TÜRKĠYE’DE TOPLUMSAL BOYUTUYLA BĠREY-TOPLUM-DEVLET ĠLĠġKĠLERĠ KAPSAMINDA VERGĠ (ANKARA ÖRNEĞĠ) O. Fatih ġEHĠTOĞLU YÜKSEK LĠSANS TEZĠ SOSYOLOJĠ ANABĠLĠM DALI SOSYOLOJĠ BĠLĠM DALI GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ NĠSAN 2015 iv TÜRKĠYE‟DE TOPLUMSAL BOYUTUYLA BĠREY-TOPLUM-DEVLET ĠLĠġKĠLERĠ KAPSAMINDA VERGĠ (ANKARA ÖRNEĞĠ) (Yüksek Lisans Tezi) O. Fatih ġEHĠTOĞLU GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ Nisan 2015 ÖZET Vergi, kaynakların paylaĢılmasında ekonomik yönü kadar toplumu değiĢtirme ve dönüĢtürme gücü bakımından sosyal yönü de olan bir argümandır. Vergileme sürecinde, taraflar arasında değiĢik, çok yönlü, komplike ve çoğu kez çatıĢma riski taĢıyan iliĢkiler cereyan etmekte ve bu iliĢkilerin giderek gerildiği görülmektedir. Bu açıdan, devletle mükellefin mecburi bu iliĢkisinin sosyal açıdan çözümlenmesi bir gereklilik olarak karĢımıza çıkmaktadır. Eğer bu çözümleme, sağlıklı olarak gerçekleĢtirilebilirse yani sosyoloji ile vergi arasındaki uyum sağlanabilirse, yaĢanan problemlerin tespitinde ve çözümünde önemli bir basamak olacak, tarafların birbirlerini anlaması mümkün hale gelecek ve böylece sosyal barıĢın önündeki engellerden biri ortadan kalkacaktır. Mükelleflerdeki vergiye karĢı gösterdikleri olumsuz tutum, davranıĢlara uyumsuzluk olarak yansımakta ve mükellef vergi ödememenin çarelerini aramaya baĢlamaktadır. Bir “sapma davranıĢı” olarak da tanımlanabilecek bu tür anomik durumlar, yerleĢik bir vergi ahlakının olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, mükellefi yeterli bilince ulaĢtırma adına gösterilecek gayretler doğrudan vergi gelirlerini artırıcı, dolaylı olarak da gelir dağılımını adaletli bir Ģekle sokucu etkisi nedeniyle oldukça önem arz etmektedir. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler Sayfa Adedi Tez DanıĢmanı : : : : 1138 Vergi ahlakı, sapma, vergi anomisi 148 Doç. Dr. Serdar SAĞLAM v TAXATION IN SCOPE OF INDIVIDUAL-SOCIETY- GOVERNMENT RELATIONS WITH IT‟S SOCIAL DIMENSION IN TURKEY (ANKARA EXAMPLE) (M.S. Thesis) O. Fatih ġEHĠTOĞLU GAZĠ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES April 2015 ABSTRACT Tax is an argument in terms of allocation of resources in economic aspect, and inversion&conversion of society in social aspect. During the taxation process; various, sophisticated, complicated and entertaining high risk of dispute interactions between parties take place and it is observed that these interactions are tensed gradually. Therefore, it is necessary to analyze this compulsory interaction between government and taxpayer in social aspect. If this analysis is made properly, in other words if the coordination between sociology and taxation is facilitated, it would be an important stepping stone to address and to solve the current problems, and it would be possible for both parties to understand each other and thus one of the major obstacles for social peace would be removed. Taxpayers‟ negative attitude towards tax reflects their acts adversely, so they start to find a way to avoid paying tax. These anomic circumstances, which can also be described as “behavioral variance”, are resulted from lack of established tax ethics. For this reason, it is considerably important to make efforts that results to raise awareness of taxpayers to increase tax income directly and also to maintain the fair income distribution indirectly. Science Code Key Words No. of pages Supervisor : : : : 1138 Tax ethic, variance, tax anomie 148 Doç. Dr. Serdar SAĞLAM vi TEġEKKÜR Bu çalıĢmanın yürütülmesinde yardım ve desteğini esirgemeyen danıĢmanım Doç. Dr. Serdar SAĞLAM‟a, konulara getirdiği farklı bakıĢ açılarıyla beni çok yönlü düĢünmeye teĢvik eden ve kıymetli desteklerini gördüğüm Prof. Dr. Hayati BEġĠRLĠ‟ye, yaptığım görüĢmelerde bana yardımcı olan Ankara BaĢkent Vergi Dairesi idareci ve çalıĢanlarına, ayrıca yine görüĢmelerde sorularımı nezaketle, samimiyetle cevaplayan tüm görüĢmecilere teĢekkür ederim. vii ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa ÖZET .............................................................................................................................. iv ABSTRACT ................................................................................................................... v TEġEKKÜR .................................................................................................................... vi ĠÇĠNDEKĠLER .............................................................................................................. vii ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ............................................................................................. xi HARĠTALARIN LĠSTESĠ ................................................................................................. xii KISALTMALAR ............................................................................................................ xiii GĠRĠġ .............................................................................................................................. 1 1. BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Temel Kavramlar ............................................................................................................................................ 5 1.1.1. Vergi ................................................................................................................. 5 1.1.1.1. Verginin Tanımı ......................................................................................... 6 1.1.1.2. Verginin GeliĢimi ....................................................................................... 9 1.1.1.3. Vergileme Zihniyeti ................................................................................... 10 1.1.2. Vergi Ahlakı ..................................................................................................... 11 1.1.2.1. Vergi Ahlakının Tanımı ............................................................................. 13 1.1.2.2. Vergi Uyumu.............................................................................................. 14 1.1.2.3. Vergi Kültürü ............................................................................................. 20 1.1.2.4. Sapma Kavramı ve Vergi Anomisi ............................................................ 23 1.1.3. Vergi Sosyolojisi .............................................................................................. 27 1.1.4. Vergi Psikolojisi ............................................................................................... 29 viii Sayfa 1.1.4.1. Vergi Algılaması ........................................................................................ 31 1.1.4.2. Toplum Adamı Üzerine.............................................................................. 33 2. BÖLÜM VERGĠNĠN SOSYO-KÜLTÜREL ve SOSYO-EKONOMĠK YAPI ĠÇĠNDEKĠ YERĠ 2.1. Tarihi Süreçte Vergi ....................................................................................................................................... 37 2.1.1. Genel BakıĢ ve Verginin Ortaya ÇıkıĢı ............................................................. 37 2.1.2. Sanayi Devrimi ve Sonrası................................................................................. 40 2.1.3. GeçmiĢten Günümüze Türklerde Vergi ............................................................. 44 2.1.3.1. Ġslamiyet Öncesi Dönem ............................................................................ 44 2.1.3.2. Ġslamiyet‟ten Sonra .................................................................................... 45 2.1.3.3. Ġlk Anayasalar ve Cumhuriyet Dönemi ...................................................... 48 2.2. Mükelleflerin Vergiye KarĢı DavranıĢlarını Belirleyen Etkenler ......................................... 50 2.2.1. Sosyo-Kültürel Etkenler....................................................................................... 50 2.2.1.1. Demokrasi AnlayıĢı ve Devlete Güven ...................................................... 51 2.2.1.2. Ġnançlar ve Gelenekler ................................................................................ 52 2.2.1.3. Demografik Özellikler (YaĢ, Cinsiyet, Medeni Durum, Eğitim) ................ 52 2.2.1.4. Sosyal Statü ve YaĢam ġekli ...................................................................... 54 2.2.1.5. Vergi Ahlakı ............................................................................................... 54 2.2.2. Mali Etkenler..................................................................................................... 55 2.2.2.1. Vergi Oranları ve Vergi Yükü .................................................................... 55 2.2.2.2. Gelir Seviyesi ............................................................................................. 58 2.2.2.3. Kamu Harcamaları ..................................................................................... 59 ix Sayfa 2.2.2.4. Kayıt dıĢı Ekonomi ve Yolsuzluk............................................................... 61 2.2.2.5. Vergi Adaleti ve Vergi Sisteminin Yapısı ............................................. 62 2.2.2.6. Vergi Suç, Ceza ve Afları ........................................................................... 68 2.2.2.7. Vergi Ġdaresinin Etkinliği ........................................................................... 71 2.2.2.8. Meslek Mensuplarının Etkisi ...................................................................... 74 2.3. Vergi Direnci ve Mükellef Tepkileri..................................................................................................... 74 2.3.1. Pasif Tepki ........................................................................................................ 76 2.3.2. Aktif Tepki ........................................................................................................ 77 3. BÖLÜM ARAġTIRMANIN KONUSU, AMACI ve YÖNTEMĠ 3.1. AraĢtırmanın Konusu .................................................................................................. 81 3.2. AraĢtırmanın Amacı .................................................................................................... 82 3.3. AraĢtırmanın Yöntemi ................................................................................................ 82 3.3.1. AraĢtırmanın Temel AĢamaları ............................................................................ 83 3.3.2. Kapsam ve Sınırlılıklar ......................................................................................... 85 3.3.3. Veri Toplama ........................................................................................................ 85 3.3.3.1. Evren ve Örneklem..................................................................................... 85 3.3.3.2. Veri Toplama Teknikleri ............................................................................ 96 3.3.3.3. Verilerin Analizi ......................................................................................... 97 3.4. AraĢtırma Bulguları .................................................................................................... 97 SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME .................................................................................. 133 KAYNAKLAR ................................................................................................................ 143 EKLER ............................................................................................................................ 149 x Sayfa EK-1. GörüĢme formu...................................................................................................... 150 ÖZGEÇMĠġ ........................................................................................................................ 152 xi ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ Çizelge Sayfa Çizelge 1.1. Vergi dairesi bazında mükellef sayıları .......................................................... 87 Çizelge 1.2. Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması ......... 90 Çizelge 1.3. Ankara serbest muhasebeciler mali mücavirler odası üye sayısı .................... 93 Çizelge 1.4. GörüĢme yapılan kiĢiler ve özellikleri tablosu............................................... 94 xii HARĠTALARIN LĠSTESĠ Harita Harita 1.1. Ankara baĢkent vergi dairesinin yetki alanı haritası ...................................... Sayfa 92 xiii KISALTMALAR Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur. Kısaltmalar Açıklamalar GSMH Gayri Safi Milli Hâsıla GV Gelir Vergisi ĠYUK Ġdari Yargılama Usulü Kanunu KDV Katma Değer Vergisi KĠT Kamu Ġktisadi TeĢebbüsleri KV Kurumlar Vergisi MTV Motorlu TaĢıtlar Vergisi SGK Sosyal Güvenlik Kurumu SMMM Serbest Muhasebeci Mali MüĢavir TÜRMOB Türkiye Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler ve Yeminli Mali MüĢavirler Odaları Birliği ÖTV Özel Tüketim Vergisi UYAP Ulusal Yargı Ağı BiliĢim Sistemi VUK Vergi Usul Kanunu 6183 Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun 1 1. GĠRĠġ Kamu maliyesi ve onun en önemli ayağı olan vergi, birey-devlet ve toplum-devlet iliĢkisinin hukuki zemindeki karĢılığıdır. Doğrudan, karĢılıklı ve somut olan bu iliĢki taraflar için farklı anlamlar taĢımakla birlikte, iliĢkinin çerçevesindeki hâkim renk devlete aittir. Vergi, devlet için kamu hizmetlerini finanse etmek amacıyla egemenlik yetkisine dayanarak zorla tahsil ettiği gelir iken mükellef için bir çeĢit yük olarak kabul edilmektedir. Devlet, vergi toplarken ekonomik büyüklüğün neredeyse çeyreğini piyasadan çekmekte ve yürüttüğü siyaset gereği bu tutarı farklı kanallardan tekrar ekonomiye aktarmaktadır. Mükelleflerdeki vergiye karĢı olan olumsuz tutum, davranıĢlara uyumsuzluk olarak yansımakta ve mükellef vergi ödememenin çarelerini aramaya baĢlamaktadır. Kabaca, vergi kaçakçılığı ve vergiden kaçınma olarak adlandırılan böylesi tepkiler, devletin gelir kaynaklarında önemli azalmalara sebep olmaktadır. Bir “sapma davranıĢı” olarak da tanımlanabilecek bu durum, yerleĢik bir vergi ahlakının olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, mükellefi yeterli bilince ulaĢtırma adına gösterilecek gayretler doğrudan vergi gelirlerini artırıcı, dolaylı olarak da gelir dağılımını adaletli bir Ģekle sokucu etkisi nedeniyle oldukça önem arz etmektedir. Toplumsal yaĢamda insan unsurunu ihmal eden bir yapı/sistem velev ki mali yapı da olsa eksiktir ve aksaktır. Bu açıdan, insanı temel alan mali bir yaklaĢımın, yaĢanan problemlerin tespitinde ve çözümünde önemli bir basamak olacağı açıktır. ĠĢte tam da bu aĢamada devreye giren “vergi sosyolojisi”, yapılacak yasal düzenlemelerde ve vergi politikasının uygulanmasında karĢılaĢılan insan temelli problemlerde ufuk açıcı öneriler sunabilir. Konuyla ilgili yapılmıĢ olan bölgesel ve ulusal boyuttaki araĢtırmalardan elde edilen çıkarımlar, adaletli bir vergi sisteminin inĢasında veri olarak kullanılabilir. Anayasamızda vergi 73. maddede tanımlanmıĢ, mali yükümlülüklerin kanunla getirilebileceği dile getirilmiĢ, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtımının verginin sosyal amacı olduğundan bahsedilmiĢtir. Demek ki verginin sosyal amacının varlığı, normlar hiyerarĢisinde en üstte yer alan Anayasamızda da açıkça ifade edilmiĢ bulunmaktadır. Buradan hareketle, bahsi geçen sosyal amacın gerçekleĢtirilebilmesi için, 2 vergileme sürecinde devletle (aktif taraf) mükellef (pasif taraf) arasındaki iliĢkinin çözümlenmesi gerekliliği açık bir Ģekilde görülmektedir. ĠĢte bu çalıĢmayla, vergiye bakıĢ açısı ve vergi verme davranıĢının anlaĢılması amaçlanmıĢtır ki çatıĢmanın kuvvetle muhtemel olduğu böylesi bir alanın çözümlenmesi, sosyal barıĢa bir adım daha yaklaĢıldığının göstergesi olacaktır. ÇalıĢmanın; I. Bölümünde; genel hatlarıyla temel kavramlar açıklanmaktadır; bunlardan verginin tanımı yapılmakta, geliĢim sürecinden bahsedilmekte ve vergileme zihniyeti ele alınmaktadır. Ardından vergi ahlakı ve bağlantılı olduğu düĢünülen vergi uyumu ile vergi kültürü üzerinde durulmakta, sapma kavramından hareketle vergi anomisinin çerçevesi çizilmektedir. Vergi Sosyolojisi ve Vergi Psikolojisi diğer alt baĢlıklar olarak bölümde yer almaktadır. Bunlardan Vergi Psikolojisinde, verginin algılanıĢını takiben toplum adamına değinilmektedir. II. Bölümünde; verginin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı içindeki yeri ele alınmaktadır. Bölüme verginin tarihi süreçteki karĢılığına genel bir bakıĢ açısıyla girilmekte, sanayi devrimiyle devam edilmekte ve tüm bu süreçlerin bizcesi anlamında geçmiĢten günümüze verginin Türk toplumundaki ifadesi ortaya konulmaktadır. Ardından mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarını belirleyen etkenler, sosyo-kültürel ve mali etkenler ana baĢlıklarında incelenmektedir. Sosyo-kültürel etkenler altında; demokrasi anlayıĢı ve devlete güven, inançlar ve gelenekler, demografik özellikler, sosyal statü ve yaĢam Ģekli ile vergi kültürü yer almaktadır. Mali etkenler altında ise; vergi oranları ve vergi yükü, gelir seviyesi, kamu harcamaları, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluk, vergi adalet ve vergi sisteminin yapısı, vergi suç, ceza ve afları, vergi idaresinin etkinliği ve meslek mensuplarının etkisi sıralanmaktadır. Bu bölümün son alt baĢlığında da vergi direnci ve mükellef tepkileri ele alınmakta, tepkiler aktif ve pasif olarak iki ayrı baĢlıkla incelenmektedir. III. Bölümünde; araĢtırmanın konusu, amacı ve yöntemi üzerinde durulmaktadır. Tezin konusunu, verginin toplumda algılanma biçimi, bunun altında yatan sebepler ve tüm bu sürecin davranıĢlara yansıması oluĢturmaktadır. Bu çalıĢmayla; bireylerin vergiyi algılama biçimleri, takındıkları tavırlar ve davranıĢların muhtemel sonuçlarını anlayabilme amaçlanmaktadır. Nitel araĢtırma yönteminin kullanıldığı çalıĢmada, Ankara Ġlinin 3 Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, meslek mensupları ve vergi idaresi çalıĢanlarından oluĢan grup, amaçlı örneklem metoduyla seçilmiĢ, yarı yapılandırılmıĢ temel sorularla yapılan görüĢmelerde notlar alınmıĢ ve veriler düzenlenerek analiz edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu süreçte sınırlılık anlamında mükelleflerin denetlenme endiĢesi, vergi dairesi çalıĢanlarının da çekimserlikleri karĢımıza çıkmıĢ bulunmaktadır. Son olarak bu bölümde, yapılan saha çalıĢmasının sonuçları AraĢtırma Bulguları baĢlığıyla gözler önüne serilmektedir. GörüĢmelerde elde edilen veriler, çalıĢmanın ilk iki kısmında yer alan kuramlar ve kavramlar ıĢığında yorumlanmaya çalıĢılmaktadır. Sonuç ve Değerlendirme kısmındaysa; yapılan çalıĢmanın konusu, amacı, yöntemi, sonuçların yorumlanması, çalıĢmanın sınırlılıkları ve çözüm önerileri konusunda kısa bir özet yar almaktadır. 4 5 1. BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE Bu bölümde tezin konusunu oluĢturan kavramlar üzerinde durulmuĢtur. Bu çerçevede; verginin tanımı ve geliĢimi ele alınmıĢ, vergileme zihniyetine değinilmiĢtir. Ardından vergi ahlakı baĢlığın altında kavramın tanımı yapılmıĢ, vergi uyumu ve vergi kültürü incelenmiĢ, sapma kavramı temelinde vergi anomisi ele alınmıĢtır. Sonrasında ise vergi sosyolojisi, vergi psikolojisi ve vergi psikolojisinin altında vergi algılamasından söz edilerek “Toplum Adamı” nın değerlendirilmesi yapılmıĢtır. 1.1. Temel Kavramlar 1.1.1. Vergi Ġnsan, Ġbn-i Tufeyli‟nin resmettiği Hay bin Yakzan veya Daniel Defoe'nun kaleme aldığı Robinson Crusoe tarzı tek baĢına yaĢam sürebilecek bir varlık değildir, bilakis insan sosyal bir varlıktır. Zira insan, bireysel anlamda ne kadar üstün özelliklere sahip olursa olsun, bu özellikler yalnız bir hayata geçit vermemektedir (Ġbn-i Haldun, 1988: 79). Ġnsanın beraber yaĢama zorunluluğu farklı organizasyonların doğmasına sebep olmuĢtur. GeçmiĢten gelen ve insanlık tarihiyle yaĢıt olan bu gereklilik sebebiyle, ortaya çıkan en kapsamlı organizasyon Ģekli devlettir. Devlet, toplum bireylerinin bir arada yaĢamaktan doğan müĢterek ihtiyaçları ile isteklerinin teminini amaçlar (Akdoğan, 2007: 2). Dolayısıyla toplum için genel fayda sağlayacağı varsayılan bir hizmet, ilgili organ tarafından kamu hizmeti olarak saptanır. Bir kamu hizmetinin bu Ģekilde saptanması onun gerçekleĢmesi için gereken giderlerin toplum fertleri tarafından karĢılanmasını gerektirir (Erginay, 2003: 11). Ġhtiyaçlar psikolojik bir gerçektir (Erkan, 2000: 160) dolayısıyla toplumsal mal ve hizmet üretilerek, ihtiyaçlar karĢılanma yoluna gidilir ve bu Ģekilde toplumun tümüne yarar sağlanmıĢ olur. Kamusal ihtiyaçlar adalet, eğitim, sağlık, savunma, sosyal güvenlik, vb. gibi hizmetlerle giderilmekte olup, kiĢilerin dıĢsal ve içsel türde fayda elde etmelerini sağlayan (ġener, 1996: 7) ve toplumun müĢterek nitelikteki ihtiyaçlarının karĢılanması bakımından, 6 devletin yapmak zorunda olduğu hizmetlerdir (Akdoğan, 2007: 39). Özel mallardan farklı olarak buradaki fayda “milyonlarca tüketici tarafından paylaĢılmasına rağmen her bir birey için eĢit” olarak gerçekleĢmektedir (Akdoğan, 2007: 45). Hatta kamu hizmetlerinin gerektirdiği fedakârlıkta bulunmayanlar dahi bu hizmetlerin faydasından mahrum edilememekte yani dıĢlanamamaktadır dolayısıyla kamu hizmetlerinden yararlanma ile yapılan fedakârlık arasında doğrudan bir iliĢki bulunmamaktadır (Türk, 2002: 10). Toplumsal mal ve hizmetler, devlet tarafından üretilmez ise, baĢka türlü üretilemeyecek nitelikte olup fiyatlandırılamamakta, piyasa konusu edilememekte ve pazarlanamamaktadırlar. KiĢisel bir bedel ödenemeyeceği gibi faydasından toplum bireyleri kısmen veya tamamen yoksun bırakılamamakta, herhangi bir kimseye tahsisi yapılamamakta bilakis faydadan tüm bireyler aynı derecede yararlanmaktadırlar (Akdoğan, 2007: 41-43). Toplumsal ihtiyaçların karĢılanmasında birim maliyet tespit edilemez, ancak toplu maliyet söz konusudur (Türk, 2002: 10) ve bu maliyet yani üretilen kamusal mal ve hizmetlerin bedeli vatandaĢtan toplanan vergilerle finanse edilmektedir. Toplumsal ihtiyaçların giderilmesinde kullanılan bu mal ve hizmetler, bireylere doğrudan veya dolaylı yollarla devlet eliyle götürülmektedir; birey ise tüm bu süreçte oy kullanırken yaptığı tercihle siyasete yani kamu harcamalarına yön vermektedir. 1.1.1.1. Verginin Tanımı Rousseau vergiyi Toplumsal Sözleşme ile irtibatlandırarak izah etme yoluna gider; vergi devletin vatandaĢlara sunduğu hizmetin bedelidir (2006). Montesquieu ise vergiyi bir sigorta primi gibi ele alır; kiĢi servet veya gelirinin tümünü koruyabilmek için onların çok küçük bir parçasını devlete vermelidir, o da vergidir. F. Neumark‟da vergi “iktisadi kıymete sahip olanların, siyasi cebir altında devlete ya da idari yetkilere sahip devletin diğer Ģahıslarına bir karĢılık gerektirmeksizin yaptığı transferdir” (Mutlu, 2009: 6-9) Ģekliyle karĢılık bulur. Bugünkü anlamda vergi, modern zamanların yani günümüz dünyasının bir ürünüdür, sürekli olarak da ekonomik/toplumsal hayatla birlikte değiĢmeye/geliĢmeye devam etmektedir. Bu anlamda Türk, verginin “sanayi inkılabıyla ortaya çıktığından” bahisle “pazar ekonomisine paralel bir geliĢme gösterdiğinin” üzerinde durmaktadır (2002: 143). Aynı hususta Nadaroğlu, vergiyi “çeĢitli değiĢiklikler geçirmiĢ, anlam ve kavram 7 olarak farklı dönemlerde farklı yorumlara maruz kalmıĢ mali, iktisadi, sosyal, hukuki, politik hatta ahlaki yönleri ile kompleks bir müessese” (1992: 217-218) olarak ifade etmekte; Akdoğan ise “tanımın günün koĢullarına ve tanımı yapan kiĢinin yaklaĢımına bağlı olarak farklılıklar gösterdiğini” (2007: 117) belirtmektedir. Kamu gelirleri, “devlet veya diğer kamu kuruluĢlarının, kamu ihtiyaçlarından doğan giderlerini karĢılamak için vergilendirme yetkilerine dayanarak elde ettikleri bütün değerler”dir (Erginay, 2003: 16). Kamu harcamalarının karĢılığının bulunması bakımından vergi “en demokratik finansman usulü” (Türk, 2002: 112) olup kamu gelirleri içinde önemli bir yere sahiptir. Zira bireyler, siyasi yapı içinde kullanacakları oy ile tercihlerini süreçte etkili olarak kullanmakta (Akdoğan, 2007: 46) ve bu açıdan bakılırsa “vergide rızanın” bulunduğu dahi söylenebilmektedir (Erginay, 2003: 38). Nadaroğlu‟na göre vergi; “kamusal görevlerin yerine getirilmesi amacıyla ekonomik birimlerden kanunda öngörülen esaslara uymak kaydıyla ve hukuki cebir altında, özel bir karĢılık beklemeksizin geri vermemek üzere aldıkları parasal tutar”ın karĢılığıdır (Mutlu, 2009: 7). Vergi, “dayanağını egemenlik gücünden alan ve bireylerin toplum adına yapmıĢ olduğu mali fedakârlıktır” (Akdoğan, 2007: 4-45). Benzer bir yaklaĢımla “kamu hizmetlerinin gerektirdiği fedakârlıktan” kimsenin vazgeçemeyeceği ifade edilmektedir (Türk, 2002: 10). Vergi, devletin kamu hizmetlerini karĢılamak için fertlerden “zora dayanarak” aldığı ekonomik değer olarak ifade edilmekte “vergide fertler bakımından bir karĢılık yoktur; vergi gelirleri kamu hizmetlerine, fertlerin bu hizmetlerden faydalanma derecesine bakılmaksızın harcanır” denilmekte (Erginay, 2003: 18-19). Anayasanın “Vergi Ödevi” baĢlıklı 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karĢılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. … malî yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır” ifadeleri yer almaktadır. Dolayısıyla Anayasaya göre tanımlayacak olursak vergi; herkesin kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali gücü oranında ve kanun çerçevesinde ödeyeceği bir yükümlülüktür. Zaman içinde ekonomik ve toplumsal süreçle geliĢmiĢ olan verginin, mali bir kurum olması öne çıkan özelliği olsa da günümüzde toplumsal yanı her geçen gün kendini daha fazla hissettirmektedir. Ortaya çıkan “bu yükün” (Akdoğan, 2007: 45) toplumu değiĢtirme/dönüĢtürme özelliği gözden uzak tutulmamalıdır. Devlet alt gelir gruplarının 8 ihtiyacı olan mal ve hizmetleri üretmekte (yeĢil kart, toplu taĢıma, genel sağlık, vb. gibi) ve maliyetlerinin altında düĢük fiyattan faydalanmayı sağlamaktadır. Transfer harcamalarıyla yapılabilen bu harcamaların kaynağı, vatandaĢlardan artan oranlı tarife ile vergilendirilerek karĢılanmaktadır. Dolayısıyla gelir dağılımındaki adaletsizliği giderme amaçlı bu transfer, bireylerin harcanabilir gelirinde bir azalmaya sebep olmakta, özellikle de vergilerdeki bir artıĢ tasarruf kabiliyetini azaltmakta ve sonuçta vatandaĢın tepkisine sebep olmaktadır. Eğer toplumsal anlamda bu süreç iyi yönetilebilirse “aynı toprağın suyla olan iliĢkisi gibi, vergi de devlet kanalıyla kamu harcaması ile ekonomiye dönecek ve ekonominin verimliliğini artırıcı etki” yapacaktır (Akdoğan, 2007: 128). Hatta “Para sirkülasyonunun kifayetli olmadığı ve yer yer ayni ekonominin hâkim bulunduğu, yatırım temayülünden ziyade gösteriĢ istihlaki temayülünün kuvvetli olduğu memleketimizde vergileme, vücudun muayyen bir yerinde pıhtılaĢmıĢ olan kanın dolaĢıma katılmasını temine” yaramakta ve bu dolaĢım bütün organizmayı canlandırmaktadır; bu anlamda Ġngiltere‟de Gelir Vergisi “uzvi bir sosyal değiĢme halinde” (Kurtkan, 1968: 176, 171) ortaya çıkmıĢ durumdadır. Bazı kimselerse vergi yolu ile milli gelirin yeniden dağıtımını yalnız gereksiz değil aynı zamanda zararlı görmüĢlerdir. Onlara göre vergi, kiĢinin çalıĢma isteğini yıkmakta; olanaksız duruma getirmese bile, kiĢinin birikim yapabilmesini gittikçe artan bir biçimde güçleĢtirmektedir (Talas, 1980: 118). Vergi bazen belirli bir kaynağın kullanımını kısmak için yürürlüğe konulabildiği gibi genel tüketim kapasitesini azaltmaya yönelik olarak da yürürlüğe konulabilmektedir (Akdoğan, 2007: 116) yani vergi teĢvik edici olarak veyahut yasaklayıcı bir araç olarak kullanılabilmektedir (ġener, 1996: 16). Bu duruma pratik hayatta uygulanagelen değiĢik örnekler vermek mümkündür; yurtdıĢına çıkıĢta alınan harcın yüksekliği seyahat özgürlüğünü kısıtlayabilmekte ya da mahkeme harcının yüksekliği vatandaĢın hakkını aramasını engelleyici olabilmektedir. Üzerinde bunca durduğumuz “vergi” nin bazı aktörleri vardır; mükellefler, vergi idaresi çalıĢanları, meslek mensupları (muhasebeciler, mali müĢavirler), politikacılar ve akademisyenler ve tabiidir ki bu aktörler arasında sürekli bir iletiĢim ve etkileĢim vardır. 9 1.1.1.2. Verginin GeliĢimi Vergilerin geleneksel iĢlevi, devletin sosyal mal ve hizmet üretebilmesi için finansman sağlamasıdır. Klasik devlet anlayıĢı tarafsız maliye anlayıĢına sahip olduğu için vergilemeye finansman amacı dıĢında bir amaç yüklememiĢtir ancak Keynesyen iktisadın ortaya çıkmasıyla, tam istihdam ve büyümeyi sağlamak için fonksiyonel maliye gündeme gelmiĢtir (Mutlu, 2009: 8). Böylece vergiler, maliye politikasının en önemli aracı olarak görülmeye baĢlanmıĢtır. Devletin faaliyet alanının geniĢlemesiyle sınırlı hizmetleri öngören “koruyucu devlet” anlayıĢı gittikçe değiĢerek “sosyal devlet” anlayıĢına dönüĢmüĢ ve kamu ihtiyaçları, toplumun ekonomik ve sosyal açıdan geliĢimine bağlı olarak gittikçe artmıĢtır (Akdoğan, 2007: 5, 38). Öyle ki bu değiĢimde sanayi devriminin payı büyüktür zira devletin yaptığı hizmetler devamlı hale gelmiĢ ve bu durum da kaynakların sürekliliğini zorunlu kılmıĢtır. Bu açıdan sanayi devrimi kamu hizmetlerinin çeĢitlenmesine ve zamanla yoğunluk kazanmasına (Türk, 2002: 2) sebep olmuĢtur. Belki de asıl değiĢen farkındalığın artması sebebiyle insanların sosyal riskleri daha çok algılar hale gelmesiydi. Türk, bu durumu Ģöyle örneklendirir; “insanlar nasıl Edison‟a gelinceye kadar elektro manyetik dalgaların içinde yaĢadıkları halde elektriğin farkında olmadılar ise, toplumlar da sanayi toplumu oluncaya kadar, sosyal risklerin farkında olmadılar” (2002: 6, 11). ĠĢte bu sebeple toplumsal ihtiyaçların karĢılanmasında özel mali araçlar geliĢtirilmiĢtir ve vergi de bu mali araçların en önde gelenidir. Vergileme yetkisinin sınırlandırılması, demokratik geliĢmelerin de baĢlangıcı kabul edilmektedir. Bu anlamda Magna Carta, özgürlük ve anayasa anlayıĢında bir dönüm noktası olmuĢ, sağlanan toplumsal mutabakat sayesinde kralın sınırsız vergileme yetkisi parlamentolara devredilmeye baĢlanmıĢtır. Vergileme yetkisinin parlamentolara devredilmesi, temsili demokrasi sistemi de hesaba katılırsa yeni vergilerin iĢlerlik kazanmasında dolaylı da olsa fertlerin rızasının alındığı anlamına gelmektedir. DeğiĢimin kaynağı; yürürlüğe koyulan yasalar ve yürütülen politikalar aracılığıyla hükümetler olabileceği gibi toplumsal hareketler, ekonomik geliĢmeler, teknolojik geliĢmeler veya çevresel faktörler de olabilmektedir (Marshall, 2009: 137). ĠĢte tam da bu anlamda vergi, fonksiyon itibariyle çok büyük toplumsal değiĢimlerin öncülüğünü 10 yapabilecek bir öneme sahiptir. Buna en güzel örnek günümüz Amerika‟sının kuruluĢudur; özgürlük mücadelesinde ağır, haksız ve keyfi vergiler temel hareket noktası olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, Ġngilizlerin o dönemde aldıkları vergiler “dağınık haldeki koloniler arasında birleĢtirici bir iĢlev” (Aktan, Dileyici ve Saraç, 2002: 167) yerine getirmiĢ ve sonuçta alınan galibiyetle 4 Temmuz 1776 tarihinde Amerika bağımsızlığını ilan etmiĢtir. Günümüzde vergi, uluslararası iliĢkilerin geliĢmesinden dolayı ulusal boyutları çoktan aĢmıĢ, mali zeminin daha geniĢ bir platformda düĢünülmesi gerekliliği kendini göstermiĢtir. Bu durum ise “uluslararası vergi hukuku ve uluslararası maliyenin" (Akdoğan, 2007: 20) ortaya çıkmasına neden olmuĢtur. 1.1.1.3. Vergileme Zihniyeti Vergileme bir borç-alacak iliĢkisi olup, vergi alacaklısı (devlet) ve vergi borçlusu (bireyler ve firmalar) bu iliĢkinin taraflarını oluĢturur. Maddi zora dayalı karĢılıksız verilen bir değeri ifade etmesi itibariyle verginin doğasında potansiyel bir direnç zaten mevcuttur. Devlet egemenlik hakkını kullanarak, vergilemede kendisine maddi ve hukuki zor kullanma yetkisi tanımaktadır (Gök, 2007) zira egemenlik teorisine göre vergi koymak devletin hakkı, ödemek ise vatandaĢın görevidir dolayısıyla vergileme zihniyeti devlet zihniyetinin bir alt kavramıdır (Mutlu, 2009: 1, 10). Bu açıdan, XIV. Louis‟e devlet adamlarının yazdığı muhtırada “teb‟anız size her Ģeyi vermekle hakikatte bir Ģey vermiĢ olmuyorlar, çünkü onların elinde bulunanlar zaten sizindir” cümlesi vergileme zihniyetindeki mutlakıyet anlayıĢının veciz bir ifadesidir (Dikmen, 1964: 65, 66). Psikolojik, sosyolojik ve hukuki faktörleri barındıran bu karmaĢık iliĢkide arzu edilen sonuç, devletin vergilemede adil olması, bununla beraber mükelleflerin vergiye gönüllü uyum sağlamasıdır (Gök, 2007). Vergilemeye dönük temel anlayıĢları ifade eden vergileme zihniyeti, öncelikle milli kültürün bir parçasıdır ve vergileme zihniyetini milli kültürle iç içe olan vergi kültürü önemli ölçüde etkilemektedir (Mutlu, 2009: 17, 24). Bu açıdan vergileme zihniyetini; yetkili çevreler (saray, bürokrasi, memurlar,..), vergi ile ortaya çıkmıĢ kurumlar (iltizam sistemi, tımar sistemi,..), vergi kanunları, ahlaki kaideler, kamuoyu,.. gibi unsurların (Ülgener, 1941) belirlediği görülmektedir. 11 Klasiklere göre vergi, sadece mali amaçla yani devletin giderlerini karĢılamak için toplanmıĢken zamanla vergilemenin amacında değiĢiklikler ortaya çıkmıĢtır. Devlet, vergiyi, gelir elde etme amacının yanında ekonomik ve sosyal bazı amaçlara ulaĢabilmek için kullanmıĢtır ki buna "vergilemede müdahale ilkesi (Steuerinterventionismus)" adı verilmektedir. Bu açıdan vergileme, bütün toplumsal aktörlerin etkinliklerine bir müdahale anlamına gelmektedir ve bu açıdan ekonomi ve toplum arasında bulunan karĢılıklı bağımlılıktan dolayı buradaki müdahaleyle çok farklı etkilerin (ekonomik, mali, sosyal, politik) ve sonuçların (Değirmendereli, 2009) ortaya çıktığı görülmektedir. Hatta daha da ötesinde, vergilerin mali olmayan amaçları denince sadece ekonomik ve sosyal amaçlar anlaĢılmamalıdır; Osmanlı toplumundaki cizye uygulaması gibi dini ve ahlaki amaçlar için de vergi konulabildiği görülmektedir (Mutlu, 2009: 33). Jean Babtiste Colbert, vergileme sanatının mümkün olduğunca az bağırtarak kazların en fazla tüyünü yolmaktan ibaret olduğunu ifade etmekle birlikte globalleĢme bu zihniyeti, çok tüy elde etmek değil ne olursa olsun kazı kümeste tutmayı sağlamak Ģekline kaydırmıĢtır (Dileyici, 2004: 137). Özetle, vergileme bir bölüĢüm ve uzlaĢma alanı olması gerekirken, uzlaĢmadan çok rant sağlama alanı olarak belirginleĢmektedir (Özpınar, 2009). Bu süreçte, taraflar arasında değiĢik, çok yönlü, komplike ve çoğu kez çatıĢmaya dönüĢme eğilimi ve riski taĢıyan iliĢkiler cereyan etmekte (Gök, 2007) ve iliĢkilerin giderek gerildiği görülmektedir. Uluslararası anlamda sosyal paylaĢım alanlarının vergilendirilmesinde karĢılaĢılan problemler ve ünlü Fransız sinema aktörü Depardieu‟nun ülkesinde uygulanan yüksek vergiden ötürü Rus vatandaĢlığına geçiĢine sebebiyet veren olayları bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. 1.1.2. Vergi Ahlakı “Aristotales bir eserinde Ģöyle diyordu: Atina sitesi kaleleri ayakta iken ahlakı harabe olmuĢtu. Türkiye için böyle karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ancak toplumsal gidiĢin akılcı ve bilimsel yaklaĢımlarla çözümlenmemesi halinde “Atina” sitesinin düĢtüğü akıbetten bizi kimler kurtarabilecektir?” diyen Türkdoğan‟a göre, toplumsal yapı ve kültürel değiĢime yaklaĢım biçimleri, aslında olayların arka planında yatan etken unsurların aydınlatılmasında biricik yaklaĢım yöntemidir, dolayısıyla kültürel değiĢme sürecinde yapısal unsurların etkileyici bir rolü vardır (2008: 490, 491). 12 “Doğru olan, iyi olan nedir” sorusuyla ilgili olarak Güngör, iyinin kendiliğinden baĢka bir Ģeyle tarif edilemeyeceğini bilakis sadece sezgi ile kavranabileceğini ifade etmektedir (1993: 7). Güngör‟e göre bir inanç olması bakımından değer, “dünyamızın belirli bir kısmıyla ilgili idrak, duygu ve bilgilerimizin bir terkibi demektir ve tek bir inanca değil bir arada organize olmuĢ bir grup inanca” karĢılık gelmektedir. Ġnsanın sosyal geliĢmesi genellikle bir ahlaki geliĢmeden ibaret olduğundan ahlak değerleri, psikolojinin önemli bir konusunu oluĢturmaktadır. Ġnsanın sosyal bir varlık olması baĢka insanlarla karĢılıklı iliĢki halinde yaĢaması demektir dolayısıyla böyle bir hayatın öncelikle ahlak değerlerine dayanması ĢaĢırtıcı değildir. Bu açıdan, bugünkü felsefenin en eski kaynağı sayılan Sokrates ilk defa “nasıl davranmamız” gerektiği hakkında sistemli fikirler ileri sürdüğü zaman Ahlak Felsefesinin de ne olduğunu göstermiĢtir (1993: 3, 8, 19). Güngör devamla, değerlerin öğrenilmesinin daha çok rol öğrenmesi Ģeklinde bir sosyal öğrenme olduğunu ifade etmektedir. Herkes toplum içinde bir mevkiye (kız, erkek, memur, tüccar, evli, dul, genç v.s.) ve bu mevki için toplumun uygun gördüğü rollere sahiptir “o halde biz bulunduğumuz her mevkide o mevkideki insanların neler yapması, neler düĢünmesi, nelere kıymet vermesi v.s. gerektiği hakkındaki fikirlere sahip oluruz” diyen Güngör bu değerlerin arkalarında toplum desteği bulundukça bizde yerleĢtiğini dile getirmekte ve fakat bu destek zayıflayınca da değiĢmeye veya dejenere olmaya müsait hale geldiğini ifade etmektedir (1993: 50). Zira sistemler, “moral ve ahlaksal değerleri ihmal ederek son amaçlarına” ulaĢamamaktadırlar (Talas, 1980: 14) ki sistemin kapitalist veya sosyalist olması sonucu değiĢtirmemektedir. Bu anlamda ahlak normlarını sosyal normların bir çeĢidi sayan Güngör, normların öğrenilmesini ve benimsenmesini sosyalleĢme denilen prosesin büyük bir parçası saymaktadır; “GeliĢmeci psikologlar, önemli olanın insanın çevreden aldığı izlenimleri belli bir Ģekilde organize etme kabiliyetidir demektedirler zira insan sadece çevreyi kendi zihin ve davranıĢ Ģemasına sokmakla kalmaz fakat aynı zamanda kendi zihnini çevreye aksettirir ve çevreye bir anlam verir”. Sosyal Öğrenme Teorisine göre ahlak öğrenilen bir Ģeydir, yani ferdin hayatının büyük bir kısmını, hatta bütününü kaplayan bir öğrenme sürecidir. Bir kimsenin ahlak normlarını ve değerlerini öğrenmesi, esas itibariyle cezamükâfat yoluyla ve bir kimseyi model edinmekle (özdeĢleĢme) olmaktadır bu açıdan söz konusu teori, ahlaki davranıĢın kazanılmasını “modellerle öğrenme” (1993: 15-16, 42-43) prensibine dayandırmaktadır. 13 1.1.2.1. Vergi Ahlakının Tanımı Ahlak, TDK Sözlüğünde “bir toplum içinde kiĢilerin uymak zorunda oldukları davranıĢ biçimleri ve kurallar” olarak tanımlanmaktadır. Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğünde ise “yaĢam tarzındaki gerekçeleri sağlayan düĢünce veya düĢünceler bütününün kiĢi veya gruplarca kabul görülmüĢ veya beyan edilmiĢ haline” (Outhwaite, 2008: 21) ahlak denilmektedir. Bu açıdan çeĢitli davranıĢ olanakları ve tercihleri arasından belli birini seçmesi insanın kendi kiĢilik ve varlığını gerçekleĢtirmesidir (Erkan, 2000: 43). Ahlaki hükümleri ikiye ayrılmak da mümkündür; bunlardan ilki ahlaki mecburiyet veya mükellefiyet (yükümlülük) hükümleridir ki burada bir eylemin ahlaki niteliği söz konusudur, ailenize yardım etmelisiniz gibi. Ġkinci tipte ahlaki değer hükümleri ise Ahmet iyi çocuktur, dedikoduculuk çirkin Ģeydir (Güngör, 1993: 18) Ģeklindeki yargılardır. Bu çerçevede, vergi ahlakı “gelir kazananların vergilerini yasalara uygun ölçü ve zamanda ödemeleri konusundaki tutum, davranıĢ, inanç ve değer yargıları” demektir (Seyidoğlu, 1992: 949). Bir baĢka tanımlamada ise vergi ahlakı mükelleflerin vergi kanunlarından doğan mükellefiyetlerini, gerçeğe uygun bir Ģekilde yerine getirme konusundaki davranıĢlarının düzeyidir denilmektedir. Verginin önemini, gerekliliğini ve kanunlardan doğan mükellefiyetlerini bilen kiĢilerin, bundan kaynaklanan ödevlerini sağlıklı bir Ģekilde yerine getirmeleri beklenir. Kanunların bilinmemesi, muhatap kalınacak hukuki iĢlemler bakımından etkili değildir. Vergi ahlakı, etkileri ve sonuçları itibariyle toplumsal boyutta önem kazanır. Toplumun, bir verginin gerekliliği konusunda etkin bir Ģekilde bilgilendirilmesi ve yapılan düzenlemelerin temel vergi ilkelerine uygun olması, vergi ahlakının oluĢumu bakımından gereklidir. Bu zorunluluğa rağmen, mükelleflerden kaynaklanan olumsuz davranıĢ biçimi ortaya çıkıyorsa, hizmet sunum koĢullarındaki yeterliliğin gözden geçirilmesi gerekir. Ayrıca kamu harcamalarındaki etkinlik ve isabetlilik konusunda toplumun sürekli bilgilendirilmesi ve Ģeffaflık sağlanması, vergi ödevlerini yerine getirmeyenlerin tespit edildiği ve kanunlar çerçevesinde yaptırım uygulandığı kanaatinin oluĢturulması büyük önem taĢımaktadır (Akdoğan, 2007: 184-185). Vergi ahlakını etkileyen bir takım sebepler vardır. Örneğin demokratik kültürün geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ahlakı da paralel olarak geliĢmiĢlik özelliği göstermektedir. “Özellikle de doğrudan demokrasinin geliĢmiĢ olduğu ABD, Ġsviçre gibi ülkelerde vergi ahlâkının demokratik ahlâkın bir parçası” olduğu gerçeği gözden 14 kaçırılmaması gereken bir noktadır. Toplumların değiĢme hızı da vergi ahlâkını etkiler; kimi toplumlarda bu hız çok yüksek kimilerinde ise düĢüktür. “Toplumsal değiĢmenin süratli olduğu, ekonomik, teknolojik kalkınmanın hız kazandığı, zenginliklerin çok çabuk el değiĢtirdiği, aile değerlerinin kabuk yenilediği, toplumsal yozlaĢma denilen kuralsız ve kaotik değiĢimin vergi ahlâkına da menfi tesir ettiğini kabul etmek gerekir” (Küçük, 2011). Ayrıca, vergilerin belirli bir hizmet karĢılığı olmaksızın alınıyor olması yani ortaya çıkan ve geliĢen bedavacılık olgusu, özellikle kamu hizmetlerinden yeterli nitelikte ve miktarda yararlanamadığını düĢünen mükellefler için vergi ahlakının oluĢumunda önemli bir engel teĢkil etmektedir. Mükelleflerin vergiye uyum gösterme (vergi ödeme) veya göstermeme (vergi ödememe) davranıĢı tamamen kendi kiĢisel seçimlerinin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkmaz; fert için davranıĢından dolayı sosyal kabul de önemlidir ve fert baĢka kimselerin davranıĢlarını da dikkate almaktadır (Serim, 2009). Bu noktada toplumsal bütünleĢme ve uyumun sağlanmasında, mükelleflerin % 81‟i verginin bir arada yaĢamanın önemli bir koĢulu olduğunda hem fikir olduklarını ifade etmiĢlerdir (Baloğlu, Yılmaz ve ġeker, 2010: 60). O halde aynı imkânlara sahip olmalarına rağmen kimi mükellefler iyimser bir ortamın da etkisiyle vergisel sorumluluklarını yerine getirmekte iken neden kimi mükellefler sürekli vergi kaçırmanın/vergiden kaçınmanın yollarını aramaktadırlar? 1.1.2.2. Vergi Uyumu Sosyal iliĢki, iki veya daha fazla sayıdaki bireysel organizma arasında bireysel çıkar, karĢılıklı çıkarların oluĢması veya kısıtlı imkânlar nedeniyle çıkarların çatıĢması nedeniyle oluĢan düzenler bütünlüğünü anlatmaktadır. Burada çıkardan bahsederken, özne ve nesne arasında gerçekleĢen tüm iliĢkiler ima edilmektedir ki toplum üyelerinin çıkarı için tabi olunan gözlemlenebilir kurallar, sosyal değerler bir sonuç olarak karĢımıza çıkmaktadır (Radclıffe-Brown, 2006). Bu anlamda Durkheim‟a göre toplumsal olguların temeli, bütün bireysel bilinçlerin birleĢip birbirlerine uyarlanırken oluĢturduğu temeldir; böylece bir araya gelen bireylerin oluĢturduğu küme, tek tek her bireyden ayrı nitelikte bir gerçekliktir ve toplumsal çevre, asıl olarak ortak düĢüncelerden, ortak inançlardan, ortak alıĢkanlıklar ve eğilimlerden kurulu bulunmaktadır (1992: 330, 312). 