Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
TÜRKĠYE’DE TOPLUMSAL BOYUTUYLA BĠREY-TOPLUM-DEVLET
ĠLĠġKĠLERĠ KAPSAMINDA VERGĠ (ANKARA ÖRNEĞĠ)
O. Fatih ġEHĠTOĞLU
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
SOSYOLOJĠ ANABĠLĠM DALI
SOSYOLOJĠ BĠLĠM DALI
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
NĠSAN 2015
iv
TÜRKĠYE‟DE TOPLUMSAL BOYUTUYLA BĠREY-TOPLUM-DEVLET ĠLĠġKĠLERĠ
KAPSAMINDA VERGĠ (ANKARA ÖRNEĞĠ)
(Yüksek Lisans Tezi)
O. Fatih ġEHĠTOĞLU
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Nisan 2015
ÖZET
Vergi, kaynakların paylaĢılmasında ekonomik yönü kadar toplumu değiĢtirme ve
dönüĢtürme gücü bakımından sosyal yönü de olan bir argümandır. Vergileme sürecinde,
taraflar arasında değiĢik, çok yönlü, komplike ve çoğu kez çatıĢma riski taĢıyan iliĢkiler
cereyan etmekte ve bu iliĢkilerin giderek gerildiği görülmektedir. Bu açıdan, devletle
mükellefin mecburi bu iliĢkisinin sosyal açıdan çözümlenmesi bir gereklilik olarak
karĢımıza çıkmaktadır. Eğer bu çözümleme, sağlıklı olarak gerçekleĢtirilebilirse yani
sosyoloji ile vergi arasındaki uyum sağlanabilirse, yaĢanan problemlerin tespitinde ve
çözümünde önemli bir basamak olacak, tarafların birbirlerini anlaması mümkün hale
gelecek ve böylece sosyal barıĢın önündeki engellerden biri ortadan kalkacaktır.
Mükelleflerdeki vergiye karĢı gösterdikleri olumsuz tutum, davranıĢlara uyumsuzluk
olarak yansımakta ve mükellef vergi ödememenin çarelerini aramaya baĢlamaktadır. Bir
“sapma davranıĢı” olarak da tanımlanabilecek bu tür anomik durumlar, yerleĢik bir vergi
ahlakının olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, mükellefi yeterli bilince ulaĢtırma
adına gösterilecek gayretler doğrudan vergi gelirlerini artırıcı, dolaylı olarak da gelir
dağılımını adaletli bir Ģekle sokucu etkisi nedeniyle oldukça önem arz etmektedir.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
Sayfa Adedi
Tez DanıĢmanı
:
:
:
:
1138
Vergi ahlakı, sapma, vergi anomisi
148
Doç. Dr. Serdar SAĞLAM
v
TAXATION IN SCOPE OF INDIVIDUAL-SOCIETY- GOVERNMENT RELATIONS
WITH IT‟S SOCIAL DIMENSION IN TURKEY (ANKARA EXAMPLE)
(M.S. Thesis)
O. Fatih ġEHĠTOĞLU
GAZĠ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
April 2015
ABSTRACT
Tax is an argument in terms of allocation of resources in economic aspect, and
inversion&conversion of society in social aspect. During the taxation process; various,
sophisticated, complicated and entertaining high risk of dispute interactions between
parties take place and it is observed that these interactions are tensed gradually. Therefore,
it is necessary to analyze this compulsory interaction between government and taxpayer in
social aspect. If this analysis is made properly, in other words if the coordination between
sociology and taxation is facilitated, it would be an important stepping stone to address and
to solve the current problems, and it would be possible for both parties to understand each
other and thus one of the major obstacles for social peace would be removed. Taxpayers‟
negative attitude towards tax reflects their acts adversely, so they start to find a way to
avoid paying tax. These anomic circumstances, which can also be described as “behavioral
variance”, are resulted from lack of established tax ethics. For this reason, it is
considerably important to make efforts that results to raise awareness of taxpayers to
increase tax income directly and also to maintain the fair income distribution indirectly.
Science Code
Key Words
No. of pages
Supervisor
:
:
:
:
1138
Tax ethic, variance, tax anomie
148
Doç. Dr. Serdar SAĞLAM
vi
TEġEKKÜR
Bu çalıĢmanın yürütülmesinde yardım ve desteğini esirgemeyen danıĢmanım Doç. Dr.
Serdar SAĞLAM‟a, konulara getirdiği farklı bakıĢ açılarıyla beni çok yönlü düĢünmeye
teĢvik eden ve kıymetli desteklerini gördüğüm Prof. Dr. Hayati BEġĠRLĠ‟ye, yaptığım
görüĢmelerde bana yardımcı olan Ankara BaĢkent Vergi Dairesi idareci ve çalıĢanlarına,
ayrıca yine görüĢmelerde sorularımı nezaketle, samimiyetle cevaplayan tüm görüĢmecilere
teĢekkür ederim.
vii
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa
ÖZET ..............................................................................................................................
iv
ABSTRACT ...................................................................................................................
v
TEġEKKÜR ....................................................................................................................
vi
ĠÇĠNDEKĠLER ..............................................................................................................
vii
ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ.............................................................................................
xi
HARĠTALARIN LĠSTESĠ .................................................................................................
xii
KISALTMALAR ............................................................................................................ xiii
GĠRĠġ ..............................................................................................................................
1
1. BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Temel Kavramlar ............................................................................................................................................
5
1.1.1. Vergi .................................................................................................................
5
1.1.1.1. Verginin Tanımı .........................................................................................
6
1.1.1.2. Verginin GeliĢimi .......................................................................................
9
1.1.1.3. Vergileme Zihniyeti ...................................................................................
10
1.1.2. Vergi Ahlakı .....................................................................................................
11
1.1.2.1. Vergi Ahlakının Tanımı .............................................................................
13
1.1.2.2. Vergi Uyumu..............................................................................................
14
1.1.2.3. Vergi Kültürü .............................................................................................
20
1.1.2.4. Sapma Kavramı ve Vergi Anomisi ............................................................
23
1.1.3. Vergi Sosyolojisi ..............................................................................................
27
1.1.4. Vergi Psikolojisi ...............................................................................................
29
viii
Sayfa
1.1.4.1. Vergi Algılaması ........................................................................................
31
1.1.4.2. Toplum Adamı Üzerine..............................................................................
33
2. BÖLÜM
VERGĠNĠN SOSYO-KÜLTÜREL ve SOSYO-EKONOMĠK YAPI
ĠÇĠNDEKĠ YERĠ
2.1. Tarihi Süreçte Vergi .......................................................................................................................................
37
2.1.1. Genel BakıĢ ve Verginin Ortaya ÇıkıĢı .............................................................
37
2.1.2. Sanayi Devrimi ve Sonrası.................................................................................
40
2.1.3. GeçmiĢten Günümüze Türklerde Vergi .............................................................
44
2.1.3.1. Ġslamiyet Öncesi Dönem ............................................................................
44
2.1.3.2. Ġslamiyet‟ten Sonra ....................................................................................
45
2.1.3.3. Ġlk Anayasalar ve Cumhuriyet Dönemi ......................................................
48
2.2. Mükelleflerin Vergiye KarĢı DavranıĢlarını Belirleyen Etkenler .........................................
50
2.2.1. Sosyo-Kültürel Etkenler.......................................................................................
50
2.2.1.1. Demokrasi AnlayıĢı ve Devlete Güven ......................................................
51
2.2.1.2. Ġnançlar ve Gelenekler ................................................................................
52
2.2.1.3. Demografik Özellikler (YaĢ, Cinsiyet, Medeni Durum, Eğitim) ................
52
2.2.1.4. Sosyal Statü ve YaĢam ġekli ......................................................................
54
2.2.1.5. Vergi Ahlakı ...............................................................................................
54
2.2.2. Mali Etkenler.....................................................................................................
55
2.2.2.1. Vergi Oranları ve Vergi Yükü ....................................................................
55
2.2.2.2. Gelir Seviyesi .............................................................................................
58
2.2.2.3. Kamu Harcamaları .....................................................................................
59
ix
Sayfa
2.2.2.4. Kayıt dıĢı Ekonomi ve Yolsuzluk...............................................................
61
2.2.2.5. Vergi Adaleti ve Vergi Sisteminin Yapısı .............................................
62
2.2.2.6. Vergi Suç, Ceza ve Afları ...........................................................................
68
2.2.2.7. Vergi Ġdaresinin Etkinliği ...........................................................................
71
2.2.2.8. Meslek Mensuplarının Etkisi ......................................................................
74
2.3. Vergi Direnci ve Mükellef Tepkileri.....................................................................................................
74
2.3.1. Pasif Tepki ........................................................................................................
76
2.3.2. Aktif Tepki ........................................................................................................
77
3. BÖLÜM
ARAġTIRMANIN KONUSU, AMACI ve YÖNTEMĠ
3.1. AraĢtırmanın Konusu ..................................................................................................
81
3.2. AraĢtırmanın Amacı ....................................................................................................
82
3.3. AraĢtırmanın Yöntemi ................................................................................................
82
3.3.1. AraĢtırmanın Temel AĢamaları ............................................................................
83
3.3.2. Kapsam ve Sınırlılıklar .........................................................................................
85
3.3.3. Veri Toplama ........................................................................................................
85
3.3.3.1. Evren ve Örneklem.....................................................................................
85
3.3.3.2. Veri Toplama Teknikleri ............................................................................
96
3.3.3.3. Verilerin Analizi .........................................................................................
97
3.4. AraĢtırma Bulguları ....................................................................................................
97
SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME .................................................................................. 133
KAYNAKLAR ................................................................................................................ 143
EKLER ............................................................................................................................ 149
x
Sayfa
EK-1. GörüĢme formu...................................................................................................... 150
ÖZGEÇMĠġ ........................................................................................................................ 152
xi
ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ
Çizelge
Sayfa
Çizelge 1.1. Vergi dairesi bazında mükellef sayıları ..........................................................
87
Çizelge 1.2. Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması .........
90
Çizelge 1.3. Ankara serbest muhasebeciler mali mücavirler odası üye sayısı ....................
93
Çizelge 1.4. GörüĢme yapılan kiĢiler ve özellikleri tablosu...............................................
94
xii
HARĠTALARIN LĠSTESĠ
Harita
Harita 1.1. Ankara baĢkent vergi dairesinin yetki alanı haritası ......................................
Sayfa
92
xiii
KISALTMALAR
Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
GSMH
Gayri Safi Milli Hâsıla
GV
Gelir Vergisi
ĠYUK
Ġdari Yargılama Usulü Kanunu
KDV
Katma Değer Vergisi
KĠT
Kamu Ġktisadi TeĢebbüsleri
KV
Kurumlar Vergisi
MTV
Motorlu TaĢıtlar Vergisi
SGK
Sosyal Güvenlik Kurumu
SMMM
Serbest Muhasebeci Mali MüĢavir
TÜRMOB
Türkiye Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler ve
Yeminli Mali MüĢavirler Odaları Birliği
ÖTV
Özel Tüketim Vergisi
UYAP
Ulusal Yargı Ağı BiliĢim Sistemi
VUK
Vergi Usul Kanunu
6183
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
1
1. GĠRĠġ
Kamu maliyesi ve onun en önemli ayağı olan vergi, birey-devlet ve toplum-devlet
iliĢkisinin hukuki zemindeki karĢılığıdır. Doğrudan, karĢılıklı ve somut olan bu iliĢki
taraflar için farklı anlamlar taĢımakla birlikte, iliĢkinin çerçevesindeki hâkim renk devlete
aittir.
Vergi, devlet için kamu hizmetlerini finanse etmek amacıyla egemenlik yetkisine
dayanarak zorla tahsil ettiği gelir iken mükellef için bir çeĢit yük olarak kabul
edilmektedir. Devlet, vergi toplarken ekonomik büyüklüğün neredeyse çeyreğini piyasadan
çekmekte ve yürüttüğü siyaset gereği bu tutarı farklı kanallardan tekrar ekonomiye
aktarmaktadır. Mükelleflerdeki vergiye karĢı olan olumsuz tutum, davranıĢlara
uyumsuzluk olarak yansımakta ve mükellef vergi ödememenin çarelerini aramaya
baĢlamaktadır. Kabaca, vergi kaçakçılığı ve vergiden kaçınma olarak adlandırılan böylesi
tepkiler, devletin gelir kaynaklarında önemli azalmalara sebep olmaktadır. Bir “sapma
davranıĢı” olarak da tanımlanabilecek bu durum, yerleĢik bir vergi ahlakının
olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, mükellefi yeterli bilince ulaĢtırma adına
gösterilecek gayretler doğrudan vergi gelirlerini artırıcı, dolaylı olarak da gelir dağılımını
adaletli bir Ģekle sokucu etkisi nedeniyle oldukça önem arz etmektedir.
Toplumsal yaĢamda insan unsurunu ihmal eden bir yapı/sistem velev ki mali yapı
da olsa eksiktir ve aksaktır. Bu açıdan, insanı temel alan mali bir yaklaĢımın, yaĢanan
problemlerin tespitinde ve çözümünde önemli bir basamak olacağı açıktır. ĠĢte tam da bu
aĢamada devreye giren “vergi sosyolojisi”, yapılacak yasal düzenlemelerde ve vergi
politikasının uygulanmasında karĢılaĢılan insan temelli problemlerde ufuk açıcı öneriler
sunabilir. Konuyla ilgili yapılmıĢ olan bölgesel ve ulusal boyuttaki araĢtırmalardan elde
edilen çıkarımlar, adaletli bir vergi sisteminin inĢasında veri olarak kullanılabilir.
Anayasamızda vergi 73. maddede tanımlanmıĢ, mali yükümlülüklerin kanunla
getirilebileceği dile getirilmiĢ, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtımının verginin
sosyal amacı olduğundan bahsedilmiĢtir. Demek ki verginin sosyal amacının varlığı,
normlar hiyerarĢisinde en üstte yer alan Anayasamızda da açıkça ifade edilmiĢ
bulunmaktadır. Buradan hareketle, bahsi geçen sosyal amacın gerçekleĢtirilebilmesi için,
2
vergileme sürecinde devletle (aktif taraf) mükellef (pasif taraf) arasındaki iliĢkinin
çözümlenmesi gerekliliği açık bir Ģekilde görülmektedir. ĠĢte bu çalıĢmayla, vergiye bakıĢ
açısı ve vergi verme davranıĢının anlaĢılması amaçlanmıĢtır ki çatıĢmanın kuvvetle
muhtemel olduğu böylesi bir alanın çözümlenmesi, sosyal barıĢa bir adım daha
yaklaĢıldığının göstergesi olacaktır.
ÇalıĢmanın;
I. Bölümünde; genel hatlarıyla temel kavramlar açıklanmaktadır; bunlardan
verginin tanımı yapılmakta, geliĢim sürecinden bahsedilmekte ve vergileme zihniyeti ele
alınmaktadır. Ardından vergi ahlakı ve bağlantılı olduğu düĢünülen vergi uyumu ile vergi
kültürü üzerinde durulmakta, sapma kavramından hareketle vergi anomisinin çerçevesi
çizilmektedir. Vergi Sosyolojisi ve Vergi Psikolojisi diğer alt baĢlıklar olarak bölümde yer
almaktadır. Bunlardan Vergi Psikolojisinde, verginin algılanıĢını takiben toplum adamına
değinilmektedir.
II. Bölümünde; verginin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı içindeki yeri ele
alınmaktadır. Bölüme verginin tarihi süreçteki karĢılığına genel bir bakıĢ açısıyla
girilmekte, sanayi devrimiyle devam edilmekte ve tüm bu süreçlerin bizcesi anlamında
geçmiĢten günümüze verginin Türk toplumundaki ifadesi ortaya konulmaktadır. Ardından
mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarını belirleyen etkenler,
sosyo-kültürel ve mali
etkenler ana baĢlıklarında incelenmektedir. Sosyo-kültürel etkenler altında; demokrasi
anlayıĢı ve devlete güven, inançlar ve gelenekler, demografik özellikler, sosyal statü ve
yaĢam Ģekli ile vergi kültürü yer almaktadır. Mali etkenler altında ise; vergi oranları ve
vergi yükü, gelir seviyesi, kamu harcamaları, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluk, vergi adalet
ve vergi sisteminin yapısı, vergi suç, ceza ve afları, vergi idaresinin etkinliği ve meslek
mensuplarının etkisi sıralanmaktadır. Bu bölümün son alt baĢlığında da vergi direnci ve
mükellef tepkileri ele alınmakta, tepkiler aktif ve pasif olarak iki ayrı baĢlıkla
incelenmektedir.
III. Bölümünde; araĢtırmanın konusu, amacı ve yöntemi üzerinde durulmaktadır.
Tezin konusunu, verginin toplumda algılanma biçimi, bunun altında yatan sebepler ve tüm
bu sürecin davranıĢlara yansıması oluĢturmaktadır. Bu çalıĢmayla; bireylerin vergiyi
algılama biçimleri, takındıkları tavırlar ve davranıĢların muhtemel sonuçlarını anlayabilme
amaçlanmaktadır. Nitel araĢtırma yönteminin kullanıldığı çalıĢmada, Ankara Ġlinin
3
Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, meslek mensupları ve vergi
idaresi çalıĢanlarından oluĢan grup, amaçlı örneklem metoduyla seçilmiĢ, yarı
yapılandırılmıĢ temel sorularla yapılan görüĢmelerde notlar alınmıĢ ve veriler düzenlenerek
analiz edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu süreçte sınırlılık anlamında mükelleflerin denetlenme
endiĢesi, vergi dairesi çalıĢanlarının da çekimserlikleri karĢımıza çıkmıĢ bulunmaktadır.
