pediatrik onkoloji hastalarında 25

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA 25-(OH) VİTAMİN D
DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. NESLİHAN BİLGİN
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. CEYDA KARADENİZ
ANKARA
2016
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA 25-(OH) VİTAMİN D
DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. NESLİHAN BİLGİN
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. CEYDA KARADENİZ
Bu tez Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından
01/2014-28 proje numarası ile desteklenmiştir.
ANKARA
2016
KABUL VE ONAY
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Programı
çerçevesinde yürütülmüş olan bu çalışma aşağıdaki jüri tarafından Uzmanlık Tezi
olarak kabul edilmiştir.
Tez Savunma Tarihi:.../.../2016
BASKAN
İmza
Unvanı, Adı ve Soyadı
Gazi Üniversitesi
ÜYE
İmza
Ünvanı, Adı ve Soyadı
ÜYE
İmza
Ünvanı, Adı ve Soyadı
ÜYE
İmza
Ünvanı, Adı ve Soyadı
ÜYE
İmza
Ünvanı, Adı ve Soyadı
i
TEŞEKKÜR
Tezin oluşturulması sırasında eşsiz bilgi birikimini, özverisini, sabrını ve
yol
göstericiliğini
hiç
esirgemeyen
değerli
hocam
Prof.
Dr.
Ceyda
KARADENİZ’e,
Yardımları için Çocuk Onkoloji Bilim Dalı hocalarımız Prof. Dr. Faruk
Güçlü PINARLI’ya ve Yard. Doç. Dr. Arzu OKUR’a,
Tezimin laboratuar aşamasında yardımcı olan Prof. Dr. Hatice
PAŞAOĞLU’na ve tüm Biyokimya laboratuarı çalışanlarına,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr.
Aysun BİDECİ başta olmak üzere uzmanlık eğitimim sırasında bilgi ve
deneyimlerinden faydalandığım anabilim dalımızın tüm öğretim üyelerine,
İstatistiksel analiz çalışmalarında büyük bir özveri gösteren ve
desteklerini esirgemeyen Dr.Ahmet Enes GÜVEN’e
Beraber çalışmaktan her zaman zevk aldığım tüm arkadaşlarıma teşekkür
ederim.
Son olarak sonsuz sabırları ve destekleri için başta eşim Burak BİLGİN
olmak üzere tüm aileme şükranlarımı sunarım.
Dr. Neslihan BİLGİN
ii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
KABUL VE ONAY ................................................................................................ i
TEŞEKKÜR ........................................................................................................... ii
İÇİNDEKİLER ...................................................................................................... iii
KISALTMALAR ................................................................................................... v
ŞEKİLLER DİZİNİ .............................................................................................. vii
TABLOLAR DİZİNİ .......................................................................................... viii
1. GİRİŞ ................................................................................................................ 1
2. GENEL BİLGİLER .......................................................................................... 3
2.1. D Vitamini ................................................................................................. 3
2.1.1. D Vitamini Tanımı ve Yapısı ........................................................ 3
2.1.2. D Vitamini Kaynakları ve Sentezi ................................................. 4
2.1.3. D Vitamini Metabolizması ............................................................ 6
2.1.4. D Vitamini Etki Mekanizması ....................................................... 8
2.1.5. D Vitamininin Fonksiyonları ....................................................... 10
2.1.6. D Vitamini Düzeyi ....................................................................... 15
2.1.7. D Vitamini Eksikliği .................................................................... 16
2.1.7.1. Etiyoloji ......................................................................... 16
2.1.7.2. D
Vitamini
Eksikliğinin
İskelet
Sistemi
Bulguları ........................................................................ 18
2.1.7.3. D Vitamini Eksikliğinin İskelet Sistemi Dışı
Bulguları ........................................................................ 23
2.1.7.3.1. İmmun Sistem Üzerine Etkiler ve
Otoimmun Hastalıklar ................................... 24
2.1.7.3.2. Kardiyovasküler
Sistem
Üzerine
Etkiler ............................................................ 25
2.1.7.3.3. İskelet Sistemi Dışı Diğer Etkiler ................. 26
2.1.8. D Vitamini ve Kanser .................................................................. 27
2.1.8.1. D Vitamininin Kanser Patogenezindeki Rolü................ 28
iii
2.1.8.2. D Vitamini Reseptör Polimorfizmi ................................ 35
2.1.9. D Vitamini Eksikliği Tedavisi ..................................................... 36
2.2. Çocukluk Çağı Kanserleri ........................................................................ 37
3. HASTALAR VE YÖNTEM ........................................................................... 41
3.1. Hastalar .................................................................................................... 41
3.2. Serum Örneklerinin Alınması ve Çalışılması .......................................... 42
3.3. Elde Edilen Verilerin İstatistiksel Analizi ............................................... 43
4. BULGULAR ................................................................................................... 45
5. TARTIŞMA .................................................................................................... 56
6. SONUÇLAR ................................................................................................... 67
7. KAYNAKLAR ............................................................................................... 69
8. ÖZET .............................................................................................................. 82
9. SUMMARY .................................................................................................... 84
10. EKLER............................................................................................................ 86
EK-1: Etik Kurul Onay Belgesi .................................................................... 86
EK-2: Yeni Tanı Hastalar İçin Olgu Formu ................................................. 88
EK-3: Tedavisini Tamamlamış Remisyonda İzlenen Hastalar İçin
Olgu Formu ........................................................................................ 89
11. ÖZGEÇMİŞ .................................................................................................... 90
iv
KISALTMALAR
UVB
: Ultraviole B
SPF
: Güneş Koruma Faktörü
DBP
: D Vitamini Bağlayıcı Protein
[25(OH)D]
: 25-hidroksivitamin D
1-αOHaz
: 1-αhidroksilaz
[1,25(OH)2D] : 1,25-dihidroksivitamin D
24-OHaz
: 24-hidroksilaz
PTH
: Parathormon
FGF-23
: Fibroblast Büyüme Faktörü 23
GH
: Büyüme Hormonu
Ca
: Kalsiyum
P
: Fosfor
VDR
: D Vitamini Reseptörü
cAMP
: Siklik Adenozin Monofosfat
PKA
: Protein Kinaz A
PLC
: Fosfolipaz C
PI-3 kinaz
: Fosfoinozitid-3 Kinaz
MAP kinaz
: Mitogen Activated Protein Kinaz
RXR
: Retinoik Asit X Reseptörü
VDRE
: Vitamin D Response Element
RANKL
: Reseptör Aktivatör Nükleer Kappa B Ligand
RANK
: Reseptör Aktivatör Nükleer Kappa B
TRPV6
: Trancient Receptor Potential Family of Membrane Proteins- 6
CaBP9k
: The 9 kilodalton Vitamin D Dependent Calcium-Binding
Protein
Treg
: Regulatuar T Hücreleri
TLR
: Toll Like Receptor
MS
: Multipl Skleroz
DM
: Tip 1 – 2 Diabetes Mellitus
v
RA
: Romatoid Artrit
SLE
: Sistemik Lupus Eritromatozus
HRP
: Horseradish Peroksidaz
MARSS
: Membran İlişkili Hızlı Yanıt Veren Steroid Bağlayıcı Protein
mem VDR
: Membran İlişkili Klasik Dışı VDR
MEK
: Mitogen Activated Protein Kinase Kinase
Erk –MAPK : extracellular signal related kinase - mitogen activated protein
kinase
CDK
: Siklin Bağımlı Kinaz (cyclin dependent kinase)
Rb
: Retinoblastom
Bcl-2
: B cell lymphoma 2
Bcl-xl
: B cell lymphoma extra large
BAX
: Bcl-2 like protein 4
VEGF
: Vaskuloendotelyal Büyüme Faktörü
HIF-1
: Hipoksiyle İndüklenen Faktör 1
PDGF
: Platelet Derive Büyüme Faktörü
HIF-1α
: Hipoksiyle İndüklenen Faktör 1α
TNF-α
: Tümor Nekrozis Faktör - α
STAT3
: Signal Transducer and Activator of Transcription 3
COX-2
: Siklooksijenaz-2
TGF-β
: Transforming Growth Factor-β
MMT9
: Matriks Metalloproteinaz 9
TIMP1
: Doku Metalloproteinaz İnhibitör 1
NF–κB
: Nükleer Faktör Kappa B
ALL
: Akut lenfoblastik lösemi
NHL
: non-Hodgkin Lenfoma
ALP
: Alkalen Fosfataz
BMI
: Vücut Kitle İndeksi
AML
: Akut Myeloid Lösemi
vi
ŞEKİLLER DİZİNİ
Sayfa No
Şekil 1:
Ergokalsiferol ve Kolekalsiferol’ün Yapısı .......................................... 4
Şekil 2:
D Vitamini Metabolizması .................................................................... 8
Şekil 3:
D Vitamininin Kanser Patogenezindeki Rolü ..................................... 30
Şekil 4:
12. Kromozomdaki VDR Gen Polimorfizmi ...................................... 35
Şekil 5:
Çocukluk Çağı Kanser İnsidansının Yaşlara Göre Değişimi .............. 38
Şekil 6:
0- 14 Yaş Grubu Erkek Çocuklarındaki Kanser Dağılımı (%) ........... 39
Şekil 7:
0- 14 Yaş Kız Çocuklarındaki Kanser Dağılımı (%) .......................... 40
Şekil 8:
Yeni Tanı Grubunda Tanılara Göre Tedavi Öncesi ve Sonrası
25(OH)D Düzeyleri ............................................................................. 47
Şekil 9:
II. Grup Hastalarda Tanılara Göre 25(OH)D Düzeyleri ..................... 49
Şekil 10: Yeni Tanı 49 Hastanın Olaysız Sağkalım Eğrisi................................. 51
Şekil 11: Yeni Tanı 49 Hastanın Genel Sağkalım Eğrisi ................................... 52
Şekil 12: Yeni Tanı 49 Hastanın D Vitamini Düzeyine Göre Olaysız
Sağkalım Eğrisi ................................................................................... 53
Şekil 13: Yeni Tanı 49 Hastanın D Vitamini Düzeyine Göre Genel
Sağkalım Eğrisi ................................................................................... 54
Şekil 14: D Vitamini Eksikliği + D Vitamini Yetersizliği Olan Olgular
ile D Vitamini Normal Olan Olguların Olaysız Sağkalım
Eğrisi ................................................................................................... 55
Şekil 15: D Vitamini Eksikliği + D Vitamini Yetersizliği Olan Olgular
ile D Vitamini Normal Olan Olguların Genel Sağkalım Eğrisi .......... 55
vii
TABLOLAR DİZİNİ
Sayfa No
Tablo 1:
Amerikan Pediatri Akademisine Göre Günlük Alınması
Gereken D Vitamini Düzeyleri ............................................................ 4
Tablo 2:
Rikets Tipleri ve Etiyolojisi ............................................................... 19
Tablo 3:
Riketsin İskelet Sistemi ve İskelet Sistemi Dışı Bulguları ................ 22
Tablo 4:
Riketste Evrelere Göre Laboratuar Bulgularında Değişme ............... 23
Tablo 5:
Yaşlara Göre D Vitamini Tedavisi .................................................... 36
Tablo 6:
Hastaların Demografik Özellikleri ve Tedavi Şekilleri ..................... 45
Tablo 7:
Yeni Tanı Grubu Hastalarda Ca, P, ALP, PTH ve 25(OH)D’
nin Serum Konsantrasyonları ............................................................ 46
Tablo 8:
II. Grup Hastalarda Ca, P, ALP, PTH ve 25(OH)D’ nin
Medyan Serum Konsantrasyonları .................................................... 48
Tablo 9:
II. Grup Hastalarda Tanı Gruplarına Göre D Vitamini
Konsantrasyonları .............................................................................. 50
Tablo 10: I. Grup (Remisyon) ve II. Grup Hastaların 25(OH)D, Ca, P,
ALP, PTH Konsantrasyonları ............................................................ 50
viii
1. GİRİŞ
D vitamini vücutta büyük çoğunluğu güneş ışığı ile temas neticesinde ciltte
sentezlenen bir prohormondur. Karaciğer ve böbreklerde aktif formuna
dönüştürülür. Karaciğerde 25-hidroksilasyon ile 25-hidroksivitamin D [25(OH)D]
oluşturulur. D vitamininin depo formu olan 25(OH)D başta böbreklerde proksimal
tübülüslar olmak üzere kolon, prostat, meme, lenf nodları, plasenta gibi dokularda
ve alveolar makrofajlar, keratinositler gibi hücrelerde 1-αhidroksilasyon ile aktif
formu olan 1,25-dihidroksivitamin D [1,25(OH)2D]’ye dönüşür. Vücutta D
vitamini düzeyini ve serum depolarını en iyi gösteren belirteç aynı zamanda kan
dolaşımında bulunan formu olan 25(OH)D’ dir. 25(OH)D düzeyinin 30 ng/ml
üzerinde olması normal; 20-29,9 ng/ml arasındaki değerler yetersizlik olarak
kabul edilirken 20 ng/ml altındaki değerler ise D vitamini eksikliği olarak
tanımlanır.
hastalıklarına
D vitamini eksikliği en sık rikets/osteomalazi gibi kemik
sebep
olmakla
birlikte
kanser,
otoimmun
hastalıklar,
kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok iskelet sistemi dışı etkileri de
görülebilmektedir. Daha önce yapılan çalışmalarda özellikle erişkinlerde D
vitamini eksikliğinin kolon, meme ve prostat kanseri gibi malignitelerle ilişkili
olabileceği öne sürülmüştür. Aktif D vitamininin kanser hücrelerinin büyümesini
inhibe ettiği, hücre maturasyonu ve apoptozisi indüklediği, telomeraz aktivitesini
inhibe ettiği ve anjiogenezi azalttığı daha önce yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.
Çocukluk çağı kanserlerinde ise D vitamini düzeyi ile kanser gelişimi arasında
ilişki henüz bilinmemektedir.
Çocukluk çağı kanser hastalarında kemik
mineralizasyon bozuklukları ve artmış patolojik kırık riski tedavi ve takipte sık
1
görülen problemlerdendir. D vitamini eksikliği; bu grup hastalarda yaygın bir
problem olabilir, kırık riski artışına ve kemik demineralizasyonuna katkıda
bulunabilir. Çocukluk çağı kanser hastalarında tedavi seçenekleri ile D vitamini
arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar olmakla birlikte henüz kesin bir ilişki
gösterilememiştir. Bilgilerimiz ışığında çocukluk çağı kanser hastalarındaki D
vitamini düzeyi ile ilgili ülkemizde yapılıp literatürde yayınlanmış çalışma yoktur.
Bu çalışmada çocukluk çağı kanser hastalarında D vitamini düzeyi ve D vitamini
düzeyini etkileyen faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır.
2
2. GENEL BİLGİLER
2.1. D Vitamini
2.1.1. D Vitamini Tanımı ve Yapısı
Vitaminler vücutta sentez edilemeyip dışarıdan vücuda alınması gereken
bileşikler olmasına rağmen D vitamini vücutta sentez edilebilmesiyle diğer