15 Bilincin, sosyolojik bir olgudan çok psiĢik görünüme sahip olduğu düĢüncesi, toplumsal boyutunun ihmal edilmesine sebep olmaktadır (ġehitoğlu, 2015). Hâlbuki bireytoplum etkileĢimi öylesine sıkı bir iliĢki içindedir ki, Durkheim bu durumu “toplumun geri kalan bölümü bizdeki merkezkaç eğilimleri sınırlamak için üzerimizde ağırlığını duyuruyor ve biz de kendi açımızdan baĢkaları üzerindeki bu ağırlığa katılarak onların bizim üzerimizdeki ağırlığını etkisiz kılmaya çalıĢıyoruz” (1992: 329) cümlesiyle dile getirmektedir. Merton‟a göre ise bilinç, toplumsal bağlantının bir sonucudur (Ergun, 1982: 82). Bu demektir ki, toplumsalın inĢasında bireyin önemi ne anlama geliyor ise bireyin kararlarında da toplumun etkisi o anlama gelmektedir (ġehitoğlu, 2015). Toplumbilim Terimleri Sözlüğünde bilinç, "toplumsal iliĢkiler sürecinde insanın nesnel çevresini ve kiĢisel varoluĢunu anlamasını sağlayan düĢünsel süreçlerin tümü" (Ozankaya, 1984: 21) olarak ifade tanımlanmakta ve toplumsal iliĢkiler yaklaĢımın merkezine alınarak bilince sosyal gerçeklik hüviyeti kazandırılmaktadır. Demek ki sosyolojik bakıĢ açısından bilinç, toplumsal yaĢamı anlayabilmekte fonksiyonel bir konumda yer almaktadır. Birey kendi bilincinde var olanlar sebebiyle, toplumun gözüyle görmekte ve öyle davranmaktadır (ġehitoğlu, 2015). Bilincin sistematik incelenmesini konu alan fenomenolojik yaklaĢımda (Marshall, 2009: 241), Husserl geliĢtirdiği fenomenoloji kavramını “insan duyuları ile doğrudan kavranacak Ģeylere ilgi” Ģeklinde tanımlamaktadır yani fenomenolojide kiĢi dünya ve gerçekliklerin nasıl yorumlandığıyla ilgilenmektedir. Aynı ekolden Schutz içinse, bireyin günlük hayat durumlarına atfettiği anlam çok önemlidir. Schutz, projektörü bireyin kendi durumuna çevirmekte ve böylece toplumsal ve kültürel olan üzerinde durmaktadır. Gerçekliğin toplumsal inĢası anlamında Berger ve Luckmann da toplumsal düzene süregelen bir insan üretimi olarak bakmakta, toplumsal düzeni “geçmiĢ insan etkinliğinin sonucu” saymakta ve insan etkinliğinin ancak onu üretmeye devam ettiği sürece var olabileceğini dile getirmektedirler (Wallace ve Wolf, 2004: 298, 325). Tüm bunların ıĢığında toplumsal normlar, toplum içinde hangi durumda nasıl davranılması gerektiğini gösteren ve yaptırımı olan değerler sistemi olarak belirginleĢmektedir. Normlar; gereksinim üzerine ortaya çıkan/kalkan, davranıĢları Ģekillendiren, göreceli ve yazılı/yazısız özellik taĢırlar. Çoğulun olduğu her yerde normlar mutlaka vardır ve bireylere bir çeĢit kılavuzluk yaparlar yani bireylerin seçimlerini yönlendirirler. ĠĢte 16 toplu olarak yaĢamanın gereklerinden biri de toplumsal normlara uyma zorunluluğudur. Toplumsal düzenin sağlanabilmesi ancak bireylerin benzer davranıĢlar sergilemesiyle mümkün olabilir. Konsensüsüsün sağlandığı böylesi toplumlarda genel bir düzenden ve refahtan söz edilebilir. Bu kurallara uymayan bireylere ise uymama davranıĢının mahiyetine göre farklı cezalar uygulanır. Ancak burada sorun Ģu ki bugünün modern toplumunda bireyler, uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun bütününden çok, yakın iliĢki kurdukları gruplardan sağlama yolunu seçebilmektedirler. Toplumun aĢırı büyümesi bireyleri, yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara yönlendirmekte ayrıca stereo tipleri (kalıp yargı) yayan kitle iletiĢim araçları sebebiyle birey, toplumca benimsendiğini düĢündüğü davranıĢ biçimlerini sergileyebilmektedir (ġehitoğlu, 2015). Buradaki stereo tip, Walter Lipman‟ın Public Opinion (1922) baĢlıklı kitabında “kafamızdaki sabit, dar ufuklu resimler”i karĢılayacak Ģekilde geliĢtirilmiĢ ve genellikle de aĢağılayıcı bir anlam yüküyle kullanılmıĢtır; bu açıdan sosyolojik tipleĢtirme (fenomenoloji) sürecinin karĢısında yer alan bir bakıĢı temsil etmektedir (Marshall, 2009: 701). Yani stereo tip (kalıp yargı) fert veya topluluk hakkında sahip olunan bir tür kanaat olup insanları kimi sınıflara, tiplere bölmeyi ifade etmektedir. Ki bu bölünmenin her zaman gerçeğe ve bilinen kanıtlara dayanması da gerekmez sadece bazı özelliklerin bu sınıflara dâhil fert veya topluluklarda olduğu varsayılmaktadır. Normların toplumsal kuramdaki geliĢimi iki Ģekilde gerçekleĢmektedir; toplum bireylerinin standart uygulaması anlamında normal kabul edilen mevcut davranıĢ kalıbı ve bireylerin yapması gereken emredilen davranıĢı anlatan bir kalıp olarak norm düĢüncesi. Bu anlamda beklentiler de tahmine dayalı beklentiler ve zorunlu beklentiler olarak sınıflandırılabilir. ToplumsallaĢma, normlar içselleĢtirildiğinde gerçekleĢmekte ve normlara uymak bir tür “ikinci doğa” halini almaktadır (Outhwaite, 2008: 527-528). Bu açıdan değer ve normlar sosyal içeriklidir; birey bunları sosyal çevresinde hazır bulur ve sosyalleĢme sürecinde öğrenir; iĢlevselciler için normlar ve değerler açık ve bireyi etkileyecek Ģekilde “orda dıĢarıdadır” (Wallace ve Wolf, 2004: 307). Tönnies‟in ortak irade (Kösemihal, 1989: 204), Durkheim'in ise kollektif bilinç dediği toplumsal bilinç, bireysel bilinçten önce gelmekte ve birey üzerinde zorlayıcı bir etki yapmaktadır (Tolan, 1991: 24) yani müeyyide gücüne sahip bulunmaktadır. Bu anlamda birey toplumsal olanla 17 ne kadar uyum içindeyse yani toplumsal normlar ne kadar özümsenmiĢse toplumsal baskı o derece az hissedilmektedir (ġehitoğlu, 2015). Yani sosyalleĢme denildiği zaman, insanın biyolojik bir varlık iken aynı zamanda sosyal bir varlık olması, insan toplumunun bir üyesi haline gelmesi anlaĢılmalıdır (Güngör, 1993: 15). Bu anlamda toplumsallaĢma, bir defaya mahsus olarak çocukluk sırasında oluĢan bir Ģey olmamakta bunun yerine edinilmiĢ kiĢilikler alıĢılagelmiĢ toplumsal iliĢkiler yolu ile yeniden ve yeniden inĢa edilmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 302). Dolayısıyla bireyin bilinci, toplumsal değer ve normların benimsenmesiyle belirlenmekte (Erkan, 2000: 191) ve istikrar kaynağı olan bu normlar birey için toplumsal kılavuz görevi ifa etmektedirler (Slattery, 2007: 34). Zira Durkheim‟a göre toplum, yalnızca bireylerin duygu ve etkinliklerini eĢitsiz bir yoğunlukla kendine çeken bir Ģey değildir, o aynı zamanda düzenleyici bir güçtür (1992: 245). Ahlaki değerler ve sosyal kurallar, getirdikleri sosyal kontrol yoluyla ekonomik birimlerin belli davranıĢ tip ve kalıplarını belirlemektedirler. Sosyal normlarla hukuk normlarının çizdiği sınırlar belirleyici ve yönlendirici olmakta; baĢlangıçta sosyo-ekonomik davranıĢların temelinde yatan motif zamanla ortadan kalkmakta ve bunların çoğunun yerini otomatik olarak gerçekleĢen alıĢkanlığa bağlı davranıĢ almaktadır (Erkan, 2000: 46). Böylece çevre ile olan tecrübelerimiz - gerek aktif gerekse pasif - bizde birtakım davranıĢ formlarının oluĢmasına yol açmaktadır (Güngör, 1993: 17). Demek ki her zaman hukuk biçimini almasa da, toplumun her kesiminin meĢru olarak ulaĢmaya çalıĢabileceği en yüksek gönenç düzeyini göreli bir kesinlikle saptayan (Durkheim, 1992: 254) gerçek bir düzenleme bulunmaktadır. Parsons‟un toplumların yapılanma Ģeklini ve uyumunu açıklamayı amaçlayan genel eylem kuramındaki kültürel sistemin temel çözümleme birimi, anlam ve simgesel sistemlerdir. Parsons “toplumsallaĢma” anahtar kavramıyla, paylaĢılan değerler üzerinde durur. Yani toplumsallaĢma, toplumsal değerlerin bireylerce benimsenmesi hatta daha da öte içselleĢtirilmesi durumunda gerçekleĢir. Toplumsal denetimin sürmesinde iĢte bu toplumsallaĢma, toplumu bütünleĢtirici bir baskı olarak görev yapar ve toplumsal denge ancak bu yolla sağlanabilir (Wallace ve Wolf, 2004: 33-50). Toplumsal denetim, toplumun iĢleyiĢini kendi düzenleyebilme yeteneği ve normlara uyma için kullanılan araçları açıklayan kavramdır (Outhwaite, 2008: 804). Yani bir bütün olarak değerli bir yer tutan toplumsal denetim, davranıĢları yönlendirerek normlara uymayı sağlayabilecek ve sapkınlıkla baĢa çıkabilecek bir takım mekanizmaların adıdır ve toplumsal düzenin 18 korunabilmesi için merkezi bir öneme sahiptir (Marshall, 2009: 742). Marshall‟ın Sosyoloji Sözlüğünde konu toplumsal denetim baĢlığında; ezici (polis ve ordu gibi) ve yumuşak (kitle iletiĢim araçları gibi) olarak sınıflandırılırken (2009: 742); Giddens‟ta aynı konu “toplumsal dayatma” kavramıyla ele alınmakta ve olumlu (uyum gösterici davranıĢı ödüllendirme) ya da olumsuz (uyum göstermeyen davranıĢı cezalandırma) veya biçimsel ya da biçimsel olmayan olarak sınıflandırılmaktadır (2008: 844). “ToplumsallaĢma iĢlediği takdirde toplumun bütün üyeleri paylaĢılan değerlere bağlı olacaklar, örnek değiĢkenler arasında uygun seçimde bulunacaklar ve uyum, bütünleĢme ve diğer hususlarda kendilerinden beklenenleri yapacaklardır” (Wallace ve Wolf, 2004: 50). Eğer toplumsallaĢma bireylerin toplumsal normları öğrenme ve uymaları ise toplumsal denetim, uyma sürecine uygun olmayan davranıĢlarda devreye girmektedir (Outhwaite, 2008: 804). Zira insan davranıĢları genellikle toplumsal olarak biçimlenmiĢ ve kalıplaĢmıĢ niteliktedir (Giddens, 2008: 49). ĠçselleĢtirilen değer ve normlar bireyin bilinci hatta vicdanı haline gelmektedir ve dolayısıyla Parsons da Durkheim gibi “temel değer sisteminde ahlaklılığın önemi” üzerinde durmaktadır (Slattery, 2007: 377). Düzen probleminin çözümünün “normatif düzene güdüsel bağlılıktan” geçtiğini söyleyen Parsons (Tatlıcan, 2011: 155), toplumsal yaĢamdaki rolüyle ilgili olarak norm ve değerlerin, bireylerin nasıl davranacaklarının tahmin edilmesine imkân sağladığını ve bunun da pratikte önemli olduğunu ifade etmektedir (Outhwaite, 2008: 528). Parsons, sapkın davranıĢı yetersiz toplumsallaĢmaya göre açıklamakta ve bu tür davranıĢları sınırlandırmak için de sosyal kontrol kurumlarına ihtiyaç duyulduğunu dile getirmektedir (Slattery, 2007: 378) zira toplumsal kontrol mekanizmaları toplumsal dengeyi bozabilecek sapkınlığa karĢı “ikincil korumalar” olarak iĢlev kazanmaktadır (Outhwaite, 2008: 805). Uyum davranıĢları daha çok insanın öznel (sübjektif) beklenti düzeylerine bağlı olarak gerçekleĢirken, nesnel (objektif) beklenti düzeyi sosyal çevrenin davranıĢ ve rol beklentilerinden oluĢmaktadır. Genellikle öznel beklenti düzeyi nesnel beklenti düzeyinin altında kalmakta (Erkan, 2000: 40), insan kendi üzerinde ait olduğu herhangi bir Ģeyi görmesiyle birlikte kendini aĢan amaçlara bağlanabilmekte ve bir kurala uyabilmektedir (Durkheim, 1992: 406). ĠĢte nesnel beklenti düzeyine uygun davranıĢlar -ki ilgilinin beklentileriyle toplumun beklentileri ne kadar birbirine paralelse o oranda uyumdan bahsedilebilir- toplumla uyum içerisindeki davranıĢlardır (Erkan, 2000: 40-41) aksi ise sosyal sistemin beklediği davranıĢlarla çeliĢen veya çatıĢan davranıĢlardır. 19 Toplumsal kurallara uyma ülkelere göre farklılıklar göstermektedir zira Güngör‟e göre sosyoloji araĢtırmaları, değer hükümleri konusunda tam bir “kültürel rölativizm” in hâkim olduğuna iĢaret etmektedir (1993: 3). Az geliĢmiĢ ülkelerde uymama davranıĢı adeta normal karĢılanır hale gelmekte, kurallara uymamak için çok farklı yöntemlere baĢvurulmakta ve bu toplumlarda “yandaĢlık, nepotizm, yolsuzluk, etnik milliyetçilik, mafya yapılanmaları, sınıfsal, klik veya dinsel ayrıĢmalar” önemli rol oynamaktadır. Hatta söz konusu kuralların sadece “bu kurallara uymama Ģansı olmayanlara uygulandığı düĢünülmektedir” (Küçük, 2011). Tüm meslektaĢları (aynı zamanda rakipleri) vergi kaçırdığında vergisi kaynakta kesilmeyen herhangi bir mükellef, vergilerini tam ve zamanında öderse (vergiye tam uyum gösterirse) bu davranıĢının kendisinin rekabet etme gücü üzerinde azalmaya sebep olacağını hesap etmekte ve bunun da kendisini iĢ hayatının dıĢına koymak anlamına geleceğini düĢünmektedir (Serim, 2009). Bu anlamda vergiye karĢı tutumların derecesine bağlı olarak ortaya çıkan tepki türleri kabul, pasif tepki ve aktif tepki Ģeklinde üç aĢamada ele alınmaktadır. “Kabul” aĢamasındaki bu olumlu davranıĢın karĢılığı “gönüllü uyum” olarak adlandırılmaktadır (Aktan vd., 2002: 122). Batı literatüründe ise, vergi mükelleflerinin vergi idaresine çok fazla iĢ düĢmeden, kendi rızaları ile doğru beyanda bulunmalarını sağlayan faktörler ve bunların mükelleflerin beyanlarına etkileri konusunda yapılan çalıĢmalar genel olarak “Vergi Uyumu” baĢlığında yürütülmektedir (Batırel, 1996). Özellikle son 15-20 yıldan beri baĢta ABD olmak üzere (ABD Gelir Ġdaresi (IRS) vergi mükelleflerinin vergiye gönüllü uyum derecesini ölçmek için “Mükelleflerin Uyumluluğunu Ölçme Programı” (TCMP)‟den gelen bilgilere göre hareket etmektedir) Hollanda, Ġspanya, Ġsviçre ve Danimarka gibi ülkeler bu soruna ciddi bir Ģekilde eğilmektedirler. Bu amaçla söz konusu ülkelerde vergi mükelleflerinin “kendi rızaları” ile vergi ödeme istekliliklerini arttıran faktörlerin neler olduğu saptanmakta ve daha sonra da bu faktörlerin vergi mükelleflerinin gelirlerini doğru beyan etmelerine olan etkisi ampirik ve deneysel çalıĢmalarla test edilmektedir (Çelikkaya, 2002). Ayrıca, OECD ülkeleri arasında 90′lı yıllarda vergi kaçırmanın toplumsal olarak kesinlikle mazur görülemeyeceğini dair yapılan bir çalıĢmadaki sonuçlar oldukça enteresandır. Bu oran OECD ülkeleri ortalamasında % 54,5 olarak çıkarken, Belçika‟da % 33,9 ve Japonya‟da ise % 81,9 olarak tespit edilmiĢtir. Aradan 5 yıl geçtikten sonra aynı araĢtırma tekrarlanmıĢ ve OECD ortalamasını % 60′a yükseldiği görülmüĢtür (Küçük, 2011); oranın artması ülkeler adına sevindirici bir durumdur zira gönüllü uyumun her geçen gün yükseldiğinin bariz göstergesidir. 20 1.1.2.3. Vergi Kültürü Kültürün tanımı sosyoloji ekseninde, “insan toplumunda biyolojik olarak değil, toplumsal araçlarla aktarılıp iletilen her Ģey” olarak yapılmakta (Marshall, 2009: 442) ve insanın “adeta kültürün izinden gitmeye programlanmıĢ” görüntüsünden bahsedilmektedir (Outhwaite, 2008: 447). Sosyal kurumun, toplumsal yapının sistematiği içerisindeki sosyal iliĢkiler ağını muhafaza edici ve devamlılığını sağlayıcı davranıĢları standardize eden biçimler (Radclıffe-Brown, 2006) olduğundan hareketle kültürel normlar, geliĢmiĢ gelenekler, bir toplumun vergi kodunu veya Ģifresini belirlemektedir. Bazı maliyeciler bu konuyu toplumun vergi DNA‟sı baĢlığı altında ele almaktadırlar. Buradaki DNA vurgusu toplumun vergi yapısı ve kodlarının çözümü anlamında kullanılmaktadır. Vergi kültürü kavramı ilk kez yaklaĢık 80 yıl kadar önce Schumpeter‟in Gelir Vergisinin Ekonomiği ve Sosyolojisi adlı makalesinde kullanılmıĢtır (IĢık, 2009). Dolayısıyla vergi kültürü; kültürü oluĢturan unsurlar (dil, din, tarih, gelenek ve görenekler, sanat, dünya görüĢü, vb. gibi) ile vergi sisteminin bir karıĢımıdır denilebilir. Akdoğan konuyu “vergi bilinci” baĢlığında kavramsallaĢtırmakta ve “kamu hizmetlerinin gerçekleĢtirilmesi bakımından verginin önemini bilen toplum bireylerinin, vergi ile ilgili ödevlerini yerine getirmedeki istekliliklerinin düzeyine” vergi bilinci demektedir (2007: 183). Hatta vergi bilincini “yalnızca mali fedakârlıklarda bulunması öngörülen kesimlerin sahip olmaları gereken bilinç düzeyi” olarak tanımlamanın ötesinde kavramı daha da geniĢleterek “yönetme ve yönlendirme görevi verilenlerin” bilincini de dâhil etmektedir (2007: 183). Bu durum kültürümüzde kendine yer edinmiĢ bulunan “tüyü bitmedik yetimin hakkı” ifadesinin dile getirilmesi olsa gerektir. Ġnsanın en ayırtedici özelliklerinden birisi olan kendilik bilincine sahip olmasıdır (Giddens, 2008: 201), dolayısıyla verginin önemini bilen ve bu bilinçle hareket eden bir toplumsal davranıĢ Ģekli, vergi bilincinin de temelini oluĢturmaktadır. Eğer alınan vergilerin topluma geri oluĢmamıĢsa/oluĢturulamamıĢsa dönüĢünün yapılan yasal olduğu düzenlemelerin kanaati toplumda sürekliliğinden ve kalıcılığından da bahsetmek mümkün olamayacaktır. Her bir bireyin davranıĢı sonucun oluĢumuna katkı sağlamakla birlikte vergi bilinci, bireysel bir konu olmaktan çok toplumsal bir nitelik taĢımakta ve genelleĢen tavır ve davranıĢlar da uygulamanın baĢarısını belirlemektedir (Akdoğan, 2007: 184). Dolayısıyla bir vergi uygulamasında baĢarı 21 sağlanmasında, toplumun verginin önemini bilmesi (Akdoğan, 2011: 15) baĢka bir tabirle vergi bilinci büyük önem taĢımaktadır. Kimsenin kamu hizmetlerinden ve bu hizmetlerin gerektirdiği fedakârlıktan vazgeçemeyeceği ve hatta gereken fedakârlıkta bulunmuyor ise dahi bu hizmetlerin faydasından da mahrum edilemeyeceği daha önce ifade edilmiĢti (Türk, 2002: 10). Hâlbuki özel mallarda durum biraz farklıdır; malı tüketenden baĢkasının yararlanamaması yani baĢka bir ifadeyle “parayı veren düdüğü çalar” veya “ne kadar ekmek o kadar köfte” mantığı geçerlidir. DıĢlama ilkesinin olduğu özel mallarda bakıĢ açısı bu iken kamusal mallarla ilgili olarak daha hassas olunması gerekmektedir. Ancak kamusal mallarda toplumun bilinçaltına yerleĢmiĢ “devletin malı deniz ..” anlayıĢı, vergi kültürünün olmayıĢı/eksikliği ile açıklanabilir. Bireysel teĢebbüsün liberal politikalarla desteklendiği günümüz ekonomik hayatında, kamu malına karĢı sergilenen bu vurdumduymazlığın üzerinde ciddi olarak durulması gerekmektedir (ġehitoğlu, 2015). O halde “insanların vergi vermekten mutlu olduğu bir ülke var mıdır?”; Boos‟a göre, böylesi bir ülke yoktur; insanların vergi ödemelerinin nedeni vergi kültüründen kaynaklanmaktadır ve söz konusu kültürün de kısa dönemde oluĢmayacağı bir gerçektir (IĢık, 2009). Aslında günümüzde vergi sistemimizin temelinde vergi tarhiyatının beyana dayalı olması vardır ve bu uygulama yasa koyucunun mükellefe duyduğu güvenin de bir göstergesidir. Bir kısım mükellefin yasalara aykırı davranma olasılığı dikkate alınarak, insana saygı duyan ve ona güvenen çağdaĢ bir sistemden vazgeçilmesi düĢünülemez (Akdoğan, 2011: 62). Demek ki problemin temeli sistemle ilgili değildir. Ġnsan kaynaklı olarak yaĢanan bu problemin çözümü de ancak insan unsurunu içerecek Ģekilde bilinçlenmeyi artırma yönünde olmalıdır, zira sorun aslında kendi içinde çözümünü de barındırmaktadır. Hızlı değiĢen toplumlarda bilinç gecikmeleri ya da kültürel gecikme ortaya çıkmakta baĢka bir deyimle toplumun maddi olmayan kültürü maddi kültüre bir gecikme ile uyum sağlamaktadır (Erkan, 2000: 191). Kavramı tanımlayacak olursak, toplumda maddi kültür ögelerinde ortaya çıkan değiĢim hızıyla manevi kültür ögelerinde yaĢanan değiĢim hızının farklı olması kültürel gecikme olarak ifade edilmektedir. Kültürel gecikmeyle ilgili Marshall; “bir toplumun teknik geliĢmesi ile ahlaki ve hukuksal kurumları arasındaki uçurumdur” demekte ve kimi toplumlarda görülen bazı problem ve 22 çatıĢmaların “ahlaki ve hukuksal kurumların teknik geliĢme düzeyine ayak uyduramamasıyla” açıklanabileceğini ifade etmektedir (2009: 445). Ahlak, hukuk, görgü kuralları, din, idare ve eğitim toplumsal yapının var olan ve devam eden karmaĢık mekanizmalarının birer parçasıdırlar (Radclıffe-Brown, 2006). Bu anlamda kültürün maddi ve manevi ögeleri birbirleriyle etkileĢim içindedir ve bir bütünün parçalarıdırlar. Hatta maddeyi değerli kılanın içerisinde barındırdığı anlam olduğu düĢünülürse, maddi ögeleri ancak manevi(tinsel) ögelerin anlamlı kıldığı söylenebilir. Heraklitos‟un “değiĢmeyen tek Ģey değiĢimin kendisidir” gerçeğinde ele alınırsa, kültürel ögelerin değiĢmesi de doğaldır ancak bu ögelerin değiĢim süreçlerinde yaĢanan farklılıklar kültürel gecikmenin sebebi olmaktadır. Dolayısıyla kültürün maddi ve manevi ögeleri arasındaki uyumsuzluk hali dengesiz bir durum ortaya koymakta ve böylesi uyumsuzluklar da daha çok toplumsal değiĢimlerin yoğun olarak yaĢandığı dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Toplumsal yapının dinamizmi, bu yapının bir parçasını oluĢturan vergi yapısının da zaman içinde değiĢmesine neden olur. Her toplumun ekonomik kalkınmanın aĢamalarına göre kendine özgü bir vergi yapısı vardır (Heper, 1981: 85). Bu çerçevede, Türkiye‟de sanayileĢmenin simetrisi olan değer sistemlerinin henüz yeterince yerleĢmemiĢ (Erkan, 2000: 191) olduğu söylenebilir. Uyumsuzluk haline örnek olması bakımından, BM‟nin her yıl yayımladığı Ġnsani GeliĢme Raporu verileri dikkate değer sonuçlar içermektedir. Söz konusu raporda yer alan Ġnsani GeliĢme Endeksi (ĠGE); insani geliĢmeyi, gelirin yanı sıra eğitim ve sağlığa iliĢkin göstergeleri de dikkate alarak ölçmeyi hedefleyen bir endekstir. Türkiye 2010 yılındaki ĠGE değeriyle 169 ülke arasında 83. sırada yer almaktayken sadece gelir esas alındığı 59. sırada yer almaktadır (ġeker Demir, 2011: 12). Aslında bu rakamlar, geliĢmiĢliği salt maddi refahın artıĢı olarak algılamanın yanlıĢ olacağının da bir göstergesidir (Gök, 2007: 160). Yani rakamlar bize sosyolojik olarak, bu iki sıralama arasındaki farkın ancak kültür temelinde açıklanabileceğini göstermektedir. Mükelleflerde vergi bilincinin arttırılması için; bir araĢtırmada adil bir vergi reformu, toplumun eğitim seviyesinin yükselmesi ve daha Ģeffaf ve hesap verilebilir devlet yönetimi özellikle etkili faktörler olarak vurgulanırken (Çak, ġeker ve Bingöl, 2010: 67); bir baĢka araĢtırmada ise vergi sisteminde adalet, eğitim ve kamu harcamalarındaki savurganlık (Çiçek, KarakaĢ ve Yıldız, 2008: 81) ilk üç sırada yerini almıĢtır. Buradaki her iki araĢtırmada da ilk sırayı alan adalet vurgusu oldukça önemlidir; zira bir araĢtırmada toplumun % 77,5‟i (Çiçek, 2006: 107); bir baĢka araĢtırmada % 71,2‟si (Çiçek vd., 2008: 23 73); diğer bir araĢtırmadaysa % 60,7 gibi büyük bir kısmı vergi kanunlarının adil olmadığını düĢünmekte hatta % 63,4‟si devletin bazı kesimleri koruduğuna inanmaktadır (Baloğlu vd., 2010: 71-72). 1.1.2.4. Sapma Kavramı ve Vergi Anomisi Anormal nedir? Ele alınacak bu kavram da görecelidir; zamana, kiĢiye, yere, toplumlara göre farklılıklar göstereceği açıktır. Ancak genel anlamda “kurala uymayan, alıĢılmıĢın dıĢında olan” kısacası “normal olmayan” anlamına geldiğini söylemek yerinde olacaktır. Toplumsal normlara çoğunluğun uyması beklenir zira değerler genel kabulün ardından yaptırımlarla desteklenerek karĢımıza somut toplumsal normlar olarak çıkarlar. Toplumsal normların geçerliliklerini ve güçlerini kaybetmeleri sonucu normlara uymayan birey sayısı artar, yani dengesizlik hali genel bir davranıĢa dönüĢür ve toplumsal denge bozulur. Uyma toplumla bütünleĢme sonucunu doğururken, uymama sosyal çözülmelerin nedeni olur zira bireylerin toplumsal olanla iliĢkileri zayıflamıĢtır. Toplumun düzeni ve devamlılığı ancak sosyal bütünleĢme ile sağlanabilir. ĠĢte toplumsal değiĢmelerin yaĢandığı dönemlerde ortaya çıkan kültürel gecikmeler, uyumsuzluk ve dahi “anomi” sonucunu doğurmaktadır. Değerler anlamında kargaĢanın yaĢandığı bir sürecin adı olan “anomi”, Yunanca kökenli bir kelime olup “kuralsızlık” anlamına gelmektedir. Anomi, bir kiĢilik tipi olarak sapkınlığı odak noktasından çıkarıp, dikkatleri sapkınlığın belli türde toplumsal yapıların bir özelliği olduğu düĢüncesi üzerine yoğunlaĢtırmıĢtır. Bu düĢünce daha sonraları -örneğin suçluluğu toplumsal düzen içindeki gerginliklerin sonucu sayan kuramlarda (Merton‟un çalıĢmaları gibi)- kendisini gösterecek bir hüviyete kavuĢmuĢtur (Marshall, 2009: 640). Parsons sapkınlığı, olumsuz yaptırımların uygulanmasını gerektiren bir dengesizlik kaynağı olarak gösterse de (Wallace ve Wolf, 2004: 53), sapkınlık ile suç pek çok durumda örtüĢmesine rağmen aynı Ģey değildir; sapkınlık, suç kavramından daha geniĢtir. Sapkınlık, hem bireysel davranıĢlar için hem de grupların etkinlikleri için geçerli olarak kullanılan bir kavramdır (Giddens, 2008: 842). Sosyoloji Sözlüğünde anomi kavramı “bir toplumun normlarının etkisizleĢmesi, çöküntü, karıĢıklık ya da çatıĢma olması durumu” olarak ve sapkınlık kavramı ise “norm 24 ihlali kalıbı” Ģeklinde karĢılık bulmaktadır (Marshall, 2009: 32, 639). Marx‟da “yabancılaĢma” olarak ele alınan kavram, Durkheim‟da toplumsal hastalık anlamında “kuralsızlık” Ģeklinde ifade edilmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 29). Durkheim intiharı üç ana baĢlıkta incelemektedir (1992: 9, 10); i) bireyin toplumsal çevresiyle bütünleĢmemesi sonucu olan Bencil İntihar, ii) aĢırı toplumsal bütünleĢme sonucu olan Elcil İntihar ve iii) birey davranıĢlarında uyulacak ölçülerin bulunmaması sonucu olan Kuralsızlık İntiharı. Burada konumuzla ilgili olan üçüncü tür intiharda, insanların etkinliklerindeki düzen bozulmakta ve bundan duyulan acı kiĢileri intihara sürüklemektedir. Asıl olarak bireysel tutkular bakımından toplumun etkisi görülmemekte, böylece ortada onları düzenleyecek hiçbir sınırlayıcı güç kalmamaktadır (1992: 263-264). “Acısını çekmekte olduğumuz huzursuzluk, ekonomik bir yoksulluğun değil ama korkunç bir manevi yoksulluğun göstergesidir” diyen Durkheim, “Neyin olanaklı neyin olanaksız; neyin haklı, neyin haksız olduğu; meĢru istek ve beklentilerin neler olduğu, hangilerinin ölçüyü aĢtığı bilinmez olur; böylece istek ve dileklerde bir sınır kalmaz. ĠĢte, tam da daha güçlü bir disipline gerek duydukları bir sırada tutkuların daha baĢıboĢ kalması nedeniyle, bu bozulma ya da kuralsızlık” durumunun daha da ağırlaĢtığını (1992: 404, 257-258) ve kuralsızlığın isteklerin uygun sınırları aĢmasına izin vermekle düĢlere ve dolayısıyla da düĢ kırıklıklarına yol açtığını (1992: 295) ifade etmektedir. Durkheim, bu anlamda anomiye özellikle geniĢ bir yer ayırarak “kesin kuralcı normların göreceli olarak daha az olduğu toplumu tanımlamak için” kullandığı (Outhwaite, 2008: 528) kavramın, toplumsal yaĢamda belli alanlardaki davranıĢ kalıplarını düzenleyen “hiçbir açık ölçünün bulunmadığı durumlarda ortaya çıktığı”ndan bahsetmektedir (Giddens, 2008: 844). Uyum ve sapmayı anlamada iki temel değiĢkenin olduğunu söylemektedir; “gruba bağlılık derecesi” ve “değer ve normatif düzenleme derecesi” (Tatlıcan, 2011: 74). Aslında Durkheim‟e göre “bireyin istekleri ile toplumun düzen ve kontrol ihtiyaçları arasında temel bir çatıĢma” sürekli yaĢanagelen bir durumdur (Slattery, 2007: 35). İntihar ‟da “toplumsal düzenin nasıl mümkün olduğunu anlama yönünde ciddi bir giriĢim” (Tatlıcan, 2011: 74) ile sosyolojik çözümleme yapılırken, keskin ve süregelen (kronik) olmak üzere iki tip kuralsızlık dile getirilerek özellikle kronik anomiye odaklanılmakta (Wallace ve Wolf, 2004: 28), toplumun mekanik dayanıĢmadan organik dayanıĢmaya geçiĢ sürecinde anominin ortaya çıktığı ifade edilmektedir (Marshall, 2009: 33). Sanayi öncesi toplumların mekanik dayanıĢması esasen kolektif bilince yerleĢmiĢ olan 25 ortak inanç ve değerler üzerinde yükselmekle birlikte, sanayi toplumunun ortaya çıkmasıyla toplumsallaĢma ve farklılaĢma kaynaklı karĢılıklı bağımlılığa dayanan yeni bir organik dayanıĢma biçiminin ortaya çıktığı görülmektedir (Marshall, 2009: 743). Bu bağımlılığın sebebi, bireyin öteki mesleklerdeki insanların sağladığı mal ve hizmetlere her geçen gün daha fazla gereksinim duymasıdır (Giddens, 2008: 48). SanayileĢme ve aĢırı tüketim, uzmanlaĢma ve egoizmayı teĢvik ederek tüm bu süreci hızlandırmakta; giderek artan tutkular ve arzular, geleneksel disiplinlerin ve sınırlamaların artık gücünü koruyamaz hale gelmesine sebep olmaktadır (Slattery, 2007: 35-36). Ahlaki geliĢmenin, iĢbölümündeki ve uzmanlaĢmadaki hıza ayak uyduramadığı yerlerde anormal veya anomik bir patolojik iĢbölümünün görüldüğünden bahisle anomik intiharın daha çok organik toplumlarda görüleceği dile getirilmektedir. Çünkü böylesi dönemlerde insanlar toplum düzenine daha az bağlı kalmaktadırlar (Marshall, 2009: 32-33). Kısaca Durkheim; neye inanacaklarını bilemez duruma düĢen bireylerin toplumsalla entegrasyonunu gittikçe zorlaĢtıran, Marshall‟daki ifadesiyle bir çeĢit “psikolojik düzensiz ve anlamsız durumu”n (2009: 33) ortaya çıktığını söylemektedir. Burada unutulmaması gereken nokta, anominin sadece toplumsal kuralsızlığı açıklayan bir analiz olmayıĢı ve “aynı zamanda bir bireysel davranıĢ açıklaması” olmasıdır (Slattery, 2007: 37). Toplumsal durum ile onun bireysel yankıları arasındaki farkın büyüklüğüne dikkate çeken Durkheim; bir yandan toplumsal bir yöne çekilmekte olduğumuzu bir yandan da kendi doğamızın eğilimini izlediğimizi dile getirmektedir (1992: 327). Merton ise Sosyal Yapı ve Anomi baĢlıklı denemesinde, anomi “amaçlarla araçların kesiĢme noktasında ortaya çıkmaktadır” demekte ve kavrama farklı bir yaklaĢım getirmektedir. Amerikan Rüyası bahsinde açık toplumu tartıĢmaya açarken, dikey mobilitenin çok yüksek olması sebebiyle ekonomik baĢarıya ulaĢmak uğruna kültürel hedeflerden ayrılma sonucunun doğabileceğini ifade etmektedir. Toplumdaki ekonomik kaynakların sınırlılığın yükselme imkânını sadece belli ayrıcalıklı gruplara tanıdığından dolayı, ayrıcalıksız kiĢiler arasında göreli yoksunluk duygularının filizlenmesine neden olabilecek böylesi bir ortamın, meĢru hedeflere ulaĢmayı sağlayabilecek meĢru yapısal araçlardan uzaklaĢmaya sebep olacağını dile getirmektedir. ĠĢte bu durumun, “meĢru amaçlara ulaĢmanın alternatif araçlarını sunuyor gibi görünen çeĢitli bireysel sapkınlık biçimlerine zemin” hazırlayacağından bahsetmekte (Marshall, 2009: 33), toplumsal normların gerçeklerle çatıĢtığı durumda bireyin davranıĢı üzerindeki gerilime vurgu yapmakta ve sapkınlığı “ekonomik eĢitsizliklerin bir yan ürünü” olarak görmektedir 26 (Giddens, 2008: 845). Maddi baĢarının fazlasıyla önemsendiği ancak amaca ulaĢmadaki meĢru yolların çok da belirgin olmadığı Amerikan toplumunda sonucun, “Parsonscı anlamda “sistem” için bir “gerilim” kaynağı olacağına ve önemli ölçüde sapmaya yol açacağına” değinmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 66). Özetle Merton, modelini grafiğe dökerken, meĢru hedeflere gayri meĢru yollarla ulaĢmak için sergilenen davranıĢların, toplumsal yapı ile kültürel yapı arasında anomiye sebep olduğunu anlatmaktadır. Bu çerçevede, vergileme olgusunun Durkheim‟ın anomi kavramı ile psikolojik ve sosyolojik yönden bağlantısı ön plana çıkartılarak vergileme alanı ile sosyal-psikolojik alan arasındaki iliĢkinin kurulması sağlanabilir. Çünkü vergileme, gerek kiĢisel gerekse sosyal yönü ile mali alanın yanında hem psikoloji hem de sosyoloji ile ilgilidir. KiĢisel ve psikolojik yönü, vergiye iliĢkin konularda mükellefin kendi vicdanına ve insiyatifine bırakılması veya vergiden kaçınmak olayında mükellefin vergiye karĢı kendi kiĢisel düĢünceleri ve tepkileri ile öne çıkmaktadır. Vergilemenin sosyal yönü ile öne çıkansa, kiĢisel bazda oluĢan bu tepkilerin sistemin iĢleyiĢini olumsuz yönde etkilemesi ve gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan planlanan hedeflerden sapmaların belirginleĢmesidir. Dolayısıyla “vergi anomisi” çeĢitli unsurların etkisiyle, vergiye iliĢkin temel kural ve normların kiĢisel ve toplumsal düzeyde geçerliliğini yitirmesi (Özpınar, 2009) olarak tanımlanabilir. KiĢisel düzeyde ortaya çıkan bu uyumsuzlukların sosyal boyuta taĢınması, gerek toplumsal yaĢam gerekse ekonomik yaĢam üzerindeki etkileri bakımından bir kısır döngünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Özpınar, 2009). ĠĢte, toplumda yaĢanan ahlaki zafiyet sebebiyle toplumsal dayanıĢma duygusu ve böylece bireyin aidiyet hissi zayıflamakta, nereye ait olduğunu bilemeyen birey, parçası olduğu toplumun gururunu da taĢıyamamaktadır. Kendinden bekleneni veremeyen ve bunu alıĢkanlık haline getirerek patolojik bir durum sergileyenlerin artması, normalle anormalin yer değiĢtirmesine böylece toplumun ağır bir bedel ödemesine sebep olmaktadır. Haddi zatında Kurtkan, bu anlamda sosyolojinin üzerine düĢen görevin, Fındıkoğlu‟na atfen “cemiyetin hukuki hayatını gösteren malumat ve malzeme içinde normal (sağ, salim, tabii) olanlarla anormal (hasta, sakim, patolojik) olanları ayırmak” (1968: 29) olduğunu dile getirmektedir. 27 1.1.3. Vergi Sosyolojisi “Günümüz dünyasını ve bizim bu dünyadaki yerimizi anlama Ģeklimiz” (Jenks, 2012: XVI) olarak sosyoloji, “cemiyetteki karĢılıklı sosyal münasebetleri inceleyen ve cemiyeti hareket halinde bulunan bir bütün olarak ele alan bir ilim” olarak tanımlanmaktadır (Kurtkan, 1968: 8). “Sosyal vakıalar zamana ve mekâna göre baĢka baĢka Ģekillerde tecelli etmektedirler çünkü onları hazırlayan Ģartlardan biri veya diğeri daha fazla müessir olmaktadır” (1968: 25) diyen Kurtkan, toplumun hareketli bir bütün Ģeklinde ele alınması zorunluluğunun “sosyolojinin zaruri olarak ihtisaslaĢmaya maruz kalmasını gerektirdiğinden” (1968: 9) bahsetmektedir. Aslında Sosyolojide ortaya çıkan ihtisaslaĢma ihtiyacı çok da yeni değildi. Adam Smith, ekonominin temellerini ortaya koyduğu eseri Milletlerin Zenginliğiyle, sosyal alanı analiz dıĢı bırakmadan ekonomi politikası önerilerinin yer aldığı bir “sosyal teori” geliĢtirmiĢti zira ekonomi sosyolojisi “ekonomik faaliyetin toplumsal temelleri ile toplumsal yaĢamın ekonomik temellerini açıklamaya yönelik bir bilim dalı” ydı (Erkan, 2000: 3, 6). “Toplumun vergiye dayanma gücü nedir ve hangi aĢamaya kadar rasyonel bir vergi uygulaması yapılabilir? Vergi kaybına yol açan etkenlerle toplumsal yapı arasında iliĢki kurulabilir mi?” Ģeklindeki sorular “mali sosyolojinin” doğmasına neden olmuĢtur. Bu anlamda sosyoloji, mali olayların toplum üzerindeki etkileri dolayısıyla maliye ile ilgilenmekte ve maliye politikasıyla ilgili kararlar alınırken ve uygulanırken mükellef tepkilerinin tahmin edilmesi, ona göre yönlendirmenin yapılması (Akdoğan, 2007: 15-16) gerekmektedir. Olayların arka planında yapısal etkenlerin rolü ve yönlendirici kimliği hesap edilmeden, her çeĢit yorum ve değerlendirmelerin tarafsızlığı düĢünülemez. Aksi davranıĢ ve tutumlar günü kurtarmak, olayları derinlik boyutundan uzaklaĢtırarak çözümsüzlüğe götürmektir (Türkdoğan, 2008: 8). Dolayısıyla, toplumsal yapının bir parçası olması nedeniyle toplumsal yapıda meydana gelen değiĢmeler sebebiyle vergi yapıları da değiĢmektedir. Ġdeal bir vergi yapısı, ülkenin sosyo-ekonomik yapısına uygun ve ekonomide istikrarsızlıklara yol açmaksızın her tür kamusal gereksinimleri karĢılayacak biçimde olmalıdır (Heper, 1981: 18). Mali Sosyoloji alanında ilk sayılabilecek isim olan Goldscheid‟ın amacı, mali sorunlara sosyolojik açıdan bakmaktı (Akdoğan, 2007: 15). Zira “sosyal müesseseler arasında sıkı bir zincirleme münasebet vardır ve karĢılıklı sebep-netice bağlarının 28 mevcudiyeti, bunlardan herhangi birinin içinde bulunduğu sosyal çevreden tecrit edilmesini ve sadece ona aĢırı derecede ehemmiyet atfedilmesini imkânsız kılmakta” dır (Kurtkan, 1968: 32). Bu çerçevede Mali Sosyoloji; maliyenin “nispeten mücerret olma karakterinden doğan eksikliğini tamamlamakta ve mali meselelerin müĢahhas realiteler içerisinde ele alınmasına imkân vermek sureti ile alınacak tedbirlerin belirli sosyal yapılarda husule getirmesi muhtemel tesir ve neticeler hakkında daha teferruatlı bilgi edinmemize” imkân sağlamaktadır. Mali ve diğer sosyal olaylar arasındaki karĢılıklı etkileĢimi “müĢahhas bir zemin üzerinde belirtmeye çalıĢan Mali Sosyolojinin, aynı zamanda bu müĢahhas realitede yer alan diğer sosyal hadiselerin de daha iyi anlaĢılmasını temin hususunda faydalı olacağı tabidir”. Maliye Politikasına rehberlik etme görevi söz konusu olan Mali Sosyolojide, mali olayın içinde yer aldığı karĢılıklı sosyal iliĢkiler mekanizması tarihi ve mahalli bağlardan koparılmaksızın bir bütün olarak incelenmekte ve ilgimiz daha çok “müĢahhas bir sosyal münasebetler ağı içinde yer alan mali hadiseye yönelmektedir”; bir baĢka ifadeyle Mali Sosyoloji sebebiyle olayın mali karakteri adeta sosyal özelliği yanında adeta ikinci plana itiliyor (Kurtkan, 1968: 10-13) durumuna gelmektedir. Alanında ülkemizdeki ilk eserlerden biri olan Metodolojik Bir Deneme Olarak Mali Sosyoloji adlı kitabında Kurtkan, en temel sosyolojik amacının sosyal sınıf düzeni ile gelir vergisi sistemi arasındaki iliĢkiyi belirtmek olduğunu ve bu çerçevede gelir vergisinin sosyal sınıf farklarını azaltma yolunda bir sosyal adalet vasıtası olarak kullanılabileceğini ifade etmektedir zira “gelir vergisi sosyal bünye üzerinde mekanik ve süratli bir tesir icrası hususunda kullanılabilecek bir politika vasıtasıdır”. Mali reformların gerekli olduğu ülkemizde vergi politikalarına yön verenlere, sosyolojinin vergi konusunda da ıĢık tutabileceğinin telkinini, amacı olarak ayrıca belirtmektedir (1968: 2-9). Hayat seviyesinin yükselmesinin ve mübadelenin artmasının her sınıftan çok özellikle orta sınıfın lehine bir sonuç olduğunu ve böylece gerçekleĢen sosyal dengenin de bütün toplumun menfaatine olduğunu (1968: 66), ancak gelir artıĢı ne kadar hızlı, zahmetsiz ve gayrimeĢru yollardan gerçekleĢmiĢse hayat tarzında da o ölçüde menfi olabilecek değiĢikliklerin meydana geleceğini ifade etmektedir (1968: 17). Hayat tarzıyla ilgili olarak “ihtiyaçların fiyat, gelir ve sair faktörlere göre tatmin Ģekilleri değiĢen kantitatif bir tertibinden ziyade ferdin sosyal sınıf durumuna ve bu sosyolojik manada “oturmuĢ” olup olmama vasfına göre taayyün eden kalitatif bir tertibinin ifadesi” (1968: 17) olduğunu belirtmektedir. Hatta sosyal adalet prensibinin ekonomik sonuçlarının yeterli olmadığı durumlarda dahi sosyolojik 29 sonuçlarının daha tatmin edici olacağından bahisle “alt tabakaya mensup fertlerin hayatının manevi bakımdan zenginleĢeceğine ve sosyal hayata medenilik sıfatı bahĢedileceğine” değinmektedir (1968: 65). Dolayısıyla Mali Sosyolojinin, özellikle sınıf farklarının fazla olduğu az geliĢmiĢ ülkelerde sosyolojinin en önemli dallarından biri sayılabileceğini (1968: 1) dile getirmektedir. Verginin tarafsız olması, kiĢilerin tercih ve davranıĢlarını etkilememesi, vergi öncesi ve sonrası refah dağılımını değiĢtirmemesi Ģeklindeki klasik yaklaĢımın tersine günümüzde verginin düzenleyici yanının da büyük önem taĢıdığı görülmektedir (Akdoğan, 2007: 119). Hatta sadece gelir amaçlı vergilerin bile çok değiĢik sosyal sonuçlar doğuracağı gözden uzak tutulmamalıdır zira yasama organının tutumu, vergi idarelerinin davranıĢ biçimi, çeĢitli sosyal gruplar üzerinde bazen geniĢ tepkiler doğurmaktadır (Erginay, 2003: 13). Bu yüzden toplumsal davranıĢ özelliklerinin dikkate alınması gerekir aksi takdirde, mali amaçlara ulaĢılması bakımından önemli sorunlarla karĢılaĢılacağı açıktır. Dolayısıyla kültürel farklılıklar, yapılacak vergi düzenlemeleri ve uygulamalar bakımından davranıĢ özelliklerinin göz önünde tutulmasının önemini kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır. ÇağdaĢ yönetim ve tekniklerin, ülkenin koĢulları ve mükelleflerin genelleĢme özelliği taĢıyan davranıĢlarıyla bir arada düĢünülerek uygulamaya konulması, vergilendirmeyle güdülen amaçlara ulaĢılabilmesi bakımından büyük önem taĢımaktadır. Kamu maliyesinin, fonların sağlanması ve kullanımı suretiyle oluĢturduğu etki, düzenli bir sosyal hayatın sağlanmasına katkıda bulunmaktadır (Akdoğan, 2007: 15-16). Özetle, bir ülkede zamanlamanın yapılması ve gerekli adımların atılması, sistemin geliĢtirilmesi amacıyla gerekli önlemlerin alınması için gerçekleĢtirilecek çalıĢmalarda; o ülkedeki bireyleri ve mevcut toplumun davranıĢ özelliklerini değerlendirecek, diğer koĢullarla birlikte ele alınmasına ve incelenmesine imkân sağlayacak uzmanlarla birlikte çalıĢmanın ve uygulamaya yön verilmesinin (Akdoğan, 2007: 183) yararlı olacağı açıktır. 1.1.4. Vergi Psikolojisi Mükellefin tepkisinin çözümlenmesinde kullanılacak olan Vergi Psikolojisi, baĢlı baĢına bir bilim değildir; birey ve grupların vergileri algılaması, değerlendirmesi ve gösterdikleri tepkileri inceleyen bir araĢtırma alanıdır. Vergilerin insan davranıĢları üzerindeki etkilerini inceleyen Vergi Psikolojisinde kullanılan yöntemler sosyal psikolojik, 30 araĢtırılan kavramlar ise mali ve dahi psikolojik olduğundan (Çiçek, 2006: 40) bu iki alanın beraber ele alınmasıyla ancak anlaĢılabilir. Vergi, vatandaĢın mali kurumlarla temasını sağlayan temel bir araçtır ve vatandaĢların buna karĢı hassasiyeti oldukça yüksektir. Devletin ekonomik ve sosyal hayata en önemli müdahalesi vergi vasıtasıyla olduğundan toplum psikolojisi yönünden vergiyle ilgili her konunun büyük bir önemi vardır ve toplum psikolojisinden maliye politikası tedbirlerinin halka kabul ettirilmesinde yararlanılmaktadır (Türk, 2002: 16, 163). Bu çerçevede, ister kapitalist ister sosyalist sistem olsun hiç fark etmez moral ve ahlaksal değerler ihmal edilerek bir yapının baĢarılı olmasını beklemek (Talas, 1980: 14) çok da rasyonel olmayacaktır. Vergi Psikolojisi literatüründe iki teori sözkonusudur. Bunlardan; Rasyonel Tercihler Teorisinde mükellef, vergi ödeme ve ödememenin getirilerini denetim konusundaki bilgileri dâhilinde rasyonel bir Ģekilde değerlendirir. Vergiden kaçınma durumunda denetlenme olasılığını ve denetlenmesi durumunda alacağı ceza miktarını akılcı olarak tartar. Elde etmeyi umduğu fayda denetim olasılığından yüksekse vergi ödemekten kaçınır. Ödeyeceği ceza elde etmeyi umduğu faydadan yüksek ise vergi ödememekten cayar. Ahlaki Duygular ve Tutumlar Yaklaşımında ise ahlaki duygu ve tutumlar onları Ģekillendiren faktörlerle birlikte incelenmiĢtir. BaĢlıca içsel faktörler; yaĢ, cinsiyet, medeni durum, eğitim, dâhil olunan ekonomik sınıf, mesleki çevre, mali memnuniyet ve din iken baĢlıca dıĢsal faktörler; kültürel farklılıklara bağlı olarak geliĢen ahlaki normlar, demokrasi, devlete ve kurumlarına duyulan güven, vergi bürokrasisi ve toplumsal gururdur (Serim, 2009). Mükelleflerin bireysel nitelikteki tavır ve davranıĢları genelleĢtiği ölçüde vergi sisteminin baĢarısı üzerinde etkili olmaktadır. Gerek vergiye konu seçiminde ve gerekse herhangi bir konuda vergi uygulamasında benimsenen teknik ve uygulamalar hususunda, o vergiye muhatap olacak kiĢilerin davranıĢ özelliklerinin göz önünde tutulması gerekir. Zira vergilerin konulması veya artırılması, vatandaĢı doğrudan etkilemekte, topluma götürülen hizmetler ve bu hizmetlerin yararı, birey ve kitle psikolojisini oluĢturmaktadır (Akdoğan, 2007: 182, 16). Dolayısıyla yeni bir vergi konulurken, uygulanırken, vergi oranları değiĢtirilirken, istisna kapsamları geniĢletilirken veya daraltılırken yani kısacası vergi ile 31 ilgili her türlü tasarrufta mükellefin olası tepkisinin mutlaka hesaba katılması gerekmektedir. 1.1.4.1. Vergi Algılaması Ġnsanların yaĢadıkları olaylar karĢısındaki durumlarının “algı-tutum-davranış” üçlemesinden oluĢtuğu söylenebilir. Bireyin olaylar karĢısında sergilediği tutum, onun muhatap olduğu olaydan ne anladığı ile iliĢkilidir. Psikolojide “algılama” olarak ifade edilen bu durum, çevredeki uyarıcıların duyu organlarında oluĢturduğu uyarımların beyne iletilmesi, beyinde düzenlenmesi ve bir anlam kazanması olarak tanımlanmaktadır (Doğan, 1987: 62). Tutum ise, bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir obje ile ilgili düĢünce, duygu ve davranıĢlarını oluĢturan bir eğilimi ifade etmektedir (KağıtçıbaĢı, 1992: 84) yani tutumun en önemli özelliği, gözlemlenebilen bir davranıĢ değil, davranıĢa hazırlayıcı bir eğilim olmasıdır. Bir tutumu içeren bilinçlenmede ise (Ergun, 1982: 28) bireyin bilinci, yaĢadığı kiĢisel deneyimler ve sosyo-kültürel etkenlerin yoğrulmasıyla oluĢmaktadır. Bireye rehberlik eden bilinç, tutum ve davranıĢ olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Bireylerin içinde yaĢadıkları toplumda karĢılaĢtıkları olaylar karĢısında (dıĢ etki), verdikleri tepkiler ya da sergiledikleri tutumların tümünü davranıĢ diye nitelendirebiliriz (Serim, 2009). Ġnsan davranıĢları yaĢanan olaylardan sağlanan algı ve bu algı ile oluĢan tutuma göre oluĢmaktadır dolayısıyla vergiye karĢı gösterilen tepkiler bir sonuç özelliği taĢımaktadır (Aktan vd., 2002: 117). Doğal Güdü (motiv) bireyi eyleme iten istektir; istek tekrarlanarak eğilime, eğilim devamlılık göstererek alıĢkanlığa, alıĢkanlık birey tarafından kanıksanarak kiĢisel tutuma, tutum dıĢ etkilere karĢı hareket kazanıp tepki (davranıĢ) Ģeklinde toplumla paylaĢılmasıyla da davranıĢ kuralına (ahlak) dönüĢür. Toplumdaki diğer bireyler tarafından da benimsenip tekrarlanan güdü (toplumsal güdü) ise toplumsal davranıĢ kuralı (toplum ahlakı) haline gelmektedir (Serim, 2009). Vergileme karĢısında mükelleflerin psikolojik tutumlarının incelenmesi, tutumların davranıĢlara yol açan eğilimler olmasından dolayı önceliklidir. Genel olarak değerlendirildiğinde, mükelleflerin vergileme karĢısındaki tutumlarının en önemli belirleyicisi, vergi oranları ve dolayısıyla mükellefler üzerinde oluĢan vergi yüküdür. Vergi yükünün artması ise, öncelikle kullanılabilen gelir seviyesini azaltmakta ve mükellef açısından daha az tüketim ve tasarruf yapma anlamına gelmektedir. Bu durum daha fazla 32 çalıĢmayı gerektirmekte ve psikolojik yönden hoĢnutsuzluğa neden olmaktadır (Aktan vd., 2002: 118-119). Vergileme nedeniyle oluĢan vergi yükü, kullanılabilir gelirde meydana getirdiği kayıplar ve mükellefin hissettiği fedakârlık derecesi açısından ikiye ayrılmaktadır; oransal vergi yükü ve psikolojik vergi yükü. Psikolojik vergi yükü, mükellefin bilgi seviyesine ve hissettiği vergi tazyikine göre değiĢmektedir. Mükellef, rasyonel hareket ettiği sürece bu yük, oransal vergi yüküne yaklaĢmakta, aksi durumda ise uzaklaĢmaktadır (Reynaud, 1966: 21). Psikolojik vergi yükü, bireysel düzeyde oluĢan hoĢnutsuzluk haliyle ilgili olduğundan vergi baskısı olarak da (Aktan vd., 2002: 119) isimlendirilmektedir. Mükelleflerin vergi karĢısındaki tutumlarını dört ayrı safhada inceleme imkanı vardır; sempati, apati, antipati ve nefret (Aktan vd., 2002: 120-121): - BaĢlangıçta düĢük oranlı vergilerde mükelleflerin severek ve isteyerek vergi ödedikleri söylenebilir. Mükellefin kendisini toplumun bir parçası olarak görmesi, böyle bir tutum sergilemesinde etkili olmaktadır. Bu aĢamada mükellefin vergiye karĢı sempati göstermesinde, toplanan vergilerle devletin kendisine daha iyi hizmet sunacağına olan inancı da önemli bir etkendir. - Ġlgisizlik anlamına gelen apati kavramı, mükelleflerin artan vergi oranları karĢısında isteksiz olmalarını ifade etmede kullanılabilir. - Kendilerinin sistemli bir Ģekilde suiistimale maruz kaldıkları ve kiĢisel veya toplu olarak haksızlığa uğradıkları hissine kapılan mükellefler, ellerindeki fırsatları değerlendirmek suretiyle antipatik davranarak vergilere karĢı olumsuz tepkiler göstermeye baĢlamaktadır. - Dördüncü ve son aĢamada ise, nefret hali ileri düzeyde “vergi alerjisi” olarak da adlandırılabilir. Mükellefler antipati aĢamasında hile ve gizli olarak gerçekleĢtirdikleri tepkileri bu son aĢamada aleni hale getirebilmekte, protesto ve gösterilerle vergi yönetimine karĢı direnebilmektedirler. Ülkemizde yapılan birçok araĢtırmada vergi ödemenin ve vergiyi algılama biçiminin, tarihi ve kültürel olaylardan kaynaklandığı ve verginin kutsal bir görev olduğu sonucuna varılmıĢtır (Sezgin ve Çoban, 2004). BaĢkalarının vergi ödeme konusunda dürüst olduğuna inanç, vergi ödeme konusunda istekliliği artırmaktadır. Vergi ahlakı ve onun yansıması olan bireysel vergi ödeme davranıĢı kiĢisel fayda optimizasyonuna olduğundan daha büyük ölçüde sosyal kurallara ve psikolojik değiĢkenlere sıkı sıkıya bağlılık gösterdiği (Serim, 2009) görülmektedir. 