Abdulhamid Medkur

advertisement
Tasavvufu İbn Arabî’den başlatmak ya da o çizgiyle sınırlamak ilmî bir
yaklaşım değildir. İbn Arabî’den 400 yıl önce, hicrî ikinci asırdan itibaren
yaşamış sûfiler neden dikkate alınmıyor? es-Sülemî’nin et-Tabakâtü’sSûfiyyesine bakarsanız orada, hicrî 161’de vefat eden İbrahim b. Edhem’den
bahsedilir. Yine hicrî ikinci asırda yaşayan Râbiatü’l-Adeviyye’den
bahsedilir… Seriyyü’s-Sakatî ve Maruf el-Kerhî’den, el-Muhasibî’den,
Tüsterî’den, Cüneyd ve diğerlerinden bahsedilir… Bunlar tasavvufun öncü
şahsiyetlerindendir ve İbn Arabî’den 400 yıl önce yaşamışlardır. Tasavvufu
konuşacaksak, kaynağından başlamamız icab eder.
Prof. Dr. Abdulhamid Abdülmünim
Medkûr hoca, Kahire Üniversitesi
Dâru'l-Ulûm Fakültesi İslam
Felsefesi Bölüm Başkanı, Arap Dili
Enstitüsü üyesi
Hasan Mahmud Abdullatif eş-Şâfi'î hoca 1930 yılında, Kahire'de doğdu.
Küçük yaşta Kur'ân-ı Kerim'i hıfzetti ve el-Ezher'de ilim tahsiline başladı.
1953 yılında el-Ezher Üniversitesi, Usûlu'd-Dîn Fakültesi'ne ve Kahire
Üniversitesi Dâru'l-Ulûm Fakültesi'ne başladı.
1964 ve 1966 yıllarında iki defa tutuklandı ve toplam 6 sene hapiste
kaldı. Bu süre içinde yoğun işkenceye tâbi tutuldu. O zamandan kalma
kırbaç izleri sırtında hala durmaktadır. Daha sonra Mısır Askerî Mahkemesi
tarafından da tutuklanması istenen Hasan eş-Şâfi'î hoca hakkında
müebbet hapis cezası kararı verildi ancak Yüksek Mahkeme bu kararı
temyiz etti.
Hasan eş-Şâfiî hoca 1971 yılı itibariyle, kitap yazmaya başladı. İslam
Felsefesi, Tevhid, Kelam İlmi ve Tasavvuf alanlarında 10 tane kitap ve 30
adet ilmî tebliğ hazırladı.
1977 yılında Londra Üniversitesi, Doğu ve Afrika Araştırmaları
Fakültesinde İslam Felsefesi alanında doktorasını tamamladı.
Eserlerinden bazıları: el-Âmidî ve Ârâ'uhû'l-Kelâmiyye, İlmü'l-Kelam beyne
Mâdıyhi ve Hâdırıhî, Fusûl fi't-Tasavvuf, et-Teyyâru'l-Meşşâ'î fi'l-Felsefeti'lİslâmiyye, Ebû Hâmid el-Gazzâlî: Dirâsât fî Fikrihî ve Asrihî ve Te'sîrihî,
el-İmâm Muhammed Abduh ve Tecdîd İlmi'l-Kelâm,
Haraket'-Te'vîli'n-Nesevî li'l-Kur'âni ve'd-Dîn, Tecdîdü'lFikri'l-İslâmî: el-Mefhûm ve'd-Devâ'î ve'l-Hatavât,
el-Medhal İlâ Dirâseti İlmi'l-Kelâm
83 yaşında olan Hasan eş-Şâfi'î hoca, şu anda Ezher
Şeyhi Ahmed Tayyib hocanın müsteşarlığını ve Mısır
Arap Dili Enstitüsü'nün ve Uluslararası Sûfî Âlimler
Birliği'nin başkanlığınınım yanısıra tedris ve irşad
faaliyetlerine devam etmektedir.
MÜLAKAT
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
Katılanlar: Hasan Şafiî, Abdulhamid Medkûr,
Diyorlar ki: “Zühd kelimesi Kur’ân’da yalnızca bir
Talha Hakan Alp, M. Fatih Kaya,
defa geçmektedir. Onun da Sûfîlerin kastettiği dinî,
Ömer Faruk Tokat
şer’î ve ahlâkî anlamdaki zühdle alakası yoktur. Do-
[Kahire Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fakültesi, Kelam
hocası Prof. Dr. Hasan Şâfiî ve yine aynı üniversitenin tasavvuf bölümü başkanlığını yapan Prof. Dr.
Abdulhamid Medkûr hocalarla tasavvuf ve kelam
layısıyla sûfiyye, tasavvufu ve zühd adıyla kurumsallaştırdıkları sistemi, Hıristiyan mistisizminden
hatta Yahudi mistisizminden hareketle oluşmuş
önceki mistik akımlardan almışlardır.”
merkezli bir söyleşi gerçekleştirdik...
Bu, oryantalistlerin başlattığı ve yaygınlaşmasını
“Ukûl”, “Ukûl-u aşare”, “nüfûs-u tis’a”, “eflâk-ı tis’a”
terviç ettiği bir iddiadır. Üstelik bu tür iddialar yal-
vb. kavramların Neoplatonizm’le; tasavvufun diğer
dinlerdeki mistik oluşumlarla ilişkisini, Hakikat-i
Muhammediyye, nur-i Muhammedî, kelime/logos
felsefesi vb. kavramları ve modernist din yorumlarını konuştuk.]
Talha Hakan Alp: Nazarî tasavvufla Hıristiyan mistisizmi arasında Hakîkat-i Muhammediyye gibi bazı
kavramlarda irtibat olduğunu düşünenler var. Tasavvufun bazı kavramlarının Hıristiyan mistisizminden ithal edildiği öne sürülüyor. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
nızca tasavvufa münhasır olmayıp İslam düşüncesinin ve İslamî ilimlerin her alanına teşmil edilmeye
çalışılmaktadır. İslam düşüncesinin her unsurunu
geçmiş uygarlıklarda ortaya çıkan bir unsurla irtibatlandırma gayretkeşliği… Mesela “Fıkıh, Roma
hukukundan etkilenmiştir. Tefsir, eski ve yeni ahit
yorumcusu papazlardan etkilenerek oluşmuştur. Ahlak, Yunan ahlakından alınmıştır. Tasavvuf, Hind ve
Yunan başta olmak üzere yerkürenin her tarafından
alınmıştır. ‘Varlık’, ‘varlığın hakikati’ gibi kavramlar
Hind’den alınmıştır, ‘marifet’ ve ‘irfan’ gibi kavramlar
mıştır. Bazı nazariyeler yer kürenin dört bir yanından
Allah’a hamd ve Rasûlü’ne salât u selamdan sonra…
mesela bir kısmı Hind’den, bir kısmı Hıristiyan felsefe-
İslam tasavvufunun geçmiş mistik akımlardan etkilendiğini ileri süren görüş muhtelif veçheleri olan
bir iddia olup tasavvufun yalnızca Hıristiyan mistisizminden değil, aynı zamanda tasavvuftaki her
şeyin kendinden önceki mistik akımlardan etkilendiğini ileri sürmektedir. Birçok kimse tasavvufun
geçmiş/diğer mistik akımlardan etkilendiğini ileri
sürmektedir. İçlerinden bir kısmı zühde bile böyle
bakmaktadır; “Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in
Sünnetinden hareketle tekevvün etmiş İslamî bilgi ve kültür birikimi ve şer’î kaynaklar, Sahabe ve
sinden ve Hıristiyan mistisizminden, bir kısmı da Yunan felsefesinden kotarılmıştır.” Doğrusu bu, yaygın
bir iddiadır ve bu iddianın sahipleri, orijini Müslümanlara ait olan her değeri Müslümanların dinî
kaynaklarından koparmayı hedeflemektedir… Bu,
Müslümanların kaynaklarını her türlü orijinaliteden
soyutlamaya çağrıdır… Abartılar üzerine kurulu bir
iddiadır. Çünkü bir şeyle ilgili olarak etkileme ya da
etkilenme iddiasında bulunabilmek için olmazsa
olmaz şartlar vardır. Her sonradan gelenin, öncekinin etkisinde olduğunu söyleyebilmemiz için bir ta-
Tâbiîn yaşamının/ahvâlinin, Müslümanlar arasında
kım şartlar vardır. Bu şartları dikkate almayan kim-
ortaya çıkmış olan zühdün kaynağı olamayacağını”
seler, Kur’ân-ı Kerim’in Tevrat ve İncil’den alıntı ol-
söylemektedirler. Bazıları zühd kelimesinin Kur’ân-ı
duğunu ileri sürmektedirler. Yani Kur’ân-ı Kerim’in
Kerim’de yalnızca bir defa geçtiğini, onun da tasav-
bile geçmiş peygamberlerin eserlerinden, Tevrat ve
vufla alakasız bir bağlamda olduğunu söylemekte-
İncil’den müktebes olduğunu ileri sürebilmektedir-
dir. Kastettikleri âyet şöyle buyuruyor:
ler. Bundan dolayı, söz konusu zorunlu şartlara isti-
ِ ِ َّ ‫س در ِاهم مع ُدود ٍة وَكانوا فِ ِيه ِمن‬
ِ
‫ين‬
َ ‫الزاهد‬
َ
ُ َ َ ْ َ َ َ َ ٍ َْ‫َو َشَرْوهُ بثَ َم ٍن بخ‬
MÜLAKAT
Yunan’dan; Zühd, Yahudi ve Hıristiyanlardan alın-
Abdulhamid Medkûr: Bismillâhirrahmânirrahîm,
nad etmeyen bu tür iddialara teslim olmak doğru
değildir. Mesela bu şartlardan birisi, etkilenen ile
“Değersiz bir baha ile onu bir kaç dirheme sattılar,
etkileyen arasında güçlü bir ilişki olmalı ve bu ilişki
hakkında zahid (rağbetsiz) bulunuyorlardı.”
birebir karşılaşma, okuma ve etkilenenin “şunu fa-
(Yusuf/20)
landan aldım” şeklinde tasrihi gibi çok açık araçlar
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
37
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
üzerine ibtina etmelidir.
Bir şeyin diğer bir şeyden etkilendiğini söyleyebilmek için bu iki şeyin birbirine benzemesi yeterli değildir; bunun yanında öncekiyle sonraki (etkileyen
ile etkilenen) arasında güçlü bir ilişki olmalıdır…
Bu, olmazsa olmaz bir şarttır. Ayrıca etkilenme olduğunu düşündüğümüz unsurun, etkileyen ve etkilenen taraflarda aynı anlamda kullanıldığından
emin olmamız gerekir. Çünkü bazen bir medeniyet
ya da bir kültürdeki kelime başka bir medeniyete
intikal ettiğinde tamamıyla farklı bir muhteva kazanabilir… Bu durumda buradaki benzeşim/buluşma
kelimenin mazmununda değil, yalnızca lafzında
olur. Bunlar, olmazsa olmaz hususlardır. Mesela
Hind mistisizminde fenâ kavramı vardır. Ancak oradaki fenâ ontolojik bir kavramdır. Hind mistisizminde ulûhiyyet yaklaşımı yoktur; aksine o, doğa mistisizmidir. Şimdi tasavvuf okumaları sırasında fenâ
kavramıyla karşılaştığımızda aceleci davranarak
Müslüman sufîlerin dile getirdiği fenâ kavramının
MÜLAKAT
geçmiş Hind mistiklerininkiyle aynı olduğunu söylemek doğru olmaz. Tasavvuf kitaplarındaki fenâ
kavramına baktığımızda bunun üç anlamının oldu-
38
sasındaki kadınların durumunu hatırlamanın tam
sırası; “Vaktâ ki O’nu gördüler, O’nu pek büyüttüler ve
kendi ellerini kesiverdiler ve dediler ki: ‘Allah Teâlâ’yı
tenzih ederiz, bu bir insan değil, bu ancak bir kerîm
melektir.’ ” (Yusuf, 31). Kadınların yaşadığı bu durum
fenâ-i şuûrî/vucdânîdir. Kadınlar kendi varlıklarının
ve etraflarındaki eşyanın farkındalar ancak duygu
ve his boyutunda bazı şeyler karşısında bir gaybubet/geçginlik hali yaşadılar. Bu, tabiî bir duyumsamadır ki bunu her insan yaşayabilir. Mesela biz çok
sevindirici ya da çok üzücü bir haber aldığımızda
geçici bir şuur kaybına uğrayarak açlık, susuzluk,
uykusuzluk ve yorgunluk gibi durumlar karşısında
psikolojik düzlemde bir gaybubet (geçginlik) hali
yaşayabiliriz. Bu çok vazıh bir meseledir… Fenâ-i
ahlâkî bedihî bir meseledir… Bundan da öte matlup bir haldir. Fenâ-i şu’ûrî de bedihî olup birçok insanın zaman zaman yaşadığı bir haldir ve sahibini,
“bütün mevcudât birdir (varlığın birliği/ittihad)” demeye götürmedikçe normal bir durumdur.
Fenânın üçüncü türü el-fenâ ani’l-vücûddur. Fenanın bu türünün, Hint mistiklerinin sözünü ettiği
fenâ/nirvanaya benzemesi mümkündür. Böyle bir
ğunu görürüz:
benzerlikten söz etmek mümkün olmakla birlikte
el-Fenâu’l-ahlâkî… Yani, ucüb, kibir, hased, nifak,
Yani fenanın bu türü geçici bir hal olup sürekli de-
büyük sûfîler “fenadan sonra bekâ”dan sözederler.
riya vb. kulun amellerinin Allah indinde redde-
ğildir. Bu fenâda bir tür baskın vecd hali yaşanır…
dilmesine sebep olan ahlâkî âfetlerden ve düşük
Sûfînin yaşadığı bu hal, onu nefsine hükmetmekten
hallerden sıyrılma anlamında kullanılır ki bu, şer’î,
aciz bırakır… Gerçek sâlik bu durumu bir mesel-i
İslâmî ve dinî bir anlam olup bütün Müslümanların
a’lâ (en yüce gaye) olarak görmemelidir. Çünkü en
kuşanması gereken bir hususiyeti ifade eder. Âk u
yüce hedef, sâlikin o fenâ tecrübesinden edinmiş
pâk olarak Allah’a ulaşmak ve Allah indinde amel-
olduğu kazanımlarla donanarak tekrar vücûd
leri değersizleştiren huylardan sıyrılmak; niyet,
mertebesine dönmesidir. Dolayısıyla fenâ sonra-
ibadet ve ahlakta safiyete ulaşmak için el-fenâu’l-
sı bekâ, fenanın kendisinden daha kâmil bir ma-
ahlâkî gerekir. Ehl-i Tasavvuf bu anlamdaki fenâdan
kamdır. Tasavvufun diğer kültürlerden ve mistik
bahsederken bizim kalkıp bu fenâyı Hind mistisiz-
akımlardan etkilendiğini ileri süren iddialara karşı
mindeki fenâyla ilişkilendirmemiz doğru olmaz.