vitaminlerden ayrılmaktadır. Yağda eriyen vitaminler ailesinin bir üyesidir. D
vitamini; vücutta sentez ediliyor olması, yapısı ve hücre yüzeyindeki reseptörlere
bağlanarak etkisini göstermesinden dolayı son zamanlarda hormon benzeri bileşik
olarak
değerlendirilmektedir.
Steroid
benzeri
bir
yapıdadır
ve
siklopentanoperhidrofenantren halkasından sentezlenir. Antirasitik sterol olarak
da adlandırılır (1). D vitamininin bitkilerden elde edilen ergokalsiferol (D2
vitamini) ve insan ve hayvanlarda sentezlenen kolekalsiferol (D3 vitamini) olmak
üzere 2 formu vardır. D2 vitamini, yapısal olarak 22. ve 23. karbonlarında çift bağ
ve 24-metil grubunun olması ile D3 vitamininden ayrılır (Şekil 1). D2 ve D3
vitamini metabolizmalarının ve etki şekillerinin benzer olması nedeniyle ortak bir
şekilde D vitamini olarak adlandırılırlar. D3 vitamini D2’ye göre daha aktiftir.
İnsanlarda sadece kolekalsiferol (D3 vitamini) sentezlenir.
3
Şekil 1: Ergokalsiferol ve Kolekalsiferol’ün Yapısı (2)
2.1.2. D Vitamini Kaynakları ve Sentezi
Dünya sağlık örgütüne göre çocuklarda günlük D vitamini gereksinimi 400
IU
olarak
belirlenmiştir.
Amerika
Birleşik
Devletleri
(ABD)
Pediatri
Akademisi’nin 2014 yılındaki raporuna göre ise yaş gruplarında günlük alınması
gereken D vitamini düzeyi Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1: Amerikan Pediatri Akademisine Göre Günlük Alınması Gereken D
Vitamini Düzeyleri (3)
Yaş
Önerilen Günlük Doz (IU/gün)
Üst Sınır (IU/gün)
0 – 6 ay
400 IU
1000 IU
6 – 12 ay
400 IU
1500IU
1 - 3 yaş
600 IU
2500 IU
4 – 8 yaş
600 IU
3000 IU
9 – 13 yaş
600 IU
4000 IU
14 – 18 yaş
600 IU
4000 IU
4
Günlük D vitamini gereksinimi, %85-95 oranında vücutta sentez yoluyla
%5 -15 oranında ise diyetle karşılanır. Doğada çok az besin doğal D vitamini
ihtiva eder. Bunların başlıcaları; tuna, somon, kılıç balığı gibi yağlı balıklar, balık
yağı, yumurta, süt, yoğurt, peynir, mantar, karaciğer, maydanoz ve yeşil soğandır.
Bununla birlikte hiçbir gıda tek başına günlük D vitamini ihtiyacını karşılayacak
boyutta D vitamini içermez. Anne sütü de D vitamini açısından fakir sayılabilir
(10 – 60 IU/gün D vitamini içerir) (4, 5).
Endojen sentezlenen kolekalsiferol insanlarda D vitamininin esas
kaynağıdır. Ciltte 290 – 310 nm dalga boyundaki ultraviole B (UVB) ışınlarının
etkisi ile 7-dehidrokolesterol (provitamin D3) fotokimyasal dönüşümle ara
metabolit olan previtamin D3’e dönüşür. Daha sonra ise vücut ısısı etkisiyle
vitamin D3’e dönüşür. Aynı zamanda 290-310 nm dalga boyundaki UVB ışınları,
fazla sentezlenen D vitaminini inaktif formlarına dönüştürerek güneşe bağlı D
hipervitaminozu gelişimine karşı önleyici rol oynar (6, 7). Deride D vitamini
sentezlenmesini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bunların başlıcaları
arasında; güneş ışınlarının geliş açısı, güneşe maruz kalınan süre, güneşe maruz
kalan yüzey alanı, derinin pigmentasyonu, güneş koruyucu kremlerin kullanımı ve
giyinme sayılabilir. Mevsimler ve yaşanılan yerin konumu güneş ışınlarının geliş
açısını etkilediği için D vitamini sentezinde önemli bir faktördür. Melanin
pigmenti güneş ışınlarını absorbe ederek filtre etkisi gösterir. Bunun sonucu
olarak ise previtamin D3 sentezinde azalma gözlenir. Melanin pigmenti ne kadar
çoksa sentezlenen D vitamini seviyesi azalmaktadır. Özellikle 15 faktörden daha
fazla koruyuculuğu olan güneş kremleri güneş ışınlarının deriye ulaşımını büyük
5
oranda engellemektedir (8). Güneşe maruz kalınan süre ve yüzey alanı da D
vitamini sentezinde önemli bir parametredir. Deriden D vitamini sentezi için sınır
değer olarak cm2 başına 18-20 mJ ultraviole B (UVB) ışını gerekmektedir (9).
Pencere camından 310 nm’ den daha düşük dalga boyunda olan ışınlar
geçemediğinden, cam arkasından güneşlenmenin D vitamini sentezi açısından
yararı yoktur.
2.1.3. D Vitamini Metabolizması
Ciltte epidermal keratinositler ve dermal fibroblastlarda sentezlenen
kolekalsiferol ile bitkilerden alınan ergokalsiferol aktif halde değillerdir ve aktif
hale
geçebilmeleri
için
bir
takım
metabolik
reaksiyondan
geçmeleri
gerekmektedir. Bitkilerden oral olarak alınan D2 vitamini safra tuzları yardımıyla
miçel formasyonu oluşturarak proksimal ince bağırsaktan emildikten sonra
lenfatik sistem aracılığı ile dolaşıma girer. Hem vücutta sentezlenen D3 vitamini
hem de bitkilerden alınan D2 vitamini dolaşımda D vitamini bağlayıcı proteine
(DBP) bağlı halde bulunur ve karaciğere taşınır. D2 ve D3 vitamininin aktif
formuna dönüşümü için ilk basamak, eski isimlendirmesi 25-hidroksilaz enzimi
olan sitokrom P 450 27A1 (CYP27A1) ile 25(OH)D oluşmasıdır. 25-hidroksilaz
enzimi başlıca karaciğerde, daha az miktarda da duedonum, adrenal bez, akciğer
dokusu ve makrofajlarda bulunmaktadır. Sentezlenen 25(OH)D kanda DBP’ye
bağlı halde bulunur. D vitamininin aktifleşmesindeki ikinci ve en önemli basamak
ise 25(OH)D’nin D vitamini metabolizmasının en kritik enzimi olan 1αhidroksilaz (1-αOHaz) [ yeni ismi ile sitokrom P 450 27B1 (CYP27B1)] ile aktif
6
form olan 1,25(OH)2D’ye dönüşmesidir. Sitokrom P450 enzim ailesine ait bir
enzim
olan
1-αOHaz
başlıca
böbreğin
proksimal
tübülüs
hücrelerinin
mitokondrisinde bulunmakla birlikte; kolon, prostat, meme, lenf nodları, plasenta
gibi dokular ile alveolar makrofajlar ve keratinositerde de bulunmaktadır. Bu
dokularda 25(OH)D’den 1,25(OH)2D sentezi olmaktadır (10, 11). Böbrek
proksimal tübül dışı dokularda ve hücrelerde sentezlenen 1,25(OH)2D’nin
parakrin ve otokrin etkilerinin olduğu ve dolaşımdaki aktif D vitamini düzeyine
katkı sağlamadıkları belirtilmektedir (12). Aktif D vitamini sentezinde anahtar
rolü bulunan 1-αOHaz enzimi, parathormon (PTH), kalsiyum (Ca), fosfor (P),
fibroblast büyüme faktörü 23 (FGF-23) ve büyüme hormonu (GH) gibi
mediatörlerin etkisi altındadır. Hipokalsemi, PTH, hipofosfotemi enzim
aktivitesini arttırırken, FGF-23, Ca ve P enzim üzerinde baskılayıcı etkide
bulunur. Tüm D vitamini formları kanda DBP’ye bağlı halde taşınırlar.
Dolaşımdaki D vitamininin büyük kısmını 25(OH)D oluşturur. Fazla miktarda
sentezlenen 25(OH)D yağ dokusunda depolanır. Yağ dokusundaki D3 vitamininin
yarı ömrü yaklaşık 80 gündür ve dolaşımdaki düzeyi ile denge halindedir (1).
Dolaşımda bulunan 25(OH)D 2-3 haftalık bir yarı ömre sahiptir. Aktif D vitamini
olan 1,25(OH)2D’nin ise yarı ömrü 4-6 saattir. Bu yüzden 25(OH)D, vücut D
vitamini düzeyini en iyi yansıtan belirteçtir.
D vitamininin yıkımı başlıca karaciğer ve böbreklerde bulunan 24hidroksilaz (24-OHaz) enzimi aracılığı ile gerçekleşir. Reaksiyon sonucu D
vitamini kalsitroik aside dönüşerek inaktive edilir ve oluşan bu bileşik idrarla
atılarak vücuttan uzaklaştırılır. 24-OHaz enzimi karaciğer ve böbrek dışında D
7
vitamininin hedef dokularında da bulunmaktadır. 1,25(OH)2D düzeyi arttıkça 24OHaz enzimi aktive olurken düzeyindeki azalma 1-αOHaz enziminin aktivitesini
arttırır (13).
Şekil 2: D Vitamini Metabolizması (14)
2.1.4. D Vitamini Etki Mekanizması
D vitamini, aktif formu olan 1,25(OH)2D ile reseptörlere bağlandıktan
sonra genomik ya da genomik dışı olarak etkisini gerçekleştirir. Bu reseptörler
deri, timus, meme, hipofiz, over, mide, pankreas, böbrek, paratiroid bezi gibi
birçok dokuda bulunmaktadır (5, 15). D vitamini etkisini diğer steroid benzeri
hormonlara benzer olarak gösterir. Genomik etkisini hücre çekirdeğinde bulunan
D vitamini reseptörüne (VDR) bağlanarak gen transkripsiyonu yoluyla
8
gerçekleştirir. Bu etki şekli genelde saatler ya da günler içinde gerçekleşir.
Genomik dışı etkisini ise hücre membranı üzerindeki VDR’lerini aktive ederek
Ca, Cl gibi iyonların transmembranal geçişini değiştirerek ya da siklik adenozin
monofosfat (cAMP), protein kinaz A (PKA), fosfolipaz C (PLC), fosfoinozitid-3
kinaz (PI-3 kinaz) ve mitogen ativated protein kinaz (MAP kinaz) gibi
mediatörlerin aktivitesini değiştirerek gerçekleştirir (16). VDR geni 12.
kromozom üzerinde bulunmaktadır. Her reseptörde aktif D vitamininin bağlandığı
bir bölge ve reseptörün DNA’ya bağlanmasını sağlayan iki parmak gibi çıkıntı
yapan bölge ile bunları kararlı halde tutan birer çinko atomu bulunmaktadır (5). D
vitamininin aktif formu, hedef gende eksprese olması için gerekli olan retinoik
asit X reseptörü (RXR) ile heterodimerizasyon oluşturan VDR ile birleşip 125(OH)2D-VDR-RXR kompleksini oluşturur. Oluşan bu kompleks DNA üzerinde
vitamin D response element (VDRE) denilen bölgeye bağlanarak 1-25(OH)2DVDR-RXR-VDRE kompleksini oluşturur ve böylece gen transkripsiyonu
gerçekleşmiş olur (16, 17). Gen transkripsiyonu sonrası çeşitli mediatörlerin
regülasyonu üzerinden D vitamini etkisi gerçekleşir. D vitamini nükleer reseptörü
ligandına ait genomik ve genomik dışı aktiviteler biribirini tamamlayıcı
niteliktedir. VDR ve RXR vücutta birçok gen ile düzenlenmektedir. Kemik doku
oluşumu için plazma membran protein reseptör aktivatörü NF-B ligandı
(RANKL), SSP1 (osteopontin), BGP (osteokalsin), intestinal Ca absorbsiyonu
için TRPV6, CaBP9k, claudin 2; renal Ca ve P absorbsiyonu için ise TRPV5,
klotho ve Npt2c başlıca görev alan genlerdir (18).
9
Aktif
D
düşünülmektedir.
vitamininin,
Hücresel
total
genomun
büyümenin
%1-5’ini
düzenlenmesi,
regüle
DNA
ettiği
onarımı,
diferansiyasyon, apopitozis, membran transportu, hücresel metabolizma, adezyon
ve oksidatif stres gibi birçok olayda görev almaktadır (16, 19). Ayrıca
1,25(OH)2D’nin iskelet kası ve immün sistem üzerine etkili olduğu, sinir büyüme
faktörü (NGF-nerve growth factor) gibi proteinlerin aktifleşmesini sağladığı,
hücre farklılaşmasında düzenleyici role sahip olduğu ve merkezi sinir sisteminde
nörotransmitter gibi hareket ettiği öne sürülmektedir (20).
2.1.5. D Vitamininin Fonksiyonları
D vitamini başlıca Ca ve P metabolizmasında görev alan bir vitamindir. Ca
ve P dengesinin sağlanmasında PTH ile birlikte kritik bir role sahiptir. Daha önce
bahsedildiği üzere D vitamini etkilerini genomik ya da genomik olmayan yollar
ile gen transkripsiyonu ve bunun sonucunda protein sentezini regüle etmesiyle
göstermektedir. D vitamininin başlıca iskelet sistemi üzerine etkileri olmakla
birlikte son yıllarda yapılan araştırmalar neticesinde iskelet sistemi dışı etkilerinin
de önemi anlaşılmaya başlanmıştır.
D vitaminin iskelet sistemi üzerine olan etkileri başlıca kan Ca dengesini
korumaya yöneliktir. Bu etkisini kemikler ve ince barsak epitel hücreleri
üzerinden göstermektedir. Böbrekler üzerine etkileri konusunda tartışmalar
mevcuttur. D vitamini, PTH ile birlikte kemik rezorbsiyonunu arttırtarak kan
kalsiyum düzeyininin normal aralıkta tutulmasını sağlar. Aktif D vitamini, PTH
ile birlikte osteoklastları aktive ederken osteoblastları ise inhibe eder.
10
Osteoklastlar üzerinde D vitamini reseptörü bulunmamaktadır fakat D vitamininin
kök hücreden ve immatür osteoblastlardan osteoklast yapımını arttırdığı
(osteoklastogenezis) düşünülmektedir (21). D vitamininin kemikler üzerinde
antiraşitik etkileri de mevcuttur ve osteoporoz tedavisinde yaygın olarak
kullanılmaktadır.
Son
zamanlarda
PTH’nın
osteoblastlar
aracılığı
ile
proosteoklastlardan osteoklast dönüşümünde anahtar rol oynadığını gösteren
çalışmalar mevcuttur (21). Bu yüzden D vitamini tedavisi, PTH düzeyinde
azalmaya neden olup kemik yapımında artışa yol açarak osteoporoz tedavisinde
etkili olmaktadır. PTH yükselmesine neden olmayacak eşik değer çok önemlidir.
25(OH)D için çocuklarda tanımlanmış eşik değer 11 ng/ml olarak tespit edilmiştir
(20). D vitamininin eşik değerin altına düştüğü durumlarda PTH yüksekliğine
bağlı olarak böbreklerde 1-αOHaz enzim aktivitesinde artış meydana gelir ve
1,25(OH)2D düzeyi yükseltilmeye çalışılır. Aynı zamanda PTH etkisiyle
böbreklerde kalsiyum emiliminde artış ve fosfor emiliminde azalma görülür.
Bunun yanında PTH ve 1,25(OH)2D’nin kemikler üzerine etkisiyle kemik
mineralizasyonunda bozulma gözlenir. D vitamini ince barsak epitelinde
reseptörlere bağlanarak barsaklardan kalsiyum ve fosfor reabsorbsiyonunu arttırır.
D vitaminine bağlı olarak barsak mukozasında kalsiyum bağlayıcı protein
üretiminde artış gözlenir. Buna bağlı olarak da kalsiyum geri emiliminde artış
meydana gelir. D vitamininin yetersiz olduğu durumlarda diyetle alınan
kalsiyumun sadece %10-15’i, fosforun %60’ı emilmekte iken yeterli D
vitamininin etkisiyle kalsiyum emilimi %30-40’a, fosfor emilimi ise %80’e kadar
çıkmaktadır (22).
11
D vitamininin iskelet sistemi dışı etkileri son zamanlarda önem
kazanmıştır. 1-αOHaz enzimi vücutta böbreğin proksimal tubulus hücrelerinden
başka kolon, prostat, meme, lenf nodları, plasenta gibi dokularda ve alveolar
makrofajlar ile keratinositerde de bulunmaktadır. Böbrek harici dokulardan
sentezlenen aktif D vitamininin daha çok parakrin ve otokrin etkilerinin olduğu
düşünülmektedir.
D vitamininin immun sistem üzerine birçok etkisinin olduğu saptanmıştır.
İmmun sistem üzerine olan etkileri; a) Aktif inflamatuar hücrelerde VDR’lerin
varlığı, b) 1,25(OH)2D’nin T hücre proliferasyonunu inhibe edebilme özelliği ve
c) Hastalıklarla aktive olan makrofajların 1,25(OH)2D üretebilme özelliği ile ifade
edilebilir. D vitamini kazanılmış immun sistem üzerine baskılayıcı etkiye sahiptir.
Timusta ve periferik T hücrelerde VDR bulunmaktadır. Antijenle uyarılan T
hücreleri 2 farklı tip T hücreye dönüşür. Bunlar inflamatuar hücreler olan Th1
hücreler ve anti- inflamatuar hücreler olan Th2 hücrelerdir. Th1 hücreler kuvvetli
hücresel immun cevaptan ve otoimmuniteden sorumlu olan proinflamatuar
sitokinler (IFN-gamma, IL-2, IL-3 ve TNF-α) üretirler. D vitamini bu maddelerin
salınımını inhibe ederek anti-enflamatuar etki gösterebilmektedir ve böylece
otoimmun kronik sistemik hastalıkların önlenmesinde rol oynamaktadır. D
vitamini aynı zamanda Th2 hücreleri uyararak TGF-β, IL-1, IL-4, IL-5 gibi antiinflamatuar sitokinlerin üretimini arttırır. D vitamini dendritik hücrelerin
olgunlaşmasını inhibe eder ve IL-12 salınımını baskılayıp anti-inflamutuar sitokin
olan IL-10 salınımını arttırarak dengenin Th2 yönüne kaymasını sağlar. D
vitamini regulatuar T hücrelerini (Treg) aktive ederek Th1 üzerine blok etki
12
gösterir ve otoimmun hastalıkların gelişimi önlenir. D vitamininin bir başka etkisi
