin işlerini görürken tasarladıkları tasarımların sahibi, hizmet ilişkisi nedeniyle ,onları çalıştırandır.
Memurun, hizmetlinin, işçinin; yaptığı tasarımın önemi değerlendirilerek saptanacak bir bedel alma
hakkı vardır.Iş sözleşmeleri ile sipariş üzerine
yapılan tasarımların hak sahibi,sözleşmede aksine bir hüküm yoksa,işverendir.
Tasarımcının tasarım tescili için başvuru yapana veya tasarım hakkını elinde bulunduran kişiye
karşı; başvuruda, belgelerde, yayında adının"tasarımcı" olarak belirtilmesini isteme hakkı vardır.
Tasarımın tescili için başvuran kişi; tasarımcının kendisi değil ise,başvuruda tasarımcının kimliğini
belirtmek ve başvuru yapma hakkını nasıl elde ettiğini beyan etmek zorundadır. Tüzel kişiler tasarımcı olamazlar.Tüzel kişiler adına yapılan başvurularda, tasarımcının gerçek kişi olarak beyan edilmesi şarttır.
Tasarımın tescili için,gerçek hak sahibi dışında biri tarafından başvuru yapılmış veya tasarım hak
sahibi dışında biri adına tescil edilmiş ise; gerçek hak sahibi olduğunu iddia eden kişinin, tasarım
hakkından doğan diğer hak ve talepleri saklı kalmak şartıyla,tasarım hakkı sahipliğinin kendisine devir edilmesini talep ve dava etme hakkı vardır.
Endüstriyel
Tasarımların Korunması, başvuru
tarihinden itibaren BEş YIL'dır.
Bu süre,
tasarım tescil belgesi sahibinin talep etmesi koşuluyla, beşer yıllık dönemler halinde YİRMİ BEş YIL'a
kadar uzatılabilir.
Tasarım başvuruları, yalnız şekli şartlar açısından incelenip tescil edilerek Resmi Endüstriyel Tasarımlar Bülteni'nde yayımlanır ve ALTI AY süreyle
üçüncü kişilerin itirazlarına açık tutulur.
Bu
sürede, tasarımın yeni olmadığı veya ayırdedici özelliğe sahip bulunmadığına ilişkin gerekçeli itirazlar
TPE tarafından incelenerek ya itirazın reddi ya da tescil belgesinin iptali ile sonuçlandırılır. Altı aylık süre geçtikten sonra, tasarım tescilinin
haksız
yapıldığı ve
iptali ile ilgili iddialar, tasarım
tescilinin hükümsüzlüğü gerekçesi ile dava açılması halinde, Mahkemece değerlendirilecektir.
4. TÜRKİYE'DE MARKALARIN KORUNMASI
Marka; bir işletmenin mal veya hizmetlerini başka bir işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırdetmeyi sağlaması koşuluyla kişi adları dahil özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi her türlü işaretlerdir.
78
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
1995
yılında yenilenen markalar hukukumuz 556 sayılı Kanun Hükmünde
yılı Kanun ile Uygulama şeklini Gösterir Yönetmelik'ten oluşmaktadır.
Kararname, 4128 sa-
Marka koruması,mal veya hizmetlerinde marka kullanan gerçek ve tüzel kişileri koruyan
bir sistemdir. Marka tescili,zorunlu değildir. Tescilsiz markalar, Türk Ticaret Kanunu'nun haksız rekabet hükümleri şemsiyesiyle genel yasa korumasından yararlanırlar. Marka tescilinde amaç, özel yasa ile getirilen korumadan yararlanmaktır.
Bir markanın tescili için;
hazırlanan evrak seti TPE' ye sunulur. Burada tescili istenen marka
ibaresi
daha
önceden aynısının ya da ayırdedilemeyecek
kadar
benzerinin
tescil
edilip
edilmediği açısından incelenir.
Başvurunun tescil edilebilir bulunması durumunda marka örneği
Resmi Marka Bülteni'nde yayımlanarak üç ay süreyle itirazlara açık tutulur.
Önceki hak sahipleri bu süre içinde gerekçeli olarak itiraz ederek başvurunun reddini talep edebilirler. Üç aylık askı süresinde herhangi bir itirazın olmaması
ya da
yapılan itirazların haklı bulunmaması halinde başvuru MARKA TESCİL BELGESI'ne bağlanır. Kamu
düzenine ve genel ahlaka aykırı markalar ile dini değerleri ve sembolleri içeren markalar tescil edilemezler.
Tescilli markanm,tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde kullanılması zorunludur. Bu süre içinde kullanılmayan markalar, aynı
markayı kullanmak isteyen bir başka kişinin talebi üzerine Mahkeme
tarafından iptal edilebilir.
Markanın korunma süresi, başvuru tarihinden itibaren ON YILdır. Bu sürenin
yenilenerek sonsuz uzatılması mümkündür .
her
on
yılda
bir
5.SINAI MÜLKİYET HAKKI İHLALLERİNDE VE TECAVÜZLERİNDE CEZALAR
Sınai mülkiyet haklan üzerindeki işlemlerin (alım-satımı, kiralanması ( lisans),haczedilmesi,miras yoluyla devredilmesi, teminat gösterilmesi ya da yasal koruma süresi dolmadan haktan feragat edilmesi) hukukilik kazanabilmesi için, ilgili işlemin yazılı olarak belgelenerek TPE nezdindeki sicile kaydedilmesi ve Resmi Bülten'de yayımlanması şarttır.
Türkiye'de yapılan sınai mülkiyet hakkı tescilleri yalnız Türkiye sınırları içinde koruma sağlar.Işbu
hakkın diğer ülkelerde de korunması için, o ülkelerde de Paris Sözleşmesi'nde yer alan
rüçhan hakkı
kapsamında tescili gerekir.Aksi "sermaye"nin kediye yüklenmesi demektir. Çünkü markalar ile endüstriyel tasarımlarda 6 ay, patentlerde ise 12 ay içinde öteki ülkeler nezdinde koruma talep edilmemesi halinde;üçüncü kişilerce markanın kullanımı ve tescili, tasarımlar ile patentler üzerindeki hakların da
izinsiz kullanımı engellenemez.
Bu noktadan hareketle sınai mülkiyet koruması ile kazanılan haklar;
-Üçüncü kişilerin tecavüz hallerine karşı koruma hakkı
-Üçüncü kişilere devir /lisans yoluyla kullandırma hakkı olmak üzere iki boyutludur.
Bu haklara ilişkin tecavüz fiillerini ise şöyle detaylandırabiliriz;
-Sınai mülkiyet hakkı sahibinin izni olmaksızın, korunan
malın aynını veya belirgin bir şekilde
benzerini
yapmak, üretmek, piyasaya sunmak, satmak, sözleşme akdi için icapta bulunmak, kullanmak,ithal etmek ve bu amaçla depolamak,elde bulundurmak,
-Sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından sözleşmeye dayalı lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz
genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek,
-işbu fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun
bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmak,
-Kendisinde bulunan ve haksız olarak üretilen veya
ticaret alanına çıkarılan eşyanın nereden
79
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
alındığını veya nasıl sağlandığını bildirmekten kaçınmak,
-Sınai mülkiyet hakkını gaspetmek.
Üçüncü kişilerin bu tecavüz hallerine karşı,sınai mülkiyet hakkı sahibinin yetkileri;
1. Hukuk Davaları ile
-.Tecavüzün tesbiti,durdurulması ve önlenmesi talebi,
-.Maddi ve manevi zararın tazmini(Ticari itibar kaybı ile yoksun kalınan kazanç)talebi,
-.Mala el konulması, gerekiyorsa imhası talebi,
-.Üretim araçlarına el konulması,gerekiyorsa imhası talebi,
-.Uygun durumlarda mal ve üretim araçları üzerinde,kendisine mülkiyet hakkı tanınması talebi,
-.Mahkeme kararının kamuya ilan edilmesi talebi,
2. Ceza Davaları ile
-.Para cezası (1 Milyar'a kadar),
-.Hapis cezası (4 yıla kadar),
-.Varsa işyerinin kapatılması ve ticaretten men cezası (1 yıla kadar),
3.Gümrükte el koyma (KHK/564) şeklindedir.
6.SONUÇ:DENİZLİ İŞ DÜNYASINA ÖNERİLER
"Sanayi sonrası toplum", "bilgi çağı", "üçüncü dalga " gibi kodlamalarla tanımlanan içinde yaşadığımız dönem,Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için yeni fyrsatlar ile yeni tehditleri birarada getirmekte;acımasız rekabet ortamı gerekli koşullan sağlayamayan ülkeler ve şirketler için "durumu idare
etme"olanağı bırakmamaktadır.Akıllara durgunluk veren yeniliklerle gittikçe daha da karmaşıklaşan
uluslararası pazarlarda bugün ve yarın ayakta kalabilmek için hergün daha çok çalışmaktan ziyade
daha akıllı çalışmak gerekmektedir.
Bu bağlamda Denizli Sanayii'ni sınai mülkiyet bilinci açısından değerlendirdiğimizde ortaya çıkan
tablo
ilgisizlik ve bilgisizlik şeklinde özetlenebilir.şöyle ki ; son üç yıl içinde TPE nezdinde
gerçekleşen patent,tasarım ve marka tescillerinde Denizli Sanayicilerinin payı % l'dir. Bu oran Kayseri ve Konya'da % 5'ler civarında, Bursa'da ise %12' lerde gerçekleşmiştir. Genelde Türk Sanayii'nin
özelde ise KOBI nitelikli bir
karakter arz eden Denizli Sanayii'nin rakiplerinden lisans ve know how
alarak ya da kopya çekerek rekabet yeteneği kazanması ve uluslararası pazarlarda "kalıcı" bir performans göstermesi mümkün değildir. Karın maksimizasyonu ve uluslararası rekabet gücü "YENİ FIKIRLER-ÖZGÜN ÜRÜNLER"geliştirmek ve bunlar üzerindeki sınai mülkiyet haklarını yasal koruma altına
almak ile elde edilebilmektedir.
Bugün 20.Milyar Dolar seviyesine çıkan Türkiye ihracatında 50-100 Milyar Dolarlık çıtalara
ulaşmak ne Sakıp Ağa'nın kalite nutukları, ne Sanayi Ticaret Odası Başkanlarının üyelerine "üretimi arttırın" çağrıları, ne de bürokratik- politik ayak oyunları ile mümkündür. 50-100 Milyar Dolarlık
hedefi yakalamak sadece üretmekle mümkün değildir.Üretmek, ürettiğiniz malı hukukuna uygun olarak
dünyaya satamadığınız taktirde ölçek ekonomisini tutturmaktan fazla birşey ifade etmemektedir.Bakınız; Türkiye dünya pazarlarından 1995-1996 yılları içerisinde sadece damping ve menşei soruşturmaları neticesinde 2 Milyon Dolarlık aldığı payı kaybetmiş,yurtdışı fuarlarda Türk sanayicileri taklitçilik yüzünden tutuklanmışlardır. Bu konularda yeterli (güncel ve teknik) bilgi organizasyonuna sahip olamayan sanayicilerimiz REKABET HUKUKU ile SINAİ MÜLKİYET HUKUKU'nu bir an önce öğrenmek ya da en azından yanlarında evrak çantalarının yanı sıra daima bu konuda bir uzman taşımak
zorundadırlar.
ihracatımızı nasıl arttırırız toplantıları HUKUKA GÖRE İHRACAT NASIL YAPILIR toplantılarına dönüştürülmediği taktirde; üretimi çılgınca büyütebilirsiniz ama hantal ulusal ticaret politikanız
ve'TROJE ODAKLI YÖNETİM" felsefesinden bihaber işletme politikanız kapsamında uluslararası hukuki -ticari altyapıdaki bilgisizlik ile sadece üretirsiniz ve dünyayı ucuza giydirir,yedirir ve içirirsiniz.Bu
80
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
enayiliğinizden ötürü bir de başınız yukarıdaki iki içler acısı tablodaki gibi belaya girer.
Hasıl-ı kelam, netice-i meram Denizli'li Sanayicilerimize önerimiz;
-Üretmeyi planladığımız malların üzerinde herhangi bir sınai mülkiyet hakkı olup
olmadığını önceden öğreniniz.Üretim ve pazarlama planlarınızı buna göre yaparak,haksız rekabetten kaçınınız.
-Kendi ürettiğiniz ya da geliştirdiğiniz yeni mamuller için,sınai mülkiyet haklarını önce Türkiye'de
sonrada ihracat yapmayı düşündüğünüz ülkelerde adınıza tescil ettiriniz.Haklarınızı korumak ve hak
kaybına uğramamak için patent ve marka vekillerinden mutlaka yararlanınız.
Henüz vakit geçmiş değil ama kum saati hyzla akıyor.
81
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
TOPLUMUN KALİTESİ İÇİN TOPLAM KALİTE
Fatin YÜCEL / Vecihi GÜRSES
KALDEM
GİRİŞ
Günümüzde, insanlar pek çok konuda şikayet etmektedirler, şikayet edilen konularının başında ise
"düzensizlik" gelmektedir. Aslında düzensizlik konusunun şikayetlerin temelinde insanın beyninde yaşattığı "düşünme" ve "gerçekleştirme" ikilemindeki çelişki yatmaktadır.
insan davranışlarını dikkatlice analiz eden bir uzman bu çelişkinin insanın doğasından ve bencilliğinden kaynaklandığını rahatlıkla anlayacaktır. Gerçekten de insan, bir yandan çevresinde olup biten olumsuzluklardan yakınırken öte yandan da bu olumsuzluklara bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde katkı koymaktadır.
Bunun en belirgin örneklerini hemen her gün trafik düzeni adına yaşamaktayız. Hemen herkes, bir
yaya olarak bulunduğu bir kavşakta araçların trafik lambalarına uymamalarını eleştirirken, aynı kavşağa
bir sürücü olarak gediğinde trafik kurallarını bir parça da olsa çiğnemekten çekinmez. Bu davranışın altında, aslında, bir anlamda "ben sorunumu çözeyim, diğerleri ne yaparlarsa yapsınlar" ya da "bir kez kuralları çiğnemekle bir şey olmaz" gibi özetlenebilecek yaklaşımlar yatmaktadır.
