BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI YEREL SÜREL‹ YAYIN Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan), Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Solmaz Do¤anca, Prof. Dr. Sevil Öksüz, Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu, Prof. Dr. Okay Eroskay, Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu, Prof. Dr. Sedefhan O¤uz, Doç. Dr. Levent Peflkircio¤lu, Necmi Tanyolaç, Haluk Cans›n, ‹zmir Tolga, Alaettin Giray, Ayhan Erten, Nuri Özakyol, ‹lhan Banguo¤lu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sorumlu Yaz› ‹fllerii Müdürü: Çi¤dem Ayhan ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina fien Yay›n Dan›flman›: Yaflar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Kapakk Fotograf›: Reha Bilir Arflivinden Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Bölümü Sorumlular›: Nükhet Aliciko¤lu, Emel Öksüz Kurt Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Dr. Ufuk Akyol, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Ali Naili Erdem, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, ‹lyas Halil, Pelin Hazar, ‹lker ‹nal, Mehmet Muhsino¤lu, Prof. Dr. Haluk Oral, Filiz Lelo¤lu Oskay, Saniye Özden, Yaflar Öztürk, Erdo¤an Sakman, Songül Saydam, Hakan Sevindik, ‹zlen fien, Cheryl Tanr›verdi, Eser Tutel, Engin Ünsal, Orhan Velidedeo¤lu, Mustafa Y›ld›z Yönetim Merkezi: 10. Sok., No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 8016 (pbx) Faks: (0312) 234 1216 ‹letiflim Adresi: Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul Tel: (0216) 456 2727 (pbx) Faks: (0216) 456 2729 Abonet: (0212) 210 0110 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ayr›m›: Mat Yap›m Elektronik Posta: [email protected] ‹nternet Sitesi: www.butundunya.com.tr Bas›m Tarihi: 31.08.2007 Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r. Eylül 2007 Y›l: 10, Say›: 112 ‹çindekiler Bir Amerikan F›kras›... 7 Ertu¤rul F›rkateyni METE AKYOL 41 YAfiAR ÖZTÜRK ‹letiler... ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU Türkiye Cumhuriyeti Son Gençlerinden Birini Daha Kaybetti METE AKYOL 12 “O, Bir Suçullu¤uydu, Onun Kadar Nazl›, Onun Kadar ‹çli...” 51 KONUR ERTOP SONGÜL SAYDAM Türkiye’m 19 Abdürrahim Tuncak Anlat›yor – 9 55 Kilimin Dü¤ümü 102 22 Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) 35 GÜRBÜZ EVREN Libya Ulusal Marfl›’n› Bir Türk Besteledi Makas ve... Kendinden Yap›flkanl› Not Ka¤›d› 63 73 113 Cin Arabas› 117 M. HAD‹ ‹LBAfi 77 YÜCEL AKSOY Sayfa: 41 40 Y›l Önce, 40 Y›l Sonra 109 NURAY BARTOSCHEK 37 “Pesaro Ku¤usu” 107 PEL‹N HAZAR Bir Yaflam Savafl›m› ESER TUTEL HAL‹DE ED‹P ADIVAR Koala Kimyac›l›¤› Sizden Bize 8 ‹lk Dersimiz Türkçe 17 95 Eylül SuDokular› 72 Bilginizi Denetleyin 105 Bir Baflkad›r Memleketim 121 1001 Güzel Söz 130 ERDO⁄AN SAKMAN AL‹ NA‹L‹ ERDEM Halide Edip Anlat›yor: Ateflle ‹mtihandan Sonra Amaca Var›fl YAfiAR ÖZTÜRK DR. MEHMET UHR‹ METE AKYOL Mevlana 800 Y›l Önce Bu Ay Do¤du Do¤u ‹le Bat› Aras›ndaki 100 Y›ll›k Müzik Köprüsü: Ahmed Adnan Saygun 79 “Sevil Berberi”nin Babas›: Gioacchino Antonio Rossini 124 YÜCEL AKSOY Uzayl› Dostlar›m MEHMET MUHS‹NO⁄LU 131 Sayfa: 95 Do¤u ‹le Bat› Aras›ndaki 100 Y›ll›k Müzik Köprüsü: A. Adnan Saygun AL‹ MURAT ERKORKMAZ “L’etat C’est Mai” 83 Mehmet Ali Pafla SONGÜL SAYDAM ‹LYAS HAL‹L Fin Okullar›ndan Ders Ç›karmak... Batmas›n›n Nedeni: Takdir-i ‹lahi Ertu¤rul F›rkateyni 4 87 CHERYL TANRIVERD‹ E¤itim ve Spor MET‹N GÖREN Dünyadan Atasözleri HALUK ERDEMOL 92 S›rmakefl Sokak, No: 16 ENG‹N ÜNSAL Anne ve Babalardan 144 139 Mankafa Poldi 148 Kareler ve Rakamlar 152 Mant›k Bilmecesi 153 143 Satranç 154 Bulmaca 156 Ay›n Kitaplar› 158 149 Bir Fotograf Bin Sözcük 160 5 Bir Amerikan F›kras›... •Mete Akyol - Bütün Dünya• A merika Birleflik Devletleri’nin, kendini yeni yeni oluflturmaya bafllad›¤› günlerde kasaban›n en zengin adam› John, yan›nda çal›flan James’in kulland›¤› at arabas›yla kente giderken, yol kenar›nda bir pislik görmüfl ve James’e, arabay› durdurmas›n› söylemifl. Sonra da yolun kenar›ndaki pisli¤i göstererek ona bir öneride bulunmufl: “fiu pisli¤in yar›s›n› yersen, bu arabay› da, atlar› da sana veririm” demifl. Yoksul iflçi James, patronunun önerisini kabul etmifl: “Nas›l olsa çevrede görecek kimse yok” demifl kendi kendine. “Sonunda bu iki ata da, koskoca arabaya da sahip olabilece¤im ya, yerim ben o pisli¤i...” Pisli¤in yar›s›n› yemifl ve koskoca at arabas›n›n da, iki at›n da bir anda sahibi oluvermifl. Akflam kentten dönerlerken bu kez patron John kendi kendine söylenmeye bafllam›fl: “Sabah bir anl›k fl›mar›kl›¤›m tuttu, koskoca arabam› da, atlar›m› da boflu bofluna kaybetmifl oldum” demifl ve pisli¤in oldu¤u yere geldiklerinde arabay› yine durdurmas›n› söylemifl James’e. Ve ona bir öneride daha bulunmufl: “Sabah yar›s›n› yedi¤in flu pisli¤in öteki yar›s›n› da ben yersem” demifl ve sormufl: “Atlar›m› da, arabam› da bana geri verir misin?” Pislik yeme¤i kabul etti¤i için günboyunca kendini suçlayan James, patronunun bu önerisini hemen kabul etmifl: Patron John, sabahki fl›mar›kl›¤›n›n bedeli olarak pisli¤in öteki yar›s›n› da kendi yemifl. Ve atlar›yla arabas›na yeniden sahip olmas›n›n sevinciyle kasabaya dönerken birden durmufl, James’e dönmüfl: “Sana bir soru soraca¤›m” demifl. “Sabah kasabadan ç›karken bu atlar da, bu araba da benimdi; flimdi kasabaya dönüyoruz, bu atlar da, bu araba da yine benim.” Ve sorusunu sormufl: “Peki, bu arada biz bu pisli¤i neden yedik?” *** Bu f›kray› 1961 y›l›nda Milliyet’te yazm›flt›m. 27 May›s’tan sonra kapat›lan Demokrat Parti’nin devam› olarak kurulan Adalet Partisi, o y›l yap›lan milletvekili seçiminde büyük bir baflar› sa¤lam›fl ve CHP ile koalisyon hükümeti kurarak, iktidara gelmiflti. Umulan bir sonuç vermeyen tüm olaylardan sonra, o olaylar›n bafllad›¤› noktaya döndü¤ümüz her an, hep bu f›kra gelir akl›ma ve kimseye duyurmamaya özen göstererek, Patron John’›n sorusunu m›r›ldan›r›m kendi kendime...• 7 Sizden Bize Mektuplar Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul [email protected] Faks: 0216-456 2729 erhaba “Bütün Dünya”m... Dergimizi her ay özenle okuyorum, özellikle de Say›n Mete Akyol’un yaz› dizisini... Benim sizlerden ö¤renmek istedi¤im bir fley var: A¤ustos 2007 say›n›zda, Say›n Mete Akyol, sat›r aralar›nda Say›n Abdürrahim Tuncak’›n Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün o¤lu oldu¤unu belirtiyordu sanki... Ya da ben öyle anlad›m... Acaba Say›n Mete Akyol bu röportaj dizisinden sonra bildiklerini bizimle paylaflacak m›? Yoksa tüm bunlar bir giz olarak m› kalacak? Dergimizin ve tüm yazarlar›m›z›n çal›flmalar›n›n hep böyle baflar›l› kalmas› dile¤i ve sayg›lar›mla, Çi¤dem Fulya Günebakan, ‹zmir. M 8 erhaba Say›n Gürbüz Evren, “Bütün Dünya” dergisindeki temmuz yaz›n›z› okudum. Büyük merakla bir sonraki yaz›n›z› bekliyorum. O kültürlü (!) Avrupal›lar’›n düfltü¤ü flafl›rt›c› durumlar gözümde canland› okurken... Elinize sa¤l›k, gerçekten çok güzel olmufl. Belki bir gün benim de elimden bu tür bir fley gelir. Çok u¤raflm›fl olmal›s›n›z. Anlatt›klar›n›z kolay de¤il. Moral bozuklu¤u pes etmeye neden olmam›fl sizde. Bu baflar›l› çal›flman›zdan dolay› sizi tebrik ediyorum. Dilek Kobal. M ngelli bir kiflinin neler yapabilece¤ini, azmederse önündeki tüm “engel”leri kald›rabilce¤ini bizlere gösteren Say›n Necdet Turhan’a çok teflekkür ediyorum. E Biz engelli olmayan kiflilerin bile yapmaya cesaret edemeyece¤i iflleri baflararak asl›nda “herkesin herfleyi yapabilece¤i”ni kan›tlayan Say›n Necdet Turhan’a akl›ndaki tüm projeleri gerçeklefltirmesini diliyorum. Ayr›ca bir teflekkürüm de Say›n fiadan Hergüner’e... Böylesi güzel bir yaz›y› kaleme ald›¤› için... Kendisinin doyumsuz yaz›lar›n› her ay bekliyor olaca¤›z. Sayg›lar›mla, Dr. Taha Çankal, Osmaniye, Adana. erginizle televizyon arac›l›D ¤›yla tan›flt›m. ‹çeri¤ini merak edip ald›m ve daimi okuyucusu haline geldim. Dergiyi kar›flt›ran herkes ilgisini çekecek yaz› bulabilir. Benim en çok ilgimi çeken bölüm, “‹nsanl›¤a Adanan Yaflamlar”... Ayr›ca yan›m›zda kolayl›kla tafl›yaca¤›m›z biçimde tasarlanmas› da derginin baflka bir avantaj›. “Bütün Dünya”y› çok baflar›l› buluyorum, zevkle okuyorum ve en önemlisi okudukça ö¤rendi¤imi hissediyorum. Gül Engin, Tokat. ütün Dünya” yaz›lar›n›n “B müptelas› olmufl durumday›z. Bu say›da –A¤ustos 2007– Say›n Mehmet Muhsino¤lu’nun “Demir Perde” ve “Marmelatl› Çörek” adl› yaz›s› yine tarihten bir yaprak aralarken, bilmedi¤imiz ayr›nt›lara da flafl›rd›k okurken... Ayr›ca Say›n Pelin Hazar’›n yaz›lar›n› da ilgiyle okuyorum. “Kumbara ve Brooklyn Köprüsü” adl› yaz›s› çok hoflumuza gitti. Sa- y›n ‹zlen fien’in Letonya, Riga’yla ilgili yaz›s›yla da o¤lum Batu pek ilgilendi, zaten onun ifli gücü, tüm merak› co¤rafya... Ebru Sa¤ay, ‹zmir. ay›n Cheryl Tanr›verdi, bana S yine bilmedi¤im, hatta belki de bilmek istemeyece¤im bilgiler verdiniz. “Bilmek istemeyece¤im” diyorum; çünkü sürüngenler benim çok korktu¤um bir hayvan türü olmas›na karfl›n sizin kaleminizden bu konuyu büyük bir zevkle okudum. Size çok teflekkür ederim Cheryl Han›m, bu ay da bana bir fleyler ö¤rettiniz. Sa¤ olun... Gamze Parlak, Bursa. ay›n Konur Ertop, “Otlar›n S A¤açlar›n Dilini Konuflan Hikmet Birand” adl› yaz›n›z› büyük bir zevkle okudum. Küresel ›s›nma, çölleflme derken bizim de bir zamanlar böylesine güzel araflt›rmalar yapan bir yazar›m›z oldu¤unu ö¤renmek, hatta yaz›lar›ndan örnekler okumak çok güzel ve de anlaml›yd›. Kaleminize sa¤l›k... Müjgan Elvermez, ‹stanbul. ütün Dünya”n›n yay›m“B lanmas›nda eme¤i geçen herkese teflekkür etmeyi kendime bir görev say›yorum. Derginizi ilk okudu¤um andan itibaren bir ba¤›ml›l›k yaratt›. Her ay›n ilk günlerinde koflarak bu dergiyi al›yor ve bir solukta okuyorum. Okurken de her yaz›dan 9 Sizden ayr› bir tat al›yorum. Bu için öyle de¤il... Ben bu Bize derginin gerçekten büdergiyle olgunlaflt›m. Beyük bir özveriyle haz›rni bu dergi tamamlad›. land›¤›na inan›yorum. Dergimi okumuyorum, Yapt›¤›n›z ifli büyük bir onunla sohbet ediyorum. baflar›yla gerçeklefltiriKendimi “Bütün Dünyorsunuz. Baflar›lar›n›z›n ya” ekibinden biriymifl giMektuplar devam›n› diliyorum. bi hissediyorum. Beni de Türk ulusunun böyle bu büyük, güçlü ve s›cakaliteli çal›flmalar sayesinde daha c›k aile ortam›n›za ald›¤›n›z için güzel yerlerde olaca¤›na inan›yo- teflekkür ederim. ‹yi ki vars›n›z. rum. Sayg›lar›mla, Herfley için sa¤ olun... Mustafa Do¤ru, Kürflad Efe fiener. K›rflehir. ize her ay öyle bir afl› yap›ilemezsiniz, nas›l sab›rs›zyorsunuz ki, ömür boyu sül›kla derginizi bekledi¤imi- recek bir kültür afl›s› bu... Kültüzi... Su içerken nas›l nefes al›nm›- rüme katk›da bulunacak çok deyorsa, “Bütün Dünya”y› okurken ¤erli bilgiler veriyorsunuz. fiimde nefes alam›yorum. Bir de bak- diden büyük bir arflive sahibim m›fl›m ki sonuna gelmiflim. Top- sizlerin sayesinde... lumumuzu medeni, ileri, ça¤dafl Dergide eme¤i geçen herkeseviyelere tafl›yarak bizlere do¤ru se bütün dünyam› ayd›nlatt›¤› yolu gösteriyorsunuz. Sonsuz için çok teflekkür ediyorum. Sevsayg› ve sevgilerimle, giyle kal›n. Emre Küçükayvaz, Ahmet Gök, ‹stanbul. Manavgat, Antalya. B B ütün Dünya” dergisi ile taiyasadaki bu kadar dergi “B n›flmam Türkçe ö¤retme- P içinde kendimi gelifltirebinim sayesinde oldu. Derginiz çok lecek tek muhteflem dergi olduak›c›, ö¤retici, insana huzur veren bir dergi. Derginizin A¤ustos 2007 say›s› çok güzeldi. Baflar›lar›n›z›n devam›n› dilerim... Merve Ç›ld›r, Bal›kesir. üzel Ayd›n’›n sosyal bilimler lisesinde okuyan ve kendini yaln›z hissedip “Bütün Dünya” ekibiyle kendini yeniden bulan 16 yafl›nda bir insan›m. Ço¤u insan için “Bütün Dünya” belki s›radan bir dergi gibidir; fakat benim G 10 ¤unuzu düflünüyorum ve baflar›lar›n›z›n devam›n› diliyorum. ‹lknur Ya¤d›gül, Adana. er say›s›n› sab›rs›zl›kla H bekledi¤im tek dergisiniz. Beni düflündüren, unutmaya yüz tutmufl birçok fleyi bana hat›rlatan çok özel bir dergi... Bir ö¤retmen olarak içerisindeki birçok öyküyü ö¤rencilerime okumaktan, onlarla bu öyküleri paylaflmaktan çok hofllan›yorum. Duyuru Tahtas› çesinrkut il ’un Ko e Y‹BO’da fl u M n s Emr ezaba, be Merha mbet Yunu z yar› aç›k c 996 u ü 1 K m n i lu e ku dek ¤m rum. O larak s›na ra çal›fl›yo ak kurulma im yuvas› o rli r it la ¤ yete e e a v n evi o n a ezan buy . Uygu y›l›nda vermektedir ad›¤›ndan c uz, r lm t o o e iy m d iz se m hiz phane rak his ezabir kütü patmam›fl ola phane bir c lao a tü k l› ü r evini izi... Her k ap ve yara it ›mlakendim t›r fliar›yla k di¤er yard a z evi kap üflündü¤ünü d › Aykaz, ›n . ¤ ca Veysel Y‹BO, liyoruz k e b › r›n›z s Emre . t Yunu Korkut, Mufl Kümbe 6457 1 1 3 ) : (0436 tmail.com el. no. Okul t selaykaz@ho vey Eme¤i geçen herkese çok teflekkür ediyorum. Deniz Ünlü, Kütahya. ütün Dünya” önce üniver“B site yollar›nda otobüs kitab›md›, sonra baflucumda klavuzum oldu. ‹fl hayat›mda sürekli yan›mda arkadafllar›mla sohbetlerde paylafl›m›m oldu. Sonras›nda da çal›flt›¤›m okullar›n kütüphanelerine almaya bafllad›m. Yüre¤inize sa¤l›k. Çi¤dem Orhan, Antalya. Merhaba, ben Nilüfe r Aydo¤du. Bingöl Anadolu Lisesi’nde okuy orum. Biz okulumuzun kütüphanesini zengin lefltirmek amac›yla “Bir Kitap da Benden” adl› bir kampany a düzenledik. Ama yard›ma iht iyac›m›z var. Bize yard›m eder misiniz? Nilüfer Aydo¤du, Bingöl. Okul tel. no.: (0426) 2 13 5354 [email protected] m [email protected] om er kesim taraf›ndan kolayH ca anlafl›labilen, ilginç konular›n her ay yer ald›¤›, yazarlar›n her zaman ola¤anüstü baflar› gösterdi¤i çok güzel bir dergi “Bütün Dünya”... Funda Özdemir, Ankara. nsan›n bu karmafl›k dünyada ‹ kendisi gibi düflünen insanlar›n var oldu¤unu bilmesi ne kadar huzur verici... Serkan Selçuk, Hakkari. ayat arkadafl›m›n bana vererginizi çok be¤eniyorum ve H di¤i en güzel hediyelerden D çevreme s›k s›k öneriyorum. birisi de siz oldunuz. Ona çok Özellikle bu yay›n çöplü¤ünün fley borçluyum. Yeni say›lar›n›z› sab›rs›zl›kla bekliyoruz. Eme¤inize, yüre¤inize sa¤l›k... fi. Gül Yurt, Ankara. içinde tertemiz bir dergi oldu¤unuzu düflünüyorum. Teflekkürler “Bütün Dünya”m... Hasan Üreten, Ankara. 11 Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin ünlü yazar› Hamdi Varo¤lu “Günümüzde okur say›s› artt› ama do¤ru düzgün yazan yazar say›s› çok azald›” demiflti. Bu sav bugün için de geçerli. Ço¤unun s›¤›na¤› “zaman darl›¤›”. Ancak bugünkü durum, zaman darl›¤›ndan çok, özensizlikten, dile sayg›s›zl›ktan kaynaklan›yor. Anadiline sayg›s› olmayan›n kendisine sayg›s› olabilir mi? ‹letiler... B ilgisayar›mda birikmifl Say›n Güvensen de –san›r›m pek çok ileti var. Olanak- bir ö¤retmen olman›n olgunlu¤u lar›m elverdikçe yan›tla- ve inceli¤iyle– uyar›yor, diyor ki: maya çal›fl›yorum. Bun“Hocam, iyi çal›flmalar. Ad›m lardan Say›n Güvensen’in Sezen Yekbun Güvensen. Türk di23.06.2007 tarihli iletisi bana de- li ve edebiyat› ö¤retmeniyim. Ben ¤erli okurum Berk A¤lagül’ün eski sizi Bütün Dünya’n›n 1 Haziran bir sorusunu an›msatt›. 2007 say›s›ndaki yaz›n›zda geçen Say›n A¤lagül dibir dilbilgisi kural› yordu ki: “... yaz›n›ziçin rahats›z edeceda, size yazmam› ge¤im. Ö¤renmek isteTürk Dili rektiren bir konu dikdi¤im iki bilgi var. Siz katimi çekti. Yaz› yaz›n›zda ‘Türkçe’yi’ içinde bir kere geçikelimesini bu flekilde yor olsa dizgi yanl›fl› kullanm›fls›n›z. Ben der geçerdim. Ancak dersane ö¤retmenibirkaç kez ve ayn› yim. Bizim ö¤rencileflekilde geçince acare verdi¤imiz bilgide: ba ben mi yanl›fl biliÖzel isimler yap›m yorum diye beni eki alm›flsa ve çekim Orhan araflt›rmaya yöneltti. eki de kullanmak geVelidedeo¤lu Ancak TDK Sözlürekiyorsa noktalama ¤ü’nde böyle bir fleye iflareti kullan›lmaz raslamad›m. ⁄ ile ya–kesme iflareti gibi–. z›lan bugün sözcü¤ü. Üç yerde Bir di¤er ö¤renmek istedi¤im bilgi “bu¤ün” diye geçen “bugün” de- ise; birçok kaynakta farkl› yazd›¤› ¤il midir? 1. Takvimin bu¤ünkü için net bir bilgiye sahip de¤ilim; yapra¤›nda bir vecize... 2. Bu¤ün- dershane mi dersane mi diye yaz›kü Türk yazarlar›... 3. Bizim bu- l›yor? Hastane, postane v.b gibi ¤ünkü yazarlar›m›z.... Bu konu- kelimelerde de kullan›m nas›ld›r? larla ilgilendi¤iniz için biz okuyu- E¤er beni ayd›nlat›rsan›z çok mincular› ayd›nlat›r m›s›n›z?” nettar kal›r›m. ‹yi çal›flmalar.” 12 H er yazar›n dikkatinden kaçan yan›lg›lar› olabilir. Bütün Dünya dergisinde yazmaya bafllad›¤›m yedi y›l içinde iki kez yan›lg›m› saptayan bir de¤erli okuruma, dikkatinden dolay› aç›kça teflekkür ettim, özür diledim. Say›n A¤lagül ve Say›n Güvensen’e ise dikkatlerinden dolay› teflekkür edemiyorum; çünkü o sözcükler benim de¤il. Dergimizin A¤ustos 2006 say›s›nda flöyle demifltim: Yaz›mda (‹mlâda) kurallar›n genifl tutulmas›, gereksiz imlemelere, duraksamalara, dolay›s›yla yan›lg›lara yol açmaktad›r. En yetkin, en ifllevsel yaz›m, bütün sorunlar› çözümlenmifl ve kurallara ba¤lanm›fl olan› de¤il; kurallar› en aza indirilerek pekifltirilmifl, aç›k ve kolay anlafl›l›r olan›d›r. Kurallar ne kadar yal›n olursa, yaz›m birli¤i o kadar kolay sa¤lan›r. Ancak görüyorum ki, yaz›lar›mda anlat›m›m› belirginlefltirmek için kullanma gere¤ini duydu¤um baz› imler (noktalama iflaretleri), özellikle de “t›rnak ve tek t›rnak”, “italik yaz›”, “siyah harf/bold” konular›nda baz› okurlar›mda yeterli dikkat yo¤unlu¤unu sa¤layamam›fl›m. Konuyu bir kere daha vurgulamak için, dile iliflkin yaz› ve yap›tlar›yla ünlü yazar Nejat Muallimo¤lu’nun flu anlat›m›na, özetle, bir göz atal›m: “T›rnak iflareti (“ ”), son derece önemli bir noktalama iflaretidir. Bu iflaretin bafll›ca fonksiyonu, di¤erlerinin sözlerini, onlar›n söyledi¤i veya yazd›¤› flekilde, hiçbir kelimeyi de¤ifltirmeden, oldu¤u gibi nakletmektir... “Bir kimsenin sözlerini kendi yaz›s›na almak isteyen bir yazar, onun, t›rnak içinde gösterdi¤i söz- lerini aynen almaya mecburdur... Bizde, maalesef, bu en basit kurala riayet etmeyen yazarlar, gazeteciler çok. Böylelerine Amerika’da ‘flerefsiz’ insanlar denir. Bir gazeteci, bir kimsenin sözlerini t›rnak içinde göstermesine ra¤men, onun kulland›¤› kelimeleri bile bile kullanmazsa aleyhine dâva bile aç›labilir. Bizlere oralarda [Amerika’da] noktalama iflaretleri ö¤retilirken, bu ‘ahlakî’ noktalar üzerinde bilhassa durulurdu...” (Türkçe Bilen Aran›yor, ‹stanbul, 1999 s. 878) Her yazar›n kendine özgü bir biçemi (üslubu) vard›r. Onun anlat›m biçimi ya da noktalama anlay›fl›, al›nt› yapana göre yanl›fl olabilir. Ancak, yaz›m yanl›fllar› olan bir tümce ya da bölümce (paragraf) al›nt›lanacaksa, al›nt›layan onu düzeltmemeli. Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin ünlü yazar› Hamdi Varo¤lu “Günümüzde okur say›s› artt› ama do¤ru düzgün yazan yazar say›s› çok azald›” demiflti. Bu sav bugün için de geçerli. Ço¤unun s›¤›na¤› “zaman darl›¤›”. Ancak bugünkü durum, zaman darl›¤›ndan çok, özensizlikten, dile sayg›s›zl›ktan kaynaklan›yor. Anadiline sayg›s› olmayan›n kendisine sayg›s› olabilir mi? B ak›n, Amerikal› ünlü yazar Mark Twain, bas›mevine gönderdi¤i yaz›lar›ndaki noktalama imlerinin görevli düzeltmen taraf›ndan de¤ifltirilmeye kalk›fl›ld›¤›n› duydu¤unda yay›nc›s›na hemen bir telgraf çeker ve düzeltmenin son duas›n› dahi yapmas›na olanak sa¤lanmadan öldürülmesini emreder. (!) ‹flte yazar onuru budur!.. 13 ‹letiler... Bütün Dünya • Eylül 2007 A ncak, al›nt›lanmak istenen yaz›da düzeltilmesi gereken yanl›fl ya da aç›klanmas› gereken bir sözcük varsa, yan›na, köfleli ayraç içerisinde –olanakl› ise italik harflerle– düzeltme ya da uyar› yap›labilir. Bir gazeteden iki al›nt›: “Kanuni Sultan Süleyman görkemli bir Osmanl› padiflah› oldu¤u kadar divan› da olan (Avni Divan›) ulu bir flair...” “Birinci ve ikinci sanayi ve kalk›nma planlar› ile çok sayg›n ve soylu bir u¤rafl verilmifl, co¤rafya bütüncül olarak ele al›nm›fl...” Birinci al›nt›da ad› geçen “Avnî Divan›” Fatih Sultan Mehmet’indir. Kanunî ise fliirlerini “Muhibbî” takma ad›yla yazm›flt›r. ‹kinci al›nt›da “bütüncül” sözcü¤ü totaliter karfl›l›¤›d›r, burada yanl›fl kullan›lm›flt›r. Bu tümceleri al›nt›lamak isteyen kifli yanl›fll›¤›n ay›rd›ndaysa “Avni Divan›” n›n yan›na [Muhibbî Divan›]; “bütüncül” sözcü¤ünün yan›na da uyar› olarak [yanl›fl] ya da sözcü¤ün do¤rusu olan [bütün] yazabilir. Yaz›lar›m› genelde araflt›rmaya dayal› yazd›¤›m için al›nt›lara çok yer verir, dolay›s›yla t›rnak imini kullanmak zorunda kal›r›m. S›k kullan›lan bu im bir yerde okumay› zorlaflt›r›r, dikkati da¤›t›r. O nedenle, uygun düfltükçe, baz› al›nt›lar›mda ya da önemsedi¤im sözcükleri vurgulamada italik veya siyah harf kullan›r›m. (T›rnak kullanmadan, sadece harf boyutu küçültülerek, örne¤in 14 puntodan 12 puntoya inerek de al›nt› yap›labilir.) Ancak, hat›rlatmak isterim ki, italik ya da siyah harflerle yazd›¤›m 14 al›nt› ya da sözcüklerde “t›rnak” imini kesinlikle kullanmam. Ne yaz›k ki, pek çok yazar›m›z noktalama imlerini bir mirasyedi savurganl›¤›yla gelifligüzel kullan›r, al›nt›lad›¤›, önemsedi¤i bir sözü t›rnak içinde siyah ya da italik (hatta siyah italik) yaz›yla yazmakta sak›nca görmez. Oysa, siyah ya da italik yaz›yla yap›lan al›nt›larda veya sözcüklerde t›rnak imi kullan›lmaz: “Muhibbî” Mu yaz›l›fl› do¤ru; “Muhibbî ”, “M hibb î ”, “M Muhibb î ” yaz›l›fllar›nda t›rnak imine gerek yok. T›rnak iminden amaç al›nt› yap›ld›¤›n› belirtmek, bir sözcü¤ü vurgulamak ise harf de¤iflikli¤i de ayn› görevi yapar. Bunun yazmay› kolaylaflt›ran, okuyanda dikkati çeken bir yan› daha vard›r: Uzun ve birkaç bölümceli al›nt›larda her bölümcenin bafl›na t›rnak imi konur ve al›nt›n›n bafl›nda aç›lan t›rnak son bölümcenin bitiminde kapan›r. Bu gibi al›nt›larda –hele de bölümce say›s› fazla ise– as›l yaz› ile al›nt› yaz› ay›r›m›, okuyanda duraksama (tereddüt) yaratabilir; Say›n Berk A¤lagül’de oldu¤u gibi... S ay›n A¤lagül, bu yan›lg›ya düflmeseydi, bu¤ün sözcü¤ünün benim de¤il, Nurullah Ataç’›n oldu¤unun ay›rd›na var›rd›. Üstelik, al›nt›n›n sonunda, yazar ad›yla birlikte kayna¤› da belirtilmiflti. Ayr›ca, Ataç’›n sözcü¤ünün do¤rusu da bu¤ün de¤il, bü¤ün olmal›yd›; düzeltiyorum. Kendilerine ikinci bir kaynak vereyim: Nurullah Ataç, Söylefliler, YKY. ‹stanbul, 1. bask›, 2000, s. 261) T ürk Dili ve Edebiyat› ö¤retmeni Say›n Güvensen’in uyar›s› yerinde: Türkçe’yi yaz›l›fl› do¤ru de¤il; kesme imi kullan›lmadan Türkçeyi yaz›lmal›yd›. Ancak, okurumun elektronik iletisini aynen al›nt›lad›m; Nejat Muallimo¤lu’nun dedi¤i gibi... Say›n Güvensen’in ikinci sorusuna gelince: Atatürk’ün Türk Dil Kurumu 1983’te kapat›lana kadar 60 y›lda oluflturulup pekifltirilen pek çok yaz›m kural›, Kenan Evren’in devlet bürosu TDK’since alt üst edildi. Örne¤in altm›fl y›ll›k ilkokulu ilk okul, ortaokulu orta okul yapt›¤› gibi dersane, eczane, hastane, pastane, postane sözcülerini de dershane, eczahane, hastahane, pastahane, postahane biçimine dönüfltürdü. Bu sözcükler, Atatürk’ün 1932’de kurdu¤u Türk Dil Kurumu’nun 1935’te yay›mlad›¤› Türkçeden Osmanl›caya Cep K›lavuzu’ndan bafllayarak bu kurumun süre¤i (devam›) olan bugünkü Dil Derne¤i’nin 1989’dan bu yana yay›mlad›¤› bütün sözcük ve yaz›m k›lavuzlar›nda dersane, eczane, hastane, pastane, postane biçimindedir. Bugün, günlük yaflamda çok kullan›lan, yazarlarca benimsenmifl, devlet yaz›flmalar›na bile girmifl bu sözcükleri dershane, eczahane, hastahane, pastahane, postahane biçiminde yazmak yanl›flt›r. Bal›khane, çayhane, do¤umhane, kahvehane, kumarhane, meyhane, flaraphane gibi sözcüklerde ise “h” harfi korunmufltur. *** Okurlar›mdan bugüne kadar ald›¤›m iletiler aras›nda soru soranlar çok; övücü, özendirici olanlar ise pek çok. Yedi y›l boyunca, bir iki tane de olsa yerici ileti de gelmedi de¤il. Bunlardan birini de 5 Temmuz 2007 tarihinde ald›m. fiunu özellikle vurguluyorum: Ben, yafl› 3 çeyrek yüzy›l› aflm›fl bir Atatürk genciyim. Yaz›lar›m› dinç kafalar için, Atatürk’ün cumhuriyeti emanet etti¤i Türk gençleri için yaz›yorum. Baz›lar› be¤enmese de biz dilimizi, sözcüklerimizi seviyoruz ve kullanmay› sürdürece¤iz. Ancak onlara yine de teflekkür ediyorum Bütün Dünya’y› okuduklar› için; ola ki dergimizi okuyarak onlar da bir gün bize kat›l›rlar. Not: Yaz›m› bitirip son kez gözden geçiriyordum ki, dergimizin A¤ustos 2007 say›s›yla birlikte bir “Ifl›k” doldu gönlüme. “Bizden Size Mektuplar” sayfas›nda, pek çok okurumuz gibi Sevgili Çi¤dem Ifl›k’›n iletisi de çabam›za güç katt›: “Say›n Orhan Velidedeo¤lu, “T BMM’inde Türkçe Komisyonu” bafll›kl› yaz›n›z› büyük bir zevkle ve sizden yine bir fleyler ö¤renerek okudum. Türkçemize sahip ç›kt›¤›n›z ve genç kufla¤a -benim gibi- Türkçemizi anlat›p do¤ru yolu gösterdi¤iniz için size çok teflekkür ederim. Umar›m bir gün ben de sizin gibi çok derin bir Türkçe bilgisine sahip olurum. Sayg›lar›mla.”• [email protected] 15 ‹lk Dersimiz Türkçe Saniye Özden Sözcük bilginizi denetledikten sonra, do¤ru yan›tlar için 18’inci sayfam›za bak›n›z 1. peksimet (yunanca) – a) kek b) pasta c) ›s›da kurutulmufl ekmek ç) bayat ekmek 2. iskonto (italyanca) – a) indirim b) bakiye c) kalan ç) zarar›na 3. faça (italyanca) – a) görünüfl b) tav›r c) yara ç) k›l›k 4. efendi (yunanca) – a) köle sahibi b) terbiyeli, nazik c) erkek hizmetçi ç) sahip 5. karakter (frans›zca) – a) ›ra, özyap› b) huy c) nitelik ç) özellik 6. karambol (frans›zca) – a) kaos b) kar›fl›kl›k c) bozukluk ç) düzensizlik 7. kukla (yunanca) – a) kifliliksiz b) oyuncak c) gerçekd›fl› ç) niteliksiz 8. radikal (frans›zca) – a) kökten b) içeriden c) sa¤lamca ç) as›l 9. statü (frans›zca) – a) rütbe b) makam, konum c) düzey ç) aflama 10. pano (frans›zca) – a) levha b) iflaret c) tablo ç) çerçeve 11. net (frans›zca) – a) aç›k seçik b) bütün c) pürüzsüz ç) karmaflas›z 12. papel (ispanyolca) – a) para b) miktar c) bedel ç) fiyat 13. reel (frans›zca) – a) aynen c) oldu¤u gibi c) aç›kça ç) gerçek 14. risk (frans›zca) – a) zarar olas›l›¤› b) tehlike c) korku verici ç) zararl› 15. sinonim (frans›zca) – a) anlamdafl b) benzer c) ayn› ç) karfl›t 17 ‹lk Dersimiz Türkçe Tüm ö¤retmenlik yaflam›nda binlerce uygar Türk genci yetifltiren, cumhuriyet döneminin öncü ö¤retmenlerinden Cemile Aytaç, yaflam›n›n 99’uncu y›l›nda Ankara’da yaflama veda etti. Yan›tlar 17’nci sayfam›zda yer alan sözcüklerin do¤ru karfl›l›klar› 1. peksimet (yunanca) – c) ›s›da kurutulmufl ekmek. Türkçe’ye çok eskiden yerleflmifl ve benimsenmifl bir sözcüktür. 2. iskonto (italyanca) – a) indirim. Önceden yerli bir sözcük gibiydi; ama flimdi “indirim”e yerini büyük oranda b›rakt›. Dar›s› “indirim”li sat›fl yer adlar›n›n bafl›na... 3. faça (italyanca) – ç) k›l›k. Asl›nda argo bir sözcüktür; ama de¤iflmeceli (mecazi) kullan›m› da bulunmaktad›r. 4. efendi (yunanca) – b) terbiyeli, nazik. Efendi sözcü¤ünün uzun bir serüveni var Türkçe’de... Sahip’ten, hizmetçiye de¤in genifl bir de¤iflim yaflad›. Bugün öbür anlamlar›n›n yan›nda öne ç›kan› “terbiyeli” olan›d›r. 5. karakter (frans›zca) – a) ›ra, özyap›. Karakter, Öztürkçe karfl›l›klar›n›n yan›nda yayg›n kullan›m›n› koruyor. 6. karambol (frans›zca) – b) kar›fl›kl›k. Bir bilardo terimi olan “karambol”, istekan›n vurdu¤u topun öbür toplar› vurmas› anlam›ndad›r. De¤iflmeceli anlam›yla yerleflti Türkçe’ye. 7. kukla (yunanca) – a) kifliliksiz. Tahta, karton gibi fleylerden yap›lm›fl hayvan ya da insan figürleri ve bu figürlerin devinimleri sa¤lanarak sahnelenen oyun anlam›ndad›r. Bu anlam›ndan daha çok de¤iflmeceli anlam›yla kullan›lmas› yayg›nd›r. Kendi iradesini yaflayamay›p bir baflkas›n›n yönlendirifliyle hareket eden kifli ya da devlet, hükümet: “Kukla hükümetler...” “Sevgilisinin kuklas› oldu ç›kt› sonunda.” 18 8. radikal (frans›zca) – a) kökten. Latince “kök” anlam›ndaki “radikx” kökünden Bat› dillerine geçen “radikal”in tamlama s›fat› olarak kullan›lmas› daha çok yayg›nlaflt›: “Radikal dinci”, “Radikal ‹slamc›” gibi. Bu kullan›m›n yan›nda “köktendinci” gibi kullan›mlar da yayg›nd›r. Fizik ve kimya terimi olarak kullan›m›n› da unutmamal›: “Serbest radikaller”. 9. statü (frans›zca) – b) makam, konum. Ne yaz›k ki bu sözcük ülkedeki bürokratik dil yüzünden “statüsünü” koruyor. 10. pano (frans›zca) – a) levha. Pano “levha”dan daha yayg›n. Arapça’n›n yerini Frans›zca ald›. 11. net (frans›zca) – a) aç›k seçik. “Net”in, Türkçe san›lacak kadar yayg›nlafl›p yerleflti¤ini “aç›k seçik” görebiliyoruz. 12. papel (ispanyolca) – a) para. Bu ‹spanyolca argo sözcük Türkler taraf›ndan çok sevildi. Türkiye Cumhuriyeti Son Gençlerinden Birini Daha 13. reel (frans›zca) – ç) gerçek. Bir dönem çok yayg›n kullan›lan “reel”, bugün daha çok ekonomi alan›nda yayg›nd›r. 14. risk (frans›zca) – a) zarar olas›l›¤›. “Tehlike”, “zarar” sözcükleri, yeterince uyar›c› gelmedi¤i için mi “risk” ye¤leniyor? 15. sinonim (frans›zca) – a) anlamdafl. Bir dönem Bülent Ecevit’in dilinde s›k geçen “sinonim”, “anlamdafl” gibi bir karfl›l›¤› bulunca, ona yerini çabucak verdi. Kaybetti •Mete Akyol - Bütün Dünya• B u y›l temmuzun son haftas›nda, Ö¤retmen Cemile Aytaç’› da kaybettik. Oysa 100’üncü yafl›na ad›m atmas›na yaln›zca birkaç ay kalm›flt›. Ö¤retmen Cemile Aytaç’›n kiflili¤inde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yak›n tarihinin bir yak›n görgü tan›¤›n›, Türk istiklali ve cumhuriyeti ise, muhafaza ve müdafaas›n›n kendisine birin19 Bütün Dünya • Eylül 2007 Türkiye Cumhuriyeti Son Gençlerinden Birini Daha Kaybetti ci görevi olarak verildi¤i kurulufl günleri Türk gençli¤inin son erini kaybetti. leri için, beyinsel üretimleriyle ve kiflisel davran›fllar›yla Atatürk ayd›nl›¤›n› yans›tmalar› gerekti¤i görüflünü daha genifl topluluklara yaymak amac›yla dergilerde yaz›lar yazm›fl, radyolarda, televizyonlarda konuflmalar yapm›fl ve... Tüm beyinsel üretimiyle ve kiflisel davran›fl›yla ayr›ca, bir “Uygar Türk”ün nas›l olmas› gerekti¤inin örne¤ini oluflturmufltur. Bu y›l›n temmuzunun son haftas›nda, onu da kaybettik. Cenazesi, Türk halk›n›n son seçimini yapt›¤› günden birkaç gün sonra Ankara’da, Kocatepe Camii’nden kald›r›ld›. O gün Kocatepe Camii’nin musalla tafllar›nda, Türk bayra¤›n›n sar›p sarmalayarak kucaklad›¤› üç tabutta, milletvekili mazbatas›n› alamadan bir trafik kazas›nda yaflam›n› kaybeden Prof. Dr. M. Cihat Özönder, bir albay ve Ö¤retmen Cemile Aytaç yat›yorlard›. ‹lk iki “er” kifliden sonra imam, üçüncü s›radaki “hatun” kiflinin de cenaze namaz›n› k›ld›rmak üzere toplulu¤un önündeki “görevli” yerini almadan önce Ö¤retmen Cemile Aytaç’›n tabutunun önündeki (bu yaz›n›n bafl›nda gördü¤ünüz) fotograf›n› ters çevirdi, sonra da “Hatun kifli niyetine” diyerek cenaze namaz›n› k›ld›rmaya bafllad›. Yeryüzüne bahfledilmifl en ayd›nl›k ve en insansal bir dini, Ankara’n›n Kocatepe Camii’nin o gün görevli imam›n›n anlay›fl› ve yorumlay›fl›, yüzeysel görünümüyle çok basit bir davran›flt›r. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ça¤dafl ve uygar kimli¤i aç›s›ndan dikkatle bak›ld›¤›nda ise bu olay, devrimsel geliflimimiz önüne ç›kar›lan bir Dervifl Vahdeti tehlikesinin, filiz vermek üzere y›llar sonra çatlayan bir tohumu dehfletindedir. Sonsuzluk uykusundaki merhum Ö¤retmen Cemile Aytaç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bafl›na gelebilecek olas› bir tehlikenin tan›¤› olamad› ama... O sonsuzluk uykusunda bile ö¤retmenlik görevini sürdürdü, dolayl› da olsa, büyük bir tehlikeyi görmemizi sa¤layarak bize önce dersimizi, sonra da ev ödevimizi verdi: “Tehlikeyi görmezden gelmeyin...” dedi. “Uyan›k olun...” S onsuzlu¤unun mekan›nda ›fl›klar içinde yats›n, sonsuzlu¤unun zaman›nda huzurlar içinde uyusun. Cemile Aytaç, çocuk yafllar›nda bafllam›flt› Türkiye’nin bafl›na gelenlerin görgü tan›kl›¤›na... “O geceyar›s› saat ikide, minarelerden gelen sela sesleriyle f›rlad›k yataklar›m›zdan. Daha sonra Ramazan davulcular› dolaflmaya bafllad›lar sokaklarda. ‘Kalk›n ey ahali... Uyan›n ey ‹zmirliler... Düflman ‹zmir’i iflgal ediyor...” seslerine, silah sesleri kar›flt›.” Mahallesindeki yafl›t› arkadafllar›yla birlikte iflgalci askerlerin karfl›s›na geçip, ellerindeki ka¤›t Türk bayraklar›n› onlar›n gözlerine sokarcas›na sallayarak direnifl yapt›klar› günleri Cemile Aytaç, tan›kl›¤›n› yapt›¤› günler olarak de¤il, görevini yapt›¤› günler olarak an›msam›flt›r yaflam› boyunca. Babas›n›n flehit edilmesinden sonra annesiyle birlikte Nevflehir’e, day›s›n›n yan›na gittikleri günlerini ise yaln›zca gözlerinin önünden y›llarca eksilmeyen görüntülerle de¤il, ac›s›n› ve s›z›s›n› hiçbir zaman unutamad›¤› yüre¤inin ezikli¤iyle de ömrü boyunca yaflam›flt›r. ‹flgalci askerlere tafl f›rlatt›¤› ‹zmir sokaklar›nda üç y›l sonra bir 9 Eylül sabah› flak›d›¤›n› duydu¤u nal sesleri, Cemile Aytaç’›n kulaklar›nda da, beyninde ve yüre¤inde de, bitmeyen bir zafer marfl› coflkusunu yüzy›la yak›n süre korumufltur. Cemile Aytaç, kendine çizdi¤i “Mustafa Kemal Pafla’n›n Cemile’si” olaca¤› amac›yla ‹zmir Ö¤retmen Okulu’nda ö¤renimine ve e¤itimine bafllam›fl, okulu bitirdikten sonra ise bu amac›n› “Reflat Nuri’nin Feride’si” inanc›, içtenli¤i, gururu ve görev sorumlulu¤uyla pekifltirerek Anadolu’nun çeflitli yörelerine ›fl›¤›n› götürmüfl, binlerce ö¤renci yetifltirmifltir. Atatürk devrimlerinin tümünü genç bir ö¤retmen kimli¤iyle önce kendi özümsemifl ve uygulam›fl, sonra da baflta ö¤rencileri olmak üzere tüm çevresine tan›tm›fl, özümsetmifl ve uygulamalar›na yard›mc› olmufltur. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve onun kurdu¤u ça¤dafl Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anlam›n› ve de¤erini Cemile Aytaç’tan ö¤renmeleri, onun, bir bölümü Türkiye’nin yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan binlerce ö¤rencisi için yaflamsal bir talih olmufltur. Her gerçek ö¤retmen gibi Cemile Aytaç da, görevinden emekli olduktan sonra da ayn› sorumluluk duygusuyla sürdürmüfltür ö¤retmenlik kimli¤ini. Uygar tüm Türk gençlerin “uygar” kimli¤ini hak edebilme20 B u y›l temmuzun son haftas›nda, Ö¤retmen Cemile Aytaç’› da kaybettik. Oysa 100’üncü yafl›na ad›m atmas›na yaln›zca birkaç ay kalm›flt›. Ö¤retmen Cemile Aytaç’›n kiflili¤inde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yak›n tarihinin bir yak›n görgü tan›¤›n›, Türk istiklali ve cumhuriyeti ise, muhafaza ve müdafaas›n›n kendisine birinci görevi olarak verildi¤i kurulufl günleri Türk gençli¤inin son erini kaybetti. Sonsuzlu¤unun mekan›nda ›fl›klar içinde yats›n, sonsuzlu¤unun zaman›nda huzurlar içinde uyusun.• 21 Bu Bölümdeki Fotograflar› Çeken Sanatç›yla Tan›fl›n Beyflehir’de do¤an Reha Bilir, ‹stanbul Üniversitesi, Eczac›l›k Fakültesi’nden mezun olduktan sonra serbest eczac› olarak çal›flmaya bafllam›flt›r. Eskiflehir Anadolu Lisesi’nde okudu¤u y›llarda bafllad›¤› amatör fotografç›l›¤› 30 y›ld›r sürdürüyor. ‹lk ödülünü 1975 y›l›nda Akbank’›n bölgeleraras› yar›flmas›nda alan Bilir’in yurt içi ve yurt d›fl› yar›flmalarda birçok ödülü bulunmaktaReha Bilir d›r. 2000 y›l›nda “Son Ustalar” adl› seri fotograflar›yla Pamukbank Foto¤raf Yar›flmas›’nda teflvik ödülü ald›. Uluslararas› Foto¤raf Federasyonu patronajl› yar›flmalardaki ödüllerinden dolay›, 2003 y›l›nda AFIAP (Uluslararas› fotograf sanatç›s›) unvan›yla ödüllendirildi. Birçok ülkede karma sergilerde fotograflar› yer alan Reha Bilir’in, ülkemizde de birçok ilde fotograflar› ve dia gösterileri sergilendi. “Dijital Kareler” adl› sergisi nedeniyle, Pamukbank taraf›ndan yay›mlanan “Türkiye’de Foto¤raf” adl› yay›nda, fotograf üzerinde bilgisayar ortam›nda oynamalar yapan ilk Türk fotografç›lar› aras›nda gösterildi. Birçok dergi, gazete ve mesleki yay›nlarda röportajlar›, fotograflar›, portfolyolar› yay›mland›. Uluslararas› ve ulusal birçok yar›flmada jüri üyesi oldu. Eczac›bafl› taraf›ndan yay›mlanan “Bal›kç›lar” ve “Pazar” albümlerinde fotograflar› yer ald›. Özel bir dergide, Pir Sultan Abdal’›n torunlar›n›n göçebe yaflam›n› konu alan “Gezginci Dervifllerin Kalender Torunlar›” ve Mevlevi yaflam›n›n konu edildi¤i “Ben Dönerim, Gökler Döner” adl› foto-röportajlar› yay›mland›. 1999 y›l›nda ‹sviçre’de Dünya Kupas›, 2004 y›l›nda ‹ngiltere’de mansiyon kazanan ülke tak›mlar›nda yer alan Bilir, toplam 5 kez ülke tak›m›na seçildi. Beyflehir’in Yeflilda¤ kasabas›ndaki “Leylekler Vadisi”nin fotograflarla ülkede ve yurt d›fl›nda tan›t›m›na katk›lar›ndan dolay›, Yeflilda¤ Belediyesi taraf›ndan 2004 y›l›nda “fahri hemflehrilik” belgesiyle ödüllendirildi. EFSAD (Eskiflehir), AFAD (Adana) ve AKF‹D (Akflehir) derneklerinin üyesi, Selçuklu Foto¤raf Sanat› Derne¤i (FOTOSEL)’in kurucu baflkan› olan fotografç›n›n “Photo Digital” dergisinde fotograf üzerine yaz›lar›, “Adana Life” dergisinde sanat söyleflileri yay›mlanmaktad›r. Birçok dernekte ve üniversitelerde fotograf etkinliklerine, fotograf günlerine, sempozyumlara, panellere, fotograf fuarlar›na fotograflar›yla ve birikimleriyle kat›lan fotografç›, Selçuk Üniversitesi, ‹letiflim Fakültesi fotograf etkinliklerine dan›flmanl›k yapmaktad›r.