Son olarak bu bölümde, yapılan saha çalıĢmasının sonuçları AraĢtırma Bulguları
baĢlığıyla gözler önüne serilmektedir. GörüĢmelerde elde edilen veriler, çalıĢmanın ilk iki
kısmında yer alan kuramlar ve kavramlar ıĢığında yorumlanmaya çalıĢılmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme kısmındaysa; yapılan çalıĢmanın konusu, amacı, yöntemi,
sonuçların yorumlanması, çalıĢmanın sınırlılıkları ve çözüm önerileri konusunda kısa bir
özet yar almaktadır.
4
5
1. BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Bu bölümde tezin konusunu oluĢturan kavramlar üzerinde durulmuĢtur. Bu
çerçevede; verginin tanımı ve geliĢimi ele alınmıĢ, vergileme zihniyetine değinilmiĢtir.
Ardından vergi ahlakı baĢlığın altında kavramın tanımı yapılmıĢ, vergi uyumu ve vergi
kültürü incelenmiĢ, sapma kavramı temelinde vergi anomisi ele alınmıĢtır. Sonrasında ise
vergi sosyolojisi, vergi psikolojisi ve vergi psikolojisinin altında vergi algılamasından söz
edilerek “Toplum Adamı” nın değerlendirilmesi yapılmıĢtır.
1.1. Temel Kavramlar
1.1.1. Vergi
Ġnsan, Ġbn-i Tufeyli‟nin resmettiği Hay bin Yakzan veya Daniel Defoe'nun kaleme
aldığı Robinson Crusoe tarzı tek baĢına yaĢam sürebilecek bir varlık değildir, bilakis insan
sosyal bir varlıktır. Zira insan, bireysel anlamda ne kadar üstün özelliklere sahip olursa
olsun, bu özellikler yalnız bir hayata geçit vermemektedir (Ġbn-i Haldun, 1988: 79).
Ġnsanın beraber yaĢama zorunluluğu farklı organizasyonların doğmasına sebep olmuĢtur.
GeçmiĢten gelen ve insanlık tarihiyle yaĢıt olan bu gereklilik sebebiyle, ortaya çıkan en
kapsamlı organizasyon Ģekli devlettir.
Devlet, toplum bireylerinin bir arada yaĢamaktan doğan müĢterek ihtiyaçları ile
isteklerinin teminini amaçlar (Akdoğan, 2007: 2). Dolayısıyla toplum için genel fayda
sağlayacağı varsayılan bir hizmet, ilgili organ tarafından kamu hizmeti olarak saptanır. Bir
kamu hizmetinin bu Ģekilde saptanması onun gerçekleĢmesi için gereken giderlerin toplum
fertleri tarafından karĢılanmasını gerektirir (Erginay, 2003: 11). Ġhtiyaçlar psikolojik bir
gerçektir (Erkan, 2000: 160) dolayısıyla toplumsal mal ve hizmet üretilerek, ihtiyaçlar
karĢılanma yoluna gidilir ve bu Ģekilde toplumun tümüne yarar sağlanmıĢ olur.
Kamusal ihtiyaçlar adalet, eğitim, sağlık, savunma, sosyal güvenlik, vb. gibi
hizmetlerle giderilmekte olup, kiĢilerin dıĢsal ve içsel türde fayda elde etmelerini sağlayan
(ġener, 1996: 7) ve toplumun müĢterek nitelikteki ihtiyaçlarının karĢılanması bakımından,
6
devletin yapmak zorunda olduğu hizmetlerdir (Akdoğan, 2007: 39). Özel mallardan farklı
olarak buradaki fayda “milyonlarca tüketici tarafından paylaĢılmasına rağmen her bir birey
için eĢit” olarak gerçekleĢmektedir (Akdoğan, 2007: 45). Hatta kamu hizmetlerinin
gerektirdiği fedakârlıkta bulunmayanlar dahi bu hizmetlerin faydasından mahrum
edilememekte yani dıĢlanamamaktadır dolayısıyla kamu hizmetlerinden yararlanma ile
yapılan fedakârlık arasında doğrudan bir iliĢki bulunmamaktadır (Türk, 2002: 10).
Toplumsal mal ve hizmetler, devlet tarafından üretilmez ise, baĢka türlü
üretilemeyecek nitelikte olup fiyatlandırılamamakta, piyasa konusu edilememekte ve
pazarlanamamaktadırlar. KiĢisel bir bedel ödenemeyeceği gibi faydasından toplum
bireyleri kısmen veya tamamen yoksun bırakılamamakta, herhangi bir kimseye tahsisi
yapılamamakta bilakis faydadan tüm bireyler aynı derecede yararlanmaktadırlar (Akdoğan,
2007: 41-43). Toplumsal ihtiyaçların karĢılanmasında birim maliyet tespit edilemez, ancak
toplu maliyet söz konusudur (Türk, 2002: 10) ve bu maliyet yani üretilen kamusal mal ve
hizmetlerin bedeli vatandaĢtan toplanan vergilerle finanse edilmektedir. Toplumsal
ihtiyaçların giderilmesinde kullanılan bu mal ve hizmetler, bireylere doğrudan veya dolaylı
yollarla devlet eliyle götürülmektedir; birey ise tüm bu süreçte oy kullanırken yaptığı
tercihle siyasete yani kamu harcamalarına yön vermektedir.
1.1.1.1. Verginin Tanımı
Rousseau vergiyi Toplumsal Sözleşme ile irtibatlandırarak izah etme yoluna gider;
vergi devletin vatandaĢlara sunduğu hizmetin bedelidir (2006). Montesquieu ise vergiyi bir
sigorta primi gibi ele alır; kiĢi servet veya gelirinin tümünü koruyabilmek için onların çok
küçük bir parçasını devlete vermelidir, o da vergidir. F. Neumark‟da vergi “iktisadi
kıymete sahip olanların, siyasi cebir altında devlete ya da idari yetkilere sahip devletin
diğer Ģahıslarına bir karĢılık gerektirmeksizin yaptığı transferdir” (Mutlu, 2009: 6-9)
Ģekliyle karĢılık bulur.
Bugünkü anlamda vergi, modern zamanların yani günümüz dünyasının bir
ürünüdür, sürekli olarak da ekonomik/toplumsal hayatla birlikte değiĢmeye/geliĢmeye
devam etmektedir. Bu anlamda Türk, verginin “sanayi inkılabıyla ortaya çıktığından”
bahisle “pazar ekonomisine paralel bir geliĢme gösterdiğinin” üzerinde durmaktadır (2002:
143). Aynı hususta Nadaroğlu, vergiyi “çeĢitli değiĢiklikler geçirmiĢ, anlam ve kavram
7
olarak farklı dönemlerde farklı yorumlara maruz kalmıĢ mali, iktisadi, sosyal, hukuki,
politik hatta ahlaki yönleri ile kompleks bir müessese” (1992: 217-218) olarak ifade
etmekte; Akdoğan ise “tanımın günün koĢullarına ve tanımı yapan kiĢinin yaklaĢımına
bağlı olarak farklılıklar gösterdiğini” (2007: 117) belirtmektedir.
Kamu gelirleri, “devlet veya diğer kamu kuruluĢlarının, kamu ihtiyaçlarından
doğan giderlerini karĢılamak için vergilendirme yetkilerine dayanarak elde ettikleri bütün
değerler”dir (Erginay, 2003: 16). Kamu harcamalarının karĢılığının bulunması bakımından
vergi “en demokratik finansman usulü” (Türk, 2002: 112) olup kamu gelirleri içinde
önemli bir yere sahiptir. Zira bireyler, siyasi yapı içinde kullanacakları oy ile tercihlerini
süreçte etkili olarak kullanmakta (Akdoğan, 2007: 46) ve bu açıdan bakılırsa “vergide
rızanın” bulunduğu dahi söylenebilmektedir (Erginay, 2003: 38).
Nadaroğlu‟na göre vergi; “kamusal görevlerin yerine getirilmesi amacıyla
ekonomik birimlerden kanunda öngörülen esaslara uymak kaydıyla ve hukuki cebir
altında, özel bir karĢılık beklemeksizin geri vermemek üzere aldıkları parasal tutar”ın
karĢılığıdır (Mutlu, 2009: 7). Vergi, “dayanağını egemenlik gücünden alan ve bireylerin
toplum adına yapmıĢ olduğu mali fedakârlıktır” (Akdoğan, 2007: 4-45). Benzer bir
yaklaĢımla “kamu hizmetlerinin gerektirdiği fedakârlıktan” kimsenin vazgeçemeyeceği
ifade edilmektedir (Türk, 2002: 10). Vergi, devletin kamu hizmetlerini karĢılamak için
fertlerden “zora dayanarak” aldığı ekonomik değer olarak ifade edilmekte “vergide fertler
bakımından bir karĢılık yoktur; vergi gelirleri kamu hizmetlerine, fertlerin bu hizmetlerden
faydalanma derecesine bakılmaksızın harcanır” denilmekte (Erginay, 2003: 18-19).
Anayasanın “Vergi Ödevi” baĢlıklı 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini
karĢılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. … malî yükümlülükler
kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır” ifadeleri yer almaktadır. Dolayısıyla
Anayasaya göre tanımlayacak olursak vergi; herkesin kamu giderlerini karĢılamak üzere,
mali gücü oranında ve kanun çerçevesinde ödeyeceği bir yükümlülüktür.
Zaman içinde ekonomik ve toplumsal süreçle geliĢmiĢ olan verginin, mali bir
kurum olması öne çıkan özelliği olsa da günümüzde toplumsal yanı her geçen gün kendini
daha fazla hissettirmektedir. Ortaya çıkan “bu yükün” (Akdoğan, 2007: 45) toplumu
değiĢtirme/dönüĢtürme özelliği gözden uzak tutulmamalıdır. Devlet alt gelir gruplarının
8
ihtiyacı olan mal ve hizmetleri üretmekte (yeĢil kart, toplu taĢıma, genel sağlık, vb. gibi)
ve
maliyetlerinin
altında
düĢük
fiyattan
faydalanmayı
sağlamaktadır.
Transfer
harcamalarıyla yapılabilen bu harcamaların kaynağı, vatandaĢlardan artan oranlı tarife ile
vergilendirilerek karĢılanmaktadır. Dolayısıyla gelir dağılımındaki adaletsizliği giderme
amaçlı bu transfer, bireylerin harcanabilir gelirinde bir azalmaya sebep olmakta, özellikle
de vergilerdeki bir artıĢ tasarruf kabiliyetini azaltmakta ve sonuçta vatandaĢın tepkisine
sebep olmaktadır. Eğer toplumsal anlamda bu süreç iyi yönetilebilirse “aynı toprağın suyla
olan iliĢkisi gibi, vergi de devlet kanalıyla kamu harcaması ile ekonomiye dönecek ve
ekonominin verimliliğini artırıcı etki” yapacaktır (Akdoğan, 2007: 128). Hatta “Para
sirkülasyonunun kifayetli olmadığı ve yer yer ayni ekonominin hâkim bulunduğu, yatırım
temayülünden ziyade gösteriĢ istihlaki temayülünün kuvvetli olduğu memleketimizde
vergileme, vücudun muayyen bir yerinde pıhtılaĢmıĢ olan kanın dolaĢıma katılmasını
temine” yaramakta ve bu dolaĢım bütün organizmayı canlandırmaktadır; bu anlamda
Ġngiltere‟de Gelir Vergisi “uzvi bir sosyal değiĢme halinde” (Kurtkan, 1968: 176, 171)
ortaya çıkmıĢ durumdadır. Bazı kimselerse vergi yolu ile milli gelirin yeniden dağıtımını
yalnız gereksiz değil aynı zamanda zararlı görmüĢlerdir. Onlara göre vergi, kiĢinin çalıĢma
isteğini yıkmakta; olanaksız duruma getirmese bile, kiĢinin birikim yapabilmesini gittikçe
artan bir biçimde güçleĢtirmektedir (Talas, 1980: 118).
Vergi bazen belirli bir kaynağın kullanımını kısmak için yürürlüğe konulabildiği
gibi genel tüketim kapasitesini azaltmaya yönelik olarak da yürürlüğe konulabilmektedir
(Akdoğan, 2007: 116) yani vergi teĢvik edici olarak veyahut yasaklayıcı bir araç olarak
kullanılabilmektedir (ġener, 1996: 16). Bu duruma pratik hayatta uygulanagelen değiĢik
örnekler vermek mümkündür; yurtdıĢına çıkıĢta alınan harcın yüksekliği seyahat
özgürlüğünü kısıtlayabilmekte ya da mahkeme harcının yüksekliği vatandaĢın hakkını
aramasını engelleyici olabilmektedir.
Üzerinde bunca durduğumuz “vergi” nin bazı aktörleri vardır; mükellefler, vergi
idaresi çalıĢanları, meslek mensupları (muhasebeciler, mali müĢavirler), politikacılar ve
akademisyenler ve tabiidir ki bu aktörler arasında sürekli bir iletiĢim ve etkileĢim vardır.
9
1.1.1.2. Verginin GeliĢimi
Vergilerin geleneksel iĢlevi, devletin sosyal mal ve hizmet üretebilmesi için
finansman sağlamasıdır. Klasik devlet anlayıĢı tarafsız maliye anlayıĢına sahip olduğu için
vergilemeye finansman amacı dıĢında bir amaç yüklememiĢtir ancak Keynesyen iktisadın
ortaya çıkmasıyla, tam istihdam ve büyümeyi sağlamak için fonksiyonel maliye gündeme
gelmiĢtir (Mutlu, 2009: 8). Böylece vergiler, maliye politikasının en önemli aracı olarak
görülmeye baĢlanmıĢtır.
Devletin faaliyet alanının geniĢlemesiyle sınırlı hizmetleri öngören “koruyucu
devlet” anlayıĢı gittikçe değiĢerek “sosyal devlet” anlayıĢına dönüĢmüĢ ve kamu
ihtiyaçları, toplumun ekonomik ve sosyal açıdan geliĢimine bağlı olarak gittikçe artmıĢtır
(Akdoğan, 2007: 5, 38). Öyle ki bu değiĢimde sanayi devriminin payı büyüktür zira
devletin yaptığı hizmetler devamlı hale gelmiĢ ve bu durum da kaynakların sürekliliğini
zorunlu kılmıĢtır. Bu açıdan sanayi devrimi kamu hizmetlerinin çeĢitlenmesine ve zamanla
yoğunluk kazanmasına (Türk, 2002: 2) sebep olmuĢtur. Belki de asıl değiĢen farkındalığın
artması sebebiyle insanların sosyal riskleri daha çok algılar hale gelmesiydi. Türk, bu
durumu Ģöyle örneklendirir; “insanlar nasıl Edison‟a gelinceye kadar elektro manyetik
dalgaların içinde yaĢadıkları halde elektriğin farkında olmadılar ise, toplumlar da sanayi
toplumu oluncaya kadar, sosyal risklerin farkında olmadılar” (2002: 6, 11). ĠĢte bu sebeple
toplumsal ihtiyaçların karĢılanmasında özel mali araçlar geliĢtirilmiĢtir ve vergi de bu mali
araçların en önde gelenidir.
Vergileme yetkisinin sınırlandırılması, demokratik geliĢmelerin de baĢlangıcı kabul
edilmektedir. Bu anlamda Magna Carta, özgürlük ve anayasa anlayıĢında bir dönüm
noktası olmuĢ, sağlanan toplumsal mutabakat sayesinde kralın sınırsız vergileme yetkisi
parlamentolara
devredilmeye
baĢlanmıĢtır.
Vergileme
yetkisinin
parlamentolara
devredilmesi, temsili demokrasi sistemi de hesaba katılırsa yeni vergilerin iĢlerlik
kazanmasında dolaylı da olsa fertlerin rızasının alındığı anlamına gelmektedir.
DeğiĢimin kaynağı; yürürlüğe koyulan yasalar ve yürütülen politikalar aracılığıyla
hükümetler olabileceği gibi toplumsal hareketler, ekonomik geliĢmeler, teknolojik
geliĢmeler veya çevresel faktörler de olabilmektedir (Marshall, 2009: 137). ĠĢte tam da bu
anlamda vergi, fonksiyon itibariyle çok büyük toplumsal değiĢimlerin öncülüğünü
10
yapabilecek bir öneme sahiptir. Buna en güzel örnek günümüz Amerika‟sının kuruluĢudur;
özgürlük mücadelesinde ağır, haksız ve keyfi vergiler temel hareket noktası olarak
karĢımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, Ġngilizlerin o dönemde aldıkları vergiler “dağınık
haldeki koloniler arasında birleĢtirici bir iĢlev” (Aktan, Dileyici ve Saraç, 2002: 167)
yerine getirmiĢ ve sonuçta alınan galibiyetle 4 Temmuz 1776 tarihinde Amerika
bağımsızlığını ilan etmiĢtir.
Günümüzde vergi, uluslararası iliĢkilerin geliĢmesinden dolayı ulusal boyutları
çoktan aĢmıĢ, mali zeminin daha geniĢ bir platformda düĢünülmesi gerekliliği kendini
göstermiĢtir. Bu durum ise “uluslararası vergi hukuku ve uluslararası maliyenin"
(Akdoğan, 2007: 20) ortaya çıkmasına neden olmuĢtur.
1.1.1.3. Vergileme Zihniyeti
Vergileme bir borç-alacak iliĢkisi olup, vergi alacaklısı (devlet) ve vergi borçlusu
(bireyler ve firmalar) bu iliĢkinin taraflarını oluĢturur. Maddi zora dayalı karĢılıksız verilen
bir değeri ifade etmesi itibariyle verginin doğasında potansiyel bir direnç zaten mevcuttur.
