Kim kazandı, kim kaybetti?

advertisement
ÇUKUROVA
İŞÇİ BÜLTENİ
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
İletişim: 0538 970 64 95 / Facebook: sanayiiscileridernegi - cukurovaiscibülteni
Kasım 2015
Kim kazandı, kim kaybetti?
Bir seçim daha geçti. Peki, gerçekte kazanan kim,
kaybeden kim? 7 Haziran’da ve daha evvelki seçimlerden
sonra tecelli etmeyen adalet nihayet şimdi mi
gerçekleşecek?
Ne olacak; onlarca yıldır bu topraklarda yaşatılan tüm
zulmün, akan kanın, Soma’nın, Ermenek’in hesabı mı
sorulacak, gerçek sorumlular mı cezalandırılacak?
Ne olacak; zengin ve fakir, sömüren ve sömürülen
olmayacak mı, herkes eşit mi olacak?
Ne olacak; “IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist mali
kuruluşlarla yapılan tüm antlaşmalar iptal mi edilecek?
Yoksa NATO gibi emperyalist askeri kuruluşlardan
mı çıkılacak. Hiç bir emperyalist plan ve projede yar
alınmayacak mı? Ülkedeki emperyalist üsler mi kaldırılacak,
yapılan antlaşmalar iptal mi edilecek? Herkes yeteneğine
göre çalışıp, ihtiyacı kadar ücret mi alacak? İşsizlik son mu
bulacak? Tüm zenginlikler birlikte üretilip yine birlikte mi
paylaşılacak. Toprak üretenin, su kullananın mı olacak?
Ne olacak; bugüne kadar işçileri, emekçileri iliklerine
kadar sömüren burjuvaların saltanatına, bu burjuva sınıfın
tüm ayrıcalıklarına son mu verilecek? TÜSİAD, MÜSİAD gibi
patron örgütleri dağıtılıp, sermayenin sınıf egemenliğine
son mu verilecek?
Ne olacak; yeni Özgecan’lar öldürülmeyecek, kadın
cinayetleri son bulacak, tecavüzcüler, katiller iyi halli
indirimlerden yararlanamayacak mı? Artık işçiler iş
cinayetlerinde onar onar, yüzer yüzer ölmeyecek mi?
AKP’ye oy veren işçi kardeşlerimiz belki de yine AKP’ye
oy vermiş patronlarına gidip “bak biz kazandık, ver tüm
haklarımızı. Bizi artık düşük ücretlerle çalıştıramazsın.
Sigortamızı yatırmak zorundasın. Sendikalı olduğumuz
için bizi işten atamazsın. Biz artık senin kölen değiliz”
diyebilecekler mi?
Bu ülkede sömürü ve zulmün kaynağı kapitalist sömürü
düzenidir. İşte bu düzen olduğu müddetçe, kim gelirse
gelsin, ne vaatlerde bulunursa bulunsunlar; ne eşitsizlikler,
ne de sömürü biter. Kim kazanırsa kazansın, kaybeden
hep sen olursun. Kurtuluşun sandıklardan çıkacak
sonuçta değil, sınıf kardeşlerinle birlikte geleceğin için
vereceğin mücadeledir. Gerçek kurtuluşun yolu işte o gün
başlayacaktır.
2
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA
Mersin’de cama can verenler
direniyorlar
Mersin’de cam işçileri patronun işsizlik saldırısına,
üyesi oldukları Kristal-İş sendikasının ihanetine rağmen
direniyorlar. 200 işçinin işten çıkarılma tehdidiyle başlayan
bu direniş mevzisi Anadolu Cam önünden Paşabahçe
önüne taşındı. Cam işçilerinin direniş öyküsü aynı zamanda
işçi sınıfının nasıl silahsızlandırıldığının, savunmasız hale
getirildiğinin öyküsüdür.
Başından beri üyesi oldukları Kristal-İş genel merkezi
geliyorum diyen bu saldırıya karşı hiçbir şey yapmadı. Bu
son direniş sendikal bürokrasinin işçiden uzak, sermayeye
yakın soğuk yüzünü gösterdi. Düşününki bir sendikanın
patronlarla ilişkisi, işten atılan işçilerin iş haklarını korumak
için değil, kendi yandaşlarını oy deposu olsun diye işe
aldırmaktan ibaret.