de son zamanlarda otoimmun hastalıkların gelişimi ve transplant rejeksiyonlarında
görev aldığı düşünülen Th17 inhibisyonuna neden olmasıdır (6, 16, 23). D
vitamininin doğal immun yanıt üzerine de etkileri bulunmaktadır. Makrofajlar ve
epitelyal hücrelerin VDR bulundurduğu ve 25(OH)D’den aktif D vitamini
yapabildikleri bilinmektedir. Doğal immun sistem etkilerini;
polimorf nüveli
lökositler, monosit ve makrofajlar, epidermis, akciğer, bağırsak ve mesane gibi
organların hücrelerinde bulunan toll-like reseptörlerin (TLR) aktive olması ile
gösterir. TLR’nin transmembran patojen mikroorganizmaları tanıma özelliği
vardır ve patojenler tarafından bu reseptörün uyarılması konakta doğal
immuniteyi uyararak mikroorganizmaların ölümüne neden olan katelisidin,
defensin gibi anti-mikrobiyal peptidler üretilir. Aktif D vitamini epiteloid ve
myeloid seri hücrelerini, naturel killer hücreleri ve solunum yolu epitelini
uyarararak özellikle katelisidin olmak üzere bu antimikrobiyal peptidlerin
salınımını arttırır. Ayrıca doğal immun sistemin önemli düzenleyicileri olan S-100
ve kalprotektin sentezi de uyarılır. Böylece vücudun yabancı patojenlere karşı
koruyuculuğunda artış gözlenir (6, 12, 16, 24, 25).
D
vitamini
birçok
hücre
serisinde
proliferasyonun
inhibisyonu,
diferansiyasyon ve apoptozisin indüksiyonu, anjiyogenez ve invazyon yeteneğinin
inhibisyonu gibi etkilerle antineoplastik özellik de gösterebilir.
D vitamini deride hem otokrin hem de parakrin etkinlik gösterir.
Keratinosit
farklılaşmasını
uyardığı
ve
proliferasyonunu
inhibe
ettiği
gösterilmiştir. VDR’ler, keratinositler dışında sebase glandlarda ve saç
13
folikülerinde de bulunmaktadır. Aynı zamanda saç siklusu için esansiyel görev
yapmaktadır (23).
Solunum sistemi epitelinde lokal olarak sentezlenen 1,25(OH)2D’ye bağlı
olarak bölgesel immün yanıtta güçlenme görülmektedir. Astımlı hastalarda da
glukokortikoid tedavisine yanıtta artışa neden olmaktadır. Aynı zamanda
remodelinge neden olarak anti-proliferatif etki ile solunum yollarında daralmayı
azaltarak, iyileşme üzerine olumlu etkide bulunmaktadır.
Kardiyovasküler sisteme ait endotelyal hücreler, kardiyomiyozitler ve
vasküler düz kas hücrelerinde VDR bulunur. Hücre kültürü çalışmalarında; aktif
D vitamini ile inkübe edilen kardiyomiyositlerde hücre çoğalmasının baskılandığı
kardiyomiyosit formasyonunun arttığı ve hücre siklusunda görev alan genlerin
ekspresyonunda azalma olduğu bildirilmiştir (26).
Hayvan deneylerinde D
vitamininin kardiyak fibrozisi baskıladığı, kasılmayı arttırdığı, prokoagulan
aktiviteyi azaltıp antikoagulan aktiviteyi arttırarak trombus formasyonu gelişimini
azalttığı gösterilmiştir (7, 26, 27).
Adipositler, VDR bulundurmaları nedeniyle aktif D vitamini için hedef
hücreler arasındadırlar. Yeterli olmamakla birlikte aktif D vitamininin
adipogenezi baskıladığına yönelik bulgular mevcuttur.
Nöronal Ca regülasyonu, immün modülasyon, antioksidatif mekanizma,
sinir iletimi ve detoksifikasyon mekanizmalarının artışına bağlı olarak in vitro
çalışmalarda D vitamininin beyin hücreleri üzerine nöroprotektif etkisi olduğu
gösterilmiştir. Ancak çalışmalar D vitamini ile beyin fonksiyonları arasındaki
ilişkiyi göstermek için yeterli değildir.
14
2.1.6. D Vitamini Düzeyi
Vücut D vitamini düzeyini belirlemek için 25(OH)D düzeyi kullanılır.
25(OH)D, 2-3 haftalık yarı ömre sahip bir moleküldür. Hem vücutta sentezlenen
hem de besinler ile alınan D vitamini düzeyini yansıtır. D vitamininin aktif formu
olan 1,25(OH)2D’nin ise 4 – 6 saatlik yarı ömrü vardır. Dolaşımda 25(OH)D’ ye
göre daha düşük konsantrasyonda bulunur ve Ca düzeyinde meydana gelen
değişikliklere yanıt olarak artan PTH düzeyinden etkilendiği için vücut D vitamini
düzeyini belirlemede kullanılmaz.
Vücutta normal D vitamini düzeyini belirlemek için birçok çalışma
yapılmıştır. Halen uluslararası konsensus sağlanabilmiş değildir. D vitamininin
normal değerini belirlemek için PTH değeri, kemik sağlığı ve Ca düzeyi gibi
paramatreler kullanılır. Kemik kırık riskini en aza indiren, PTH düzeyini plato
değerlerinde ve kalsiyum düzeyini ideal aralıkta tutan D vitamini düzeyi normal
olarak kabul edilmektedir. D vitamini düzeyini belirlemede normal, subklinik
eksiklik (yetersizlik) ve eksiklik olarak sınıflama genel kabul gören bir
yaklaşımdır. Son yıllarda en çok kabul gören Holick ve ark.’nın (28) yaptığı
çalışmaya göre 25(OH)D düzeyinin 30 ng/ml (75 nmol/l) üzerinde olması normal
olarak kabul edilirken 20-29.9 ng/ml (50-75 nmol/l) arasındaki değerler D
vitamini yetersizliği ve 20 ng/ml (50 nmol/l) altındaki değerler D vitamini
eksikliği olarak tanımlanır. Bu değerler genel olarak D vitamininin kemik sağlığı
üzerine etkilerine göre belirlenmiştir. Kemik dışı organ ve sistem hastalıklarını
önlemek için daha yüksek D vitamini düzeyine ihtiyaç olabilir (16).
15
2.1.7. D Vitamini Eksikliği
Ülkemizde ve dünyada D vitamini eksikliği, özellikle gebe kadınları,
bebekleri ve adolesan çağdaki çocukları etkileyen önemli bir sorun olarak
görülmektedir. Sıklığı coğrafi konum, etnik yapı, sosyoekonomik düzey, giyim
tarzı ve cinsiyete göre değişiklik göstermektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda
uzun süreli D vitamini eksikliği görülme sıklığı %1 - 25 arasında değişmektedir.
Özellikle kış mevsiminde D vitamini eksikliğinin sıklığında artış görülmektedir.
ABD’de D vitamini düzeyi < 20 ng/ml olan çocuk sıklığı %10 - 15 olarak
saptanmıştır (29). D vitamini düzeyi < 10 ng/ml olan çocuk sıklığı ise %1 – 2
olarak bulunmuştur. D vitamini eksikliği için riskli olan gruplar;
a) sadece anne sütü ile beslenen infantlar
b) gebelik süresince annede D vitamini eksikliği olması
c) koyu cilt rengine sahip olan bireyler
d) yüksek rakımda yaşayanlar ve çeşitli nedenlere bağlı yeterli güneş
maruziyeti olmayan çocuklardır.
Sağlık bakanlığı 2005 yılında, “D vitamini yetersizliğinin önlenmesi ve
kemik sağlığının korunması” projesini başlatmıştır. 0-12 ay arası her bebeğe
koruma amacıyla, D vitamini 400 IU/gün (3 damla/gün) başlanmaktadır.
2.1.7.1. Etiyoloji
D vitamini başlıca vücutta sentez yoluyla ya da besinler aracılığıyla
sağlanır. D vitamininin ana kaynağı güneş ışınları aracılığıyla deriden sentezlenen
D vitaminidir. D vitamini eksikliğinin görülen en sık sebebi yeterli D vitamini
16
sentezinin yapılamıyor olmasıdır. Daha önce de belirtildiği üzere saat 10.0015.00 arası 10-15 dakika güneş altında kalmak yeterli miktarda D vitamini
sentezlenmesi için gereklidir. Bununla birlikte doğal olarak güneş ışınlarına karşı
koruyucu özelliği olan melanin pigmentinin daha yoğun olduğu koyu ten renkli
çocuklarda yeterli miktarda D vitamini sentezi olmayabilir. Koyu ten rengi olan
çocuklarda günlük yeterli miktarda D vitamini sentezi için normalin 6-8 katı daha
fazla güneş ışını ile temas gerekebilir (30). Özellikle kış mevsiminde dünyaya
gelen güneş ışınlarının eğiminde azalma olması ve atmosferde kat ettiği mesafede
artış olması nedeniyle yeterli D vitamini sentezi yapılamamaktadır. Çocuklarda
mevsimsel D vitamini eksikliğinin en belirgin olarak görüldüğü aylar ocak ve
şubattır. Bulut yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde yaşamak D vitamini eksikliği
için bir diğer risk faktörüdür. Doğal koruyucu melanin pigmentinin dışında güneş
koruyucu krem kullanmak da D vitamini eksikliğine neden olabilmektedir.
Özellikle 15 faktörden daha fazla güneş koruma faktörü (SPF) içeren kremler
cilde ulaşan UVB miktarını %95 oranında azaltmaktadır. Uzun süre kapalı
ortamda kalınması da D vitamini eksikliğine neden olabilecek bir diğer durumdur.
D vitamini eksikliğinin diğer bir sebebi de diyetle yetersiz alımdır. Doğada
çok az besin doğal D vitamini ihtiva eder. Bunların başlıcaları; tuna, somon, kılıç
balığı gibi yağlı balıklar ve balık yağı, yumurta, süt, yoğurt, peynir, mantar,
karaciğer, maydanoz ile yeşil soğandır. Özellikle D vitamini bakımından
zenginleştirilmiş süt ve portakal suyu benzeri besinler de mevcuttur. Bu gıdaları
yetersiz alan çocuklarda özellikle güneş ile temas da azsa D vitamini eksikliği
gelişebilir. D vitamini eksikliğine neden olabilecek bir diğer durum ise sadece
17
anne sütü ile beslenilmesidir. Annenin D vitamini düzeyi yeterli olsa bile güneş
teması olmayan çocuklarda ağırlıklı olarak anne sütü ile beslenilmesi D vitamini
eksikliğine neden olmaktadır. Bunun başlıca nedeni anne sütünde yeterli miktarda
D vitamininin olmamasıdır. D vitamini düzeyi aşikar düşük olarak saptanan
riketsli çocukların büyük oranda anne sütü ile beslendiği saptanmıştır (31, 32).
Gebelik sırasında özellikle 3. trimestırda anneden fetüse D vitamini
transferi olmaktadır. Annede D vitamini eksikliği olması ve prematuritelik
durumunda yeterli D vitamini transportu olmadığı için özellikle infantlarda D
vitamini eksikliği görülebilmektedir.
Malnütrisyon, obezite, karaciğer ve böbrek hastalıkları da D vitamini
eksikliğine yol açan klinik durumlardır. Antikonvülzanlar, antiviral tedaviler,
glukokortikoid tedavisi ve ketakonazol gibi antifungal ilaçlar da çeşitli
mekanizmalarla D vitamini eksikliğine yol açabilirler.
2.1.7.2. D Vitamini Eksikliğinin İskelet Sistemi Bulguları
D vitamini kemik gelişimi ve kemik sağlığı açısından anahtar role sahiptir.
Hem serum mineral dengesinin sağlanması hem de kemik gelişimi üzerine direk
etki ile sağlıklı kemik gelişimine katkı sağlar. D vitamini eksikliğinde iskelet
sisteminde görülebilecek en önemli iki klinik tablo; nutrisyonel rikets ve
osteomalazidir.
Rikets, büyüme çağındaki bir çocukta epifizyel füzyon meydana gelmeden
D vitamini, Ca ve P eksikliğine bağlı olarak görülen epifizyel plakta
mineralizasyon bozukluğu ve kemik dokunun mineral azlığı ile giden klinik
18
durumdur. Farklı rikets tipleri tanımlanmakla birlikte klinik olarak en sık görülen
D vitamini eksikliğine bağlı riketstir. Rikets tipleri ve nedenleri Tablo 2’de
özetlenmiştir.
Tablo 2: Rikets Tipleri ve Etiyolojisi (33)
Ülkemizde özellikle 2005 yılında başlanan D vitamini desteği ile rikets
görülme sıklığında azalma olmuştur. D vitamini programının başlamasından daha
önce Özkan ve ark. (34) tarafından Erzurum bölgesinde 0 – 3 yaş arası çocuklar
arasında yapılan araştırmada rikets insidansı %6 olarak bulunmuştur. D vitamini
desteği sonrası yine Özkan ve ark. (35) tarafından yapılan çalışmada ise rikets
sıklığı %1’in altında saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde bu oran 2,5-7,9/100000
olarak saptanmıştır. Genelde epifiz füzyonunun henüz gerçekleşmediği yaşlarda
görülmekle birlikte 3 yaş altında daha sık görülür. Özellikle maternal D vitamini
eksikliği olanlarda rikets daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. D vitamini
19
eksikliğine neden olabilecek etiyolojik faktörler nutrisyonel rikets etiyolojisinde
de mevcuttur.
Vücutta Ca ve P metabolizması D vitamini ile çok yakın ilişki
içerisindedir. D vitamini varlığında diyetle alınan kalsiyumun %40’ı ve fosforun
%80’i emilebilmektedir. D vitamini yokluğunda ise bu oran çok daha azdır. D
vitamini eksikliği durumunda emilen Ca miktarında azalma olmaktadır. Bunun
sonucunda kan kalsiyum seviyesinin normal aralıkta tutulması amacıyla aktif
1,25(OH)2D ve PTH artışı görülür. Vücudun kalsiyum deposu olan kemikten
kalsiyum resorbsiyonu gerçekleşerek kan kalsiyum seviyesi normal tutulmaya
çalışılır. PTH düzeyi ile 25(OH)D düzeyi arasında yakın bir ilişki mevcuttur.
Kalsiyum emiliminde azalma meydana gelmesi sonucu PTH etkisiyle 1-αOHaz
enzim aktivasyonu gerçekleşir ve D vitamininin aktif formu olan 1,25(OH)2D
düzeylerinde artış olur. Aktif D vitamini osteoblastlardan RANKL ekspresyonunu
artırarak, preosteoklastlar üzerindeki reseptör aktivatör nükleer kappa B’ye
(RANK) bağlanmakta ve preosteoklastlardan matür osteoklastların oluşumu
gerçekleşmektedir. Böylece matür osteoklastların salgıladığı hidroklorik asit ve
kollagenazlar aracılığıyla kemikten Ca resorbe olarak dolaşıma geçmekte ve
serum kalsiyumu normal değerde tutulmaya çalışılmaktadır. PTH da benzer olarak
RANK/RANKL aracılığı ile kan kalsiyumunun normal aralıkta tutulması için
kemikten kalsiyum resorbsiyonuna neden olur. D vitamini eksikliğinin uzun süre
devam ettiği durumlarda bu kompanzasyon yolu kan kalsiyum düzeyini normal
değerlerinde tutmak için yetersiz kalır. Sonuç olarak hem derinleşen hipokalsemi
hem de devam etmekte olan D vitamini eksikliğine bağlı olarak PTH düzeyindeki
20
artış daha belirgin olarak riketsin klinik tablosunun oluşmasına sebep olur. Bu
mekanizmadan farklı olarak riketste kemikte primer kemikleşme merkezinin
oluşmasını sağlayan hipertrofik kondrositlerin apoptozisinin olmaması sebebiyle
büyüme plağındaki kıkırdak dokunun düzensiz ve deformatif genişlemesi görülür.
Primer kemikleşme merkezi geliştikten sonra vaskulogenez neticesinde osteoklast
ve osteoblastların büyüme plağına yerleşmesi sonucu sekonder kemikleşme
merkezinin gelişip büyümesi ile kıkırdak yapının ossifikasyonu sağlanmaktadır.
Ca ve P eksikliğinde vaskulogenezde gecikme ya da durma gözlenir. Böylece
sekonder kemikleşme merkezi oluşturulamayıp kıkırdak yapının ossifikasyonu
gerçekleşemez. Bu nedenle riketsli hastaların büyüme plaklarında kalınlaşmalar
izlenir.
Klinik olarak rikets farklı yaşlarda farklı klinik tablolarla karşımıza çıkar.
Büyüyen kemiğin hastalığı olduğu için özellikle infantlarda hipotiroidi ve
malnutrisyon gibi büyümenin gerilediği durumlarda klinik bulgular silikleşir. İlk
bir yılda el ve ayak bileklerinde genişleme ile kostokondral bileşkede genişlik
daha sık olarak görülmektedir. İnfantlarda özellikle ön kol ve tibiada posterior
eğilme görülürken çocuklar yürümeye başladıktan sonra bacaklardaki eğilme artış
göstererek genu varum (O bacak) deformitesi görülür. Daha büyük çocuklarda ise
kas güçsüzlüğü, kas ağrıları daha belirgin olarak görülürken X bacak deformitesi
de gelişebilmektedir. İskelet sistemi dışında dental hipoplazi, kas tonusunda
azalma, hipokalsemik nöbet, enfeksiyona yatkınlık, artmış terleme, kalp
yetmezliği, kardiyomyopati ve kabızlık da görülebilir. Riketste görülen iskelet ve
iskelet dışı semptom ve fizik muayene bulguları Tablo 3’te özetlenmiştir.
21
Tablo 3: Riketsin İskelet Sistemi ve İskelet Sistemi Dışı Bulguları (36)
İskelet Sistemi
Kas
Diş
Sinir Sistemi
Kardiyovaskuler sistem
Diğer

