Cihatçılık bir kuşağa özgü nihilist bir isyandı

advertisement
Cihatçılık bir kuşağa özgü nihilist bir
isyandı
Olivier Roy, IŞİD’in, “İslam’ın radikalleşmesi” değil de “radikalliğin İslamileşmesi”
anlamına geldiği tezini ileri sürüyor.
22.12.2015 / 13:07
Demek Fransa savaştaymış! Belki. Ama kime ve neye karşı? IŞİD’in, Fransız hükümeti
onu bombardımana tutmaktan vazgeçsin diye Fransa’ya saldırı düzenlemeye Suriyeli
yolladığı yok. IŞİD, Ortadoğu’da ne olursa olsun zaten başkaldırmış olan ve kişisel
isyanlarına bir dava, bir marka, bir büyük anlatı arayan radikalleşmiş genç Fransızlar
havuzundan besleniyor. IŞİD’in ezilmesi bu isyanda hiçbir şey değiştirmeyecek.
Bu gençlerin IŞİD’e katılmaları eyyamcılıktandır: Dün El Kaide’yle birlikteydiler, ondan
önce (1995) Cezayir’deki GIA’ya taşeronluk yapmaktaydılar, ya da Bosna’da veya
Afganistan’da, bu arada Çeçenistan’da da, ufak göçebe bireysel cihadcılıklarını
(Roubaix Çetesi gibi) yürütmekteydiler. Yarın ise, 1970’li yılların aşırı solu gibi
yaşlanacak ya da hayalkırıklığı yüzünden safları boşalmazsa, başka bir bayrak altında
dövüşecekler.
Üçüncü, dördüncü ya da bilmem kaçıncı cihadcı kuşağı diye bir şey yoktur. 1996’dan
beri, çok yerleşik bir hâdiseyle karşı karşıyayız: Genç Fransızların iki kategorisinin,
yani “ikinci kuşak” Müslümanların ve “öz be öz” Fransız olup sonradan Müslümanlığı
kabul edenlerin radikalleşmesi.
Dolayısıyla Fransa için esas mesele, kâbusa dönüşen eski bir serap gibi er ya da geç
buharlaşacak olan Suriye çöllerindeki halifelik değildir. Asıl sorun bu gençlerin neyi
temsil ettiğini; gelecekteki bir savaşın öncüleri mi, yoksa aksine Tarih’in bir
gurultusunda püskürttüğü rateler (tutunamayanlar) mi olduğunu bilmektir.
Milyonların içinde birkaç bin kişi
Bugün ortalığa hükmeden ve televizyon tartışmalarıyla gazetelerin düşünce sayfalarını
dolduran olayları iki tür okuma şekli var: Kabaca, kültürü temel alan açıklama ile
üçüncü dünyacı açıklama. İlki, sürekli karşılaştığımız usanç verici medeniyetler
çatışmasını öne çıkarıyor: Genç Müslümanların isyanı, en azından bir teolojik reformla
Kur’an’dan cihad çağrısı silinmediği müddetçe, İslam’ın toplumumuzla
bütünleşmesinin/entegrasyonunun ne kadar imkânsız olduğunu göstermekteymiş.
İkincisi ise sebatla, sömürgecilik-sonrası ıstırabı, gençlerin Filistin davasıyla özdeşleşip
Ortadoğu’daki Batı müdahalelerine karşı çıkışlarını ve ırkçı ve islamofobik Fransız
toplumundan dışlanmalarını zikrediyor. Kısacası eski hamam eski tas: İsrail-Filistin
çatışması çözümlenmediği müddetçe isyan görecekmişiz.
Fakat iki açıklama da aynı meselede tökezliyor : Radikalleşmenin sebepleri yapısal ise,
o zaman niçin Fransa’da kendine Müslüman diyebileceklerin ufacık bir kesimini
etkiliyor? Milyonlarca kişi içinde birkaç bin.
