Islam ve Demokrasi

advertisement
TÜRKiYE DiYANET VAKFI YAYlNLARI / 291
•
Islam
ve
Demokrasi
Kutlu
Doğum
Sempozyumu - 1998
Yayına Hazırlayan
Ömer Turan
!.
Türkiye Diyanet
Vakfı
1
IsHim A:·aştırn_ıaları Me:·kezi .·
~-- Kutuphanesi
,:
L~~~1::_1'-Jo: 1 rı J O~Li!.~
ı
'
i
.
-j---ıL-~~--!~
1
No 1
"]_al
.J
f
cı.,...,
.J .:;.__
,.
'
. J;J1--;
D ~ıl
LL.;._________
ANKARA
1999
TÜRKiYE DiYANET VAKFI
YAYlN MATBAACILIK VE TICARET IŞLETMESi
Meşrutiyet Cad. Bayındır Sk. No: 55 (06650) • Kızılay/ANKARA
Tel: (0.312) 418 59 49 • 417 09 04 • 425 27 75
Fax: (0.312) 417 00 09
Yayın
No: 291
Sempozyumlar-Paneller Serisi: 27
ISBN 975-389-342-6
99.06.Y.0005.291
Kapak
Tasarım
Mehmet
ve Uygulama
Fidancı
•
Bu kitap;
Türkiye Diyanet Vakfı
Yayın Matbaacılık ve Ticaret işletmesi'nin
Dizgi, Fotomekanik, Ofset ve Cilt Tesislerinde
hazırlanıp basılmıştır.
İSLAM DÜNYASINDA DEMOKRATiKLEŞME SANCILARI
Alıdulbaki KESKİN
Dünyanın
Demokrasi Haritası
Son 25 yıldan beri dünyadaki demokratik gelişmeleri izleyip inceleyen
ABD'nin ünlü bir araştırma kurumunun, 1997 yılı sonu itibariyle önümüze koydugu tablo, dünyanın 191 ülkesinden sadece 81'inin (yüzde 42'sinin)
temel siyasi haklar ve sivil özgürlükler bakımından hür oldugunu, 57'sinin
(yüzde 30'unun) kısmen hür oldugunu, 53'ünün (yüzde 28'inin) ise anılan
haklar ve özgürlükler bakımından hür olmadıgını gösteriyorOl.
Eflatun'dan (347-427) beri bilinen demokrasi fikrinin, bu çok uzun tarihine ragmen, bugün hrua 5 milyar 820 milyonluk dünya nüfusundan sadece 1 milyar 260 milyonun siyasi haklar ve sivil özgürlükler bakımıdan
hür olmaları, geri kalan büyük çogunluktan 2 milyar 280 milyonunun kıs­
men, 2 milyar 280 milyonunun ise tamamen bu hak ve özgürlüklerden yoksun bulunmaları, yeni bir yüzyıla girerken insanlık için, şüphesiz ürkütücü bir manzara.
Siyaset bilimcileri, sosyologlar, antropologlar bu olguda etken olan çedinamikleri araştırırken, farklı dinlerin, farklı kültürlerin, farklı uygarlıkların demokratik gelişmelerde oynadıkları rollere dikkat çekiyor; hatta
bunlardan bazıları, 21. yüzyılda uygarlıklar arasında çıkacak bir çatışma­
dan bile söz ediyorlar.
şitli
1993 yılında 'ForeignA.ffairs' dergisinde yazdıgı ünlü makalesinde böyle bir iddiada bulunan ve bu yüzden de evrensel bir tartışmaya sebep olan
Samuel P. Huntington, bu görüşlerini daha genişleterek Uygarlıkların Çatış­
ması ve Dünyanın Yeniden Düzenlenmesi (The Clash of Civilizations and the
Remaking of World Order) adı ile 1996'da yayınladıgı kitabında aynı fikirleri savunuyor.
Diger taraftan, Andrian Karatnycky gibi uzmanlar da, hangi din, hangi
kültür, hangi uygarlıktan olurlarsa olsunlar, hemen hemen hür toplumlarda güçlü veya cılız, insan haklarını savunanların ve demokrasinin sesini
(I)
Adrian Karatnycky, Freedam House Warns: Wave qf Democracy May be Receding, December 18, 1997.
463
yükseltenierin bulunduğunu ileri suruyor, bununla beraber, demokrçüik
gelişmelerle dini bir sistem arasındaki ilişkilerin araştırılmasının, hak ve özgürlüklere katkıda bulunan veya tehdit eden etnik, kültürel, bürokratik,
askeri bir dizi faktör arasında belirli dinlerin paylarının bilinmesinin de yararlı olacağını ifade ediyorlar(2l.
Demokrasi ve Din
Demokrasi ve din
ilişkileri bağlamında
yukarıda işaret ettiğimiz
meseleye yaklaşırken her halde,
tabloya yeniden bir göz atmak gerekecektir.
Sözünü ettiğimiz tabloya bakıldığında görülen şey, 81 hür ülkeden
7 4'ünde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğun hıristiyan olduğu, geri kalan
7 ülkede ise bu çoğunluğu, hıristiyanlığın dışındaki diniere mensup insanların oluşturduğu gerçeğidir.
Bu 7 ülkeden birisi olan İsrailin de, 'Judeo-Christian' denilen uygarlı­
bir parçası sayıldığı, Hint okyarrusunun güney-batısında yer alan ve bir
buçuk milyon nüfusunun üçte biri hıristiyan olan Mauritius ile, 46 milyon
nüfusunun yarıya yakını hıristiyan olan Güney Kore'nin de 'Judeo-Christian' geleneğinin' etkisi altında bulunduğu ileri sürülüyor ve Güney Kore'deki hıristiyan kesimin, bu ülkede demokratik açılımlarda önemli rol oynadı­
ğı iddiasına yer veriliyor.