• 22 Fotograflar: Reha Bilir “Mevlana Y›l›”nda Tüm Dünya Onu An›yor Mevlana 800 Y›l Önce Bu Ay Do¤du Lütfen sayfay› çeviriniz ’ 23 Mevlana 800 Y›l Önce Bu Ay Do¤du •Songül Saydam - Bütün Dünya• addi de¤erlere ilginin giderek artt›¤› son dönemde sevgi, bu ilgiyle ters orant›l› bir biçimde, umursanmazl›k girdab›na itiliyor. Yaln›zca kendini düflünerek, herfleye sahip olma h›rs›yla dolu, yok edici anlay›fl, her geçen gün daha çok kiflinin benli¤ine egemen oluyor. Savafllar, artan ›rkç›l›k, düflüncede yaflanan kirlilik, yaln›zca insanl›¤a de¤il, tüm dünyaya, do¤aya, hayvan- M 24 lara, bitkilere yaflan›lmas› güç bir yar›n oluflturuyor. Bu kayg› verici geliflme karfl›s›nda dünyada bofl durmayanlar da var. Bu u¤rafl› içindeki Birleflmifl Milletler, 1995 y›l›nda somut bir biçimde tavr›n› ortaya koydu. Dünyan›n bu en etkin örgütünün E¤itim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 1995 y›l›n› “Uluslararas› Hoflgörü Y›l›” ilan etti. Dünyay› Mevlana’y› anlamaya ve ö¤renmeye ça¤›rd›. Oniki y›l sonra do¤umunun 800’üncü y›ldönümü dolay›s›yla 2007 “Dünya Mevlana Y›l›” ilan edildi. Çünkü 13’üncü yüzy›lda yaflamas›na karfl›n Mevlana, unutulmaz dizeleriyle o günlerdeki etkinli¤ini yüzy›llar sonra bugün de sürdürmektedir: “Gene gel, gene Ne olursan ol, ‹ster kafir ol, ister atefle tap, ister puta, ‹ster yüz kere tövbe etmifl ol, ‹ster yüz kere bozmufl ol tövbeni. Umutsuzluk kap›s› de¤il bu kap› Nas›lsan öyle gel.” Böylesi bir gönlün sahibi Mevlana, kendiniyse flöyle anlat›yordu: “Ben, bir pergel gibiyim. Bir aya¤›mla inançlar›ma ba¤l›y›m. Öbür aya¤›mla da yetmifliki milleti dolan›r, sarar sarmalar›m.” Onun din, ›rk, düflünce ayr›m› yapmaks›z›n yetmifliki milleti kucaklayan bu sözü, insanl›k tarihi denli eski olan insan sevgisinin kaynaklar›n› arayan her insanda yank›s›n› bulacakt›. “Biz birlefltirmek için geldik, ay›rmak için de¤il” diyerek Do¤u ve Bat› aras›nda bir köprü oldu Mevlana... Ça¤dafllar› Hac› Bektaflî Veli, Yunus Emre gibi düflünce ve sanat adamlar›n› etkiledi¤i gibi, kendisinden sonra gelenlere de esin kayna¤› oldu. u etki Do¤u’nun s›n›rlar›n› aflarak, Bat›’ya da yay›lacakt›. Bunlar aras›nda Danimarkal› yazar, halk masallar› toplay›c›s› Hans Christian Andersen de vard›. Mevlana’n›n yap›tlar›n›n ilk kez Almanca’ya çevrilmesinden sonra Goethe ve Hegel gibi sanatç› ve düflünürlere esin verecekti. Rembrandt gibi ünlü Bat›l› ressamlara ve Do¤u’nun ünlü B 25 minyatürcü ve ressamlar›n›n yap›tlar›na ›fl›k ve renk oldu. 988 y›l›nda Amerika’da “Open Secret” ad›ndaki Mevlana fliirleri kitab› 50 bin adet sat›ld›. Onu izleyen “The Essential Rumi” kitab› 110 bin adet satarak, en çok satan fliir kitab› oldu. O bugün Amerika’da en çok okunan flairler aras›nda. Sema gösterileri, Fransa, Amerika, ‹talya’ya taflm›fl durumda ve giderek artan bir ilgiyle izlenmeye devam ediyor. 21’inci yüzy›l›n yaflama getirdi¤i rahatl›k, insan›n içindeki bofllu¤u doldurmaya ne yaz›k ki yetmiyor. Mevlana insanlara flöyle sesleniyor: “‹nsanda o kadar büyük bir aflk, h›rs, arzu ve üzüntü vard›r ki yüzbinlerce alem kendisinin olsa yine huzur bulamaz. Bu zevklerin, arzular›n hepsi bir merdivene ben- 1 26 zer. Merdiven basamaklar› oturup kalmak için elveriflli de¤ildir; üzerine bas›p geçmek için yap›lm›flt›r. Uzun yolu k›saltmak, ömrü bu merdiven basamaklar›nda heder etmemek için çabuk uyanan ve durumu bilen insana ne mutlu.” “Bir can vard›r can›nda o can› ara, Beden da¤›ndaki gizli mücevheri ara! Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara, Amma d›flar›da de¤il, arad›¤›n› kendi içinde ara!” Mevlana Celâleddin Rumî 800 y›l önce 30 Eylül 1207’de Belh’de do¤du. Babas› Bahaeddin Veled, o günlerde Sufi e¤ilimli bir hukukçu ve ünlü bir söylevciydi. Dilinin tatl›l›¤› konuflmas›ndaki aç›kl›¤› ve nüktecili¤iyle Belh’te ve Horasan’›n öteki kentlerinde çok say›da taraftar edinmiflti. Onun Belh’te, Semerkand’da, Vahfl’ta ve Horasan’›n öteki kentlerinde yapt›¤› toplant›lara yüzlerce insan kat›l›rd›. O yaln›zca bir söylevci de¤il, ayn› zamanda eflsiz bir bilim adam› ve ayd›nd›. Bu yüzden halk ona, “Sultanü’l-Ulema” (Bilginlerin Sultan›) ad›n› takm›flt›. Mevlana befl yafl›ndayken ailesiyle birlikte göç yollar›na düfltü. Bir süre Erzincan, Malatya’da kald›ktan sonra Konya’ya yerlefltiler. Burada ilk e¤itimini babas›ndan alan Mevlana, daha sonra medreseye bafllad›. Onsekiz yafl›na geldi¤inde Gevher Hatun’la evlendi. Mevlana 1230’da babas›n›n ölümünden sonra, babas›n›n görevlerini üstlendi ve camide halka vaaz vermeye bafllad›. Fakat Mevlana kendini babas›n›n yerini almaya haz›r görmüyordu. Bu s›ralarda babas›n› görmek için Konya’ya gelen Tirmizli Seyyid Burhaneddin, Mevlana’n›n e¤itimi üzerinde önemli rol oynayacakt›. Mevlana dokuz y›l boyunca hocas› Burhaneddin’in yan›nda kald›. Halep ve fiam’da e¤itim ald›. Seyyid Burhaneddin, Mevlana’n›n düflünce dünyas›nda çok büyük ufuklar açt›, tasavvuf bilgileri afl›lad›, yeni bir düflünce evreninin oluflmas›n› sa¤lad›. Bu tasavvuf bilgilerinin kayna¤› eski ‹ran, Hint dinleri, özellikle de Zerdüfltluk’tan esinlenmekteydi. Mevlana, Burhaneddin’in emri üzerine “Riyazet” denilen perhizlere, nefsi ile savafla bafllad›. evlana sürekli perhizden dolay› zay›f, sar› yüzlü ve ince vücutluydu. D›fl görünüfle asla öncelik vermeyen bir kiflili¤e sahipti. Önem veren kiflileri, “Görünüfle tapan, görünüflün süsü içinde kalm›fl olan, M 27 Bütün Dünya • Eylül 2007 d›fl terbiye ile yetinip gösterifl için giyinen ve asla anlam›, derin nicelikleri bilmeyen, kavrayamayan ve görmeyen zavall›lar” olarak de¤erlendirmekteydi. na göre, insan önce kendisindeki kin, k›skançl›k, h›rs, merhametsizlik gibi kötü huylar› görüp onlar› e¤ittikten sonra baflkalar›n› k›namal›yd›. S›k›nt› ve huzursuzluk mutlaka bir günah›n cezas›, huzursa bir ibadetin karfl›l›¤›yd›. ‹yilik yapmak bir tür ibadetti ki, hem yapan hem de yap›lan kifli için yarar› vard›. 1241 y›l›nda hocas› Burhaneddin öldükten sonra Mevlana, medresede dersler vermeye bafllad›. Mevlana’n›n yaflam›ndaki en büyük de¤iflim 1244 y›l›nda Tebrizli fiems ile karfl›laflmas›yd›. fiems Konya’ya gelerek Mevlana’yla dost olduktan sonra, Mevlana bambaflka bir anlay›fla girdi. fiems’le karfl›laflmadan önce Mevlana medresede ders veren, camide vaaz eden, ibadetle meflgul olan bir hocayd›. fiems’in etkisiyle dersi, vaaz› b›rakt›. Kendini müzi¤e ve dansa (sema) verdi. fiiirlerinde o zamana de¤in görülmemifl bir coflku belirdi. ‹flte o günlerde yap›lan fiems’in de kat›ld›¤› büyük bir toplant›da, “Baflköfle neresidir?” diye soruldu¤unda, Mevlana, “Bilginlerin baflköflesi odan›n ortas›d›r. Ariflerin baflköflesi evin köflesidir. Sufilerin baflköflesi odan›n kenar›d›r. Âfl›klar›n görüflünde ise baflköfle dostun yan›d›r” yan›t›n› verdikten sonra fiems’in yan›na oturdu. Mevlana’daki bu de¤iflim ve fiems’e gösterdi¤i yak›nl›k halk›n O 28 büyük tepkisine neden oldu. Artan bu tepkiler karfl›s›nda fiems, kimseye haber vermeden fiam’a gitti. Mevlana fiems’in yerini ö¤renince onu Konya’ya getirtti. Yeniden eski yaflama dönülmüfltü. Ama bu durum uzun sürmeyecekti. fiems, aralar›nda Mevlana’n›n o¤lu Alaeddin’in de bulundu¤u yedi kifli taraf›ndan b›çaklanarak öldürüldü ve cesedi bir kuyuya at›ld›. Mevlana, fiems’in öldürüldü¤üne bir türlü inanamad›. fiems’i bulmak umuduyla iki kez fiam’a gitti. Onun öldü¤üne inand›ktan sonra, gece gündüz sema etti, gazeller ve fliirler okudu. Mevlana fiems’le tan›flt›ktan sonraki dönemini “Hamd›m, pifltim, yand›m” sözcükleriyle tan›mlad›. ‹nsanlar›n d›fltan gördü¤ü evreni içten gördü. “Herfley flimdi bafll›yor” diyerek insanlar›n ak›l yoluyla ulaflamad›¤› soyut bir aflk dünyas›na dald›. Bu aflk görünüflte de¤il özdeydi. Gerçek aflk, olgun insana duyulan ba¤l›l›k, kendi olgunlu¤unu onda görüfltü. Bu sevgi coflkunluk durumu geçince tüm insanlara, tüm canl›lara yay›l›r, iyiyi güzeli do¤rulu¤u amaçlar. flk, insan› h›rstan, kibirden, varl›ktan ve benlikten kurtaracak tek ilaçt›r. ‹nsan onunla bireysellikten kurtulur. Mevlana’ya göre, “Gerçek sevgilide suret yoktur. Günefl ›fl›klar› duvara vurunca, duvar parlakt›r, güzeldir. Fakat bu güzellik, bu parlakl›k, duvarda, duvar›n üstünde de¤il, günefltedir. Duvar y›k›lsa bile güzellik güneflte sonsuzdur. fiu halde kerpice de¤il, günefle gönül vermek gerek.” A nsanl›¤›n evrensel dilinin müzik oldu¤una inanan Mevlana’ya göre, Tanr›’n›n dili Türk olsun, Rum olsun, Arap olsun âfl›klar›n dilidir. ‹nsanlardaki birlik müzikle oluflacak. Bu düflüncesine karfl› ç›kanlara flöyle demiflti Mevlana: “Biz müzik ve dansla cennetin kap›s›n›n sesini duyuyoruz.” Tutucular bu söze karfl›l›k olarak “Biz de müzi¤in dans›n sesini duyuyoruz ama bize bir fley olmuyor” sözlerini söyleyince Mevlana, “Biz cennettin kap›s›n›n aç›l›fl›n›n sesini duyuyoruz, onlar kapan›fl›n›n sesini... Müzik ve dans aflk susuzlar›n› sular, dostlara can katar. Araplar buluta ‘Rebap’ (müzik aleti) derler. Bulut nas›l güllükteki gülleri sularsa, rebap da t›pk› öyledir. Ruh g›das›d›r... Sema bir uyan›flt›r. Zindanda uyanan elbette ziyandad›r ve uyanmay› istemez. Güllük ve gülistanl›k bir yerde uy- ‹ 30 kuya dalana gelince uyan›rsa zevki artar, belki de korkulu rüyalardan kurtulur. Kendi özünü görmeyen, ay yüzlü sevgiliyi seyredemeyen kifliye müzi¤in, tefin ne yarar› var?” diyerek yan›t vermifltir. Mevlana tutucular›n haram sayd›¤› müzi¤i, raks› ve resmi de yaflam›na katt›. Hayranlar›ndan biri olan “Gürcü” diye ça¤r›lan Gömeç Hatun, Kayseri’ye giderken Mevlana’n›n özlemine dayanamayaca¤›n› düflünerek Aynüddevle ad›ndaki bir Rum ressama Mevlana’n›n bir resmini yapmas›n› buyurdu. Ressam, ‹slam’da resmin haram oldu¤unu bildi¤inden kendisinin öneremeyece¤ini söyledi. “Gürcü” Mevlana’n›n onun düflündü¤ü gibi birisi olmad›¤›n› belirtti. Aynüddevle çekine çekine Mevlana’ya resmini yapmay› önerdi. Mevlana hiç çekinmeden “Becerebilirsen hemen baflla” dedi. Aynüddevle 20 portresini yapt›. Tü- mü de farkl› oluyordu. Hemen her çal›flmada Mevlana’n›n yüzü de¤ifliyordu. Aynüddevle bu durumu kendisine anlatt›¤›nda, Mevlana flu fliirle yan›t verdi: “Ah bir görebilseydim kendimi! Beyaz› verir renklerin bileflimi Ama benim ruhum huzur nedir bilmiyor, Yine de içim çok rahat S›n›rs›z derininde ruhumun Denizler bo¤uldu çünkü.” Din, dil, ›rk ayr›m› yapmaks›z›n tüm insanlar› kucaklayan Mevlana’n›n, kad›na verdi¤i de¤er de insancad›r. Evinde cariye kullanmayan, harem kurmayan Mevlana tekeflliydi. “Kad›n nedir, dünya ne? ‹ster söyle ister söyleme; o neyse gene odur. ‹nsanlar yasak edildikleri fleye karfl› afl›r› düflkün olurlar. Sen ne kadar kad›na, ‘Kendini sakla, örtün!’ diye emretsen, kendini gösterme iste¤i onda o oranda ço¤al›r. Halkta da, gizlendi¤inden dolay› o kad›n› görme e¤ilimi o kadar artar. fiu halde sen oturmufl, iki taraftan bu görmek ve görülmek arzusunu, ra¤betini art›r›yor ve bununla da onu ›slah etti¤ini san›yorsun. Bu yapt›¤›n fesatç›l›¤›n bizzat kendisidir.” “Kad›n Tanr›’n›n ›fl›¤›d›r, sevgili de¤il, yarat›c›d›r, yarat›lm›fl de¤il.” Evlenen o¤lu Sultan Veled’e yazd›¤› ünlü mektupta da efline bir soluk denli bile haks›zl›k etmemesini buyurdu. fi ems’in ölümünden sonra Salahaddin Zerkubi’yi kendisine yoldafl edindi. Salahaddin’in ölümünden sonra da Hüsameddin Çelebi’nin teflvikiyle yeni bir yarat›c›l›k dönemine girdi. Hüsameddin Çelebi, kendisinden ta31 Bütün Dünya • Eylül 2007 raftarlar›na can yoldafl› olacak manzum bir yap›t yazmas›n› istedi¤inde Mevlana, sar›¤›ndan bir ka¤›t parças› ç›kar›p Çelebi’ye uzatt›. Bunda Mesnevi’nin ilk onsekiz beyti yaz›l›yd›. Bundan sonra Mevlana söylemeye, Hüsameddin Çelebi yazmaya bafllad›. Bu sohbet onbefl y›l sürecekti. Alt› cilt olan bu yap›t Mevlana’n›n ölümünden k›sa bir süre önce tamamland›. evlana engin bilgisini, insan do¤as›n› en ince k›vr›mlar›na de¤in kavrayan düflünce yap›s›n›, Anadolu uygarl›klar›n›n zengin birikiminden alm›flt›. Arap ve Fars edebiyatlar›n› çok iyi biliyordu. Yunan filozoflar›n›, Yunan flairlerinin fliirlerini ana dilinden okuyordu. Hint-‹ran, Yunan mitolojisi, kutsal kitaplarda geçen öyküler, sonradan klasikleflmifl Arap ve ‹ran halk anlat›lar› Mevlana’n›n fliirlerinde genifl bir biçimde yer al›yordu. fiiirlerini, halk Farsça’s›yla yaz›yordu. Bu engin birikimin topland›¤› bir di¤er yap›t› da “Divan-› Kebir”di. Çeflitli konulardaki konuflmalar›, dost toplant›lar›nda dile getirdikleri “FihiMafih” ad› alt›nda derlenecekti. Mevlana 17 Aral›k 1277 günü 66 yafl›nda Konya’da yaflama veda etti. Cenaze töreni onun dünya görüflünün bir göstergesiydi adeta... Kentli, köylü, bilginler, sufiler, ahiler, devletin ileri gelenleri, H›ristiyanlar’dan ve Yahudiler’den oluflan büyük bir kalabal›k kat›ld›. Nefirler, neyler, ziller, davullar çal›n›yor, müritler sema yap›yorlard›. M 32 Babas›n›n bugünkü türbesinin yan›nda topra¤a verildi. Onun ölümüne dayanamayan kedisi de bir hafta sonra yaflama veda etti. Ayaklar›n›n dibinde yat›yor flimdi... Mevlana’ya göre ölüm sonsuzlu¤a kar›flmakt›: •“Ben o padiflah de¤ilim ki, tahttan ineyim, tabuta bineyim. Benim buyru¤um sonsuzluktur. Ölümümüzden sonra mezar›m›z› toprakta arama; bizim yerimiz bilge kiflilerin gönülleridir.” •“E¤er mezar›m› ziyarete gelirsen, üstündeki toprak oynar görünür sanma. Ey kardeflim, meclisime tefsiz gelme. Çünkü Tanr› meclisinde gaml› olmak yaraflmaz.” Sevginin kaynaklar›n› arayan her insan›n u¤ramadan geçemeyece¤i bir evren olan Mevlana flöyle diyor: •“Bütün insanlar› sev ki daima çiçekler ve gül bahçeleri içinde bulunas›n.” •“Her nerede ve ne halde olursan ol, dost ve âfl›k olmaya çal›fl.” •“Aflks›z olma ki ölü olmayas›n, aflkta öl ki diri kalas›n.” •“Aslolan sevmektir.” •“Cömertlikte ve yard›m etmede akarsu gibi ol.” •“fiefkat ve merhamette günefl gibi ol.” •“Baflkalar›n›n kusurunu örtmede gece gibi ol.” •“Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.” •“Tevazuda toprak gibi ol.” •“Hoflgörürlükte deniz gibi ol.” •“Ya oldu¤un gibi görün, ya göründü¤ün gibi ol.”• [email protected] Ulusal bilinçten yoksun yaflamay› içlerine sindirenlerse köle olmakta bir sak›nca görmemektedirler. Oysa cumhuriyeti kuranlar yurtta bar›fl, evrende bar›fl›, fleref ve haysiyetle yaflamak için ilke k›lm›fllard›r. Bu nedenle de Türklük bir kavga arac› olarak de¤il, bir yaflam biçimi olarak tan›mlanm›flt›r. Bu yüksek görüfl Türk’ü bir ulusun ad› k›lm›flt›r. Türkiye’m T ürkiye Büyük Millet Mecli“Efendim” diyordu. “Dün gece si aç›ld›. Birbirlerine uzak Hamburg’ta infla edilen bir gemiduranlar el s›k›flt›lar. Bas›n mizi teslim ald›ktan sonra onurubunu “Güzel Bafllang›ç” ma verilen yemekte çok üst rütbeolarak manfletten verdi. den bir subay bana hitaben yapt›Ulus ve ülke sevgisiyle dolup ¤› konuflmada, ‘Say›n komutan›m, taflanlar›n mutlu olduklar›ndan H›ristiyanlar dinlerinin Asya’ya yakuflkumuz yoktur. y›lmas›n› engelledi¤inizOrtak bir paydada birden, Slavlar da s›cak deleflmek ussall›¤›n gere¤i- Yaflamdan nizlere inmelerini önledidir. Ve Türkiye’min buna sizleri sevmezGözlemler ¤inizden gereksinimi vard›r. Ülke ler. fiimdi siz 50 milyonüzerinde oynanmak istesunuz ve e¤er toplum nen oyunlar› bofla ç›karolarak karn› tok, s›rt› pek man›n yoludur bu... olursan›z bu 50 milyon Türkiye Cumhuriyeti silah demektir ki, bununbir Türk devletidir. Bünla dünyan›n dengesi boyesindeki etnik guruplar› zulur. Bunu düflmanlar›oluflturanlar da Türk van›z gibi, dostlar›n›z da istandafllar›d›r. Aksine bir temezler. Bu nedenledir Ali Naili görüfl kargaflaya ve huki, sizler hep d›fltan alaErdem zursuzlu¤a zemin haz›rlaca¤›n›z yard›mlarla yaflar makt›r ki bunun yaln›zca durumda olmal›s›n›z. düflmanlara yarar› vard›r. Hiçbir zaman kendi ayaklar›n›z Bunu yaflayarak geliyoruz. üzerinde durmamal›s›n›z, hep dizYetmiflli y›llardan biri... Alman- lerinizin üzerinde yaflamal›s›n›z. ya’n›n geçici baflkenti Bonn’un bir Bunun için de Türkiye devaml› bir banliyösü olan Bad Godesberg’te kargafla içinde olmal›d›r. Bunun Deniz Kuvvetleri Komutan› Orami- nas›l olaca¤›n› soruyorsan›z söyleral Hilmi F›rat’› dinliyorum: yeyim: “Bu Abaza, bu Çerkez, bu 35 Bütün Dünya • Eylül 2007 Gürcü, bu Laz, bu Arapl›, bu Kürt” diyerek birbirine k›rd›r›r›z.’” T ürkiye üstünde tezgahlanan bu oyun bugün de vard›r. Dünler içinde Osmanl›’y› bitirdiler, doymad›lar. fiimdi Türkiye’yi bitirmek istiyorlar. ‹fl birlikçileri var, bir de ulusal onurlar›n› yitirmifl olanlar... Ulusal bilinçten yoksun yaflamay› içlerine sindirenlerse köle olmakta bir sak›nca görmemektedirler. Oysa cumhuriyeti kuranlar yurtta bar›fl, evrende bar›fl›, fleref ve haysiyetle yaflamak için ilke k›lm›fllard›r. Bu nedenle de Türklük bir kavga arac› olarak de¤il, bir yaflam biçimi olarak tan›mlanm›flt›r. Bu yüksek görüfl Türk’ü bir ulusun ad› k›lm›flt›r. Türklük ise bir nüfus cüzdan› sorunu de¤ildir ve cumhuriyeti kuranlar Türk halk›d›r ki da¤›lan Osmanl› ‹mparatorlu¤u’ndan kopup gelen ve bugün yaflad›klar› topraklara yerleflenlerdir. Toprak onlarla imana gelmifl ve vatan olmufltur. Ve bu topraklar, vatanla, Türk’le özdeflleflmifltir. Ulus, tarihi ve sosyolojik bir olgu olup içinde Abaza, Pomak, Çerkez, Gürcü, Laz, Kürt ve Arapl› var olup ne mutlu türküm diyene mayas›yla mayalanm›fl bir bütündür. Bu bir anlamda da duygu birli¤i olup ulusal kültürde bütünleflmedir. Amac› ise vatan›n ve milletin bölünmezli¤inde birleflmedir. Çünkü vatan bir bölgecilik hareketi olmay›p bir bütünleflme hareketidir. ‹flte bu nedenledir ki ne Alevi az›nl›kt›r; ne Kürt ne de ötekiler... Esas›nda Türk toplumu temelde 36 “tek-kültür” devleti kimli¤ini temsil etmektedir. Nitekim parlamentoda bulundu¤um yirmi y›l içinde yüzlerce milletvekiliyle birlikte oldum. Bölücüsünü görmedim yaln›zca çeflitli ideolojilere saplanm›fl olanlara tan›k oldum. Ülkenin bütünlü¤üyle kavgal› olan› yoktu. Daha güzel, daha zengin, daha huzurlu ve daha adil bir Türkiye özlemiyle ç›rp›nanlar› tan›d›m. Ne do¤du¤umuz yerlere tak›ld›k ne de din ve vicdan özgürlü¤üne... Kanaatlerini, ideolojilerini ve ideallerini siyaset arenas›na tafl›yanlar bölünmüfl bir ulusu düfllemedikleri gibi, düflünmediler de... Tutucular hep oldu. Ama bölücüler olmad›. Türkiye sevdas›n› farkl› dozlarda alg›lad›k; fakat ulusa sadakatte ve devlete ba¤l›l›kta fark›m›z olmad›. 12 Eylül 1980 sonras› BTP’nin efl baflkan› Ahmet Türk’le ayn› ko¤uflta gözetim alt›nda bulundum. Sofraya birlikte oturduk, 1980 darbesinin getirdikleriyle, götürdüklerini bulmaya çal›flt›k. fiimdi yeni bir dönem bafll›yor. H alk›n refah›n› sa¤layacak çal›flmalar bir günefl gibi her baflar›l› hizmeti ayd›nlatmal›, daha sayg›n bir Türkiye ça¤dafl uygarl›k düzeyinin üstüne ç›kmal›d›r. Korkusuz yaflama özgürlü¤ü su gibi, hava gibi içimizden eksilmemelidir. Devlet tek, ulus tek, bayrak tek hedefinden sapma olmadan yar›nlar›n bilimle ayd›nlanan ufkunda varl›¤›m›z sayg›yla selamlanmal›d›r.• ‹zmir 85 Y›l Önce Düflman ‹flgalinden Kurtuldu Halide Edip Anlat›yor: Ateflle ‹mtihandan Sonra Amaca Var›fl 15 May›s 1919 ‹zmir’in iflgalinden 9 Eylül 1922 günü ‹zmir’in 85 y›l önce kurtar›lmas›na uzanan yolu “Türkün Ateflle ‹mtihan›” adl› yap›t›nda anlatan Halide Edip Ad›var’›n bugüne ›fl›k tutan tan›kl›¤›n› sizlerle paylafl›yoruz: •Halide Edip Ad›var - “Türkün Ateflle ‹mtihan›”• “A nkara’dan Konya’ya giderken tozlu yollu Kürt köylerinden geçiyor ve düflünüyordum. Mustafa Kemal Pafla’n›n birden bire emri eski vali Tahsin Bey’in evinde ona yüklenen sözleri yalanl›yordu. Her halde Sakarya’n›n kazan›lmas›ndan sonra, Mustafa Kemal Pafla da bana bu hareketlerde bir u¤ur atfediyordu. “‹flte martta ‹zmir’e yürüyüflümüzün bafllang›c› bu taarruzda bafllad›. Benim Sultanahmet mitingindeki karanl›k günlerde gösterdi¤im inanç gerçeklefliyordu. Bu zaferi, halk›n iradesi yaratm›flt›. Erzurum’dan ‹zmir’e kadar kanlar›n› ak›tarak yürüyen halk; köylüler, kad›nlar, erkekler ve çocuklar sonunda yurdu bu zafere erifltiriyorlard›. Türk’ün hayat›n›n gelece¤i hep onlara ba¤l›yd›. Bu zaferi, görünmeyen bu ads›z halk sonunda yaratabilmiflti. “A¤ustosun yirmi yedisi. Ak- flam saat alt›da kendimi Konya’daki Hilâl-i Ahmer (K›z›lay) hastanesinin kap›s›nda buldum. ‹brahim at›mla cepheye gitti. Benim yan›mda yaln›z Yoldafl vard›. “Savafl bir gün önce bafllam›flt›. Ertesi güne kadar da tren yoktu. Fakat sabahleyin demiryollar› müfettifli bir otodrezinle yola ç›kacak ve beni de götürecekti. Yolda, kad›nlar›n bize üzüm ve armut ikram›ndan ifllerin iyi gitti¤ini sezdim. Biz Çay’a varmadan ordu Afyonkarahisar’a girmiflti. Milletin içindeki sevinci yaln›z gözlerinden anl›yordunuz. 37 Halide Edip Anlat›yor: Ateflle ‹mtihandan Sonra Amaca Var›fl “Ç ay’a girdi¤im zaman kalpa¤› bir yana e¤ilmifl, Napoleon tavr›yla çal›m satan bir subayla karfl›laflt›m. Subay, Afyonkarahisar’a henüz bir araç gitmedi¤ini, fakat benim Albay Kamil’le konuflmam gerekece¤ini söyledi. Albay Kamil nakliye merkezinin bafl›nda bulunuyordu. Bana araç sa¤layabilecekti. Cephe arkas›ndaki subaylar cephedekilerden daha çok çal›ml›yd›lar. “Albay Kamil çok nazik davrand› ve bana hemen bir araç buldu. Topallaya topallaya yürüdü¤ü için yaral› olup olmad›¤›n› sordum. Dedi ki: “‘Hay›r, beni Konya’da mücadeleye karfl› olanlar yakalad›lar. Naz›m’›n yan›ndayd›m. O pencereden atlayarak kurtuldu. Mücadeleye karfl› olanlar›n bafl›ndaki köylüler beni üç gün sürecek bir iflkenceden sonra ölüme mahkûm ettiler. Birinci günü dayak att›lar (hayli fliddetli); ikinci günü aya¤›m›n t›rnaklar›n› söktüler (iflte bu acayip yürüyüfl ondan ileri geliyor); üçüncü günü de beni soydular, kollar›m› ipe ba¤layarak bir at›n arkas›na koydular. At h›zl› koflunca kafam yerlere çarp›p durmaya bafllad›. Görüyorsun ya Onbafl›, beni ölümden oraya gelen ordumuz kurtard›. Fakat seninle beraber gelecek durumda de¤ilim...’ “Elini sayg›yla s›kt›m. “Ben floförün yan›nda oturuyordum. Edirneliydi. Memleketin kurtulaca¤›na inan›yordu. Afyon yolu, bir y›ld›r kullan›lmad›¤› için, nereden gidece¤ini pek bilemiyordu. Karanl›k basm›fl, yollar gö38 rünmüyordu. fioför de bir yanl›fl yola sapm›flt›. ‹ki saat sonra, tüfek seslerinden cepheye yaklaflm›fl oldu¤umuzu anlad›m. Yunanl›lar›n eline düflebilirdik. Geriye döndük. Bu karanl›kta görünen tek ›fl›k Afyon’un yak›n›ndaki Çobanlar köyünden geliyor olmal›yd›. Önümüzdeki karanl›kta bafllar› beyaz sarg›l› flekiller dolafl›yordu. Yaral›lar birbirine dayanarak Çay’a gitmeye çal›fl›yorlard›. Arabadan hemen atlad›m. “‘Merhaba hemfleri. Bu yol Afyon’a gider mi?’ “‘Do¤ru Afyon’a ç›kar. Ama yoldan ayr›lmay›n. Çukurlar bomba dolu!’ “Bunu söyledikten sonra, beklemeden yoluna devam etti. “Afyon’un yüksek kayal›klar› göründü¤ü zaman, ortal›kta bir tak›m toprak renkli gölgeler göze çarp›yordu. Yunanl›lar›n yakm›fl oldu¤u evlerin y›k›nt›lar›nda hâlâ atefl vard›. Karargâh birkaç saat önce Afyon’a girmiflti. “B üyük bir evin kap›s›nda durduk. Emir erleri merdivenlerde subaylar›n eflyalar›n› tafl›yorlard›. Subaylar odalar›ndan ç›k›yorlar ve bana “Merhaba Onbafl›m” diye sesleniyorlard›. Aralar›nda Binbafl› Tahsin de vard›. Benim tam zaman›nda yetiflece¤imi tahmin etmiflti. Cephedeki emir erim Ali R›za daha gelmemiflti. Fakat Binbafl› Tahsin’in emir eri Memifl bana hizmet etti. Önce yüzümü y›kad›m. Binbafl› Tahsin bana “Hemen baflkomutana rapor ediniz. Çavuflu iki kez geldi, sizi sordu” dedi. “Baflkomutan’›n nerede oldu- Tablo, Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi’nden al›nm›flt›r. Bütün Dünya • Eylül 2007 “Büyük Zafer’den Sonra Türk Ordusu ‹zmir’e Girerken” ¤unu sordu¤um zaman, “yandaki odada” oldu¤u söyledi. “Sokaklar, siyahl› insan ça¤layanlar›yla doluydu. Evler ›fl›kl›. Bir kad›n grubu komutan›n pencerelerine gözleri dikili duruyor. Aralar›nda ihtiyar bir hatun beni yakalayarak iki yana¤›mdan öptü. Ben de onun iki elini öperek bafl›ma koydum. Ondan sonra s›rayla hepsi boynuma sar›ld›lar. Bu, zaferin temelinin kendileri oldu¤unu sezmeyen bir grup. “Nihayet, Sakarya günlerininkinden daha büyük bir sofra. Büyük bir masa. Subaylar dolafl›yor. Bir küçük odan›n kap›s› aç›k. Yuvarlak bir masada iki lamba yan›yor. Fevzi Pafla ile Mustafa Kemal Pafla bir harita üzerine e¤ilmifller, bir fleyler konufluyorlar. Mustafa Kemal Pafla’n›n bafl›nda yüz günefl birden do¤mufl gibi yüzü parl›yor. “‘Safa geldin, Han›mefendi!’ “‘Tebrik ederim Paflam, en sonunda baflard›n›z.’ “Bir kahkaha: ‘Evet sonunda bu ifli yapt›k. Buraya nas›l geldiniz?’ “‘Az daha Yunanl›lar›n aras›na düflüyordum.’ “‘Ben de bugün Yunanl›lar›n aras›na düflüyordum.’ “Bunu söylerken yine gülüyordu. “‘Sizin düflmeniz çok büyük bir felaket olurdu.’ “Yine bir kahkaha: ‘Gelin, Han›mefendi, yemek yiyelim.’ “F evzi Pafla karfl›mda oturuyor ve memnun oldu¤u anlardaki gibi sa¤ gö¤süne vurup gürüldüyordu. ‹smet Pafla da oradayd›. “Geçmifl günlerde neler çekmifl oldu¤unu düflünerek Mustafa Kemal Pafla’n›n neflesi insana ferahl›k veriyordu. Dedim ki: “‘‹zmir’i ald›ktan sonra art›k biraz dinlenirsiniz Paflam. Çok yoruldunuz.’ “‘Dinlenmek mi? Yunanl›lar39 Bütün Dünya • Eylül 2007 “Ben gülüyordum. Gelece¤i düflünüyordum. Mustafa Kemal Pafla bu büyük ak›mda üste gelen en büyük dalgayd›. Ertesi sabah Afyon’da dolaflarak halkla iliflki kurdum. Dumlup›nar’da savafl vard›. ‹smet Pafla o gece hareket edecek, ben de kendi flubemle ertesi sabah gidecektim. “A¤ustosun otuzuncu günü, Dr. Murat beni Afyon’dan Dumlup›nar’a götürdü. ‹brahim daha Doru’yla gelmemiflti. Yollar cephane ve “mühimmat” yüklü kamyonlar ve yorgun düflmüfl atlarla doluydu. Köylüler bizim otomobili durdurarak, gözleri ›fl›k içinde, konufluyorlard›. Bir tanesi boynuma sar›larak, elimin içine s›cak bir somun b›rakt›. Dr. Murat bunun bu kad›nlar›n kalbinin bir sembolü oldu¤unu söyledi. Erkekleri onlar yaflatm›fllard›. Asker alaylar› t›kan›k bir bo¤azdan f›rlayan bir ak›m halinde, kurtaracaklar› flehre bir tufan gibi gireceklerdi.”• Bir hasta doktoruna dert yand›: “Bildi¤iniz gibi de¤il, doktorcu¤um” dedi. “Düflümde, üzerinde bir yaz› olan kap›y› itiyor, itiyor; ama bir türlü açam›yorum. Kap›y› açamay›nca da s›k›nt›lar bas›yor, ter içinde kalk›yorum yataktan... Sizce ne yapmal›y›m?” Doktor, hastas›n›n gördü¤ü düflü bir süre düflündükten sonra “Peki, kap›n›n üzerinde ne yaz›yor?” diye sordu. Hasta hiç beklemeden “Kap›n›n üzerinde ‘Çekiniz’ yaz›yor” dedi. Doktor bu yan›t üzerine “Tamam” dedi ve hastan›n sorununun çözümünü tane tane anlatmaya bafllad›: “Bu gece düflünüzde o kap›y› itmeyi de¤il, çekmeyi deneyin” dedi. “Göreceksiniz tüm sorunlar›n›z ortadan kalkacak...”• Eflinden dert yanan genç komflusuna deneyimli komflu kad›n, çeflitli ö¤ütler verdikten sonra bir de öneride bulundu: “Bir kad›n, eflinin peflini b›rakmamal›d›r” dedi. Genç kad›n, büyük bir çaresizlik içinde bafl›n› iki yana sallad›: “Benim aç›mdan olanaks›z, bu” dedi. “Eflim postac›, çünkü...”• 40 Bahriye Naz›r› Hasan Hüsnü Pafla, hem damad›n› yitirmifl hem de tüm uyar›lara karfl›n inat etmifl, “çürük” oldu¤unu bildi¤i Ertu¤rul F›rkateyni’ni, böylesi uzun bir yola göndermiflti. Suçlu kimdi? Bu soruyu soran olmad›¤› için de, suçun kimde oldu¤u araflt›r›lmad› da ö¤renilemedi de... Olay›n suçlusu yoktu; ama bir nedeni vard›. O nedeni de saray flöyle aç›kl›yordu: “Takdir-i ‹lahi...” “Ertu¤rul F›rkateyni Japonya Seferi”, Ressam: Mîrilivâ Nuri dan sonra birbirimizle kavga edece¤iz! Birbirimizi yiyece¤iz!’ “‘Niçin? O kadar yap›lacak ifl var ki!’ “‘Ya bana karfl› ç›km›fl olan adamlar?’ “‘Bu bir millet meclisinde tabiî de¤il mi?’ “Burada gözleri tehlikeli surette parlad› ve ‹kinci Grup’tan iki isim söyleyerek onlar›n halk taraf›ndan linç edilmeye lây›k olduklar›n› söyledi. “Ben bu sözleri ciddiye almad›m. Sonunda amac›m›za ulafl›yorduk. Bu kadar büyük bir millî fedakârl›ktan sonra o milletin en büyük mükâfat›n› hak etmiflti. Biraz sonra yemek yerken: “‘Bu mücadele bitince, durum s›k›nt›l› olacak baflka heyecanl› ifl bulmal›y›z, Han›mefendi’ dedi. “Bu sözler Mustafa Kemal Pafla’n›n karakterinin anahtar›d›r. Büyük kudrete eriflenlerin hepsinde bu vard›r. J Ertu¤rul F›rkateyni apon ‹mparatoru Meiji’ye bir Osmanl› niflan› ve çeflitli arma¤anlar vermek isteyen Abdülhamid, bu niflan› ve arma¤anlar› Japonya’ya götürmek için donanman›n gemilerinden birinin haz›rlanmas› emrini verince hükümet, Abdülhamid’in Haliç’e mahkum etti¤i gemiler aras›nda bir seçim yapt›. Bu yolculu¤u baflar›yla yapabilecek Hamidiye Z›rhl›s›, Avnillah Korveti, Asar-› Tevfik Z›rhl›s› gemileri dururken, hükümet bu ifl için nedense, 25 y›ll›k “yafll›” Ertu¤rul F›rkateyni’ni seçti. Ertu¤rul F›rkateyni, ‹stanbul tersanelerinde yap›lm›fl bir savafl gemisiydi; ama onu ötekilerden ay›ran özelli¤i, hem yelken hem de makine ile hareket edebilmesiydi. Bu “yafll›” geminin bir baflka özelli¤i de, bir y›l önce ahflap bölümlerinin onar›mdan geçirilmifl olmas›na karfl›n, makine ve kazanlar›n alt›ndaki bölümlerine dokunulmam›fl olmas›yd›. Ertu¤rul’un baflçarkç›s› Albay 41 Bütün Dünya • Eylül 2007 Harty Bey, hükümet üyelerinin yapt›klar› bu seçime karfl› ç›kt›: nekli birkaç subay›n daha kat›lmas› sa¤land›. Bu subaylardan biri de, ileride armara, Ege ve hadi Cumhuriyet döneminin önemli Akdeniz de diyelim adlar›ndan olacak Milli E¤itim Baama” dedi. “Bu ge- kan› Hasan Âli Yücel’in dedesi mi K›z›ldeniz, Hint Süvari Ali Bey’di. Okyanusu, Çin Denizi, Büyük OkSorunlar giderilmeye çal›fl›layanus’u aflacak yap›ya ve güce sa- rak yolculuk haz›rl›klar› yap›l›yorhip de¤ildir.” du ama... Osmanl›’n›n elinde geSonra da sorumluluk duygu- minin gidece¤i güzergâh›n haritasuyla, bir rapor haz›rlad›. Raporun lar› ve bilgileri yoktu. Bulunabiltek tümceyle özeti fluydu: di¤i kadar haritalar, deniz fenerle“Bu geminin makinesi ve kazan›, rinin yerlerini gösteren çizimler, böyle bir yolculu¤a dayaliman rehberleri ve genabilecek güçte de¤ildir.” rekli teknik ayg›tlar sa¤Yak›n Raporun kendi dikkalanabildi. Fakat bir ekte al›nmad›; ama raporu Tarihimiz siklik vard› ki, onun buyazan Harty Bey, “özel lunmas› pek kolay olacadikkate al›nd›” ve... ¤a benzemiyordu. “PaBahriye Naz›r› Hasan ra”yd› bu eksiklik... Hüsnü Pafla’n›n emriyle Öyle s›k s›k limanlara geminin baflçarkç›l›¤› u¤ranmayacak ve u¤ragörevinden al›nd›, adan›ld›¤›nda yiyecek alalara iflleyen yandan cak ödenek de olmayaçarkl› bir vapura çarkç›cakt›. Uzun yolculuk s›Yaflar bafl› olarak atand›. ras›nda ve s›cak Ekvator Harty Bey bu görev Bölgesi’nden geçileceÖztürk de¤iflikli¤ini gülümse¤inden gemicilerin et gemeyle karfl›lad›: reksinimini kavurma et“Hint Okyanusu’nda, Çin De- lerle sa¤lamak olanaks›zd›. Bu nizi’nde ölmektense, hizmetten nedenle geminin kuytu bir yerine uzaklaflt›r›lmak anlam›na gelen a¤›l yap›ld›, buraya koyunlar, s›yeni görevim bana yap›lm›fl bir ¤›rlar yerlefltirildi. Ekmek gereksiiyiliktir” dedi. nimini karfl›lamak için de, gemiGemi personeli ise, “Bize bir nin f›r›n› büyütüldü. fley olmaz, bu gemiyle dünya turu Böylesi bir yolculu¤un haz›rl›kbile yapar›z” diyordu. lar› “Ben yapt›m, oldu” yöntemiyle Bahriye Naz›r› Hasan Hüsnü yap›ld›ktan sonra Ertu¤rul F›rkaPafla ise, geminin sa¤lam oldu¤u- teyni, 14 Temmuz 1889 tarihinde na inand›¤›n›, gemi komutanl›¤›na törenle ‹stanbul’dan yola ç›kt›. damad› Albay Osman Bey’i ataya“Besmeleyle Ertu¤rul’um demir rak gösterdi. ald› / Hep ahali sahillerde bakakalYeni komutan Albay Osman d› / Çolu¤un çocu¤un feryad› arfla Pafla’n›n iste¤iyle Ertu¤rul’a, yete- vard› / Hak selamet versin flanl› Er- “M 42 tu¤rul’a / Üç geminin çevdirekli f›rkaresini köpekteyn gemimiz bal›klar› sard›. / Kimimiz beGemi komukar, evli kimitan› Osman miz / Gayret Bey, personeedin çocuklar li iki konuda Japonya yoluuyard›: muz / Hak se“E¤er gelamet versin miden düfleflanl› Ertu¤cek olursan›z rul’a” flark›lar› aç köpekbaefllik ediyordu. l›klar›na yem Halk k›y›olursunuz... lar› ve irili Bu, biiir... ufakl› teknededi ve ikinci lerle de deniuyar›s›n› da zi dolduryapt›: mufl, Ertu¤“Tatl› surul’u u¤urludan tasarruf yordu. Gemi için iskele taErtu¤rul F›rkateyni’nin komutan› a¤›r a¤›r ilervas›nda aptes ve Bahriye Naz›r› Hasan leyerek Y›lal›nmas› yaHüsnü Pafla’n›n damad› Mîrlivâ d›z Saray›’n›n sakt›r. Birkaç (Tu¤amiral) Osman Bey önlerine gely›l önce imadi¤inde top at›fl› ile padiflah› da m›n biri iskele tavas›nda aptes al›rselamlad›ktan sonra, h›z›n› art›r- ken bir köpekbal›¤›n›n sald›r›s›na d›, gözlerden kayboldu. u¤rad› ve bir aya¤› dizinden itiba‹stanbul’dan hareketinden on ren köpekbal›¤› taraf›ndan kopar›gün sonra 24 Temmuz 1889’da l›p yutuldu. Bu olay› unutmay›n! Port Said’e varan Ertu¤rul F›rkatey- Köpekbal›klar›ndan kurtulmak için ni, iki gün sonra k›lavuz eflli¤inde yiyecek art›klar›n› denize atmay›n. Süveyfl Kanal›’na girdi, bir gün Köpekbal›klar› olmasa da sak›n desonra da Mürret-ül Kübra Gö- nize düflmeyin; çünkü su hem çok tuzlu hem de çok s›cak. Çorbaya lü’nde kuma oturdu. Kurtar›lan gemide oluflan hasar düflmüfl gibi hafllanabilirsiniz!” “ahflap” gemi tart›flmalar›na geri dönülmesine neden oldu. Kimileri gengiliz egemenli¤indeki minin geri dönmesini ve arma¤anAden’den Hindistan’›n Bomlar›n Albay Osman Bey taraf›ndan bay kentine giden Ertu¤rul’u, posta vapuruyla götürülüp teslim halk›n›n önemli bir bölümü edilmesini bile gündeme getirdi. Müslüman olan bu kentte, Lahor, Bu olaydan sonra gemi, 20 Delhi, Allahabad, Ahmedabad ve günlük gecikmeyle yeniden yola Haydarabad gibi uzak yerlerden koyuldu. K›z›ldeniz’e girmesiyle gelen müslümanlar›n da bulundu- ‹ 43 Bütün Dünya • Eylül 2007 ¤u yerli halk karfl›lad›. Burada gemi, bir hafta içinde 150 bini aflk›n ziyaretçi taraf›ndan gezildi. G eminin gelifli ve gemicilerin kentte kald›klar› süre içinde hiçbir polisiye olaya kar›flmamalar›, Hindistan gazetelerinin önemli bir konusu oldu: “Osmanl› denizcileri kadar k›yafet ve tav›rlar›n›n düzgünlü¤ünden baflka çok üstün ahlak sahibi olmalar›yla tan›nan baflka asker tasavvur edilemez. Övgüye de¤er bir nokta da Osmanl› denizcilerinin hiçbir fley saklamadan gemilerini bafltan afla¤› gezdirmeleriydi. Bu tutum di¤er yabanc› milletlerin denizcilerinde görülmezdi. Hiçbir denizci ziyaretçilerden bahflifl ya da eflya istemedi. Onlar›n ald›klar› terbiyeyi ne kadar övsek azd›r.” Gemi subaylar›n›n içinde ‹ngilizce bilenler, bu yaz›lar› Osmanl›ca’ya çeviriyorlar ve telgrafla ‹stanbul gazetelerine gönderiyorlard›. Bombay’dan hareketin alt›nc› günü akflam› gemi bafl taraftan su almaya bafllad›. Su boflalt›ld›¤›nda bafl bodoslaman›n tümüyle çürüdü¤ü ve kaplamalar›n aralar›n›n birkaç parmak aç›ld›¤› ortaya ç›kt›. Geminin çürüklü¤ü konusunda söylenenlerin do¤rulu¤u kan›tlan›yordu. Ziftlenmifl yelken bezi ve talafl kullan›larak delikler yamand› ve durumu sürekli denetlemek için bir de nöbetçi görevlendirildi. Gemi, Kolombo’ya vard›¤›nda komutan Osman Bey, geminin durumunu “resmen” Bahriye Naz›r› Hasan Hüsnü Pafla’ya de¤il de özel olarak kay›npederi 44 Hasan Hüsnü Pafla’ya “kifliye özel” bir mektupla bildirdi. Durum saray ya da hükümet taraf›ndan ö¤renilirse gemi hemen geri ça¤r›labilirdi. Yoluna devam edebilmesi için geminin ciddi bir onar›mdan geçirilmesi gerekiyordu ve bunun yap›labilmesi için de en uygun yer Singapur’du. Singapur’a kenti top at›fllar›yla, limandaki gemileri sancaklar›yla selamlayarak giren Ertu¤rul F›rkateyni demir atar atmaz çevresi Osmanl› sancaklar›yla bezenmifl sandallarla doldu. Bir yandan Singapur valisi ve üs komutan›na karfl›l›kl› ziyaretler yap›l›rken bir yandan da gemi, ciddi bir teknik denetimden geçiriliyordu. Durum hemen anlafl›ld›. Geminin bafl bodoslaman›n çürüdü¤ü, su alan bölmedeki tahtalar›n de¤ifltirilmesi gerekti¤i gündeme geldi. Bunlar geminin kendi olanaklar› ile yap›lacak ifllerdi; ama Albay Harty Bey’in belirtti¤i gemi kazan› ve makinelerinin alt›ndaki tahtalar›n de¤ifltirilmesi için tüm güvertenin sökülmesi ve makine ve kazan›n ç›kar›lmas› gerekiyordu. Bunu Singapur’da yapmak olanaks›zd›. B u yüzden Çin Denizi’nin f›rt›na mevsimi olan k›fl ve ilkbahar mevsimlerinin geçirilmesi ve yola daha sonra koyulmas› en ak›lc› çözümdü. Geminin yoluna devam edebilmesi konusunda Komutan Albay Osman Bey’in de umutlar› tükenmiflti. Çareyi, bahriye naz›r› kay›npederinin ilgisinde