33 Bu anlamda yapılan araĢtırmalarda verginin mükelleflere ifade ettiği anlam; % 55 ile yasal bir ödeme (Baloğlu vd., 2010: 63); % 41 ile (Çiçek, 2006: 104) ve % 33,3 (Çiçek vd., 2008: 69) ile kamu hizmetlerinin karĢılığı; % 13 ile para ve % 11,6 ile de devlet (Çak vd., 2010: 33) olarak çıkmıĢtır ki farklı araĢtırmalarda çıkan bu sonuçlar nötr bir yaklaĢımın karĢılığıdır. Toplumda verginin bir vatandaĢlık görevi olarak diğer görevlere göre hangi düzeyde kabul gördüğünü ölçmek için katılımcılara bazı vatandaĢlık görevlerini 1-10 arası değerlendirmeleri istendiğinde; kanun ve kurallar uymak 8,4 puan, seçme ve seçilme hakkı 8,3 puan, askerlik yapmak 7,3 puan ve vergi vermek 7,2 puan Ģeklinde çıkmıĢtır. Buradaki sonuçlar vergi vermenin vatandaĢlık görevleri içinde sıralamada ancak 4. sırada kendine yer bulabildiğini göstermektedir (Çak vd., 2010: 33). 1.1.4.2. Toplum Adamı Üzerine Giddens, küreselleĢmenin birbirinden uzak yerlerde meydana gelen olayların etkilediği farklı yerleri karĢılıklı birbirine bağladığını ifade etmekte ve küreselleĢmeyi “küresel niteliğe sahip sosyal iliĢkilerin yoğunlaĢması” olarak tarif etmektedir (2000: 23). KüreselleĢen böylesi bir dünyada, çıkar iliĢkileri öne çıkmakta ve bencillik duygusu sürekli geliĢerek sosyal yaĢama yerleĢmektedir. Smith‟e göre, bireyler kendi çıkarlarının peĢinden koĢarken toplumun çıkarına katkıda bulunmaktadırlar hatta bu katkı gerçekten katkıda bulunmayı amaçladıkları zamankinden daha etkin bir Ģekilde gerçekleĢmektedir. Bu anlamda, sosyal bilimciler arasında iktisadî adam kavramına karĢı önemli tartıĢmalar ortaya çıkmıĢ ve insanı hem iktisadî hem de sosyal hayatta iktisadî adamdan daha gerçekçi olarak tanımlayan yeni bir insan kavramına ihtiyaç olduğu yönünde kuvvetli görüĢler ileri sürülmüĢtür. Sosyoloji bilimi Sosyolojik Adam (homo sociologicus) modelini oluĢtururken, Kurumsal Ekonomi Kurumsal İktisadî Adamı (homo institutional economicus), Sosyal Ekonomi Sosyal İktisadî Adamı (homo socio-economicus) ve Ġnsancıl Ekonomi ise İnsancıl İktisadî Adamı (homo humanistic economicus) geliĢtirmiĢtir. Ancak her model, „insan‟ gerçeğinin bir ya da birkaç yönünü ele almakta ve neredeyse hiçbiri onu olduğu gibi anlayamamakta, hatta zaman zaman bazılarının insanı yanlıĢ değerlendirdiği (Özsoy, 2009) görülmektedir. 34 Farklı insan modelleriyle bile olsa, bu iktisat okullarının, genelde insanın iktisadî ve sosyal hayattaki yerini ve iĢlevlerini tanımlamayı, daha dengeli bir iktisat bilimi geliĢtirmeyi, toplum ve ekonomi bütünlüğünü sağlamayı ve çağımızın karmaĢık soyut meselelerini daha iyi anlama yeteneğini geliĢtirmeyi amaçladıkları görülmektedir (Özsoy, 2009). Bu çerçevede, “bireyin davranıĢlarını rasyonel davranan kiĢi (homo economicus) olmanın ötesinde Ģekillendiren faktörler hiç mi yoktur?” sorusunun cevabı 70‟li yılların baĢından itibaren gerek teorik gerekse ampirik düzeyde araĢtırılmaya baĢlanmıĢ (Serim, 2009) ve geleneksel iktisadın dıĢında kalan heterodoks iktisat okullarının yanı sıra baĢta sosyoloji olmak üzere diğer sosyal ve beĢeri bilimler tarafından iktisadî adam modeline alternatif ve insanın sosyal hayattaki davranıĢlarını da açıklamaya yönelik modeller geliĢtirilmeye (Özsoy, 2009) çalıĢılmıĢtır. KiĢisel çıkarlarla sosyal sorumluluk ve kaygıları dengeleyen ve ekonomiyi hem moral değerler hem de insan tabiatının göz ardı edilen diğer yönleriyle birleĢtiren bir adam modeline, günümüzde ciddi anlamda ihtiyaç duyulduğu görülmektedir zira insan doğası tamamıyla bencil olmayıp diğergâmlığa (baĢkalarını düĢünme) da meyillidir ve zaman içerisinde çevresel faktörlerle Ģekillenen ahlakî duyarlılıklara karĢı da açık (Özsoy, 2009) bulunmaktadır. Bu kapsamda, “YaĢa ve YaĢat” ilkesine dayanan, insanı bütün ve üstün bir varlık olarak değerlendiren ve insandaki empati/duygudaĢlık yeteneğinin davranıĢlara etkisini göz ardı etmeyen „toplum adamı‟ modeli böylesi bir arayıĢa cevap oluĢturabilecek niteliktedir. Toplumsal bütünlüğün sağlanmasına katkıda bulunabilecek toplum adamı, baĢkaları için bir Ģeyler sarf ettiğinde, hatta kendi ülkesi için canını bile feda ettiğinde, iktisadî adam gibi faydasını maksimize etmektedir. Toplum adamı, iktisadî adam gibi üretici olarak kârını, tüketici olarak ise faydasını maksimize etmeye çalıĢmaktadır. Ancak ikisinin birbirinden ayrıldığı çok önemli bir nokta vardır; iktisadî adam, satıcı veya alıcı olarak bazen muhatabının zararına bile olsa, her zaman ve sadece kendi menfaatlerini gözetirken, toplum adamı alıcı olduğu durumlarda satıcıyı, satıcı olduğu durumlarda alıcıyı empati yapmak suretiyle düĢünmekte ve onların haklarını da dikkate almaktadır. Ġktisadî adam her durumda kendi çıkarının peĢinden koĢarken, toplum adamı kendisi ve aile fertlerinin temel ihtiyaçlarını sağladıktan sonra yüzünü topluma çevirmekte; aç olan diğer insanları düĢünmeye baĢlamaktadır. Toplum adamı iktisadî adam kadar ferdiyetçi, bir 35 sosyalist/komünist kadar da toplumcudur; kazancının fazla olan kısmını toplumun geri kalanıyla paylaĢtığı (Özsoy, 2009) görülmektedir. Nitekim bu yaklaĢım çerçevesinde, Reuters‟den Maggie Fox‟un (2008) haberine göre, University of British Columbia ve Harvard Business School‟da, aralarında psikolog Elizabeth Dunn‟ın da bulunduğu bir grup bilim adamı tarafından yürütülen ve 630 Amerikalıyı kapsayan bir araĢtırma sonucunda, küçük de olsa baĢkalarına yapılan harcamaların kendilerine yaptıkları harcamalardan insanları daha fazla mutlu ettiği tespit edilmiĢtir. BaĢlığı, “ancak baĢkalarına harcamanız halinde para mutluluğu satın alır” Ģeklinde konulan haberde Elizabeth Dunn, “insanların ne kadar kazandıkları kadar gelirlerini nasıl harcadıklarının da önemli olduğu” hipotezini test ettiklerini (Özsoy, 2009) belirtmektedir. Bu anlamda yapılan bir diğer çalıĢmada ise, Özsoy toplum adamı modelinin Gürcü toplumuna uygulanabilirliğini ölçmek amacıyla Gürcistan‟da 200 kiĢiye uygulanan anket bulgularına İktisadi Adamdan Toplum Adamına baĢlıklı makalesinde yer vermiĢtir. GerçekleĢtirilen çalıĢma, Gürcü toplumunun „iktisadî adam‟ yerine „toplum adamı‟ modelini sergileme eğiliminde olduğunu gösteren veriler ortaya koymuĢtur; katılımcıların % 34‟ü para kazanma amacının çocuklarına gelecek sağlamak, % 23‟ü ailesini desteklemek, % 17‟si iĢ kurmak olduğunu söylerken, yalnızca % 12‟si parayı kiĢisel ihtiyaç ve refahları için kazandığını, % 1‟i de baĢkalarına yardım etmek için para kazanmak istediklerini belirtmiĢtir. “ġu ana kadar hiç hayır amaçlı para harcadınız mı?” sorusunu % 96‟sı olumlu cevaplarken, soruya yalnızca % 2‟si olumsuz karĢılık vermiĢtir. Katılımcıların; % 70‟i, kendi ihtiyaçları olsa bile, baĢkalarına yardım etmek ve sahip olduklarını paylaĢmak konusunda istekli olduklarını; % 62‟si hayır yapma sebebi olarak kiĢisel duygularını öne çıkarırken, % 33‟ü bunun dinî motiflerle ilgili olduğunu; % 71‟i, hayır iĢledikten sonra büyük bir mutluluk ve tatmin duyduklarını, % 8‟i derunî bir huzur hissettiklerini ve sadece bu yolla kendilerini insan olarak gördüklerini; ayrıca % 70‟inin baĢkalarına yardım etmek istediği ve kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile ellerindekini baĢkalarıyla paylaĢmaya hazır olduklarını açıklamıĢlardır. Katılımcıların % 68‟inin genellikle düĢük maaĢla yaĢadığı da göz önünde tutulursa tüm bu sonuçlar; insan tabiatının ruhsal faydayı baĢka bir ifadeyle mutluluğu, kendi ihtiyacı bile olsa baĢkalarının ihtiyaçlarını karĢılayarak bulmaya çalıĢtığının ve içinde bu eğilimi taĢıdığının; bu durumun din tarafından da desteklenip teĢvik edildiğinin; insanı hayırsever yapanın ihtiyaç 36 sahiplerine duyulan sempati ve merhamet duygusu olduğunun (2009) kanıtı olarak görülmektedir. ÇalıĢmasının sonuç kısmında Özsoy, “iktisadî adam modelini reddetmemekle birlikte onu eksik bulan ve bu eksiği tamamlaması için geliĢtirilen toplum adamı modelinin, maddî çıkar temeline dayanan iktisadî adam modelini, iktisadî olmadığı düĢünülen kararların temel motifi olan manevî fayda (spiritual utility) kavramıyla bir bütünlüğe kavuĢturduğunu” ve toplum adamı modelinin “piyasa sisteminin temel zaafları olan kamu malları, gelir eĢitsizliği, dıĢsallıklar ve ekonomik istikrarsızlılar gibi sorunlara çözüm bulmayı vaat ettiğini” (2009) ifade etmektedir. Toplum adamı modelinin Türkiye‟de yaĢayan bir insan tipi olup olmadığını araĢtırmak amacıyla 2008 yılı içerisinde 328 kiĢinin katıldığı bir anket uygulamasında da katılımcılara yöneltilen sorular ve verilen cevaplar Ģu Ģekildedir; katılımcıların % 73‟ü para kazanma amacının ailesini desteklemek, % 41‟i fakirler yardım etmek, % 34‟ü iĢlerini geliĢtirmek ve % 29‟unun ise sermayelerini artırmak için istediklerini dile getirmiĢlerdir. “Hiç hayırseverlik niyetiyle para harcadınız mı?” sorusuna % 97‟si, “Hayırseverlik miktarını artırmak istiyor musunuz?” sorusuna ise % 83‟ü evet demiĢlerdir. Katılımcıların % 86‟sı gelecek nesil için bu dünyayı daha iyi bırakmak zorunda olduklarını, % 74‟ü dünyanın sorumlu vatandaĢlara ihtiyacı olduğunu, % 68‟i ise insanın komĢusunun ve vatandaĢlarının iyiliği için parasının bir kısmını harcaması gerektiğini ifade etmiĢlerdir. Böylece, katılımcılar ihtiyaç sahiplerini ihmal etmeyeceklerini, ulusal ve küresel dayanıĢmaya açık olduklarını, küresel dayanıĢmaya katkıda bulunabileceklerini ifade etmeleri sebebiyle Türkiye‟de de çoğunlukla toplum adamının özelliğini göstermiĢ (Özsoy ve Görmez, 2008) bulunmaktadırlar. 37 2. BÖLÜM VERGĠNĠN SOSYO-KÜLTÜREL ve SOSYO-EKONOMĠK YAPI ĠÇĠNDEKĠ YERĠ Bu bölüm vergiye tarihsel perspektiften genel bir bakıĢ açısı ve verginin ortaya çıkıĢı ile baĢlamaktadır. Ardından konunun kültürel dünyamızdaki yansıması ele alınmakta ve mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarını belirleyen etkenler üzerinde durulmaktadır. Bu etkenler, sosyo-kültürel ve mali etkenler ana baĢlıklarında irdelenmektedir. Hemen ardından vergi direnci ve mükellef tepkileri değerlendirilmekte, aktif ve pasif tepkilere yer verilmektedir. 2.1. Tarihi Süreçte Vergi Ġnsanın otorite karĢısında hak araması çok eskilere dayanmaktadır ki bu anlamda Hammurabi Yasaları‟nı (MÖ 1760), Magna Carta‟yı (1215), Habeas Corpus‟u (1679), Amerikan Bağımsızlık Bildirisi‟ni (1776), Fransa Ġnsan ve YurttaĢ Hakları Bildiri‟sini (1789) ve Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟ni (1950) tarihsel akıĢta sayabiliriz. BM‟nin kurucu üyelerinden olan Türkiye‟de ise benzeri süreç; Ayan Meclisi, Tanzimat Fermanı, I. ve II. MeĢrutiyet ile Cumhuriyetin ilanı Ģeklinde ortaya çıkmıĢtır. 2.1.1. Genel BakıĢ ve Verginin Ortaya ÇıkıĢı Kamu gelirleri, ilk ve orta çağlarda kabile ya da devlet baĢkanlarına çeĢitli nedenlerle verilen hediyelerden oluĢuyordu ve verilen hediyenin türü, miktarı onu verenin iradesine bağlı idi yani zorunluluk söz konusu değildi (Akdoğan, 2007: 303). Sümer, Yunan ve Roma medeniyetinde de az veya çok önemli vergiler vardı fakat kökeninde vergiler, ihtiyari bir mahiyet göstermekteydi (Erginay, 2003: 30). Ġnsanlık tarihinin bu ilk önemli medeniyet örneklerinde vergilendirme yetkisinin hukuki bir temelden çok devletinhükümdarın fiili gücünü esas aldığı söylenebilir (Gök, 2007); bu açıdan vergi düĢüncesinin orijini “hediye” kavramına dayanmaktadır. Bu anlamda; ilk vergilerin hibe veya yardım Ģeklinde olduğu, ikinci devrede esas itibariyle mamelek (patrimuan) üzerinden alınan vergiler, kral imtiyazları (regales), tekel vergileri ve resimlerin belirdiği, nihayet üçüncü 38 devre olarak zamanımızda gelir vergileri, gider vergileri ve servet vergilerinin yaygın bir hal aldığı görülmektedir (Erginay, 2003: 33). Kamu hizmetlerinin henüz geliĢmemiĢ olması dolayısıyla sınırlı olan gelirler baĢlangıçta yeterli olmuĢ, ancak derebeyi ve kabilelerin yerine merkezi devletler geldikçe mülk gelirleri yetersiz kalmıĢtır (Erginay, 2003: 31). Böylece geleneklerin hukuki normlara dönüĢmesiyle, töresel sorumluluk yerini yavaĢ yavaĢ yasal sorumluluğa bırakmıĢtır (Giray, 2001: 7). Ülke sınırlarının büyümesi, merkezi devletlerin kurulması, yeni buluĢ ve geliĢmeler, devletin görev alanının geniĢlemesine neden olmuĢ, devlete yapılan katkıların zorunlu bir nitelik kazanmasına yol açmıĢtır. Bu dönüĢüm sürecinde, vergilemeye gidilmesinin en önemli tarihi nedenleri arasında; ülkenin dıĢtan gelecek tehlikelere karĢı korunması, iç güvenlik ve adalet hizmetlerinin görülmesi için gerekli harcamalara finansman sağlanması (Akdoğan, 2007: 304, 122) yer almıĢtır. Verginin geliĢim süreciyle ilgili bir diğer yaklaĢımda ise, ilk aĢamada bireylerin bağlı bulundukları yönetime servet ve gelirlerinin bir kısmını hediye olarak sunmaları söz konusudur. Ġkinci aĢama, dinsel amaçlı gönüllü ödemelerin geçerli olduğu dönemdir. Üçüncü aĢamada devlete yardım düĢüncesi yatmaktadır. Dördüncü aĢamada vergi, devletin yararına bireylerin katlandığı kamusal mallardan yararlanmanın karĢılığı bir fedakârlıktır. BeĢinci aĢama yükümlülük duygusu geliĢmiĢken altıncı aĢamada zorunluluk söz konusudur. Son aĢamadaysa, mükellefin iradesine bırakılmaksızın devlet tarafından belirlenen bir değerdir (Giray, 2001: 8); ancak alınan bu tutarların gönüllü veya zorunlu olması vergi özelliğini değiĢtirmemektedir. Bir baĢka bakıĢ açısındansa vergi, eski çağlarda mağlupların galiplere ödemesi gereken bir borç olarak kabul olunmakta ve mağlupların gelirleriyle servetlerinin bir bölümü “haraç” adı altında alınmaktaydı. Milattan önceki yıllarda; eski medeniyetlerde çeĢitli uygulamaları görülen asli gelir kaynağı niteliğinde olan vergiler, orta çağda bu niteliklerini önemli ölçüde kaybetmiĢler ve olağanüstü bir gelir kaynağına dönüĢmüĢlerdir. Ortaçağ döneminde vergi, istisnai boyutta uygulanmıĢ ve anlam değiĢimine uğramıĢtır. Bütün ortaçağda krallar, ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü kendi gelirleriyle karĢılamıĢlardır. Bu dönemde vergi ancak istisnai olarak baĢvurulan bir kaynak olmuĢtur. Eski bir kurum olmakla birlikte, Roma Ġmparatorluğunun yıkılmasından sonra verginin özü değiĢime uğramıĢ ve bir malikâne geliri Ģekline dönüĢmüĢtür. XVII. yüzyılda vergi normal 39 bir gelir niteliği kazanmıĢ ve zamanla malikâne gelirleri önemini kaybetmiĢtir. Böylece, baĢlangıçta hediye ve bağıĢlarla karĢılanabilecek düzeyde olan ihtiyaçlar, bir arada yaĢama arzusu ve örgütlenme biçiminin geliĢimine bağlı olarak artmıĢ, daha sağlıklı finansman kaynaklarına (Akdoğan, 2007: 121-122) gerek duyulur olmuĢtur. Geleneksel toplumlarda milli gelir tarıma dayalı, sanayileĢme az veya küçük el sanatları biçiminde, okuma yazma oranı düĢük, para ekonomisi zayıf, sanayi yatırımları için gerekli sermaye birikimi az, ticaret ve kentleĢme sınırlı, üretim kas gücüne bağlı ve ayni vergiler önemli bir yer tutmaktadır (Heper, 1981: 5, 22). Dolayısıyla ilkçağ dünyasının temel vergisi tarımsal ürünlerden alınmakta ancak burada gelir, iklim koĢullarına bağlı olarak değiĢken bir özellik göstermektedir. Paranın icat edilmediği bu çağlarda vergi, emek Ģeklinde de ödenebilmektedir; askerlik yapma, kralın madenlerinde ve arazilerinde çalıĢma, sulama kanalları yapma,.. gibi. Paranın icadıyla birlikte, para ve ayni ödemelerin birlikte yer aldığı yeni ve ikili bir sistem uygulanmıĢtır (Giray, 2001: 910). Tüm bu tarihsel süreçte, 1215 tarihli Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı) demokrasinin geliĢmesinde adeta bir baĢlangıç noktası olmuĢ, ardından ortaya çıkan Reform ve Rönesans hareketleri ile bu giriĢim güç kazanmıĢtır (Aktan vd., 2002: 156). Bu ferman “kraliyet haklarının örf ve adetle hudutlu olduğunu kabul ediyor, keyfi vergilemeyi önlüyor ve vergilemenin bir müĢavere meselesi olduğu esasını daha 13. Asrın baĢlarında vaz ediyordu” (Kurtkan, 1968: 35). Ġngiltere‟deki ilk demokratikleĢme hareketi saydığımız bu fermanın 12. maddesi Ģöyledir: “Hükümdar kendini esaretten kurtarmak, oğluna asalet unvanı vermek, bir defaya özgü olmak üzere büyük kızını evlendirmek için, halktan vergi isteyebilir. Bu durum dıĢındaki hallerde ancak “Genel Meclis” karar verir ise vergi alınır. Halktan vergi talep eden irade, ister kraldan, ister genel meclisten gelsin yükleyeceği yük makul ve mutedil olmalıdır” (Giray, 2001: 56). Dolayısıyla Ġngiltere‟de krallar, tebaalarını vergilerin onaylanması için toplantıya çağırır duruma gelmiĢlerdir ki meclislerin, onayın zorunluluğu hususundaki ısrarcı tutumları sebebiyle parlamentoların vergileri onaylama ilkesi böylece yerleĢmiĢtir. Fransa‟da ise vergilerin halk temsilcilerinin onayına sunulması Fransız Ġhtilalinden sonra, demokratik rejimin kurulmasıyla ancak yerleĢmiĢtir (Türk, 2002: 113). Böylece hükümdarların ağır vergi koymalarıyla ortaya çıkan çeĢitli toplumsal tepkiler, vergi miktar ve çeĢitlerinin belirlenmesinde halkın görüĢlerinin alınması (Akdoğan, 2007: 304) sonucunu doğurmuĢtur. 40 Arap yarımadasındaki duruma gelince, Ġslam‟dan evvel var olmuĢ devletler de genellikle dini devletler olduğundan, devlet baĢkanları aynı zamanda en yüksek dini otorite olarak halk ile tanrılar arasında aracı rolü oynamıĢlardır. Bu bakımdan bu devletlerde mevzu vergiler de daha çok dini mahiyette olmuĢtur. Tanrılara sunulanlar altın, gümüĢ, canlı hayvan, zirai mahsuller olmak üzere çok çeĢitlidir. Galip devlet ve aĢiretin, mağlup devlet ve aĢiretten tahsil ettiği vergi de bilinmektedir. Ayrıca kabile ve Ģehir devletlerinde, ticari malların getirildiği panayırlarda onda bir oranında vergi tahsil edilmiĢtir. Ġslam‟ın ilk yıllarında ödenen her çeĢit vergi baĢlangıçta farklı isimler altında anılmıĢsa da hicri 7-10 yıllarında artık devlet içinde Müslümanların ödedikleri vergi Ģeklindeki mali mükellefiyetler zekât ve sadaka altında toplanmıĢtır. Medine pazarına getirilen mallardan onda bir oranında aĢar vergisi de alınmakla birlikte, gayri-müslimlerin ödedikleri vergiler dört gruba ayrılabilir; cizye, haraç, ticaret öĢrü ve fidye (Eskicioğlu, t.y.:203-217). Ġslam‟da vergi anlayıĢının temelinde ihtiyaç fazlası kavramı olmuĢtur ve bu fazlayla muhtaç durumda olanların gereksinimlerinin giderilmesi amaçlanmıĢtır. Zekât ve aĢar gibi sadece Müslümanlardan alınan vergiler; cizye ve haraç gibi Müslüman olmayanlardan alınan vergilerin yanında ortak olarak gümrük ve veraset vergileri de alınmıĢtır (Giray, 2001: 34-43) . 2.1.2. Sanayi Devrimi ve Sonrası Ġlk vergiler istisnai yardımlar Ģeklinde geliĢmiĢ ve bir defaya mahsus olarak alınmıĢtır. ÇağdaĢ devletlerin ortaya çıkıĢı, bu devletlerin son derece önemli olan yönetim giderlerinin istisnai yardımlarla ve mamelek gelirleriyle karĢılanmasını olanaksız hale getirmiĢ, istisnai yardımlar düzenli yardımlara, her yıl alınan yardımlara ve nihayetinde vergilere dönüĢmüĢtür (Türk, 2002: 114-115). Sanayi devriminden önceki yıllarda görülen vergileme biçimi; refahın toprak mülkiyetine bağlı olduğu görüĢünün bir sonucu olarak, mülk vergilemesi yönünde olmuĢ ve ayrıca dolaylı vergi uygulamaları geniĢ yer tutmuĢtur. XVIII. Yüzyılın sonlarında Ġngiltere‟de geçici bir dönem için gelir vergisi uygulamaya konulmuĢ, bazı ara vermeler dıĢında ve duyulan finansman ihtiyacının sonucu olarak, gittikçe yaygınlaĢan bir Ģekilde bu verginin uygulaması sürdürülmüĢtür (Akdoğan, 2007: 122). Ancak Fransa‟da Ġngiltere‟den farklı olarak, devamlı vergi fikri Ġngiltere‟ye göre daha kolay ve daha tam bir Ģekilde girmiĢtir. Zira Fransa dıĢ tecavüzlere ve istilalara Britanya adalarından her zaman daha açık bir ülke olmuĢtur ki ordunun devamlı olması demek verginin de devamlı olması (Türk, 2002: 115) anlamına gelmektedir. 41 Uzun bir süre devletlerin amacı savunma ve güvenlik iken ekonomik koĢulların değiĢmesi ve sınıfsal farklılaĢmalar, dikkatleri genel refah konusuna çekmiĢ ve devlet yeni fonksiyonlar yüklenmiĢtir. Bu yeni fonksiyonlar ise yeni harcamalar ve yeni vergiler demektir (Giray, 2001: 8). Verginin mahiyeti ile ilgili düĢüncelerde ortaya çıkan değiĢmelere paralel olarak vergiye atfedilen fonksiyonlardaki bu değiĢmeler, verginin yalnızca kamu giderlerini karĢılamak yönündeki temel geleneksel görevinin yanı sıra, ekonomik ve sosyal hayata müdahale etmek bakımından önemli bir araç olarak kabul edilmeye baĢlandığının da göstergesidir (Akdoğan, 2007: 122). Wagner, ekonomik kalkınma ile kamu sektörü arasındaki bir “neden-etki” bağının var olduğu inancından hareket ederek, kiĢi baĢına gelir ve üretim miktarı yükseldikçe toplam ekonomik faaliyetlere oranla kamu sektörünün göreli payının artmasının temel nedeni olarak sosyal geliĢmeyi göstermektedir (Heper, 1981: 23). XVII. yüzyılda Ġngiltere‟de ve XVIII. yüzyılda Ġhtilalden sonra Fransa‟da, insan haklarının toplum içindeki algılanıĢ Ģeklinin değiĢmesi ve geliĢmesi, vergilerin genel olması, bireylerin aynı hak ve yükümlülüklere sahip olmaları ilkelerinin yayılmasına neden olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 212). Kapitalist sistemin doğuĢu merkantilist dönemle baĢlamaktadır (Talas, 1980: 24), dıĢ ticaret yolu ile değerli metal ve mallar sağlamak amacını taĢıyan bu dönemde, vergi ödemelerinin mükellefin devlet faaliyetlerinden elde ettiği faydalara karĢılık gelmesi konusuna önem verilmiĢtir. Devlet mükellefin Ģahsını ve servetini korumuĢ, vergi de bunun bedelini oluĢturmuĢtur yani bir tür karĢılıklı sözleĢmenin olduğu görülmektedir. Merkantalistlerden farklı olarak zenginliğin kaynağını doğa sayan Fizyokratlara göre ise üretken olan yalnız toprak olmuĢtur (Giray, 2001: 24-26). Quesney, Mirebeau, Le Trosne gibi fizyokratlar verginin, toprağın saf gelirine dayalı olarak ve tek vergi Ģeklinde uygulanmasını dile getirmiĢlerdir. Fizyokratlar her sosyal olayın bir yasaya bağlı olduğunu söyleyerek bilimsel düĢüncenin öncülerinden olmuĢlardır (Talas, 1980: 29), dolayısıyla Merkantalistler ve Fizyokratların, sınırlı da olsa vergi ilkeleri ile ilgili doktrinleri kurduklarını söylemek mümkündür (Akdoğan, 2007: 192). Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler “Laissez faire, laissez passer” temel mantığına sahip liberalizmin temellerini atan Adam Smith ve David Ricardo ile ekonomik alandaki çalıĢmalara ve araĢtırmalara bir düzen, tutarlılık gelmiĢtir (Talas, 1980: 30). Mali olayları bilimsel bir çerçevede inceleyerek vergi prensip ve teorilerine büyük katkı sağlayan Smith (Akdoğan, 2007: 192); piyasa ekonomisinin aktörlerin kiĢisel çıkarlarının 42 etkisiyle iĢlerlik kazandığını ifade etmiĢ, fizyokratların görüĢüne karĢı çıkarak yalnız toprağın değil sanayi ve ticaretin de gelir fazlası sağlayacağını ispat etmiĢtir (Giray, 2001: 24-26). Smith, kamu harcamalarının maliyetinin mümkün olduğu kadar sağlanan faydaya uygun olarak bireylere dağıtılmasını, ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda ödeme gücü ilkesine uygun bir vergilemenin yapılabileceğini belirtmektedir (Musgrave, 2004: 82). Smith‟in getirmiĢ olduğu vergileme ilkeleri; adalet, belirlilik, uygunluk ve iktisadiliktir ki bu ilkelerin günümüzde de yararlanılan vergi ilkeleri olduğu görülmektedir. Ricardo ise vergilerin her zaman bir ülkede ya sermayeden yani servetten ya da gelirden ödeneceğini belirtmiĢtir (Giray, 2001: 26-28). Sonrasında ise McCullock, J.S.Mill, Edgeworth, Dalton ve Pigou gibi isimler vergileme ilkelerinin üzerinde durmak (Akdoğan, 2007: 6, 192) eğiliminde olmuĢlardır. Hükümetler tarafından görülmekte olan kamu hizmetlerinin en az düzeyde tutulması, hükümetlerin rollerinin ekonomik ve sosyal yaĢantıda liberal düĢüncenin de etkisiyle düĢük olması vergi düzeylerini sınırlı kılmıĢtır öyle ki artan oranlı vergiler ancak XX. yüzyılda görülmeye baĢlanmıĢtır. Dolayısıyla vergi yükünü de en çok yoksullar duymuĢ, dolaylı vergilerin geniĢliği ve yoğunluğu bu yükü ağırlaĢtırmıĢtır. Hükümetler, ancak zamanla refah devleti politikasını daha iyi biçimde yürütecek araçlara ulaĢmıĢlardır. Özellikle Keynes‟ten sonra, yatırım ve tüketim hacmini kamu harcamaları yolu ile destekleyerek dengeyi sağlayacak bir rol verebilmek için vergi, hükümetlerin elinde baĢlıca bir araç olarak kendini göstermiĢtir. Buradaki denge kuramı Keynes‟e aittir, üretim ve tüketim arasındaki denge bozulduğunda devletin vergi yolu ile ekonomik hayata müdahale etmesini öngören (Talas, 1980: 117-118) bir kuramdır. Keynes devlet müdahalesine yeni bir bakıĢ açısı getirmiĢtir; para politikası ve piyasa mekanizması ekonomik istikrarı temin etmede yetersiz kalabilmektedir ve bu nedenle söz konusu yetersizlik maliye politikası ile kapatılmalıdır (Mutlu, 2009: 30). Klasik Ġktisat Teorisi‟nin aksine, toplam talebe ağırlık veren Keynesyen Teori‟ye tepki olarak ortaya atılan Arzyönlü iktisat, özellikle vergi indirimleri yoluyla üretimin ve dolayısıyla vergi gelirlerinin pozitif yönde etkileneceğini ve bu suretle ekonomik büyümenin, kaynak kullanımında ve dağılımında etkinliğin sağlanacağını savunan bir iktisadi düĢüncedir (Karabulut, 2006). Ekonomi düĢünürlerine göre modernleĢme sürecindeki toplumları farklı ayırımlara tabi tutmak mümkündür. Bunlardan; Lerner toplumları geleneksel toplumlar, geçiĢ dönemi toplumları ve modern toplumlar olarak üçe ayırırken; Musgrave önceki dönem ve sonraki 43 dönem ayırımını tercih etmekte; Rostow ise altılı bir ayırım yapmaktadır (Heper, 1981: 4). Lerner, modernleĢmenin temelinde kentleĢmenin yattığı düĢüncesindedir; bir toplumda kentleĢme oranı % 25‟i geçtiği zaman modern üretim gerekliliği ortaya çıkmaktadır ki modern toplumda üretim piyasa için yapılmakta ve verimlilik artmaktadır, kentleĢme ve eğitimin geliĢmesi sonucu okuryazar oranı yükselmektedir (Heper, 1981: 11-14). Bu çerçevede, vergi yapısının toplumsal yapının bir parçasını oluĢturduğu dikkate alınırsa geleneksel toplumlara, geçiĢ dönemi toplumlarına ve modern toplumlara özgü vergi yapılarından söz etmek de (Heper, 1981: V) mümkün bulunmaktadır. Günümüzdeyse vergi, herhangi bir fayda veya değiĢim ile değil, prensip olarak devletin egemenliğiyle açıklanmaktadır. Dolayısıyla verginin, ferdi anlamda bir nedeni yoktur; tek nedeni egemenlik kuvvetinden doğan kanundur (Erginay, 2003: 36, 37) ve verginin kanuna dayanarak alınması genel olarak ülkelerin anayasalarında hüküm altına alınmıĢtır (Akdoğan, 2011: 4). Bu anlamda, çağdaĢ anayasaların hemen hepsi, vergileme yetkisinin çerçevesini çizmeye çalıĢan, onu sınırlayan hükümler (Uluatam, 1995: 17) taĢımaktadır. 1789‟daki Fransız Ġhtilalinin ardından yayımlanan Ġnsan ve YurttaĢ Hakları Bildirisi Avrupa‟daki ilk insan hakları bildirgesi olup, 1791‟deki Fransız Anayasasına önsöz olarak eklenmiĢtir. Söz konusu bildirinin 13. maddesinde “Kamu gücünün devamını sağlamak ve idarenin masraflarını karĢılamak için herkesin bir vergi vermesi kaçınılmazdır. Vergi tüm yurttaĢlar arasından olanakları oranında eĢit olarak dağıtılır” ve 14. maddesinde ise “Tüm yurttaĢların bizzat ya da temsilcileri aracılığı ile verginin gerekliliğini belirlemeye, vergilemeyi serbestçe kabul etmeye, vergi gelirlerinin kullanılmasını gözlemeye ve verginin miktarını, matrahını, tahakkuk biçim ve süresini belirlemeye hakkı vardır.” denilmektedir. Amerika Ġnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisinin (1948) baĢlangıç kısmında yer alan “Her bir bireyin ödevlerini yerine getirmesi herkesin sahip olduğu hakların ön koĢuludur. Ġnsanın her sosyal ve siyasal faaliyetinde haklar ve ödevler birbiriyle iliĢkilidir. Haklar bireysel özgürlüğü yüceltirken, ödevler o özgürlüğün onurunu ifade eder.” cümleleri vergi vermeyi onurlu bir davranıĢ olarak görmektedir hatta yine aynı bildirinin 36. maddesi “Kamusal hizmetleri desteklemek üzere yasanın öngördüğü vergileri ödemek her kiĢinin ödevidir.” ifadesi yer almaktadır. Fransa‟nın 1791, 1793 ve 1814 Anayasalarında ise “vergi eĢit olarak vatandaĢlar arasında dağıtılır”, “hiçbir vatandaĢ devlet giderlerinden hisse almak Ģerefinden hariç tutulamaz”, “herkes ayırt edilmeksizin devlet yüklerine servetiyle orantılı olarak katılır” ifadeleri vardır (Akdoğan, 2007: 194). Fransa‟nın zihni altyapısında önemli bir rolü olan Ġhtilalin önemli isimlerden 44 Robespierre‟e atfedilen Ģu söz ise oldukça anlamlıdır “Kimse vergi vermek Ģerefinden mahrum edilemez” (Erginay, 2003: 59). 2.1.3. GeçmiĢten Günümüze Türklerde Vergi 2.1.3.1. Ġslamiyet Öncesi Dönem Ġlk Türk devletlerinde ekonominin ĢekilleniĢi, yaĢanılan coğrafyanın etkisinde kalmıĢtır. Orta Asya‟daki iklim Ģartları ve geniĢ bozkırlar insanları göçebe bir hayata mecbur kılmıĢ, bu çerçevede hayvancılık temel ekonomik uğraĢ olmuĢtur. Tarım, yerleĢik düzene geçen Uygurlarla birlikte ekonomideki ağırlığını artırmıĢ, hatta madencilikte sağlanan ilerlemeyle Türkler özellikle yaptıkları kılıçlarla tanınmıĢlardır. Ayrıca Çin‟den Bizans‟a uzanan Ġpek Yolu sebebiyle, sürekli canlılığını koruyan ticari hayatta mal takasının yanında Göktürklerden sonra para da ekonomide yaygın bir Ģekilde kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Türklerin yaĢamında, devletin rolü her dönemde olduğu gibi bu dönemde de belirleyici olmuĢtur. Birey devletten adaletli yönetim beklerken; karĢılığında devlete sadakat göstermiĢ, askerlik yapmıĢ ve vergisini vermiĢtir. Devlet hazinesinin gelir kaynağını; Ġpek Yolu‟nu kullanan tüccarlardan alınan geçit ve koruma vergisi (Koca, 2002a: 561), bağlı devletlerden alınan haraçlar (Koca, 2002b: 27), madenlerden elde edilen gelirler ve halktan tahsil edilen vergiler oluĢturmuĢtur (Kafesoğlu, 1993: 315). Vergi, askerlikten sonra gelen en önemli devlet iĢi olarak kabul edilmiĢtir. Köy salmaları, aĢiret baĢkanlarına verilen hediyeler ve devlete ödenen vergiler Türk töresi icabı kutsal görülmüĢ ve bunlarda kesinti yapmak, kaçırmak, bağıĢlanma isteminde bulunmak izzeti nefsi kırıcı, küçültücü aĢağılık bir davranıĢ sayılmıĢtır (Eskicioğlu, t.y.: 199-200). Halktan tahsil edilen vergiler düzenli olarak kaydedilmiĢtir, öyle ki Hunlarda vergilerle, vadesini aĢan borçları ve faizlerini nasıl hesapladıklarını gösteren belgeler bulunmuĢtur (Ögel, 1979: 263). Ekonomik ve mali iĢlerle “tudun” adı verilen görevliler ilgilenmiĢ; hakan adına halktan mesken, hayvan ve toprak vergisi olmak üzere 3 tür vergi toplanmıĢtır (Kafesoğlu, 1993: 315). 45 2.1.3.2. Ġslamiyet’ten Sonra Ekonomi tarım, hayvancılık ve ticarete dayanmaktadır. Ġpek ve Baharat yolunun kontrolüne çok önem verilmiĢ, özellikle Karahanlılar ve Selçuklularda yol güzergâhında kervansaraylar yapılmıĢtır. Sosyal ve ekonomik hayatta, vakıflar ve toplumsal yapıyı yönlendiren örgütlenmelerden biri olan ahilik teĢkilatı belirgin bir etkiye sahip olmuĢtur. ÇeĢitli sosyal ihtiyaçları karĢılamak amacıyla kurulan vakıflara, özellikle Büyük Selçukludan sonra sıklıkla rastlanmaktadır. Ġslamiyet‟in ilk dönemlerinden itibaren uygulanan ikta sisteminden dolayı fethedilen topraklar, mülkiyeti devlete ait olmak kaydıyla kiĢilerin tasarrufuna bırakılmıĢtır. Öyle ki sistem zamanla üst düzey asker ve memurların geçimlerini bu toprak vergilerinden sağlayacağı biçimde geniĢlemiĢ yani ikta sahibi toprağı iĢlemekle kalmamıĢ aynı zamanda vergi vermiĢ ve asker yetiĢtirmiĢtir. Ġlk Müslüman Türk devletlerinde uygulanan ikta sistemi Osmanlılarda dirlik (tımar) olarak devam ederek XVI. yüzyıla kadar mükemmel bir Ģekilde iĢlemiĢtir. Ġlk Türk Ġslam devletlerinde vergiler, örfi ve Ģer‟i vergiler olarak iki grupta toplanmıĢtır. Ġslami kurallar çerçevesinde alınan zekât, haraç, aĢar, cizye gibi Ģer‟i vergilerin dayanağı Kur‟an, Sünnet, icma ve kıyas olduğundan, mükellefler bu vergileri öderken aynı zamanda dini vecibelerini de yerine getirdiklerini düĢünmüĢlerdir ve böylece vergilerin tahsilatı da kolay olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 123; Eskicioğlu, t.y.: 224). ġer‟i vergiler dıĢında zamanla Ģer‟i vergiler karĢılığında alınan “örfi vergiler” adı altında, ayrı bir vergi grubu daha ortaya çıkmıĢtır. Sayıları yüze yaklaĢan “örfi vergiler”, genel olarak birbirleriyle uyumlu olmayan ve daha çok ele geçirilen ülkelerde uygulanmakta olan vergi uygulamalarının devam ettirilmesi Ģeklinde olmuĢ (Akdoğan, 2007: 123); ancak lüzum görüldükçe yavaĢ yavaĢ tadil ve ıslah edilmiĢtir ki bu durum Osmanlı‟da da aynı Ģekilde gerçekleĢmiĢtir (Eskicioğlu, t.y.: 218-219). Dolayısıyla geniĢ bir bölgede farklı kültürler barındığından vergilendirme, bölgelere göre farklılıklar göstermiĢ ve her bölge için ayrı bir vergi kanunu yapılmıĢtır (Giray, 2001: 84). Osmanlı‟ya gelince, sosyal yapı yani Türk toplumunun sınıfsal ayrıĢımını belirleyen faktör, toprak rejimi sebebiyle devletin kendisi olmuĢtur. KuruluĢundan beri devlet, toplumun geliĢimine göre biçimlenmeyip tersine, toplum devletin elinde 46 yoğrulmuĢtur. Toplum; yönetenler (ümera) ve yönetilenlerden (reaya) oluĢmaktadır ki bu sınıflandırma, sosyal yapıyı mali düĢüncenin yönlendirdiğini göstermektedir. Bu açıdan toplumdaki en önemli ayırım, devlet hizmeti görüp devlet gelirlerinden pay alan asker ile üretici ve vergi ödeyen halk arasındaki ayırımdır (Giray, 2001: 82-83; Tabakoğlu, 2006) ve kuvvetli bir askeri hâkimiyete dayanan hükümetin baĢlıca fonksiyonu, halkın mülkiyet hakkını korumak ve ödenen vergileri kamu hizmetleri için kullanmak olmuĢtur (Kurtkan, 1968: 106). Halk devĢirmelerin vergilerini ödeyen ve “ekip biçen” reaya olarak kabul edildiğinden günümüze kadar devlet, ferdi ciddiye almamıĢ, askerlik ve vergi söz konusu olduğunda onu hatırlamıĢ, istek ve özlemlerine kayıtsız kalmıĢ, onu yalnız bırakmıĢtır. Toplum da bunu bildiğinden reayanın Osmanlıya olan tepkisini, Ģu anonim deyiĢte görmek mümkün olmuĢtur (Türkdoğan, 2008: 84, 330, 78); “ġalvarı Ģaltak Osmanlı, Eğeri kaltak Osmanlı, Ekende yok biçende yok, Yiyende ortak Osmanlı.” AĢıkpaĢazade Tarihi'ne göre Osman Gazi; "Her kim pazarda satıĢ yapıp para kazanırsa bunun iki akçasını versin, satamazsa hiçbir Ģey vermesin ve bu kuralı kim bozarsa Tanrı da onun dinini ve dünyasını bozsun" fermanı ile Osmanlı topraklarında ilk vergi uygulamasını baĢlatmıĢtır. Ancak, Osmanlılarda ilk mali teĢkilat I. Murat (1359 1389) zamanında kurulmuĢtur. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında imparatorluğun hem gelirlerinde, hem giderlerindeki önemli artıĢ nedeniyle bu yapı geliĢtirilmiĢtir (Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının Tarihi GeliĢimi, www.gib.govtr). Bu çerçevede, Osmanlı‟da da vergi sistemi önceki Türk Ġslam Devletlerinde olduğu gibi, Ģeri hukuk kuralları çerçevesinde ĢekillenmiĢtir. Devlet gelirleri, para olarak ödenen düzenli vergilerden, mağlup devletlerden alınan haraçlardan, bazı gümrük resimlerinden, cizyeden ve ganimetten oluĢmuĢtur. Mali nitelikteki uygulamalardan zekât, siyasi hayatın baĢlangıcından sonra, kısmen Beytülmal yanında, devlet elinde Beytüssadakaya alınmıĢ, böylece vergiye benzer karakter kazanmıĢtır. Ağnam hayvanlar dolayısıyla alınan, aĢar da mahsulden alınan zekât sayılarak adeta bir vergi görünümünde olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 123). Zekât, haraç, aĢar, cizye gibi Ģer‟i vergilerin yanında türleri ve vergi oranları (miktarları) çoğunlukla kanunnamelerle ve fermanlarla belirlenen örfi vergiler de sıklıkla 47 uygulanagelmiĢtir. Örfi vergilere, özellikle de sürekli yaĢanan savaĢlardan dolayı ortaya çıkan mali sıkıntılar sebebiyle -ki bu anlamda ilk olarak avarız resmi II. Bayezid zamanında ordunun ihtiyacını karĢılamak üzere alınmıĢtır- baĢvurulmuĢ, çoğu geçici olarak konulmasına rağmen zamanla devamlılık göstermiĢtir. Bununla birlikte, padiĢahlar da ellerinde tuttukları yetkiyle örfi vergiler koyabilmiĢ, bu vergilerin oranları, muafiyet ve istisnaları ile ilgili değiĢiklikler yapabilmiĢlerdir. Vergi tahsilatında ise parayla ödeme esas olmakla birlikte, halkın angarya olarak nitelendirilebilecek bedeni birtakım yükümlülükleri de yaĢanmıĢtır. Özellikle padiĢaha ve saray erkânına ait çayırların biçilmesi veya bağların iĢlenmesi için o bölgelere ait kanunnamelerde halka bu iĢlerde çalıĢma zorunluluğu getirilmiĢtir (Aktan vd., 2002: 58-62). Devletin veya onu temsil eden kiĢilerin hedef veya çıkarları arasında, ilk sırada fazla vergi toplamak ve ardından bu vergi kaynaklarını azamiye çıkarmak gelmiĢtir. Tam bu noktada baĢlayan çıkar çatıĢmalarındaki bütün sorun, devletin gelirlerini sağlayan ekonomik yapıyı kontrol edebilmek olmuĢtur (Doğan ve Cihan, 2006). ÇeĢitli nedenlerle vergi toplama yetkisi devredilmiĢ, fakat devlet teĢkilatı yerine devletin yetkilendirdiği kiĢi ya da grupların vergi tahsilini gerçekleĢtirmesi ve bunların halk üzerinde baskı kurmaları isyan hareketlerinin ortaya çıkarmıĢtır (Aktan vd., 2002: 232). Toplumsal değiĢimle birlikte nüfus artıĢı, ekonomik daralma, devletin daha sık vergi toplamaya baĢlaması ve köylünün yoksullaĢması böylece köylünün toprağını terk etmesi, Amerika‟dan gelen altın ve gümüĢün Osmanlı ekonomisine etkileri “Celali Ġsyanları” olarak da bilinen karıĢıklığı doğurmuĢtur (Akdağ, 1975: 65-70). Osmanlı‟da batıdakine benzer vergi isyanları görülmemekle birlikte, isyanların nedenlerinin siyasi olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla Celâli isyanları, aslında en az XVI. yüzyılın baĢlarından beri imparatorlukçu Osmanlı düzeninin geliĢtirmeye baĢladığı siyasi ve sosyal koĢullarla at baĢı yürüyen ekonomik darlık sebebiyle yaĢanan bunalımın, ülke üzerindeki karıĢıklığın her sınıftan insanları birbirleriyle kanlı kavgalara tutuĢturmasından çıkan olaylar olmuĢtur (Akdağ, 1975: 14). Mehdi olduğunu iddia eden Celal, çevresinde Yavuz‟un vergilerinden yakınan kentlilerle çiftçileri de toplamıĢtır. Ayrıca, 1526 tarihinde Bozok‟ta kadastro yazımı yapılmasına çalıĢan, düzenli bir ordu, tımar ve vergi sisteminin kurulması için sancakbeyinin çabalarına karĢı çıkan Baba Zunun adındaki bir Safevi vaiz, Türkmen göçebe aĢiretleri birleĢtirerek ayaklandırmıĢtır (Türkdoğan, 2008: 232). 48 Özetle, tımar sisteminin XVI. yüzyıldan itibaren bozulması ile toprak sistemi çökmüĢ, dolayısıyla toprak üzerinde uygulanan vergi sistemi de sekteye uğramıĢtır. Dirlik olarak verilen yerler zamanla iltizam sisteminin uygulandığı topraklara dönüĢmüĢ, bu topraklar askeri yönünü yitirerek beylerin tasarruf ettiği alanlar haline gelmiĢtir. Ayrıca, devlet gelirlerinin azalmasına neden olan, ganimet ve toprak kazanımı sağlamayan savaĢlar da vergilendirilecek nüfusun önüne geçmiĢ ve sistemin hızla çökmesine neden olmuĢtur. 2.1.3.3. Ġlk Anayasalar ve Cumhuriyet Dönemi Fetihler devrinin kapanmasıyla, Osmanlı coğrafyasında yaĢayanların ortak özellikleri artmaya baĢlamıĢ ve böylece ihtiyaçlar da ortaklaĢmıĢtır. Elden çıkan topraklarla Müslüman tebaanın oranı hızla arttığından, bölgesel özellik gösteren kanunların yerine ülkesel özellik gösteren genel kanunlara ihtiyaç duyulmuĢtur. Maliye Nezaretinin 1838 tarihinde kuruluĢu da aynı dönemde gerçekleĢmiĢtir, haddi zatında bu tarihe kadar Osmanlı‟da tam anlamıyla bir Maliye Bakanlığı olmamıĢtır. Tanzimat Fermanı bu anlamda demokratikleĢmenin ilk somut adımı sayılabilir ki esasları üç grupta toplanabilir; i) mal, can ve namus güvenliği, ii) vergi adaleti ve iii) asker alma Ģekli ve hizmet süresiyle ilgili hükümler (Tataroğlu, 2006). Fransız Devriminden esinlenen Ferman‟la, "vatandaĢlık" kavramı ve vatandaĢlıktan doğan haklar ilk kez tanımlanarak, bu hakların korunması için yapılması gerekenler sayılmıĢtır. Islahat Fermanı‟nın getirdiği, eĢit haklar beraberinde eĢit yükümlülükler doğurur düĢüncesiyle, uygulanan vergilerde eĢitlik sağlanma yoluna gidilmiĢtir. Ardından 1876 tarihinde yürürlüğe konulan ilk anayasa Kanunu Esasisi‟nin 25. maddesinde “ Bir kanuna müstenit olmadıkça vergi ve rüsumat nâmı aherle hiç kimseden bir akçe alınamaz” denilerek verginin kanuniliği vurgulanmıĢtır. Aynı husus 1924 TeĢkilâtı Esâsiyye Kanûnu‟nun 85. maddesinde “Vergiler ancak bir kanûn ile tarh ve cibayet olunabilir” denilerek teyit edilmiĢ, ayrıca yine 1924 Anayasası‟nda 84. maddesinde verginin tanımı “devletin umûmî masarifine hâlkın iĢtirâki demektir” Ģeklinde yapılmıĢtır. 1961 Anayasası‟na gelindiğinde ise 61. maddede “Herkes, kamu giderlerini karĢılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim ve harçlar ve benzeri malî yükümler ancak kanunla konulur.” denilmiĢ ve aynı hüküm 1982 Anayasası‟nda 73. maddede korunmakla birlikte “Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.” ifadesiyle verginin sosyal amacına da ayrıca vurgu yapılmıĢtır. 49 Bu çerçevede, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de nakdi vergiler, olağanüstü gelir kaynağı olarak konulmuĢ, ihtiyaçlar arttıkça hem miktarı artırılmıĢ hem de “vergi” kavramı benimsenmiĢtir (Akdoğan, 2007: 123). TBMM açıldıktan bir gün sonra yani 24 Nisan 1920 günü ilk kabul edilen yasa Ağnam Resmini (Hayvan Vergisini) düzenleyen vergi yasasıdır ve bu haliyle meclisin 1 numaralı yasası, vergi yasası olmuĢtur (Mutlu, 2009: 80). Lozan‟dan hemen önce yapılan 1923 Ġzmir Ġktisat Kongresi bir baĢka dönüm noktası olarak karĢımıza çıkmaktadır. 1925 AĢar ve Ġltizam usulü kaldırılmıĢ, hizmet erbabı üzerine 1931 yılında Ġktisadi Burhan Vergisi, 1932 yılında Muvazene Vergisi, 1935 yılında Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi uygulamaya konulmuĢtur (Heper, 1981: 43). Bir dönüm niteliğinde olan Gelir ve Kurumlar Vergisi ile Vergi Usul Kanunları 1950 tarihinde, KDV Kanunu ise 1984 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir. Ülkemizde uygulanan mevcut vergi sistemine gelince vergi hukukunu, usul hukuku (Ģekli) ve maddi hukuk olarak baĢlıca iki bölümde ele alabiliriz. Maddi hukuk kavramı, tarafların haklarını ve borçlarını tanımlamaktadır ki kiĢilerin bir verginin kapsamına girip girmediği bu yolla anlaĢılmaktadır. Bu anlamda maddi kanunlara Gelir Vergisi (GV) Kanunu, Kurumlar Vergisi (KV) Kanunu, Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) Kanunu örnek olarak verilebilir ki bu kanunlar, mükellefle devlet arasında vergileme sebebiyle doğan hukuki iliĢkinin çerçevesini oluĢtururlar. Usul hukukunda ise, maddi kanunlarla ortaya konan iliĢkinin usulü ve gerçekleĢtirilmesine dair hükümler yer almaktadır, Vergi Usul Kanunu (VUK) ve 6183 Sayılı Kanunlar da usul kanunlarına örnek olarak verilebilir. Bir baĢka sınıflandırmaya göre de ülkemizde vergiler; kazanç ve iratlardan, servet üzerinden ve harcamalardan olmak üzere üç Ģekilde alınmaktadır. GV ve KV kazanç ve iratlardan alınan vergilere çok bilinen örneklerdir; kiĢi GV‟nde tanımlanan kazançlardan herhangi birini veya birden fazlasını elde ettiğinde bu kanun kapsamında vergilendirme iĢlemlerine tabi tutulur. Emlak Vergisi ve Motorlu TaĢıtlar Vergisi (MTV) ise servet üzerinden alınan vergilere tipik örneklerdir. Harcamalardan alınan vergilere de kamuoyunca en bilinen örnek olarak, KDV ve ÖTV verilebilir. Birey, bir araca sahip olarak MTV mükellefi, aynı zamanda alıĢveriĢ yaparak KDV mükellefi ve bir kazanç elde ederek GV mükellefi olabilir yani bireyin gündelik yaĢamındaki faaliyetleri birden fazla verginin konusuna girebilmektedir. 50 2.2. Mükelleflerin Vergiye KarĢı DavranıĢını Belirleyen Etkenler Birey ekonomik hayata katılarak -ama sermayesiyle ama emeğiyle- belli bir fayda elde etmektedir; bu faydayı ücret, gelir, kazanç gibi isimlendirmek mümkündür. Her ne kadar tüm bu sayılanlar teknik anlamda farklılık arz etse de, sonuçta birey bununla yaĢamını sürdürmektedir. ĠĢte burada devlet egemenlik yetkisiyle devreye girmekte ve kaynağı ne olursa olsun (kara para, kumar, uyuĢturucu,.. hiç farketmez) ortada bir kazanç varsa vergilendirmektedir. Vergilendirme iĢlemi kapsamına girmesi sebebiyle “birey” artık “mükellef” kavramıyla ifade edilmekte ve devlet-birey iliĢkisi yeni bir hukuki boyut kazanmaktadır. Vergilendirmeyle mükellefin tasarrufunda olan harcanabilir gelir azaltmakta, mükellef bu duruma direnç göstermekte ve böylece devlet ile mükellef arasında çatıĢma yaĢanmaktadır. Bu kısımda, mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarının temelinde yatan bir kısım etkenler ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Bu etkenler; sosyo-kültürel ve mali etkenler ana baĢlığında incelenmiĢtir. Sosyo-kültürel etkenler öncelikle irdelenmiĢtir zira bu anlamda 45 ülkede yapılmıĢ bir çalıĢmada regrasyon analizi kullanılmıĢ ve vergi kaçakçılığı üzerindeki en belirleyici olan değiĢkenler grubunun sosyal değiĢkenler olduğu (Richardson, 2006) tespit edilmiĢtir. 