Öykünün diğer bir bölümünde ise cam işçilerinin
kendi zayıflıkları var. Çeşitli suni nedenlerle sınıf birlikleri
parçalanmış, bölünmüş, gelecekleri ile ilgili kararları bugün
tepki duydukları sendikal bürokrasinin eline emanet etmiş,
taban örgütlüklerinden yoksun, sınıf bilinçleri oluşmamış,
tarihteki kendi deneyimlerinden bile dersler çıkarmamış,
öğrenmemiş, siyasal olarak düzen partilerinin yanında saf
tutmuş, bu partilerin ateşli destekçisi olmuş, oy verdikleri
her bir siyasi aktörün gelip geçmesine rağmen neden
çalışma koşullarının değişmediğini sorgulamayanların uzun
ve trajik bir öyküsüdür bu.
Ve hala kendileri dışındaki bir takım siyasi odaklardan,
sermaye partilerinden medet ummaktadırlar. Üretimden
gelen güçlerini bilmekteler, ancak sendika engelini
aşabilecek bir güven, taban örgütlüğü ve iradesi
yoksunluğunda bunu kullanmaktan kaçınıyorlar. Mevcut
halde, bağımsız iradelerini açığa çıkaracak güçlü bir
komitelerinin olmaması cam işçilerinin en büyük zayıflığıdır.
Cam işçileri görmüşlerdir ki onlarca yıldır çalıştıkları, emek
verdikleri bu fabrikada klavyeye basılan bir tuş, yazıcıdan
çıkacak bir çıkış kâğıdı onları işten çıkarmak için yeterlidir.
İşte burada hatırlanması ve hayata geçirilmesi gereken,
işçi sınıfının sınıf mücadelesi süzgecinden bugüne kalan
başka direniş öyküleridir. Kavellerin, Paşabahçelerin
direniş ruhunu kuşanan ve işçi sınıfına 60 günlük “işgal,
grev, direniş” deneyimini bırakan Greif işçilerinin ördükleri
mücadele hattı izlenmesi gereken yegâne yoldur.
3
YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
Paşabahçe’de işten çıkarılan bir işçi yazdı...
“Bugün bize, yarın size...”
Biz taban olarak, işçi çıkışlarının olmaması için elimizden ne geliyor ise yapmamız gerektiği düşüncesi ile direniş
başlattık. Devamının diğer şubelerde uygulanması gerektiğine inanmaktayız...
10 Ocak 1996 yılında Şişecam’da, Paşabahçe Cam San.
Mersin fabrikasında ÖKA ustası olarak çalışmaya başladım.
1 Mayıs 2007 tarihinde iş kazası geçirdim, 18000 volt
elektrik çarpmasına maruz kaldım. İş kazası geçirmeme
işveren sebep olmuştur. Yaptığım iş konumu ile işverenimiz
olan şef, mühendis ve ustabaşılara enerji kesilmeden
bakım yapılmasının sakıncalı olduğunu, koruyucu iş
malzemelerinin (takım edevat gibi) verilmediğini ve iş
eğitimleri yapılsa da işletmelerde uygulanmadığının altını
çizerek söylemek isterim.
Elektriğe çarpılmama sebep olan iki aylık kadrolu
bir çalışana nasıl bir eğitim verdin de bir başka işçi
arkadaşının uzvunun kaybına sebep olabilmiştir? Sağ omuz
supraspnatus kas patlaması sonucu ameliyat oldum. Sağ
el işaret ve başparmaklarımda patlama meydana geldi.
Tedavilerim halen devam etmektedir. Sağ kolumda %70
oranda hareket kısıtlılığı yaşamaktayım.
Şişecam, iş sözleşmemi daralma ve tensikat adı altında
6 Kasım 2015 tarihi itibarı ile feshetti. Esas mevzu, yani
işverenin asıl bahanesi almış olduğum iş kazası raporlarıdır.
19 yıl 10 ay Şişecam bünyesinde iş kazası sonrası kantarcı
ve soğutma sonu işlemler işçisi olarak çalıştım. Yaklaşık 20
yıllık çalışmalarımda teknik ve bünye bazında fedakarlık
etmeme rağmen Şişecam’dan maddi-manevi hiçbir destek
almadım.
Kristal-İş Sendikası’na ne yazık ki üyeyim. Biz taban
olarak, sesimizi duyurarak gerekli uyarılarda bulunduk.