Kemiklerde hassasiyet

Kraniotabes

El - ayak bileği ve dizlerde genişleme

Harrison oluğu

Raşitik rozary

Kırık

Boy kısalığı

O bacak – X bacak

Frontal belirginleşme

Hipotoni

Proksimal myopati

Lumbal lordozda artma

Ördek yürüyüşü

Dental hipoplazisi

Nöbet

Tetani

Bazal ganglion kalsifikasyonu

Kardiyomyopati

Kalp yetmezliği

Uzun QT

Papil ödem

Lentikuler katarakt

Deri değişiklikleri

Eklem kontraktürü
Klinik bulguların varlığında rikets tanısı laboratuvar ve radyolojik olarak
da doğrulanmalıdır. Riketsin klinik seyrine göre laboratuvar bulgularında
farklılıklar görülebilmektedir. Riketsin evrelerine göre laboratuvar bulguları Tablo
4’te belirtilmiştir. Rikets tanısını doğrulamak için laboratuvar verilerinin yanı sıra
radyolojik görüntülemeden de faydalanılabilir. Bununla birlikte literatürde yapılan
22
çalışmalarda radyolojik görünüm oturmadan rikets klinik ve laboratuvar
bulgularının ortaya çıktığı görülmüştür (37). Üst ekstremite kemikleri riketse bağlı
değişikliklerin en iyi görüldüğü kemiklerdir. Epifizyal plakta genişleme ve
epifizyal/metafizyal aralıktaki geçici kalsifikasyon bölgesinin kaybolması riketsin
erken radyolojik bulgularıdır. Epifizyal kemikleşme merkezinin görülmesi
gecikebilir ya da küçük/osteopenik olarak görülebilir. Uzun kemiklerde osteopeni
ve
kortikal
kemiklerde
incelme
riketste
görülebilen
diğer
radyolojik
değişikliklerdir.
Tablo 4: Riketste Evrelere Göre Laboratuar Bulgularında Değişme (38)
EVRE I
EVRE II
EVRE III
Ca
↓
N, ↓
↓↓
P
N
↓
↓↓
N/↑
↑
↑↑
N
↑
↑↑
N, ↓
↓↓
↓↓↓
1,25(OH)2D3
N
↓,N,↑
↓↓
Fosfatüri
N
↑
↑↑
Aminoasidüri
N
↑
↑↑
c-AMP
N
↑
↑↑
Alkalen Fosfataz
Parathormon
25(OH)D
2.1.7.3. D Vitamini Eksikliğinin İskelet Sistemi Dışı Bulguları
D vitamininin son zamanlarda kemik dışı birçok sistemi etkilediği
saptanmıştır. D vitamininin anti-proliferatif, proapoptotik ve immunmodulatör
etkilerinin tespit edilmesi iskelet sistemi dışındaki etkilerinin araştırılmasını
hızlandırmıştır. Birçok farklı hücrede bulunan VDR ve böbrek dışı farklı
dokularda aktif D vitamini sentezine neden olan 1-αOHaz enziminin bulunması
23
özellikle otokrin ve parakrin yolla D vitamininin iskelet sistemi dışı etkilerinin
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 1-αOHaz enzimine ait gen ve VDR geni renal
hücreler dışında, deri, prostat, paratiroid bezi, kemik doku, kolon, akciğer, meme
dokusu, monosit, ve makrofajlar gibi birçok hücre ya da dokuda eksprese
olabilmektedir. D vitamininin hedef dokulardaki klasik olmayan etkileri kabaca 3
grupta toplanır. Bunlar immün fonksiyonların regülasyonu, hücresel proliferasyon
ve diferansiyasyonun regülasyonu ile hormon sekresyonunun regülasyonudur
(16).
2.1.7.3.1. İmmun Sistem Üzerine Etkiler ve Otoimmun Hastalıklar
Hem doğal hem de kazanılmış immun sistem üzerine D vitamininin etkisi
görülmektedir.
Kazanılmış
immunite
üzerine
başlıca
etkisi;
T
hücre
proliferasyonunun inhibisyonu, Th2 aktivasyonu suretiyle anti inflamatuar
sitokinlerin salınımının arttırılması, proinflamatuar sitokin salınımın azaltılması
ile Th1 inaktivasyonu, dendritik hücre olgunlaşmasının inhibisyonu, self
toleransın idamesini sağlayan Treg hücre aktivasyonu ve Th17 inhibisyonudur.
Doğal immun sistem üzerine olan etkisini TLR üzerinden gösterir. D vitamininin
doğal immun sistem üzerine başlıca etkisi; myeloid, epiteloid ve naturel killer
hücre aktivasyonu ile anti mikrobiyal peptidler ve reaktif oksijen ürünlerinin
salınımında artma neticesinde antimikrobiyal etkinlik sağlamasıdır.
Literatürde yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliğinin multipl skleroz
(MS), Tip 1-2 diabetes mellitus (DM), romatoid artrit (RA), sistemik lupus
eritromatozus (SLE) gibi otoimmun hastalıkların insidansında artışa neden olduğu
24
belirlenmiştir. D vitamini; allograft atılımını kontrol ederek, Treg hücrelerini
indükleyerek, dendritik hücrelerin ve T hücrelerinin modülasyonunu yaparak
otoimmun hastalıklara karşı koruyucu etki göstermektedir (6, 12, 16, 23-25).
2.1.7.3.2. Kardiyovasküler Sistem Üzerine Etkiler
Kardiyovasküler sisteme ait endotel hücreleri, kardiyomiyozitler ve
vasküler düz kas hücreleri VDR bulundururlar ve aktif D vitamini ile etkileşime
girerler. Literatürde yapılan çalışmalarda D vitamini düzeyi ile kardiyovasküler
hastalıklar arasında ters ilişki gösterilmiştir. Yaşları 12-19 arasındaki 3577
adolesan üzerinde son yıllarda yapılan bir çalışmada; düşük D vitamini düzeyinin
hipertansiyon, yüksek kan şekeri ve metabolik sendrom ile birlikte olduğu
bildirilmiştir. Bu çalışmada yaş, cins, ırk ve sosyo-ekonomik durum ve fiziksel
aktivite yönünden farklılık göstermeyen hastalardan serum 25(OH)D düzeyi 15
ng/ml’in altında olan vakaların 26 ng/ml’in üzerinde olanlara göre hipertansiyon,
metabolik sendrom ve kan şeker yüksekliği oranının 2-4 kat fazla olduğu
bildirilmiştir (26). İn vitro hayvan deneylerinde D vitamininin renin angiotensin
sistemi üzerine etkili olduğu ve renin düzeyini azalttığı gösterilmiştir. D vitamini
düzeyi düşük olan erişkinlerde kalp yetmezliği ve periferik arter hastalığı riskinin
daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte yapılan çalışmalar ve meta
analizlerde hipertansiyon ve kardiyak hastalığı olan kişilere D vitamini replasmanı
sağlanmasının bazı alt gruplar hariç klinik olarak faydası gösterilememiştir (3941).
25
2.1.7.3.3. İskelet Sistemi Dışı Diğer Etkiler
D vitamininin daha önce bahsedilen, hücresel ve hümoral immün sistem
üzerine etkileri nedeniyle eksikliği durumunda enfeksiyona yatkınlıkta artma
görülmektedir. İlk olarak tüberküloz ile D vitamini eksikliği arasındaki ilişki
gösterilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliğinde üst ve alt
solunum yolu enfeksiyonları ile otitis media sıklığında artış olduğu saptanmıştır.
Yine kistik fibrozis hastalarında D vitamini düşüklüğü ile tekrarlayan alt solunum
yolu enfeksiyonu sıklığı arasında korelasyon gösterilmiştir (16).
D vitamini eksikliği Th1 aktivasyonu yaparak inflmatuar sitokin
salınımında artma ve Th2 inhibisyonu oluşturarak antiinflamatuar sitokin
salınımında azalmaya neden olarak astım gelişimine katkıda bulunmaktadır.
Steroid dirençli astımlarda D vitamini uygulaması antiinflamatuar sitokin
aktivasyonu sonucu anti-proliferatif özellik gösterip astım tedavisinde fayda
sağlamaktadır (42).
Yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliği ile kas güçsüzlüğü arasında
ilişki gösterilmiştir. D vitamini desteği ile kas gücünde artış saptanmış olsa bile
kas güçsüzlüğü olan hastalarda D vitamini tedavisinin yeri halen tartışmalıdır
(43).
İn vitro çalışmalarda D vitamininin beyin fonksiyonları üzerine
nöroprotektif etkisinin olduğu gösterilmiştir. Bebeklerde D vitamininin erken
beyin gelişimi üzerine etkilerini araştıran çalışma olmamakla birlikte fare
deneylerinde D vitamini eksikliğinin nöro-psikolojik davranış bozukluğu ile
ilişkili olduğu saptanmıştır (16).
26
2.1.8. D Vitamini ve Kanser
Kanser gelişiminde genetik yatkınlık ve çevresel etkenlerin rolü
bulunmaktadır. Bu yüzden uzun süredir kanserin önlenmesinde beslenmenin ve
insanların yaşam tarzının üzerinde durulmaktadır. İlk olarak 1980li yıllarda D
vitamininin karsinogenezde önemli rolü olabileceği gösterilmiştir (44). 1980-1990
yılları arasında kanser riski, coğrafi konum, güneş ışığı ile temas ve D vitamini
sentezi arasında ilişki araştırılmış ve kanser riski ile UVB arasında ters ilişki
saptanmıştır. Daha sonra yapılan çalışmalarda yeterli güneş ışını alanlarda 13
farklı kanser riskinde azalma görülmüştür (45). Tüm bu çalışmalar sonucunda
kanser gelişimi ile D vitamini arasında ilişki olabileceği düşünülmüştür. D
vitamininin antikanser etkilerini gösteren ilk çalışma 1981 yılında Colston ve ark.
(46) tarafından yapılmıştır ve D vitamininin malign melanom hücrelerinin
büyümesini inhibe ettiğini göstermişlerdir. Başka bir preklinik çalışmada ise D
vitamini uygulanan farelerde tümör gelişimi ve tümör progresyonunda azalma
olduğu gösterilmiştir. D vitamini uygulamasının farelerde kolorektal, prostat,
meme ve akciğer kanserine karşı koruyucu olabileceği öne sürülmüştür. Yapılan
hücre kültürü çalışmalarında ise over ve meme kanser hücre dizilerinde D
vitamini uygulanmasının apoptozisin indüksiyonu ve tümör hücrelerinin
çoğalmasının durdurulmasında sinerjistik etkileri saptanmıştır (47). Tüm bu
preklinik çalışmalar ışığında öncelikle erişkinlerde D vitamini ile kanser
arasındaki ilişkiyi araştıran klinik çalışmalar başlamıştır. Robsahm ve ark.’nın
(48) yaptığı çalışmada meme, kolon ve prostat kanserinde yaz mevsiminde tanı
alan hastaların kış mevsiminde tanı alanlara göre %15 oranında daha çok yaşadığı
gösterilmiştir. Bu mevsimsel değişikliğin ön planda D vitamini düzeyi ile ilişkili
27
olduğu öne sürülmüştür. Özellikle D vitamini ve kolorektal kanser ile ilgili
yapılmış çok sayıda çalışma mevcuttur. Weinstain ve ark.’nın (49) çalışmasında
serum 25(OH)D düzeyi yüksek olan olgularda kolorektal kanser riskinde azalma
gözlemlenmiştir. Başka bir çalışmada benzer şekilde D vitamini düzeyi ile kanser
riski arasında ters ilişki saptanmış olup 25(OH)D düzeyi > 30 ng/ml olan
hastalarda düşük olan gruba göre kanser riskinde %30-40 civarında azalma
gösterilmiştir (50). Kolorektal kanserler dışında erişkin yaş grubunda meme,
akciğer, prostat ve cilt kanserlerinin D vitamini ile ilişkisi araştırılmış ve sonuçlar
tartışmalı olsa bile ilişki gösterilmiştir. Giovannucci ve ark.’nın (51) erişkin yaş
grubunda yaptığı çalışmada ise D vitamini düzeyinde 25nmol/l’lik (10ng/ml)
artışın total kanser riskinde %17 oranında azalma sağladığı gösterilmiştir. Erişkin
yaş grubunda yapılan çalışmalar neticesinde D vitamini düzeyi ile kanser insidansı
ve mortalitesi arasında ilişki saptanması ile son yıllarda çocuklarda da D vitamini
ile çocukluk çağı kanserleri arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar yapılmıştır.
Yapılan bazı çalışmalarda D vitamini düzeyinin çocukluk çağı kanser hastalarında
normal populasyona göre düşük olabileceği gösterilmiştir. Bu çalışmalarda D
vitamini eksikliğinin kanserin kendisine ve kansere bağlı morbiditeye neden
olabileceği ileri sürülmekle birlikte bu verilerin kanıt düzeyi yüksek değildir (5255).
2.1.8.1. D Vitamininin Kanser Patogenezindeki Rolü
D vitamininin kanseri önleyici etkisinin ortaya çıkması için 25(OH)D’nin
aktif formu olan 1,25(OH)2D’ye dönüşümünün gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu
dönüşümü gerçekleştiren 1-αOHaz enzimi başlıca böbrekte olmak üzere kolon,
28
prostat, meme, lenf nodları, plasenta gibi dokularda da bulunmaktadır. 1-αOHaz
enziminin vücutta bu yaygın dağılımı ile D vitamininin sistemik, otokrin, parakrin
etkileri yaygın bir şekilde ortaya çıkmakta ve kanseri önleyici etkisinin temelini
oluşturmaktadır. D vitamininin kanseri önleyici etkisi başlıca genomik ve
genomik olmayan yollardan gerçekleşmektedir. D vitamini genomik etkilerini
VDR’ ye bağlanarak gösterir. Genomik etkinin ortaya çıkması için RXR ile
heterodimerizasyon oluşturan VDR’ye bağlanan 1,25(OH)2D; hedef genin
promoter bölgesinde bulunan VDRE’ye bağlanarak gen transkripsiyonuna neden
olur. Böylece D vitamininin genomik etkisi ortaya çıkar (47). D vitamininin
genomik olmayan etkisi ise tam olarak aydınlatılamamakla birlikte D vitamininin
bu etkisini membran ilişkili klasik dışı VDR’ye ve membran ilişkili hızlı yanıt
veren steroid bağlayıcı proteine (MARSS, membrane-associated rapid response
steroid binding protein) bağlanarak gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Böylece Ca
kanal aktivasyonuna neden olup hücre içine kalsiyum transportunu arttırarak
protein kinaz C aktivasyonuna neden olur. Daha sonra sırasıyla Ras, Raf, MEK
(mitogen activated protein kinase kinase) aktivasyonu gerçekleşir. MEK
aktivasyonu neticesinde Erk–MAPK (extracellular signal related kinase - mitogen
activated
protein
kinase)
aktive
olup
genomik
etkilere
benzer
gen
transkripsiyonları gerçekleşir. Direk genomik ya da indirek genomik gen
transkripsiyonuna bağlı olarak proliferasyonda azalma, apoptozisin indüklenmesi,
diferansiyasyonun stimülasyonu, inflamasyonda azalma, invazyon ve metastaz
gelişiminin inhibisyonu ile anjiogenezin inhibisyonu gerçekleşir (47). Şekil 3’te D
vitaminin kanser patogenezindeki rolü şematik olarak gösterilmiştir.
29
Şekil 3: D Vitamininin Kanser Patogenezindeki Rolü (47)
Anti-proliferatif etki, D vitamininin en çok bilinen kanser önleyici
etkisidir. İlk olarak Colston ve ark. (46) tarafından malign melanom hücrelerinde
D vitamini etkisiyle in vitro olarak proliferasyonun azalmasının saptanmasından
30
sonra bu konuyla ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. D vitamini birçok farklı
mekanizma ile anti-proliferatif etkisini gösterir. Hücre çoğalması birçok etmenin
kontrolünde ilerleyen bir süreçtir. Siklinler ve siklin bağımlı kinaz (CDK-cyclin
dependent kinase) hücre çoğalmasına pozitif yönde etki eder, tümör süpresör
genlerin etkisiyle aktifleşen CDK inhibitörleri ise negatif etkiye sahiptirler. D
vitamini, CDK inhibitörlerinden p21 ve p27 ekspresyonunu arttırarak siklin ve
CDK down-regulasyonuna neden olur. Sonuçta hücre çoğalması baş-boyun
kanserleri ve meme kanseri gibi hücrelerde G0/G1 fazında durdurulurken bazı
kanser türlerinde ise p21 etkisine bağlı olarak G1/S fazında durdurulur. D vitamini
aynı zamanda BRCA1, retinoblastom (Rb) ve p53 gibi tümör süpresör genlerin
indüklenmesine neden olarak kontrolsüz hücre çoğalmasına engel olur (56). Diğer
bir etkisi ise telomeraz aktivitesi yüksek olan over ve prostat kanseri hücrelerinde,
telomeraz reverse transkriptaz enzim aktivitesini azaltarak anti-proliferatif etki
göstermesidir (57). Bu etkilerin dışında intrasellüler mitojenik sinyal yolakları
üzerine de inhibitör etkisi bulunmaktadır.
D vitamini, apopitotik mediatörleri etkileyerek apopitozisi indükler ve
malign hücrelerin eliminasyonuna neden olur. Birçok tip kanser hücresinde antiapopitotik genler olan Bcl-2 (B cell lymphoma 2) ve Bcl-xL (B cell lymphoma
extra large) genlerini suprese edip pro-apoptotik gen olan BAX (Bcl-2 like protein
4) geninin aktivasyonuna neden olur (58, 59). Apoptozisi indükleyen bir başka
mekanizma ise D vitamininin kaspaz aktivasyonunda artışa neden olmasıdır. Bu
etkilerin dışında D vitaminine bağlı olarak hücre içi kalsiyum konsantrasyonunda
artış ve antioksidan etki gösteren glutatyon miktarında azalma meydana gelerek
31
apoptozis indüklenebilir (56). D vitamini, apopitozu indükleyici etkisini hem tek
başına hem de kemoterapötik ilaçlarla beraber gösterebilir.
Karsinogenezde hücre diferansiyasyonunun kaybı önemli bir basamaktır.
Dediferansiye
hale
gelen
hücrelerin
proliferasyon
kabiliyetlerinde
artış
olmaktadır. D vitamini, vücutta hücre diferansiyasyonu ile ilişkili 60’tan fazla
geni aktive ederek etki gösteren önemli bir diferansiye edici hormon benzeri
vitamindir. Özellikle yetişkinlerde yapılan çalışmalar sonucunda kolon, meme,
prostat kanseri ve myeloid lösemilerde diferansiye edici etkisi gösterilmiştir.
Meme kanserinin östrojen reseptörü negatif olan alt tipinde D vitamininin
diferansiye
edici
etkisiyle
fonksiyonel
östrojen
reseptörü
ekspresyonu
indüklenmektedir (60). Kolon kanseri hücrelerinde β-cateninin inhibisyonuna ve
E-cadherin ile okludin gibi proteinlerin salınımında artışa neden olarak
tümorogenez ve metastaz gelişimini önlemede faydalı etkisi gösterilmiştir.
Myeloid lösemi hücrelerinde ise D vitamini etkisiyle monosit ve makrofaja
diferansiyasyon görülebilmektedir (47). Bunların dışında bazı pro-diferansiye
edici maddelerin salınımında indüksiyona neden olabilmektedir. Sonuç olarak D
vitamininin diferansiye edici etkisiyle bazı kanser türleri daha az malign ve daha
matür bir fenotip kazanabilirler.
Tümör vaskülarizasyon, büyüme ve yayılım için gereklidir ve angiogenez,
kötü prognoz, metastaz ve hızlı büyüme ile ilişkilidir. Vaskuloendotelyal büyüme
faktörü (VEGF) angiogenezden esas sorumlu maddedir. VEGF dışında hipoksiyle
indüklenen faktör 1 (HIF-1), angiopoietin 1 ve platelet-derive büyüme faktörü
(PDGF) gibi moleküller angiogenik etki gösterir. Angiogenezi dengelemede ise
32
trombospondin-1 anti angiogenik etkili bir maddedir. D vitamininin angiogenez
üzerine olan etkisi daha çok preklinik in vivo ve in vitro hücre deneyleriyle
araştırılmıştır. Bu preklinik çalışmalar sonucunda; VDR çıkarılmış farelerde
VEGF, hipoksiyle indüklenen faktör 1α (HIF-1α) ve angiopoietin 1 düzeylerinin
artmış olduğu saptanmıştır (61). Yapılan diğer çalışmalarda ise D vitamini
uygulanması ile farelerde VEGF inhibisyonu ve VEGF bağımlı tümör gelişiminde
azalma gözlenmiştir (56, 62). Bununla birlikte aktif D vitamininin VEGF