Devlet egemenlik hakkını kullanarak, vergilemede kendisine maddi ve hukuki zor
kullanma yetkisi tanımaktadır (Gök, 2007) zira egemenlik teorisine göre vergi koymak
devletin hakkı, ödemek ise vatandaĢın görevidir dolayısıyla vergileme zihniyeti devlet
zihniyetinin bir alt kavramıdır (Mutlu, 2009: 1, 10). Bu açıdan, XIV. Louis‟e devlet
adamlarının yazdığı muhtırada “teb‟anız size her Ģeyi vermekle hakikatte bir Ģey vermiĢ
olmuyorlar, çünkü onların elinde bulunanlar zaten sizindir” cümlesi vergileme
zihniyetindeki mutlakıyet anlayıĢının veciz bir ifadesidir (Dikmen, 1964: 65, 66).
Psikolojik, sosyolojik ve hukuki faktörleri barındıran bu karmaĢık iliĢkide arzu edilen
sonuç, devletin vergilemede adil olması, bununla beraber mükelleflerin vergiye gönüllü
uyum sağlamasıdır (Gök, 2007).
Vergilemeye dönük temel anlayıĢları ifade eden vergileme zihniyeti, öncelikle milli
kültürün bir parçasıdır ve vergileme zihniyetini milli kültürle iç içe olan vergi kültürü
önemli ölçüde etkilemektedir (Mutlu, 2009: 17, 24). Bu açıdan vergileme zihniyetini;
yetkili çevreler (saray, bürokrasi, memurlar,..), vergi ile ortaya çıkmıĢ kurumlar (iltizam
sistemi, tımar sistemi,..), vergi kanunları, ahlaki kaideler, kamuoyu,.. gibi unsurların
(Ülgener, 1941) belirlediği görülmektedir.
11
Klasiklere göre vergi, sadece mali amaçla yani devletin giderlerini karĢılamak için
toplanmıĢken zamanla vergilemenin amacında değiĢiklikler ortaya çıkmıĢtır. Devlet,
vergiyi, gelir elde etme amacının yanında ekonomik ve sosyal bazı amaçlara ulaĢabilmek
için kullanmıĢtır ki buna "vergilemede müdahale ilkesi (Steuerinterventionismus)" adı
verilmektedir. Bu açıdan vergileme, bütün toplumsal aktörlerin etkinliklerine bir müdahale
anlamına gelmektedir ve bu açıdan ekonomi ve toplum arasında bulunan karĢılıklı
bağımlılıktan dolayı buradaki müdahaleyle çok farklı etkilerin (ekonomik, mali, sosyal,
politik) ve sonuçların (Değirmendereli, 2009) ortaya çıktığı görülmektedir. Hatta daha da
ötesinde, vergilerin mali olmayan amaçları denince sadece ekonomik ve sosyal amaçlar
anlaĢılmamalıdır; Osmanlı toplumundaki cizye uygulaması gibi dini ve ahlaki amaçlar için
de vergi konulabildiği görülmektedir (Mutlu, 2009: 33).
Jean Babtiste Colbert, vergileme sanatının mümkün olduğunca az bağırtarak
kazların en fazla tüyünü yolmaktan ibaret olduğunu ifade etmekle birlikte globalleĢme bu
zihniyeti, çok tüy elde etmek değil ne olursa olsun kazı kümeste tutmayı sağlamak Ģekline
kaydırmıĢtır (Dileyici, 2004: 137). Özetle, vergileme bir bölüĢüm ve uzlaĢma alanı olması
gerekirken, uzlaĢmadan çok rant sağlama alanı olarak belirginleĢmektedir (Özpınar, 2009).
Bu süreçte, taraflar arasında değiĢik, çok yönlü, komplike ve çoğu kez çatıĢmaya dönüĢme
eğilimi ve riski taĢıyan iliĢkiler cereyan etmekte (Gök, 2007) ve iliĢkilerin giderek gerildiği
görülmektedir. Uluslararası anlamda sosyal paylaĢım alanlarının vergilendirilmesinde
karĢılaĢılan problemler ve ünlü Fransız sinema aktörü Depardieu‟nun ülkesinde uygulanan
yüksek vergiden ötürü Rus vatandaĢlığına geçiĢine sebebiyet veren olayları bu açıdan
değerlendirmek gerekmektedir.
1.1.2. Vergi Ahlakı
“Aristotales bir eserinde Ģöyle diyordu: Atina sitesi kaleleri ayakta iken ahlakı
harabe olmuĢtu. Türkiye için böyle karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ancak
toplumsal gidiĢin akılcı ve bilimsel yaklaĢımlarla çözümlenmemesi halinde “Atina”
sitesinin düĢtüğü akıbetten bizi kimler kurtarabilecektir?” diyen Türkdoğan‟a göre,
toplumsal yapı ve kültürel değiĢime yaklaĢım biçimleri, aslında olayların arka planında
yatan etken unsurların aydınlatılmasında biricik yaklaĢım yöntemidir, dolayısıyla kültürel
değiĢme sürecinde yapısal unsurların etkileyici bir rolü vardır (2008: 490, 491).
12
“Doğru olan, iyi olan nedir” sorusuyla ilgili olarak Güngör, iyinin kendiliğinden
baĢka bir Ģeyle tarif edilemeyeceğini bilakis sadece sezgi ile kavranabileceğini ifade
etmektedir (1993: 7). Güngör‟e göre bir inanç olması bakımından değer, “dünyamızın
belirli bir kısmıyla ilgili idrak, duygu ve bilgilerimizin bir terkibi demektir ve tek bir
inanca değil bir arada organize olmuĢ bir grup inanca” karĢılık gelmektedir. Ġnsanın sosyal
geliĢmesi genellikle bir ahlaki geliĢmeden ibaret olduğundan ahlak değerleri, psikolojinin
önemli bir konusunu oluĢturmaktadır. Ġnsanın sosyal bir varlık olması baĢka insanlarla
karĢılıklı iliĢki halinde yaĢaması demektir dolayısıyla böyle bir hayatın öncelikle ahlak
değerlerine dayanması ĢaĢırtıcı değildir. Bu açıdan, bugünkü felsefenin en eski kaynağı
sayılan Sokrates ilk defa “nasıl davranmamız” gerektiği hakkında sistemli fikirler ileri
sürdüğü zaman Ahlak Felsefesinin de ne olduğunu göstermiĢtir (1993: 3, 8, 19).
Güngör devamla, değerlerin öğrenilmesinin daha çok rol öğrenmesi Ģeklinde bir
sosyal öğrenme olduğunu ifade etmektedir. Herkes toplum içinde bir mevkiye (kız, erkek,
memur, tüccar, evli, dul, genç v.s.) ve bu mevki için toplumun uygun gördüğü rollere
sahiptir “o halde biz bulunduğumuz her mevkide o mevkideki insanların neler yapması,
neler düĢünmesi, nelere kıymet vermesi v.s. gerektiği hakkındaki fikirlere sahip oluruz”
diyen Güngör bu değerlerin arkalarında toplum desteği bulundukça bizde yerleĢtiğini dile
getirmekte ve fakat bu destek zayıflayınca da değiĢmeye veya dejenere olmaya müsait hale
geldiğini ifade etmektedir (1993: 50). Zira sistemler, “moral ve ahlaksal değerleri ihmal
ederek son amaçlarına” ulaĢamamaktadırlar (Talas, 1980: 14) ki sistemin kapitalist veya
sosyalist olması sonucu değiĢtirmemektedir.
Bu anlamda ahlak normlarını sosyal normların bir çeĢidi sayan Güngör, normların
öğrenilmesini ve benimsenmesini sosyalleĢme denilen prosesin büyük bir parçası
saymaktadır; “GeliĢmeci psikologlar, önemli olanın insanın çevreden aldığı izlenimleri
belli bir Ģekilde organize etme kabiliyetidir demektedirler zira insan sadece çevreyi kendi
zihin ve davranıĢ Ģemasına sokmakla kalmaz fakat aynı zamanda kendi zihnini çevreye
aksettirir ve çevreye bir anlam verir”. Sosyal Öğrenme Teorisine göre ahlak öğrenilen bir
Ģeydir, yani ferdin hayatının büyük bir kısmını, hatta bütününü kaplayan bir öğrenme
sürecidir. Bir kimsenin ahlak normlarını ve değerlerini öğrenmesi, esas itibariyle cezamükâfat yoluyla ve bir kimseyi model edinmekle (özdeĢleĢme) olmaktadır bu açıdan söz
konusu teori, ahlaki davranıĢın kazanılmasını “modellerle öğrenme” (1993: 15-16, 42-43)
prensibine dayandırmaktadır.
13
1.1.2.1. Vergi Ahlakının Tanımı
Ahlak, TDK Sözlüğünde “bir toplum içinde kiĢilerin uymak zorunda oldukları
davranıĢ biçimleri ve kurallar” olarak tanımlanmaktadır. Modern Toplumsal Düşünce
Sözlüğünde ise “yaĢam tarzındaki gerekçeleri sağlayan düĢünce veya düĢünceler
bütününün kiĢi veya gruplarca kabul görülmüĢ veya beyan edilmiĢ haline” (Outhwaite,
2008: 21) ahlak denilmektedir. Bu açıdan çeĢitli davranıĢ olanakları ve tercihleri arasından
belli birini seçmesi insanın kendi kiĢilik ve varlığını gerçekleĢtirmesidir (Erkan, 2000: 43).
Ahlaki hükümleri ikiye ayrılmak da mümkündür; bunlardan ilki ahlaki mecburiyet veya
mükellefiyet (yükümlülük) hükümleridir ki burada bir eylemin ahlaki niteliği söz
konusudur, ailenize yardım etmelisiniz gibi. Ġkinci tipte ahlaki değer hükümleri ise Ahmet
iyi çocuktur, dedikoduculuk çirkin Ģeydir (Güngör, 1993: 18) Ģeklindeki yargılardır.
Bu çerçevede, vergi ahlakı “gelir kazananların vergilerini yasalara uygun ölçü ve
zamanda ödemeleri konusundaki tutum, davranıĢ, inanç ve değer yargıları” demektir
(Seyidoğlu, 1992: 949). Bir baĢka tanımlamada ise vergi ahlakı mükelleflerin vergi
kanunlarından doğan mükellefiyetlerini, gerçeğe uygun bir Ģekilde yerine getirme
konusundaki davranıĢlarının düzeyidir denilmektedir. Verginin önemini, gerekliliğini ve
kanunlardan doğan mükellefiyetlerini bilen kiĢilerin, bundan kaynaklanan ödevlerini
sağlıklı bir Ģekilde yerine getirmeleri beklenir. Kanunların bilinmemesi, muhatap kalınacak
hukuki iĢlemler bakımından etkili değildir. Vergi ahlakı, etkileri ve sonuçları itibariyle
toplumsal boyutta önem kazanır. Toplumun, bir verginin gerekliliği konusunda etkin bir
Ģekilde bilgilendirilmesi ve yapılan düzenlemelerin temel vergi ilkelerine uygun olması,
vergi ahlakının oluĢumu bakımından gereklidir. Bu zorunluluğa rağmen, mükelleflerden
kaynaklanan olumsuz davranıĢ biçimi ortaya çıkıyorsa, hizmet sunum koĢullarındaki
yeterliliğin gözden geçirilmesi gerekir. Ayrıca kamu harcamalarındaki etkinlik ve
isabetlilik konusunda toplumun sürekli bilgilendirilmesi ve Ģeffaflık sağlanması, vergi
ödevlerini yerine getirmeyenlerin tespit edildiği ve kanunlar çerçevesinde yaptırım
uygulandığı kanaatinin oluĢturulması büyük önem taĢımaktadır (Akdoğan, 2007: 184-185).
Vergi ahlakını etkileyen bir takım sebepler vardır. Örneğin demokratik kültürün
geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ahlakı da paralel olarak geliĢmiĢlik özelliği
göstermektedir. “Özellikle de doğrudan demokrasinin geliĢmiĢ olduğu ABD, Ġsviçre gibi
ülkelerde vergi ahlâkının demokratik ahlâkın bir parçası” olduğu gerçeği gözden
14
kaçırılmaması gereken bir noktadır. Toplumların değiĢme hızı da vergi ahlâkını etkiler;
kimi toplumlarda bu hız çok yüksek kimilerinde ise düĢüktür. “Toplumsal değiĢmenin
süratli olduğu, ekonomik, teknolojik kalkınmanın hız kazandığı, zenginliklerin çok çabuk
el değiĢtirdiği, aile değerlerinin kabuk yenilediği, toplumsal yozlaĢma denilen kuralsız ve
kaotik değiĢimin vergi ahlâkına da menfi tesir ettiğini kabul etmek gerekir” (Küçük, 2011).
Ayrıca, vergilerin belirli bir hizmet karĢılığı olmaksızın alınıyor olması yani ortaya çıkan
ve geliĢen bedavacılık olgusu, özellikle kamu hizmetlerinden yeterli nitelikte ve miktarda
yararlanamadığını düĢünen mükellefler için vergi ahlakının oluĢumunda önemli bir engel
teĢkil etmektedir.
Mükelleflerin vergiye uyum gösterme (vergi ödeme) veya göstermeme (vergi
ödememe) davranıĢı tamamen kendi kiĢisel seçimlerinin bir fonksiyonu olarak ortaya
çıkmaz; fert için davranıĢından dolayı sosyal kabul de önemlidir ve fert baĢka kimselerin
davranıĢlarını da dikkate almaktadır (Serim, 2009). Bu noktada toplumsal bütünleĢme ve
uyumun sağlanmasında, mükelleflerin % 81‟i verginin bir arada yaĢamanın önemli bir
koĢulu olduğunda hem fikir olduklarını ifade etmiĢlerdir (Baloğlu, Yılmaz ve ġeker, 2010:
60). O halde aynı imkânlara sahip olmalarına rağmen kimi mükellefler iyimser bir ortamın
da etkisiyle vergisel sorumluluklarını yerine getirmekte iken neden kimi mükellefler
sürekli vergi kaçırmanın/vergiden kaçınmanın yollarını aramaktadırlar?
1.1.2.2. Vergi Uyumu
Sosyal iliĢki, iki veya daha fazla sayıdaki bireysel organizma arasında bireysel
çıkar, karĢılıklı çıkarların oluĢması veya kısıtlı imkânlar nedeniyle çıkarların çatıĢması
nedeniyle oluĢan düzenler bütünlüğünü anlatmaktadır. Burada çıkardan bahsederken, özne
ve nesne arasında gerçekleĢen tüm iliĢkiler ima edilmektedir ki toplum üyelerinin çıkarı
için tabi olunan gözlemlenebilir kurallar, sosyal değerler bir sonuç olarak karĢımıza
çıkmaktadır (Radclıffe-Brown, 2006). Bu anlamda Durkheim‟a göre toplumsal olguların
temeli, bütün bireysel bilinçlerin birleĢip birbirlerine uyarlanırken oluĢturduğu temeldir;
böylece bir araya gelen bireylerin oluĢturduğu küme, tek tek her bireyden ayrı nitelikte bir
gerçekliktir ve toplumsal çevre, asıl olarak ortak düĢüncelerden, ortak inançlardan, ortak
alıĢkanlıklar ve eğilimlerden kurulu bulunmaktadır (1992: 330, 312).
15
Bilincin, sosyolojik bir olgudan çok psiĢik görünüme sahip olduğu düĢüncesi,
toplumsal boyutunun ihmal edilmesine sebep olmaktadır (ġehitoğlu, 2015). Hâlbuki bireytoplum etkileĢimi öylesine sıkı bir iliĢki içindedir ki, Durkheim bu durumu “toplumun geri
kalan bölümü bizdeki merkezkaç eğilimleri sınırlamak için üzerimizde ağırlığını
duyuruyor ve biz de kendi açımızdan baĢkaları üzerindeki bu ağırlığa katılarak onların
bizim üzerimizdeki ağırlığını etkisiz kılmaya çalıĢıyoruz” (1992: 329) cümlesiyle dile
getirmektedir. Merton‟a göre ise bilinç, toplumsal bağlantının bir sonucudur (Ergun, 1982:
82). Bu demektir ki, toplumsalın inĢasında bireyin önemi ne anlama geliyor ise bireyin
kararlarında da toplumun etkisi o anlama gelmektedir (ġehitoğlu, 2015).
Toplumbilim Terimleri Sözlüğünde bilinç, "toplumsal iliĢkiler sürecinde insanın
nesnel çevresini ve kiĢisel varoluĢunu anlamasını sağlayan düĢünsel süreçlerin tümü"
(Ozankaya, 1984: 21) olarak ifade tanımlanmakta ve toplumsal iliĢkiler yaklaĢımın
merkezine alınarak bilince sosyal gerçeklik hüviyeti kazandırılmaktadır. Demek ki
sosyolojik bakıĢ açısından bilinç, toplumsal yaĢamı anlayabilmekte fonksiyonel bir
konumda yer almaktadır. Birey kendi bilincinde var olanlar sebebiyle, toplumun gözüyle
görmekte ve öyle davranmaktadır (ġehitoğlu, 2015).
Bilincin sistematik incelenmesini konu alan fenomenolojik yaklaĢımda (Marshall,
2009: 241), Husserl geliĢtirdiği fenomenoloji kavramını “insan duyuları ile doğrudan
kavranacak Ģeylere ilgi” Ģeklinde tanımlamaktadır yani fenomenolojide kiĢi dünya ve
gerçekliklerin nasıl yorumlandığıyla ilgilenmektedir. Aynı ekolden Schutz içinse, bireyin
günlük hayat durumlarına atfettiği anlam çok önemlidir. Schutz, projektörü bireyin kendi
durumuna çevirmekte ve böylece toplumsal ve kültürel olan üzerinde durmaktadır.
Gerçekliğin toplumsal inĢası anlamında Berger ve Luckmann da toplumsal düzene
süregelen bir insan üretimi olarak bakmakta, toplumsal düzeni “geçmiĢ insan etkinliğinin
sonucu” saymakta ve insan etkinliğinin ancak onu üretmeye devam ettiği sürece var
olabileceğini dile getirmektedirler (Wallace ve Wolf, 2004: 298, 325). Tüm bunların
ıĢığında toplumsal normlar, toplum içinde hangi durumda nasıl davranılması gerektiğini
gösteren ve yaptırımı olan değerler sistemi olarak belirginleĢmektedir.