şimdilik genel olarak bunları söyleyebiliriz.
İkinci anlam el-fenâu’l-vucdânî ya da el-fenâu’ş-
Hakîkat-i Muhammediyye anlayışının Hıristiyan
şuûrîdir. Kişinin, var olduğunu ve düşündüğünü bi-
mistisizminden alındığını iddia etmek ise doğrusu
lerek, bazen bulunduğu eşyaya karşı hissî boyutta
çok zorlama bir yaklaşımdır… Hakikatle bağdaşma-
farkındalığını kaybetmesi, yani kişinin belli bir za-
yan bir tutumdur. Çünkü Hıristiyan mistisizmi Hz.
man diliminde bazı şeylere karşı his, şuur ve bilin-
Mesih üzerine yoğunlaşır. İslam’da ise tasavvufun
cini yitirmesidir ki bu psikolojik ve tabiî bir haldir.
etrafında döndüğü merkez ve mihver, Allah Celle ve
Nitekim insanın bazen bu durumu yaşaması kesin-
A’lâ’ya teveccühtür. Evet Rasûlullâh (s.a.v)’in büyük,
likle mümkündür. Bu noktada, Hz. Yusuf (a. s) kıs-
şerefli ve kâmil bir makamı vardır ancak O (s.a.v),
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
merkez ya da mihver değildir. Şia’dan bir kesimin ve
Mülakat
genel bir çerçeve olarak şunu da göz ardı etmemek
bazı sûfîlerin Hakikat-i Muhammediyye’den bahset-
gerekiyor: Kurumsal anlamda tasavvufun baş-
tikleri doğru olmakla birlikte bize düşen Hakikat-ı
langıç dönemlerinde, hicrî üçüncü, dördüncü ve
Muhammediyye anlayışına, Hıristiyan mistisizminin
beşinci asırlarda büyük sûfilerin ortaya koyduğu
dışında bir kaynak aramaktır. Çünkü Hıristiyan mis-
Tasavvuf usulünde ve onların kitaplarda nerdey-
tisizmi ile tasavvuftaki bu tür nazariyelerin kaynağı
se hiçbir ecnebi tesir bulamazsınız… Bu yüzden
arasında ilişki kurulamaz. Umarım söylediklerim so-
o dönemlerin tasavvuf eserlerinde aklu’l-evvel
runuza cevap teşkil etmiştir.
vb. kavramlar yoktur; orada tevhid kavramını
Hakîkat-i Muhammediyye anlayışının Hıristiyan mistisizminden alındığını iddia
etmek ise doğrusu çok zorlama bir yaklaşımdır… Çünkü Hıristiyan mistisizmi Hz.
Mesih üzerine yoğunlaşır. İslam’da ise tasavvufun etrafında döndüğü merkez
ve mihver, Allah Celle ve A’lâ’ya teveccühtür. Evet Rasûlullâh (s.a.v)’in büyük,
şerefli ve kâmil bir makamı vardır ancak O (s.a.v), merkez ya da mihver değildir.
Talha Hakan Alp: Müslüman filozoflar, kitaplarında ukûl (akıllar)dan sözediyor. Ukûl-i aşera, nüfus-i
Bazı sûfîler de felsefeciler gibi akl-ı evvel, akl-i sânî,
akl-i sâlis vb. kavramları kullanıyorlar. el-Aklu’l-evvel
kavramı bazı tasavvuf kitaplarında geçiyor. Dolayısıyla sûfilerin Müslüman filozoflar kanalıyla Yunan felsefesinden etkilenmiş olduklarını söylemek
mümkün müdür?
olduğunu, âlimlerimizin Akaid ve Kelam ilimlerinde mevzubahis ettiği gibi tevhidi, Allah’ın hâlık;
kulun ve kâinatın mahlûk olduğu vb. konuları bulursunuz. Yani ilk dönemlerin sûfîlerinde, önce
Yunan felsefesinde, sonrasında Müslüman filozofların felsefesinde görülen kavramlar, anlayışlar
ve araçlar yoktur. Fârâbî ve İbn Sinâ gibi Meşşâî
ekolün geleneğini sürdüren bazı filozofların kullandığı, Yunan felsefesinden mevrûs araçlar bu
Abdulhamid Medkûr: Burada çok mühim bir me-
dönemlerin tasavvuf terminolojisinde kendine
seleyi dikkate almalıyız. Tasavvuf bin yıldan fazla
yer bulamamıştır. Meşşâî ekolün mezkûr gele-
bir zamandan beri İslam dünyasının her köşesine
nekleri bazı Müslüman filozoflar tarafından da
yayılmıştır. Mekân açısından bakarsak, tasavvuf İs-
reddedilmiştir. Bazı Müslüman filozoflar varlığı ve
lam dünyasının en uzak doğusundan en uzak ba-
aklı tabakalandıran felsefî söylemi reddetmişlerdir.
tısına kadar yayılmıştır. Zamansal açıdan bakarsak,
Mesela bakıyorsunuz bir filozof Meşşâî felsefeyi ka-
tasavvuf hicrî ikinci asrın ikinci yarısında bir kavram
bul etmekle birlikte onun bazı taraflarını reddedi-
olarak ortaya çıkmıştır. Yani üzerinde konuştuğu-
yor. Ebu’l-Berakât el-Bağdâdî el-Mu’teber’de bu tür
muz şey, kurumsal anlamda 1200 yıllık geçmişi
felsefî yaklaşımları tenkit ve reddeder. Aynı şekilde
olan bir şey. Bu süreç içinde birçok kadim medeni-
İbn Rüşd, bu tür yaklaşımları reddeder ve bunları
yetler var ve mekân itibariyle İslam dünyası içinde
felsefenin turrehâtı ve hezeyanı olarak görür. Bu
Hind, Fars, Arap, Mağrip vd. milletleri barındırıyor.
söylediklerimiz felsefeyle, daha özelde ise Meşşâî
Bu milletlerin hepsi İslam’a girmiş… Bütün bu in-
felsefeyle ya da Meşşâî ekole mensup filozofların
sanların tek/aynı düşünce, yöntem, anlayış ve tari-
birçoğuyla ilgilidir.
kat üzerinde birleşmiş olmalarını beklemek makul
değildir… Makul olan, coğrafyadan coğrafyaya ve
zamandan zamana değişen birçok tasavvuf çeşidi
ve anlayışı olduğunu kabul etmektir. Ancak burada
MÜLAKAT
tis’a, eflâk-i tis’a vb. kavramlardan bahsediyorlar.
bulursunuz… Tevhidin, kıdemi hudûsten ayırmak
Fakat Ebû Talib el-Mekkî, el-Muhâsibî, el-Cüneyd,
Amr b. Osman el-Mekkî, Sehl et-Tüsterî ve emsali sûfîler akıl, makul, aklın ve nefsin dereceleri gibi
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
39
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
meselelerden hiç bahsetmezler. Hicrî 4. asra gider-
“Musa’nın kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve
seniz Ebû Talib el-Mekkî, Ebu Nasr Serrâc et-Tûsî,
hak ile adalet yapan bir topluluk da vardır (A’râf, 159),
el-Kelâbâzî ve diğer sûfîler de bu konulardan bah-
“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları za-
setmezler. 5. asra giderseniz orada el-Kuşeyrî’yi, el-
man, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ile-
Hucvîrî’yi görürsünüz ve bu tür meseleleri onlarda
ten rehberler tayin etmiştik (Secde, 24), “Ama hepsi
da bulamazsınız. Hicrî 3., 4. ve 5. Asırlar tasavvufun
bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta
ilk asırlarıdır. Bu dönemlerden sonra sûfîlerden
durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan
küçük bir grup tasavvufla felsefeyi mezcediyor
bir topluluk da vardır” (Âl-i İmran, 113).
Tasavvufu felsefeyle karıştıranlar, mutasavvıfların kısm-ı azamına nisbetle
çok küçük bir topluluğu teşkil ederler. Ayrıca sûfilerin içinde ilk dönem
sûfilerin izinden gidip felsefî tasavvufçulara karşı çıkan, onları tenkit eden
ve onların felsefe kaynaklarını ortaya çıkaran kimseler hep olmuştur.
ve sorun da tam burada başlıyor… Bu küçük sûfî
grup terviç ediliyor, sürekli bunlardan bahsediliyor,
MÜLAKAT
bunların görüşleri genellemeci bir yaklaşımla tüm
tasavvufa teşmil edilmeye çalışılıyor. Bu öylesine
çok yapılıyor ki, bütün sûfîlerin bu görüşte olduğu
düşünülüyor.
Ukûl (akıllar) konusundan kim bahsediyor? İşrakî bir
şahsiyet olan Sühreverdî el-Maktûl bahsediyor…
Ondan sonra İbn Arabî ve İbn Seb’în bahsediyor.
Mezkûr sûfîlerin bu felsefeden etkilendiğini söylemek mümkün. Hâlbuki sûfiyyenin cumhûr-i azamına, özellikle de ilk dönem sûfîlerine giderseniz,
az önce zikrettiğimiz geç dönem ve sûfiyye içinde
yalnızca bir ekolü oluşturan bu küçük gruptaki
sûfîlerin bahis konusu ettiği mevzuların hiç birini
onlarda bulamazsınız.
Tasavvuf ya da başka bir alandan bahsederken
genellemeye mahal olmayan yerlerde genellemecilik yapmaktan kaçınmamız gerekir. Yani cüzî bir
meseleyi küllî bir meseleye teşmil etmek doğru
40
Bir cüze ait olan bir hükmü külle tamim etmemek,
öğrenmemiz gereken Kur’ânî bir yöntemdir. Bir
konuda bir hükme varırken yargımızın mevzubahis hususla sınırlı olması icab eder… Kanaatimizi
alakasız hususlara teşmil etmemek için genellemecilikten sakınmamız gerekir. Yoksa cüzî bir hususu
bütün sûfîlere, bütün fakihlere ya da bütün müfessirlere teşmil etmek gibi ilmî ve aklî olmayan bir açmaza düşmek işten bile değildir. O halde bir yargıda bulunurken yargımızın, alakalı olduğu kişi ya da
hususla sınırlı olması gerekir. Dolayısıyla tasavvufu
felsefeyle karıştıranlar, mutasavvıfların kısm-ı
azamına nisbetle çok küçük bir topluluğu teşkil
ederler. Ayrıca sûfilerin içinde ilk dönem sûfilerin
izinden gidip felsefî tasavvufçulara karşı çıkan,
onları tenkit eden ve onların felsefe kaynaklarını
ortaya çıkaran kimseler hep olmuştur.
Talha Hakan Alp: Günümüzde tasavvuf dendiğinde öncelikle İbn Arabî ve o çizgide olan isimler akla
geliyor.
değildir… Aksi takdirde bütün hakikatler zayi
Abdulhamid Medkûr: İbn Arabî, hicrî 6. ve 7. asır-
olur. Hükmü mazmunuyla sınırlandırmak; genel-
da yaşamıştır. Tasavvufu İbn Arabî’den başlatmak
leştirmemek, Kur’ânî bir yöntemdir… Allah Teâlâ
ya da o çizgiyle sınırlamak ilmî bir yaklaşım değil-
hakkında çirkin sözler söyleyen ve peygamberleri
dir. İbn Arabî’den 400 yıl önce, hicrî ikinci asırdan
katleden ve şeriatları tahrif eden Yahudiler hakkın-
itibaren yaşamış sûfiler neden dikkate alınmıyor?
da Kur’ân şöyle der:
es-Sülemî’nin
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
et-Tabakâtü’s-Sûfiyyesine
bakar-
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
nuştuğumuz meseleyi belirlememiz gerekir… Han-
Edhem’den bahsedilir. Yine hicrî ikinci asırda ya-
gi dönemi ve hangi şahsiyetleri konuştuğumuzu
şayan Râbiatü’l-Adeviyye’den bahsedilir… Seriy-
bilmemiz icab eder. Asırlara yayılmış bir yaklaşımı
yü’s-Sakatî ve Maruf el-Kerhî’den, el-Muhasibî’den,
konuşacaksak bu yaklaşımın tarihî süreç içerisinde
Tüsterî’den, Cüneyd ve diğerlerinden bahsedilir…
kazandığı boyutları göz önüne almamız ve çıkardı-
Bunlar tasavvufun öncü şahsiyetlerindendir ve İbn
ğımız sonuçları ancak ilgili olduğu meseleyle sınırlı
Arabi’den 400 yıl önce yaşamışlardır. Tasavvufu ko-
tutup tamim etmememiz gerekir.
nuşacaksak, kaynağından başlamamız icab eder. 6.
ve 7. asırlara geldiğimizde, ancak o zaman İbn Arabî
ile karşılaşırız.
Talha Hakan Alp: Abdulhamid Medkûr hocamıza
teşekkür ediyoruz. Ben benzer bir soruyu bir Kelamcı olan Hasan Abdüllatif eş-Şâfi’î hocamıza sor-
Sufî tarikatların öncü şeyhleri mesela Abdülkadir
mak istiyorum. Felsefe ve teoloji, İslam İlm-i Kelam’ı
el-Cîlânî (Geylanî) neden gözardı edilebilir ki! Ab-
üzerinde ne kadar etkili olmuştur? Watson’un “Ke-
dülkadir el-Cîlânî, İbn Arabî’nin doğumundan bir
lam Felsefeleri: Müslüman-Hristiyan-Yahudi Kelamı”
yıl sonra vefat etmiştir. el-Cîlânî hicrî 561’de vefat etmiş, İbn Arabî ise 560 h.’de doğmuştur. Şeyh
Abdülkâdir el-Cîlânî, Şeyh Ahmed er-Rifâî gibi
İslam dünyasının doğusunda ve batısında bulu-
adında bir kitabı var… İslam ilim geleneği ile ve diğer dinlerin teolojileri arasında bir etkileşim olmuş
mudur?
nan büyük tasavvuf imamlarının hepsi İbn Ara-
Hasan Abdüllatif eş-Şâfi’î: Bismillâhirrahmânir-
bî’den önce gelmişlerdir. Dolayısıyla genellemeci
râhîm… Hamd âlemlerin Rabbi Allah’adır… Salât u
kolaycılığa paçamızı kaptırmamamız ve bu arızaya
selam, Rasûlullâh Efendimiz üzerine olsun.
yakalananlara prim vermememiz gerekiyor. Mesela
fukahâ içinde hiyel/hile konularından bahsedenler
var diye bütün bir fıkhın hileden ibaret olduğunu
söylemek tabii ki saçmadır… Bu Hadis uyduran
bazı kimseler var diye bütün muhaddislerin yalancı
olduğunu söylemek kadar saçmadır. Çünkü bu yaklaşım tüm hakikatleri tersyüz eder.