Zira o radikal gençlerin kimlikleri tespit edilmişti! Eyleme geçen bütün teröristlerin o
ünlü “S” fişleri vardı. Burada önlem alma konusuna girmiyorum, sadece bilginin
burada ve erişilebilir olduğuna dikkat çekiyorum. Öyleyse kim olduklarına bakalım ve
bundan sonuçlar çıkarmayı deneyelim.
Radikalliğin İslamîleşmesi
Neredeyse tüm Fransız cihadcılar çok belirgin iki kategoriye girerler: ya Fransa’da
doğmuş veya buraya çocukken gelmiş “ikinci kuşak”tırlar, ya da sonradan Müslüman
olmuşlardır (bunların sayıları zamanla artmaktadır, ama 1990’lı yılların sonuna doğru
radikallerin yüzde 25’ine ulaşmışlardı zaten). Bunun anlamı, radikaller arasında pek
“birinci kuşak” (yeni gelmiş göçmen işçiler bile) olmaması, “üçüncü kuşak”tan ise
hemen hiç kimsenin olmamasıdır. Oysa bu son kategori vardır ve sayıca artmaktadır:
1970’li yılların Faslı göçmen işçileri dede olmuşlardır ve torunları arasından terörist
çıkmamaktadır. Ya ırkçılıktan hiç çekmemiş olan sonradan Müslüman olmuşlar
(mühtediler), niçin aniden Müslümanların maruz kaldıkları aşağılanmanın intikamını
almak isterler peki? Mühtedilerin çoğu Fransız kırsalından gelir (Maxime Hauchard[1]
gibi) ve kendileri için ancak sanal bir varlık olan Müslüman cemaatiyle
özdeşleşebilmeleri kolay değildir. Kısacası, “İslam’ın isyanı” ya “Müslümanların isyanı”
değil bu; çoğunlukla göçmen işçi çocuklarını, ama aynı zamanda “öz be öz” Fransızları
da ilgilendiren belirgin bir mesele. İslam’ın radikalleşmesi değil, radikalliğin
İslamîleşmesi söz konusu.
“İkinci kuşaklar” ile mühtediler arasında ortak ne var? Önce bir kuşak isyanı söz
konusu: İki taraf da ebeveynleriyle ilişkiyi keser, ya da daha doğrusu ebeveynlerinin
kültür ve din bakımından temsil ettikleri şeyden koparlar. “İkinci kuşaklar” hiçbir
zaman anne-babalarının İslamını benimsemezler, batılılaşmaya karşı isyan eden bir
geleneği asla temsil etmezler. Batılılaşmışlardır, ebeveynlerinden iyi Fransızca
konuşurlar. Hepsi kendi kuşaklarındaki “genç” kültürünü paylaşmış, alkol kullanmış,
esrar içmiş, diskoda kızlara asılmıştır. İçlerinde büyük bir kısmının hapishaneye yolu
düşmüştür. Sonra, sabahlardan bir sabah, dine yönelmiş ve Selefi bir İslam’ı, yani
kültür kavramını reddeden bir İslam’ı, kendilerini kendi başlarına inşa etme imkânı
sağlayan bir akaid İslamını seçmiştir. Zira kendinden-nefretin simgeleri haline gelmiş
olan anne-babalarının kültürlerini de “Batılı” bir kültürü de istemezler.
İsyanın anahtarı, kültürel olarak yerleşik bir din aktarımının olmamasındadır öncelikle.
Gelinen ülkedeki kültürel bir İslam’ın taşıyıcısı olup bunu aktarmayı becerememiş “ilk
kuşağı” da, Fransızca konuştukları ebeveynleri sayesinde Fransız toplumu içinde
İslam’ın ifade biçimleriyle bir âşinâlık kurabilen “üçüncü kuşağı” da ilgilendirmeyen bir
meseledir bu: Çatışmalı olabilse de, “söylenebilir”dir. Radikal hareketlerde Türklerin
Mağriplilerden çok daha az bulunması, Türkler’de aktarımın temin edilebilmiş
olmasındandır kuşkusuz; zira Türk devleti öğretmenler ve imamlar göndererek
aktarımın yapılmasını üstlenmiştir (ki bu da başka sorunlar çıkarır, fakat Selefiliğin ve
şiddetin benimsenmesini bertaraf etme imkânı verir).