Normlar; gereksinim üzerine ortaya çıkan/kalkan, davranıĢları Ģekillendiren,
göreceli ve yazılı/yazısız özellik taĢırlar. Çoğulun olduğu her yerde normlar mutlaka vardır
ve bireylere bir çeĢit kılavuzluk yaparlar yani bireylerin seçimlerini yönlendirirler. ĠĢte
16
toplu olarak yaĢamanın gereklerinden biri de toplumsal normlara uyma zorunluluğudur.
Toplumsal düzenin sağlanabilmesi ancak bireylerin benzer davranıĢlar sergilemesiyle
mümkün olabilir. Konsensüsüsün sağlandığı böylesi toplumlarda genel bir düzenden ve
refahtan söz edilebilir. Bu kurallara uymayan bireylere ise uymama davranıĢının
mahiyetine göre farklı cezalar uygulanır. Ancak burada sorun Ģu ki bugünün modern
toplumunda bireyler, uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun bütününden çok,
yakın iliĢki kurdukları gruplardan sağlama yolunu seçebilmektedirler. Toplumun aĢırı
büyümesi bireyleri, yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara
yönlendirmekte ayrıca stereo tipleri (kalıp yargı) yayan kitle iletiĢim araçları sebebiyle
birey, toplumca benimsendiğini düĢündüğü davranıĢ biçimlerini sergileyebilmektedir
(ġehitoğlu, 2015).
Buradaki stereo tip, Walter Lipman‟ın Public Opinion (1922) baĢlıklı kitabında
“kafamızdaki sabit, dar ufuklu resimler”i karĢılayacak Ģekilde geliĢtirilmiĢ ve genellikle de
aĢağılayıcı bir anlam yüküyle kullanılmıĢtır; bu açıdan sosyolojik tipleĢtirme
(fenomenoloji) sürecinin karĢısında yer alan bir bakıĢı temsil etmektedir (Marshall, 2009:
701). Yani stereo tip (kalıp yargı) fert veya topluluk hakkında sahip olunan bir tür kanaat
olup insanları kimi sınıflara, tiplere bölmeyi ifade etmektedir. Ki bu bölünmenin her
zaman gerçeğe ve bilinen kanıtlara dayanması da gerekmez sadece bazı özelliklerin bu
sınıflara dâhil fert veya topluluklarda olduğu varsayılmaktadır.
Normların toplumsal kuramdaki geliĢimi iki Ģekilde gerçekleĢmektedir; toplum
bireylerinin standart uygulaması anlamında normal kabul edilen mevcut davranıĢ kalıbı ve
bireylerin yapması gereken emredilen davranıĢı anlatan bir kalıp olarak norm düĢüncesi.
Bu anlamda beklentiler de tahmine dayalı beklentiler ve zorunlu beklentiler olarak
sınıflandırılabilir. ToplumsallaĢma, normlar içselleĢtirildiğinde
gerçekleĢmekte ve
normlara uymak bir tür “ikinci doğa” halini almaktadır (Outhwaite, 2008: 527-528). Bu
açıdan değer ve normlar sosyal içeriklidir; birey bunları sosyal çevresinde hazır bulur ve
sosyalleĢme sürecinde öğrenir; iĢlevselciler için normlar ve değerler açık ve bireyi
etkileyecek Ģekilde “orda dıĢarıdadır” (Wallace ve Wolf, 2004: 307). Tönnies‟in ortak
irade (Kösemihal, 1989: 204), Durkheim'in ise kollektif bilinç dediği toplumsal bilinç,
bireysel bilinçten önce gelmekte ve birey üzerinde zorlayıcı bir etki yapmaktadır (Tolan,
1991: 24) yani müeyyide gücüne sahip bulunmaktadır. Bu anlamda birey toplumsal olanla
17
ne kadar uyum içindeyse yani toplumsal normlar ne kadar özümsenmiĢse toplumsal baskı
o derece az hissedilmektedir (ġehitoğlu, 2015).
Yani sosyalleĢme denildiği zaman, insanın biyolojik bir varlık iken aynı zamanda
sosyal bir varlık olması, insan toplumunun bir üyesi haline gelmesi anlaĢılmalıdır (Güngör,
1993: 15). Bu anlamda toplumsallaĢma, bir defaya mahsus olarak çocukluk sırasında
oluĢan bir Ģey olmamakta bunun yerine edinilmiĢ kiĢilikler alıĢılagelmiĢ toplumsal iliĢkiler
yolu ile yeniden ve yeniden inĢa edilmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 302). Dolayısıyla
bireyin bilinci, toplumsal değer ve normların benimsenmesiyle belirlenmekte (Erkan,
2000: 191) ve istikrar kaynağı olan bu normlar birey için toplumsal kılavuz görevi ifa
etmektedirler (Slattery, 2007: 34). Zira Durkheim‟a göre toplum, yalnızca bireylerin duygu
ve etkinliklerini eĢitsiz bir yoğunlukla kendine çeken bir Ģey değildir, o aynı zamanda
düzenleyici bir güçtür (1992: 245). Ahlaki değerler ve sosyal kurallar, getirdikleri sosyal
kontrol yoluyla ekonomik birimlerin belli davranıĢ tip ve kalıplarını belirlemektedirler.
Sosyal normlarla hukuk normlarının çizdiği sınırlar belirleyici ve yönlendirici olmakta;
baĢlangıçta sosyo-ekonomik davranıĢların temelinde yatan motif zamanla ortadan
kalkmakta ve bunların çoğunun yerini otomatik olarak gerçekleĢen alıĢkanlığa bağlı
davranıĢ almaktadır (Erkan, 2000: 46). Böylece çevre ile olan tecrübelerimiz - gerek aktif
gerekse pasif - bizde birtakım davranıĢ formlarının oluĢmasına yol açmaktadır (Güngör,
1993: 17). Demek ki her zaman hukuk biçimini almasa da, toplumun her kesiminin meĢru
olarak ulaĢmaya çalıĢabileceği en yüksek gönenç düzeyini göreli bir kesinlikle saptayan
(Durkheim, 1992: 254) gerçek bir düzenleme bulunmaktadır.
Parsons‟un toplumların yapılanma Ģeklini ve uyumunu açıklamayı amaçlayan genel
eylem kuramındaki kültürel sistemin temel çözümleme birimi, anlam ve simgesel
sistemlerdir. Parsons “toplumsallaĢma” anahtar kavramıyla, paylaĢılan değerler üzerinde
durur. Yani toplumsallaĢma, toplumsal değerlerin bireylerce benimsenmesi hatta daha da
öte içselleĢtirilmesi durumunda gerçekleĢir. Toplumsal denetimin sürmesinde iĢte bu
toplumsallaĢma, toplumu bütünleĢtirici bir baskı olarak görev yapar ve toplumsal denge
ancak bu yolla sağlanabilir (Wallace ve Wolf, 2004: 33-50). Toplumsal denetim, toplumun
iĢleyiĢini kendi düzenleyebilme yeteneği ve normlara uyma için kullanılan araçları
açıklayan kavramdır (Outhwaite, 2008: 804). Yani bir bütün olarak değerli bir yer tutan
toplumsal denetim, davranıĢları yönlendirerek normlara uymayı sağlayabilecek ve
sapkınlıkla baĢa çıkabilecek bir takım mekanizmaların adıdır ve toplumsal düzenin
18
korunabilmesi için merkezi bir öneme sahiptir (Marshall, 2009: 742). Marshall‟ın Sosyoloji
Sözlüğünde konu toplumsal denetim baĢlığında; ezici (polis ve ordu gibi) ve yumuşak (kitle
iletiĢim araçları gibi) olarak sınıflandırılırken (2009: 742); Giddens‟ta aynı konu
“toplumsal dayatma” kavramıyla ele alınmakta ve olumlu (uyum gösterici davranıĢı
ödüllendirme) ya da olumsuz (uyum göstermeyen davranıĢı cezalandırma) veya biçimsel ya
da biçimsel olmayan olarak sınıflandırılmaktadır (2008: 844). “ToplumsallaĢma iĢlediği
takdirde toplumun bütün üyeleri paylaĢılan değerlere bağlı olacaklar, örnek değiĢkenler
arasında uygun seçimde bulunacaklar ve uyum, bütünleĢme ve diğer hususlarda
kendilerinden beklenenleri yapacaklardır” (Wallace ve Wolf, 2004: 50). Eğer
toplumsallaĢma bireylerin toplumsal normları öğrenme ve uymaları ise toplumsal denetim,
uyma sürecine uygun olmayan davranıĢlarda devreye girmektedir (Outhwaite, 2008: 804).
Zira insan davranıĢları genellikle toplumsal olarak biçimlenmiĢ ve kalıplaĢmıĢ niteliktedir
(Giddens, 2008: 49). ĠçselleĢtirilen değer ve normlar bireyin bilinci hatta vicdanı haline
gelmektedir ve dolayısıyla Parsons da Durkheim gibi “temel değer sisteminde ahlaklılığın
önemi” üzerinde durmaktadır (Slattery, 2007: 377). Düzen probleminin çözümünün
“normatif düzene güdüsel bağlılıktan” geçtiğini söyleyen Parsons (Tatlıcan, 2011: 155),
toplumsal yaĢamdaki rolüyle ilgili olarak norm ve değerlerin, bireylerin nasıl
davranacaklarının tahmin edilmesine imkân sağladığını ve bunun da pratikte önemli
olduğunu ifade etmektedir (Outhwaite, 2008: 528). Parsons, sapkın davranıĢı yetersiz
toplumsallaĢmaya göre açıklamakta ve bu tür davranıĢları sınırlandırmak için de sosyal
kontrol kurumlarına ihtiyaç duyulduğunu dile getirmektedir (Slattery, 2007: 378) zira
toplumsal kontrol mekanizmaları toplumsal dengeyi bozabilecek sapkınlığa karĢı “ikincil
korumalar” olarak iĢlev kazanmaktadır (Outhwaite, 2008: 805).
Uyum davranıĢları daha çok insanın öznel (sübjektif) beklenti düzeylerine bağlı
olarak gerçekleĢirken, nesnel (objektif) beklenti düzeyi sosyal çevrenin davranıĢ ve rol
beklentilerinden oluĢmaktadır. Genellikle öznel beklenti düzeyi nesnel beklenti düzeyinin
altında kalmakta (Erkan, 2000: 40), insan kendi üzerinde ait olduğu herhangi bir Ģeyi
görmesiyle birlikte kendini aĢan amaçlara bağlanabilmekte ve bir kurala uyabilmektedir
(Durkheim, 1992: 406). ĠĢte nesnel beklenti düzeyine uygun davranıĢlar -ki ilgilinin
beklentileriyle toplumun beklentileri ne kadar birbirine paralelse o oranda uyumdan
bahsedilebilir- toplumla uyum içerisindeki davranıĢlardır (Erkan, 2000: 40-41) aksi ise
sosyal sistemin beklediği davranıĢlarla çeliĢen veya çatıĢan davranıĢlardır.
19
Toplumsal kurallara uyma ülkelere göre farklılıklar göstermektedir zira Güngör‟e
göre sosyoloji araĢtırmaları, değer hükümleri konusunda tam bir “kültürel rölativizm” in
hâkim olduğuna iĢaret etmektedir (1993: 3). Az geliĢmiĢ ülkelerde uymama davranıĢı adeta
normal karĢılanır hale gelmekte, kurallara uymamak için çok farklı yöntemlere
baĢvurulmakta ve bu toplumlarda “yandaĢlık, nepotizm, yolsuzluk, etnik milliyetçilik,
mafya yapılanmaları, sınıfsal, klik veya dinsel ayrıĢmalar” önemli rol oynamaktadır. Hatta
söz konusu kuralların sadece “bu kurallara uymama Ģansı olmayanlara uygulandığı
düĢünülmektedir” (Küçük, 2011). Tüm meslektaĢları (aynı zamanda rakipleri) vergi
kaçırdığında vergisi kaynakta kesilmeyen herhangi bir mükellef, vergilerini tam ve
zamanında öderse (vergiye tam uyum gösterirse) bu davranıĢının kendisinin rekabet etme
gücü üzerinde azalmaya sebep olacağını hesap etmekte ve bunun da kendisini iĢ hayatının
dıĢına koymak anlamına geleceğini düĢünmektedir (Serim, 2009).
Bu anlamda vergiye karĢı tutumların derecesine bağlı olarak ortaya çıkan tepki
türleri kabul, pasif tepki ve aktif tepki Ģeklinde üç aĢamada ele alınmaktadır. “Kabul”
aĢamasındaki bu olumlu davranıĢın karĢılığı “gönüllü uyum” olarak adlandırılmaktadır
(Aktan vd., 2002: 122). Batı literatüründe ise, vergi mükelleflerinin vergi idaresine çok
fazla iĢ düĢmeden, kendi rızaları ile doğru beyanda bulunmalarını sağlayan faktörler ve
bunların mükelleflerin beyanlarına etkileri konusunda yapılan çalıĢmalar genel olarak
“Vergi Uyumu” baĢlığında yürütülmektedir (Batırel, 1996). Özellikle son 15-20 yıldan beri
baĢta ABD olmak üzere (ABD Gelir Ġdaresi (IRS) vergi mükelleflerinin vergiye gönüllü
uyum
derecesini
ölçmek için “Mükelleflerin Uyumluluğunu Ölçme Programı”
(TCMP)‟den gelen bilgilere göre hareket etmektedir) Hollanda, Ġspanya, Ġsviçre ve
Danimarka gibi ülkeler bu soruna ciddi bir Ģekilde eğilmektedirler. Bu amaçla söz konusu
ülkelerde vergi mükelleflerinin “kendi rızaları” ile vergi ödeme istekliliklerini arttıran
faktörlerin neler olduğu saptanmakta ve daha sonra da bu faktörlerin vergi mükelleflerinin
gelirlerini doğru beyan etmelerine olan etkisi ampirik ve deneysel çalıĢmalarla test
edilmektedir (Çelikkaya, 2002). Ayrıca, OECD ülkeleri arasında 90′lı yıllarda vergi
kaçırmanın toplumsal olarak kesinlikle mazur görülemeyeceğini dair yapılan bir
çalıĢmadaki sonuçlar oldukça enteresandır. Bu oran OECD ülkeleri ortalamasında % 54,5
olarak çıkarken, Belçika‟da % 33,9 ve Japonya‟da ise % 81,9 olarak tespit edilmiĢtir.
Aradan 5 yıl geçtikten sonra aynı araĢtırma tekrarlanmıĢ ve OECD ortalamasını % 60′a
yükseldiği görülmüĢtür (Küçük, 2011); oranın artması ülkeler adına sevindirici bir
durumdur zira gönüllü uyumun her geçen gün yükseldiğinin bariz göstergesidir.
20
1.1.2.3. Vergi Kültürü
Kültürün tanımı sosyoloji ekseninde, “insan toplumunda biyolojik olarak değil,
toplumsal araçlarla aktarılıp iletilen her Ģey” olarak yapılmakta (Marshall, 2009: 442) ve
insanın “adeta kültürün izinden gitmeye programlanmıĢ” görüntüsünden bahsedilmektedir
(Outhwaite, 2008: 447). Sosyal kurumun, toplumsal yapının sistematiği içerisindeki sosyal
iliĢkiler ağını muhafaza edici ve devamlılığını sağlayıcı davranıĢları standardize eden
biçimler (Radclıffe-Brown, 2006) olduğundan hareketle kültürel normlar, geliĢmiĢ
gelenekler, bir toplumun vergi kodunu veya Ģifresini belirlemektedir. Bazı maliyeciler bu
konuyu toplumun vergi DNA‟sı baĢlığı altında ele almaktadırlar. Buradaki DNA vurgusu
toplumun vergi yapısı ve kodlarının çözümü anlamında kullanılmaktadır. Vergi kültürü
kavramı ilk kez yaklaĢık 80 yıl kadar önce Schumpeter‟in Gelir Vergisinin Ekonomiği ve
Sosyolojisi adlı makalesinde kullanılmıĢtır (IĢık, 2009). Dolayısıyla vergi kültürü; kültürü
oluĢturan unsurlar (dil, din, tarih, gelenek ve görenekler, sanat, dünya görüĢü, vb. gibi) ile
vergi sisteminin bir karıĢımıdır denilebilir.
Akdoğan konuyu “vergi bilinci” baĢlığında kavramsallaĢtırmakta ve “kamu
hizmetlerinin gerçekleĢtirilmesi bakımından verginin önemini bilen toplum bireylerinin,
vergi ile ilgili ödevlerini yerine getirmedeki istekliliklerinin düzeyine” vergi bilinci
demektedir (2007: 183). Hatta vergi bilincini “yalnızca mali fedakârlıklarda bulunması
öngörülen kesimlerin sahip olmaları gereken bilinç düzeyi” olarak tanımlamanın ötesinde
kavramı daha da geniĢleterek “yönetme ve yönlendirme görevi verilenlerin” bilincini de
dâhil etmektedir (2007: 183). Bu durum kültürümüzde kendine yer edinmiĢ bulunan “tüyü
bitmedik yetimin hakkı” ifadesinin dile getirilmesi olsa gerektir.