Dolayısıyla tasavvufu konuşacaksak öncelikle ko-
MÜLAKAT
sanız orada, hicrî 161’de vefat eden İbrahim b.
Sorunuzun cevabına geçmeden önce Hakîkat-i
Muhammediyye ve Nûr-i Muhammedî meselesi
üzerine bir şeyler söylemeyi arzu ediyorum… Hakîkat-i Muhammediyye’nin Hıristiyanlıktan alındığını
çünkü Hıristiyanlıkta Mesih’in kelime/logos olduğu
ve onun ilahın ya da ilâhî olanın mücessem hâli
olup tanrısallıktan uzak olmadığı şeklindeki yaklaşımla ilgili birkaç noktaya temas etmek istiyorum.
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
41
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Öncelikle belirtmek gerekir ki Nûr-i Muhamme-
sathî genellemeler yapmaya sevk etmiştir. Burada
dî anlayışı İslam ulemasının hepsinin kabul ettiği
değinmek istediğim hususlar Abdülhalim Mah-
bir anlayış değildir… Fakat bunun böyle olması
mud’un söylediklerine dönüktür. Şöyle ki, Kur’ân-ı
asılsız olduğu anlamına gelmez. Bu siyakta mese-
Kerim’de Rasûlullâh (s.a.v)’den başka hiç kimse “ilk
lenin tasavvuruna katkı sağlayacak birkaç hususa
Müslüman” olarak nitelenmemiştir. Kur’ân-ı Ke-
değinmek istiyorum… Bunu objektif bir çerçeve
rim’de Rasûlullah (s.a.v)’in diliyle “Ben müslüman-
içinde yapmaya çalışacağım… Ben bu mevzuya
ların ilkiyim (evvelü’l-müslimîn)” (En’âm 163) ifadesi
taassupla yaklaşmadığım gibi bütünüyle de muha-
geçer. “Müminlerin ilki (evvelü’l-mu’minîn)” İfadesi
lefet etmiyorum. Bu meselenin etkileme-etkilenme
Hz. Musa ile ilgilidir. “Müslümanların ilki” vasfı ise
bağlamından olabildiğince uzak olduğunu düşü-
–ki müslimlik/islam imandan daha genel ve daha
nüyorum. Abdülhalim Mahmud, et-Tefkîru’l-Felsefî
öncedir ve fıtrattır- Hz. Peygamber (s.a.v)’in vasfıdır.
fi’l-İslâm adlı kitabında etkileme ve etkilenme me-
En’âm suresinin sonlarında geçer bu âyet-i kerîme...
selesine değinir ve bu durumu humma hastalığına
benzetir. Bazı kimseler, İslam ile diğer uygarlıklar
arasında bir benzerlik ya da onun benzeri bir durumla karşılaştığında, el çabukluğuyla, hemen bir
etkileme/etkilenmeden söz etme kolaycılığına
MÜLAKAT
tevessül ederler.
42
Ayrıca Abdurrazzâk es-San’ânî’nin Musannef’inde
geçen bir hadis-i şerif vardır… Hz. Cabir’den rivayet
edilen meşhur hadis... Hz. Rasûlullâh (s.a.v) buyuruyor ki: “Âdem su ile çamurun arasındayken ben
peygamberdim”… Bunları Abdulhalim hocadan
naklediyorum. Hakîkat-i Muhammediyye ve Nûr-i
Onlara göre İslam da Yahudiliğin, Hıristiyanlığın,
Muhammedî gibi meseleler konuşulurken bunlar
Arap ve Fars paganizminin karışımından başka bir
da gözönünde bulundurulsun diye aktarıyorum
şey değildir. Bunu yaparken de etkileme-etkilenme
bunları. Bu hususta hakikaten çok güçlü bir delil
teorisine yaslanırlar. Bu teori, 19. asırda ortaya çık-
daha vardır… Sahih bir hadis… Hz. Abbas (r.a)’ın
mış, 20. asırda yaygınlık kazanmış ve birçok alanda
Hz. Mustafa (s.a.v) Efendimiz’in huzurunda ona
kullanılagelmiştir. Karşılaştırmalı araştırma çalışma-
övgü olarak inşad ettiği kasideyi kastediyorum.
ları, edebiyat alanıyla sınırlı kalmamış, karşılaştırma-
Dostumuz Mahmud et-Tanâhî hoca (Allah rahmet
lı dinler ve karşılaştırmalı felsefeler gibi birçok alan-
etsin), bu kasideyi/şiiri edisyon kritiğini yaparak
da kullanılmaya başlanmıştır. Bu yaklaşımın ortaya
yayınlamıştır. Mahmud et-Tenâhî hoca kaynak-
çıkıp popülerleşmesi, kimilerini hemen her konuda
larımıza hâkim derin ve mütemekkin bir âlimdi.
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
Abdülfettah Ebu Gudde, Seyyid Ahmed Sakr ve
Hasan Şâfiî: Âyette geçen, “Secdekârlar içinde do-
Mahmud Şâkir gibi hocaların hocasıdır.
laşmak” ifadesini “secdekârların aslâbında” şeklinde
Abdulhamid Medkûr: Seyyid Ahmed Sakr, benim
tefsir etmişlerdir.
Abdulhamid Medkûr: Yani burada, secde edenler
de hocamdı.
Hasan eş-Şâfiî: Bizim hemen yan tarafımızda ders
verirdi ama ben kendisinden okumadım. Fakat
onun küçük kardeşi benim arkadaşımdı.
arasında dolaşan, Hz. Peygamber (s.a.v)’in insanlar arasında görülen varlığı değildir; aksine Efendimiz (s.a.v)’in sulblerden rahimlere intikal eden
Bütün bu delillerin de gösterdiği üzere Hakikat-i Muhammediyye ya da
Nûr-i Muhammedî anlayışına bizim kaynaklarımızdan temel/delil bulmak
gayet mümkündür. Dolayısıyla, bu meselelerin sûfîlere Hıristiyanlıktan ya
da diğer mistik akımlardan intikal ettiğini söylemek makul değildir.
Konuya dönersek Mahmud et-Tanâhî hoca, Mısır’da
ve ondan sonra secde edenlerin arasında dönüp
duran sâbık bir zuhuru daha vardır. Bu âyetler bazı
tefsir kitaplarında bu şekilde izah edilmiştir. Mesela
eden kadim bir dergidir- bu kasideyi kritik eden bir
İbnu’l-Cevzî’nin, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ adlı ese-
makale yayınladı. el-Kasîdetü’l-Kâfiyye adını verdiği
rinin baş taraflarında bu söylediklerimize çok yakın
bu şiir “kaf” kafiyesiyle yazılmıştır. (Abbas (r. a), Hz.
izahlar bulunmaktadır.
Peygamber (s.a.v)’in huzurunda, onu metih sadedinde bir şeyler söylerken “(…) Yaprakların örtüldüğü yerde…” ifadesini kullanır… O, bu ifadesiyle
“Ağacın meyvesinden tadar tatmaz birden ayıp yerlerinin görünmeye başladığını fark ettiler ve cennet
Mehmet Fatih Kaya: Ayrıca kaynaklarımızda Efendimiz (s.a.v)’in yaratılış cihetiyle peygamberlerin
ilki, gönderiliş cihetiyle sonuncusu olduğu da söylenir.
yapraklarıyla üzerlerini örtmeye koyuldular.” (A’râf
Abdulhamid Medkûr: Dolayısıyla bütün bu de-
22) âyetine işaret etmektedir. Hz. Abbas bu kasi-
lillerin de gösterdiği üzere Hakikat-i Muhamme-
deyi, huzur-i saadette okumuş Efendimiz (s.a.v) de
diyye ya da Nûr-i Muhammedî anlayışına bizim
bunu ikrar ile kabul etmiştir. Mahmud et-Tanâhî’nin
kaynaklarımızdan temel/delil bulmak gayet
de aktardığı üzere bu kaside muttasıl bir senetle ri-
mümkündür. Dolayısıyla, bu meselelerin sûfîlere
vayet edilmiştir… Kaynaklarda vardır ve naklin isti-
Hıristiyanlıktan ya da diğer mistik akımlardan in-
nadı, ikrar olsa da sahih hadislerden kabul edilir. Bu
tikal ettiğini söylemek makul değildir.
mezkûr delillerin yanı sıra, Hakîkat-i Muhammediyye, Nûr-i Muhammedî ya da sebka temel olabilecek
başka deliller de vardır.
Abdulhamid Medkûr: Müsaadenizle ben de birkaç hususa değinmek istiyorum. Bazı müfessirler,
“Ve o azîz, rahîme tevekkül et. O ki, seni kıyam ettiğin
vakit görüyor. Ve secdekârlar içinde dolaşmanı da görüyor” (Şuarâ 217-219) bu âyetlerin, “sâbık varlık”
yaklaşımının temeli olduğu sonucuna varmışlardır.
MÜLAKAT
Hilal Yayınevinin çıkardığı Hilâl dergisinde –ki şu
an yaklaşık 120 yaşında olan ve çıkmaya devam
1
Hasan Abdüllatif eş-Şâfi’î: Bunun güçlü bir aklî
zemini de vardır. Şöyle ki: Allah Teâlâ bütün kâinatı
iradesiyle yaratmıştır… İnsanı, kendisine ibadet etmesi için halk etmiştir.
Abduhamid Medkûr: Nitekim Allah Teâlâ “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyât 56) buyurmaktadır.
Hasan Abdüllatif eş-Şâfi’î: Âyet-i kerimede be-
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
43
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
lirtilen bu kulluk en tamam şekliyle Hz. Mustafa
rin yazdıklarını bakarsak ABD’nin İslam dünyasında
(s.a.v)’de ve onun kalbinde tebellür etmektedir.
desteklediği akımlar bellidir. ABD, İslam’ı Kur’ân
Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v)’in bu anlamda bir es-
ve Hadis nasslarından tecrit etmeyi hedefleyen
bakiyyeti vardır. Bi’set ve risalet açısından sonuncu
tevilci, tahrifçi, modernist ve reformcu akımları
olsa da bu böyledir. Dolayısıyla bu meseleye şer’î ve
desteklemektedir. Bugün bu akımlar 14 asırlık
İslâmî bir zeminden bakılırsa, muhaliflerin vehmet-
İslam anlayışının erkek-egemen bir zemin üzerin-
tiği şekilde ciddi bir sorun olmadığı görülür. Ancak
de teşekkül ettiğini, dolayısıyla Kur’ân ve Hadis’in
bu konuların kelime/logos felsefesinden mülhem
kadın-egemen bir bakışla yeniden yorumlanması
MÜLAKAT
Tasavvufun ihtiyacı olan şey, tâbileri arasında ilmin yaygınlaştırılması ve
teşvik edilmesidir… İslam aşkıyla yanıp tutuşan sufî meşrep halk kitleleri
arasında şer’î ilimlerin yaygınlaşması gerekiyor.
olduğu faslına gelirsek öncelikle belirtmek gerekir
gerektiğini ileri sürüyorlar. Yöntem olarak da me-
ki logos felsefesi de Hıristiyanlığa sonradan girmiş-
sela, Hasan Hanefî gibi bazı Mısırlıların da teklif
tir. Biz Hıristiyanlığın aslı itibariyle İslâmî/hak oldu-
ettiği hermenötik okuma biçimini teklif ediyorlar.
ğuna inanırız. Hz. İsa’nın getirmiş olduğu Hıristiyan-
Bu tür akımların yaygınlaşması hedefleniyor. Bu
lıkta bu tür yaklaşımlar yoktur. Hz. İsa, kendi ifade-
söylediklerimiz komplo teorileri değil, yazılıp çi-
siyle -“kelime” değil- Allah’ın kullarından bir kuldur
ِ ‫ال إِ يِّن عب ُد‬
(‫اهلل‬
َ َ‫( )ق‬Meryem 30). Dolayısıyla bu logos anlaَْ
yışı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuş bir felsefedir.
zilen stratejiler.
Bazı kimseler Tasavvufu karalamak istiyorlar. Ben
şahsen mutasavvıf değilim… Ama tasavvufla ilgili
okumalar yapıyorum. Tasavvuf ehlinden olan sâlihleri ve ehl-i şeriat olan sûfileri seviyoruz. Geçmiş
senelerde Amerika’nın Tasavvufla ilgili operasyonel
bir stratejisi medyaya yansıdı. ABD, İslam dünyasına bakıyor ve bu coğrafyada, “siyasal İslam”, “geleneksel İslam”, “Vehhâbî İslam”, “Ruhânî İslam”, “Şiddetçi İslam” vb. muhtelif akımlar görüyor ve İslam
dünyası üzerindeki hedeflerini Tasavvuf üzerinden
gerçekleştirmeyi hedeflediği söyleniyor… Bu tür
44
ABD’nin tasavvufu desteklediğini söylemek çok
inandırıcı değil. Zaten tasavvufun da böyle bir desteğe ihtiyacı yok. Çünkü kalabalık Müslüman topluluklar eğrisiyle, doğrusuyla bir şekilde tasavvufla
irtibatlı. Ben Mısır ve Pakistan’da yaşadım ve şunu
gördüm: Bu toplumların yüzde sekseni tasavvufa
meyillidir… Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tasavvufla ilişkililer… Yani tasavvufun desteğe ihtiyacı
yok. Tasavvufun ihtiyacı olan şey, tâbileri arasında ilmin yaygınlaştırılması ve teşvik edilmesidir…
İslam aşkıyla yanıp tutuşan sufî meşrep halk kitleleri arasında şer’î ilimlerin yaygınlaşması gerekiyor.
haberler medyaya yansıdı. Bu haberlerin doğru
Abdulhamid Medkûr: Aynı zamanda ahlâkın…
olduğunu kabul etsek bile, Amerika’nın ya da bazı
Çünkü tasavvuf insanları, çirkin huylardan, rezil-
stratejistlerin tasavvufa nisbet iddiasında olan bazı
liklerden ve kötülüklerden tecerrüd ettirmeyi ve
kesimleri ya da tasavvufun bazı renklerini mercek
enfüsü faziletlerle donatmayı hedefler ki bu İslâmî
altına alıp onun üzerinden bir takım operasyonel
bir kazanımdır. Sıdk, emanet, ihlâs, vefâ, yakîn, mu-
dönüşümler gerçekleştirmeyi hedeflediğini kabul
habbet, rızâ, tevekkül-i sahih ve diğer tasavvufî
etsek bile –bu bana göre doğru değil. Çünkü Ame-
değerler çok mühim… Bugün Müslümanlar bu de-
rikan politikaları üzerine çalışmalar yapan analistle-
ğerlerin neresinde! İslâmî şahsiyeti inşa edebilmek
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
ve Allah Teâlâ’ya takarrub için tasavvufun bir takım
değerlerinden yararlanmamız gerekiyor.