Tüm bağları kopmuş gençler
Din değiştirenler tanımına giren gençler ise, “saf” dini benimsemektedir; kültürel
tavizle ilgilenmezler (Sufiliği benimseyen önceki kuşaklarla hiçbir benzerlik yoktur);
burada buldukları ikinci kuşak, kuşaksal kopuş, kültürel kopuş ve nihayet siyasî kopuş
olan bir “kopuş İslamı”nı benimsemektedir. Kısacası onlara bir “ılımlı İslam” ikram
etmek hiçbir şeye yaramaz, tanımları gereği radikallik çekmektedir onları. Selefilik
yalnızca finansmanı Suudi Arabistan tarafından sağlanan bir vaizlik meselesi değildir;
tüm bağlarını koparmış gençlere uyan üründür aynı zamanda.
Böylelikle, çeşitli intifada biçimlerine atılan Filistinli gençlerin durumlarıyla büyük bir
farklılık oluşur; Fransız radikallerin Müslüman ebeveynleri evlatlarının isyanını
anlamazlar. Git gide, onlar da mühtedi gençlerin ebeveynleri gibi, çocuklarının
radikalleşmesine engel olmaya çalışırlar: Polise telefon ederler, geri getirmeyi
denemek için Türkiye’ye giderler, daha radikalleşmiş büyüklerin ufakları
beraberlerinde sürüklemesinden çekinirler. Kısacası cihadcılar, Müslüman toplulukların
bir radikalleşmesinin simgesi olmadıkları gibi, kuşaksal kırılmayı patlatmakta, yani
düpedüz aileyi paramparça etmektedirler.
Aileleriyle bağlarını koparmış olan cihadcılar, Müslüman topluluklarının da
kıyısındadırlar: Neredeyse hiçbirinin kendini dine ve ibadete kaptırdığı bir geçmişi
olmamıştır, aksine. Gazetecilerin makaleleri şaşırtıcı biçimde birbirine benzer: Her
saldırıdan sonra, katilin muhitinde soruşturma yapmaya gidilir ve her tarafta daima
“sürpriz yaşanmaktadır”: “Hiç anlamıyoruz, aklı başında bir çocuktu (Bunun bir
varyantı da: “Ufak tefek suçlar işleyen bir haytaydı”), ibadet etmezdi, alkol alır, esrar
içerdi, kızlarla takılırdı… Şey evet, birkaç ay önce acayipleşti, sakal bıraktı ve kafamızı
dinle şişirmeye başladı.” Kadın versiyonunda ise, “Miss Havaî Cihad”, Hasna Aït
Boulahcen’le ilgili bir sürü yazıya bakılabilir.
Bu durumda takiyyeden bahsetmeye gerek yoktur, zira bir “born-again” (yeniden
doğmuş) oldukları vakit, gençler gizlenmezler ve yeni inanışlarını Facebook’tan
sergilerler. Herşeye-kadir yeni benliklerini, içe atılmış bir yoksunluğun rövanşını alma
isteklerini, öldürme isteği ve kendi ölümleriyle büyülenmelerinin onlara verdiği yeni
herşeye-kadirlik sevinçlerini teşhir ederler böylece. Benimsedikleri şiddet modern bir
şiddettir, ABD’deki kitle üzerine ateş açanlar, ya da Norveç’te Breivik gibi, soğukça ve
sakince öldürürler. Burada nihilizm ve gurur derinden bağlıdır birbirine.