Fakat taban sendikacılığının sesini dinlemeyen Genel
Merkez yöneticilerimiz tarafından işverenin eline masada
verildik. Paşabahçe Cam San. Mersin fabrikasında
58 ve Anadolu Cam San. fabrikasında 65 cam işçisi
arkadaşımızın işinden olmasını taban olarak istemedik.
İsteyenler kendilerini sağlama alma işini iyi yaptılar.
Halen işten çıkarılmalara kulak tıkayan taban ve Genel
Merkez yöneticilerimiz var. Cam işçisi geçmişinde işten
çıkarılmaların önünü açan zihniyeti şiddetle kınıyorum.
Bu çıkarılmalardan sonra, Şişecam’daki korku
imparatorluğu sonucu mevcut çalışanlar da son sürat
sağlıklarını kaybedecek ve çıkarılmalar devam edecektir.
Dünya 3’üncüsü Şişecam, işçi kıyımı yaparak güvenilir
kurum olmaktan çıkmıştır.
Biz taban olarak, işçi çıkışlarının olmaması için elimizden
ne geliyor ise yapmamız gerektiği düşüncesi ile direniş
başlattık.
Devamının diğer şubelerde uygulanması gerektiğine
inanmaktayız... SAYGILAR
Yağmur yağar çise çise
Bugün bize yarın size...
4
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA
Birliğimizi, kardeşliğimizi
engelleyemeyecekler!
Bize her zaman şu öğütlenir: “Bu topraklar (Anadolu)
birçok kültürden, medeniyetten insanlara ev sahipliği
yapmıştır.” Fakat farklı kimlikten birisi dilini, dinini, ırkını
söylediğinde genelde dışlanır. Ona kötü gözle bakılır.
Öğrenciyse okulda, işçiyse fabrikasında sorun yaşar. Bu
yüzden insanlar kendi kimliklerini saklamak zorunda
kalmışlardır. Kimliğini söyleyemeyenler ise ya Alevidirler
yahut ta Kürt! Söylediklerinde ise dışlanırlar, bölücü olarak
görülürler. Fakat aslında gerçekte bölücü olanlar onlar mı?
Ya da neden onlar bölücü olarak gösteriliyorlar? Nedeni
apaçık ortada…
Ben Mersin Serbest Bölge’de çalışan bir tekstil işçisiyim.
Bölgede her milliyetten, mezhepten işçi var. Hepimiz aynı
sömürü koşulları altında çalışıyoruz. Yediğimiz yemek,
içtiğimiz su aynı. Sömürülürken aramızda hiçbir ayrım
yok. Patronlar kârlarına kâr katmak için bizleri saatlerce
mesaiye bırakıyor. Az işçiyle çok para kazanmak için işçileri
işten çıkarıyor. Hiç de gözünün yaşına bile bakmadan.
Ben bir işçiyim demiştim. Fakat ben küçüklükten beri
bir Türk milliyetçisi olarak yetiştirilmiş bir işçiyim. Demin
bahsettiğim sömürü koşullarını görünce bizleri birilerinin
neden dile, dine, ırka göre ayırdığını anladım. Eğer bizler
milliyetimize, mezhebimize göre ayrılmazsak, neden bu
kölelik koşullarında çalıştığımızı sorgulamaya başlayacağız.
Yani haklarımızı milliyet, mezhep ayrımı yapmadan ararsak,
tek yumruk olursak patronlar bu gücümüzü nasıl bölecek?
Çünkü bizi birbirimize düşman edemezse biz haklarımıza
sahip çıkacağımız için bizi eskisi gibi sömüremeyecek.
Böylece hem ezenin hem de ezilenin dilinin, mezhebinin
önemli olmadığı ortaya çıkacak. Bizleri ayrıştıran milliyet ve
mezhep farkı patronlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Türk
patron sırf işçisi Türk diye onu kayırmıyor. Yani patron Türk
de olsa Alman da, Amerikalı da olsa İngiliz de, hatta Kürt de
olsa sömürdüğü işçilerin milliyetine bakmıyor. Ya da onlar
bizleri daha kolay nasıl sömüreceklerini konuşmak için
bir araya geldiklerinde kendi mezheplerini, milliyetlerini
sorgulamıyorlar. Ama işçileri nasıl daha çok sömürürüz de
para kazanırız diye düşünüyorlar.