ğın
Bahse konu, 7 hür ülkeden sadece dördünde 'Judeo-Christian' geleneğinin güçlü etkilerine rastlanmadığı, bu 4 ülkeden birisinin, nüfusunun
yüzde 90'ı müslüman olan, kuzey-batı Afrika'daki, 10 milyonluk Mali Cumhuriyeti olduğuna dikkat çekilirken, diğerlerinin de, 21 milyon nüfusunun
yüzde 93'ü budist olan Tayvan, 125 milyonluk nüfusunun büyük çoğunlu­
ğu budist ve şintoist olan Japonya ile, iki buçuk milyon nüfusunun tamamına yakını budist olan Moğolistan olduğu belirtiliyor.
Diğer taraftan nüfusunun yüzde SO'i hindu olan Hindistan ve nüfusunun yüzde 90'ı aynı dine mensup olan Nepal'deki seçim demokrasileri ile
hinduizm arasında sıkı bir ilişkiden söz edilebileceği ifade edilirken, nüfusunun yüzde 69'u budist olan Sri Lanka ve nüfusunun yüzde 95'i aynı dine mensup olan Tayland'daki seçim demokrasileri ile budizm arasındaki
ilişkiye de atıfta bulunuyorlar.
Buna karşılık, nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olan 43 ülkeden, Mali Cumhuriyeti hariç, kalan 42 ülkenin 14'ünün, siyasi haklar ve sivil özgürlükler bakımından kısmen hür olduğu, 28'inin ise, bu hak ve özgürlüklerden tamamen mahrum bulunduğu dile getiriliyor.
Dinlerin demokrasi ile olan ilişkileri konusunda yapılan bu kısa analizle, 20. yüzyılda, dinler arasında bilhassa hıristiyanlığın demokratik gelişme(2) Aynı eser. s. 6.
464
lerde olumlu bir fonksiyon icra ettiği vurgulanırken, diğer dinlerin, özellikle İslam'ın bu rolü oynamadığı gibi bir izienim ortaya konulmak isteniyor.
Bazılarının bir gerçek gibi görmek istedikleri bu izlenim, acaba nekadar
gerçektir? Mesela, hıristiyanlık gerçekten potansiyel bir dindir de, İslam potansiyel olarak anti-demokratik bir din midir?
Bu sorunun İslam'la ilgili kısmına, tebliğimizin son bölümünde kısaca
cevap vermeye çalışacağız. Hıristiyanlıkla ilgili şıkkım da, yanıtıayabilmek
için asırlar öncesine değil, sadece çeyrek asır öncesi dünyamıza dönmemiz
yeterli olacaktır sanırım.
Şöyle
ki, nüfusunun büyük çoğunluğu katalik olan Latin Amerika, bundan 25 yıl kadar önce askeri rejimlerle yönetilmekteydi. Nüfusunun tamamına yakını katalik olan Orta Amerika ülkelerinde de oligarşi ve otokrasi
hakimdir. İberya'lı katalik ülkelerden İspanya, Portekiz diktatörlükle idare
edilirken, Orta Avrupa ülkelerinden hakim nüfusun katalik olduğu Polanya, Macaristan ve tarihen aynı kategoriye giren Çekoslovakya kominizmin
diktatörlüğü altındaydı. Hıristiyan Marcas'un yönetimindeki katalik Filipinlerle de, başka bir diktatörlük hüküm sürüyordu.
Ortodoksluğun geleneksel mensuplarından Yunanistan gibi, Bulgaristan, Romanya ve yine nüfusunun büyük çoğunluğu aynı dine mensup olan
Sovyetler Birliği de farklı diktatörlükle yönetiliyorlardı.
içe
Bu tabloya bakarak da hıristiyanlığın demokrasiden çok, otokrasi ile iç
söylemek mümkün.
olduğunu
Ancak biz burada din ve demokrasi
dan bakmak istiyoruz.
ilişkilerine
yeniden ve başka bir
açı­
İslam gibi, İlahi niteliğini koruyan dinlerin derpiş ettiği veya öngördüğü
hakları, adalet, eşitlik, özgürlük, şura, devlet yönetiminin ehliyetli kitevdii (seçim) gibi ilkeler, bu günkü Batı demokrasilerinin sadece temellerini değil, Hook'un söylediği gibi, 'meşruiyetinin şartlarını da oluştur­
maktadır'. Başka bir deyişle, bugünkü demokratik toplumlar, bu ilkelerle
insan
şilere
tanımlanmaktadır.
New York Üniversitesinden Sidney Hook, demokrasi ile ilgili olarak yazdığı uzun makelesinin 'Justification of Democracy' alt başlığını taşıyan bölümünde, demokrasinin meşruiyetini sağlayan unsurların başında yukarı­
da sözünü ettiğimiz dini ilkelerle, metafizik ve ampirik sebepleri sıralamak­
tadırl3l.
Bununla beraber, son zamanlarda modern batı demokrasilerinde ortaya çıkan yeni bir fenomen, daha doğru bir söylemle yeni bir sorun dikkati
çekmektedir.
(3) The Encyclopedia Arnericana International Edition, V. 8, P. 689, s. 165-166.
465
Şöyle
ki, demokratik ülkelerde 1960'lardan itibaren görülmeye başla­
nan, Batılıların 'Sub Culture' dedikleri alt kültür içerisinde, demokrasinin
temel ilkelerinden insan hakları ile ilgili yeni konseptler savunulmaya baş­
lanmıştır.
Örne~in, ABD Sa~lık ve insani Hizmetler Bakanlı~ınca 'HHS' 2000 adet
olarak bastırılan ve 'San Francisco'dan Paul Gibson tarafından kaleme alı­
nan dört ciltlik bir raporda, son 30 yıl içerisinde 15-24 yaşları arasındaki
gençlerle ilgili intihar olaylarının oranındaki artışın sebepleri araştırılırken,
bu yaş gurubundaki gençlerden intihara teşebbüs edenlerin homoseksüellerde üç kat daha fazla oldu~u kaydedildikten sonra, bunların intihara teşebbüs etmelerinin sebebi de toplumda bazılarının kendilerine hoş görü ile
bakmamış olmruarı biçiminde ifade ediliyor ve bu sebeple ebeveyne, kiliseye ve okullara eşcinselli~in do~aı bir olay, sa~lıklı bir ilişki olarak görülmesi ve müsamaha edilmesi tavsiye ediliyor!4l.