2.2.1. Sosyo-Kültürel Etkenler Bir hükümet izlediği mali politikalarla topluma hizmet götürürken yaptığı tercihleri toplumun beklentileriyle örtüĢtürebiliyorsa, Ģeffafsa, hesap verebiliyorsa, bu durum toplumsal tutum ve değer yargılarını olumlu etkileyebilir ve daha sonra bu politikalar gelir idaresinin vergi kaçakçılığı ile mücadelesinde potansiyel olarak önemli birer araca dönüĢmektedir (Serim, 2009). Mükelleflerin davranıĢları üzerinde sosyo-kültürel faktörlerin etkisi vardır ve bunların mükelleflerin gönüllü uyumu üzerinde etkileri konusundaki araĢtırmalar dikkate değer sonuçlar ortaya koymaktadır. Örneğin ABD‟de yapılan ampirik bir araĢtırmada; erkeklerin kadınlara, evlilerin bekarlara, gençlerin yaĢlılara göre vergi kaçırma eğilimlerinin daha fazla olduğu görülmektedir. Bir baĢka ampirik çalıĢmaya göre de, gönüllü uyum oranları “mesleklere” göre farklılık göstermekte, mükellefin mensup olduğu 51 meslek gurubunda kaçakçılık yaygınsa, bu durum bireysel olarak bu mükellefin de vergi verme azmini ve Ģevkini kırmaktadır. Aynı Ģekilde doğru beyanda bulunmama eğilimi (non-compliance), maaĢ ve ücret geliri ile negatif, serbest meslek gelirleri ile de pozitif bir iliĢki içerisindedir. Bütün bu faktörlere bir de “eğitim” eklenebilir. Eğitim düzeyi yüksek olan mükelleflerin, vergilerin ekonomik ve sosyal iĢlevleri konusundaki bilinçli tutumları bunların vergi kaçırma konusundaki eğilimlerinin daha düĢük olmasına neden olduğu (Çelikkaya, 2002) görülmektedir. 2.2.1.1. Demokrasi AnlayıĢı ve Devlete Güven ÇağdaĢ devletlerdeki insanın vatandaĢlık statüsü ona bir takım haklar sağlar ve bazı yükümlülükler getirir (Türk, 2002: 1). Bireylerin hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve hukuk devletine olan inançları vergi ödeme davranıĢları üzerinde etkide bulunur. Demokrasi kültürünün geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ödevlerinin yerine getirilmemesinin oluĢturacağı toplumsal dıĢlanmıĢlık kaygısı vardır (Küçük, 2011) ve böylesi ülkelerde vatandaĢlar idareye katılırlar dolayısıyla buralarda vergi koymak zor ancak çıkmıĢ vergi kanunlarını onaylamak daha kolaydır. Vergi alınabilmesi için siyasal iktidarın güçlü ve de seviliyor olması gerekir. Tek parti dahi olsa yıpranmıĢ bir hükümet vergi kanunlarını parlamentoya sevk edemeyebilir veya sevk etse bile parlamentodan geçiremeyebilir (Türk, 2002: 142-144). Doğrudan demokrasi aracı olan oylama mekanizması vatandaĢların tercihlerine göre vergilerin harcamasına yardım eder ve vergi ödeme konusunda motivasyonu arttırabilir. Böyle demokrasilerde vergi mükellefleri, tükettikleri kamu hizmetlerinin ödedikleri vergilerin karĢılığı olduğunun bilincindedirler (Serim, 2009). Vergi ahlakının zayıflaması vergi mükelleflerinin vergi kaçırmaları demektir ve bu durum vergi mükelleflerinin vatandaĢlık duygusunun zayıflaması (Türk, 2002: 142) anlamına gelmektedir. Son dönemlerde idare ve vergi mükellefleri arasındaki iliĢkiyi açıklamak için bireyin psikolojik taahhüdü ve bireyle devlet arasındaki mali iliĢkinin vergisel boyutunun ölçülmesinin en iyi yolunun vergi sadakati kavramı baĢlığı altında ele alınması güncel bir yaklaĢım olarak ortaya çıkmıĢtır (IĢık, 2009). Uygulanmakta olan genel ekonomi politikalarının sosyo-ekonomik yapı üzerinde meydana getirdiği etkiler de mükellefin devleti vergi üzerinden sorgulamasını kolaylaĢtıran bir olgudur. Yapısal ekonomik sorunların olduğu, sık siyasal ve ekonomik krizlerin yaĢandığı, kamu harcamalarında 52 etkinliğin olmadığı yapılar da vergi kaçakçılığı için gerekli iklimin oluĢmasını kolaylaĢtıran dinamiklerdir (Demir, 2009). Ġnsanların doğal hakları; yaĢama hakkı, özgürlük, mülk edinebilme, kendini korumak için güç kullanabilme ve bunlardan türemiĢ haklardır. Ġnsanlar bir araya gelip toplum halinde yaĢamayı seçerken bütün bu temel hakları ve türevlerini kendi üzerlerinde bir kurum olan devlete “toplum sözleĢmesi” ile devrederler. Devlet gerekirse güç kullanarak, toplum sözleĢmesinin gereği olarak kiĢilerin devrettiği hakları korur. Devlet bu hakları ihlal ettiği nispette ise itaatsizliğe sebep olur. KiĢi için ülkesi onun gurur kaynağı olabilir ve bu gurur, grup kimliği duygusu üreterek iĢbirliği içindeki davranıĢları teĢvik etmek için bir temel sağlar. Ġnsanlar bir ülkenin vatandaĢı olmaktan gurur duyuyorlarsa daha sadıktırlar, devletle daha iyi bütünleĢebilirler, böylece daha yüksek bir vergi ahlakı sergileyebilirler. Güven, vatandaĢları yasalara, devlet kurumlarına ve toplumsal kurallara kendi kendilerine itaatkâr davranmaları konusunda etkiler, teĢvik eder. Devlet ise güveni halkın istek ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket ederek oluĢturur (Serim, 2009). 2.2.1.2. Ġnançlar ve Gelenekler Birey sadece kendi çıkarını düĢünen biri değildir, baĢkalarına yardım etmek isteyen biri olduğundan inançlar mutlaka bireyin vergi vermedeki sorumluluklarını yerine getirmesi bakımından oldukça önemlidir (Aktan, 2006: 132). Bireyin etrafında sevdikleri insanlardan referans grubu vergi ödememeyi onaylıyorsa, kiĢi de vergi ödemeyecektir ve vergi ödemediği için herhangi bir sosyal ayıplama olmayacaktır (Bayraklı, Saruç ve SağbaĢ, 2004). Dini inançları kuvvetli bireylerin, dini referanslara dayandırılan vergiler konusunda (zekât gibi) daha hassas davrandıkları söylenebilmektedir. Ancak günümüz toplumlarında tamamen dini referanslara dayanan vergi sistemi olmamakla birlikte, verginin kutsallığına vurgunun yapıldığı da bir gerçektir (Aktan, 2006: 150-151). 2.2.1.3. Demografik Özellikler (YaĢ, Cinsiyet, Medeni Durum, Eğitim) YaĢ ile vergi kaçırmaya yönelik tutumlar arasında karĢılıklı bir iliĢki bulunduğuna dair birçok çalıĢma mevcuttur. Bazı çalıĢmalar, yaĢ arttıkça vergi uyumunun arttığını diğer 53 çalıĢmalar ise yaĢlanmanın bu konuda önemli bir etkisinin bulunmadığını ortaya koymuĢtur. Mantıken düĢünüldüğünde yaĢın vergiye uyum gösterme üzerinde olumlu bir etkiye sahip olması beklenir. Gençlerin tutumu genç olmanın doğasından da kaynaklanıyor olabilir. Gençler özgürlüklerine daha düĢkünler, daha fazla risk alabilirler, daha cesurlar, servet edinme konusunda daha istekliler, toplumun geleneksel kurallarından ziyade kendi kuralları ile yaĢamayı tercih etmektedirler (Serim, 2009). Genç mükellefler daha fazla risk alırlarken cezalara karĢı çok duyarlı değildirler. YaĢlı mükelleflerde ise durum tam tersidir (Richardson, 2006). YaĢlı insanlar vergi sorunlarıyla ilgili (vergi cezası, para cezası, uzlaĢma, vergi yargısı, inceleme, arama, yoklama, takdire sevk edilme vb. konularda) daha fazla deneyim edinmiĢlerdir ve edinmiĢ oldukları tecrübeler vergi ödeme konusunda onları daha uyumlu veya uyumsuz olmaya sevk edebilmektedir (Serim, 2009). Vergiye uyum göstermede cinsiyetin etkisi konusunda literatürde yapılmıĢ çalıĢmaların ortaya koyduğu kanıtlar erkeklerin çeĢitli konularda tavrını ortaya koyarken, eğilimlerinin kadınlardan daha az uysal olmak olduğunu göstermektedir (Serim, 2009). Kadın mükelleflerin vergiye uyum düzeyleri erkek mükelleflere göre daha üst düzeydedir. Kadının çalıĢma hayatındaki yerinin geniĢlemesi ve çeĢitlenmesiyle bu fark azalma eğilimine girmiĢ olsa da bugün halen kadın mükelleflerin vergiye uyumunun daha yüksek düzeyde olduğu söylenebilmektedir (Demir, 2009). Vergiye uyumda sistematik bir Ģekilde medeni durumu analiz eden çok fazla çalıĢma bulunamamıĢtır. Vergiye uyum veya vergi ahlakı ile medeni durum arasındaki iliĢkiyi anlamak için açıkçası daha fazla bulguya sahip olmak (Serim, 2009) gerekliliği kendini belli etmektedir. Eğitimli insanların vergi kaçırma konusunda çok daha rasyonel hareket edebildikleri yani eğitim düzeyi düĢük insanlara göre vergi kaçırma yerine vergiden kaçınma becerisini gösterebildikleri ileri sürülmektedir (Richardson, 2006). Eğitim düzeyi yüksek mükellefler hükümetlerin yaptığı israfları ve kamuya yararlı iĢleri eğitim düzeyi düĢük mükelleflere kıyasla daha fazla farkında olabilmektedirler. Ayrıca daha iyi eğitimli vergi mükelleflerinin vergi hukuku ve vergi sistemi hakkındaki bilgisinin daha fazla olduğu varsayılmaktadır. Ancak düĢük eğitimli insanların da vergileme hakkında mali danıĢmanlar aracılığıyla bilgi edinebilmesi mümkün olduğundan daha bilinçli hareket etmeleri mümkündür. Vergi hukuku ve vergi sistemi konusunda yeterince bilgi sahibi 54 olmak yasal boĢlukları kullanarak vergiden kaçınma eğilimini arttırabilmektedir (Serim, 2009). 2.2.1.4. Sosyal Statü ve YaĢam ġekli Sosyal statü, toplumda bireyin veya grubun baĢkalarıyla olan iliĢki durumu veya bireyin toplumda temsil edildiği yerdir/konumdur (Türkdoğan, 2008: 34). Daha üst gelir elde eden mükellefler aynı zamanda parayla gelen maddi gücün, vergilerle azalmasını istemezler. Daha düĢük gelir elde eden gelir vergisi mükellefleri vergi kaçırma durumunda eğer yakalanıp cezalanırlarsa yüksek bir maddi kayba uğrayabileceklerinden bu riski az alırlar. Vergi mükellefleri kendi servet ve kazançlarını sosyal çevreleri içindeki diğer vergi mükellefleriyle onları referans alarak karĢılaĢtırırlar (Serim, 2009). GösteriĢçi tüketime eğilimli üst sınıfın “oturmamıĢ” kısmının yüksek gelirlerini kısa zamanda kazanmıĢ olmaları ve gelirlerinin devamlı olma özelliğini taĢımayıĢı bunların vergi dirençlerinin de yüksek olmasını gerektirdiğinden, artan oranlılık vergi hasılatını faydasız kılar. Artan oranlılık sebebiyle fazla olabilecek tahsilatın devlete aktarılması ve devlet yatırımlarına imkân verilmesi de, vergi direncinin ve kaçakçılık oranının yüksek olması sebebiyle (Kurtkan, 1968: 167) zor bir durumdur. 2.2.1.5. Vergi Ahlakı Sabit gelirlilerden önemli bir kısmı ödedikleri verginin miktarından haberdar bulunmadıklarını bildirmiĢlerdir. Bir mükellefin ödediği verginin miktarını bilip bilmemesi konusu onun vergi yükünü hissetme Ģuurunu anlamamıza yarayabilir. Mükellefin kendi durumu ile baĢka meslek grupları arasında vergi yükü bakımından bir karĢılaĢtırma yapabilmesi vergi yükü Ģuurunu çok daha kuvvetle hissettiğini gösterir. Vergi yükü Ģuurunun bu yükün ağırlığı ile orantılı olarak hissedilmeyiĢi, Ģuurlu ve belirli sosyal sınıflara sahip bir toplumsal yapıdan mahrum olmamızın bir delilidir (Kurtkan, 1968: 151174). Bireyler gelir elde eder, gelirlerini gönüllü olarak beyan edip vergilerini öderler; böylece toplanan vergiler kamu yararı sağlamak için kullanılır ve bireylerin bildirim dıĢı bıraktıkları gelirler yapılan denetimler sırasında tespit edilirse cezalandırılır. Bu nedenle vergi ahlakının mükellef davranıĢını Ģekillendirici etkisi en fazla beyanname veren gerçek kiĢi mükelleflerde gözlenebilir (Serim, 2009). 55 2.2.2. Mali Etkenler Devletle mükellef arasında süregelen gerginliğin, sosyo-kültürel olanları dıĢında baĢkaca etkenleri de vardır. Bu çerçevede, mükelleflerin vergi verme davranıĢlarını etkileyen etkenler içinde mali etkenler de bir baĢka ana baĢlık olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bunlar arasında; vergi oranları ve vergi yükünü, gelir seviyesini, kamu harcamalarını, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluğu, vergi adalet ve veri sistemini, vergi suç ve cezalarını, vergi idaresinin etkinliğini ve meslek mensuplarının etkisini saymak mümkündür. 2.2.2.1. Vergi Oranları ve Vergi Yükü Vergi ödeme gücü, mükellefin kendisini ve ailesini geçindirebilecek gelirlerden fazla olan kısmıdır (Erginay, 2003: 51). Verginin ödeme gücüne göre alınmasının daha doğru olacağı yönünde, 1776‟da Adam Smith tarafından ileri sürülen görüĢ; adil bir vergi sisteminin zenginlerin fakirlere kıyasla daha fazla vergi ödemesini öngörmektedir (Akdoğan, 2007: 128). Laffer‟e göre ise devlete en fazla hasılatı sağlayan vergi, en yüksek orandaki vergi değil, onun altındaki vergidir (Türk, 2002: 222). Bir ülkenin daha fazla vergi yükü taĢıyamayacağı sınır olan vergilenebilir kapasite, kesin ve değiĢmez bir miktar veya oranla belirtilemez ve her ekonominin içinde bulunduğu Ģartlara göre değiĢir nitelik taĢır (Akdoğan, 2007: 180). Ancak savaĢ, ekonomik, sosyal, siyasal, buhran dönemlerinde devlet olağanüstü harcamalarla karĢı karĢıya gelir yani olağanüstü dönemlerin olağanüstü maliyesi vardır (Türk, 2002: 35). Peacock-Wiseman yaklaĢımına göre; ciddi sosyoekonomik sorunların yaĢandığı yıllarda ve savaĢ sırasında toplumun vergiye karĢı direnci kendiliğinden kırılmaktadır. Böylece hükümetler, artmakta olan kamu giderlerini vergileri artırarak kolayca artırabilmektedir. Hatta kriz ve savaĢ sona erse dahi vergi gelirleri azalmamaktadır (ġener, 1996: 29). ĠĢte savaĢ gibi olağanüstü dönemlerde mükellefler, o zamana kadar dayanılmaz sayılan vergi oranlarını kabullenmekte ve olağanüstü durumlar, yeni vergi kaynaklarının ortaya çıkmasına veya var olan kaynakların artırılmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla bu durum dayanılabilir vergi yükü düzeyinin yükselmesine fırsat sağlayarak kamu harcamalarında bir artıĢ olmasına ve vergi oranlarının bir daha eski düzeye dönmemesine sebep olmaktadır (Akdoğan, 2007: 71). 56 Vergi yükü; vergi gelirlerinin Gayri Safi Milli Hasılaya (GSMH) bölümüyle elde edilen bir orandır. Buradaki oranı bireysel anlamda da paralel Ģekilde yorumlayabiliriz; bireyin ödediği vergi/bireyin geliri. Bu oranın yüksek oluĢunun bireysel anlamda tasarruf kabiliyetini azaltıcı bir etkisi vardır. Fizyokratlara göre vergi, mükelleflerin gelirlerinin % 20‟sini aĢmamalıdır. Modern iktisatçılardan Colin Clark ise verginin milli gelirin ancak % 25‟i kadar olması gerektiğini söyler. Bu itibarla vergilemede sınır sorunu esas itibariyle hem mükellefin vergi ödeme gücü sorunu hem de devletin vergi toplama gücü sorunudur. Aynı zamanda mükelleflerin katlanabilecekleri, kabul edebilecekleri fedakârlıkla ilgili bir sorundur (Türk, 2002: 222224) ve vergi kapasitesini ifade eden bu oran toplumun vergiye dayanma gücünün sınırlarını ifade eder (Akdoğan, 2007: 179). Bir ekonomide toplanan vergilerin, milli gelire oranlanması Ģeklinde ifade edilen vergi yükünün (Akdoğan, 2007: 489), geliĢmiĢ ülkelerde oldukça istikrarlı biçimde artarken, Türkiye‟de son derece istikrarsız bir geliĢme gösterdiği görülmektedir (ġener, 1996: 205). Devletin ekonomideki payı Ġsveç, Danimarka ve Norveç gibi Ġskandinav ülkelerinde % 50‟yi geçerken, Fransa, Almanya, Ġtalya, Hollanda ve Belçika gibi Kıta Avrupası ülkelerinde % 40-50 arasında değiĢmekte, ABD ve Japonya gibi ülkelerde ise, % 35‟lere ulaĢmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde ise, bu oran % 20‟lerde seyretmektedir (ġener, 1996: 1). Dolayısıyla bu oranın yüksekliği geliĢmiĢliğin bir göstergesidir ve vergi gelirleri artırılarak oranın yükseltilmesi hayati bir önem taĢımaktadır. Ülkemizde vergi oranları yüksek olmakla birlikte verginin alındığı taban dar olduğundan, Türkiye vergi yükü açısından birçok Avrupa ülkesinden daha gerilerdedir; OECD ortalaması % 33,8 iken, Türkiye‟nin vergi yükü % 24,6 Ģeklindedir (OECD, Revenue Statistics 2011; Table 2). Vergi tabanının darlığının sebebi ise verginin ağırlıklı olarak mal, hizmet ve gelirden alınmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye 1990‟lı yılların baĢlarına kadar vergi yükü oranları açısından OECD ve AB ülkelerinin oldukça altında yer alırken, özellikle dolaylı vergilerdeki artıĢlar nedeniyle günümüzde OECD ve AB ortalamasına oldukça yaklaĢmıĢ bulunmaktadır. Vergi sistemi ve vergi verimliliğinde herhangi kayda değer bir düzelme yaĢanmazken, kayıt dıĢı 57 faaliyetlerin arttığı bir ortamda vergi yükünün artması, uygulanan vergi politikalarının rasyonel olmadığının bir göstergesidir (Karabulut, 2006). Genel olarak ekonomik kalkınmanın ilk aĢamalarında yurtiçi üretimin yeterince geliĢmemesi nedeniyle tüketim vergilerine ağırlık verilir. Ancak ekonomi geliĢtikçe bu vergi türünün yeterli gelir sağlayamaması ve arzulanmayan ekonomik etkileri ortaya çıkarması sonucu geniĢ tabanlı muamele vergisine geçilir. Bizde ise durum tam tersi olmuĢtur, ekonomik kalkınma ilerledikçe vergi tabanı geniĢleyeceğine daha da daraltılmıĢtır (Heper, 1981: 55). 1985 yılında Katma Değer Vergisinin yürürlüğe girmesinden sonra ġahsi Gelir Vergisi daha çok bordrolu kesimin bir vergisi haline dönüĢtürülmüĢtür (Boratav, 2004: 154). Son derece düĢük gelirli iĢçi vatandaĢlar dahi vergi öderlerken küçük sanayi ve ticaret sektörlerinin muaf kılınmalarının, vergi yükünün dağılıĢında genel bir adaletsizliğe sebep olduğu ifade edilebilir (Kurtkan, 1968: 168). Diğer bir eleĢtirel konu olarak, ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi hasılatı içindeki payının yüksek olması sürekli gündemde olup, bu eleĢtiri; geliĢmiĢ ülkelerle kıyaslamalar bakımından isabetlidir. Türkiye ile benzeri konumda olan ülkeler bakımından kıyaslama yapıldığında, bu ülkelerin vergi yükü dağılımları Türkiye‟ye benzemektedir (Akdoğan, 2011: 178). GeliĢmekte olan ülkelerde, vergi gelirlerinin yarıya yakınını tüketim vergileri oluĢtururken, bu oran geliĢmiĢ ülkelerde1/3 civarındadır (ġener, 1996: 24, 69). Gelir Vergisinin hiçbir coğrafi fark gözetmeksizin bir bütün olarak memleketin her yerinde aynı esaslara göre tatbik edilmesi hatalıdır ve böyle bir tatbikat vergi yükünün ödeme kabiliyetine göre tevzii gayesini güden vergi adaletinin de ihlal edilmesi demektir (Kurtkan, 1968: 163). Ülkemizde coğrafi anlamda geniĢ ve farklı bölgelerde de olsa aynı vergi oranları geçerlidir hâlbuki New York‟ta eyalet vergisi % 8 olarak uygulanırken, Alabama‟da % 5 olarak uygulanmaktadır, böylece gelir düzeyi düĢük olan eyaletler teĢvik edilmektedir (ġener, 1996: 272). Türkiye‟de Güneydoğu Anadolu bölgesini kapsayan bir çalıĢmada mükelleflerin yaklaĢık 2/3‟ü ödedikleri verginin çok ağır olduğunu belirtirlerken, yarısı da vergi kaçırma nedenlerini vergi oranlarının yüksek olmasına bağlamaktadırlar (Çiçek vd., 2008: 251). Yapılan bir baĢka araĢtırmada, vergi yüküyle ilgili olarak yöneltilen soruya % 59 gibi bir 58 çoğunluk, vergi kaçıran mükelleflerin vergi yükünün yüksek olmasından dolayı suçlanamayacaklarını ifade etmiĢlerdir (Bayraklı vd., 2004). Ayrıca mükelleflerin % 78,9‟luk büyük bir çoğunluğu ödenen vergilerin yükünü ağır ve çok ağır hissettiklerini ifade etmiĢ olmakla birlikte (Çiçek, 2006: 105); vergi kaçıranları sahtekâr, hırsız ve vatan haini olarak nitelendirmiĢlerdir (Baloğlu vd., 2010: 89). “Kazancınızın ne kadarını vergi olarak vermek istersiniz?” sorusuyla ilgili olarak; kiĢisel kazancın %5‟ine kadarını vergi olarak verebileceklerini söyleyenlerin oranı 2006 yılında yapılan bir araĢtırmada % 45,6 iken (Yılmaz ve ġeker, 2007: 38), aynı soruya verilen cevapların oranı 2010 yılında yapılan bir baĢka araĢtırmada ise % 38,6‟ya gerilemiĢtir (Çak vd., 2010: 42). 2.2.2.2. Gelir Seviyesi Piyasa ekonomisinin iĢleyiĢ biçimi genellikle gelir dağılımını bozucu yöndedir. Kamu ekonomisi ise, piyasa tarafından bozulan gelir dağılımını vergi ve harcama politikalarını kullanarak iyileĢtirebilmektedir (ġener, 1996: 7). Madem ekonomik sistemler, kiĢileri daha çok refaha ulaĢtırmaya çalıĢmaktadırlar o halde ulusal gelirleri daha adil dağıtmaya da yönelmelidirler (Talas, 1980: 13). Bu açıdan, kamu ekonomisinin temel amacı toplum refahını maksimize etmektir ve bunun için de vergi, harcama ve borçlanma araçlarını kullanmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde, maliye politikaları kamu ekonomisinin fonksiyonlarını gerçekleĢtirebilecek biçimde tasarlandığı için, bu ülkelerde sosyoekonomik sorunlar minimum düzeye çekilmiĢtir. Buna karĢın geliĢmekte olan ülkelerde kamu ekonomisinin temel fonksiyonları yerine getirilemediğinden, gelir dağılımında adalet, kaynak ayırımında etkinlik ve ekonomik istikrar sağlanamamaktadır. Dolayısıyla gelir dağılımı bozuk olduğundan bu ülkelerin siyasal yönetim biçimleri de demokratik sayılmamaktadır. Buna karĢın, gelir dağılımı yönünden daha iyi durumda olan ülkelerin daha demokratik yönetimlere sahip oldukları vurgulanmaktadır (ġener, 1996: 9, 18). Dolaylı vergiler arz ve talep esnekliklerine göre ve fiyat mekanizması aracılığıyla verginin mükellefi olan firma tarafından tüketiciye aktarılmaktadır ki birçok vergi düĢük gelir grubunda yer alan tüketiciye aktarıldığından, gelir dağılımı reel anlamda bozulmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerin vergi sistemi tüketim vergisi ağırlıklı olduğundan, devletin vergi geliri arttıkça, gelir dağılımı üst gelir grubunda yer alan 59 mükellefler lehine değiĢir (ġener, 1996: 196). John Kenneth Galbraith‟in “Bolluk Toplumu” adlı eserinde bahsettiği gibi, günümüz geliĢmiĢ ekonomilerinde ya da tüketim toplumlarında, önemli sosyal dengesizlik sorunları yaĢanmaktadır. ABD ekonomisinde, bazı ailelerin lüks tüketim mallarına sahip olurken; topluma sunulan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi refah artırıcı kamusal malların üretim düzeyi düĢmektedir. Böylece sosyal dengenin bozulmasıyla, kaynak zengini ABD toplumunda bile 35 milyon insan yoksulluk sınırında yaĢamaktadır (ġener, 1996: 35). Türkiye‟deyse sosyal dengesizlik reklamların da etkisiyle- “gösteriĢçi tüketim” güdüsüyle özellikle lüks tüketim fazlasıyla artmakta, ailelerin eğitim ve sağlık için daha az pay ayırdıkları görülmektedir. Ayrıca medya siyasal karar alma mekanizmasını da etkileyerek, kaynak ayırımında etkinsizliğe ve piyasa ekonomisinde haksız rekabet koĢullarına yol açmaktadır. 1995 seçimlerinde medyaya verilen desteğin aynı yıl Ziraat Bankasının yıllık karı olan 1,9 trilyon liradan daha fazla olduğu basında tartıĢılmaktadır (ġener, 1996: 36). Mükellefin, ödeme gücünün üstündeki verginin tepkiye sebep olacağı böylece vergiden uzaklaĢmak için çeĢitli arayıĢlar içinde olacağı ve hatta bu yolda gerekirse illegal arayıĢlara gireceği ortadadır. Dolayısıyla vergi idaresinin mükellefi bu yollara itmemesi ve vergi ahlâkını zedelememesi gerekir. 2.2.2.3. Kamu Harcamaları Kamu gelirleri aracılığıyla milli gelirin çok önemli bir bölümünü ekonomiden çekmek ve kamu giderleri yoluyla tekrar ekonomiye aktarmak suretiyle devlet, önemli ekonomik ve sosyal etkilere sebep olmaktadır. Dolayısıyla, 1920‟lerden sonra özellikle 1930‟lardan itibaren Keynesyen politikalar sebebiyle kamu harcamalarının geniĢlemesi, vergilemenin artması ve devlet borçlarının büyümesi, kamu maliyesine olan ilgiyi daha da artırmıĢtır (Akdoğan, 2007: 62, 3). Devlet, ekonomide gönüllü olarak toplanamayan tasarrufları vergiler kanalıyla kamu kesimine aktarmakta ve bu fonları ekonomik kalkınmayı hızlandırmak amacıyla kullanmaktadır. Ancak geleneksel ve geçiĢ dönemindeki toplumlarda vergi gelirlerinin yeterli olmadığı görülmektedir (Heper, 1981: 21). Kamu harcamaları kısaca, kamu makamlarının toplumsal ihtiyaçları karĢılamak üzere, belirli usullere uyarak yaptıkları parasal harcamalar olarak tanımlanmaktadır (Türk, 2002: 28). Bir baĢka tanımda ise kamu giderleri; sağlık, eğitim, sosyal yardımlar vb. gibi kamu hizmetlerinin bedeli olarak devlet ve diğer kamu tüzel kiĢilerinin yaptıkları 60 ödemelerdir. GeniĢ anlamda kamu giderlerine iktisadi devlet teĢekküllerinin harcamaları, sosyal sigorta ödemeleri de dâhildir (Erginay, 2003: 131). Sosyal devlet anlayıĢının da geliĢmesiyle birlikte Türkiye‟de bütçe giderlerinin yıldan yıla arttığı gözlenmektedir. Hatta hükümetlerin uyguladıkları popülist vergi politikalarının kamu harcamalarını daha da arttırdığı gözlemlenmektedir (ġener, 1996: 41).Örneğin; 1930‟da bütçe giderlerinin GSMH‟ya oranı % 14,2 iken, 1950‟de % 15,3, 1970‟de 19,5 olmuĢ, 1990‟larda % 30-40 arasında değiĢirken 2006‟da % 30,45 olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 68). GeliĢmekte olan ülkelerde, devletin normal standartta bir hizmet sunabilmesi için ortalama olarak GSMH‟nin % 17-19‟u arasında bir gelir sağlaması gereklidir. Dolaysız vergilerin bütçe gelirleri içindeki payı % 40‟ın üstündedir (Heper, 1981: 24-29). Kamu harcamalarının dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak mükelleflerin herhangi bir rahatsızlığı bulunmamaktadır zira bu tip bir tanımlamada devletin adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi temel görevleri yer almaktadır. Problemin çıkıĢ kaynağı geniĢ anlamdaki tanımda gizlidir; Ġktisadi Devlet TeĢekkülleri harcamaları, sosyal sigorta ödemeleriyle muaflık ve istisnalar genel veya klasik kamu harcamaları tanımına girmiyor olsa da birer kamu gideridirler. ĠĢte kamu vicdanını rahatsız eden durumlar da burada ortaya çıkmaktadır. Toplum nezdinde kamu kaynaklarının yersiz harcandığının birer göstergesi kabul edilen bu tür kaynak aktarımları, kamu kaynaklarının kullanımında savurganlık yapıldığı düĢüncesinin altında yatan esas sebep olarak karĢımıza çıkmaktadır ki bu düĢünce vergi ahlâkını zayıflatan baĢlıca sebeplerdendir. Bu açıdan kamu harcamaları, ABD‟ de olduğu gibi ayrıntılı bir Ģekilde web sayfaları üzerinden yayımlanabilir. Ne zaman ki devlet sunduğu savunma, güvenlik, diplomasi ve adalet gibi kamusal ve bölünmez mallar dıĢında bölünebilir faydalar üretmek üzere vergi toplamaya baĢlar o zaman adalet tartıĢmaları ortaya çıkar (Mutlu, 2009: 10). Türkiye‟de sosyal hizmetlerin ve yatırım harcamalarının yetersizliği kamu gelirlerinin GSMH‟ya oranının küçüklüğünden kaynaklanmaktadır. Kamu gelirlerinin yetersizliğinde ise, vergi sisteminin etkinsizliği ve kamu sektöründeki savurganlıklar önemli rol oynarlar (ġener, 1996: 44). Türkiye‟de yapılan bir araĢtırmada, mükelleflerin % 97‟si ödedikleri vergilerin layıkıyla gerekli yerlere sarf edilmediğini belirtmiĢlerdir. Özellikle son yıllarda ortaya çıkan, el konulan bankalarla ilgili geliĢmeler ve 50 milyar dolar civarında olduğu belirtilen 61 kayıp, hayali ihracat, yolsuzluk ve usulsüzlükler ve benzeri olaylar, vergi ödeyen mükelleflerin çoğunda, ödedikleri vergilerin gerekli yerlere sarf edilmediği anlayıĢının yaygın olmasına neden olmaktadır (Kızılot ve Çomaklı, 2004). 2.2.2.4. Kayıt dıĢı Ekonomi ve Yolsuzluk Türkiye‟de gelir dağılımındaki adaletsizlik özellikle alt gelir gruplarında kendini hissettirmektedir. Bahsi geçen bu kesim, yaĢam standardını artırmak için ek iĢte kayıtsız olarak çalıĢmakta ve böylece kayıtlı ekonomiden kayıtsız ekonomiye bir geçiĢ süreci söz konusu olmaktadır. Ayrıca kayıt dıĢı ekonomiyle yüksek enflasyon arasında da karĢılıklı ve sürekli bir etkileĢim vardır. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerde yaĢanan yüksek enflasyon hem vergi kaçakçılığının diğer bir sebebi olarak karĢımıza çıkarken hem de kayıt dıĢı ekonomiyi beslemektedir. Ekonomik politikalar, istikrarsızlık ve krizler kayıt dıĢılığa yol açan diğer önemli nedenlerdendir. Kayıt dıĢılık oranı geliĢmiĢ ülkelerde % 15, geliĢmekte olan ülkelerde ise % 30 civarında seyretmektedir. Türkiye‟de ise kayıt dıĢı ekonominin boyutu, her ne kadar çeĢitli hesaplama ve tahminler farklı sonuç verse de ortalama olarak toplam potansiyel GSMH‟nin % 50‟sinden az olmadığı Ģeklindedir. Vergi denetimleri sonucunda yakalanan matrah farkı, 1985-2004 yılları arasında kalan 20 yılın denetim sonuçlarında % 45 olarak ortaya çıkmıĢtır. Yani bu dönemde ülke genelinde 100 liralık toplam potansiyel matrahın sadece 55 lirası beyan edilmiĢ, 45 lirası ise beyan edilmemiĢ, gizlenmiĢtir (Bilici, 2010: 297). Buna paralel olarak TÜĠK verileri de toplam istihdamın % 48,5‟inin kayıt dıĢı olduğunu göstermektedir (TĠSK, 2007: 116). Ekonomideki kayıt dıĢı faaliyetler arttıkça, vergisini ödeyenlerin vergi oranları artırılmıĢ, dolayısıyla vergi adaleti bozulmuĢtur. Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaysız vergilerin payının gittikçe azalması bunun bir göstergesidir (Karabulut, 2006). Diğer taraftan yolsuzluk da mükelleflerin vergiye karĢı tavrını belirleyen etkenlerden biridir. Özellikle kamu sektörü büyüdükçe bürokratik yapı da büyümekte, kötü yönetim ve rüĢvet olayları yaygınlaĢmaktadır (ġener, 1996: 28). Bu konuda Uluslararası ġeffaflık Örgütü yolsuzluk ve rüĢvet durumlarını gözlemleyen bir sivil toplum örgütü olup, ülkeleri kamu sektöründeki yolsuzlukları algılama düzeyine göre sıralamaktadır. Söz konusu örgütün 2014 yılında yayımladığı 20. Yolsuzluk Algı Endeksine göre, Türkiye‟nin 62 puanı geçen yıla göre 50‟den 45‟ye düĢmüĢ ve Türkiye 175 ülke arasında Umman ve Makedonya ile birlikte 64. sırada yer almıĢtır (Transparency International, Corruption Perceptions Index 2014: Results). 2.2.2.5. Vergi Adaleti ve Vergi Sisteminin Yapısı Adalet, üzerinde tartıĢmaların yaĢandığı bir kavramdır. Platon‟un Devlet‟inde ya da Farabi‟nin Medinetül Fazıla‟sında resmedilen mutlak adalet gerçekte var mıdır ya da böylesi bir standardın sağlanma olasılığı ne kadardır? ĠĢte bu gibi sorular bizim vergi adaletini anlamamızda yardımcı olacak hususlardır. Mutlak adalet kavramı bizi, zamana ve mekâna göre değiĢen bir adalet kavramına yani nispi (göreceli) adalete götürmektedir. Tabiri diğerle, vergi adaletinde de bir görecelikten bahsetmek mümkün görünmektedir. Dün için uygulanan bir vergi bugün için adaletsiz olabilmekte, olağanüstü dönemlerde yapılan bir uygulama olağan dönemlerde anlamsız hale gelebilmektedir. Bu açıdan adalet üzerindeki doktrinel tartıĢmaları bir kenara bırakıp, ülkemizde adalete yaklaĢımı ve dahi vergi adaletinin hali hazırdaki durumunu gözler önüne sermek gerekmektedir. Adalet anlayıĢı, Anayasamızda değiĢik yerlerde zikredilerek kendine yer bulmuĢ bir kavramdır. Anayasada 2. maddede “adalet anlayıĢından” bahsedilmekte, 10. maddede “kanun önünde herkesin eĢit olduğu” ifade edilmekte ve “idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı yolunun açık olduğu” 125. maddede yer almaktadır. En geniĢ anlamda vergi adaleti konusundaki ifadelerse, Vergi Ödevi baĢlıklı 73. maddede “Herkes, kamu gelirlerini karĢılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliĢkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aĢağı sınırlar içinde değiĢiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir” Ģeklindedir. Vergi adaletinde kesinlik olmamasının baĢlıca nedeni fert veya grupların zamana göre değiĢiklikler gösteren ekonomik, siyasal, sosyal ve hatta ahlaki düĢünceleridir. Vergide kesin adalet sağlanamasa da hiç olmazsa teknik esaslara göre vergi adaletine yaklaĢmak, genel bir amaç olmuĢtur. Bu açıdan vergi kaçakçılığı, çifte vergilemenin önlenmesi, güce göre ödeme gibi çarelerin vergi adaletine uygun düĢeceği ifade edilmiĢtir 63 (Erginay, 2003: 43). Kolaylıkla anlaĢılır ve uygulanabilir nitelikte olmasının yanında, ödenecek verginin zamanının, tutarının, ödeme Ģekil ve yerinin herkes tarafından olanak ölçüsünde bilinmesinin sağlanması gerekir (Akdoğan, 2007: 116). Zengin ve fakirden aynı miktarda vergi alınmaması, asgari geçim indirimi, emek ve sermaye gelirlerinin vergilendirilmesindeki farklılıklar,.. gibi esaslar vergi adaletini sağlayabilecek mekanizmalardır. Yani vergi adaleti, vergide genellik ve vergide eĢitlik prensiplerinde belirmektedir (Erginay, 2003: 44). Bu açıdan, Roma Ġmparatorluğunda vergiyi ödeyenlerin sınırlı toplum kesimleri olması, orta çağda aristokrasi ve papaz sınıfının vergi dıĢında kalma çabaları vergideki genellik ilkesine aykırı uygulamalardır. “Zadegan krala kılıcını ve kanını, kilise duasını, halk ise parasını verir” düĢüncesi bunun göstergesidir (Akdoğan, 2007: 193). Ayırma ilkesi -sermaye kazançlarının emek gelirlerine göre daha ağır vergilendirilmesini savunur- geliĢmiĢ ülkelerde genellikle emek geliri lehine farklılaĢtırılmıĢ oranlar biçiminde uygulanırken, ülkemizde sermaye geliri lehine % 100‟lere varan yatırım indirimi, hızlandırılmıĢ amortisman ve vergi afları biçiminde uygulanmaktadır. ABD‟de uygulama, daha çok emek geliri elde edenler lehinedir hatta ABD‟de sermaye geliri elde edenlerin vergi matrahları üzerinden % 21 oranında ek bir vergi alınmaktadır (ġener, 1996: 223-226). Bütçe gelirleri içinde, gelir, kurumlar ve servet vergilerinin payı; ABD‟de % 67; Ġngiltere, Hollanda ve Ġskandinav ülkelerinde % 50 ve üzerindedir (Türk, 2002: 143). Ülkemizde, Kurumlar Vergisinde 1980‟li yıllara kadar 3 olan istisna sayısı, daha sonraki yıllarda 20‟ye kadar yükselmiĢtir. Hatta istisna edilen kazançların kurum kazançlarına oranı 1985‟de % 23,3 iken, 1987 yılında % 45,6‟ya yükselmiĢtir. Özellikle sermaye kazançlarının istisna edilmesi sebebiyle kurum kazançlarının nerdeyse yarısının vergilendirilmediği söylenebilir (ġener, 1996: 265). Tarım kesiminde çalıĢanlar ile küçük ölçekte ticaretle uğraĢanların vergi kaçırma konusunda türlü alternatiflere sahip oldukları söylenebilir. Bu konuda neredeyse hiç alternatife sahip olmayan kesim ise vergileri kaynağında kesilen ücretlilerdir (Demir, 2009). Ücretliler vergi kaçırmıyorsa bu onların serbest meslek sahiplerine ve sanayicilere göre daha ahlaklı olmalarından değil, vergi kaçırma imkânına sahip olmamalarından kaynaklanır, çünkü ücretlilerin vergilerinde stopaj usulü geçerlidir (Türk, 2002: 201). Zira tüm dünyada ücret gelirleri, kaynakta vergilendirilmekte yani stopaj usulü vergi kesilmektedir. Ancak beyan usulünde, mükellefin beyanı çerçevesinde bir tutar, gelirin 64 kazanıldığı yılı takip eden yılda vergi olarak ödenmektedir. Böylelikle gelirini beyan eden mükellef, hem harcama kalemlerini masraf olarak gösterebilme imkânına sahip olmakta hem de ödenecek vergi tutarını bir sonraki sene ödeyebilmektedir. Pratikte yaĢanagelen bu tablonun anlamı Ģudur; sistemde ücretlinin vergi kaçırma olasılığı olmamakta ve buna rağmen beyan usulünde vergi ödeyenlerin vergi kaçırma konusunda önlerinde alternatif yollar (masraf gösterme, bir sonraki seneye ödeme gibi kanuni yollar veyahut fatura kesmeme, vergiyi zamanında ödememe gibi kanundıĢı) doğmaktadır. MaaĢı/ücreti aynı yıl içinde vergilendirilen bir memur/iĢçi ile geliri gelecek yıl vergilendirilen bir iĢ adamının aynı geliri elde ettikleri varsayımı altında, yüksek enflasyonun yaĢandığı bir ülkede memurun ödediği vergi çok daha yüksek olmaktadır (ġener, 1996: 231). Bu durumu örneklendirelim: Beyan usulünde vergi ödeyen serbest meslek sahiplerinden dört meslek grubunu ele alalım; avukat, diĢ hekimi, doktor ve mimarmühendis. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının sitesindeki “2009 Dönemi Yıllık Gelir Vergisinin SeçilmiĢ Faaliyet Gruplarına Göre Dağılımı” Tablosunda yer alan rakamlar, ifade etmeye çalıĢtığımızı tam anlamıyla açıklayıcı bir özelliğe sahiptir. Yukarıda saydığımız meslek gruplarının 2009 yılı için ödemeleri gereken vergi tutarları, o mesleği icra eden mükellef sayısına bölündüğünde ödenmesi gereken yıllık ortalama vergi tutarı bulunur. Buna göre yıllık bir avukatın 2.291, bir diĢ hekiminin 714, bir doktorun 3.364 ve bir mimarmühendisin 1.354 TL ödemesi gerekmektedir. Aylık yaklaĢık tutarlar bulunacak olursa; bir avukat 190, bir diĢ hekimi 59, bir doktor 280 ve bir mimar-mühendis ise 112 TL ödemesi gerekmektedir. Asgari ücretli çalıĢan bir mükellefinse aylık yaklaĢık olarak 86 TL (ÇalıĢma Bakanlığının verilerine göre 2009 yılının ilk 6 ayı için aylık 84,92 TL ve ikinci 6 ay içinse 88,36 TL Ģeklinde) vergi ödemesi gerekmektedir. Yine aynı tablodan bir aylık ödenmesi gereken vergi tutarlarının kuyumcu için sadece 84, mobilyacı için sadece 49 ve lokantacı içinse sadece 42 TL olarak çıkıyor olması kamu vicdanını son derece yaralayıcı bir hal almaktadır. Tüm bu rakamlara paranın zaman değeri ve alternatif maliyetler açısından bakılması gerekliliği unutulmaması gereken bir diğer husustur. Böylece beyan usulünde vergi ödeyenlerin 2009 yılında elde ettikleri gelirin vergisi, 2010 yılında ödeneceğinden aylık enflasyon da hesaba katılırsa (TÜĠK verilerine göre TÜFE 2009 yılı için % 6,53 ve 2010 içinse % 6,40); vergisini peĢin ödemek durumunda kalan ücretlilere göre daha da azalmaktadır. 65 Yüksek enflasyon oranının geliĢmekte olan ülkelerde vergilerin tahsil sürelerinde meydana gelen gecikmelere ve verginin gelir elastikiyetine bağlı olarak reel vergi gelirlerini azaltıcı yönde etkilediği belirlenmektedir (Heper, 1981: 76). GeliĢmemiĢ ülkelerde, geliri kaynağında vergilendirmenin kolaylığı ve görünürlüğü dolayısıyla her türlü ücret erbabı ağır vergi yükü altındadır. Türkiye‟de gelir vergisinin % 68‟i iĢçiler ve memurlar tarafından ödenmektedir. Dolayısıyla geliĢmemiĢ kapitalist ülkelerde vergi politikası da bir refah devleti aracı olmak durumundan hala uzaktır (Talas, 1980: 119). Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının 2010 Faaliyet Raporundaki verilere göre ücretlilerin ödediği vergi, toplamda tahsil edilen gelir vergisinin oldukça yüksek bir kısmını teĢkil etmektedir. Öyle ki, 2009 yılı itibariyle tahsil edilen 46 milyon 18 bin TL'lik gelir vergisi tutarının içerisindeki 42 milyon 329 bin TL'lik bölümünü (yaklaĢık % 92‟sini) ücretliler ödemiĢlerdir (2011: 112). Bu açıdan, vergi gelirlerinin büyük bir kısmının ücretlilere dayanıyor olması gibi bir tablonun ortadan kaldırılması ve “mali güce göre” tahsilat ortamının sağlanması, vergi adaletinde çok önemli bir basamak olarak sayılabilir. GeliĢmiĢ ülkelerden ABD ve Kanada‟da her üç kiĢiden biri; Ġngiltere, Hollanda ve Ġskandinav ülkelerinde her beĢ kiĢiden biri; Fransa‟da her on beĢ kiĢiden biri gelir vergisi mükellefi iken; Arjantin‟de her altmıĢ kiĢiden biri; ġili ve Venezüella‟da her yüz kiĢiden biri; Brezilya‟da her iki yüz kiĢiden biri; Peru‟da her iki bin kiĢiden biri her gelir vergisi mükellefidir. Türkiye‟de ise her otuz beĢ kiĢiden biri gelir vergisi mükellefidir (Türk, 2002: 143-245). Türkiye‟de nüfus son 10 yılda yüksek oranlı bir artıĢ göstermesine rağmen gelir vergisi mükellefi sayısı hemen hemen aynı seviyelerde, 1 milyon 700 bin civarlarında kalmıĢtır (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 60). Yine aynı süreçte dolaylı ve dolaysız vergi gelirlerinin paylarının adaletsiz dağılımı, vergi yükünün nüfusun dar bir kısmının üstünde kaldığını göstermektedir ki bu durum vergi sisteminin adil olmadığı inancını kuvvetlendirmektedir. ABD‟de halkın büyük çoğunluğu köleliğin Allah‟ın hukukuna göre bile adil olduğunu düĢünüyorlardı. Kölelerin çoğu da köleliğin adil olmadığını düĢünmüyorlardı. Adalet fikre veya çoğunluk oyuna dayalı bir Ģey değildir (Mutlu, 2009: 10). Adaletsiz vergileme, vergi yükünün toplumu oluĢturan bireyler arasında adil ve dengeli bir Ģekilde dağıtılmaması anlamına gelmektedir. Ayrıca, vergilemede bazı kiĢi ve gruplara ayrıcalıklı 66 davranılması -örneğin, vergi istisna ve muafiyetlerinin uygulanması- (Aktan vd., 2002: 124) adaleti zedeleyici bir görünüm arz etmektedir. Ekonomik kalkınmanın etkilerinin hissedilmeye baĢladığı 1955 yıllarından sonra ve özellikle planlı dönemde okuryazar oranı ve kentleĢmeyle birlikte ticaret ve sanayi kesiminin GSMH içindeki payının artmasına karĢın modern dolaysız vergilerin payında yeterli bir geliĢme izlenememiĢtir (Heper, 1981: 45). Gelir yönetiminin her sene belli bir meblağın üzerinde vergi borcu olanların listesini yayınlaması toplum vicdanını rahatlatmakta yeterli olmamaktadır. Hatta bu listenin kabarıklığı “at binenin, kılıç kuĢananın” yaklaĢımını akla getirmektedir (30 Haziran 2012 tarihinde Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının yayınladığı 149 sayfalık listeye göre, devlete 1 milyon lira ve üzeri borcu bulunanların sayısı 7.442‟dir). Mali istatistikler incelendiğinde geliĢmiĢ ülkelerdeki vergi sistemleriyle bu ülkelerin ekonomik ve sosyal yapıları arasında bir bağıntı, korelasyon iliĢkisinin olduğu dikkat çekmektedir (Türk, 2002: 235). Örneğin tüm dünyada neredeyse 100‟ün üzerinde ülkede geniĢ bir uygulama alanı bulan katma değer vergisi, düĢük maliyetli ve hasılatı yüksek bir vergidir (Akdoğan, 2011: 483) ki yansıtılabilen bir vergi olarak KDV uygulamasında, vergiyi ödeyen mükellef gerçekte verginin yükünü taĢımaz (Türk, 2002: 205), asıl vergiyi ödeyen nihai tüketicidir. Ve yine kanun koyucu, bir kısım kiĢileri veya bir kısım konuları vergi dıĢı bırakarak, vergi muafiyetine ve istisnalarına yer verebilir (Erginay, 2003: 45). Tüm bunlar bir ülkenin vergi sisteminin parçalarıdır. Bu anlamda, Türk Vergi Sisteminin karmaĢık ve değiĢken bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Ekonomik hayatın değiĢkenliğine adapte olabilen bir vergi sistemi mutlaka arzulanan bir yapıdır. Ancak değiĢikliğin adalete ve hakkaniyete dayalı olması da ihmal edilmemesi gerekli olan esaslı bir husustur. Ülkemizde vergi gelirlerinin kompozisyonu, 2010 yılı itibariyle; gelir üzerinden alınan vergilerde % 29 (gelir vergisi %21 ve kurumlar vergisi % 8) iken harcama üzerinden alınan vergilerde % 68,7 (ÖTV % 28,5, KDV % 27,5 ve diğer %12,7) olarak hedeflenmiĢtir (Bilici, 2010: 299). Mevcut dağılım tablosunun, Anayasanın 73. Maddesi yer alan “vergi yükü adaletli ve dengeli dağılım” temel ilkesiyle bağdaĢmadığını ifade etmek gerekir (Bilici, 2010: 140). 67 Sağlıklı bir vergi mantığının yürütülebilmesi için, iliĢkilerin boyut ve niteliği ile vergi yasalarının amaç ve kapsamları arasında, zihinsel ve yerine göre yoruma dayanan bir etkileĢimin araĢtırılması gereği vardır (Akdoğan, 2011: 59). Amacı belli özel bir çabaya gerek göstermeksizin anlaĢılabilir bir vergi, gerek mükelleflerin tepkisini çekmemesi bakımından ve gerekse vergi idaresi ile yargısının iĢleyiĢi açısından olumlu etkilere sebep olacaktır (Akdoğan, 2007: 205). Bu açıdan, vergi hukuku ile ilgili ilmi çalıĢmalar içe dönük değil, toplumun yapısını ve özelliklerini dikkate alan, vergi sosyolojisinin gereklerini yerine getirmeye çalıĢan ve mükellef psikolojisine önem veren bir yapı içerisinde ele alınmalı ve incelenmelidir (Akdoğan, 2011: 15). Adil olarak hazırlanmıĢ vergi yasalarının, uygulamada da adalete ters düĢmeyecek etkinlikte uygulanması gerekir (Akdoğan, 2007: 196). Vergiyle ilgili yapılacak düzenlemelerin elastiki yani günün Ģartlarına uyarlanabilir olması ciddi önem taĢımaktadır. Hatta verginin toplumsal değiĢime öncülük etmesi bakımından “dinamizm” oluĢturması dahi söz konusudur (Akdoğan, 2011: 15). 1980 yılından bu yana vergi yasalarındaki değiĢikliklerin sayısı iki yüze yaklaĢmıĢtır halbuki sık sık değiĢtirilmeyen kalıcı vergi normları ortaya konmalıdır. Siyasi otoritelerin oy düĢünceleri ile sisteme müdahaleleri olmamalı, mevzuat mükellefin kolayca bulabileceği Ģekilde düzenlenmeli ve anlaĢılır olmalıdır zira dağınıklık bıkkınlığa sebep olur ve mükellef vergi kanunlarını kendisi için hazırlanmıĢ bir ceza tuzağı olarak görmeye baĢlar ki bu durum devletin saygınlığının kaybolması anlamına gelir. Kanunların karmaĢıklığı denetmenler ve yargı organları için de güçlükler doğurur. Böyle bir durumda bilgisiz ve yetersiz denetmenlerin düĢük beyanı (non-compliance) ortaya çıkarmaları ve cezalandırmaları güçleĢir. Bunun mükellefe yansıması ise bazı gönüllü uyum davranıĢlarının cezalandırılması ve indirimden yararlanması gereken mükellefler indirimden yararlanamamasıdır (Çelikkaya, 2002). GeliĢmekte olan ülkelerde vergi sistemi süreçle beraber giderek karmaĢıklaĢmaktadır (Demir, 2009). Burada kimi zaman ihmal sonucu oluĢan vergi kaçakçılığı durumu da söz konusu olabilmektedir. Mükellef doğrudan bir kasıt olmaksızın bir ihmal sonucu, bilmeden bir vergi kaçakçılığına neden olmaktadır (Bayraklı vd., 2004). Vergi kanunlarının karmaĢıklığı mükellefin vergiye uyumunu doğrudan etkilerken kısa aralıklarla yapılan değiĢiklikler vergi denetmenlerini ve vergi yargısını da olumsuz etkilemekte ve bir bütün olarak sistemin iĢleyiĢini aksatarak 68 etkinliğini azaltmakta, açıklık ve belirlilik ilkelerinin uygulanabilirliğini güçleĢtirmektedir (Demir, 2009). 2.2.2.6. Vergi Suç, Ceza ve Afları Vergi, yalnızca ahlakın gerektirdiği bir dayanıĢma kuralı olmayıp cebir ile müeyyidelenmiĢ kanuni bir görevdir. Dolayısıyla, devletin egemenlik yetkisine dayanarak vergi koyması ve alması, vergi suçlarının engellenmesi bakımından bazı koruyucu düzenlemelere girmesini zorunlu kılmıĢtır (Akdoğan, 2007: 167). Vergi yasalarına aykırı fiiller iki kısma ayrılmaktadır; ilki verginin mali ve iktisadi özellikleri ve amaçları dikkate alınarak bunlara aykırı fiillere uygulanan cezalar, diğeri ise toplum düzeni ve yaĢamı bakımından sakıncalı ve suç sayılmıĢ fiillere uygulanan cezalardır. Genel olarak ilk gruba giren fiillere parasal nitelikte cezalar uygulanırken, ikinci gruba giren fiiller içinse hürriyeti bağlayıcı ceza yanında para cezasına da yer verilmektedir (Akdoğan, 2011: 120; Bilici, 2010: 91). Yani vergi kaçakçılığındaki suç fiilleri, verginin ekonomik niteliğini aĢan, toplum düzeninin sağlığını ve etkinliğini ilgilendiren bir nitelik taĢıdığından hürriyeti bağlayıcı cezaya yer verilmiĢtir. Hatta hürriyeti bağlayıcı ceza verilebilmesi için bir vergi kaybına neden olunması da Ģart değildir (Akdoğan, 2011: 123); defterlerde tahrifat yapanlar, gizleyenler, defter ve belgelerini yok edenler hakkındaki hapis cezası verilebilmesi buna çarpıcı birer örnektirler. Denetimin yetersiz oluĢu vergi kaçırmada etkili bir unsurdur zira beyannamelerin % 3‟ünden daha az bir kısmı ancak kontrol edilebilmektedir ki bu durum adeta eksik beyanı teĢvik etmektedir (ġener, 1996: 229). Bu açıdan; ekonomistler, sosyologlar, psikologlar ve hatta suç bilimcileri, denetim oranı ve ceza oranının vergi kaçakçılığına sebep olduğunu ve hatta vergi kaçırma faaliyetlerinin de algılanan denetim oranını etkilediğini çeĢitli teorik modellerle ortaya koymuĢlardır (Saruç, 2003). ÇeĢitli gelir gruplarından 477 katılımcı ile yapılan anket sonucunda, katılımcıların % 50‟si vergi kaçıran mükelleflerin vergi idaresi tarafından yakalanma ihtimalinin düĢük olduğunu, ayrıca katılımcıların % 54‟ü vergi kaçıran mükelleflerin vergi idaresince yakalanması sonrasında ödeyeceği mali cezanın yüksek olmadığını düĢünmektedirler (Bayraklı vd., 2004). 