Mülakat
daha vâfî bir cevap verebilir.
Abdulhamid Medkûr: Hasan Şâfiî hoca, hepimizin
Hasan Şâfi’î: İskenderiye’de bir sempozyumday-
hocasıdır. Buyurun efendim, siz kanaatlerinizi söy-
dık. Laikliğin minberi ve Batı düşüncesinin yayılma
leyin lütfen.
merkezi olarak tasarlanan İskenderiye Kütüphanesinde… Ancak tabiatıyla burası sadece bu düşüncelerin değil şer’î ve dinî düşüncelerin de dile getirildiği bir mahfil oldu. O sempozyumda biri kalkıp
“Amerika tasavvufu destekliyor” dedi. Bu, doğru
bir şey değil. Kaldı ki Tasavvufun buna ihtiyacı da
yok. Zira İslam dünyasında Tasavvufun çok büyük
bir kitlesel desteği var. Tasavvufun birilerinin desteğine değil; ıslaha/aslına döndürülmeye ihtiyacı
var.
Abdulhamid Medkûr: Tasavvufun şahsiyet inşa
eden taraflarına yoğunlaşmak, eksiklikler ve yan-
Hasan Şâfi’î: Şunu söyleyebiliriz: Suud içindeki fikrî
dönüşümler maalesef doğru ve olumlu bir çerçeve
içinde gerçekleşmiyor… Doğal bir mecrada akmıyor… Bu sadece Amerikan kaynaklı bir durum
değil; Amerika sadece bir sebep. Biz tabii burada
işin siyasî tarafını değil ilmî tarafını konuşuyoruz.
Ancak Arap yönetimlerinin, özellikle Suud rejiminin
dirayetsizliği bir takım çalkantı ve kırılmaları intaç
ediyor.
Abdulhamid Medkûr: Aynı zamanda ilmî ve fikrî
kargaşayı ve dengesizliği intaç ediyor.
lışlıklara karşı mücadele etmek, hayırlı olanı öne
Hasan Şâfi’î: Burada şunu da eklemek lazım: Ame-
çıkarmak ve tasavvufu kendisine bulaşmış hurafe-
rika 11 Eylül olaylarından sonra bir plan belirledi…
lerden arındırmak gerekiyor.
Müslümanlar da bu planın kurbanları oldular. Bu
fun toplum üzerindeki etkisini, Suud ve benzeri
bölgelerdeki neo-selefiler veya “şiddet İslamcıları”
ya da “radikal islâmcılar” diye isimlendirdiği kesimlere karşı kullanmak istiyor olamaz mı?
durum özellikle Suudi Arabistan’daki ilmî gelişme-
MÜLAKAT
Ömer Faruk Tokat: Amerika, sûfîlerin ve tasavvu-
leri olumsuz etkiledi… Bir panik durumu yaşandı
ve her şey mecrasından çıktı. Şüphesiz biz böyle
bir şeyin olmasını arzu etmiyoruz ama hayrıyla ve
şerriyle durum böyle. Şimdi burada şöyle bir soru
sormak icab ediyor: Arap dünyasındaki sûfî mer-
Hasan Şâfi’î: Doğrusu bu soruya cevap verecek
kezler, mesela Yemen/Hadramevt sûfîleri Ameri-
ehliyette olduğumu düşünmüyorum. Buna bir ta-
kan muhipleri midir? ABD ile iş mi tutmaktadırlar?
savvuf mütehassısı olan Abdulhamid Medkûr hoca
Kesinlikle hayır. Yemen’in güneyinde ya da Birleşik
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
45
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Arap Emirlikleri’nde çalışmalar yapan ve Tasavvu-
şehid olmuştur”, “falan cephede savaşmıştır”, “fa-
fu yayma faaliyetleri yürüten sûfî hareketler ABD
lan gazve için cepheye adam toplamıştır”, “falan
destekçisi midir? Bu sorulara “evet” cevabı vermek
savaş için cihad çağrısı yapmıştır” gibi ifadelerle
mümkün mü!... İslam âlemini işgal eden ve Müs-
karşılaşırsınız. Sûfîlerin çoğu böyledir. İbrahim b.
lümanların yalnızca topraklarını değil, akıllarını
Edhem, Hâtim el-Asamm, Şakîk el-Belhî, Ebu’l-
da işgal etme planları yapan Şeytân-ı Ekber’in
Hasan eş-Şâzelî, Abdullah b. Mubârek ilâ âhir…
emellerine hizmet ettiğini söylemek akıl-man-
Bunlar kadim Tasavvuf’un zirve isimleridir. Ebu’l-
tık işi değildir. Ben şahsen böyle bir şeye ihtimal
Hasan eş-Şâzelî âmâ olmasına rağmen cephede
vermiyorum. Ben bu tür haberlerin Tasavvuf’u
safların başında durarak mücahitleri haçlılara kar-
karalamaya yönelik bir takım şayialar olduğunu
şı savaşa teşvik ederdi. Hasan Şâfi’î hoca “el-Cihâd
düşünüyorum. Eğer Tasavvuf güzelse onun bu gü-
inde’s-Sûfiyye (Sûfîlerde Cihad) adında bir kitap yaz-
zelliği kendi içinden gelmektedir… Ona nisbet edi-
dı. Modern dönemde emperyalizme karşı cihad
len çirkinlikler ise tasavvufa sonradan sokuşturul-
ve direniş hareketleri başlatan sûfîler, mesela
muş bid’at ve hurafelerdir… Bunların bir kısmının
Senûsîler ve birçok sûfî grup… Yani sûfileri aklı-
sebebi tasavvufa yönelen kalabalıkların cehaleti ve
nı, pusulasını ve istikametini yitirmiş, dileyenin
hakîkî-sahih tasavvuftan uzaklaşmalarıdır.
dilediği gibi kullanabileceği/yönlendirebileceği,
Suudi Arabistan’da da Hicaz ehlinin, özellikle de
kullanılmaya müsait, yönetimleri altında yaşadık-
rahmetli Muhammed Alevî el-Mâlikî ve çevresinin
temsil ettiği öteden beri devam eden sûfî bir akım
vardır. Ayrıca Cidde ve Mekke’de gizli olarak evler-
MÜLAKAT
de faaliyet gösteren sûfî akımlar var. Her Müslüman
da “dış güçler”in değirmenine su taşıyan kimseler
olarak görmek ilim ve akıl dışı saçma bir yaklaşımdır. Böylesine saçma bir söyleme prim vermek
gibi siz de Suudi Arabistan’da olan biten hadiseleri
ancak emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.
takip ediyorsunuz. Artık Medine-i Münevvere’de
Hasan Şâfi’î: Kelam ilmiyle ilgili sorunuza gelir-
birçok evde zikir halkaları düzenleniyor. Daha önce
Suud’da bu tür faaliyetler, “büyük günahlar”dan
addediliyordu. Suudi Arabistan’da son zamanlarda
Tasavvuf alanında bir canlanma ve hareketlilik gözleniyor… Tafsilatlı bir şekilde bilmiyorum ama bunun bazı işaretlerini görebiliyorum. Son zamanlarda tasavvuf alanında gözlemlenen bu hareketliliğin
arkasında Amerika’nın olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü bu, Amerika için çok riskli olur ve ABD böyle
bir riske girmez… Ben, sözünü ettiğimiz bu ülkelerde yaşadım… Ne olup bittiğinin farkındayım.
46
ları rejimlere mütemadiyen payandalık yapan ya
sek… Abdulhamid Medkûr hocanın tasavvuf tarihiyle ilgili sözlerinde belirttiği o iki döneme mütekarib olarak Kelam ilminin de iki dönemi vardır. Kelam
ilminin ilk dönemi hicrî altıncı –hatta beşinci- asra
dayanır. Bildiğiniz üzere mütekaddim (ilk dönem)
Kelam ilmi ve müteahhir (sonraki dönem) Kelam
ilmi vardır. Bu iki dönem arasını ayıran hat İmam elGazzâlî’dir. Yani mütekaddim ve müteahhir Kelamcıların arasında, -kendisi mütekaddimînden olmakla birlikte- İmam el-Gazzâlî vardır. Aynı şeyi Tasavvuf için de söylemek mümkündür. Yani el-Gazzâlî’yi
Abdulhamid Medkûr: Hasan Şafiî hocamın söyle-
hem Kelam’da hem de Tasavvuf’ta mütekaddim
diklerine yine kendisinin söylediği –şu an hatırlar
ve müteahhiri birbirine bağlayan bir halka olarak
mı bilmiyorum- bazı noktaları eklemek istiyorum.
görmek mümkün. el-Gazzâlî öncesinde İslâmî, şer’î
Tasavvuf tarihi, büyük İslamî olaylar karşısında
ve aklî faaliyette bulunan kimseler İbn Teymiye’nin
olumsuz değildir; Başlangıcından itibaren Tasav-
ifadesiyle Müslümanların “nuzzâr”ıdır. Yani İbn
vuf tarihine baktığımızda görürüz ki, sûfîler cihad
Teymiye’ye göre onlar, Müslümanların nuzzârı, mu-
için İslam memleketlerinin her tarafına dağılmıştı.
hakkikleri ve mütekellimleridir. İbn Teymiye Tasav-
Hudut boylarında kurulan zikir meclislerinin adı
vufla ilgili de benzer şeyler söyler: hakikî sûfîler,
olan ribat aslında bir cihad merkezi ve cihad ala-
şekilci sûfîler ve erzak sûfîleri gibi gruplandırma-
nıdır. Sûfîlerin hayatlarını anlatan kitaplara ba-
lar yapar ve her birinin vasıflarından bahseder.
karsanız birçok sûfîyle ilgili olarak “falan savaşta
Aynı şekilde el-Bâkıllânî ve emsali kelamcıları
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
kabul etmekle kalmaz, el-Bâkıllânî’yi bir çok yer-
le görünene ulaşmak); delilin butlanının medlûlün
de över. Hatta müteahhir Kelamcılardan sayılabi-
butlanını da gerektirmesi; taksim metodu; delil-i
lecek olan el-Âmidî’den bile sitayişle bahseder;
hulf vb. geleneksel istidlal yolları gibi Usûl-i fıkıh ve
ez-Zehebî ve İbnu’l-Kayyim ve diğerlerinin aksine
Fıkıhtan muktebes usûlî yöntemken, müteahhir ke-
İbn Teymiye, el-Âmidî’yi över: “el-Âmidî, felsefî ve
lamcılar bu yönteme bir takım ilaveler yapmışlardır.
aklî ilimleri en iyi bilen kimsedir ve döneminin en
Mesela birisi delilin fikrini ve istidlal sigalarını sun-
güzel Müslümanıdır” der. Halbuki el-Âmidî müte-
duktan sonra bakıyorsunuz Aristo mantığına intikal
ahhir kelamcıların ilk halkası sayılır.
ediyor… Klasik Kelam yöntemlerini serdetmekle
Modern dönemde emperyalizme karşı cihad ve direniş hareketleri başlatan sûfîler, mesela
Senûsîler ve birçok sûfî grup… Yani sûfileri aklını, pusulasını ve istikametini yitirmiş,
dileyenin dilediği gibi kullanabileceği/yönlendirebileceği, kullanılmaya müsait, yönetimleri
altında yaşadıkları rejimlere mütemadiyen payandalık yapan ya da “dış güçler”in
değirmenine su taşıyan kimseler olarak görmek ilim ve akıl dışı saçma bir yaklaşımdır.
Böylesine saçma bir söyleme prim vermek ancak emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.
birlikte mesela tasavvurata ve tasdikata geçiyor.
miştir… Daha da ötesi felsefeye bulaşmamışlardır.
Dolayısıyla bu merhalede felsefe ile Kelam arasında
Ebu’l-Hasan el-Eşârî gibi, Aristo nakzı ve eleştirisi
bir takım etkilenme ve karışma yaşandığı açık ol-
yapan öncüler olmakla birlikte bu böyledir. Felse-
makla birlikte itikadî konum itibariyle farklılık bilin-
feyle esas karşılaşmanın İmamu’l-Harameyn el-Cü-
ci hep canlı tutulmuştur… Yani isbat aracı ile isbat
veynî ve el-Gazzâlî ile başladığını söylemek mümkün. İmam el-Gazzâlî felsefeye zıt bir karşı-duruş
içindedir… Nitekim “Tehâfutu’l-Felâsife (Filozofların
Tutarsızlıkları)”yi yazmıştır. Şehristânî’nin “Musa-
MÜLAKAT
Mütekaddim Kelamcılar felsefeden etkilenme-
konusu farklı şeylerdir… Nitekim Kelamcılar varlık
ya da ontolojiden bahsederken Allah Teâlâ’nın varlığını ve âlemin yaratılmışlığını isbattan başka bir
şey hedeflemezler.
ra’atu’l-Felâsife (Felsefecilerle Mücadele)” adlı eserin-
İmam el-Gazzâlî, bu yeni yöntemi yani Aristo man-
de yaptığı gibi bazıları da felsefeye taarruz etmekle
tığını Usûl-i Fıkıh kitabı el-Mustasfâya dercetmiştir.
övünmüşlerdir… Genel fikrî iklim felsefe karşıtı ol-
Ondan sonra günümüze kadar bütün Usulcü ve Fı-
duğu için bazı ehil olmayanlar da bunu yapmıştır.
kıhçılar bu yöntemi kullanmaktadır. Öyleyse İslam
Şu an elimizde tuttuğumuz “Ğayetu’l-Merâm fî ’İl-
düşüncesi, Aristo mantığını İbn Rüşd’ün tabiriyle
mi’l-Kelam” adlı eserde el-Âmidî, görüşleri zikrettik-
aklî düşünceyi tanzim eden bir araç bulmuş ve onu
ten sonra “Felsefî görüşe göre şöyledir, İslamî görü-
almıştır… İnsanlar helal kesim yapmak istediklerin-
şe göre böyledir” der… Bu tür ayrıştırmaları felse-
de bıçağın Londra’da, Kahire’de ya da İstanbul’da
feyle meşgul olanlarda bile görürsünüz. el-Âmidî,
imal edildiğine bakmazlar; önemli olan o bıçakla
“Keşfu’t-Temvîhât fi Şerhi’l-İşârât” adlı kitabında
şer’î bir kesim yapmaktır… Yani araç mühim değil;
Fahruddîn er-Râzî’nin görüşlerini tartışır ve tenkit
mühim olan, ilgili damarların kesilip kanın akıtılma-
ederken diğer taraftan İbn Sinâ’yı destekler… Ya-
sıdır… İstidlal araçlarına da böyle bakmak gerekir.
hut İbn Sina’nın görüşlerinin doğru biçimde anla-
Eleştiri ve tenkitte araştırma ve münazara metotla-
şılması için çaba sarf eder. Ancak, bilindiği üzere
rı, sûrî istidlal veya Aristoteles mantığında yer alan
müteahhir Kelamcılar felsefeyle meşgul oldular…
burhanî istidlal metotları da böyledir.