Bu bildirinin bundan sonraki bölümlerinde, toplam kalite kavramının toplum düzenini nasıl etkileyebileceği ve son yıllarda özellikle büyük kuruluşlarca uygulanan bu kavramın kuruluş özelinden toplum
geneline nasıl uyarlanabileceği tartışılacaktır.
TOPLAM KALİTE KAVRAMI
Toplam kalite kavramı 2. Dünya savaşı sonunda Japonya'da yaşanan kalite sorunlarına çözüm arayışları ile ortaya çıkmıştır. Sorunların çözümü için zayıf noktaları belirleyen Amerika Birleşik Devletleri'nin,
ilk olarak 1946 yılının Mayıs ayında Japonya telekomünikasyon sektöründe modern kalite yöntemlerinin
kullanılması amacıyla çeşitli faaliyetler başlatmasıyla Japonya'da istatistiksel kalite kontrolü ile ilgili çalışmalar başlamış oldu.
1950 yılında Amerika'lı bilim adamı Dr. Edwards Deming konuşmacı olarak Japonya'daki bir seminere katıldı ve mühendislere "istatistiksel Kalite Kontrolü" kavramını tanıttı. Hakone'deki firmaların genel
müdürleri ve üst düzey yöneticilere verilen 1 günlük özel seminer firmalarda "Kalite" kavramının yerleşmesini sağladı. Daha sonraki yıllarda da Japonya'yı ziyaret eden Dr. Deming, Japonya'ya "istatistiksel Kalite Kontrolü" kavramını tanıtan kişi olarak bilinmektedir.
Toplam kalite kavramı ise Dr. Armand V. Feigenbaum tarafından 1950 yıllarda ortaya atıldı. Dr. Feigenbaum herkesin katılımını şart koştu, ancak ayrıca, işlerin sorumluluğunun yönetimin desteklediği bir
"Kalite" biriminde olmasını ön gördü. Japonya'da ise tüm bölümler ve çalışanların kalite kontrolü anlayıp, işlerinde bunu esas alarak çalışmaları ve gelişmeye yardımcı olmaları sağlandı.
82
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
Toplam kalite, tüm birimlerde anlaşılıp uygulanması gereken bir yönetim şekli olduğundan günümüzde "Toplam Kalite Yönetimi-TKY" olarak isimlendirilmekte ve kullanılmaktadır. TKY bir yönetim anlayışı olduğu için ürün ve hizmet kalitesi ile yetinmez. Aynı zamanda verimlilik, istenilen miktarın zamanında teslim edilmesi, hataları oluşmadan önlenmesi ve müşterilerin tüm isteklerinin karşılanması gibi konuların, çalışanların memnuniyetiyle sağlanması beklenir.
TKY tüm işlerde iyileşmenin sağlanmasıyla ve önleyici bir yaklaşım biçimiyle maliyetleri düşürür. Bu
sonuca ulaşabilmek için tüm çalışanların katılımı ve işlerin yapılmasında planlı ve sistematik bir yaklaşım gereklidir. Genellikle bu gelişmeler (iyileşmeler) büyük buluşlar gerektirmeyecek ve büyük yatırımlar istemeyecektir. Böylece her alanda ve her konuda devamlı gelişme sağlanacaktır. Gelişmeler, motivasyonu arttıracağı için, hiç bitmeyecek ve daima iyileştirilecek daha başka şeyler bulunacaktır.
TKY'nin ülkemizde hayata geçirilmesinde en büyük yardımcılarından birisi ISO 9000 Kalite Güvence
Sistemi olacaktır. Çünkü ISO 9000 de önleyici yaklaşım ve sürekli gelişme esaslarına göre oluşturulmuştur ve tanımı gereği "planlı ve sistematik"tir. Ayrıca işletmelerde disiplinli çalışmanın temelini oluşturur.
Bu temel üzerine TKY'ni inşa etmek çok daha kolay olmaktadır. Sürprizlerle karşılaşmamak için daima,
her işe başlarken önce plan yapılmalıdır. Planların gerçekleşmesinin takip edilmesi, her kademede, yönetimin sorumluluğudur. Bunun için de soyut kavramların bile ölçülebilir hale getirilmeleri ve belli aralıklarla gözden geçirilerek düzeltilmeleri ve sürekliliğin sağlanması gerekmektedir.
Bahsedilen çalışmaların gerçekleştirilmesi ancak ve ancak çalışanların hem teknik ve hem de sosyal
yönlerini geliştirecek planlı ve sürekli bir eğitim programı ile olasıdır. Ünlü Japon kalite uzmanı Kaoru
Ishıkawa'nın da söylendiği gibi TKY eğitimle başlar ve eğitimle devam eder. Eğitim, iş yerindeki herkes
için geçerlidir. Yani en üst düzeyden an alt birimlere kadar eğitim gereklidir. Çünkü değişip gelişmede
ancak böyle yol alınabilir. Sürekli daha iyiye ulaşabilmek için yapılanla yetinmemek ve hep daha fazlasına ulaşmayı hedeflemek, çıtayı sürekli biraz daha yükseltmek gerekmektedir. Özellikle üst yönetimin
eğitimi çok önemlidir. Çünkü sistem kurmak ve geliştirmek üst yönetimin sorumluluğundadır. Üst yönetimin, günlük işleri ilgililerine delege ederek sistemlerin etkinliğinin izlemesine ve yeni sistemlerin kuruluşuna zaman ayırmaları, yani eski çalıştıklarından farklı bir yapıya geçmeleri, yani değişmeleri, ancak ve
ancak eğitimle ve kararlılıkla gerçekleşebilir.
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN KURULUŞLARDA UYGULANIŞI
"ISO 9000 Kalite Güvence Sistemi" herkesin bildiği gibi uluslararası bir standarttır ve bu standardı işyerlerinde kuruluşlar, istedikleri takdirde, bağımsız belgelendirme kuruluşları tarafından denetlenerek
ISO 9000 standartlarından birisine uygunluk açısından belgelendirilirler. Ancak TKY için uluslararası kabul görerek yayımlanmış böyle bir standart bulunmamaktadır. Toplam kalite kavramı genel olarak "bir
şirketin tüm çalışanlarının aktif katılımıyla, müşterilerin memnun edilerek karlılığa ulaşılması" tanımlanmaktadır. Ancak günümüzde bu tanıma, yan sanayi kuruluşlarının ve hissedarların da ortak çabaları ve
mutlulukları eklenmektedir. Uygulamalarda ise ülkeden ülkeye ve kuruluştan kuruluşa farklılıklar olabilmektedir.
Soyut kavramları somut ve ölçülebilir hale getirebilmek ve gerçekleştirilen uygulamaları bir anlamda
diğerleriyle karşılaştırabilmek için çeşitli ülkelerde toplam kalite adına çeşitli ödül programları başlatılmıştır. Bunların bazıları aşağıda verilmiştir:
ÜLKE
JAPONYA
ABD
AVRUPA
TÜRKİYE
ÖDÜL
DEMING ODULU
MALGOLM BALDRIDGE ODULU
EFQM ODULU
TUSIAD - KALDER ODULU
83
TESİS TARİHİ
1951
1988
1992
1993
21.YÜZYILA DOĞRU
DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Diğer kuruluşlara örnek model oluşturmayı hedefleyen ödül modelleri temelde birbirlerine benzemekle beraber öncelik ve puanlama sistemlerinde farklılıklar bulunmaktadır. TÜSIAD-KalDer modeli genel olarak EFQM modeli ile aynı yapıya sahiptir. Pek çok Avrupa ülkesi de Türkiye gibi EFQM modelini esas alarak kendi ülkelerinde model oluşturmuşlardır. TÜSIAD-KalDer modelinde girdi ve sonuç kriterleri eşit ağırlıktadır ve toplam 9 ana kriterden oluşmaktadyr. 1997 yılına ilişkin ana kriterleri ve ağırlıkları aşağıda verilmektedir:
Girdiler
1.
2.
3.
4.
5.
Liderlik
Politika ve Strateji
Çalışanların Yönetimi
Kaynaklar
Süreçler
kriter)
kriter)
kriter)
kriter)
kriter)
% 12
% 7
% 8
(5
alt
alt
alt
alt
alt
(2
(2
(2
(2
alt
alt
alt
alt
kriter)
kriter)
kriter)
kriter)
% 20
% 10
%6
% 14
(4
(4
(6
(5
%8
% 15
Sonuçlar
6.
7.
8.
9.
Müşterilerin Tatmini
Çalışanların Tatmini
Toplum Üzerindeki Etki
iş Sonuçlan
Kriterler ve ağırlıkları incelendiğinde, Liderlik (%12), Çalışanların Yönetimi (%8), Müşterilerin Tatmini
(%20), Çalışanların Tatmini (%10) ve Toplum Üzerindeki Etki (%6) kriterlerinin toplam %56'lık bir oranla doğrudan, diğerlerinin ise dolaylı olarak insan ile ilişkili olduğu görülmektedir. Yani TKY'nin insan
odaklı yaklaşımının, birçok yazarca da belirtildiği gibi, ödül kriterlerinde ve ağırlıklarında da önemli bir
yer tuttuğu saptanmaktadır. Modelin şematik biçimi ve kriterler arası ilişkiler aşağıdaki şekilde verilmektedir:
TÖSİAD - KalDer Kalite Ödülü Modeli
Çalışanların
Tatmini %10
Çalışanların
Yönelimi IVH
Liderlik
Politika
&Strateji %7
Süreçler
%V5
Kaynaklar
Müşterilerin
Tatmini %20
-
İş
- Sonuçlan
Toplum iizerinck'ki Htki %6
Girdiler
Sonuçlar
%50
%50
Çalışanlara yatırım ve çalışanların geliştirilmesi dendiğinde karşımıza yine eğitim çıkmaktadır. Toplumumuzun eğitim seviyesi ve kalitesinin çağdaş ve gelişmiş ülkelerle durumu karşılaştırıldığında bu konuda daha çok yol almamızın gerektiği de bilinmektedir. Bu çalışmalarda TKY ilkelerine göre yapılması
gerekenler ise
•
eğitim ihtiyacımızın tespiti,
•
buna göre yapılacak eğitimlerin planlanması,
•
eğitimlerin gerçekleştirilmesi,
•
hedeflenen sonuçlara ulaşılıp ulaşılamadığının takibi ve gerekli önlemlerin alınması olarak belirlenebilir.
84
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
BİREYSEL GELİŞME
Kuruluşlarında toplam kalite kavramını öğrenen ve uygulayan bireylerin bu deneyimlerini yaşantılarına yansıtmaları beklenir. Ancak, toplumdaki kültürel dengesizlikler ve eğitim eksikliği nedeniyle, kuruluşlarında bu kavramı kullanmaya zorlanan bireyler kuruluş dışındaki yaşantılarında kendilerini daha özgür ve hatta daha "pervasız" hissetmekte ve kural dışı davranışlarda bulunmayı yeğlemektedirler.
Toplam kalite kavramının ilkelerine baktığınızda birinci sırada "sürekli gelişme" ilkesini görürsünüz.
Adından da anlaşılacağı gibi sürekli gelişme ilkesi başlangıcı ve sonu olmayan ve her aşamada bir öncekine göre daha olumlu sonuçlar elde edilmesi beklenen bir yaşam biçimidir. Diğer bir deyişle, kavram
bireyin, elde ettikleri ile yetinmeyip sürekli olarak daha fazla gelişme sağlaması için çaba harcamasını
öngörmektedir.
Toplam kalite yaklaşımının bir diğer önemli ilkesi de katılımcılık ruhudur. Önceki bölümlerde de sözü edildiği gibi, günümüzde bu yaklaşımı kuruluşlarında uygulamak isteyen yöneticiler kuruluş içinde
takım çalışmasını desteklemek zorundadırlar. Dahası, çalışanlarını takım çalışmalarına katılmaları için teşvik etmekle yetinmeyip onlara bu çalışmalar için kaynak ayırmalıdırlar. Ancak, toplam kalite kavramı takım çalışmasının başarıya ulaşmasını takım üyelerinin, yani bireylerin, üzerlerine düşen görevleri, sürekli geliştirerek, yapmalarına bağlamaktadır. Bu ise, doğal olarak bireylerin eğitilmeleri ve yeteneklerinin
sürekli olarak geliştirilmesi ile olasıdır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta, bireylerin kişisel gelişmelerinin, onları yetki kullanmaya, diğer bireylerin de fikirlerinin olabileceğini anlamaya ve belki de hepsinden önemlisi başkalarını dinlemeye alıştırmasıdır.
Asırlar boyu Osmanlı kültürü ile yaşamış olan toplumumuzda bireyler genel anlamda sürekli olarak
başkalarının talimatlarıyla iş yapmaya alışmışlardır. Bu durum bireylerin kendilerine olan öz güven duygularının yeterince gelişmesini önlemiş ve hatta herhangi bir konunun çözümü için mutlaka eş-dost aranması gibi bir geleneğin de yerleşmesine yol açmıştır. Öyle ki, bireylerin yaratıcılık yeteneklerinin gelişme süreci de bir anlamda yavaşlamıştır. Eğitime önem verilip bireysel gelişmenin sağlanamaması ve bireysel sorumluluğun pekiştirilememesi durumunda gelecek kuşaklarında çok farklı bir durumda olmayacağı açıktır.