69 Mükelleflerin bir gün denetlenebileceklerini düĢünmeleri yasalara uygun davranma eğilimlerini arttırır. Zira vergi denetimi yasalara aykırı davranıĢla vergisini doğru ve zamanında ödemeyenler için ciddi bir risk oluĢturur. Doğru beyanı sağlayan kriter ise, bu riskin büyüklüğüdür (Çelikkaya, 2002). Vergi denetim olasılığının artması ve ceza oranlarındaki artıĢ bireylerin tasarrufları üzerinde de (tasarruflardan elde edilen gelirler üzerinde) doğrudan bir etkiye sahiptir (Demir, 2009). Türk vergi sisteminde, adaletin sağlanamamasındaki en büyük etkenlerden biri de vergi aflarıdır. Vergi affı, eĢitlik ilkesini olumsuz yönde etkileyici bir uygulama olup özellikle iyi niyetli, vergi yükümlülüğünü zamanında ve tam olarak yerine getirmiĢ bulunan dürüst mükellefler aleyhine vergi adaletini bozucu bir etkiye sebep olur. Kısa zaman aralıklarıyla uygulanması halinde, toplumun alıĢkanlık kazanması sonucu benzeri uygulamaları belirli dönemlerde beklemelerine yol açar ve bu da vergi kaybını artırır (Akdoğan, 2007: 165). Özellikle de üst gelir gruplarındaki vergi mükelleflerinin etkin bir baskı grubu olarak vergi affını çıkarma yönündeki uğraĢları kamu gelirlerinin azalmasına neden olmaktadır (ġener, 1996: 198). Türkiye‟de vergi idaresinde iyileĢtirme gerçekleĢtirilmeden, vergi sistemi değiĢtirilmeden yapılan vergi afları son yıllarda artıĢ göstermiĢ ve özellikle 1980 yılından itibaren her iki yıl için bir af düĢecek Ģekilde vergi ve sigorta prim afları çıkartılmıĢtır. Bu anlamda sadece 1981-1998 arasında farklı kapsam ve nitelikte 11 af düzenlemesi yapılmıĢtır ki, 21 ayda bir vergi affı düzenlendiği anlamına gelmektedir (Erol, 2011: 144). Vergi sisteminde reform niteliğinde bir değiĢim meydana getirebilecek vergi aflarının önceden kayıt dıĢı sektörlerde olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma gibi olumlu yanı, bu yola baĢvurulmasının teknik ve ekonomik gerekçeleri olabilir, eski hukukun kalıntılarını temizlemek adına kısmen kabul edilebilir. Ancak, Türk Vergi Sisteminde bu hassasiyet gözetilmeden çıkartılan kanunlarla, vergi afları adeta tahsilat kanunu haline dönüĢtürülmüĢtür. Vergi aflarının, vergi cezalarını affetmesi anlaĢılabilir olmakla birlikte, verginin aslını tahsilden de vazgeçmesini anlamak zordur (ġenyüz, 2007: 8). Eğer dürüst mükellefler vergi aflarının devam edeceğine inanırlarsa, kendilerine haksızlık yapıldığını düĢünmekte, vergi kaçıranlara verilen bu indirime (özel uygulamaya) tepki göstermekte ki böylece gönüllü uyum dereceleri azalmaktadır (Çelikkaya, 2002; 70 Dönmez, 1992: 53; Demir, 2009). Her Ģeye yeniden baĢlanacak havası verilen “vergi paketi” projelerinin çokluğu, ciddi ve istikrarlı vergi politikası olmadığı izlenimi uyandırdığından, mükellefler kendi kararlarıyla kiĢisel çıkarlarını korumaya yönelmektedirler (KıldiĢ, 2007). Dolayısıyla devlet bir yandan alacağından vazgeçmiĢ olurken öte yandan vergisini düzenli ödeyen mükelleflerin de vergi kaçırma konusunda yeni arayıĢlara girmesine zemin hazırlamakta ve böylece devlet eliyle cezalandırıldığını düĢünen dürüst davrananlar, kayıt dıĢılığa itilmektedir (Demir, 2009; Çiçek vd., 2008: 253). Dolayısıyla mükelleflerin vergi aflarının devamlı olacağına karĢı inancı artmakta, vergisini zamanında ödeyen mükelleflerin cezalandırıldığı, ödemeyenlerin ise ödüllendirildiği düĢündürülerek vergi ödemeleri olumsuz yönde etkilenmektedir (YaraĢlı, 2005: 113). Vergi afları ve dolaylı vergiler sebebiyle kamu gelirleri yeterince toplanamamakta ve bütçe açığı borçlanma yoluyla finanse edilmektedir (ġener, 1996: 229). Hâlbuki devlet için kamu hizmetlerinin pahalıya üretilmesi demek olan borçlanma, ertelenmiĢ vergiden baĢka bir Ģey değildir (Türk, 2002: 21). Ġç borçlanmada borç verenler üst gelir grubu olduğundan, bu grupta yer alan mükelleflerin vergi yükü minimuma inmektedir (ġener, 1996: 229). Neticede bu garip sarmaldan en yüksek faydayı elde edenler yine üst gelir grubu olmaktadır. Vergi adaletini bozucu etkiye sahip diğer bir uygulama da uzlaĢma müessesesidir. Vergi matrahını daraltıcı uygulamalardan biri olan uzlaĢma, vergi yükünü bu uygulamadan yararlanamayanlar üzerine kaydırmaktadır. UzlaĢma, yargı sürecine gerek kalmadan devletin kasasına girecek olan tutarı tahsil etmedeki hızı bakımından gerekli olmakla birlikte, politik etkiye açık bir uygulamadır. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının verilerine göre 2011 yılında tarhiyat sonrası yapılan uzlaĢmalarla yaklaĢık vergi aslının % 56‟sından ve vergi cezalarının ise % 95‟inden vazgeçilmiĢtir (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 83). Bu durum muafiyet, istisna, vb. gibi uygulamalarla kanun karĢısında zaten güçlü kesim olan sermaye sahiplerini, alt gelir grubuna göre bir adım daha öne çıkarmaktadır. “Sizce ülkemizde herkes vergisini tam olarak ödüyor mu?” sorusuna verilen cevaplarda dramatik bir Ģekilde “Hayır” diyenlerin oranı % 97,1 olarak çıkmıĢ (Çiçek vd., 2008: 80), üstelik bu durumun % 46,6 ile herkesi vergi kaçırmaya ittiği ve % 44,8 ile de vergi ödeme Ģevkini kırdığı (Çiçek, 2006: 114) yani olumsuz tablonun toplamda % 91,4 71 olduğu görülmüĢtür. Hâlbuki baĢkalarının vergi ödeme konusunda dürüst olduğuna inanç, vergi ödeme konusunda istekliliği artırmaktadır. Vergi ahlakı ve onun yansıması olan bireysel vergi ödeme davranıĢı, kiĢisel fayda optimizasyonuna olduğundan daha büyük ölçüde sosyal kurallara ve psikolojik değiĢkenlere sıkı sıkıya bağlılık gösterdiği (Serim, 2009) görülmektedir. Vergi mükelleflerine göre vergi kaçırmanın nedenleri sorulduğunda; “herkes kaçırıyor ben de kaçırıyorum mantığı”, vergi idaresinin ve denetimin yetersiz oluĢu, kanunların vergi kaçırmaya müsaitliği, eksik vergi bilinci, kamu harcamalarındaki israf ve mevzuatın sıklıkla değiĢmesi (Çiçek vd., 2008: 251) Ģeklinde sebepler dile getirilmiĢ; devletin vatandaĢlara eĢit davranmaması ve mükelleflerin devlete güvenmemesi yüksek bir oranla ifade edilmiĢ (Baloğlu vd., 2010: 98); toplumda bireylerin gerçek gelirlerini beyan etmeyerek dürüst davranmadığı düĢüncesi yaygın bir kanaat olarak belirtilmiĢtir (Çak vd., 2010: 72). Mükellefin vergi kaçırmasının hukuki cezalardan korkma derecesine bağlı olduğu en fazla kabul gören görüĢ olarak ortaya çıkmıĢtır. Bu görüĢü, ahlaki yapı, devlete bağlılık ve iyi bir vatandaĢlık göstergelerini içeren ifadeler izlemiĢtir (Çak vd., 2010: 40). Her ne kadar vergi kaçıranların hak ettikleri cezayı almadıklarına olan inanç % 83,8 gibi yüksek bir oranda çıkmıĢ olsa da (Baloğlu vd., 2010: 82), mükelleflerin vergi kaçırıp kaçırmaması öncelikle alabileceği cezalardan korkmasına bağlı olduğu dile getirilmiĢtir. Mükellefler % 64,8 oranla vergi aflarının ekonomiye herhangi bir fayda getirmeyeceğine inanmakta (Baloğlu vd., 2010: 84), özellikle vergi afları ile dürüst mükelleflerin cezalandırıldığını ve vergi adaletinin bozulduğunu düĢünmektedirler (Çiçek vd., 2008: 91). Bu yönüyle devlet bir yandan alacağından vazgeçmiĢ olurken öte yandan vergisini düzenli ödeyen mükelleflerin de vergi kaçırma konusunda yeni arayıĢlara girmesine zemin hazırlamıĢ olmaktadır (Demir, 2009). 2.2.2.7. Vergi Ġdaresinin Etkinliği Vergileri baĢarılı bir Ģekilde uygulamaya dönüĢtürme görevi yürütmenindir ve buradaki genel sorumluluk da vergi idaresinindir. Türk Vergi Sisteminde esas itibariyle beyan sistemi geçerli olup, mükellefe duyulan güvenin göstergesidir. Ancak uygulamada 72 sorunlarla karĢılaĢılmaktadır. Böylece yasalar yeterince saygılı davranmayan mükellefler hakkında; neden oldukları fiillerin niteliğine göre, yasaların öngördüğü doğrultuda olmak üzere yaptırım uygulanması yoluna gidilebilmektedir. GeniĢ anlamda düĢünülecek olursa vergi yönetimi; vergi ile ilgili yasal düzenlemeleri, vergi idaresini ve vergi yargısını kapsar ve her ülke kendi idari, siyasi, sosyal, ekonomik ve mali özelliklerine göre mali yapısını ve dolayısıyla vergi yönetimini oluĢturmuĢtur (Akdoğan, 2007: 147, 187). Bu açıdan gelir yönetimi; vergi tekniği, vergi adaleti, vergi yasalarındaki istikrar ile vergi idaresinin ve denetiminin etkinliği konusunda belirleyici özelliğe sahiptir. Ġhtiyaçların büyüklüğüne karĢın kaynakların kısıtlı olması, vergi uygulamasıyla ilgili sorunlar üzerinde esaslı olarak durulması zorunluluğunu doğurmaktadır. Hemen her ülke değiĢen büyüklüklerde olmak üzere bu sorunun üstesinden gelmeye, mali, idari ve hukuki etkinlik düzeyine ulaĢmaya çaba göstermektedir (Akdoğan, 2007: 168). Zira “bütün muvaffakiyet beyanname kontrolünün kifayetine müessirliğine bağlı telakki edilebilir. Bu durum ise kontrol teĢkilatının çok geniĢ tutulmasını ve böylece tahsilat masraflarının” (Kurtkan, 1968: 89) yani idari maliyetin (teknik tabirle vergi maliyetinin) yükselmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan, vergi sisteminin gerekli oto kontrol ve denetim olanaklarına sahip kılınması kadar, etkin bir uygulama da gereklidir; yani mükellefin cebinden çıkan para ile devlet hazinesine giren para arasındaki fark fazla olmamalıdır (Akdoğan, 2007: 206). Bu da iyi bir planlamanın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Vergi planlaması; devletin duyduğu finansal ihtiyacın en uygun kaynaklardan, toplumun yaklaĢımlarını, tavır ve davranıĢlarını dikkate almak suretiyle, verginin konulma amaçlarına uygun olarak maksimum hizmeti sağlayacak Ģekilde vergi uygulamasının gerçekleĢtirilmesidir (Akdoğan, 2007: 186). Zira vergi idaresinin etkin çalıĢması, donanım ve personel bakımından yeterli olması çok önemlidir ve ancak bu sayede vergi tavanı yükselebilir (Türk, 2002: 202-224). Yoksa verginin cebrilik niteliğinin aĢırı bir Ģekilde ön plana çıkartıldığı, görevlinin sahip bulunduğu yetki ve otoriteyi tavır ve davranıĢlarıyla aĢırı bir Ģekilde hissettirdiği, mükellefin de görevlerini aksatması halinde baĢına geleceklerin korkusu ve endiĢesini aĢırı bir Ģekilde hissettiği ortam ve koĢullar, mükellefin vergi idaresinden uzaklaĢmasına yol açabilir (Akdoğan, 2011: 64). Dolayısıyla vergi yasalarını uygulayıcı kimselerin iyi eğitimli, dürüst ve anlayıĢlı kimselerden oluĢması halinde olumlu etkilenme ve mükellefler açısından yarar olabilir (Akdoğan, 2007: 205). 73 Burada vergi idaresinin mükellefle iliĢkileri ön plana çıkmaktadır ki bu durumun vergi ahlâkını etkilediği de söylenebilir. Mükellefin gelirlerini kendisinin beyan ettiği durum, yasa koyucunun güveninin göstergesidir ve çağdaĢ olan da budur. Bir kısım mükellefin yasalara aykırı davranma olasılığı dikkate alınarak, insana saygı duyan ve ona güvenen bir sistemden vazgeçilmesi düĢünülemez. O zaman uygulamanın baĢarısı bakımından yapılması gereken Ģey, vergi idaresinin yasalara saygılı davranan veya davranmayan mükellefleri izlemesi, ortaya çıkartması ve gerektiğinde haklarında yasal iĢlem yapmasıdır (Akdoğan, 2011: 62). Bunun sağlıklı iĢletilebilmesi için vergi yönetiminin hem kendi personelini mükellef ile iliĢkiler yönünden, hem de toplumun her kesimini vergi kültürünün oluĢması yönünden eğitmeye ihtiyacı vardır. Mevcut durum “vergilendirilmiĢ kazanç kutsaldır” Ģekilciliğinden kurtarılmalı, yasa değiĢikliklerinden tüm mükellefler haberdar edilmeli, vergi mevzuatı dağınıklık ve anlaĢılmaz halden çıkarılmalı, mükelleflerle iyi niyetli ve yakın diyaloğa geçilmeli, zaten verginin kendisinin de baĢlı baĢına sıkıntıya sebep olan bir durum olduğu düĢünülerek vergisel iĢlemler mükellefte bıkkınlığa sebep olmayacak Ģekilde düzenlenmeli, her mükellefin vergi kaçırdığı veya kaçırma teĢebbüsünde olduğu önyargısı zihinlerden kaldırılmalıdır. Burada yer alan öneriler daha da geniĢletilebilir. Bu ve benzeri tedbirler uygulamaya konulmadığında, mükelleflerin vergi idaresine tavır almalarının, vergi kaçırmalarının ya da kanuni boĢluklardan faydalanma yollarını araĢtırmalarının önüne geçilebilmesi yani istenen bir vergi kültürünün oluĢturulabilmesi zor görünmektedir. Vergi kaçakçılığının yaygın olduğu yapılarda vergi yönetimleri vergi gelirlerini, vergi kaçakçılığıyla etkin mücadele yerine, vergi oranlarını yükseltmek suretiyle artırmaya çalıĢmaktadırlar. Bu durumda vergi oranlarının yüksekliğini neden göstererek vergi kaçıran mükellefler eylemlerini bu temelde rahatlıkla gerekçelendirmekte, vergi ödevi bilinci üst düzeyde olan mükellefler bile vergi idaresine karĢı temkinli olma ihtiyacı hissetmektedirler (Demir, 2009). Vergi makamlarının vergi mükelleflerine nasıl davrandığı vergi ahlakının geliĢimini doğrudan etkiler. Ġki taraf arasındaki iliĢki bir "psikolojik sözleĢme" içermelidir. Psikolojik sözleĢme daha güçlü katılım hakları ile desteklenerek daha yüksek bir vergi ahlakına ulaĢılmasına yardımcı olur. Bu sözleĢmenin mevcudiyeti ve yaĢaması ilgili iki tarafı da ilgilendiren belirli davranıĢ kurallarını gerektirir (Serim, 2009). 74 Gelir idarelerinin vergi sisteminde reformlar yaparak vergi yasalarını modern uygulama politikaları ile destekleyerek vergi mükellefleri ile iletiĢimi arttırarak ve çeĢitlendirerek daha mükellef odaklı bir yaklaĢımı benimsemesinin mükellefi vergi ödemeye ikna etmede olumlu etkisi olabilir. Vergi kanunlarını tasarı ve taslak aĢamasındayken gelir idareleri internet siteleri üzerinden mükelleflerin görüĢ ve önerilerine sunduktan ve değiĢiklikler yapıldıktan sonra mükelleflerin Ģifreleriyle sisteme girip oylaması durumunda mükelleflerin tasarı kanunlaĢtığında ve yürürlüğe girdiğinde - mükellef kanunun hazırlanma ve onay sürecine iĢtirak ettiğini düĢüneceğinden - mükellef tarafından benimsenmesi daha kolay olacaktır (Serim, 2009). 2.2.2.8. Meslek Mensuplarının Etkisi Ülkemizde, mükellefler muhasebecilerden özellikle bilgi akıĢında yararlanmakta ve bilgi alma ihtiyacı duydukları konuların baĢında “mevzuattaki değiĢiklikler” gelmektedir (Suadiye ve Yükselen, 2001) ve vergilerde basitliğin sağlanamaması sebebiyle memurların yüksek inisiyatifleri vardır (Mutlu, 2009: 148). Mali müĢavirlerin vergi konusunda kiĢisel yaklaĢımlarının, vergi mükelleflerini de paralel yönde etkileme olasılığı çok yüksektir. Hatta “en iyi müĢavir en az vergi ödetendir” Ģeklindeki yaygın espride gerçeklik payı olduğu düĢünülmektedir (Gök, 2007). Vergi rejimi konusunda mükellefi her türlü yönlendirebilme imkânına sahip mali müĢavirlerin de ceza alma olasılıklarının olması sistemin sağlıklı iĢleyiĢinde önemli bir noktadır. Mali müĢavirlerin, vergileme konusunda her türlü manipülasyonu yapabilecek stratejik bilgilere sahip oldukları söylenebilir. Kurumun bir vergi kaçakçılığının ortaya çıkması durumunda sorumluluğun tümüyle mali müĢavire ait olduğu bir sözleĢme, öncelikle olması gereken hukuki bir altyapıdır. Böylesi bir yapıda mali müĢavirin maruz kaldığı cezalar kurum sahibine ya da hissedarlarına verilecek cezalardan çok daha etkili olmaktadır (Demir, 2009). 2.3. Vergi Direnci ve Mükellef Tepkileri Vergiler gelir, harcama ve servet üzerinden alınır. Verginin bir sınırı vardır ve bu sınır aĢılırsa vergi cebri, karĢılıksız varsayılarak mükellefleri zor tahammül edilir hale getirir (Türk, 2002: 222). Yani gelir arttığı zaman vergi oranı da arttıkça, mükelleflerin 75 vergiye karĢı direnci de artar ve kayıt dıĢılık, vergi kaçırma, vergiden kaçınma gibi tepkiler ortaya çıkar (ġener, 1996: 241) ki bu da harcamaların ve böylece ekonominin daralması ve sermaye birikiminin azalmasına sebep olur (Türk, 2002: 223-224). Dolayısıyla kanunların günün koĢullarına cevap veremez hale gelmesi, tutarlılığını sık yapılan değiĢiklikler nedeniyle kaybetmesi, boĢlukların doğması ve çoğalması, bazı kiĢilerin vergi yüklerini, yasalara aykırı olarak azaltma çabaları; uygulamadan kaynaklanan problemlerdir (Akdoğan, 2007: 195). Vergiden kaçınma ve vergi kaçakçılığı kiĢiseldir ancak verginin reddi toplumsal reaksiyon anlamına gelir ve böylesi hareketler otoritenin zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkarsa verginin kaldırılması veya sorumluların cezalandırılması sonucunu doğurur (Nadaroğlu, 1992: 292). Ağır, haksız ve adaletsiz vergiler karĢısında direniĢ, aynı zamanda bir devletin varlığını da tehdit edebilecek kadar güçlüdür (Aktan vd., 2002: 186). 1929 yılında % 11,6 olan toplam vergi yükü 1932 yılında % 21,1 „e yükselmiĢtir. Vergi yükünün artmasına paralel olarak vergi ödememe eğilimleri de artmıĢtır. Normal dönemde % 10 olan vergi ödememe oranı bu dönemde % 30 gibi yüksek bir seviyeye ulaĢarak, önemli bir artıĢ göstermiĢtir. (Aktan vd., 2002: 185). Vergileme ile ilgili olarak ortaya çıkan tepkilerin ne türde olacağı genel olarak mükelleflerin hislerine göre değiĢmektedir (Aktan vd., 2002: 132). Vergiler, toplumsal yaĢamın vazgeçilmez bir unsuru olmakla birlikte, eğer vergilerin bireylerin davranıĢ, karar ve tercihleri üzerindeki etkileri dikkate alınmaz ise devlet açısından vergi kaybının çok ötesinde sorunlar ortaya çıkabilir. Tarihsel tecrübeler çok açık bir Ģekilde göstermektedir ki, vergiler medeni bir toplum inĢa etmek için gereklidir, ancak aynı zamanda vergiler medeniyeti tahrip edecek ölçüde tehlikeli bir mali araçtır. Ġktisadi açıdan gelir, tüketim ve tasarruf Ģeklinde kullanılmaktadır. Mükelleflerin hissettiği baskı, gerek tasarruf gerekse belirli maddelerdeki tüketimin kısılması suretiyle, mükellefi bütçesinde bir değiĢiklik yapmaya zorlamaktadır. Bireylerin kendi iradeleri ile meĢruiyetini kabul ettikleri bir vergi, ne zamanki keyfiyete dönüĢür, adaletsiz bir Ģekilde dağıtılır ve dahası bir zulüm haline gelmeye baĢlarsa iĢte o zaman vergiler medeniyeti tahrip etmeye, dahası siyasi otoritenin varlığını tehdit etmeye baĢlar (Aktan vd., 2002: 128, 134). 76 Mükellefler vergi karĢısında aynı tutumu sergilemezler. Tutumlar davranıĢların da sebebidirler dolayısıyla farklı tepki türleri ortaya çıkar. Bu tepkiler kabul, pasif tepki ve aktif tepki olarak sınıflandırılabilir (Aktan vd., 2002: 179). 2.3.1. Pasif Tepki Vergi mükelleflerinin vergiye karĢı gösterdikleri tepkilerin bir kısmı vergi kanunlarındaki boĢluklardan ve piyasa Ģartlarından kaynaklanmaktadır (Türk, 2002: 197). Bu boĢluklar literatürde pasif tepki olarak karĢılık bulmaktadır. Mükellef bu boĢluklardan faydalanarak “kanuna karĢı hile” yapmakta ve daha az vergi vermenin yollarını araĢtırmaktadır. Hatta Türkiye‟de DanıĢtay ve mahkeme kararlarından hareketle yapılan bir araĢtırmanın sonuçlarına göre; vergi kaçırmada yaygın olarak 116 yöntemin kullanıldığına (Candan, 2004) iĢaret edilmektedir. Pasif tepkide, vergi oranlarında görülen artıĢa bağlı olarak mükellefler gönüllü uyumdan vazgeçmekte ve vergilere karĢı olumsuz davranıĢlar göstermeye baĢlamaktadırlar; aylaklığı tercih etme, tüketimi kısma, üretimden vazgeçme, yatırımları erteleme gibi davranıĢlar sergileyebilmektedir. Vergisi artan mükellefler daha fazla çalıĢabilir veya çalıĢma arzusunu kaybederek aylaklığı tercih edebilir. Bunlardan birincisine “gelir etkisi” (income effect), ikincisine de “ikame etkisi“(substitution effect) denilmektedir ki ikame etkisi, mükellef davranıĢlarında vergi artıĢı öncesine göre saptırıcı etkiler meydana getirmekte, gerek bireysel gerekse sosyal açıdan refah kaybına neden olabilmektedir. Ayrıca bu aĢamada vergilerin geç ödenmesi, vergilerin yansıtılması ve vergiden kaçınma gibi kanuna aykırı olmayan tepkilere de baĢvurulabilmektedir (Aktan vd., 2002: 123-127). Kimi zaman uygulanan muafiyet ve istisnalar, faydalanamayanlar için vergi kaçakçılığına sebep olan unsurlardan biridir zira kapsam dıĢında kalan kiĢi veya firmalar için bu durum haksız rekabete sebep olmaktadır (KıldiĢ, 2007). “Risk alma” ve “isyan” duygusu mükelleflerin hoĢnutsuzluk derecesine bağlı olarak, baĢlangıçta bireysel olma özelliği taĢıyan tepkiler, zamanla toplumsal tepkilere dönüĢebilmekte ve devletin varlığını tehdit eden isyan olaylarının yaĢanmasına neden olabilmektedir (Aktan vd., 2002: 123). 77 Günümüzde sıkça karĢılaĢılan kaçınma yollarından biri de vergi cennetleridir. Bu durum “vergiden uluslararası kaçınma” olarak kavramsallaĢtırılmakta ve “yabancı ülkelerde vergiler ve sosyal güvenlik kesintileri daha az olduğu için üretimin bu ülkelere kayması” olarak nitelendirilmektedir (Türk, 2002: 224). 2.3.2. Aktif Tepki Devlet klasik görevleri gerçekleĢtirmek yanında sosyo-ekonomik nitelikteki çeĢitli fonksiyonları da gerçekleĢtirmeyi amaçlar. Yasa koyucunun öngördüğü Ģekilde vergi uygulamasının gerçekleĢtirilememesi, amaçlardan önemli sapmalara neden olur. Bu durum mevcut vergilerin oranlarını artırmak veya yeni vergiler koymak gibi sonuçlar doğuruyorsa, yükümlülüklerini yerine getiren mükelleflerin dolaylı olarak cezalandırılması anlamına gelecektir (Akdoğan, 2007: 167). Bireylerin kamusal malın maliyetine katılmaları, vergi ödeme biçiminde olmaktadır. Ancak bedel ödemeden de kamusal maldan yaralanabilme olanağının varlığı, uygulamada mükellefleri vergi kaçırmaya teĢvik etmektedir (ġener, 1996: 126). Vergi kaçakçılığı; marjinal vergi oranlarının yüksekliği, idari etkinliğin düzeyi, mükelleflerin vergi bilinci ve eğitim düzeyleri gibi faktörlerin etkisi altında ortaya çıkmaktadır (Akdoğan, 2007: 167). Dolayısıyla vergi kaçakçılığının yaygınlığı, hem kamu gelirlerini azaltmakta hem de gelir dağılımı ve kaynak ayırımı fonksiyonlarının etkinliğini düĢürmektedir (ġener, 1996: 198). Teorik yönden ise vergi kaçakçılığı ahlaki bir sorun ortaya çıkarır. Vergi kaçakçılığının yaygınlığı ülkeden ülkeye değiĢir, Latin Amerika ülkelerinde, Anglosakson ve Ġskandinav ülkelere göre daha yaygındır (Türk, 2002: 200). Aktif tepkide mükelleflerin davranıĢlarının en önemli özelliği otoriteye itaatsizliktir. Hatta baĢlangıçta bireysel olan tepkiler zamanla kitlesel hale gelebilmekte ve isyan hareketlerine sebep olabilmektedir. Demek ki verginin reddi, vergiden kaçınma ve vergi kaçakçılığından farklı sosyo-psikolojik bir olaydır ve Ģiddet içerdiğinden vergi isyanları olarak ele alınmaktadırlar. Tarihi süreçte pek çok ülkede vergi isyanı yaĢanmıĢ ve sonuçları da sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi değiĢimlere sebep olmuĢtur (Aktan vd., 2002: 227). 78 Vergiye karĢı tepkileri belirleyen tek neden ağır vergiler değildir. Bunun yanısıra, temsilsiz vergileme ve adaletsiz vergileme de vergiye karĢı tepkilerin oluĢmasında etkili olabilmektedir. Temsilsiz vergilemede meĢruluk mekanizması çalıĢmamaktadır (Aktan vd., 2002: 123-124). Vergilemenin yanı sıra devlete ve yasalara karĢı da bir tavır olarak nitelendirilebilecek olan vergi kaçakçılığı hem vergilendirilebilir potansiyeli erozyona uğratmakta hem de vergi sisteminin etkinliğini zayıflatarak vergi kaçırmayan mükelleflerin sistemi sorgulamasına neden olmaktadır. Konuya iliĢkin geleneksel salt ekonomik yaklaĢımlara bakıldığında öncelikle çıkarlarını maksimize etmeye çalıĢan ve bu doğrultuda rasyonel davranan mükelleflerin varlığının kabul edildiği ve vergi kaçakçılığının da böylesi bir yapıda ortaya çıkarak geliĢtiğinin varsayıldığı söylenebilir. Mükelleflerin vergi kaçırma konusunda karar verirken bu eylemlerinin fayda ve maliyetlerini değerlendirdikleri, beklenen faydanın maliyetten yüksek olması durumunda harekete geçtikleri kabul edilmektedir. Bugün itibariyle vergi kaçakçılığının basit politik kararlarla çözülemeyecek kadar büyük bir sorun olduğu, hukuki, ekonomik ve sosyolojik yönleriyle çok kapsamlı mücadeleyi gerektiren bir boyut kazanmıĢ olduğu belirtilebilir (Demir, 2009). Vergi kaçakçılığına bağlı olarak oluĢan yüksek kamu açıkları çoğu geliĢmekte olan ülkede vergi kaçırmayan mükelleflerin daha ağır vergilendirilmesi yoluyla kapatılabilecek nitelikte değildir. Böylesi bir zorlamanın ekonomik yapıyı önemli ölçüde etkileyeceğini söylemek mümkündür. Bu noktada firmalar ilave vergi yükleri ile faaliyetlerini sürdürmekte zorlanırken, emek arzı, fiyat yapısı ve gelir düzeyleri tümüyle etkilenecek, bir bakıma vergi tabanı değiĢmiĢ olacaktır. Böylesi bir durumda ise gelir artıĢı bir yana mevcut vergi gelirlerinde bile bir azalma söz konusu olabilecektir (Demir, 2009). Vergi kaçıran mükelleflerin yanlıĢlarının vergisini ödeyen mükellefler üzerinden meĢrulaĢması anlamına gelmektedir ki bu da vergisini ödeyen mükelleflerin bile vergi kaçırma eğilimi içine girebilecekleri bir yapıya iĢlerlik kazandırabilecek bir tehlikeyi ifade etmektedir (Demir, 2009). Tarihte ilk demokrasi mücadelelerinin hükümdarların keyfi vergilemelerine tepki olarak baĢladığı ve yazılı-yazısız anayasaların, geniĢ ölçüde, bu yoldaki mücadelelerin 79 sonucunda biçimlendiği söylenebilir. Roma Ġmparatorluğunun çöküĢünden sonra Avrupa‟da ve Ortadoğu‟da merkezi devlet otoritesinin yerini alan feodal düzen, vergileme alanında kralların, beylerin ve derebeylerin alabildiğine keyfi uygulamaları ile doludur (Uluatam, 1995: 20-21). Sivil itaatsizliği ilk kez Henry David Thoreau gündeme getirmiĢ, 1840‟lı yıllarda uygulanan baĢ vergisini ödememiĢ ve tutuklanmıĢtır (Aktan vd., 2002: 138). Amerika kıtasında ortaya çıkan ve bugünkü Amerika BirleĢik Devletleri‟nin bağımsızlığına kaynaklık eden “Pul Vergisi” ve “Boston Çay Partisi” ve diğer vergi isyanlar (Aktan vd., 2002: 155) gibi bizim tarihimizde de Celali Ġsyanları önemli bir yere sahiptir. 80 81 3. BÖLÜM ARAġTIRMANIN KONUSU, AMACI VE YÖNTEMĠ Vergi sosyolojisinin sosyologlar açısından bakir bir alan olduğu söylenebilir. Günümüzde vergi konusunda yapılan çalıĢmalarda genellikle mali sosyolojik açıklamalara yer verilmekte ve teknik verilerin analizi yoluna gidilmektedir. Dolayısıyla bu çalıĢma, esas nokta olduğunu düĢündüğümüz verginin toplumsal yönünün yeteri kadar ele alınmadığı düĢüncesiyle planlanmıĢtır. Bu açıdan vergi, her ne kadar kaynakların paylaĢılması bakımından ekonomik yönlü olarak düĢünülse de toplumu değiĢtirme ve dönüĢtürme bakımından bir o kadar hatta daha da fazla sosyal iĢlevi olan bir argümandır. Dolayısıyla verginin devletle vatandaĢ arasında, hayatın her anında ve devamlı bir Ģekilde bağ kuruyor olması onu toplumsal alanda oldukça önemli kılmaktadır. 3.1. AraĢtırmanın Konusu Vergi kültürünün toplumdaki karĢılığı, devletin algılanma tarzıdır. Yani vergi verme davranıĢını anlayabilmek için vatandaĢın vergiyle ilgili düĢüncelerini ve dolayısıyla devletle olan iliĢkilerini sorgulamak gerekir. DüĢünce ve davranıĢların anlaĢılması, devletle vatandaĢ arasındaki iliĢkinin hangi çerçevede yürüdüğünün de göstergesidir. Bireyin devletle olan iliĢkisinde rasyonel mi yoksa alturistik (diğergam) bir zihniyetle mi hareket ettiği hep merak konusu olmuĢtur. “Vatanseverlik” vurgusu buradaki iliĢkiyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan vergi literatüründe sıklıkla geçen “vergiye gönüllü uyum” kavramı verginin vatandaĢlarca nasıl algılandığının en bariz göstergesi olması açısından oldukça dikkat çekicidir. Verginin içsel motivasyonunun yanında dıĢsal yani mali ve sosyo-kültürel etkenlere bağlı Ģekillenen tarafı da vardır. Zamana, Ģartlara, içinde bulunulan konuma, kültürel ve sosyal etmenlere göre farklılıklar gösteren tüm bu etkenler ıĢığında, verginin toplumda anlaĢılma/algılanma biçimi ve vergi verme davranıĢı tezin konusunu oluĢturmaktadır. 82 3.2. AraĢtırmanın Amacı Vergi, bireylerin harcanabilir gelirinde azalmaya sebep olduğundan mükellefler üzerinde bir yük oluĢturur. Bu yük karĢısında mükelleflerin tepkileri; vergi oranı ve vergi yükü, gelir seviyesi, kamu harcamaları, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluk, vergi adaleti ve vergi sistemi, vergi suçları-cezaları-afları, vergi idaresinin etkinliği, demokrasi anlayıĢı, devlete olan güven, inançlar ve gelenekler, demografik özellikler, sosyal statü, vergi bilinci ve vergi ahlakı, vb. gibi sosyo-kültürel ve mali etkenlere bağlı olarak farklı Ģekillerde olabilmektedir. Verginin birincil/aktif (devlet) ve ikincil/pasif (birey) olmak üzere iki tarafı vardır. Toplumla birey arasındaki iliĢkinin oluĢturduğu ortak alanın yapısını belirleyen otorite olarak devlet; vergi sistemini kurgularken ikincil taraf olan bireyin düĢüncesini ve tepkisini hesaba katmalıdır; yani adil, etkili ve dahi verimli bir sistemin temini için mükelleflerin vergiye olan tepkilerinin öngörülebilmesi oldukça önemlidir. Devletin ağırlığını hissettiren taraf olarak yer aldığı gerçeği, mecburi bu iliĢkinin sosyal açıdan çözümlenmesini bir gereklilik olarak karĢımıza çıkarmaktadır. Eğer bu çözümleme sağlıklı olarak gerçekleĢtirilebilirse tarafların birbirlerini anlaması mümkün hale gelecek ve böylece sosyal barıĢın önündeki engellerden biri ortadan kalkmıĢ olacaktır. Bu çalıĢmanın amacı; bireylerin vergiyi algılama biçimlerini, takındıkları tavırları ve davranıĢlarının muhtemel sonuçlarını anlayabilmektir. Zira etkin bir vergi sisteminde, mükelleflerin tavır ve davranıĢlarının öngörülebilir olması, vergi politikalarının uygulanabilmesine ve baĢarısına önemli katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla yapılan görüĢmelerle; vergiye bakıĢ açısı, devlet algılaması ve sergilenen davranıĢlar anlaĢılmaya çalıĢılmıĢtır. 3.3. AraĢtırmanın Yöntemi AraĢtırma, saptanan problemlere güvenilir çözümler aramak amacı ile planlı ve sistemli olarak verileri toplanma, çözümleme, yorumlayarak değerlendirme ve rapor etme sürecidir (Karasar, 2000: 22). Gözlem ve ölçmelerin tekrarlanabildiği niceliksel araĢtırma yöntemiyle davranıĢları açıklamak zordur zira sosyal bilimlerin sayısal ifadesi güç olmaktadır. Bu açıdan sosyal bilimlerde, insan ve grup davranıĢlarının “niçin”ini 83 anlamaya yönelik niteliksel araĢtırma yöntemleri kullanılmaktadır. Ġnsan davranıĢı esnek ve bütüncül bir yaklaĢımla araĢtırılabilmekte ve bu yaklaĢımla araĢtırmaya dâhil olan bireylerin görüĢleri ve deneyimleri büyük önem taĢımaktadır (ġimĢek ve Yıldırım, 2003: 14). Nitel araĢtırmalar, dünyanın sosyal yönü ile ilgilenir ve Ģu sorulara yanıt arar: Ġnsanlar niçin böyle davranır? Kanaatler ve vaziyet alıĢlar nasıl oluĢur? Ġnsanlar çevrelerinde olup bitenden nasıl etkilenir? Kültürler niçin ve nasıl geliĢir? Sosyal gruplar arasındaki farklar nelerdir? Nitel değiĢkenlerin kategorileri rakamlarla ifade edilse dahi sayısal iĢleme tabi tutulmaz sadece betimsel istatistikler hesaplanabilmektedir (Ergün, 2005). Nitel araĢtırma, kuram oluĢturmayı temel alan bir anlayıĢla sosyal olguları, bağlı bulundukları çevre içerisinde araĢtırmayı ve anlamayı ön plana alan bir yaklaĢımdır. Doğal ortama duyarlılık, araĢtırmacının katılımcı rolü, bütüncül yaklaĢım, algıların ortaya konması, araĢtırma deseninde esneklik, tümevarımcı analiz nitel araĢtırma yöntemlerinin temel özellikleridir (ġimĢek ve Yıldırım, 2003: 19-27). Nitel araĢtırmacı, büyük olasılıkla verileri aynı anda hem toplamakta, hem analiz etmekte ve hem de yorumlamakta; bu adımlar arasında gidip gelmektedir. Bu adımlar esnasında var olan kurama dayanmanın yanı sıra yeni kuramlar oluĢturmakla uğraĢmaktadır (Neuman, 2008: 22-23). 3.3.1. AraĢtırmanın Temel AĢamaları Öncelikle problemin belirlenmesiyle çalıĢmaya baĢlanmıĢtır. YaĢanagelen temel sorun ve bu sorunun ortaya çıkıĢ sebepleri ne idi? ÇalıĢmanın amacının tarafların birbirlerini anlamalarına/anlaĢılmalarına yardımcı olmak olduğu daha önce ifade edilmiĢti. Demek ki buradaki temel sorun devlet-birey etkileĢiminin altında yatan verginin algılanıĢ biçimi olmuĢtur. AraĢtırmayla algılama biçiminin sebepleri üzerinde durulmaya ve yaĢanagelen problemlere pratikte çözüm yolları bulunmaya çalıĢılmıĢtır. Meslek itibariyle bir maliye çalıĢanı olarak yaĢanagelen böylesi problemlerin bizzat Ģahidi oldum. Vergi ödeme konusundaki isteksizliğin ve temelinde yatan toplumsal bilinç eksikliğinin idareye ve dolayısıyla devlete yansımasının sonuçlarını gözlemleme imkânım oldu. Ortadaki bu problemin çözümünün sosyolojik yollardan olabileceğine ve bir alt disiplin olabilecek vergi sosyolojisinde aradığım cevapların varlığına inandım. Zira Kurtkan maliyenin soyutkapalı olduğundan, somut-açık sonuçların ancak mali sosyoloji ile elde edilebileceğinden bahisle “alınacak tedbirlerin belirli sosyal yapılarda husule getirmesi muhtemel tesir ve 84 neticeler hakkında daha teferruatlı bilgi edinmemize yardımcı olur” demekte ve mali sosyolojinin “maliye politikasına yol göstericilik vazifesini” yerine getirdiğinden bahsetmektedir (1968: 10). Bu minvalde Türkdoğan da Türk sosyolojisinin önemli bir sorununun sapkın (deviant) sosyoloji alanı olduğunu ifade etmekte ve bu yeni yan disiplin alanında sosyal bilimler metodolojisine dayalı incelemelere ihtiyaç duyulduğunu dile getirmektedir. Zira hiçbir bilimsel araĢtırma, yapısal dinamiklere eğilmeden ülke genelinde cereyan eden olaylara çözüm getiremeyecektir. Dolayısıyla sosyoloji alanında geliĢme ve ilerleme, bu tür araĢtırmaya dayalı metot ve teknikleri kullanmak suretiyle baĢlatılan çalıĢmalar yoluyla sağlanacaktır (2008: 9, 200). Kuramsal ve kavramsal çerçevenin oluĢturulmasında; öncelikle literatür taraması yapılmıĢ ve ardından okumalara geçilmiĢ, gerekli olduğu düĢünülen yerler not alınarak fiĢleme çalıĢmalarına baĢlanmıĢtır. GerçekleĢtirilen okumalarda özellikle; vergi, vergi sosyolojisi, mali sosyoloji, mali psikoloji, vergi ahlakı, vergi kültürü, vergi uyumu, vergi anomisi gibi kavramlar üzerinde yoğunlaĢılmıĢ ve kavramların ele alınıĢ biçimlerindeki farklılıklar ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Bu sayede saha çalıĢması için gerekli kavramsal altyapı sağlanmıĢtır. Vergi politikasının sosyal adaleti sağlama fonksiyonu göz önünde tutulduğundan tarihi süreçte vergiye yüklenilen anlam, yakalanmaya çalıĢılan diğer bir husus olmuĢtur. Okumalar ilerledikçe, kavramlar geliĢmiĢ ve yeniden tanımlanmıĢ böylece yenilenen kurguyla araĢtırma sorusu yazma sürecine geçilmiĢtir; yarı yapılandırılmıĢ açık uçlu sorularla görüĢmelerin yapılması planlanmıĢtır. ÇalıĢma grubunun belirlenmesindeyse, nitel bir araĢtırma yapılmak istendiğinden küçük bir örneklem grubu seçilmiĢtir. Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanlarından oluĢan grup, amaçlı örneklem metoduyla seçilmiĢtir. GörüĢmeler planlanırken, görüĢmecilerden uygun oldukları zaman dilimi için randevular alınmıĢ ve kendilerine araĢtırma konusunda kısa bir bilgi notu sunulmuĢtur. Nitel araĢtırma gereği; sadece bilgi toplayan, veriye dönüĢtüren ve analizlerle raporlayan olmaktan öte görüĢmelerle edinilen bakıĢ açısı verilerin analizinde kullanılmaya çalıĢılmıĢtır, bunu yaparken de doğal akıĢı bozmamak için olabildiğince objektif olmaya gayret edilmiĢtir. Mükelleflerin vergiye karĢı tavırlarını belirleyen sosyo-kültürel ve mali etkenler ana baĢlıklarında gerçekleĢtirilen görüĢmelerde notlar alınmıĢtır. Ardından veriler 85 düzenlenerek içerik analizi yapılmaya çalıĢılmıĢ, eklenen yorumlarla konunun daha etraflıca anlaĢılmasına gayret edilmiĢtir, ayrıca görüĢme yapılanların kendi sözlerinden yapılan alıntılarla metin zenginleĢtirilmiĢtir. Sosyal olayların değiĢkenliği göz önünde tutulduğundan, verileri sınırlı olarak genelleme imkânı olmuĢtur. AraĢtırmanın sınırlılıkları üzerinde durulmuĢ ve sonuçların genelleme ölçüleri konusunda yorumlamalara gidilmiĢtir. Elde edilen verilerden hareketle kuram ve pratiğe yönelik çıkarılan sonuçlar çerçevesinde, yaĢanan problemlerin çözümüne yönelik öneriler ortaya konmaya çalıĢılarak araĢtırma sonlandırılmıĢtır. 3.3.2. Kapsam ve Sınırlılıklar Tez kapsam olarak Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesi sınırları içinde yer alan BaĢkent Vergi Dairesinde kayıtlı olarak iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, vergi dairesi çalıĢanları (memur ve yönetici) ve meslek mensuplarının (muhasebeciler, mali müĢavirler) vergiyi nasıl algıladıkları üzerine kurgulanmıĢ ve saha çalıĢması 2014 yılının Eylül ayında gerçekleĢtirilmiĢ bir çalıĢmadır. Sınırlılık olarak ise, denetlenme baĢta olmak üzere birçok sebep, gerçek bilgilerin verilmesine engel olmuĢ olabilir zira bunu görüĢmeciler bizzat dile getirmiĢlerdir. Ayrıca yapılan görüĢmelerde hiçbir görüĢmeci ses kaydının alınmasına müsaade etmemiĢ ve bununla birlikte vergi dairesi çalıĢanları isim de vermek istememiĢlerdir. 3.3.3. Veri Toplama 3.3.3.1. Evren ve Örneklem Nitel araĢtırmalarda olasılıklı olmayan örneklemler kullanma eğilimi vardır (Neuman, 2008: 320) ve özelikle de “amaçlı örneklem” olarak adlandırılan örneklem türü tercih edilir (Punch, 2005: 183). Zira nitel araĢtırmalarda iĢin doğası gereği büyük bir örneklemin kullanılması mümkün bulunmamaktadır. Haddi zatında önemli olan örneklemin büyüklüğü değil temsil gücü ve ele alınan konuyla ilgisidir. Bu yüzden katılımcılar yukarıda bahsi geçen üç grup arasından amaçlı örneklem metoduyla seçilmiĢtir. 86 AraĢtırmanın evrenini, Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesi sınırları içinde yer alan BaĢkent Vergi Dairesinde kayıtlı olarak iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, vergi dairesi çalıĢanları (memur ve yönetici) ve bu iki grup arasındaki iliĢkide meslek mensubu olarak yer alan meslek mensupları (muhasebeciler, mali müĢavirler) oluĢturmaktadır. Bu grupların toplam sayısı çıkarılmıĢ ardından her birinden yeterli sayıda ve toplamda on iki kiĢi seçilerek derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır. Türkiye‟de vergileri tahsil etmeye yetkili kuruluĢ olan Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının taĢra teĢkilatının yapısı, 29 ilde kurulan ve doğrudan merkeze bağlı olan vergi dairesi baĢkanlıkları ile vergi dairesi baĢkanlığı kurulamayan 52 il defterdarlıklarındaki vergi daireleri müdürlükleri Ģeklindedir (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 3-4). Ankara da GĠB faaliyet raporunda yer aldığı Ģekliyle vergi dairesi baĢkanlığı olan illerden birisidir (2011: 85). Bu çerçevede saha çalıĢması için, Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının resmi internet sitesi olan www.avdb.gov.tr adresinden faydalanma yoluna gidilmiĢ ve Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığı 2012 Yılı Faaliyet Raporu incelenmiĢtir. Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının 2012 yılı Faaliyet Raporunda 36. ve 37. sayfalarda yer alan vergi dairesi bazında mükellef sayıları tablosu aĢağıda Çizelge 1.1. ve Çizelge 1.1. (devam) da yer almaktadır. Tablo incelendiğinde; Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi, Muhtasar ve Toplam olmak üzere Ankara‟daki vergi dairelerinin mükellef sayılarının yer aldığı görülmektedir. Harf sırasına göre yayınlanmıĢ tabloya bakıldığında, 5. sırada yer alan BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısına göre 55.684 rakamıyla, Ankara‟da ilk sırada geldiği görülmektedir. 87 Çizelge 1.1. Vergi dairesi bazında mükellef sayıları 88 Çizelge 1.1. (devam) Vergi dairesi bazında mükellef sayıları 89 Ayrıca, yine aynı faaliyet raporunun 44. ve 45. sayfalarında bir baĢka tablo daha yer almaktadır, tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması. Ankara Vergi Dairesi BaĢkalığının söz konusu raporunda, Tahsilatın Tahakkuku KarĢılama Oranına Göre Vergi Daireleri Sıralaması baĢlıklı tabloda her bir vergi dairesinin tahakkuktahsilat tutarları ve bu tutarların birbirlerine oranları verilmiĢtir. Çizelge 1.2. ve Çizelge 1.2. (devam) ile verilen bu tablodaki sıralama ise, tahakkukun tahsilatı karĢılama oranı en yüksek olandan en düĢük olana Ģeklinde düzenlenmiĢtir. Literatürde vergi tahakkuku, ödenecek verginin hesaplanması ve mükellefe tebliği ile verginin ödenmesi gereken safhaya gelmesidir. Verginin tahsili ise, kanuna uygun bir Ģekilde vergi borcunun ödenmesidir. Verginin tahakkukunda vergi rakamsal anlamda netleĢmiĢ ama devletin kasasına girmemiĢtir dolayısıyla riskli bir durum söz konusudur. Verginin tahsilindeyse, vergi tutarı devletin kasasına girmiĢ durumdadır yani artık devletin tasarrufunda bulunan bir meblağdır. Dolayısıyla hedeflenen de hem vergi dairesi bazında hem il bazında hem de ülke genelinde tahsilat tutarlarının artmasıdır. Vergicilik anlamında, tahakkuk tutarları önemlidir ama asıl önemli olan tahsilat tutarlarıdır, tahsilatın artmadığı ama tahakkukun sürekli arttığı bir durum çok da sağlıklı değildir zira verginin tahsil imkânlarının azaldığının göstergesidir. Hâlbuki istenen tahakkukun tahsilatla birlikte artıyor olmasıdır ve bu vergi idarelerinin performans hedeflerinde ciddi bir kriterdir. Konunun bir diğer yanı da Ģudur; tahakkukun yüksekliği vergilendirilebilir bir ekonomik faaliyetin varlığını göstermesi bakımından mutlaka önemlidir, bir gelir elde edilmiĢ ve devlet gerekeni yaparak buradaki geliri kayıt altına almıĢ ve vergisini de hesaplamıĢtır. Ancak iĢ tahsilata gelince problemler ortaya çıkmakta, vergiden kaçınma ve vergi kaçırma ile mükellefler vergi vermemenin çarelerini arayabilmektedirler. ĠĢte tahsilat rakamlarını düĢüren de bu tip durumlardır. Özetle; tahsilatın düĢük olması sistemde kaçağın varlığını göstermekte ve tahakkuka göre tahsilat oranı ne kadar düĢükse kaçağın o kadar yüksek olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumu ilgili tabloda değerlendirirsek, en düĢük oranın % 56,55 ile BaĢkent Vergi Dairesine ait olduğu; yani ödenmesi gereken safhaya gelen her 100 TL‟lik verginin, sadece 56,55 TL‟si adı geçen dairece tahsil edilebilmektedir ki buradaki kaybın % 43,45 olduğu görülmektedir. 90 Çizelge 1.2. Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması 91 Çizelge 1.2. (devam) Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması ĠĢte dile getirilen bu gerekçelerden ötürü; yani mükellef sayısını yüksekliği ve tahsilatın tahakkuku karĢılama oranının düĢüklüğü sebebiyle BaĢkent Vergi Dairesi saha çalıĢmasına konu edilmiĢ bulunmaktadır. BaĢkent Vergi Dairesi Müdürlüğü, Ankara‟nın en merkezi yerinde, Atatürk Bulvarı üzerinde, TBMM‟nin karĢısında ve Bakanlıkların adeta çepeçevre sardığı bir konumda bulunmaktadır. Yetki alanını; Çukurambar ve Yüzüncüyıl mahallelerinin bir kısmı ile Konya Yolu-Dikmen Caddesi-Çetin Emeç Bulvarı hatları doğrultusundaki üçgensi alan oluĢturmaktadır. Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının internet sitesindeki http://www.avdb.gov.tr/harita.htm bağlantısında, Ankara‟da yer alan tüm vergi dairesi müdürlüklerinin yetki alanları görülebilmektedir. Bu bağlantıdan elde edilen Ankara baĢkent vergi dairesi müdürlüğünün yetki alanı haritası, Harita 1.1. ile aĢağıda yer almaktadır. 