salınımında artışa neden olarak vasküler hücre gelişimini stimüle ettiğini gösteren
çalışmalar da bulunmaktadır. Meme kanseri hücreleri ile yapılan çalışmalarda D
vitamini ile antineoplastik etki gözlenmesine rağmen VEGF düzeyinde artış ve
trombospondin-1 düzeyinde azalma saptanmıştır (63). Diğer kanser hücreleriyle
yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar gözlenmiştir. Sonuç olarak D vitamini ile
ilişkili pro-angiogenik ve anti-angiogenik etki tümör hücresi tipine ve ortam
şartlarına göre farklılık göstermektedir. Bu yüzden D vitamini ve angiogenez ile
ilgili daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir.
Kronik
inflamasyon
genotoksisite,
aşırı
doku
tamiri
ve
hücre
proliferasyonuna neden olarak onkogenezde önemli bir role sahiptir (64). Başlıca
sitokinler, tümör ilişkili makrofajlar ve Treg hücreleri gibi hücreler inflamasyon
ilişkili karsinogenezde önemli role sahiptirler. TNF-α kanser gelişimi ile en yakın
ilişkili sitokindir ve karsinogenez üzerine etkisini başlıca signal transducer and
activator of transcription 3 (STAT3) ve nükleer faktör kappa B (NF–κB) sinyalleri
üzerinden göstererek epitelyal diferansiyasyonun inhibisyonuna, anti-apoptotik
genlerin (Bcl-2, Bcl-xL) aktivasyonuna neden olmakta ve metastaz gelişimini
33
kolaylaştırmaktadır (56). D vitamini özellikle karsinogenezde çok önemli bir
sinyal yolağı olan STAT3 sinyal sisteminin baskılanmasına neden olur. Benzer
şekilde kanser patogenezinde kritik bir rolü olan NF-κB inhibisyonu yapmakta ve
Nf-κB protein düzeylerinde azalmaya neden olmaktadır. D vitamini aynı zamanda
onkojenik
özellikleri
bulunan
azaltmaktadır.
ekspresyonunu
prostoglandinlerin
Prostoglandin
sentezini
sentezinin
ve
reseptör
azalmasında
siklooksijenaz-2 (COX-2) enzim inhibisyonu önemli bir rol oynamaktadır (65). D
vitamini etkisiyle pro-inflamatuar sitokinlerden başlıca TNF-α ve IL-6 salınımı
azalmakta, anti inflamatuar sitokin olan TGF-β sentezi ise artmaktadır (66, 67).
Özellikle tümör mikroçevresi ve kanser patogenezinde kritik role sahip sinyal
yolaklarının inhibisyonu neticesinde inflamasyon ilişkili karsinogeneze karşı
kanser gelişimini önleyici etkisi gösterilmiştir.
Tümör gelişiminde tümör süpresör genler ve protoonkogenlerin etkisi
bilinmektedir.
D
vitamininin
özellikle
onkogenlerin
transkripsiyonunun
inhibisyonuna neden olarak anti-kanser etki gösterdiği yaygın olarak kabul
edilmektedir (56). D vitamininin bir diğer kansere karşı olan etkisi ise matriks
metalloproteinaz 9 (MMT9) aktivitesinde azalmaya ve doku metalloproteinaz
inhibitör 1 (TIMP1) ekspresyonunda artışa neden olarak invazyon ve metastaz
gelişimini önlemesidir (68).
Tüm bu bilinen etkilerin dışında D vitamininin karsinogenezde ve kanser
patogenezinde henüz keşfedilmeyen birçok farklı etkisinin olması muhtemeldir.
34
2.1.8.2. D Vitamini Reseptör Polimorfizmi
Daha önce bahsedildiği üzere D vitamini genomik etkilerini VDR’ye
bağlanarak gerçekleştirir. VDR, kromozom 12q12 -14’te bulunan genler aracılığı
ile kodlanır. Bu yüzden VDR gen polimorfizminin D vitamininin karsinogenez
üzerine olan etkisinde önemli rolü olabileceği düşünülmüştür. İlk olarak Ingles ve
ark. (69) tarafından 1998 yılında VDR gen polimorfizmi ile kanser arasındaki
ilişki araştırılmış olup daha sonra pek çok çalışma yapılmıştır. Şu ana kadar
yaklaşık 420 gen polimorfizmi tanımlanmış olmasına rağmen özellikle TaqI,
FokI, ApaI, Cdx2 ve BsmI polimorfizmi üzerinde durulmuştur. Şekil 4’te 12.
kromozomdaki VDR gen polimorfizmi bölgeleri gösterilmektedir.
Şekil 4: 12. Kromozomdaki VDR Gen Polimorfizmi (70)
VDR gen polimorfizmi özellikle kolorektal, meme, cilt, akciğer gibi
erişkin çağı kanserlerinde araştırılmış olup çocukluk çağı kanserleri ile ilgili
çalışma ise daha az sayıdadır. Yapılan preklinik çalışmalar neticesinde Fok-1,
ApaI, Taq-1 polimorfizmi ile kolorektal kanser, over ve cilt kanserleri arasında
35
ilişki saptanmıştır. Çocukluk çağı osteosarkomlarında yapılan bir çalışmada Fok-1
Ff genotipi yüksek oranda saptanmıştır (71). BsmI polimorfizmi ise diğerlerinden
farklı olarak kanser insidansında %5-6 oranında azalma ile ilişkili bulunmuştur
(72). Yapılan tüm bu çalışmalar sonucunda VDR gen polimorfizmi ile kanser
arasında ilişki gösterilmiş olsa bile kanıt düzeyi henüz yeterli değildir. Gelecekte
yapılacak çalışmalar ile VDR polimorfizmi ve D vitamininin kanser üzerine
etkisini açıklayacak daha fazla verilerin elde edilmesi umut edilmektedir.
2.1.9. D Vitamini Eksikliği Tedavisi
D vitamini eksikliği olan çocukların ve özellikle riketsli hastaların D
vitamini tedavisine ihtiyaçları bulunmaktadır. D vitamini tedavisi ile ilgili bir çok
farklı rejim bulunmaktadır. 2012 yılında yayınlanan British National Formularly
for Children kılavuzuna göre çocuklarda D vitamini tedavisi ve yaşlara göre
sınıflandırılması Tablo 5’da belirtilmiştir (73).
Tablo 5: Yaşlara Göre D Vitamini Tedavisi (73)
Yaş
Tedavi Türü
Doz (8-12 hafta)
Yenidoğan
Destek
400 IU/gün
1 – 6 ay
Tedavi
3000 IU/gün
6 ay – 12 yaş
Tedavi
6000 IU /gün
12 – 18 yaş
Stoss Tedavisi
300.000 IU (Tek doz ya da ikiye bölünmüş doz olarak)
1-18 yaş
Destek
400-600 IU /gün
Bu kılavuza göre 8-12 haftalık tedavi sonrası hastalar büyümeleri
tamamlanana kadar destek tedavisi almalıdırlar. Uygulanan bu tedaviye rağmen
uygun yeterli düzeye erişilememesi durumunda yüksek doz tedavi uygulanabilir.
36
Aktif raşitizm tanısı konan hastalarda ise tek doz ya da bölünmüş dozlarda
300.000 IU D vitamini oral ya da intramuskuler verilebilir. Hangi yaş grubunda
olursa olsun klinik ve laboratuar olarak raşitizm tanısı doğrulanan olgularda tek
doz 300.000 IU vitamin uygulaması durumunda intoksikasyon gelişmesi
beklenmez. Bir diğer görüş ise 2000-5000 IU D vitamininin 4-6 hafta süre ile oral
yolla verilerek tedavi edilmesidir. Bu tedaviyi takiben 1 yaşından küçüklere 400
IU/gün, 1 yaşından büyüklere ise 600 IU/gün D vitamininin idame olarak
verilmeye devam edilmesi önerilir. Yapılan çalışmalar sonucunda toplam
uygulanan dozun, doz sıklığına göre daha önemli olduğu bildirilmiştir (74). D
vitamini tedavisinin ilk haftalarında ve hipokalsemi olması durumunda kalsiyum
desteği verilmesi önerilir.
2.2. Çocukluk Çağı Kanserleri
Çocukluk çağı kanserleri erişkin yaş grubuna kıyasla çok daha nadir
görülmektedir ancak sıklığı son zamanlarda artmıştır. Bu artışa rağmen yaklaşık
üç dekattır olan tedavi ve bakım hizmetlerindeki gelişmelere bağlı olarak 5 yıllık
sağkalımda belirgin artışlar görülmektedir. ABD verilerine göre 1977 yılında tüm
çocukluk çağı kanserleri için 5 yıllık sağkalım oranı %61 iken bu oran 2010
yılında %83.6 olarak saptanmıştır. Sağkalımdaki artışın yanı sıra tedavi ve bakım
hizmetlerindeki artışa bağlı olarak yaşam kalitesinde de belirgin düzelme
gözlenmektedir (75).
20 yaş altı popülasyonda kanser nadir görülen bir hastalıktır. 2014 yılı
verilerine göre ABD’de yeni tanı alan kanser vakalarının %1’ini çocukluk çağı
37
kanserleri oluşturmaktadır ve yılda yaklaşık 16000 yeni olgu görülmektedir.
Türkiye’de ise yılda yaklaşık olarak 3000 kadar olgu beklenmektedir. Kanser
insidansı coğrafi bölgeler, gelişmişlik düzeyi gibi faktörlere bağlı olarak farklılık
göstermektedir. ABD’de kanser insidansı 125/1.000.000 olarak saptanırken bu
oran
Nijerya’da
155/1.000.000
civarındadır.
Avrupa’da
bu
oran
125-
130/1.000.000 olarak bulunmuş olup Türkiye verileri de Avrupa ile uyumluluk
göstermektedir (76). Çocukluk çağında gözlenen kanserlerde genellikle iki yaş
grubunda artış görülmektedir. İlk artış bir yaşından küçük çocuklarda
gözlenmektedir ve nefroblastom, nöroblastom, retinoblastom, hepatoblastom ve
rabdomyosarkom gibi embriyonel tümörler en sık görülmektedir. Kanser
sıklığının arttığı ikinci yaş grubu ise adolesan yaş grubudur. Bu yaş grubunda ise
sarkomlar, Hodgkin Lenfoma, testis ve over kanserlerinde artış görülmektedir.
Akut lenfoblastik lösemi (ALL), non Hodgkin lenfoma (NHL) ve gliom ise 2-5
yaş arasında artış göstermektedir. Çocukluk çağı kanseri insidansının yaşlara göre
değişikliği Şekil 5’te verilmiştir.
Şekil 5: Çocukluk Çağı Kanser İnsidansının Yaşlara Göre Değişimi (75)
38
Erişkin yaşta görülen kanserlerin aksine çocukluk çağında epitelyal
kaynaklı tümörler daha nadir olarak görülmektedir. Lenfoproliferatif kanserler,
merkezi sinir sistemi kanserleri, embriyonel kanserler ise çocukluk çağında daha
sıktır. Sağlık Bakanlığı tarafından 2014 yılında yayınlanan 2004-2009 yılları
kanser istatistiği sonuçlarına göre 0 – 14 yaşları arasında erkek çocuklarda
görülen en sık 3 kanser sırasıyla lösemi, lenfoma ve santral sinir sistemi tümörleri
iken, kız çocuklarında lösemi, santral sinir sistemi tümörleri ve lenfomalardır
(77). Şekil 6 ve şekil 7’de erkek ve kız çocuklarında kanser dağılımı
görülmektedir.
Şekil 6: 0- 14 Yaş Grubu Erkek Çocuklarındaki Kanser Dağılımı (%) (77)
39
Şekil 7: 0- 14 Yaş Kız Çocuklarındaki Kanser Dağılımı (%) (77)
40
3. HASTALAR VE YÖNTEM
3.1. Hastalar
Ağustos 2013 ile Ocak 2016 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Onkoloji Bölümü’nde solid tümör
tanısı ile takipli, yaşları 0-18 arasında olan 151 olgu çalışmaya alındı.
Çalışma, Mart 2014’te Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan
136 No’lu karar ile onay alınarak yürütüldü (EK-1).
Çalışma 4 aşamada gerçekleştirildi;
1. Vaka grubunun belirlenmesi
2. Serum örneklerinin alınması ve uygun şartlarda saklanması
3. Serum örneklerinin çalışılması
4. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi
Öncelikli olarak olguların ailelerinden ve kendilerinden yazılı onam alındı.
Olgular başlıca yeni tanı alan hastalar (49 hasta) (I.grup) ve tedavisi
tamamlanmış remisyonda izlenen hastalar (102 hasta) (II. grup) olarak iki grupta
incelendi. Yeni tanı grubundaki olguların tanı anında ayrıntılı öyküleri alınarak
fizik muayeneleri yapılıp tanı, evre, yaş, cinsiyet, boy, kilo ve vücut kitle
indeksleri (BMI) belirlendi. Ca, P, ALP (alkalen fosfataz), D vitamini ve PTH
çalışılması için kan örnekleri alındı ve alındığı mevsim kaydedildi. Yeni tanı
grubundaki bu hastalar tam remisyona girdiklerinde tekrar Ca, P, ve ALP
düzeyleri belirlenerek D vitamini ve PTH çalışılması için kan örnekleri alındı ve
alındığı mevsim kaydedildi. Ayrıca metotreksat, steroid ve radyoterapi alıp
almadıkları, tedaviye başlama ve bitim tarihleri not edildi (EK-2). Yeni tanı alan
41
49 hastadan beşinde remisyon elde edilemeden eksitus oldukları için ikinci
değerlendirme yapılamadı. Remisyon grubundaki olguların ise ilk başvurudaki
tanıları, tümör evreleri, yaş ve cinsiyetleri, tedavi başlama ve bitim tarihleri, boy
ve kiloları, vücut kitle indeksleri, tedavi olarak metotreksat, steroid ve radyoterapi
alıp almadıkları belirlendi. Ca, P, ALP, D vitamini düzeyi ve PTH çalışılması için
de kan örnekleri alındı ve alındığı mevsim kaydedildi (EK-3). D vitamini
takviyesi almış olan ve kök hücre nakli yapılmış olan olgular çalışmaya alınmadı.
3.2. Serum Örneklerinin Alınması ve Çalışılması
Olgulardan D vitamini ve PTH düzeyleri için toplanan kanlar 3000/rpm
hızında 7 dakika süreyle santrifüj edilip serumu ayrıştırıldıktan sonra; çalışılma
zamanına kadar – 80 ° C de saklandı. Ca, P, ALP spektrofotometrik yöntemle
Cobas 702 (Roche) otoanalizöründe çalışıldı.
25(OH)D düzeyini ölçmek için DIAsource 25(OH)D Total ELİSA kiti
kullanıldı. Serum numune, standartlar (0-133 ng/ml) ve kontroller elisa
plateindeki kuyucuklara pipetlendi. İnkubasyon tampon pipetlendi. Plate
çalkalayıcıda tutularak oda ısısında 2 saatlik inkübasyona bırakıldı. Plate yıkandı.
Horseradish peroksidaz (HRP) konjugat solusyonu pipetlendi. 30 dakika oda
ısısında plate çalkalayıcıda tutularak inkübe edildi. Platein tekrar yıkama
aşamasından sonra kromojen solüsyon pipetlendi. 15 dakika oda ısısında ışıktan
korunarak plate çalkalayıcıda inkube edildi. Stop solusyon ilave edilip 450 nm’de
elisa okuyucuda (Tecan Sunrise, Zurich, Switzerland) okundu. Standartlara göre
grafik çizildi, kontroller uygun aralıkta bulundu, numuneler bu grafikten
42
değerlendirildi. D vitamini düzeyi < 20 ng/ml olanlar eksiklik, 20-29.9 ng/ml
arasında olanlar yetersizlik ve > 30 ng/ml olanlar ise normal olarak kabul edildi.
Human intact parathormon (PTH) düzeyini ölçmek için DIAsource hPTHEASIA kiti kullanıldı. İnkübasyon tampon pipetlendikten sonra serum örnekleri,
standartlar (0-1400 pg/ml) ve kontroller elisa plate kuyucuklara pipetlendi. 2 saat
oda ısısında plate çalkalayıcıda inkübe edildi. Plate yıkandı. Anti-PTH-HRP
konjugat ilave edildi. 1 saat oda ısısnda çalkalanarak inkübe edildi. Plate yıkandı.
Kromojenik solusyon her kuyucuğa pipetlendi. Plate 30 dakika oda ısısnda
çalkalanarak ve direk ışıktan korunarak inkübe edildi. Stop solusyon ilave edildi.
450 nm’de elisa okuyucuda (Tecan Sunrise, Zurich, Switzerland) okundu.
Standartlara göre grafik çizildi, kontroller uygun aralıkta bulundu, numuneler bu
grafikten değerlendirildi.
PTH düzeyi 16 – 46 pg/ml arası normali 106-1000
pg/ml arası hiperparatiroidi, 0 – 6,4 pg/ml arası ise hipoparatiroidi kabul edildi.
3.3. Elde Edilen Verilerin İstatistiksel Analizi
Araştırma verisi SPSS 15.0 istatistik paket programı aracılığıyla
değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı istatistikler medyan (min; maks), frekans dağılımı
ve yüzde olarak sunulmuştur. İstatistiksel yöntem olarak normal dağılıma uygun
olmayan değişkenler için Mann-Whitney U testi (non-parametrik test), mevsime
göre D vitamini düzeylerini tespit etmek için Kruskal Wallis testi, bağımlı iki
grup olması durumunda nicelik değişkenlerin değerlendirilmesi için Wilcoxon
testi, değişkenler normal dağılıma uygunluk göstermediği için korelasyon analizi
43
için Spearman korelasyon testi, bağımlı değişkende ikili gruplama için ki-kare
testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık değeri p < 0,05 olarak kabul edilmiştir.
Olaysız
sağkalım
ve
genel
sağkalım
Kaplan-Meier
metodu
ile
hesaplanmıştır. Olaysız sağkalım için, tanıdan hastalık progresyonu, relaps ya da
herhangi bir nedenle ölüme kadar geçen süre kullanılmıştır. Herhangi bir olay
olmamışsa son kontrol zamanına kadar takip süresi uzatılmıştır. Sağkalım
eğrilerinin karşılaştırılmasında ise Log-Rank testi kullanılmıştır.
44
4. BULGULAR
Çalışmaya yaşları 0-18 arasında değişen yeni tanı almış 49 hasta (I. grup)
ve tedavisi tamamlanmış remisyonda izlenen 102 hasta (II. grup) olmak üzere 2
grupta toplam 151 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri ve tedavi
şekilleri Tablo 6’da sunulmuştur.
Tablo 6: Hastaların Demografik Özellikleri ve Tedavi Şekilleri
Yaş (medyan; min – maks)
Cinsiyet
Erkek
Kız
Tanı
Hodgkin Lenfoma
Non Hodgkin Lenfoma
Nöroblastom
Germ Hücreli Tümör
Renal Tümörler
Ewing/PNET
Medullablastom
Osteosarkom
Yumuşak Doku Tümörleri
Retinoblastom
Nazofarinks Kanseri
Diğer
BMİ
< %5 persentil
%5 – 84,9 persentil
%85 – 94,9 persentil
≥ %95 persentil
Radyoterapi
Alan
Almayan
Glukokortikoid
Alan
Almayan
Metotreksat
Alan
Almayan
I.Grup
7 (0,8-17)
II.Grup
14 (1-18)
27 (%55,1)
22 (%44,9)
58 (%56,9)
44 (%43,1)
3 (%6,1)
11 (%22,4)
3 (%6,1)
4 (%8,2)
3 (%6,1)
5 (%10,2)
4 (%8,2)
0 (%0)
6 (%12,2)
2 (%4,1)
1 (%2)
7 (%14,3)
18 (%17,6)
16 (%15,7)
12 (%11,8)
14 (%13,7)
7 (%6,9)
5 (%4,9)
9 (%8,8)
4 (%3,9)
3 (%2,9)
1 (%1)
3 (%2,9)
10 (%9,8)
10 (%20,4)
31 (%63,3)
6 (%12,2)
2 (%4,1)
9 (%8,8)
67 (%65,7)
15 (%14,7)
11 (%10,8)
24 (%49)
25 (%51)
57 (%55,9)
45 (%44,1)
22 (%44,9)
27 (%55,1)
53 (%52)
49 (%48)
13 (%26,5)
36 (%73,5)
22 (%21,6)
80 (%78,4)
Kısaltmalar: I.grup: Yeni tanı alan hastalar, II.grup: Tedavisi tamamlanmış remisyonda izlenen
hastalar, BMI: Vücut Kitle İndeksi
45
Yeni tanı alan 49 hastanın beşi remisyon elde edilemeden eksitus olduğu
için ikinci değerlendirme yapılamadı. Bu grupta tanı anında ilk kanların
alınmasıyla takip kanlarının alınması arasında geçen süre medyan 10,5 (4-29) ay
idi. Hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası D vitamini, PTH, Ca, P, ALP
düzeyleri istatistiksel olarak karşılaştırıldığında D vitamini düzeyinde anlamlı
düşme (p<0,001) gözlenirken diğer parametrelerde anlamlı değişiklik saptanmadı
(p>0,05) (Tablo 7).
Tablo 7: Yeni Tanı Grubu Hastalarda Ca, P, ALP, PTH ve 25(OH)D’ nin Serum
Konsantrasyonları
Tanı Sırasında
Remisyonda
Medyan (min-max)
Medyan (min-max)
17,1 (4-64)
13 (2,3-34,6)
<0,001
13,6 (1,5-132,9)
10,9 (1-176)
0,28
Ca (mg/dl)
9,7 (7,5-10,6)
9,75 (8,9-10,6)
0,62
P (mg/dl)
4,4 (0,6-6,7)
4,4 (2-5,9)
0,71
142 (15-1095)
149 (50-564)
0,63
Konsantrasyon
25(OH)D (ng/ml)
PTH (pg/ml)
ALP (U/L)
p
Kısaltmalar: 25(OH)D: 25 hidroksivitamin D, PTH: Parathormon, Ca: Kalsiyum, P: Fosfor, ALP:
Alkalen Fosfataz
Olgular 25(OH)D düzeyine göre 3 gruba ayrıldı. 1. grup: D vitamini
eksikliği olan olgular (D vitamini <20 ng/ml), 2. grup: D vitamini yetersizliği olan