Bu yüzden, “Felsefe, Kelam ilminin abası içine girdi”
Bazıları bunu “Yunan fitnesi” olarak nitelerken, İs-
denmiştir… Bundan sonra Kelam ilminin yöntemi
lam düşüncesini savunan kimileri de –hatta bu gün
kıyâsu’l-gâib alâ’ş-şâhid (görünmeyenden hareket-
bile Mısır’da- “Yunan mucizesi” olarak nitelemekte-
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
47
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
dir. Ancak Fıkıh, Usûl-i Fıkıh ve Kelam âlimleri altıncı
lıklı bir bölüm var. en-Nedvî hoca burada mesela
yüzyıldan itibaren günümüze kadar bu yöntemleri
Tasavvuf kavramının gerçek ve şer’î zühdü olumsuz
kullanagelmişlerdir. Günümüzde buna sadece İbn
yönde etkilediğini, insanların bu kavram sebebiy-
Teymiye’yi yarım-yamalak anlamış Suudlular ya
le farklı noktalara yöneldiğini vb. sözler söylüyor.
da onlardan etkilenmiş kimi Mısırlılar ya da ben-
“Keşke “tasavvuf” yerine “fıkh-ı bâtın” ya da “fıkh-ı
zerleri itiraz etmekte ve felsefe ve mantığı küffa-
tezkiye” gibi bir tesmiyede bulunulsaydı” diyor. Öte
rın, Hıristiyanların ya da Sâbiilerin ürünü olarak
yandan günümüzde “tasavvuf” denildiğinde neo-
niteleyip reddetmektedirler… İbn Teymiye de
selefîler ile sûfîler arasında âdeta harp çıkıyor.
Şimdi soralım İslam düşüncesi nedir? Bana göre İslam düşüncesi, İslam
medeniyetinin inşasında Müslüman aklın rolüdür… İslam düşüncesi
muhaddisi devreye sokar, fehmi, tevili ve fıkhı işletir… Müfessiri devreye
sokar… Nazar, teemmül ve kelamı işletir… Bütün fikir türlerini işletir… Bütün
ulemayı işletir ve hepsi İslam medeniyetinin inşasına hizmet eder.
felsefî düşünceler hakkında benzer şeyler söyle-
MÜLAKAT
mektedir.
değinip sözü Abdulhamid Medkûr hocaya bırak-
Evet müteahhir Kelam belirli düzeyde, felsefeden
mak istiyorum. Öncelikle Şeyh Ebu’l-Hasan en-
etkilenmiştir ancak bu etkilenme düşünce ve du-
Nedvî hocanın başımız üstünde yeri var… Rahmet-
ruş belirleme düzleminde değil; araç ve yöntem
i rahmana kavuştuğunda kendisiyle ilgili anma
noktasında olmuştur. Umarım sorunuza cevap ve-
ve taziye programını düzenleyen ilk kurumlardan
rebilmişimdir… Bu konuları el-Medhal adlı kitabım-
birisi o zaman benim rektörlüğünü yaptığım İsla-
da tafsilatıyla ele almaya çalıştım.
mabad Uluslararası İslam Üniversitesi’ydi. Bu başka
Talha Hakan Alp: Hocam, günümüzde el-Fikru’lİslâmî (İslâmî Düşünce/İslam Düşüncesi) kavramı
sıkça kullanılıyor… Siz de kullanıyorsunuz. İslam
düşüncesi nedir? Kimler temsil eder? Kelamcılar
mı, Tasavvufçular mı, Felsefeciler mi, Usulcüler mi,
Fakihler mi? İslam düşüncesi, yekpare bir şey midir
yoksa muhtelif fikir ve yöntemlerden müteşekkile
bir mesele… Ancak Ebu’l-Hasan en-Nedvî hocanın
kendisi bu kavramı kullanmıştır. Bu yüzden biz büyük hocalarımızın her söylediğini mutlak doğru
olarak almamalıyız. Onun önde gelen kitaplarından
birinin adı “Ricâlü’l-Fikri ve’d-Dave fi’l-İslâm”dır. enNedvî hoca kendi kitabının adında “Ricâlü’l-Fikr (Fikir adamları/İslam düşünürleri)” tabirini kullanıyor.
bir şeyi mi ifade eder? Farklı alanlardan yola çıka-
İslam düşüncesi kavramının modern zamanlarda
rak mütekâmil bir İslâmî düşüncenin oluşumundan
kullanılmaya başlandığı doğrudur. İslam ilim tari-
bahsetmek mümkün mü?
hinde ilimlerin şubelere ayrılmasıyla birlikte mü-
Ömer Faruk Tokat: Ayrıca İslam ilim tarihine baktığımızda böyle bir kavramla karşılaşmıyoruz. Müfessir, Muhaddis, Fakih, Mütekellim vb. kavramlar var
ancak “mütefekkir” modern zamanlarda kullanılagelen bir kavram.
48
Hasan Şâfi’î: Ben bu konuyla ilgili birkaç hususa
fessir, muhaddis, mütekellim, fukaha vb. unvanlar
kullanılmıştır. Ancak bütün bunların yanında mesela “Ahlak Düşüncesi”yle ilgili kitaplar yazılmıştır…
Üstelik Yunan felsefesi usulleriyle değil salt İslamî
usullerle yazılmıştır. Ebu Hayyân et-Tevhîdî gibi
bazı kimseler de edebiyat ve felsefe karışımı eserler
Mehmet Fatih Kaya: Ebu’l-Hasan en-Nedvî hoca
yazmış. Şimdi siz bu eserleri ya da müellifleri nasıl
(rh.a) Rabbâniyye lâ Rahbâniyye adlı risalesinde
tasnif edeceksiniz? Nereye koyacaksınız? Kimileri
“Kavramların Hakikatler Üzerindeki Cinayeti” baş-
dil alanında kitaplar yazmıştır… İslâmî ilimlerin ba-
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
şında fıkıh ve dil yani nahiv gelir.
Şimdi soralım İslam düşüncesi nedir? Bana göre
İslam düşüncesi, İslam medeniyetinin inşasında
Müslüman aklın rolüdür… İslam düşüncesi muhaddisi devreye sokar, fehmi, tevili ve fıkhı işletir… Müfessiri devreye sokar… Nazar, teemmül
ve kelamı işletir… Bütün fikir türlerini işletir…
Bütün ulemayı işletir ve hepsi İslam medeniyetinin inşasına hizmet eder. Öyle bir medeniyet ki
başlangıcından iki asır geçmeden bütün dünyaya
hükmetmiş ve Abdulhamid Han düşene kadar devam etmiştir. Böyle bir kavramsallaştırmaya gitmede ne gariplik var! Şimdi biri çıkıp “niye tasavvuf
deniyor?” diyor. Bu arada şunu da belirtelim ki Vehhabilerle diğerleri arasındaki ihtilaf kelime üzerinde değildir. Yani onların karşı çıktığı şey “tasavvuf”
kelimesi değil; onlar o kelimenin muhtevasına da
itiraz ediyor… Bu bir görüş yanılsaması. Yani kişi
bazen doğru gördüğünü sanır ama öyle değildir.
Bazı insanlar şekillerin, sözcüklerin, kavramların ve
sele bundan ibaret değil ki… Sakalları uzun, paçaları kısa ama ahlakları çok fena insanlar var. Başka
ülkelerden örnek vermeme gerek yok, kendi ülkem
Mısır’da durum böyle. Bununla birlikte birçok ülkede de şahit olduğum durumlar bunlar.
ğini zannediyor. Hayır, bu her zaman böyle değildir.
Siz bana “neden Tasavvuf? Önceden böyle bir şey
Burada bazen bir aldatma ya da yanılsama söz ko-
mi vardı?” derseniz ben de size “Neden Usûl-i Fıkıh
nusu olabilir. Yani birisi fes giyse kafasının içindeki
diyorsunuz? Sahâbe döneminde Usûl-i Fıkıh mı
düşünceler değişir mi? Adamın kafasında sarık var-
vardı?” derim. Sahabe döneminde bu günkü an-
dır ama kafanın içi bozuktur… Kadının başı örtülü-
lamda bir Fıkıh var mıydı? Nahiv ve Kelam ilmi var
dür ama kafa yapısı bozuk olabilir. Bunun böyle ol-
mıydı? Öyleyse her şeyi değiştir ya da yasakla! Böy-
ması da başörtüsüne zarar vermez, zira örtü hadd-i
le bir şey olabilir mi?
zatında şeriatın bir emridir.
Batılılar kendi uygarlıklarını inşa ettiler. Ancak on-
Şunu söylemek istiyorum; bazı türediler biçimcilik
lardaki ilim tefelsüften öteye geçmiyor; çünkü bağ-
ve şekilcilik arızasına yakalanmışlardır ki Vehhabiler bunların başında gelir. Yani birisi sakalı uzatıp, paçalarını kısalttığında her şeyi değiştireceğini zanneder… Ağzına bir misvak koy, paçalarını
kısalt, sakalını uzat ve Vehhabilerin yanına git;
seni büyük imamlardan sanırlar… Kisve tamam
ama ahlak aynı ahlak; nefis aynı nefis… Bu arada
bu şer’î kisvelere dil uzattığımız sanılmasın. Umarım beni doğru anlıyorsunuzdur.
MÜLAKAT
biçimlerin değişmesiyle muhtevanın da değişece-
bunların arasında saymıştı. Tamam, doğru ama me-
layıcı ve mutlak bir usûl sistemleri yok. Hıristiyanlıktan ahlakı; Roma’dan hukuku; Greklerden felsefeyi
ve edebiyatı alarak böylesine karma ve eklektik bir
zemin üzerine bir uygarlık inşa ettiler ve sonra moderniteyle birlikte bu uygarlığı tersyüz ettiler. Bizde
İslamî dil düşüncesi, İslâmî ahlak düşüncesi, İslamî
Kelam düşüncesi, İslamî Sûfî düşünce, usûlî düşünce ve fıkhî düşünce var ve bunların hepsi İslam
düşüncesi dediğimiz olgunun alt dallarıdır… İslam
düşüncesi, Müslüman aklın şer’î kaynaklardan is-
Konuya dönersek, rahmetli Ebu’l-Hasan Nedvî ho-
tinbat ile yeni bir medeniyet inşa etmedeki rolüdür.
cayla 1951 yılında Kahire’de görüşmüştüm. Daha
Burada bir oyundan ya da sadece generallerin ya
sonra bu görüşmeyi anılarında yazdı. O zaman
da fatihlerin inşa ettiği bir şeyden söz etmiyoruz.
“İslam’a yönelmenin en büyük delillerinden biri
Hatırlayın Müslümanlar 656’da Bağdat’ta feci bir
de şer’î âdetlerin yayılmasıdır” demişti ve sakalı da
hezimet yaşadı. Onları hezimete uğratanlar yarım
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
49
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
asır geçmeden Müslüman olmuşlardır. Ahmed Te-
Kerim’de ve hadis-i şeriflerde “fıkh fi’d-dîn” ifadesi
küdar Müslüman olan ilk Moğol/İlhanlı hükümda-
geçer… Bir âyet-i kerime şöyledir:
rıdır… Başlangıçta Şii idi. Ondan sonra gelenlerin
hepsi Sünni’dir. Onların Kazan ve civarında yaşayan
bu günkü torunları hâlâ Sünni’dirler. Orada sapkın
bir tasavvufî akımın varlığından söz etmek mümkün olsa da malum her şeye sahtesi musallat olabiliyor.
Dolayısıyla İslam düşüncesi tabiri tuhaf ya da haram bir şey değildir; Müslüman aklın, şer’î naslarla
ve vakıa ile teamülü ve ilişkisinin sonucunda doğan İslam düşüncesinin bütün renkleri yeni bir
medeniyeti inşa etmiştir… Günümüzde yapılması
gereken de budur. Bu gün karşı karşıya olduğumuz
meydan okuma, “Müslümanlar Hasan Hanefî ya
da benzer şahsiyetlerin ardına düşmesinler. Çünkü bunlar İslam ilim, fikir ve kültür müktesebatıyla
yetinmiyorlar, Batı düşüncesini taklit ediyorlar” meselesi değildir. Yapılması gereken şudur: İslam ilim,
fikir ve kültür müktesebatını günümüze uyarlamalı
MÜLAKAT
ve bu mirası Müslümanlara yakışır yeni bir medeniyetin inşası için tavzif etmeliyiz… Bu konuda tarihî,
elde etmek (tefakkuhta bulunmak) ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride
kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar” (Tevbe 122).
Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: “Allah
kimin hakkında hayır murad ederse onu dinde fakih kılar”. Bu siyakta geçen fıkıh tabirinin manası
umumî olup usulü ve füruuyla dinin bütününe
şamildir. Yoksa vahiy döneminde usul ya da furû’
diye tesmiye edilen ilimler yoktu… Bu kavramlar
Sahabe döneminde bilinmiyordu. Ancak ilimler çoğalıp marifî terâküm oluşunca ilimler dallanmaya
ve şubelere ayrılmaya başladı. Mesela bir ilim cüz’î
hükümleri, diğeri bu cüz’î ahkâmın usûlünü, öteki
akidede bu usûlün usûlünü, diğeri Kur’ân kıraatlarını, öteki metin ve sened itibariyle hadis-i şerifleri
konu ediniyor. Ayrıca her ilim kendi içinde dirayet
ve rivayet ilimleri olarak dallara ayrılıyor. Yani marifet ve bilgi çoğalınca ilimlerin dallara ayrılması
coğrafi, jeo-stratejik ve jeopolitik konumunu göz
kaçınılmaz oldu.
önüne aldığımızda Türkiye’den umutlu olduğumu
Vakıada ve hayatın içinde yeni durumlar ortaya
söylemeliyim.