buldu, durumu ona bildirdi, o da II. Abdülhamid’e aktard›. Geminin paras›zl›k nedeniyle Ertu¤rul F›rkateyni personelinin Tokyo’da toplu biçimde çektirdi¤i fotograf yoluna devam edemeyecek durumda oldu¤u haberi, sarayda bir kamç› etkisi yapt›. Tepkiyle karfl›lansa da olayda gerçek pay› vard›. Osmanl› Devleti, Banker Ohannes Afliyan Efendi’ye bir mektup yazarak ondan 2 bin ‹ngiliz liras› borç istedi ve bu paray› döviz olarak çok acele Singapur’a göndermesini söyledi. Gemide gerekli onar›m yap›ld›, güverte tahtalar› ve bafl bodoslama yenilendi. Yolculu¤a ç›k›laca¤›n› bildiren Osman Bey’i II. Abdülhamid, Mîrlivâ (Tu¤amiral)’l›¤a terfi ettirdi¤ini müjdeledi. Ertu¤rul, baharla birlikte Singapur’dan ayr›l›p, Saygon’a do¤ru yola koyulduktan k›sa bir süre sonra yolda büyük bir f›rt›naya yakaland›. Singapur’a geri dönüfl karar› al›nd›; ama bu arada bir mucize oldu, hiç beklenmedik bir biçimde f›rt›na dindi, hava iyileflti. Bir mucize daha oldu, Ertu¤rul yoluna devam edebildi. Saygon’dan Hong Kong’a giderken herfley, insana “Bu kez ne- den bir terslik olmad›?” dedirtecek denli yolundayd›. Ö¤leden sonra Serdümenin (bafldümenci) sesi herkesin yüre¤ini a¤z›na getirdi: “Gemi dümen tutmuyor!” diye ba¤›r›yordu serdümenci. Süvari Ali Bey hemen deniz rehberlerini gözden geçirip kar›flt›rd› ve Osman Pafla’ya raporunu sundu: “Gemi bir tayfuna yakaland›. Tayfunun merkezine do¤ru sürükleniyoruz. Tek kurtuluflumuz, merkeze girmeden buradan s›yr›labilmemizde... Yapaca¤›m›z tek ifl, Allah’a yalvarmakt›r.” T anr›’ya yalvarmaya bafllamadan bir mucize daha oldu ve... Gemi, tayfunun merkezinin çevresinde geniflleyen çemberler çizerek döndü, denizin dibine gitmekten kurtuldu. Fakat gemi yine büyük bir hasara u¤ram›flt›. Saygon’a 160 mil, Hong Kong’a 790 mil uzakl›ktayd›lar. Çevrede bak›m onar›m yap›labile45 Ertu¤rul F›rkateyni Bütün Dünya • Eylül 2007 cekleri baflka liman yoktu. Saygon’a geri dönüldü. Onar›m tamamland› ve 20 gün sonra yeniden Saygon’dan Hong Kong’a do¤ru yelken aç›ld›. H ong Kong hedefini Nagasaki hedefi izliyordu. Fakat terslikler Nagasaki yolunda da varl›¤›n› gösterdi. Tayvan geçildikten sonra hava de¤iflti ve f›rt›na giderek fliddetini art›rmaya bafllay›nca Ertu¤rul yoluna daha fazla devam edemedi, Çin’in Fuça Tersanesi’ne yönelmek zorunda kald›. Onar›m için tersanede on gün bekleyen Ertu¤rul’a, Saygon’da tan›flt›klar› Çinli Amiral Ping yard›m etti, 200 ton kömür göndererek geminin önemli bir gereksinimini karfl›lam›fl oldu. Bu yard›m sayesinde yola ç›k›labildi ve Nagasaki ve Kobe Limanlar›na hiçbir terslikle karfl›lafl›lmadan girilebildi. Ana hedef Yokohama’ya az kalm›flt›. Kobe Liman›’nda Ertu¤rul, uzun süren bir çal›flmayla büyük bir temizlikten geçirildi ve “imparatorun huzuruna ç›kar›laca¤›” Yokohama’ya do¤ru hareket etti. Ve ‹stanbul’dan ayr›l›fl›ndan 11 ay sonra, 7 Haziran 1890 tarihinde saat 09:25’te Yokohama Liman›’na girdi, demir att›. Yolda amiralli¤e yükseltilen gemi komutan› “damat” Osman Bey, törenle huzuruna kabul edildi¤i Japon ‹mparatoru’na padiflah›n iki mektubunu verdi ve beratiyle birlikte “Murassa ‹mtiyaz Niflan›”n› sundu. ‹mparator Meiji de Osman Pafla’ya, Japonya’da soylu olmayan 46 bir kifliye verilebilecek en yüksek niflan olan “1. S›n›f Yükselen Günefl” niflan›n› verdi. Gemide görevli öteki subaylar da, imparator taraf›ndan de¤iflik derecedeki niflanlarla ödüllendirildiler. Onbir ay süren yolculuktan sonra gelebildi¤i Yokohama’da “görev”ini yerine getiren Ertu¤rul geri dönmeye haz›rland›¤› s›rada, bu kez karada bir terslikle karfl›laflt›. Geminin hareketinden bir süre önce Abdullah adl› 22 yafl›nda bir denizcimiz, kolera hastal›¤›na yakaland› ve öldü. Gemiye gelen Japon yetkililer, Japon gelenekleri uyar›nca cesedin yak›lmas›n› ve küllerin topra¤a gömülmesini bildirdiler. Osmanl› subaylar›, cesedin Müslüman olmayan topraklara gömülmesinin inançlar›na ayk›r› oldu¤unu söyleyerek bu görüfle karfl› ç›kt›lar. Soruna çözüm, Komutan Osman Pafla’dan geldi. Pafla, cesedin denizcilik gelenekleri uyar›nca denize gömülmesini önerdi. Japon yetkililer bu öneriyi iki koflul ileri sürerek kabul ettiler. Ceset önce gerekli dezenfekte ifllemlerinden geçirilecekti, sonra da Tokyo Körfezi d›fl›na ç›k›larak, körfez d›fl›nda denize b›rak›laca¤›n› söylediler. B u kez, yerel bal›kç›lar bafl kald›rd›lar. Koleradan ölmüfl bir kiflinin cesedi ne denli dezenfekte edilmifl de olsa, bu cesedin denize at›lmas›n›n tehlike yarataca¤›n› ileri sürdüler. Olay giderek büyüdü ve bölgedeki halk bal›k yememeye karar verdi, bal›k fiyatlar› büyük ölçüde düfltü. Osman Pafla, Japonlar’la aras›n- daki bu gerginli¤in giderilmesi için de bir çözüm buldu. Diplomatik koflullar›, dinsel koflullar›n önüne geçirdi ve cesedin denize at›lmas›ndan vazgeçti¤ini, koleradan ölmüfl denizcilerin cesetlerinin yak›labilece¤ini kabul etti¤ini bildirdi. Bu gerginlik ve karars›zl›k s›ras›nda gemi karantinaya al›nm›fl ve Nagaura’ya götürülmüfltü. Gemide giderek yay›lan kolera salg›n› nedeniyle biri subay, 12 denizcimiz daha yaflam›n› yitirdi. Onlar›n cesetleri de yak›larak, külleri topra¤a gömüldü. Gemi ise, 2,5 ton kimyasal madde kullan›larak mikroplardan temizlendi. nin bafllamakta oldu¤unu an›msatarak, geminin geri dönüfl yolculu¤unu bir süre ertelemesini bir uyar› olarak bildirdiler. Fakat ‹stanbul, geminin bir an önce yola ç›kmas›n› istiyordu. Osman Pafla, Japonlar›n uyar›s›n› de¤il, ‹stan- K olera salg›n› bu kay›plarla ve bu çal›flmalarla atlat›ld›ktan sonra Osman Pafla gemiyi, Yokosuka Tersanesi’nde bak›m ve onar›mdan geçirmek isteyince Japon yetkililer, onun bu iste¤ini kibar bir dille reddettiler; fakat geminin karantina ve sa¤l›k baJapon köylülerin, bulabildikleri bedenleri k›m› giderlerinin tümünü kendileri ödediler. gömdükleri Ooshima Adas›’nda ‹stanbul’dan gelen yap›lan Ertu¤rul fiehitli¤i’nin aç›l›fl töreni... telgraflarda dönüflte kömür kullan›m›ndan limanlarda bul’un buyru¤unu dinledi ve... bekleyifle de¤in her konuda daha Japon imparatorunun Abdülhatutumlu davran›lmas› isteniyordu. mid’e gönderdi¤i arma¤anlar› alaJapon denizciler, f›rt›na mevsimi- rak, 15 Eylül 1890 tarihinde Yoko47 Ertu¤rul F›rkateyni caklarcas›na bir sevgi ve içtenlikle ba¤›rlar›na bast›lar. Altm›fl haneli köyün tüm bireyleri, 69 denizcimizi bir “Tanr› konu¤u” olarak “bafllar›n›n üstünde” a¤›rlad›lar. K›sa sürede köyde ne tavuk kald› ne patates... Zaten baflka yiyecekleri de yoktu köylülerin. Ellerinde ne varsa kendileri yemediler, “Tanr› konuklar›”na yedirdiler, onlar› doyurdular. Ertu¤rul F›rkateyni’nden kurtulabilen personel, Japonya’da Kobe Hastanesi’nin önünde toplu biçimde... hama’dan top at›fllar› ve sayg› gösterileri aras›nda ayr›ld›. Y okohama’dan ayr›ld›ktan sonra Ertu¤rul da deniz de hava da “herfley yolundayd›”. Ertesi gün ters bir rüzgar esmeye bafllad›; ama hafif oldu¤u için pek “korkutucu” de¤ildi. Fakat akflama do¤ru fliddetini art›rmaya bafllay›nca, sabah ciddiye al›nmayan bu ters rüzgar giderek tersli¤ini gösterdi. Aç›k denizde s›¤›n›lacak tek yer, Hyago Liman›’yd›. Ertu¤rul bu limana s›¤›nmak için f›rt›nayla savafl›rken, o denizlerin hiç de yabanc›s› olmayan bir tayfun, geminin içinin sularla dolmas›na neden oluyordu. Yükselmesi durdurulamayan sular, hareketten üç gün sonra, 18 Eylül Perflembe akflam›, geminin tüm ocaklar›n›n sönmesine neden oldu. Gemi tümüyle denetimden ç›kt›. Gemi bu s›rada Kushimoto kentinin Kashinozaki Adas›’n›n 48 dik yarlardan oluflan burnu önlerindeydi. Buras› tehlikeli bir bölgeydi. Denizin alt› da iri kayalarla doluydu. Gemileri bu bölgeden uzak tutmak için kayal›klardan birinin üstüne büyük bir deniz feneri yap›lm›flt›. Günefl batt›ktan sonra tayfun, Ertu¤rul’u bu kayal›klara sürükledi. Görevlilerin yapabilecekleri hiçbir fley yoktu. Ertu¤rul’dan, korkunç sesler yükselmeye bafllad›. Dalgalar ve rüzgar, koca gemiyi bir o kayaya, bir bu kayaya f›rlat›yor, çarpt›¤› her kaya ondan bir parça kopar›yordu. Sabah rüzgar dindi¤inde, deniz duruldu¤unda, gemi görevlilerinden geriye 6 subay, 63 erbafl ve er kalm›flt›. Bir de, denizin üstünde yüzüflen tahta parçalar›... Ertu¤rul ise, koynundaki flehit 50 subay ve 476 erbafl ve erle denizin flimdi, kimbilir hangi derinliklerindeydi. Japon köylüler kazadan kurtulan denizcilerimizi, yavrular›n› ku- T örenlerde giymek üzere evlerinde saklad›klar› giysilerini ç›kard›lar, denizcilerimize giydirdiler. Japon köylüler, bir yandan da denizden cesetleri topluyorlard›. Osman Pafla’n›n kaybolan bedenini günlerce arad›lar; ama bulamad›lar. Köylüler, bulabildikleri bedenleri gömdükleri yerde, Ooshima Adas›’nda, Ertu¤rul fiehitli¤i yapt›lar. Bir Osmanl› gümüfl mecidiyesini çerçeveye koyup fener odas›na ast›lar. Törenle aç›lan an›t›n kitabesini Vakama Valisi ‹shii yazd›. Bu kitabeyi, kendi olanaklar›yla Türkçe ö¤renen Prof. Koci Okubo Türkçe’ye çevirdi. fiunlar yaz›l›yd› kitabede: “Rüzgar tanr›s› hiddetlenince, koca gemi de güçsüz kald› / ‹çindekiler flehit düfltülerse de / Dostlu¤umuzun temeli oldular / Onlar›n hat›ras›n› tafla oyuyoruz / Taziyemizi sunuyoruz.” Japon köylülerin an›ta o gün gösterdikleri özeninin ayn›n› bugün de, onlar›n torunlar› göstermektedir. Sadrazam Kamil Pafla, olay› resmen ö¤redi¤inde hemen Abdülhamid’e bildirdi. Padiflah, halk›n nas›l tepki gösterece¤ini bilemiyordu. Olay›, kamuoyundan gizleme karar› al›nd›. Fakat ertesi sabah “Tercüman-› Hakikat” gazetesinin manfletinde facian›n haberi, ulusal bir 盤l›k olarak ülkeye duyuruluyordu. Saray›n da hükümetin de art›k yapabilece¤i bir fley yoktu. Halk Bahriye Nezareti’nin önünü doldurmufltu. Olaydan haberi olmayan Bahriye Naz›r› Hasan Hüsnü Pafla, arabas›n› durduran bir kad›n›n “Ertu¤rul batm›fl diyorlar do¤ru mu?” diye ba¤›rd›¤›n› duyunca, makam›n›n önündeki subaylardan birine, “Bu kad›n ne diyor böyle?” diye sordu. Ve subaydan durumu ö¤renir ö¤renmez, arabas›nda bay›ld›. Hem damad›n› yitirmifl hem de tüm uyar›lara karfl›n inat etmifl, “çürük” oldu¤unu bildi¤i bu gemiyi, böylesi uzun bir yola göndermiflti. Suçlu kimdi? Bu soruyu soran olmad›¤› için de, suçun kimde oldu¤u araflt›r›lmad› da ö¤renilemedi de... Olay›n suçlusu yoktu; ama bir nedeni vard›. O nedeni de saray flöyle aç›kl›yordu: “Takdir-i ‹lahi...”• [email protected] Forsalar›n çekti¤i küreklerle mavi denizlerde süzülerek yol alan o zaman›n savafl gemisi kad›rgan›n forsa bafl›, ö¤le yeme¤inden önce elindeki k›rbac› flaklatarak forsalara bir duyuru yapt›: “Size bir iyi haberim, bir de kötü haberim var” dedi. “Önce iyi haberimle bafll›yorum. Bugün ö¤le yeme¤inde bol tatl› var. Kötü haberime gelince... Kaptan ö¤leden sonra su kaya¤› yapacak...”• 49 “Çulluk” roman›, toplumcu gerçekçi romanc›lar›m›z›n fabrika ve köy çevreleriyle ilgili olarak yirmi y›l sonra genifl ayr›nt›larla konu edinece¤i gerçekleri, erken bir dönemde etkili bir biçimde dile getirmifltir. “O, Bir Suçullu¤uydu, Onun Kadar Nazl›, Onun Kadar ‹çli...” “Romanlar›mdaki tiplerin hemen hepsi hayattan al›nmad›r.” Mahmut Yesari R omanc› Mahmut Yesari, Bir bölümü yar›m kalm›fl yedi roünlü hattat Yesarizade man›yla pek çok öyküsü, gülmeMustafa ‹zzet’in torunuy- ce yaz›lar›, an›lar› dergi ve gazedu. Küçük yaflta resim te koleksiyonlar›ndad›r. yapmaya bafllam›fl, lisedeyken Üç kez evlenmifl; ancak evlilik “G›d›k” dergisine karikatürler yaflam›nda mutlu olmam›flt›. Eflleçizmiflti. Sanayi-i Nefirinden biri de romanc› se Mektebi’nde (Güzel Cahit Uçuk’tu. ‹lk evliSanatlar Akademisi) li¤inden olan o¤lu Afif Büyük okurken Çanakkale “düflünce tiyatYap›tlar›m›z Yesari Savafl›’na kat›ld›. ‹lk rosu” diye adland›rd›¤› yap›tlar›, izleyen y›llartürde ürünler verdi, roda Darülbedayi’de (‹smanlar, tiyatro-sinema tanbul fiehir Tiyatroladünyas›yla ilgili röporr›) sahnelenmeye bafltajlar yay›mlad›. layan adapte ve telif Düzensiz yaflam›n›n oyunlar› oldu. Terhis da etkisiyle verem hasolduktan sonra oyun tal›¤›na yakalanan yazmay› sürdürdü, ka- Konur Ertop Mahmut Yesari, Yakarikatür çizdi. Reflat Nuc›k Sanatoryumu’nda ri Güntekin’le birlikte tedavi gördü, on y›l kaç›kard›klar› “Kelebek” adl› gül- dar sonra ölümü de orada oldu. mece dergisinde ilk roman› “Bir “Romanlar›mdaki tiplerin heNamus Meselesi” tefrika edildi. men hepsi hayattan al›nmad›r” diOndokuz roman›n›n en ünlüleri yen Mahmut Yesari, “Çulluk” ro“Çulluk” (1927), “Su Sinekleri” man›n›n sigara fabrikas›nda ge(1932), “Tipi Dindi”dir (1933). çen bölümünü yazmak için bir 51 Bütün Dünya • Eylül 2007 süre bu fabrikada çal›flt›¤›n› anlat›r. Roman›n bafl›nda anlatt›¤› çulluk av›n› da kat›ld›¤› bir avla ilgili gözlemleri beslemifltir. A nnesi Ödemiflli olan, çocuklu¤unda buraya s›k s›k giden yazar, “Çulluk” roman›n›n ikinci bölümünde yöreyle ilgili bilgi ve izlenimlerinden yararlanm›flt›r. Mahmut Yesari s›radan insanlar›n yaflamlar›n›, sorunlar›n› ele al›yordu. Okurlar onun anlatt›klar›nda kendi duygular›n› buluyordu. Bir halk romanc›s› olmas›na karfl›n yazarken sanat kayg›s›na da uzak durmuyordu. Örne¤in “Çulluk” roman›n›n yaln›z onbir sayfal›k önsöz bölümünü, üçbuçuk ayda yazd›¤›n› anlatm›flt›r. Para için biraz da çalakalem yazd›¤›, örne¤in üç gecede tamamlad›¤› “Sürtük” oyunu gibi yap›tlar›nda bile yarat›c›l›¤›, yaz› ustal›¤› kendini gösterir. “Çulluk” roman›n›n giriflinde anlat›c› (yazar), ‹stanbullu avc›larla birlikte bir arkadafl›n›n kasabadaki kona¤›nda kalmaktad›r. Konuklar yerli avc›larla birlikte ormana ç›karlar. Avc›l›kta deneyimli “Geyikçi Hoca”, “Anbarl›’da, Kalitarya’da, Angorya Çiftli¤i’nde, Gardan Köyü’nde avlanmaya al›flm›fl ‹stanbullu avc›lar›” küçümsemektedir. Yabankeçisi avlanacakt›r. Ancak söz çulluktan aç›l›nca yerlilerden yafll› bir avc›, çullu¤un “hayvan de¤il, kufl de¤il, nazl› bir mahluk, içli bir k›z” oldu¤unu söyler, avda nas›l can verdi¤ini anlat›r: “Vuruldu¤u zaman bafl›n› çevririr, avc›ya bakmaz, sanki darg›nd›r.” Bir köylü ekler: 52 “Çulluk sa¤ tutuldu mu, çok yaflamaz ölür.” Avc›lar daha sonra yabankeçilerini konu edinirler. Difli keçi için tekelerin nas›l amans›z bir çat›flmaya girdi¤i anlat›l›r: “Erkek... Kan›n› dökmeden, düflüp parçalanmadan, can›n› difline almadan, dövüp dövüflmeden difliye sahip olam›yor. “Difli... Bir sürü âfl›¤a k›ymadan, birbirine k›rd›rmadan, bir cana k›y›lmadan kendini vermiyor... Kaç›yor, kaçarken k›flk›rt›yor. Yaln›z kuvvetin, üstün gelmenin verdi¤i hakla meydanda tek bafl›na kalan erke¤e bafl e¤iyor, sokulup yaltaklan›yor...” ‹leriki sayfalarda anlat›lacak kad›n-erkek iliflkileri, aflk, ölüm konular› da av hayvanlar› için avc›lar›n tüm bu söylediklerinin tam bir benzeri olacakt›r. Roman›n bafl›yla sonunu ba¤layan baflka bir ö¤e de, kona¤› süsleyen teke postlar›d›r. Kara k›fl gelince birkaç gün için postlar d›flar› tafl›nmaktad›r: “Kasabada misafir kald›¤›m›z kona¤›n duvarlar›nda çak›l›, sedirlerinde serili gördü¤ümüz teke postlar› kald›r›lm›fl, ortada yoktu. E v sahibi, ‘Karak›fl girdi¤i gece, sepilenmifl deriler de kokmaya bafllar, çiftleflme zaman› bitene kadar da kokarlar’ dedi. Evin içinde kokudan durulmaz. D›flar› ç›kard›k, havaland›r›yoruz. Konakla ah›r aras›ndaki bir yan› aç›k sundurman›n kirifllerine as›lm›fl postlar› ayr› ayr› koklamaya lüzum yoktu. Sundurmaya ç›kan art kap› aç›ld›kça, ormandaki “O, Bir Suçullu¤uydu, Onun Kadar Nazl›, Onun Kadar ‹çli...” ayn› keskin, kekre kösnüllük kokusu alt tafll›¤› kapl›yor, sinirlerimizi g›c›klayarak ayn› fliddetle genzimizi yak›yordu.” “Ç ulluk” roman›n›n kahraman› köy çocu¤u Murat Çavufl, Çanakkale Savafl›’na kat›lm›flt›r. On y›l sonra art›k otuz yafl›nda, ‹stanbul’da sigara fabrikas›nda (o dönemde Cibali’deki Reji Fabrikas›) makinisttir. Birçok kad›nla düflüp kalkan yak›fl›kl› delikanl›, fabrika iflçisi Münevver’le de iliflki kurmufltur. Genç k›z annesi ve çocuk yafl›ndaki üvey erkek kardefliyle birlikte bir medrese odas›nda yaflamaktad›r. Bu çevreyle ilgili çizgiler, derin yoksulluk koflullar›n› canland›r›r: “Basamaklar› yer yer oyuk, afl›nm›fl, genifl tafl merdivenden ç›k›p kurt yeniklerinden delik deflik, çürük kara tahta döfleli, bir yan› aç›k tafl kemerli dar sofa üzerindeki döfleme tahtalar›ndan daha temiz, daha az kara olmayan, göçük, sakat oda kap›lar›ndan sondan önceki kap›n›n önünde durdular. Münevver, kara demir mandala parma¤›yla basarak kap›y› açt›.” Münevver’in a¤›r bir so¤uk alg›nl›¤› nedeniyle gitti¤i hastanede doktorun önerileri, sa¤l›k koflullar›yla yoksulluk ortam› aras›ndaki çeliflkiyi yans›t›r: “Hasta birkaç güne kadar iyileflir. Fakat as›l bundan sonra bak›lmak ister. Çok zay›f gördüm! Herhalde kan tahlil edilmelidir. Öyle tahmin ediyorum ki kan› çok kuvvetsiz... Kabilse biraz aç›k haval› bir yere tafl›nmal›... O rutubetli tafl odada oturuldukça yap›lacak tedavi ve ihtimamlar›n, verilecek ilaçlar›n bir faydas› dokunmayacakt›r... En büyük ilaç aç›k, temiz havad›r... Bol günefl! Bol g›da!.. Süt, içebildi¤i kadar içsin... Sabahlar› taze yumurta... Et suyu...” Münevver, Murat’›n kendisiyle evlenece¤ini ummaktad›r. Murat ise köyün p›nar›na girerken gördü¤ü Esma’y› unutamam›flt›r. Esma’n›n babas› da Murat’›n babas› da y›llar öncesinden onlar›n evlenmelerini istemifltir. Murat Münevver’le de onu Esma’ya benzetti¤i için ilgilenmektedir. Fabrikada Murat’›n bir ara gezip tozdu¤u Halet, Münevver’i k›skanmakta, Murat’tan öç almaya çal›flmaktad›r. Murat’›n gezip dolaflt›¤› Hürriyet Tepesi’ndeki Gülbahar Gazinosu, Ak›nt›burnu Gazinosu, Galata’daki Asmal› Meyhane, Hac› Petro’nun Meyhanesi gibi e¤lence yerlerinde Mahmut Yesari’nin yak›ndan tan›d›¤› gece yaflam›n›n görüntüleri yer al›r: “T avan›n tam ortas›ndan sark›t›lm›fl küçük elektrik ampulü, eflyaya hazin bir ›fl›k serpiyor, peykenin yan›bafl›ndaki küçük mutfa¤›n pencereci¤inden s›zan dumanlar duvarlara badana nakkafllar›n›n çizdi¤i K›zkulesi, Kufldili Köprüsü, Fenerbahçe manzaralar›n› bu¤ulay›p solduruyor, kap›n›n iki yan›ndaki camekânlar›n raflar›na s›ra s›ra dizili fliflelere sar›lan elvan k⤛tlar›n tozdan renkleri belli olmuyordu.” Bir gece Halet’in k›flk›rtt›¤› tan›nm›fl bir kabaday› olan floför Aziz, Murat’a sald›r›p b›çak çek53 Bütün Dünya • Eylül 2007 mifl, ondan dayak yedikten sonra birlikte karakola düflmüfllerdir. Bu olay nedeniy’le iflten ç›kar›lan Murat köyüne gider. O nun ‹stanbul’a dönüp kendisiyle evlenmesini bekleyen Münevver, güç günler geçirir. Sonunda evlenme önerisine boyun e¤di¤i kimse, fabrikada çal›flan hofllanmad›¤› Bekir Efendi olur: “Bekir, su gibi renksiz, kokusuz, özel bir biçimi olmayan maddelere benzeyen bir yarat›kt›...” Murat’›n ‹stanbul’daki yaflam›, çapk›nl›klar› köyde duyulmufl, Esma delikanl›dan yüz çevirmifltir: “Sen ‹stanbul’dayken ‹nce Efe (Murat’›n babas›), sana Esma’y› almak istemifl. Sen Esma’y› istememiflsin. Sonradan istemiflsin emme ifl iflten geçmifl, bir kere, Esma’n›n gönlü k›r›lm›fl...” Babas› ölen Esma’y› amcas› baflka birine vermek istemektedir. ‹nce Efe de baflka bir gelin aday› bulmufltur. Murat sevdi¤i k›z›n bir dü¤üne gidece¤ini ö¤renince onu oradan kaç›rmay› tasarlar. Dü¤ün da¤›l›rken k›z› dü¤ün evinin önünden atla kaç›r›r. Artlar›na düflenlerin att›¤› kurflunlarla omzundan ve baca¤›ndan yararlan›r. Kaçaklar ormana s›¤›n›rlar. Hiç konuflmayan, karfl›laflt›¤› davran›fl› kendine yediremeyen, soluk darl›¤› da olan Esma sessizce can verir. Bu ölüm, suçullu¤unun ölümü için girifl bölümünde anlat›lan›n tam bir benzeridir. Yaral› Murat kald›r›ld›¤› hastaneden çolak ve topal olarak ç›kar. Olup biteni tam an›msayamaz, mezar›na gitmesine karfl›n Esma’n›n ölümünü kabullenemez. Vaktiyle tütün kaçakç›lar›yla mücadeleye katk›s›ndan dolay› gözüne girdi¤i kasabadaki Reji müdürünün yard›m›yla ‹stanbul’da bir fabrikada kap›c›l›k bulur. Köyden ayr›ld›¤› karl› gün, girifl bölümünde karak›fl›n girmesinden ve tekelerden söz ederken avc›lar›n and›klar› tarihtir. Roman›n son sat›rlar› bunu vurgular: “Akflam yeme¤inden sonra ‹nce Efe Osman A¤a, kar›s›na seslendi: ‘Yahu, takvime bakt›m, bu gece karak›fl giriyor... Sen teke postlar›n› sundurmaya ç›kar, havalans›nlar... Çiftleflme zaman› ya, kokmaya bafllad›lar...’” “Çulluk” roman›, toplumcu gerçekçi romanc›lar›m›z›n fabrika ve köy çevreleriyle ilgili olarak yirmi y›l sonra genifl ayr›nt›larla konu edinece¤i gerçekleri, erken bir dönemde etkili bir biçimde dile getirmifltir.• Bir adam, psikiyatriste geldi ve kendini tan›tt›: “Bendeniz Aksak Timur” dedi. “Bana k›saca Timurlenk de diyebilirsiniz...” Psikiyatrist, bir iskemle çekip hastas›n›n yan›na oturdu: “‹nan›n uzun y›llard›r bekliyordum gelmenizi” dedi. “fiimdi baflbafla kald›¤›m›za göre lütfen bana söyler misiniz, Ankara Savafl›’nda ben ne hata yapt›m?..”• 54 uncak Abdürrahim T Anlat›yor Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi taraf›ndan, Mustafa Kemal Atatürk’ün evinde büyütülen, yetifltirilen, ö¤renimi Mustafa Kemal Atatürk’ün istedi¤i do¤rultuda ve koflullarda özel olarak yapt›r›lan Abdürrahim Tuncak, Mustafa Kemal ve ailesinin Akaretler ve fiiflli’deki evlerinde, daha sonra Çankaya Köflkü’nde ve ‹zmir’de onla birlikte oldu¤u y›llardaki gözlemlerini ve an›lar›n›, yaln›zca Mete Akyol’a anlatm›flt›. Abdürrahim Tuncak’la tan›flmas› olay›n› “yaflamsal talihim” olarak niteleyen ve onun, Mustafa Kemal’le ilgili olarak anlatt›¤› an›lar›n›n bir bölümünü olsun yay›mlama izni alabilmesini “mesleksel ödülüm” diyerek övünçle tan›mlayan Mete Akyol, bu an›lar› flimdi “Bütün Dünya” okurlar›yla paylafl›yor. Abdürrahim Tuncak’›n an›lar›n›n sat›rlar›nda oldu¤u denli, sat›r aralar›nda da yak›n tarihimizin bugüne de¤in kaleme al›nmam›fl birçok gerçe¤iyle karfl›laflacaks›n›z. Lütfen sayfay› çeviriniz ’ 55 Abdürrahim Tuncak Anlat›yor - 9 ‘‹zmir eflraf›ndan Uflakizade Muammer Bey’in k›z›y›m’ demifl. ‘Avrupa’dan yeni geldim. Ailem hâlâ orada. Göztepe’de büyük bir köflkümüz var. Ben köflkümüzde yaln›z›m. Sadece aflç›lar, uflaklar ve bahç›vanlar var. Köflk hemen hemen tamamen bofl. Ben bu köflkü Mustafa Kemal Pafla’n›n emrine tahsis etmek istiyorum. Bizi kurtaran bir kahraman› ben burada böyle küçük bir binada b›rakmak istemem.’ Mustafa Kemal Pafla, Avrupa’dan Yeni Dönmüfl ve Üç Yabanc› Dil Bilen Latife Han›m’la Tan›fl›yor “M ustafa Kemal Pafla, “Arkadafllar› ile birlikte Karfl›‹zmir’de Kordon- yaka’ya gidip tam köflke girece¤i boyu’nda s›rada köflkün merdibir binada venlerine bafltan bafla Benim kurmufl karargâh›n›. Bu Yunan bayraklar›n›n sebina, onun çal›flmalar› Gazetecilik rilmifl oldu¤unu görmüfl. için hem küçükmüfl “Birden k›zm›fl: Günlerim hem de ‘korunmas› güç’ “‘Kim yapt› bu sayg›bir yerdeymifl. s›zl›¤›?’ diye ba¤›rm›fl ve “‘Karfl›yaka’da Kral çevresindeki herkese Constantin’in kald›¤› dönerek emretmifl: köflkü haz›rlatal›m, ka“‘Kald›r›n’ demifl. rargâh›n›z› oraya tafl›Kral Constantin’in y›n’ önerisinde bulunkald›¤› köflkün merdimufl arkadafllar›. venlerindeki Yunan “Mustafa Kemal Pafla, Mete Akyol bayraklar› kald›r›ld›ktan sonra ancak, basamaklabu köflkü görmek istemifl. 56 ‹zmir eflraf›ndan Uflakizade Muammer Bey’in k›z› Latife Han›m, ‹zmir, Göztepe’deki “baba köflkü”nde ra basm›fl, merdivenden ç›km›fl Mustafa Kemal Pafla. *** “Köflkün büyükçe bir balkonu varm›fl. Mustafa Kemal Pafla, bu balkona ç›km›fl, balondan görünen körfez manzaras›n› bir süre seyretmifl, sonra da dudaklar›n› bükmüfl, buray› be¤enmedi¤ini bildirmifl: “‘Buray› be¤enmedim’ demifl. ‘Burada Constantin kalm›fl... Biz kalmayal›m.’ *** “Bu olaydan üç dört gün sonra, Kordonboyu’ndaki karargâha bir han›m gelmifl. “‘Mustafa Kemal Pafla’y› görece¤im’ demifl afla¤›daki görevlilere. “Afla¤›daki görevliler sormufllar: “‘Mustafa Kemal Pafla, sizi tan›r m›?’ demifller. “Han›m da, Mustafa Kemal Pafla’n›n kendisini tan›mad›¤›n› söylemifl; fakat onu görmek için yine ›srar etmifl. “Görevliler bu kez sormufllar: “‘Kimsiniz?’ demifller. “Han›m, görevlilerin bu sorusunu flöyle yan›tlam›fl: “‘‹ zmir eflraf›ndan Uflakizade Muammer Bey’in k›z›y›m’ demifl. ‘Avrupa’dan yeni geldim. Ailem hâlâ orada. Göztepe’de büyük bir köflkümüz var. Ben köflkümüzde yaln›z›m. Sadece aflç›lar, uflaklar ve bahç›vanlar var. Köflk hemen hemen tamamen bofl. Ben bu köflkü Mustafa Kemal Pafla’n›n emrine tahsis etmek istiyorum. Bizi kurtaran bir kahraman› ben burada böyle küçük bir binada b›rakmak istemem.’ 57 Mustafa Kemal Pafla, Latife Han›m’la Tan›fl›yor Bütün Dünya • Eylül 2007 “Görevliler, Uflakizade Muammer Bey’in k›z›n›n bu önerisini yaverlere ulaflt›rm›fllar. Yaverler de ayn› sözleri, Mustafa Kemal Pafla’ya nakletmifller. “‘Gelsin’ demifl, Mustafa Kemal Pafla. “U flakizade Muammer Bey’in üç yabanc› dil bilen, Avrupa görmüfl k›z› Latife Han›m, Mustafa Kemal Pafla’n›n huzuruna ç›kar›ld›¤›nda, kendisini önce selamlam›fl, sonra kutlam›fl, daha sonra da, biraz önceki davetini ona da yapm›fl. “Mustafa Kemal Pafla, bu içten daveti dinledikten sonra aya¤a kalkm›fl: “‘Peki k›z›m’ demifl. ‘Yar›n gelir, köflkünüzü görürüm.’” *** ‹zmir eflraf›ndan Uflakizade Muammer Bey’in Göztepe’deki köflkü, genifl dall› yüksek a¤açlarla dolu bir bahçenin ortas›ndayd›. Köflk sahibinin Avrupa’dan yeni dönmüfl, üç yabanc› dil bilen k›z›n›n bir gün önceki daveti üzerine Mustafa Kemal Pafla, arkadafllar›yla gitti¤inde köflkün bahçesinde davet sahibi Latife Han›m taraf›ndan karfl›land›. Mustafa Kemal Pafla, köflkü gezdikten sonra, çok be¤endi¤ini söyledi: “Sizi rahats›z etmezsek, bir iki gün kalal›m” dedi Latife Han›m’a. Selaml›k bölümünde yaverlerin kald›¤› Muammer Bey’in köflkünde Mustafa Kemal Pafla, arkadafllar›yla birlikte çok rahat bir çal›flma ve dinlenme olana¤› buldu. Köflkte, Mustafa Kemal Pa58 fla’yla birlikte kalan Fethi Bey ve Ali Fuat Bey, bu çal›flmalar aras›nda ona bir öneride bulundular: “Yafl›n›z giderek ilerliyor, paflam” dediler. “Art›k sizin de evlenmeniz zaman› geldi. Latife Han›m, çok kültürlü bir han›mefendi. Ayr›ca bizi de burada çok iyi a¤›rl›yor. Kendisiyle evlenmeyi düflünmez misiniz?” *** “Mustafa Kemal Pafla’n›n akrabas› olan Fuat Bulca Pafla, Ankara garnizon komutan›yd›. Bir gün köflke geldi ve annemden izin istedi: ‘Mustafa Kemal Pafla ‹zmir’den dönüyor’ dedi. ‘Biz kendilerini Polatl›’da karfl›layaca¤›z. ‹zin verirseniz, Abdürrahim’i de götürmek istiyorum Polatl›’ya. Salih Bey’in o¤lu Cemil’i de götürüyorum.’ “Annem izin verdikten sonra Fuat Bulca Pafla beni ald›, trene götürdü. “Polatl›’ya giden tren, özel bir trendi. ‹çindekiler hep, Mustafa Kemal Pafla’y› karfl›lamaya gidenlerdi. Çocukluk arkadafl›m Cemil’le (Bozok) birlikteydik. “Akflam Polatl›’ya geldi¤imizde, Mustafa Kemal Pafla’n›n treni henüz görünürlerde yoktu. “Kim oldu¤unu bilemeyece¤im bir yetkili geldi, aç›klama yapt›: “‘B ildi¤iniz gibi Afyon dolaylar›nda demiryolu tahrip edilmifl durumda’ dedi. ‘Mustafa Kemal Pafla’y› ‹zmir’den getiren tren, yolun tahrip edilmifl bölümüne gelince duracak ve trende bulunanlar inip, bir dekovile binecekler. Dekovil, yolun tahrip edilmifl bölümünde yap›lan özel dekovil hatt›ndan geçtikten sonra, tren yolunun tahrip edilmemifl bölümüne gelince duracak. Dekovildeki yolcular, bu bölümde yeniden inecekler ve yolun normal bölümünde bekleyen özel trene geçecekler. Mustafa Kemal Pafla’y› getiren trenin Polatl›’da biraz geç beklenmesinin nedeni budur.’ “Mustafa Kemal Pafla ve arkadafllar›n› ‹zmir’den getiren tren, gece yar›s›na do¤ru geldi Polatl›’ya. “‘Çok iyidir paflam’ dedim. “‘Ben yokken hastalanmad› ya?’ diye sordu. “‘Hay›r, Paflam’ dedim. ‘Hiç hastalanmad›. Evde sevinçle sizi bekliyor.’ “Annesinin sa¤l›k durumunu “A nkara’dan bizim geldi¤imiz karfl›lama treni ile ‹zmir treni, ayn› hat üzerinde burun buruna gelmiflcesine duruyorlard›. “‹zmir treni durunca Fuat Bulca Pafla, Cemil’e ve bana oturdu¤umuz yerden kalkmamam›z› söyleyerek gitti. “Fuat Bulca Pafla, Mustafa Kemal Pafla’ya, beni de getirdi¤ini söylemifl. “Mustafa Kemal Pafla, hemen Salih Bey’e (Bozok) emir vermifl: “‘Abdürrahim’i bana Mustafa Kemal Pafla ‹zmir’de... ça¤›r’ demifl. “Mustafa Kemal Pafla’n›n trenine ö¤rendikten sonra, beni sordu: al›n›p, onun vagonuna götürüldüm. “‘Sen nas›ls›n?’ dedi. ‘Sen de “Vagonda yerde, bir yer yata- iyi misin?’ ¤› seriliydi. “‹yi oldu¤umu söyledim “Mustafa Kemal Pafla beni gö- ve ekledim: rünce, yanaklar›mdan öptü. “‘Ben de, evdeki herkes gibi, sizi “‘Annem nas›l?’ diye sordu. sevinçle bekliyorum Paflam’ dedim. 59 Bütün Dünya • Eylül 2007 “Yanaklar›m› okflad›: “‘‹flte geldim’ dedi. “M ustafa Kemal Pafla o gece, vagondaki yer yata¤›nda yatt›, biz de kendi trenimize döndük. “Fuat Bulca Pafla’ya sordum: “‘Mustafa Kemal Pafla geldi; ama niye burada bekliyor?’ dedim. ‘Ankara’ya niye gitmiyoruz?’ “Fuat Bulca Pafla gülmeye bafllad›: “‘fiimdi gece yar›s›’ dedi. ‘Bu saatten sonra hareket edersek, gecenin karanl›¤›nda var›r›z Ankara’ya. Oysa bütün Ankara, ‹zmir Zaferi’nin kahraman› Mustafa Kemal Pafla’n›n dönüflünü bekliyor. Herkes onu karfl›lamaya haz›rlan›yor. Biz de karfl›lama töreni haz›rlad›k. Onun için geceyi burada geçirece¤iz. Yar›n sabah da, saat 9 sular›nda Ankara’ya varaca¤›z.’ “Yar›n sabah Ankara’ya bir an önce varabilmenin sab›rs›zl›¤›yla gözlerimi kapad›m, koltu¤umda derin bir uykuya dald›m. “Sabah çok erken bir saatte Fuat Bulca Pafla beni uyand›rd›: “‘Haydi gel Abdürrahim’ dedi. ‘Mustafa Kemal Pafla seni istiyor.’ “Bizim trenden indik, onun trenine bindik yine. “Mustafa Kemal Pafla’n›n yüzü sabunluydu. Berberi, onu t›rafl ediyordu. “Bana yine hal hat›r sordu. “‘Birazdan Ankara’ya hareket edecek tren’ dedi. ‘Sen de benim trenimde, burada olursun.’ “Ankara’dan gelen karfl›lama treni yoldan çekildi, yol aç›ld›. “Mustafa Kemal Pafla’n›n treni 60 Ankara’ya hareket etti. “Ankara ‹stasyonu’nda halk toplanm›fl, Mustafa Kemal Pafla’y› karfl›l›yordu. Çok düzenli bir karfl›lama töreni yap›ld›. “Bu s›rada beyazlar giymifl k›z çocuklar, boyunlar›nda as›l› sepetlerde Mustafa Kemal Pafla’n›n pul büyüklü¤ündeki fotograflar›n›, toplu i¤nelerle vatandafllar›n yakalar›na tak›yorlard›. “Mustafa Kemal Pafla trenden iner inmez bu k›z çocuklardan biri yan›na yaklaflt› ve boynuna as›l› sepetten ald›¤› bir Mustafa Kemal Pafla fotograf›n›, onun yakas›na takmak istedi. “Ben, o an Mustafa Kemal Pafla’n›n hemen yan›nda oldu¤umdan, onun elini uzat›p, yakas›na kendi fotograf›n› takmak isteyen k›z çocu¤un bile¤ini nas›l yakalad›¤›n› çok iyi gördüm. “‘K›z›m bu nedir?’ diye sordu Mustafa Kemal Pafla. “K›z çocuk, sevinçle yan›t verdi: “‘Resimdir, Paflam’ dedi. ‘Sizin resminizdir.’ “Mustafa Kemal Pafla, eliyle bile¤inden tuttu¤u kolu indirdi, k›z çocu¤un yana¤›n› okflad›: “‘A ma ben onu takarsam, biraz ay›p olmaz m›?’ dedi. ‘Benim resmimin benim gö¤süme tak›lmas›na nas›l izin verebilirim ben?’ “K›z çocu¤un yanaklar› utanc›ndan k›pk›rm›z› oldu. Mustafa Kemal Pafla, onun yana¤›n› bir kez daha okflad›. “‹stasyondaki muhteflem karfl›lama töreninden sonra Mustafa Kemal Pafla, istasyondan meclise Mustafa Kemal Pafla’n›n Ankara ‹stasyonu’nda karfl›lan›fl›... Pankartta “Bin Yafla Gazi Pafla” tümcesi yer almaktad›r. kadar yol boyunu dolduran binlerce Ankaral›’n›n sevgi gösterileri aras›nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geldi. Bizi ise, do¤ruca Çankaya Köflkü’ne ç›kard›lar. “Zübeyde Han›m benim geldi¤imi görünce hemen yan›na ald› beni: “‘Pafla nas›l?’ diye sordu. ‘Çok zay›flam›fl m›?’ “‘Hay›r’ dedim. ‘Çok iyi gördüm. Biraz sonra siz de göreceksiniz. Polatl›’ya geldi¤inde ilk ifl beni ça¤›rd›, sizin s›hhatinizi sordu.’ “Mustafa Kemal Pafla o gün akflamüstü gelebildi Çankaya’ya. “Annesinin elini öptü, onunla kucaklaflt›. “‘‹smet Pafla Mudanya’ya gitti, onunla konuflmam laz›m’ dedi ve Mudanya Mütarekesi’ni imzalamak için Mudanya’ya giden ‹smet Pafla’ya, Ankara’dan talimat verdi. “Sonra da Zübeyde Han›m’› ald›, birlikte bir odaya çekildiler. ‹çeride konufltuklar›n› Zübeyde Han›m daha sonra anlatt›: “‘‹ zmir’in eflraf›ndan bir han›m k›z, baba köflkünü Pafla’ya tahsis etmifl’ dedi ‘Pafla’y› da çok iyi a¤›rlam›fl. Hatta arkadafllar› da tak›lm›fllar. “Zaman›n geçiyor. Bu han›mla evlensene” demifller. Ben de, “O¤lum, münasip gördüysen alal›m... Do¤ru, zaman›n geçmek üzere” dedim.’ “Mustafa Kemal Pafla, annesinin bu sözü üzerine ona flu karfl›l›¤› vermifl: “‘Anne, sen be¤enirsen evlenirim ancak’ demifl. ‘‹stersen seni ‹zmir’e yollayay›m. Hem biraz 61 Bütün Dünya • Eylül 2007 tebdil hava edersin. Doktorlar da zaten deniz havas› tavsiye ediyorlar. Bence gitmen için mevsim de müsaittir. Ekim, kas›m geliyor. Ankara’n›n havas› biraz sert olur bundan sonra. Oysa ‹zmir’in havas› yumuflakt›r. ‹zmir’de, bu han›m› da görürsün. Be¤enirsen, evlenirim.’ “Zübeyde Han›m, hem tebdil hava etmek, hem de Latife Han›m’› görmek için ‹zmir’e gitmeyi kabul etmifl. “‘Yan›na kimi almak istersin anne?’ diye sormufl Mustafa Kemal Pafla. “Zübeyde Han›m da ‘Ayfle’yle Abdürrahim olsunlar... Onlar› ben isterim. Sen baflka kimi verebilirsen yolla’ demifl. “Zübeyde Han›m, kendisine bakan Ayfle’ye ve bana bunlar› söyledikten sonra, ‘Haz›rlan›n bakal›m’ dedi. ‘Yol göründü.’ “Bu konuflmadan on gün sonra annemle birlikte ‹zmir’e hareket ettik. “Salih Bey (Bozok) ve efli, Ali Çavufl, Ayfle Abla, annem ve ben, birlikte gidiyorduk trende...”• Gelecek yaz›: Kendisini Karfl›yaka istasyonunda karfl›layan Latife Han›m’›, samimiyetle itiraf edeyim, Zübeyde Han›m hiç de be¤enmedi: “‘Pek de ufak tefekmifl’ dedi. Sonra, etraftakilere duyurmamaya çal›flarak Salih Bey’e flöyle dedi: “‘Bu tren dönemez mi? Ankara’ya geri dönemez miyiz?’” Adam yolda yürürken karfl›laflt›¤› bir yak›n arkadafl›na dert yand›: “Dün gece bafl›ma ne geldi biliyor musun?” dedi. “Kulüpte yeme¤imi yedim, içkimi içtim, tam d›flar› ç›kaca¤›m s›rada flef garson yan›ma yaklafl›p sanki paras›n› vermemiflim gibi kötü kötü bakmas›n m›?” Arakadafl›, flef garsonun bu davran›fl›na çok sinirlendi: “Do¤rusu büyük terbiyesizlik, garsonun yapt›¤›” dedi. “Peki sen ne yapt›n?” Adam omuzlar›n› silkti: “Ne yapabilirdim ki...” dedi. “Sanki vermiflim gibi yürüdüm, ç›kt›m.”• Kad›n, efline üst katlar›nda oturan adam› anlat›yordu: “Üst komflumuzun, o¤lumuz Can’›n davul çalmas›na k›zd›¤›n› sanm›yorum” dedi. “Ama garip bir adam oldu¤u da kesin...” Efli onun bu kan›ya nas›l vard›¤› ö¤renmek isteyince, kad›nca¤›z a¤z›ndaki baklay› ç›kard›: “Bugün ö¤leden sonra Can’a, davulun içinde ne oldu¤unu merak edip etmedi¤ini sormufl” dedi. “Sonra da çocu¤un eline bir b›çak vermifl…”• 62 Arkadafllar›m›n Türkiye konusundaki bilgisizliklerine inanmam›fl, ayr›ca, tatil süresince hiç mi kötü olaylar yaflanmad› diye merak etmifl olabilirsiniz. Okuduklar›n›z›n abart› hatta uydurma oldu¤unu düflünebilirisiniz. Bu yaz›da dile getirdi¤im önyarg›lar çok de¤il, 10 y›l öncesinde de Avrupal›lar’›n görüflleriydi, flimdi de... Bunlar belki azal›yor; ama büyük bir kesimde ayn› olumsuz düflünceler sürüyor. Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) N isan ay›nda olmam›za mutlaka tekneye u¤ruyor, arkadaflkarfl›n hava yaz akflam- lar›m›za “Hofl geldiniz” diyordu. 