olgular (D vitamini 20-29.9 ng/ml) ve 3. Grup: D vitamini normal olan olgular (D
vitamini > 30 ng/ml). Yeni tanı hasta grubunda tedavi öncesi olgularda %53
oranında D vitamini eksikliği, %24,5 olguda D vitamini yetersizliği saptanmış
olup %22,5 olguda ise D vitamini düzeyi normal bulunmuştur. Remisyonda ise
46
hastaların %73’ünde D vitamini eksikliği %22,5’inde D vitamini yetersizliği
gösterildi. Geri kalan hastalarda ise D vitamini düzeyi normaldi.
Yeni tanı hasta grubunda tedavi öncesi ve sonrası D vitamini düzeyini
etkileyebilecek yaş, cinsiyet, BMI ve kan alınma mevsimi ile D vitamini düzeyi
arasındaki ilişki tek değişkenli analiz (Mann Whitney U testi) ile araştırıldı ve
istatistiksel anlamlı bir ilişki gösterilemedi (p>0,05). Ayrıca tedavi sonrası D
vitamini düzeyi ile radyoterapi, glukokortikoid ve metotreksat ilişkisi de tek
değişkenli analiz (Mann Whitney U testi) ile bakıldığında ilişki olmadığı saptandı
(p>0,05).
Kanser tanılarına göre tedavi öncesi ve tedavi sonrası 25(OH)D düzeyleri
Şekil 8’de verilmiştir.
40
35
35
32
30
25
20
22,5 22 23,3
19,6
18
22,4
15
10
10,5
6,5
5
18
16,2
14,8
14,5
10,3
9,5
13,1
11
10
14,7
13,7
4,7
Tanı Sırasında
Tedavi Sonrası
0
Şekil 8: Yeni Tanı Grubunda Tanılara Göre Tedavi Öncesi ve Sonrası 25(OH)D
Düzeyleri
47
Bu gruptaki hastaların tanılarına göre tedavi öncesi ve tedavi sonrası
remisyonda
D
vitamini
düzeylerine
bakıldığında
lenfomalı
hastaların
remisyondaki D vitamini değerleri tanı sırasındaki D vitamini değerlerine göre
yüksek bulundu (p=0,043). Bu yüksekliğin Hodgkin lenfomalı olgular nedeniyle
olduğu görüldü. Diğer solid tümörlü hastalarda ise remisyonda bakılan D vitamini
düzeyleri tanı sırasındaki D vitamini düzeylerine göre düşüş gösterdi.
Tedavisi tamamlanıp remisyonda takip edilen hasta grubunda (II. grup) ise
102 hasta vardı. Bu gruptaki hastalarda tedavi bitimi ile çalışmaya dâhil edilme
arasındaki zaman medyan 20 (4-163) ay idi. Olguların %20,6’sında D vitamini
eksikliği, %54,9’unda D vitamini yetersizliği saptanırken %24,5 olguda ise D
vitamini düzeyi normal olarak bulundu. II. grup hastalardaki 25(OH)D, PTH, Ca,
P, ALP, konsantrasyonları Tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8: II. Grup Hastalarda Ca, P, ALP, PTH ve 25(OH)D’ nin Medyan Serum
Konsantrasyonları
Konsantrasyon
25(OH)D (ng/ml)
23,6 (3-78)
PTH (pg/ml)
12.1 (5-85)
Ca (mg/dl)
9,8 (9-10,5)
P (mg/dl)
4,3 (2,7-6,1)
ALP (U/L)
172 (49-512)
Kısaltmalar: 25(OH)D: 25 hidroksivitamin D, PTH: Parathormon, Ca: Kalsiyum, P: Fosfor, ALP:
Alkalen Fosfataz
25(OH)D düzeyini etkileyebilecek parametreleri belirlemek için tek
değişkenli analiz (Mann Whitney U testi) yapıldı. Cinsiyet, yaş, kan alınma
48
mevsimi, radyoterapi kullanımı, glukokortikoid kullanımı, metotreksat kullanımı
ve BMI ile yapılan tek değişkenli analiz sonucunda kan alınma mevsimi ile
istatistiksel olarak ilişki saptanırken (p=0,005) diğer bakılan parametrelerle
anlamlı fark saptanmadı. Bu sonuçlara göre kış mevsiminde kan alınan hastalarda
D vitamini düzeyi daha düşük olarak bulundu.
I.grup (ilk ve ikinci kan örnekleri) ve II. grup hastaların kan örneklerinin
alınma mevsimi açısından farklı olup olmadığı araştırıldığında istatistiksel fark
saptanmadı.
II. grup hastalarda 25(OH)D düzeylerinin tanılarına göre detayları Şekil
9’da verilmiştir.
25(OH)D Vitamini
60
49,2
50
40
30
26,8
20
32,4
23,2
27,8 26,6
28,2
21,6
23,5
22,7 21,8
20
10
25(OH)D Vitamini
0
Şekil 9: II. Grup Hastalarda Tanılara Göre 25(OH)D Düzeyleri
II. grupta lenfomalı hastaların D vitamini değerleri diğer tüm solid tümörlü
hastaların D vitamini değerleri ile karşılaştırıldığında istatistiksel fark bulunmadı
49
(p=0,191). Kemik tümörlü hastaların D vitamini değerleri diğer solid tümörlü
hastaların D vitamini değerleri ile karşılaştırıldığında da istatistiksel fark
saptanmadı (p=0,727). Tanı gruplarına göre D vitamini değerleri Tablo 9’da
verilmiştir.
Tablo 9: II. Grup Hastalarda Tanı Gruplarına Göre D Vitamini Konsantrasyonları
Tanı
25(OH)D vitamini (ng/ml)
Lenfoma
Diğer Tümörler
Kemik Tümörleri
Diğer Tümörler
23,25 (3-78)
24,35 (8,4-71,7)
25,95 (16-34)
23,4 (3-78)
p
0,191
0,727
I. grup hastaların remisyonda bakılan D vitamini düzeyi II. grup hastaların
D vitamini düzeyinden istatistiksel olarak düşük bulundu. Ca, P, ALP, PTH
düzeylerinde ise anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). İki grubun karşılaştırma
sonuçları Tablo 10’da verilmiştir.
Tablo 10: I. Grup (Remisyon) ve II. Grup Hastaların 25(OH)D, Ca, P, ALP, PTH
Konsantrasyonları
Parametre
I.Grup Remisyon
II.Grup
p
25(OH)D (ng/ml)
13 (2,3-34,6)
23,6 (3-78)
<0,001
PTH (pg/ml)
10,9 (1-176)
12,1 (0,5-85,7)
0,519
9,75 (8,9-10,6)
9,8 (9-10,5)
0,383
4,4 (2-5,9)
4,3 (2,7-6,1)
0,132
149 (50-564)
172(49- 512)
0,197
Ca (mg/dl)
P (mg/dl)
ALP (U/L)
Kısaltmalar: I.grup: Yeni Tanı Hastalar, II. grup: Tedavisi Tamamlanmış Remisyonda İzlenen
Hastalar, 25(OH)D: 25-hidroksivitamin D, PTH: Parathormon, Ca: Kalsiyum, P: Fosfor, ALP:
Alkalen Fosfataz
50
Yeni tanı 49 hastanın 24. ayda olaysız sağkalım oranı %61,1 ve genel
sağkalım oranı %70,4 olarak bulundu. Olaysız sağkalım eğrisi Şekil 10’da, genel
sağkalım eğrisi Şekil 11’de sunulmuştur.
Şekil 10: Yeni Tanı 49 Hastanın Olaysız Sağkalım Eğrisi
51
Şekil 11: Yeni Tanı 49 Hastanın Genel Sağkalım Eğrisi
Yeni tanı grubunda D vitamini düzeyi ile yaşam oranları arasında ilişki
olup olmadığını araştırmak için hastalar tanı sırasında D vitamini eksikliği olanlar
(26 hasta), D vitamini yetersizliği olanlar (12 hasta) ve D vitamini düzeyi normal
olanlar (11 hasta) olmak üzere 3 gruba ayrılıp olaysız sağkalım ve genel sağkalım
analizleri yapıldı. 24. aydaki olaysız sağkalım bu gruplamaya göre sırasıyla
eksiklik olanlarda %61,3, yetersizliği olanlarda %66 ve D vitamini normal
olanlarda %60 olarak bulunmuştur. 24. aydaki genel sağkalım ise D vitamini
eksikliği olanlarda %70, yetersizliği olanlarda %66 ve D vitamini normal
olanlarda %75 olarak bulunmuştur. Gruplar arasında olaysız sağkalım süreleri
açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,971). Aynı şekilde
genel sağkalım açısından da 3 grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
52
saptanmamıştır (p=0,889). D vitamini düzeyine göre olaysız sağkalım eğrisi Şekil
12’de ve genel sağkalım eğrisi Şekil 13’te verilmiştir.
Şekil 12: Yeni Tanı 49 Hastanın D Vitamini Düzeyine Göre Olaysız Sağkalım
Eğrisi
53
Şekil 13: Yeni Tanı 49 Hastanın D Vitamini Düzeyine Göre Genel Sağkalım
Eğrisi
D vitamini eksikliği + D vitamini yetersizliği olan olgular ayrı bir grup
olarak alınıp D vitamini normal olan olgularla karşılaştırıldığında 30. ayda D
vitamini eksikliği + D vitamini yetersizliği olan olgularda olaysız sağkalımın
%48,6, genel sağkalımın ise %68,4 olduğu görüldü. D vitamini normal olanların
ise 30. ayda olaysız sağkalımı %60 iken genel sağkalımı %75 olarak bulundu. Bu
gruplamaya göre D vitamini normal olan grupta 30. ayda genel sağkalımın ve
olaysız sağkalımın daha yüksek olduğu görüldü ancak bu yükseklik istatistiksel
olarak anlamlı bulunmadı (Olaysız sağkalım için p=0,85; genel sağkalım için
p=0,72). Olguların olaysız ve genel sağkalım eğrileri Şekil 14 ve Şekil 15’te
verilmiştir.
54
Şekil 14: D Vitamini Eksikliği + D Vitamini Yetersizliği Olan Olgular ile D
Vitamini Normal Olan Olguların Olaysız Sağkalım Eğrisi
Şekil 15: D Vitamini Eksikliği + D Vitamini Yetersizliği Olan Olgular ile D
Vitamini Normal Olan Olguların Genel Sağkalım Eğrisi
55
5. TARTIŞMA
Kanser ile D vitamini arasındaki ilişki önceden beri bilinmektedir.
Literatürde daha önce özellikle erişkin hastalarla yapılmış çalışmalarda; D
vitamini düzeyinin düşük seviyede olmasının bazı kanser türlerinde rekürrens
riskini ve bu tümörlerin erken evrelerinde mortaliteyi arttırdığı ve D vitamini
replasmanının kanser gelişimini önleyici rol oynayabileceği gösterilmiştir (78). D
vitamini karsinogenez üzerine inhibe edici etkisini VDR’yi aktive ederek
göstermektedir (79). D vitamininin kanser hücrelerinin büyümesini inhibe ettiği,
hücre maturasyonu ve apoptozisi indüklediği, telomeraz aktivitesini inhibe ettiği
ve angiogenezi azalttığı daha önce yapılan çalışmalarda gösterilmiştir (80, 81). D
vitamini eksikliğinin prognozu etkileyen önemli bir modülatör olabileceği
belirtilip eksikliği kötü prognozla ilişkilendirilmiştir. Son yıllarda yapılan
çalışmaların artmasıyla birlikte D vitamininin karsinogenezdeki rolü daha iyi
anlaşılmıştır.
Çocukluk çağı kanser hastalarında kemik mineralizasyon bozuklukları ve
artmış patolojik kırık riski tedavi ve takipte sık görülen problemlerdendir. D
vitamini eksikliği; bu grup hastalarda yaygın bir problem olup kırık riski artışına
ve kemik demineralizasyonuna katkıda bulunabilir (52). Çocukluk çağı kanser
hastalarının uzun süreli hastane yatışları, güneş ışığına çıkamamaları, aldıkları
tedavilerin yan etkileri sonucunda beslenmelerinin bozulması olası D vitamini
eksikliği sebepleridir (53). Ayrıca D vitamini düzeyini, hastaların yaşı, cinsiyeti,
BMI’ı, kemoterapi (özellikle glukokortikoidler) ve radyoterapi gibi tedaviler ile
kanserin cinsinin de etkileyebileceği düşünülmektedir.
56
Literatürde çocukluk çağı kanser hastalarında D vitamini düzeyi ile ilgili
yapılmış çalışma sayısı azdır ve yeterli veri de yoktur. Biz bu çalışmada çocukluk
çağı kanserli hastalarda tanı sırasındaki D vitamini düzeyini, tedavi sırasında D
vitamini düzeyinde oluşan değişikliği ve tedavisi tamamlanmış remisyonda
izlenen hastalardaki D vitamini düzeyini değerlendirmeyi amaçladık. Ayrıca yaş,
cinsiyet, BMI, tümorün cinsi, kan alınma mevsimi ve tedavi metotları gibi D
vitamini düzeyi ile ilişkili olabilecek faktörleri saptamayı hedefledik.
Yaptığımız bu çalışmada hastalar yeni tanı hastalar (I.grup) ve tedavisi
tamamlanıp remisyonda takip edilen hastalar (II. grup) olmak üzere başlıca 2
grupta incelendi. Yeni tanı alan hastaların tedaviye başlamadan önce medyan D
vitamini düzeyi 17,1 ng/ml idi. Bu grup hastaların 2. kan serum örnekleri tanı
anından median 10,5 (4-29) ay sonra hastalar remisyonda iken alındı ve medyan
değer 13 ng/ml olarak bulundu. Tedavi öncesi hastaların %53’ünde D vitamini
eksikliği, %24,5’inde D vitamini yetersizliği saptandı. Bu grubun takibinde ise
hastaların %73’ünde D vitamini eksikliği saptanırken %22,5 oranında D vitamini
yetersizliği görüldü ve takipteki D vitaminindeki düşüşün istatistiksel olarak
anlamlı olduğu gösterildi (p<0,001). Hastaların D vitamini eksikliğindeki artış
tedavi altında olmaları, beslenmelerinin bozulmuş olması ve uzun süre hastanede
yatıyor olmaları ile açıklanabilir. II. grup hastaların medyan D vitamini düzeyi ise
23,6 ng/ml olarak saptandı. Kan serum örnekleri tedavi bitiminden median 20 (4163) ay sonra alınan bu grubun %20,6’sında D vitamini eksikliği, %54,9’unda D
vitamini yetersizliği bulundu. II. grupta D vitamini düzeyi I.grubun gerek tanı
gerek de takipteki değerlerine göre daha yüksek bulundu. Bu yükseklik tanı
57
sırasında istatistiksel önemli bulunmadı ancak I.grubun takip değerleri ile
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,001). Bu durum II. grup
hastaların kan serum örneklerinin tedavi bitiminden uzun bir süre sonra
alınmasına ve hepsinin tedavilerinin kesilmiş olmasına bağlanabilir. Yine bu süre
içerisinde II. grup hastaların normal hayatlarına dönmüş olmaları, uzun süreli
hastane yatışlarının olmuyor olması, aktif kemoterapi almadıkları için kemoterapi
yan etkilerinin görülmüyor olması, daha çok güneş ışığına çıkabiliyor olmaları ve
D vitamininden daha fazla faydalanıyor olmaları ile açıklanabilir. Akman ve ark.
(82) tarafından Ankara’da yapılan 849 sağlıklı çocuğun D vitamini düzeyini
araştıran bir çalışmada %8 oranında D vitamini eksikliği ve %25 oranında D
vitamini yetersizliği olduğu saptanmış ve hastaların ortalama D vitamini düzeyi
37,9 ng/ml olarak tespit edilmiştir. Türkiye’nin başka bölgelerinde sağlıklı
çocuklar arasında yapılan başka bir çalışmada ise D vitamini eksikliği %10-20
arasında; D vitamini yetersizliği oranı ise %40 civarında görülmektedir (20).
Bizim yaptığımız çalışmada sağlıklı kontrol grubu bulunmamaktadır ancak bizim
çalışmamız aynı bölgede yapılmış bir çalışma olması nedeniyle Akman ve
ark.’nın (82) yaptığı çalışma ile karşılaştırıldığında kanser tanısı olan çocuklarda
ister yeni tanı almış olsun ister remisyonda takip ediliyor olsun hastaların D
vitamini düzeyinin sağlıklı çocuklara göre daha düşük olduğu görülmektedir. II.
grup hastaların D vitamini düzeyinin ise sağlıklı çocuklara yakın düzeyde olduğu
görülmektedir. Literatürde çocukluk çağı kanser hastaları arasında yapılmış
çalışmalarda tanı anında olmasa da izlem sırasında bizim çalışmamıza benzer
şekilde sağlıklı çocuklara göre D vitamini düzeyinin istatistiksel anlamlı olarak
58
daha düşük olduğu bulunmuştur. Helou ve ark. (53) tarafından yapılmış çalışmada
çocukluk
çağı
kanser
hastalarında
tanı
anından
2
ay sonra
yapılan
değerlendirmede D vitamini eksikliği %43 oranında, ciddi D vitamini eksikliği (<
10
ng/ml)
ise
%7,9
oranında
görülmektedir.
Sağlıklı
popülasyon
ile
karşılaştırıldığında ise D vitamini eksikliğinin belirgin artmış olduğu gözlenmiştir.
Sinha ve ark.’nın (54) yaptığı bir diğer çalışmada ise tanı anından ortalama 1,9 yıl
sonraki değerlendirmede çocukluk çağı kanser hastalarında D vitamini düzeyi
medyan 17,6 ng/ml olarak tespit edilmiştir. D vitamini eksikliği oranı çocukluk
çağı kanser hastalarında %21,3; kontrol grubunda ise %3,3 olarak bulunmuştur.
Kontrol grubu olarak hipotiroidi, obezite, boy kısalığı gibi hastalıkları olan
çocuklar alınmıştır. Bu çalışmada bizim çalışmamızdan farklı olarak D vitamini
eksiliği için sınır değer 10 ng/ml olarak kabul edilmiştir. Bilgilerimiz ışığında
literatürde çocukluk çağı kanser hastalarında tedavi ile D vitamini düzeyindeki
değişimin araştırıldığı tek bir çalışma bulunmaktadır. Rosen ve ark.’nın (52)
yaptığı bu çalışmada 124 çocukluk çağı kanser hastasında medyan 27,3 aylık takip
sonrası D vitamini düzeyinin 30,9 ng/ml’den 27,3 ng/ml’ye düştüğü gözlenmiştir
(P < 0,00001). Bu çalışmada ayrıca D vitamini düzeyindeki düşüşün tedavi öncesi
D vitamini düzeyi normal olan çocuklarda daha belirgin olduğu görülmüştür.
Bizim çalışmamızda da I.grup hastaların takibinde D vitamini düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı düşüş gösterilmiştir (p<0,01). Bu çalışmadan farklı
olarak bizim hastalarımızın tanı sırasındaki D vitamini düzeyi de normal
populasyondan düşüktür. Literatürde erişkin kanser hastaları ile yapılmış
çalışmalarda da tanı sırasında D vitamini düzeyinde normal populasyona göre
59
düşüş gösterilmiştir (48, 50, 51). Literatürdeki tüm bu çalışmalarda çocukluk çağı
kanser hastalarında D vitamini düzeyinin düşük olmasını güneşle yetersiz temasa,
beslenme bozukluklarına ve kanser tedavisine bağlamışlardır. Bulduğumuz
sonuçlar da bu hipotezi destekler niteliktedir. Literatürdeki çalışmalar
incelendiğinde D vitamini eksikliği ya da yetersizliğinin belirlenmesinde sınır
değerlerin farklı olduğu görülmektedir. Bu farklılıklar çalışmalar arasında çelişkili
sonuçlar oluşmasına katkıda bulunmaktadır.
Daha önce yapılan hücre kültürü çalışmalarında D vitamini ile kanser
gelişimi arasında ilişki gösterilmiştir. D vitamininin kanser patogenezinde önemli
etkisi vardır. D vitamininin başlıca etkileri; hücre proliferasyonunda azalma,
apoptozisin indüklenmesi,
diferansiyasyonun
stimülasyonu, inflamasyonda
azalma, invazyon ve metastaz gelişimi ile anjiogenezin inhibisyonudur. Özelikle
erişkin yaş grubunda yapılmış çalışmalarda D vitamini düzeyi düşük olan
kişilerde meme, kolon ve prostat kanseri riskinde artış saptanmıştır (48, 50, 51).
Çocukluk çağı kanser hastalarında ise D vitamini ile kanser gelişimi arasındaki
ilişkiyi araştıran çalışma bulunmamaktadır. Bizim yaptığımız çalışmadaki yeni
tanı grubunda tedavi öncesi D vitamini düzeyinin daha önce ülkemizde sağlıklı
çocuklarla yapılmış çalışmadaki D vitamini düzeylerine göre daha düşük olması D
vitamini eksikliği ile kanser gelişimi arasında ilişki olup olamayacağı sorusunu
akla getirmektedir. Bu konuda daha fazla hasta ile yapılan ileri araştırmalara
ihtiyaç vardır.
D vitamini düzeyi hastaların tanılarına göre değerlendirildiğinde I. grup
hastalarda tanı anında en düşük D vitamini düzeyi sırasıyla renal tümör ve
60
yumuşak doku sarkomlarında, bu grubun izleminde ise en düşük D vitamini
düzeyi nazofarinks kanseri ve renal tümörlü hastalarda görüldü. Burada hastalara
verilen tedavilerde ve tedavi sürelerindeki farklılık etkili olmuş olabilir. II. grup
hastalarda ise en düşük D vitamini düzeyi Hodgkin lenfoma, medulloblastom ve
nazofarinks kanserli hastalarda bulundu. Rosen ve ark.’nın (52) yaptığı çalışmada