Bireyin öz güvenini kazanması ve gerçeklere dayanarak yaşamını sürdürebilmesi için toplam kalite
kavramı, eğitime dayalı bir yöntem önermektedir. Bu yönteme göre, bireyler bir yandan sorunlara beyinleri ile çözüm getirmeye çalışırken öte yandan da bir takım içinde çalışmanın verdiği sinerjiden yararlanarak fikirlerini topluluk içinde rahatlıkla sunmayı ve hatta başkalarının da fikirlerine saygı durmak gerektiğini öğrenmektedirler. Deneyimlerini giderek artıran bireyler, bu uygulamalarla öğrendiklerini, zamanla topluma yansıtmaktadırlar.
Kuruluşlarda uygulanan toplam kalite çalışmalarının en belirgin özelliği takım çalışmasıdır. Takım çalışmasının en önemli yanı ise, takım üyelerinin her birinin eşit olmasıdır. Bu konu ülkemizde belki de en
çok yadırganan konuların başında gelmektedir. Herhangi bir grup çalışması yapıldığında, grup içindeki
en üst düzey çalışan, doğal olarak ekip lideri olmakta ve grubu yönlendirmektedir. Oysa, olması gereken ekibin, liderini kendisinin seçmesidir. Hatta bu konu, toplam kalite kavramını etkin bir biçimde kullanan kuruluşlarda o denli güçlüdür ki ekip, çalışmalarını yürütürken, geliştirme fırsatlarını da kendisi yaratmaktadır. Diğer bir deyişle, bir takım kurulması için hiç kimse zorlanmamakta takım çalışmasına katılmak isteyenler gönüllü olarak bir araya gelmektedirler.
Bireylerin kuruluşlarda öğrendikleri bir diğer konu da istatistiksel çalışmadır, istatistiksel çalışma bir
anlamda bireye verilerle çalışmasını aşılamaktadır. Bilenen bir deyiş vardır: Ölçemediğin hiç bir şeyi geliştiremezsin. Gerçekten de, birey ister üretim sektöründe olsun ve isterse hizmet sektöründe olsun, herhangi bir parametreyi geliştirmek istediğinde o parametre için önce hedef belirlemek ve sonra da o parametrenin mevcut değerini bilmek, yani ölçmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle, yukarıdaki bölümlerde de değinildiği gibi birey istatistik bilimini öğrenmek ve kullanmak durumundadır. Yapacağı ölçümler
85
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
sonunda elde edeceği veriler ona ilgili parametrenin geleceği hakkında gerekli bilgileri sağlayacaktır. Burada önemli olan elde edilen verileri uygun bir biçimde sınıflandırmak ve bu veriler üzerinde yorum yapabilmektir.
Dikkat edilecek olursa yeni ve sihirli bir sözcüğü telaffuz etmeye başladık. "Hedef. Toplam kalite yönetiminde bu sözcük "hedeflerle yönetim" kavramında kullanılmaktadır. Bu kavram kuruluşların yanı sıra kuruluşların bölümleri ve çalışan bireyler için de hedefler belirlenmesini öngörmektedir. Hedeflerin
belirlenmesinin ardından ölçümlerin yapılması ve bir performans değerlendirmesi sisteminin oluşturulması söz konusu olacaktır. Bu şekilde kuruluşların, bölümlerin ve bireylerin kendilerini geliştirebilmeleri olasıdır.
TOPLUMSAL GELİŞME
Yukarıda özetlenen toplam kalite, kuruluş ve birey ilişkisinin topluma yansınması ise ayrı bir önem
içermektedir. Kuruluşlarında toplam kalite kavramını benimseyen ve uygulayan bireyler kuruluş dışına
çıktığında kendisini bambaşka bir dünyada bulmaktadır. Kuruluşunda geçerli olan ve rahatlıkla uygulanan pek çok kuralın dışarıda işlemediğini ve insanların başlarına buyruk bir biçimde daha çok kendi çıkarları doğrultusunda davrandıklarını görmekte ve bir çelişki içine düşmektedir.
Aslında bu çelişkiyi hemen herkesin yaşadığı da bir gerçektir. Doğal olarak evinizde çocuğunuza toplum düzeni anlamında verdiğiniz bazı bilgilerin tersinin uygulandığı dünyada çocuğunuzun yaşadığı çelişkiyi düşünün. Evinizin temiz kalması amacıyla evde uyguladığınız kurallara göre sigara paketinizi çöp
kutusuna atarken, sokakta boşalan sigara paketinizi yere atmakta bir sakınca görmezsiniz. Böyle bir durumda çocuğunuzun neler hissedeceğini düşünebiliyor musunuz ?
Buna benzer pek çok örnek verilebilir. Ancak biz yine toplam kalite uygulamalarını öğrenip benimseyen bireyimize dönelim. Ülkemizde, toplam kalite kavramını başarıyla uygulayan bazı kuruluşlar bulunmaktadır. Bu kuruluşların uygulamadaki başarı dereceleri doğrudan doğruya, o kuruluşta çalışan bireylerin toplam kalite kavramının ilkelerini özümseme derecesine bağlıdır. Aynı biçimde toplum içinde
de toplum kalitesinin artması o toplumda yaşayan bireylerin çevreye olan duyarlılığı ve eğitim seviyesi
ile ilişkilidir.
Ülkemizde toplam kalite kavramını uygulayan kuruluş sayısının henüz yeterince fazla olmaması nedeniyle bu kavramı topluma yaymakla kendini görevli hisseden insanların sayısı da yeterli değildir. Bu
nedenle, kuruluşlarında toplam kalite kavramını uygulayan bireyler toplumdaki davranışlarında örnek
olmakta zorlanmaktadırlar. Bu, bir anlamda, son yıllarda sıkça sözü edilen ve ülke ekonomisi için lokomotif oluşturduğu söylenen sanayi sektörünün kaçınılmaz bir görevidir.
Sanayi sektörünün, dış temaslar, ihracat olanakları ve gelişmiş insan kaynakları potansiyeli ile topluma öncülük etmesi ve gelecek kuşakları toplam kalite kavramının ilkeleriyle beslemesi hiç de zor değildir. Yeter ki iş adamlarımız, iş kadınlarımız ve gençlerimiz toplam kalite kavramına inansınlar, onu benimsesinler ve kuruluşlarının yanı sıra toplum içinde de onu uygulamaktan çekinmesinler. Ancak böyle
bir taahhütle ve yoğun bir çaba ile toplam kalitenin temel ilkesi olan sürekli gelişme sağlanabilir ve toplam kalite kavramı, yalnızca kuruluşlarda uygulanan bir model olmaktan çıkıp toplumun kalitesinin özlenen düzeye ulaştırılabilmesi için bir araç olur.
Yukarıda özetlenen konuların gerçekleşebilmesi olabildiğince çok sanayi kuruluşunun toplam kalite
kavramını özelde çalışanları ve müşterileri ve genelde ise toplum için etkin bir biçimde uygulamalarına
bağlıdır.
86
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ VE UYGULAMADA
BAŞARI ŞARTLARI
Yrd.Doç.Dr. Sabahat BAYRAK
Pamukkale Üniv. İİBF. Öğretim Üyesi
ÖZET
Toplam Kalite Yönetimi, günümüzde yaşanan yıkıcı rekabet koşulları ve bunun işletmeler üzerindeki
olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için kullanılmaya başlanan ve giderek tüm dünyaya yayılan bir kalite esaslı yaklaşımı temsil etmektedir. TKY etkili bir şekilde uygulandığında kaliteyi yükseltmekte ve sağladığı tasarruflarla mükemmele ulaşmanın yolu olarak görülmektedir. Ancak TKY felsefesinin uygulanmasının kolay olmadığı da bilinmektedir. Yaklaşımın doğup geliştiği Japonyada dahil olmak üzere başarısızlıkla karşılaşan pekçok işletme vardır. Bu nedenle, TKY modelinin doğru biçimde algılanıp, anlaşılması işletmelerin başarılı olabilmesi açısından çok önemlidir. Bu çalışmada, TKY kavramı temel felsefe
ve unsurlarıyla ve bu yönetim anlayışının işletmelerde başarılı olarak uygulanabilmesi için gereken şartlar üzerinde durulacaktır.
l.KAIİTE KAVRAMININ TANIMI VE GELİŞME EVRELERİ
1.1. Kalite Kavramının Tanımı
Toplam Kalite Yönetim (TKY) modeline girmeden önce modelin üzerine inşa edildiği kalite kavramı
ile gelişim evreleri üzerinde durmak yararlı olacaktır.
Kalite günümüz işletmelerinde en çok konuşulan kavramlarından birisidir. Çünkü kalite günümüzde sadece teknik bir kavram olmaktan çıkmış, işletmelerin müşterilerini memnun etmeye ve işletme
içinde tüm birimlerin optimizasyonunu sağlamaya yönelik bir işletme aracı olarak kabul görmeye başlamıştır (Berthod, 1994; s.30-31).
Kalite sözcüğü, 1970'li yıllarda pek çoğumuz için "lüks", "az bulunur" ve "pahalı" kavramları ile
eş anlama gelirken, daha sonraki yıllarda kavram boyutlarını genişletmiş ve daha farklı anlam ifade eder
hale gelmiştir. ABD Kalite Kontrol Derneği kaliteyi, "bir mal ve hizmetin belli bir gerekliliğini karşılayabilme yeteneğini ortaya koyan karakteristiklerin tümü" şeklinde tanımlarken, Avrupa Kalite Organizasyonu "bir mal ya da hizmetin tüketicinin isteklerine uygunluk derecesi" olarak tanımlamaktadır.Juran kalite kavramını "müşteri tatminini arttırmaya ya da müşteri isteklerini karşılamaya yönelik ürünü gerçekleştirme" (Turan, 1989; s.15-16) olarak tanımlarken, Garvin " kaliteyi işletmeler için bir ürünün performansı,
nitelikleri, güvenilirliği, standartlara uygunluğu, dayanıklılığı, estetiği ve algılanabilirliği şeklinde bir çok
boyutu olan bir strateji "şeklinde tanımlamaktadır (Garvin, 1984,s.40-43).
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın günümüzde kalite bütün toplum ve şirketler için vazgeçilmez bir
unsur olmuş ve günümüzde işletmelerin bulunduğu yoğun rekabet ortamında rekabet gücünün bir göstergesi ve sürdürülebilir başarının anahtarı olarak kabul görmüştür. Kalitenin bu denli önem kazanması
kaliteye ilişkin yeni yaklaşımları ve uygulamaları örgütlerin gündemine yerleştirmiştir. Bu çerçevede kalitenin sağlanması, bir grubun ya da departmanın sorumluluğundan çıkmış, işletmede bulunan bütün kişilerin sorumluluğuna girmiştir. Kaliteye ulaşmada "kontrol" felsefesi yıkılmış "kalitenin yönetimi" düşüncesi gelişmeye başlamıştır. Böylece sadece üründe değil, ürünü üreten sistemlerde, çalışanlarda, girdiler-
87
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
de kısaca "herşeyde" ve "toplamda" kalite aranır olmuş "katılımcı kalite kontrolü'nün gelişmesiyle de toplam kalite yönetimi (TKY) modeline ulaşılmıştır (Demirkan, 1997; s.270).
1.2. Kalite Kavramının Gelişimi
Kalite kavramı kendi içinde sürekli gelişme sağlayan ve bu gelişmenin devamlı olduğu bir dinamikliğe sahiptir. Bu dinamiklik içinde ülkeler ya da şirketler bulundukları noktaya göre dünya rekabetinde söz sahibi olmaktadırlar.Bu nedenle kalite kavramının geçirdiği aşamaları bilmek ve hangi noktanın stratejik güç haline geldiğini anlamak gerekir.Kalite kavramının geçirdiği aşamaları şekil l'de görebiliriz (Kavrakoğlu,1996; s.34).
Ulusal
Kalite
Standartları
Müşteri
beklentileri
Rakiplerin
Kalitesi
Yaratılan
kalite
Şekil 1.Kalite Kavramının Aşamaları
Şekil l'de de görüldüğü gibi kalite kavramında ilk aşama, "ulusal kalite standartlarına ulaşabilmek" tir.
Bu standartlar genellikle yüksek değildir ve bir eşik görevini görmektedirler. Bu ilk aşama şirketlerin
özellikle rekabete hangi ölçüde gireceklerini kendi kendilerine tayin ettiği dönemlerde yeterli olabilen
bir evreyi temsil etmektedir. Başka bir deyişle, iç pazarlarını kendileri için yeterli bulan şirketlerin dışa
açılmayı düşünmedikleri bir döneme denk gelmektedir. Ancak günümüzde yoğunlaşan rekabet ortamıyla birlikte korumacılığın azalması, liberal ekonomik politikaların uygulanması, uluslararası ticaretin artması artık buna imkan vermemektedir. Çünkü dış kaynaklı rekabet şimdi şirketleri kendi evlerinde ve
pazarlarında vurmaktadır. Ulaştığımız rekabet düzeyi, gittikçe sertleşen rekabette ulusal standartların yeterli görülemeyeceğine işaret etmektedir.
Kalite gelişiminde ikinci aşamada ulusal standartlar yerine "rakiplerin kalitesine ulaşmak" yer almaktadır. Bu aşamada önemli olan husus, ne tüketicilerin istek ve beklentileri ne de şirketin daha iyisini yapma isteğidir. Ana hedef, pazarı rakiplere bırakmamak ya da pazar kaıbına uğramamak için kapasitelerini rakiplerin ölçüsünde kullanabilmektir. Bu anlayış doğrultusunda kalitenin kazandığı anlam "kaliteyi
ucuza" sağlamaktır. Maliyetle rekabet dönemi olarak da adlandırabileceğimiz bu yıllar- 1970'li yıllar- üretim faktörlerini nispeten ucuz olarak sağlayan ülkelerin ve şirketlerin uluslararası pazarlara düşük fiyatla
girerek yerleşik sanayi devlerinden pay almayı başardığı yıllardır. Özellikle Ford ve General Motors gibi
Amerikan firmaları Japonların 1970'li yıllardaki başarısı karşısında şu düşünceye yönelmek zorunda kaldılar " Rakibe karşı başarılı olmak için, onun kullandığı silahı kullanmak gerekir" (Yenersoy, 1977; s. 19).