Ġnsanın en ayırtedici özelliklerinden birisi olan kendilik bilincine sahip olmasıdır
(Giddens, 2008: 201), dolayısıyla verginin önemini bilen ve bu bilinçle hareket eden bir
toplumsal davranıĢ Ģekli, vergi bilincinin de temelini oluĢturmaktadır. Eğer alınan
vergilerin
topluma
geri
oluĢmamıĢsa/oluĢturulamamıĢsa
dönüĢünün
yapılan
yasal
olduğu
düzenlemelerin
kanaati
toplumda
sürekliliğinden
ve
kalıcılığından da bahsetmek mümkün olamayacaktır. Her bir bireyin davranıĢı sonucun
oluĢumuna katkı sağlamakla birlikte vergi bilinci, bireysel bir konu olmaktan çok
toplumsal bir nitelik taĢımakta ve genelleĢen tavır ve davranıĢlar da uygulamanın baĢarısını
belirlemektedir (Akdoğan, 2007: 184). Dolayısıyla bir vergi uygulamasında baĢarı
21
sağlanmasında, toplumun verginin önemini bilmesi (Akdoğan, 2011: 15) baĢka bir tabirle
vergi bilinci büyük önem taĢımaktadır.
Kimsenin kamu hizmetlerinden ve bu hizmetlerin gerektirdiği fedakârlıktan
vazgeçemeyeceği ve hatta gereken fedakârlıkta bulunmuyor ise dahi bu hizmetlerin
faydasından da mahrum edilemeyeceği daha önce ifade edilmiĢti (Türk, 2002: 10). Hâlbuki
özel mallarda durum biraz farklıdır; malı tüketenden baĢkasının yararlanamaması yani
baĢka bir ifadeyle “parayı veren düdüğü çalar” veya “ne kadar ekmek o kadar köfte”
mantığı geçerlidir. DıĢlama ilkesinin olduğu özel mallarda bakıĢ açısı bu iken kamusal
mallarla ilgili olarak daha hassas olunması gerekmektedir. Ancak kamusal mallarda
toplumun bilinçaltına yerleĢmiĢ “devletin malı deniz ..” anlayıĢı, vergi kültürünün
olmayıĢı/eksikliği ile açıklanabilir. Bireysel teĢebbüsün liberal politikalarla desteklendiği
günümüz ekonomik hayatında, kamu malına karĢı sergilenen bu vurdumduymazlığın
üzerinde ciddi olarak durulması gerekmektedir (ġehitoğlu, 2015).
O halde “insanların vergi vermekten mutlu olduğu bir ülke var mıdır?”; Boos‟a
göre, böylesi bir ülke yoktur; insanların vergi ödemelerinin nedeni vergi kültüründen
kaynaklanmaktadır ve söz konusu kültürün de kısa dönemde oluĢmayacağı bir gerçektir
(IĢık, 2009). Aslında günümüzde vergi sistemimizin temelinde vergi tarhiyatının beyana
dayalı olması vardır ve bu uygulama yasa koyucunun mükellefe duyduğu güvenin de bir
göstergesidir. Bir kısım mükellefin yasalara aykırı davranma olasılığı dikkate alınarak,
insana saygı duyan ve ona güvenen çağdaĢ bir sistemden vazgeçilmesi düĢünülemez
(Akdoğan, 2011: 62). Demek ki problemin temeli sistemle ilgili değildir. Ġnsan kaynaklı
olarak yaĢanan bu problemin çözümü de ancak insan unsurunu içerecek Ģekilde
bilinçlenmeyi artırma yönünde olmalıdır, zira sorun aslında kendi içinde çözümünü de
barındırmaktadır.
Hızlı değiĢen toplumlarda bilinç gecikmeleri ya da kültürel gecikme ortaya
çıkmakta baĢka bir deyimle toplumun maddi olmayan kültürü maddi kültüre bir gecikme
ile uyum sağlamaktadır (Erkan, 2000: 191). Kavramı tanımlayacak olursak, toplumda
maddi kültür ögelerinde ortaya çıkan değiĢim hızıyla manevi kültür ögelerinde yaĢanan
değiĢim hızının farklı olması kültürel gecikme olarak ifade edilmektedir. Kültürel
gecikmeyle ilgili Marshall; “bir toplumun teknik geliĢmesi ile ahlaki ve hukuksal
kurumları arasındaki uçurumdur” demekte ve kimi toplumlarda görülen bazı problem ve
22
çatıĢmaların
“ahlaki
ve
hukuksal
kurumların
teknik
geliĢme
düzeyine
ayak
uyduramamasıyla” açıklanabileceğini ifade etmektedir (2009: 445). Ahlak, hukuk, görgü
kuralları, din, idare ve eğitim toplumsal yapının var olan ve devam eden karmaĢık
mekanizmalarının birer parçasıdırlar (Radclıffe-Brown, 2006). Bu anlamda kültürün maddi
ve manevi ögeleri birbirleriyle etkileĢim içindedir ve bir bütünün parçalarıdırlar. Hatta
maddeyi değerli kılanın içerisinde barındırdığı anlam olduğu düĢünülürse, maddi ögeleri
ancak manevi(tinsel) ögelerin anlamlı kıldığı söylenebilir. Heraklitos‟un “değiĢmeyen tek
Ģey değiĢimin kendisidir” gerçeğinde ele alınırsa, kültürel ögelerin değiĢmesi de doğaldır
ancak bu ögelerin değiĢim süreçlerinde yaĢanan farklılıklar kültürel gecikmenin sebebi
olmaktadır. Dolayısıyla kültürün maddi ve manevi ögeleri arasındaki uyumsuzluk hali
dengesiz bir durum ortaya koymakta ve böylesi uyumsuzluklar da daha çok toplumsal
değiĢimlerin yoğun olarak yaĢandığı dönemlerde ortaya çıkmaktadır.
Toplumsal yapının dinamizmi, bu yapının bir parçasını oluĢturan vergi yapısının da
zaman içinde değiĢmesine neden olur. Her toplumun ekonomik kalkınmanın aĢamalarına
göre kendine özgü bir vergi yapısı vardır (Heper, 1981: 85). Bu çerçevede, Türkiye‟de
sanayileĢmenin simetrisi olan değer sistemlerinin henüz yeterince yerleĢmemiĢ (Erkan,
2000: 191) olduğu söylenebilir. Uyumsuzluk haline örnek olması bakımından, BM‟nin her
yıl yayımladığı Ġnsani GeliĢme Raporu verileri dikkate değer sonuçlar içermektedir. Söz
konusu raporda yer alan Ġnsani GeliĢme Endeksi (ĠGE); insani geliĢmeyi, gelirin yanı sıra
eğitim ve sağlığa iliĢkin göstergeleri de dikkate alarak ölçmeyi hedefleyen bir endekstir.
Türkiye 2010 yılındaki ĠGE değeriyle 169 ülke arasında 83. sırada yer almaktayken sadece
gelir esas alındığı 59. sırada yer almaktadır (ġeker Demir, 2011: 12). Aslında bu rakamlar,
geliĢmiĢliği salt maddi refahın artıĢı olarak algılamanın yanlıĢ olacağının da bir
göstergesidir (Gök, 2007: 160). Yani rakamlar bize sosyolojik olarak, bu iki sıralama
arasındaki farkın ancak kültür temelinde açıklanabileceğini göstermektedir.
Mükelleflerde vergi bilincinin arttırılması için; bir araĢtırmada adil bir vergi
reformu, toplumun eğitim seviyesinin yükselmesi ve daha Ģeffaf ve hesap verilebilir devlet
yönetimi özellikle etkili faktörler olarak vurgulanırken (Çak, ġeker ve Bingöl, 2010: 67);
bir baĢka araĢtırmada ise vergi sisteminde adalet, eğitim ve kamu harcamalarındaki
savurganlık (Çiçek, KarakaĢ ve Yıldız, 2008: 81) ilk üç sırada yerini almıĢtır. Buradaki her
iki araĢtırmada da ilk sırayı alan adalet vurgusu oldukça önemlidir; zira bir araĢtırmada
toplumun % 77,5‟i (Çiçek, 2006: 107); bir baĢka araĢtırmada % 71,2‟si (Çiçek vd., 2008:
23
73); diğer bir araĢtırmadaysa % 60,7 gibi büyük bir kısmı vergi kanunlarının adil
olmadığını düĢünmekte hatta % 63,4‟si devletin bazı kesimleri koruduğuna inanmaktadır
(Baloğlu vd., 2010: 71-72).
1.1.2.4. Sapma Kavramı ve Vergi Anomisi
Anormal nedir? Ele alınacak bu kavram da görecelidir; zamana, kiĢiye, yere,
toplumlara göre farklılıklar göstereceği açıktır. Ancak genel anlamda “kurala uymayan,
alıĢılmıĢın dıĢında olan” kısacası “normal olmayan” anlamına geldiğini söylemek yerinde
olacaktır.
Toplumsal normlara çoğunluğun uyması beklenir zira değerler genel kabulün
ardından yaptırımlarla desteklenerek karĢımıza somut toplumsal normlar olarak çıkarlar.
Toplumsal normların geçerliliklerini ve güçlerini kaybetmeleri sonucu normlara uymayan
birey sayısı artar, yani dengesizlik hali genel bir davranıĢa dönüĢür ve toplumsal denge
bozulur. Uyma toplumla bütünleĢme sonucunu doğururken, uymama sosyal çözülmelerin
nedeni olur zira bireylerin toplumsal olanla iliĢkileri zayıflamıĢtır. Toplumun düzeni ve
devamlılığı ancak sosyal bütünleĢme ile sağlanabilir. ĠĢte toplumsal değiĢmelerin yaĢandığı
dönemlerde ortaya çıkan kültürel gecikmeler, uyumsuzluk ve dahi “anomi” sonucunu
doğurmaktadır. Değerler anlamında kargaĢanın yaĢandığı bir sürecin adı olan “anomi”,
Yunanca kökenli bir kelime olup “kuralsızlık” anlamına gelmektedir.
Anomi, bir kiĢilik tipi olarak sapkınlığı odak noktasından çıkarıp, dikkatleri
sapkınlığın belli türde toplumsal yapıların bir özelliği olduğu düĢüncesi üzerine
yoğunlaĢtırmıĢtır. Bu düĢünce daha sonraları -örneğin suçluluğu toplumsal düzen içindeki
gerginliklerin sonucu sayan kuramlarda (Merton‟un çalıĢmaları gibi)- kendisini gösterecek
bir hüviyete kavuĢmuĢtur (Marshall, 2009: 640). Parsons sapkınlığı, olumsuz yaptırımların
uygulanmasını gerektiren bir dengesizlik kaynağı olarak gösterse de (Wallace ve Wolf,
2004: 53), sapkınlık ile suç pek çok durumda örtüĢmesine rağmen aynı Ģey değildir;
sapkınlık, suç kavramından daha geniĢtir. Sapkınlık, hem bireysel davranıĢlar için hem de
grupların etkinlikleri için geçerli olarak kullanılan bir kavramdır (Giddens, 2008: 842).
Sosyoloji Sözlüğünde anomi kavramı “bir toplumun normlarının etkisizleĢmesi,
çöküntü, karıĢıklık ya da çatıĢma olması durumu” olarak ve sapkınlık kavramı ise “norm
24
ihlali kalıbı” Ģeklinde karĢılık bulmaktadır (Marshall, 2009: 32, 639). Marx‟da
“yabancılaĢma” olarak ele alınan kavram, Durkheim‟da toplumsal hastalık anlamında
“kuralsızlık” Ģeklinde ifade edilmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 29).
Durkheim intiharı üç ana baĢlıkta incelemektedir (1992: 9, 10); i) bireyin toplumsal
çevresiyle bütünleĢmemesi sonucu olan Bencil İntihar, ii) aĢırı toplumsal bütünleĢme
sonucu olan Elcil İntihar ve iii) birey davranıĢlarında uyulacak ölçülerin bulunmaması
sonucu olan Kuralsızlık İntiharı. Burada konumuzla ilgili olan üçüncü tür intiharda,
insanların etkinliklerindeki düzen bozulmakta ve bundan duyulan acı kiĢileri intihara
sürüklemektedir. Asıl olarak bireysel tutkular bakımından toplumun etkisi görülmemekte,
böylece ortada onları düzenleyecek hiçbir sınırlayıcı güç kalmamaktadır (1992: 263-264).
“Acısını çekmekte olduğumuz huzursuzluk, ekonomik bir yoksulluğun değil ama korkunç
bir manevi yoksulluğun göstergesidir” diyen Durkheim, “Neyin olanaklı neyin olanaksız;
neyin haklı, neyin haksız olduğu; meĢru istek ve beklentilerin neler olduğu, hangilerinin
ölçüyü aĢtığı bilinmez olur; böylece istek ve dileklerde bir sınır kalmaz. ĠĢte, tam da daha
güçlü bir disipline gerek duydukları bir sırada tutkuların daha baĢıboĢ kalması nedeniyle,
bu bozulma ya da kuralsızlık” durumunun daha da ağırlaĢtığını (1992: 404, 257-258) ve
kuralsızlığın isteklerin uygun sınırları aĢmasına izin vermekle düĢlere ve dolayısıyla da düĢ
kırıklıklarına yol açtığını (1992: 295) ifade etmektedir.
Durkheim, bu anlamda anomiye özellikle geniĢ bir yer ayırarak “kesin kuralcı
normların göreceli olarak daha az olduğu toplumu tanımlamak için” kullandığı (Outhwaite,
2008: 528) kavramın, toplumsal yaĢamda belli alanlardaki davranıĢ kalıplarını düzenleyen
“hiçbir açık ölçünün bulunmadığı durumlarda ortaya çıktığı”ndan bahsetmektedir
(Giddens, 2008: 844). Uyum ve sapmayı anlamada iki temel değiĢkenin olduğunu
söylemektedir; “gruba bağlılık derecesi” ve “değer ve normatif düzenleme derecesi”
(Tatlıcan, 2011: 74). Aslında Durkheim‟e göre “bireyin istekleri ile toplumun düzen ve
kontrol ihtiyaçları arasında temel bir çatıĢma” sürekli yaĢanagelen bir durumdur (Slattery,
2007: 35). İntihar ‟da “toplumsal düzenin nasıl mümkün olduğunu anlama yönünde ciddi
bir giriĢim” (Tatlıcan, 2011: 74) ile sosyolojik çözümleme yapılırken, keskin ve süregelen
(kronik) olmak üzere iki tip kuralsızlık dile getirilerek özellikle kronik anomiye
odaklanılmakta (Wallace ve Wolf, 2004: 28), toplumun mekanik dayanıĢmadan organik
dayanıĢmaya geçiĢ sürecinde anominin ortaya çıktığı ifade edilmektedir (Marshall, 2009:
33). Sanayi öncesi toplumların mekanik dayanıĢması esasen kolektif bilince yerleĢmiĢ olan
25
ortak inanç ve değerler üzerinde yükselmekle birlikte, sanayi toplumunun ortaya
çıkmasıyla toplumsallaĢma ve farklılaĢma kaynaklı karĢılıklı bağımlılığa dayanan yeni bir
organik dayanıĢma biçiminin ortaya çıktığı görülmektedir (Marshall, 2009: 743). Bu
bağımlılığın sebebi, bireyin öteki mesleklerdeki insanların sağladığı mal ve hizmetlere her
geçen gün daha fazla gereksinim duymasıdır (Giddens, 2008: 48). SanayileĢme ve aĢırı
tüketim, uzmanlaĢma ve egoizmayı teĢvik ederek tüm bu süreci hızlandırmakta; giderek
artan tutkular ve arzular, geleneksel disiplinlerin ve sınırlamaların artık gücünü koruyamaz
hale
gelmesine sebep
olmaktadır (Slattery,
2007:
35-36). Ahlaki
geliĢmenin,
iĢbölümündeki ve uzmanlaĢmadaki hıza ayak uyduramadığı yerlerde anormal veya anomik
bir patolojik iĢbölümünün görüldüğünden bahisle anomik intiharın daha çok organik
toplumlarda görüleceği dile getirilmektedir. Çünkü böylesi dönemlerde insanlar toplum
düzenine daha az bağlı kalmaktadırlar (Marshall, 2009: 32-33). Kısaca Durkheim; neye
inanacaklarını bilemez duruma düĢen bireylerin toplumsalla entegrasyonunu gittikçe
zorlaĢtıran, Marshall‟daki ifadesiyle bir çeĢit “psikolojik düzensiz ve anlamsız durumu”n
(2009: 33) ortaya çıktığını söylemektedir. Burada unutulmaması gereken nokta, anominin
sadece toplumsal kuralsızlığı açıklayan bir analiz olmayıĢı ve “aynı zamanda bir bireysel
davranıĢ açıklaması” olmasıdır (Slattery, 2007: 37). Toplumsal durum ile onun bireysel
yankıları arasındaki farkın büyüklüğüne dikkate çeken Durkheim; bir yandan toplumsal bir
yöne çekilmekte olduğumuzu bir yandan da kendi doğamızın eğilimini izlediğimizi dile
getirmektedir (1992: 327).
Merton ise Sosyal Yapı ve Anomi baĢlıklı denemesinde, anomi “amaçlarla araçların
kesiĢme noktasında ortaya çıkmaktadır” demekte ve kavrama farklı bir yaklaĢım
getirmektedir. Amerikan Rüyası bahsinde açık toplumu tartıĢmaya açarken, dikey
mobilitenin çok yüksek olması sebebiyle ekonomik baĢarıya ulaĢmak uğruna kültürel
hedeflerden ayrılma sonucunun doğabileceğini ifade etmektedir. Toplumdaki ekonomik
kaynakların sınırlılığın yükselme imkânını sadece belli ayrıcalıklı gruplara tanıdığından
dolayı, ayrıcalıksız kiĢiler arasında göreli yoksunluk duygularının filizlenmesine neden
olabilecek böylesi bir ortamın, meĢru hedeflere ulaĢmayı sağlayabilecek meĢru yapısal
araçlardan uzaklaĢmaya sebep olacağını dile getirmektedir. ĠĢte bu durumun, “meĢru
amaçlara ulaĢmanın alternatif araçlarını sunuyor gibi görünen çeĢitli bireysel sapkınlık
biçimlerine zemin” hazırlayacağından bahsetmekte (Marshall, 2009: 33), toplumsal
normların gerçeklerle çatıĢtığı durumda bireyin davranıĢı üzerindeki gerilime vurgu
yapmakta ve sapkınlığı “ekonomik eĢitsizliklerin bir yan ürünü” olarak görmektedir
26
(Giddens, 2008: 845). Maddi baĢarının fazlasıyla önemsendiği ancak amaca ulaĢmadaki
meĢru yolların çok da belirgin olmadığı Amerikan toplumunda sonucun, “Parsonscı
anlamda “sistem” için bir “gerilim” kaynağı olacağına ve önemli ölçüde sapmaya yol
açacağına” değinmektedir (Wallace ve Wolf, 2004: 66). Özetle Merton, modelini grafiğe
dökerken, meĢru hedeflere gayri meĢru yollarla ulaĢmak için sergilenen davranıĢların,
toplumsal yapı ile kültürel yapı arasında anomiye sebep olduğunu anlatmaktadır.