4 lar›n› aratmayacak gü- kiloluk Orfoz bal›¤›n› silip süpüzellikteydi. Akflam ye- ren gruba tad›n› çok be¤endikleri me¤i için Seher Yeli’nin arka gü- Türk flaraplar›ndan da birkaç flifle vertesinde, masaya oturdu¤u- daha açmak zorunda kald›k. Yeme¤in sonuna muzda, ahtapot salatas›, do¤ru gitar›n› alan Hukalamar, denizbörülcesi go, romantik ‹talyan flarve Orfoz bu¤ulamadan Evrensel oluflan bir menünün bizi Bak›fl Aç›s› k›lar›n› seslendirmeye bafllad›. Gruptaki hemen bekledi¤ini gördük. Haherkes gülüyor, flark› z›rlad›¤› bu nefis yesöylüyor, sohbet ediyormeklerin yan›na so¤udu. Ama Emma çekildi¤i tulmufl beyaz flarap açan köflede derin düflünceleAli Day›, arkadafllar›m›re dalm›fl gibiydi. Bu z›n teflekkürlerini kabul durum Ali Day› ve Miço ederken, “Bugüne de¤in Yaflar’›n da dikkatini hizmet etti¤im turistlere çekmiflti. Ali Day›, “Bu hep güzel sofralar haz›rGürbüz k›za ne oldu, yemekleri lad›m, yemekler yapt›m. Evren mi be¤enmedi?” diye Türkiye hakk›ndaki düsordu. Arkadafllara sesflüncelerinize üzüldü¤ümden, herfleyin daha iyisini si- lenerek, “Emma sanki mutsuz, zin için haz›rl›yorum. ‹nflallah biraz onunla ilgilenelim” dedim. Maria, “Ne oldu Emma, can›n› düflünceleriniz yemeklerim sayes›kan bir fley mi var?” diye sordu. sinde de¤iflir” dedi. Biz yemekteyken limanda ge- Benzer sorular di¤erlerinden de gezintiye ç›km›fl tan›d›k Datçal›lar lince, Emma bulundu¤u köfleden 63 Bütün Dünya • Eylül 2007 do¤ruldu ve “Gürbüz, söyleyeceklerimi çevirmeni istiyorum” dedi. H erkes dikkat kesilmiflti. Emma, bafl›n› öne e¤mifl, kimseyle göz göze gelmemeye özen göstererek, “Hepinizden özür diliyorum. Türkiye’ye geleli 4 gün oldu, ›ss›z koylarda geceledik, köylere u¤rad›k, çok say›da insanla karfl›laflt›k, tan›flt›k; ama geçen bunca zaman içinde kimse bana tecavüz etmedi” dedi. “fiaka m› yap›yorsun Emma, ne tecavüzünden söz ediyorsun? Bu sözleri nas›l çevireyim. Herkes gülecek” dedim. Bana bakt›, “Lütfen dedi¤imi yap” dedi. Yapt›¤›m çevirinin ard›ndan k›sa süren bir flaflk›nl›k yafland›. Sonra bir kahkaha f›rt›nas› koptu. Herkesin gülmesi Emma’y› çok utand›rm›flt›. Kendini ifade etmek gere¤ini duymufl olacak ki, aya¤a kalkarak, “Gülünç duruma düfltü¤ümün ay›rd›nday›m; ama zorla ç›kt›¤›m bu tatile öylesine önyarg›larla bafllad›m ki, tecavüze u¤rama korkusunu bir türlü kafamdan atamad›m. Belki de içti¤im 3-5 kadeh flarab›n etkisiyle içimden geçenleri söyledim” dedi. Emma’n›n yard›m›na Laurence, ‹ngrid ve Maria kofltu. ‹ngrid, “Üzülme Emma, böyle düflünen yaln›zca sen de¤ilsin. Az da olsa benim kafamda da bu türden korkular vard›” dedi. Maria, Emma’ya sar›larak, “Eflim yan›mda oldu¤u için ve Gürbüz’e güvendi¤im için tedirgin de¤ildim. Ama yine de akl›mdan ayn› fleyler geçmiyor de¤ildi” dedi. O akflam tekneye, y›llard›r her 64 f›rsatta Datça’ya gelen bir ‹ngiliz, Elisabeth de u¤ram›flt›. Yüzünden hiç eksilmeyen bir gülümsemeyle konuflulanlar› dinleyen Elisabeth söze kar›flma gere¤ini duyumsad›. “Emma’n›n düflüncelerine gülmekte hakl›s›n›z; ama genelde Avrupal›lar’›n kafas›nda bu tür düflünceler oldu¤unu kabul edin. Ülkemizi tan›madan bunlardan kurtulmak mümkün de¤il” dedi ve ekledi: “Ne yalan söyleyeyim, Londra’da tan›flt›¤›m Türk erkek arkadafl›m›n ›srar›yla ilk kez bu ülkeye geldi¤imde, arkadafl›m›n yan›ndan hiç ayr›lmam›flt›m.” Tecavüz konusu en çok Ali Day›’y› rahats›z etmifl olacak ki, dayanamay›p söze girdi: “Neden bu turist k›zlar ilk günler tedirgin oluyor; ama tatil bitince de tekneden kovsak gitmiyorlar diye merak edip dururdum” dedi. Sonra sevecen; ama bir o kadar da sert bir yüz ifadesiyle, “K›z›m, biz buradayken kimse sana tecavüz edemez, birisi yan gözle bile baksa, karfl›s›na önce ben dikilirim” dedi. A li Day›’n›n sözlerini çevirdi¤imde bir alk›fl koptu. Emma, yüzünde güller açm›fl bir halde Ali Day›’ya sar›ld›, “Merak etmeyin, tan›d›¤›m herkese yaflad›klar›m› anlataca¤›m, önyarg›lar›mdan söz edip, do¤rular› söyleyece¤im. Size karfl› çok mahcubum. Ne olur beni ba¤›fllay›n” dedi. Hugo elini Ali Day›’n›n omzuna att›. K›zlar› iflaret edip “Bu k›zlar Gürbüz’e ve öteki erkek arkadafllara güvenerek tatile ç›k- Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) t›. Ama flimdi onlar›n kahraman› siz oldunuz” dedi gülerek... Teknede bulunan kaptan arkadafllardan biri dayanamay›p sordu: “B u tür düflünceleri her duydu¤umda gülerim. Merak ediyorum, Avrupa ülkelerinde kad›nlara yönelik tecavüz olaylar› yaflanm›yor mu?” Hugo söze girip yan›tlad›: “Bat›l› ülkelerde o kadar çok tecavüz olay› kaydediliyor ki, sosyal bir gerçeklik olarak kan›ksand› bile... Ama konu Türkiye olunca, maalesef özellikle üstüne gidiliyor, abart›l›yor.” O gece arkadafllar›m için çok fley de¤iflmiflti. Konuflulmas› pek kolay olmayan tecavüz konusu aç›lm›fl, teknede bulunan hemen herkes düflüncesini söylemiflti. Yaln›zca benim hat›r›m için, gönülsüzce ç›k›lan tatilin dönüm noktas› belki de bu gece konuflulanlar olmufltu. Avrupal› arkadafllar›m›n düflüncelerini biçimlendiren ve kendilerini korumak için ay›rd›na varmadan bizlere karfl› görünmez bir duvara dönüfltürdükleri kimi önyarg›lar silinmiflti sanki. Çok rahatlam›fl, üstlerinden büyük bir yükü atm›fl gibiydiler. Ayakta kalmay› baflaranlar sabah›n ilk ›fl›klar›na de¤in sohbete devam ettiler. Ertesi gün Datça’dan ayr›lmadan önce, k›zlar›n önemli bir al›flverifl yapmas› gerekiyordu. Çarfl› içinde gördükleri bir ma¤azaya u¤ray›p çok acil bir gereksinimlerini karfl›lamak için Mustafa Kaptan’dan 1 saat izin istediler. Onlara efllik etmeme karfl› ç›- k›yorlard›; ama ifl al›flverifl olunca gruptakileri yaln›z b›rakmam söz konusu olamazd›. Öyle ya, bu denli dikkat etmiflken turistleri yolunacak kaz olarak gören kimi sat›c›n›n kötü bir izlenim b›rakmas›na izin veremezdim. Sonuçta onlara efllik etmeme raz› oldular. Gitti¤imiz dükkan mayo sat›yordu ve sahibi olan bayan› da çok iyi tan›yordum. Arkadafllar›m “Çölde su bulmuflças›na mayolara kofltular” desem, inan›n abartm›fl say›lmam. Arkadafl›m, “Ne oldu bunlara, ülkelerinde mayo yok mu?” diye sordu. Durumu anlat›nca, “Bugünü unutmayas›n›z diye, mayolar› size hiç kâr almadan, maliyetine sataca¤›m” dedi. Yelken yapmak için uygun bir rüzgar vard›. Seher Yeli’nin yaln›zca ana yelkeni haz›r oldu¤undan Hisarönü Körfezi’nin en seçkin tatil sitelerinden biri olan Aktur’un bulundu¤u koylara dek, bir süre yelken yaparak gittik. Burada, ço¤u ahflap olan evler, çam a¤açlar›n›n aras›na, denizden ve karadan gözükmeyecek biçemde yap›lm›flt›. T atil dönemi olmad›¤› için sitede çok fazla insan yoktu. Arkadafllar› karaya ç›kartarak Aktur’u gezdirmek istiyordum. Tekne demirledikten sonra sürat botunu denize indirdik. K›y›da bizi güzel bir sürpriz bekliyordu. Çok sevdi¤im bir arkadafl›m›n annesi ve teyzesi Aktur’un ahflap iskelesinde oturmufl sohbet ediyordu. Sevgi Teyze ‹stanbul Üniversitesi’nde, k›z kardefli ise Ege Üniversitesi’nde 65 Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) Bütün Dünya • Eylül 2007 ö¤retim üyesiydi. Sevgi Teyze beni karfl›s›nda görünce çok flafl›rd›. “Aman o¤lum sen nereden ç›kt›n böyle?” diye sordu. Ö zel bir turda oldu¤umuzu söyledikten sonra arkadafllar›m› tan›flt›rd›m. Her ikisi de çok güzel ‹ngilizce konufltu¤u için çeviri yapmama gerek yoktu. Sevgi Teyze ve kardefline arkadafllar›m› neden bu tatile getirdi¤imi anlatt›ktan sonra, onlarla biraz sohbet etmelerini, Türkiye hakk›nda h›zla de¤iflen düflüncelerine katk› sa¤lamalar›n› rica ettim. Sohbet s›ras›nda arkadafllar›m› en çok flafl›rtan konulardan biri, Türkiye’deki üniversitelerde çal›flan akademisyen kad›n say›s›n›n birçok Avrupa ülkesine göre fazla olufluyla Türk kad›n›na seçme ve seçilme hakk›n›n Fransa’dan bile önce verilmesiydi. Sevgi Teyze arkadafllar›m› çaya davet edince bizimkilere sormadan öneriyi kabul ettim. Grubu Sevgi Teyze’ye emanet ettikten sonra teknedeki ifllere yard›mc› olmak için izin isteyip ayr›ld›m. Mustafa Kaptan, geceyi geçirece¤imiz Dirsek Koyu’na hava kararmadan ulaflmak istiyordu. Geç kalmadan yola ç›kmak için arkadafllar›m› tekneye getirmeliydim. K›y›ya dönerek Sevgi Teyze’nin evine gittim. Bahçede büyük bir kalabal›k toplanm›flt›. Aktur, emekli olduktan sonra büyük kentleri terk ederek buraya yerleflen insanlar›n yaflad›¤› çok düzenli ve güzel bir sitedir. Sevgi Teyze Avrupal› konuklarm›z›n Türkiye konusunda ayd›nlat›lmas› 66 yönündeki üstü kapal› mesaj›m› alm›fl ve özellikle yabanc› dil bilen birçok komflusunu eve davet etmiflti. Güzel bir sohbet vard›; ama tekneye dönme zaman› da gelmiflti. “Çok üzgünüm, gitmek zorunday›z” dedim. Orada bulunanlar, özellikle kad›nlar itiraz etti. Sevgi Teyze, “Kesinlikle b›rakmay›z, birlikte yemek yiyece¤iz. Bahçede, komflular›n da katk›s›yla büyük bir sofra haz›rlayaca¤›z. Bu akflam konu¤umuz olun, sabah erkenden gidersiniz” dedi. Ne olur kalal›m dercesine yalvaran gözlerle bana bakan arkadafllar›m da çoktan bu öneriye raz› olmufltu. Her teknede bir kaptan olur, karar› da o verir. Denizcilikte kural budur. Bu nedenle Mustafa’n›n da görüflünü almam gerekiyordu. Tekneye döndüm ve durumu anlatt›m. Kaptan, program›n aksayaca¤›n›; ama grup çok istiyorsa, Türkiye’yi daha çok sevmelerine ve tan›malar›na katk› sa¤layacaksa kalabilece¤imizi söyledi. Geceyi rahat geçirmek için demir tazeleyip k›y›daki büyük bir a¤açtan koltuk ald›k. T eknede yaln›zca Miço Yaflar kalacakt›. Karaya ç›kmadan önce, Datça’dan ald›¤›m›z bal›k sepetlerinin içine ekmek ba¤layarak teknenin alt›na b›rakt›k, bal›k a¤lar›n› da koyun girifline att›k. ‹yi ki Sevgi Teyze’ye rastlam›fl›z. ‹yi ki arkadafllar›m› konuk etmifller. Bahçede, komflulardan getirilen masalar› yerlefltirerek çok büyük bir sofra kurulmufltu. Evlerden birbirinden lezzetli ye- mekler tafl›nd›. O akflam hemen herkes Avrupal› konuklar› bilgilendirmek için birbiriyle yar›flt›. ‹ flleri gere¤i ço¤u yurt d›fl›nda yaflam›fl, bulunmufl ya da gitmeye devam eden bu insanlar, Bat›l›lar’›n ülkemize bak›fl aç›s›n› çok iyi bildikleri için düflünemedi¤im, akl›ma gelmeyen örnekler veriyor, bizimkileri ne diyeceklerini bilmez durumlara düflürüyorlard›. Gruptakilerin ortak düflüncesini dile getirmek istedi¤ini söyleyen ‹ngrid, bir ülkenin kendilerini bu denli flafl›rtaca¤›n› hiç beklemediklerini, yaz aylar›nda kesinlikle tekrar geleceklerini söyleyince, baflta Sevgi Teyze olmak üzere sofrada bulunan birçok kifli, samimi ifadelerle, arkadafllar›m› kendi evlerinde a¤›rlayabileceklerini belirtip ›srarl› davetlerde bulundular. Karfl›l›kl› adresler, telefon numaralar› al›nd›. Arkadafllar›m›n görmesini istedi¤im daha nice güzellikler oldu¤u için sabah kahvalt›s› davetini istemeyerek de olsa reddetmek zorunda kald›k. Sabah›n ilk ›fl›klar›yla birlikte yola ç›kmadan önce bal›k sepetlerimizi çektik, a¤lar›m›z› toplad›k. Konuklar›m›z›n k›smetine hem sepetlerde hem de a¤larda çok miktarda Salagöz, Karasokkan, Lopa, Kefal, Barbun türü bal›k vard›. Bu kadar çok bal›¤› yakalaman›n keyfiyle demir ald›k. Önce Hurmal› Bük’te alargada kalarak k›sa bir mola verdik. Gruba, koydaki hurma a¤açlar›n› gösterdikten sonra Akdeniz’le Ege’nin bir- birine kofltu¤u, Datça Yar›madas›’n›n en çok inceldi¤i kesimi oluflturan, Bencik Koyu’na gittik. Denizin içine uzanm›fl çam a¤açlar›n›n çevreledi¤i bu eflsiz koyda, sabah kahvalt›s›n›n ard›ndan gruba koyda küçük bir gezinti yapt›rmak için sürat botunu denize indirdik. K›y›ya ç›kan k›z arkadafllar›m›z tekneye yüzerek dönmek isteyince, iflte bu tarihsel bir an ve tatilin dönüm noktalar›ndan biri oluyor diye düflündüm. Onlar›n mayolu hallerini fotograflamak için sürat botuna atlad›¤›m gibi solu¤u teknede ald›m. Elimde fotograf makinesini gördüklerinde neden fotograf›m›z› çekiyorsun diye soracaklar›n› biliyordum. Nitekim Laurence teknenin merdivenlerinden ç›karken bekledi¤im soruyu yöneltince, “Elinizde, Türkiye’de mayo giyebildi¤inizin kan›tlar› olsun ki, en az›ndan ailelerinizi ikna edin” yan›t›n› verdim. Art›k, tatil sonuna dek mayolar›n› ç›karmayacaklard›. Hisarönü Körfezi’ndeki koylar› s›ras›yla ziyaret ettikten sonra Orhaniye’de, K›z Kumu’nda k›sa bir mola verdik. Denizin içindeki s›¤l›kta yürüyüfl yaparken, gruba K›z Kumu’nun öyküsünü anlatt›m. A rkadafllar›m› gördükleri güzelliklerden ay›rmak kolay olmad›¤›ndan, her koydan gecikmeyle dönmek zorunda kald›¤›m›z› bilen aflç›m›z, ö¤le yeme¤ini haz›rlay›p bir kenara koyman›n rahatl›¤› içinde akflam yiyece¤imiz bal›klar› temizlemekle meflguldü. Ö¤len yeme¤i için zaten gecikmifltik. Bizimkilerin Selimiye’ye kadar sab67 Bütün Dünya • Eylül 2007 redemeyeceklerini anlam›flt›m. Yeme¤i Orhaniye’de, teknede yedikten sonra yola ç›kt›k. C ennetten bir köfle olan Selimiye’deki kahve molas›n›n ard›ndan köyün hemen arkas›ndaki koyda demirledik. 15-20 m. derinlikte büyük deniz kabuklar›n›n çokça bulundu¤u bu koyda tüpsüz dalma konusundaki yetene¤imi göstererek, içinde ahtapotlar›n yuva yapt›¤› birbirinden güzel kabuklar ç›kar›p arkadafllar›ma arma¤an ettim. Geceyi Bozburun yak›nlar›ndaki bir adada geçirmeyi planlayan Kaptan Mustafa’n›n uyar›lar›n› dikkate alarak tekneye döndük. Kaptan bizi beklerken z›pk›nla avlanmaya ç›km›fl, büyükçe bir ahtapot vurmufltu. Bu akflam bal›¤›n yan›s›ra ahtapot salatas› da olaca¤›n› anlayan grubun Mustafa Kaptan’a ve Ali Day›’ya yönelik sevgi gösterileri aras›nda demir ald›k. Bir zamanlar korsanlar›n mekan› olmufl adalar›, Amerikal› ve Türk dalg›çlar›n birlikte ç›karmaya çal›flt›klar› 950 y›ll›k bir bat›¤›n bulundu¤u kayal›klar›, manast›r ve kilise kal›nt›lar›yla dolu k›y›lar› izleyerek Bozburun’a ulaflt›k. Geceyi geçirece¤imiz adaya geldi¤imizde günefl batmak üzereydi. Arkadafllar›m›z›n bu güzel anlar› so¤uk içecekler eflli¤inde yaflamalar›n› istedi¤im için hemen demirledik. Miço Yaflar sepetleri teknenin alt›na b›rakt›, ard›ndan sürat botuyla adan›n arkas›na dolafl›p a¤lar›m›z› att›k. Adan›n öteki taraf›nda, biri Avusturya öteki de Alman bayrakl› iki özel yat demirle68 miflti. Teknedekiler adada gezinti yap›yordu. Ahtapotu çarpmak için adaya ç›kan Mustafa Kaptan’›n Avusturyal›lar’la sohbete bafllad›¤›n› görünce, yeterince bal›¤›m›z oldu¤u için onlar› da akflam yeme¤ine davet etmeyi düflündüm. Önce arkadafllar›m›n olurunu ald›m, sonra da Mustafa’ya seslenerek düflüncesi söyledim. Kaptan konuyu yan›ndakilere açt›¤›nda adadan sevinç 盤l›klar› yükseldi ve flaraplar› getirmek kofluluyla davetimizi kabul ettiler. Bir kez daha gece yar›s›na dek süren, sohbetin koyulaflt›¤›, flark›lar›n söylendi¤i, farkl› ülke müziklerinin dinlendi¤i saatler yaflad›k. Özellikle Avusturyal›lar, Türkler’e yönelik önyarg›lar›n en çok kendi ülkelerinde oldu¤unu vurgulad›ktan sonra, son 5 y›ld›r Türkiye’ye geldiklerini, teknelerini Marmaris’teki marinaya ba¤lad›klar›n›, yaflad›klar› güzellikleri dile getirirken, Almanlar da, Kafl’ta bir ev sat›n ald›klar›n› anlatt›lar. Art›k ben, konuflmalar› yönlendirmeye çal›flm›yor, yaln›zca dinliyordum. H ugo beni göstererek, “Gürbüz, önyarg›lar›m›zla, yanl›fl bilgilerimizle çok bo¤ufltu. Gerçekleri kavramaya bafllad›¤›m›z› görünce, içinden gülerek bizi izliyor. Ne denli komik duruma düfltü¤ümüzü her geçen dakika daha iyi anl›yoruz” dedi. Alman çift, bu adaya s›k s›k geldiklerini ve buradan güneflin do¤uflunu izlemenin çok güzel oldu¤unu söyleyerek, günefl do¤ana dek sohbete devam etmeyi öner- Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) di. Tekne personeli yorgun oldu¤u için izin isteyip ön güverteye uyumaya gitti. G rupla ilgilenmek bana kalm›flt›. Gözlerim kapansa da kendimi zorlayarak sohbete kat›lmaya çal›flt›m. Bu halimi gören Maria, ninni söyler gibi, “Uyumana bak, kafan rahat olsun. Gerçekleri görüyoruz art›k” deyince, uyku tulumunun içine girip derin bir uykuya dald›m. Sabah uyand›¤›mda aflç›m›z kahvalt›y› haz›rl›yordu. Kaptan ile Miço Yaflar ise a¤lar› toplay›p dönmüfl, sürat botunun içinde a¤lar› ay›klamakla meflguldüler. Mustafa Kaptan, “Arkadafllar›n›n flans›na yine çok bal›k var, akflama ziyafete devam” dedi. Teknenin üstünde uyuduysan›z güne daha da güzel bafllaman›n yolu uyand›¤›n›z an denize girmektir. Mayom üstümde oldu¤u için bal›klama suya atlad›m. Buz gibi suda uyanmak ne güzel bir duygudur. Tüm negatif enerjiyi al›r götürür. Bu arada arkadafllar›m da birer ikifler uyanm›fl, beni gören denize atl›yordu. Kahvalt›n›n ard›ndan demir alarak, eksiklerimizi tamamlamak ve tekneye su almak için Bozburun’a hareket ettik. Limana yanaflt›ktan sonra kaptan al›flverifle giderken, ben de arkadafllar›m› katamaran tekneleriyle Bozburun’da k›fllayan bir Frans›z aileye ziyarete götürdüm. Birkaç y›ld›r tan›d›¤›m Cottin Ailesi, befl y›ll›k bir dünya turuna ç›km›fl, Fransa’n›n Lorient kentinden bafllayan yolculuk s›ras›nda birçok ülkeye u¤ra- d›ktan sonra Türkiye k›y›lar›na ulaflm›fl, k›fl aylar›n› Bozburun Liman›’nda geçirmeye karar vermiflti. Cottin çiftinin 6 ve 11 yafllar›nda iki k›z› vard›. Çift, uzaktan ö¤retim sistemiyle e¤itimlerine devam eden k›zlar›n›, Türkçe’yi de ö¤renmeleri için Bozburun’daki okula gönderiyordu. Katamarana u¤rad›¤›m›zda Cottin çifti tekne temizli¤iyle meflguldü. “Paris’ten konuklar getirdim size” dedi¤imde çok mutlu oldular. Üç aydan fazla bir süredir Bozburun’da konaklad›klar›n›, karayoluyla Kapadokya, Pamukkale, Ankara’ya gittiklerini, yaflad›klar›n›, gördüklerini bizimkilere uzun uzun anlatt›lar. Sohbet s›ras›nda Türk arkadafllar›yla gelen k›zlar›n az da olsa Türkçe konuflmas› gruptakilerin flaflk›nl›¤›n› iyice art›rd›. Bozburun’dan ayr›ld›ktan sonra Yunan adas› Simi’ye (Sömbeki) yöneldik. Simi Liman›’na demirlemeden, uzaktan da olsa bu güzel aday› arkadafllar›m›za göstermek istiyorduk. Onlara belli etmeden Yunan bayra¤›n› çektim. A dan›n liman taraf›ndaki yerleflim alan›na yanaflt›¤›m›zda, Simi’ye geldi¤imizi söyledim. fiaflk›nl›kla aya¤a kalkan arkadafllar›ma adayla ilgili bilgiler verdim, güzel mimarisini anlat›p özellikle de manast›rlar›ndan söz ettim. Bir kez daha flafl›rm›fllard›. Hugo, “Sak›z Adas›’nda Türkiye’den söz ederken söylenenleri düflünüyorum, bir de senin bir Yunan adas›n› böylesine güzel ifadelerle anlatmana bak›yorum da ne diyece¤imi bilemiyorum” dedi. 69 Bütün Dünya • Eylül 2007 R otam›z› Marmaris’e çevirdik. Geceyi Rodos’un karfl›s›ndaki Bozukkale’de geçirecektik. Akflam yeme¤inden önce karaya ç›k›p koya ad›n› veren kalenin kal›nt›lar›n› gezdik. Havan›n kararmas›yla birlikte Rodos’un ›fl›klar›, özellikle de havaalan›n›n ›fl›klar› görünmeye bafllad›. Art›k akflam yemeklerimiz yaln›zca deniz ürünlerinden olufluyordu. Birkaç gündür sabahlara dek süren sohbetler nedeniyle hepimiz yorgunduk. O akflam erkenden uyuduk. Sabah›n ilk ›fl›klar›yla birlikte ötmeye bafllayan kekliklerin sesiyle uyand›k. Kahvalt›n›n ard›ndan ö¤le yeme¤i için demirleyece¤imiz Serçe Liman›’na gitmek üzere yola ç›kt›k. Akflam, Marmaris yak›nlar›ndaki Gebe Kilise Koyu’nda olaca¤›m›z için koylarda uzun molalar vermemiz olanaks›zd›. Bozukkale’den itibaren gruptakileri garip bir hüzün kaplam›flt›. “Dönüfl zor olacak, sizlere çok al›flt›k, bu güzellikleri b›rak›p gitmek kolay olmayacak” diyorlard›. Marmaris’e de¤in kayda de¤er bir olay olmad›. Son geceyi limanda geçirecek, ertesi gün sabah erkenden arkadafllar›m› Dalaman Havaalan›’na götürecektim. Cedric, grup ad›na, akflam yeme¤ini Marmaris’te bizim önerece¤imiz bir restoranda hep birlikte yemeyi önerdi. Yöresel ev yemekleri yapan flirin bir lokantaya gittik. Tekne ekibi yemekten sonra limana döndü. Biz de al›flverifle ç›kt›k. Pazarl›k yapman›n inceliklerini ö¤retti¤im arkadafllar›m yak›nlar›na hediyelik eflyalar ald›lar. Paketleri tekneye b›rak›p 70 barlar soka¤›nda son gece e¤lencesi yapacakt›k. Çarfl›n›n içinde kuyumculuk yapan bir arkadafl›m, dükkan›n›n önünden geçiyorduk ki, “Demek bana u¤ramadan gidiyorsun” diyerek önümüzü kesti. Çay ikram etmeden b›rakmayaca¤›n› söyleyince de içeri girmek zorunda kald›k. Tan›flma fasl›n›n ard›ndan, elma çaylar›m›z› içerken arkadafl›m›n Ermeni as›ll› oldu¤u akl›ma geldi. Mesrop (biz Mesut derdik) iyi derecede Frans›zca da konufluyordu. Türkiye Cumhuriyeti vatandafl›, çok güzel bir kuyumcu dükkan›n›n sahibi bir Ermeni’yle tan›flmak bizimkilerin yaflad›¤› son flaflk›nl›k oldu. Bu tür flaflk›nl›klara al›flk›n olan Mesrop, ucunda haç bulunan kolyesini gömle¤inin alt›ndan d›flar› ç›kart›p, “Siz flimdi benim H›ristiyan oldu¤uma da inanmazs›n›z” dedi. Maria, “Ama bize Türkler’in bütün Ermeniler’i yok etti¤ini ö¤retmifllerdi” diye kekeledi. K ›sa süreli bir tarih dersi yapmak zorunda kald›k. Yaflanan karfl›l›kl› ac›lar›n as›l sorumlusunun özellikle Fransa ve Avrupa ülkeleri oldu¤unu örnekleriyle anlatan Mesrop’u a¤›zlar› aç›k dinlediler. Ailesi Kayserili olan Mesrop’un, befl ayr› kentte daha ma¤azas› bulundu¤unu ö¤rendiler. Daha önce dükkan›na çok müflteri getirdi¤im Mesrop, k›z arkadafllara ucunda nazar boncu¤u bulunan, alt›n suyuna bat›r›lm›fl birer kolye zinciri arma¤an etmesiyse, son gecenin bir baflka güzelli¤i oldu. Türkiye’yi Afrika ya da Arap Ülkesi Sanan Kültürlü (!) Avrupal›lar (3) Barlar soka¤›ndaki birçok bara girip ç›kt›k. Paris’teki e¤lence merkezlerinin benzeri barlarda rahatça dans edildi¤ini, çok güzel zaman geçirildi¤ini görmek, bizimkileri art›k flafl›rtm›yordu. Son gecenin tad›n› doyas›ya ç›kartan grubu, adet böyledir, e¤lenceden sonra ay›lmak için özel bir yere u¤ran›r diyerek çorbac›ya götürdüm. S abah, kahvalt›da erkekler a¤lamaz sözüne uygun bir durum yafland›, k›zlar gözyafllar›n› tutamad›. Aflç›m›z›n, “Ad›m›n Ali oldu¤u gibi eminim ki, bunlar Türkiye’ye daha çok gelecekler” sözlerini çevirdi¤imde, bir hafta süresince çok s›k duyduklar› ve kullanmaya bafllad›klar› sözcükle yan›t verdiler: “‹nflallah...” Arkadafllar›m›n Türkiye konusundaki bilgisizliklerine inanmam›fl, ayr›ca, tatil süresince hiç mi kötü olaylar yaflanmad› diye merak etmifl olabilirsiniz. Okuduklar›n›z›n abart› hatta uydurma oldu¤unu düflünebilirisiniz. Bu yaz›da dile getirdi¤im önyarg›lar çok de¤il, 10 y›l öncesinde de Avrupal›lar’›n görüflleriydi, flimdi de... Bunlar belki azal›yor; ama büyük bir kesimde ayn› olumsuz düflünceler sürüyor. Yaz›m› bitirirken arkadafllar›m›n flu anda neler yapt›klar›yla ilgili bilgi de vermek istiyorum size: Cedric, Dalaman’da uça¤a binmeden önce ‹ngrid’e evlenme teklif etti. fiimdi Morgan ad›nda harika bir k›zlar› var. Bana belge imzalatan ‹ngrid’in babas›n› an›msad›n›z m›? Kafl’ta bir ev sat›n ald›. Her f›rsatta Kafl’talar... Portekizli çift, Fethiye, Ölü Deniz beldesinde güzel bir tafl ev yapt›rd›. Yaln›zca onlar de¤il, aileleri de Fethiye’ye geliyor. S›k› durun, Emma, Cem adl› bir Türk arkadafl›mla evlendi. Böyle olunca da, tecavüz korkusunu tümüyle üstünden att›. Aksel ad›nda bir erkek çocuklar› var. Cem’in ailesinin Bodrum Bitez’deki yazl›¤› y›l›n hemen her döneminde Avrupa’dan gelen akrabalarla doluyor. Cem’in annesi bu durumdan pek hoflnut de¤il gibi... Beni her gördü¤ünde, “Türkiye’yi tan›taca¤›m diye bafl›ma ne ifller açt›n o¤lum” demesini de anlay›flla karfl›l›yorum. Laurence, Fransa’n›n Avustralya yak›nlar›ndaki denizafl›r› topra¤›, Yeni Kaledonya’da yafl›yor. Çok uzak oldu¤u için Türkiye’ye gelemiyor. Babas› tan›nm›fl bir sanayici olan Hugo, Marmaris Netsel Marina’da ba¤l› yelkenlisiyle y›lda birkaç hafta mavi yolculu¤a ç›k›yor. Her defas›nda yan›nda farkl› bir arkadafl grubu getiren Hugo, Türkiye’yi benden daha iyi tan›t›yor. Önceleri flakayla kar›fl›k, bir Türk k›z›yla evlenece¤ini söyleyen Hugo’nun bu düflüncesinde daha ciddi oldu¤unu duyumsuyorum.• [email protected] “Çabuk amaçlar› isteme, küçük ç›karlar› da arama! E¤er sonuç almak istersen, sen amac›na ulaflmazs›n. E¤er basit ç›karlar yüzünden yolunu kaybedersen, büyük fleyleri de beceremezsin.”• Konfüçyus’tan naklen 71 Eylül SuDokular› Alçakgönüllü, kendi halinde, sessiz bir kifliydi Nuri Sami Koral... Y›llarca fiiflli Terakki Lisesi’nde müzik ö¤retmenli¤i yaparak, ö¤rencilerine haftada bir ders de olsa, müzik sevgisini afl›lamaya çal›flm›flt›. Yap›tlar›, özellikle senfonileri s›k s›k ‹sveç’te konserlerde çal›n›r, bu icralar Stockholm Radyosu’nda yay›mlan›rd›. •Haz›rlayan: Canan Onural - Bütün Dünya• Libya Ulusal Marfl›’n› Bir Türk Besteledi! O Kolay Zor [email protected] Yan›tlar 86’nc› sayfam›zdad›r. 72 nu, Türkiye Yay›ne- Önce Libya, sonra da Endonezya vi’nde çal›flt›¤›m Ulusal Marfllar›! 50’li y›llar›n bafl›n1950’li y›llarda tan›- da, Libya ba¤›ms›zl›¤›na henüz yed›m. Sakin, kendi ha- ni kavuflmufltu. Kraliyet taht›nda linde, beyefendi bir adamd›. ‹fli Senusi Tarikat›’ndan, ‹ngiltere Ca¤alo¤lu ya da Sirkeci’ye düfl- yanl›s› Kral I. ‹dris vard›. tü¤ü zamanlar gelir, bize de u¤Bir gün Nuri Sami Bey’e Libya rard›. Birlikte çal›flt›¤›m›z, döne- devletinden bir öneri gelmifl. Libminin tan›nm›fl dergicilerinden ya’ya, Bat›l› teknikle bestelenecek Sezai Solelli’nin yak›n ahbab›yd›. bir ulusal marfl önerisi... Nuri Sami Karfl›l›kl› otururlar, bir kahve içi- Bey bu öneriyi kabul etmekte fazmi boyunca dereden tepeden la düflünmemifl. ‹lk ifli, ülkenin yesöz aç›p sohbet ederlerdi. rel müzi¤i ve melodi yap›s› hakk›nKim miydi bu kifli? De¤eri da fikir edinmek için onlardan birbizde hiçbir zaman yeterince an- kaç halk müzi¤i parças›n›n notalalafl›lamam›fl bestecilerimizden r›n›, daha da iyisi, plaklar›n› gönNuri Sami Koral... dermelerini istemek olmufl. GönO gittikten sonra Sezai Bey, dermifller... Üstad hemen oturmufl “Baflka ülkede olsa, ve onlara güzel bir Nuri Bey’in heykelini ulusal marfl besteledikerler” derdi. “Böyle- Özlemin Tad› mifl. Libyal›lar çok besine büyük bir müzis¤enmifller bu marfl›... Baflkad›r yen, inan ki, Türkiye’ye Önce kendisine yüz y›lda bir gelir.” flükranlar›n› bildirmiflPek çok orkestra yaler, arkas›ndan da p›t›, bu arada senfonilebanka arac›l›¤›yla ri, konçertolar›, oda mühayli yüksek bir telif zi¤i ve piyano yap›tlar› ücreti ödemifller. Ödeolan Nuri Sami Bey, aymifller; ama bizdeki n› zamanda iki de ulukesintiler yüzünden Eser Tutel sal marfl bestelemiflti. eline bu tutar›n pek Evet, iki de ulusal marfl: az› geçmifl. 73 Bütün Dünya • Eylül 2007 D erken arkas›ndan ayn› öneri bu kez Endonezya’dan gelmifl. O y›llar Endonezya’n›n, özellikle de devlet baflkan› Sokarno’nun Türkiye’ye bir hayli yak›nlaflt›¤› y›llar... Nuri Sami Bey, güzel bir marfl besteleyip yollayarak onlar› da memnun etmifl. Kaddafi darbesinden sonra Libya’da hâlâ ayn› marfl çal›n›p söyleniyor mu, onu bilemiyordu. O y›llarda Libya’da, biz Türkler’e büyük sevgi ve sayg› besleniyordu. Hakl› olarak bizden de kendilerine yak›n ilgi gösterilmesini bekliyorlard›. Bu hava içinde Nuri Sami Bey’i, Libya’ya davet etmifllerdi. Libya Devlet Konservatuvar›’n› kurmas› ve de ömür boyu yönetmesi için... Üstad kalk›p Libya’ya gitmiflti. Konservatuvar› kurmufl, üç ay kadar da bafl›nda kal›p yönetmiflti. Ama yaln›zca üç ay kadar... Bugün nas›ld›r bilemiyorum; ama o tarihlerde Libya’da kaç-göç vard›, otoriter bir rejim kimseye göz açt›rm›yordu, halk baflta içki yasa¤›, bin türlü yasa¤›n k›s›tlamas› içinde bunal›yordu. Dedi¤ine göre bu yasaklar o denli s›k› izleniyormufl ki, maarif naz›r› bile, buzlu viskiyi, ancak makam odas›n›n kap›s›n› bir güzel kilitledikten sonra kasas›ndan ç›kart›p ikram edebiliyormufl! Nuri Sami Bey bakm›fl ki bu Afrika ülkesinde daha fazla kalamayacak, atlad›¤› gibi uça¤a do¤ru ‹stanbul’a dönüvermifl. Yoksa, ülkenin e¤itim kesimindeki tüm önemli makam sahipleri onu çok seviyorlar, bir dedi¤ini iki etmiyorlarm›fl. Bir baflkas› olsa, devlet 74 ileri gelenleriyle iliflkilerini ilerletir, art›k örtülü ödenekten mi olur, yoksa özel derslerden mi, servet sahibi olmas› iflten bile de¤ilmifl. Ama Nuri Sami Bey bir türlü ›s›namad›¤› bu Kuzey Afrika ülkesinde daha fazla kalamam›fl. Aya¤›na gelen nimetleri (!) tepip dönmüfl ‹stanbul’a efliyle çok sevdi¤i k›z›n›n yan›na... Alçakgönüllü, kendi halinde, sessiz bir kifliydi Nuri Sami Bey... Y›llarca fiiflli Terakki Lisesi’nde müzik ö¤retmenli¤i yaparak, ö¤rencilerine haftada bir de olsa, müzik sevgisini afl›lamaya çal›flm›flt›. Yap›tlar›, özellikle senfonileri s›k s›k ‹sveç’te konser programlar›nda çal›n›r, bu icralar Stockholm Radyosu’nda yay›mlan›r, hemen arkas›ndan da kendisine telif ücreti ödenirmifl. O y›llarda bile, bizde, müzik çevrelerinin d›fl›nda, Nuri Sami Bey’in ad›n› duyanlar oldu¤unu hiç sanm›yorum. Yard›msever bir insand› Nuri Sami Bey... 1959’da, Lüleburgaz’da yedek subayl›¤›m› yaparken, Tümgeneral Lütfi Güvenç, orduevinin aç›l›fl› nedeniyle yap›lacak tören için benden bir müzisyen bulup bir tümen marfl› bestelettirmemi istemiflti. ‹ lk akl›ma gelen kifli, Nuri Sami Bey olmufltu. Hemen Pangalt›’daki evine koflmufl, durumu anlatm›fl, “Acaba bir marfl yazabilir misiniz?” diye kendisinden ricada bulunmufltum. Beni çok severdi. “Yar›n sabah gel, marfl›n› vereyim sana...” demiflti. Gerçekten de ertesi gün sabah sabah evine gitti¤imde 65’inci Tü- Libya Ulusal Marfl›’n› Bir Türk Besteledi! men için yazd›¤› marfl›n notas›n› zun olmufltu. Yaflam› boyunca müelinde sallayarak, “Marfl haz›r; ama zikten baflka hiçbir fleyle yak›ndan önce bir çalay›m da dinle; bakal›m ilgilenmemifl, Türkiye’deki ilk senbe¤enecek misin!” demiflti. Köfle- fonik bando parçalar›n› o besteledeki duvar piyanosunun bafl›na miflti. Armoni M›z›kas› taraf›ndan geçip oturmufl ve o gece besteledi- sat›n al›nan bu parçalar toplulu¤un ¤i marfl› çalmaya bafllam›flt›. kendi repertuvarlar›nda yer alm›flt›. Kalabal›k bir bando için haz›rla- Ayr›ca besteledi¤i orkestra yap›tlad›¤› bu marfl gerçekten çok güzeldi. Hem güzel hem basit hem de ak›lda kal›c› melodilerden olufluyordu. Hoca, marfl› bestelemekle kalmam›fl, ayr›ca bandodaki her saz için ayr› ayr› partisyonlar›n› da yazm›fl ve de sanki bizim tümenin bandosunda birkaç trompet, birkaç trombon, birkaç tuba birden varm›fl gibi, her partisyonu üçer befler yazarak bizleri notalar›n kopyas›n› ç›kartarak ço¤altmak külfetinden kurtarm›flt›. Ne yaz›k ki, bizim tümenin befl, alt› erden oluflan mütevaz› bandosu Nuri Sami Bey’in bu marfl›n› seslendirebilecek yetenekte olmad›¤› için do¤ru dürüst çalamam›fl, yerine bando baflgediklisi Basri Baflçavufl’un son anda ç›rp›flt›rd›¤› marfl› çalmak zoDe¤eri ülkemizde hiçbir zaman runda kalm›flt›. yeterince anlafl›lamam›fl ‹lgi çekici bir kifliydi bestecilerimizden Nuri Sami Koral... Nuri Sami Bey... Yan›lm›yorsam, 1908, Tekirda¤ do¤um- r›n›n önemli bir bölümü de Milli luydu. ‹stanbul Belediye Konserva- E¤itim Bakanl›¤› taraf›ndan Cumtuvar›’nda Cemil Reflit Rey’le armo- hurbaflkanl›¤› Senfoni Orkestras› ni ve kontrpuan, Seyfettin Asal’la için sat›n al›nm›flt›. da viyolonsel çal›flm›fl, 1934’te me1944 y›l›nda besteledi¤i “K›z›75 Bütün Dünya • Eylül 2007 l›rmak” adl› senfonik fliiri, o y›l flef Ernst Preatorius yönetimindeki Cumhurbaflkanl›¤› Senfoni Orkestras› taraf›ndan çal›nm›flt›. Müzik otoriteleri, Nuri Sami Bey’in, “Türk Beflleri” diye an›lan Cemal Reflit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kâz›m Akses, Hasan Ferit Alnar gibi ça¤dafllar›n›n gölgesinde kald›¤› görüflünü paylafl›rlar. 1937’de, 29 yafl›ndayken bir öneri üzerine Bursa’ya giderek Bursa Belediyesi Müzikevi’ni kurmufl ve iki y›l boyunca bu konservatuvar›n müdürlü¤ünü üstlenerek pek çok ö¤renci yetifltirmiflti. ‹stanbul’a döndü¤ü zaman da ‹stanbul Çocuk Korosu’nu kurmufl, korodaki çocuklarla teker teker ilgilenerek, onlar› müzik dünyam›za kazand›rmak için elinden geleni esirgememiflti. Nuri Sami Bey’in 1954’te yaz›p tamamlad›¤› “Befl Halk Dans›” adl› yap›t› da, bir bankan›n düzenledi¤i yar›fl- mada birincilik ödülü kazanm›flt›. Bir gün, yay›nevine u¤rad›¤›nda, söz iflgal y›llar›na gelince, bana Birinci Dünya Savafl›’n›n sonunda, Tekirda¤’›n düflman güçleri taraf›ndan nas›l iflgal edildi¤ini anlatm›flt›. O günlerinde ilkokul ö¤rencisi olmal›yd›. “Bir de bakt›k ki, ‹stanbul taraf›ndan do¤ru, yokufltan afla¤›ya koyu renk üniformal› bir tabur asker flehre do¤ru yürüyor! O anda herkesin yüre¤ine k›pk›z›l bir kor düfltü. Zor günlerdi, gerçekten çok zor günlerdi o günler!” derken o karanl›k günleri yeniden yafl›yormufl gibi afl›r› heyecanlanm›flt›. Nuri Sami Bey’i 1996 y›l›nda kaybetti¤imizde 88 yafl›ndayd›. fiairin dedi¤i gibi, belki de yap›tlar›, gemilerin geçmedi¤i bir baflka âlemde hâlâ çal›nmaya devam ediyor.• [email protected] Nuri Sami Koral’›n Bafll›ca Yap›tlar›: Orkestra Yap›tlar›: •1933, “Türkü”, •1937, “Türkü”, •1938, “Fantezi”, •1940, “‹ki Türkü”, • 1940, “Birinci Senfoni”, •1944, “Demet” (orkestra süiti), •1944-1981, “Ozan Süiti”, •1952, “Prelüd”, •1954, “Befl Halk Dans›”, •1957, “‹kinci Senfoni”, •1985, “F›rat’›n Öyküsü” (senfonik fliir). Konçertolar: •1943, “Viyola Konçertosu”, •1960, “Viyolonsel Konçertosu”, •1978, “Fantezi” (harp ve orkestra için), •1979, “Trompet Konçertosu”, •1979, “Korno Konçertosu”. Oda Müzi¤i ve Piyano Yap›tlar›: •1934, “Dört Parça” (piyano için), •1940, “‹ki Türkü” (piyano için), •1942, “Birinci Kuartet” (telli ve üflemeli sazlar için), •1946, “‹kinci Kuartet” (telli ve üflemeli sazlar için), •1948, “Üçüncü Kuartet” (üflemeli sazlar için), •1967, “Küçük Orkestra ‹çin”, •1969, “Beflinci Kuartet” (flüt ve yayl›lar için), •1985, “Prelüd ve Bir Türkü” (iki obua, harp ve yayl›lar için). Bando Yap›tlar›: •1955, “Mehmetçik Marfl›”, •1955, “Millî Türkü”, •1959, “Libya Ulusal Marfl›”, •1959, “Endonezya Millî Marfl›, •1965, “K›br›s Marfl›”.• 76 ‹ki bölümden oluflan bu dizimizde, insanl›¤›n evrimine katk›da bulunan kiflilerin önce, “insansal özelliklerini yans›tan yaflam öyküleri”ni sunuyor, sonra da ileriki sayfalar›m›zda, bu kiflinin insanl›¤a katk›s›n› aç›kl›yoruz. “Pesaro Ku¤usu” Çok güzel flark› söyleyen Antonio’yu halk, Pesaro’da do¤du¤u için “Pesaro Ku¤usu” diye ça¤›r›yordu. Ergenlik ça¤›na gelip de sesi de¤iflmeye bafllay›nca flark› söylemeyi b›rakt›. Ama ald›¤› müzik e¤itiminin yan›na bir de yetene¤i eklenince orkestra flefli¤ine de¤in yükseldi. Bununla da kalmad›, 1807 y›l›nda Bologna Konservatuvar›’na kabul edildi. 1 8’inci yüzy›l›n sonlar›... saro’da, bir koltukta birkaç karYer, ‹talya’n›n Adriyatik puz tafl›yabilen, sevilen, say›lan k›y›s›nda küçük, flirin Pe- biriydi. Kasaplar derne¤inin baflsaro kenti... Yaflam biçimi ülke- kan›, mezbahan›n müfettifli, ayn› nin öteki yerleflim yerlerinden zamanda belediye trompetçisi ve hiç farkl› olmayan tipik bir ‹tal- kornocusu, müzik gösterilerinin yan k›y› kenti... Birbirleriyle kav- baflar›l› organizatörü, orkestra ga etti¤i izlenimi uyanflefli¤ini üstlenebilecek d›ran; ama asl›nda hadenli müzik bilgisi olan vadan sudan konuflan, ‹nsanl›¤a ve birçok enstrüman› bir taraftan da ifllerini çalabilen Kasap GiAdanan Akdenizliler’e özgü rauseppe, tüm bu u¤raflYaflamlar lar›na karfl›n iyi bir aile hatl›kla yapan insanlar... Bir ortak özelliklereisiydi. Bir f›r›nc›n›n ri de flark› söylemeyi k›z› olan kar›s› Anna çok sevmeleri... Evinin da, operada küçük de kap›s›n›n önünü süpüolsa roller alan, sesi çok ren kad›n, ekmeklerini güzel bir flark›c›yd›. raflara dizen f›r›nc›, k›Bu mutlu yuvay› 29 saca herkes flark› söylefiubat 1792’de bir ermeyi çok seviyor. Mükek çocuk taçland›rYücel zik, vazgeçilmez bir tutd›; ad›n› Antonio koyAksoy kudur onlar için... dular. Baba Giuseppe Kasap Giuseppe, Peo¤lunun da müzisyen 77 Bütün Dünya • Eylül 2007 olmas›n› çok istiyordu. Küçük Antonio müzi¤e, flark› söyleyerek ve piyano çalmay› ö¤renerek bafllad›. Müzik konusunda çok yetenekli oldu¤unu k›sa sürede kan›tlam›flt›. 1 803 y›l›nda aile Luga kasabas›na tafl›nd›. Kasap Giuseppe, politik aksilikler olmasayd›, iyi bir müzisyen ve gösteri animatörü olarak çok iyi konuma gelebilirdi. Çünkü üstlendi¤i görevlerin en iyi biçimden üstesinden gelebiliyor, baflar› merdivenlerini emin ad›mlarla ç›k›yordu. Ne var ki demokratik diye adland›rd›¤› eylemlerinden dolay› tutuklan›p 10 ay hapis cezas› ald›. Baba Giuseppe’nin cezaevine girmesiyle aile zor günler geçirmeye bafllad›. Küçük Antonio, annesinin yükünü biraz olsun hafifletebilmek için çeflitli ifllerde çal›flmaya bafllad›. Önce bir domuz kasab›n›n, sonra da bir demircinin yan›na ç›rak olarak girdi. Ama o, ne et tafl›maya ne de demircide kulaklar› rahats›z eden çekiç seslerini duymaya al›flamam›flt›. Yaln›zca kilisede flark› söylemeyi ve korno çalmay› istiyordu. Müzik dinlemek ve flark› söylemekten çok mutlu oluyordu. Çok güzel flark› söyleyen Antonio’yu halk, Pesaro’da do¤du¤u için “Pesaro Ku¤usu” diye ça¤›r›yordu. Ergenlik ça¤›na gelip de sesi de¤iflmeye bafllay›nca flark› söylemeyi b›rakt›. Ama ald›¤› müzik e¤itiminin yan›na bir de yetene¤i eklenince orkestra flefli¤ine de¤in yükseldi. 78 Bununla da kalmad›, 1807 y›l›nda Bologna Konservatuvar›’na kabul edildi. Okulda ö¤renciyken, alt› sonattan oluflan ilk yap›t›n› besteledi ve be¤enildi. Ama o, baflar›ya giden yolun operadan geçti¤ini çok çabuk anlam›flt›. ‹lk operas›, Mobelli Ailesi için besteledi¤i “Demetrio ve Polibio” idi. Bu yap›t ne yaz›k ki 1812 y›l›na dek sahnelenemedi. Ama bu gecikme onun moralini bozmad›; çünkü karar› kesindi, opera bestecisi olacakt›. Olacakt› olmas›na ama!.. O günlerin ‹talyas›’nda müzik yaflam›n›n kendine özgü kurallar› vard›. Bir besteci yap›tlar›n›; ancak belirli dönemlerde gerçeklefltirilen etkinliklerde sergileyebiliyordu. Bu dönemler de, karnavallar, ilk ve sonbaharda yap›lan flenlikler ve büyük perhiz günleriydi. Besteci önce yap›t›n› yorumlayacak bir sanatç› grubuyla anlafl›r, ondan sonra yap›t›n› yazmaya bafllard› ve bunu 20 gün gibi k›sa bir süre içinde bitirmek zorundayd›. E ¤er yap›t baflar› kazan›rsa, üst üste otuz kez sahnelendikten sonra rafa kald›r›l›r ve bir daha ad› bile an›lmazd›. Bu koflullar alt›nda, bir bestecinin baflar›l› olabilmesi için üstün do¤açlama yetene¤ine sahip olmas› gerekiyordu. Zaten bu da genç ve dinamik bestecimizin en büyük özelli¤iydi. ‹talya’n›n övünç kayna¤› ünlü bestecinin yaflam öyküsünün devam›n› 124’üncü sayfam›zda bulacaks›n›z.• “My Lai olay›ndan sonra askeri e¤itim, sivillere karfl› sayg›l› davranma aç›s›ndan yeniden de¤erlendirildi. 