Kalitede üçüncü aşama, "müşterilerin talep ettiği kaliteyi gerçekleştirmek" olarak tanımlanabilir. Bu
aşama kalite tanımında üretim ve maliyete dayalı üstünlüğün yeterli olmadığını ve rekabetin yeni anahtarının ise müşteri beklentilerini karşılamaya dayandığını belirtmekteydi. 1980'li yıllarda şirketlerin yaptığı rekabet "müşteri savaşları" olarak adlandırılmıştır. Bu tür rekabet müşteriyi elde etmeye dayandığından müşteriyi tatmin etmek esas alınmaya başladı. Müşteri tatminini gerçekleştiren şey ise kalite olarak
ortaya koyuldu. Gerçekten 1980'li yıllar şirketlerin rekabette ucuz ve bol ürünlere doyan müşterileri kaliteli ürünlerle cezbetmeye çalıştığı yıllar oldu.
Kalitede en ileri aşamanın üçüncü aşama olduğu düşünülebilir. Yani ucuz, kaliteli mamullerle müşteri istekleri karşılandığına göre daha başka ne yapılabilirdi? Bu düşünce tarzının en hatalı yönü, müşterinin talep ettiklerinin gerçekten müşterinin en fazla tercih ettiği özellikler olduğunun sanılmasıdır. Oysa
88
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
her insan gibi müşteriler de belirli sınırlar içinde düşünürler; dahası düşündüklerini tam manasıyla ifade
edemezler. Onlarda da şartlanmalar vardır ve bir çeşit "işletme körlüğü" içindedirler. Talepleri işletmelerin kendilerine neyi nasıl sağlayabilecekleriyle sınırlıdır. Bu nedenle, tek başına pazar araştırmasıyla en
fazla tercih edilen özelliklerin belirleneceğini beklemek gerçekçi olmamaktadır (Kavrakoğlu, 1996; s.35).
1990'h yıllarda dünyanın devam eden değişim ve gelişim çizgisi kalite kavramına da yeni boyutlar getirdi ve getirmeye devam etmektedir. Gerçekten kalite kavramı sınırları sürekli olarak genişleyen
bir kavramdır. Bu kavramın 199O'lı yıllarda ulaştığı aşama "yaratılan kalite" olarak ifade edilmektedir. Bu
kalite aşaması müşterilere beklentilerine uygun özelliklerde bir ürünü çıkarıp vermeyi yeterli görmemektedir. Artık yeni hedef "müşteri mutluluğu için müşteriye yönelmek" tir. Bu aşamada müşterinin satın aldığı ürünün beklentilerine uygunluğu mutluluğu için yeterli görülmemektedir. Ünlü kalite üstadı Ishikawa tarafından "kullanıma uygunluk" olarak ifade edilen bu boyutta müşterinin satın aldığı ürün, hem tasarım olarak müşterinin ihtiyacını karşılayacak özellikte olmakta hem de tasarıma yönelik olarak gerçekleştirilen ürün uygun şekilde üretilip en kısa sürede teslim edilmektedir.
Kalitenin kavram olarak geçirdiği bu evrimdeki üçlü kalite anlayışı beraberinde Toplam Kalite Yönetimi (TKY) olarak anılan bir modelin de temsil edildiği en önemli kriterler olarak yer almıştır. Üçlü kalite anlayışına dayanan TKY'nin yarattığı farkın büyüklüğü, bu modelin mimarlarının neden dünyanın ihracat devleri olduklarını da açık olarak ortaya koymaktadır: Ford ve Toyota şirketleri aynı sayıda araç
üretmektedir. Ancak, Ford bu üretimi 400 bin kişi ile yaparken, Toyota 40 bin kişi ile gerçekleştirmektedir. Üstelik Toyota'nın üretim hattında birbirinin aynı olan hiç bir araç olmayacak şekilde bu üretim yapılmaktadır. Bu modelin üstünlüğü imalatı "en yüksek verim, en hızlı üretim ve en düşük maliyef'le gerçekleştirmesidir. Sonuç ortada : Japonya'nın ihracatı son 20 yılda 20 kat artarak 300 milyar doları aşmıştır. Saat başına üretim miktarının artış oranı ABD'de %15, Almanya'da %10 iken, Japonya'da %20 dir
(YTKYB,1993; s.6).
Yukarıdaki sonuçlara bakıldığında, yirmibirinci yüzyılı karşılamaya hazırlanan dünyanın kaliteye
yatırım yapmaya kararlı oluşunun nedeni artık daha iyi anlaşılmaktadır. Bu yatırımın içerdiği anlam, felsefe ve unsurları da yatırımın tercih edilmesindeki tutarlılık ve haklılığa deliller oluşturmaktadır.
2.TOPIAM KALİTE YÖNETİMİ FELSEFE VE UNSURLARI
2.1. Toplam Kalite Yönetiminin Tanımı
Toplam Kalite Yönetiminin kalite kavramında olduğu gibi üzerinde anlaşılmış ortak bir tanımı yoktur.
Bu nedenle TKY ile ilgili oldukça fazla tanım vardır. Feingebaum'a göre TKY, "en ekonomik düzeyde
tam bir müşteri tatmini sağlayacak ürün ve/veya hizmet üretebilmek için bir organizasyondaki çeşitli
grupların kalite geliştirme, kaliteyi koruma ve kalite iyileştirme çalışmalarının bütünleştirilmesi için etkili bir sistemdir". Berry'e göre TKY, ürün ve/veya hizmetlerin geliştirilmesi ve müşteriye satış sonrası hizmetlerin sunulması için kullanılan sistematik bir yöntemdir ve müşteri ihtiyaç ve beklentilerinin yeterince anlaşılması ilkesine dayandırılır. Toplam kalite yalnızca kalite çemberleri ya da verimlilik iyileştirme
programı değil, kuruluş genelinde toplam olarak müşteri odaklılığı kültürünü oluşturan bir sistemdir
(Bozkurt ve diğ., 1995; s.67). Jones ise,TKY'i" bir kuruluşta üretilen mal ve hizmetlerin, işletme süreçlerini ve personelin sürekli iyileştirilmesi ve geliştirilmesi yoluyla optimum maliyet düzeyinde önceden belirlenmiş olan müşteri ihtiyaç ve beklentilerinin tüm çalışanların katılımı ve kendilerinden beklenen yükümlülükleri yerine getirmeleri yoluyla karşılanarak, işletmenin toplam performansının iyileştirilmesi stratejisi" olarak tanımlamaktadır (Peşkircioğlu ve diğ., 1995; s.49).
Toplam Kalite konusunda en önemli konu onun nasıl tanımlandığı değil, onun büyük ölçüde kabul
görmesidir. IBM, Hewlett Packard, 3M,Toyata vb. dünya liderlerinin uyguladıklarının adına TKY demeseler de, uygulamalarının W.Edward Demings, A.V.Feigenbaum, K.Ishikawa, J.MJuran gibi profesyonel
kalitecilerin ürünü olarak kabul edilen TKY'nin uygulamalarıdır. Gerçekten TKY, Kalitede mükemmelliğe ulaşmanın ve rekabet gücünü artırmanın tek yolu olarak görünmektedir. Bu anlamda TKY'nin diğer
yönetim sistemlerinden en önemli farkı, bu çeşit bir yaklaşımın organizasyonu daha mükemmele götürebilecek bir yönetim sistemi olarak evrensel kabul görmesidir (Yenersoy,1997;s.35). Bu yaklaşımın tanımında belirleyici rol oynayan felsefe ve unsurlar incelendiğinde TKY'e dayalı rekabet anlayışını benimseyenlerin 2000'li yıllarda dünya liderliklerini neden devam ettirecekleri ve askeri güçle değil, kalite gücüyle nasıl süper bir endüstriyel güç olacakları (Yenersoy,1997;s. 10-11) daha iyi anlaşılacaktır.
89
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN UNSURLARI
Toplam Kalite.Yönetimi (TKY)
Amaç ve Felsefesi
Alt Yapısı
(Kalite Sistemi)
Araçları
(Teknikleri)
Amaç:
Yüksek Kalite
Yüksek Verim
Sıfır Hata
TS-ISO-9000
Kalite Güvence
Sistemi
Felsefe:
Sürekli Gelişme
Unsurları:
-Müşteri Önceliği
-Tam Katılım
-Proses iyileştirme
-Ekonomik Etkinlik
-Liderlik
-Ölçüm ve istatistik
- Bilgi (eğitim)
- istatistiksel Proses Kontrolü (Y.P.K)
- Kalite Kontrol Çemberleri (K.K.Ç)
- Toplam Önleyici Bakım (T.Ö.B)
- Toplam Verimli Bakım (T.V.B)
- Tam Zamanında Üretim (T.Z.Ü)
- Takip-Kontrol Kartı (KANBAN)
- Problem Çözme Teknikleri
Tablo 1. Toplam kalite Yönetimi Amaç, Felsefe ve Araçları
2.2. Toplam Kalite Yönetiminin Felsefesi
Sürekli gelişme, Japonca deyimiyle Kaizen "iyileştirme" demektir. Kai(değişim) ve zen(daha iyi)sözcüklerinden türetilen kaizen kavramı bir yaşam felsefesini ifade eder, Kaizen kavramı Japon şirketlerinin
neden uzun süre değişmeden kalamadıklarını en iyi şekilde ifade eden kavramdır (Imai,1994; s.3). Kaizen felsefesine göre bugünün dünden daha iyi olmasını sağlayacak şekilde çaba gösterilmelidir. Yapılacak iyileştirmenin boyutu hiç önemli değildir. Çünkü TKY'de küçük küçük değişikliklerin birikerek zaman içinde önemli gelişmeler sağlayacağına inanılır, iyileştirmenin özü gereği yavaş ve kademeli olması, çoğu kez gözle görülmemesi ve etkilerinin uzun vadede hissedilmesi, anında kazanç sağlamayı hedefleyenlerin iyileştirmenin görünüşte küçük ancak gerçekte büyük olan kazançlarını görmesini engeller. Japonlara göre, Batı'nın II.Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya karşısındaki gerilemesinin sırrı da bu
küçük adımlarda yatmaktadır (Imai, 1994; s.26-29).
Gelişme
Dü/cvi
TKY İle Gelişme (Kaizen)
Klasik Gelişme
»Zaman
Şekil 2. Toplam Kalite Yönetiminin Felsefesi
90
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Sürekli geliştirmeyi hedef alan TKY felsefesinde, geliştirilen hiç bir standart nihai olarak kabul edilmez. Çünkü yenilik sonucu oluşturulan bir sistem ya da ürün eğer korunmaz ve geliştirilmeye çalışılmazsa, devamlı olarak gerileyecektir. Bu durumda mevcut geliştirilmezse, ulaşılan performans düzeyinin düşeceğine inanan Toplam Kalite
Yöneticileri tarafından kalite geliştirme faaliyetleri hiç sona ermeyecek bir süreç olarak görülür.
Sürekli gelişme fikri "Deming Döngüsü" veya "PDCA Döngüsü" olarak anılan sürekli gelişme çemberine dayandırılır. Gerçekte PDCA döngüsünü ilk ortaya atan W.A.Shewhart'tır. Ancak bu döngüyü 1950
yılında Japonlara aktaran W.E.Deming olmuştur. PDCA döngüsü sanayi tarihinde önemli bir aşama olarak kabul edilmektedir. Çünkü o güne kadar statik kabul edilen yönetim anlayışı bu çevrim sayesinde
dinamik hale getirilmiş ve bir "geri besleme" halkası ile gelişme sürecinin başı ile sonu birleştirilerek bu
sonuç sağlanmıştır. Statik yönetim dayandığı bu planla-uygula anlayışını, planla-uygula-kontrol et-düzelt
şekline çevirerek dinamik bir döngü oluşturan Deming Döngüsü aşağıdaki şekille sembolleştirilmiştir
(Cheser,1994;s.23).
PLANLA \
PLAN
\
/DÜZELT
ACT
/
VKONTROLET
\
CHECK
UYGULA
DO
]
/
/
Şekil 3. Deming Döngüsü
Bu çevrimi dinamik yapan son iki unsur yani "kontrol et" ve "düzelf'tir. Pek çok yönetici sadece planlar ve uygular. Çok küçük bir grup ise denetler. Fakat dört unsuru sistematik bir şekilde uygulayan hemen hemen yok gibidir. Oysa kalıcı ve sürekli iyileştirme ancak bu döngünün tekrarı ile mümkündür.
Rekabet ortamı ve müşterilerin beklentileri sürekli olarak değişen kalite hedeflerinin belirlenmesini ve
izlenmesini gerektirmektedir. Bu durumda daha kaliteli sonuçlar elde etmenin sonu olmadığından, hedeflenen noktalar özellikle pazar tarafından devamlı olarak gelişmekte ve değişmektedir. Bu doğrultuda
sürekli gelişmenin sağladığı yararlar şöyle sıralanabilir (Ersen,196;s.75-76).
• Organizasyonun tüm faaliyetlerinde bir canlılık meydana gelir.
• Organizasyonun aynı amaç ve hedef doğrultusunda çalışması sağlanır.
0 Departmanlar ve diğer işletme birimlerinin kendi işlerini daha etkin ve verimli biçimde yürütülmesini sağlar.
• Etkileşim içinde olan birimlerin ortak sorunlarını en kestirme ve kalıcı biçimde çözümlenmesini
temin eder.
• Çalışanların bilgi ve beceri düzeyinin yükselmesine ve motivasyonunun artmasına neden olur.
• Verimlilik, karlılık vb. temel rekabet unsurlarının daha hızlı gelişmesini sağlar.