Bu tavsiyeye ne ölçüde uyuldu~na, 1992'nin Ekim ayı içerisinde tanık
oldu~umuz bir olay, ilginç bir örnek olarak gösterilebilir.
New York'ta 32 ilk okulun müfredat programına konulan derslerden birinde ö~rencilere normaı aile yapısı hakkında bilgi verildikten sonra deneme amacı ile hazırlanmış ders kitaplarından resimler gösterilerek bunlar da
yeni aile tipleridir diye tanıtılan eşler, birlikte çaıışan, birlikte yatıp krukan,
birlikte yaşayan iki eşcinsel erkekle, aynı şeyleri birlikte paylaşan iki eşcin­
sel kadın.
New York E~itim Bakanlı~ı üstdüzey yöneticilerinden Chancellor Joseph Fernandez, 6 yaşındaki okul çocuklarına eşcinsel Jack ile Jack'ın Jill
ile Jill'in sadece evlenmelerinin normaı kabul edilmesini de~il. saygı duyulması gereken bir aile olduklarının ö~retilmesini istiyor!5l.
Gösterilen bu çabruarla, benimsetilmek istenen ve neticede, demokrasi
hukuki bir statü kazandırılması amaçlanan, genelde insan hakları, özelde 'Gay Rights' sloganı ile savunulan bu
akım için, demokratik toplumlarda hatırı sayılır bir kamu oyu oluşturuldu­
~u. bir ivme kazandırıldı~ı ve önemli bazı başarılar da elde edildi~i söylenebilir.
adına ço~unlu~un deste~ini aıarak
Nitekim, geçen yıl (1997), ABD'nin 50. eyaıeti Hawaii'de birbirleri ile evlenen erkek eşcinsellerle, birbirleri ile evlenen kadın eşcinsellerin evlilikleri
mahkemece resmen tescil edilmiştir.
Di~er taraftan aynı yıl içerisinde, 'Lüksemburg' için büyükelçilik adaylı~ı Senatonun onayına sunulan, 'San Francisco'lu, homoseksüelli~i açıkca
(4)
A. Keskin, Doğu-Batı ve 21. YY. Üçgeninde İslam. TDV Yayınları,
(5)
Aynı
466
eser, s. 88.
1994,
s.
165-166.
bilinen James Hormel, 1992'de böyle bir görev için ismi ortaya çıkınca, 'Ben
şahsen Norveç'e gitmek isterdim. Zira bu ülkede eşcinsellerin evlilikleri legalize edilmek üzeredir.. _'(6) demişti.
Klasik anlayışın insan hakları olarak kabul etmedigi, demokrasiye meş­
ruiyetini veren İlahi dinlerin cinayet saydıgı, genelde insan zafından kaynaklanan, ama insan hakkı olmayan eşcinsellik gibi, intihar olayları da, demokratik ülkelerde modern demokrasilerin insan hakları şemsiyesi altına
itilmek istenmektedir.
Bundan dört yıl kadar önce, ABD'nin kuzey-batısında yer alan 'Oregon'
eyaletinde 1994 yılında alınan ve 1996 yılında yeniden teyid edilen bir kararla, müptela oldukları hastalıklardan kurtulma ümidini keseİllerin istedikleri takdirde intihar edebilecekleri, fakir olmaları halinde intihar için
kullanacakları öldürücü 'ethal doses of prescription durgs' ilaçların ücretlerinin saglık hizmetleri 'medical service' adı altında devlet tarafından ödenecegi kanuni bir esasa bagıanmıştır(7l. Maamafih, bu uygulamanın Avrupa ülkelerinden Hollanda'da çok daha önce başlatılmış bir tarihi vardır.
Kuşkusuz, demokrasilerde her hangi bir
hukuki bir statü kazandırabiirnek için kanun
destegini almak şarttır.
görüş
veya uygulamaya
çogunlugunun
yapıcıların
Nitekim, Oregon eyaletinin intiharla, Hawaii eyaletinin de eşcinsellerin
birbirleri ile evlenebileceklerine dair kararları çogunlukla alınmıştır.
Ancak, örneklerde görüldügü gibi, temelde meşru olmayan fakat çogunlugun destegine mazhar olarak demokrasi açısından hukukilik kazanan her
görüş veya her uygulama meşru kabul edilecek midir, veya insan hakları
cümlesinden sayılacak mıdır?
Modern demokrasilerin bu önemli sorununa, 1830'larda Arnerikaya gelen ve bu ülkedeki demokrasi ve demokratik kurumlar hakkında etraflı bir
araştırma yapan Fransız Alexis de Tocqueville, 'Democracy in America' adı
ile yazdıgıkapsamlı eserinde, Çogunlugun Diktatörlügü (Tyranny of the Majority) başlıgı altındaki bir bölümde temas etmektedir.
Tocqueville, bu konuda özetle şunları söylüyor: 'Bir yönetim içerisinde,
istedigi bir şeyi yapabilecek bir çogunluktan tiksinti duyuyorum. Bununla
beraber, aslen, her gücün çogunlukta olmasını istiyorum. Kendimle çelişki
içerisinde miyim? Hayır. Yapılmış veya en azından benimsenmiş bir kanun
var. Bu kanun ne şu ulusun, ne bu ulusun çogunlugunun yaptıgı bir kanun degil, insanlıgın çogunlugunun benimsedlgi adalet kanunudur. Bir
ulus, evrensel toplumu temsil etmek ve onun kanunu olan adaleti uygula(6) Robert D. Nowak, The Washington Post, January 15, 1998.