Bu çerçevede, vergileme olgusunun Durkheim‟ın anomi kavramı ile psikolojik ve
sosyolojik yönden bağlantısı ön plana çıkartılarak vergileme alanı ile sosyal-psikolojik
alan arasındaki iliĢkinin kurulması sağlanabilir. Çünkü vergileme, gerek kiĢisel gerekse
sosyal yönü ile mali alanın yanında hem psikoloji hem de sosyoloji ile ilgilidir. KiĢisel ve
psikolojik yönü, vergiye iliĢkin konularda mükellefin kendi vicdanına ve insiyatifine
bırakılması veya vergiden kaçınmak olayında mükellefin vergiye karĢı kendi kiĢisel
düĢünceleri ve tepkileri ile öne çıkmaktadır. Vergilemenin sosyal yönü ile öne çıkansa,
kiĢisel bazda oluĢan bu tepkilerin sistemin iĢleyiĢini olumsuz yönde etkilemesi ve gerek
ekonomik gerekse sosyal açıdan planlanan hedeflerden sapmaların belirginleĢmesidir.
Dolayısıyla “vergi anomisi” çeĢitli unsurların etkisiyle, vergiye iliĢkin temel kural ve
normların kiĢisel ve toplumsal düzeyde geçerliliğini yitirmesi (Özpınar, 2009) olarak
tanımlanabilir.
KiĢisel düzeyde ortaya çıkan bu uyumsuzlukların sosyal boyuta taĢınması, gerek
toplumsal yaĢam gerekse ekonomik yaĢam üzerindeki etkileri bakımından bir kısır
döngünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Özpınar, 2009). ĠĢte, toplumda yaĢanan
ahlaki zafiyet sebebiyle toplumsal dayanıĢma duygusu ve böylece bireyin aidiyet hissi
zayıflamakta, nereye ait olduğunu bilemeyen birey, parçası olduğu toplumun gururunu da
taĢıyamamaktadır. Kendinden bekleneni veremeyen ve bunu alıĢkanlık haline getirerek
patolojik bir durum sergileyenlerin artması, normalle anormalin yer değiĢtirmesine böylece
toplumun ağır bir bedel ödemesine sebep olmaktadır.
Haddi zatında Kurtkan, bu anlamda sosyolojinin üzerine düĢen görevin,
Fındıkoğlu‟na atfen “cemiyetin hukuki hayatını gösteren malumat ve malzeme içinde
normal (sağ, salim, tabii) olanlarla anormal (hasta, sakim, patolojik) olanları ayırmak”
(1968: 29) olduğunu dile getirmektedir.
27
1.1.3. Vergi Sosyolojisi
“Günümüz dünyasını ve bizim bu dünyadaki yerimizi anlama Ģeklimiz” (Jenks,
2012: XVI) olarak sosyoloji, “cemiyetteki karĢılıklı sosyal münasebetleri inceleyen ve
cemiyeti hareket halinde bulunan bir bütün olarak ele alan bir ilim” olarak
tanımlanmaktadır (Kurtkan, 1968: 8). “Sosyal vakıalar zamana ve mekâna göre baĢka
baĢka Ģekillerde tecelli etmektedirler çünkü onları hazırlayan Ģartlardan biri veya diğeri
daha fazla müessir olmaktadır” (1968: 25) diyen Kurtkan, toplumun hareketli bir bütün
Ģeklinde ele alınması zorunluluğunun “sosyolojinin zaruri olarak ihtisaslaĢmaya maruz
kalmasını gerektirdiğinden” (1968: 9) bahsetmektedir. Aslında Sosyolojide ortaya çıkan
ihtisaslaĢma ihtiyacı çok da yeni değildi. Adam Smith, ekonominin temellerini ortaya
koyduğu eseri Milletlerin Zenginliğiyle, sosyal alanı analiz dıĢı bırakmadan ekonomi
politikası önerilerinin yer aldığı bir “sosyal teori” geliĢtirmiĢti zira ekonomi sosyolojisi
“ekonomik faaliyetin toplumsal temelleri ile toplumsal yaĢamın ekonomik temellerini
açıklamaya yönelik bir bilim dalı” ydı (Erkan, 2000: 3, 6). “Toplumun vergiye dayanma
gücü nedir ve hangi aĢamaya kadar rasyonel bir vergi uygulaması yapılabilir? Vergi
kaybına yol açan etkenlerle toplumsal yapı arasında iliĢki kurulabilir mi?” Ģeklindeki
sorular “mali sosyolojinin” doğmasına neden olmuĢtur. Bu anlamda sosyoloji, mali
olayların toplum üzerindeki etkileri dolayısıyla maliye ile ilgilenmekte ve maliye
politikasıyla ilgili kararlar alınırken ve uygulanırken mükellef tepkilerinin tahmin edilmesi,
ona göre yönlendirmenin yapılması (Akdoğan, 2007: 15-16) gerekmektedir.
Olayların arka planında yapısal etkenlerin rolü ve yönlendirici kimliği hesap
edilmeden, her çeĢit yorum ve değerlendirmelerin tarafsızlığı düĢünülemez. Aksi davranıĢ
ve tutumlar günü kurtarmak, olayları derinlik boyutundan uzaklaĢtırarak çözümsüzlüğe
götürmektir (Türkdoğan, 2008: 8). Dolayısıyla, toplumsal yapının bir parçası olması
nedeniyle toplumsal yapıda meydana gelen değiĢmeler sebebiyle vergi yapıları da
değiĢmektedir. Ġdeal bir vergi yapısı, ülkenin sosyo-ekonomik yapısına uygun ve
ekonomide istikrarsızlıklara yol açmaksızın her tür kamusal gereksinimleri karĢılayacak
biçimde olmalıdır (Heper, 1981: 18).
Mali Sosyoloji alanında ilk sayılabilecek isim olan Goldscheid‟ın amacı, mali
sorunlara sosyolojik açıdan bakmaktı (Akdoğan, 2007: 15). Zira “sosyal müesseseler
arasında sıkı bir zincirleme münasebet vardır ve karĢılıklı sebep-netice bağlarının
28
mevcudiyeti, bunlardan herhangi birinin içinde bulunduğu sosyal çevreden tecrit
edilmesini ve sadece ona aĢırı derecede ehemmiyet atfedilmesini imkânsız kılmakta” dır
(Kurtkan, 1968: 32). Bu çerçevede Mali Sosyoloji; maliyenin “nispeten mücerret olma
karakterinden doğan eksikliğini tamamlamakta ve mali meselelerin müĢahhas realiteler
içerisinde ele alınmasına imkân vermek sureti ile alınacak tedbirlerin belirli sosyal
yapılarda husule getirmesi muhtemel tesir ve neticeler hakkında daha teferruatlı bilgi
edinmemize” imkân sağlamaktadır. Mali ve diğer sosyal olaylar arasındaki karĢılıklı
etkileĢimi “müĢahhas bir zemin üzerinde belirtmeye çalıĢan Mali Sosyolojinin, aynı
zamanda bu müĢahhas realitede yer alan diğer sosyal hadiselerin de daha iyi anlaĢılmasını
temin hususunda faydalı olacağı tabidir”. Maliye Politikasına rehberlik etme görevi söz
konusu olan Mali Sosyolojide, mali olayın içinde yer aldığı karĢılıklı sosyal iliĢkiler
mekanizması tarihi ve mahalli bağlardan koparılmaksızın bir bütün olarak incelenmekte ve
ilgimiz daha çok “müĢahhas bir sosyal münasebetler ağı içinde yer alan mali hadiseye
yönelmektedir”; bir baĢka ifadeyle Mali Sosyoloji sebebiyle olayın mali karakteri adeta
sosyal özelliği yanında adeta ikinci plana itiliyor (Kurtkan, 1968: 10-13) durumuna
gelmektedir.
Alanında ülkemizdeki ilk eserlerden biri olan Metodolojik Bir Deneme Olarak Mali
Sosyoloji adlı kitabında Kurtkan, en temel sosyolojik amacının sosyal sınıf düzeni ile gelir
vergisi sistemi arasındaki iliĢkiyi belirtmek olduğunu ve bu çerçevede gelir vergisinin
sosyal sınıf farklarını azaltma yolunda bir sosyal adalet vasıtası olarak kullanılabileceğini
ifade etmektedir zira “gelir vergisi sosyal bünye üzerinde mekanik ve süratli bir tesir icrası
hususunda kullanılabilecek bir politika vasıtasıdır”. Mali reformların gerekli olduğu
ülkemizde vergi politikalarına yön verenlere, sosyolojinin vergi konusunda da ıĢık
tutabileceğinin telkinini, amacı olarak ayrıca belirtmektedir (1968: 2-9). Hayat seviyesinin
yükselmesinin ve mübadelenin artmasının her sınıftan çok özellikle orta sınıfın lehine bir
sonuç olduğunu ve böylece gerçekleĢen sosyal dengenin de bütün toplumun menfaatine
olduğunu (1968: 66), ancak gelir artıĢı ne kadar hızlı, zahmetsiz ve gayrimeĢru yollardan
gerçekleĢmiĢse hayat tarzında da o ölçüde menfi olabilecek değiĢikliklerin meydana
geleceğini ifade etmektedir (1968: 17). Hayat tarzıyla ilgili olarak “ihtiyaçların fiyat, gelir
ve sair faktörlere göre tatmin Ģekilleri değiĢen kantitatif bir tertibinden ziyade ferdin sosyal
sınıf durumuna ve bu sosyolojik manada “oturmuĢ” olup olmama vasfına göre taayyün
eden kalitatif bir tertibinin ifadesi” (1968: 17) olduğunu belirtmektedir. Hatta sosyal adalet
prensibinin ekonomik sonuçlarının yeterli olmadığı durumlarda dahi sosyolojik
29
sonuçlarının daha tatmin edici olacağından bahisle “alt tabakaya mensup fertlerin hayatının
manevi bakımdan zenginleĢeceğine ve sosyal hayata medenilik sıfatı bahĢedileceğine”
değinmektedir (1968: 65). Dolayısıyla Mali Sosyolojinin, özellikle sınıf farklarının fazla
olduğu az geliĢmiĢ ülkelerde sosyolojinin en önemli dallarından biri sayılabileceğini
(1968: 1) dile getirmektedir.
Verginin tarafsız olması, kiĢilerin tercih ve davranıĢlarını etkilememesi, vergi
öncesi ve sonrası refah dağılımını değiĢtirmemesi Ģeklindeki klasik yaklaĢımın tersine
günümüzde verginin düzenleyici yanının da büyük önem taĢıdığı görülmektedir (Akdoğan,
2007: 119). Hatta sadece gelir amaçlı vergilerin bile çok değiĢik sosyal sonuçlar
doğuracağı gözden uzak tutulmamalıdır zira yasama organının tutumu, vergi idarelerinin
davranıĢ biçimi, çeĢitli sosyal gruplar üzerinde bazen geniĢ tepkiler doğurmaktadır
(Erginay, 2003: 13). Bu yüzden toplumsal davranıĢ özelliklerinin dikkate alınması gerekir
aksi takdirde, mali amaçlara ulaĢılması bakımından önemli sorunlarla karĢılaĢılacağı
açıktır. Dolayısıyla kültürel farklılıklar, yapılacak vergi düzenlemeleri ve uygulamalar
bakımından davranıĢ özelliklerinin göz önünde tutulmasının önemini kendiliğinden ortaya
çıkarmaktadır. ÇağdaĢ yönetim ve tekniklerin, ülkenin koĢulları ve mükelleflerin
genelleĢme özelliği taĢıyan davranıĢlarıyla bir arada düĢünülerek uygulamaya konulması,
vergilendirmeyle güdülen amaçlara ulaĢılabilmesi bakımından büyük önem taĢımaktadır.
Kamu maliyesinin, fonların sağlanması ve kullanımı suretiyle oluĢturduğu etki, düzenli bir
sosyal hayatın sağlanmasına katkıda bulunmaktadır (Akdoğan, 2007: 15-16). Özetle, bir
ülkede zamanlamanın yapılması ve gerekli adımların atılması, sistemin geliĢtirilmesi
amacıyla gerekli önlemlerin alınması için gerçekleĢtirilecek çalıĢmalarda; o ülkedeki
bireyleri ve mevcut toplumun davranıĢ özelliklerini değerlendirecek, diğer koĢullarla
birlikte ele alınmasına ve incelenmesine imkân sağlayacak uzmanlarla birlikte çalıĢmanın
ve uygulamaya yön verilmesinin (Akdoğan, 2007: 183) yararlı olacağı açıktır.
1.1.4. Vergi Psikolojisi
Mükellefin tepkisinin çözümlenmesinde kullanılacak olan Vergi Psikolojisi, baĢlı
baĢına bir bilim değildir; birey ve grupların vergileri algılaması, değerlendirmesi ve
gösterdikleri tepkileri inceleyen bir araĢtırma alanıdır. Vergilerin insan davranıĢları
üzerindeki etkilerini inceleyen Vergi Psikolojisinde kullanılan yöntemler sosyal psikolojik,
30
araĢtırılan kavramlar ise mali ve dahi psikolojik olduğundan (Çiçek, 2006: 40) bu iki
alanın beraber ele alınmasıyla ancak anlaĢılabilir.
Vergi, vatandaĢın mali kurumlarla temasını sağlayan temel bir araçtır ve
vatandaĢların buna karĢı hassasiyeti oldukça yüksektir. Devletin ekonomik ve sosyal
hayata en önemli müdahalesi vergi vasıtasıyla olduğundan toplum psikolojisi yönünden
vergiyle ilgili her konunun büyük bir önemi vardır ve toplum psikolojisinden maliye
politikası tedbirlerinin halka kabul ettirilmesinde yararlanılmaktadır (Türk, 2002: 16, 163).
Bu çerçevede, ister kapitalist ister sosyalist sistem olsun hiç fark etmez moral ve ahlaksal
değerler ihmal edilerek bir yapının baĢarılı olmasını beklemek (Talas, 1980: 14) çok da
rasyonel olmayacaktır.
Vergi Psikolojisi literatüründe iki teori sözkonusudur. Bunlardan; Rasyonel
Tercihler Teorisinde mükellef, vergi ödeme ve ödememenin getirilerini denetim
konusundaki bilgileri dâhilinde rasyonel bir Ģekilde değerlendirir. Vergiden kaçınma
durumunda denetlenme olasılığını ve denetlenmesi durumunda alacağı ceza miktarını
akılcı olarak tartar. Elde etmeyi umduğu fayda denetim olasılığından yüksekse vergi
ödemekten kaçınır. Ödeyeceği ceza elde etmeyi umduğu faydadan yüksek ise vergi
ödememekten cayar. Ahlaki Duygular ve Tutumlar Yaklaşımında ise ahlaki duygu ve
tutumlar onları Ģekillendiren faktörlerle birlikte incelenmiĢtir. BaĢlıca içsel faktörler; yaĢ,
cinsiyet, medeni durum, eğitim, dâhil olunan ekonomik sınıf, mesleki çevre, mali
memnuniyet ve din iken baĢlıca dıĢsal faktörler; kültürel farklılıklara bağlı olarak geliĢen
ahlaki normlar, demokrasi, devlete ve kurumlarına duyulan güven, vergi bürokrasisi ve
toplumsal gururdur (Serim, 2009).
Mükelleflerin bireysel nitelikteki tavır ve davranıĢları genelleĢtiği ölçüde vergi
sisteminin baĢarısı üzerinde etkili olmaktadır. Gerek vergiye konu seçiminde ve gerekse
herhangi bir konuda vergi uygulamasında benimsenen teknik ve uygulamalar hususunda, o
vergiye muhatap olacak kiĢilerin davranıĢ özelliklerinin göz önünde tutulması gerekir. Zira
vergilerin konulması veya artırılması, vatandaĢı doğrudan etkilemekte, topluma götürülen
hizmetler ve bu hizmetlerin yararı, birey ve kitle psikolojisini oluĢturmaktadır (Akdoğan,
2007: 182, 16). Dolayısıyla yeni bir vergi konulurken, uygulanırken, vergi oranları
değiĢtirilirken, istisna kapsamları geniĢletilirken veya daraltılırken yani kısacası vergi ile
31
ilgili her türlü tasarrufta mükellefin olası tepkisinin mutlaka hesaba katılması
gerekmektedir.