16 Ocak 1991’de Birinci Körfez Savafl›’na birliklerini gönderen komutanlar, askerlerine flu emri verdi: ‘Yeni bir My Lai yok!.. Duydunuz mu?..’” Amerikan kaynaklar› böyle diyor! Ancak... Afganistan ve özellikle Irak’ta sivillerin yaflad›¤› örnekler, bu emrin Amerikal› askerler taraf›ndan pek de iyi duyulmad›¤›n› gösteriyor. 40 Y›l Önce, 40 Y›l Sonra “M y Lai olay›ndan ve yafll› erkeklerle karfl›laflt›lar. sonra askeri e¤i‹ki gün önce, 14 Mart’ta bir tim, sivillere karfl› Amerikan mangas› “bubi tuza¤›”na sayg›l› davranma düflmüfl, askerler aras›nda çok poaç›s›ndan yeniden de¤erlendiril- püler olan bir çavufl ölmüfl, bir er di. 16 Ocak 1991’de Birinci Kör- kör olmufl, birkaç asker de yarafez Savafl›’na birliklerini gönde- lanm›flt›. O gün akflamüstü çavufl ren komutanlar, askerlerine flu için yap›lan cenaze törenine kat›emri verdi: ‘Yeni bir My Lai lan askerlerin akl›nda, bu olay›n yok!.. Duydunuz mu?..’” intikam›n› almak vard›. Amerikan kaynaklar› My Lai köyünde, yaböyle diyor! n›ts›z kalan sorular, bofla Köfleden Ancak... Afganistan ve Bucaktan giden çabalar, daha önce özellikle Irak’ta sivillerin ‘Viet Cong’un keskin niyaflad›¤› örnekler, bu emflanc›lar› ve may›nl› turin Amerikal› askerler tazaklar›n›n yol açm›fl olraf›ndan pek de iyi dudu¤u kay›plar yüzünden, yulmad›¤›n› gösteriyor: askerler h›rs ve kinlerini Ailesinin yan›nda tecasilahs›z köylülerden ç›vüz edilen genç k›zlar, ölkarmaya bafllad›lar. Kulübelerinden kaçdürülen silahs›z insanlar, maya çal›flan sivil halka yak›lan cesetler, kolu-baMehmet ca¤› kopmufl bebekler... Muhsino¤lu rastgele atefl ediyor, kurtulanlar› kuflat›p inDün Vietnam’da yaflafaz edilecekleri çukurlanan My Lai Katliam›’n›n benzeri olaylar, günümüzde “de- ra yönlendiriyorlard›. mokrasi (!) haritac›lar›” taraf›ndan *** 16 Mart sabah saat 7:22’de, 9 heOrtado¤u’da tekrarlan›yor! likopter My Lai’ye do¤ru havaland›. *** My Lai’de 16 Mart 1968’de 48. Charlie Bölü¤ü’nü tafl›yan heViet Cong Taburu’nun pefline likopterler, köyün 130 metre güdüflen Te¤men William Calley ve neyinde bir pirinç tarlas›na indikomutas›ndaki askerler köye gir- ler. Buras› daha önce havadan di¤inde, yaln›zca kad›n, çocuk hafif silahlarla taranm›flt›. ‹lk as79 Bütün Dünya • Eylül 2007 ker henüz helikopterden indi¤inde, çevrede bulunabilecek Viet Conglu’lar çoktan uzaklaflm›flt›. My Lai köyünde yaklafl›k 700 kifli yafl›yordu. Ö ¤leye do¤ru saat 11’de yemek molas› verildi¤inde, katliam neredeyse sona ermiflti: “Art›k My Lai yoktu...” Evler, kulübeler yak›lm›fl, y›k›lm›fl, sivil insanlar öldürülmüfl, yaral›lar can çekifliyordu. Daha sonra katliam hakk›nda konuflan birçok asker, çevrede askerlik ça¤›na gelmifl Vietnaml› tek erkek bile gördü¤ünü an›msayam›yordu!.. Gece karanl›k bast›¤›nda köye dönen Viet Conglu’lar, ölülerini gömdüler! 12 ay sonra ABD ordu soruflturmac›lar›, yaklafl›k 500 köylünün gömüldü¤ü 3 toplu mezar buldu. *** Resmi raporlara göre katliam, K›demli Pilot Subay Hugh Thompson’un helikopterini sivillere sürekli atefl eden askerlerin aras›na indirip, köylülere yönelik sald›r›lar› önlemesiyle ancak durdurulabildi. Pilot Hugh Thompson ile birlikte Topçu Subay› Lawrence Colburn ve Mürettebat Komutan› Glenn Andreotta gördüklerine inanam›yordu. Pilot Thompson, sivillere sald›r› durdurulmad›¤› taktirde, helikopterin iki kap›s›ndaki makinal› tüfeklerle Amerikan askerlerine atefl aç›lmas› emrini verece¤ini bildirdi. Pilot bu arada, 12 yaral› Vietnaml›’n›n kurtar›lmas› için iki helikopteri daha yard›ma ça¤›rd›. Yard›m 80 helikopterleri yere indi¤inde, Thompson befli çocuk, dokuz siville birlikte en yak›n askeri hastaneye do¤ru havaland›. Daha sonra ayn› yere dönen Pilot Thompson, çoktan ölmüfl annesinin cesedine sar›lm›fl bir bebe¤i de kurtard›. Hugh Thompson ve Lawrance Colburn, 15 Mart 1998 tarihinde Quang Ngai, Vietnam’da, katliamdan kurtard›klar› iki köylü kad›nla buluflup My Lai An›t›’n› ziyaret ettiler. Thompson 6 Ocak 2006’da 62 yafl›nda yaflama veda etti. *** Bir y›l boyunca üstü örtülen My Lai olay› gün ›fl›¤›na ç›kt›¤›nda, General William Peers baflkanl›¤›ndaki askeri soruflturma kurulu, katliam› araflt›rd› ve bu ac›mas›z operasyonu bilen 30 kiflilik bir liste haz›rlad›. Ancak bunlardan, Calley ve Ernest Medina ile birlikte yaln›zca 14 kifli suçland›. Kad›n ve çocuklar dahil, 504 Vietnaml› sivili kas›tl› olarak öldürmek suçundan, askeri mahkemede yarg›lanmalar› sonucu 14’lerin hepsi ordudan at›l›rken, tek bafl›na 22 sivili öldüren Te¤men Calley, ömür boyu hapse çarpt›r›ld›. M y Lai davas›n›n ilk duruflmas›nda, Doug Linder taraf›ndan askeri mahkemeye yap›lan sunufl iki saat sürdü. Linder katliam› özetlerken söze flöyle bafllad›: “1968’de Vietnam’da iki trajedi yafland›. Bunlardan biri, 16 Mart sabah› silahs›z 500 kadar yafll› erkek, kad›n ve çocuklar›n Amerikan askerleri taraf›ndan My Lai köyünün toprak yolunda, birbirlerinin üstüne y›¤›l›p kalm›fl kad›n ve çocuk cesetlerini gösteren ve katliam›n tüm dünyada yank› uyand›ran ünlü fotograf›, ordu fotografç›s› Ronald L. Haeberle taraf›ndan 16 Mart 1968’de çekilmiflti. katledilmesi, ötekiyse bu katliam›n örtbas edilmesiydi!..” Amerikan tarihinin en uzun süren duruflmas› ve jürinin 13 günlük de¤erlendirmesi sonucu, 29 Mart 1971’de suçlu bulunan Te¤men William Calley, jüri üyelerine okudu¤u yaz›l› savunmas›nda, “Benim hiçbir kusurum yok. Yaln›zca ald›¤›m e¤itimin gere¤ini yapt›m” dedi. A v u k a t › George Latimer ise karar›n aç›klanmas›ndan sonra gazetecilere, “Bu korkunç bir karar, bu çocuk ezildi” diyordu. Te¤menin ömür boyu hapis cezas›, önce askeri yarg›tay taraf›ndan 20 y›la, daha sonra da ordu bakan› taraf›ndan 10 y›la indirildi. Kamuoyunda “günah keçisi” oldu¤u öne sürülen Calley, 42 ay askeri lojmandaki evinde tutuklu kald›ktan sonra, federal yarg›ç J. Robert Elliot taraf›ndan serbest b›rak›lmas›na karar verildi. Baflkan Richard Nixon 1974’te Calley’i ba¤›fllad›. B u arada Nürnberg ve Tokyo Savafl Suçlar› Mahkemeleri’nde belirlenen savafl kurallar›n›n, My Lai Katliam› dolay›s›yla tersine döndü¤ü tart›flmalar› yayg›nlaflt›. Tarihteki bu iki örne¤in aksine, “hiç kimsenin savafl s›ras›nda verilen emirleri yerine getirdi¤i için suçlanamayaca¤›” görüflü geçerlilik kazand›. Ordu Bakan› Howard Callaway’›n “The New York Times”da yay›mlanan demecinde, Te¤men Calley’in mahkumiyetinin, “kendisine verilen emirlerin gere¤ini ye81 Bütün Dünya • Eylül 2007 rine getirdi¤ine içtenlikle inand›¤›” için indirildi¤i aç›klan›yordu. B u uygulama, ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra Alman ve Japon askerlerinin, “benzer eylemleri” nedeniyle idam edilmeleriyle aç›kça çelifliyordu. *** My Lai köyünün toprak yolunda, birbirlerinin üstüne y›¤›l›p kalm›fl kad›n ve çocuk cesetlerini gösteren ve katliam›n tüm dünyada yank› uyand›ran ünlü fotograf›, ordu fotografç›s› Ronald L. Haeberle taraf›ndan 16 Mart 1968’de çekilmiflti. California Üniversitesi’nden Profesör Camilla Griggers’in verdi¤i bilgiye göre, katliam günü Charlie Bölü¤ü’nde görevlendirilen Ronald L. Haeberle’nin yan›nda iki kamera vard›. Birincisi orduya ait, di¤eri kendisinin özel kameras›yd›. Devlete ait kamerada, “standart ve yetkilendirilmifl operasyon”un görüntüleri yer al›yordu; sorgulanan köylüler, “asilerin” yak›lan kulübeleri... Haeberle’nin özel kameras›ndaki görüntüler ise çok farkl›yd›. Öldürülenlerin, yayg›n söylemle “düflman ve asi”ler de¤il, ço¤unlu¤u silahs›z kad›n, çocuk ve ihtiyar köylüler oldu¤unu gösteren bu “gayri resmi” fotograflar bas›nda yer al›p, hükümet üzerinde yo¤un bask› yarat›nca, askeri mahkemeye delil olarak sunuldu. *** Katliam fotograflar›n›n gazetelerde yay›mlanmas›ysa “telif hakk›” ve ordu taraf›ndan öne sürülen “kamu mülkiyeti” tart›flmalar›na yol açt›. 82 Londra’dan “The New York Times”a ulaflan bir haber, ‹ngiliz gazetelerinin “The Plain Dealer”den kopyalad›klar› fotograflar›, telif ücreti ödemeden yay›mlayacaklar›n› bildiriyordu. Bunun üzerine “The New York Times” gazetesinin Fotograf Editörü John Morris, “Özel kameramdaki bu fotograflar›n telif hakk› bana ait” diyen Haeberle’nin iddias›n› “kamu ç›kar›” gerekçesiyle dikkate almad› ve hiçbir ödeme yapmadan, öteki gazetelerle birlikte fotograflar› yay›mlad›. Ba¤›ms›z Araflt›rmac›-Gazeteci Seymour Hersh, My Lai Katliam›’n›n 12 Kas›m 1969’da ortaya ç›kmas›ndan bir hafta sonra, Te¤men Calley ile “Time”, “Life” ve “Newsweek” dergilerinde 20 Kas›m’da yay›mlanan kapsaml› bir görüflme yapt›. Seymour Hersh, bu baflar›l› gazetecilik örne¤i nedeniyle 1970 Pulitzer Ödülü’nü kazand›. “Amerikan Bar›fl Harekat›”n›n katliama dönüfltü¤ü haberlerinin bomba gibi patlamas› üzerine, “askeri birliklerinin Vietnam’dan derhal çekilmesi” bask›s›, kamuoyunda 盤 gibi büyüdü. *** zakdo¤u”nun 40 y›l önce yaflad›¤› kanl› tarih, 40 y›l sonra “Ortado¤u”da “tekerrür” ediyor!.. ABD Kongresi ve kamuoyunun bask›s› art›yor; ama askerlerin tabutla evine döndü¤ünü gösteren tören fotograflar›n› yay›mlamak bile, “özgürlükler ülkesi”nde yasak!.. Çünkü... Tüm Bushlar’a göre, “askerlik yan gelip yatma yeri de¤il!..”• “U [email protected] XIV. Louis denetlemeye gerek duymad›¤› öfkesiyle kükredi: “L’etat C’est Mai.” Onun o an parlamento çat›s› alt›nda söyledi¤i “Devlet benim” anlam›ndaki bu söz, önce parlamento binas›n›n duvarlar›ndan taflt›, tüm Paris’e, oradan tüm Fransa’ya ulaflt›, sonra da Fransa’n›n s›n›rlar›n› aflt›, tüm dünyaya yay›ld› ve sonunda dünya tarihinin yüzy›llar› aflan boyutlar›nda bugün de korumakta oldu¤u yerini ald›. “L’etat C’est Mai” “Devlet Benim” 1 655 y›l›nda Fransa’da par- o sessizlik içinde, orada kükredi: lamento, kral›n mali politi“L’etat C’est Mai.” kas›n› görüflürken Kral Onun o an parlamento çat›s› XIV. Louis, ormanda avlan- alt›nda söyledi¤i “Devlet benim” maktayd›. Parlamentodaki gelifl- anlam›ndaki bu söz, önce parlameler kendisine yetifltirilince kral mento binas›n›n duvarlar›ndan avlanmay› bir kenara b›rakt›, at›n› taflt›, tüm Paris’e, oradan tüm dörtnala bir h›zla Paris’e Fransa’ya ulaflt›, sonra da do¤ru sürmeye bafllad›. Fransa’n›n s›n›rlar›n› aflt›, Onyedi yafl›ndaki Kral Evrensel tüm dünyaya yay›ld› ve XIV. Louis’nin, delikanl›l›k sonunda dünya tarihinin Kültür döneminin do¤al atefline yüzy›llar› aflan boyutlar›nöfkesi de eklenince, Franda bugün de korumakta s›z Parlamentosu tarihinoldu¤u yerini ald›. de ve toplant› salonunda Tarihte, iflte bu sözüyle ilk ve son kez, av giysili “ölümsüz” bir yer alan bir kral gördü. XIV. Louis, tahta ç›kt›¤›nÖfkesi burnunda tüten da yaln›zca befl yafl›ndaydelikanl› kral, üzerinde av d›. Yönetimde Baflbakan giysileri ve elinde kamç›Kardinal Mazarin vard›. ‹pSongül s›yla, sözcü¤ün tam anlaSaydam ler onun elindeydi. XIV. m›yla bask›n yaparcas›na Louis, y›llarca Mazarin’in parlamentoya girmiflti. bafl tac› olmas›na katlanParlamento üyeleri mak zorunda kald›. Mazaönce flafl›rm›fllar, sonra da ürk- rin’in ölümünden sonra kral›n çevmüfllerdi. Hepsi sus pus olmufl, resindeki birçok kifli, birkaç gece hiçbirinin a¤z›ndan tek hece bi- ve gündüz, kendisinin baflbakan le ç›km›yordu. olaca¤› umuduyla yatt› kalkt›. Delikanl› kral, denetlemeye geFransa y›llardan buyana güçlü rek duymad›¤› öfkesiyle, iflte o an, baflbakanlar›n yönetimine al›flm›fl83 “L’etat C’est Mai” Bütün Dünya • Eylül 2007 t›. Kral›n varl›¤› simgeseldi. Baflbakanl›k için en güçlü iki aday, Savunma Bakan› Lionne ile Maliye Bakan› Fouquet’ti. K ral›n kimi baflbakan atayaca¤›n› aç›klayaca¤› toplant›da özellikle bu iki bakan, “Baflbakan ben olaca¤›m. Kral flimdi benim ad›m› aç›klayacak” umuduyla beklerlerken, kral önce bu kiflilerde, sonra da birçok kiflide so¤uk bir dufl etkisi yapan aç›klamas›nda, kendi ad›n› ilan etti: “Beyler, bugüne de¤in ifllerimin aziz Kardinal Mazarin taraf›ndan görülmesine izin vermifltim; ama bu noktaya de¤in” dedi. “Bundan böyle devleti ben, yaln›zca ben yönetece¤im. Ve ancak yard›mlar›n›za gerek duydu¤um zaman sizden o konudaki görüfllerinizi bildirmenizi isteyebilirim.” Bu sözleriyle “genç” kral, Fransa’da büyük baflbakanlar saltanat›na son vermifl oluyordu. Alt› y›l önce parlamentoda “Devlet benim” diye hayk›ran kral, de¤iflik sözcüklerle de olsa ayn› sözü bu kez, bakanlar›na söylüyordu. Kral saltanat› boyunca ona hükmetmeye kalk›flacak yeni “vazgeçilmez adam”lar›n yarat›lmas›na izin vermeyece¤ini aç›k bir dille duyuruyordu. Bu beklenmedik karar en çok Maliye Bakan› Fouquet’i flafl›rtt›. Ancak kendine çok güveniyordu. Ne de olsa Fransa’n›n para kasas› durumundayd›. Baflbakan Mazarin onu devletin iflas etti¤i zaman hazinenin kasas›n›n bombofl oldu¤u bir s›rada bulup kendisinden yard›m istemiflti: 84 “Kral›n hiç itibar› yok. Kimse ona güvenmiyor” demiflti. “Yine iflas eder endiflesiyle ona kredi vermekten çekiniyorlar. On y›ldan buyana hazineye ciddi bir yard›m yapabilecek bir kabaday› bulamad›m...” Frans›z ticaret dünyas› uzak durup devletin mali durumunu kötü gözle izliyordu. Kral›n ad›n›n söylenmesi bile paralar›n köfle bucak saklanmas›na yetiyordu. Kimse devletin kurtulmas› u¤runa kendi paras›n› tehlikeye atmak istemiyordu. Herkes Fransa’y› kurtaracak mucizeyi hep baflbakanlar›ndan bekliyordu. Bu mucizeyi kim, hangi fedai yaratacak, servetini ve itibar›n› bu yolda kim kumar masas›na yat›racakt›? ‹flte aranan bu fedai, müfettifl Fouquet’ti. Tüm Fransa onu tan›yordu. O güne de¤in zekâs›ndan, yetene¤inden, fleref ve ünü d›fl›nda onun hakk›nda tek bir söz söylenmemiflti. Z engindi, çok zengindi. ‹kinci evlili¤iyle bir anda birkaç milyonu devlet hazinesine ba¤›fllayabilecek denli zengin bir aileye girmiflti. Üstelik parlamento üyesi ve savc›yd›. Tüm bunlar en kuflkucu taciri bile rahatlatacak özelliklerdi. Dar zamanda maliye bakan› yap›lan Fouquet’in tek bir görevi vard›: “Para bulmak!” Befl paras›z ve müsrif devlet, Fouquet’in mucizelerine bel ba¤lam›flt›. Fouquet cepheden cepheye savaflan Fransa’ya, kardinale para buldu. Üstelik para yüklü arabalar› ›ss›z, güvenli olmayan da¤lardan geçirterek savafl alan›ndaki kardinale göndermeyi de baflard›. Fakat bir yandan da Paris’te suiistimaller, yüksek borç karfl›l›¤› borçlar, danslar, balolar, aflk serüvenleri sürüp gidiyordu. Fransa’n›n kan›n› emen bu suiistimal ve israf hastal›¤› Fouquet’nin maliye bakanl›¤›nda tam arad›¤› iklimi bulmufltu. layabilir ve gizlerini nas›l keflfedebilirdi? Krala her gün rapor götürüyordu. Masraflar› keyfince fliflirip gelirler hanesini boflalt›yordu. Kral raporlar› y›llarca Fouquet’in h›rs›zl›¤› için çalmad›k kap› b›rakmayan; ama bu dönen çark›n her bir parças›nca engellenen X IV. Louis bundan böyle iktidar› tek bafl›na kullanaca¤›n› söyledi¤i zaman Fouquet gülüp geçmifl, bu karar› genç adam›n geçici bir hevesi sanm›flt›. Oysa Fransa tarihinde XIV. Louis gibi pek az hükümdar hükmetmeye ve mutlak bir kral olmaya haz›rlanarak yetiflmiflti. Genç kral devleti baflka bir kimseyle ve hiçbir güçle paylaflmamaya kararl› olarak Fransa tac›n› giymiflti. Çocuklu¤u monarflinin ölüm kal›m savafllar› içinde geçmifl, tuzaklar›, komplolar›, yüze gülen düflmanlar›, dalkavuk ve ikiyüzlülerin a¤›r ihanetlerini görmüfl, uzaklara sakin ve iyi niyetli insanlar›n yaflad›¤› köylere kaç›p s›¤›nmak zorunda kalm›flt›. Kral devlet arabas›n› çeken atlar›n gemlerini eline almaya giriflti¤inde bakanlara devlet iflleriyle ilgili günlük rapor vermelerini buyurdu. Fouquet bundan hiç korkmad›. Genç, bilgisiz ve deneyimsiz bir kral onun insanlara pabucunu ters giydirecek dehas›yla haz›rlad›¤› entrikalar› nas›l yaka- XIV. Louis, tarihe “Günefl Kral” olarak geçti. bir adama Colbert’e gösteriyordu. Colbert de yap›lan sahtekârl›klar› birer birer gösteriyordu. Fouquet’nin çevresindeki çember daral›yordu. Bunun ay›rd›na varan kurnaz maliyeci, krala koflup 85 Bütün Dünya • Eylül 2007 kendisini ve geçmiflini ba¤›fllamas›n› istedi. XIV. Louis, “Peki, söylediklerinizden sonra herfleyi burada unutuyor ve geçmifl hatalar›n›z› ba¤›fll›yorum” dedi. F ouquet, piflmanl›k krizine ve kral›n ba¤›fllamas›na karfl›n, al›flt›¤› yaflama, h›rs›zl›k, yalan ve ikiyüzlülükle örülmüfl har vurup harman savuran yaflam›na geri döndü. Fouquet bir eylül günü kral›n kabine toplant›s›na ça¤r›ld›. Yüksek atefli olmas›na karfl›n uçarcas›na gitti. Toplant›n›n bitmesinden sonra kral, Fouquet’ten biraz daha kalmas›n› istedi ve... Onun tutuklama buyru¤unu yaz›l› olarak getiren süvarilerin belirmesine de¤in onla havadan sudan konularda bir söylefli yapt›. Fouquet dört kifli taraf›ndan tafl›nan koltu¤unda flatodan ç›kar›ld› ve kent meydan›nda kendisini durduran atl› birlik komutan›n›n okudu¤u tutuklama emrini dinledi. Fouquet flaflk›nl›kla “Nas›l olur?” diye hayk›rd›. “Kral›n yan›nda ben bu ülkenin en sayg›n insan› oldu¤umu san›yordum.” Askerler tutukluyu 19 y›l›n› geçirip orada ölece¤i cezaevine götürürken bakanlar›n› yeniden toplant›ya ça¤›ran kral, onlara bir ders veriyordu: “Bundan böyle hazine iflleriyle bizzat kendim meflgul olaca¤›m! Hazinemi iflastan ve milletimi s›k›nt›dan kurtarman›n tek yolu budur.” Tüm bakanlar flaflk›nl›k içinde kalm›fllard›. Fouquet’nin, topla, tüfekle y›k›lmayacak denli sa¤lam olan ve h›rs›zl›¤a, hileye, ç›kar düflkünlü¤üne, lükse, k›sacas› paraya dayanan iktidar›, “Devlet benim” diyerek devlete sahip ç›kan bir kral›n, iki sat›rl›k karar›yla ortadan silinirken, XIV. Louis de tarihe “Günefl Kral” olarak geçiyordu. Onun, s›fat› ve “Devlet benim” sözü yan›s›ra, ölüm döfle¤indeki flu sözü de tarihteki yerini bugün de korumaktad›r: “Je m’en vais, mais l’État demeurera toujours.” ‹flte Türkçe’si: “Ben gidiyorum; ama devlet her zaman var olacakt›r.”• [email protected] “Eylül SuDokular›”n›n Yan›tlar›... Kolay 86 Zor Fin Okullar›ndan Ders Ç›karmak... D ünyan›n çeflitli yerlerin- olan de¤erlendirmede de yine en deki ö¤retmenler ve e¤i- üstlerde onlar›n olaca¤› tahmin ediliyor. Ekonomik Kaltimciler bir gik›nma ve ‹flbirli¤i Örgütü zin peflinde Finlandiya’ya ak›n ediyorlar. Bir Baflka 2000 y›l›nda ilk kez, “PIBak›fl SA” olarak bilinen UluslaOnlar ne büyülü bir iksirin raras› Ö¤renci De¤erlenne de bir define sand›¤›dirme Program›’n› düzenn›n peflindeler. Fin e¤itim ledi. Program›n amac› sisteminin ola¤and›fl› badünyan›n çeflitli ülkeleflar›s›n›n nedenlerini ö¤rinden 15 yafl›ndaki çorenmek istiyorlar. cuklar›n e¤itim kalitesini 2000 ve 2003 y›llar›nda 15 yafl seviyesi için dükarfl›laflt›rmakt›. 2003 ve 2006 y›llar›nda da uyguzenlenen iki ayr› uluslarCheryl lanan bu testlere Türkiye aras› projede Fin ö¤renciler dünyan›n en iyileri Tanr›verdi de kat›lm›flt›. aras›nda yer ald›lar. 2006 Okullardaki verimin y›l›nda düzenlenen ve sonuçlar› en büyük ölçüm kriteri olan “PIbu y›l aral›k ay›nda aç›klanacak SA”n›n amac› ö¤rencilerin dersler87 Dünyan›n çeflitli yerlerinden gelen uzmanlar Fin okullar›n›n mimarisini inceliyor, e¤itimdeki baflar›n›n ipuçlar›n› araflt›r›yorlar. deki konular› ne denli iyi ezberlediklerini ölçmek de¤il. Amac›, derslerde ö¤rendiklerini, incelemek ve yarat›c› düflünmek zorunda olduklar› “gerçek yaflam”da ne denli iyi uygulayabildiklerini ölçmek. O kulda ö¤renilenler çocuklar›n günlük yaflamda gereksinim duyacaklar› türden mi? Çocuklar bir gazete makalesindeki fikir ile gerçek aras›ndaki fark› belirleyebilecekler mi? G›da güvenli¤i ve sa¤l›kla ilgili ak›ll›ca kararlar verebilecekler mi? Bir sigorta poliçesini ya da kira kontrat›n› okuyup anlayabilecekler mi? H›zla de¤iflen dünyada ifl bulabilecekler mi? ‹ki saatlik yaz›l› s›nav için “PISA” sorular› haz›rland›, çevrildi ve dünyan›n her yerinde tümüyle ayn› biçimde de¤erlendirildi. De¤erlendirme gruplar› s›k› ve sert ku88 rallar çerçevesinde çal›flt›lar, testler karfl›l›kl› denetim için farkl› ülkelere gönderildi. Yine de birçok kifli uluslararas› testlere kuflkuyla yaklafl›yor. Kültürün standartlaflt›r›lmas› ve e¤itimin küreselleflmesi endiflesiyle, okullarda ne ö¤retilmesi gerekti¤inin tek bir kritere ba¤l› olmas›na son derece karfl›lar. Elbette farkl› ülkeler farkl› kültürlere sahipler ve farkl› e¤itim sistemlerine gereksinim duyuyorlar. “PISA” hiçbir zaman uluslararas› bir ders program›n› herkese yüklemeye kalk›flmad›. Ancak, teknolojik olarak geliflen modern dünyam›zda özel beceri ve bilgi gerekti¤inin ay›rd›nda. Bu nedenle elefltirel düflünmeyi, kavramsal anlamay› ve iletiflim becerilerini s›namak amac›yla “PISA”, okuma ve anlama becerileri, fen bilimleri ve matemati¤e odaklan›yor. Finlandiya’daki okullar farkl› baflar› seviyesinden ö¤rencileri ayn› s›n›fta topluyor. ‹lk “PISA” araflt›rmas›n›n sonuçlar› aç›kland›¤›nda ülkeden ülkeye büyük farklar oldu¤u görülmüfltü. Almanya ve ‹talya gibi geliflmifl ülkeler düfl k›r›kl›¤› yaratan sonuçlarla karfl›laflt›lar. Okul öncesi ö¤retmeni Alman arkadafl›m Britta ülkesinde sonuçlar›n flaflk›nl›kla karfl›land›¤›ndan ve e¤itim sisteminde ani bir reforma gidildi¤inden söz etmiflti. Onun için bu, daha uzun çal›flma saatleri, yeni programlar ve ö¤retme yöntemlerinde köklü de¤ifliklikler anlam›na geliyordu. Finlandiya listenin en bafl›nda yer ald›. Öteki ülkeler dikkatlerini birden Fin okul sistemine yönelttiler. Fin ö¤renciler ortalaman›n üzerinde baflar› sa¤lad›lar. Finlandiya baflar›n›n tek aç›klamas›n›n zenginlik olmad›¤›n› kan›tlarcas›na, okullar›na ortalaman›n alt›nda para harc›yor. 2003 y›l›ndaki de- ¤erlendirmede Türkiye’nin, ortalaman›n epey alt›nda yer almas› pek de flafl›rt›c› de¤ildi. P eki Fin okullar›n› bu denli iyi yapan ne? Onlardan ö¤renebilece¤imiz fleyler var m›? Zengin ve küçük bir ülke olan Finlandiya’n›n baflar›s›n› önemsemezsek belki de yararlanabilece¤imiz bir fleyi göz ard› etmifl oluruz. Türkiye’nin araflt›rmaya kat›lma nedeni Türk ö¤rencileri öteki ülkelerdeki ö¤rencilerle karfl›laflt›r›p sonuçlar› de¤erlendirmek ve gerekli ilerlemeleri kaydetmek için harekete geçmek. Fin çocuklar›n zorunlu e¤itimleri genellikle yedi yafl›ndan bafllamak üzere dokuz y›l sürüyor. Ço¤u çocuk alt› yafl›nda okul öncesi e¤itim de al›yor. E¤itim sistemi, ö¤rencilerin ekonomik ve sosyal durumlar›na bak›lmaks›z›n herke89 Fin Okullar›ndan Ders Ç›karmak... yorlar. Ülkenin geliflmifl ve düzenli olarak kullan›lan bir halk kütüphanesi sistemi var. H Fin ö¤renciler hava koflullar›na ald›rmadan teneffüsleri d›flar›da geçiriyorlar. se eflit ö¤renme olanaklar› sa¤l›yor. Normal e¤itimin kalitesi yüksek oldu¤undan özel okullara fazla gereksinim duyulmuyor. Ö ¤retmenler iyi e¤itimli, motivasyonlar› yüksek ve sayg› gören kifliler. Hepsi lisansüstü e¤itim alm›fl. S›n›f ö¤retmenleri pedagojide uzmanlafl›yor, branfl ö¤retmenleri ise kendi alanlar›na yo¤unlafl›yorlar. Ö¤renme hiç bitmiyor. Ö¤retmenler ö¤renmeye ve ileri seviyede dersler almaya devam ediyorlar. Finlandiya’da belirli bir çekirdek e¤itim program› olmas›na karfl›n, okullar büyük ölçüde ba¤›ms›z hareket edebiliyorlar. Ö¤retmenler ders malzemeleriyle istedikleri gibi hareket etme özgürlü¤üne sahipler. Kendilerini bilginin tek aktar›c›s› olarak görmüyorlar. Amaç90 lar› ö¤rencileri kendi kendilerine düflünmeye yöneltmek. Ö¤renciler, bir s›n›fta her seviyede ö¤renci olacak biçimde grupland›r›l›yorlar. Ö¤retmenler h›zl› ve yavafl ö¤renenleri birarada e¤itebilecek yetene¤e sahipler. S›navlar yaln›zca y›l sonunda yap›l›yor, ö¤renciler sürekli s›nav ve kötü not stresinden kurtulmufl oluyorlar. Böylelikle ö¤renmek için ö¤renmeye yo¤unlaflabiliyor; ezbere de¤il, düflünmeye ve problem çözmeye odaklanabiliyorlar. Birçok uzman, Fin kültüründe okumaya olan büyük ilginin e¤itim sisteminin baflar›s›na katk›da bulundu¤una inan›yor. Asl›nda birçok çocuk okula bafllad›¤›nda okumay› çoktan ö¤renmifl oluyor. Yabanc› yap›m olan çocuk televizyon programlar›n›n ço¤u altyaz›l›, çocuklar televizyon izlerken de okuma yeteneklerini gelifltirebili- er ö¤renci okulda ücretsiz olarak, günlük besin de¤eri gereksiniminin üçte birini karfl›layan ö¤le yeme¤i yiyor. Ders aralar› hava nas›l olursa olsun d›flar›da okul bahçesinde geçiriliyor, bu da fiziksel ve zihinsel sa¤l›klar›na olumlu etki ediyor. Tipik bir Fin ilkokulunda ö¤renciler günlük ifllere de yard›mc› oluyorlar. Örne¤in mutfakta aflç›ya, bahçede bahç›vana yard›m ediyorlar. Görevlilerle birlikte çöp topluyorlar. Çiçeklerle, kütüphaneyle, geri dönüflüm program›yla ve akvaryumla da ilgileniyorlar. Okuldaki görevliler bu s›rada ö¤rencilere gözetmenlik yap›yorlar. Sonuç olarak da çocuklarda sorumluluk bilinci ve o ifllere karfl› sayg› olufluyor. Fin okullar›n›n mimarisi ö¤ren- meye teflvik edici yap›da. ‹çleri ayd›nl›k ve ferah, renkler canl› ve çekici. Ö¤retmenler, veliler ve çocuklar okulu ciddiye al›yorlar. E¤itim sistemi denetime de¤il güvene dayal›. Sonuç, olumlu ö¤renme ortam› ve “PISA” araflt›rmalar›nda üst s›ralar olarak geri dönüyor. Yeni “PISA” sonuçlar› aç›klan›rken Türkiye, ö¤rencilerinin nerede yer ald›¤›n› ö¤renmeyi merakla bekliyor. Son y›llarda Türkiye’de zorunlu e¤itimin befl y›ldan sekiz y›la ç›kar›lmas›, yeni okullar›n yap›m› ve modern teçhizatlar edinilmesi gibi belirgin ilerlemeler kaydedildi. Ancak, tüm ö¤rencilerin e¤itim kalitesini art›rmak için daha fazla ve büyük yeniliklere gereksinim var. Finlandiya’n›n e¤itimdeki baflar›s›n› incelemek esin verebilir. Dünyan›n neresinde olursa olsun, kaliteli e¤itim her ülkenin hedefi olmal›d›r.• Çeviri: Pelin Hazar CherylTanr›[email protected] O¤lunun bafltan sonra “pekiyi”lerle dolu karnesini inceleyen baba, onun bu baflar›s›ndan kendine de pay ç›karmay› denedi: “fiu karnedeki notlardan aç›k aç›k anlafl›l›yor ki” dedi. “Bu çocuk tüm zekâs›n› benden alm›fl.” Eflinin bu sözleri dinleyen anne gülmeye bafllad›: “O konuda hiç kuflku yok” dedi. “Çünkü benim zekâm yerinde duruyor.”• Kad›n ma¤azada battaniyeleri inceliyordu. Aniden durdu ve tezgahtara seslendi: “Siz bu battaniyeler için ‘Yün’ diyorsunuz” dedi. “Ama battaniyelerin üzerinde ‘Pamuk’ yaz›yor, bu nas›l olur?” Tezgahtar piflkin piflkin yan›t verdi: “Hakl›s›n›z, han›mefendi” dedi. “Biz güveleri aldatmak için öyle yaz›yoruz.”• 91 basketbolla boks aras›ndaki e¤itim düzeyini belirli ölçülerde birbirinden uzaklaflt›rd›. “E¤itimli sporcu yetifltirmek özveri ve parasal destek isteyen bir u¤raflt›r. Bunun için devlet tüm okullarda uygulad›¤› yapt›r›mlar› bir kez daha ve çok dikkatli bir biçimde gözden geçirmelidir. Yani göstermelik ve haftada 2 saati geçmeyen spor dersleriyle, yeterli salonlar›n olmad›¤› gerçe¤ini gözden geçirmelidir. ‹lgisizli¤in tavan yapt›¤› olumsuzluklarla e¤itimli sporcu yetifltirmek olas› de¤ildir.” E¤itim ve Spor M eksika Üniversitesi, du¤unu bir kez daha kan›tlam›flSpor Bilimleri Yüksek t›r. En iyi basketbolcular›n›n y›lOkulu Ö¤retim Üyesi d›z olabilme yolunda öncelikle Hugo Santos Galga- üniversite e¤itimi alma zorunluno’nun 1970’li y›llarda yay›mla- lu¤u ya da hedefi, çaylak oyund›¤› ve 33 dile çevrilen “Sporcu- cular›n konumunu da k›sa süreye nun E¤itimi” adl› kitab›indirgemifl, basketbolda n›n ön yaz›s›nda anlambüyük paralar kazanmal› bir tümce var. Galgan›n kap›s›n› da k›sa süSporun no, “Bir sporcu üst düreler içinde ard›na de¤in Dünyas› zey e¤itim yapm›flsa, açm›flt›r. E¤itimli çaylak onun ifli e¤itimsiz arkadünyan›n en zor liginde dafllar›na oranla daha e¤itimi ve becerisiyle kolayd›r; çünkü e¤itimli zorluklar› aflm›flt›r. sporcu bilimsel verilerin Ve Amerika, e¤itimli kendisine sa¤layaca¤› sporcular yetifltirmede avantajlar› daha çabuk son durak olarak boksu alg›layabilir” diyor. seçti. Bu sporda e¤itim Meksikal› spor bilimdüzeyi basketbola oranMetin cinin aç›klamalar›, özella çok düflük olmas›na Gören likle genifl sporcu olukarfl›n, orta ö¤retim flumlar›yla ve bir anlamprogramlar› periyodik da dünya sporunun etkin biçimde ve bu sporcuülkeleri olan Amerika ve Sovyetler lar›n kavrama kapasitelerine göBirli¤i’nde büyük ilgi görmüfltür. re organize edilince, e¤itim Dünya basketbolunun NBA a¤açlar› meyvelerini verdi. Anpatentli gösterimi, Meksikal› bi- cak, boksun basketbola oranla lim adam›n›n yazd›klar›yla örtü- birey sporu olmas› ve de sporcuflünce, Amerika do¤ru yolda ol- lar›n›n sürekli darbe almalar› 92 R usya’da e¤itim düzeyi araflt›rmas›, öncelikle sporlar›n “anas›” olarak kabul edilen atletizm sporu yapan atletler üzerinde denendi. Ve sonra, dünyada etkinli¤i giderek artan jimnastik ve buz sporlar›nda yo¤unlaflt›r›ld›. Asl›nda, eski ad›yla Sovyetler Birli¤i’nde sporcu yetifltirme yöntemlerinde iki olufluma dikkat ediliyordu: Birincisi e¤itim, ikincisi yetifltirmek istedi¤i sporcular›n branfl seçimi... Rusya’n›n dünya sporundaki egemenli¤ini ortadan kald›racak gücün Amerika Birleflik Devletleri olabilece¤i bilinci, sporcu e¤itimi ve yetifltirme konusundaki araflt›rmalar›n› da bir hayli yo¤unlaflt›rd›. Amerika, dünyada en çok konuflulan dilin, kendi lisan› oldu¤u bilinciyle e¤itimli sporcu yetifltirme yöntemlerini daha de¤iflik boyutlara tafl›yarak, en büyük rakibi Sovyetler Birli¤i’ne fark atmak istedi. Rusya ise, sporcu e¤itimine birkaç yabanc› dil bilme zorunlulu¤unu getirince, Rus sporcular›n en az iki dil konuflabildi¤i gözlendi. Amerika, bundan fazla bir rahats›zl›k duymad› ve bunu da uluslararas› yar›flmalarda, “Dünya benim dilimi konufluyor. Sporcular›m›z›n ikinci bir dil ö¤renmesine gerek duymuyoruz” biçiminde siyasi a¤›rl›kl› bir aç›klamayla dile getirip bu konuya son noktay› koydu. Meksikal› Spor Bilimci Galga- no’nun kitab›ndaki sat›r aralar›ndan ülke sporunu yöneten bizim insan›m›z›n ç›karaca¤› birçok dersin ya da derslerin oldu¤u bir gerçektir. E¤itimli sporcu yetifltirebilmenin temel oluflumunun, birer e¤itim yuvalar› gibi karfl›m›zda duran üniversitelerimizin kap›lar›n› ard›na de¤in açmakla bafllayabilece¤i de yads›nmayan bir gerçektir. Ancak, devlet, üniversite ve sporcu üçgeni oluflumunun y›llardan buyana sa¤lanamad›¤› ülkemizde, e¤itimli sporcu yetifltirmenin tepe noktalar› üniversitelere gitmeden önce, gidilebilinecek baflka yollar›n oldu¤unu da göstermektedir. Amerika, alt yap›dan bafllayarak üniversite e¤itimine de¤in tafl›d›¤› ö¤rencilerin aras›ndan dünyan›n en iyi basketbolcular›n› ç›kart›yor. Gitti¤i yolla uygulad›¤› yöntemi alt yap› oluflumu biçiminde aç›klarken, san›r›m flunu demek istiyor: “E ¤itimli sporcu yetifltirmek özveri ve parasal destek isteyen bir u¤raflt›r. Bunun için devlet tüm okullarda uygulad›¤› yapt›r›mlar› bir kez daha ve çok dikkatli bir biçimde gözden geçirmelidir. Yani göstermelik ve haftada 2 saati geçmeyen spor dersleriyle, yeterli salonlar›n olmad›¤› gerçe¤ini gözden geçirmelidir. ‹lgisizli¤in tavan yapt›¤› olumsuzluklarla e¤itimli sporcu yetifltirmek olas› de¤ildir.” Meksikal› Hugo Santos Galgano’nun y›llar önce büyük yank› uyand›ran kitab›n›n sat›r aralar›na girerek, sporcular›n›n e¤itimini sa¤layan ülkelerin fleref kürsüleri93 Bütün Dünya • Eylül 2007 ne ç›kard›¤› sporcu say›s›nda da art›fl oldu¤unun ay›rd›nday›m. En az›ndan böylesine bir kitap bilgisinin 35 y›ldan buyana dünyay› dolafl›yor olmas›, sporda etkin ülkelerin yararlanabilecekleri birer bilgi hazinesidir. Ve de, bir gerçe¤in, yads›nmayan bir gerçe¤in, alt›n› çizmekte de yarar vard›r. Ülke sporunu yönetenler ya da yönetmeyi düflünenlerin ay›rd›nda olacaklar› olgu, e¤itimli sporcu yetifltirmekten geçmelidir. Bofl arsalarda top oynayabilmenin keyfini, beton y›¤›nlar›yla örten bu h›zl›; ancak olumsuz yans›yan geliflmelerin geride b›rakt›klar›, çocuklar›m›za anlat›lan hüzünlü bir masalsa, en az›ndan bu beton y›¤›nlar›n›n içine spor salonlar› yapmak bir erdemdir. Sporumuzun giderek büyümesini yüreklenerek istedi¤imiz oluflumuna “Kalk›n›yor ya da kalk›nd›” biçiminde yaz›lar içeren birer onur madalyas› takmak istiyorsak, sporu okullara tafl›mal›y›z, s›ralara oturtmal›y›z ve körpe beyinlere enjekte etmeliyiz. Çünkü, ülkemizin giderek artan insan say›s›nda dünden bugüne de¤in ulaflabildi¤imiz baflar›lar, genç Türkiye nüfusuyla asla orant›l› olamad›. Bu nedenle, tüm zamanlar›n uluslararas› organizasyonlar›, bize hep hüzün senaryolar› okutmufltur. Önce güreflçiler, sonra halterciler saman alevi gibi sönen atletizm dünyam›zdaki sevinç ve de futbolda elde etti¤imiz dünya üçüncülü¤ünün paslanmaya bafllayan apoletlerine gönderilen sevinç gözyafllar› bile art›k kurudu. Öfke ve kinin fanatik düflüncelere sa¤lad›¤› destek ve sporun e¤itim taraf›na göz ucuyla bakmak istemeyenlere gönderilen anlaml› mesajlar... Tüm bunlar spor e¤itimleri olmayanlar›n marifetleridir. Bu olumsuzluklardan kurtulmal›y›z. En k›sa sürede ve bilinçli yöntemlerle...• [email protected] Bir grup teknisyen Afrika’n›n balta girmemifl ormanlar›nda bir köprü yap›m›nda çal›fl›yordu. Bir gün ba¤l› olduklar› flirketin müdürü kendilerinden flöyle bir telgraf ald›: “Acele iki yeni teknisyen... Eskileri timsahlar yedi...” fiirketin müdürü hemen flu telgraf› çekti: “Korkunç kaza hakk›nda acilen ayr›nt›...” Birkaç gün sonra yan›t geldi: “Kazara de¤ildi... Timsahlar bu ifli bilerek yapt›lar...”• G›rtla¤›na de¤in borç içinde yüzen bir adam›n kap›s›na dayanan alacakl› sert bir sesle adam› uyard›: “Bu son geliflim” dedi. G›rtla¤›na de¤in borç içinde yüzen adam bu sözleri duyunca çok sevindi: “Çok çok iyi olur” dedi. “Ben de b›km›flt›m zaten sizi görmekten...”• 94 Do¤u ‹le Bat› Aras›ndaki 100 Y›ll›k Müzik Köprüsü: Ahmed Adnan Saygun •Yaflar Öztürk - Bütün Dünya• ‹ zmir’de, 100 y›l önce, 7 Eylül 1907 tarihinde gözlerini dünyaya açan Ahmed Adnan Saygun cumhuriyet tarihinin ilk operas›n› besteleyen, Atatürk’ün müzik devriminin en önemli neferiydi. Do¤u ile Bat› müzi¤i aras›nda köprü olan Saygun’un babas› orduya cephane sa¤lad›klar› için “Fiflekzadeler” diye bilinen Nevfle- hirli bir aileden matematik ö¤retmeni ilerici bir ayd›n olan Celal Bey’di. Celal Bey, ayd›n olman›n sorumlulu¤unu sözde de¤il özde duyumsayarak bunu somutlaflt›rman›n yollar›n› arayan biriydi. ‹nsan›n yetiflmesinde ailenin önemi denli yaflad›¤› çevrenin de etkisi vard›r. ‹zmir gündelik yaflam, e¤itim, ö¤retim ve kültür ala95 Ahmed Adnan Saygun Bütün Dünya • Eylül 2007 n›nda Osmanl›’n›n baflkenti ‹stanbul’dan çok ilerideydi. ‹ zmir’de düzenli orkestra konserleri, operalar, operetler birbirini izliyordu. Örne¤in, sinemaya da uyarlanan Puccini’nin “Madam Butterfly” operas› ilk gösteriminin yap›ld›¤› Milano’dan bir y›l sonra ‹zmir’de sahnelendi. Birçok ünlü etkinlik Avrupa’da ilkini yaflad›ktan sonra ‹zmir’de boy gösteriyordu. Celal Bey müzikle ve özellikle Bat› müzi¤iyle içli d›fll› biri de¤ildi; fakat çocuklar›na ud dersi ald›rmak istedi. A. Adnan Saygun zeki bir çocuktu. Dört yafl›nda okuma yazmay› ö¤renen Saygun, k›z kardefliyle birlikte uygulamal› ud ö¤renimini tamamlad›ktan sonra kuramsal bilgilerle e¤itimlerini pekifltirdiler. Adnan Saygun, evlerinin yak›n›ndaki ‹zmir Sanayi Mektebi’nin verdi¤i konserleri hiç kaç›rm›yordu. Bu olana¤a koskoca Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda yaln›zca ‹zmir, Bursa, Konya, Üsküp ve Selanik yani 5 kent sahipti. Günümüzde yaln›zca 5 kentin (Ankara, ‹stanbul, ‹zmir, Mersin ve Antalya) Devlet Opera ve Balesi sahibi olmas› gibi... Kimi zaman yetenek tek bafl›na yeterli olmaz. Cevherin bulunup ç›kar›lmas› yan›nda onun iyi ifllenmesi de önemlidir. Adnan Saygun’daki müzik dehâs›na yön veren ö¤retmeni ‹smail Zühtü Bey oldu. Saygun’un 13 yafl›nda tan›k oldu¤u ‹zmir’in iflgaliyle okuldaki piyano çal›flmalar› sona erdi. Sat›n al›nan bir piyanoyla çal›flmalar›n› evde sürdürdü. Ö¤96 retmeni ‹smail Zühtü Bey ö¤rencisini b›rak›p gitmek zorundayd›; çünkü Kurtulufl Savafl› bafllam›flt› ve o kay›ts›z kalamazd›. Giderken “Kafas›n› kessen içinden Wagner’in kan› ç›kar” diye tan›mlad›¤› ö¤rencisini Macar Tevfik Bey’e (Alexandro Voltan) emanet etti. Saygun, daha sonra da ‹talyan müzikçi Rossati’den ve Hüseyin Sadettin Arel’den ders ald›. ‹zmir’in kurtuluflundan çok etkilendi: “Ceketimin sol yakas›n›n alt›na ilifltirdi¤im küçük bir dü¤me büyüklü¤ündeki resim... Mustafa Kemal’in resmi... Ve sonunda 1922 y›l›n›n A¤ustos sonlar›na do¤ru gittikçe artan bilinçli bir heyecan bizleri 9 Eylül’e ulaflt›rd›. Ve atl›lar›m›z dörtnala Çeflme’ye do¤ru uçar oldular. 