(7) Aynı eser, February 27, 1998.
467
mak üzere yetki verilmiş bir jüridir. Evrensel toplumu temsil eden bu jüri,
kanununu uyguladığı evrensel toplumdan daha güçlü olamaz. Eğer ben
böyle bir jürinin adil olmayan bir kanununa itaat etmeyi reddedersem bununla çoğunluğun emretme hukukunu reddetmiş bulunuyorum. Yaptığım
şey, sadece bir ulusun hükümranlığından bütün bir insanlığın hükümranlığına baş vurmak oluyor.'
O halde demokraside çoğunluk nedir? Çoğunluk, benzer fikirleri ve çok
defa başkalanna karşı müşterek çıkarları olan bir topluluktur. Sınırsız güce sahip bir kişinin bu gücünü muhaliflerine karşı kullanabileceğini kabul
ettiğimize göre, her istediğini yapabilen bir çoğunluğa karşı bu endişeyi neden duymayacağız, bir gurup insanın bir araya gelmeleri onların bireysel
karakterlerini mi değiştirmiştir? Hayır. Bana kalırsa, bir kişiye vermeyi redctettiğim sınırsız bir gücü, her istediğini yapabilen bir çoğunluğa da garanti
edeceğime asla inanamıyorum.
Bu sebeple, gerek bir kişi ve gerekse bir çoğunluk tarafından kullanılan
yetkilerin (güçlerin) bir yerinde, bu diktatörlükleri önleyecek sosyal
süper bir gücün bulunmasını daima düşünmüşümdür. Ancak böyle bir güc
de, firenliyecek bir engelin (mekanizmanın) bulunmaması halinde özgürlükler açısından bizatihi bir tehlikedir. Bu bakımdan, bu fonksiyonu, tehlikesiz ve güvenli bir biçimde icra edecek sonsuz gücü, hikmet ve adaletine eşit
olan ve her yüzünde insanlığın büyük çoğunluğunun derin saygı duyduğu
yegane varlık Allah olacağına inanıyorum!Sl.
sınırsız
Tocqueville, son analizde, demokrasilere meşruiyetini veren adalet, özgürlük, eşitlik, insan hakları vs. gibi dini ilkelerin evrenselliğine dikkati çekerek, bunların kapsam ve mahiyetlerinin fert veya çoğunluk diktatörlükleri ile değiştirilemeyeceğini, demokrasilerin referanslarının temelde ilahi olduğunu vurguluyor ve özelde insan haklarının, genelde demokrasilerin yozlaştırılmasının, insanlığın büyük çoğunluğunun kabul ettiği bir üst referansla önlenebileceğini ileri sürüyor.
Bu açıdan hıristiyanlık ve demokrasi ilişkilerine yeniden dönecek olursak, hıristiyanlık adına belki de cevaplandırılması icapeden ilk soru, bu dinin gerektiğinde baş vurulacak üst bir referans olma niteliğini koruyup koruyamadığıdır. Bize göre hıristiyanlık bu niteliği bütünü ile koruyamamış­
tır.
Nitekim, yukarıda örneklerini verdiğimiz ve bir bakıma insan haklarının
veya daha genel bir ifade ile demokrasinin yozlaştırılması diyebileceğimiz
gelişmelerde, Hz. isa'ya gönderilen orjinal vahyi tenzih ederek, dünkü ve
bugünkü hıristiyanlığın özel bir sorumluluğunun olduğunu düşünüyoruz.
(8) Democracy in America, Edited by J. P. Mayer and Max Lerner A new Translation by Geroge Lawrence, New York, Evanston and London, 1966, s. 231-233.
468
Şöyle ki, Hawaii'nin seküler mahkemesi iki eşcinselin evliliklerini,
1997'de demokrasi adına tescil ederken, bu tarihten yedi yıl önce, 1990'da,
Washington D.C.'deki bir kilise, iki eşcinsel kadını dini bir merasimle evlendirmiştir. Daha da ilginç olanı, çevresinde saygın bir teolog olarak bilinen ve
geçen yıl (1997) emekliye ayrılan Newark N.J.nin dini lideriBishop Spong,
J.Robert Williams adındaki aktif bir homoseksüeldi, 1989'da Episcopal kiliselerinden birine papaz tayin etmiştir(9J.
Esasen, hıristiyanlığın nitelik sorununun, St Augustine (354-430)nun
bu dine 'Hellenistc dualism'i sokmasıyla başlamıştır denilebilir.
Bu zat, insanlığı, bencil ve ilahi olmak üzere iki ayrı sevgiden yaratmış
birbirine zıt, (belkide bir birlerini yok edecek) dünyevi-uhravi iki ayrı şehir­
de kendi standartlarına göre yaşayan iki farklı guruba ayırmıştır. İlahi dinlerin bir bütün olarak kabul ettiği insan ve hayat, St Augustine de parçalanmıştır.
Beşinci yüzyıldan bu yana pek çok katalik ve protestan kiliselerinde,
Hz. İsa'nın öğretileri yerine, St Augustine'in bu 'dualistic neo platonic' dünya görüşü anlatılmaktadırrıoı.
Yaşanan hıristiyanlığın
bu yapısal sorunu dolayısiyle, gerçek demokrasiye olumlu katkısı bir yana, Tocqueville yaklaşırnma göre, demokrasi için
üst bir referans olma durumu da kuşkuludur.
İslam ve Demokrasi
Kimilerine göre, İslfun ile demokrasi sözcükleri, bir birinin karşıtı, iki
sistemin belirleyici terimleridir. Elimizde istatistiki veriler olmamasına
rağmen, dünya kamuoyunda konuşulup tartışılanlardan, yazılıp çizilenlerden, insanların önemli bir kısımının söz konusu kanaatı paylaştıkları anlaayrı
şılmaktadır.