1.1.4.1. Vergi Algılaması
Ġnsanların yaĢadıkları olaylar karĢısındaki durumlarının “algı-tutum-davranış”
üçlemesinden oluĢtuğu söylenebilir. Bireyin olaylar karĢısında sergilediği tutum, onun
muhatap olduğu olaydan ne anladığı ile iliĢkilidir. Psikolojide “algılama” olarak ifade
edilen bu durum, çevredeki uyarıcıların duyu organlarında oluĢturduğu uyarımların beyne
iletilmesi, beyinde düzenlenmesi ve bir anlam kazanması olarak tanımlanmaktadır (Doğan,
1987: 62). Tutum ise, bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir obje ile ilgili düĢünce,
duygu ve davranıĢlarını oluĢturan bir eğilimi ifade etmektedir (KağıtçıbaĢı, 1992: 84) yani
tutumun en önemli özelliği, gözlemlenebilen bir davranıĢ değil, davranıĢa hazırlayıcı bir
eğilim olmasıdır. Bir tutumu içeren bilinçlenmede ise (Ergun, 1982: 28) bireyin bilinci,
yaĢadığı kiĢisel deneyimler ve sosyo-kültürel etkenlerin yoğrulmasıyla oluĢmaktadır.
Bireye rehberlik eden bilinç, tutum ve davranıĢ olarak gün yüzüne çıkmaktadır.
Bireylerin içinde yaĢadıkları toplumda karĢılaĢtıkları olaylar karĢısında (dıĢ etki),
verdikleri tepkiler ya da sergiledikleri tutumların tümünü davranıĢ diye nitelendirebiliriz
(Serim, 2009). Ġnsan davranıĢları yaĢanan olaylardan sağlanan algı ve bu algı ile oluĢan
tutuma göre oluĢmaktadır dolayısıyla vergiye karĢı gösterilen tepkiler bir sonuç özelliği
taĢımaktadır (Aktan vd., 2002: 117). Doğal Güdü (motiv) bireyi eyleme iten istektir; istek
tekrarlanarak eğilime, eğilim devamlılık göstererek alıĢkanlığa, alıĢkanlık birey tarafından
kanıksanarak kiĢisel tutuma, tutum dıĢ etkilere karĢı hareket kazanıp tepki (davranıĢ)
Ģeklinde toplumla paylaĢılmasıyla da davranıĢ kuralına (ahlak) dönüĢür. Toplumdaki diğer
bireyler tarafından da benimsenip tekrarlanan güdü (toplumsal güdü) ise toplumsal
davranıĢ kuralı (toplum ahlakı) haline gelmektedir (Serim, 2009).
Vergileme karĢısında mükelleflerin psikolojik tutumlarının incelenmesi, tutumların
davranıĢlara
yol
açan
eğilimler
olmasından
dolayı
önceliklidir.
Genel
olarak
değerlendirildiğinde, mükelleflerin vergileme karĢısındaki tutumlarının en önemli
belirleyicisi, vergi oranları ve dolayısıyla mükellefler üzerinde oluĢan vergi yüküdür. Vergi
yükünün artması ise, öncelikle kullanılabilen gelir seviyesini azaltmakta ve mükellef
açısından daha az tüketim ve tasarruf yapma anlamına gelmektedir. Bu durum daha fazla
32
çalıĢmayı gerektirmekte ve psikolojik yönden hoĢnutsuzluğa neden olmaktadır (Aktan vd.,
2002: 118-119). Vergileme nedeniyle oluĢan vergi yükü, kullanılabilir gelirde meydana
getirdiği kayıplar ve mükellefin hissettiği fedakârlık derecesi açısından ikiye ayrılmaktadır;
oransal vergi yükü ve psikolojik vergi yükü. Psikolojik vergi yükü, mükellefin bilgi
seviyesine ve hissettiği vergi tazyikine göre değiĢmektedir. Mükellef, rasyonel hareket
ettiği sürece bu yük, oransal vergi yüküne yaklaĢmakta, aksi durumda ise uzaklaĢmaktadır
(Reynaud, 1966: 21). Psikolojik vergi yükü, bireysel düzeyde oluĢan hoĢnutsuzluk haliyle
ilgili olduğundan vergi baskısı olarak da (Aktan vd., 2002: 119) isimlendirilmektedir.
Mükelleflerin vergi karĢısındaki tutumlarını dört ayrı safhada inceleme imkanı
vardır; sempati, apati, antipati ve nefret (Aktan vd., 2002: 120-121):
-
BaĢlangıçta düĢük oranlı vergilerde mükelleflerin severek ve isteyerek vergi
ödedikleri söylenebilir. Mükellefin kendisini toplumun bir parçası olarak görmesi,
böyle bir tutum sergilemesinde etkili olmaktadır. Bu aĢamada mükellefin vergiye
karĢı sempati göstermesinde, toplanan vergilerle devletin kendisine daha iyi hizmet
sunacağına olan inancı da önemli bir etkendir.
-
Ġlgisizlik anlamına gelen apati kavramı, mükelleflerin artan vergi oranları
karĢısında isteksiz olmalarını ifade etmede kullanılabilir.
-
Kendilerinin sistemli bir Ģekilde suiistimale maruz kaldıkları ve kiĢisel veya toplu
olarak haksızlığa uğradıkları hissine kapılan mükellefler, ellerindeki fırsatları
değerlendirmek suretiyle antipatik davranarak vergilere karĢı olumsuz tepkiler
göstermeye baĢlamaktadır.
-
Dördüncü ve son aĢamada ise, nefret hali ileri düzeyde “vergi alerjisi” olarak da
adlandırılabilir.
Mükellefler
antipati
aĢamasında
hile
ve
gizli
olarak
gerçekleĢtirdikleri tepkileri bu son aĢamada aleni hale getirebilmekte, protesto ve
gösterilerle vergi yönetimine karĢı direnebilmektedirler.
Ülkemizde yapılan birçok araĢtırmada vergi ödemenin ve vergiyi algılama
biçiminin, tarihi ve kültürel olaylardan kaynaklandığı ve verginin kutsal bir görev olduğu
sonucuna varılmıĢtır (Sezgin ve Çoban, 2004). BaĢkalarının vergi ödeme konusunda dürüst
olduğuna inanç, vergi ödeme konusunda istekliliği artırmaktadır. Vergi ahlakı ve onun
yansıması olan bireysel vergi ödeme davranıĢı kiĢisel fayda optimizasyonuna olduğundan
daha büyük ölçüde sosyal kurallara ve psikolojik değiĢkenlere sıkı sıkıya bağlılık
gösterdiği (Serim, 2009) görülmektedir.
33
Bu anlamda yapılan araĢtırmalarda verginin mükelleflere ifade ettiği anlam; % 55
ile yasal bir ödeme (Baloğlu vd., 2010: 63); % 41 ile (Çiçek, 2006: 104) ve % 33,3 (Çiçek
vd., 2008: 69) ile kamu hizmetlerinin karĢılığı; % 13 ile para ve % 11,6 ile de devlet (Çak
vd., 2010: 33) olarak çıkmıĢtır ki farklı araĢtırmalarda çıkan bu sonuçlar nötr bir
yaklaĢımın karĢılığıdır.
Toplumda verginin bir vatandaĢlık görevi olarak diğer görevlere göre hangi
düzeyde kabul gördüğünü ölçmek için katılımcılara bazı vatandaĢlık görevlerini 1-10 arası
değerlendirmeleri istendiğinde; kanun ve kurallar uymak 8,4 puan, seçme ve seçilme hakkı
8,3 puan, askerlik yapmak 7,3 puan ve vergi vermek 7,2 puan Ģeklinde çıkmıĢtır. Buradaki
sonuçlar vergi vermenin vatandaĢlık görevleri içinde sıralamada ancak 4. sırada kendine
yer bulabildiğini göstermektedir (Çak vd., 2010: 33).
1.1.4.2. Toplum Adamı Üzerine
Giddens, küreselleĢmenin birbirinden uzak yerlerde meydana gelen olayların
etkilediği farklı yerleri karĢılıklı birbirine bağladığını ifade etmekte ve küreselleĢmeyi
“küresel niteliğe sahip sosyal iliĢkilerin yoğunlaĢması” olarak tarif etmektedir (2000: 23).
KüreselleĢen böylesi bir dünyada, çıkar iliĢkileri öne çıkmakta ve bencillik duygusu sürekli
geliĢerek sosyal yaĢama yerleĢmektedir. Smith‟e göre, bireyler kendi çıkarlarının peĢinden
koĢarken toplumun çıkarına katkıda bulunmaktadırlar hatta bu katkı gerçekten katkıda
bulunmayı amaçladıkları zamankinden daha etkin bir Ģekilde gerçekleĢmektedir. Bu
anlamda, sosyal bilimciler arasında iktisadî adam kavramına karĢı önemli tartıĢmalar
ortaya çıkmıĢ ve insanı hem iktisadî hem de sosyal hayatta iktisadî adamdan daha gerçekçi
olarak tanımlayan yeni bir insan kavramına ihtiyaç olduğu yönünde kuvvetli görüĢler ileri
sürülmüĢtür. Sosyoloji bilimi Sosyolojik Adam (homo sociologicus) modelini oluĢtururken,
Kurumsal Ekonomi Kurumsal İktisadî Adamı (homo institutional economicus), Sosyal
Ekonomi Sosyal İktisadî Adamı (homo socio-economicus) ve Ġnsancıl Ekonomi ise
İnsancıl İktisadî Adamı (homo humanistic economicus) geliĢtirmiĢtir. Ancak her model,
„insan‟ gerçeğinin bir ya da birkaç yönünü ele almakta ve neredeyse hiçbiri onu olduğu
gibi anlayamamakta, hatta zaman zaman bazılarının insanı yanlıĢ değerlendirdiği (Özsoy,
2009) görülmektedir.
34
Farklı insan modelleriyle bile olsa, bu iktisat okullarının, genelde insanın iktisadî ve
sosyal hayattaki yerini ve iĢlevlerini tanımlamayı, daha dengeli bir iktisat bilimi
geliĢtirmeyi, toplum ve ekonomi bütünlüğünü sağlamayı ve çağımızın karmaĢık soyut
meselelerini daha iyi anlama yeteneğini geliĢtirmeyi amaçladıkları görülmektedir (Özsoy,
2009). Bu çerçevede, “bireyin davranıĢlarını rasyonel davranan kiĢi (homo economicus)
olmanın ötesinde Ģekillendiren faktörler hiç mi yoktur?” sorusunun cevabı 70‟li yılların
baĢından itibaren gerek teorik gerekse ampirik düzeyde araĢtırılmaya baĢlanmıĢ (Serim,
2009) ve geleneksel iktisadın dıĢında kalan heterodoks iktisat okullarının yanı sıra baĢta
sosyoloji olmak üzere diğer sosyal ve beĢeri bilimler tarafından iktisadî adam modeline
alternatif ve insanın sosyal hayattaki davranıĢlarını da açıklamaya yönelik modeller
geliĢtirilmeye (Özsoy, 2009) çalıĢılmıĢtır.
KiĢisel çıkarlarla sosyal sorumluluk ve kaygıları dengeleyen ve ekonomiyi hem
moral değerler hem de insan tabiatının göz ardı edilen diğer yönleriyle birleĢtiren bir adam
modeline, günümüzde ciddi anlamda ihtiyaç duyulduğu görülmektedir zira insan doğası
tamamıyla bencil olmayıp diğergâmlığa (baĢkalarını düĢünme) da meyillidir ve zaman
içerisinde çevresel faktörlerle Ģekillenen ahlakî duyarlılıklara karĢı da açık (Özsoy, 2009)
bulunmaktadır.
Bu kapsamda, “YaĢa ve YaĢat” ilkesine dayanan, insanı bütün ve üstün bir varlık
olarak değerlendiren ve insandaki empati/duygudaĢlık yeteneğinin davranıĢlara etkisini
göz ardı etmeyen „toplum adamı‟ modeli böylesi bir arayıĢa cevap oluĢturabilecek
niteliktedir. Toplumsal bütünlüğün sağlanmasına katkıda bulunabilecek toplum adamı,
baĢkaları için bir Ģeyler sarf ettiğinde, hatta kendi ülkesi için canını bile feda ettiğinde,
iktisadî adam gibi faydasını maksimize etmektedir. Toplum adamı, iktisadî adam gibi
üretici olarak kârını, tüketici olarak ise faydasını maksimize etmeye çalıĢmaktadır. Ancak
ikisinin birbirinden ayrıldığı çok önemli bir nokta vardır; iktisadî adam, satıcı veya alıcı
olarak bazen muhatabının zararına bile olsa, her zaman ve sadece kendi menfaatlerini
gözetirken, toplum adamı alıcı olduğu durumlarda satıcıyı, satıcı olduğu durumlarda alıcıyı
empati yapmak suretiyle düĢünmekte ve onların haklarını da dikkate almaktadır. Ġktisadî
adam her durumda kendi çıkarının peĢinden koĢarken, toplum adamı kendisi ve aile
fertlerinin temel ihtiyaçlarını sağladıktan sonra yüzünü topluma çevirmekte; aç olan diğer
insanları düĢünmeye baĢlamaktadır. Toplum adamı iktisadî adam kadar ferdiyetçi, bir
35
sosyalist/komünist kadar da toplumcudur; kazancının fazla olan kısmını toplumun geri
kalanıyla paylaĢtığı (Özsoy, 2009) görülmektedir.
Nitekim bu yaklaĢım çerçevesinde, Reuters‟den Maggie Fox‟un (2008) haberine
göre, University of British Columbia ve Harvard Business School‟da, aralarında psikolog
Elizabeth Dunn‟ın da bulunduğu bir grup bilim adamı tarafından yürütülen ve 630
Amerikalıyı kapsayan bir araĢtırma sonucunda, küçük de olsa baĢkalarına yapılan
harcamaların kendilerine yaptıkları harcamalardan insanları daha fazla mutlu ettiği tespit
edilmiĢtir. BaĢlığı, “ancak baĢkalarına harcamanız halinde para mutluluğu satın alır”
Ģeklinde konulan haberde Elizabeth Dunn, “insanların ne kadar kazandıkları kadar
gelirlerini nasıl harcadıklarının da önemli olduğu” hipotezini test ettiklerini (Özsoy, 2009)
belirtmektedir.
Bu anlamda yapılan bir diğer çalıĢmada ise, Özsoy toplum adamı modelinin Gürcü
toplumuna uygulanabilirliğini ölçmek amacıyla Gürcistan‟da 200 kiĢiye uygulanan anket
bulgularına İktisadi Adamdan Toplum Adamına baĢlıklı makalesinde yer vermiĢtir.
GerçekleĢtirilen çalıĢma, Gürcü toplumunun „iktisadî adam‟ yerine „toplum adamı‟
modelini sergileme eğiliminde olduğunu gösteren veriler ortaya koymuĢtur; katılımcıların
% 34‟ü para kazanma amacının çocuklarına gelecek sağlamak, % 23‟ü ailesini
desteklemek, % 17‟si iĢ kurmak olduğunu söylerken, yalnızca % 12‟si parayı kiĢisel
ihtiyaç ve refahları için kazandığını, % 1‟i de baĢkalarına yardım etmek için para
kazanmak istediklerini belirtmiĢtir. “ġu ana kadar hiç hayır amaçlı para harcadınız mı?”
sorusunu % 96‟sı olumlu cevaplarken, soruya yalnızca % 2‟si olumsuz karĢılık vermiĢtir.
Katılımcıların; % 70‟i, kendi ihtiyaçları olsa bile, baĢkalarına yardım etmek ve sahip
olduklarını paylaĢmak konusunda istekli olduklarını; % 62‟si hayır yapma sebebi olarak
kiĢisel duygularını öne çıkarırken, % 33‟ü bunun dinî motiflerle ilgili olduğunu; % 71‟i,
hayır iĢledikten sonra büyük bir mutluluk ve tatmin duyduklarını, % 8‟i derunî bir huzur
hissettiklerini ve sadece bu yolla kendilerini insan olarak gördüklerini; ayrıca % 70‟inin
baĢkalarına yardım etmek istediği ve kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile ellerindekini
baĢkalarıyla paylaĢmaya hazır olduklarını açıklamıĢlardır. Katılımcıların % 68‟inin
genellikle düĢük maaĢla yaĢadığı da göz önünde tutulursa tüm bu sonuçlar; insan tabiatının
ruhsal faydayı baĢka bir ifadeyle mutluluğu, kendi ihtiyacı bile olsa baĢkalarının
ihtiyaçlarını karĢılayarak bulmaya çalıĢtığının ve içinde bu eğilimi taĢıdığının; bu durumun
din tarafından da desteklenip teĢvik edildiğinin; insanı hayırsever yapanın ihtiyaç
36
sahiplerine duyulan sempati ve merhamet duygusu olduğunun (2009) kanıtı olarak
görülmektedir.
ÇalıĢmasının sonuç kısmında Özsoy, “iktisadî adam modelini reddetmemekle
birlikte onu eksik bulan ve bu eksiği tamamlaması için geliĢtirilen toplum adamı
modelinin, maddî çıkar temeline dayanan iktisadî adam modelini, iktisadî olmadığı
düĢünülen kararların temel motifi olan manevî fayda (spiritual utility) kavramıyla bir
bütünlüğe kavuĢturduğunu” ve toplum adamı modelinin “piyasa sisteminin temel zaafları
olan kamu malları, gelir eĢitsizliği, dıĢsallıklar ve ekonomik istikrarsızlılar gibi sorunlara
çözüm bulmayı vaat ettiğini” (2009) ifade etmektedir.
Toplum adamı modelinin Türkiye‟de yaĢayan bir insan tipi olup olmadığını
araĢtırmak amacıyla 2008 yılı içerisinde 328 kiĢinin katıldığı bir anket uygulamasında da
katılımcılara yöneltilen sorular ve verilen cevaplar Ģu Ģekildedir; katılımcıların % 73‟ü para
kazanma amacının ailesini desteklemek, % 41‟i fakirler yardım etmek, % 34‟ü iĢlerini
geliĢtirmek ve % 29‟unun ise sermayelerini artırmak için istediklerini dile getirmiĢlerdir.