ise en düşük D vitamini düzeyi osteosarkom, retinoblastom ve hepatoblastomlu
olgularda bulunmuştur. Literatürdeki çelişkili sonuçlar daha çok hasta ile çalışma
yapılması gerektiğini göstermektedir. I. grup hastalarda lenfomalı hastaların
(Hodgkin + non-Hodgkin) tedavi sonrası D vitamini düzeyi diğer solid
malignitelerin tersine daha yüksek bulundu. Bu yüksekliğin Hodgkin lenfomalı
olgular nedeniyle olduğu görüldü. Bu durum Hodgkin lenfomalı hastaların diğer
solid tümörlü hastalara göre tedavi süresinin ve tedavi yoğunluğunun daha az
olması ile açıklanabilir. Daha önce Sinha ve ark.’nın (54) aktif tedavi alan ve
remisyonda izlenen heterojen bir hasta grubunda yaptığı çalışmada ise lenfoma ve
lösemi hastalar beraber değerlendirilmiş olup solid tümörlere göre D vitamini
düzeyi bu hastalarda daha düşük olarak bulunmuştur. Bizim çalışmamızla
literatürdeki bu çalışma arasındaki fark çalışma grubumuzda lösemili hasta
olmaması ile açıklanabilir. Literatürdeki diğer çalışmalarda da lösemili olguların
D vitamini düzeyinin lenfomalı olgulara göre daha düşük olduğu gösterilmiştir
(52). Burada lösemili olguların daha uzun tedavi alıyor olmasının etkili olduğu
düşünülmektedir.
Sağlıklı çocuklar arasında yapılan çalışmalarda yüksek rakım, güneşle
temasın az olması, yaş, kış mevsiminde kan alınması D vitamini düzeyiyle ilişkili
61
bulunmuştur. Çocukluk çağı kanser hastaları arasında yapılan çalışmalarda da D
vitamini düzeyini etkileyen faktörler araştırılmıştır. Bu çalışmalarda hastalık yaşı
ile D vitamini düzeyi arasında ters ilişki izlenmiştir (54, 55, 83). Helou ve ark.
(53) yaptığı çalışmada hastalar 6 yaş altı ve üstü olarak ayrılmıştır. Altı yaş üstü
hastalarda D vitamini düzeyi daha düşük olarak tespit edilmiştir. Bu durum
çocukların büyüdükçe daha az süt içmesi, dışarıda daha az oynaması ve daha az
vakit geçirmesi sonucunda güneşle temasının azalması ile açıklanabilir. Bizim
yaptığımız çalışmada ise hasta yaşı ile D vitamini düzeyi arasında istatistiksel
olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. Olgu sayısının azlığı bu sonuçta etkili
olabilir. Literatürde çocukluk çağı kanser hastalarında D vitamini düzeyi ile
ilişkili olarak bulunan diğer bir parametre ise kan alınma mevsimidir. D
vitamininin vücutta büyük oranda güneşe bağlı olarak ciltte sentezlenmesi
sebebiyle kış mevsiminde D vitamininin düşük olarak saptanması beklenmektedir.
Yapılan çalışmalar neticesinde beklenildiği şekilde kış mevsiminde kan alınması
durumunda D vitamini düzeyi daha düşük olarak saptanmıştır. Esbenshade ve
ark.’nın (83) yaptığı çalışmada da kış mevsimi, D vitamini eksikliği için bağımsız
risk faktörü olarak gösterilmiştir. Yaptığımız çalışma sonuçları da literatür verileri
ile uyuşmaktadır. II.grup hastalarda kış mevsiminde alınan kanlarda D vitamini
düzeyi diğer mevsimlerde alınanlara göre istatistiksel anlamlı olarak düşük
saptanmıştır. I.grup hastalarda ise kış mevsiminde hem tedavi öncesi bakılan
kanlarda hem de takip kanlarında D vitamini düzeyleri değer olarak daha düşük
bulunmuştur ancak istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır. Bu grupta D
62
vitamini düzeyi ile mevsim arasında istatistiksel anlamlı ilişki gösterilememesinin
başlıca sebebi örneklem büyüklüğünün küçük olması olabilir.
D vitamini düzeyi ile ilişkisi araştırılan diğer bir faktör de BMI’dir. Daha
önce yapılan bir çalışmada çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi (ALL)
hastalarında tedavi sonrası takiplerde obezite ile D vitamini eksikliği arasında
ilişki gösterilmiştir (84). Çocukluk çağı solid kanserli olgularda BMI ile D
vitamini düzeyi arasındaki ilişki ise net değildir. Büyük çoğunluğunu akut lösemi
hastalarının oluşturduğu (%70,8 ALL, %0,6 AML) bir çalışmada BMI’nin 85.
persentilden daha büyük olması D vitamini eksikliği için bağımsız risk faktörü
olarak bulunmuştur (83). Buna karşın çoğunlukla solid tümörü bulunan hasta
gruplarıyla yapılan çalışmalarda ise BMI ile D vitamini arasında istatistiksel
anlamlı ilişki saptanamamıştır (54, 55). Bizim çalışmamızda da lösemi hastalar
tamamen çalışma dışı bırakılmış olup sadece solid tümörü bulunan hastalar
çalışmaya dâhil edilmiştir ve literatürdeki aynı hasta grupları ile yapılan
çalışmaların sonucuna benzer şekilde BMI ile D vitamini düzeyi arasında
istatistiksel anlamlı ilişki saptanmamıştır.
Çocukluk çağı kanser hastalarında tedavi ile D vitamini düzeyinde
değişiklik olabileceği düşünülerek çalışmalar yapılmıştır. Lösemi hastalarının
dahil olduğu ve tedavi sonrası remisyonda izlenen hastalarda tedavinin uzun
dönem etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada kemoterapi, radyoterapi gibi
tedavilere bağlı olarak kemik sağlığında bozulma olabileceği öne sürülmüştür
(85). Kortikosteroidler, kanser hastalarında kemoterapiye sıklıkla eklenen farklı
doz ve sürelerde kullanılan ajanlardır. Literatürde kortikosteroid tedavisi ile D
63
vitamini düzeyi arasındaki ilişkiyi araştıran çok sayıda preklinik ve klinik çalışma
yapılmıştır. Ancak D vitamini ile kortikosteroid kullanımı arasında belirgin ilişki
net
olarak
gösterilememiştir.
Bununla
birlikte
özellikle
hücre
kültürü
çalışmalarında kortikosteroidlerin D vitamininin yıkımından sorumlu olan 24OHaz enzim aktivitesini arttırdığı tespit edilmiştir (86, 87). Robien ve ark. (88)
tarafından kök hücre alıcılarında yapılan çalışmada kortikosteroid kullanımı ile D
vitamini yetersizliği arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki gösterilmiştir.
Kanser dışı tanıları olan çocuk ve adölesanlarla yapılan çalışmada da benzer
şekilde steroid kullananlarda D vitamini eksikliğinin istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde daha sık görüldüğü tespit edilmiştir (89). Çocukluk çağı kanser hastaları
arasında yapılmış çalışmaların sonuçları ise çelişkilidir. Choudhary ve ark.’nın
(55) yaptığı çalışmada kortikosteroid kullanımı ile D vitamini düzeyi arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki gösterilememişken; Rosen ve ark.’nın (52)
çalışmasında D vitamini düzeyi steroid tedavisi almayan hastalarda daha düşük
olarak bulunmuştur. Çocukluk çağı kanser hastalarında yapılan bir diğer
çalışmada da kullanılan steroidin kümülatif dozu ile D vitamini arasındaki ilişki
araştırılmış olup herhangi bir bağlantı bulunamamıştır (83). Bu çalışmalara dâhil
edilen hasta sayısının az olması nedeniyle çelişkili sonuçların ortaya çıkmış
olması düşünülebilir. Bizim yaptığımız çalışmada da hem yeni tanı grubunda
tedavi sonrası değerlendirilen hastalarda, hem de tedavisi tamamlanıp remisyonda
takip edilen hastalarda steroid kullanımı ile D vitamini düzeyi arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Çalışmamızda da hasta sayısının az
olması nedeniyle daha büyük hasta populasyonu ile yapılan çalışmalarla steroid
64
kullanımı ve D vitamini arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi önemlidir.
Kemoterapi ve radyoterapi kullanımı ile D vitamini ilişkisi arasında kanıtlanmış
bir ilişki yoktur. Ancak kemoterapötiklerin karaciğer ve böbrekte sitokrom
enzimlerini etkileyerek D vitamini düzeyini değiştirebileceği düşünülmektedir.
Çocukluk çağı kanser hastalarında yapılan çalışmalarda da D vitamini düzeyi ile
radyoterapi ve kemoterapi arasında ilişki gösterilememiştir (55). Bizim yaptığımız
çalışmada steroid, metotreksat ve radyoterapi ile D vitamini düzeyi arasındaki
ilişki araştırılmıştır. Her iki grupta da bu tedaviler ile D vitamini arasında ilişki
tespit edilememiştir. Ancak I. Grup hastaların takip D vitamini düzeylerinin
düşmesi, bu düşüşte kullanılan tedavilerin (kemoterapi, radyoterapi, antifungal,
antibiyotik vb.), hastanede uzun süre yatışın, beslenmede bozulmanın rol oynamış
olabileceğini düşündürmektedir. Tam bir sonuca varabilmek için daha geniş, daha
homojen hasta grupları ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Yeni tanı hasta grubunda yapılan sağkalım analizinde hastaların olaysız ve
genel sağkalım oranları tanı sırasında D vitamini alt gruplarına göre (D vitamini
düzeyleri eksik, yetersiz ve normal olan hastalar) değerlendirildiğinde istatistiksel
anlamlı fark saptanmadı. D vitamini eksikliği + yetersizliği olan olgularla; D
vitamini normal olan olgular karşılaştırıldığında da genel sağkalım ve olaysız
sağkalım oranlarında istatistiksel fark bulunamadı. Ancak D vitamini normal olan
grupta 30. ayda genel sağkalımda %7’lik, olaysız sağkalımda %12’lik bir artış
olduğu görüldü. Olgu sayısının az olması, olguların heterojen olması sonuçları
etkilemiş olabilir. Genel ve olaysız sağkalım üzerinde D vitamininin tanı
65
sırasındaki düzeyinin etkisini değerlendirmek için daha fazla sayıda homojen
hasta grupları ile daha uzun takip süreli çalışmalara ihtiyaç vardır.
66
6. SONUÇLAR
Çocukluk çağı kanser hastalarının D vitamini düzeyi ve bu düzeyi
etkileyen faktörlerin incelendiği çalışmamız neticesinde şu sonuçlara ulaşıldı;
1.
Tanı sırasında çocukluk çağı solid tümörlü hastalarda D vitamini
düzeyi normal populasyona göre düşük bulundu.
2.
Yeni tanı hasta grubunda tanı sırasındaki D vitamini düzeyi ile tedavi
ile
remisyona
girdikten
sonra
alınan
D
vitamini
düzeyi
karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı düşüş saptandı (p<0,001).
3.
Yeni tanı hasta grubunda tedavi sonrası D vitamini düzeyini
etkileyebilecek yaş, BMI, cinsiyet, steroid kullanımı, metotreksat
kullanımı ve radyoterapi gibi faktörlerden hiçbiri ile ilişki tespit
edilmedi.
4.
Çalışmamızdaki II. grup (tedavisi tamamlanıp remisyonda takip
edilen) hastaların D vitamini düzeyini etkileyebilecek yaş, cinsiyet,
BMI, kan alınma mevsimi, steroid kullanımı, metotreksat kullanımı
ve radyoterapi gibi faktörlerden sadece kan alınma mevsimi ile
istatistiksel anlamlı ilişki tespit edildi. Kış mevsimi alınan kanlarda D
vitamini düzeyi daha düşük olarak bulundu (p=0,005).
5.
I.grup hastaların remisyonda bakılan D vitamini düzeyi II. grup
hastaların D vitamini düzeyinden istatistiksel olarak düşük bulundu
(p<0,001).
6.
Yeni tanı hasta grubunda tanı anındaki D vitamini düzeyine göre genel
sağkalım ve olaysız sağkalım verileri incelendiğinde D vitamini
67
eksikliği + D vitamini yetersizliği olan hastalar ile D vitamini normal
olan hastalar karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (genel sağkalım için p=0,72; olaysız sağkalım için
p=0,85).
68
7. KAYNAKLAR
1.
Kimball S, Fuleihan Gel H, Vieth R. Vitamin D: a growing perspective.
Critical reviews in clinical laboratory sciences. 2008;45(4):339-414.
2.
Javorsky BR MN, Padia SH, Dalkin AC. Vitamin D deficiency in
gastrointestinal disease. Pract Gastroenterol. 2006;36:52-72.
3.
Vogiatzi MG, Jacobson-Dickman E, DeBoer MD, Drugs, Therapeutics
Committee of The Pediatric Endocrine S. Vitamin D supplementation and
risk of toxicity in pediatrics: a review of current literature. The Journal of
clinical endocrinology and metabolism. 2014;99(4):1132-41.
4.
Henderson A. Vitamin D and the breastfed infant. Journal of obstetric,
gynecologic, and neonatal nursing: JOGNN / NAACOG. 2005;34(3):367-72.
5.
Yıldız I. Sik tonsillofarenjit geçiren çocuklarda serum d vitamini düzeyleri
ve d vitamini reseptörü gen polimorfizmleri: İstanbul Üniversitesi Tip
Fakültesi 2010.
6.
Bikle D. Nonclassic actions of vitamin D. J Clin Endocrinol Metab.
2009;94(1):26-34.
7.
Buğrul F. Süt Çocukluğu Dönemindeki Bebeklerin Annelerine Verilen D
Vitamininin Çocuklardaki D Vitamini Düzeyine Etkisi: İstanbul Üniversitesi
Çocuk Sağliği Enstitüsü; 2011.
69
8.
Wagner CL, Taylor SN, Hollis BW. Does vitamin D make the world go
'round'? Breastfeeding medicine: the official journal of the Academy of
Breastfeeding Medicine. 2008;3(4):239-50.
9.
Centers for Disease Control and Prevention (CDC) Vitamin D Expert Panel
Meeting Final Report (October 11–12, 2001) [Internet]. www.cdc.com.
[cited 2015].
10. Misra M, Pacaud D, Petryk A, Collett-Solberg PF, Kappy M, Drug, et al.
Vitamin D deficiency in children and its management: review of current
knowledge and recommendations. Pediatrics. 2008;122(2):398-417.
11. Holick MF. Vitamin D: its role in cancer prevention and treatment. Progress
in biophysics and molecular biology. 2006;92(1):49-59.
12. Holick MF. Resurrection of vitamin D deficiency and rickets. The Journal of
clinical investigation. 2006;116(8):2062-72.
13. Zierold C, Mings JA, DeLuca HF. Regulation of 25-hydroxyvitamin D3-24hydroxylase mRNA by 1,25-dihydroxyvitamin D3 and parathyroid hormone.
Journal of cellular biochemistry. 2003;88(2):234-7.
14. Tsiaras WG, Weinstock MA. Factors influencing vitamin D status. Acta
dermato-venereologica. 2011;91(2):115-24.
15. Uitterlinden AG, Fang Y, Van Meurs JB, Pols HA, Van Leeuwen JP.
Genetics and biology of vitamin D receptor polymorphisms. Gene.
2004;338(2):143-56.
70
16. Ozkan B, Doneray, H. D vitamininin iskelet sistemi dışı etkileri. Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi. 2011(54):99-119.
17. Issa LL, Leong GM, Eisman JA. Molecular mechanism of vitamin D
receptor action. Inflammation research: official journal of the European
Histamine Research Society [et al]. 1998;47(12):451-75.
18. Yilmaz B. Beyin tümörü tanisi alan 0-18 yaş arasi hastalarda vitamin d
reseptörü gen polimorfizmi: Marmara universitesi; 2013.
19. Holick MF, Chen TC. Vitamin D deficiency: a worldwide problem with
health consequences.
The American journal of clinical nutrition.
2008;87(4):1080S-6S.
20. Hatun BB, Çalıkoğlu AS, Özkan B. Günümüzde D vitamini yetersizliği ve
nutrisyonel rikets. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi. 2003;46(224-41).
21. Takahashi N, Udagawa N, Suda T. Vitamin D endocrine system and
osteoclasts. BoneKEy reports. 2014;3:495.
22. Holick MF. Vitamin D deficiency. The New England journal of medicine.
2007;357(3):266-81.
23. Bikle DD. Vitamin D regulated keratinocyte differentiation. Journal of
cellular biochemistry. 2004;92(3):436-44.
24. Adorini L, Penna G, Giarratana N, Roncari A, Amuchastegui S, Daniel KC,
et al. Dendritic cells as key targets for immunomodulation by Vitamin D
receptor ligands. The Journal of steroid biochemistry and molecular biology.
2004;89-90(1-5):437-41.
71
25. Szodoray P, Nakken B, Gaal J, Jonsson R, Szegedi A, Zold E, et al. The
complex role of vitamin D in autoimmune diseases. Scandinavian journal of
immunology. 2008;68(3):261-9.
26. Artaza JN, Mehrotra R, Norris KC. Vitamin D and the cardiovascular
system. Clinical journal of the American Society of Nephrology: CJASN.
2009;4(9):1515-22.
27. Bouillon R, Carmeliet G, Verlinden L, van Etten E, Verstuyf A, Luderer HF,
et al. Vitamin D and human health: lessons from vitamin D receptor null
mice. Endocrine reviews. 2008;29(6):726-76.
28. Holick MF. Vitamin D status: measurement, interpretation, and clinical
application. Annals of epidemiology. 2009;19(2):73-8.
29. Mansbach JM, Ginde AA, Camargo CA, Jr. Serum 25-hydroxyvitamin D
levels among US children aged 1 to 11 years: do children need more vitamin
D? Pediatrics. 2009;124(5):1404-10.
30. Hollis BW. Circulating 25-hydroxyvitamin D levels indicative of vitamin D
sufficiency: implications for establishing a new effective dietary intake
recommendation for vitamin D. The Journal of nutrition. 2005;135(2):31722.
31. Gessner BD, Plotnik J, Muth PT. 25-hydroxyvitamin D levels among
healthy children in Alaska. The Journal of pediatrics. 2003;143(4):434-7.
32. Weisberg P, Scanlon KS, Li R, Cogswell ME. Nutritional rickets among
children in the United States: review of cases reported between 1986 and
72
2003. The American journal of clinical nutrition. 2004;80(6 Suppl):1697S705S.
33. Ataş A, Soran M. D Vitamin Metabolizmas› ve Rikets Hastalığı. Bakırköy
Tıp Dergisi. 2008;4(1).
34. Özkan B, Aksoy H, Tan H, Akdağ R. Erzurum'da 0-3 yaş grubu çocuklarda
nütrisyonel
rikets
sıklığı.
Çocuk
Sağlığı
ve
Hastalıkları
Dergisi.
1999(42):389-96.
35. Ozkan B, Vancelik S, Keskin YZ, Doneray H. Incidence of vitamin D
deficiency rickets in eastern part of Turkey. Poster presentation at the 47th
Annual Meeting of the European Society for Paediatric Endocrinology
(ESPE). 2008.
36. Keskin H, Özkan B. 2 – 24 ay arasinda nutrisyonel rikets tanisi konulan
çocuklarda tedavi öncesi ve tedavi sonrasi serum adiponektin düzeylerinin
değerlendirilmesi 2008.
37. Ladhani S, Srinivasan L, Buchanan C, Allgrove J. Presentation of vitamin D
deficiency. Archives of disease in childhood. 2004;89(8):781-4.
38. Akman AÖ, Tümer L. 1- 16 yas arasi çocuklarda d vitamini düzeyi ve buna
etki eden faktörlerin belirlenmesi [Uzmanlık Tezi]: Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi
2009.
39. Beveridge LA, Struthers AD, Khan F, Jorde R, Scragg R, Macdonald HM, et