İşçilik bana ezenin de, ezilenin de mezhebinin önemli
olmadığını öğretti. Bizlerin bir araya gelmesinden o kadar
çok korkuyorlar ki yeri geldiğinde Ankara’da olduğu gibi
bizleri vahşice katlediyorlar. Fakat bizleri istedikleri kadar
birbirimize düşman etmeye çalışsalar da bizim birliğimizi,
kardeşliğimizi engelleyemeyecekler.
Ben de bu vesileyle Ankara’da katledilen kardeşlerimizin
ailelerine başsağlığı diliyorum. Yaralılara da geçmiş olsun
dileklerimi iletiyorum.
Mersin Serbest Bölge’den bir tekstil işçisi
5
YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
Mersin Serbest Bölge’den bir tekstil işçisi:
Her yerde uzun mesai,
düşük ücret, yoğun sömürü...
Merhaba! Ben Mersin Serbest Bölge’de büyük bir
firmada çalışıyorum. Çalıştığım iş yerinin koşulları
diğerlerine nazaran daha iyi. Ama diğer firmalarda çalışan
arkadaşlarım aynı konumda değiller. Örnek vermek
gerekirse bazı firmalarda mesai saatleri şöyle: 07.30 iş
başı 18,00 paydos. Ama bu sadece Pazartesi günleri için
geçerli. Diğer günlerde çoğu zaman paydos saati 23.00
oluyor. Çalışma esnasında yapılan baskıları yazmama
gerek yok galiba. Yemekler çok kötü. Resmi tatiller zaten
verilmiyor. Hatta 31 günlük aylarda, ayın son günü ücrete
yansıtılmıyor bile. Unutmadan, servisler zaten bitik
Antep’te Şireci Tekstil’de çalışan TEKSİF Sendikasına
üye bir işçi kardeşimiz düşüncelerini bizimle paylaştı.
Şireci Tekstil sadece Antep’in değil Türkiye’nin de en
büyük fabrikalarından biri. Birkaç yıl önce Şireci Tekstil’de
ve diğer tekstil fabrikalarında çalışan binlerce tekstil işçisi
hakları için eylemler yapmışlardı.
Sorunlarını bizimle paylaşan işçi kardeşimizin çalıştığı
fabrikada sömürü var, haksızlık var, kölelik var. Tüm
bunlardan kurtulmak için üye olduğu sendikada ise
anlaşılan hayır yok. Neyse ki bundan böyle DEV TEKSTİL
var. Başta Şireci Tekstil’de çalışan işçi kardeşlerimiz olmak
üzere, haklarına ve onurlarına sahip çıkan tüm tekstil
işçilerini sendikamıza üye olmaya çağırıyoruz.
durumda. Ayrıca servis şoförleri aynı işyerinde çalışan
arkadaşlardan seçiliyor ki, burada amaç servis sahibinin
maliyeti düşürmesi.
Tabi arkadaşımızın amacı da evine biraz daha ek gelir
ile gitmek. Bu yazdıklarım sadece makineci arkadaşlar için
olanlar. Bir de temizlik ve ütü pakette çalışanlar var. Bu
arkadaşlar daha perişanlar. Çünkü çoğunun maaşı asgari
ücretin altında. Benim aklıma gelen bunlar. Ama eminim
daha kötü şartlarda çalışan arkadaşlar var. Unutmadan
yazayım, bazı işyerlerinde T.C. vatandaşından çok Suriyeli
çalışmakta.
Şireci Tekstil’de çalışan
TEKSİF üyesi bir işçi:
Sendikaya kaydım var, fakat sendika bir yıldır
giremedi çalıştığım firmaya. Sendikalar hakkı hakkıyla savunsa iyi. Fakat hakkıyla savunan bir sendika
yok. İşçiysen kölesin demektir. İşveren de sendikalar
da herkes işçiyi eziyor. Ama olsun, Allah görüyor. Kaç
sene bu dünyada saltanat sürülür ki? Ortalama 5060 yıl. Sonra, hak dünya o zaman ne olacak? Devlet
bile eziyor işçiyi. Baksana emeklilik yaşına? 60 yaş;
yani ortalama ömür sınırı. Kaç sene emeklilik maaşı
alırız ki?