Ancak, bu kanaatın gerçekten doğru olup olmadığını tesbit etmek, İs­
lc3.m ile demokrasi anlayışının varsa müştereklerini veya farklılıklarını, bünyesel özelliklerini ortaya koymak için, bu konuda özet olarak İslam'ın görüşüne, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yönetimle ilgili uygulamalarına kısmen de
olsa temas etmek gerekecektir.
Bilindiği gibi, ilk İslfun devleti, Hz. Muhammed'in Medine'ye hicretinden
(M.622) hemen sonra kurulmuştur.
Medine'de, kurulan bu devlet, siyasi bir toplumun, 'Rule of Law' denilen, kanun hakimiyetine dayalı, devlet biçiminde organize edilmiş en eski
örneğidir.
35-43.
(9}
A. Keskin. a.g.e .. s.
(1 0}
St Augustine, City oj God, Penguin Classics,
1984,
s.
593-594.
469
Demokrasilerde esas kabul edilen kanun hakimiyeti üstünlügü 'The.
Supremacy of Rule of Law', İslami yönetimin veya İslam demokrasisinin sadece özelliğ;i değ;il, aynı zamanda meşruiyetinin de şartıdır.
Bu nedenle İslam, bazı demokrasilerde devlet başkanlarına verilen sorumsuzluk imtiyazını, kanun yapıcilarına tanınan dokunulmazlık hakkını
'Immunity from Prosecution' reddeder, konumları ne olursa olsun, yönetenleri de, yönetilenleri de kanun önünde aynı derecede sorumlu tutar.
İslam, devlet yönetimini (iktidari), seçim ile elde edilen bir hak olarak
kabul ederken, Hz. Ömer (r.a.) de, bu hakkın gasbedilmesini ölümle cezalandırılması gereken ağ;ır bir suç olarak nitelernll.
Nitekim, Peygamberin vefatından sonra devlet başkanlığ;ına getirilen ve
Hulefa-i Raşidin diye bilinen İslam'ın ilk dört halifesi, seçimle göreve gelmiş­
lerdir. Ancak seçimleri farklı usüllerle olmuştur!l2l. Burada temel mesele,
seçme ve seçilme haklarının esas olmasıdır. Tabiatiyle, seçimin tarzını günün şartları tayin edecektir.
Esasen, Medine'de ilk İslam devletini kuran Hz. Muhammed, kendisinden sonra devleti yönetmek için her hangi birisini tayin etmediğ;i gibi, daha
sonra bu işi üstleneceklerin seçimi ile ilgili her hangi bir yöntemden de sözetmemiştir. Başka bir ifade ile, hükümet sistemini, seçim usulünü ve yönetim tarzını müminlerin görüşlerine ve ihtiyaçlarına bırakmıştır.
devletinin kurucusu olarak, yönetim hayatındaki fiil ve
gereken bir takım ahlaki, hukuki, siyasi kurallar
ve düşünülmesi icabeden yüksek idealler ortaya koymuşn3l, Kur'an-ı Kerim
ve Sünnet-i seniyyede yer alan İslami değ;erlere ve evrensel prensipiere dikkati çekmiştir.
Ancak,
davranışları
İslam
ile
uyulması
İslami Değ;erler ve Evrensel Prensipler
birinci kaynağ;ı Kur'an-ı Kerim ve ikinci kaynak Sünhiç bir yönetimin gözardı edemiyeceğ;i ahlaki, hukuki, siyasi nitelikte bir takım temel değ;erler ve evrensel prensipler
va'z etmiş ve bunu yaparken de, halkın kendi ihtiyaçlarına ve günün gereklerine göre formüle etmeleri gereken detaylardan söz etmemiştir.
Gerçekten,
net-i seniyye,
İslam'ın
insanlığ;a. sağ;lıklı
(lll Abdürrezzak b. Hernam b. Nafi es-San'ani, el-Musannef, Beyrut, 1972, Habibürrahınan
el-Azami tarafından ll cilt olarak neşredilmiştir. Bakınız 5. cilt, s. 445-446 ve 481.
(12) Muhammed Ziyaüddin er-Reyis, en-Nazariyyat'is-Siyaset'il-İslamiyye, 4. baskı, Kahire,
1967, s. 27-32; Ahmed Emin, Fecrü'l-İslam, 10. baskı, Beyrut, 1969, s. 250.
(13) Hz. Muhammed'in emri ile tedvin edilmiş olan ve İslam tarihinde 'ed-Dustur'ül-Medine'
olarak bilinen ve bazı müelliflerin 'Medine Vesikası' diye ifade ettikleri, vatandaşlık haklarından, devletin sınırlarını tesbitine, Ehl-i kitap ile olan ilişkilerinden, müşriklerle olan
münasebetlere kadar pek çok siyasi, hukuki ve sosyal urodeleri içeren bu önemli döküman için bakınız. Muhammed Hamidullah, Mecmuat'ül-Vesaik'is-Siyasiyye li ahd'in-Nebevi ve ve'l-Hilajet'ir-Reşide, Beyrut, 1969.
470
Her iki kaynağın da, genel anlamda üzerinde durduğu anayasal prensipler, siyasi kurallar· veya evrensel değerler diyebileceğimiz umdeler, İs­
lfun'da esas sayılan ve bugünkü moderndemokrasilerinde temellerini oluş­
turan şura, adruet, özgürlük, eşitlik, yönetenlerin, yönetilenler tarafından
sorgulanabileceği ve itaatın sınırları gibi hususlardır.
ŞURA (Danışma-Tartışma)
'Mutual Consultation'
İslam siyasi tarihinin ana konularından biri olan Şura, Kur'an-ı Kerim'in Al-i İmran Suresinin 159. Ayetinde uyulması zorunlu bir umde olarak zikredilirkenfl4l, bizzat Şura ismini taşıyan surenin 38. Ayetinde de, bu
umde, müminlerin karakteristiği olarak ifade edilmektedir05l.