50
“Onların her kesiminden bir grup dinde geniş bilgi
çıktığında ulemanın bu yeni durumları mercek al-
Abdulhamid Medkûr: İsimlere takılarak yeni
tına alması gerekiyor. Şu anda da İslam dünyasında
kavramlara kapıyı kapatmak her zaman ihtiyat-
bir takım yeni durumlarla karşı karşıyayız. Mesela
lı olmayabilir. Öncelikle biz Müslümanlar olarak
Marksizm’in ürettiği, İslam’la ilgili bir takım şüphe-
üretken olmalıyız, çünkü hayat durmadan bitevi-
ler varsa bunlara cevap verecek olan kimdir? Tefsir
ye akmaktadır. Ayrıca İslâmî ilimler tarihsel süreç
âlimleri mi? Fıkıh âlimleri mi? Usûl-i Fıkıh âlimleri
içinde gelişmiş ve yaygınlaşmıştır… İlk asırlardan
mi? Kıraat ya da Siyer ulemâsı mı? Hayır. Birilerinin
sonra İslam ve Arap düşüncesinde birçok ilim dalı
çıkıp bu şüpheleri aydınlatması gerekiyordu… Bu
ortaya çıkmıştır. Hasan Şâfi’î hocamızın da işaret
meyanda ortaya konulan çalışmaları bir şekilde
ettiği üzere ilk dönemlerde Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Tefsir
isimlendirmek icab ediyordu ve insanlar buna “İs-
Usûlü vd. adlarda ilimler yoktu. Şimdi siz ulemanın
lam Düşüncesi/İslamî Düşünce” dediler. Ayrıca “İs-
geliştirdiği bu ilim dallarını alıp Sahabe döneminde
lam Kültürü” denilen bir bilgi türü var ki bu da üret-
yaşayan bir insana götürseniz bunların mahiyetine
ken ve velûd bir alan. Yirmi, otuz yıl öncesine kadar
ilişkin bir takım sorular sormadıkça bu ilimlerin ne
“İslam Kültürü” tabiri yoktu. İslam dünyasının karşı
olduğunu bilemez… Hâlbuki bu ilimlerin hepsinin
karşıya olduğu meydan okuma ve tehditler, mese-
temelini ve esasını Sahâbe inşa etmiştir. Onlar bu
la oryantalizm, misyonerlik, din-hayat ilişkisi ya da
ilimlerin temelini atmış ancak günümüzdeki gibi
din-siyaset ilişkisine dair fikirler, önce İslam dışın-
isimlendirmelerde bulunmamışlardır. Fakat daha
daki dinlerde görülen daha sonra İslam dünyasında
sonra, bu günkü ilim dallarını ve alanlarını doğuran,
da benzerleri ortaya çıkan köktenci/kökenci akım-
birinin diğerinden neşet etmesi sonucunu gerekli
lar vs. “İslam Düşüncesi” ve “İslam Kültürü” gibi alan-
kılan devasa bir marifî birikim oluşmuştur. Kur’ân-ı
ların doğmasına sebep oldu. İlimlerin iştikakında,
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
farklı ilim dallarının oluşmasında bir sakınca yok…
akılda tutulması gereken bir usuldür. Ecnebî maz-
Daha da ötesi buna ihtiyaç var. Çünkü dünya bite-
mun ve muhtevalarla İslâmî muhtevalar arasında
viye dönüyor. Dolayısıyla mühim olan, bu ilimlerin
her zaman bir mutabakat olmayabilir. Yani kavram-
ilişkili olduğu makâsıdın İslâmî makâsıdın tahtında
lar böyle rastgele kullanılmaz. Kavram munzabıt ve
münderiç ve İslam Şeriatı’nın hizmetinde olması
meşru bir muhtevaya sahip olmalıdır. Bir takım kıs-
gerektiğidir… Bu ilimler, İslam’la irtibatlı bir fikir in-
tas ve kayıtları olmalıdır.
şasına yönelik olmalıdır. İslamî bir çalışmaya ve yöntemlere hizmet etmelidir. Dolayısıyla bu gün İslam
Allah Teâlâ, kavramları zapt etme konusuna Kur'ân-ı
Müslüman aklın, şer’î naslarla ve vakıa ile teamülü ve
ilişkisinin sonucunda doğan İslam düşüncesinin bütün renkleri yeni bir
medeniyeti inşa etmiştir.
felsefesi yerine “İslam Düşüncesi” diye adlandırılan
olgudan çekinmeye hacet yok. Bu gün bazı insanlar bu meyanda üretilen bilgiye “İslam Felsefesi”
Kerim’de değinmiştir. Âyet meali şöyledir:
“Ey iman edenler, “Râ’inâ (bizi gözet, yahut: kaba
söz)” demeyin, “unzurna (bize bak)” deyin ve dinle-
ifadesi daha ihtiyatlı. Çünkü fikir tabirinin İslâmî kö-
yin.” (Bakara 104).
kenleri vardır; el-fikr, en-nazar, el-i’tibâr gibi kavram-
Allah Teâlâ, “râ’inâ” demeyiniz buyuruyor. Çünkü bu
lar bizim kaynaklarımızda geçmektedir. Dolayısıyla
İslam tarihinde çok tartışılmış ve şaibeli hale gelmiş
felsefe yerine “fikir” kelimesi daha tercihe şayan.
Ömer Faruk Tokat: Bununla birlikte bir takım kavramlar var ki insanlar bunları, üzerinde düşünmeden rastgele kullanıyor. Mesela biri çıkıp, Şûrâ suresini kastederek “Kur’ân’da parlamento suresi var”
kelime gayr-i müslimler arasında farklı bir manada
kullanılıyor. “Bunun yerine ‘unzurnâ’ deyin” buyuruyor. İşte Kur’ân-ı Kerim bize kavramlar konusunda
hassas olmayı ve onları kullanırken iyi tetkik etmemiz gerektiğini söylüyor… Yani kavram, mazmununa bağlı; kriterleri ve sınırları belli olmalıdır ki
dileyen onun muhtevasını dilediği şekilde doldu-
diyebiliyor. Kimileri Şurâ’nın demokrasiyle aynı şey
ramasın.
olduğunu söyleyebiliyor… “Toplam kalite konsep-
Tasavvuf konusuna tekrar dönecek olursak… Ta-
tinin âlâsı bizde var; Takva, toplam kalite demektir”
savvuf kelimesi -istesek de karşı çıksak da- tarîhî
diyebiliyor. Yani kavramlar alanında kahredici bir
bir kavramdır ve ortadan kaldırılması mümkün de-
pespayelik sergileniyor. İslamî kavramların alanı Ba-
ğildir. Tasavvuf, doğusundan batısına İslam dünya-
tılı kavramlar lehine olabildiğince daraltılıyor.
sının hemen her yerine nüfuz etmiştir... Bin yıldan
Abdulhamid Medkûr: Kaotizm ve karmaşa doğuran her faaliyet merduddur! Yapılan iş şartlarına
bağlı, maksadını ve gidişatını belirleyen kriter ve
kayıtlara riayet edilerek yapılmalıdır. Bir kavram
MÜLAKAT
demek istiyor. Bence “felsefe” yerine “fikir/düşünce”
fazla bir süredir yazılan bir tarihi tasavvuftan soyutlayamazsınız. İster kabul edin ister etmeyin, bu bir
vakıa. Yapılması gereken, bu kavramın muhtevasını
doğru belirlemektir.
uğruna İslamî muhtevayı berhava etmek ilmî ve
Martin Lings (Ebubekir Siraceddin) tasavvufun
aklî bir tutum değildir. Üzerinde yoğunlaştığınız
bahtsız bir kavram olduğunu söyler. “Bu, diğer
kavram mutlaka Makâsıdü’ş-Şeri’a’ya ve İslam’dan
dillerde de böyledir; genelde esrar, gayb, gumûz,
beklenen gayelere tâbî olmalıdır… Bu her zaman
sırcılık, remz unsurlarını içeren bir muhtevası var-
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
51
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
dır” der. Peki “Kelam İlmi” ifadesine bakalım; bu da
Düşüncesi ya da İslamî Düşünce kavramında bir iş-
tardedilmiş bir kavramdır. İmam Ebû Hanife, İmam
kal görmüyorsunuz.
Şâfiî, İmam Ahmed ve emsali ulema nezdinde de
merdud bir kavram olmakla birlikte süreç içinde
kendisini kabul ettirmiştir. İsme ve başlığa takılma-
Abdulhamid Medkûr: Kriter ve şartlara uygun olması koşuluyla…
yın; hedef ve gayeye bakın… Maksatlarına ve ne-
Talha Hakan Alp: İslam Düşüncesi kavramını ka-
ticelerine bakın. Şimdi sen içinde gayr-i müslimle-
bul ettiğimiz varsayarsak sizce bu düşünceyi kim
rin de bulunduğu bir çevrede yaşıyorsun ve gayr-i
ve hangi ilim temsil etmektedir? İslam Düşüncesi,
MÜLAKAT
Ehl-i Sünnet’te masumiyet inancı yoktur; İcmâ-ı Ümmet’i saymazsak Hz.
Peygamber (s.a.v)’den sonra ve onun dışında ismet sıfatını haiz kimse/şey
yoktur. Bunun dışında her insanın sözü alınabilir ve reddedilebilir.
müslimler canibinden itikadla ilgili bir takım şüp-
yeknesak bir düşünce midir? Mesela kaza-kader ve
heler geliyor… Bu şüphelere karşı Kur’ân ve Sünnet
sıfatlara ilişkin sûfîlerin, kelamcıların, hatta kelamcı-
nasslarıyla delil getiremezsiniz; çünkü onlar Kur’ân
lar içinde Eşarîlerin farklı yaklaşımları var. Dolayısıy-
ve Sünnet’i kabul etmiyorlar. Gayrimüslimler İslam
la İslam Düşüncesini birleştirmek mümkün mü ya
Hilafetinin başkenti Bağdat’a gelip Müslümanlarla
da birleştirmek gerekiyor mu?
İslam akaidiyle ilgili münazaralar yapıyorlardı. Bunu
yaparken de Müslümanlara, Kur’ân ve Sünnet’ten
delil getirmemeyi şart koşuyorlardı ki bu tabii bir
durumdur… Hıristiyanlığa, Fars paganizmine, ilhada ya da şirke inanan kimselerle Kur’ân ve Sünnet
nasslarını delil getirerek tartışamazsınız aksine bu
tartışma ve münazaralarda dayanılacak araç, akıldır,
aklî delillerdir. Bundan dolayı Kelam İlminin öncüleri, Şer’î delillerin muhteva katmanları arasından
şüncesi iddiasında bulunanlara baktığımızda bu
kimselerin İslâmî nasslardan olabildiğince uzak
olduklarını, daha ziyade Batı felsefesi ve uygarlığının etkisinde olduklarını görüyoruz… Daha çok
sosyal bilimler, psikoloji ve antropoloji gibi ilimlerin verilerinden yola çıkarak bir takım teorileri
dillendiriyorlar.
aklî deliller istihraç eder ve gayrimüslimlere karşı
Abdulhamid Medkûr: Sondan başlayarak gider-
bu delilleri kullanırlardı… Etrafında oluşturulan
sek, bu tür çalışmaların hedefi nedir? İslam’a hizmet
onca tartışmaya rağmen Kelam İlmi kendisini kabul
etmek mi yoksa onu başka bir uygarlığa ya da dine
ettirmiş, kendisini tarihe dayatmıştır… Tasavvuf da
adapte ederek uydulaştırmak mı? İslam toplumuna
böyledir. Kavramlara savaş açmak çözüm değildir;
hizmet etmek mi yoksa başkalarına kuyruk olmak
yapılması gereken onların muhtevasını, araçlarını
mı? Bu tür okumalar ve söylemler İslam’ın yerle-
ve onların içinde varlık bulan ameli ve pratiği iyi-
şik ve tarihî senediyle Kur’ân ve Sünnet’e, onların
leştirme çalışması yürütmektir… Tasavvuf ve İlm-i
muttasıl sabitelerine bağlı mı yoksa bize kendine
Kelam’la ilgili olarak da aynı durum söz konusudur.
özgü şartları, gerçekliği, hedefleri, bağlılıkları, mas-
Nitekim bir fıkıh kaidesi burada söylemeye çalıştı-
lahatları, kimliği ve hüviyeti olan tamamıyla farklı
ğımızı güzel bir şekilde ifade eder: “İtibar elfâz ve
bir çevreye ait bir takım unsurları üzerimize boca
mebânîe değil; makâsıd ve meânîyedir.”
etmeyi mi hedefliyor? Bütün bu mezkûr hususlarda
Talha Hakan Alp: Anladığım kadarıyla siz İslam
52
Mehmet Fatih Kaya: Mesela çağdaş İslam dü-
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
tamamıyla farklılık arz eden bir değeri ya da paradigmayı kendi gerçekliğimize tatbik etmek üzere
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
Dâr-ı İslam’a taşıma gayretkeşliği midir? Eğer öyley-
Abduh’a muhalefet edebilirsiniz ancak onların
se bu, İslâmî makâsıda, nasslara, İslam toplumları-
İslam’a ve Müslümanlara faydalı olan fikirlerinden
na ve İslamî gerçekliğe hizmet etmez. Dolayısıyla
istifade etmek gerekir… Mesela onlar Hıristiyan-
bu tür yaklaşımlar, Müslümanları büyük güçlerin
lara ya da oryantalistlere reddiyeler yazmışlarsa,
uydusu yapmayı ve kendi usûl ve sabitelerinden
Ümmet’i uyanışa, hürriyete ve adalete çağırmışlar-
uzaklaştırmayı hedefleyen ecnebi kökenli projele-
sa bu iyi bir şeydir ve bundan istifade edilmelidir.
rin ürünüdür.
Tam bu noktada, Hasan Şâfi'î hocanın iki gün önce
Mehmet Fatih Kaya: Ben sorumda Hasan
Hanefî’den öte Cemaleddin Efgânî ve Muhammed
Abduh gibi şahsiyetleri kastetmiştim. Malum bunların da bir okuma biçimi var ve Batıdan etkilenmişler. Nitekim bazı mucizeleri reddetmişler ve o
günün Şeriat uleması kendilerine reddiye yazmış.
Abdulhamid Medkûr: İslam açısından övünç kaynağı olmayı hakeden -gerçi İslam’ın bütün esasları
iftihar vesilesidir- bir esas vardır: Ehl-i Sünnet’te
bir başka bağlamda söylediği bir sözü hatırladım.
Cüneyd el-Bağdâdî, Hâris b. Esed el-Muhâsibî’ye
gitmek istediğinde dayısı es-Seriy es-Sekâtî kendisine, “Onun ilminden ve edebinden istifade et.