10 Eylül’de Kemeralt› bir o yana bir bu yana dalgalar gibi salland›. Aç›k bir otomobilin içinde Mustafa Kemal sakin ve vakur, hepimizi gülümseyerek selamlad› ve ta yan›mdan geçti...” Hemen ilk beste denemesini yapt›: “Kufllar›n Marfl›”. ‹ çindeki müzik açl›¤›n› giderecek bilgilere ulaflmak için Frans›z yay›nlara yöneldi. Kendi kendine gelifltirdi¤i Frans›zca’s›yla 31 ciltlik “La Grande Encyclopedie”nin tüm müzik terimlerini Türkçe’ye çevirip biraraya toplad›. Baflka çeviriler de yapt›. Yay›mlayamasa da müzik sevgisi onu çal›flmalar›n› sürdürmeye itiyordu. Böylece armoni ve kontrpuan bilgisini kendi kendine ilerletti. O¤lunun karn›n›n müzikle doymayaca¤›n› gören babas› ona su flirketi ve postanede ifl buldu. Bu arada kendinin de¤il kentinin gelece¤ini düflünen Celal Bey, ‹zmir’de Milli Kütüphane kurulmas›n›n öncülü¤ünü üstlendi. B u güzel giriflimin düflüncede kalmamas› için kollar› s›vay›p gelir sa¤lamak amac›yla Milli Sinema’y› iflletmeye bafllad›. Adnan Saygun da babas›n›n bu çabas›na destek olmak için bilet sat›yor, film makinesini kullan›yor ve sessiz sinema filmlerine piyanoyla efllik ediyordu. O¤lunun müzik aflk›na deste¤ini sürdüren Celal Bey çal›flt›¤› ifllerden hoflnut kalmayan o¤lunun sevdi¤i bir iflinin olmas› için bir nota dükkan› açt›; fakat Saygun y›l sonunda iflas etti. 1924 y›l› Adnan Saygun için dönüm noktas›yd›. Müzik ö¤retmenli¤ine bafllamas› ›rma¤›n denize kavuflmas› gibi oldu. Sosyal etkinliklerden kopmayan Saygun, dernekler ve gruplarda yer ald›. ‹ki y›l sonra Musiki Muallim Mektebi s›nav›n› vererek müzik ö¤retmeni oldu. Bu s›rada Atatürk’ün müzik devrimi yaflama geçirilmeye baflland›. Yetenekli müzikçiler yurt d›fl›na e¤itime gönderilecekti. ‹lk s›nav›n yap›laca¤› tarihlerde Adnan Saygun annesini yitirdi¤i için ilk f›rsat› kullanamad›. Üç y›l sonra yeni bir s›nav aç›ld›¤›nda kazan›p Paris’e gitti. Y›llar önce ‹zmir’de çal›flan, Türkçe bilen, Türk müzi¤i araflt›rmalar› olan ve bunu Fransa’da yay›mlayan Eugene Borrel ve efli ona sahip ç›kt›. Adnan Saygun, çok çal›flkand›. Bir keresinde kalabal›kça bir salonda s›navdayd›. S›nav bafllad›¤›nda tüm ö¤renciler har›l har›l çal›flmaya koyuldu. Saygun sessizce, k›p›rdamadan oturuyordu. Saatler geçti. Saygun daha bir tek nota yazmam›flt›. Derken, s›nav›n bitimine yak›n, a¤›r a¤›r cebinden dolmakalemini ç›kard›, kafas›ndaki notalar› ka¤›da döktü. Sonuçta da tam not ald›. Burs süresi dolmak üzereydi. Kendi olanaklar›yla müzik e¤itimini daha fazla sürdüremezdi. Borrel, Saygun’u o s›rada Büyük Frans›z Kolonileri Sergisi için düzenlenen bir beste yar›flmas›na girmeye ikna etti. Türkiye’ye döndü¤ünde bu yar›flmay› kazand›¤›n› mektupla ö¤rendi. Ankara Musiki Muallim Mektebi’nin kontrpuan ö¤retmenli¤ine atand›. ‹flini çok ciddiye alan Saygun’un dersleri karfl›s›nda çok say›da ö¤renci baflar›s›z oldu. Dersleri “çok a¤›r” bulan Müdür Zeki Üngör’le çat›flt›. Bu arada yurt d›fl›nda ö¤renimlerini tamamlayan yeni ö¤retmenler geldi. Bu ö¤retmenlerin aras›nda kendilerini bestecili¤e adayan, Saygun’la birlikte “Türk Beflleri” olarak an›lan Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kaz›m Akses de vard›. (“Türk Beflleri” olarak an›lan öteki bestecilerimiz Hasan Ferit Alnar ve Cemal Reflit Rey’dir.) Saygun’un deyifliyle “O zamanlar Türkiye demek Mustafa Kemal demekti. ‘Öl’ dese ölece¤iz!” “G arcia’ya Mektupta”ki duygu içindeki bu müzik öncüleri Bat›’n›n 500 y›lda katetti¤i yolu 30-40 y›lda almam›z› sa¤lad›lar. Cumhuriyetin 10’uncu Y›l Söylevi’ni radyodan a¤layarak dinleyen Adnan Saygun “Güzel sanatlardan söz eden Atatürk bana yol gösterdi. Onun sözleri ile 97 Ahmed Adnan Saygun Bütün Dünya • Eylül 2007 Türklük ve milli fluurum zirveye ç›kt›. Cumhuriyet olmasa Yunus Emre’yi, Kerem’i, Köro¤lu’nu yazar m›yd›m?” dedi. A dnan Saygun, halk müzi¤inden ve geleneksel sanat müzi¤inden de yararland›. Bat›’da yap›lanlar› özümsemekle yetinmeyen Saygun Anadolu’yu, insan›n› ve kültürünü iyi tan›man›n gere¤ine inand›. Bat› ile Do¤u aras›nda köprü oldu. Saygun, 1934 y›l›nda yeni görevi için atand›¤› ‹zmir’e gitmek için trene binip yola ç›kt›. Çankaya’da ise baflka bir telafl vard›. Türkiye’ye gelecek olan ‹ran fiah› R›za Pehlevi’yi karfl›lamak için haz›rl›klar› bizzat Atatürk’ün kendisi yürütüyordu. Münir Hayri Egeli’yi yan›na ça¤›rd› ve ondan bir istekte bulundu: “Türkler’le ‹ranl›lar soy ve kültür itibariyle kardefltirler. S›rf mezhep savafl› yüzünden birbirinden ayr›lm›fl olan bu iki kardeflin asl›nda bir oldu¤unu gösteren bir oyun yaz ve bunu opera halinde oynatal›m” dedi. fiah›n Türkiye’ye gelmesine bir ay gibi k›sa bir zaman vard›. Bu çok k›sa bir süreydi. Duraksayan Egeli’ye Atatürk “Bu iflte en yak›n üstün benim. Her buyru¤u ben verece¤im ve izin almadan gece yar›s› bile olsa yan›ma gelmeye hatta beni uykudan uyand›rmaya yetkin var. Ancak flah›n geliflinden iki akflam sonra opera oynanmal›d›r!” dedi. Üç gün içinde ‹stanbul’dan Nimet Vahit ve Ahmet Adnan Saygun yolda trenden indirilerek Ankara’ya getirildi. Dördüncü gün ope98 ran›n ilk besteleri provaya konuldu. Atatürk her gün Saygun’u arayarak “Çocuk çal›flman nas›l gidiyor?” diye soruyordu. Atatürk’ün “Bu bir devrim hareketidir!” sözleri kulaklar›nda ç›nlayan Saygun Ankara’n›n tek tiyatro salonu olan Türk Oca¤›’na portatif bir sahra karyolas› getirtti. Gece gündüz çal›fl›yordu. Yirmi gün içinde “Özsoy” operas› tamamland›. Librettosunun yaz›m›na düflünceleriyle Atatürk’ün yön verdi¤i “Özsoy” operas› Atatürk’ün ‹ran fiah› R›za Pehlevi’ye dostluk, kardefllik mesaj›n› verdi. ‹yinin, do¤runun ve güzelli¤in sözcüsü bir ozan›n seslenifliyle bafllayan operan›n konusu ise Atatürk’ün yurtta bar›fl dünyada bar›fl düflüncesini yans›t›yordu: ‹ran mitolojisinde yeryüzünde ilk insan say›lan Feridun çocuk sahibi olmak ister. Halk bu iste¤in gerçekleflmesi için yakarmaktad›r. Bafl flaman ç›k›p gelir. Göktürk Yaz›tlar›’n›n diliyle yurdunu över. Beyler ise kuflkuludur. Kötülükler Hakan› Dehhak’tan ve yer alt›ndaki Kötülük Tanr›s› Ahriman’dan korkmaktad›rlar. B afl flaman rahatt›r; çünkü ‹yilik Tanr›s› Hürmüz onlardan yanad›r. Sonunda Feridun’un Hatun’dan ikiz çocu¤u olur. (Oyuna kaynak olan Firdevsi’nin “fiehname”sinde üçüz çocuk vard›r. Selm adl› çocuk Avrupa’y› simgeliyordu. ‹lginçtir ki, operada üçüz çocu¤a yer verilmemifltir.) Olay kutlan›r, yüceltilir. Çocuklardan biri Tur, Türkler’in atas› olur. Kutlu rengi mavi gök, yoldafl› kurttur. Öteki ‹raç’t›r, ‹ranl›lar’›n atas›d›r. Güneflle parlamaktad›r, yoldafl› asland›r. K ötülük Tanr›s› Ahriman, Hatun’a ulafl›p çocuklar› öldürmek ister. ‹yilik Tanr›s› Hürmüz’ün etkisiyle öldürme gücünü yitiren Ahriman, bu ikizlerin soylar›n› birbirine düflürerek yok etmeye çal›fl›r. Birbirlerini yitiren ve binbir serüvenden sonra Anadolu savafl›nda kardefllerin biraraya gelmesiyle bar›fl günleri bafllar. Da¤lar aras›nda Feridun, Hatun ve beyler biraradad›r. Konuflurlarken Feridun sorar: “Peki ama Tur ve Iraç’› göremiyorum! Neredeler!” Oyunun bafl›ndaki ozan yeniden sahneye ç›kar. Atatürk ve ‹ran flah›n› göstererek “‹flte Tur, iflte Iraç!” der. Bu sözler karfl›s›nda heyecan›n doru¤undaki ‹ran flah› yan›bafl›ndaki Atatürk’e sar›l›p a¤lad›. ‹lk Türk Soprano Semiha Berksoy’un da görev ald›¤› bu güzel çal›flmadan sonra Atatürk, Saygun’u Yalova’daki yazl›k evinde a¤›rlad›. Cumhuriyet tarihinin ilk operas›n›n sahnelenmesini sa¤layan Saygun, Atatürk’e Türk müzi¤i konusunda haz›rlad›¤› raporu sundu. Atatürk “Özsoy” operas›n›n sahnelenmesi s›ras›nda Saygun ile anlaflmazl›¤a düflen Cumhurbaflkanl›¤› Senfoni Orkestras› flefi Zeki Üngör’ü görevden al›p onun yerine vekaletten Saygun’u atad›. Atatürk’ün Ankara’ya geliflinin y›ldönümü yaklafl›yordu. Üç operan›n sergilenmesi planland›. Ulvi Cemal Erkin’e “Ülkü Yolu”, Necil Kaz›m Akses’e “Bayönder”, Adnan Saygun’a “Taflbebek” operalar› ›s- marland›. Bir tek Saygun bestesini tamamlad›. Bu opera 27 Aral›k 1934 tarihinde sahnelendi. Saygun üretken, do¤ru bildi¤ini hiç çekinmeden dile getiren, boyun e¤meyen bir yap›dayd›. Bu yap›s›yla da do¤ru söyleyeni dokuz köyden kovarlar deyimini yafl›yordu. Macar besteci Bela Bartók’un incelemeler yapmas› için Türkiye’ye getirtilmesini istedi. Bunun için Milli E¤itim Bakan› Saffet Ar›kan ile tart›fl›nca konservatuvardaki görevine son verildi. Hakk›nda söylenenlere dayanamayan Saygun, Ankara’dan ayr›l›p ‹stanbul’a geldi ve Cemal Reflit Rey’in de çal›flt›¤› ‹stanbul Belediye Konservatuvar›’nda ö¤retmenli¤e bafllad›. Sonunda onun dedi¤ine gelen yöneticiler Macar besteci Bela Bartók’u davet etti. Saygun onunla Çukurova’da incelemeler yapt›. Birçok halk ezgisini incelediler. Bartók hayran kald›¤› Türk müzi¤iyle Macar müzi¤i aras›nda yak›nl›klar buldu. Saygun, Bartók’un Türkiye’ye temelli olarak yerleflmesi iste¤inin gerçekleflmesi için çaba harcad›; ancak onu k›skananlar ve çekemeyenler yüzünden bu iste¤ini gerçeklefltiremedi. G üney’de Toroslar’daki ezgilerin d›fl›nda ‹stanbul Belediye Konservatuvar› arflivindeki Karadeniz oyun havalar›n› da notaya döken Saygun, Do¤u Karadeniz’de araflt›rma ve derleme gezisini kitaplaflt›rd›. Atatürk’ün hastal›¤› ve yaflama veda edifli müzik devrimini duraksatmad›. Saygun’un yap›tlar› Cumhur99 Ahmed Adnan Saygun Bütün Dünya • Eylül 2007 baflkanl›¤› Senfoni Orkestras›’n›n konserlerinde ve radyoda çal›n›yor; ama ona resmi bir görev verilmiyordu. 1939 y›l›nda Naci Atuf Kansu’nun halkevleri müfettiflli¤i ve Cumhuriyet Halk Partisi müzik dan›flmanl›¤› görevi önerisini kabul etti. Bu bir f›rsatt›. Y urt gezilerinde de¤iflik yöreleri dolafl›p halk müzi¤inin yerel ritim ve ezgilerini derledi. Paris’teyken besteledi¤i yap›t› ilk kez Türkiye’de seslendirildi. Bu konser s›ras›nda Macar ‹rene Szalai ile tan›flt› ve evlendi. Efli Nilüfer ad›n› ald›. 1940 y›l›nda kurdu¤u Ses ve Tel Birli¤i adl› dernekle devlet hükümet d›fl›nda sivil toplum örgütlerinin de müzik devrimine katk›da bulunmas›n› amaçlad›. Örgütlü çal›flmalara kap› aralamaya çal›flt›. 1942 y›l›nda en önemli yap›t›n› 6 ayda tamamlad›: “Yunus Emre Oratoryosu” 1943 y›l›nda CHP’in açt›¤› yar›flmada birincili¤i paylaflan üç yap›ttan biri oldu. Ancak seslendirilmedi. Milletvekili olan flair Behçet Kemal Ça¤lar bu yap›ttan Cumhurbaflkan› ‹smet ‹nönü’ye söz etti. ‹nönü Hasan Âli Yücel’den bilgi istedi. Yücel’in de¤erli bir yap›t oldu¤unu bildirmesi üzerine bu yap›t, 25 May›s 1946 tarihinde Ankara DTCF’de seslendirildi. Yap›t çok be¤enildi ve uzun alk›fllarla üç kez seslendirildi. Radyodan da yay›nlanan yap›t› uzak köylerden dinleyenler de be¤endiklerini övgü dolu mektuplarla bildirirken arma¤an olarak gönderilen yün çoraplar Adnan Saygun’a duygulu anlar yaflatt›. Saygun’un ülke s›n›rlar› d›fl›n100 da ad›n› duyurmas›n› sa¤layan ilk olay, 1947 y›l›nda Paris’in Pleyel Salonu’nda Lamoureux Orkestras› taraf›ndan “Yunus Emre Oratoryosu”nun seslendirilmesiydi. Ünlü Azerbaycanl› orkestra flefi Niyazi Takizade’nin “‹nan›n›z flu anda birçok Bat› Avrupa ülkesinde Saygun çap›nda bir besteci yoktur” diye tan›mlad›¤› Saygun ayn› y›l “International Folk Music Council”a yönetim kurulu üyesi seçildi. Birçok ülke ona ödüller ve niflanlar verdi. Bunlar aras›nda en anlaml›s› Macar besteci Bela Bartók ile yapt›¤› çal›flmalardan dolay› Macaristan hükümetinin 1981 y›l›nda Budapeflte’de verdi¤i Bartók Arma¤an›’yd›. Saygun bu ödülün yan›s›ra 1986 y›l›nda Bartók’u Anma Komitesi taraf›ndan düzenlenen Pro Cultura Hungarica Ödülü’nü de ald›. 1958 y›l›nda Birleflmifl Milletler’in kurulufl y›ldönümü kutlan›yordu. New York’da, ünlü flef Leopold Stokowski yönetiminde “Yunus Emre Oratoryosu” seslendirilecekti. Kimi ülkelerin temsilcileri konsere ay›p olmas›n diye, dudak bükerek geldi. K onser bitti¤inde herkes Türk temsilci Haluk Bayülken’e, flaflk›nl›klar›n› ve hayranl›klar›n› bildirdi. Bayülken an›lar›nda Birleflmifl Milletler’in koridorlar›nda Türk temsilcilerine nas›l bir baflka sayg› gösterilmeye baflland›¤›n›, nas›l bir baflka gözle bak›ld›¤›n›, bafllar›n›n nas›l bir baflka dik oldu¤unu heyecanla anlat›r. Yurt içinde de ödüller ald›: 1948 y›l›nda ‹nönü Arma¤an›; 1971 y›l›nda T.C. Devlet Sanatç›l›¤›; 1978 y›l›nda Ege Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi Fahri Doktoralar›; 1981 y›l›nda Atatürk Sanat Arma¤an›; 1984 y›l›nda Kültür Bakanl›¤› Büyük Ödülü; Mimar Sinan Üniversitesi’nin kuruluflunun yüzüncü y›l›nda “Osman Hamdi Onur Belgesi”; 1990 y›l›nda Mersin Belediyesi Ödülü ve Sevda Cenap And Vakf› Alt›n Onur Madalyas›. A dnan Saygun, Atatürk’e gönülden ba¤l›yd›. En çok üzüldü¤ü Atatürk’ün kurumlar›n›n birer birer y›k›lmas›yd›: “Halkevleri 18 y›ll›k ömürleri içinde yurt insanlar›n›n gönüllerine ve kafalar›na ›fl›k götüren bir kaynak olmufltu. Okuma yazma seferberli¤i orada sürüp gidiyordu. Spor, tiyatro, musiki, plastik sanatlar gibi kollarda gençlik orada rahatça çal›flma olana¤› bulabiliyordu. Kitapl›klar› yöre insanlar›na ça¤dafl dünyadan ›fl›klar götürüyor, yay›mlanan dergilerde türlü konulara de¤iniliyordu. Halk›n özkültürüne dikkatler orada çekiliyordu. ‹flte bu güzel fleyler 1950 y›l›nda bir anda duruverdi. Kitapl›klar birçok yerde ya¤ma edildi. Dergiler sustu ve ülke bu alanda büyük ve ac› durgunluk ve suskunluk içine itildi. Halkevlerinin suçu neydi? Atatürk bu kurumlar› yurt insanlar›n›n uyar›lmas› ve gençli¤in en iyi ve en temiz bir biçimde yetifltirilmesi ül- küsüyle kurmufltu. O zamana kadar bu kurumlar›n koruyuculu¤un yapm›fl olan parti, durumu gerekti¤i gibi de¤erlendirip halkevlerine ve halkodalar›na özgürlü¤ünü vermemekle en a¤›r hatay› iflledi. 1950’de iflbafl›na gelen yeni iktidar ise bu kurulufllar› yokedivermekle eski iktidardan intikam ald›. Bununla ne yitirdik? Ülke insanlar› aras›nda hoflgörüyü bu kurumlar arac›l›¤›yla sa¤lamak olanakl› olabilecekken bu olana¤a s›rt›m›z› döndük. Türk gençli¤inin daha çok ayd›nl›¤a kavuflmas›n›n önüne geçtik. ” 1983 y›l›nda “Atatürk ve Anadolu’ya Destan”› yaz›p besteledi. Atatürk’ün kendisine b›rakt›¤› bir vasiyet niteli¤indeydi. Atatürk’ün birbirinden güzel ve anlaml› sözlerini müzik eflli¤inde sundu. 1991 y›l›nda aram›zdan ayr›lan Adnan Saygun bir bestesini adad›¤› Prof. ‹hsan Do¤ramac›’n›n yak›n dostuydu. ‹zmir’de do¤du¤u ev, kap›s›ndaki plakete karfl›n y›k›l›rken, Do¤ramac› bu de¤erli sanatç› için Bilkent Üniversitesi bünyesinde Ahmed Adnan Saygun Müzik Araflt›rma ve E¤itim Merkezi’ni kurdurdu. Ayr›ca tüm yap›tlar›, kitaplar› ve kiflisel eflyalar› Saygun Müzesi’nde sergilenmeye bafllad›. Adnan Saygun ve efli Nilüfer Saygun tüm mal varl›klar›n› Türk E¤itim Vakf›’na ba¤›fllad›. Adnan Saygun Atatürk’ü, Atatürk’ün gençleri de onu yaflatmay› sürdürüyor.• “‹yi ile kötüyü ay›rt etmenin en kolay yolu mu? Kötü yapmak istedi¤inizdir. ‹yi ise yapman›z gereken...”• Shirley McLaine’den naklen 101 “Bizler de bu kilim gibiydik o¤lum. Kimimiz atk›s›yd› bu kilimin, kimimiz çözgüsü kimisi de dü¤ümüydü. Ay›rd›lar söktüler bizi ‘Mübadele’ diyerek.” Kilimin Dü¤ümü •Dr. Mehmet Uhri - Bütün Dünya• O gün aya¤›m› burkmasayd›m hiç tan›yamayacakt›m, Nazmiye Nine’yi... ‹zmir’in Selçuk ilçesine ba¤l› mübadele (de¤iflim) köylerinden fiirince köyündeydik. Lozan Anlaflmas›’ndan sonra Rumlar’›n göç etti¤i K›rk›nca ya da Çirkince köyüne ço¤unlu¤u Selanik ve çevresinden gelen Türkler’in yerleflmesiyle oluflmufl, fiirince ad›n› alm›flt›. Dar sokaklar›, eskinin mimarisi yüksek tavanl› uzun pencereli evleri ve s›cak insanlar›yla günümüzün turistik yöreleri aras›nda ad› geçer olmufltu. Zeytincilik, ba¤c›l›k ve ev flarapç›l›¤›yla tan›nm›flt›. fiimdilerde müzeye dönüfltürülmüfl olan köyün kilisesinin bahçesinde fotograf çekmeye çabalarken ayak bile¤imi burk102 mufl birlikte gezdi¤im grubu b›rak›p evlerden birinin önündeki sandalyeye oturmak zorunda kalm›flt›m. Gezip göremedi¤im sokaklar› düflündükçe içim içimi yiyor aya¤›m›n a¤r›s›ysa kalkmama engel oluyordu. Oturdu¤um evin önümdeki tezgahta anneyle k›z› kendi imalat› ev flaraplar›, sabun, zeytin, zeytinya¤› ve ad›n› bilmedi¤im otlar sat›yordu. Aya¤›m› burktu¤umu ve oturmak zorunda oldu¤umu görünce hemen yer vermifllerdi. Kad›n, evin üst kat›na, annesine seslendi. A¤›r ad›mlarla beyaz tenli, mavi gözlü, beyaz saçlar›n› ayn› beyazl›kta tülbentle örten hayli yafll› han›m yan›ma geldi. Bir fley söylemeden ayak bile¤ime bakt›. Torununa tülbentle dolaptan so¤uk su getirmesini söy- ‹zmir’in Selçuk ilçesine ba¤l› fiirince köyü, ço¤unlu¤u Selanik ve çevresinden gelen Türkler’in yerleflmesiyle oluflmufl, fiirince ad›n› alm›flt›. ledi. “Bile¤ini kötü burkmuflsun” diyerek tülbenti aya¤›ma s›k›ca sard› ve üzerine so¤uk su döktü. Tüm bunlar› ben bir fley söylemeden, istemeden yapm›flt›. fiafl›rm›flt›m. A d›n›n Nazmiye oldu¤unu, çocuk yaflta mübadeleyle Selanik yak›nlar›ndaki Vraflno köyünden geldi¤ini anlatt›. Arada eliyle bile¤imi yoklay›p üzerine so¤uk su dökmeye devam ediyordu. K›z› ve torunuyla fiirince’de yaflad›¤›ndan burada ölmek ve gömülmek istedi¤inden söz etti. Aya¤›m›n a¤r›s›n›n hafifledi¤ini duyumsuyordum. “Yunan’la Türk o kadar savaflt›ktan sonra birarada yaflamak olanaks›zd›, mübadele kaç›n›lmazd› san›r›m” diyecek oldum, hadi oradan der gibi bir el iflareti yapt›. “O¤lum biz savafl nedir bilmeyiz. Vraflno’yu terk edeli y›llar oldu; ama rahmetli annem ve babam›n akl› hep orada, do¤du¤u topraklardayd›. Rum’u Türk’ü bir arada yaflard›k orada. Savafl neyin u¤ramam›flt›.” Bile¤imi bir kez daha yoklay›p biraz daha so¤uk su döktü tülbentin üzerine. Sonra torununa sand›¤›n üzerindeki kilimi getirmesini söyledi. Oldukça eski olmas›na karfl›n renkleri canl› kalm›fl küçük bir kilimdi, torunun getirdi¤i... “Bu kilimi dokudu¤umda 12 yafl›ndayd›m. Vraflno’da komflumuzun k›z› Dora’yla birlikte dokumufltuk. Ayn› yafltayd›k Dora’yla, ailesi Rum’du. Biz ‘Kilim’ derdik Rumlar ‘Kalimma’ derdi. Mübadele s›ras›nda yan›m›za fazla bir fley alamam›fl›z. Israr›m üzerine oyunca¤›m› b›rak›p bu kilimi getirmifliz. “Çok güzelmifl.” “Güzeldir ya... Bizler de bu kilim gibiydik o¤lum. Kimimiz atk›s›yd› bu kilimin, kimimiz çözgüsü kimisi de dü¤ümüydü. Ay›rd›lar söktüler bizi ‘Mübadele’ 103 Bütün Dünya • Eylül 2007 diyerek. Ayn› suyu, ayn› topra¤›, gökyüzünü, gölgeyi kullan›rd›k. Birileri be¤enmedi bu dokumay›, söküp baflka fley örmeye kalkt›. Geldik buralara...” E liyle kilimi ve içindeki desenleri gösterip “Komflumuz Dora’yla toplad›¤›m›z da¤lavantas›n› ve unutmabeni çiçe¤ini kaynat›p yapm›flt›k bu yeflil rengi... A¤aca birlikte ç›k›p toplad›¤›m›z taze cevizin kabu¤undan elde etmifltik bu k›z›l kahveyi... Hardalotunu ve kimyonu birlikte ö¤ütüp yapm›flt›k bu sar› rengi... Yaparken çok e¤lenmifl, be¤enerek dokumufltuk bu kilimi.” “Ama bar›fl olsun, insanlar bar›fl içinde yaflas›n diye yap›lmad› m›, mübadele?” “Bar›fl hep vard› be o¤lum... Bir arada olmam›z› istemediler. Söktüler bizi buralara de¤in geldik. Rahmetli anam geride b›rakt›¤› evini ve bahçesindeki çiçeklerini say›klar, a¤lard›. Dahas› ‘Gavur tohumu’ dediler bize, buralarda... Köyden d›flar› da ç›kamad›k.” “Her ne olduysa olmufl ac›lar çekilmifl; ama k›z›n ve torunun mutlu görünüyorlar. Buna da flükretmek gerekiyor.” “fiükretmesine ediyorum da, insanlar› bir kez ay›rmaya bafllad›lar m› durmazlar, bize ‘Gavur tohumu’ diyenler burada da istemez diye korkuyorum.” Kederlenmiflti. Eliyle ayak bile¤imi yoklad›. A¤r›m›n hafifledi¤ini söyleyince tülbenti açt›. Bile¤imin fliflli¤i azalm›flt›. Tezgahtan ald›¤› kekik ya¤›n› bile¤ime sürdü, birkaç defne yapra¤›n› da üzerine koyup tülbenti s›k›ca tekrar sard›, Nazmiye Nine. Kekik ya¤› fliflesini uzat›p akflama bir kez daha sürmemin iyi gelece¤ini söyledi. Borcumu sordum. Gülümsedi. “Bir fley istemem. Okumufl birine benziyorsun. Torunum bu y›l okula bafll›yor. Onunla konuflup okula heveslendirecek iki laf edersen iyi olur. Haytal›k eder diye korkuyorum” dedi. Torununa kitap gönderme sözü verip adreslerini ald›m. Daha fazla konuflmad›, kilimi omzuna at›p eve girip gözden kayboldu. Aya¤›m›n a¤r›s› dinmifl, rahatl›kla üzerine basabilir duruma gelmifltim. Köye gezmeye gelenler güneflin batmas›na yak›n dönüfl yolunu tutmufltu. fiirince evlerinin camlar›ndan yans›yan güneflin son ›fl›klar›yla köy, akflam›n sakinli¤i ile kucaklaflmaya haz›rlan›yordu.• Adam ya¤l›boya resim üzerine ünlü hocalardan ders alm›fl, sonra da s›k›l›p resim yapmaktan vazgeçmiflti. Fakat yapt›¤› resimlerden kimilerini de çok be¤endi¤i için oturma odas›na asm›flt›. Bir gün kendisini ziyarete gelen arkadafl› bu resimleri gördü: “Nereden buldun bu resimleri?” diye sordu. Adam kendinden emin biçimde resimleri kendisinin yapt›¤›n› söyleyince arkadafl› gülmeye bafllad›: “Gelir gelmez gördü¤ümde bofl yere üzülmüflüm me¤er” dedi. “Para verip ald›¤›n› sanm›flt›m…”• 104 Bilginizi Denetleyin •Haz›rlayan: Diyar Mahmuto¤lu - Bütün Dünya• 1 Türkiye’de ilk genel seçimler ne zaman yap›ld›? a) 1876 b) 1908 c) 1923 ç) 1960 2 Geleneksel Hz. Mevlana’y› Anma Törenleri (fieb-i Aruz) hangi ilimizde yap›lmaktad›r? a) Ankara b) Sinop c) Konya ç) ‹zmir 3 Dünya üzerinde kaç k›ta vard›r? a) 4 b) 5 c) 6 ç) 7 4 Çöllerde su bulunan yaflam alanlar›na ne ad verilir? a) Saha b) Vaha c) Sahra ç) Sulakl›k b) Frengistan c) Lehistan ç) Nemçe 7 Yunanistan’da Türk az›nl›klar›n haklar› için savafl›m vermifl politikac› kimdir? a) Dr. Sad›k Ahmet b) Dr. Faz›l Küçük c) Mehmet Emin Aga ç) Faiz Kaymak 8 “Mavi ve Siyah” adl› ünlü roman›n yazar› kimdir? a) Yakup Kadri Karaosmano¤lu b) Mehmet Rauf c) Halit Ziya Uflakl›gil ç) Selim ‹leri 9 “K›rm›z› ve Siyah” adl› ünlü roman›n yazar› kimdir? a) Victor Hugo b) Andre Gide c) Marcel Proust ç) H. B. Stendhal 5 Roma’daki Apollon Tap›na¤›’ndan sökülüp ‹S 300’de ‹stanbul’a getirilen sütunun ad› nedir? a) Y›lanl› Sütun b) Burmal› Sütun c) Dikilitafl ç) Çemberlitafl 10 ‹kinci Yeni fliir ak›m›n›n kurucular› aras›nda yer alan, fliirlerini “Büyük Saat” adl› kitapta toplayan, 22 A¤ustos 1985’te 58 yafl›ndayken yaflam›n› yitiren flair kimdir? a) Edip Cansever b) Turgut Uyar c) Cemal Süreya ç) Ece Ayhan 6 Osmanl›lar’›n bugünkü Avusturya’ya verdikleri ad neydi? a) Prusya 11 “Afliyan Müzesi” hangi flairimizin yaflad›¤› evdir? a) Abdülhak Hamit 105 Bilginizi Denetleyin b) Leyla Han›m c) Tevfik Fikret ç) Ahmet Haflim 12 Anadolu Medeniyetleri Müzesi hangi ilimizdedir? a) ‹stanbul b) Ankara c) Konya ç) Adana 13 L. N. Tolstoy’un bir roman›na ad›n› vermifl olan Kafkas halk kahraman› kimdir? a) fieyh fiamil b) Hac› Murat c) Malkoço¤lu ç) Salman Raduyev 14 5895 metrelik zirvesiyle de ünlü Kilimanjaro Da¤› hangi k›tada yer almaktad›r? a) Afrika b) Avrupa c) Asya ç) Arktika 15 Dünyan›n en yüksek s›rada¤lar› Himalayalar’›n zirvesi Everest hangi ülke s›n›rlar› içindedir? a) Tibet b) Nepal c) Hindistan ç) Çin 16 Topkap› Saray›’n›n d›fl bahçesi olan Gülhane Park› hangi y›l park 106 olarak düzenlenip halka aç›ld›? a) 1900 b) 1912 c) 1922 ç) 1932 17 Birleflmifl Milletler’in 2006 y›l› “‹nsani Geliflim Endeksi” raporunda birinci s›rada yer alan ülke hangisidir? a) Türkiye b) ABD c) ‹ngiltere ç) Norveç 18 Nüfus yo¤unlu¤u en yüksek ülke hangisidir? a) Singapur b) Monaco c) Tayland ç) Danimarka 19 En büyük a¤aç, afla¤›daki türlerden hangisidir? a) Ç›nar b) Sedir c) Çam ç) Sekoya 20 Türkiye ormanlar›nda bulunan a¤aç türü say›s› kaçt›r? a) 500 b) 1000 c) 2000 ç) 3000 Yan›tlar 129’uncu sayfam›zdad›r. K Koala Kimyac›l›¤› oala yani keseli a¤aç ken önüne ç›kan çeflitli güç duay›s› (Phascolarctos ci- rumlar› yenmek yani sorunlar› nereas) Avustralya’n›n çözmek zorundad›r. Öteki birçok okaliptüs ormanlar›nda hayvan gibi a¤aç ay›s›n›n da çeyaflar. Bu a¤açlar›n bi- flitli düflmanlar› vard›r. A¤açta, linen çok say›da türü bu kara özellikle okaliptüs a¤ac› üzerinde, yaflamaya karar vererek parças›n›n de¤iflik yerlehem y›rt›c› hayvan (dinrinde görülür. Fakat a¤aç ay›s› her tür oka- Hayvanlar go köpe¤i gibi) sald›r›lar›ndan hem de asalaklarliptüs üzerine ç›kmaz. Aras›nda dan korunmay› baflarSon derece seçicidir. m›flt›r. Çünkü y›rt›c›lar Yaklafl›k otuz befl kadar a¤açlara ç›kamazlar, kütür onun sorunlarla karçük asalaklar da bu a¤aç fl›laflmadan üzerinde yayapraklar›ndan buharlaflad›¤› türlerdir. flarak yükselen eterli Her hayvan gibi a¤aç ay›s› da soyunu sürdürya¤lara yaklaflamazlar. mek amac›ndad›r. BuKendini korumak nun için korunmak, besiçin okaliptüs a¤açlar›Erdo¤an lenmek ve üremek gen›n dallar› aras›na s›¤›Sakman reksinimindedir. Bunlar› n›nca belli bir süre yere gerçeklefltirmeye çal›fl›rde inmez. Fakat bu kez 107 de açl›k sorunuyla karfl› karfl›ya kal›r. Yapraklarda zehirli bileflikler bulundu¤undan ve hayvan bunlarla beslenmek zorunda oldu¤undan vücudundaki kimya fabrikas›na yani karaci¤erine bu zehirli maddeleri etkisiz k›lacak çok ilginç bir düzen eklenmifltir ya da milyonlarca y›l bu zehirle savafla savafla art›k bedenini etkilemeyen iyi bir düzene (temizleme sistemine) kavuflmufltur. Bu, beslenme sorununu çözmesi anlam›ndad›r. Bu düzenin nas›l çal›flt›¤› henüz bilinmemektedir. S ürekli a¤aç üzerinde yaflamak kimi rahats›zl›klar›n da nedenidir. S›k s›k so¤uk alg›nl›¤› da geçiren a¤aç ay›s›, ne zaman atefli yükselse bulundu¤u a¤aç yapraklar›n› aceleyle gözden geçirir. Bu yapraklar›n içerikleri atefl düflürmeye uygunsa (sineol gibi) o a¤açta kal›r, de¤ilse a¤açtan inerek yapraklar› atefl düflüren a¤ac› arar ve bulur. A¤aç dallar› aras›nda sürekli esen rüzgar ki ço¤u zaman f›rt›naya dönüflüp a¤açlar› neredeyse yerlere de¤in yat›r›r, a¤aç ay›s›n›n üflümesine neden olur. Sorunun çözümü, vücudu ›s›tacak yiyecek bulmaktad›r. Bulundu¤u a¤aç yapraklar› bunu sa¤layacak nitelikte de¤ilse o a¤açtan inip, atefl düflürürken yapt›¤› gibi, 108 ›s›nmay› sa¤layan yaprakl› a¤aç ya da a¤açlar› arar ve kolayca bularak bol enerji ve s›cakl›k sa¤layan (felandron gibi) a¤aç yapraklar›ndan bolca yiyip bu sorununu da çözer. Okaliptüs yapra¤›ndaki sineol maddesi hayvan› serinletir. Bunu okaliptüs flekeri yiyen insanlar içlerine hava çektiklerinde ferahlay›p anlarlar. Böylece, a¤aç ay›s› korunma ve beslenme sorunlar›n› çözmüfl olur. Bunu sa¤layan düzenler geçen yüzy›llar boyunca bu ya da benzeri canl›lar taraf›ndan denenmifl, gelifltirilmifl ve hayvan›n bugünkü sorunlar›n› çözecek düzeye ulaflm›flt›r. ‹nsanlar için önemli olan, serinletici flekerde oldu¤u gibi, bu özellikleri kullanmakla birlikte, hayvan›n zehri nas›l bir düzenle etkisizlefltirdi¤ini anlamakt›r. Bundan sonra insan kendi kulland›¤› araç, gereç ve aletlerden yararlanarak yaflam›n› kolaylaflt›racak düzenlere, yap›lara dönüfltürmeye giriflebilir. Gelecek y›llarda dünya nüfusu artacakt›r. Bu da besinlerin daha güç elde edilece¤i anlam›ndad›r. Bugün kullan›lmayan ço¤u zehirli bitkiyi insanlar kullanmak zorunda kalacaklard›r. Bu nedenle, a¤aç ay›s›n›n kulland›¤› zehir ar›tma düzeninin nas›l çal›flt›¤›n›n anlafl›lmas›nda çok büyük yarar vard›r. Bunu da baflaracak olan, genç araflt›rmac›lard›r.• Günlük Yaflam›m›z› Kolaylaflt›ran ‹ki Bulufl: Makas ve... Kendinden Yap›flkanl› Not Ka¤›d› G ünlük yaflamda kulland›¤›m›z aletlerin nereden geldi¤ini, nas›l ortaya ç›kt›¤›n› merak etti¤imiz olmufltur. Bir daha elinize ald›¤›n›zda hakk›nda daha çok fley biliyor olaca¤›n›z bulufl, gelin bu kez de makas olsun. En eski zamanlarda makas gelifltirilmeden önce kifliler kesme iflini ço¤u zaman tafllarla yap›yorlarm›fl. Sonralar› kullan›lan kesici, delici aletler aflama aflama de¤ifltirilerek ve gelifltirilerek bugün kulland›¤›m›z makas biçimini alm›fl. Kimi icatlarda oldu¤u gibi makas›n da belirli bir kifli taraf›ndan gelifltirildi¤ini söylemek olanaks›z. ‹Ö 1500’lü y›llarda M›s›r’da ortaya ç›kt›¤› san›l›yor. O dönemi anlatan belgelerde tek b›çakl› kesici aletlere verilen ad olarak makas sözcü¤ü geçiyor. Bugün bildi¤imiz çapraz biçimde çift b›çakl› makas ‹S 100’lü y›llarda Romal›lar taraf›ndan gelifltirilmifl. Modern makas figür olarak ilk kez, Roma döneminde kurulan esnaf derneklerinden biri olan makas üreticileri derne¤inin ambleminde yer alm›fl. Roma mimarisinin özelliklerinden olan sadelik 109 Bütün Dünya • Eylül 2007 basit makas tasar›mlar›nda da kendini göstermifl; makaslar önceki örneklerinden ayr›lacak hiçbir süslü ö¤e içermiyorlarm›fl. yayg›nlaflan makaslar›n en kalitelileri 20’nci yüzy›lda da elde üretilmifl. Makas›n bulufluyla ilgili bilgilerde mucidi olarak ad› geçen bir ad Leonardo Da Vinci. oma döneminin sonun- Yönetmen Tim Burton’›n makasda, büyük ölçüde Akde- lara özel bir ilgisi ve merak› var. niz çevresindeki ülkelerle Bu ilgi ona “Edward Scissorolan iliflkilerin geliflmesi- hands” (Makas Eller) adl› filminnin de etkisiyle, 11 ve 12’nci yüz- de esin kayna¤› olmufl. y›llar aras›nda makaslar›n biçi‹fli ya da hobileri makas kulminde ve kalitesinde farkl›l›k lanmay› gerektiren kifliler en kagözlemlenmeye bafllanm›fl. litelisine sahip olman›n verdi¤i Güzel yaz› sanat› ‹slam dün- memnuniyeti bilirler. Elektronik yas›nda yayg›nlafl›nca ve teknolojik geliflmeleve sayfalar› ay›rmak için rin son h›zda ilerledikullan›lan çift tarafl› b›¤i ça¤›m›zda bile maNe Nedir, kas hâlâ en yararl› geçaklar güzel yaz› ustas›Nas›ld›r? reçlerden biri. n›n vazgeçilmez gereçlerinden biri olunca, daEn yararl› gereçlerha gösteriflli makaslar den bir ötekisi de “Forüretilmeye bafllanm›fl. tune” dergisi taraf›ndan Makastan yaz›l› ola20’nci yüzy›l›n en önemrak ilk kez 5’inci yüzli bulufllar›ndan biri olay›lda Sevilla’l› Aziz ‹sirak de¤erlendirilen dore söz etmifl ve ma“Post-It” yani kendinden kas› berber ve terzilerin yap›flkanl› not ka¤›tlar›. Pelin kulland›¤› bir gereç ola“3M” flirketi çal›flanlaHazar rak tan›mlam›fl. r›ndan biri olan ve ayn› Makas›n seri üretimi, zamanda bir kilise koro1300’lerden sonra kesici sunda ilahi söyleyen Art alet üretimiyle tan›nan ve Fry ilahi kitab› için sayfalara zarar 1700’lerin ortas›ndan bafllayarak vermeyecek ve sayfalar›n aras›nen önemli çelik üretim merkez- dan kay›p düflmeyecek bir ayraç lerinden olan ‹ngiltere’deki Shef- ar›yordu. ‹fl arkadafl› Spencer Silfield kentinde Robert Hinchliffe ver 1968 y›l›nda yüzeylere yap›adl› çelik iflçisinin 1761 y›l›nda flan, ç›kar›ld›ktan sonra iz ve leke b›çaklar› dökme çelikten yapa- b›rakmayan, yeniden yap›flt›r›larak çoklu üretime geçmesiyle bilen bir yap›flt›r›c› gelifltirmiflti. bafllam›fl. 1800’lere gelindi¤inde Ancak bu buluflundan istedi¤i veçeflitli büyüklükteki b›çaklarla rimi alamam›flt›, yap›flt›r›c› yetebronz ve demirden yap›lm›fl, fl›k rince güçlü de¤ildi. tasarlanm›fl ve süslenmifl makasO dönemlerde sorununa ne lar Avrupa’da gözde olmufl. gibi bir çözüm üretebilece¤ini 19’uncu yüzy›lda seri üretimi düflünen Fry’›n akl›na Silver’›n R 110 Makas ve... Kendinden Yap›flkanl› Not Ka¤›d› yap›flt›r›c›s›ndan bir miktar al›p bir parça ka¤›da sürerek kitab›na yap›flt›rmak geldi. Sonuç baflar›l›yd›, Silver’›n buluflu akl›n› kullanan Fry’a yaram›flt›! fiirketin pazarlama departman› kendinden yap›flkanl› bu not ka¤›tlar›n›n reklam›n› yapma fikrini, ürünü gereksiz ve k›sa ömürlü buldu¤u için geri çevirmiflti. Bunun üzerine Fry ürününün tan›t›mlar›n› kendisi yapmaya karar verdi ve ifle flirket içinden bafllad›. Bir gün patronuna gönderdi¤i dosyan›n üzerine bu ka¤›tlardan birine not yazarak yap›flt›rd›, flirketteki çal›flanlara da bu yeni buluflundan da¤›tt›. Yaln›zca kitap ayrac› olarak de¤il not almak için de ifllevsel bir ürün oldu¤unun ay›rd›na var›- lan yap›flkanl› ka¤›tlar, bir çeflit iletiflim kurma ve ofisteki iflleri düzenleme yöntemi olmufltu. “3M” ürüne “Post-It” ad›n› v e r e r e k 1980’lerin bafl›nda ticari kullan›m için üretime bafllad›. Bugün bu not ka¤›tlar› ço¤umuzun bildi¤i gibi kullan›m alan›n› ve kullan›c› kitlesini h›zla gelifltirerek birçok çeflit ve renkte üretilmeyi sürdürüyor. Kendinden yap›flkanl› not ka¤›d› bafllang›çta kimilerince ifle yaramayan gereksiz bir ürün olarak görülse de, bugün ifl yaflam›n› ve birçok kiflinin günlük yaflam›n› kolaylaflt›ran bir bulufl olarak kendi yaratt›¤› piyasan›n lideri olmaya devam edece¤e benziyor.• [email protected] Adam bir ma¤azada h›rs›zl›k yapt›¤› için mahkemeye ç›kar›lm›flt›. Yarg›ç, san›¤a neden bu suçu üç kez üst üste iflledi¤ini sordu: Adam, “Evli oldu¤um için, efendim” deyince yarg›ç flafl›rd›: “Ma¤aza soymakla evli olmak aras›nda bir iliflki göremiyorum” dedi. “fiu iflin gerçe¤ini anlat bakay›m…” San›k, ifadesinin yalan olmad›¤›n› söyledi ve ayn› ma¤azada üç kez h›rs›zl›k yapmas›n›n nedenini flöyle aç›klad›: “Ma¤azaya ilk girdi¤imde eflime bir elbise çalm›flt›m” dedi. “‹kinci ve üçüncü girifllerimin nedeni ise, o elbiseyi de¤ifltirmekti.”• 111 Aynur Hanım telefonla arayarak ameliyatın baflarılı geçti¤ini, akflama do¤ru kedici¤i görebilece¤imizi söyledi. Akflama do¤ru Lara’yla heyecanla veterinere kofltuk. Kedicik muayene masasının üzerinde mırıldanarak üç aya¤ıyla bize do¤ru yürümeye bafllayınca bir an için çok kötü oldum. Yanımıza gelip sevgiyle baflını ellerimize sürterken ikimiz de sessizce a¤lıyorduk. Bir Yaflam Savafl›m› K ızımla birlikte akflama dek Ötekiler de balkonda yaflamaya ev aramaktan yorgun, devam ediyorlardı. Bugünlerde ye“Bugünlük bu son ev ol- ni eve taflınma telaflındayken, bir sun!” diyerek penceresin- yandan da onca kediyi ne yapacade “Kiralık” ilan› bulunan evin ¤ımızı düflünüyorduk kara kara... önünde durduk. Evsahibiyle konuflVe flimdi Lara bir sokak kedimamız, evin bizim istedi¤imiz ko- sini daha eve getirmek için bana flullara uygun olmadı¤ını anlama- dil döküyordu. Biz Lara’yla tartıflırken kedi mız birkaç dakikamızı almıfl, böyleyavrusu Lara’nın yanından bana ce hava iyiden iyiye kararmıfltı. Tam arabamıza binmek üze- do¤ru döndü ve yürümeye bafllareyken cılız bir “Miyav” sesi duy- dı. Yürümek? Bu kedi yürümüyor, duk. Karanlıkta küçük bir kedi yalnızca ön iki aya¤ını kullanarak, yavrusunun kızımın ayaklarına yerde sürünerek hareket ediyordu. sürtündü¤ünü gördüm. Kızım La- Lara’yla aynı anda “Bu kedinin nera heyecanla “Anne, bu çok gü- si var?” diyerek ona do¤ru e¤ildik. Tek baca¤ı kırık gibi görünüzel bir kedi, flu gözlerine bir bakyordu; ama görünüfle basana, n’olur evimize kılırsa kırılalı uzun zaalalım” dedi. Lara’ya önce tatlılıkman olmufltu ve tek soYaflamdan run kırık bacak de¤ildi, la, sonra biraz daha sertçe bunun olanaksız Yans›malar belden afla¤ısını kullanaoldu¤unu, kediyi bıramıyordu. Lara’yla birbirikıp arabaya binmesini mize baktık. söyledim. Evimizin balKızım annesini o denkonunda tam yedi tane li iyi tanıyordu ki, kendikedi vardı. Kızımın sosinden emin bir biçimde kaktan bulup balkonda kediyi kuca¤ına aldı ve bakıma aldı¤ı kedisi Bit“Onu bu halde ölüme si tam altı tane yavru terk edemeyiz herhalde Nuray dünyaya getirmifl ve anne” dedi. “Hemen bir yavrulardan ancak biri- Bartoschek veterinere götürelim basine ev bulabilmifltik. kalım nesi varmıfl.” 