Müslüman toplulukları nazarında tecrit olmuşlukları bu kaçık bireyciliktendir. İçlerinden
azı camiye gitmiştir. İçlerindeki muhtemel imamlarının çoğu, kendi kendilerini imam
ilan etmişlerdir. Radikalleşmelerinin oluştuğu ortam, kahramanlık, şiddet ve ölüm
hayalleriyle çevrilidir; şeriat ya da ütopya hayalleriyle değil. Suriye’de sadece
savaşırlar: Sivil toplumla hiçbiri bütünleşmez ya da ilgilenmez. Cinsel köleler
edinmeleri ya da internet üzerinden müstakbel şehit dulları olmaları için genç kadınlar
devşirmeleri de, savunduklarını iddia ettikleri Müslüman toplumlarla hiçbir şekilde
bütünleşmemelerindendir. Ütopist olmaktan ziyade nihilisttirler.
Hiçbiri ilâhiyatla ilgilenmez
İçlerinde Tebliğ’den (uluslarüstü bir ağa sahip olan Pakistan merkezli Tebliğ Cemiyeti)
geçenler olmuşsa da, hiçbiri Müslüman Kardeşler’le (Fransa İslam Örgütleri Birliği)
teşrikimesaiye girmemiştir; başta Filistin destekçisi hareketler olmak üzere hiçbir
siyasî hareketin militanı olmamıştır. Hiçbiri “cemaat halinde yapılan” ibadetlere
(Ramazan’da iftar sofrası kurmak; camilerde ya da kapı kapı dolaşarak tebliğde
bulunmak) katılmamıştır. Hiçbiri ciddi dinî eğitim görmemiştir. Hiçbiri ilâhiyatla
ilgilenmez; hatta cihadın tabiatı ya da İslam devletinin tabiatıyla da ilgilenmez.
Birbirleriyle özel bir yerde (mahalle, hapishane, spor kulübü) tanışmış ufak bir
“arkadaş” grubu etrafında radikalleşirler; yeniden bir “aile”, bir kardeşlik yaratırlar.
Hiç kimsenin araştırmamış olduğu önemli bir şema var: Kardeşlik çoğu zaman
biyolojiktir de. Düzenli bir şekilde, eyleme birlikte geçen bir çift “birader”le
karşılaşılmaktadır (Kouachi ve Abdeslam Kardeşler; ufak kardeşini “kaçıran”
Abdelhamid Abaaoud; birlikte din değiştirmiş olan Clain Kardeşler; ayrıca Nisan
2013’teki Boston saldırısını düzenleyen Tsarnaev Kardeşler). Kardeşleri (kızkardeşler
de dahil) radikalleştirmek, kuşaksal boyutu ve ebeveynlerle yaşanan kopuşu
vurgulamanın bir yoludur adeta. Hücre üyeleri arasında duygusal bağlar kurulmaya
çabalanır: Sık sık silah arkadaşının kızkardeşiyle evlenilir. Cihadcı hücreler Marksist ya
da milliyetçi esinli (Cezayirli FLN, IRA ya da ETA) radikal hareketlerdeki hücrelere
benzemez. Kişisel bağlar üzerine kurulmuş olduklarından içlerine sızılması daha zordur.
Dolayısıyla teröristler Müslüman bir nüfus kesiminin radikalleşmesinin dışavurumu
değillerdir, fakat belirgin bir genç kategorisini etkileyen kuşaksal bir isyanı yansıtırlar.
Neden İslam? İkinci kuşak için bu bârizdir: Onların gözünde anne-babalarının heder
ettikleri bir kimliği üstlenmektedirler: Onlar “Müslümanlardan da Müslüman”dırlar;
özellikle de anne-babalarından… Ebeveynlerini tekrar dine döndürmek için (boşuna)
harcadıkları enerji mânâlıdır, ama nasıl başka bir gezegende bulunduklarını da
göstermektedir (bütün ebeveynlerin bu teatilerle ilgili anlatacakları vardır). Sonradan
Müslüman olanlar ise, İslam’ı seçerler çünkü radikal isyan piyasasında sadece bu
vardır. IŞİD’e katılınca dehşet yaratacağınız kesindir.
[1] IŞİD’in Suriye’deki cellatlarından biri olan Normandiyalı Fransız genci (ç.n.)
Tercüme: Haldun Bayri
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download