Görüldüğü gibi "sürekli gelişme süreci içindeki bir işletme hem kısa vadede hem de uzun vadede performansını" yükseltir. Hızlı prodüktivite artışı ve yüksek rekabet gücü ile sağlanan pazar payı işletmenin
gelirlerini artırır ve yeni yatırım imkanları sağlar. Artan kapasite ve üretimin sağladığı ek mali avantaj (birim maliyetlerdeki azalma) rekabet gücünü daha da artırır. Döngünün sürekli beslenmesi ile yaratılan ivme devam ettirildiği sürece işletme güçlenecek, rakiplerine üstünlük sağlayacak ve gelişecektir.
91
21.YÜZYILA DOĞRU
DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
2.3. Toplam Kalite Yönetiminin Unsurları
2.3.1. Müşteri Önceliği
TKY'de öncelik üreticinin değil müşterinindir. Dolayısıyla bir ticari kuruluş ve bir işletme için esas hedef müşterinin ihtiyaçlarına yönelik mal ve hizmet üretmek amacıyla onun mutluluk ve tatminini sağlamaktır. Her ne kadar pek çok kişi müşterinin her zaman öncelik taşıdığını belirtse de 1970'li ve 1980'li
yıllardan bu yana bunun dünya piyasalarında yaşanan yoğun Japon rekabetinin bir sonucu olduğunu kabul etmek gerekir. O zamana kadar müşteriye ürettiğini satmayı amaçlayan ve üretici yönelimli olan pazar anlayışı en iyi temsilini Ford Motor Company'nin kurucusu Henry Ford'un şu sözleriyle ortaya koymaktadır: "Siyah olduğu sürece müşteri dilediği arabayı satın alabilir". Ancak yaşanan yoğun rekabetin,
geliştirilen çok sayıda ve farklılaştırılmış ürünün bulunduğu piyasalarda öncelik artık üreticiden müşteriye geçmiştir.
Toplam kalite yönetiminin önemli anlayışlarından biri olan müşteri önceliği, üreticileri yaptıkları her
şeyi satan olmaktan çıkarıp, satılabiliri üreten kişiler durumuna getirirken bu anlayışı " kaliteyi müşteri
belirler" sözüyle sloganlaştırmıştır. Müşteri günümüzde aynı hizmeti veren yüzlerce şirket arasında kendisine en kaliteli hizmeti ve ürünü verecek olan işletmeyi seçmektedir. Her müşterinin birbirinden farklı olduğu noktalar olsa ve farkın niteliği üzerinde durulsa da genel olarak müşteri tatmininin ve mutluluğunun üç köşesi olduğu kabul edilir. Bunlar : işlev, zaman ve maliyettir.
y^
Zaman*
îşlev = Doğru
Maliyet - Uygun
Zaman = Tam istendi fcindc
= Kalite
^Maliyet
Şekil 4. Müşteri Mutluluğu Üçgeni
Müşterilerin sadece ihtiyaçlarını değil (mecburi kalite), beklentilerini hatta rüyalarını gerçekleştirmeyi
amaçlayan (cazip kalite) toplam kalite yönetimi müşteri kavramını da farklılaştırır. Toplam kalitede iki
türlü müşteri vardır: Dış müşteri, iç müşteri (Juran, 1989; s.17). Dış müşteri sattığımız ürün ya da hizmeti satın alan kişi ve kurumlardır. Bilinen müşteri kavramı da budur. Ancak toplam kalite anlayışında bir
de iç müşteri vardır, iç müşteri prosesin çıktısını girdi olarak kullanan çalışanlardır (Antinioi, 1994; s.20).
Pek çok şirket iç müşterilerine önem vermez. Ancak örgütler dış müşterilerini mutlu etmek ve bu şekilde karlarını artırmak amacındaysalar, iç müşteri kavramını daha iyi anlamak durumundadırlar. Çünkü "dış
müşteri mutluluğu iç müşteriden geçmektedir". Bilindiği gibi herhangi bir kusurlu ürün ya da hizmetin
sıkıntısını pek çok kez ona sebep olan değil, o ürün veya hizmetten yararlanmayı isteyenler çekmektedir. Oysa toplam kalite yönetimi iç müşteri kavramıyla kendisinden bir sonrakini müşteri kabul ederek
kaliteyi proseste oluşturmak yoluyla nihai müşterisine hiç bir sorun çıkarmamayı esas almaktadır. Ishikawa'nın "bir sonraki proses müşteridir" (Ishikawa,1995;s.209) şeklindeki ünlü sözü buna işaret etmektedir. Toplam kalite yönetimi hem iç hem de dış müşteriyle müşteri-tedarikçi ilişkisi yoluyla bunu sağlamayı amaçlamaktadır.
2.3.2. Tam Katılım
TKY'nin bir organizasyonda başarılı bir şekilde uygulanabilmesi, bütün kademelerde bulunan kişilerin toplam kalite işlemine tamamen ve gönüllü olarak katılımlarının sağlanmasına bağlıdır. Katılımın başarısı ise kalite bilincinin oluşturulmasına, çalışanların motivasyonunu artırıcı ortam ve tekniklerin uygulanmasına ve kalite problemlerinin çözümünde ve sürekli geliştirilmesinde katkı sağlayabilmek için eğitim faaliyetlerine öncelik ve önem verilmesine dayanmaktadır.
92
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
TKY'nin başlıca özelliği, kalitenin klasik yaklaşımda olduğu gibi sadece bir bölümün değil, işletmenin
bütün bölümlerinin ve bütün elemanlarının görevi olduğudur. Bu tepe yöneticilerden aşağıya doğru işletmenin tüm elemanlarını, müşteri ve tedarikçileri içeren entegre bir süreçtir. Dolayısıyla TKY'de katılım
dört düzeyde gerçekleştirilmeye çalışılır (Peşkircioğlu, 1995; s.33-34).
Şekil 5. Toplam Kalite Yönetimine Katılım Düzeyleri
Bireysel düzeydeki toplam kalite yönetimi uygulamaları "çürük yumurtalardan iyi omlet olmaz" mantığına dayanmaktadır. Bu mantığa göre kalite anlayışı yerleşmeyen ve kaliteyi yaşam felsefesine dönüştürmeyen kişilerden kalite beklemek mümkün değildirOmai, 1994; s.81). Bu nedenle, öncelikle çalışanların işlerini daha iyi yapmalarını temin etmek üzere "düşünen kişiler" olmalarını sağlamak gerekir. Bu
ise ancak dikkatli bir yöneltme ve motivasyon süreciyle sağlanabilir.
Bireysel düzeyde toplam kalite yönetimi, organizasyon içinde çalışanlar arasında müşteri/tedarikçi anlayışına dayalı bir ilişki ve çalışma mekanizmasıyla işletilir. Bu durumda çalışan herkes kendisinden sonra gelen süreci müşterisi olarak görüp onun ihtiyaçlarını karşılama çabası içinde olurken, sürekli geliştirme anlayışı ile kaliteyi bireysel bazda gerçekleştirmiş olacaktır.
Grup düzeyindeki toplam kalite yönetimi uygulamaları tüm süreçlerde günlük iyileştirme faaliyetlerinin birleştirilmesi esasına dayanmaktadır. Bunun için; ekip çalışması, eğitim ve öğrenmeyle organizasyon
yapısında ekipler ve çalışma gruplarının otonom olarak oluşabilmesine izin verebilecek bir yapılanma ve
yönetim anlayışına ihtiyaç duyulur. Grup düzeyindeki toplam kalite yönetim uygulamaları, bireysel düzeyde toplam kalite bilinci ve bilgisi gelişmiş kişiler tarafından yapılabilir. Bir başka deyişle, "bana ne
yapacağım söylensin" diyen çalışanlar yerine "ben ne yapacağımı bilirim" diyebilen çalışanlardan oluşan
gruplar toplam kalite yönetiminde sürekli iyileştirmeyi gönüllü olarak gerçekleştirmiş olacaklardır.
Organizasyon düzeyinde toplam kalite uygulamalarında sorumluluk yönetimdedir. Bu nedenle de bu
düzeydeki toplam kalite yönetimi uygulamaları, organizasyonunun görev tanımı, yönetim politikaları, hedefleri ile kendini ifade eder. Bu düzeydeki uygulamalarla birlikte toplam kalite yönetim anlayışının tüm
organizasyon süreçlerine yayılımı ve tam katılımının sağlanması için sistematik bir hareket başlatılmış
olur. Tam katılımın bu üçüncü boyutu; katılımcılık, açıklık, sorumluluk üstlenme ve sorumluluğu paylaşma gibi unsurlarla sistemi kaliteye götürmektedir. TKY anlayışına göre, "hiç hata olmasa bile kaliteden
bütün yönetim sorumludur, kalitesiz üretim zayıf yönetimin sonucudur". Kabul etmek gerekir ki toplam
kalite yönetimi bir grup etkinliğidir ve bireysel olarak gerçekleştirilemez.
Endüstri, sektör, bölge ya da ulusal düzeydeki toplam kalite uygulamaları ise kuruluşların bilgi paylaşımı, öğrenilenlerin öğretilmesi, kalite kültürünün geliştirilerek yaygınlaştırılması, yan sanayi ilişkilerinin geliştirilmesi, kalite sistemlerinin entegrasyonu vb. amaçlara yönelik çabalarıyla sürekli iyileştirmeyi
gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
2.3.3. Proseslerin iyileştirilmesi
Daha önceden de belirtildiği gibi "kalite" kelimesi değişik biçimlerde yorumlanabilmekte ve kaliteyi
neyin oluşturduğu konusunda fikir birliğine ulaşmak güçleşmektedir. En geniş anlamda kalite, "iyileştiri-
93
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
lebilen her şeydir". Bu anlamda kalite, sadece ürün ve hizmette değil aynı zamanda kişilerin nasıl çalıştıkları, makinelerin nasıl işledikleri, sistem ve prosedürlerin nasıl yürütüldüğü ile de ilgilidir(Imai,
1994;s.lO). Bu durumda toplam kalite yönetiminin bir diğer unsuru devamlı iyileştirme ve proses geliştirme yoluyla kaliteyi sürekli iyileştirmektir.
Japonlar proses iyileştirme faaliyetlerini Batılı yöneticilerin sonuca önem veren düşünce tarzının yerine ikame etmiş ve büyük başarılar kazanmışlardır. Gerçekten Batı'da seri üretimle birlikte mamulde fire,
hata ya da kusur oranlarında bir artış olmuş ve buna bağlı olarak müşteri tatmininde belirgin bir düşüş
yaşanmıştır. Bu tatminsizliği azaltmak amacıyla şirketler bağımsız muayene ya da kontrol bölümleri oluşturmuş ve kalitesiz ürünün tüketiciye ulaşmasını engellemeye çalışmışlardır. Düşük kalitenin nedenlerini araştırarak bedeli ne olursa olsun üretim hattının sonuyla fabrika çıkışı arasındaki alanda kalitesiz ürünü tespit edip ayırmak tercih edilmişti (Kavrakoğlu, 1993;s.lO). Ancak bir süre sonra ürünleri kontrol
eden birimlerin de kontrol edilmesi gereği ortaya çıkmış ve kalitenin sadece bitmiş ürünün kontrolüyle
sağlanamayacağı görülmüştür.
Japonlar, ürün kontrolü yoluyla kaliteyi geliştirmenin yeterli olmadığını, ürün kalitesinin üretim sırasında oluşturulması gereğini anlamış ve "kaliteyi proseste oluştur" sözüyle kaliteyi bir sonuç değil bir süreç olarak değerlendirerek yeni bir strateji geliştirmişlerdir. Toplam kalite anlayışında esas olan kaliteyi
kontrol etmek değil, kaliteyi üretimde gerçekleştirmektir. Bu nedenle "sonuçlar iyi ise, her şey iyidir" şeklindeki yanlış görüşü toplam kalite ilkesine inananlar benimsemez. Onlar için sonuç önemlidir ama sonuç her şey demek değildir. O sonuca nasıl ulaşıldığı en az onun kadar önemlidir. Bridgestone'nin sorumlu müdürlerinden Mayumi Otsubo'ya göre, Japon endüstrisinin dünya pazarlarında bugünkü rekabet
gücüne ulaşması prosese öncelik veren düşünce tarzıyla mümkün olmuştur.
Kaliteyi geliştirirken prosese öncelik vermede hedef, ilk seferinde en iyiyi elde etmek, böylelikle yeniden yapma maliyetlerini en aza indirmektir. Prosesi iyileştirme, sürekli bir değişim ve iyileştirme demektir. Ve bu iyileştirmede sadece ürünün değil, tüm işletme performansının iyileştirilmesi esastır.
Prosesin iyileştirilmesi problemlerin çözümüyle gerçekleşir. Bu çözümlerde en etkili kullanılan araçlardan biri kalite kontrol çemberleridir. Kalite kontrol çemberlerinin problem çözme mantığı Deming Döngüsü'ne dayanmaktadır (Erzen; 1994;s.29-30).
Ki»
!
İ
"•—(is, i mmmm
-" IİHOB-ElIMtSİ
_ . „
MBKMLEMN :AMUB
:
süuıesl
\
rrnus I
'•"JBXİ-
İLMESİ ••
Mİlfttl*
1
s «o«r«oı
!
JDOZENUÇlUlESt '
' ;
TlfiU*
i
Şekil 6. TKY'de Problem Çözme Mantığı
Özetle, proses iyileştirme kullanılan çeşitli teknik ve yöntemler aracılığıyla "kalite için kalite" anlayışını temsil eder. Özü gereği yavaş ve kademelidir, dolayısıyla etkileri uzun vadede hissedilir. Pek çok kişinin gözardı etmesinin nedeni de taşıdığı bu özelliklerdendir. Ancak böyle bir uygulamanın sonuçta ne
kadar büyük atılımlar gerçekleştirebileceği Japonlar aracılığıyla tüm dünyaya kanıtlanmıştır.