113 “Kedicik”in yaflam savafl›m›n› kazanmas›nda çok büyük katk›lar› olan Veteriner Aynur Han›m, Veteriner Cezmi Bey ve Lara... B en a¤zımı açıncaya dek, kedicik ve Lara arabaya oturmufl, beni bekliyorlardı. Zavallı kedinin görünümü gerçekten içler acısıydı. Sürünerek yürümeye çalıfltı¤ı için arka bacaklarında yaralar açılmıfltı. O saatte kapalı oldu¤unu bile bile Kent Veteriner’in önünde durduk. Ertesi gün pazardı ve kedici¤in bu durumda pazartesiye de¤in yaflayabilece¤i konusunda endifleliydik. Veteriner Cezmi Bey ve Aynur Hanım, bizim sık sık sokak kedilerini toplayıp getirmemize alıflkınlardı ve böyle durumlarda ellerinden geleni yapıyor, üstelik çalıflmalarının karflılı¤ında bir bedel de almıyorlardı. Bu kez gecenin bir vakti evlerinden ça¤ırdı¤ımızda Cezmi Bey hiç sızlanmadan hemen gelip ifl yerini açtı. O, kedici¤i muayene ederken, Lara ve ben heye114 canla sonucu bekliyorduk. Sonunda “Evet, bir baca¤ı kırık; ama kırılalı bir hayli olmufl ve kırık yanlıfl kaynamıfl” dedi Cezmi Bey. “Ama yalnızca kırık bacak de¤il sorun, bel omurlarında ciddi bir sorun var gibi görünüyor. Bu biçimde sokaklarda yaflaması biraz zor.” Lara “Peki ya eve alırsak?” diye sordu umutla. Cezmi Bey “Açıkcası bu durumda biraz zor görünüyor; ama ben birkaç enjeksiyon yapayım, yaralarına da pansuman yapalım ve pazartesi günü tekrar görelim. E¤er birazcık düzelme varsa umut var demektir. Ama hiçbir de¤ifliklik olmazsa daha fazla acı çekmemesi için uyutmamız gerekli” dedi. ‹kimizin de gözleri dolmufltu. Bu durumda tartıflmamıza gerek yoktu. Tedavisi yapıldıktan sonra kedici¤i bir kutuya koyarak evimize getirdik. Balkondaki öteki kedilerin yanı- Bundan sonraki yaflam›n› üç bacakla geçirecek olmas›na karfl›n “kedicik”, yaflama s›k› s›k›ya ba¤l›... na koymamız olanaksızdı. Do¤al olarak tepki göstereceklerdi ve yavru kedi kendisini savunacak durumda de¤ildi. Bu nedenle ona evin içinde bakmaktan baflka seçene¤imiz yoktu. Özenle yata¤ını, yemek tabaklarını hazırladık. Kedicik, o denli uysaldı ki, hiç sesini çıkartmadan minnetle gözlerimize bakıyordu. Yata¤ı hazır olunca da kıvrılıp derin bir uykuya daldı. Lara’yla aynı anda “N’olur ölme kedicik, senin iyileflmeni istiyoruz” dedik. Pazar sabahı Lara’nın sesiyle gözlerimi açtım. “Anne, hemen gel, kedicik bir dakika ayakta durabiliyor” diye ba¤ırıyordu heyecanla. Yanına gitti¤imde kedici¤in yere yı¤ılmadan ayakta durabilmek için çabaladı¤ını gördüm. Ancak bir iki dakika kıpırdamadan ayakta durabiliyor, sonra yine yere yı¤ılıp sürünmeye bafllıyordu. Bu olumlu geliflmeye bir yan- dan sevinirken, öte yandan “Ya pazartesi günü uyutmaları gerekirse...” diyerek bu olası kötü habere hem kendimi hem de Lara’yı alıfltırmaya çalıflıyordum. Aslında sözde Lara’yı alıfltırmaya çalıflıyordum; ama konuflurken ondan önce benim gözlerim doluyor, böyle bir olasılı¤ın söz konusu olmaması için içimden dua ediyordum. Sonunda pazartesi sabahı heyecanla yola koyulduk. Bu kez haberler umut vericiydi. C ezmi Bey, “Bu kadar kısa süre için bile olsa ayakta kalabilmesi umut verici. fiimdi birkaç enjeksiyon daha yapaca¤ım ve üç gün sonra tekrar görelim” deyince ikimizde sevinçten havalara uçtuk. Eve dönerken “Hadi bakalım kedicik, dayan biraz, baflaracaksın!” diyorduk. Kedicikse enjeksi115 Bütün Dünya • Eylül 2007 yon yapılırken bile sesini çıkartmıyor, kuca¤ımızda gözlerimizin içine bakarak mırıldıyordu. B izimle karflılaflmadan önce çok kötü birkaç gün geçirdi¤ini tahmin ediyor, yanımızda oldu¤u için ne denli mutlu oldu¤unu gördükçe biz de mutlu oluyorduk. Üç gün sonra kedicik ayakta iki dakika durup, bir iki adım attıktan sonra yere yı¤ılmaya bafllamıfltı. Yerde sürünmekten açılan yaralarsa hâlâ çok kötü görünüyordu. Bu kez Cezmi Bey’in efli Aynur Hanım muayene etti kedici¤i. “Bence bu kedi yaflamalı ve yaflar da” deyince sevindik Lara’yla. Ama Aynur Hanım sözünü henüz bitirmemiflti. “Ama bir baca¤ı kesmek zorundayız. Böylece üç bacakla daha rahat hareket edebilir. Belindeki sorunda daha iyiye gidiyor” deyince ikimizde neredeyse çı¤lık attık. “Tek baca¤ını kesmek mi?”, “Ama üç bacakla nasıl yaflar?”, “Sokakta yaflamını sürdürebilir mi?”, “Öteki hayvanlar ona zarar vermezler mi?” sorularımızın ard› arkası kesilmiyordu. Sonunda Aynur Hanım, uyutarak yaflamına son vermektense, üç bacakla yaflamını sürdürebilece¤ine ikna etti bizi. “Ayrıca sokakta yaflamasına gerek yok, sizin durumunuzu anlıyorum, evde yeterince kediniz var; ama merak etmeyin ben bu kedici¤e iyi bir ev bulurum” dedi. “Göçek’te yaflayan Alman bir bayan var, böyle gözleri görmeyen, aya¤ı engelli kedi ve köpeklere o sevgiyle bakıyor. Onunla konuflurum ve eminim bu kedici¤e de bakar.” O gün kedici¤i veterinerde bıraktık. ‹çimizde buruk bir sevinç 116 vardı. Hem yaflayaca¤ı ve sevgiyle bakılaca¤ı için mutluyduk hem de yaflamının henüz baflındayken tek baca¤ını kaybetmek zorunda kalaca¤ı için üzülüyorduk. Ertesi günü Aynur Hanım telefonla arayarak ameliyatın baflarılı geçti¤ini, akflama do¤ru kedici¤i görebilece¤imizi söyledi. Akflama do¤ru Lara’yla heyecanla veterinere kofltuk. Kedicik muayene masasının üzerinde mırıldanarak üç aya¤ıyla bize do¤ru yürümeye bafllayınca bir an için çok kötü oldum. Yanımıza gelip sevgiyle baflını ellerimize sürterken ikimiz de sessizce a¤lıyorduk. Aynur Hanım “Aslında üzülmeyip sevinmelisiniz. Zor bir ameliyattı ve do¤rusu dayanabilece¤inden endifleliydim; ama kedicik umdu¤umuzdan daha ba¤lı yaflama... fiu anda da durumunu kabullenmifl ve mutlu görünüyor” dedi. “En kısa zamanda yeni evine gidecek ve sevgiyle bakılacak. ‹çiniz rahat olsun.” O akflam evimize dönerken kızım, yaflamın gerçeklerini benden daha hızlıca kabullenmifl bir biçimde “Anne, a¤lamayı bırak artık” dedi. “Biz kedici¤i ilk gördü¤ümüzde alıp veterinere getirmemifl, evimizde bakmamıfl olsaydık, o çoktan ölmüfl olacaktı. Ama flimdi hem yaflayacak hem de sevgiyle bakılaca¤ı bir evi olacak” dedikten sonra gülerek ekledi: “Seninle ikimiz iyi bir ekibiz anneci¤im. Hem niye a¤lıyorsun ki, daha sırada bizi bekleyen çok sokak kedisi var merak etme!”• [email protected] Unutamad›¤›m An›m “Unutamad›klar› an›”lar›n›, paylaflmak isteyen okurlar›m›z›n kaleme alacaklar› ve 600-800 sözcük tutar›ndaki an›lar›ndan her ay birini bu sayfada yay›mlayaca¤›z. Bafl›na “Unutamad›¤›m An›m” notunu eklemenizi rica etti¤imiz yaz›lar›n›z›, Mimoza 4/9, D: 1, 34750, Ataflehir, ‹stanbul adresine mektupla, (0 216) 456 2729 numaraya faksla ya da [email protected] adresine e-postayla gönderebilirsiniz. Cin Arabas› •M. Hadi ‹lbafl - Bütün Dünya• U lafl›m›n tozlu yollarda ka¤n›, at, eflekle yap›ld›¤›, at arabas›n›n bile henüz sahneye ç›kmad›¤› günleri gözlerinizde canland›rmaya çal›fl›n. Böylesine ilkel ulafl›m araçlar› d›fl›nda baflka araçlar›n da bulunabilece¤ini düflünmeyen bir toplumda, üstündeki insan›n ayaklar›yla çal›flt›r›lan, var olan araçlardan daha h›zl› yol alan bir nesne, hiç kimsenin beklemedi¤i bir gün bizim köyün ortas›na düflüverdi. “Daha önce hiç görülmemifl olan bu nesnenin ad› neydi?”, “Üstündeki sürücü ince iki tekerlekten oluflan bu ilginç arac›n üstünde devrilmeden nas›l durabiliyordu?” sorular› tüm köylülerin ö¤renmek istedi¤i konulard›. K›sa sürede “Cin arabas›” sözcü¤ü kulaktan kula¤a yay›ld›. Daha önce köylünün hiç görmedi¤i bu arac›n ad› cin arabas›yd›. Önünde onu çekecek bir fley bulunma- d›¤›na, devrilmeden çok h›zl› yol ald›¤›na göre bu iflin içinde bir “cin oyunu” vard›. Köyde pek fazla kalmayan, öteki köylerde, kasabalarda, kentlerde dolaflmay› seven Âfl›k Ömer ad›ndaki kifli son geliflinde iflte bu cin ifli, fleytan ifli nesneyi köye getirmiflti. Köyün içindeki yollardan her geçiflinde çocuklar “Cin arabas› geçiyor!” diye ba¤›r›yor, genç yafll› herkes onu görmek için geçti¤i yola koflufluyorlar ve bu arabay› ve sürücüsünü büyük bir flaflk›nl›k içinde izliyorlard›. Âfl›k Ömer bunu bildi¤i için her gün köyün tüm yollar›nda gösteri yap›yordu. Kimi zaman çok h›zl›, kimi zaman yavafl yavafl halk›n flaflk›n bak›fllar› önünde ayaklar›yla pedallar› çevirerek geçip gidiyordu. Cin arabas›n› tan›yan san›r›m tek kifli bendim. Bir y›l önce ilkokulu bitirmifl, Kayseri’ye ya117 Cin Arabas› Bütün Dünya • Eylül 2007 k›n bir okulda ö¤renimimi sürdürmeye bafllam›flt›m. Kayseri caddelerinde bu nesnenin bir hayli yayg›n biçimde kullan›ld›¤›na tan›kl›k etmifltim. O nedenle köylülerin bu konudaki cahilli¤ine içimden gülüyor, onlar›n cin arabas›n›n her geçiflinde onu görmek için kofluflmalar›na bir anlam veremiyordum. Ailece iyi tan›d›¤›m›z Âfl›k Ömer bir sabah cin arabas›yla bizim eve geldi. Evin önündeki tafl sedirde oturup sohbet ettik. Damdan düflercesine “Ye¤enim sen flimdi tatildesin. Bu arabay› sana b›rakaca¤›m. Tatilin bitinceye de¤in onu sen kullanacaks›n” deyiverdi. Ne kadar çok sevinmifltim. Annem, “Sak›n ha, bir yerini k›rars›n, ondan sonra da okuluna gidemezsin” diyerek karfl› ç›kt›. Onun kuflkusunu gidermeye çal›flan Âfl›k Ömer bana, “Haydi bakal›m, seninle De¤irmen Bafl›’na ç›kal›m. Sana nas›l kullan›laca¤›n› ö¤reteyim” dedi. Birlikte De¤irmen Bafl›’ndaki ana yola ç›kt›k. Beni cin arabas›n›n üstüne oturtarak onu nas›l kullanaca¤›m› ö¤retmeye bafllad›. Bir süre sonra Âfl›k Ömer’in yard›m› olmadan cin arabas›n›n üstünde durmay› ve pedallar› çevirerek yol almay› baflarabilmifltim. Eve getirdi¤im cin arabas›n› ertesi gün elimle yürüterek yine De¤irmen Bafl›’na ç›kt›m. Köyün içinde “Düflersem benimle alay ederler” korkusuyla binmek istememifltim. De¤irmen Bafl›’nda üstüne bindi¤imde birkaç kez devrilen cin arabas›n› sürerek 118 ilerideki ba¤lara de¤in gidebildi¤im zaman ne kadar sevindi¤imi bugün bile an›msar›m. Cin arabas›n› kullanmakta ustalaflt›¤›m› anlad›¤›mda art›k köyün içindeki yollarda da dolaflmaya bafllam›flt›m. Dahas›, bize 25 km. uzakl›kta bulunan ilçeye cin arabas›yla gitmeye karar verdi¤imde annem çok karfl› ç›kt›. “O yollarda bana bir fley olursa kimden yard›m alacakt›m?”, “Bizimkilerin nas›l haberi olacakt›?” gibi sorularla beni cayd›rmaya çal›flt›ysa da bir sabah cin arabas›na atlad›¤›m gibi ilçenin yolunu tuttum. Birkaç saat sonra ilçedeydim. Hemen orda oturan halamlar›n ziyaretine gittim. Akflamüstü arka tekerle¤in havas›n›n tümden inmifl oldu¤unu gördüm. ‹lçede bunu onaracak yer olup olmad›¤›n› ne halamlar ne de ben biliyordum. O gün orada kalmam›, ertesi gün bu konuda bir araflt›rma yap›lmas›n› önerdiler. Kabul etmedim. ‹lçeyle bizim köy aras›nda bulunan bir köyde bizim köyden olan ünlü bir berber çal›fl›yordu. Onun bilmedi¤i, becermedi¤i fley yoktu. Ona ulafl›p tekerle¤i onartabilece¤imi düflünerek yola ç›kt›m. Yaln›zca yaya yürümüyor, cin arabas›n› da iterek götürüyordum. S özünü etti¤im köye ulaflt›¤›mda gece yar›s›n› geçiyordu. Köyde yanan tek ›fl›k yoktu. ‹ster istemez bizim köye do¤ru yola ç›kt›m. Ne var ki, o köyün mezarl›¤› ünlüydü. Kimse o yoldan gece geçmek istemezdi ve ben tek bafl›ma elimde cin arabas› o mezarl›¤› geçmek zorundayd›m. Geri dönemezdim. Köyde herkes uykuya yatt›¤›na göre, kimsenin kap›s›n› çalamazd›m. Mezarl›¤a geldi¤imde yüre¤imin vurufllar›n› duyuyordum. Bir fley görünse herhalde avaz›m ç›kt›¤› kadar ba¤›r›rd›m. G özlerim yar› kapal› mezarl›¤› geçti¤imde ter içinde kalm›flt›m. Biraz ileride yol bizim köyden gelen dereye çok yak›n geçiyordu. Orada cin arabas›n› yolun k›y›s›na b›rakarak derenin k›y›s›na indim. Serin suda elimi yüzümü y›kad›m. Biraz olsun rahatlam›flt›m. Yeniden yola ç›kt›¤›mda moralim biraz düzelmifl, korkular› geride b›rakm›flt›m. Tan yeri a¤ar›rken köye ulaflt›m. Durumu anlatt›¤›mda annemle babam çok k›zd›. Bu u¤ursuz cin arabas›ndan bir an önce kurtulmam› istediler. Babam, “Bafl›na daha büyük ifller gelmeden bu arabadan kurtul” dedi. Ertesi gün Âfl›k Ömer’i gördüm. Durumu anlatt›m. Güldü, tekerlek patlamas›n›n basit bir onar›mla geçifltirilebilece¤ini, bunlar›n küçük bir parça lastik, bir tüp yap›flt›r›c› ve parça lasti¤i patlayan yere göre kesmek için bir makastan olufltu¤unu söyledi. Tüm bunlar›n cin arabas›n›n arkas›ndaki küçük çantada bulundu¤unu sözlerine ekledi. Cin arabas›yla ilgili olumsuz görüfllere karfl›n, ben inat edercesine her gün onun üstünde sokaklarda dolafl›yordum. Mahallemizde bir k›za karfl› duydu¤um ilgi nedeniyle onlar›n soka¤› en çok u¤rad›¤›m yerlerin bafl›nda geliyordu. ‹lgi duydu¤um k›z, Gurbetten gelen o¤lan Çevremde dönen o¤lan Beni sana vermezler Cin arabas›yla gezen o¤lan diye bir türkü yakm›flt›. Sokaklar›ndan her geçiflimde mahalleli k›zlarla birlikte bu türküyü söylerdi. Bir gün h›z denemesi yapmak amac›yla bizim köyden ba¤lara, oradan ba¤l› bulundu¤umuz buca¤a giden yola ç›kt›m. Pedallar› delice çevirerek uçarcas›na yol al›yordum. Yol üstünde Kapakl› Dere denen bir dere vard›. Yol burada dimdik iner, sonra yine dimdik ç›kard›. Derenin dibinde parça parça tafl doluydu. Oraya geldi¤imde karfl› dik bay›r› ç›kabilmem için çok h›zl› gitmem gerekti¤ini düflünerek derenin bafl›nda pedallar› daha da h›zl› çevirerek karfl› yamaca vurdum. Cin arabas› dipteki tafllara çarparak yön de¤ifltirdi. O anda kendimi yerde buldum. Yere h›zla kapaklanm›flt›m. Yüzüm, aln›m, dizlerim tafllara çarpm›flt›. Her yan›m kan içindeydi. Kalkmak istedim; fakat dizlerimdeki keskin ac› nedeniyle bunu beceremedim. A c›ya karfl›n sürünerek yolun k›y›s›na gelebildim. Ne kadar ac› içinde orada kald›m, bilemiyorum. Bir süre sonra bir ka¤n› derenin t›rmanmak istedi¤im yan›ndan göründü. Sonra yavafl yavafl bulundu¤um yere indi. Üstündekiler yere atlayarak çevremde topland›lar. Beni al›p ka¤n›n›n üstüne yerlefltirdiler. Cin arabas›n› da almalar›n› istedim. “B›rak flu u¤ursuz nesneyi... Bak, ne duruma gel119 Bütün Dünya • Eylül 2007 miflsin hâlâ cin arabas› diye tutturuyorsun” diye yan›tlad› ka¤n›y› kullanan adam. Beni eve dek getirdiler. Evin önünde kucaklay›p evimize ç›kard›lar. Annem bu görüntü karfl›s›nda deliye dönmüfltü. “Senin ölümün cin arabas›ndan olacak” diye söyleniyor, bir yandan da oksijenli pamukla yaralar›m› temizliyordu. Dizlerim öylesine yaralanm›flt› ki, günlerce aya¤a kalk›p yürüyemedim. Aya¤a kalkmaya bafllad›¤›mda Âfl›k Ömer’in cin arabas›n› al›p köyden gitti¤ini ö¤rendim. Keçi o¤lak kar›fl›r Y›llar y›llarla yar›fl›r Gün gelir devran döner Cin arabas› bisiklete dönüflür. Evet... Y›llar sonra cin arabas› kimlik de¤ifltirerek bisiklet ad›yla köye yeniden girebilmiflti. Hem de k›sa sürede say›s›n› ço¤altarak...• Padiflah Yavuz Sultan Selim, tan›nmayacak bir biçimde giyinmifl, Kufllar Çarfl›s›’n› geziyordu. Burada avc›lar avlad›klar› kufllar›; tuzakç›lar yakalad›klar› maharetli, e¤itimli, çeflitli kufllar› sat›yorlard›. Padiflan›n gözü bir ara kekliklere iliflti. Bir grup kekli¤in kafesi üzerinde “Tane ifli sat›fl fiyat› 1 alt›n” yaz›l›yd›. Bir de, bu kafesin yan›nda, alt›n bir kafes içinde bir keklik vard› ve fiyat etiketinde “300 alt›n” yaz›l›yd›. Bir kekli¤e bu denli yüksek bir fiyat biçilmesi padiflah›n ilgisini çekti. “Hay›rd›r, kuflçu?” dedi sat›c›ya. “Tüm keklikleri 1 alt›na satarken, bunun onlardan ne fark› varki, 300 alt›n istiyorsun?” Sat›c›, bu yüksek fiyatl› kekli¤ini övmeye bafllad›: “Bu keklik özel e¤itimlidir, çok güzel ötmektedir” dedi. “Güzel ötmesi bir yana, bunun ötüflünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun çevresine dolufluyor ve tabii bu arada avc›lar da onun çevresine doluflan keklikleri daha rahat avl›yorlar.” Padiflah kesesini ç›kard›, 300 alt›n yerine 500 alt›n sayd› sat›c›n›n eline: “Sat›n al›yorum bu kekli¤i” dedi ve kekli¤i eline al›r almaz orada kekli¤in kafas›n› kopard›. Sat›c› büyük bir flaflk›nl›k içinde kalm›flt›: “Ne yapt›n a¤a?” dedi tan›mad›¤› padiflaha. “En yetenekli kekli¤in kafas›n› kopartt›n; yaz›k olmad› m›?” Padiflah gür bir sesle karfl›l›k verdi: “Er ya da geç, bu kekli¤in sonu nas›l olsa böyle olacakt›” dedi. “Çünkü bu, kendi soyuna ihanet ediyordu.”• Gönderi: Günsu Dolunay 120 Ü nlü fotograf sanatç›s› S›tk› F›rat, Bir Baflkad›r objektifiyle sizi Türkiye’nin Benim da¤lar›na ve ovalar›na, tarihine Memleketim ve bugününe... Özetle, “havas›na suyuna, tafl›na topra¤›na” götürüyor, sonra da size, o an karfl›n›zdaki görüntünün neresi oldu¤unu soruyor. Onun, “Bir Baflkad›r Benim Memleketim” bafll›¤› alt›nda sundu¤umuz fotograflar›n› izlerken size, hem bir bilmece çözmenin S›tk› F›rat heyecan›n› duyumsatmay›, hem de sizi bir sanat fotograflar› sergisinde gezdirmeyi amaçl›yoruz. Bu arada Türkiye’nin, belki de ilk kez görece¤iniz yörelerini keflfedecek, hiç kuflkumuz yok, bir kez daha hayranl›kla flöyle diyeceksiniz: “Bir Baflkad›r Benim Memleketim” a) Elmal› b) Ayder c) Kocabey ç) Bektafl Lütfen sayfay› çeviriniz ’ 121 a) Tirebolu b) Samsun c) Mersin ç) Sinop a) Van Kalesi b) Bodrum Kalesi c) Hasankeyf ç) Ankara Kalesi a) Erzurum Kalesi b) Divri¤i Kalesi c) Gaziantep Kalesi ç) Rize Kalesi a) Çaykara b) fiavflat c) Perge ç) Arhavi Yan›tlar 142’nci sayfam›zdad›r. 122 123 Yap›t baflar› kazan›nca Rossini ve Cesarini, daha önce kararlaflt›rd›klar› “Almaviva” ad›n› de¤ifltirip “Sevil Berberi” ad›n› verdiler. “Sevil Berberi” büyük bir baflar› yakalad› ve bilindi¤i gibi ‹talyan opera sanat›n›n en be¤enilen yap›tlar›ndan biri olarak tarihe geçti. “Sevil Berberi”nin Babas›: Gioacchino Antonio Rossini aflam öyküsünü 77’nci sayfam›zda sunmaya bafllad›¤›m›z ünlü ‹talyan besteci Gioacchino Antonio Rossini, ilk baflar›s›n› 1811 y›l›nda yazd›¤› ve Venedik Karnaval›’nda sahnelenen “L’inganno Felice” adl› yap›t›yla kazand›. Daha sonra yazd›¤› opera komiklerin hepsi be¤enildi. Bu baflar›lar üzerine, Napoli’deki San Carlo ve Fondo Tiyatrolar›n›n sanat yönetmeni olan zengin Domenico Barbaja’n›n dikkatini çeken Rossini, onun önerdi¤i sözleflmeyi hiç düflünmeden imzalad›. Bu anlaflmaya göre Rossini her sezon iki opera yazacak ve karfl›l›¤›nda da küçümsenmeyecek derecede iyi para alacakt›. ‹talya’daki en önemli sanat etkinliklerine imzas›n› atm›fl olan Barbaja, her zaman ünlü sanatç›larla çal›flmay› ye¤lerdi. ‹flte bu ünlü sanatç›lardan biri de, Rossini’nin ileride büyük bir aflka düflece¤i ‹sabelle Colbran’d›. Sahne d›fl›nda son derece yal›n ve gösteriflsiz olan Colbran, sahnede sanki büyük bir de¤iflim gösteriyor, devlefliyor ve sesiyle dinleyenleri büyülüyordu. Rossini de Y ‹nsanl›¤a Adanan Yaflamlar 124 bu büyüye kendini kapt›rm›flt›. Colbran’›n önceleri yaln›zca sanat›na hayranl›k duyuyordu ve özellikle onun için bir opera yazm›flt›. “‹ngiltere Kraliçesi” ad›n› verdi¤i bu opera 1815 y›l›nda sahnelenmifl ve Colbran’›n görkemli yorumuyla büyük bir baflar› elde etmiflti. ‹flte Rossini ile Colbran’›n dillere destan aflk› bu yap›t›n provalar› s›ras›nda alevlenmiflti. Colbran’la yaflad›¤› aflk›n mutlulu¤u içinde günler birbirini kovalarken Rossini, 1815 y›l›nda Roma’n›n Argentina Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Dük Francesco Sforza-Cesarini ile bir sözleflme yapt›. Bu sözleflmeye göre Rossini, Cesarini’nin belirleyece¤i konular üzerine iki opera besteleyecekti. Henüz 23 yafl›ndaki genç bestecimiz hemen ifle giriflti; ama Cesarini’nin librettosunu haz›rlatt›¤› “Torvado ve Dorliska” operas› hiç be¤enilmedi. Suçu konunun yavanl›¤›nda bulan Cesarini ikinci opera için popüler bir yap›t aramaya bafllad› ve sonunda, ünlü Frans›z siyaset ve sanat adam› Beaumarchais’nin “Sevil Berberi” adl› yap›t›nda karar k›ld›. Rossini ise Cesarini’nin 125 Gioacchino Antonio Rossini Bütün Dünya • Eylül 2007 bu karar›ndan hiç de hoflnut olmam›flt›. Bu hoflnutsuzlu¤un nedeni ise fluydu: s›l mesle¤i saatçilik, as›l ad› da Pierre Caron olan Beaumarchais, “Sevil Berberi”ni 1775 y›l›nda yazm›fl ve bu yap›t ‹talya’n›n tan›nm›fl bestecilerinden Giovanni Paisiello taraf›ndan bestelenmifl ve de operaseverlerce çok be¤enilmiflti. Otuzdört y›l sonra ayn› yap›t› tekrar bestelemek Rossini’yi düflündürüyordu. Sonunda Rossini ve Cesarini flöyle bir yol izlemeye karar verdiler: Librettoyu haz›rlayacak olan Cesare Sterbini, yap›t›n özüne sad›k kalmak kofluluyla, olanaklar elverdi¤ince Paisiello’nunkinden farkl› bir yol izleyecek, operan›n ad› da “Almaviva” olarak de¤ifltirilecekti. Cesarini operan›n bir an önce sahnelenmesini istiyordu. Rossini de üzerine düflen görevi fazlas›yla yaparak 13 gün gibi k›sa bir sürede operay› bitirdi. Çal›flmalar bir flark›c›n›n evinde yap›l›yordu. Rossini her parçay› bitirdi¤inde, yandaki odada bulunan yaz›c›lar hemen notalar› temize çekip ço¤alt›yor ve bir baflka odada bekleyen flark›c›lara ulaflt›r›yorlard›. ‹lk gösteri 20 fiubat 1816’da Argentino Tiyatrosu’nda yap›ld›. Ancak sonuç hiç de beklenildi¤i gibi olmad›. Sonuç tam bir fiyaskoydu. Nedeniyse aksiliklerin birbirini kovalamas›yd›, sanki tüm aksilikler o ilk geceyi beklemiflti. Örne¤in, ilk perdenin hemen bafl›nda Almaviva’y› oynayan Tenor Manuele Garcia serenad›n› söyle- A 126 mek için gitar› eline al›p tellere dokundu¤unda akordun bozuk oldu¤unun hayret ve flaflk›nl›k içinde ay›rd›na vard›. Ne yaz›k ki, yap›lacak baflka hiçbir fley yoktu, önce akord iflini halletmeliydi. Tam bu s›rada tellerden biri de kopmaz m›!.. Salonda kahkaha ve ›sl›ktan baflka bir fley duyulmaz olmufltu. Bu gürültü aras›nda Tenor Garcia serenad›n› bitirdi¤inde sahneye Figaro rolündeki bariton girdi. Onun da rol gere¤i elinde bir gitar vard›. Seyirciler daha birinci gitar fiyaskosundan kaynaklanan gülme krizini atlatmam›fllard› ki ikincisini görünce bir kez daha salon kahkaha ve ›sl›kla doldu. Figaro’nun o güzelim aryas› ›sl›k ve gürültüden duyulmad› bile... Rosina’y› oynayan ünlü Mezzosoprano Righetti sahnede görününce sesler biraz olsun durur gibi olmufltu; ama rol gere¤i söyledi¤i “Devam et azizim, gene böyle devam et” sözleri seyirciye yine gitarlar› an›msatt›¤› için, yeni bir gülme krizi ve ›sl›klar tekrar bafllad›. Aksilikler bitecek gibi de¤ildi. Figaro-Almaviva düeti s›ras›nda sahneden bir kedi geçince yine gülme krizi ve ›sl›klar ve bunlara ek olarak miyavlama sesleri... irinci perdenin ikinci sahnesinde Don Basilio rolündeki flark›c› sahneye girerken tökezledi ve boylu boyunca yere uzand›. Yine ›sl›k yine kahkahalar... ‹kinci perdenin bafl›nda dekor devrildi. Yine ›sl›klar yine kahkahalar... Tüm bu aksilikler kahkaha ve B ›sl›klar aras›nda operan›n dinlenmesi elbette olanaks›zd›. Ama herfleye karfl›n besteci hem kendi moralini bozmad› hem de sanatç›lar›n morallerini düzeltmek için onlara destek olmaya çal›flt›. Ama o da temsil biter bitmez kurtuluflu kaçmakta buldu. Ertesi akflam temsile Rossini gelmedi ve orkestray› bir baflka flef yönetti. Ama ikinci gece hiç de beklenildi¤i gibi gitmedi. Bu kez flanss›zl›klar izinde oldu¤u için hiç aksama olmadan yap›t tamamland›. liri olan ünlü bir sopranoydu. Rossini, besteleyece¤i operalarda yenilikler yapmay› planl›yordu ve bu düflüncesinden yola ç›karak “Semiramis”i besteledi. 1823 y›l›nda Venedik’te sahnelenen bu yap›t pek ilgi uyand›rmad›. Sonuçtan dolay› büyük bir düfl k›r›kl›¤› yaflayan ve üzülen Rossini, tutuculukla suçlad›¤› Ve- irbirinden güzel flark›lar, aryalar, sakin bir ortamda dinlendi¤i için herkes yap›t›n tad›na vard› ve temsilin sonunda seyirciler hem sanatç›lar› hem de yap›t›n bestecisini uzun uzun alk›fllad›lar. Yap›t baflar› kaRossini, efli ‹sabelle Colbran için “‹ngiltere zan›nca Rossini ve Kraliçesi” ad›n› verdi¤i bir opera yazm›flt›. Cesarini, daha önce kararlaflt›rd›klar› “Almaviva” ad›n› de¤ifltirip “Sevil nedik halk›na karfl› büyük öfke Berberi” ad›n› verdiler. “Sevil duyarak bu dinleyiciler için besBerberi” büyük bir baflar› yakala- te yapmamaya karar verdi. Bu d› ve bilindi¤i gibi ‹talyan opera karar› nedeniyle “Semiramis” sanat›n›n en be¤enilen yap›tla- operas› bestecinin ‹talya’da yazr›ndan biri olarak tarihe geçti. d›¤› son yap›t olarak tarihe geçti. 1820 y›l›nda Rossini, kendi‹talya seyircisine küskün olan sinden 7 yafl büyük olan sevgili- Rossini, efliyle birlikte ‹talya’dan si Isabelle Colbran ile evlendi. O ayr›larak ‹ngiltere’ye gitti. Bu üly›llarda Colbran, çok yüksek ge- kenin kral› IV. George, Rossini’yi B 127 Bütün Dünya • Eylül 2007 büyük bir sevgiyle karfl›lad› ve ona Londra Kraliyet Tiyatrosu’nun yöneticili¤ini önerdi. Kalbi k›r›k, gönlü yorgun besteci bu öneriyi hemen kabul etti. ossini ‹ngiltere’de ve özellikle Londra’da kald›¤› befl ayl›k süre içinde birçok opera sahneledi ve cüzdan› dolu olarak Fransa’ya gitmek üzere ülkeden ayr›ld›. Paris’te de büyük bir coflkuyla karfl›lanan Rossini, ‹talyan Tiyatrosu sanat yönetmenli¤ine getirildi. Onsekiz ay süren bu görevi s›ras›nda operalar sahneledi. ‹talyan Tiyatrosu’yla sözleflmesinin sona ermesiden sonra, Paris’ten ayr›lmas›n› önlemek amac›yla, kendisine 20 bin frank ayl›k ba¤lanarak kraliyet bestecisi olarak Paris’te kalmas› sa¤land›. Besteledi¤i birbirinden güzel operalarla hakl› bir üne kavuflan ve parasal yönden de s›k›nt›s› olmayan Rossini, 1820’li y›llara gelindi¤inde, gelenekselleflmifl opera anlay›fl›n›, elefltiren bir bak›flla ele ald›. Frans›z operaseverler bu de¤iflik çal›flmalar› ilgiyle karfl›lad›lar. 1829 y›l›nda Paris Operas› için besteleyece¤i befl operan›n çal›flmalar›na bafllad›. Ancak, bestelemeyi planlad›¤› bu dizinin ilk operas› “Guillaume Tell” 37 yafl›ndaki bestecinin son çal›flmas› oldu. Parisli müzikseverlerin ilgisini çeken ve Rossini’nin 39’uncu ve son operas› olan “Guillaume Tell” ayn› y›l sahnelenerek be¤eni kazand›. Herkes yeni operalar›n art arda gelece¤ini umuyordu; ama ünlü besteci yeni yap›tlar R 128 yaratacak güçte de¤ildi. Çünkü, 1827 y›l›nda çok sevdi¤i annesini kaybedince bir bunal›m geçiren Rossini, 1829 y›l›nda babas›n›n da ölümüyle, yarat›c›l›¤› tüm canl›l›¤›n› yitirmiflti. Sa¤l›¤› uzun bir süre düzelemedi. Bologna’da yapt›rd›¤› ve yeni biten villas›na giderek esin perisinin geri gelmesini beklemek üzere Paris’ten ayr›ld›. ‹flte tam bu s›rada Fransa’da patlak veren 1830 Devrimi Rossini’nin yaflam›n› bir kez daha allak bullak etti. Devrim sonras›nda X. Charles’›n yerine geçen Louis-Philippe, Rossini’nin sözleflmesini iptal etti. Rossini bofl durmay›p eski kral›n kendisiyle yapt›¤› sözleflmenin sürdürülmesi için açt›¤› davay› 6 y›l sonra da olsa kazand›; ama bu süre içinde bürokratik ifllemlerle u¤raflt›¤›ndan beste yapamad›. 1837’de Rossini efli Isabelle’den ayr›ld› ve Olympe Pelissier ile yaflamaya bafllad›. Katolik kurallara ba¤l› olarak evlendi¤i Isabelle sa¤ oldu¤u sürece baflkas›yla evlenmeyi göze alamayan Rossini, onun ölümünden bir y›l sonra, onbefl y›ld›r birlikte oldu¤u Olympe ile evlenebildi. 822 y›l›nda Rossini’nin ülkeye karfl› yazd›¤› metinler dolay›s›yle ‹talyan vatanseverler 1848 y›l›nda besteciye karfl› gösteri düzenlediler. Bu olay üzerine Rossini ve Olympe, Bologna’dan ayr›l›p Floransa’ya gitmek zorunda kald›lar. ‹flte bu günlerde bestecinin sa¤l›¤› gitgide kötüledi ve depresyonu doru¤a ulaflt›. Art›k ‹talya’da kalmak istemeyen Rossini 1855 y›l›nda Paris’e 1 Gioacchino Antonio Rossini döndü ve bir daha da oradan hiç ayr›lmad›. Sanatç›lar›n ve sanatseverlerin kenti Paris Rossini’ye yepyeni bir yaflam sunuyordu. K›sa zamanda kendine geldi ve eski gücüne ve neflesine kavufltu. Paris’in seçkin ailelerinin bulundu¤u Passy semtindeki villalar›nda konuk a¤›rlamaktan büyük mutluluk duyuyor, cumartesi günleri evinde düzenledi¤i toplant›larda, renkli kiflili¤i ve esprileriyle konuklar›na unutulmaz anlar yaflat›yordu. Ayr›ca mutfak sanat›nda da deneyim kazanan Rossini, konuklar›na birbirinden güzel yemekler sunuyordu. Do¤ayla baflbafla, dostlar›yla birlikte geçen güzel günler bir su gibi ak›p gitti. Yetmifldört yafl›nda kansere yakaland›. Geçirdi¤i ameliyatlardan sonra, doktorlar›n da yo¤un çabas›yla iki y›l daha yaflayabildi ve 13 Kas›m 1868’de yaflama veda etti. Servetini, Paris’in yafll› müzisyenlerine huzurevi yap›lmas› için ba¤›fllayan Rossini, önce kentin ünlü mezarl›¤› Pere Lashaise’e gömüldü. Ancak bundan ondokuz y›l sonra cenazesi ülkesine götürülerek Floransa’da yap›lan büyük bir törenin ard›ndan Santa Croce Kilisesi’nde topra¤a verildi.• [email protected] Doktor, ak›l hastanesindeki hastalar›ndan birini muayene ediyordu: “Oldukça sakin görünüyorsun” dedi. “Seni niçin buraya yat›rd›lar?” Hasta bir süre düflündükten sonra yan›t verdi: “Çok basit” dedi. “Ben herkesin ‘Deli’ oldu¤unu söylüyordum, herkes de bana ‘Deli’ diyordu. Doktor hastas›n›n bu yan›t›n› üzerine iyice merakland›: “Peki” dedi. “Sonra ne oldu?” Hasta, doktorunun sorusunu gülümseyerek yan›tlad›: “Baflka ne olmas›n› bekliyorsunuz?” dedi. “Demokratik bir ülkede yaflam›yor muyuz? Burada ço¤unlu¤un dedi¤i kabul edilmiyor mu?”• Ö¤retmen küçük k›z› derse kald›rd›: “Söyle bakal›m” dedi. “Sütün bozulmamas› için ne yapmal›y›z?” Küçük k›z bu soruya flu yan›t› verdi: “‹ne¤in memesinde b›rakmal›y›z, ö¤retmenim...”• “Bilginizi Denetleyin”in Yan›tlar›... •1) 1876 •2) Konya •3) 7 •4) Vaha •5) Çemberlitafl •6) Nemçe •7) Dr. Sad›k Ahmet •8) Halit Ziya Uflakl›gil •9) H. B. Stendhal •10) Turgut Uyar •11) Tevfik Fikret •12) Ankara •13) Hac› Murat •14) Afrika •15) Nepal •16) 1912 •17) Norveç •18) Monaco •19) Sekoya •20) 3000• 129 1001 Güzel Söz •Derleyen: Halil Can - Bütün Dünya• •Deli de¤imiz kiflilerin kusurlar›, bizim büyütülmüfl kusurlar›m›zdan baflka bir fley de¤ildir. Emile Alain •Ruhunu genifl tutmas›n› erken ö¤renebilmifl kifli, sonra dünyay› içine s›¤d›rabilir. Stefan Zweig •Düfllerinizi kovmay›n›z. Çünkü onlar gittiler mi, belki siz kal›rs›n›z; fakat art›k yaflam›yorsunuz demektir. Mark Twain •Paray› kazanmadan harcamaya nas›l hakk›m›z yoksa, mutlulu¤u da üretmeden tüketmeye hakk›m›z yoktur. Bernard Shaw •‹stek öyle bir fleydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insan›n yaflam›, istekleri doyurma yollar›n› aramakla geçer. Aristotales •Dostlar›m, flimdi ben size büyük bir fley söyleyece¤im. Sak›n k›yametin kopmas›n› beklemeyin, o her gün kopmaktad›r. Albert Camus •Yap›lmas› gereken herfley iyi yap›lmal›d›r. Lord Chesterfield •Tanr›’m ben düflmanlar›m› yenebilirim. Sen beni dostlar›mdan koru. F. M. Arouet Voltaire •‹nsan tek bafl›na düfller, tek bafl›na ac› çeker, tek bafl›na ölür. H. Amiel •Düflünmeden vazgeçti¤imiz anda, genellikle f›rsat› da onunla birlikte kaç›r›r›z. Publius Syrus •‹nsan bir fleyi ciddi olarak istemeye görsün, hiçbir fley eriflilemeyecek denli yükseklerde de¤ildir. Hans Christian Andersen •‹yimser, yaran›n üstünde kabuk, kötümser ise kabu¤un alt›nda yine yara görür. Shakespeare •Yaln›z kendisini düflünen insan, yumurtas›n› piflirmek için komflusunun evini yakar. Francis Bacon •Büyük baflar›lar›n sahipleri küçük iflleri titizlikle yapabilme sabr›n› gösteren kiflilerdir. Friedrich Von Schiller 130 Uzayl› Dostlar›m H epimizin dostlar› vard›r. Gezip gördü¤ümüz güzelliklerin Dostu olmayan insan, tad›n› ç›kartabilmek için mutlaka hüzün yarat›r bende... onlarla paylaflmam›z gerekir. OnBu dostlar ço¤unlukla larla en berbat da¤ oteli Hawaii’de iki ayakl›, insan biçimli olurlar. malikaneye, en küçük k›k›rdama Söz dinler, dert anlat›r, kahkahalara dönüflür. yaflamda geçirdikleri Onlars›z yaflam olmaz. ve geçirecekleri zaOlabilece¤ini san›yorman dilimlerini bizle san›z yan›l›rs›n›z. Bunu paylafl›rlar. Beyinlerini anlaman›n yolu dostlabizimkine kilitleyerek, r›n›zla birlikte olman›zempati yaparak, yani dan geçer. kendilerini bizim yeriKimi insanlar›n inmize koyarak mant›k, sans› dostlar› yan›s›ra duygu falan filan ne havlayan, meleyen, varsa onu kullanarak miyavlayan dostlar› Ali Murat bizimle s›cac›k, sevgi da olur. Bunlar çoErkorkmaz dolu ba¤lar kurarlar. ¤unlukla dört ayak ya Bu dostlar›m›z› ve “Çocuklar›” da iki ayak, iki kanat ömür boyu an›msar›z. biçiminde gezerler. 131 Bütün Dünya • Eylül 2007 Bu insanlar, yaln›zca insans›l dostlar› olan öteki insanlardan daha sevgi yüklü olurlar. B u nedenle beyinlerinden kalplerine akan k›v›lc›m ›rmaklar›, maytaps› ›fl›ldamalarla yeni diller oluflturarak, insans› konuflamayan yarat›klar›n anlayaca¤› dile dönüflürler. Bu yarat›klar, böyle insan- balinayla, bir yunusla, milyarlarca papa¤anla ve çeflitli evcil ya da vahfli hayvanla sarmafl dolafl görmek olanakl›d›r. Hatta geçen gece bir kebapç›n›n penceresine a¤ kurmaya çal›flan miniminnac›k bir örümce¤i seyrederken saatleri unutup takvimi flafl›rd›¤›na tan›k oldum. Hamamböcekleri hariç attan tutun da u¤urböce¤ine de¤in her türlü canl› onun sevgi alan›na girer, Uzayl› Dostlar›m lu¤u, s›k›nt›s› ve zaman iste¤i yüzünden Deniz’i ha bire hüngür hüngür a¤lar görmeye dayanamamamdan... Nerede bak›ma gereksinim duyan yaral› bir dost, Deniz onun annesi kesiliyor ve baflucunda nöbete yaz›l›yor. Daha önce defalarca yazd›¤›m gibi benim de birçok insan gibi uçar kaçar, yüzer, gezer binlerce dostum oldu. Hepsi yaflam›ma an- burunsuz, yeflil suratl› bir yarat›kt›. Bana bir defter verdi. “‹çine ne resmi çizersen o ‘fley’ canlanacak” dedi. Bir araba çizdim, hareketlendi. ‹nsan çizdim, yürüdü gitti. ‹nan›lmazd›. Bir bisiklet çizdim ve binip Erselan’a gittim. Olay› anlatt›m. Erselan beni o uzayl›n›n gerçek oldu¤una ikna etti. Yafl yedi olunca inanmak da kolay oldu¤undan ben o gün bu- lamlar yüklediler. Ancak öyleleri vard› ki, onlarla dost olabilmek gerçekten herkesin yapabilece¤i bir fley de¤ildi. ‹lkokulda Erselan Selerman adl› bir s›ra arkadafl›m vard›. ‹ran kökenliydi. Çok yetenekliydi. Birlikte resim çizmeye bay›l›rd›k. Bir gece rüyamda –m› hâlâ bilemem– bir uzayl›yla karfl›laflt›m. Uzun kulakl›, gün benim uzun kulakl›, burunsuz uzayl›y› arar dururum. Çizimler: Ali Murat Erkorkmaz lar› hemen tan›rlar. Kuyruklar›n›, kanatlar›n› k›v›rta k›v›rta gelirler. Eflim Deniz iflte bu kategorinin abart›l› bir örne¤idir. Koca koca köpeklerden piton y›lan›na de¤in ona kuyruk sallamam›fl bir hayvan daha görülmemifltir. Odas›nda, çal›flma masas›n›n yan duvar›ndaki resimlerde b›rak›n kedi köpe¤i, kendisini bir aslanla, bir bo¤a y›lan›yla, bir 132 yerleflir, çoluk çocuk sahibi olur. Geçti¤imiz haftalarda Gossip adl› bir mart›, Mücahit adl› bir güvercin ve Garip adl› iki günlük bir kedi yavrusu maceralar›ndan sonra kendisine bir hayvanat bahçesi sözü vermemek için dilimi a¤z›m›n içinde unutmaya karar verdim. Bu, hayvanlar› sevmememden de¤il, her hayvan›n sorumlu- A radan y›llar geçti ve yaflam›ma baflka uzayl›lar girmeye bafllad›. “Baytekin” ve “Gökler Hakimi Gordon” gibi resimli romanlar, kahramanlar›n› uzayda gezdiriyorlard›. Do¤al olarak da zaman zaman 133 Uzayl› Dostlar›m Bütün Dünya • Eylül 2007 uzayl›larla biraraya geliyorlard›. Sinema teknolojisi uzay konusuna tam el atamam›flt›; ama dergilerdeki Doktor Zarkof beni birçok uzayl›yla tan›flt›r›yordu. merikanya toplumu çocuklar›n›n bafl› e¤ik olmas›n diye kitaplarla, dergilerle, filmlerle onlara uzay› iflaret ediyordu. UFO’lardan Süpermen’e her ilginç ve Directs” yani “Stanley Kubrick Yönetiyor” adl› bir kitab› film daha vizyona girmeden okuyup adam›n ne demek istedi¤ini kapm›flt›m. Kitab› okumamdaki en önemli neden de uzay ve olmas› olanakl› uzayl›lard›. Ne filmde ne de kitapta uzayl›lar yoktu; ama müthifl bir vizyon vard›. Y›llar sonra üzerinde çal›flaca¤›m konunun ilk ve en güçlü örne¤i olan yapay zekâ yüklü bilgifller arkadafl› hepimizi büyüledi. O filmi seyrederken bir belgesel izliyorum heyecan›na kap›lm›flt›m. Nedir ki uzayl›? Bizim gibi etten kemikten bir yarat›k m›? Bir dev boyunda m›, yoksa bir mikrop denli küçük mü? Renkli mi, fleffaf m›? Konuflur mu, görür mü, düflünür mü, medeni mi, evli mi, bekar m›? Nedir uzayl›? Niye bu kadar merak ediyorum ki? Y›llar önce bir kitap yazm›flt›m: “Ka¤›tk›z”. Roman›n yan kahramanlar›ndan biri bir doktordu. Kanser üzerine araflt›rmalar yap›yordu. Düflüncesi virüslerle, mikroplarla, bakterilerle falan filanla iletiflim kurulabilece¤iydi. Hastal›klar s›ras›nda bas›p ilac› öldürüyoruz ya hepsini, uzayl› olsalar öyle mi yapaca¤›z? ‹letiflim kurmaya çal›flmayacak m›y›z ki? Belki bize anlatacaklar› vard›r. güçlü fley uzaydan geliyordu. Stanley Kubrick, Türkçe ad›n› an›msayamad›¤›m “2001 A Space Odyssey” yani “2001, Uzay Yolu Maceras›” gibi bir ad› olan ünlü filmini ekranlara getirdi¤inde “Hürriyet” gazetesi bir yar›flma düzenlemifl, filmin ne demek istedi¤ini halka sormufl ve ben de jüri olarak karar vermifltim. Yan›t› bilen nadir kiflilerden biriydim; çünkü “Stanley Kubrick “Hal” ile orada tan›flm›flt›m. Okul y›llar›nda yapt›¤›m roketleri bir daha yazmak istemiyorum. Bafl›m› her gö¤e kald›r›p y›ld›zlara bakt›¤›mda ne kadar miniminnac›k bir gezegende yaflad›¤›m›z›, yukar›larda bir yerlerde mutlaka ve mutlaka baflka canl›lar oldu¤unu düflündüm durdum. Tabii sonra ben de herkes gibi E.T. ile tan›flt›m. Ünlü yönetmen Steven Spielberg’in küçük merikan Havac›l›k ve Uzay Kurumu olan ünlü NASA için yapt›¤›m›z bir çal›flmada iki ilkokulu görevlendirdik. Birinciye “Siz dünyal›lars›n›z” dedik, ikinciye de “Siz de uzayl›lar”. Birbirinizi tan›m›yorsunuz. Gözünüz kula¤›n›z var m› bilmiyorsunuz. Y›l sonunda biraraya geleceksiniz. Nas›l iletiflim kuracaks›n›z A 134 A görelim bakal›m. Çocuklar bir y›l boyunca ö¤retmenlerinin gözetiminde çal›flt›lar. Sonunda bir tören salonunda karfl› karfl›ya geldiler. Uzayl› olanlar sandalyelerine bafl afla¤› oturuyorlard›. Böylece bafltan birçok belli kural› pas geçiyorlard›. Harika bir çal›flma olmufltu. Çocuklar temelde kendi iletiflim mekanizmalar›n› ö¤renmifllerdi. Amerikanyal›lar çocuklar›n› uzaya yollamaya çal›fl›rlarken, bir yandan da halk›n bilmesine gerek duymad›klar› iflleri yaparken onlar›n dikkatlerini baflka yöne çekmek için uzayl› dostlar›m›zdan yararlanmaktayd›lar. 135 Uzayl› Dostlar›m Bütün Dünya • Eylül 2007 S avaflta durum kötüye mi gidiyor? Hop, hemen bir UFO görünür. Ekonomi iyi gitmiyor mu, kimi ürünlere zam m› yap›lacak? Hop, bir uzayl› yakalan›p ameliyat edilir. Birileri uçan daire resimleri çekerler. Sinemalar roketlere ekranlar kurar. Acaba kötü yarat›klar m› uzayl›lar? Nedense ben hep dost olduklar›na inanm›fl›md›r. Hayvanlar na- yay›nda dünya televizyonlar›nda yer alm›flt›. Konuyu kapak yapan ünlü “Life” dergisi kapat›l›p toplat›lm›flt›. Nedeninin o iki küçük ›fl›k oldu¤u söylenir. Bende derginin o say›s› var. Bir biçimde ele geçirmeyi baflarm›flt›m. Daha sonra “Kikko” adl› bir dizi yapmaya kalkt›m. Hem canl› hem çizgi olacakt› “Kikko” dizisi. Dünyadan bilgi toplamak üzere gelen minik yeflil uzayl›, çocukla- da de¤ildi. Jetgiller de böyle düflünen nefleli bir aileydiler. Robotlardan uzay mimarisine de¤in herfley vard› diziKatlan›p de. çanta olan arabalardan tutun da uzay otoparklar›na de¤in binlerce düfl ürünü... Jetgiller de benim ailemin bir parças› olmufllard›. Biraz gelecekte yafl›yorlard› o kadar. Ama onlar da bizi bir sürü uzayl›yla tan›flt›rm›fllard›. U s›l dostumuzsa, uzayl›lar da öyle bence... Siz bir kötülük yapmad›kça, onlar da size kalplerini açacaklard›r. Çok mu iyimserim acaba? Ay’a ayak basabilen ikinci insan olan Edwin Aldrin’e Ay’a indiklerinde gördükleri iki parlak ›fl›¤› sormufltum, o da zaman› gelince aç›klayaca¤›n› söylemiflti. Neil Armstrong ile Ay’da yürürlerken “‹flte, yine geliyorlar” diye iki küçük ›fl›k göstermiflti. Bu, canl› 136 ra sora sora çevreyi tan›maya çal›fl›yordu. Halk›m›z›n neyin ne oldu¤unu çok iyi bilmesi ve bilimsel yaklafl›mlar›n can s›k›c› olmas› nedeniyle ilgilenen televizyon kanal› olmay›nca “Kikko” “Bitmeyen Senfoniler” dolab›nda “K” notalar›n›n durdu¤u rafta yerini al›verdi. Öylesine inanm›flt›m ki “Kikko”nun gerçek oldu¤una, günlerce düfllerime girdi. Her uzayl› ciddi olmak zorun- zayl›lar denilince “Star Wars”, yani “Y›ld›z Savafllar›” filmlerinden söz etmemek olmaz. Kürklüsünden metali¤ine, uçan›ndan z›playan›na her türlü yarat›k bulunuyordu filmde. George Lucas, yaflam öyküsünü anlat›rken uzayl›lar› nas›l oluflturdu¤unu anlatm›flt›. Deniz dibinden da¤ tepesine de¤in yaflayan binlerce, onbinlerce yarat›¤› inceleyip, birinin kafas›n› di¤erine, bir baflkas›n›n apandisitini kula¤›n›n arkas›na yerlefltirerek yeni yeni yarat›m tiplemeleri elde ediyordu. Çok e¤lenceli görünmelerine karfl›n bu nedenlerle hepsi dünya canl›lar›n› and›r›yorlard›. Yine de onlar› da birer dost olarak kabul edip kalbimin en seçkin koltuklar›nda onlara da yer ay›rd›m. Sinema teknolojik delili¤e tut- sak olunca beyazperdeyi de uzayl›lar bas›verdi, ortal›k yeflil yeflil adamlardan geçilmez oldu. Öylesine de güzel ve gerçekçi oluyorlard› ki inanmamak elde de¤ildi. Tek kusurlar›, senaryo yazarlar›n›n akl›na uyarak kötü huylu olmalar›yd›. ‹flleri güçleri gelip dünyam›z› tahrip etmekti. Oysa biz insanlar varken buna hiç gerek yoktu. Biz dünyam›z› yok etmek için zaten elimizden geleni yap›yorduk. Steven Spielberg bile E.T.’yi bir kenara b›rak›p “Dünyalar Savafl›”n› gündeme getirdi. fiiddetin para etti¤i bir dünyada sevginin puan toplamas› safdillik oldu¤undan, uzayl›lar insan fliddetine maruz kal›verdiler. Silahlan›p silahlan›p üstümüze geldiler. Sineman›n e¤reti çocu¤u Tim Burton “Mars Attacks”, yani “Mars Sald›r›yor” filmi ile ilgi çekince biz de Cem Y›lmaz’›n “G.O.R.A.”s›yla karfl›l›k veriverdik. Gerçi bizim film uzayl›dan çok uzamayl› bir haldeydi; ama yine de ilk gezegen d›fl› denememizdi. Bizim uzay› çok merak etmeyiflimizden olacak tüm uzayl›lar mahalle manav› gibiydiler. Uzayl› olmak da kolay de¤ildi. Müflkülpesent insanl›k, gezegenini mahvetmek için yap137 Bütün Dünya • Eylül 2007 mad›¤›n› b›rakm›yordu ve hep bir günah keçisi ar›yordu. Uzayl›dan iyisini mi bulacakt›? Zaman zaman düflümde uzayl›larla karfl›lafl›r›m. Hep farkl›, hep dost ve hep ak›ll›d›rlar. Büyük evrenin bilge yarat›klar› olarak arada bir ziyaretime gelir, sevgimi paylafl›rlar. Onlara hâlâ inan›yor oldu¤umu bildiklerinden yüzlerinde hep bir sevgi ve sayg› ifadesi vard›r. Benim de öyle... Erselan sanatç› kiflili¤inin ç›r- p›nmalar›n› gerçeklerle ba¤daflt›ramay›nca yaflam›n› askerde kendi a¤z›na tek bir kurflun s›karak sonland›rd›. Bana bir uzayl›n›n gerçek olabilece¤ini ilk o söylemiflti. Henüz yedi yafl›ndayken... Ne kadar hakl›ym›fl. Y›llar sonra çizgi filmci oldu¤umda yapt›¤›m her çizimin canlanmas›nda Erselan’› ve benim uzayl›n›n verdi¤i defteri an›msar›m.