Nitekim bir mümin, bir peygamber ve bir devlet başkanı olan Hz. Muhammed, Uhud savaşının stratejisini sorumlu arkadaşı 'sahabe' ile istişare
etmiş, kendi görüşleri, Medine'de kalarak şehri içten savunmak olduğu halde, istişare edilen sahabenin büyük çoğunluğunun görüşleri de Medine dı­
şına çıkarak şehri dışardan savunma şeklinde tezahür etmiştir. Hz. Muhammed ise, istişare neticesinde varılan çoğunluk kararına uymuş ve savaş
Medine yakınlarında, Uhud denilen dağın eteklerinde ceryan etmiştir (M.
625). Yukarda sözünü ettiğimiz birinci ayet-ikerime de, bu savaştan sonra
nazil olmuştur06l.
Kur'an-ı
Kerim'de ifadesini bulan Şura umdesi, Hz. Muhammed'in saile de, fiili Sünnette geniş bir şekilde yer almıştır.
yısız uygulamaları
Ünlü sahabe ve hadis ravilerinden Ebu Hüreyre, 'Arkadaşları ile, Hz.
Muhammed kadar çok istişare eden başka birisini daha görmedim" diyor07l.
Gerçekten de, hakkında açık bir vahiy bulunmayan her mesele, Bedir
Savaşı (M. 624) için verilen karardan, bu savaşta alınacak ve savaş esirleri
ile ilgili fidyeye, Hendek Savaşı (M. 626) ve stratejisinden, ikili anlaşmalara
kadar pek çok istişare sonucunda alınmışıtrfl8l.
Neticede, Hz. Muhammed'in bu uygulamaları, yöneticilerin kararlarını,
yönetilenlerle tartışarak (istişare ederek) vermeleri için örnek ve uyulması
gereken fiili umdeler oluşturmuştur.
sı,
(14)
Hatta, Peygamber devrini izleyen yıllarda, İlahi emirlerin yorumlanmazaman, zemin ve şartların iyi bir biçimde değerlendirilerek müşterek bir
Vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekhiç şüphesiz, etrafından dagılıp giderlerdi. Şu halde onları affet, bağışlanma­
ları için dua et. iş hakkında onlara danış 'istişare et' Kararını aldığın zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.)
(15) (Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namaz kılarlar. Onların işleri, aralarında
danışma iledir 'istişare iledir." Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da harcarlar.)
(16) Seyyid Kutub,fı-Zılal'il-Kur'an, 4. cilt, 7. baskı, Dar'ül-Maarif, Beyrut, 1971, s. 118-120.
(17) et-Tirmizi, 5. cilt, Kahire baskısı, s. 75.
(18) Tefsir'üt-Taberi, 7. cilt, Dar'ül-Maarif, Kahire baskısı, s. 375-376.
(0
li
olsaydın,
471
anlayışın
(censensus'un)
şağ;lanması
bile
istişare kapsamı
içerisinde
alın·
mıştırl19l.
Tabiatiyle, hakkında kesin ve açık hüküm (yani sınırlayıcı bir vahiy veya sahih bir sünnet-i seniyye) bulunmayan, ictihada bırakılmış meseleler
de, ıstişare kapsamı içerisindedir.
İslam siyasi sisteminde, modern parlamentonun fonksiyonunu icra
eden Şun1 müessesesi ile ilgili görüşlerini belirten Mısırlı ünlü bilgin Muhammed Abduh (1849-1905), Al-i İmran suresinin, 'Sizden, hayra çağ;ıran,
iyiliğ;i emredip, kötülüğ;ü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." anlamındaki 104. Ayet-i kerimesini yorumlarken 'adaletten ·
daha büyük bir iyilik, istibdattan daha kötü bir yanlışlık yoktur' diyor ve bu
İlahi emrin, istişareye uymayan yöneticilere karşı bir kontrol mekanizması
teşkil ettiğ;ini söylüyorl20l.
Filhakıka, İslam hukukcularının çoğ;unluğ;una göre, sadece yöneticiler
yönetilenlerle meseleleri tartışmak (istişare etmek) zorunda değ;il, yönetilenler de, yönetenlerden meselelerin tartışılmasını isteme hakkına sahiptirlerl2ll. Mesela, ünlü İslam hukukcusu Abdulkadir Udeh, 'yönetilenlerin,
kendilerinden iStenmese bile, ilgili meselelerde görüş bildirme sorumluluğ;unda olduklarını belirtiyor(22l.
Ayrıca, İslam hukukcularının hemen tamamı, Şura kurumunun hertaraf edilemiyeceğ;ini, Şura kararlarının bağ;layıcı olduğ;unu binaenaleyh, bu
kararlara uymayan veya kurumu ortadan kaldırmaya kalkan yöneticilerin,
yönetenler tarafından belirli usullerle görevden uzaklaştırılmasının gereğ;ini
vurguluyorlar(23).
ADALET 'Justice'
İslam siyasi sisteminin evrensel urudelerinden birisi de adalettir. Baskı­
ya, işkenceye, zulmün her çeşidine ve insan hakları ihlallerine karşı teminat sayılan ve bu yüzden de İslam hukukunun dokusunu oluşturan adalet,
gerek özel ve gerekse genel anlamda Kur'an-ı Kerim'de ve Sünnet-i seniy- ·
ye'de kendisine en çok refere edilen ilkelerden birisidir.
Mesela, 16. surenin 90. ayet-i kerimesinde, ferdi yaşamdan aile hayatı­
na, sosyal ve milli düzenden uluslararası ilişkilere, insan varlığ;ını ilgilendi(19) Muhammed S. E1-Awa. On the Political System of the Islamic State, American Trust Publications, 1980, p. 89.
(20) Seyyid Muhammed Reşid Rıza, Tefsir'ül-Menar, 4. cilt, e1-Menar baskısı, 1376 A. H. s. 45.