94
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
2.3-4. Ekonomik Etkinlik
Ekonomik etkinlik, proseslerin iyileştirilmesi ilkesinin devamı niteliğindedir. Toplam kalite yönetiminin temelinde "hataları ayıklamak" yerine "hata yapmama" yaklaşımı vardır. Başka bir deyişle toplam kalite yönetimi, Taylor modelinin "üret, kaliteyi kontrol et, bozukları ayıkla, sat" yöntemi yerine "hiç bir
aşamada hata yapma, önlem al" ilkesine dayanmaktadır (Rota,1993; s.5). Bu durumda toplam kalite yönetiminin en önemli yatırımlarından biri önlem alma yaklaşımıdır. Toplam kalitede ekonomik etkinlik
"önlem almak" demektir.
Japonların yoğun rekabetine kadar Batı'da yaygın anlayış imalat içindeki hataları bulmak ve düzeltmekti. Bu düşüncedeki işletmeler için "önce kalite değil kar anlayışı" sözkonusu olduğundan bütünüyle
kalite üretmek yerine hataları ayıklama maliyetleri yüklenmek daha cazip gelmiştir. Ancak gerçekte hata maliyetleri içinde hataların ölçülebilen maliyetleri, ölçülemeyen maliyetlerden küçük görünmekle birlikte bir bütün olarak hata maliyetleri zannedildiğinden daha fazladır. Kalitesizlik maliyetleri ya da uygunsuzluk maliyetleri olarak anılan bu maliyetler kalite buzdağı yaklaşımıyla ele alındığında ölçülemeyen maliyetlerin uzun vadede ne denli ağır kayıplara yol açtığı görülecektir. (Kavrakoğlu, 1996, s. 29).
OİjÇCtiîBtUFK
KAUTE(Sİ7XİK)
MALİYETLERİ
(Hassa ölçülebilir)
ÖLÇCLEMEYKN
KALITE(SIZıIK)
MALIYETLERI
(Etkileri Vnm
Vâdede Cjöffllnr)
IIURDA
2. KALİTE ÜRÜN
REKLAMASYON
ÜKETİM KAYBİ
KALİTE KONTROL
GİDERLERİ
MÜŞTERİ KAYBI
PAZAR KAYBI
İMAJ KAYBI
GÜVEN KAYBI
Şekil 7. Kalite Buzdağı
Ekonomik etkinlik rekabette üstünlüğü K-M-T (Kalite-Maliyet-Termin (Hız)) üçlüsünde üstünlük
şartına bağlamaktadır. Ancak, klasik yönetim anlayışında kalite ve maliyet birbiriyle paralel değil, zıt kabul edilmektedir. Çünkü bu anlayışta belli bir düzeyin üzerindeki kaliteyi gerçekleştirmek ancak maliyetlerin yükselmesi ile mümkündür, şekil 7'de görüldüğü gibi asgari optimum kalite, belli bir hata yüzdesinde gerçekleşmektedir. Klasik anlayışa göre hatayı daha düşük oranlara indirmek maliyetleri arttıracak,
"sıfır hata"ya ulaşmak ise belki mümkün dahi olmayacaktır (Kavrakoğlu, s.28).
MALİYET
Hataları
Önleme
Maliyeti
Min. Malıyı*
Opusuna
HATA(%)
Şekil 7. Klasik Yönetimde Kalite-Maliyet İlişkisi
95
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Bu modelde üretimi yapanlar ile üretimi tamamlanmış ürünün kontrolünü yapanlar farklıdır. Ürünler
bittikten sonra bu ürünlerin kontrol edilmesi yoluyla % 100 kalitenin sağlanamayacağı anlaşılmış, hatta
bir süre sonra ürünün tahrip edilmesi nedeniyle kontrol yapan birimlerin de kontrol edilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu durum "hataları önleme maliyeti"nin aşırı yüksek seviyelere çıkmasına neden olmuş,
sonuçta ise maliyetin daha düşük seviyede gerçekleşmesi için muayeneden vazgeçilerek kalitenin mutlaka önleyici yaklaşımla sağlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Sözkonusu gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıkan TK modeli, otokontrole dayalı yönetim anlayışı ve
önleyici kalite kontrol yöntemleri uygulamasıyla "hataları önleme maliyetini" düşürmek gerekliliğine işaret etmektedir. Sonuçta, "hataları ayıklamak yerine hata yapmama" yaklaşımıyla kalite-maliyet paradoksu aşılarak ya da tersine döndürülerek, en yüksek kalite en düşük maliyetle elde edilmiştir. Bu şekilde
oluşan maliyet, klasik yöntemle elde edilen maliyetten ortalama % 20-25 daha azdır. Başka bir deyişle,
TK başarı ile uygulayan bir şirket müşterilerine sadece % 100 kalitede ürün sunmakla kalmaz, ayrıca %
20-25 düzeyinde maliyet avantajı da sağlar.
MAIİVFT
; . H a t a l a r » ölçüteroeyea
maliyeti
Mm.
maliyet
Hatalara ölçülebilen
HATA $<>)
SIFIR HATA
Şekil 8. Kalite-Maliyet İlişkisi
2.3.5- Üst Yönetimin Katılımını Sağlamak
Kalite olgusunun uzun dönemde küçük, sürekli ve düzenli iyileştirilmelerle gerçekleştirilmesi ve örgütün tüm kademelerine yayılımın önemli olması dolayısıyla üst yönetimin bu konuda katılımına ve desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle toplam kalite modelinin uzun vadeli bir yaklaşım olması ve bir
anlamda kültür değişimi gerektirmesi bu konuda üst yönetimin inanç ve desteğini zorunlu kılmaktadır.
Bundan dolayı toplam kalitede üst yönetim liderlik rolünü üstlenmeli ve tüm çalışanlarla birlikte öğrenme sürecinden geçerek sürekli kalite geliştirme yolları aramalıdır (Aydemir, 1993; s.54).
Gerçekten üst yönetimin toplam kalite çalışmalarına seyirci kalmayıp fiilen katılmaları ve orta kademe yöneticileriyle diğer personele örnek teşkil edecek şekilde onları motive etmeleri biçimindeki kalite
liderliğini benimsemeleri başarının önemli gereklerindendir. Örneğin, örgütü "sıfır hata", "önce kalite",
"ilk seferinde doğru yap" gibi sloganlarla donatımın, bu sözlerin hareketlerle doğrulanıp desteklenmemesi durumunda hiç bir yararı olmayacaktır. Aslında bir örgütte toplam kalite felsefesini ilk önce benimsemesi gereken kişiler üst yönetimdekilerdir. Çünkü stratejik planlama, finansal planlama, iletişim, insan
kaynakları yönetimi gibi konularda entegre olmamış bir toplam kalite yönetimi düşünülemez. Bu nedenle üst yönetimin bu konuda bilinçli olması ve kararlılığını sürdürmesi oldukça önemlidir.
• Toplam kalitenin öncülerinden Ishikawa üst yönetimin yapması gerekenleri şöyle sıralamaktadır
(Ishikawa,1995s.l27-130):
• Üst yönetim toplam kalite yönetim felsefesini örgütteki herkesten daha iyi öğrenmelidir.
• Örgütün toplam kalite konusunda alacağı tavırları belirleyen politikalar oluşturmalıdır.
• "Kalite önceliği" ve "önce kalite"yi temel politika olarak yerleştirmeli ve kalite standartları için
uzun vadeli hedefleri belirlemelidir. Bunu somut bir şekilde ve uluslararası bir bakış içinde yapmalıdır.
• Kalite yönetiminde ve kalite kontrolünde liderlik görevini üstlenmeli onları gerçekleştirmede daima öncü olmalıdır.
96
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
•
zasyon
•
lidir.
•
•
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Kalite kontrolünü yerine getirmek için, gereken eğitimi vermeli, personel yerleştirme ve organiplanlan gibi uzun vadeli planlarla birleştirmelidir.
Kalite yönetim ve kalite kontrolünün planladığı şekilde yürütülüp yürütülmediğini kontrol etmeOrganizasyonda sağlam bir kalite güvence sistemi oluşturmalıdır.
Bir atılım gerçekleştirilirken bunda üst yönetimin liderlik yapmasına dikkat etmelidir.
Kalite kontrolünün babası olarak kabul edilen Deming de bu konuda; kusurların kabul edilemeyeceği bir felsefenin benimsenmesi, problemin kaynakta bulunmasının sağlanması, departmanlararası açık bir
iletişimin kurulması, güçlü ancak basit istatistik metodlarının kullanılımı ve bunlara yönelik eğitimin sağlanması vb. şeklindeki hususlarda üst yönetimin sorumluluğuna işaret etmektedir (Deming, 1982; s.1222). Bütün bu hususlarla altı çizilmeye çalışılan nokta eğer üst yönetim toplam kalite yönetim felsefesini iyi benimsemez ve değerlendirmezse, örgütte inşa edilmeye çalışılan toplam kalite yaklaşımı kum üzerine inşa edilmiş bir kaleden farklı olmayacaktır.
2.3-6. Ölçmeye ve istatistiğe Dayalı Yaklaşım
Gerçeklerin ve bilgilerin karar alırken sistematik bir şekilde bir rehber olarak kullanılması, toplam kalite yaklaşımının önemli köşe taşlarından biri olarak kabul edilir. Toplam kalite yaklaşımında esas konu
kısa vade değil uzun vade olduğundan, bilgiye yönelimde amaç hemen yangın söndürmeye çalışmak değil, yangını önlemeye çalışmak olmaktadır. Başka bir deyişle, yangının oluşmasını önlemek üzere bilgi
toplama, ölçme ve değerlendirme esastır. Bilgilere ve ölçülen verilere göre yönetim yaklaşımı üst yönetimden başlamalı ancak üst yönetim yanlış bilgi üretimine yol açacak davranışlardan kaçınmalıdır. Örneğin, sorunlary su yüzüne çıkaranlara kötü haber getiren kişilere atfedilen "felaket tellalı" muamelesi yapılmamalıdır. Bu tür kötü ancak gerçek bilgilere gösterilecek olumsuz tutum ve davranışlar, çalışanlarda
bilginin filtrelenmesi ya da manipulasyonuna yol açarak sonuçları olduğundan daha kötü bir duruma getirecektir (Bobbitt ve diğ., 1974;s.2ö3). Bu durumda yöneticilerin örgütlerinin gerçek durumlarını öğrenmeleri için özel bir çaba harcaması gerekmektedir.
Toplanan bilgilerin doğru olması kadar ölçülebilir ve değerlendirilebilir sayısal verilere dayanıyor olması da toplam kalite yönetiminin esasıdır. Bilgi toplama teknikleri ve istatistiksel veri değerlendirme teknikleri konularında çalışanların eğitilmeleri gerekli ve kaçınılmazdır. Bu nedenle toplam kalite yönetiminde eğitimin çok önemli bir yeri vardır. Ölçüm ve istatistik bu modelin vazgeçilmez parçalarını oluşturmaktadır. Ölçüm ve istatistiğin önemini aşağıdaki gibi ifade edebiliriz (Ersun, 1995;s.7O7):
•
Doğal olayların tümünde değişiklik vardır. Bu değişkenliği ölçmek için istatistiğe başvurmak şarttır.
•
Hataların çok büyük bir bölümü değişiklikten kaynaklanır, istatistik biliminin tekniklerini uygulayarak değişikliğin özelliklerini incelemek ve hataların kaynaklarını tespit edebilmek mümkündür.
•
istatistik teknikleri analize yardımcı olduğu gibi iletişimi de kolaylaştırır. Konulara farklı açılardan
bakan kişilerin aynı dili konuşmasına imkan verir.
•
istatistiksel düşünme alışkanlığını geliştirmek gerek yönetici gerekse teknik personel için son derece yararlıdır. Örneğin, satışlardaki bir düşüş sebebi bilinen olaylardan kaynaklanabileceği gibi doğal
değişkenliğin sınırları içindeki bir gelişme de olabilir. Bu durumda normal ve normal olmayan dağılımı
ve neyin kalıcı, neyin geçici olduğunu istatistik bilimi bize söyleyebilir. Matematik ve analiz teknikleri
olan istatistik disiplini TKY'de geniş bir uygulama alanı bulur.
Toplam kalite yönetimine göre ölçülemeyen şeylerin kontrol altında tutulması mümkün değildir. Tahminlere, varsayım ve sezgilere,daha önceki tecrübelere dayanan karar mekanizmaları güvenilir olmaktan
uzaktır. Gerçekleri bilmek, ölçmek, düzeltmek ve düzelttikten sonra sonucu tekrar değerlendirmek, doğruluğunu ispatlamak çalışmalar açısından gereklidir. Özellikle yoğun rekabet ortamında hataya yer olmaması bunu zorunlu kılmaktadır. Örneğin, müşterilerin istediğini sandığımız şeyleri yaparak onları tatmin
etmeye çalışırız. Ancak onların gerçekten ne istediğini bilmek, yapılacak pazar araştırmaları, müşteri tatmin anketleri gibi çalışmalarla yani bunların ölçüm ve değerlendirilmesiyle mümkündür. Doğaldır ki burada doğru şeyleri doğru şekilde ölçmek gerekir. Daha kısa bir ifadeyle, "doğru cevabı bulmak için, önce doğru soruyu sormak gerekir".
97
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
3. DENİZLİ SANAYİ VE REKABET-KALİTE İLİŞKİSİ
1980'li yıllardan sonra Türk ekonomisinin ithal ikameci ve korumacı sanayileşme stratejisinden vazgeçerek, ihracata dayalı daha liberal ve serbest ticareti esas alan bir ekonomik yapılanma sürecine girdiği
bilinmektedir. Bu süreç içerisinde sanayicilerimiz için daha önceden üzerinde pek düşünülmeyen kalite,
verimlilik, rekabet gibi kavramlar çok önemli olgular olarak konuşulup, tartışılmaya başlandı. Çünkü hızla gelişen ulusal ve uluslararası rekabetin sonucu olarak giderek küçülen dünyamızda işletmelerin yaşamlarını sürdürmesi artık kalite olgusuna daha fazla önem vermeleriyle mümkün olacaktır.