• [email protected] Kap›daki dilenci, evin sahibine kendini ac›nd›rd›ktan sonra ondan bir istekte bulundu: “Gördü¤ünüzün gibi bu so¤uk havada yar› ç›plak dolafl›yorum, han›mefendi” dedi. “Bana verebilece¤iniz eski bir giyim eflyan›z var m› acaba?” Kad›n biraz beklemesini söyledikten sonra içeri girdi ve elinde eski bir ceketle geldi: “Al›n” dedi. “Yaln›z ceplerinden birinin dikifli sökülmüfltür, fakat yar›m saat içinde dikilir, yepyeni olur.” Dilenci, kad›n›n gösterdi¤i sökü¤e bakt› ve ceketi geri uzatt›: “Benim acelem yok, lütfen siz de acele etmeyin, han›mefendi” dedi. “Ben bir iki yere daha u¤rar, yar›m saat sonra gelir, al›r›m.”• Piyangonun büyük ikramiyesini kazanan adam, bu mutlu olay› arkadafllar›yla kutlarken onlar›n sorusu üzerine ikramiyeyi kazanan biletini nas›l seçti¤ini anlatt›: “O denli kolay oldu ki...” dedi. “Bir hafta süreyle her gece düflümde sekiz rakam›n› gördüm. Sekiz rakam›, yedi kez üst üste düflüme girdi, karfl›ma ç›kt›.” Arkadafllar›, bu olaydan sonra ne yapt›¤›n› da ö¤renmek istediler. Talihli adam, “Bu da sorulur mu?” dercesine gülümsedi: “Sekiz rakam› yedi gece üstüste düflüme girdi¤ine göre, bana birfley anlatmak istiyordu elbette” dedi. “Ben de kafam› kulland›m ve yedi ile sekizi çarpt›m, sonra da gittim, sonu 63’le biten bir bilet ald›m.”• 138 “Korktum paflam hem çok korktum” dedi Ohannes. “Ama ne yapabilirdim? Yalan söylemekten daha çok korkar›m. Mutasarr›f beyden kaçabilirim; ama nereye gitsem yalan›n yakama yap›flaca¤›n› biliyordum.” “Peki Ohannes evlat” dedi Mehmet Ali Pafla. “Durumu nas›l halledece¤iz?” “Kolay pafla efendim” dedi Ohannes. “Mutasarr›f bey odunu daha büyük efleklere yüklerse hesap tutar.” Mehmet Ali Pafla O smanl› ‹mparatorlu- kalçalar›ndan yere dökülürdü, ha¤u’nun do¤u vilayetleri l›lar› kirletmeden... Bahçede yer ondokuzuncu yüzy›lda yer yerlefltirilmifl mum ›fl›¤›nda, Bo¤az’›n mavi tepelerin- dünya küçülür, gö¤ün p›r›lt›s›, deden M›s›r’›n ay ayd›n mavi çölleri- nizin m›r›lt›s›nda gece karas› yüzü ne kadar uzan›rd›. Asude bir ülke- dolduran bir cariyenin saç› olurdu. nin mesut çocuklar›yd›k. *** Bigamd›k. Biganeydik. Öykümüzün yer ald›¤› Günler karar›nca Memleket 19’uncu yüzy›lda Lübnan mumlar alev al›r. Geceler, ve Çukurova birbirlerinin Özlemi ulular ulusu Sultan Abyard›m›na muhtaç iki fadülmecid’in gönlüne uykir vilayetti. Paralar› k›t, gun karar›r, günefl hafltopraklar› ifllenmemiflti. metlünün uykusunu raÖteden beri türlü dinleri, hats›z etmeyecek bir saatmezhepleri bar›nd›ran te do¤ard›. hoflgörü dolu topraklard›. Aflk ve meflk flehrinde Yemek sonras› gölgeleDolmabahçe’nin odalar› rinde uyunacak portakal cariyelerin, halay›klar›n ‹lyas Halil bahçelerini and›r›rlard›. kar ak ayaklar›n›n, sütlaç Uykuya dalan bazen ayakollar›n›n yasemin koku¤›ndan pantalon al›nm›fl, sundan mut dolu bir bahçeye dö- baca¤› ç›r›lç›plak uyan›rd›. nerdi. Saray›n Bo¤az’a bakan yatak Diyar-› Osmani’de halk tevekodalar› her zaman iki gö¤üs aras› külü iyi bilir, alçak gönülle tatbik bir damla lofl, bir damla yaflt›. ederdi. Halk “Ne yapal›m bugün Tül etek alt›nda ak bacaklar›, pantalonu kapt›rmak k›smetmifl” kristal kadehte henüz ›s›t›lm›fl süt, der, incir yapra¤› aramaya ç›kard›. 139 Mehmet Ali Pafla Bütün Dünya • Eylül 2007 L übnan ahalisi ikiye ayr›lm›flt›. Nasraniler’in önemsiz bir ço¤unlu¤u vard›. Müslimler ise Dürzi ve Sünni olarak bölünmüfltü. ‹ki mezhep aras›nda geçim iyiydi. ‹ki güzel insan toplulu¤unu timsah dolu Litani ve Kelp Nehirleri ay›r›rd›. Sünniler politik etki ve bilgi bak›m›ndan ço¤unlukta; ama say›ca az›nl›ktayd›. Bu arada Lübnan’da ulu Sultan Abdülmecit’ten habersiz, tats›z bir vergi de¤iflikli¤i olmufltu. Haflmetlü Mehmet Ali Pafla’n›n o¤lu M›s›r valisi ‹brahim Pafla, Cebel’in yani Lübnan’›n vergisini 2650 alt›n keseden 6500 keseye ç›karm›flt›. Bu paradan bir meteli¤i bile Bab-› Âli’nin kasas›na girmeyecekti. Lübnan halk› s›k›nt›dayd›. Yeni konan vergiyi ödemek için yeni kazanç kaynaklar› ar›yordu. *** Bu arada Avrupa’da Do¤u’nun tar›m ve orman ürünlerine ihtiyaç artm›flt›. Çukurova’da, Mersina Köyü’nde d›fl ticaret olanaklar› gelifliyordu. Para kazanma imkan›n› sezen Beyrutlu ve Trabluslu Nasraniler Mersina Köyü’ne ak›n etmeye, sazl›k ovaya yerleflmeye bafllad›lar. Sivrisine¤i bol, suyu az, yaz› insafs›z köy, her sabah bir gece önceden daha kalabal›k uyan›yordu. Lübnan’dan yola ç›kan yelkenliler zengin olmaya kararl› insanlar› sahile boflalt›yordu. Mersina’n›n nüfus art›fl› böyle bafllam›flt›. Eli ifl tutan, Lazkiyeliler, küçük esnaf olmaya, Trabluslular ellerinde çuval sokakta alt›n toplamaya geliyorlard›. Böylece Çukurova’da Mersina Köyü Arapça, Frans›zca, ‹talyanca 140 bilen levant Osmanl›lar’la dolacakt›. Ticarette, tar›mda, bahçecilikte yeni metotlar uygulayacaklard›. O y›llarda zengin bir Osmanl› paflas› Amerika’ya pamuk satmak için yak›n bir Osmanl› vilayetinden fellah çiftçilerini Çukurova’ya yerlefltirmiflti. Pamuk üretimini gelifltirmek istiyordu. *** Öykümüz 1846 y›l›nda 19 Temmuz veya 25 Recep Pazar günü bafllar. O gün hava güzeldi. M›s›r’a egemenli¤ini veren Mehmet Ali Pafla, Sultan Abdülmecit’in daveti üzerine ‹stanbul’u ziyarete gidiyordu. Tanzimat’›n getirdi¤i siyasal de¤iflikli¤i yerinde görecekti. Uzun ve yorucu bir yolculu¤a bafllamadan önce, M›s›r’da Haflmetlü Mehmet Ali Pafla olarak bilinen emekli vali, ‹skenderiye Bahr Saray›’nda istirahat ediyordu. ‹stanbul yolculu¤u yapacak özel Hidiv vapurunun haz›rlanmas›n› bekliyordu. Yola ç›kmadan iki gün önce M›s›r Demiryolu ‹daresi Genel Müdürü Rafled Pafla, Mehmet Ali Pafla’ya sayg›lar›n› sunmaya, elini öpmeye geldi. S ohbet aras›nda Mehmet Ali Pafla’ya Çukurova vilayetinde M›s›rl› olmas› muhtemel binlerce fellah›n tar›mda çal›flt›¤›n› Silifke mutasarr›f›n›n fellahlara kötü davrand›¤›n› bildirdi. Haflmetlü Mehmet Pafla not ald›. Vakti olursa durumu inceleyece¤ini söyledi. *** Hidiv vapuru iki hafta sonra Mersina aç›klar›nda demirledi¤i gün, ay temmuzdu. Günefl yere düfl- müfl, tafl, toprak k›v›lc›m saç›yordu. Gemiden, köyün ak evleri, sazlar›n içinde ipe as›l› kurumaya b›rak›lm›fl don, mintand›. Sahilde mart›lar, rüzgarda yapra¤› uçuflan ak güldü. *** aflmetlü Mehmet Ali Pafla, fellah taifesinin bafl› fi›h Gazeli Hoca’y› gemiye huzuruna ça¤›rd›. “Söyle evlat” dedi. “Sizi tedirgin eden nedir?” “Haflmetlüm” dedi, fi›h Gazeli. “Silifke mutasarr›f›ndan ucuz odun ald›¤›m›z günden buyana rahat yüzü görmedik. Bizi kaynar sularda hafllad›, kör b›çakla derimizi yüzdü.” “Bofl laf› b›rak” dedi Mehmet Ali Pafla. “Yapt›¤› kötülü¤ü anlat...” “Mutasarr›f bey odun ticareti yapar” dedi fi›h Gazeli. “‹ki y›l önce bizi huzura ça¤›rd›. Odunu kendi ma¤azas›ndan sat›n almam›z› istedi. ‹lk önce iste¤ini pek önemsemedik. Bizden müsbet netice alamay›nca bizi yine ça¤›rd›. “‘Beyler’ dedi. ‘Sizden odunu benden alman›z› isterken yaln›z sizi, yani sevgili halk›m› memnun etmek istemifltim. Tanzimat ile topraklar›m›za demokrasi geldi. Halk›n mutlulu¤u, refah› herfleyden daha önemli. Odunu size herkesten daha ucuza verece¤im.’” “Evlat” dedi Mehmet Ali Pafla. “Mutasarr›f bey size iyilik etmek istemifl. Buna k›z›l›r m›?” “Hata yapt›¤›m›z› anlay›nca” dedi fi›h Gazeli. “Odunumuzu ondan ald›k. Bir süre herfley iyi gitti. Odunu ucuz ald›¤›m›z için seviniyorduk. Borcumuzu ödemek istedi¤imiz gün ifller kar›flt›.” H “Birkaç eflek yükü yüzünden hesaplar nas›l kar›fl›r?” dedi Mehmet Ali Pafla. “Biz de anlamad›k” dedi fi›h Gazeli. “Mutasarr›f bey sözünü tuttu. Efle¤in yüküne öteki tüccarlar 8 kurufl isterken bize yedi gümüfl kurufla verdi. Siparifllerin en az yedi eflek yükü olmas›, iflleri kar›flt›rd›. “Her aile ald›¤› eflek yükünün karfl›l›¤› olan yedi kuruflu ödedi. Ama toplanan para ma¤aza müdürünün odun için istedi¤i miktar› tutmad›. Durumu mutasarr›f beye anlatt›k. ‘Üzülmeyin beyler’ dedi mutasarr›f bey, ‘Hesab› tetkik etmek için defterdar beyi ça¤›raca¤›m. Bu ifli düzeltir.’ “Ertesi gün defterdar bey geldi. Hesaplara bakt›. ‘Dostlar’ dedi. ‘Ma¤aza müdürünün hesab› do¤rudur. Her eflek yükü yedi kurufla sat›l›rsa ödenecek paran›n miktar›n›n yedi rakam›yla bitmesi gerekir. Bunda mutab›k m›y›z?’ “‘Evet’ dedik. “‘Öyle ise’ dedi defterdar bey. ‘Yedi kurufltan yedi eflek yükü 77 kurufl eder.’ “Yutkunduk karfl›l›k veremedik.” *** ehmet Ali Pafla k›zd›, “Yahu koca memlekette bu basit hesab› yapacak bir kifli bulamad›n›z m›? dedi. “Bulmaya bulduk” dedi fi›h Gazeli. “Ama adam gavur ç›kt›. Onun bilirkiflili¤ini kad› kabul etmedi. ‘Bilirkifli Müslim de¤ilse iki bilirkifli gerek’ dedi. Birini zor bulduk ikinci gavuru nerede bulacakt›k.” “Kim bu adam?” diye sordu Mehmet Ali Pafla. M 141 Bütün Dünya • Eylül 2007 “Ohannes Pamukyan ad›nda bir genç” dedi fi›h Gazeli. *** Mehmet Ali Pafla genç Ohannes’i sorguya çekti. “Evlat hesab›n yanl›fl oldu¤unu nereden biliyorsun?” “Ben Ermeni’yim” dedi Ohannes Pamukyan. Yanl›fl bilgi vermek, tafl›mak, bilmek yasak bize.” Mehmet Ali Pafla genç adam›n karfl›l›¤›na gülümsedi. “Peki evlat” dedi. “Hesab›n yanl›fl oldu¤unu söylerken mutasarr›f beyden korkmad›n m›?” “Korktum paflam hem çok korktum” dedi Ohannes. “Ama ne yapabilirdim? Yalan söylemekten daha çok korkar›m. Mutasarr›f beyden kaçabilirim; ama nereye gitsem yalan›n yakama yap›flaca¤›n› biliyordum.” “Peki Ohannes evlat” dedi Mehmet Ali Pafla. “Durumu nas›l halledece¤iz?” “Kolay pafla efendim” dedi Ohannes. “Mutasarr›f bey odunu daha büyük efleklere yüklerse hesap tutar.”• [email protected] Adam kitabevinden içeri girdi, bankoda duran görevlinin yan›na giderek sordu: “Sizde ‘Nas›l Zengin Olunur?” adl› kitap var m›?” dedi. Görevli eliyle biraz ilerisini iflaret etti: “Var, efendim” dedi. “Orada, masal kitaplar› bölümünde bulabilirsiniz.”• “Bir Baflkad›r Benim Memleketim”in Yan›tlar›... Ayder, Çaml›hemflin, Rize Van Kalesi Tirebolu, Trabzon Divri¤i Kalesi, Sivas Arhavi, Artvin “Satranç”›n Yan›tlar›... Atak: 1… Vxc2 2. Axc2 d1V+ 3. fia2 Vxc2 0-1 Oyun Sonu: 1. Fc3 Fa3 2. Fg7 Fb4 3. Ff8 Fd2 4. Fc5 Fh6 5. Fd4 fig5 6. Fg7 1-0 Kendi Gelen: 44... fid4?? 45. fid2 46. Kc4+#• 142 •Atasözleri konuflmay› ayd›nlatan lambalard›r. Cezayir •Atasözleri deneyimin k›zlar›d›r. Sierra Leone •Sözler su kabarc›klar›, ifller alt›n damlac›klar›d›r. Tibet •Minnettarl›k kalbin belle¤idir. Fransa •Kan soylulaflt›kça gurur azal›r. Danimarka •Kitapl›k akl›n eczanesidir. Yunanistan •En büyük ö¤retmen gereksinimdir. Meksika •‹nsanlar üstünlüklerini içinden gösterir, hayvanlar d›fl›ndan... Rusya •Gerçe¤in yüzü güzel; fakat giysileri y›rt›kt›r. Almanya •Gerçek ç›plak dolaflmay› sever; hilekârl›k giyinmelidir. ‹ngiltere •Az düflünen •Derleyen ve Çeviren: Haluk Erdemol - Bütün Dünya• çok konuflur. ‹sviçre •O¤ul babas›ndan iyi olmazsa ikisi de baflar›s›zl›¤a u¤ram›fl demektir. Çin •Para herfleyi sat›n al›r; ama sa¤duyuyu asla. ‹srail •Acele edeceksen, yavaflça et. Eski Roma-Latin •Örümcekle sinek aras›nda pazarl›k olmaz. Jamaika •Yumurtan›n taflla ifli yoktur. Haiti •Su durgun diye içinde timsah olmad›¤›n› sanma. Malaya •Gülen bir yüz yeme¤in yar›s›d›r. Letonya •Sana dedikodu getiren senin de dedikodunu yapar. ‹spanya Dünyadan Atasözleri 143 Anne ve Babalardan, Dede ve Ninelerden... Bu sayfada, anne ve babalar›n, dede ve ninelerin gönderdikleri fotograflar yer almaktad›r. Her çocuk ve özellikle her torunun güzel oldu¤unu bildi¤imizden, yay›mlanacak fotograflarda yaln›zca, fotograflar›n güzel çekilmifl olmalar›n› ve teknik aç›dan yay›mlanabilir nitelik tafl›malar›n› dikkate alaca¤›z. Fotograflarda çocuklar›n ad ve soyadlar› yan›s›ra bulunduklar› kentin ad›n› da lütfen belirtiniz. Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul e-posta: [email protected] (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.) Kemal Akçakaya, ‹stanbul Taha Gürbüz, Ankara ‹zel ve Arda Tuna, Eskiflehir Levent Altunda¤, Büyükada, ‹stanbul Beril Türk, Yalova An›l Ayaz, Kayseri Doruk Ceran, ‹stanbul Emiralp Y›lmaz, Sivas Yeliz Demir, Hollanda Yavuzcan Turhan, Mu¤la Ensar Akbayram, Gaziantep Selin Tosun, Ankara S›la Aktafl, Fransa Kadir Timur, Manisa Bar›fl Cihat Aksoy, ‹stanbul Ça¤dafl Öztürk, ‹zmir Elif Sude Üçler, Rize fi. Meryem Tafldemir, Mersin Eden ve Edem Ertürk, Isparta ‹rem K›sakürek, Kahramanmarafl Buse Bo¤a, Ankara Mankafa Poldi Sizin de yaflam›n›zda özledi¤iniz kentler, do¤up büyüdü¤ünüz; ama bir daha göremedi¤iniz sokaklar, evler mutlaka vard›r. E¤er siz, ac› da verse, geçmiflinizle yüzleflebiliyorsan›z ve f›rsat›n›z da varsa çocuklu¤unuzun, gençli¤inizin geçti¤i yerlere gidin. O sokaklar›n, o evlerin size anlataca¤› ne kadar çok, ne kadar güzel öyküleri vard›r. S›rmakefl Sokak, No: 16 K “Yaln›zca bu kemi¤i iskelete uyduramad›m. Acaba hayvan›n neresine ait olabilir?” “Belki de onu a¤z›nda tafl›yordu...” “Otomobil için bir çift eldiven istiyorum.” “Kaç numara?” “BF 216...” “Bay Poldi, dün gece duvar›n›za vurdu¤umu duymad›n›z m›?” “Hay›r; ama hiç önemli de¤il... Bende de arkadafllar çok gürültü yap›yorlard›.” “Sesim ne denli güzel yank›lan›yor. Yan›n›zda bir tabanca var m›, Bay Poldi?” “Üzgünüm; ama yok. Acaba b›çak iflinizi görür mü?” 148 entler vard›r birkaç gün yor. Ne güzel günlerdi o günler... ya da birkaç y›l kalm›fls›- O yoksul; ama dost insanlarla yan›zd›r ve ayr›ld›ktan son- flam› nas›l da bölüflmüfltük. Befl ra bir daha oraya yolu- numara petrol lambas›n›n ›fl›¤›nda nuz düflmemifltir. O kentin sokak- birbirimize masal anlatt›¤›m›z o inlar›, parklar›, evleri an›lar›n›zda sanlar kim bilir flimdi nerede? Yabulutlar›n arkas›na saklanan gü- flad›¤›m evler, okudu¤um okullar nefl gibi bir görünür, bir kaybolur. acaba yerli yerinde duruyor mu? Yaln›z kald›¤›n›z günler boyu sü- Eminim yeniden oralara dönsem ne o evleri ne de o sorekli o kentlere gitmek, o kaklar› bulabilirim. Belki sokaklarda dolaflmak istersiniz. Bulundu¤unuz Engin’den de bu yüzden oralara istemiyorum. yerde bunald›¤›n›zda Gözlemler, dönmek De¤iflikli¤in kahredici hep o geride b›rakt›¤›n›z ve bir daha geri döneme- ‹zlenimler hüznünü yaflamamak için o günlerin özlemini içimdi¤iniz kentlerdeki inde tafl›yorum yaln›zca... sanlar› özlersiniz. BilirsiÜniversite ö¤renimi niz ki, onlar› bir daha asça¤›na gelinceye de¤in ‹sla göremeyeceksiniz. tanbul’u hiç görmemiflBelki de bu yüzden onlatim. Yat›l› okuldaki arkar› daha çok özlersiniz. Terk etti¤iniz kentler, dafllar›m›n hemen hemen kasabalar, köyler gibi hepsi ya ‹stanbul’u görEngin uzun y›llar yaflay›p sonramüfl ya da aileleri ‹stanÜnsal dan terk etti¤iniz sokakbul’da oturan çocuklard›. lar da sizin yaflam›n›z›n Talas’›n Tarsus’un yaln›zve an›lar›n›z›n ölünceye l›¤›nda anlatt›klar› ‹stande¤in bir parças› olur. fiimdi ço- bul öyküleri benim için Kaf Da¤›cuklu¤umun geçti¤i Tatvan’›, Bit- ’n›n ard› denli ilginç ve uzak öykülis’i, Kozlu’yu, Zonguldak’›, Çank›- lerdi ve bu öyküleri imrenerek dinr›’y› deliler gibi özlüyorum. O lerdim. Bir gün onun sokaklar›nda kentlerin, kasabalar›n tozlu yolla- gezebilece¤im, bir gün o sokaklarr›nda b›rakt›¤›m çocuklu¤um, ar- da gezen bir k›z› sevece¤im ve kadafllar›m an›lar›m›n ufkunda hiç sonras›nda evlenece¤im akl›m›n batmayan bir günefl gibi as›l› duru- ucundan geçmezdi. Ama oldu. 149 Bütün Dünya • Eylül 2007 1 954 y›l›n›n Eylül ay›nda elimde bir bavulla o dev kentin yollar›na flaflk›n bir mart› gibi iniverdim. Kocamustafapafla’da, tahta bir evde yaflayan amcam›n evine konuk olarak gitti¤imde o sokakta oturan Eleni adl› bir Rum k›za fliirler yazaca¤›m› nereden bilebilirdim? Eleni benim varl›¤›mdan habersizdi ve onun üstüne yaz›lan fliirlerin o y›llarda “Varl›k” dergisinde yay›mland›¤›n› asla ö¤renemedi. Bir y›l sonra babam ‹stanbul’a atand›. Ben hukuk fakültesinin ikinci s›n›f›na geçmifltim. S›rmakefl Sokak’ta bir arsa ald› ve o yaz o arsada ben ve kardefllerim çimento tafl›yarak, harç kararak, s›va yaparak kendimize bir ev yapt›k. ‹nflaat bitti¤inde ilk gece o evde, lamban›n ›fl›¤›nda befl kiflilik ailemiz nas›l da mutlu olmufltuk. ‹stanbul’da, Kocamustafapafla’da S›rmakefl Sokak’ta art›k bir evimiz vard›. S›rmakefl Sokak, yaflam›mda çok özel bir yer tuttu. Yeni dostlar edindim. Arsalar›nda voleybol oynad›m, insanlarla gençlik olaylar›n› tart›flt›m, evlendi¤imde orada oturdum, milletvekili oldu¤umda Ankara’ya oradan gittim. Teoman Karahun dostumun dedi¤i gibi yoksullu¤un mutlulu¤unu o sokakta, o yoksul insanlarla bölüflerek y›llar› tükettik. Annem her sabah saat alt›da o evden beni okula yolcu ederken camdan gidiflimi seyrederdi. Akflam eve gelirken onu gene camda yolumu gözlerken bulurdum. 1987 y›l›nda ‹stanbul’un kara tutsak oldu¤u bir gece o evde annemi kaybettim. Ölümünde yan›nda olamaman›n ac›s›n› bugün bile 150 yaflar›m. Bafla taç yap›lacak, yaflad›¤› tüm ac›lar› bal eylemifl ne muhterem ne özverili bir kad›nd› annem... Annemin ard›ndan dört y›l sonra babam onunla buluflmaya gitti. Yoklu¤un küllerinde üç çocu¤unu okutabilmifl yi¤it bir insand› Rifat Ünsal. Art›k üç kardefl de o evde oturmuyorduk. Evi satmak zorunda kald›k. S›rmakefl Sokak’tan en son babam›n cenazesiyle geçtim. Cenazeyi son oturdu¤u evin önünden geçirmek töre gere¤iymifl. O günden sonra bir daha o semte, o soka¤a gitmedim, gidemedim. O evi alanlar onu y›k›p yerine mutlaka yeni bir bina yapm›fllard›r. Kap›s›n›n önünde babama rastlayamayaca¤›m› bildi¤imden, penceresinde beni bekleyen annemi göremeyece¤imden S›rmakefl Sokak’taki 16 no.’lu evin önden asla geçmeyece¤im. Kap›s›nda babam, penceresinde annem, s›rt›mda çimento tafl›yarak yapt›¤›m›z o ev, an›lar›m›n en güzel soka¤› olarak benimle yaflayacak. S izin de yaflam›n›zda özledi¤iniz kentler, do¤up büyüdü¤ünüz; ama bir daha göremedi¤iniz sokaklar, evler mutlaka vard›r. Ben hüzün denizlerinde kulaç atmaktan yoruldu¤um için Kocamustafapafla’daki o eve gidemiyorum, S›rmakefl Sokak’tan geçemiyorum. E¤er siz, ac› da verse, geçmiflinizle yüzleflebiliyorsan›z ve f›rsat›n›z da varsa çocuklu¤unuzun, gençli¤inizin geçti¤i yerlere gidin. O sokaklar›n, o evlerin size anlataca¤› ne kadar çok, ne kadar güzel öyküleri vard›r.• Mant›k Bilmecesi, Bulmaca A¤ustos Ay› Yan›tlar›, Çözümleri Mant›k Bilmecesi Gün 1 5 4 3 2 Ad› Ayfle Murat Alper Reyhan Kezban Ay fiubat Aral›k Ekim Haziran Ocak Y›l 1951 1955 1964 1954 1961 Bulmaca 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 1 2 A T A O L B E H R A M O ⁄ L U Y F E R E ‹ N N L A K O Y U E Z ‹ Z E O N F ‹ Y M E OM A N N E MO K E R M R A N E K A ‹ S A R E E T ‹ L E M A ‹ K K ‹ L ‹ P A T 16 17 18 19 20 A K ‹ K 3 4 5 6 7 8 T U N E Z A O D N A A S B R E T L O R R A K N ‹ M E A A R A R ‹ Z F M E N A T A T N I A R A 9 10 11 12 13 14 M A H ‹ M A T A R Z A E O N Z K R A N A M C E S A N A N E N S E L M A U K E > T MO Y O L T A ‹ A H L A K ‹ T A A T A T Ç L U R A M A ‹ Z A N S A K A M S ‹ L Ç 15 R A M A B A N A ‹ H A L E [email protected] 151 Prof. Dr. A. Yüksel Bozer Cahit Batum Mant›k Bilmecesi Kareler ve Rakamlar -- = -- = -- -- Bar›fl 63 42 19 Bulut Eren Nuh Öztürk Polat -= -- 11 Sat›n alan aile ve al›nan ev 6 Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerle simgelenmektedir. Mahalle Zakkum Sokak Lale Evin numaras› Telli = + Bo¤az + Ayd›nl›k -- + Çavufl = fien -- Seher = 23. Sokak + Befl aile yeni ev sat›n ald›lar ve eski evlerini yine kendi aralar›ndaki birine satt›lar. Afla¤›daki ipuçlar›na dayanarak bu evlerin numaras›n›, mahallesini ve soka¤›n› bulmaya çal›fl›n›z. Ayr›ca kimin hangi yeni evi ald›¤›n› ve eski evini kime satt›¤›n› bulunuz. ‹PUÇLARI: 1- Bulut Ailesi fien Sokak, 11 numaradaki evlerini satarak Telli Mahallesi’ne tafl›nm›flt›. 2- Evlerden bir tanesi Zakkum Mahallesi 23. Sokak’tayd›. 3- Eren Ailesi’nin yeni ald›¤› evin numaras› 63’tü. 4- Polat Ailesi’nin satt›¤› ve yeni sat›n ald›¤› evlerin numaras› tekti. 5- Ayd›nl›k Mahallesi’nde olmayan Çavufl Sokak’taki yeni evin sahibi Nuh Ailesi’ydi. Onlar›n yeni evinin numaras› Eren Ailesi’nin soyad› Bulut olmayan aileye satt›¤› evin numaras›ndan daha düflüktü. 6- 42 numaral› ev, Bo¤az Mahallesi’ndeydi; fakat soka¤›n ad› Seher de¤ildi. 7- 19 numaral› ev, Lale Mahallesi’nde olmad›¤› gibi Öztürk Ailesi’nin satt›¤› ev de de¤ildi. Ayd›nl›k Bo¤az Telli Lale Zakkum Bar›fl 23. Sokak Seher fien Çavufl Cahit Batum’dan “Kareler ve Rakamlar”›n A¤ustos Ay› Çözümü: 432 + 345 = 777 + 321 -- 210 =+ 111 753 + 135 = 888 679 -- 386 348 = 331 -- 247 = -- 139 293 101 = 192 Aile Sat›fl Zinciri (Kim-Kime) [email protected] 152 Sokak Evin numaras› fi fi fi Mahalle fi fi [email protected] Mustafa Y›ld›z Satranç KASPAROV’UN KALEM‹NDEN DEVLER‹N ÇARPIfiMASI 1889-1929 y›llar›nda yaflayan Çek GM Richard Reti büyük turnuvalarda hiçbir zaman süper sonuçlar elde edememifl; ama aç›l›fl teorisine katk›lar›yla satrançç›lar›n ufkunu inan›lmaz derecede geniflletmifltir. 1. Af3 ve devam›nda g2-g3 ya da 1. g3 uygulamaya soktu¤u aç›l›fllard›r. Bu tür bir oyun tarz›, merkezi ele geçirme olana¤›n› erteliyor gerekçesiyle döneminin ustalar› taraf›ndan kabul edilmiyordu. Reti, zaman›n›n tutucu yaklafl›m›na karfl›l›k rakip merkezin çaprazdan gelifltirilmifl iki fil ile daha iyi hedef olabilece¤ini öne sürdü. Bu devrim niteli¤indeki yaklafl›m, oyunun dönüm noktas›n›n ay›rd›na varamayan pek çok güçlü oyuncu üzerinde y›k›ma yol açt›. Capablanca bile Reti’nin favori sistemi karfl›s›nda 1924 New York Turnuvas›’nda küçültücü bir yenilgiye u¤rad› ve 10 y›l süren yenilmezlik unvan›n› b›rakt›. Günümüzde hemen her düzeydeki turnuvada de¤iflik biçimleriyle Reti aç›l›fl›n› seçen birçok oyuncu 1. Af3 hamlesini, ileri görüfllü Reti’nin cesur denemesi sayesinde oynad›klar›n› nadiren bilir. 8 7 6 5 4 3 2 1 a Richard Reti-Alexander Alekhine, Baden-Baden, 1925 1. g3 e5 2. Af3 e4 3. Ad4 d5 4. d3 exd3 5. Vxd3 Af6 6. Fg2 Fb4+ 7. Fd2 Fxd2+ 8. Axd2 O-O 9. c4 Aa6 10. cxd5 Ab4 11. Vc4 Abxd5 12. A2b3 c6 13. O-O Ke8 14. Kfd1 Fg4 15. Kd2 Vc8 16. Ac5 Fh3 17. Ff3 Fg4 18. Fg2 Fh3 19. Ff3 Fg4 20. Fh1 h5 21. b4 a6 22. Kc1 h4 23. a4 hxg3 24. hxg3 Vc7 Reti’nin özel silah› karfl›s›nda savafl›m vermek zorunda kalan Alekhine oyunu neredeyse eflitledi; ama sürekli yarat›c› biçimde oynayan rakibi inisiyatifi almay› baflard›. Beyaz›n merkezde ve vezir kanad›nda üstünlü¤ü var; Alekhine de flah kanad›nda flans ar›yor. 25. b5 (25. e4 Ae7 26. a5, c5’teki at›n konu- 8 munu sa¤lamlaflt›r›yor; ama Reti bunun yerine 7 c6’da zay›fl›k yaratmak istiyor.) 6 25… axb5 26. axb5 Görünürde beyaz›n stra- 5 tejisi çok iyi yürüyor. Ayr›k siyah piyon birkaç hamle içinde düflecek. Ama Alekhine gibi bir dev 4 pasif bir biçimde y›k›m› beklemez. 26… Ke3 (D) 3 Birden beyaz flah kendini güvenliksiz 2 duyumsuyor: Kale al›namaz! (27. fxe3?? Vxg3 matla biter. 27. Fg2 Kxg3! 28. fxg3 ya da 28. e3 1 a 154 b c d e f g h daha güçlüdür. 28… Ae3 29. Vd3 30. Vxg3 siyah kazan›r. Alekhine’in bu oyunu kar›flt›rATAK ma çabas› flu biçimde karfl›lanabilirdi: 27. Ff3 Çukuro¤lu-Guramishvili, 2005 Fxf3 28. exf3 siyah›n aktifli¤i biter ya da so¤ukkanl› biçimde 27. fih2 Kaa3! g3’e bask› devam eder ve kaleye hâlâ dokunulamaz. Ama 28. Acb3, beyaz üstün kal›r. 28. fxe3 Axe3 29. Vb4 Af1+ 30. fig1 Vxg3+ 31. Fg2 Ae3 ve mat. Ne var ki Alekhine’in dramatik sald›r›s›yla Reti panikliyor. Onun için flanss›zl›k, dünya flampiyonu için ise flans!) 27... cxb5! 28. Vxb5 Ac3 29. Vxb7 (29. Vc4 ifle yaramaz. 29... b5!) 29... Vxb7 30. Axb7 Axe2+ 31. fih2 (31. Sf1 de umutsuzdur: 31... Axg3+ 32. fxg3 Siyah kazan›r Fxf3 33. Fxf3 Kxf3+ OYUN SONU 34. Sg2 Kaa3 vs. Beyaz›n konumu caziÇenturini, 1856 besini kaybetti; ama siyah, acaba bu konumdan nas›l bir fleyler elde edebilir?) 31… Ae4!! (D) Ne hamle ama! Uç birliklere yap›lan b c d e f g h bu destek tozu dumana katacak. (fiimdi beyaz›n en iyi flans› 32. Kd8’dir. 32... Kxd8 33. fxe3 Kd5! siyah, bir piyon kazan›rd›.) Ama Reti, umutsuzca taktik Beyaz kazan›r denemeler yaparak korkunç siyah tafllar› de¤ifltirmeyi umuyor: 32. Kc4 Axf2, basit çürütKEND‹ GELEN me: Siyah anahtar f2 erini al›yor ve tüm tehditleri de devam ediyor. (32. Fxf3 Kxe4 bera- Büyüközkaya-Büyükgökçesu berlik flans› verir.) 33. Fg2, siyah aç›kça kazan›yor; ama Alekhine’in bitirifl kombinezonu oyunu gerçek bir usta yap›t› haline getiriyor: 33... Fe6! 34. Kcc2 Ag4+ 35. fih3 Ae5+ 36. Sh2 Kxf3! 37. Kxe2 Ag4+ 38. fih3 Ne flimdi ne de öncesinde beyaz flah a1’den gelecek ölümcül flah çekifl yüzünden ilk yataya inemezdi. 38... Ae3+ 39. Sh2 Axc2 40. Fxf3 Ad4 41. Kf2 Axf3+ 42. Kxf3 Fd5 ve b7’deki at düfler. Reti terk etti. San›r›m bu oyunu satranç tarihinin en güzel 44... fid4?? oyunu kabul etmek için yeterince neden var. Çeviri: Selim Gürcan / Satrancokulu.com Çözümler 142’nci sayfam›zdad›r. 155 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 4 156 6 4 15 Filiz Lelo¤lu Oskay SOLDAN SA⁄A: 1) “Biraz YUKARIDAN AfiA⁄IYA: Kül Biraz Duman O Benim 1) 1919-2003 y›llar› aras›nda ‹flte”, “Ayr›l›k Ümitlerin Öteyaflam›fl, daha çok köy manzasinde Bir fiehir” gibi besteleralar› yapm›fl Türk ressam›. rinin yan›s›ra birçok besteye “Nikos .....” (“Zorba”n›n yazar› de imzas›n› atm›fl olan ünlü olan Yunan edebiyatç›). 2) Vabestekâr›m›z. - “Ayna ve izin verdi¤i. - ‹liflkin. - ‹lim. Düfl”, “Dallar›n Güncesi”, Asya’da bir ›rmak. 3) Cilve. “Güllerin Ayd›nl›¤›ndan” adl› Tokat’›n pekmeziyle ünlü bir Bulmaca ilçesi. - Bilim adam›. - Stronsikitaplar› da bulunan Suriye as›ll› Lübnanl› flair. 2) Bir ifli yumun simgesi. 4) Prestij. - A¤yerine getirmek için verilen layan, inleyen. - Taban› kösesöz. - Sosyal olmayan. - Bir nota. 3) Kibar. - leden yap›lan topuksuz, hafif kaba Karakter. - “Alain .....” (Ünlü Frans›z aktör). ayakkab›. 5) Kusur. - Bir göz hastal›4) ‹flaret. - Kafa. - Ortaya ç›karma. - Kar›fl›k ¤›. 6) Sodyumun simgesi. - Arac›n terenkli. 5) Afrika’da bir baflkent. - Hayvan yi- kerlekler üzerinde yürümesini sa¤layece¤i. 6) Eski M›s›r’da günefl tanr›s›. - Göz- yan karoserin üzerine oturtuldu¤u islem. - Bafl derisini kaplayan k›llar. 7) Birin- kelet. - Romal›lar’da ay›n ortas›na veci ço¤ul flah›s. - Adapazar›’n›n bir ilçesi. - rilen ad. - Sarhofl ba¤›rmas›. - Bir taUtanç duyma. 8) Avrupa’da bir baflkent. - k›m›n gözde oyuncusu. 7) Hararet. Yeryüzünün herhangi bir yerinde hava 1920’lerde Hüseyin Cahit Yalç›n’›n olaylar›na ba¤l› olarak gerçekleflen etkilerin ç›kard›¤› gazete. - Osmanl›lar’da deuzun y›llar›n ortalamas›na dayanan durumu. niz eri. - Küçük su yolu. 8) Bir papa- Genifl topraklar› olan, sözü geçen, varl›kl› ¤an türü. - Türk Dil Kurumu’nun k›kimse. 9) Güney Amerika halk›ndan olan. - sa ad›. - En küçük sosyal topluluk. “Her Yerde Kar Var” adl› flark›s›yla tan›nan Uluslararas› Çal›flma Örgütü’nün k›sa Frans›z flark›c›. 10) Bir çiftçi arac›. - Sevilen yaz›l›fl›. 9) Bilinen ilk kad›n flair. bir ‹ngiliz biras›. - Do¤u Anadolu’da bir ›r- Baflkalar›. - Çevik. - Bir nota. mak. 11) ‹lgi eki. - Jean Pierre Jeunet’nin 10) Dünyan›n uydusu. - A¤›zda zor baflrolünü Audrey Tautou’nun oynad›¤› ün- eriyen bir fleker türü. - Dingil. - Lisan. lü filmi. - Girifl. 12) Saha, meydan. - “..... La- 11) Kastamonu’nun bir ilçesi. - Eski gerlöf” (1909 y›l›nda Nobel Edebiyat Ödülü dilde su. - Cet. 12) ‹spanyollar’›n sekazanm›fl ilk kad›n yazar). - ‹skambilde bir- vinç ünlemi. - Baston. - Azerbayli. 13) Küçük çan. - Bir ba¤laç. - Asya’da bir can’›n para birimi. 13) Selçuklular’da ülke. 14) “Kaba tabirle” anlam›nda bir söz- flehzadelerin e¤itimi ile ilgilenen kifli. cük. - Ankara Sanat Tiyatrosu’nun k›sa yaz›- - Vücudumuzdaki en büyük atardal›fl›. - Eksiksiz. 15) Dayan›kl›l›k. - At›n bir mar. - Tanr›tan›maz. 14) Çok tanr›l› yürüyüfl flekli. 16) Kalsiyumun simgesi. - Bir dinlerde küçük tanr› ya da tanr›ça ay ad›. - Eski dilde bayram. 17) Sebze ve heykelci¤i. - Devir. - A¤r› Da¤›’n›n meyvelerin yetifltirildi¤i ve hava koflullar›na eski ad›. 15) Batm›fl olan nesnenin, karfl› korundu¤u cam ve naylonla kapl› yer. yüzeye yak›n bal›klar›n yerini ve du- “..... fiehrin Hikayesi” (Charles Dickens’›n rumunu akustik dalgalarla belirleyen bir yap›t›) 18) Klakson. - Hile. 19) Vilayet. - sistem. - Ünlü M›s›r firavunu. - AnaMitolojide uçmay› baflaran ilk insan. 20) Gü- dolu’nun en eski ana tanr›ças›.• müfl. - Türk Silahl› Kuvvetleri’nin k›sa yaz›[email protected] l›fl›. - Belirti. 157 Bize Gönderilen Kitaplar Tümüyle kitapseverlere yönelik bu bölümümüzde, yeni yay›mlanan kitaplar›n duyurumu yap›lmaktad›r. Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzy›l›nda Balkanlar ve Osmanl› Devleti Sacit Kutlu ‹stanbul Bilgi Üniversitesi Yay›nlar› lastik ve El Cerrahisi Uzman› Dr. Sacit Kutlu’dan yeni, titiz ve özenli bir çal›flma. 2004 y›l›nda yay›mlad›¤› “Didâr-› Hürriyet Kartpostallarla ‹kinci Meflrutiyet (1908-1913)” kitab›yla yak›n tarihe bol görsel malzemeli bir bak›fl sunan yazar, bu kez Osmanl› tarihine tüm bir bak›fl sunuyor. Kitap, bugün yaflanan ve dal budak vermifl sorunlar›n köklerine do¤ru inerek çok de¤iflik aç›lardan gerçekleri ortaya koyuyor. Kuru, s›k›c› ve inand›r›c› olmayan anlat›m yerine yal›n, ak›c› ve ak›lc› bir bak›fl, bugüne de¤in birço¤u arflivlerde, kütüphanelerde P 158 sakl› kalan görsel malzemeler eflli¤inde okuyucuyu bir film izler gibi bilgilendiriyor, düflündürüyor. Yazd›klar›n› görünür k›lan Kutlu, Osmanl› bar›fl›, Avrupa’da ulus devletlerinin ortaya ç›k›fl›, ayd›nlanma, Balkanlar, Osmanl›’da yarat›lan ulus devletçikler, Ermeni sorunu, Jön Türk, ‹ttihat Terakki, Hürriyet’in ilan›, 31 Mart Vakas›, Osmanl›’n›n üç k›tada kendisini çöküfle götüren savafllar içinde bo¤uflmas›, Osmanl›’n›n tarihten çekilirken y›k›m ve yokluktan do¤an Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolu anlat›yor. Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti ‹dil Biret man içinde müzikli bir yolculuk kitab›. Kitab›n önsözünü yazan ve Frans›z Müzik Radyosu’nun önde gelen adlar›ndan Jean-Michel Damian’›n kaleminden ‹dil Biret: “Siz, müzisyenlerin, özellikle piyanistlerin dünyas›nda efsane olmufl bir kifliliksiniz. Efsanesiniz; çünkü herfleyden önce müzik dünyas›na en flafl›rt›c› harika çocuklardan biri olarak girdiniz. Bütün dünyay› büyülediniz, en büyüklerin hayranl›¤›n› kazand›n›z. Sizin için ‘Kim bu ‹dil Biret? Büyülü bir küçük k›z olarak ifle bafllayan, sonra da yaln›zca s›radan bir kariyer yapmakla kalmay›p bambaflka bir kiflilik kazanan bu sanatç› kim?’ diye soruyor herkes. Müzisyen arkadafllar bana önümüzdeki günlerde neler yapaca¤›m› sordular. Onlara ‹dil Biret’le buluflaca¤›m› söyledi¤imde bana ‹ngiltere kraliçesiyle buluflacakm›fl›m gibi imrenerek bakt›lar. Çünkü efsane olmufl, efli nadir görülen, bir parça da gizemli bir kiflisiniz siz.” ‹ki Kalas Bir Heves “Erol Günayd›n Kitab›” Emine Algan Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar› Dominique Xardel Can Yay›nlar› smet ‹nönü’nün destek verdi¤i ‹ Suna Kan ve ‹dil Biret için ç›kar›lan “Harika Çocuk Yasas›”yla Türkiye’nin ad›n› dünyaya duyuran sanatç›lar›m›zdan ‹dil Biret’le za- lli y›l› aflk›n süredir hiç sezdirmeden hepimizin yaflam›na s›z›veren bir oyuncu, Erol Günayd›n. Tiyatromuzun gülen yüzü... Bir bakars›n›z çocuk tiyatrosu kurup y›llarca bütün ülkeyi dolafl›r, bir bakars›n›z televizyonda Ay› Yogi’nin E sesidir. Akflehir’de Nasrettin Hoca’d›r. Ramazan aylar›nda meddaht›r. Bir bakars›n›z en tutulan oyunlara imza atm›flt›r, bir bakars›n›z en olmayacak projede köhne Anadolu otellerinde ekmek paras› peflindedir. Tiyatroyu para ve ün kazanmak için de¤il, baflka türlü olmayaca¤› için yapan bir sanatç› Erol Günayd›n... Onu yak›ndan tan›mak isteyenler için daha do¤rusu onunla sohbet etmek için bu kitap. Mutlu ve Baflar›l› Bir ‹fl Yaflam› ‹çin Profesyonel Zeka Hakan Yöney Remzi Kitabevi ›p ö¤rencilerine önerdi¤i ve anlatt›¤› “Organizasyonel Davran›fl” dersleriyle bu kitab›n ortaya ç›kt›¤›n› belirten ayn› zamanda psikiyatri uzman› olan yazar, “Profesyonel becerileri yüksek olan bireylerin oluflturdu¤u toplumlar›n daha üretken ve yaflamlar› için daha iyi koflullar oluflturabilen toplumlar olmalar› beklenir. Dolay›s›yla bireylerin kendilerinin, iflyerlerinin, e¤itim kurumlar›n›n, k›saca herkesin katk›da bulunmas›nda yarar olan bir faaliyet olarak görülmelidir. Bu çabalar›n sonucunda her bireyin potansiyeli topluma katk›da bulunacak flekilde harekete geçirilmifl olur” diyor.• T 159 Bir Fotograf Bin Sözcü¤e Bedeldir Fotograf: Mehmet Demirkol 160 TÜRK RESSAMLARI: Orhan Peker Portre Orhan Peker, 1927 y›l›nda Trabzon’da do¤du. ‹lkö¤renimini Trabzon’da yapt›ktan sonra ‹stanbul’da Avusturya Lisesi’nde okudu. 1946-1951 y›llar› aras›nda Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyubo¤lu Atölyesi’nde ö¤renim gördü. 1947 y›l›nda kimi arkadafllar›yla “On’lar” grubunu kurdu. 1951 y›l›nda ilk kez Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne kat›ld›. 1953 y›l›nda kiflisel sergisini açt›. 1965 y›l›nda Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü ald›. Atlar, at arabalar›, natürmortlar, kufllar üzerine yo¤unlaflt›¤› ya¤l›boya resimleriyle, desen ve çizimlerinde leke ve boyan›n getirdi¤i tüm olanaklar› kulland›. 1978 y›l›nda ‹stanbul’da yaflama veda eden Ressam Orhan Peker’in resimlerinde usta bir “Pentür” boya dokusu bulunur.