6
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA
Adana’da metal işçisi bir arkadaşımızla yaptığımız röportaj...
Taşeron
gerçek bir kölelik!
- İş koşullarından bahseder misiniz?
Ben bir metal fabrikasında çalışıyorum. Günde 12 saat
çalışıyoruz. Maaşımız asgari ücret üzerinden veriliyor ve
her gün zorunlu mesaiye bırakılıyoruz. Cumartesi günleri 8
saat çalışıyoruz ve iki haftada bir Pazar tatil yapabiliyoruz.
Çalıştığımız Pazar günleri yine 8 saat çalışıyoruz. Fakat fazla
sipariş gelince hafta sonları bile 12 saat çalışıyoruz.
Ağır şartlarda çalışmamıza rağmen besin değeri
düşük yemekler çıkıyor. 12 saat çalıştığımız için iki
öğün yemek veriliyor ama tıka basa yemezseniz günü
aç tamamlayabilirsiniz. Çünkü yemekler kahvaltı tarzı.
Patronlar yemeğimizden bile kâr sağlıyor. Yarım saat yemek
aramız var. Yemek saati biz bölümden çıkıp yemekhaneye
varana kadar zaten zaman bayağı geçmiş oluyor. Fabrikada
çalışan işçi sayısı fazla olduğu için sıra da uzun sürüyor.
Yani yemekten sonra zar zor bir çay sigara içebiliyoruz.
Ve hemen koşa koşa bölümlere dönüyoruz. Eğer geç
kalınmışsa ustabaşlarının küfür ve hakaretlerine maruz
kalıyoruz.
Gece vardiyasına kaldığımız zamanlarda ise genelde
gündüzden kalma bayat ekmek ve soğuk yemekler veriliyor.
Gündüz su bitmiş oluyor, gece ellerimizi bile yıkayamıyoruz.
Bununla birlikte çalışırken üzerimizde sürekli baskı var.
“Acele edin, haydi, haydi” diye, adeta köleymişiz gibi
şef ve ustabaşları sürekli tepemizde bağırıyor. En ufak
bir hata yaptığımız zaman aşağılanıyoruz. Hakaret ve
küfürlere maruz kalıyoruz. Bu iş temposu ve baskılar tabii
beraberinde iş kazalarını da getiriyor.
Fabrikada iş kazaları rutinleşmiş durumda. En son 22
yaşında bir kardeşimiz yeterli bir önlem alınmadığı için,
elektrik arızasını gidermeye çalışırken elektrik çarpıp
yüksekten aşağı çakılarak can verdi. İşe başlarken güya
iş güvenliği eğitimi veriliyor. Ama bu eğitim psikolojik
baskından başka bir şey değil. İşte “baret takın, kafanıza
demir gelir, yoksa ölürsünüz, gözlük takın, gözünüze
parça gelir kör olursunuz. Ama fabrikaya bir şey olmaz,
tazminatınızı veririz, en fazla gidersiniz” gibi sözlerle sanki
yaşananlardan işçi sorumluymuş algısı yaratılıyor.
Hâlbuki içeri girdiğimizde havalandırmamız doğru
dürüst olmayan bir iş ortamında 12 saat çalışıyoruz.
Yaptığımız işten kaynaklı zaten içerisi hamamın iki katı
sıcak. Bir de üstüne Çukurova’nın kendi sıcağını ekleyin.
Cehennemden farksız bir hal alıyor içerisi. Böylesi bir
ortamda işçi baret, maske, gözlük nasıl taksın? Tüm bunları
çekmemize rağmen maaşlarımız her ay en az bir hafta
gecikmeyle veriliyor. Taşeron, bu paranın faiziyle de kâr
sağlıyor.
- Çukurova biliyorsunuz çok kültürlü bir bölge.
Bugünlerde giderek artan bir savaş ortamı var.
Fabrikanıza nasıl yansıyor?
Evet, fabrikada Türk, Kürt, Arap işçiler bir arada
çalışıyoruz. Ben şu ana kadar bir işçiye başka bir içi
tarafından bu nedenlerle bir sataşma görmedim. Zaten
tepkiler genelde saraydaki adama oluyor. İşçiler çoğunlukla
“hep gariban çocuğu, işçi, yoksul çocuğu ölüyor. Kendi
çocuklarını göndersinler sıkıysa” tarzında tepkiler
gösteriyorlar. Zaten bu ara çalışma koşullarına karşı
herkeste bir tepki olduğu için işçiler birbirlerine daha yakın
duruyorlar.
- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak ben taşeronluk gerçekten bir kölelik demek
istiyorum. Yani taşeron yokken de durumumuz çok iyi
değildi, fakat taşeronla beraber durum çekilmez bir hal aldı
yani. Bütün ülkede işçilerin en temel sorunlarından birisi
bu taşeron köleliği…
Buradan bütün işçi kardeşlerimi selamlıyorum. Köleliğe
karşı mücadeleyi hep beraber büyütmek dileğiyle...
Çukurova İşçi Bülteni’ne de sorunlarımızı dile getirdiği için
teşekkür ediyorum
YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
TEK SEÇENEĞİMİZ VAR
Yeni bir şeçim dönemini geride bıraktık. Önceki seçim dönemlerindeki
gibi yine sömürü çarklarının arasında ezilmekten başka hiç bir seçenek
bizlere sunulmuyor. Hangi partinin seçimi kazandığının çok da bir önemi
yok! Önemli olan hangi sınıfın iktidarda olduğudur. Seçimlerle değişen tek
şey hangi partinin patronlar sınıfının sömürü ve baskı politikalarını icra
edeceğidir.
Patronların baskı ve sömürü düzeni devam ettiği müddetçe hiç bir
seçimden işçi ve emekçiler lehine sonuç çıkmayacaktır. İşçi sınıfının
mücadele tarihi bunu bize defalarca göstermiştir. En ufak haklar dahi işçi
ve emekçilerin fabrikalarda, havzalarda, ve sömürünün olduğu her yerde
örgütlü mücadelesiyle kazanılmıştır. Ne zaman ki işçi sınıfının örgütlülüğü
zayıflamışsa mücadeleyle kazanılmış haklarımızı patronlar yasalarla,
baskıyla zorla geri almışlardır.
***
İçinden geçtiğimiz dönem işçi ve emekçilerin üzerindeki baskı ve
sömürünün arttırıldığı bir dönem olarak yaşanıyor. Her geçen gün
çalışma ve yaşam koşullarımız daha da ağırlaşıyor. Güçlü örgütlere sahip
olmadığımız için, mevcut “işçi” sendikalarının büyük bir kısmı patronların
hizmetinde oldukları için yeni sömürü ve baskı uygulamalarına dur
diyemiyoruz. Sürekli olarak kandırılıyoruz. Kaşıkla verdiklerini kepçeyle
almalarına seyirci kalıyoruz.
AKP hükümetinin hayata geçirmeyi vaat ettiği ekonomik ve sosyal
program biz işçilere hiç bir şey sunmuyor. Göstermelik olarak vereceklerini
fazlasıyla geri alacaklar. Bunun içindir ki bütün patron örgütleri AKP
Hükümetinden ekonomik ve sosyal vaatlerini bir an önce hayata
geçirmelerini istiyorlar.
SGK katılım payımız artırılacak. Patronlara teşvikler, faizsiz krediler, vergi
affı, SGK primi katılım muafiyeti vb. verilecek. Bunların finansmanı için ise
bizlere yeni vergiler getirilmesi, temel tüketim ürünlerine zamlar yapılması
gündemde. İşsizlik sigortası ve diğer işçi fonları daha fazla patronların
yağmasına açılacak. Saymakla bitiremeyeceğimiz saldırılar hayata
geçirilecek.
Bizler örgütlü olmazsak, geleceğimize sahip çıkmazsak, çok yönlü
saldırıları engelleyemeyiz. Kölelik zincirlerimize yenilerinin eklenmesine
seyirci kalırız.
Bu kölelik düzenine ve her türlü uygulamasına karşı tek seçeneğimiz
örgütlenmek ve geleceğimize sahip çıkmaktır.
DEV TEKSTİL, tekstil işçileri başta olmak üzere bütün işçi ve emekçileri
patronlar düzeninin sömürü ve baskısına karşı, insanca çalışma ve yaşam
koşulları için mücadele etmeye çağırıyor.
Gelin birlik olalım, bu sömürü ve baskıya karşı duralım!
Gelin birlik olalım, bizi sömürenlere gücümüzü gösterelim!
7
8 ÇUKUROVA İŞÇİ BÜLTENİ
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
Hakkını yedirme,
DEV TEKSTİL’e
üye ol!