İhracata dayalı büyüme stratejisini benimseyen ülkemizin ve ihracat hamlesi yaparak dünyaya açılmaya çalışan Denizli'nin en büyük problemlerinden biri, yeni girmekte olduğu dış pazarlarda kendini kabul ettirmesidir. Bu ise ancak belirli bir kalite anlayışının benimsenip sağlanması ve bu anlayışın devamlı olarak yeni istek ve beklentilere göre geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Bilindiği gibi ihracat yapabilmek ve bunu devam ettirebilmek dış pazarlarda kalite-maliyet-hız üçlüsüyle gerçekleştirilebilmektedir. Ancak bu konuda sanayicilerimizin bir bölümünün gerek kalite, gerek maliyet ve gerekse hız konularına oldukça yüzeysel yaklaştıkları gözlenmektedir. Pazar daraldıkça rekabetin şiddeti artacak bu ise
bu konudaki ihmal ve gecikmeleri yaşayanları telafisi imkansız bir şekilde rekabetten uzaklaştıracaktır.
Artan rekabet ve daralan pazarlar, bütün firmaların birinci önceliğine kalite konusunu oturtmuştur.
Özellikle küreselleşme rüzgarlarının bütün dünyayı sardığı şu günlerde bırakın uluslararası pazarları ulusal pazarlarda dahi kaliteyi gerçek manada sağlayamayanlar faaliyetlerini sürdürme imkanı bulamayacaklardır. Bu durum ise en az rakipler kadar bir kalite sağlamayı mecburi kılmaktadır. Önümüzdeki yıllarda
var olan şirketlerin varlıklarını sürdürme durumu bu konuya verilecek öneme bağlıdır.
Burada üzerinde durulmaya çalışılan nokta pek çok kişinin gördüğü şekliyle ihracatın sadece üretim
kapasitesine bağlı olmadığıdır. Dışa açılmada elbette üretim çokluğu gereklidir ve yüksek verimlilik büyük önem taşır. Ancak bunun kadar önemli olan bir nokta da "kaliteli üretim" in gerçekleştirilmesidir.
Dışarı satılabilecek ürünümüzün varlığı kadar, bunların rakip ülke ürünleri ile dünya pazarlarında, maliyet, hız ve kalitesiyle yan yana rekabet edebilecek yapıya sahip olmaları da gereklidir. Dış rekabet, üretimde maliyetler üzerinde hassasiyetle durmayı gerektiren ciddi bir kalite savaşına dönüşmüş durumdadır. Ucuz satılan ve bol üretilen bir ürün aranan kalite özelliklerini taşımıyorsa, o ürünün ihracat imkanı
ya hiç yoktur ya da sadece bir defa satılabilme şansına sahip olacaktır. Çünkü dünyanın yeni panoramasında yer alabilmenin yegane şartı, en az onlar seviyesinde "kaliteli üretimi" gerçekleştirmektir.
Bu durumda uluslararası pazarda güçlü girişimciler ve onların sanayi ürünleri ile rekabet edebilmek
için beş ana faktörün gerçekleşmesine titizlik göstermek gerekmektedir (Standard,1986;s.18). Bunlar :
1.
Uygun fiyat seviyesi
2.
Uygun kalite seviyesi
3.
Kalitenin güvenilir kuruluşlarca garantilenmesi
4.
Kısa teslim süresi ve teslimatta devamlılık
5.
Kullanma, tamir, bakım, ayar ve parça değişebilirlik
Kalite konusuna gösterilmesi gereken özen ihracatta kalite ve kalite kontrolü konusunda yapılmış çalışma sonuçlarıyla da yoğunlukla desteklenmektedir. Buna göre yapılan bir araştırmada ihracatta
tecrübe faktörü % 17,7 değerleriyle en yüksek puartı alırken, % 16,8 ile ikinci sırayı malın kalitesinin aldığı görülmektedir (Standard,1986;s.18). Bu bulguların ihracatçılarımıza bir mesaj olacağına inanıyorum.
4. DENİZLİ İHRACATININ ARTIŞI AÇISINDAN KALİTENİN ÖNEMİ
Belirtildiği gibi sanayimiz yıllarca katı gümrük duvarlarının korumasının altında varlığını sürdürmüş, ancak dışa açılımla birlikte çok kısa sayılabilecek bir sürede önemli sonuçlar kaydederek büyük bir
gelişme göstermiştir. Türkiye genelinde yaşanılan artış (ihracat 1981-1985 döneminde % 69.2'lik bir artışla 4.703 milyar dolar düzeyine çıkmıştır) Denizli'de de aynı grafiği göstermiş ve bir "Denizli Mucizesi"nin
yaşanmasını sağlamıştır. Ancak, 199O'lı yıllardan sonra rekabetin şiddetindeki artışa bağlı olarak genelde
Türkiye ihracatında özelde ise Denizli'de büyük sıçramalar yaşanamamıştır. Örneğin, Türkiye'nin ve Denizli'nin lokomotif sektörü olan tekstil ve konfeksiyon ihracatındaki artış başta olmak üzere ihracatta
98
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
özellikle son iki-üç yılda bir duraklama ve daralma yaşanmaya başlanmıştır: 1996 yılının ilk altı ayında
konfeksiyon ihracatı, geçen yılın aynı dönemine göre %7.1 oranında azalma göstermiş ve dış satım 3 milyar 19 milyon dolardan, 2 milyar 805 milyon dolara gerilemiştir. Haziran aylarındaki karşılaştırmada ise
daha belirgin bir gerileme vardır. Haziran ayındaki düşüş geçen yılın aynı d ö n e m i n e oranla %26.1'e ulaşmış ve ihracat rakamı 579 milyon dolardan 428 milyon dolara gerilemiştir.
Dünya genelinde yaşanan bu gerileme Denizli'deki tekstil ve konfeksiyon sektöründe de yaşanmaktadır. Özellikle havlu ve bornozda bir dünya merkezi olarak tanımlanan Denizli'de bu alanda bir duraklama ve daralma yaşandığı görülmektedir. Örneğin 1995 yılında Denizli'den yapılan ihracat 332.800.426
USD iken, bu rakam 1996'da 341.099936 USD olarak gerçekleşmiştir. Rakamlar Denizli ihracatynda bir
patlama olmadığını, ihracat adına beklenen gelişmelerin yaşanmadığını göstermektedir (Ticaret Odası,
1997; s.65).
•
1995 yılında Almanya'ya gerçekleşen ihracat Ticaret Odası rakamlarına göre
%39,84'tür. Bu rakam 1996'da %31.19'a düşmüştür. 1995 yılında ABD'ye %24.01 oranında gerçekleşen ihracat ise 1996'da % 19-91 düzeyine gerilemiştir.
•
1996 yılında Denizli'den yapılan bornoz ihracatında da düşüş gözlenmektedir. 1995 yılında
%4l.73 olan b o r n o z ihracatının 1996'da %40.08 düzeyine gerilediği görülmektedir. Havlu ihracatında ise
1996 yılında bir yükseliş olduğu ortaya çıkmıştır. 1995 yılındaki havlu ihracatı %23.49 düzeyinde seyrederken bu rakam 1996'da %26.57 olarak gerçekleşmiştir.
İHRACAT
MtLYON S
YILLAR
Tablo 2. Denizli İhracat Değerleri
Rakamlar, Denizli'deki girişimcinin dünya genelinde yaşanan küreselleşme ve ekonomik bloklaşma
gelişmelerinden, kalite ve standart yönündeki kurumsallaşmalardan kendini bu yönde istenilen ölçüde
hazırlamadığı sürece bazı kayıpları olacağına işaret etmektedir. Günümüzde açık ekonomi içinde "ne üretilirse satılır anlayışı" yla bir yere varmak artık mümkün değildir. Müşteri tatminini ön plana çıkaran rekabet anlayışını benimseyip, ürün ve pazar çeşitlendirilmesini esas alan bir ekonomik yapılanmanın gerçekleştirilmesi gerekmektedir, şüphesiz bu ekonomik yapılanmanın temel dinamiği, kalite kavramı ve
toplam kalite yönetimi anlayışı olacaktır.
Bu yeni rekabet anlayışı konusunda tutarlı politikaların oluşturulması ve önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu yapabilmek için zayıf ve güçlü yönlerimizi tespit etmemizi gerektirir. Bu çalışmada Denizli girişimcisinin toplam kalite yönetimini uygulayabilmesindeki başarısızlık nedenleri ve başarı şartları
üzerinde durularak bu konuda yardımcı olunmaya çalışılacaktır.
99
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
5. DENİZLİ'DE TKY UYGULAMASINA YÖNELİK BAŞARISIZLIK NEDENLERİ
Bu konuda gözlemlenen en önemli başarısızlık nedenleri şöyle sıralanabilir:
-TKY Uygulamalarının Modayı Takip Etme ve Başarılı Olanı Taklit Etme şeklinde Alınması :
Kalite çemberleri tecrübesinde ülkemizde yaşanan "modayı takip ve taklit etme ile başarılı olanı izleme"
anlayışının sonuç vermediği, elde edilen sonuçların beklentilerin yanında çok sönük kalmasıyla anlaşıldı. Bu nedenle TKY uygulamasında girişimciler az gelişmiş ülke hastalığı olarak tanımlanan "kopacılık"tan uzak durmaya çalışmalıdırlar. Çünkü kopyacılık beraberinde kolaycılığı getirdiğinden modelin temel yaklaşım ve felsefesinin anlaşılması yerine, vitrinde göz doldurup beğenilecek araçların alınmasına
neden olmaktadır. Oysa TKY; felsefesi, amaçları, unsurları olan bir yaklaşım ve bir yaşam tarzıdır. Bu nedenle toplam kalite modelini yaşam tarzı haline dönüştürüp, kültürel çerçevesini oluşturmadıkça ondan
beklenen sonuçları almak mümkün olmayacaktır. Bunu başarmak ise sadece Japonlara has bir şey değildir. Burada mesele Japon olmak değil, sadece zoru başarmaya çalışmaktır, ifade edildiği gibi " TKY, zorlu bir iştir. Sadece zorlu bir iştir". Çünkü, bu model firmaların organizasyon yapılarından müşteri ilişkilerine, ürün-kalite oluşum sürecinden personel yönetimi anlayışına kadar tüm süreçleri etkileyen yönetim politikalarında köklü değişiklikler gerektirir.
-TKY'nin Dar Anlamda "Kalite Kontrolü" şeklinde Anlaşılması: TKY, bitmiş ürünün üretim sürecinde kontrolü demek değildir. Bu nedenle toplam kaliteyi bir program ya da bir yönteme indirgeyerek onu sadece bir yönetici ya da oluşturulan komitelere havale etmek onun gerçekleşmesi anlamına gelmemektedir. Pek çok yönetici bu yanılgıya düşerek "üret, kontrol et, bozukları ayıkla, sat" anlayışıyla felsefeye yaklaşmakta ve dolayısıyla toplam kaliteyi bir sistem olarak görememekte ve kendisinin bu sistem içindeki görev ve sorumluluklarını görmezlikten gelebilmektedir. Bu nedenle yöneticilerin kalite
kontrolü aracılığıyla müşteri memnuniyetini gerçekleştirememeleri, bu çevreler tarafından şaşkınlıkla karşılanabilmektedir. "Hiçbir aşamada hata yapma" ve "ilk seferde doğru yap" anlayışını getiren TKY, fire ve
defolu mallarda yeni mağazalar zinciri oluşturan Denizli'de bu aşamayı daha uzun bir süre yakalayamayacağının üzücü sinyallerini vermektedir.
-Yönetimin İnsan Kaynaklarının Gerçek Değerinin Farkında Olmaması: Pek çok kuruluşta insan kaynağının yönetimin gözünde hakettiği yeri ve değeri alamadığı gözlenmektedir. Oysa bir kuruluşun en merkezi kaynağını o kuruluşun insan gücü oluşturmaktadır. Çünkü diğer kaynaklan iyi ya da kötü biçimde kullanacak olanlar onlardır. Dolayısıyla şirketler insan kaynağını daha etkili kullanmaya yol
açacak uygulamaların (eğitime önem verme, daha demokratik ilişkiler kurma, moral ve motivasyonlarını yükseltici ücret ve ödül sistemleri oluşturma vb.) yürütülmesine yeterli ve gerekli özeni göstermelidir,
işletmede nasıl bir makine ve tezgahta ortaya çıkan arıza derhal giderilmeye çalışılıyor, gereken özen ve
ihtimam gösteriliyorsa, makineden üstün olan, belirli bir duygu ve düşünceye sahip olan insana da şikayetlerini azaltma, beklentilerini karşılama yönünde daha fazla önemle yaklaşmak gerekmektedir. Gözlemler, Denizli'de bu noktaya arzu edildiği kadar önem verilmediğini göstermektedir.-TKY'nin Sağlayacağı Maddi Sonuçlarla Daha Fazla ilgilenme : TKY, uyguladığı çok sayıdaki teknik ve yöntem aracılığıyla (istatistiksel kalite kontrolü, kalite kontrol çemberleri, toplam önleyici bakım, problem çözme teknikleri vb.) büyük ölçüde maddi sonuçlar sağlamaktadır (ülkemizde kalite çemberlerinde problem başına
sağlanan ortalama tasarruf, Japonya'da sağlanan miktardan daha fazladır (Arkış, 1993; s.77). Yöneticiler
bu sonucu görünce amaca varıldığını düşünmektedirler. Oysa TKY'de asıl amaç, " tasarruf sağlamak ve
kar etmek" değil, " kalite geliştirmek" tir. Kalitenin devamlı iyileştirilmesi sırasında firelerin düşmesi, israfın azalması, verimliliğin yükselmesi vb. sonuçlar ortaya doğal olarak çıkacaktır. Dolayısıyla yönetim,
dikkatini bu sonuçlara değil bu sonuçların ortaya çıkmasına neden olan " kalite üretimi" ne yöneltmelidir. Bu konuda Denizli'de dikkatlerin kalite üretiminden ziyade karı arttırma ve dolayısıyla maddi sonuçlar üzerinde yoğunlaştığı gözlenmektedir.