Ancak onun varsayımlara dair söylediklerini alma”
demiştir. el-Muhâsibî bir takım varsayımlarda bulunuyor ve onlara cevaplar veriyordu. Bu durum
avamın aklını karıştırabilirdi. Yani ilim ve ulema
konusunda biz de böyle davranmalıyız; doğruları
almalı yanlışları bırakmalıyız… Genellemelerden
uzak durmalıyız.
mazsak Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra ve onun
Şimdi bütün insanların bir görüş ya da fikir üze-
dışında ismet sıfatını haiz kimse/şey yoktur. Bu-
rinde birleşmesi mümkün müdür? Hayır. Çünkü
nun dışında her insanın sözü alınabilir ve redde-
insanlar eşit değildir. Nitekim Sahabe-i Kiram da
dilebilir. Her âlimden İslam’a ve Müslümanlara fay-
Efendimiz (s.a.v) zamanında farklı sebeplerle bazı
dalı gördüğün hususları alırsın, İslâmî asıllara aykırı
konularda ihtilaf etmiştir. Mesela bazen muayyen
olan hususları reddedersin. Ancak bir âlimi bir mu-
bir konuyla ilgili nassı bilmedikleri için, ya da nassı
halefetinden ya da yanlışından dolayı bütünüyle
farklı tefsir ettikleri için yahut ruhsatlar ve azimetle-
reddetmek doğru olmasa gerektir… Yoksa ortada
ri tesbitte farklı düşündükleri için vb. birçok sebep-
ilim kalmaz, çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’den son-
le ihtilaf etmişlerdir. Evet, nass okunduğunda hepsi
ra ismet sıfatını haiz olan kimse yoktur. Bu önemli
ittifak etmiş ancak sıra o nassın tefsirine geldiğinde
bir nokta… Cemaleddin Efgânî ya da Muhammed
ihtilafa düşmüşlerdir. Mesela Efendimiz (s.a.v):
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
MÜLAKAT
masumiyet inancı yoktur; İcmâ-ı Ümmet’i say-
53
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
ََّ‫صلِّ ن‬
َ‫بَيِن �قَُريْظَة‬ ‫ف‬ ‫صَر إل‬
ْ ‫َح ُد ُك ُم ال َْع‬
َ ُ‫اَل ي‬
َ‫يأ‬
“Sizden hiç kimse Benî Kureyza'ya varmadan ikindi
namazını sakın kılmasın!”
buyurmuş fakat Sahabe bu nassın anlamında ikiye
ayrılmıştır… Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)
her iki grubun içtihadını da kabul etmiş ve hiç biri-
MÜLAKAT
ne “siz yanıldınız” dememiştir. Sahabe, Bedir esirleri
Ömer çok önemli bir söz söylemiştir: “Şayet senin
meselen doğrudan nassla ilgili olsaydı söylediğini
yapardım. Ancak senin meselen re’y ile ilgilidir ve
re’yler farklı olabilir.”
Talha Hakan Alp: Sanıyorum ben sorumu tam anlatamadım. Soru şuydu: İslam düşüncesi derken bu
kavram sizce daha ziyade hangi grubu ifade ediyor?
konusunda da ihtilaf etmiştir. Bazıları esirlerin fidye
Abdulhamid Medkûr: Bunun adı “düşünce” ise
karşılığı serbest bırakılması gerektiğini düşünürken
bunun olduğu her yerde ihtilafın olması tabiidir. Bu
diğer grup bu esirlerin Hz. Peygamber (s.a.v)'e ve
sahada her görüş tartıya vurulur; isabet eden dü-
Sahabe’sine yaptıklarının intikamının alınması ge-
şünceler olduğu gibi doğrudan uzak düşünceler de
rektiğini ileri sürmüşlerdir. Sonunda vahiy inmiş ve
olabilir. Dolayısıyla bu kavramı bir grupla sınırlan-
bu görüşlerden birini tashih etmiştir. Dolayısıyla
dırmak doğru olmaz. Hareket noktası İslam olan ve
hakkında katî nass bulunmayan, ictihad mahalli
Müslümanların fikrini, vâkıını ve medeniyetini konu
konular oldukça, ihtilaf da olmaya devam edecek-
edinen zihnî faaliyetlerin hepsine “İslam düşüncesi”
tir. Burada bazı âlimlerin, mesela İ'lâmu’l-Muvakki'în
demek mümkündür. Hatta biraz ileri giderek şunu
adlı eserinde İbnu’l-Kayyim’in söylediği bir sözü ha-
da söylemek mümkün: Konularıyla istikrar bulmuş
tırlıyorum… Bir adam Hz. Ömer b. Hattab (r.a)’a ge-
köklü ilim dalları, kendilerine ilişkin olarak üretilen
lip bir meselenin hükmünü sormuş. Hz. Ömer onu
düşünceleri kapsamları içine alır yahut o düşünce-
Zeyd b. Sâbit’e yönlendirmiş. Zeyd b. Sâbit, Abdul-
ler o ilimlere mal olur. Mesela ulema, fıkıh ilmine
lah b. Mesud’a; o da Ali b. Ebû Tâlib’e yönlendirmiş.
dair, klonlama, organ nakli, banka muameleleri ve
Adamın sorduğu soruya bu sahâbîlerin hepsi farklı
benzer konularla ilgili bir takım düşünceler ortaya
cevaplar vermiş. Adam tekrar Hz. Ömer’e gelip du-
koyduğunda bunlar, bu özel ilimler dâhilinde yapıl-
rumu anlatınca Hz. Ömer, “ben olsam şöyle derdim”
mış ictihadlar mesabesinde olur. Mesela makâsıd
demiş. Adam “Sen müminlerin emirisin, bu görüşü-
alanıyla ilgili bir zihnî faaliyet Makâsıd İlmi içine
nü bu şekilde neden bütün Müslümanlara ilan edip
dâhil olur. Kur’ân-ı Kerim’i anlamaya ve tefsir etme-
onları böyle anlamaya zorlamıyorsun?” deyince Hz.
ye yönelik bir ictihad çabası tefsir ilmi kapsamına
girer. Bu böyleyse, yeni meseleler ve İslam dünyasının bu gün karşı karşıya olduğu meydan okumalara dair yapılan zihnî faaliyetlere “İslam Düşüncesi”
denmesi çok tabiidir. Mesela Marksizm’in özünde
ve esaslarındaki çelişkileri anlayan ve Müslümanlara bu ideolojinin problemlerini ve eksikliklerini
Kur’ân ve Sünnet’ten hareketle anlatan Müslüman
aklın ortaya koyduğu bir Marksizm reddiyesini, “İslam Düşüncesi” içinde tasnif etmek mümkündür.
Modern dönemde kadın merkezli tartışmaları ele
alan çabaları da “İslam Düşüncesi” zımnında değerlendirmek mümkündür. Aynı şekilde yerleşik ilim
dallarıyla doğrudan ilgili olmayan yeni meselelerin
İslam Düşüncesi başlığı altında incelenmesi mümkündür.
Hasan Şâfi’î: Müsaadenizle size biraz muhalefet
edeyim. Yaşanılan sorunun temelinde sadece ilmî
54
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
sebepler yoktur. Düşünce tarihi diye bir ilim dalı var.
lim denildiğinde biz o kişinin Kelam İlmine vakıf
Bir fikir nasıl inşa edilir? Düşüncenin temeli nedir?
olup olmadığını ya da mütekaddim, müteahhir
Düşünceyi tavzif etmek, Düşüncenin kişiden kişiye
ve muasır Kelamî görüşleri bilip bilmediğini anla-
ya da kültürden kültüre intikali ve benzeri konuları
yabiliyoruz ama “Müslüman düşünür” dediğiniz-
ele alır. Şimdi sorun şurada: Kendilerini “Müslüman
de bu münzabıt bir ifade değil, herkes kendisinin
düşünür” ya da “İslamcı düşünür” olarak tavsif eden
“düşünür” olduğunu iddia edebiliyor. Dolayısıyla
kimseler var. Yahut yayınevlerinin, gazetecilerin ya
burada bu kavramın tabiatından değil de tatbi-
da okuyucuların kullandığı bir ifade bu, “İslamcı dü-
kinden kaynaklanan bir sıkıntı olduğu anlaşılıyor.
Mütekellim denildiğinde biz o kişinin Kelam İlmine vakıf olup olmadığını
ya da mütekaddim, müteahhir ve muasır Kelamî görüşleri bilip bilmediğini
anlayabiliyoruz ama “Müslüman düşünür” dediğinizde bu münzabıt bir ifade
değil, herkes kendisinin “düşünür” olduğunu iddia edebiliyor.
Abdulhamid Medkûr hoca bu meselenin mühim
vereyim: Cemal el-Benna’ya “Müslüman düşünür”
bir boyutuna işaret etti: Kavramın zabtı meselesin-
deniliyor. Cemal el-Benna kendisini böyle tanım-
den ve makâsıddan bahsetti ki ben buna bir ilave
lıyor… Destekçileri de onun hakkında bu unvanı
yapmak istiyorum: Burada menhec ve usûl de çok
kullanmayı tercih ediyor. Peki, Cemal el-Bennâ kim-
hayatî bir rol oynamaktadır. İbn Kesîr’in tefsirinin
dir? Aklına ve hayaline gelen, kafasına esen her şeyi
mukaddimesinde de belirtildiği üzere Hz. Peygam-
söyleyen bir adam! Bunun başka örnekleri de var.
ber (s.a.v), “Kim Kur’ân-ı Kerim’i kendi görüşüyle tef-
Mesela Sudan’da yeni bir dinin inşasını savunan
sir ettiğini söylüyorsa isabet etse bile hata etmiştir”
Mahmud Ahmed Tâhâ bile “İslamcı düşünür” olarak
buyuruyor. İsabet ettiği halde hata etmek nasıl olu-
tavsif ediliyor. Bu tür çabaların Amerika’nın ajanda-
yor? Çünkü böyle yapan kimse menhecde/usulde
sında olduğu biliniyor zaten.
hata yapmış oluyor. Bu, çağdaş bir söylem değil;
Ömer Faruk Tokat: Sudan dediğinizde benim aklıma Hasan Turâbî geldi. Onu da bu bağlamda mı
değerlendiriyorsunuz?
MÜLAKAT
şünür/Müslüman düşünür”. Bizim Mısır’dan örnek
İbn Kesir’in de söylediği bir söz. Farklı kelimelerle
olsa bile aynı sözü İbn Kesîr söylüyor. İlimsiz bir şekilde Kur’ân tefsiri konusunda konuşan bir insanın
yaptığı iş, günümüzde düşünürlük taslayan kimse-
Hasan Şâfi’î: Son zamanlarda verdiği fetvalara
lerin ortaya koyduğu spekülatif tahminlerden farklı
bakarsak evet… Doğrusu bunlar fıkhî fetvalar de-
bir şey değildir. Sözümona “İslam düşünürü” bir
ğil bir takım tahminler… Daha ötesini söylemek
takım tahminlerde bulunarak bir tahrifat yapı-
istemiyorum. Mağripli bir düşünürü okumuştum.
yor… Dilediği gibi tahrif ediyor… Ya da kendisi-
“Mütekellim ve fakihin devri bitti. Sosyal bilim-
nin bir takım ön kabülleri var ve bunları Kur’ân
ci düşünürün devri başladı” diyordu. Artık İslam
ve Sünnet’e tasdik ettirmeye, Kitap ve Sünnet’i
toplumlarının fakihlere itibar etmediğini söylü-
kendi görüşlerine tâbi kılmaya çabalıyor ki bu da
yorlar. Ama bu iddiadan öte bir şey değil… Hilâf-ı
bir tür “tefsir bi’r-re’y”dir. Dolayısıyla “İslam Düşün-
hakikat bir çarpıtma… Fakat fakihlere itimat edil-
cesi” dediğiniz faaliyet menhec, usûl ve maksatta
meyen böyle bir ortamı teşvik ediyorlar. Bütün bu
istikametini bulursa meşru mecrasında akmaya
söylediklerimiz “İslamcı düşünür” vasfının tehlikeli
devam eder… Yoksa merduddur. Yanılmıyorsam şu
bir yola girdiğini gösteriyor. Çünkü biz fakihin fıkıh
elinizde tuttuğunuz kitapta bir söz okumuştum…
üretmeye ehil olup olmadığını bilebiliriz. Mütekel-
Diyor ki: “Şeker paketinin üzerine, “bu tuzdur” yaz-
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
55
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
sak karıncayı aldatamayız. Çünkü karınca onun
İslam ilim, düşünce, kültür ve medeniyet biriki-
şeker olduğunu bilecektir… O paketin üzerindeki
mi –bazıları buna gelenek diyor- çok iyi okunup
etikete aldırmayacak ve aldanmayacaktır.” Yani Ab-
anlaşılmadan yeni bir şey ortaya koymanın müm-
dulhamid hocanın da dediği gibi “itibar hakikate ve
kün olmadığı kazıyye-i müsellemedir. Batılılar bile
manalaradır.” Bu kaide akidlerle ilgili olmakla bir-
böyle yapmışlardır; Kadim Yunan’ı, kendi gelenekle-
likte genel bir kaide olmaya da elverişlidir. Çünkü
rini anlayıp kavramadan yeni bir şey ortaya koyma-
Şeriat’ın ruhu ve yönelimi bu istikamettedir. Zira
mışlardır. Fakat Batılı teologları körü körüne taklit
Şeriat salt lafız ve şekillerden daha ziyade, hedef
etmek kimseyi bir yere götürmez ki bu günümüz-
MÜLAKAT
Batılı teologları körü körüne taklit etmek kimseyi bir yere götürmez ki bu günümüzde
kendisini İslamcı düşünür olarak tavsif eden kimselerin en büyük handikapıdır. Bunlar,
biraz psikoloji, biraz sosyoloji ve antropoloji okuyorlar, İslam İlim, düşünce ve kültür
müktesebatından hiçbir şey bilmiyorlar ya da sadece bu birikimin kabuğunu biliyorlar
ve kendilerini İslamcı/Müslüman düşünür olarak takdim ediyorlar.