Hakkını yedirme; çünkü tekstil işçileri büyük
mücadelelerle kazanılmış haklarını çoktan kaybetmiş
bulunuyor.
Hakkını yedirme; çünkü kölelik koşullarında
çalışıyorsun. Ama aldığın ücret dişinin kovuğuna bile
yetmiyor. Biraz daha fazla ücret alabilmek için uzun
saatlerce çalışıyor, zorunlu mesailere kalıyorsun.
Hakkını yedirme; çünkü sigortasız çalışma yasak
olmasına rağmen tekstil işkolu sigortasız çalışmanın en çok
olduğu yerlerin başında geliyor. Bu koşullarda emekli olmak
adeta bir hayale dönüşmüyor mu? Kreş hakkı ve diğer
sosyal haklarının varlığını bile unuttun değil mi?
Hakkını yedirme; çünkü fabrikada verilen yemeklerden
servislere kadar birçok sorun yaşıyorsun. Kimi yerde patron
ve yöneticilerin insan onurunu zedeleyen hakaretlerine
maruz kalıyorsun.
Çözüm var! Sendikalı ol, güçlü ol!
DEV TEKSTİL’e üye olmalısın; çünkü haklarını korumak
ve yeni haklar kazanmak için sendika şarttır. Sendikalı
olmak iş güvencesidir! Daha iyi çalışma koşulları, daha
iyi ücret demektir. Fazla mesaiye kalmamak, eve erken
gidebilmek, kendine, ailene ve sevdiklerine daha fazla
zaman ayırabilmektir.
DEV TEKSTİL’e üye olmalısın; çünkü iş kazalarının,
meslek hastalıklarının en az yaşandığı yerler sendikalı
işyerleridir. Sendikalı olmak patron ve yöneticilerinin
hakaretlerine maruz kalmamak, insan onuruna uygun
çalışma koşulları demektir.
Açlık sınırının 1.361,29 TL, yoksulluk sınırının ise
4.434,16 TL olduğu bir ülkede eğer “benim hiçbir şikâyetim
yok, ücretim iyi, memnunum” diyorsan açlık sınırının
altında yaşamaya, köle olmaya razısın demektir.
Hakkını yedirme! DEV TEKSTİL’e üye ol!
Çünkü sendika, sahte kamplaşmalarla birbirine
düşürülmeye çalışılan Türk-Kürt-Arap, Alevi-Sünni her
milliyetten ve inançtan işçilerin kendilerini sömürenlere
karşı kader ortaklığıdır, birliğidir!
DEV TEKSTİL; “Söz, yetki, karar” hakkının işçide olduğu,
işçilerin bilinçlendiği, aydınlandığı bir işçi okuludur.
Ya kölece ya da insanca çalışma ve yaşama koşulları!
Tercih sizin!
Artık yeter diyorsanız: Tel: 0538 970 64 95
Çukurova Temsilciliği adres: Çankaya mahallesi. 4721
sokak. Alim İşhanı, No: 15 Kat:2 Daire:2 (Bit pazarı karşısıMilli Piyango sokağı, Osmaniye dolmuşlarının dönüş
sokağı)
Akdeniz / Mersin
Facebook/ Dev Tekstil – Dev Tekstil Çukurova Temsilciliği
Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası
ifresi
e-devlet ş
in
iç
k
a
dikalı olm
ndika
Artık sen
renizle se
if
ş
t
le
v
e
ırada
. e-d
412 nolu s
,
yeterlidir
ip
ir
g
e
n
ak için
i bölümü
e üye olm
d
iz
in
üyelikler
iğ
d
tle
dikamız
TİL’i işare
yrıca sen
A
.
ir
DEV TEKS
t
k
e
m
şsunuz de
, farklı iş
başvurmu
rinin değil
e
il
ç
iş
il
t
ızın da
ks
adaşlarım
k
sadece te
r
a
i
ç
iş
n
a çalışa
aşam ve
kollarınd
insanca y
,
a
t
k
a
m
n
ktedir.
savu
dele etme
a
c
haklarını
ü
m
in
oşulları iç
çalışma k
İşçi Bülteni Özel Sayı: 1302 * Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2015 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe *
EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mh. Kodaman Sk. No:111/15 Şişli/İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 *
Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92
Download