100
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
-Orta Düzey Yönetimin Tepkilerinin Dikkate Alınmaması : TKY uygulamalarında orta kademe
yöneticilerin görevi oldukça önemlidir. Özellikle yatay ve dikey ilişkilerin birleştiği bir alanı temsil eden
orta düzey yöneticilerinin tutum ve tavırları büyük önem taşır. Ancak orta düzey yöneticilerinin bazı tutum ve davranışlarında üst yönetimin de etkili olduğunu kabul etmek gerekir. Bu nedenle üst yönetim
toplam kalite uygulamalarında orta yönetimi dikkatle izlemeli ve onunla diyalogu geliştirmelidir. Çünkü
işletmedeki iş trafiğinde bir kaza olmamasy onun kontrol ve iradesiyle yakından ilgilidir. Bu nedenle ünlü kalite kontrolü ustası Ishikawa, "orta yönetim konusu ele alınmadan toplam kalite yönetimi ve kontrolünün gerçekleştirilemeyeceğine" dikkat çekmektedir.
-TKY'ye Geniş Katılımın Sağlanamaması: TKY sürecindeki sürekli iyileştirme, problemlerin analizi ve çözümü, ekip oluşturma, hedef belirleme, hedeflere göre yönetim ve kalite sağlama görevinin tüm
işletme fonksiyonlarına göre yayılımı ancak çalışanların katılımıyla sağlanabilir. Katılım, organizasyon yapısında yukarıdan aşağıya doğru katılımı zorlayıcı bir baskı ile değil ya da suni katılım sağlamalarıyla değil, aşağıdan yukarıya gerçekleştirilecek gönüllü katılımlarla temin edilebilinir. Çünkü bazı yöneticilerin
anladığı şekilde "kalite sadece kalitecilerin işi" değil, "kalite herkesin işidir" bu şekilde kalitenin gerçekleşmesine çalışanların destekleyebileceği örgüt ve çalışma ortamları hazırlamadan bu katkıyı işgörenden
beklemek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Çünkü günümüzde çalışanlar "ne ekersen, onu biçersin" felsefesiyle paralel olarak "ne verirsen onu alırsın" şeklinde yaklaşmaktadırlar. Dolayısıyla Denizli'de TKY'yi
uygulamak isteyen yöneticilerin öncelikle çalışanların geniş ölçüde katılımını sağlayacak çalışma şartlarını oluşturmaları önem taşımaktadır.
-Kalite Eğitiminin ve Kalite Bilincinin Yeterince Geliştirilememesi : 1950-1980 yılları arasında
geçen otuz yıllık sürenin ilk on yılında Japon yöneticiler sadece bir konu üzerinde yoğunlaştılar ve bununla ilgili planlar yaptılar. Bu da kalite eğitimiydi. Japonlar on yıllık kalite eğitim projelerini Deming,
Juran, Ishikawa gibi uzmanlar eliyle gerçekleştirdiler. Eğitime ilk başladıklarında Japonlar dünyayı yakalamaya çalışıyorlardı, şimdi ise dünya onları yakalamaya çalışıyor. Yöneticilerin bu anlayış içinde eğitim
ve kalite konusunda bilinçlendirmeye önem vermesi gerekmektedir. Ancak Denizli'de yoğun olan sektörün tekstil ve konfeksiyon olması ve burada yöneticiler dahil pek çok çalışanın eğitim kültür seviyesinin düşük olması bu konunun öneminin anlaşılmasına engel olmaktadır. Eğitim faaliyetlerini maliyetler
olarak gören bu kişiler eğitimin sağlayacağı faydayı gözden kaçırabilmektedir. Ancak eğitim faaliyeti maliyetlerinin, eğitimsizliğin maliyetlerinden uzun vadede çok daha yüksek olduğu dikkate alınırsa, yöneticilerin bu konuda daha farklı yaklaşmaları gerektiği ortaya çıkacaktır. Çünkü "TKY eğitimle başlar, eğitimle biter".
- Alt Yapı Elemanlarının Yetersizliği : Toplam kalite yönetiminin Denizli'de başarısızlık nedeni olabilecek bir konuda kalite için gereken alt yapının yapılması konusundaki çalışmaların yetersizliğidir. Bütün sanayi kuruluşlarının yararlanabileceği uygun ulaşım ve iletişim imkanlarının azlığı, işbirliği arayışlarının yetersizliği daha kaliteli ürün ve hizmet anlayışının gerçekleştirilmesini etkilemektedir. Özellikle belirli bir standardın, test ve kalite sisteminin Denizli'de oluşturulması bu konuda fazlasıyla önemli görülmektedir. Günümüzde ülkeler bugün en büyük rakiplerin birbiriyle yoğun şekilde işbirliğine tanık olmaktadır. Dünya genelinde en büyük otomobil üreticisi olan Nissan'ın en güçlü rakibi olan Toyato'yla
1993'de yaptığı işbirliğiyle sağladığı kazançlar bunun en güzel örneğidir. Bu çerçevede Denizli girişimcisinin çıkar birliği yaparak ürün ve hizmette işbirliğine gitmesi ve belirli bir kalite ve maliyet üstünlüğü
yakalayarak dünyada ihracat şansını artırması önemlidir.
6. TKY UYGULANMASINA YÖNELİK BAşARI şARTLARI
Toplam kalite yönetimi için en samimi ve iyi niyeti başlamış olunan kalite yolculuklarında bile, beklenene ulaşmak için engellerle karşılaşılabilmekte ve TKY uygulamak için kullanılan araç, teknik ve yöntemlerden beklenen yararlar elde edilememektedir. Burada ilk başarı koşullarından biri toplum kalite konusunda varolan yanlış düşüncelerden ve uygulamalardan kurtulmak, ikincisi ise toplam kalite yönetimini anlamada ve uygulamadaki eksiklikleri iyi bir şekilde tespit etmek ve bunları kararlılıkla çözmektir.
101
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ
SANAYİİ
SEMPOZYUMU
Yukarıda belirlenen bu önemli iki ön şarttan sonra TKY'nin uygulanmasında başarı sağlamanın şartları
olarak şunlar sıralanabilir:
• Herkes kendi reçetesini kendisi yazmalıdır: TKY başarı şartlarından en önemlisi toplam kalitenin
başkasından alınmasının mümkün olmadığıdır. Bu nedenle her kuruluşun kendi bünyesine uygun bir
TKY kültürü oluşturması gerekmektedir.
•
insanı yönetmekten çok yönlendirmeye çalışılmalıdır: TKY'de kalite gerçekleştirme herkesin işidir. Bu nedenle bütün çalışanların yaratıcı yeteneklerini ortaya koymasına, mevcut problemleri çözmeye
yardımcı olacak şekilde bireysel ve grupsal süreçlere katılmasına imkan verecek bir liderlik ortaya konulmalıdır. Bu nedenle güven ortamı oluşturarak, çalışanların birbirine ve yönetim ile ilişkilerinin geliştirilmesine fırsat verilmelidir.,
• Kalite kontrol edilmemeli, üretilmeye çalışılmalıdır: TKY'de önemli bir husus da kalitenin kontrolle sağlanamayacağının anlaşılmasıdır. TKY uygulayıcılarının sonuçlara bakarak kaliteyi kontrol etme
anlayışından uzak durarak kaliteyi süreçte üretme anlayışını benimsemesi gerekir. Bu nedenle ürünü sonuçta kontrol edip fireli mamulü ayıklamanın kalite üretmekten çok uzak olduğunu anlamak gerekir.
•
Sürekli iyileştirmeyi tüm süreçlere yayıp, devamlılığını sağlamaya çalışmalıdır: TKY, mevcutla yetinmeyip sürekli iyileştirme ve gelişmeyi hedeflediğinden TKY uygulayıcılarının çalışanların (en üstten en
aşağıya kadar) eğitimini devamlı kılması bölümler arasında işbirliği ve iletişimi sürekli geliştirmesi gerekmektedir. Bu nedenle bugünü, yarından farklı kılma bilincinin tüm işletme katmanlarına yayılması sağlanmalıdır.
• Kalite üstünlüğünü sağlamada gerekli olan ileri sistem ve yöntemlerin kullanılması : TKY, tasarımda kalite yönetimi, kalite geliştirme mühendisliği, planlı bakım, istatistiksel kalite kontrol yöntemleriyle çevrili çok sayıda yöntemden oluşmaktadır. Dolayısıyla disiplinli, planlı, ölçülü davranarak objektif
ve bilimsel yöntemlere ağırlık vermek toplam kalitede başarı için gereklidir.
SONUÇ
Günümüzde yaşanılan küresel rekabet şartlarında işletmelerin başarılı olabilmeleri daha fazla zorlaşırken, yaşanılan her başarısızlığın işletmenin varlığını devam ettirebilmesi noktasında daha çok tehdit edici bir hale geldiği görülmektedir, işletmelerin yoğun rekabet koşulları altında uzun dönemli ve sürdürülebilir üstünlükler elde etmesi son derece önemli ve aynı derecede zor bir hale gelmiştir. Rekabet gücündeki zayıflığın, işletmelerin pazar yapısını doğrudan azalttığının anlaşılması, bilinçlenen bir tüketici grubunun ortaya çıkması, bunların beklentilerinin yeterince karşylanamamasının olumsuz imaj yaratması
(yani kalitesizlik maliyetleri doğurması) ve kalite maliyetlerini yükseltmesi TKY'nin işletmeler için niçin
önemli olduğunu ve benimsenmesi gerektiğini açıklamaktadır.
Bu nedenle genelde Türkiye'de özelde Denizli'de TKY ve Sürekli Kalite Geliştirme, endüstri çevrelerinde tamamen anlaşılmaya, bir yaşam biçimi ve ortak kültür haline getirilmeye çalışılmalıdır. Bu değişimin bilinçli bir şekilde, hızlı ve yaygın biçimde yapılması gerekmektedir. Ülkemizin yeni dünya yapılanmasında yerini alabilmesi bu konuda TKY'nin anahtar olduğuna inanmak ve bu konuda olağanüstü bir
çaba ve enerji göstermekle mümkün olacaktır. Yeni gelişen bir sanayi kenti ve henüz endüstrileşme hareketini bile tam anlamıyla tamamlamamış bir ülke olduğumuzu düşünürsek, kaybedecek hiç vaktimiz
olmadığı açıktır. Unutmamak gerekir ki anahtarlar kapıları açtığı gibi kapatmaktadır da. Kendisine kucak
açmayan ülke ekonomilerine ve şirketlerine TKY, dünyadaki yarışa katılmanın kapısını kapamaktadır. Bu
durumda gelecekte var olmamız: Günümüzde ve yarınımızda TKY'nin var olmasına bağlıdır.
102
21.YÜZYILA DOĞRU DENİZLİ SANAYİİ SEMPOZYUMU
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17
18.
19
20.
Antinioni, David, "İmprove the Performance Management Process Before Discontinuing Performance
Appraisal", Coompensation and Benefits Review, Vol:26, May/June-1994.
Arkış, Nurdoğan, "Türkiye'deki Kalite Çemberleri Uygulamalarının Genel Bir Değerlendirilmesi", Verimlilik Der
gisi. Özel Sayı, Ankara-1993.
Aydemir, Nilgün, "Rekabet Anahtarı Olarak Kalite Stratejisi ve Gerçekleştirilmesinde Bir Etken : Toplam Kali
te Yönetim Felsefesi", İktisat, İşletme, Finans Dergisi, Temmuz-1993
Birthod, Giovanni, "Toplam Kalite ve İnsan Kaynaklan" Çev.Özlem Rodoplu, Kalite Dergisi, Ocak-1994
Bobbitt, H.Randolp, Breinholt, Robert H., Doktor, Robert H. And McNaul, James P.,Organizational Behavior,
Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, New Jersey, 1974
Cheeser, Raymond, Kaizen is More Than Continuous İmpravement Quality Progress, 1994
Deming, W.Edward, "Improvement of Quality and Productivity Through Action By Management", National
Productivity Review,Volume :1, No:l, VVinter 1981-1982, s. 12-22
Demirkan, Mahmut, "Toplam Kalite Yönetimi ve Türkiye'de Sosyal Politika Aracı Olarak Uygulanabilirliği Üze
rine Bir İnceleme", 3.Verimlilik Kongresi Bildiriler Kitabı, Ankara, 1997
Ersen, Haldun, Toplam Kalite ve İnsan Kaynakları Yönetimi İlişkisi, Yön.Matbaacılık, İstanbul, 1996
Ersun, N.Semih, "TKY Nedir ? Ne Değildir ? Nasıl Oluşturulur", Beşinci Ergonomi Kongresi, İstanbul, 1995.
Garvin, David A., "Product Quality : An Important Strategic Weapon", Business Horizons, March-April,1984.
Juran J.M., Juran On Leadirship For Ouality, Collier Macmillan, Inc., Canada,1989.
Imai, Masaaki, Kaizen, Brisa, 1986
lshikawa, Kaoru, Toplam Kalite Yönetimi, Kalder Yayınları, İstanbul, 1995.
İstanbul Tekstil ve İhracatçıları Birliği (YTKYB), Hedef Dergisi, Ağustos-1993
Kavrakoğlu, İbrahim, Kalite Güvencesi ISO 9000 ve Toplam Kalite, İstanbul, 1993.
, Toplam Kalite Yönetimi, Kalder Yayınları, İstanbul, 1996
Peşkircioğlu, Nurettin, "Toplam Kalite Yönetimi ve Katılımcılık, Verimlilik Dergisi, Toplam Kalite Özel Sayısı, An
kara-1995.
İncir, Gülten, Bozkurt, Rıdvan," TKY Geçiş Sürecinde Katılımcılığın Güçlenmesini Etkileyen Fak
törlerin Analizi, 5,Ergonomi Kongresi, İstanbul, 1995
TSE, Standard Dergisi, Sayı: 190, şubat-1986.
103
Download