(21) Muhammed S. E1-Awa, On the Political System oj the Islamic State, American Trust Publications, 1980, p. 89.
(22) el-İslam ve Evzaunne's-Siyasiyye, Beyrut, 12. baskı, 1967, s. 120-161.
(23) Tefsir'ül-Kurtubi, 4. cilt, Dar'ü1-Maarif, Beyrut baskısı, s. 249-251; Fahrurrazi, et-Tifsir'ülKebir, 3. cilt, Kahire baskısı, s. 120-122; Abdu1kadir Udeh, el-İslam ve evzaunne's-Siyasiyye, Beyrut, 12. baskı, 1967, s. 162-163; Tefsir'ül-Menar, 4. cilt, s. 98, 199-206.
472
ren her işte uyulması gereken genel bir umde olarak ifade _edilen adftletf24l,
4. surenini 58. ayetinde de, yargının temel prensibi olarak özel bir biçimde
zikredilmişttrf25l.
Diğer
taraftan, insanların siyasal, ekonomik, kültürel, dini ve ırki sebeplerin dışında, psikolojik ve sosyal sebeplerle gösterebilecekleri adaletsız­
liğe de dikkati çeken Kur'an-ı Kerim, ne düşmaniara karşı nefretinf26l, ne
yakıniara karşı sevginin ve ne de sosyal bir pozisyonunf27l adalet ilkesinin
ihlali için gerekçe alamıyacağını açıkca vurguluyor, her halükarda adaletin
sağlanmasını, bunun için gerektiğinde müeyyide (yaptırım) dahi kullanabileceğini belirtiyorf28l.
Filhakika, İslam, bir taraftan adruet ilkesine uyulmasını emrederken,
bir taraftan da bu ilkenin ihlftli anlamına gelen despotizmi, zulüm ve haksızlığı savaş sebebi sayıyorf29l.
Pek çok hadis-i şeriflerinde adftleti emreden İslam'ın peygamberi Hz.
Muhammed de, özelde adftletli devlet başkanlarının, genelde de adftletten
ayrılmayan tüm yöneticilerin ahirette Allah'ın müstesna ikramına nail olacaklarını belirtiyor ve hayatı boyunca uygulamaları ile örnek olduğu adftlet
ilkesinin altını çiziyorf30l.
Şeyh'ul-İslam İbn-i Teymiye'nin öğrencisi, İslam alimlerinin önde gelenlerinden İbn-i Qayyime'l-Cezviyye, ilahi kitapların vahyedilişlerinin, peygamberlerin gönderilişlerinin sebeplerini yeryüzünde adftletin ikame edilmesine (sağlanmasına) bağlıyor ve adftlet ilkesinin, dinin bir parçası olduğuna işaret ederek, 'adftletin belirtilerinin görüldüğü yerlerde, Allah'ın dini
ve O'nun kanunları vardır' diyor(31l.
ÖZGÜRLÜK (Hürriyet) 'Freedom'
Düşünce, inanc, ifade, güvenlik, mülkiyet, yaşam ve benzeri sözcüklerle nitelenen özgürlük, temelde, bir seçme hakkıdır.
İslam'a göre insan, bu hakka sahip olarak doğmaktadır. Başka bir deyişle, insanın yaratılışına
iradeye
dayalı
bir seçme gücü
vardır.
(24) 'Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiligi,
(25)
akrabayayardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık
ve azgınlıgı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size ögüt veriyor.'
'Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiginiz
zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel ögütler veriyor. Şüphesiz Allah
her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.' (Ayet-i kertmede geçen 'emanetler' ifadesi bazı yorumculara göre amme hizmetleri anlamındadır.)
(26) 5/8.
(27) 4/135.
(28) Kur'an-ı Kerim, 57 !25.
(29) Kur'an-ı Kerim, 22/39.
(30) Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 2. cilt, 9.
(31) et-Turuku 'l-Hükmiyye .fı's-Siyasat'iş-Şer'iyye, Kahire, 1953, s. 14.
baskı,
s.
169.
473
Nitekim Kur'an-ı Kerim'den, bu gücün insanlık tarihinde ilk defa, ilk in"
san ve ilk peygamberi Hz. Adem ve eşi Havva tarafından kullanıldıgını ögreniyoruz(32l.
Esasen, İslam hukuku açısından insanla ilgili olan sorumluluk konsepti de, potansiyel bir güç olarak ortadan kaldırılması mümkün olmayan iradenin özgür bir biçimde kullanılmasına baglıdır(33l.
İslam'a
göre, insan tabiatının bir parçası sayılan özgürlük, bu ilahi dinde bütün çeşitleri ile kapsamlı bir şekilde yer almıştır.
Mesela, İslam'ın birinci kaynağı Kur'an-ı Kerim'de, insanlardan, yaratı­
cılarını bulalıilmesi için akıllarını kullanarak evrenin (kainatın) nasıl yaratıldığını düşünmeleri ısrarla istenirken(34l, ikinci kaynak Sünnet-i Seniyye'de de, Hz. Muhammed'in dili ile, serbest düşüncenin bir ibadet formu olduğu ifade edilmiştir(35l.
Diğer taraftan, Peygamber'in misyonunu icra ederken, hitap ettiği kişi­
leri akla dayalı hikmetli. sözlerle Hakka çağırması, güzel öğütler vererek onlarla en iyi biçimde tartışması emredilmiş(36l, insanların düşünce veya
inanç özgürlüklerinin kısıtlanamıyacağı hatırlatılarak, 'Eğer Rab'bın dileseydi, yer yüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?'(37l buyrulmuş ve böylece insanların
seçme haklarının ve irade güçlerinin bulunduğu açıkça vurgulanmıştır.
Peygamber'in, inanmayanlara karşı da, tavrını belirleyen Kur'an-ı Kerim, onlardan niçin inanmadıklarına dair düşünce ürünü, makul ve kesin
deliller göstermelerini istemesini emretmiştir(38l.