92 Harita 1.1. Ankara baĢkent vergi dairesinin yetki alanı haritası 93 Böylece araĢtırmanın evrenini, Ankara BaĢkent Vergi Dairesi hinterlandındaki vergi mükellefleri, vergi dairesi çalıĢanları ve muhasebeciler oluĢturmaktadır. Bu üç gruptan BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısının 55.684 olduğu daha önce dile getirilmiĢti. Bir serbest meslek mensubunun (doktor, mühendis, diĢ hekimi ya da muhasebeci) mesleğini icra edebilmesi için mutlaka ilgili meslek odasına üyeliğinin bulunması gerekliliği bilinen bir gerçektir. Buradan hareketle, Ankara Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler Odasının internet sitesinde, üyelerle ilgili bir kısım istatistiki bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilerden üye sayısı ile ilgili olanı Çizelge 1.3. ile aĢağıda yer almaktadır. Çizelge 1.3. Ankara serbest muhasebeci mali müĢavirler odası üye sayısı Tabloda da görüleceği üzere 2013 yılı sonu itibariyle Ankara Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler Odasına kayıtlı aktif üye sayısı, 11.082 olarak görülmektedir. Yalnız burada karĢımıza Ģu problem çıkmıĢtır, 11.082 rakamının kaçının araĢtırma evrenimize girdiği net olarak tespit edilememiĢtir. Bir muhasebecinin kendisi Dikimevi Vergi Dairesi mükellefi iken, müĢterilerinin bir kısmı Cumhuriyet Vergi Dairesi mükellefi bir kısmı BaĢkent Vergi Dairesi mükellefi ve diğer müĢterileri de baĢka baĢka vergi dairelerinin mükellefleri olabilmektedir. Dolayısıyla, araĢtırmamızda kullanacağımız rakamı 94 netleĢtirebilmek adına gerek Ankara Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler Odasıyla gerekse de vergi dairesiyle yapığımız çalıĢmalar sonuçsuz kalmıĢtır. AraĢtırmamızda, ihtiyacımız olan üçüncü grupta yer alan vergi dairesi çalıĢanlarının sayısının da 171 olduğu, ilgili dairede çalıĢan idareciler tarafında ifade edilmiĢtir. Bu çerçevede toplam sayıları çıkarılan gruplardan; vergi dairesi çalıĢanlarından ikisi idareci olmak üzere dört kiĢi, mükelleflerden beĢ kiĢi ve muhasebecilerden de üç kiĢi olmak üzere toplamda on iki kiĢi ile derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır. GörüĢme yapılanlara ilgili tablo Çizelge 1.4. ile aĢağıda yer almaktadır. Meslekteki Süresi (Yıl) Gelir Unsuru (GVK’daki) Medeni Durum Kamu/Özel YaĢ GörüĢmeci 1 Erkek 54 Evli Lisans Memur Kamu Ücretli 27 GörüĢmeci 2 Erkek 50 Evli Lisans Memur Kamu Ücretli 28 GörüĢmeci 3 Erkek 52 Evli Önlisans Memur Kamu Ücretli 30 GörüĢmeci 4 Erkek 47 Evli Lisans Memur Kamu Ücretli 25 GörüĢmeci 5 Erkek 38 Evli Lisans Toptancı Özel 15 GörüĢmeci 6 Erkek 21 Bekâr Ortaokul Berber Özel Gerçek Usul Ücretli GörüĢmeci 7 Erkek 51 Evli Lisans SMMM Özel 27 GörüĢmeci 8 Erkek 37 Evli Lisans Özel GörüĢmeci 9 Erkek 45 Evli Lise DiĢ Hekimi Taksici GörüĢmeci 10 Erkek 43 Evli Lisans SMMM Özel GörüĢmeci 11 Kadın 45 Evli Ġlkokul Yufkacı Özel Gerçek Usul Serbest Meslek Basit Usul Gerçek Usul Ücretli GörüĢmeci 12 Erkek 38 Evli Lisans SMMM Özel Gerçek Usul 15 Meslek Cinsiyet Eğitim Durumu Çizelge 1.4. GörüĢme yapılan kiĢiler ve özellikleri tablosu Özel 4 15 15 18 12 BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısının 55.684 olduğu, Çizelge 1.1. ile ifade edilmiĢti ancak bu rakamın toplam mükellef sayısını gösterdiği yine ilgili tabloda 95 görülmektedir. Toplamda yer alan bu rakamın; 19.736‟sı Gelir Vergisi mükellefi, 6.776‟sı Kurumlar Vergisi mükellefi, 14.316‟sı Katma Değer Vergisi mükellefi ve 14.856‟sı ise Muhtasar mükellefi durumundadır. Buradaki ayırımın temelinde beyanname yatmaktadır yani ilgili vergi dairesinde 19.736 adet mükellef Gelir Vergisi Beyannamesi vermekle, 6.776 adet mükellef Kurumlar Vergisi Beyannamesi vermekle, 14.316 adet mükellef Kurumlar Vergisi Beyannamesi vermekle ve 14.856 adeti ise Muhtasar Beyanname vermekle yükümlüdürler. Buradaki ifadeleri açmak gerekirse; - Gelir Vergisinde prensipte mükellefin beyanı esas alınmaktadır. Mükellefler, GVK‟nın 2. maddesinde yer alan yedi gelir unsurundan (ticari kazançlar, zirai kazançlar, ücretler, serbest meslek kazançları, gayrimenkul sermaye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlar) bir takvim yılında elde ettikleri gelirleri, yıllık beyanname ile vermektedirler ve bunun adına Gelir Vergisi Beyannamesi denmektedir. - Kurumlar Vergisi mükellefleri ise KVK‟nun 1. maddesinde (sermaye Ģirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluĢları, dernek veya vakıflara ait iktisadi iĢletmeler ve iĢ ortaklıkları) sayılmıĢtır. Burada sayılanların yıllık olarak verdiği beyannameye ise Kurumlar Vergisi Beyannamesi denmektedir. - Katma Değer Vergisi, harcamalar üzerinden alınan bir vergidir. Harcamayı yapan mükellef nihai tüketici durumdadır yani birey bir mal/hizmet aldığında KDV mükellefi durumuna gelmektedir. Ancak pratikte bireyin her aldığı malın/hizmetin KDV‟sini takip etmesi ve bunu mükellef sıfatıyla vergi dairesine yatırması düĢünülemeyeceğinden, buradaki sorumluluk vergi sistemimizde tutarı tahsil eden satıcıya verilmiĢ durumdadır. Yani bireye mal/hizmet satarken KDV‟sini de tahsil eden satıcı, takip eden ay içerisinde toplamdaki tutarı vergi dairesine yatırmaktadır ve bunun adı da Katma Değer Vergisi Beyannamesi‟dir. - Vergilemede genel kural, verginin mükellef tarafından yıllık beyanname ile verilmesidir. Ancak bazı gelir unsurlarının vergilendirilmesinde mükellefin beyanı beklenmeksizin, geliri mükellefe sağlayanlarca kesinti (stopaj) yapılmakta ve takip eden ay içerisinde bu tutar vergi dairesine yatırılmaktadır ve bunun adı da Muhtasar Beyanname‟dir. Gündelik yaĢamda sıklıkla karĢılaĢılan, maaĢlıların/ücretlilerin vergi ödemeleri bu kapsamda gerçekleĢmektedir. 96 Tüm bu bilgiler ıĢığında; KV mükelleflerinin tüzel kiĢiler olması, KDV ve Muhtasar Beyanname mükelleflerinin de asıl vergiyi ödeyenlerin haricindekiler olması sebeplerinden ötürü, söz konusu ilk üç rakam (KV, KDV ve Muhtasar) araĢtırma evrenimize dâhil edilmemiĢtir. Dolayısıyla, görüĢmeciler sadece GV mükellef sayısı olan 19.736 içerisinden seçilmiĢ bulunmaktadır. Son olarak, Çizelge 1.4. yer alan görüĢmecilerin özellikleri bakımından bir sütunda Gelir Unsuru (GVK‟daki) yer almaktadır ki bunun anlamı elde ettiği gelirin GVK‟daki karĢılığı olmaktadır. Yani bir vergi dairesi çalıĢanı veya idarecisi bizatihi kendi mükellef olarak ücretli sınıfında yer almaktadır. Ayrıca, vergilendirmede ticari kazançlar da basit usul ve gerçek usul olarak iki ayrı alt sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Basit usulde küçük esnaf, taksici gibi belli kazanç tutarının altında kalanlar yer alırken, gerçek usulde GVK‟da belirlenen kazanç tutarların üzerindekiler yer almaktadır. Bu bilgi, ilgili sütunda her bir görüĢmecinin karĢısına ayrıca iĢlenmiĢ bulunmaktadır. 3.3.3.2. Veri Toplama Teknikleri GörüĢme, nitel araĢtırmada temel veri toplama araçlarındandır. Ġnsanların gerçekliğe iliĢkin algılarına, anlamlarına, tanımlamalarına ve gerçeği inĢa ediĢlerine vakıf olmanın iyi bir yoludur. Aynı zamanda baĢkalarını anlamak için kullanılan en güçlü yöntemdir. BaĢarılı bir derinlemesine görüĢme uzatılmıĢ ve samimi bir sohbetin birçok özelliğini paylaĢır (Punch, 2005: 169). GörüĢme, temelde soru sorma ve yanıt alma ile ilgilidir fakat özellikle nitel araĢtırma bağlamında bundan çok daha fazla anlamı vardır. Süreklilik tayfının sağ tarafında, görüĢmeler yapılandırılmamıĢ ve açık uçludur. GörüĢme soruları önceden belirlenmemiĢ ve standartlaĢtırılmamıĢtır; bunun yerine görüĢmeye baĢlamak ve sürdürmek için genel sorular kullanılır. GörüĢme ilerledikçe özgül sorular ortaya çıkar ve bu soruların dile getirilmesi görüĢmenin gidiĢatına bağlıdır. Yanıtlar için önceden kodlanmıĢ kategoriler yoktur (Punch, 2005: 165-166). YapılandırılmamıĢ görüĢme, araĢtırma alanını sınırlayacak öncül bir sınıflamayı Ģart koĢmaksızın karmaĢık insan davranıĢını araĢtırmak için kullanılabilir (Punch, 2005: 169). Saha araĢtırması görüĢmelerinin pek çok özelliği vardır: yapılandırılmamıĢ, derinlemesine, etnografik, açık uçlu, gayri resmi ve uzun (Neuman, 2008: 585). 97 AraĢtırmada veri toplama tekniği olarak, önceden belirlenmiĢ yarı yapılandırılmıĢ temel sorular kullanılarak derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢ, gözlemde bulunulmuĢ ve doküman incelemesi uygulanmıĢtır. GörüĢmeler esnasında, temel sorularla birlikte akıĢ içerisinde konunun derinleĢmesini sağlayan sorular da yöneltilmiĢtir. 3.3.3.3. Verilerin Analizi GörüĢme yoluyla elde edilen veriler öncelikle deĢifre edilmiĢtir. Ardından bulguların analiziyle ilgili olarak Punch‟ın “Kavramlar verilerden tümevarım yoluyla geliĢtirilir, daha üst soyutluluk düzeyine ulaĢmaları sağlanır ve kavramlar arası iliĢkiler böylelikle oluĢturulur” (2005: 190) Ģeklinde ifade ettiği gibi, kategorize edilen bu veriler analizde kullanılmıĢtır. AraĢtırmaya baĢlarken hareket serbestisi sağlamak adına net bir kavramdan hareket edilmemiĢtir. Kavramın sahada Ģekillenerek son halini alacağı düĢüncesiyle hareket edilmiĢtir. Zira görüĢmeler yapıldıkça kavramlar değiĢmiĢ ve sonunda bir ölçek oluĢmuĢtur. Bu ölçeğe göre “vergi ahlakı ve sapma” kavramı tanımlanmaya çalıĢılmıĢtır. 3.4. AraĢtırma Bulguları Verginin gündelik yaĢamdaki ağırlığını birey ne kadar hisseder bilinmez ama hayatın her anıyla iç içe olduğu gerçeği de yadsınamaz. Bu ülkedeki her bireyin devletle sürekli ve karĢılıklı bu iliĢkisinin varlığı, doğumdan itibaren birey büyüdükçe artarak devam etmektedir. Hayata atıldıkça, iĢ kurdukça, alıp sattıkça yani yaĢadıkça bu zorunlu bağımlılık kendini daha da hissettirmektedir. Ülkelerin, vatandaĢları üzerinde sırf vatandaĢ olmalarından kaynaklanan bir kısım hakları vardır ya da baĢka bir bakıĢ açısıyla bireyler toplum lehine bazı haklarından vazgeçmektedirler. Rousseau‟nun Toplum Sözleşmesinde de yer aldığı Ģekliyle; insan baĢlangıçta tabiatta uyum içerisinde hayatını devam ettirmekteyken toplumsallaĢtıkça organizasyon da mecburi hale gelmekte, toplumsal hayatı düzenleyen bir kısım kuralların gerekliliği belirginleĢmektedir (2006). Mülkiyet kavramı, özgürlükler hep bu dönemde ortaya çıkmakta ve bu süreç eĢitsizliğe ve hırsa sebep olmakta, sanatı doğurmakta ve sonuçta huzursuzluklar da artmaktadır. ĠĢte bu durum toplumsal bir sözleĢmeyi gerekli 98 kılmakta, tıpkı nöronların tüm beyin hücrelerini birbirine bağlaması gibi toplumsal sözleĢme, toplumun tüm bireylerini kompleks bir yapıyla birbirine bağlamaktadır. Toplumu oluĢturan bireyler gönüllü olarak bazı hak ve özgürlüklerinden vazgeçmektedirler ki toplumsal barıĢ tesis edilebilsin. Haddi zatında oluĢturulan böylesi bir organizasyon (adı devlet ya da baĢka Ģey), toplumsal hayatta bireyin kendine ait saydığı canını, malını, namusunu yani değerli addettiği her Ģeyini, bireyden daha iyi muhafaza edebilmektedir. Hayatın bizatihi kendisinin mücadele olduğu ve Spinoza‟nın ifadesiyle “büyük balığın küçük balığı yuttuğu”, toplumsalın olmadığı böylesi karmaĢık dönemlerde bireyler akıldan çok hisleriyle hareket etmektedirler. Ancak duygular kontrol edilip akıl ön plana çıktıkça, Ġbn-i Haldun‟daki sıralamayla bedeviyetten haderiyete hatta daha da öte ümrana bir geçiĢ yaĢanmaktadır (1988). ĠĢte Rousseau‟nun toplumun ana ögesi saydığı sözleĢme bu haderiyete geçiĢte ortaya çıkmaktadır zira sanayi, sanat ve ticaret geliĢmekte, üretim ön plana çıkmakta, iĢbölümü gittikçe yaygınlaĢmaktadır (2006). Önce aile sonra kabile ve daha da sonra milletin ortaya çıktığı gerçeğinden hareketle tüm bu süreç, birlikte yaĢamayı zorunlu kılmaktadır. Bir üst akılla yani toplumsal sözleĢmeyle, eĢitlik söz konusu olmakta ve gaye bireyleri tutsak etmekten öte toplumsal barıĢı sağlayabilmek olarak gerçekleĢmektedir. TDK Sözlüğünde sözleĢme, “hukuki sonuç doğurmak amacıyla iki veya daha çok kiĢinin, kuruluĢun karĢılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarıyla gerçekleĢen iĢlem” olarak tanımlanmaktadır. Yani yapılan sözleĢmeler hukuki anlamda karĢılıklı haklar ve borçlar doğurmaktadır; ticari sözleĢmeler de bu Ģekildedir, medeni kanunda geçen “nikâh akdi” de bu Ģekilde uygulanmaktadır. Birey bazı haklarından vazgeçtiği böylesi bir sözleĢmeye imza atmakla yani bir ülkenin vatandaĢı olmakla bir kısım menfaatler elde etmekle birlikte bir kısım da yükümlülükler altına girmektedir. ĠĢte vergiyi bu Ģekliyle ele aldığımızda, devlet kamu harcamalarını finanse etmek adına egemenlik yetkisine dayanarak vergi toplamaktadır. Bireyin kendini ona mensup olarak gördüğü yani aidiyet hissettiği topluma karĢı bazı sorumlulukları vardır ki bu da toplumsal maliyete gücü oranında katılmaktır. Gücü oranında vurgusu aynı zamanda görece adaletin bir yansımasıdır, zira adalet herkese mutlak eĢitlik anlamına gelmemektedir. Bireyin gönüllü olarak katıldığını varsaydığımız böyle bir sözleĢmede sonradan ortaya çıkan anlaĢmazlıklar sebebiyle gerginlikler yaĢanmaktadır. ÇatıĢma alanının hassas 99 dengeler üzerine kurulduğu vergicilik, taraflar için bünyesinde zorlukları da barındırmaktadır. Toplumun üyesi olan birey, üzerine düĢen yükümlülükler sebebiyle artık vergi mükellefi olarak kısaca “mükellef” olarak tanımlanmaktadır. Mükellef, tasarrufundaki gelirden vazgeçmek istemezken devlet de bunun kamu hakkı olduğunu ve gerekirse zora dayanarak alacağını dile getirmektedir. Bu karmaĢık ama karĢılıklı iliĢkinin çözümlenmesi özellikle de günümüz Ģartlarında büyük önem arz etmektedir. Ġnsan temelli yaĢanan böyle bir problemin, insani yönü ihmal edilecek olursa daha büyük gerginliklere sebep olabileceği de açıktır. ĠĢte bu çalıĢmanın amacı da bireylerin vergiyi algılama biçimlerini, takındıkları tavırları ve davranıĢların muhtemel sonuçlarını anlayarak bu çözümlemeye katkı sağlayabilmektir. ÇalıĢmaya kuramsal ve kavramsal çerçevenin oluĢturulabilmesi için literatür taraması yapılarak baĢlanmıĢ, okumalar yapılmıĢ, gerekli notlar alınmıĢ ve bu notlar kompoze edilerek ilk iki bölüm yani kavramsal ve kuramsal kısım oluĢturulmuĢtur. Okumalarda vergi ahlakı, vergi kültürü, vergi uyumu, vergi anomisi gibi kavramlar üzerinde yoğunlaĢılmıĢ ayrıca verginin tarihi süreçteki anlamı ele alınarak saha çalıĢması için gerekli kavramsal altyapı oluĢturulmaya çalıĢılmıĢtır. Okumalar ilerledikçe, yarı yapılandırılmıĢ açık uçlu sorular da süreç içinde ortaya çıkmaya baĢlamıĢtır. ÇalıĢma grubunun belirlenmesinde nitel bir araĢtırma yapılmak istenildiğinden ötürü, Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanlarından oluĢan küçük bir örneklem grubu seçilmiĢtir. Ankara Ġlinde yapılacak bu çalıĢmada saha çalıĢmasının alanını tespit için, Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının resmi internet sitesindeki 2012 Yılı Faaliyet Raporu incelenmiĢtir. Vergi dairelerinin mükellef sayılarının yer aldığı söz konusu raporda BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısı itibariyle, Ankara‟da en yüksek mükellefe sahip olduğu görülmüĢtür. Yine aynı raporda tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralamasında en düĢük oranın BaĢkent Vergi Dairesine ait olduğu, yani ödenmesi gereken safhaya gelen verginin sadece % 56,55‟inin tahsil edilebildiği ve dolayısıyla vergi kaybında söz konusu dairenin % 43,45 oranıyla Ankara‟da ilk sırada geldiği görülmüĢtür. ĠĢte bu sebeplerden, yani mükellef sayısının en fazla oluĢu ve buna rağmen vergi kaybının en yüksek oluĢu sebebiyle, BaĢkent Vergi Dairesi saha çalıĢmasına konu edilmiĢtir. GörüĢmeler planlanırken, görüĢmecilerden uygun oldukları zaman dilimi için 100 randevular alınmıĢ ve kendilerine araĢtırma konusunda kısa bir bilgi notu sunulmuĢtur. Mükellefler, muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanları olmak üzere üç gruptan; vergi dairesi çalıĢanlarından ikisi idareci olmak üzere dört kiĢi, mükelleflerden (sadece GV mükellefi olanlardan) beĢ kiĢi ve muhasebecilerden de üç kiĢi olmak üzere toplamda on iki kiĢi ile 2014 yılının Eylül ayının ilk günlerinde derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır. Saha çalıĢmasında ilk olarak BaĢkent Vergi Dairesine telefon ederek randevu aldım. Yaz tatili izinleri devam ettiğinden bana bir hafta sonrası için uygun olduklarını söylediler. Bu bir haftayı tedirginliklerimle ve çalıĢmalara devam ederek geçirdim zira bu çalıĢma sosyal bilimlerde hazırlamıĢ olduğum bir ilkti ve saha deneyimim de hiç yoktu. Söz aldığım üzere bir pazartesi günü, izinden döneceklerin sabah yoğun olacaklarını düĢündüğümden öğleden sonra vergi dairesine gittim, müdür beyin odasına çıktım. Beni sıcak karĢıladı, yanında bulunan dairenin müdür yardımcı ile tanıĢtırdı, küçük bir iĢleri olduğunu söyleyip bana çay söyledi. BaĢkent Vergi Dairesi, Ankara‟nın merkezinde Atatürk Bulvarı üzerinde TBMM‟ni karĢıdan gören bir konuma sahip bir durumdadır. Müdür beyin odasında beklerken de tam karĢımda meclisi ve caddeyi gözlemeye koyuldum. Bir müddet sonra müdür beyin iĢi bitti ve hal-hatır sormadan sonra neden bu vergi dairesini seçtiğimi, çalıĢmanın amacını ayrıntılarıyla anlattım, izni doğrultusunda çalıĢanlarıyla ve kendisiyle görüĢmek istediğim ifade ettim. Açık yüreklilikle yardımcı olacağını söyledi ve öncelikle beni müdür yardımcısına yönlendirdi. Bunun üzerine izin isteyip ayrıldım ve bir üst katta tarif edilen yerde müdür yardımcısının yanına çıktım. TanıĢmanın ardından geliĢ sebebimi izah ederek sorulara geçmek istedim. Sesli kayıt konusunu dile getirdiğimde nezaketle reddetti, ilginç olan ne vergi dairesi çalıĢanlarının ne meslek mensuplarının ne de mükelleflerin kayıt cihazına izin vermemeleriydi. GörüĢmecilere bunun tamamen bilimsel bir çalıĢma olduğunu, isimlerinin asla ifĢa edilmeyeceğini, verilerin tezde kullanılacağını söylemiĢ olmama rağmen bu engeli aĢamadım, sadece not almakla yetindim ki bu anlamda hızlı yazmaktan ötürü sonrasında yazdıklarımı deĢifre ederken zorlandığım söylenebilir. Daire çalıĢanlarının tereddütleri belki de anlaĢılabilir ancak meslek mensuplarının ve mükelleflerin imtina etmelerini hiç anlamıĢ değilim. Özgürlüklerin olduğunu düĢündüğümüz ülkemizde, insanların düĢündüklerini hala rahatça ifade edemiyor olmaları, üzerinde durulması gereken ayrı bir konu olsa gerektir. 101 Bu Ģekilde baĢlayan görüĢmelerime vergi dairesine iki gün daha giderek devam ettim; müdür, müdür yardımcısı, Ģef ve memur olmak üzere dört kiĢiyle görüĢtüm. Genel anlamda görüĢtüğüm vergi dairesi çalıĢanları, orta yaĢlarda -ki yaĢ ortalamaları neredeyse 50- ve mesleklerinde epeyce mesafe almıĢ -meslekteki ortalama süreleri yaklaĢık 27 yılkiĢilerdi. Bu da çok genç yaĢta maliyeci oldukları yani iĢlerinin hayatlarında belirleyici olduğu anlamına gelmektedir ki sorulan sorulara da bilinçli cevaplar verdiklerini gördüm. Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla, vergisini stopajla ödeyen maaĢlı/ücreti kesimin vergi bilinci noktasında eksik olduğunu, ne kadar vergi verdiklerini çok da bilmediklerini gördüm; bunun istisnası vergi dairesi çalıĢanlarıydı. Vergi sistemiyle ilgili teknik donanıma sahip olduklarından, neyin ne olduğunun bilincinde idiler ve bu farkındalık diğer maaĢlı/ücretli kesime göre kendisini hemen hissettiriyordu. Son olarak, dairede görüĢtüğüm memur “iĢ olunca bize, bir Ģey sorulacağı zaman bize, ama pozisyon olunca, maaĢ olunca uzman arkadaĢlara, adalet bunun neresinde” diyerek beni karĢıladı. BaĢta bu tavrı garipsesem de konuyu biraz açmasını rica ettiğimde anlattıkları ilginçti. Kurumun uzmanlık sınavı yaptığını zaten biliyordum ancak bunun vergi dairelerinde bu kadar sorun oluĢturduğunun farkında değildim. ÇalıĢma ortamındaki huzuru kaçırabilecek böylesi durumların ayrılıklara sebep olacağı, çalıĢanların motivasyonunu düĢüreceği ve sonuçta iĢ verimliliğine zarar vereceği, idarecilerin de yönetimde zorlanacağı açıktır. Ġlginç olan benzeri durumların baĢka kurumlarda farklı pozisyonlarda çalıĢanlar arasında da yaĢandığı/yaĢanabileceği gerçeğidir. Toplumsal huzurdaki bu tip ayrıĢma noktaları, sosyal çatlaklara sebebiyet vermekte ve çalıĢma barıĢını zedelemektedir ki bu konu ayrı bir çalıĢma gerektirmektedir. Vergi dairesi çalıĢanları ile yapılan görüĢmelerin ardından, mükellefler ve meslek mensuplarıyla görüĢmek için sahaya inildiği Eylül ayının baĢlarında Ankara‟da hava yağmurlu idi, gidilen yerlerde kim bilir belki de bu sebepten pes bir muameleyle karĢılaĢmadım. AraĢtırmanın konusu hemen herkesin alanına giren genel bir konu olduğundan söylenecek Ģey çok ayrıca esnekti de. Bunu biraz da konunun toplumda geniĢ bir karĢılık bulmasına vermek gerekir diye düĢünüyorum. Öyle ki her bir görüĢmeciye biriki saat ayırmayı düĢünmüĢken yarım saati zor bulan görüĢmelerimin yanında dört saati geçen görüĢmelerim de oldu. BaĢlangıçta kendimi kabaca tanıtıp, çalıĢmanın genel perspektifini sunmaya gayret ettim, sorulara verilen cevapları da not etmeye çalıĢtım. Ancak anlatılanlar kimi zaman konunu dıĢına taĢtı, görüĢmelerin baĢında yaĢanan kısa, çekinceli, mesafeli tutumlar zamanla yerini rahatlamaya bıraktı. Ġnsanlar konuĢtukça 102 açıldılar ve açıldıkça da konuĢtular ki bazen tekrar konuya dönmekte güçlük çektiğim bile söylenebilir. Ses kaydı almak burada da mümkün olmadı hatta kimi görüĢmeciler, kendilerine bunun bilimsel bir çalıĢma olduğunu ısrarla söylemiĢ olmama rağmen denetlenme endiĢesini de açıkça dile getirmiĢlerdir. Saha çalıĢmasının ardından, nitel araĢtırma gereği görüĢmelerle edinilen bakıĢ açısı verilerin analizinde kullanılmıĢ ve doğal akıĢı bozmamak için olabildiğince objektif olmaya gayret edilmiĢtir. Elde edilen veriler düzenlenerek özellikle içerik analizi yapılmaya çalıĢılmıĢ, eklenen yorumlarla konunun anlaĢılmasına gayret edilmiĢtir; ayrıca görüĢme yapılanların kendi sözlerinden yapılan alıntılarla metin zenginleĢtirilmiĢtir. Sosyal olayların değiĢkenliği göz önünde tutulduğundan, verileri sınırlı olarak genelleme imkânı olmuĢtur. GörüĢmelerde yöneltilen her bir soru baĢlığında, görüĢmecilerin dile getirdiklerinin değerlendirilmesi: Sizin için vergi ne ifade etmektedir? Neden vergi neden ödenir? Vergi, en basit tanımıyla kamu harcamalarını karĢılamak üzere gelir elde eden vatandaĢlardan devletçe alınan tutar anlamına gelmektedir. GeliĢmiĢ ekonomilerde, verginin devlet gelirlerindeki payının % 90‟larda olduğu düĢünülürse, konunun ülkeler için ne kadar hayati bir önem taĢıdığı da görülebilir. Devlet tarafından bir alacak olan vergi birey açısındansa ödenmesi gereken bir kamu borcudur. Ülkemizde vergi gelirlerinin gayri safi milli hasılaya oranı % 25 civarındadır; bir baĢka bakıĢ açısıyla ülke ekonomisindeki her 100 liradan yaklaĢık 25 lira devletin tasarrufunda olduğundan, devletin ekonomideki ve dahi gündelik hayattaki ağırlığı da ortaya çıkmaktadır. Hatta bu oran OECD ülkeleri ortalamasında % 34 civarındadır (OECD, Revenue Statistics 2011; Table 2). Devlet bu büyük meblağdan ana hatlarıyla maaĢlar gibi sabit giderlerini, yol yapımı gibi yatırım harcamalarını ve borç ödemeleri gibi transfer harcamalarını yapmaktadır. Bu anlamda toplumsal maliyetlerin o ülkede yaĢayan vatandaĢlarca finanse edilmesi beklenen bir durumdur. Verginin mükellef tarafından nasıl algılandığı önemli bir husustur; birey açısından davranıĢların temelinde yatan nedir, psikolojik bir taahhüt mü yoksa rasyonel bir tavır mı? 103 Tüm bu süreç yani mükellef psikolojisi birey, toplum ve devlet arasında karĢılıklı etkileĢimle ortaya çıkmaktadır. Hatta mükellef-devlet iliĢkisinde karĢılıklı etkileĢimin, adeta “tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan çıkar” türü bir synopsisizm halinde birbirinin hem sebebi hem de sonucu olduğu görülmektedir. Devletin uyguladığı yanlıĢ politikalar mükellefin tepki göstererek vergiden kaçınmasına ve/veya vergi kaçırmasına neden olmaktadır. Vergi gelirlerindeki azalmayı finanse etmek durumunda kalan devlet, -hele de iktidarların popülist politikaları, yaĢanılan bir takım olumsuz geliĢmeler ve dahi sosyal devlet anlayıĢının bütçeye getirdiği sürekli bir artıĢ da göz önünde bulundurulursa- vergi oranlarını artırmakta veya yeni vergiler yürürlüğe koymaktadır. Yakın geçmiĢte yaĢanılan bir örnek olması bakımından kamuoyunda deprem vergisi olarak da bilinen Özel ĠletiĢim Vergisi, 1999 yılında ülkemizde yaĢanan depremin yaralarını bir nebze olsun sarmak için konulmuĢ ve tek seferliğine alınacak bir vergi olarak tasarlanmıĢtır. Ancak söz konusu vergi 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren kalıcı hale getirilmiĢ ve bugün gelinen noktada böylesi bir kaynağın kullanımından vazgeçilememiĢtir. ĠĢte bu Ģekilde her yeni vergi veya mevcut verginin alanının geniĢletilmesi mükellefte tepkiye sebep olmakta ve bu tepki ise devletin kendine yeni alanlar açması sonucunu doğurmaktadır. Devam edegelen bu kısır döngü hem devlet açısından hem de mükellef açısından oldukça yıpratıcı bir hal almaktadır. Hâlbuki reaksiyoner tepkiyle çözüm aramak yerine akılcı politikalar üretilmeli, mükellef psikolojisi hesap edilerek mükellefle azami iĢbirliği sağlanmalıdır. Soruda yakalanmak istenen mükelleflerin vergiyi algılama biçimleridir. Verginin algılanması aslında devletin algılanması anlamına gelmektedir. Devlet, geçmiĢten günümüze farklı adlarla da olsa bireylerin gündelik yaĢamlarını kamusal yetkiye dayanarak düzenlemektedir. Kamunun yani tüm bireylerin oluĢturduğu toplumun yetkilerini üzerine alarak ve zor kullanarak bu görevi ifa eden devlet, bireylerin zihinlerinde de farklı izler bırakmaktadır. Batı toplumlarının daha bireyselci olduğu ve sonuçta batıdaki devlet organizasyonunun da daha liberal yapıda Ģekillendiği bilinen bir gerçektir. Hâlbuki doğu toplumlarında doğal kaynaklara ulaĢabilmek ve faydalanabilmek için, kadimden bu yana topluluklar bir araya gelmek ve beraberce hareket etmek zorunda kalmıĢlardır. Bu ortak hareket zorunluluğu bireylerin üstünde bir gücün doğumunu tetiklemiĢ, doğunun mistik yönü de iĢin içine girince bu üst norma ulviyet atfedilmiĢtir. Sonuçta kutsallığı da üzerinde taĢıyan devlet artık sorgulanamaz pozisyonuyla, tabiri diğerle “devlet ebed müddet” yaklaĢımıyla, bireylerin zihinleri üzerinde belirleyici rol oynamıĢtır ve hala da 104 oynamaktadır. Hayati, yüce olan bu yapı aynı zamanda korkutucu, karĢı durulamaz güçleri de elinde tutan tek otorite olarak devlet adını almaktadır. Birey karĢılaĢtığı olaydan ne anlarsa, ona göre bir tutum sergilemektedir ki psikolojide buna algılama denilmektedir. Algılama sürecinde, uyarıcılar beyne iletilmekte, düzenlenmekte ve bir karĢılık bulmaktadır. Dolayısıyla mükelleflerin tutumları vergi kaçırmada belirleyici etken olarak karĢımıza çıkmaktadır. Ayrıca, verginin algılanıĢının tarihi ve kültürel yönleri de göz ardı edilmemelidir. Soruyu GörüĢmeci 1 “Devlet kamu geliri, yol-su-elektrik vatandaĢa daha iyi hizmet vermek için tabii ki. Esas düĢüncemiz bu, o düĢünceyle yetiĢiyorsunuz. Meslekte 21 sene oldu az değil. Hayatımız böyle yani. Hem gelir varsa verilmelidir. Bu vatandaĢlık görevidir zaten”, GörüĢmeci 2 “Vergi, devletin iĢleyiĢini sağlamak için toplanan geliri ifade eder. Ülkede yaĢıyorsak ülkenin giderlerine gelirimiz ölçüsünde katkıda bulunmak için vergi verilmelidir.”, GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmının devlet tarafından alınmasıdır. Devletin giderlerini karĢılamak için zora dayalı olarak yasalarla kazancına göre vergi verilmelidir.”, GörüĢmeci 4 “Aslında vatandaĢ mevzuatı gayet iyi biliyor, bilmemek diye bir Ģey yok, niçin vergi vereceğini de biliyor, herkes biliyor.”, GörüĢmeci 5 “Vergi, devlete olan borçtur ve milletin de hakkıdır. Bedava hiçbir Ģey olmaz bu hayatta, vergi yoksa hizmet de yok. Vergi olacak ki yol olacak, su olacak tüm bunlar baĢka türlü nasıl yapılacak?”, GörüĢmeci 6 “Vergi her ay ödediğimiz Ģeydir. Vergiyi devlet için veriyoruz. Devlet bizden istiyor biz de veriyoruz, devlet dese vermeyin biz de vermesek”, GörüĢmeci 7 “Devletin bize sağladığı hizmetlere katkımız, kazancın üzerinden vergi vereceğiz ki karĢılığını alabilelim. Hem verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım KDV oranı yüksek, eĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu, devlet vatandaĢıyla barıĢmak zorunda.”, GörüĢmeci 8 “Vergi devlete kamu hizmetleri için verdiğimiz kazancımızın payıdır. Devletin gelir elde edip bu vatanı milleti bir arada tutması lazım.”, GörüĢmeci 9 “VatandaĢa yapılan hizmetin karĢılığıdır, bunun için ödenmelidir. Bunlar olmalı ki yani vergi toplanmalı ki devlet de hizmetlerini yapabilsin.”, GörüĢmeci 10 “Devletin milletten alacağıdır.”, GörüĢmeci 11 “Vergi paradan verilen bir Ģeydir, yani öyle iĢte. Devlet için ödüyoruz neden olacak ki.” ve GörüĢmeci 12 “Vergi, kamu harcamaları için devletin topladığı tutardır, tüm giderler buradan yapılır. Hizmet almak için yapılmalıdır zira bunlar da bedelsiz olmaz. Her Ģeyin bir karĢılığı var. Tüm bunlar parasız olmaz ki.” Ģeklinde cevaplandırmıĢlardır. 105 GörüĢmeci 1, 2, 3, 5, 7, 8, 9 ve 12 verginin kamu hizmetlerinin karĢılığı olarak toplandığını ifade etmiĢlerdir. Verginin yasal bir ödeme olduğu, vatandaĢlara sağlanan hizmetlerin finanse edilebilmesi ve böylece devletin iĢleyiĢinin sağlıklı olabilmesi için toplandığı söylenmiĢtir ki cevapların tarafsız bir yaklaĢıma karĢılık geldiğini ayrıca soruya verilen cevaplarda millet, devlet, vergi kavramlarının mükelleflerin bilinçaltında kuvvetli bir Ģekilde yer aldığını ve vatandaĢlık bilincinin mükelleflerde var olduğunu söylemek de mümkündür. GörüĢmeci 1, 2, 3, 7, 8 ve 9 verdikleri cevaplarda verginin gelir ölçüsünde alınması gerekliliğini de vurgulamıĢlardır. Buradaki ifadeler Anayasanın 73. maddesinde "Herkes kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür." Ģeklinde yer almaktadır ki bu da eğer ortada bir gelir varsa verginin ortaya çıkacağını aksi takdirde kazanç olmadan vergi almanın adaletsiz olduğunu göstermektedir. GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmını”, GörüĢmeci 6 “her ay ödediğimiz Ģeydir”, GörüĢmeci 8 “kazancımızın payı” ve GörüĢmeci 11 ise “paradan verilen bir Ģeydir” diyerek verginin nakit olarak ödendiğini ifade etmiĢlerdir. Günümüzde de vergi ödemeleri sadece parasal olarak yapılmakta ve uygulamada ayni ödemeler sayılabilecek nakit ödeme dıĢındaki yöntemler kullanılmamaktadır. Ayrıca verginin doğrudan gelirden alındığını yani geliri azaltıcı özelliğine iĢaret edildiğini verilen cevaplarda görmek mümkündür. GörüĢmeci 5 “Bedava hiçbir Ģey olmaz bu hayatta, vergi yoksa hizmet de yok. Vergi olacak ki yol olacak, su olacak tüm bunlar baĢka türlü nasıl yapılacak?”, GörüĢmeci 7 “vergi vereceğiz ki karĢılığını alabilelim”, GörüĢmeci 9 “VatandaĢa yapılan hizmetin karĢılığıdır, bunun için ödenmelidir.” ve GörüĢmeci 12‟nin “Hizmet almak için yapılmalıdır zira bunlar da bedelsiz olmaz. Her Ģeyin bir karĢılığı var.” Ģeklindeki ifadelerinde verginin kamusal hizmetlerin karĢılığı olduğu özellikle vurgulanmıĢtır. Bu yaklaĢımla, verginin devletle mükellef arasındaki bir çeĢit anlaĢmaya iĢaret ettiği söylenebilir. Mükellef vergi vermekle üzerine düĢeni yaptığına inanmakta ve karĢılığında devletin de kendi üzerine düĢeni yapması gerektiğini ifade etmektedir. Devlet egemenlik gücüyle vergi toplamakta ve bu vergilerin kamusal hizmetlerde kullanılmasını sağlamaktadır ki GörüĢmeci 1 bu durumu bir “vatandaĢlık görevi”, GörüĢmeci 5 “devlete olan borç” ve cevabın devamında devleti de aradan çıkartarak 106 vergiyi “milletin hakkı” olarak ve GörüĢmeci 10 ise “devletin milletten alacağı” olarak açıkça ifade etmiĢlerdir. Burada alacaklı-borçlu yaklaĢımından da öte “milletin hakkı” ifadesiyle vergi ödeme konusunda bir hassasiyetin varlığından söz etmek ve dolayısıyla vergi ödemenin bir fedakârlığa karĢılık geldiğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmının devlet tarafından alınmasıdır. Devletin giderlerini karĢılamak için zora dayalı olarak yasalarla kazancına göre vergi verilmelidir.” demiĢtir. Anayasanın 73. Maddesinde yer alan "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." hükmü, GörüĢmeci 3‟ün “yasalarla” ifadesinin Anayasadaki karĢılığı olmaktadır. Buradaki “alınma” vurgusu, verginin zora dayalı olduğunun yani devletin egemenlik gücüyle gerekirse de zorla mükelleften alındığının göstergesidir. Dolayısıyla bir vergi dairesi çalıĢanı olan GörüĢmeci 3‟ün söylediklerinden mükelleflerde vergi ahlakının zayıf olduğu sonucuna da ulaĢılabilir. Zira görüĢmeci “alınma” vurgusunu yapmıĢtır, hâlbuki esas olan verginin mükellef tarafından verilmesidir yani gönüllülük esasında ve vergi bilinciyle cereyan etmesi gereken bir durumdur. Ayrıca GörüĢmeci 1, soruya “..devletin vatandaĢa daha iyi hizmet verebilmek için” demiĢ ve ilave etmiĢtir “esas düĢüncemiz bu, o düĢünceyle yetiĢiyoruz, 21 sene oldu”. Burada vergi dairesi çalıĢanı olan görüĢmecinin, meslekte geçirdiği süreye dikkat çekerek yaptığı iĢi ne kadar önemsediğini görmek mümkündür. Hatta iĢini ne kadar benimsediğini veya özümsediğini göstermesi adına “hayatımız böyle” vurgusu oldukça önemli bir ifade olmaktadır. Bir baĢka önemli nokta da “Devlet için, bizden istiyor biz de veriyoruz, devlet dese vermeyin biz de vermesek” diyen GörüĢmeci 6‟nın yaklaĢımıdır. Bu cümlelerde görüĢmecinin devletten beklentisinin hiç vergi vermemek olduğu görülmekle birlikte, çok da mantıklı olmayan bu beklentiden hareketle görüĢmecide vergi ahlakının zayıf olduğu söylenebilir. GörüĢmeci 8 ise, verginin “kazancımızın payı” olduğunu söylemiĢ ve Ģöyle eklemiĢtir “devletin gelir elde edip bu vatanı milleti bir arada tutması lazım”. GörüĢmeci bu ifadeleriyle verginin toplumsal fonksiyonuna değinmiĢ, toplum birlikteliğine de vurgu 107 yaparak bunun tesisinde devlete biçilen rolü dile getirerek beklentisini gözler önüne sermiĢtir. Vergi ahlakı ne demektir? Açıklar mısınız? Verginin önemini ve gerekliliğini bilen kiĢilerin bundan kaynaklanan ödevlerini sağlıklı bir Ģekilde yerine getirmeleri beklenir. Bu anlamda, vergi ahlakı “gelir kazananların vergilerini yasalara uygun ölçü ve zamanda ödemeleri konusundaki tutum, davranıĢ, inanç ve değer yargıları” (Seyidoğlu, 1992: 949) Ģeklinde tanımlanmaktadır. Bir baĢka tanımlamada ise “mükelleflerin vergi yasalarından doğan yükümlülüklerini gerçeğe uygun bir Ģekilde yerine getirme konusundaki davranıĢlarının düzeyine” vergi ahlakı denilmektedir. Vergi ahlakı, etkileri ve sonuçları itibariyle toplumsal boyutta önem kazanmaktadır. Toplumun, bir verginin gerekliliği konusunda etkin bir Ģekilde bilgilendirilmesi ve yapılan düzenlemelerin temel vergi ilkelerine uygun olması, vergi ahlakının oluĢumu bakımından gerekli bulunmaktadır (Akdoğan, 2007: 184). Demokratik kültürün geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ahlakı da paralel olarak geliĢmiĢlik özelliği göstermektedir. “Özellikle de doğrudan demokrasinin geliĢmiĢ olduğu ABD, Ġsviçre gibi ülkelerde vergi ahlâkının demokratik ahlâkın bir parçası” olduğu gerçeği gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır (Küçük, 2011). Vergi ahlakının varlığı, devlet için özellikle de vergi idaresi için önem arz eden bir konudur zira bu sayede vergi tahsilatında hedeflenen noktalara ulaĢmak mümkün olabilir. Vergi ahlakı istenen düzeye getirilebilirse, mükelleflerden vergi almak yerine mükelleflerin kendileri vergilerini verecekler ve vergi tahsilat için katlanılan vergi maliyetleri de asgari düzeye inmiĢ olacaktır. Ayrıca vergiyle ilgili zihinlerde bir kanaatin olmasını, vatandaĢlık bilinciyle açıklamak da mümkündür. Bu anlamda görüĢmecilerin tümünün vergi ahlakı konusunda duyarlı oldukları, kullandıkları ifadelerde görülmüĢtür. GörüĢmeci 1‟in “Esas olan düzgün vatandaĢlıktır, Ģu çok iyi insandır deniyor ya. Hâlbuki tüm insanlar iyi olmalı, yoksa bu bir erdem değildir ki. Ġnsansak namuslu olmak zorundayız, erdemli olmak zorundayız haddi zatında” cümlelerinde yer alan erdemli olmak konusu önemlidir. Günümüzde ahlaklılık, dürüstlük sanki fazladan bir nitelikmiĢ gibi değerlendirilebilmektedir. Hâlbuki insani temelde düĢünüldüğünde insan olmanın bazı gerekleri vardır, dürüstlük, güvenirlik, ahlaklılık, nezaketli olma, empati kurma,..gibi. Bu 108 özellikleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, asıl olan tüm bunların insanda olmazsa olmaz özellikler olarak kabul edilmesidir. Ancak toplumsal değerlerin karmaĢıklaĢtığı bir dönemde normalle anormalin yer değiĢtirmesi görülebilmekte ve norm zemininde kaymalar yaĢanabilmektedir. ĠĢte bu anlamda ahlaklılık her bireyin taĢıması gereken adiyattan bir özellikken, günümüzde sanki bir artı değermiĢ gibi kabul edilebilmektedir. Ayrıca görüĢmeci, mükellefin sosyal statüsüne de vurgu yapmıĢ ve “Belli bir kültür almıĢtır belli konumu vardır bunu sarsmak istemez, konumuna laf getirmek istemez. Bu özellikle de eski bürokratlarda Ģahit olduğumuz bir durum gördüğümüz.” diyerek toplumdaki konumuna zarar verebilecek davranıĢlardan mükellefin özellikle kaçındığını dile getirmiĢtir. Bu cümleler, toplumsal normların kiĢilerin tutum ve davranıĢları üzerindeki belirleyici özelliğinin ifade edilmesi anlamına gelmektedir. GörüĢmeci 2 vergi ahlakını “VatandaĢlık sorumluluğunun en üst seviyesidir.” Ģeklinde tanımlarken, GörüĢmeci 4 karĢılaĢtığı bir mükelleften bahisle “Tüm ödediği vergileri yıl-yıl kalem-kalem yazmıĢ ve bunu bir gurur tablosu olarak sayıyor. “Benim gurur tablom” diyordu. Bu gururu her mükellefe hissettirebilsek keĢke” bilgisini aktarmaktadır. GörüĢmeci 2 ve GörüĢmeci 4 buradaki ifadeleriyle toplumsal gurura değinmiĢler, vatandaĢ olarak sorumluluk bilincinin ne anlama gelebileceğini dile getirmiĢlerdir. Bu çerçevede bireyler, toplumda paylaĢılan değerlerin çokluğu nispetinde içinde yaĢadıkları topluma aidiyet hissini taĢımakta ve bütünle uyum içerisinde bulunmaktadırlar. Aidiyet hissi de sahiplenmeyi ve toplumsal gururu doğurmaktadır. VatandaĢlık ödevleri içinde yer alan vergi vermek de bu anlamda bir gurur vesilesi haline getirilmelidir. Bununla birlikte vergi dairesinde idareci konumunda olan GörüĢmeci 4‟ün cümleleri, bir özlemi ve bir temenniyi de ifade etmektedir. GörüĢmecilerden 2, 3, 5, 7, 8, 9 ve 10 soruya verdikleri cevaplarda adalete vurgu yapmıĢlardır. Bu bağlamda, sistemdeki çarpıklığı sergileme adına vergi dairesi çalıĢanı GörüĢmeci 3‟ün verdiği Ģu örneğin oldukça ilginç olduğu görülmüĢtür; “Bazı giderleri kabul etmiyor böylece vatandaĢı olmaza itekliyor. Mesela vergi iadesinde doğalgaz gider kabul edilmiyordu. VatandaĢ da gidip bakkaldan mağazadan almadığımız alıĢveriĢin fiĢini istiyoruz. Böylece yapmadığımız harcama belgesini almıĢ olduk yani ahlaksızlığa sistem itiyor.” Burada mükellefin ortaya koyduğu örnek, bir dönem gündelik hayatta karĢılaĢtığımız ve hepimizin bildiği bir uygulama olarak vergi iadesi uygulamasıdır. 2008 yılı baĢına kadar, yapılan harcamaların fatura-fiĢlerinin iadesi ile fazla ödenen vergi 109 tutarlarının geri alındığı bir sistem söz konusu olmuĢtur. Bu dönemde mükellefler yaptıkları harcamaların belgelerini bir zarfa (vergi iadesi zarfına) koyarak çalıĢtıkları birimlere iletmekte ve bu belgelerin kontrolünün ardından hesaplanan tutar takip eden yılın ilk aylarında mükelleflere iade edilmekteydi. Ancak yapılan harcamaların hepsinin gider kabul edilmemesi ortak Ģikâyet konusu olmakla birlikte, mükellefler bu sorunu tanıdıklarından fatura-fiĢ temin ederek giderme yolunu seçmekteydiler. Yani bir çeĢit sahte belge (naylon fatura) kullanımı söz konusu olmaktaydı zira literatürde naylon faturanın ifade ettiği anlam VUK 359. madde b bendinde “Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmıĢ gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.” Ģeklindedir. Dolayısıyla görüĢmecinin dile getirdiği gibi sistemden kaynaklanan ve mükellefleri farklı çareler aramaya iten çıkmazlar görüĢmecinin ifadesiyle “ahlaksızlığa iten sistem” sebebiyle, aksaklıkların yaĢandığı dile getirilmektedir. Buna benzer düĢünceleri GörüĢmeci 7 de “Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Mükellef benden akıl istemiyor ki para istiyor. Devlet bize sosyal refah için bir Ģeyler yapmak lazım. Emekli olmuĢ Bağ-Kurdan 30 yıl için aldığı para 1100 TL ve % 15 sosyal güvenlik destek primi olarak 165 TL kesiliyor. Bunu kesmesin. Tahsil etsek de etmesek de devlet bizden KDV‟sini istiyor.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. Vergi ahlakını “devletin hakkını ödemek” olarak tarif eden ve diĢ hekimi olan GörüĢmeci 8 soruyu farklı bir örnekle açıklamıĢtır; GörüĢmeci 8 “Devletin hakkını ödemek demektir. Fatura kessem çok yüksek, sistem bizi buna mecbur bırakıyor. Mesela, bir porselen diĢi 285 TL‟ye yapmam gerekiyor. Fatura kesince 285 TL – GV –KDV= yaklaĢık 200 TL kalıyor. Ben fatura kesince buradaki vergiler biliyorum ki vatandaĢa geri dönecek yani bu kısmı devlet vatandaĢa ödüyor. Ama ben bu fiyata müĢteri bulamam ki. Ben de bu diĢi 150 TL‟ye yapıyorum ve 50 TL‟lik yani devletten ona geri dönecek rakamdan daha fazla avantaj sağlıyorum, hem de bu tutar en kısa zamanda geri dönmüĢ oluyor. Hem ben burada ticari hayatımı devam ettirerek istihdam sağlıyorum, çalıĢanlar geçimlerini böyle temin ediyor, vergimi bu yolla ödüyorum, belediye ve SGK‟mı da bu Ģekilde ödüyorum.” Bu cümleler bir gerçeği de ortaya koymaktadır; mükellefler vergi sisteminin yapısı sebebiyle kendilerince çareler aramakta ama buldukları çözümler vicdanlarını rahatlatmaya yetmemektedir. Söz konusu durumun, GörüĢmeci 5‟in “Adam vergi kaçırır sonra mesnet 110 uydurur, vicdanı temizlemek için” cümlelerinde karĢılığını bulduğu görülmüĢtür. Mükelleflerin vergi kaçırırken yaptıklarını mazur gösterme veya kendilerini iyi hissetmelerini sağlama adına adeta savunma mekanizmaları geliĢtirdikleri görülmüĢtür. Vergi dairesi çalıĢanlarının yaĢadığı ikilemin, mükelleflerin yaĢadığı ikilemle beraber değerlendirilmesi isabetli olsa gerektir; bir taraftan vergi sistemini adaletli bulmayan vergi dairesi çalıĢanları, diğer taraftan da kendilerince çıkıĢ yolları arayan ve sistemi esneten mükellefler. Soruyla ilgili olarak, mali müĢavir olan GörüĢmeci 10‟un söyledikleri de kayda değer bulunmuĢtur; “Vergi ahlakı, vergisini düzgün ödeyen kimse demektir. Ahlakın vergideki karĢılığıdır. Bu anlamda bilinç önemlidir paranın nereye gittiğini bilmek önemlidir. Meslek itibariyle hem mükellefle hem de devletle muhatabız. Devletin hakkını koruma durumu var ama her zaman bu olmuyor. O zaman noluyor vatandaĢ baĢka yollara gidiyor, açık arıyor, nerden kesebilirim diye kolluyor. Doğrusunu anlatın deniyor bize. Vergi müfettiĢi ya da vergi dairesi müdürü “Yılların muhasebecisisin, bunu bilmiyor musun” diyor. Küçük düĢüyoruz ama yapacak da bir Ģey yok. Gencecik adam gelmiĢ bize laf söylüyor. TÜRMOB sitesinde tüm faturalar yayınlanmıyor ki. Napalım müneccim de değiliz.”. Burada görüĢmeci, mesleklerinde yaĢayageldikleri bir sorunu dile getirmenin yanında, muhasebecilerin mükellef ve devlet arasında sıkıĢmıĢlığının da resmini bizlere vermektedir. GörüĢmecinin, bir yandan defterlerini tuttuğu müĢterisi olan mükellefin diğer yandan ise “Doğrusunu anlatın” diyen bir devletin baskısını bu cümlelerle ifade ettiği görülmüĢtür. GörüĢmeci 5 ise “Bireysel iliĢkilerde helalleĢilir ama vergi iĢinde helalleĢme zordur. Haddizatında vergi sistemi adil olmalı. Bu ahlaktır, ahlaklı olmaktır. Adam kaçırır sonra mesnet uydurur vicdanı temizlemek için.” diyerek konuya inanç temelinde farklı bir bakıĢ açısı getirmiĢtir. Demek ki inancın mükellefler üzerinde, -üstelik görüĢmecinin üniversite mezunu olduğu hesaba katılırsa- belirleyici bir etkiye sahip olduğunu söylemek de mümkündür. Yapılan görüĢmelerde dikkat çeken bir diğer önemli husus, vergi veriyor olmanın çok da farkında olunmadığıdır. Bunun değiĢik sebepleri olabilir; - GörüĢmecilerin büyük çoğunluğu ama kamuda ama özelde maaĢlı/ücretli durumundadırlar ve daha gelirleri ellerine geçmeden devlet/iĢveren tarafından vergileri 111 kesilmektedir. (Bilindiği üzere GV‟nde sayılan gelir unsurlarından biri de ücretlerdir ve ücretin vergilendirilmesinde mükellefin beyanı beklenmeksizin, geliri mükellefe sağlayanlarca kesinti (stopaj) yapılmakta ve takip eden ay içerisinde bu tutar vergi dairesine yatırılmaktadır. Stopajda yani verginin kaynakta kesildiği sistemde, maaĢ/ücret karĢılığında istihdam oluĢturan kurumlar/kiĢiler çalıĢanlarına ödemelerini vergilendirilmiĢ olarak yapmaktadırlar.) - ĠĢveren durumundaki mükelleflerin defter kayıtlarını meslek mensubu olarak ifade edilen muhasebeciler tutmaktadırlar. Böylece iĢverenler de muhasebecilerinin konuyla ilgilendiklerini düĢünerek ayrıntıya girmeme yolunu tercih etmektedirler. - Bankacılık sektöründeki geliĢmeler, internet vergi daireleri uygulamaları ve benzeri uygulamalar sebebiyle geliĢen teknolojik imkânlardan ötürü mükellefler artık vergi dairelerine daha az gider olmuĢlardır. Böylece nakit para çoğunlukla eline geçmeyen mükellef, verme duygusunu da tam olarak hissedememektedir. - Vergi verirken fiyatlara verginin de dâhil olması sebebiyle ödenen tutarda ne kadarının vergi olduğu bilinememektedir. Bu ve benzeri sebeplerden ötürü vergi dairesi çalıĢanları da dâhil olmak üzere tüm görüĢmeciler vergi verirken herhangi bir Ģey hissetmediklerini, bunun her zaman olan rutin bir durum olduğunu, vergilerinin maaĢlarından düzenli olarak ödendiğini dile getirmiĢlerdir. Ayrıca görüĢmecilerden 2 ve 4 vergi ödeme konusunda takdirle yâd ettikleri mükelleflerden bahis açarken, 5 ve 10 ise kendilerine yakınlarını örnek olarak aldıklarını dile getirmiĢlerdir. Bu çerçevede GörüĢmeci 5, babasının “Yiyorsunuz, içiyorsunuz zamanı gelince de verginizi vereceksiniz” ifadelerini aktarmıĢtır. Aynı hususu GörüĢmeci 10 da “Aile büyüklerimin tavsiyesi bu yöndedir” Ģeklinde ifade etmiĢtir ki bu husus üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. ġöyle ki günümüz modern toplumunda bireyler, uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun bütününden çok, yakın iliĢki içerisinde oldukları bireylerden sağlama yolunu seçebilmektedirler. Toplumun hızlı büyümesi bireyleri yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara yönlendirebilmektedir. Bu çerçevede, eğer bireyin yakınında olan toplum üyeleri vergi ahlakını sahipse birey de ahlaklı olma yolunu seçerken, eğer tam tersi bir durum varsa yani yakın çevresindekiler anomik davranıĢlar sergiliyor ve vergi kaçırıyorlarsa bireyin de vergi kaçırmaya eğilimli olacağını söylemek mümkün görünmektedir. 