al. Effect of Vitamin D Supplementation on Blood Pressure: A Systematic
73
Review and Meta-analysis Incorporating Individual Patient Data. JAMA
internal medicine. 2015;175(5):745-54.
40. Jorde R, Sneve M, Torjesen P, Figenschau Y. No improvement in
cardiovascular risk factors in overweight and obese subjects after
supplementation with vitamin D3 for 1 year. Journal of internal medicine.
2010;267(5):462-72.
41. Forman JP, Scott JB, Ng K, Drake BF, Suarez EG, Hayden DL, et al. Effect
of vitamin D supplementation on blood pressure in blacks. Hypertension.
2013;61(4):779-85.
42. Hughes DA, Norton R. Vitamin D and respiratory health. Clinical and
experimental immunology. 2009;158(1):20-5.
43. Beaudart C, Buckinx F, Rabenda V, Gillain S, Cavalier E, Slomian J, et al.
The effects of vitamin D on skeletal muscle strength, muscle mass, and
muscle power: a systematic review and meta-analysis of randomized
controlled trials. The Journal of clinical endocrinology and metabolism.
2014;99(11):4336-45.
44. Deeb KK, Trump DL, Johnson CS. Vitamin D signalling pathways in
cancer: potential for anticancer therapeutics. Nature reviews Cancer.
2007;7(9):684-700.
45. Grant WB. An estimate of premature cancer mortality in the U.S. due to
inadequate doses of solar ultraviolet-B radiation. Cancer. 2002;94(6):186775.
74
46. Colston K, Colston MJ, Feldman D. 1,25-dihydroxyvitamin D3 and
malignant melanoma: the presence of receptors and inhibition of cell growth
in culture. Endocrinology. 1981;108(3):1083-6.
47. Ness RA, Miller DD, Li W. The role of vitamin D in cancer prevention.
Chinese journal of natural medicines. 2015;13(7):481-97.
48. Robsahm TE, Tretli S, Dahlback A, Moan J. Vitamin D3 from sunlight may
improve the prognosis of breast-, colon- and prostate cancer (Norway).
Cancer causes & control: CCC. 2004;15(2):149-58.
49. Weinstein SJ, Purdue MP, Smith-Warner SA, Mondul AM, Black A, Ahn J,
et al. Serum 25-hydroxyvitamin D, vitamin D binding protein and risk of
colorectal cancer in the Prostate, Lung, Colorectal and Ovarian Cancer
Screening Trial. Int J Cancer. 2015;136(6):E654-64.
50. Lee JE, Li H, Chan AT, Hollis BW, Lee IM, Stampfer MJ, et al. Circulating
levels of vitamin D and colon and rectal cancer: the Physicians' Health Study
and a meta-analysis of prospective studies. Cancer prevention research.
2011;4(5):735-43.
51. Giovannucci E, Liu Y, Rimm EB, Hollis BW, Fuchs CS, Stampfer MJ, et al.
Prospective study of predictors of vitamin D status and cancer incidence and
mortality in men. Journal of the National Cancer Institute. 2006;98(7):451-9.
52. Rosen GP, Beebe KL, Shaibi GQ. Vitamin D levels differ by cancer
diagnosis and decline over time in survivors of childhood cancer. Pediatric
blood & cancer. 2013;60(6):949-52.
75
53. Helou M, Ning Y, Yang S, Irvine P, Bachmann LM, Godder K, et al.
Vitamin d deficiency in children with cancer. J Pediatr Hematol Oncol.
2014;36(3):212-7.
54. Sinha A, Avery P, Turner S, Bailey S, Cheetham T. Vitamin D status in
paediatric patients with cancer. Pediatric blood & cancer. 2011;57(4):594-8.
55. Choudhary A, Chou J, Heller G, Sklar C. Prevalence of vitamin D
insufficiency in survivors of childhood cancer. Pediatric blood & cancer.
2013;60(7):1237-9.
56. Diaz L, Diaz-Munoz M, Garcia-Gaytan AC, Mendez I. Mechanistic Effects
of Calcitriol in Cancer Biology. Nutrients. 2015;7(6):5020-50.
57. Feldman D, Krishnan AV, Swami S, Giovannucci E, Feldman BJ. The role
of vitamin D in reducing cancer risk and progression. Nature reviews
Cancer. 2014;14(5):342-57.
58. Blutt SE, McDonnell TJ, Polek TC, Weigel NL. Calcitriol-induced apoptosis
in LNCaP cells is blocked by overexpression of Bcl-2. Endocrinology.
2000;141(1):10-7.
59. Kizildag S, Ates H, Kizildag S. Treatment of K562 cells with 1,25dihydroxyvitamin D3 induces distinct alterations in the expression of
apoptosis-related genes BCL2, BAX, BCLXL, and p21. Annals of
hematology. 2010;89(1):1-7.
60. Santos-Martinez N, Diaz L, Ordaz-Rosado D, Garcia-Quiroz J, Barrera D,
Avila E, et al. Calcitriol restores antiestrogen responsiveness in estrogen
76
receptor negative breast cancer cells: a potential new therapeutic approach.
BMC cancer. 2014;14:230.
61. Chung I, Han G, Seshadri M, Gillard BM, Yu WD, Foster BA, et al. Role of
vitamin D receptor in the antiproliferative effects of calcitriol in tumorderived endothelial cells and tumor angiogenesis in vivo. Cancer research.
2009;69(3):967-75.
62. Mantell DJ, Owens PE, Bundred NJ, Mawer EB, Canfield AE. 1 alpha,25dihydroxyvitamin D(3) inhibits angiogenesis in vitro and in vivo. Circulation
research. 2000;87(3):214-20.
63. Garcia-Quiroz J, Rivas-Suarez M, Garcia-Becerra R, Barrera D, MartinezReza I, Ordaz-Rosado D, et al. Calcitriol reduces thrombospondin-1 and
increases vascular endothelial growth factor in breast cancer cells:
implications for tumor angiogenesis. The Journal of steroid biochemistry and
molecular biology. 2014;144 Pt A:215-22.
64. Elinav E, Thaiss CA, Flavell RA. Analysis of microbiota alterations in
inflammasome-deficient
mice.
Methods
in
molecular
biology.
2013;1040:185-94.
65. Moreno J, Krishnan AV, Swami S, Nonn L, Peehl DM, Feldman D.
Regulation of prostaglandin metabolism by calcitriol attenuates growth
stimulation in prostate cancer cells. Cancer research. 2005;65(17):7917-25.
66. Defacque H, Piquemal D, Basset A, Marti J, Commes T. Transforming
growth factor-beta1 is an autocrine mediator of U937 cell growth arrest and
77
differentiation induced by vitamin D3 and retinoids. Journal of cellular
physiology. 1999;178(1):109-19.
67. Bessler H, Salman H, Bergman M, Djaldetti M. Caffeine alters cytokine
secretion by PBMC induced by colon cancer cells. Cancer investigation.
2012;30(2):87-91.
68. Bao BY, Yeh SD, Lee YF. 1alpha,25-dihydroxyvitamin D3 inhibits prostate
cancer cell invasion via modulation of selective proteases. Carcinogenesis.
2006;27(1):32-42.
69. Ingles SA, Coetzee GA, Ross RK, Henderson BE, Kolonel LN, Crocitto L,
et al. Association of prostate cancer with vitamin D receptor haplotypes in
African-Americans. Cancer research. 1998;58(8):1620-3.
70. Bid H K, Mittal R D. Study of vitamin-D receptor (VDR) gene start codon
polymorphism (Fok I) in healthy individuals from North India. Indian J Hum
Genet 2003;9:51-4.
71. Ruza E, Sotillo E, Sierrasesumaga L, Azcona C, Patino-Garcia A. Analysis
of polymorphisms of the vitamin D receptor, estrogen receptor, and collagen
Ialpha1 genes and their relationship with height in children with bone
cancer. Journal of pediatric hematology/oncology. 2003;25(10):780-6.
72. Raimondi S, Pasquali E, Gnagnarella P, Serrano D, Disalvatore D,
Johansson HA, et al. BsmI polymorphism of vitamin D receptor gene and
cancer
risk:
a
comprehensive
meta-analysis.
Mutation
research.
2014;769:17-34.
78
73. www.sbp.com.br/pdfs/British_National_Formulary_for_Children_20112012.pdf.
74. Ish-Shalom S, Segal E, Salganik T, Raz B, Bromberg IL, Vieth R.
Comparison of daily, weekly, and monthly vitamin D3 in ethanol dosing
protocols for two months in elderly hip fracture patients. The Journal of
clinical endocrinology and metabolism. 2008;93(9):3430-5.
75. Kliegman RM SB, Schor NF, Behrman RE. Nelson Textbook of Pediatrics.
19, editor. USA: El Sevier; 2011.
76. Kutluk T. Çocukluk Çağı Kanserlerinin Epidemiyolojisi Herkes İçin Çocuk
Kanserlerinde Tanı Sempozyum Dizisi 2006:11-6.
77. Türkiye Kanser İstatistiği. In: Kurumu TCSBTHS, editor. 2014.
78. Rose AA, Elser C, Ennis M, Goodwin PJ. Blood levels of vitamin D and
early stage breast cancer prognosis: a systematic review and meta-analysis.
Breast cancer research and treatment. 2013;141(3):331-9.
79. Welsh J. Vitamin D and cancer: integration of cellular biology, molecular
mechanisms and animal models. Scandinavian journal of clinical and
laboratory investigation Supplementum. 2012;243:103-11.
80. Buttigliero C, Monagheddu C, Petroni P, Saini A, Dogliotti L, Ciccone G, et
al. Prognostic role of vitamin d status and efficacy of vitamin D
supplementation in cancer patients: a systematic review. The oncologist.
2011;16(9):1215-27.
79
81. Bouillon R, Eelen G, Verlinden L, Mathieu C, Carmeliet G, Verstuyf A.
Vitamin D and cancer. The Journal of steroid biochemistry and molecular
biology. 2006;102(1-5):156-62.
82. Akman AO, Tumer L, Hasanoglu A, Ilhan M, Cayci B. Frequency of
vitamin D insufficiency in healthy children between 1 and 16 years of age in
Turkey. Pediatr Int. 2011;53(6):968-73.
83. Esbenshade AJ, Sopfe J, Zhao Z, Li Z, Campbell K, Simmons JH, et al.
Screening for vitamin D insufficiency in pediatric cancer survivors. Pediatric
blood & cancer. 2014;61(4):723-8.
84. Oeffinger KC, Mertens AC, Sklar CA, Yasui Y, Fears T, Stovall M, et al.
Obesity in adult survivors of childhood acute lymphoblastic leukemia: a
report from the Childhood Cancer Survivor Study. Journal of clinical
oncology: official journal of the American Society of Clinical Oncology.
2003;21(7):1359-65.
85. Haddy TB, Mosher RB, Reaman GH. Late effects in long-term survivors
after treatment for childhood acute leukemia. Clinical pediatrics.
2009;48(6):601-8.
86. Akeno N, Matsunuma A, Maeda T, Kawane T, Horiuchi N. Regulation of
vitamin
D-1alpha-hydroxylase
dexamethasone in
and
-24-hydroxylase
mouse kidney. The Journal
of
expression
by
endocrinology.
2000;164(3):339-48.
80
87. Dhawan P, Christakos S. Novel regulation of 25-hydroxyvitamin D3 24hydroxylase (24(OH)ase) transcription by glucocorticoids: cooperative
effects of the glucocorticoid receptor, C/EBP beta, and the Vitamin D
receptor in 24(OH)ase transcription. Journal of cellular biochemistry.
2010;110(6):1314-23.
88. Robien K, Strayer LG, Majhail N, Lazovich D, Baker KS, Smith AR, et al.
Vitamin D status among long-term survivors of hematopoietic cell
transplantation. Bone marrow transplantation. 2011;46(11):1472-9.
89. Skversky AL, Kumar J, Abramowitz MK, Kaskel FJ, Melamed ML.
Association of glucocorticoid use and low 25-hydroxyvitamin D levels:
results from the National Health and Nutrition Examination Survey
(NHANES): 2001-2006. The Journal of clinical endocrinology and
metabolism. 2011;96(12):3838-45.
81
8. ÖZET
Pediatrik
Onkoloji
Hastalarında
25-(OH)
Vitamin
D
Düzeylerinin
Değerlendirilmesi
Bu çalışmada çocukluk çağı kanser hastalarında tedavi (kemoterapi ve/ya
da radyoterapi) öncesi ve sonrası D vitamini [25(OH)D] düzeylerini ve bunları
etkileyebilecek faktörleri değerlendirmek amaçlanmıştır.
Ağustos 2013 ile Ocak 2016 tarihleri arasında bölümümüzde izlenen 151
çocukluk çağı solid tümörlü hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar 2 grupta
incelendi. Yeni tanı almış 49 hastadan oluşan birinci grupta tedavi öncesi
25(OH)D düzeyleri bakıldı; bu grubun tedavi sırasındaki izleminde 5 hastanın
exitus olması nedeniyle 25(OH)D düzeyi tedavi ile remisyonu takiben 44 hastadan
alınabildi. Tedavisi tamamlanmış remisyonda izlenen 102 hastadan oluşan ikinci
grupta 25(OH)D düzeyleri hastaların izlemi sırasında tedaviden medyan 20 (4163) ay sonra sadece bir kez değerlendirildi. Her iki grupta da serum D vitamini,
PTH, Ca, P, ALP düzeyleri ölçüldü. Yaş, cinsiyet, tümorün cinsi, kan alınma
mevsimi ve tedavi metotları gibi D vitamini düzeyi ile ilişkili olabilecek faktörler
değerlendirildi.
Yeni tanı grubunda medyan yaş 7 yaş (0.8-17) remisyon grubunda ise 14
yaş (1-18) olarak bulundu. Yeni tanı kanser hastalarında tedavi öncesi D vitamini
eksikliği %53 tedavi ile remisyon elde edildiğinde ise %73 oranında görüldü. D
vitamini dışı diğer kemik ilişkili parametrelerde (Ca, P, ALP ve PTH) ise anlamlı
fark saptanmadı. II. grupta hastaların %20’sinde D vitamini eksikliği saptandı. Kış
mevsimi alınan kanlarda D vitamini düzeyi daha düşük bulundu; yaş, cinsiyet,
82
BMI, uygulanan tedaviler ile ise ilişki gösterilmedi. I.grup hastaların olaysız ve
genel sağkalım oranları tanı sırasında D vitamini alt gruplarına göre (D vitamini
düzeyleri eksik, yetersiz ve normal olan hastalar) değerlendirildiğinde istatistiksel
anlamlı fark saptanmadı (olaysız sağkalım için p=0,971; genel sağkalım için
p=0,889).
Pediatrik kanser hastalarının D vitamini düzeylerinin tanı sırasında düşük
olması ve tedavi ile D vitamini düzeyinde giderek düşüş saptanması nedeniyle
çocukluk çağı kanser hastalarında D vitamini düzeyinin ölçümü ve D vitamini
desteği verilmesi önemlidir. Sağkalım oranlarının daha iyi değerlendirilebileceği
daha fazla hasta sayısı ile daha uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Solid tümörler, D vitamini, Çocukluk çağı
83
9. SUMMARY
Evaluation of 25-(OH) Vitamin D Levels in Pediatric Oncology Patients
In this study aimed to determine pre and post-treatment (chemotherapy
and/or radiotherapy) 25-hydroxy vitamin D [25(OH)D] levels in pediatric
oncology patients, and the factors that may affect its levels.
Consecutive 151 pediatric solid tumor patients who attended the
Department of Pediatric Oncology between August 2013-January 2016 were
included in the study. The patients were divided into two groups. The first group
was composed of 49 patients who had pre-treatment 25(OH)D data. In their
follow-up 5 patients died so 44 patients whose remission induced with therapy
were included the follow-up 25(OH)D data. The second group was composed of
102 patients who were in remission and 25(OH)D samples have taken only once
median 20 (4-163) months after the end of the therapy. In both groups serum
vitamin D, PTH, Ca, P and ALP were determined. Factors related to vitamin D
status such as age, sex, type of tumor, season of blood sampling, and methods of
treatment were also evaluated.
The median age of the first group and second group was 7 years (0.8-17)
and 14 years (1-18) respectively. 25(OH)D deficiency at the time of diagnosis was
noted in 53% of group 1 patients.; it reached 73% at their follow-up measurement.
There was no significant correlation between 25(OH)D levels and PTH, Ca, P,
and ALP levels. Age, sex, treatment (radiotherapy, methotrexate, glucocorticoids),
BMI and sampling season were not correlated with 25(OH)D levels. In the second
group 20 % of the patients were vitamin D deficient. Sampling in the winter was
84
associated with lower 25(OH)D levels. Age, sex, treatment, and body mass index
were not correlated with 25(OH)D levels. Overall survival and event free survival
were not statistically significant in the first group when stratified to vitamin D
status (deficient, insufficient or normal) at diagnosis (Overall survival: p=0,889;
Event free survival: p=0,971).
Vitamin D levels were low at the time of the diagnosis in pediatric solid
tumor patients and the levels decreased gradually after treatment. Assessment
and adequate replacement of vitamin D may be of particular value in pediatric
cancer patients. There is a need of large, long duration prospective studies for
more accuracy evaluation of the survival analysis.
Key Words: Solid tumors, Vitamin D, Childhood
85
10. EKLER
EK-1: Etik Kurul Onay Belgesi
86
87
EK-2: Yeni Tanı Hastalar İçin Olgu Formu
OLGU RAPOR FORMU
Tanı sırasında;
Yeni tanı almış hastalar için
-
25(OH)D:
-
Ca:
-
P:
Hastanın;
-
Adı – Soyadı:
-
ALP:
-
Dosya Numarası:
-
PTH:
-
Tanısı:
-
Tanı Tarihi:
-
Tümörün Evresi:
-
25(OH)D:
-
Aldığı Tedavi (kemoterapi
-
Ca:
protokolü, radyoterapi):
-
P:
-
Yaşı:
-
ALP:
-
Cinsiyeti:
-
PTH:
-
Tedavi Başlama Tarihi:
-
Tedavi Bitim Tarihi:
-
Boy:
-
Kilo:
-
Vücut kitle indeksi:
Tedavi sonrasında;
Tanı Sonrası Geçen Zaman:
Vitamin D Takviyesi:
Kan Alınma Mevsimi:
88
EK-3: Tedavisini Tamamlamış Remisyonda İzlenen Hastalar İçin Olgu
Formu
OLGU RAPOR FORMU
Tedavisini tamamlamış hastalar için
Hastanın;
-
Adı – Soyadı:
-
Dosya numarası:
-
Tanısı:
-
Tanı Tarihi:
-
Tümörün Evresi:
-
Aldığı Tedavi (Kemoterapi Protokolü, Radyoterapi)
-
Yaşı:
-
Cinsiyeti:
-
Tedavi Başlama Tarihi:
-
Tedavi Bitim Tarihi:
-
Boy:
-
Kilo:
-
Vücut Kitle İndeksi:
-
25(OH)D:
-
Ca:
-
P:
-
ALP:
-
PTH:
Tanı Sonrası Geçen Zaman:
Vitamin D Takviyesi:
Kan Alınma Mevsimi:
89
11. ÖZGEÇMİŞ
Adı
: Neslihan
Soyadı
: BİLGİN
Doğum Yeri ve Tarihi
: Eminönü (İSTANBUL), 1985
Eğitimi
:
2011-2016 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları
2003-2009 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi
1996-2003 İstanbul Fatih Vatan Anadolu Lisesi
1991-1996 İstanbul Bahçelievler İlköğretim Okulu
Yabancı Dili
: İngilizce
Bilimsel Etkinlikler
:
Ulusal Bilimsel Toplantılarda Sunulan Bildiri
Karadeniz C, Bilgin N, Paşaoğlu ÖT, Pınarlı FG, Okur A, Paşaoğlu H, Tümer L,
Oğuz A. Pediatrik Kanser Hastalarında D Vitamini Düzeylerinin
Değerlendirilmesi. XX. TPOG Ulusal Pediatrik Kanser Kongresi, 4-8 Mayıs
2016, Çeşme, İzmir
90
Download