İslam, yukarıda sözünü ettiğimiz düşünce, inanç, din ve vicdan özgürlüklerinin yanında, inandığını ifade etme özgürlüğüne ayrı bir önem atfetmektedir. Bundan dolayı, ifade özgürlüğünü, sadece bir cevaz değil, bir sorumluluk sayınaktadır.
Nitekim, mürninler için bir görev kabul edilen ve 'Emr-i bi'l-Maruf
Nehy-i ani'l-Münker' formülü ile anılan prensip(39l, aslında, doğru olduğu­
na inanılan bir şeyin doğruluğunu söyleyerek yapılmasını, yanlış olduğuna
inanılan bir şeyin de, yanlış olduğunu söyleyerek yapılmamasını istemektir.
İslam'a göre bu prensip, inandığını ifade etme özgürlüğünün bireysel bazda
görev niteliğinde fiili bir örneğini oluşturmaktadır.
(32) Kur'an-ı Kerim, 2/35-38.
(33) Kur'an-ı Kerim, 2/36; 22/18.
(34) Kur'an-ıKerim, 2!163-164; 8/17, 18, 19, 29.
(35) el-Aclani, Keifül-Haja, Beyrut, 3. Baskı 1988, s. 310-311.
(36) Kur'an-ı Kerim, 16/125.
(37) Kur'an-ı Kerim, 10/99.
(38) Kur'an-ı Kerim, 2/1 ll; 27/64.
(39) Kur'an-ı Kerim, 3/110.
474
Esasen, İslam'ın, özgürlüklere atfettiği büyük önem, mürninlerden her
türlü çabayı göstererek onları koruyup geliştirmelerini, bu mümkün olmadığı takdirde de, özgürlüklerinden fedakarlık etmek yerine, onları koruyup
geliştirebilecekleri yerlere hicret etmelerini emretmiş olmasından da açıkca
anlaşılmaktadır( 40).
Nitekim, din, vicdan, ibadet, inanç, düşünce, inandığını ifade etme gibi, bütün özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı bir devrede, Hz. Muhammed ve
arkadaşlarının Mekkeden Medine'ye hicretleri ile bir kısım müminlerin Habeşistan'a göçleri olayın yaşanmış tarihi bir belgesini sergilemektedir.
EŞİTLİK
(Müsavat) 'Equality"
Toplumu oluşturan bireylerin görev ve sorumlulukları bakımından
inanç, ırk, renk, kültür, dil gibi farklar gözetilmeden kanun karşısında aynı haklara sahip olmaları diye tanımlayabileceğimiz eşitlik, İslam'ın, evrensel veya temel değerlerinden biridir.
Esasen, islam'daki eşitlik prensibi, insan orijinindeki birlik (vahdet)
gerçeğine dayanmaktadır.
Nitekim, İslam'ın birinci kaynağı, Kur'an-ı Kerim'de, 'Ey insanlar! Doğ­
rusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için
sizi kavimlere ve kabHelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli
olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir her şeyden
haberdardır'(4ll şeklindeki beyanından:
1) İnsanlığın
tek bir aileden geldiğini, asliyyetindeki bu biyolojik eşitli­
hak ve onurlarına yansıdığını,
ğin, kişiliklerindeki
2) Kabile ve kavimlere bölünmüş olmalarının, eşitliği ihlal eden bir faktör değil, aksine çeşitli din, dil, ırk, kültür, coğrafya gibi özellikleri de birbirlerini tanıyıp kaynaşmalarını hedeflediğini,
3) İnsanlar arasındaki değer üstünlüğünün, Allah'ın rahmetinden
uzak kalma endişesiyle İslami umdeler veya evrensel prensipler diye ifade
ettiğimiz ilkelerle yaşama şartına bağlandığını öğreniyoruz.
Diğer
taraftan, insanlar arasında değer üstünlüğü olarak nitelenen bu
belirli toplumların veya belirli bireylerin tekelinde olmadığı, anı­
lan ilkelerle yaşayan her toplum veya her bireyin bu değer üstünlüğüne ulaşabileceği, verilen ölçünün evrensel olmasından açıkca görülmektedir.
farklılığın,
Kaldı ki, sözü edilen değer üstünlüğü, sadece Allah nezdinde ve ahiret
gününde bir ayrıcalık olduğundan insanların dünyadaki hayatlarını ve h ukuk karşısındaki eşitliklerini ihlal etmesi söz konusu değildir.
(40) 4/97-99.
(41) 49/13.
475
iTAAT 'Obedience)
İslfun'da, meşru
düzene itaat esastır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de, Allah
ve Peygamber'e itaattan sonra, devleti yönetme yetki ve sorumlulu~u bulunan kişilere, Kur'an'ın kendi ifadesi ile, 'ulül emr'e itaat edilmesi emredilmektedirl42l.
İkinci
kaynak Sünnet-i seniyye'de, bu emrin bir taraftan zorunlulu~
vurgulanırken, bir taraftan da, sınırı çizilmektedir. Bu sınır 'masiyet'tir!43l.
İslami terminolojide 'masiyet', hukukuHalı'ın ve hukuku ibad'ın, yani
tabii ve insani hakların ihlrui anlamına gelen cenerik bir terimdir.
Hz. Muhammed'e göre, yurttaşlarına bu ihlallerle emreden bu otorite
itaat liyakatını kaybetmektedir. Başka bir deyişle,
itaat ancak meşru ve kanuni olan emirlerdir. Meşru ve kanuni olmayana
itaat şart de~ildirl44l. Burada, kanun sözcü~ü. meşru deyiminin müteradifi
olarak kullanılmıştır.
meşrftiyyetini, dolayısiyle
(42) 4/59.
(43) Sahilı-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi
(44) Aynı eser. 12. cilt, s. 294.
476
ve Şerhi,
8. cilt, 8.
baskı,
s.
348.
Download