ve yöntem itibariyle mazmun, muhteva ve haki-
de kendisini İslamcı düşünür olarak tavsif eden
kate itibar eder. Konuyu biraz daha netleştirecek
kimselerin en büyük handikapıdır. Bunlar, biraz
olursak az önce sabiteler ve değişkenlerden sözet-
psikoloji, biraz sosyoloji ve antropoloji okuyorlar,
tik. Sabiteler nelerdir? Öncelikle Kur’ân-ı Kerim yani
İslam İlim, düşünce ve kültür müktesebatından
nasslardır… Bu usûlî bir yaklaşımdır. Sonra Sünnet-i
hiçbir şey bilmiyorlar ya da sadece bu birikimin
Sahîha ve İcmadır… Yani ulemanın üzerinde icma
kabuğunu biliyorlar ve kendilerini İslamcı/Müs-
ettiği hususlardır. Eğer bir düşünce/fikir, bu usûl/
lüman düşünür olarak takdim ediyorlar. Ondan
sâbiteler ile çatışmıyorsa o İslam düşüncesidir. Sa-
sonra kalkıp fakih ve mütekellimlere artık ihtiyaç
bitelerin dışındaki değişkenler alanında ise insanla-
kalmadığı, onların yerini kendilerinin aldığı şeklin-
ra fikrî faaliyet hakkını vermek gerekir… Düşünce
de ahkâm kesiyorlar. Sanıyorum rahmetli Martin
faaliyetinin menheci/usulü ve maksadı İslâmî ise ve
Lings “İslam düşüncesi kavramının bahtsızlığı” der-
sabitelerle çatışmıyorsa mesele yok. Bunun ötesin-
ken böyle bir şeyi kastediyor.
deki değişkenler alanında ise ihtilaflar çoktur ve bu
56
ihtilaflar, ta Sahâbe döneminden beri vardır… Yani
Mehmet Fatih Kaya: Maksadım kavramları eleştir-
değişkenler alanında ihtilaf (farklı düşünme) hür-
mek değil. Ancak yaşanan bir dizi sorunun kayna-
riyeti vardır. Dolayısıyla menhec/usûl ve maksat
ğında kendilerine “düşünür” denilen insanların ol-
müstakim olursa ve sabitelere teslim olunursa
duğunu görüyoruz. Muhammed Abduh’dan örnek
ehliyetli kimseler, değişkenler alanında diledik-
verirken hedefim Muhammed Abduh’u bütünüyle
leri gibi zihnî ve aklî faaliyet yürütebilirler… Ta-
eleştirmek değil. Ancak “Muhammed Abduh Ekolü”
bii ki burada subût ve delalet hücciyyeti gerekiyor.
denilen akımı teşekkül ettiren fikirleri eleştirmek
Bunlara riayet edilerek oluşan bir düşünceye “İslam
adına bir şeyler söyledim. Mesela Muhammed Re-
düşüncesi” denmesinde bir sakınca olmasa gerek-
ceb el-Beyyûmî’nin A’lâmu’n-Nahda adlı kitabını
tir. Nasslara, onların vakıaya tatbikine ve Müslü-
okurken kendimi tutamadım sayfaların kenarlarına
manlara bir medeniyet inşa etmeye yönelik Müs-
bazı talikler yazdım. “Muhammed Abduh Ekolü”ne
lüman aklın Kelam, Fıkıh, Usul-i Fıkıh, ahlak, dil ve
mensup isimlere, mesela Şeyh Muhammed Şeltût’a
diğer alanlarda yürüttüğü faaliyetlere “İslam Dü-
bakalım… Kendisi el-Ezher şeyhi, büyük bir âlim,
şüncesi” demek mümkün. Ancak bu zihnî faaliyet
el-Fıkhu’l-Mukâran alanında kitap yazmış ancak bu
yürütülürken şu husus göz önünde tutulmalıdır:
ekolün çekim alanına girince mesela Nüzûl-i İsa’yı
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Mülakat
inkâr ediyor. el-Merâğî hocaya hatta Muhammed
Muhammed Bahît el-Mutî’î hoca sadece Mısır’da
Muhyiddîn Abdulhamid hocaya bakıyoruz; Ce-
değil; tüm İslam dünyasında “Hanefilerin Müftüsü”
maleddin Efgânî ve Muhammed Abduh ekolünün
unvanına sahiptir. “el-Fetâvâ et-Tûnisiyye” adın-
tesiri altındalar. Bu arada Abdülfettah Ebu Gudde
daki eseri Afrika’dan Asya’ya İslam dünyasının her
Hoca, Efgânî ve Abduh için “Hadis ilminde sıfır se-
tarafından kendisine yöneltilen sorulara verdiği
viyesinde zatlardı… Hadisleri çok iyi bilmezlerdi
fıkhî cevapları muhtevidir. Bahît hoca Muhammed
buna rağmen naslarla çatışan görüşler serdet-
Abduh’a karşıydı. Ancak kendisi müftülük makamı-
mişlerdir” diyor. Muhammed Hüseyin ez-Zehebî,
na gelince hoca değişmiştir. Mesela İctihad konu-
Reşîd Rıza’yı tefsirdeki şaz yaklaşımlarından dolayı
sunda daha esnek düşünmeye başlamıştır. Hatta
tenkit ediyor.
kendisi bazen ictihad yapmak zorunda kalmıştır.
Hasan Şâfiî: Meramımızı ifade ederken açık ve sarih olmalıyız. Aşırı nezaket insanları ittifaka götürmez… Aksine açık olmak ve net konuşmak gerekir.
Ben bu Islahçı ekolü bir takım ihtiyat paylarıyla birlikte bazı açılardan takdir ediyorum. Az önce Abdulhamid Medkûr hocanın da söylediği üzere, bizim
itikadımızda ismet sıfatını haiz kimse yoktur ve bu
Sigorta, fotoğraf vb. meselelerde esnek davranmak durumunda kalmıştır. Pakistan’a ilk gittiğimde
ulema fotoğraf çektirmenin haram olduğuna dair
fetva yayınlamıştı. Kendilerine, “Muhammed Bahît
el-Mutî’î hocanın bu konuda bir risalesi var ve fotoğrafa cevaz veriyor” dediğimde heyecanlandılar.
Kendilerine kitabı verdim ve fetvayı değiştirdiler.
yüzden peygamberler dışında herkesin görüşü alı-
Ali Cuma hoca taklid ve tasavvuf ehli bir şahsiyettir.
nır ya da reddedilebilir.
Ancak Mısır müftüsü olup da meselelerle karşıla-
Abdulhamid Medkûr: Yani bir görüşteki yanlış-
zorunda kaldı.
bu genellemeyi Sahabe nesline uygulasanız, bazı
Abdulhamid Medkûr: Müsaadenizle size Hâtıb
sahâbîler hakkında da çok tehlikeli bir yaklaşım içi-
b. Ebî Belta’a (r. a)’ın sözlerinden oluşan bir metin
ne girebilirsiniz. Herkesin alınabilecek ve reddedile-
okumak istiyorum ki içinde, konuştuğumuz ko-
bilecek görüşleri olabilir.
nuya da çok uygun ifadeler var. Hatırlayın, kendisi
Mehmet Fatih Kaya: Ancak Sahâbe’de görebileceğimiz hatalar usûle/menhece ve itticaha ilişkin
hatalar olmaz.
MÜLAKAT
lıktan dolayı bütün bir ekolü dışlamamalıyız. Siz
şınca bazı konulardaki yaklaşımlarını değiştirmek
Mekke’nin fethinde Müslümanların sırrını ifşa etmiş
bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) “Onu öldür Ey Allah’ın
Rasûlü! Çünkü münafıklık yapmıştır” dediğinde Hz.
Peygamber (s.a.v) ““Şüphesiz ki Allah Teâlâ Bedir
Hasan Şâfi’î: Bu doğru… Dolayısıyla bu ıslahatçı
ehline hitab ederek ‘ne yaparsanız yapın, muhakkak
yönelim de bütünüyle hayır olmadığı gibi bütü-
ki ben sizleri affettim’ buyurmuştur.” demiştir. Bu
nüyle şer de değildir. Bu akımın temel yönelimi-
Peygamberî bir tavır alıştır. Zira bu durumda harp
ne bakarsanız esas itibariyle az ya da çok Şeriat
kanunları uygulanacak olsa Hâtıb b. Ebî Belta’a’nın
merkezlidir. Elleri hadisle dolu da olsa ellerinde
öldürülmesi gerekirdi… Çünkü o Müslümanların
hiç hadis olmasa da bu böyledir. Muhammed Ab-
sırrını ifşa ederek onlara ihanet etmişti ve bu yüz-
duh, İlm-i Kelâm’ı bilen biridir. Beyrut’a gittiğinde
den birçok Müslüman ölebilirdi. Ancak Efendimiz
Kelam ilmi okumuş ve Risâletü’t-Tevhîd’i yazmıştır.
(s.a.v)’in tavrı bize bir örnek ve model teşkil ediyor.
Onun çalışmalara daha çok bu alanla irtibatlıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke’nin fethinden önce
Muhammed Abduh, Reşid Rıza’dan daha dakik bir
bu zatı, bir mektupla Mısır hükümdarı Mukavkıs’a
şahsiyettir. Reşid Rıza, Muhammed Abduh’tan daha
göndermişti. Mektupta Mukavkıs İslam’a davet edi-
çok hadis bilirdi ama onun bu hadis bilgisi onu
liyordu. Bu meşhur bir mektuptur ve orijinal nüsha-
Muhammed Abduh’tan daha derin ve daha doğru
yı Topkapı müzesinde gördük. Önce bu sahâbînin
bir fikrî yapıya sahip kılmamıştır. Reşid Rıza’nın el-
orada sarfettiği o muazzam sözleri okuyalım sonra
Vahyu’l-Muhammedî adlı eseri okunursa ne demek
siz bu sözlerin hangi ilim dalı içinde ele alınacağını
istediğim daha net anlaşılır.
söyleyin.
RIHLE Temmuz-Aralık 2012
57
Mülakat
Abdulhamid Medkur - Hasan Şafii
Hâtıb b. Ebî Belta’a Hz. Rasûlullâh’ın mektubunu
de yeni ilim dallarındandır. Bu ilim dalları makasıd,
Mukavkıs’a okuduktan sonra der ki: Senden önce-
gayeler, menhec, kriterler ve şartlar itibariyle istika-
ki adam kendisinin “en büyük rabb olduğunu iddia
met üzere olursa başımız üstünde yeri vardır. Keşke
etmişti. Fakat Allah da onu, sonun ve ilkin (ahiretin
her asırda ya da her yarım asırda, İslamî esaslarla
ve dünyanın) azabıyla cezalandırdı… Onun vası-
sınırlandırılmış ve yine ona hizmet edip de usulünü
tasıyla önce başkalarında intikam aldı daha sonra
de ondan alan yeni bir ilim inşa edebilsek. Umarım
da kendisinden intikam aldı.” Mukavkıs’a Firavun’u
okuduğum bu metin bu açıkoturum için güzel bir
ve onun akıbetini hatırlatıyordu. Bu tarihî bir ha-
hatime olmuştur.
disedir. Hâtıb b. Ebî Belta’a (r.a) Mukavkıs’la olan
muhaveresine nasıl başladığına ve onu Allah’a davete kulak vermesi için nasıl bir etkileme yöntemi
tercih ettiğine bakın. Hâtıb b. Ebî Belta’a sözlerini
şöyle sürdürdü: “Ey Mukavkıs öyleyse başkasından
(Firavun’un o durumundan) ibret al da gayrıya ibret olma!” deyince Mukavkıs: “Bizim bir dinimiz
var ve daha hayırlısını bulmadıkça onu terk etme-
MÜLAKAT
yiz” dedi. Bunun üzerine Hâtıb b. Ebî Belta’a, “seni
Hasan Şâfiî: Yakın zamanlarda yeni bir İslamî ilmin inşa edilmesi için teklifte bulunduk: “İlmü’lkavâidi’ş-şer’iyyeti’l-i’tikâdiyye (İtikad Kaideleri
İlmi)”. Bin yıl önce Hanefî aklın inşa ettiği fıkıh kaideleri ilmimiz var. İmam el-Kerhî bu kaideleri kayıtlara geçmiş. Dolayısıyla bu gün “İtikad Kaideleri
İlmi” adında bir ilme ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum.
Allah’ın dinine davet ediyoruz ki o İslam’dır ve Allah
Ömer Faruk Tokat: Doğrusu bu oturum boyunca
din olarak insanlara onu yeterli kılmıştır, dahası da
bizlere bir ilim, kültür ve düşünce ziyafeti sundu-
yoktur! Şüphesiz ki bu Peygamber (s.a.v) insanları
nuz. Hepinize çok teşekkür ediyoruz. Allah razı
dine çağırdığında ona en sert şekilde karşı çıkanlar
olsun.
Kureyşliler; an fazla düşmanlık yapanlar Yahudiler;
en yakın davrananlar ise Hıristiyanlar oldu. Hayatım üzerine yemin ederim ki Musa Peygamber nasıl
İsa Peygamber’i haber vermiş ve onun geleceğini
müjdelemiş ise, İsa Peygamber de Muhammed
Aleyhisselam’ı öylece haber vermiş, geleceğini
müjdelemiştir. Bizim seni Kur’ân’ı kabule davet etmemiz, senin Tevrat’a bağlı olanları İncil’e davet etmen gibidir” dedi. Bu öyle bir kıyastı ki Mukavkıs’ta
İslam’a karşı bir ilginin uyanmasına sebep oldu.
Hâtıb b. Ebî Belta’a, sözlerine şöyle devam etti: “Her
peygamber bir kavme yetişmiş olup, o kavim o
peygamberin ümmetinden sayılmış, o peygambere itaat edenler de o ümmete katılmıştır. Sen ise, bu
peygambere (Muhammed Aleyhisselam’a) yetişenlerdensin! Biz, seni İslâm dinine davet etmekle, İsa
Peygamber’in dininden men ediyor değiliz! Bilakis,
onunla, onun gerçek tebligatıyla amel ve hareket
etmeni sana teklif etmiş oluyoruz” dedi. Şimdi siz
bu sözleri hangi ilmin içinde tasnif edeceksiniz?
Fıkhın ya da Usûl-i Fıkhın içine koyabilir misiniz?
Bence bu sözleri “İslam Düşüncesi” kavramı içinde
ele almak mümkün. Davet ilmi içine de koysanız
bu yeni bir ilim dalıdır. Geçmişte “davet ilmi” diye
bir ilim yoktur. İslam kültürü ve İslam düşüncesi
58
Temmuz-Aralık 2012 RIHLE
Dipnotlar:
Kurucusu Corcî Zeydan derginin adını niçin hilal koyduğunu şöyle
açıklamıştır: “Öncelikle hilal, şanı yüce Osmanlı hilalini tebrik için
(Devlet-i âliyemize Allah zeval vermesin), ikincisi, bu dergi hilal misali
her ayın başında çıkacaktır. Üçüncüsü, bu hilalin zamanla gelişimini
tamamlayarak dolunaya dönüşmesini umduğumuz içindir” http://
ar.wikipedia.org/wiki/%D8%A7%D9%84%D9%87%D9%84%D8%A7
%D9%84_(%D9%85%D8%AC%D9%84%D8%A9) (Çevirmen)
1
Download