112 GörüĢmecilerden bazıları vergi kaçırmanın sebebini vergi ahlakının olmayıĢına bağlamıĢlardır. Bu anlamda GörüĢmeci 1 “Hem birileri çalıyor, nasıl çalıyor yeterince bilinç oluĢmamıĢ, eğitim düzeyi düĢük” derken, GörüĢmeci 5 insanların “paraya tamah etmekten” ötürü vergi kaçırdıklarını dile getirmiĢtir. Hatta GörüĢmeci 6 ülkenin mevcut durumunda vergi kaçıranların sorumluluğunu “Adamakıllı öderse sıkıntı olmaz, ülkeye zarar veriyorlar, ülke olarak çok gerilerdeyiz.” diyerek ifade etmiĢtir. Ayrıca GörüĢmeci 6 “Hem kaçırmaya kaldıktan sonra kaçırmak kolay bir iĢ ve para tatlıdır.” cümlelerini kurarken, GörüĢmeci 11 “Ġnsanlar hırsız olduğundan vergi kaçırırlar, dürüst olsalar kaçırmazlardı, vergilerini verirlerdi.” ve GörüĢmeci 12 ise “Ġnsan dürüst olmayınca her iĢi de karıĢıktır yani, her iĢi öyledir, vergi kaçırma da öyledir. Vergi vermeyene de öyle bakarım, düzgün olmadığını da düĢünürüm.” demiĢlerdir. Bununla birlikte görüĢmecilerden bazıları da vergi kaçırmanın sebebini mevcut sistemin bir sonucu olarak değerlendirmiĢlerdir; “Vergi adil değilse insanlar kaçırırlar, haksız kazanç elde etmek için kaçırırlar. Hatta dürüst insanlar da kaçırırlar, kanunlar zorluyorsa yapacak bir Ģey yok.” diyen vergi dairesi çalıĢanı GörüĢmeci 2‟nin cümlelerinde dürüst insanların dahi vergi kaçırabileceği özellikle vurgulanırken, benzer düĢünceleri GörüĢmeci 3 de “Hem sistem insanları vergi kaçırmaya mecbur bırakıyor.” Ģeklinde ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 2 ve 3‟ün vergi dairesi çalıĢanları olduğu dikkate alındığında, uygulamanın içinde olan ve mevcut vergi sistemini en iyi değerlendirebilecek söz konusu görüĢmecilerin kurdukları cümleler çok daha fazla önem kazanmaktadır. Son olarak, toplamda on iki olan görüĢmecilerden sekizi yani GörüĢmeci 1, 2, 3, 5, 6, 8, 9 ve 12 vergi cezaları konusuna da değinmiĢlerdir. Konuya iliĢkin olarak GörüĢmeci 1 “Hem vergi vermeyene ceza kesinlikle olmalı, gerçi mevcut cezalar yeterince ağır ama iĢletilemiyor.”, GörüĢmeci 3 “Ödeyemeyene diyecek bir Ģey yok ama ödemeyen için mevcut ceza yeterli değil, daha çok ödül var. Nasıl olsa vergi affıyla kurtarıyor.” ve GörüĢmeci 12 “Ceza var ama uygulamada problem var zaten af çıkıyor. Uygulanmıyor, siliniyor, sistem uygulamıyor ki.” demiĢlerdir. Burada görüĢmecilerin vergi cezasını yerinde buldukları ancak kimi sorunlardan ötürü ceza sisteminin tam olarak iĢletilemediğini, vergi affıyla ceza sisteminin çeliĢtiğini dile getirdikleri görülmüĢtür. GörüĢmeci 6 da düĢüncelerini “Hem vergisini vermeyen kesinlikle cezalandırılmalı. Bu ülkede yaĢıyorsan, bu devletin kurallarına uymalısın, baĢındakini sev sevme, millet seçmiĢ bir Ģey diyemezsin.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. Hatta GörüĢmeci 2 konuyu Ģöylece örneklendirmiĢtir “Ceza meselesine gelince, vergi kaçırmayı bilmeden yapmıĢ olabilirler 113 bilerek yapmıĢ olabilirler, ceza her zaman adil de olmayabilir. Mesela kiĢi araç alıyor, bir senede diyelim ki üç tane araç aldınız sonra da sattınız. Tamamen ihtiyaçtan, para kazanma derdiniz yok. ġimdi bu ticari faaliyete girer mi? Kanun girer diyor. Ne yapıyoruz, mesela geriye dönük vergilendiriyoruz. Kanunlar eĢit olarak uygulanmıyor, kiĢilere geliĢmelere farklı. Biz masanın öbür tarafından düĢünmeliyiz olması gereken budur. Ama bir de gerçek ortada biri ticari faaliyeti olmadığı halde sahte belgeyle iĢ yapıyorsa en büyük adaletsizlik burada”. GörüĢmeci 2‟nin vergi kaçırmayı bilmeden ve bilerek Ģeklinde sınıflandırdığı ki buna benzer bir sınıflandırmayı GörüĢmeci 5‟in “Vergi kaçıranlardan bilemeyen de olabilir.” ve GörüĢmeci 3‟ün de “Aslında vergi ödememeyi ikiye ayırmalı, vergi ödemeyen ve vergi ödeyemeyen.” olarak yaptığı görülmüĢtür. Ayrıca vergi cezalarının hürriyeti bağlayıcı nitelikte olmamasını sadece parasal cezaların uygulanması gerektiğini GörüĢmeci 5 “Vergi cezaları konusuna gelince de idari ve suç cezaları var. Parasal konularda hapis cezaları uygun değil. Birinin hürriyeti parasal sebeple bağlanmamalıdır.”, GörüĢmeci 8 “Sonra da cezalar oluyor, hapis cezası oluyor. Hâlbuki parasal bir cezanın karĢılığı hapis olmamalı, parasal olmalı” ve GörüĢmeci 10 da “Vergi kaçırana da parasal ceza olabilir ama hapis olmamalı. Hapis olması yanlıĢ, kesersin parayı olur biter uzatmanın anlamı yok ki.” cümleleriyle dile getirmiĢlerdir. Vergi rekortmenleri bildiğiniz gibi her sene açıklanıyor. Bu konuda ne düĢünüyorsunuz? Ülkemizde GV ve KV mükellefleri, ödedikleri vergi tutarlarına göre en yüksek rakamdan baĢlamak üzere bir sıralamaya tabi tutulmakta ve ilk yüze girenlerin listeleri de vergi idaresince yayınlanmaktadır. Vergi bilincinin toplumda yer edebilmesi ve yüksek tutarlarda vergi ödemenin toplumsal gurur vesilesi sayılması adına takdir edilebilecek bu uygulama, hem ülke çapında hem de vergi dairesi baĢkanlıkları çapında gerçekleĢtirilmektedir. Dolayısıyla Ankara‟da Vergi Dairesi BaĢkanlığı kapsamında da yapılan sırlamaya göre ilk üçe girenlerin plaketleri bizzat üst yönetimce takdim edilmektedir. Ardından, listedeki diğer isimlerin teĢekkür yazıları bağlı oldukları vergi dairelerine gönderilmekte ve ilgili vergi dairelerince bu yazılar sahiplerine iletilmektedir. Bu çerçevede özellikle de vergi dairesi çalıĢanları böylesi bir uygulamayı yerinde bulmakla birlikte yetersiz olduğunun altını da çizmiĢlerdir. GörüĢmeci 1 “TeĢvik açısından güzel, gurur duyulacak bir olay, reel yok. Vergi dairesi bazında böylesi kiĢilere bazı 114 imtiyazlar tanınmalı, farklılık olmalı.” ifadeleriyle vergi rekortmenleri listesinde yer almanın gurur duyulacak bir olay olduğunu, ancak bunun uygulamada mükellef lehine yansıtılması gerektiğini dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 2 de “Sadece onore ediliyor, kuru bir teĢekkür. Vergisini düzenli ödeyene indirim olmalı (hasarsızlık indirim gibi). VatandaĢı hep yolmamak lazım biraz da okĢamak lazım. Ġki üç yılda bir çıkan vergi affıyla zaten es geçiliyor. Ödemeyen ödüllendiriliyor. Kazı kümeste tutmak için yem verelim, yumurtlayana yem verelim yumurtlamayanı da keselim.” cümleleriyle bu uygulamayı “kuru bir teĢekkür” olarak nitelendirmiĢ, vergi kaçıranın mükellefin vergi aflarıyla zaten avantajlı bir konuma geldiğini ve adeta ödemeyenin ödüllendirildiğini söylerken vergi sisteminin de eleĢtirisini yapmıĢtır. GörüĢmeci 3 ise benzer düĢüncelerle birlikte vergisini düzgün ödeyenlere indirim yapılmasının adaletsiz olacağını dile getirmekle birlikte, yüksek tutarlarda vergi ödeyen mükellefleri ziyaretleriyle ilgili olarak bir de ayrıntı paylaĢmıĢtır; “Aslında bir gurur meselesi ancak biz plaket götürünce bize gülüyorlar. Bu sene de aynısı oldu komik duruma düĢtük ve ben utandım. Adam iyi kazanıyor ki listeye girebilmiĢ. Telefon edip yanına gidiyoruz, vergi dairesinden geldiğimizden belki de tedirgin oluyor. Yanına girip de geliĢ sebebimizi açıkladığımızda gülümsüyor ve biz utanıyoruz. Mesela bunlara resepsiyon yapılabilir, onore edilebilir yoksa düzgün ödeyene vergide indirim adaletsiz olur.” Burada söz konusu görüĢmecinin yüksek tutarda vergi ödeyen mükellefi ziyareti sırasında yaĢadığı duygusal karmaĢa dikkatlerden kaçmamıĢtır. Bununla birlikte GörüĢmeci 5 “Böyle bir pozisyona girsem mutlu olurum, gurur duyarım. Gizleyen de var malum, utandığından gizlemez güvenlikten gizler” ve GörüĢmeci 7 “Bir yönden iyi bir yönden de kötü, mafyası var, çakalı var. Bir nevi adres gösteriyor, güvenlik endiĢesi, vergi kaçakçılığı eroin kaçakçılığı almıĢ baĢını gitmiĢ.” cümleleri de dikkate değer bulunmuĢtur. Beyaz eĢya toptancısı olan GörüĢmeci 5 ve mali müĢavir olan GörüĢmeci 7 bazı isimlerin listede isimlerini gizlemelerini güvenlik gerekçesine dayandırmıĢlardır, böylesi bir listede yer almanın dikkatleri üzerine çekeceklerini dile getirmiĢler ve bu durumun o mükellefin can ve mal güvenliği adına tehlikeli bir hal alabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu cümlelerden hareketle, sebebi ne olursa olsun gurur duyulması gereken böyle bir durumdan mükelleflerin tedirginlik hissetmeleri toplumsal güven açısından kaygı verici bir durumdur. 115 Özetle görüĢmecilerin tamamı bunun gurur verici bir olay olduğunu ve imrenerek baktıklarını, teĢvik açısından güzel olsa da kuru bir teĢekkürden öteye gidemediğini, reel bir getirisinin olmadığını dile getirmiĢlerdir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları böyle kiĢilere farklı davranılması gerektiğini, bazı imtiyazlar tanınmasını, belki bir resepsiyonla gönüllerinin alınabileceğini ve böylece onore edilebileceklerini ifade etmiĢlerdir. Hatta vergisini düzenli ödeyen mükelleflere yönelik pratik çözüm önerileri getirmek adına, adeta trafik sigortasında ya da kaskoda olan hasarsızlık indirimi gibi uygulamalarla listede üst sıralarda olmanın daha cazip hale getirilmesi gerektiğini söylemiĢlerdir. Türkiye’deki vergi sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Anayasanın 73. maddesinde "Herkes kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." ifadeleri yer almaktadır. Buradaki ifadelerden hareketle, vergilemede amaç kamu giderlerini karĢılamak olmalı, vergi ödeyenin mali gücüne göre ve ancak kanunla alınmalıdır. Ülkemizde vergiler; kazanç ve iratlardan (GV ve KV), servet üzerinden (Emlak Vergisi ve MTV) ve harcamalardan (KDV ve ÖTV) olmak üzere üç Ģekilde alınmaktadır. Buradaki kazanç ve iratlardan alınan vergilerle servet üzerinden alınan vergiler dolaysız vergiler, harcamalardan alınan vergiler ise dolaylı vergiler olarak nitelendirilmektedir. Dolaylı ifadesi Ģu anlama gelmektedir, bir mükellef vergisini baĢkalarına devredebiliyorsa, vergisini kendisi ödemiyorsa devredilen bu vergi dolaylı vergidir. Mesela, KDV ve ÖTV‟de malı/hizmeti alan ödediği vergiyi bir sonrakine, o mükellef de bir sonrakine devretmekte ve yük nihai tüketicinin üzerinde kalmaktadır. Böylesi durumlarda vergi mükellefe bağlı olmaksızın ve belirsiz zamanlarda tarh, tahakkuk ve tahsil edilmektedir. Bu anlamda mükellef eğer vergisini kendi ödüyorsa ve bu vergi baĢkalarına devredilemiyorsa bu vergi dolaysız vergi kapsamına girmektedir. Modern vergi sistemlerinde beklenen, dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının daha yüksek olmasıdır; ancak ne yazık ki takibin ve tahsilatın kolaylığı sebebiyle ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı % 70‟lere gelmiĢ durumdadır (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 111) ki bu durum vergi adaleti bakımından çok da uygun bulunmamaktadır. 116 GörüĢmeci 1 “Oranlar yüksek, vergi yükünün hafifletilmesi lazım, vergi geniĢ tabanlı olmalı, kaynakta kesilmeli, insanların iradesine bırakılmamalı, tüm akıĢ sistemde olmalı. Bizler ücretli olarak elimize kalanı ancak kalıyor hâlbuki bize verseler biz de yatırmayabiliriz. Esas olan sistem kurmadır, yoksa kanun çıkarmak çok önemli ama esas olan da uygulamadır.” demiĢtir. Vergi dairesinde idareci olan görüĢmeci, insanın zaaflarına da dem vurarak mevcut vergi sisteminde gördüğü eksikliklere binaen insan unsurunu adeta ortadan kaldırılacak Ģekilde bir sistem kurmanın önemine değinmiĢtir. Ayrıca getirilen bir eleĢtirinin de idareye yönelik olduğu söylenebilir, kanun çıkarmanın bir yere kadar anlam ifade edeceğini ancak asıl önemli olanın çıkan kanunları uygulamak olduğunu dile getirmiĢtir ki uygulamanın tam da içinde olan birinin bu eleĢtirileri dikkatle ele alınmalıdır. “Türkiye‟deki vergi sistemi tam anlamıyla adaletsiz. Gelir oranında vergi alınmıyor, KDV mesela nihai tüketici ödüyor geliri oranında ödemiyor. Bir kalemi zengin de alsa aynı KDV, fakir de alsa aynı KDV ödeniyor.” diyen GörüĢmeci 2, vergi sisteminin adaletsiz olduğunu, vergilendirmede mükellefin geliri oranında vergi alınmadığı dile getirmiĢ ve bunu da küçük bir örnekle anlatmıĢtır. Hatta GörüĢmeci 3 “Bazen reele yaklaĢılmıyor, doğru değil ama sistem bu diyoruz vatandaĢa. Vicdani rahatsızlık duyuyoruz hâlbuki yasa çıkarken bize asıl sorulmalı. Hiçbir zaman altın görüĢü alınmaz ki” derken mevcut sistemdeki adaletsizliğin bir vergi dairesi çalıĢanının ifadesiyle dile getirilmesi bakımından ironik bir durumdur. Buradaki ifadelerde hele de vergi sistemini bütüncül olarak değerlendirebilecek birisi olması bakımından vergi dairesi çalıĢanının yaĢadığı ikilem çok ilginçtir; bir tarafta yapılması gereken iĢi, üzerine düĢen sorumluluğu diğer tarafta ise kendisini rahatsız eden vicdanı arasında gelgitler yaĢadığı görülmüĢtür. Bir baĢka vergi dairesi çalıĢanı GörüĢmeci 4 de mevcut vergi sistemiyle ilgili olarak “Mevzuat karıĢık ve anlaĢılmaz durumda. Ben baĢka yorumluyorum bir baĢkası baĢka yorumluyor. Konu mahkemeye gidiyor, mahkeme bizi hepten yanlıĢ sayıyor. Ya biz bilmiyoruz bu iĢi ya da yargı bilmiyor. Hâlbuki uygulayıcı biziz. Bunu da anlamıyorum. Taraflar yani yargı ve vergi idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor. Sonra mükellef biliyor ki iĢi mahkemede çözülecek.” cümlelerini sarf etmiĢtir. Vergi mevzuatının karıĢık ve yoruma açık olduğunu dolayısıyla uygulamada farklılıklar yaĢandığını ve söz konusu farklı yorumlamaların uyuĢmazlık safhasına yani mahkemeye taĢındığında ise ortaya 117 bambaĢka bir sonuç çıktığını dile getirmiĢtir. Hatta bir baĢka sistemsel sorun olarak böylesi farklı anlaĢılmalarda yargının ve vergi idaresinin çözüm adına gayret göstermediğinin altını çizen görüĢmeci, mükellefin de bu anlaĢmazlıktan istifade yoluna gittiğine değinmiĢtir. GörüĢmeci 5 ise vergi sistemini “Ülkedeki vergi sisteminde eĢitsizlik var gibi zira biz kayıtlıyız ama diğerleri aynı değil. GiriĢ belli değil çıkıĢ belli değil.” Ģeklinde ifade ederken, özellikle de kayıt dıĢılığa değinmiĢtir. GörüĢmeci 7 “Verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım, KDV oranı yüksek. Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Mükellef benden akıl istemiyor ki para istiyor. Devlet bize sosyal refah için bir Ģeyler yapmak lazım. Emekli olmuĢ Bağ-kurdan 30 yıl için aldığı para 1100 TL ve % 15 sosyal güvenlik destek primi olarak 165 TL kesiliyor. Bunu kesmesin. Tahsil etsek de etmesek de devlet bizden KDV‟sini istiyor.” cümleleriyle vergi sisteminde adaletin olmayıĢından, böylece bu adaletsizliğin eĢitsizliğe sebep olduğundan ve verginin sosyal fonksiyonundan bahis açmıĢtır. Yapılan harcamaların vergi matrahından tümüyle düĢülemediğini dile getiren ve mali müĢavirlik yapan görüĢmeci, vergi sisteminde kendince gördüğü bir eksikliği de örneklendirerek dile getirmiĢtir. Ödenecek vergi hesaplanırken olması gereken, mükellefin yaptığı tüm harcamaların gelirinden düĢülerek kalan kısmı üzerinden hesaplanmasıdır, ancak mevcut sistemde buna uygun bir yapı bulunmamaktadır. Ayrıca mali müĢavirlik yapan eski bir maliyecinin değerlendirmelerini de “Eskiden maliyede üst görevlerde bulunmuĢ Ģimdi ise piyasada çalıĢan YMM dedi ki “Masanın bu tarafındayken astık, kestik, savcılığa ilettik. Derken piyasaya geçtik iĢ öyle değilmiĢ bunu gördük”. Aslında bir itiraftır bu.” cümleleriyle dile getirmiĢtir. GörüĢmeci devamla yaĢadığı bir olayı “Bir örnek olarak adam kazandığı davadan dolayı (naylon faturadan dolayı) üç sene tutuklama kararı alındı. Vergi mahkemesi mükellefi haklı buldu Bölge Ġdare Mahkemesi de haklı buldu. Buna rağmen müfettiĢ naylon faturadan savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine savcılığa gidildi, mahkeme gelmenize gerek yok dedi. Biz UYAP‟tan evrakları görürüz gerekeni yaparız demiĢler. Ama sonuç ne, adama ceza ve tutuklama kararı çıktı. Adalet mi Ģimdi bu? Sistemde sorun var.” Ģeklinde anlatırken konuyu tekrar vergi sisteminde aksayan 118 yönlere getirerek devam etmiĢtir. “Devlet egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet etmede ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz. Adaletli vergi budur. Sistem eksik. Naylon faturayı ben nasıl kontrol edeyim ki. Meslek mensuplarına daha fazla yetki lazım, benim önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de kanunlara yetiĢebiliyoruz. Sürekli memur-amir değiĢiyor gidiyoruz muhatap yok. Mesela avukatlar alınıyor maliyeye ama davalar kaybedilmeye devam ediyor. Sezar‟ın hakkı Sezar‟a, Roma‟nın hakkı Roma‟ya. Taban eziliyor, esnaf eziliyor, muhasebeci eziliyor. Bir müdür vardı vergi dairesi müdürü, tüm muhasebecileri çağırdı, toplantı yaptı, taleplerini sordu, ama o gidince her Ģey eski düzen.” Ģeklinde konuĢmuĢtur. Son olarak görüĢmecinin çok iddialı olarak “Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi düzgün yapsa 12. ay dükkâna kilit vurup gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin durumu bu iĢte.” cümleleri oldukça dikkat çekmiĢtir. GörüĢmeci 8 ise vergi tahsilatını artırmak adına vergi oranlarının düĢürülmesi gerektiğini “Vergi oranları düĢük olursa tahsilat artar.” Ģeklinde ifade ederken, diĢ hekimi olan görüĢmeci mesleki bir problemini de “Mesela devlet özele sevk açsa bizi de rahatlatır. Öyle olsa vatandaĢa fatura kesebiliriz, müĢteri de artar vergi de artar.” cümleleriyle dile getirmiĢtir. Bununla birlikte vergi sistemindeki belirsizlik ve sürekli olan yasal değiĢikliklerin, yaĢanan problemlerin bir baĢka sebebi olduğunu “Hem devamlılık yok, her gelen yeni bir Ģey getiriyor.” değerlendirmesiyle ifade etmiĢtir. Son olarak GörüĢmeci 9, vergi sisteminin adil olmadığını ve “tamamen çökmüĢ” olduğunu söylemiĢ ve “Çok zengin ödemiyor, herkesten aynı vergi alınıyor. Mesela Avrupa‟daki futbolcu buraya gelir ama vergi ödemez çünkü Türkiye vergi cennetidir.” demiĢtir. GörüĢmeci 10 ise soruyu “Ülkedeki vergi sistemi çok baĢlı ve karıĢık. Farklı muhataplar var, vergi idaresi kendi içinde farklı ayırımlara tabi durumda. Birinin olumlu dediğini diğeri olumsuz diyor. Biz de karmaĢada kalıyoruz. Kanunlar sürekli değiĢiyor, takip edemiyoruz, anlamakta zorlanıyoruz.” Ģeklinde değerlendirmiĢtir. GörüĢmeci 12 de benzer Ģekilde “Günümüzdeki vergi sistemi adaletsiz. Zira devlet gücü yetenden alıyor. Gücünün yetmediğini de ya rakamdan indiriyor ya da vergi affı çıkarıyor. Dolayısıyla gücü yetmeyen için sistem çok sert.” cümleleriyle düĢüncelerini dile getirmiĢtir. Gerek vergi dairesi çalıĢanlarının, gerek muhasebecilerin ve gerekse de mükelleflerin soruya verdiği cevapların ortak yönü, mevcut vergi sistemini adaletsiz 119 bulmuĢ olmalarıdır. Vergi oranlarının yüksek oluĢu, vergi yükünün hafifletilmesi, verginin geniĢ tabana yayılmasının gerekliliği ifade edilmiĢtir. Mükelleflerin vergi kaçırmasını da ülkedeki vergi sisteminin yapısına bağlayan görüĢmeciler; mevcut kanunların insanları buna zorladığından, vergi adaletinin olmayıĢından, mükelleflerin paraya tamah ettiklerinden, haksız kazanç elde etmek için insanların -hatta dürüst insanların bile- vergi kaçırdıklarından bahis açmıĢlardır. Sizce vergi kanunları yeterince açık mı? GörüĢmeci 1 “Çok anlaĢılır değil, kanun dili olduğundan ağırdır. Hem açık olsaydı YMM ve muhasebecilere gerek de kalmazdı.” ve GörüĢmeci 5 de “Anlamak için hiç uğraĢmadım, zorlamadım. Gündelik dille de olmaz ki. Üstelik Ģeytanın avukatlığını yapmak gerekirse her Ģey anlaĢılsaydı muhasebecilere iĢ kalmazdı.” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. Bu anlamda vergi mevzuatının karmaĢıklığının, adeta muhasebecilik gibi bir sektörün varlığı sonucunu doğurduğunu düĢünülmesi oldukça ilginç görülmüĢtür. Vergi kanunlarındaki karmaĢıklık ve sürekli olan değiĢiklikler hakkında bir vergi dairesi çalıĢanı olan GörüĢmeci 2 Ģunları söylemiĢtir, “Asla, vergiciler bile anlamaz, bu özellikle böyle zor yazılır. Kanun çıkar hemen ardından tebliğ yayınlanır sonra sirküler o da yetmez muktezalar çıkar o da olmadı kitaplar basılır. Bu neden böyledir? Çünkü çıkan kanunlarda kesin ifade kullanılmaz zira bakanlık kendini bağlamak istemez, yuvarlak ifade edilir. Mesela araç diyor geriye dönük vergilendirilmez. Kanunlar eĢit olarak uygulanmıyor, duruma göre değiĢiyor, kiĢilere geliĢmelere farklı uygulanıyor. Biz masanın öbür tarafını da düĢünmeliyiz, olması gereken de budur. Ama bir de gerçek ortada, biri ticari faaliyeti olmadığı halde sahte belgeyle iĢ yapıyorsa en büyük adaletsizlik buradadır.” Burada değinilen sorun çok farklı ve derindir, yasamaya getirilen ciddi bir eleĢtiri söz konusudur. GörüĢmeci, verginin kanunlaĢma sürecinde kesin ifadelerle ortaya konulmamasını “bakanlık kendini bağlamak istemez” diyerek çarpıcı bir Ģekilde vurgulamıĢtır. GörüĢmeci 3 ise “Biz bile anlayamıyoruz. Bugün bile anonim Ģirketi limited Ģirkete dönüĢtürsen ayıkla pirincin taĢını. Tamam, Kurumlar Vergisi yeniden yazıldı ama değiĢiklik esaslı değil ki, sadeleĢtirme var sadece.” derken, muhasebeci olan GörüĢmeci 7 “Benim önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de kanunlara yetiĢebiliyoruz. Sürekli memur- 120 amir değiĢiyor gidiyoruz muhatap yok. Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi düzgün yapsa 12. ay dükkâna kilit vurup gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin durumu bu iĢte.”, GörüĢmeci 10 “Biz meslekteyiz, iĢimiz bu ama anlamak, yasal değiĢiklikleri takip etmek o kadar zor ki.” ve GörüĢmeci 12 de “Yasaları takip etmek çok zor, bilmek zor zaten anlamak zor, bir de değiĢiklikleri bilebilmek imkânsız gibi.” demiĢlerdir. GörüĢmeci 3‟ün vergi dairesi çalıĢanı ve GörüĢmeci 7, GörüĢmeci 10 ile GörüĢmeci 12‟nin muhasebeci olduğu göz önünde tutulursa, mevcut kanunları en iyi bilebileceklerin bile kendilerini yetersiz gördükleri ve bunu da kabullenmek durumunda kaldıkları dikkate değer bir noktadır. Dolayısıyla uygulamanın bu kadar içinde olmayan ve dolayısıyla kanuni mevzuatı da bilmesi beklenmeyen bir mükellefin durumunun daha da zayıf olduğunu söylemek mümkündür. Vergi dairesinde idareci olan GörüĢmeci 4 “Mevzuat karıĢık ve anlaĢılmaz durumda. Ben baĢka yorumluyorum bir baĢkası baĢka yorumluyor. Konu mahkemeye gidiyor, mahkeme bizi hepten yanlıĢ sayıyor. Ya biz bilmiyoruz bu iĢi ya da yargı bilmiyor. Hâlbuki uygulayıcı biziz. Bunu da anlamıyorum. Taraflar yani yargı ve vergi idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor. Sonra mükellef biliyor ki iĢi mahkemede çözülecek. Biz bile bazen ne yapacağımızı bilemiyoruz, nasıl davranacağımızı kestiremiyoruz” diyerek konuya farklı bir bakıĢ açısıyla oldukça dikkat çekici tespitlerde bulunmuĢtur. Buradaki ifadelerden vergi hukukunda idarenin ve yargının farklı bakıĢ açılarına sahip olduğunu ve bu farklılığın boyutlarının da büyük olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Son olarak, vergi kanunları çıkarılırken özellikle uygulayıcılara yani vergi dairesi çalıĢanlarına ve muhasebecilere sorulması gerektiğini görüĢmecilerden 2, 3, 5, 8, 10 ve 12 ifade etmiĢlerdir. Hatta GörüĢmeci 3 “Uygulayıcılarla yani bu anlamda vergi dairesi çalıĢanlarının düĢünceleri çok önemli. Bir profesör problemleri çözemez, ancak sistemin içinde ise çözüm bulabilir. Vergicilik siyasi olmaz, olamaz, olmamalı.” derken uygulayıcı olmanın önemli olduğuna değinmiĢ ve verginin siyasetten bağımsız bir Ģekilde ele alınması gerektiğinin üzerinde durmuĢtur. GörüĢmeci 4 ise “Uygulayıcı biziz bunu da anlamıyorum. Taraflar yani yargı ve vergi idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor.” cümleleriyle vergi kanunları çıkarılırken veya uygulanırken yaĢanagelen problemlerde çözüm için ortak bir bakıĢın sağlanamadığını, adeta her bir vergi aktörünün kendi baĢına hareket ettiğini vurgulamıĢtır. Bununla birlikte iletiĢimin önemine dikkat çeken GörüĢmeci 7 “Benim 121 önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de kanunlara yetiĢebiliyoruz. Devlet vatandaĢıyla barıĢmak zorunda, her sektörle konuĢulmalı, dertleri dinlenmeli, çareler aranmalı. Devlet halka inmiĢ gibi gösteriliyor ama sanal bir durum bu normalde her Ģey eski düzen devam ediyor.” demiĢtir. Devletten bir beklenti olarak dile getirilmiĢ bu cümlelerde, mevcudun istenilen seviyede olmadığını yani iletiĢimin yetersiz olduğunu ve devletin üst perdeden tavırlar sergilediği sonucunu çıkarmak da mümkündür. Ayrıca, diĢ hekimi olan GörüĢmeci 8, “Hangi sektörle ilgili kanun çıkıyorsa onunla muhatap olunmalı, odalar gitmek çok da akılcı değil. Mesela bizde de bu söylediğim durum var adam odada üst yönetimde ne anlar bizim halimizde, çektiğimiz sıkıntıya uzak, tuzu kuru nasıl olsa. Sorunlarımıza çözüm de bulamaz böyle olunca.” diyerek konuyu farklı bir yönden ele almıĢtır. Buradan hareketle devletin mükelleflerle ve hatta yarı kamusal özellik gösteren meslek odalarının üyeleriyle iletiĢimlerinin sağlıklı olmadığını yani yöneten ve yönetilenler arasında bir kopukluğun yaĢandığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte GörüĢmeci 9, vergi kanunları çıkarılırken mükelleflerin düĢüncelerinin sorulması gerektiğini aksi takdirde insanların vergiler altında ezileceğini “Ödeyenlerin talepleri, fikirleri alınmalı diye düĢünüyorum. Kanunları kafalarına göre koyarlarsa ülkede insanlar ezilir, vergilerini de ödeyemezler, borçlarını da ödeyemezler.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. Her üç görüĢmeci grubunun da mutabık olduğu husus, vergi mevzuatının yeterince açık olmadığı ve değiĢiklikleri takip etmekte zorlandıklarıdır. Hatta vergi kanunlarının zaten okunsa da anlaĢılamayacağından hareketle bir önyargının varlığından söz etmek bile mümkün görünmekle birlikte devletin de mevzuatın anlaĢılamaması noktasında bir kastının olduğu düĢüncesi özellikle ifade edilmiĢtir. Ayrıca vergi kanunları çıkarılırken odalara, meslek kuruluĢlarına, hukukçulara ama öncelikle de sahada olanlara yani bizzat uygulayıcılara sorulması gerektiğini dile getirmiĢlerdir. Özellikle de muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanları kendilerinin sürekli olarak vergi kanunlarını pratiğe döken kesim olduklarını bu yüzden fikirlerinin sorulması gerektiğini söylemiĢlerdir. Vergilerin doğru yere harcandığına inanıyor musunuz? Kamu harcamaları kısaca kamu makamlarının toplumsal ihtiyaçları karĢılamak üzere belirli usullere uyarak yaptıkları parasal harcamalar olarak tanımlanmaktadır (Türk, 2002: 28). Yani kamu harcamaları; sağlık, eğitim, sosyal yardımlar vb. gibi kamu hizmetlerinin bedeli olarak devlet ve diğer kamu tüzel kiĢilerinin yaptıkları ödemeler olup 122 bu tanım dar anlamda kullanılmaktadır. GeniĢ anlamda kamu harcamalarına KĠT harcamaları, sosyal sigorta ödemeleri de dâhil (Erginay, 2003: 131) olmaktadır. Sosyal devlet anlayıĢının da geliĢmesiyle birlikte Türkiye‟de bütçe giderlerinin yıldan yıla arttığı gözlenmektedir. Hatta hükümetlerin uyguladıkları popülist vergi politikalarının kamu harcamalarını daha da arttırdığı gözlemlenmektedir (ġener, 1996: 41). Devlet savunma, güvenlik, diplomasi ve adalet gibi kamusal ve bölünmez mallar dıĢında bölünebilir faydalar üretmek üzere vergi toplamaya baĢladığında adalet tartıĢmaları da ortaya çıkmaktadır (Mutlu, 2009: 10). Türkiye‟de kamu gelirlerinin yetersizliğinde vergi sisteminin etkinsizliğinin ve kamu sektöründeki savurganlıkların önemli rol oynadığını (ġener, 1996: 44) söylemek mümkündür. Soruyu GörüĢmeci 1 “Toplumun temel ihtiyaçları için harcanmalı, bu açıdan bence yeterli ama düzelmesi gerekir diye düĢünüyorum.”, GörüĢmeci 2 “Kısmen evet ve kısmen hayır. Evet, doğru yere harcanıyor cevabında vatandaĢ ödediği verginin dönüĢünü hissedebilmelidir. Okul, yol, hastane Ģu anda hissedebiliyor gibi. Hayır, cevabında ise ülkenin insanları açken daha fazla lüks -sabit yatırımlardan bahsetmiyorum- ve Ģatafat var yöneticilerde. Bu açıdan doğru yerde kullanılmıyor.”, GörüĢmeci 3 “Doğru yere harcanmıyor Ģeffaf değil sistem. VatandaĢın ödediği vergi kendine dönerse daha da isteyerek öder. Ama ödemiyor, neden? VatandaĢ “ben vereceğim ama adam ona buna kredi verecekse” diyor ve ödemek istemiyor haliyle.”, GörüĢmeci 5 “ Yüzde yüz doğru demek uygun değil. UlaĢımda, sağlıkta kullanılmalı yani birinci sırada sağlık olmalı, ikinci sırada eğitimde kullanılmalı, üçüncü sırada adalette harcanmalı ve dördüncü sırada da ulaĢımda kullanılmalı toplanan vergiler. Bana göre önem sırası bu Ģekilde.”, GörüĢmeci 6 “Vergilerin doğru yere harcandığına inanmıyorum. Vergi kaçakçılığı çok, burası Türkiye bir Ģey diyemiyorum. Ülkeyi sahiplenmiyoruz, değerini bilmiyoruz. Vergiler yol, köprüye harcanmalıdır.”, GörüĢmeci 7 “Devlet kendini her yerde hissettirmeli, tüm ülkede aynı otorite sağlanabilmeli. Devlet her konuda egemen güç olmalı, vergi almada egemen olmalı, hizmet etmede egemen olmalı, sosyal güvenlikte egemen olmalı. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet olmadıkça olmaz. Adaletli vergi de budur. Bu anlamda kamu kaynakları heba ediliyor, denetimsizlik de had safhada.”, GörüĢmeci 8 “Çok negatif düĢünmüyorum, hiç harcanmıyor değil. Ama yanlıĢ yerlere de harcandığı oluyor.”, GörüĢmeci 9 “Yüzde yüzüne asla harcanmıyor. Her alanda hizmete harcanmalıdır.”, GörüĢmeci 10 “Kısmen evet. Ġstanbul‟a gidiyoruz duble yol var, eve geliyoruz elektrik var. Ama bazen de çarçur ediliyor, eĢe dosta lüks harcama derken durum ortada zaten.” ve GörüĢmeci 11 “Bazen 123 hırsız her yerde oluyor, devlette de oluyor, haram helal demeden çalıyorsa, devlette de olabilir yani” Ģeklinde cevaplandırmıĢlardır. Verilen cevaplarda görüĢmecilerden 1, 2, 5, 7, 8, 9 ve 10 vergilerin yol, su, okul, hastane gibi harcamalarda kullanıldığını ama yeterli olmadığını, mükelleflerin ödedikleri vergilerin geri dönüĢünü görmeyi bekledikleri tespit edilmiĢtir. GörüĢmeci 2 “Ülkenin insanları açken daha fazla lüks -sabit yatırımlardan bahsetmiyorum- ve Ģatafat var yöneticilerde. Bu açıdan doğru yerde kullanılmıyor.” ve GörüĢmeci 10 “Ama bazen de çarçur ediliyor, eĢe dosta lüks harcama derken durum ortada zaten.” derken özellikle devlet kadrolarında çalıĢanların harcamalarında lükse ve gösteriĢe girdiğini, gereken hassasiyeti göstermediklerini ifade etmiĢlerdir. GörüĢmeci 3 de sistemin yeterince Ģeffaf olmadığını, vergilerin kamunun menfaatinden çok ilgisiz yerler harcandığını, kamu bankalarından kullandırılan usulsüz kredilerle devletin zarara uğratıldığını “Doğru yere harcanmıyor Ģeffaf değil sistem. VatandaĢın ödediği vergi kendine dönerse daha da isteyerek öder. Ama ödemiyor, neden? VatandaĢ “ben vereceğim ama adam ona buna kredi verecekse” diyor ve ödemek istemiyor haliyle.” söylemiĢtir. Bununla birlikte GörüĢmeci 5 vergilerin harcanmasında sağlık, eğitim, adalet ve ulaĢım olmak üzere bir sıralamaya gitmiĢ ve önem sırasının bu Ģekilde olması gerektiğini vurgulamıĢtır. Ayrıca GörüĢmeci 6 vergilerin doğru yere harcandığına inanmadığını söylemenin yanında vergi kaçakçılığının yaygın olduğunu, ülkenin değerini bilmediğimizi ve ülkeyi sahiplenmediğimizi dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 7‟nin “Devlet kendini her yerde hissettirmeli, tüm ülkede aynı otorite sağlanabilmeli. Devlet her konuda egemen güç olmalı, vergi almada egemen olmalı, hizmet etmede egemen olmalı, sosyal güvenlikte egemen olmalı. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet olmadıkça olmaz. Adaletli vergi de budur. Bu anlamda kamu kaynakları heba ediliyor, denetimsizlik de had safhada” cümleleriyle ifade ederken denetimsizliğe de değindiği görülmüĢtür. GörüĢmecilerin hepsi de soruya net olarak evet veya hayır demenin mümkün olmadığını, yerinde harcamaların yanında israfa varan anlamsız harcamaların da olduğunu dile getirmiĢlerdir. Yatırım harcamalarının karĢılığını genel anlamda gördüklerini ifade eden görüĢmeciler, siyasilerin içinde bulunduğu Ģatafattan, lüks hayattan da rahatsız olduklarını ve kamunun kaynaklarının böyle harcanmasını da doğru bulmadıklarını söylemiĢlerdir. Bu soru karĢısında ifade edilenler göstermektedir ki kamu harcamalarının 124 adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak görüĢmecilerin herhangi bir Ģikâyeti bulunmamaktadır. Problemin çıkıĢ kaynağı geniĢ anlamdaki tanımda gizlidir; KĠT‟lerin harcamaları, sosyal sigortaya yapılan aktarımlar, vergilemede tanınan muaflık ve istisnalar, vb. gibi. GörüĢmeciler toplanan vergilerin harcanmasında savurganlık yapıldığını ifade etmiĢlerdir ki bu durum vergi ahlâkını zayıflatan sebeplerin en önde gelenlerinden biridir. Vergi affını nasıl değerlendiriyorsunuz? Vergi affı, eĢitlik ilkesini olumsuz yönde etkileyici bir uygulama olup özellikle iyi niyetli, vergi yükümlülüğünü zamanında ve tam olarak yerine getirmiĢ bulunan dürüst mükellefler aleyhine vergi adaletini bozucu bir etkiye sebep olmaktadır (Akdoğan, 2007: 165). Özellikle de baskın grupların vergi affını çıkarma gayretleri (ġener, 1996: 198) sonucunda, kısa zaman aralıklarıyla uygulanarak toplumun alıĢkanlık kazanmasından ötürü vergi gelirlerinin azalmasına (YaraĢlı, 2005: 113) neden olmaktadır. Dolayısıyla vergi affıyla devlet bir yandan alacağından vazgeçmekte öte yandan dürüst mükellefleri de vergi kaçırma konusunda yeni arayıĢlarla kayıt dıĢılığa itmektedir (Demir, 2009; Çiçek vd., 2008: 253). Vergi sisteminde reform niteliğinde bir değiĢim meydana getirebilecek vergi aflarının, önceden kayıt dıĢı sektörlerde olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma gibi olumlu yanı bu yola baĢvurulmasının teknik ve ekonomik gerekçeleri olabilir, ancak bu hassasiyet gözetilmeden çıkartılan kanunlarla vergi afları adeta tahsilat kanunu haline dönüĢmektedir (ġenyüz, 2007: 8). Böylece yeterince toplanamayan vergi gelirlerinden ötürü açık veren bütçe, borçlanma yoluyla finanse edilmektedir (ġener, 1996: 229). Hâlbuki devlet için kamu hizmetlerinin pahalıya üretilmesi demek olan borçlanma, ertelenmiĢ vergiden baĢka bir Ģey değildir (Türk, 2002: 21). Ġç borçlanmaya gidildiğinde ise devlete borç verenler üst gelir grubu olduğundan, bu grupta yer alanların vergi yükü minimuma inmektedir (ġener, 1996: 229). Neticede bu garip sarmaldan en yüksek faydayı elde edenler yine üst gelir grubu olmaktadır. Soruyla ilgili olarak GörüĢmeci 1 “Ben ödüyorum ödemeyenin yanına kar kalıyor, halkımızda da ne yazık ki bu düĢünce var.” cümleleriyle bir vergi dairesi çalıĢanı olarak konunun mükellefler için ne anlama geldiğini adeta özetlemiĢtir. Bununla birlikte vergi 125 affına “tek kelimeyle rezalet” diyen GörüĢmeci 2 “Devlet sistemde kayıt altına alamadığı veya tahsil edemediği vergiyi imtiyazlar vererek almaya çalıĢıyor, vergi affı bu anlama geliyor.” ifadeleriyle kayıt dıĢı çalıĢanların sisteme dâhil edilmekte zorlanıldığını, hatta vergi affının da böylesi kiĢileri bazı imtiyazlar vererek sisteme dâhil etme gayretinden baĢka bir Ģey olmadığını dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 9 da “Vergi affı denen Ģey siyasetin beslendiği kesimlere sözüdür, vaadidir. Ee ne demiĢler el eli yıkar el döner yüzü yıkar. Ġktidara getirene af. Biz zengin değiliz hâlbuki.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 8 “Sürekli çıkacağı umut edildiğinden suiistimal ediliyor. Ya tam ödenecek düĢük tutularak ya da kaçırılıyor. UzlaĢma yanlıĢ ceza indiriliyor, ne anladım bu iĢten.” ifadeleriyle af beklentisi sebebiyle mükelleflerin ödemekten imtina ettiklerini, sonrasında ise vergide uzlaĢmaya gidildiğini ve sonuçta uygulamanın yanlıĢ olduğunu söylemiĢtir. GörüĢmeci 12 ise “Uygun bulmuyorum, dürüst kiĢi açısından düĢündüğümde bu böyle, vergi affı uygun değil.” diyerek vergi affını tümden yanlıĢ bulurken GörüĢmeci 6 ise “Güzel bir Ģey, borçlarını ödemeye yardımcı oluyorlar, güzel bir Ģey, takdir ediyorum.” diyerek tam tersi düĢüncede olduğunu dile getirmiĢtir. Diğer yandan GörüĢmeci 3 “Ödeyemeyen için uygun ama ödemeyen içinse haksızlık. Gerçek rakamlar gösterilemiyor, ne kiralayan ne de kiraya veren, gerçek rakamları göstermiyorlar.”, GörüĢmeci 5 “Ödeyemeyenler için iyi bir durum yani iyi niyetli olanlar için, taĢtan demirden değiliz yani. Kötü niyetli olan içinse biz saat gibi ödüyoruz ama öbürü aksatıyor. Birincisi moral ve motivasyon olarak ikincisi de ticaret ve rekabette etkili bunlar. Kasıt ve kusur ayırımı yapılmalı, art niyetliye avantaj ama iyi niyetliyse iyi bir Ģeydir.”, GörüĢmeci 7 “Ödemeyen ve ödeyemeyen ayırımı yapılmalı, ödeyemeyenlerin gerçek sebeplerine bakılmalı, devlet vatandaĢıyla barıĢmalı bu anlamda.” ve GörüĢmeci 10 “Haklıysa iyi bir uygulama ama genelde haksız. Ġkide bir çıkıyor bugün gene çıktı iĢte (torba yasada geçenden bahsediyor). Ne yapılacak bu durumda? Ödeyen ne olacak? Ġyi o zaman biz de ödemeyelim.” cümleleriyle ödemeyen ve ödeyemeyen ayrımının doğru yapılması gerektiğini, ancak uygulamada bu ayrımın doğru olarak yapılamadığı kanaatinin olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca GörüĢmeci 5 dürüst mükelleflerin vergilerini düzenli öderken, vergi kaçıranların kendileri gibi esnaf olan kimseler için moral ve motivasyonlarını bozduklarını ve ticarette haksız rekabete sebep olduklarını vurgulamıĢtır. Son olarak, GörüĢmeci 10 ise vergi aflarının sürekli olarak 126 çıktığını ve bu durumun mükellefleri beklentiye ittiğini böylece vergi ödemekten de uzak durduklarını dile getirmiĢtir. Sonuçta ödemeyen ve ödeyemeyen ayrımının yapılması gerektiğini dile getiren görüĢmeciler, ödeyemeyenler için iyi bir uygulama olmasına rağmen sistemin suiistimale açık olarak iĢlediğini söylemiĢlerdir. Bu anlamda verilen cevaplardan hareketle, vergi affının doğru bir çıkıĢ noktası olsa dahi yanlıĢ uygulamalar sebebiyle rahatsızlık uyandırdığı ve bunun da vergi ahlakının yerleĢmesine engel olduğu sonuçta vergide anomik davranıĢların bir sebebinin de vergi affı olabileceğini söylemek mümkündür. Kayıt dıĢılığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kayıt dıĢılığı ortaya çıkaran ve besleyen bazı sebepler vardır; gelir dağılımındaki adaletsizlik, yüksek enflasyon, uygulanan ekonomik politikalardaki popülizm, istikrarsızlık ve krizler gibi. Kayıt dıĢılık oranı geliĢmiĢ ülkelerde % 15, geliĢmekte olan ülkelerde ise % 30 civarında seyretmektedir (Bilici, 2010: 297). Ülkemizde kayıt dıĢı ekonominin boyutu, her ne kadar çeĢitli hesaplama ve tahminler farklı sonuç verse de ortalama olarak toplam potansiyel GSMH‟nin % 50‟sinden az olmadığı Ģeklindedir. Vergi denetimleri sonucunda yakalanan matrah farkı, 1985-2004 yılları arasında kalan 20 yılın denetim sonuçlarında % 45 olarak ortaya çıkmıĢtır (Bilici, 2010: 297). Buna paralel olarak TÜĠK verileri de toplam istihdamın % 48,5‟inin kayıt dıĢı olduğunu göstermektedir (TĠSK, 2007: 116). Bu veriler doğrultusunda ülkemizde yaĢanan kayıt dıĢılık, vergi adaletini ve dolayısıyla vergi ahlakını bozan güçlü bir etken olarak karĢımıza çıkmaktadır. Vergi dairesi çalıĢanlarından GörüĢmeci 1 “Kayıt dıĢılık konusunda eskiye göre daha iyi ama yeterli değil, zamana ihtiyaç var. Türkiye büyük ülke, geniĢ alana yayılmıĢ durumda, öyle olunca da kolay olmuyor.” diyerek konuya iyimser bir havayla yaklaĢırken, mükelleflerin kayıt altına alınmasında günümüzdeki geliĢmeler sayesinde daha kolay olduğunu, yaĢanan problemlerin zamanla çözülebileceğini, ülkenin coğrafi anlamda geniĢ bir alana yayılmasından ötürü geçiĢ sürecinin kolay olmadığını ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 2 “Vergi mahkemeleri, ĠYUK böyle olduğu müddetçe sorun çözülmez gibi duruyor. Hem mevcut sistem sıkıntılı hem de uygulama sıkıntılı. Yakalanırsan eller yukarı cepler dıĢarı durumu var ortada. Denetim çok düĢük nerdeyse % 3 civarında, 127 yakalanan da vergi mahkemesinde sonucu düzeltiyor zaten.” cümleleriyle, problemlerin çıkıĢ sebebi olarak mevcut vergi sisteminin yanında uygulamanın da payının olduğunu, mükellefe hasbelkader yakalanması durumunda hesap sorulabildiğini zira mutat vergi denetimlerinin oranının sadece % 3 civarında olduğunu, haddi zatında denetim sonucu vergi kaçırdığı tespit edilen mükelleflerin de ĠYUK sistemi ve vergi mahkemeleri aracılığıyla haklarında tesis edilen cezai iĢlemleri değiĢtirdiklerini dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 4 de “Her on kiĢiden sadece biri vergiyi isteyerek veriyor, dokuzu zorla veriyor. Biz bunu beĢe beĢ yapabilirsek zaten sorun kendiliğinden çözülmüĢ olur. Kayıt dıĢılık bu anlamda ciddi sorun, denetlenme de çok az. Sadece % 5‟i denetlenebiliyor, geri kalanı boĢ. Zaten denetlenen de hasbelkader yakalanabilirse yakalanıyor.” Ģeklinde ifade ederken, mükelleflerin vergiyi isteyerek vermediklerini, dolayısıyla bu isteksizliğin de kayıt dıĢılığa yol açtığını ki vergi denetimleri oranının sadece % 5 civarında olduğunu, vergi kaçıranın da yakalanma ihtimalinin çok düĢük olduğunu söylemiĢtir. Biri vergi dairesinde idareci olan her iki görüĢmecinin her ne kadar denetim oranlarını farklı olarak zikretmiĢ olsalar dahi benzer Ģeyler söylediği görülmüĢtür. Bu anlamda firmaları da -ama Ģahıs ama Ģirket fark etmez- canlı bir organizmaya benzetmek mümkündür yani kuruluĢlar da doğar, yaĢar ve ölürler. Ġlginç olansa bir firmanın tüm bu yaĢamsal döngüsünde denetlenme oranının sadece % 3 veya % 5 oranlarında kalması vergi sisteminin büyük sorunlarından biri olsa gerektir. Yani mevcut firmalardan tüm süreçlerde denetlenemeyenlerin % 95 veya % 97 gibi çok yüksek bir oranla çıkıyor olmasını kayıt dıĢılığın bir sebebi olarak görmek mümkündür. Bununla birlikte kayıt dıĢı ekonomiyle ilgili somut örnekler verme yoluna giden GörüĢmeci 3 “Kayıt dıĢılık konusu vergicilikteki en büyük sorundur. Sistemsel eksiklikler var, git araba pazarına Gimattaki hepsi kayıt dıĢı. Devasa bir araba pazarı gözler önünde duruyor ve yapılan malum. Emlak sektörü hakeza baĢtan sona kayıt dıĢı. Avrupa‟da bir arkadaĢ emlakçıya elden para vermeye kalkınca emlakçı çok büyük tepki vermiĢ, öyle anlatmıĢtı. Sen ne yapıyorsun demiĢ, elden almamıĢ, git bankaya yatır demiĢ. Hâlbuki biz cebimize parayı koyarız, emlakçı emlakçı gezeriz.” derken benzer örnekleri GörüĢmeci 5 de “Özellikle bazı sektörlerde kayıt dıĢılık çok fazla, galericilik gibi, emlakçılık gibi. Bunları sisteme almak lazım, bu anlamda kart komisyonları azaltılırsa tüm bu dıĢarda olanlar sisteme taĢınacaktır.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. GörüĢmeciler kayıt dıĢılığın özellikle oto alım satımı, emlakçılık gibi sektörlerde oldukça yüksek olduğunu, söz konusu sektörlerin bir an önce sisteme dâhil edilmesi gerektiğini, yurtdıĢında bu sektörlerin sistem 128 içerisinde faaliyet gösterdiğini, kredi kartlarından alınan komisyonların azaltılmasının sistemi legal alana taĢımada katkısı olacağını dile getirmiĢlerdir. GörüĢmeci 6 ise mevcut sistemde kayıt dıĢılığı ifade eden rakamların tam olarak gerçeği yansıtmadığını verdiği “Rakamlar gerçekleri tam göstermiyor. Soma‟daki ölen sayısını bile net bilemezken bunu nasıl bilelim ki?” Ģeklinde örneklendirmiĢtir. Bununla birlikte GörüĢmeci 7 soruya vergi sistemi çerçevesinde ele alırken, devletin uygulamaları sebebiyle kayıt dıĢılığın ortaya çıktığını, naylon fatura ve benzeri sahteciliklerin vergi adaletinin olmayıĢından kaynaklandığını ve hatta devletin mükelelfe bakıĢ açısının yanlıĢ olduğunu “Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Sistemde sorun var. Devlet egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet etmede ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz. Adaletli vergi budur. Sistem eksik. Ankara‟da çay ocağı, gece kulübü, bar, pavyon, randevu evi, tuvalet iĢletmeciliği gibi iĢleri doğu kökenliler yapıyor ve vergi vermiyor.” cümleleriyle anlatmıĢtır. Son olarak GörüĢmeci 8 “Kayıt dıĢılık vergilendirilmemiĢ kazançtır, her sektörde var bizde de var, sisteme alınmalı bir an önce.”, GörüĢmeci 9 “Kayıt dıĢılık vergi ahlaksızlığının yapılıĢ Ģeklidir. Kayıt yok, kazanç yok dolayısıyla vergi de yok.”, GörüĢmeci 10 “Sistem hep kayıt dıĢılığın üzerine kurulu. Ta en baĢtan kayıtsız geliyor, kayıtsız gidiyor yani hiç kayda girmiyor.” ve GörüĢmeci 12 “Kayıt dıĢılık çok büyük problem. Devletin bunları bir an önce sisteme alması lazım ama nasıl olur zor olur tabii ki. Tepkileri göğüslemesi lazım.” ifadeleriyle kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak bir nevi vergi ahlaksızlığı Ģeklinde nitelendirirlerken, vergi sisteminde akıĢ sürecinin kayıt dıĢılığa yol açtığını, sisteme kayıt dıĢı girenin kayıt dıĢı olarak çıktığını, bu problemin bir an önce çözülmesi gerektiğini ve çözüm için gereken iradeyi gösterebilmenin de bir maliyetinin olacağını dile getirmiĢlerdir. GörüĢmecilerin hepsi de kayıt dıĢılığın büyük bir problem olduğu yönünde fikir beyan etmiĢlerdir. Kayıt dıĢılık sebebiyle ülke kaynaklarının yeterince verimli 129 kullanılamadığını, krizlere kapı aralandığını, vergi adaletinin bozulduğunu ifade etmiĢlerdir. Özellikle emlak, oto alım satımı gibi kimi sektörlerde kayıt dıĢılığın çok fazla olduğunu dile getiren görüĢmeciler, kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak nitelendirmiĢlerdir. Son olarak sizce vergi anlamında Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? GörüĢülen üç gruptan biri olan vergi dairesi çalıĢanlarından GörüĢmeci 1 “Kayıp kaçağı önlemek ve tahsilatı artırmak”, GörüĢmeci 2 “Kayıt dıĢılık ve vergi adaletsizliği en büyük sorun” , GörüĢmeci 3 “Vergi oranları çok yüksek böylece vatandaĢ çıkıĢ yolu arıyor. VatandaĢın muhatap kaldığı toplam vergi (KDV+ÖTV+GV+..) % 46-50 gibi oluyor. At binenin kılıç kuĢananın” ve GörüĢmeci 4 “Her on kiĢiden sadece biri vergiyi isteyerek veriyor, dokuzu zorla veriyor. Biz bunu beĢe beĢ yapabilirsek zaten sorun kendiliğinden çözülmüĢ olur. Kayıt dıĢılık bu anlamda ciddi sorun, denetlenme de çok az. Sadece % 5‟i denetlenebiliyor, geri kalanı boĢ. Zaten denetlenen de hasbelkader yakalanabilirse yakalanıyor.” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. GörüĢmecilerin Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; vergi kaçakçılığı ve bu sebepten ötürü vergi tahsilatının düĢüklüğü, kayıt dıĢılık, adaletsiz vergi sistemi, vergi oranlarının yüksekliği, vergi denetiminin düĢük oluĢu ve dolayısıyla vergi ahlakının eksikliği olarak sıralanmıĢtır. Haddi zatında sayılan bu sebepler vergi ahlakının oluĢumuna engel olan ve aĢındıran sebepler olduğu da açık bir Ģekilde görülmektedir. Ayrıca vergi dairelerinde en önemli performans göstergesi, tahakkuk eden vergilerin tahsilat oranlarının yüksek olmasıdır ve bu anlamda vergi idaresince yapılan toplantılarda tüm alt birimlere yıllık hedefler belirlenmektedir. Dolayısıyla vergi dairesi çalıĢanı olan görüĢmecilerin düĢüncelerinde bu hedeflerin etkisinin olduğunu söylemek de mümkündür. GörüĢülen gruplardan ikincisi olan mükelleflerden GörüĢmeci 5 “VergilendirilmiĢ kazanç kutsaldır diyoruz ya. Bu anlamda kayıt dıĢılık en büyük problem. Alabildiğinizden alıyorsunuz, alamadığınızdan da alamıyorsunuz. KiĢi baĢına düĢen GSMH belli ama ortadaki hayat standartı çok yüksek, yaĢantı standartı çok yüksek ama aldığı para belli. % 9,5 iĢsizlik yok aslında. Kayda alınmadığından iĢsiz görünüyor. YeĢil kartını kaybetmemek için sigorta yaptırmıyor.”, GörüĢmeci 6 “Vergi kaçakçılığı, düzenli vergi verilse problem olmaz. Devlet büyüklerinde de suç var, alınan vergiyi doğru yere kullanmazsa olacağı budur, adam kaçırır tabii ki. Parasının boĢa harcandığını görünce yapacak tabii.”, 130 GörüĢmeci 8 “Çok kalem var KDV, ÖTV, ÖĠV, hangi birinden bahsedeyim ki. Bunlar için de eĢitlik olmalı kanun karĢısında herkes eĢit olmalı yani adalet önemli. Ona baĢka Ģuna baĢka kanun uygulanmamalı.”, GörüĢmeci 9 “Adalet her konuda adalet. Vergide adalet sonra gelir, adaletin olmadığı yerde maraz doğar.” ve GörüĢmeci 11 “Adaletli olsun. Adalet her zaman lazım herkese lazım değil mi?” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. GörüĢmecilerin Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; kayıt dıĢılık, vergi kaçakçılığı, kamudaki israf, vergi sisteminin karıĢıklığı ve vergi adaleti olarak sıralanmıĢtır. Özellikle toptancı olarak ticari faaliyette bulunan 5. GörüĢmeci, ülkedeki GSMH rakamlarının belli olmasına rağmen gündelik hayattaki yaĢam standardından hareketle kayıt dıĢılığın yüksek olduğu düĢüncesini dile getirmiĢtir. Ayrıca GörüĢmeci 6 da kamu kaynaklarının yerinde harcanmadığını, devlet idaresinde olanların israfa varan boyutlarda harcama yaptıklarını ve mükelleflerin de bu durumu gördüğünden ötürü vergi vermek istemediklerini ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 8 ise vergi sisteminin karıĢık ve anlaĢılamaz olduğunu, vergi kanunlarının herkese aynı uygulanmadığını ve böylece vergi adaletinin de sağlanamadığını söylemiĢtir. Adaletin olmaması halinde ortaya çıkabilecek sonucu “maraz” olarak nitelendiren GörüĢmeci 9, genel anlamda adaletin önce geldiğini, vergi adaletinin bunun bir yansıması olduğu düĢüncesini seslendirmiĢtir. GörüĢülen gruplardan sonuncusu olan meslek mensubu denilen muhasebeciler ve mali müĢavirlerden GörüĢmeci 7 “Verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım, KDV oranı yüksek. Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Devlet egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet etmede ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz. Adaletli vergi budur. Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi düzgün yapsa 12. ay dükkâna kilit vurup gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin durumu bu iĢte. Bu anlamda kamu kaynakları heba ediliyor, denetimsizlik had safhada, eĢitlik yok zaten.”, GörüĢmeci 10 “Vergi adaletsizliği en önemli sorundur daha ne olsun.” ve GörüĢmeci 12 “Kayıt dıĢılık ve adaletsizlik en büyük sorundur günümüzde. Ġkisi de zaten birbirine bağlı yani.” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. GörüĢmecilerin Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; vergi adaleti, vergi oranlarının yüksek yüksekliği, vergi kaçakçılığı ve vergi sistemi olarak sıralanmıĢtır. GörüĢmeci 7, vergi sisteminin mükellefleri farklı arayıĢlara ittiğini, vergi oranlarının yüksek oluĢunun 131 vergi kaçakçılığına sebep olduğunu, devletin her alanda olduğu gibi vergi alanında da ağırlığının hissedilmesi gerektiğini, mevcut sistemde bir mükellefin bütün vergi yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde kısa süre içinde ticari hayattan silineceğini ve bu anlamda kaynakların heba edildiğini, denetimsizliğin de ileri boyutta olduğunu özellikle vurgulamıĢtır. Son olarak GörüĢmeci 12, kayıt dıĢılık ve vergi adaletinin olmayıĢını en önemli sorunlar olarak nitelendirirken, bu iki sorunun da birbirine bağlı olduğunu ifade etmiĢtir. Bu çerçevede, her üç grupta yer alan görüĢmecilerin tümünün de ortak sorunlarının; vergi adaletinin olmayıĢı, vergi sisteminin karıĢıklığı, vergi kaçakçılığı, kayıt dıĢılık ve vergi oranlarının yüksekliği Ģeklinde ifade edildiği görülmüĢtür. GörüĢmecilerin sıraladığı tüm bu sebeplerin vergi verme davranıĢını etkilediği yani vergi ahlakının oluĢmasında belirleyici olduğu ve birbirleriyle sıkı bir etkileĢim içinde oldukları gözlemlenmiĢtir. 132 133 4. BÖLÜM SONUÇ ve DEĞERLENDĠRME Maliye politikasının en güçlü enstrümanı olan vergi, mükellefle devlet arasında tesis edilmiĢ karĢılıklı iliĢkinin hukuki bir görünümüdür. Bu iliĢki doğumdan itibaren hayatın her safhasında farklı Ģekillerde mükellefin karĢısına çıkmakla birlikte söz konusu iliĢkinin sınırlarını kamu otoritesi olarak devlet belirlemektedir. Bir borç-alacak iliĢkisi olan vergi, karĢılıksız ve zora dayalı bir özellik arz ettiğinden, potansiyel bir direncin olması gayet tabiidir. ÇatıĢmaya açık olan vergileme alanında sürecin yönetimi bu açıdan oldukça önemlidir zira hassas dengeler üzerine kurulu vergicilik, taraflar için bünyesinde zorlukları da barındırmaktadır. Vergi, devletin bakıĢ açısıyla kamu hizmetlerini finanse etmek için egemenlik yetkisine dayanılarak zorla tahsil edilen gelir özelliği taĢırken, mükellefin bakıĢ açısıyla bir çeĢit yük olarak algılanmaktadır. Algılama sürecinde, uyarıcılar beyne iletilmekte, düzenlenmekte ve bir karĢılık bulmaktadır. Dolayısıyla mükelleflerin tutumları vergi kaçırmada belirleyici etken olarak karĢımıza çıkmaktadır ki bu konuda verginin algılanıĢının tarihi ve kültürel yönleri de göz ardı edilmemelidir. Bu çerçevede vergiye yüklenilen anlam, vergi ahlakının varlığını gerektirir nitelikte olduğundan üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Verginin mükellefteki yük algısından ötürü ortaya çıkan olumsuz tutum, davranıĢlara yansımakta ve “sapma davranıĢı” olarak nitelendirilebilecek uyumsuzluklar yaĢanabilmektedir. Uyma davranıĢı toplumla bütünleĢme sonucunu doğururken, uymama davranıĢı sosyal çözülmelerin nedeni olmaktadır. Hâlbuki toplumun düzen ve devamlılığı ancak sosyal bütünleĢme ile sağlanabilir. Toplumda yaĢanan ahlaki zafiyet sebebiyle toplumsal dayanıĢma duygusu ve böylece aidiyet hissi zayıflayan nereye ait olduğunu bilemeyen birey, parçası olduğu toplumun gururunu da taĢıyamamaktadır. Kendinden bekleneni veremeyen ve bunu alıĢkanlık haline getirerek patolojik bir durum sergileyenlerin artması, normalle anormalin yer değiĢtirmesine dolayısıyla toplumun ağır bir bedel ödemesine sebep olmaktadır. ĠĢte bilinç eksikliği sebebiyle yaĢanan böylesi uyumsuzluklar, vergi ahlakının yetersiz oluĢunun bir göstergesidir. 134 Mükellefe vergi ahlakının kazandırılması doğrudan vergi gelirlerini artırmak, dolaylı olarak da gelir dağılımında adaleti sağlamak adına hayati bir önem taĢımaktadır. Kimi zaman devletin uyguladığı yanlıĢ politikalar, tepkisel hareketler sebebiyle mükellefin vergiden kaçınmasına ve/veya vergi kaçırmasına neden olmakta, buna karĢılık kaynak arayıĢında olan devlet ise vergi oranlarını artırmakta veya yeni vergileri yürürlüğü koymaktadır. Hâlbuki reaksiyoner tepkiyle çözüm aramak yerine akılcı politikalar üretilmeli, mükellef psikolojisi hesap edilerek mükellefle azami iĢbirliği sağlanmalıdır. Çözümsüzlüğü de beraberinde getiren bu kısır döngü, toplumsal gerginliklere de davetiye çıkarmaktadır. Hatta mükelleflerin tutum ve tepkileri dikkate alınmaz ise devlet açısından vergi kaybının ötesinde baĢkaca sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Tarihsel tecrübeler çok açık bir Ģekilde göstermektedir ki vergi, medeni bir toplum inĢasında gerekli olmakla birlikte aynı zamanda medeniyeti tahrip edebilecek ölçüde tehlike arz eden mali bir araçtır. Klasik anlayıĢta vergi sadece mali amaçlarla toplanmıĢken zamanla vergilemenin amacında değiĢiklikler ortaya çıkmıĢ ve vergi ekonomik-sosyal kimi amaçlara ulaĢabilmek için de kullanılır olmuĢtur. Hatta bazen vergilendirmede mali amacın, diğer amaçların gerisinde kaldığı görülebilmektedir. Devlet, geçmiĢten günümüze gündelik yaĢamı egemenlik yetkisine dayanarak düzenlemektedir ki toplumsal yaĢamın vazgeçilmez bir unsuru olan verginin önemi -üstelik vergi gelirlerinin gayri safi milli hasılaya oranının ülkemizde % 20 civarında olduğu da göz önüne alınırsa- tartıĢılmaz bir gerçektir. Olayların arka planındaki yapısal etkenlerin rolü ve yönlendirici kimliği hesap edilmeden yapılan müdahaleler, karĢılaĢılan problemleri beklenilenin tam aksine çözümsüzlüğe itmektedir. Bu anlamda toplumun hareketli bir bütün Ģeklinde ele alınması zorunluluğundan ötürü, konunun sosyal bilimler metodolojisine dayalı incelenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Mükellef tepkileri asla bireyselmiĢçesine değerlendirilmemelidir zira konu toplumsal alana taĢındığında yani kümülatif bir anlam kazandığında farklı bir görünüm arz eder hale gelmektedir. Örneğin iĢsizlik bireysel bir problemmiĢ gibi değerlendirilebilir fakat artan iĢsizlik oranları ve muhtemel yansımaları, iĢsizlik problemini bambaĢka mecralara taĢıyabilmektedir. Veya kiĢinin boĢanması bireysel bir durum olarak düĢünülebilir ancak bir ülkede boĢanma oranı her geçen gün artıyor ise konu artık toplumsal bir boyut kazanmıĢ demektir ve çözüm önerilerinin de sosyolojik olarak ortaya konulması gerekmektedir. 135 Bu çerçevede, toplumsal yaĢamda vergileme alanında ortaya konulacak sosyolojik yaklaĢımın, yaĢanan problemlerin tespitinde ve çözümünde önemli bir basamak olacağı ve ufuk açıcı öneriler sunabileceği açıktır. Eğer mükellef tepkileri sağlıklı bir Ģekilde ortaya konulabilirse, öngörülebilirlik sebebiyle vergi politikalarının uygulanabilirliğinde ve baĢarısında önemli mesafelerin alınacağı da muhakkaktır. Bu çalıĢma, verginin toplumda algılanma Ģekli ve vergi verme davranıĢı üzerine yapılmıĢ bir çalıĢma olup, mükelleflerin vergiye yönelik tutum ve davranıĢlarını sosyolojik zeminde anlamayı hedefleyen bir gayretin ürünüdür. ÇalıĢmada verginin görüĢmecilere ne ifade ettiği sorulduğunda görüĢmeciler, verginin yasal bir ödeme olduğu, vatandaĢlara sağlanan hizmetlerin finanse edilebilmesi ve böylece devletin iĢleyiĢinin sağlıklı olabilmesi için toplandığını söylemiĢlerdir. Verilen cevapların tarafsız bir yaklaĢıma karĢılık geldiğini ayrıca soruya verilen cevaplarda millet, devlet, vergi kavramlarının mükelleflerin bilinçaltında yer aldığını ve vatandaĢlık bilincinin mükelleflerde var olduğunu söylemek mümkündür. Anayasanın 73. Maddesinde "Herkes kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." hükmü yer almaktadır. Bu anlamda görüĢmeciler; verginin gelir ölçüsünde alınması gerektiğini, eğer ortada bir gelir yoksa vergi almanın adaletsiz olduğunu, “alınma” vurgusunun verginin zora dayalı olarak alınması anlamına geldiğini yani devletin mükelleften egemenlik gücüyle gerekirse de zorla alındığını ve verginin nakit olarak ödendiğini vurgulamıĢlardır. Verginin kamusal hizmetlerin karĢılığı olduğu düĢüncesinin, verginin devletle mükellef arasındaki bir çeĢit anlaĢmaya iĢaret ettiği söylenebilir ki mükellef vergi vermekle üzerine düĢeni yaptığına inanmakta ve karĢılığında devletin de kendi üzerine düĢeni yapması gerektiğini ifade etmektedir. Hatta bir görüĢmecinin alacaklı-borçlu yaklaĢımındaki devleti de aradan çıkartarak vergiyi “milletin hakkı” olarak nitelendirmesi, vergi ödeme konusunda hassasiyetinin olduğu ve dolayısıyla vergi ödemenin bir fedakârlığa karĢılık geldiği söylenebilir. Vergi ödemelerinin sadece parasal olarak yapıldığı, uygulamada ayni ödemeler sayılabilecek nakit ödeme dıĢındaki yöntemlerin kullanılmadığı ve verginin doğrudan gelirden alındığı yani geliri azaltıcı özelliğine iĢaret edildiği verilen cevaplarda 136 görülmüĢtür. Ayrıca vergiyle ilgili “devletin gelir elde edip bu vatanı milleti bir arada tutması lazım” diyen görüĢmeci, verginin toplumsal fonksiyonuna değinmiĢ, toplum birlikteliğine de vurgu yaparak bunun tesisinde devlete biçilen rolü dile getirerek beklentisini gözler önüne sermiĢtir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanı olan bir baĢka görüĢmecinin, meslekte geçirdiği süreye dikkat çekerek, yaptığı iĢi ne kadar benimsediği veya özümsediğini göstermesi adına “meslekte 21 sene oldu, hayatımız böyle” vurgusu dikkate değer bulunmuĢtur. Günümüzde ahlaklılık, dürüstlük sanki fazladan bir nitelikmiĢ gibi değerlendirilebilmektedir. Hâlbuki insani temelde düĢünüldüğünde insan olmanın bazı gerekleri vardır, dürüstlük, güvenirlik, ahlaklılık, nezaketli olma, empati kurma, vb. gibi. Bu özellikleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, asıl olan tüm bunların insanda olmazsa olmaz özellikler olarak kabul edilmesidir. Ancak toplumsal değerlerin karmaĢıklaĢtığı bir dönemde normalle anormalin yer değiĢtirmesi görülebilmekte ve norm zemininde kaymalar yaĢanabilmektedir. ĠĢte bu anlamda ahlaklılık her bireyin taĢıması gereken adiyattan bir özellikken, günümüzde sanki bir artı değermiĢ gibi kabul edilebilmektedir. Bu çerçevede bireyler, toplumda paylaĢılan değerlerin çokluğu nispetinde içinde yaĢadıkları topluma aidiyet hissini taĢımakta ve bütünle uyum içerisinde bulunmaktadırlar. Aidiyet hissi de sahiplenmeyi ve toplumsal gururu doğurmaktadır ki vatandaĢlık ödevleri içinde yer alan vergi vermek de bu anlamda bir gurur vesilesi haline getirilmelidir. Yapılan görüĢmelerde, ahlak genelinde ve vergi ahlakı özelinde duyarlı olunduğu ve dolayısıyla vatandaĢlık bilincinin var olduğu kullanılan ifadelerde görülmüĢtür. Toplumsal gurura değinen görüĢmeciler, vatandaĢ olarak sorumluluk bilincinin ne anlama gelebileceğini dile getirmiĢlerdir. Bir görüĢmeci, mükellefin sosyal statüsüne de vurgu yapmıĢ ve “Belli bir kültür almıĢtır belli konumu vardır bunu sarsmak istemez, konumuna laf getirmek istemez” derken toplumdaki konumuna zarar verebilecek davranıĢlardan mükelleflerin özellikle kaçındığını dile getirmiĢtir. Bu cümleler, toplumsal normların kiĢilerin tutum ve davranıĢları üzerindeki belirleyici özelliğinin ifade edilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca günümüz modern toplumunda bireyler, uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun bütününden çok, yakın iliĢki içerisinde oldukları bireylerden sağlama yolunu seçebilmektedirler. Toplumun hızlı büyümesi bireyleri yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara yönlendirebilmektedir. Bu çerçevede, eğer bireyin yakınında olan 137 toplum üyeleri vergi ahlakını sahipse birey de ahlaklı olma yolunu seçerken, eğer tam tersi bir durum varsa yani yakın çevresindekiler anomik davranıĢlar sergiliyor ve vergi kaçırıyorlarsa bireyin de vergi kaçırmaya eğilimli olacağını söylemek mümkün görünmektedir. Muhasebeci olan bir görüĢmecinin bir yandan defterlerini tuttuğu müĢterisi olan mükellefin diğer yandan ise “doğrusunu anlatın” diyen bir devletin baskısını dile getirmesi, muhasebecilerin mesleklerinde yaĢayageldikleri bir sorunu ifade etmenin yanında, mükellef ve devlet arasında sıkıĢmıĢlığının da resmini bizlere vermektedir. Yapılan görüĢmelerde dikkat çeken diğer bir husus, vergi veriyor olmanın çok da farkında olunmadığıdır. Dolayısıyla vergi dairesi çalıĢanları da dâhil olmak üzere tüm görüĢmeciler vergi verirken herhangi bir Ģey hissetmediklerini, bunun her zaman olan rutin bir durum olduğunu, vergilerinin maaĢlarından düzenli olarak ödendiğini dile getirmiĢlerdir. Bunun değiĢik sebepleri olabilir; - GörüĢmecilerin büyük çoğunluğu ama kamuda ama özelde maaĢlı/ücretli durumundadırlar ve daha gelirleri ellerine geçmeden devlet/iĢveren tarafından vergileri kesilmektedir. - ĠĢveren durumundaki mükelleflerin defter kayıtlarını meslek mensubu olarak ifade edilen muhasebeciler tutmaktadırlar. Böylece iĢverenler de muhasebecilerinin konuyla ilgilendiklerini düĢünerek ayrıntıya girmeme yolunu tercih etmektedirler. - Bankacılık sektöründeki geliĢmeler, internet vergi daireleri uygulamaları ve benzeri uygulamalar sebebiyle geliĢen teknolojik imkânlardan ötürü mükellefler artık vergi dairelerine daha az gider olmuĢlardır. Böylece nakit para çoğunlukla eline geçmeyen mükellef, verme duygusunu da tam olarak hissedememektedir. - Vergi verirken fiyatlara verginin de dâhil olması sebebiyle ödenen tutarda ne kadarının vergi olduğu bilinememektedir. Gerçi ülkemizde hizmetler sektörü gibi kimi sektörlerde bunun uygulaması görülmektedir; kamu alımlarında ihaleye çıkılırken fiyat tekliflerinin piyasadan KDV‟siz olarak alındığı görülmektedir. (Bselki de kimi ülkelerde olduğu gibi etiketlere fiyatlar yazılırken vergisiz fiyatlar yazılma yoluna gidilebilir, kiĢi o malı almak istediğinde etiketteki fiyata ilaveten vergi rakamı da eklenerek malın bedeli tahsil edilebilir.) 138 Ayrıca görüĢmeciler, vergi kaçıranların bilmeden kaçıranlar ve bilerek kaçıranlar Ģeklinde sınıflandırılması gerektiğini, vergi cezasını yerinde bulduklarını ancak kimi sorunlardan ötürü ceza sisteminin tam olarak iĢletilemediğini, vergi affıyla ceza sisteminin çeliĢtiğini ve vergi cezalarının hürriyeti bağlayıcı nitelikte olmamasını sadece parasal cezaların uygulanması gerektiğini dile getirmiĢlerdir. Ülkemizde GV ve KV mükellefleri, ödedikleri vergi tutarlarına göre en yüksek rakamdan baĢlamak üzere bir sıralamaya tabi tutulmakta ve ilk yüze girenlerin listeleri de vergi idaresince yayınlanmaktadır. Vergi bilincinin toplumda yer edebilmesi ve yüksek tutarlarda vergi ödemenin toplumsal gurur vesilesi sayılması adına takdir edilebilecek bu uygulama, hem ülke çapında hem de vergi dairesi baĢkanlıkları çapında gerçekleĢtirilmektedir. Dolayısıyla Ankara‟da Vergi Dairesi BaĢkanlığı kapsamında da yapılan sırlamaya göre ilk üçe girenlerin plaketleri bizzat üst yönetimce takdim edilmektedir. Ardından, listedeki diğer isimlerin teĢekkür yazıları bağlı oldukları vergi dairelerine gönderilmekte ve ilgili vergi dairelerince bu yazılar sahiplerine iletilmektedir. Bu çerçevede, görüĢmecilerin tamamı bunun gurur verici bir olay olduğunu ve imrenerek baktıklarını ancak teĢvik açısından güzel olsa da kuru bir teĢekkürden öteye gidemediğini, reel bir getirisinin olmadığını dile getirmiĢlerdir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları böyle kiĢilere farklı davranılması gerektiğini, bazı imtiyazlar tanınmasını, belki bir resepsiyonla gönüllerinin alınabileceğini ve böylece onore edilebileceklerini ifade etmiĢlerdir. Hatta vergisini düzenli ödeyen mükelleflere yönelik pratik çözüm önerileri getirmek adına, adeta trafik sigortasında ya da kaskoda olan hasarsızlık indirimi gibi uygulamalarla listede üst sıralarda olmanın daha cazip hale getirilmesi gerektiğini söylemiĢlerdir. Bununla birlikte görüĢmecilerden bazıları, söz konusu listede kimi mükelleflerin isimlerini gizlemelerini güvenlik gerekçesine dayandırmıĢlardır, böylesi bir listede yer almanın dikkatleri üzerine çekeceklerini dile getirmiĢler ve bu durumun o mükellefin can ve mal güvenliği adına tehlikeli bir hal alabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu cümlelerden hareketle, sebebi ne olursa olsun gurur duyulması gereken böyle bir durumdan mükelleflerin tedirginlik hissetmelerinin toplumsal güven açısından kaygı verici bir durum olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte, görüĢmeciler vergi sisteminden kaynaklanan ve mükellefleri farklı çareler aramaya iten çıkmazlar sebebiyle, görüĢmecinin ifadesiyle “ahlaksızlığa iten sistem” sebebiyle aksaklıkların yaĢandığını ve dürüst insanların dahi vergi kaçırabileceğini 139 seslendirmiĢlerdir. Öyle ki mükellefler vergi sisteminin yapısı sebebiyle kendilerince çareler aramakta ama buldukları çözümler vicdanlarını rahatlatmaya da yetmemektedir. Bu durumun bir görüĢmecinin “Adam vergi kaçırır sonra mesnet uydurur, vicdanı temizlemek için” cümlesinde karĢılık bulduğu görülmüĢtür. Bu anlamda mükelleflerin vergi kaçırırken yaptıklarını mazur gösterme veya kendilerini iyi hissetmelerini sağlama adına adeta savunma mekanizmaları geliĢtirdikleri görülmüĢtür. Vergi dairesi çalıĢanlarının yaĢadığı ikilemin, mükelleflerin yaĢadığı ikilemle beraber değerlendirilmesi isabetli olsa gerektir; bir taraftan vergi sistemini adaletli bulmayan vergi dairesi çalıĢanları, diğer taraftan da kendilerince çıkıĢ yolları arayan ve sistemi esneten mükellefler. Ġronik olan bu durumu hele de vergi sistemini bütüncül olarak değerlendirebilecek olan vergi dairesi çalıĢanlarının özellikle ifade etmeleri çok ilginç görülmüĢtür. Gerek vergi dairesi çalıĢanlarının, gerek muhasebecilerin ve gerekse de mükelleflerin ortak değerlendirmeleri, mevcut vergi sistemini adaletsiz bulmuĢ olmalarıdır. Adaletsizliğin sebeplerini de vergi oranlarının yüksek oluĢuna ve dolayısıyla vergi yükünün ağır oluĢuna, mükelleflerin paraya tamah etmelerine, vergi mevzuatının karıĢık ve yoruma açık oluĢuna bağlamıĢlardır. Söz konusu problemlere çözüm olarak da verginin geniĢ tabana yayılarak vergi yükünün hafifletilebileceğini ve vergi oranlarının düĢürülerek vergi tahsilatının arttırılabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu anlamda vergi dairesinde idareci olan görüĢmeci, insanın zaaflarına da dem vurarak mevcut vergi sisteminde gördüğü eksikliklere binaen insan unsurunu adeta ortadan kaldırılacak Ģekilde bir sistem kurmanın önemini vurgulamıĢtır. Vergi mevzuatının karıĢık ve yoruma açık olduğu dolayısıyla uygulamada farklılıkların yaĢandığı ve söz konusu farklı yorumlamaların uyuĢmazlık safhasına yani mahkemeye taĢındığında ise ortaya bambaĢka sonuçların çıktığı dile getirilmiĢ, sistemsel bir sorun olarak böylesi farklı anlaĢılmalarda yargının ve vergi idaresinin çözüm adına gayret göstermediğinin altı çizilerek, vergi kanunları çıkarılırken veya uygulanırken yaĢanagelen problemlerde çözüm için ortak bir bakıĢın sağlanamadığına, adeta her bir vergi aktörünün kendi baĢına hareket ettiğine, mükelleflerin de bu anlaĢmazlıktan istifade yoluna gittiğine değinilmiĢtir. Bununla birlikte vergi sistemindeki belirsizlik ve sürekli olan yasal değiĢikliklerin, yaĢanan problemlerin bir baĢka sebebi olduğunu “Hem devamlılık yok, her gelen yeni bir Ģey getiriyor.” değerlendirmesiyle ifade eden bir 140 görüĢmeci, kanun çıkarmanın bir yere kadar önemli olsa da asıl önemli olanın çıkan kanunları uygulamak olduğunu dile getirmiĢtir. Hatta vergi mevzuatının karmaĢıklığının ve kanunlarda sürekli ortaya çıkan değiĢikliklerin, adeta muhasebecilik gibi bir sektörün varlığı sonucunu doğurduğunun düĢünülmesi oldukça ilginç görülmüĢtür. Mevcut kanunları en iyi bilebileceklerin bile kendilerini yetersiz gördükleri ve bunu da kabullenmek durumunda kaldıkları dikkate değer bir noktadır. Dolayısıyla uygulamanın bu kadar içinde olmayan ve dolayısıyla kanuni mevzuatı da bilmesi beklenmeyen bir mükellefin durumunun daha da zayıf olduğunu söylemek mümkündür. Vergi dairesinde çalıĢan bir görüĢmeci de mevzuatın anlaĢılamaması noktasında devletin kasıtlı davrandığını ve verginin kanunlaĢma sürecinde kesin ifadelerle ortaya konulmamasını “bakanlık kendini bağlamak istemez” diyerek çarpıcı bir Ģekilde vurgularken yasamaya da ciddi bir eleĢtiri getirmiĢtir. Vergi kanunları çıkarılırken özellikle uygulayıcılara yani vergi dairesi çalıĢanlarına ve muhasebecilere sorulması gerektiği zira verginin siyasetten bağımsız bir Ģekilde ele alınması durumunda olan teknik bir konu olduğu söylenmiĢtir. Bir baĢka değerlendirmede ise vergilerin doğru yere harcanıp harcanmadığıyla ilgili olarak, yerinde harcamaların yanında israfa varan anlamsız harcamaların da olduğunu dile getirilmiĢtir. Yatırım harcamalarının karĢılığını genel anlamda gördüklerini ifade eden görüĢmeciler, siyasilerin içinde bulunduğu Ģatafattan, devlet kadrolarında çalıĢanların harcamalarında gereken hassasiyeti göstermemelerinden, lüks ve gösteriĢli hayattan rahatsız olduklarını bulmadıklarını ve kamunun söylemiĢlerdir. kaynaklarının Burada ifade böyle edilenler harcanmasını da doğru göstermektedir ki kamu harcamalarının adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak görüĢmecilerin herhangi bir Ģikâyeti bulunmamaktadır. KĠT‟lerin harcamaları, sosyal sigortaya yapılan aktarımlar, vergilemede tanınan muaflık ve istisnalar, vb. gibileri problemin çıkıĢ kaynağı olarak belirmektedir. GörüĢmeciler toplanan vergilerin harcanmasında savurganlık yapıldığını ifade etmiĢlerdir ki bu durum vergi ahlâkını zayıflatan sebeplerin önde gelenlerinden biridir. Hatta sistemin yeterince Ģeffaf olmadığı, vergilerin kamunun menfaatinden çok ilgisiz yerler harcandığı, kamu bankalarından kullandırılan usulsüz kredilerle devletin zarara uğratıldığı söylenmiĢ, vergilerin harcanmasında sağlık, eğitim, adalet ve ulaĢım olmak üzere bir sıralamaya gidilmiĢ ve önem sırasının bu Ģekilde olması gerektiği vurgulanmıĢtır. 141 Vergi affıyla ilgili olarak ödemeyen ve ödeyemeyen ayrımının yapılması gerektiğini dile getiren görüĢmeciler, ödeyemeyenler için iyi bir uygulama olmasına rağmen sistemin suiistimale açık olarak iĢlediğini, kayıt dıĢı çalıĢanların sisteme dâhil edilmekte zorlanıldığını hatta vergi affının da böylesi kiĢileri bazı imtiyazlar vererek sisteme dâhil etme gayretinden baĢka bir Ģey olmadığını, af beklentisi sebebiyle mükelleflerin ödemekten imtina ettiklerini, sonrasında ise vergide uzlaĢmaya gidildiğini ve sonuçta uygulamanın yanlıĢ olduğunu söylemiĢlerdir. Ayrıca dürüst mükelleflerin vergilerini düzenli öderken, vergi kaçıranların kendileri gibi esnaf olan kimseler için moral ve motivasyonlarını bozduklarını ve ticarette haksız rekabete sebep olduklarını dile getiren bir görüĢmeci, vergi aflarının sürekli olarak çıktığını ve bu durumun mükellefleri beklentiye ittiğini böylece vergi ödemekten de uzak durduklarını dile getirmiĢtir. Bu anlamda söylenenlerden hareketle, vergi affının doğru bir çıkıĢ noktası olsa dahi yanlıĢ uygulamalar sebebiyle rahatsızlık uyandırdığı ve bunun da vergi ahlakının yerleĢmesine engel olduğu sonuçta vergide anomik davranıĢların bir sebebinin de vergi affı olduğunu söylemek mümkündür. Kayıt dıĢılığın büyük bir problem olduğu, kayıt dıĢılık sebebiyle ülke kaynaklarının yeterince verimli kullanılamadığı, krizlere kapı aralandığı, vergi adaletini bozduğu ifade edilmiĢtir. Özellikle emlak, oto alım satımı gibi kimi sektörlerde kayıt dıĢılığın çok fazla olduğunu, söz konusu sektörlerin bir an önce sisteme dâhil edilmesi gerektiğini, yurtdıĢında bu sektörlerin sistem içerisinde faaliyet gösterdiğini, kredi kartlarından alınan komisyonların azaltılmasının sistemi legal alana taĢımada katkısı olacağını dile getiren görüĢmeciler, kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak bir nevi vergi ahlaksızlığı Ģeklinde nitelendirmiĢlerdir. Kayıt dıĢılığın ortaya çıkıĢında devletin uygulamalarının da payı olduğunu, naylon fatura ve benzeri sahteciliklerin vergi adaletinin olmayıĢından kaynaklandığını ve hatta devletin mükellefe bakıĢ açısının yanlıĢ olduğunu, bu problemin bir an önce çözülmesi gerektiğini ve çözüm için gereken iradeyi gösterebilmenin de bir maliyetinin olacağını ayrıca vurgulamıĢlardır. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları mükelleflerin vergiyi isteyerek vermediklerini, dolayısıyla bu isteksizliğin de kayıt dıĢılığa yol açtığını ki vergi denetimleri oranının sadece % 3 veya % 5 civarında olduğunu, vergi kaçıranın da yakalanma ihtimalinin çok düĢük olduğunu, haddi zatında denetim sonucu vergi kaçırdığı tespit edilen mükelleflerin de ĠYUK sistemi ve vergi mahkemeleri aracılığıyla haklarında tesis edilen cezai iĢlemleri değiĢtirdiklerini dile getirmiĢlerdir. Dolayısıyla, mevcut 142 mükelleflerden denetlenemeyenlerin % 95 veya % 97 gibi çok yüksek bir oranla çıkıyor olmasını kayıt dıĢılığın bir sebebi olarak görmek mümkündür. Özetle görüĢülen üç grubun Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; - vergi dairesi çalıĢanları açısından vergi kaçakçılığı ve bu sebepten ötürü vergi tahsilatının düĢüklüğü, kayıt dıĢılık, adaletsiz vergi sistemi, vergi oranlarının yüksekliği, vergi denetiminin düĢük oluĢu ve dolayısıyla vergi ahlakının eksikliği, - mükellefler açısından kayıt dıĢılık, vergi kaçakçılığı, kamudaki israf, vergi sisteminin karıĢıklığı ve vergi adaleti, - ve meslek mensubu denilen muhasebeciler ve mali müĢavirler açısındansa vergi adaleti, vergi oranlarının yüksek yüksekliği, vergi kaçakçılığı ve vergi sistemi olarak sıralanmıĢtır. Bu çerçevede, her üç grupta yer alan görüĢmecilerin tümünün de ortak sorunlarının; vergi adaletinin olmayıĢı, vergi sisteminin karıĢıklığı, vergi kaçakçılığı, kayıt dıĢılık ve vergi oranlarının yüksekliği Ģeklinde ifade edildiği görülmüĢtür. GörüĢmecilerin sıraladığı tüm bu sebeplerin vergi verme davranıĢını etkilediği yani vergi ahlakının oluĢmasında belirleyici olduğu ve birbirleriyle sıkı bir etkileĢim içinde oldukları gözlemlenmiĢtir. Son olarak; vergi adaletinin iki yönünün bulunduğu görülmüĢtür, ilki vergi toplarken sağlanması gereken adalet, diğeri ise toplanan vergileri harcarken gösterilmesi gereken adalet. Vergi toplamada adaletini zedeleyen vergi oranları, muafiyet ve istisnalar, kayıt dıĢı ekonomi, vergi afları gibi bir takım etkenler olduğu gibi; vergi harcamalarında yani kamusal harcamalarda da, yolsuzluklar, KĠT‟lere kaynak aktarımı gibi bir takım etkenlerin olduğu görülmüĢtür. Bu anlamda çift taraflı bir adaletin sağlanmasının hem vergi dairesi çalıĢanlarının, hem mükelleflerin ve hem de meslek mensuplarının ortak beklentisi olduğu görülmüĢtür. 143 KAYNAKLAR Akdoğan, A. (2007). Kamu Maliyesi. Ankara: Gazi Kitabevi. Akdoğan, A. (2011). Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi. Ankara: Gazi Kitabevi. Akdağ, M. (1975). Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları. Ankara: Bilgi Yayınevi. Aktan, C. C., Dileyici, D., Saraç, Ö. (2002) Vergi, Zulüm ve İsyan. Ankara: Phoenix Bilgi Yayınevi. Aktan, C. C. (2006). Vergileme Ekonomisi ve Vergileme Psikolojisi. Ankara: Seçkin Yayınevi. Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığı. (2013). Faaliyet Raporu 2012. Ankara: Strateji Grup Müdürlüğü. Baloğlu, B., Yılmaz, B.E., ġeker, M. (2010). Sosyolojik Açıdan Türkiye’de Halkın Vergiye Bakışı. Ġstanbul: Ġstanbul Ticaret Odası Yayın No 2010-61. Batırel, Ö.F. (1996). Vergi Kaçakçılığı ve Vergiye Gönüllü Uyum. Vergi Dünyası Dergisi, 1(175), 52-55. Bayraklı, H. H., Saruç, N. T., ve SağbaĢ, Ġ. (2004, Mayıs). Vergi Kaçırmayı Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi ve Vergi Kaçaklarının Önlenmesi: Anket Çalışmasının Bulguları. 19. Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya. Bilici, N. (2010). Vergi Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Boratav, K. (2004). Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002). Ankara: Ġmge Kitabevi Yayınları. Candan, T. (2004, Mayıs). Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi, Yargı Kararları Işığında Vergi Kayıp ve Kaçağının Değerlendirilmesi. 19. Türkiye Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya. Çak, M., ġeker, M. ve Bingöl, Ö. (2010) Türkiye’de Vergi Bilinci: İstanbul Araştırması. Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 134. Çiçek, H. (2006). Psikolojik ve Sosyal Yönden Yükümlülerin Vergiye Karşı Tutum ve Tepkileri (İstanbul İli Anket Çalışması). Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 65. Çiçek, H., KarakaĢ, M., Yıldız, A. (2008). Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Vergi Yükümlülerinin Vergiyi Algılama ve Tutum Analizi: Bir Alan Araştırması. Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayın No 2008/381. Değirmendereli, A. (2009). Vergi Amaç ve Etkilerinin AyrıĢtırılması (Dichtonomie Der Steuerzwecke) Sorunu. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No 243, 1, 211-227. 144 Dikmen, M. O. (1964). Maliye Dersleri. Ġstanbul: Sermet Matbaası. Dileyici, D. (2004). Vergilemede Yeni Bir Eğilim: Gelir Vergilerinden Tüketim Vergilerine, Kamu Maliyesinde Çağdaş Yaklaşımlar. Ankara: Seçkin Yayınevi. Doğan, Ġ., ve Cihan, A. (2006). Klasik Osmanlı Toplumsal Yapısı ve Sivil Toplum., M. Zencirkıran. (Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık, 55-80. Doğan, H. Z. (1987). İnsan Davranışları ve İnsan İlişkileri. Ġzmir: Uğur Ofset Matbaacılık ve Ticaret. Dönmez, R. (1992). Teoride ve Uygulamada Vergi Afları. EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayın No 557. Durkheim, E. (1992). İntihar (çev. Ö. Ozankaya). Ankara: Ġmge Kitabevi. Erginay, A. (2003). Kamu Maliyesi. Ankara: SavaĢ Yayınları. Erkan, H. (2000). Ekonomi Sosyolojisi. Ġzmir: BarıĢ Yayınları Fakülteler Kitabevi. Ergun, D. (1982). Sosyoloji ve Tarih. Ġstanbul: Der Yayınları. Erol, A. (2011). Vergi Felsefesi. Ġstanbul: ĠSMMMO Yayınları No 140. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı. (2011). 2010 Faaliyet Raporu. Ankara: Strateji GeliĢtirme Daire BaĢkanlığı Yayın No 132. Giddens, A. (2000). Elimizden Kaçıp Giden Dünya (çev. O. Akınhay). Ġstanbul: Alfa Yayınları. Giddens, A. (2008). Sosyoloji (yayına hazırlayan. C. Güzel). Ġstanbul: Kırmızı Yayınları. Giray, F. (2001). Maliye Tarihi. Bursa: Ezgi Yayınları. Gök, A. K. (2007). Vergi Direncinin GeliĢimi. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi. XXII (1), 143-163. Güngör, E. (1993). Değerler Psikolojisi. Amsterdam: Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları: 8. Heper, F. (1981). Toplumsal Yapı ile Vergi Yapıları Arasındaki İlişkiler. EskiĢehir: Ġktisadi ve Ticari Ġlimler Akademisi Basımevi. IĢık, A. (2009). Kültür ve Kalkınma: Vergi Kültür Örneği. Ege Akademik Bakış. 9 (2), 851865. Ġbn-i Haldun. (1988). Mukaddime (çev. S. Uludağ). Ġstanbul: Dergâh Yayınları. 145 Ġnternet: Çelikkaya, A. (Temmuz, 2002). Mükelleflerin Vergiye Gönüllü Uyumunu Etkileyen Faktörler. e-akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi, Sayı 5. Web: http://www.e-akademi.org/makaleler/acelikkaya-1.htm adresinden 10 Temmuz 2013‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Demir, M. (Ağustos, 2009) Vergi Kaçırmayı Etkileyen Faktörler, e-akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi, Sayı: 90. Web: http://www.eakademi.org/incele.asp?konu=VERG%DD%20KA%C7IRMAYI%20ETK%DDLEY EN%20FAKT%D6RLER&kimlik=-406920229&url=makaleler/ mdemir -3.htm adresinden 24 Temmuz 2013‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Ergün, M. Bilimsel araĢtırma yöntemleri, nitel araĢtırma, Web: http://www.egitim.aku.edu.tr/nitelarastirma.ppt#256,1, adresinden 22 Ekim 2013‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Eskicioğlu, O. ÇağdaĢ Vergi Hukukunun Ġslam Hukuku Açısından EleĢtirisi, Web: www.enfal.de/vergi.pdf adresinden 15 Ekim 2013‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Fox, M. Money Buys Happiness If You Spend on Someone Else, Web: http://www.reuters.com/article/2008/03/20/us-money-happinessidUSN2042446720080320 adresinden 22 Ekim 2013‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının Tarihi GeliĢimi, Web: http://www.gib.gov.tr/index.php?id=103 adresinden 11 Aralık 2014‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Güncel Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Web: http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.541 1c5477d3e11.32797828 adresinden 21 Ağustos 2014‟de alınmıĢtır. Ġnternet: Transparency International, Corruption Perceptions Index 2014: Results, Web: http://www.transparency.org/cpi2014/results adresinden 12 Ocak 2015‟de alınmıĢtır. Jenks, C. (2012). Temel Sosyolojik Dikotomiler (çeviri editörü. Ġ. Çapçıoğlu). Ankara: BirleĢik Yayınevi. Kafesoğlu, Ġ. (1993). Türk Milli Kültürü. Ġstanbul: Boğaziçi Yayınları. KağıtçıbaĢı, Ç. (1992). İnsan ve İnsanlar. Ġstanbul: Evrim Basım-Yayım-Dağıtım. Karabulut, T. (2006). Laffer Etkisinin Türkiye Uygulaması (1980-2003). S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. (16), 367-377. Karasar, N. (2000). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. KıldiĢ, Y. (2007). Türk Vergi Sisteminde Vergiden Kaçınma. Vergi Dünyası. (309), 65-71. Kızılot, ġ., Çomaklı, ġ. (2004, Mayıs). Vergi Kayıp Kaçakları ve Kayıtdışı Ekonomi İlişkisi ve Boyutlarının Mevzuat Açısından İncelenmesi. 19. Türkiye Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya. 146 Koca, S. (2002a). Büyük Hun Devleti. H. C. Güzel, K. Çiçek ve S. Koca. (Editörler). Türkler Ansiklopedisi 1. Cilt. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 549-565. Koca, S. (2002b). Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat. H. C. Güzel, K. Çiçek ve S. Koca. (Editörler). Türkler Ansiklopedisi 3. Cilt. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 15-37. Kösemihal, N.ġ. (1989). Sosyoloji Tarihi. Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Kurtkan, A. (1968). Metodolojik Bir Deneme Olarak Mali Sosyoloji. Ġstanbul: Fakülteler Matbaası. Küçük, ġ. (2011). Vergi Ahlakı. Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi. (93), 17-22. Marshall, G. (2009). Sosyoloji Sözlüğü (çev. O. Akınhay ve D. Kömürcü). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Musgrave, R. (2004). Kamu Maliyesi Teorisi (çev. O. ġener ve Y. Methibay). Ankara: Asil Yayın Dağıtım. Reynaud, L. (1966). İktisadi Psikoloji ve Maliye (çev. N. Somel). Ġstanbul: Maliye Enstitüsü Konferansları Onikinci Seri No: 26. Mutlu, A. (2009). Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi. Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayın No 2009/390. Nadaroğlu, H. (1992). Kamu Maliyesi Teorisi. Ġstanbul: Beta Yayınevi. Neuman, W. L. (2008). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar (çev. S. Özge). Ġstanbul: Yayınodası Yayıncılık. OECD. (2011). Revenue Statistics of OECD Member Countries. Paris. Outhwaite, W. (Ed). (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü (çev. M. Pekdemir). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. Ozankaya, Ö. (1984). Toplumbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara: SavaĢ Yayınları. Ögel, B. (1979). Türk Kültürünün GeliĢme Çağları. Ankara: Kömen Yayın Dağıtım. Özpınar, ġ. (2009). Vergi Anomisi. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No 243, I, 267-277. Özsoy, Ġ. (2009). Ġktisadi Adamdan Toplum Adamına. Bilig-Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, KıĢ 2009 (48), 177-206. Özsoy, Ġ., ve Görmez, B. (2008). Toplum Adamı Modelinin Küresel Dayanışmaya Katkısının İncelenmesi: Türkiye, Gürcistan ve Arnavutluk Örnekleri. 2. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresinde sunuldu, Kırgızistan. 147 Radclıffe-Brown, A. R. (2006). Toplumsal Yapı Üzerine (çev. ġ. BaĢtürk), M. Zencirkıran. (Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık, 17-32. Richardson, G. (2006). Determinants of Tax Evasion: A Cross-Country Investigation, Journal of International Accounting, Auditing and Taxation, Vol. 15, 150-169. Rousseau, J. J. (2006). Toplum Sözleşmesi (çev: V. Günyol). Ġstanbul: Türkiye iĢ Bankası Yayınları. Saruç, N. T. (2003). Vergi Ödemeyi Etkileyen Faktörler: Anket AraĢtırmalarının Sonuçları. Vergi Sorunları Dergisi, (178), 152-165. Serim, N. (2009). Vergi Ahlakını Biçimlendiren Faktörlerin Mükellef DavranıĢları Üzerine Etkisi. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No 243, I, 155-177. Seyidoğlu, H. (1992). Ekonomik Terimler: Ansiklopedik Sözlük. Ankara: Güzem Yayınları. Sezgin, S., Çoban, H. (2004, Mayıs) Vergi Mükelleflerinin Davranışları Üzerine Ampirik Bir İnceleme: Denizli Örneği. 19. Türkiye Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya. Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler (yayına hazırlayan. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz). Ġstanbul: Sentez Yayıncılık. Suadiye, G., Yükselen, C. (2001). Mükelleflerin ve Muhasebecilerin Birbirlerinden Beklentileri: Hatay Ġlinde Bir AraĢtırma. Mali Çözüm İstanbul SMMMO Yayın Organı. (56), 15-26. ġehitoğlu, O. F. (2015, Mayıs). Vergi Ahlakı ve Anomik Davranışlar. 30. Türkiye Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya. ġeker Demir, S. (2011). Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi ve Endeks Sıralamasının Analizi. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayınları No 2828. ġener, O. (1996). Kamu Ekonomisi. Ġstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.ġ. ġenyüz, D. (2007). Hukuk Devleti ve Türk Vergi Hukuku, Prof. Dr. Adnan TEZEL’in Anısına, Ġstanbul: Galatasaray Üniversitesi Vergi Hukuku Merkezi. ġimĢek, H., Yıldırım, A. (2003). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Tabakoğlu, A. (2006). Osmanlı Ġçtimai Yapısının Ana Hatları., M. Zencirkıran. (Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık, 33-54. Talas, C. (1980). Ekonomik Sistemler. Ankara: Sevinç Matbaası. 148 Tataroğlu, M. (2006). Cumhuriyetten Günümüze Türk Bürokrasisi., M. Zencirkıran. (Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık, 281-308. Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazarları. Ġstanbul: Sentez Yayıncılık. TĠSK. (Aralık, 2007). XXIII. Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara: Ajans-Türk Basın ve Basım A.ġ., 116. Tolan, B. (1991). Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayıncılık. Türk, Ġ. (2002) Kamu Maliyesi. Ankara: Turhan Kitabevi. Türkdoğan, O. (2008). Osmanlıdan Günümüze Türk Toplumsal Yapısı. Ġstanbul: TimaĢ Yayınları. Uluatam, Ö. (1995). Vergi Hukukunun Genel Esasları ve Vergiler. Ankara: Seçkin Yayınevi. Ülgener, F. S. (1941). Ġktisadi Hayatta Zihniyetin Rolü ve Tezahürleri. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası. 2(3-4), 368-379. Wallace, R. A., Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları (çev. L. Elburuz ve M. R. Ayas). Ġzmir: Punto Yayıncılık. Yılmaz, B.E. ve ġeker, M. (2007) Vergiye Karşı Tepkiler: Mükellef Davranışları (İstanbul Örneği). Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 86. 149 EKLER 150 EK-1. GörüĢme formu GÖRÜġME FORMU Sayın GörüĢmeci, Bu görüĢme, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi O. Fatih ġEHĠTOĞLU tarafından hazırlanmıĢtır. GörüĢmenin konusu özetle, vergiyi algılama ve vergi verme davranıĢı üzerine yapılan bir araĢtırma ile ilgilidir. Bu görüĢmede elde edilen veriler “Türkiye’de Toplumsal Boyutuyla BireyToplum-Devlet İlişkileri Kapsamında Vergi (Ankara Örneği)” adlı Yüksek Lisans tezinde değerlendirilmeye alınacak ve sadece bilimsel amaçlı kullanılacaktır. Dolayısıyla soruları içtenlikle cevaplamanızı diler, gösterdiğiniz anlayıĢtan dolayı Ģimdiden teĢekkür ederim. GörüĢmeci Bilgileri: Ad Soyad: ………………………….. Cinsiyet: …..….………………………… YaĢ: ….……….………………………… Medeni Durum: ……………………….. Eğitim Durumu: ...………………... Meslek: …..…………………………….. ÇalıĢılan Yer (Özel/Kamu): …………….. Ne Tür Bir Vergi Mükellefi (Basit Usul/Gerçek Usul/Ücretli/Serbest Meslek): …………………. Kaç Yıldır Bu ĠĢi Yapıyor: …………… 151 SORULAR: 1) Sizin için vergi ne ifade etmektedir? Neden vergi ödenir? 2) Vergi ahlakı ne demektir? Açıklar mısınız? 3) Vergi rekortmenleri bildiğiniz gibi her sene açıklanıyor. Bu konuda ne düĢünüyorsunuz? 4) Türkiye‟deki vergi sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? 5) Sizce vergi kanunları yeterince açık mıdır? 6) Vergilerin doğru yere harcandığına inanıyor musunuz? 7) Vergi affını nasıl değerlendiriyorsunuz? 8) Kayıt dıĢılığı nasıl değerlendiriyorsunuz? 9) Son olarak sizce vergi anlamında Türkiye‟nin en önemli sorunu nedir? - BĠTTĠ - 152 ÖZGEÇMĠġ KiĢisel Bilgiler Soyadı, adı : ġEHĠTOĞLU, O. Fatih Uyruğu : T.C. Doğum tarihi ve yeri : 04.03.1975, EskiĢehir Medeni hali : Evli Telefon : 312 - 415 36 70 Faks : e-mail : [email protected] Eğitim Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi Yüksek lisans Sosyoloji 06.04.2015 Lisans Gazi Ü. ĠĠBF ÇEKO 2003 Lise EskiĢehir Atatürk Lisesi 1993 ĠĢ Deneyimi Yıl Yer Görev 2004-2008 Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı Devlet Gelir Uzmanı 2008 Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Vergi Hukuku DanıĢmanı 2009-2014 Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı Eğitim ve Sınav Müdürü 2014- Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı Devlet Gelir Uzmanı Yabancı Dil Ġngilizce Yayınlar Hobiler Seyahat, okumak, müzik 153 154 GAZİ GELECEKTİR...