“Hiç hayırseverlik niyetiyle para harcadınız mı?” sorusuna
% 97‟si, “Hayırseverlik
miktarını artırmak istiyor musunuz?” sorusuna ise % 83‟ü evet demiĢlerdir. Katılımcıların
% 86‟sı gelecek nesil için bu dünyayı daha iyi bırakmak zorunda olduklarını, % 74‟ü
dünyanın sorumlu vatandaĢlara ihtiyacı olduğunu, % 68‟i ise insanın komĢusunun ve
vatandaĢlarının iyiliği için parasının bir kısmını harcaması gerektiğini ifade etmiĢlerdir.
Böylece, katılımcılar ihtiyaç sahiplerini ihmal etmeyeceklerini, ulusal ve küresel
dayanıĢmaya açık olduklarını, küresel dayanıĢmaya katkıda bulunabileceklerini ifade
etmeleri sebebiyle Türkiye‟de de çoğunlukla toplum adamının özelliğini göstermiĢ (Özsoy
ve Görmez, 2008) bulunmaktadırlar.
37
2. BÖLÜM
VERGĠNĠN SOSYO-KÜLTÜREL ve SOSYO-EKONOMĠK YAPI
ĠÇĠNDEKĠ YERĠ
Bu bölüm vergiye tarihsel perspektiften genel bir bakıĢ açısı ve verginin ortaya
çıkıĢı ile baĢlamaktadır. Ardından konunun kültürel dünyamızdaki yansıması ele alınmakta
ve mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarını belirleyen etkenler üzerinde durulmaktadır.
Bu etkenler, sosyo-kültürel ve mali etkenler ana baĢlıklarında irdelenmektedir. Hemen
ardından vergi direnci ve mükellef tepkileri değerlendirilmekte, aktif ve pasif tepkilere yer
verilmektedir.
2.1. Tarihi Süreçte Vergi
Ġnsanın otorite karĢısında hak araması çok eskilere dayanmaktadır ki bu anlamda
Hammurabi Yasaları‟nı (MÖ 1760), Magna Carta‟yı (1215), Habeas Corpus‟u (1679),
Amerikan Bağımsızlık Bildirisi‟ni (1776), Fransa Ġnsan ve YurttaĢ Hakları Bildiri‟sini
(1789) ve Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟ni (1950) tarihsel akıĢta sayabiliriz. BM‟nin
kurucu üyelerinden olan Türkiye‟de ise benzeri süreç; Ayan Meclisi, Tanzimat Fermanı, I.
ve II. MeĢrutiyet ile Cumhuriyetin ilanı Ģeklinde ortaya çıkmıĢtır.
2.1.1. Genel BakıĢ ve Verginin Ortaya ÇıkıĢı
Kamu gelirleri, ilk ve orta çağlarda kabile ya da devlet baĢkanlarına çeĢitli
nedenlerle verilen hediyelerden oluĢuyordu ve verilen hediyenin türü, miktarı onu verenin
iradesine bağlı idi yani zorunluluk söz konusu değildi (Akdoğan, 2007: 303). Sümer,
Yunan ve Roma medeniyetinde de az veya çok önemli vergiler vardı fakat kökeninde
vergiler, ihtiyari bir mahiyet göstermekteydi (Erginay, 2003: 30). Ġnsanlık tarihinin bu ilk
önemli medeniyet örneklerinde vergilendirme yetkisinin hukuki bir temelden çok devletinhükümdarın fiili gücünü esas aldığı söylenebilir (Gök, 2007); bu açıdan vergi düĢüncesinin
orijini “hediye” kavramına dayanmaktadır. Bu anlamda; ilk vergilerin hibe veya yardım
Ģeklinde olduğu, ikinci devrede esas itibariyle mamelek (patrimuan) üzerinden alınan
vergiler, kral imtiyazları (regales), tekel vergileri ve resimlerin belirdiği, nihayet üçüncü
38
devre olarak zamanımızda gelir vergileri, gider vergileri ve servet vergilerinin yaygın bir
hal aldığı görülmektedir (Erginay, 2003: 33).
Kamu hizmetlerinin henüz geliĢmemiĢ olması dolayısıyla sınırlı olan gelirler
baĢlangıçta yeterli olmuĢ, ancak derebeyi ve kabilelerin yerine merkezi devletler geldikçe
mülk gelirleri yetersiz kalmıĢtır (Erginay, 2003: 31). Böylece geleneklerin hukuki
normlara dönüĢmesiyle, töresel sorumluluk yerini yavaĢ yavaĢ yasal sorumluluğa
bırakmıĢtır (Giray, 2001: 7). Ülke sınırlarının büyümesi, merkezi devletlerin kurulması,
yeni buluĢ ve geliĢmeler, devletin görev alanının geniĢlemesine neden olmuĢ, devlete
yapılan katkıların zorunlu bir nitelik kazanmasına yol açmıĢtır. Bu dönüĢüm sürecinde,
vergilemeye gidilmesinin en önemli tarihi nedenleri arasında; ülkenin dıĢtan gelecek
tehlikelere karĢı korunması, iç güvenlik ve adalet hizmetlerinin görülmesi için gerekli
harcamalara finansman sağlanması (Akdoğan, 2007: 304, 122) yer almıĢtır.
Verginin geliĢim süreciyle ilgili bir diğer yaklaĢımda ise, ilk aĢamada bireylerin
bağlı bulundukları yönetime servet ve gelirlerinin bir kısmını hediye olarak sunmaları söz
konusudur. Ġkinci aĢama, dinsel amaçlı gönüllü ödemelerin geçerli olduğu dönemdir.
Üçüncü aĢamada devlete yardım düĢüncesi yatmaktadır. Dördüncü aĢamada vergi, devletin
yararına bireylerin katlandığı kamusal mallardan yararlanmanın karĢılığı bir fedakârlıktır.
BeĢinci aĢama yükümlülük duygusu geliĢmiĢken altıncı aĢamada zorunluluk söz
konusudur. Son aĢamadaysa, mükellefin iradesine bırakılmaksızın devlet tarafından
belirlenen bir değerdir (Giray, 2001: 8); ancak alınan bu tutarların gönüllü veya zorunlu
olması vergi özelliğini değiĢtirmemektedir.
Bir baĢka bakıĢ açısındansa vergi, eski çağlarda mağlupların galiplere ödemesi
gereken bir borç olarak kabul olunmakta ve mağlupların gelirleriyle servetlerinin bir
bölümü “haraç” adı altında alınmaktaydı. Milattan önceki yıllarda; eski medeniyetlerde
çeĢitli uygulamaları görülen asli gelir kaynağı niteliğinde olan vergiler, orta çağda bu
niteliklerini önemli ölçüde kaybetmiĢler ve olağanüstü bir gelir kaynağına dönüĢmüĢlerdir.
Ortaçağ döneminde vergi, istisnai boyutta uygulanmıĢ ve anlam değiĢimine uğramıĢtır.
Bütün ortaçağda krallar, ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü kendi gelirleriyle
karĢılamıĢlardır. Bu dönemde vergi ancak istisnai olarak baĢvurulan bir kaynak olmuĢtur.
Eski bir kurum olmakla birlikte, Roma Ġmparatorluğunun yıkılmasından sonra verginin özü
değiĢime uğramıĢ ve bir malikâne geliri Ģekline dönüĢmüĢtür. XVII. yüzyılda vergi normal
39
bir gelir niteliği kazanmıĢ ve zamanla malikâne gelirleri önemini kaybetmiĢtir. Böylece,
baĢlangıçta hediye ve bağıĢlarla karĢılanabilecek düzeyde olan ihtiyaçlar, bir arada yaĢama
arzusu ve örgütlenme biçiminin geliĢimine bağlı olarak artmıĢ, daha sağlıklı finansman
kaynaklarına (Akdoğan, 2007: 121-122) gerek duyulur olmuĢtur.
Geleneksel toplumlarda milli gelir tarıma dayalı, sanayileĢme az veya küçük el
sanatları biçiminde, okuma yazma oranı düĢük, para ekonomisi zayıf, sanayi yatırımları
için gerekli sermaye birikimi az, ticaret ve kentleĢme sınırlı, üretim kas gücüne bağlı ve
ayni vergiler önemli bir yer tutmaktadır (Heper, 1981: 5, 22). Dolayısıyla ilkçağ
dünyasının temel vergisi tarımsal ürünlerden alınmakta ancak burada gelir, iklim
koĢullarına bağlı olarak değiĢken bir özellik göstermektedir. Paranın icat edilmediği bu
çağlarda vergi, emek Ģeklinde de ödenebilmektedir; askerlik yapma, kralın madenlerinde
ve arazilerinde çalıĢma, sulama kanalları yapma,.. gibi. Paranın icadıyla birlikte, para ve
ayni ödemelerin birlikte yer aldığı yeni ve ikili bir sistem uygulanmıĢtır (Giray, 2001: 910).
Tüm bu tarihsel süreçte, 1215 tarihli Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük
Fermanı) demokrasinin geliĢmesinde adeta bir baĢlangıç noktası olmuĢ, ardından ortaya
çıkan Reform ve Rönesans hareketleri ile bu giriĢim güç kazanmıĢtır (Aktan vd., 2002:
156). Bu ferman “kraliyet haklarının örf ve adetle hudutlu olduğunu kabul ediyor, keyfi
vergilemeyi önlüyor ve vergilemenin bir müĢavere meselesi olduğu esasını daha 13. Asrın
baĢlarında vaz ediyordu” (Kurtkan, 1968: 35). Ġngiltere‟deki ilk demokratikleĢme hareketi
saydığımız bu fermanın 12. maddesi Ģöyledir: “Hükümdar kendini esaretten kurtarmak,
oğluna asalet unvanı vermek, bir defaya özgü olmak üzere büyük kızını evlendirmek için,
halktan vergi isteyebilir. Bu durum dıĢındaki hallerde ancak “Genel Meclis” karar verir ise
vergi alınır. Halktan vergi talep eden irade, ister kraldan, ister genel meclisten gelsin
yükleyeceği yük makul ve mutedil olmalıdır” (Giray, 2001: 56). Dolayısıyla Ġngiltere‟de
krallar, tebaalarını vergilerin onaylanması için toplantıya çağırır duruma gelmiĢlerdir ki
meclislerin, onayın zorunluluğu hususundaki ısrarcı tutumları sebebiyle parlamentoların
vergileri onaylama ilkesi böylece yerleĢmiĢtir. Fransa‟da ise vergilerin halk temsilcilerinin
onayına sunulması Fransız Ġhtilalinden sonra, demokratik rejimin kurulmasıyla ancak
yerleĢmiĢtir (Türk, 2002: 113). Böylece hükümdarların ağır vergi koymalarıyla ortaya
çıkan çeĢitli toplumsal tepkiler, vergi miktar ve çeĢitlerinin belirlenmesinde halkın
görüĢlerinin alınması (Akdoğan, 2007: 304) sonucunu doğurmuĢtur.
40
Arap yarımadasındaki duruma gelince, Ġslam‟dan evvel var olmuĢ devletler de
genellikle dini devletler olduğundan, devlet baĢkanları aynı zamanda en yüksek dini otorite
olarak halk ile tanrılar arasında aracı rolü oynamıĢlardır. Bu bakımdan bu devletlerde
mevzu vergiler de daha çok dini mahiyette olmuĢtur. Tanrılara sunulanlar altın, gümüĢ,
canlı hayvan, zirai mahsuller olmak üzere çok çeĢitlidir. Galip devlet ve aĢiretin, mağlup
devlet ve aĢiretten tahsil ettiği vergi de bilinmektedir. Ayrıca kabile ve Ģehir devletlerinde,
ticari malların getirildiği panayırlarda onda bir oranında vergi tahsil edilmiĢtir. Ġslam‟ın ilk
yıllarında ödenen her çeĢit vergi baĢlangıçta farklı isimler altında anılmıĢsa da hicri 7-10
yıllarında artık devlet içinde Müslümanların ödedikleri vergi Ģeklindeki mali
mükellefiyetler zekât ve sadaka altında toplanmıĢtır. Medine pazarına getirilen mallardan
onda bir oranında aĢar vergisi de alınmakla birlikte, gayri-müslimlerin ödedikleri vergiler
dört gruba ayrılabilir; cizye, haraç, ticaret öĢrü ve fidye (Eskicioğlu, t.y.:203-217).
Ġslam‟da vergi anlayıĢının temelinde ihtiyaç fazlası kavramı olmuĢtur ve bu fazlayla
muhtaç durumda olanların gereksinimlerinin giderilmesi amaçlanmıĢtır. Zekât ve aĢar gibi
sadece Müslümanlardan alınan vergiler; cizye ve haraç gibi Müslüman olmayanlardan
alınan vergilerin yanında ortak olarak gümrük ve veraset vergileri de alınmıĢtır (Giray,
2001: 34-43) .
2.1.2. Sanayi Devrimi ve Sonrası
Ġlk vergiler istisnai yardımlar Ģeklinde geliĢmiĢ ve bir defaya mahsus olarak
alınmıĢtır. ÇağdaĢ devletlerin ortaya çıkıĢı, bu devletlerin son derece önemli olan yönetim
giderlerinin istisnai yardımlarla ve mamelek gelirleriyle karĢılanmasını olanaksız hale
getirmiĢ, istisnai yardımlar düzenli yardımlara, her yıl alınan yardımlara ve nihayetinde
vergilere dönüĢmüĢtür (Türk, 2002: 114-115). Sanayi devriminden önceki yıllarda görülen
vergileme biçimi; refahın toprak mülkiyetine bağlı olduğu görüĢünün bir sonucu olarak,
mülk vergilemesi yönünde olmuĢ ve ayrıca dolaylı vergi uygulamaları geniĢ yer tutmuĢtur.
XVIII. Yüzyılın sonlarında Ġngiltere‟de geçici bir dönem için gelir vergisi uygulamaya
konulmuĢ, bazı ara vermeler dıĢında ve duyulan finansman ihtiyacının sonucu olarak,
gittikçe yaygınlaĢan bir Ģekilde bu verginin uygulaması sürdürülmüĢtür (Akdoğan, 2007:
122). Ancak Fransa‟da Ġngiltere‟den farklı olarak, devamlı vergi fikri Ġngiltere‟ye göre
daha kolay ve daha tam bir Ģekilde girmiĢtir. Zira Fransa dıĢ tecavüzlere ve istilalara
Britanya adalarından her zaman daha açık bir ülke olmuĢtur ki ordunun devamlı olması
demek verginin de devamlı olması (Türk, 2002: 115) anlamına gelmektedir.
41
Uzun bir süre devletlerin amacı savunma ve güvenlik iken ekonomik koĢulların
değiĢmesi ve sınıfsal farklılaĢmalar, dikkatleri genel refah konusuna çekmiĢ ve devlet yeni
fonksiyonlar yüklenmiĢtir. Bu yeni fonksiyonlar ise yeni harcamalar ve yeni vergiler
demektir (Giray, 2001: 8). Verginin mahiyeti ile ilgili düĢüncelerde ortaya çıkan
değiĢmelere paralel olarak vergiye atfedilen fonksiyonlardaki bu değiĢmeler, verginin
yalnızca kamu giderlerini karĢılamak yönündeki temel geleneksel görevinin yanı sıra,
ekonomik ve sosyal hayata müdahale etmek bakımından önemli bir araç olarak kabul
edilmeye baĢlandığının da göstergesidir (Akdoğan, 2007: 122). Wagner, ekonomik
kalkınma ile kamu sektörü arasındaki bir “neden-etki” bağının var olduğu inancından
hareket ederek, kiĢi baĢına gelir ve üretim miktarı yükseldikçe toplam ekonomik
faaliyetlere oranla kamu sektörünün göreli payının artmasının temel nedeni olarak sosyal
geliĢmeyi göstermektedir (Heper, 1981: 23). XVII. yüzyılda Ġngiltere‟de ve XVIII.
yüzyılda Ġhtilalden sonra Fransa‟da, insan haklarının toplum içindeki algılanıĢ Ģeklinin
değiĢmesi ve geliĢmesi, vergilerin genel olması, bireylerin aynı hak ve yükümlülüklere
sahip olmaları ilkelerinin yayılmasına neden olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 212).
Kapitalist sistemin doğuĢu merkantilist dönemle baĢlamaktadır (Talas, 1980: 24),
dıĢ ticaret yolu ile değerli metal ve mallar sağlamak amacını taĢıyan bu dönemde, vergi
ödemelerinin mükellefin devlet faaliyetlerinden elde ettiği faydalara karĢılık gelmesi
konusuna önem verilmiĢtir. Devlet mükellefin Ģahsını ve servetini korumuĢ, vergi de
bunun bedelini oluĢturmuĢtur yani bir tür karĢılıklı sözleĢmenin olduğu görülmektedir.
Merkantalistlerden farklı olarak zenginliğin kaynağını doğa sayan Fizyokratlara göre ise
üretken olan yalnız toprak olmuĢtur (Giray, 2001: 24-26). Quesney, Mirebeau, Le Trosne
gibi fizyokratlar verginin, toprağın saf gelirine dayalı olarak ve tek vergi Ģeklinde
uygulanmasını dile getirmiĢlerdir. Fizyokratlar her sosyal olayın bir yasaya bağlı olduğunu
söyleyerek bilimsel düĢüncenin öncülerinden olmuĢlardır (Talas, 1980: 29), dolayısıyla
Merkantalistler ve Fizyokratların, sınırlı da olsa vergi ilkeleri ile ilgili doktrinleri
kurduklarını söylemek mümkündür (Akdoğan, 2007: 192).
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler “Laissez faire, laissez passer” temel
mantığına sahip liberalizmin temellerini atan Adam Smith ve David Ricardo ile ekonomik
alandaki çalıĢmalara ve araĢtırmalara bir düzen, tutarlılık gelmiĢtir (Talas, 1980: 30). Mali
olayları bilimsel bir çerçevede inceleyerek vergi prensip ve teorilerine büyük katkı
sağlayan Smith (Akdoğan, 2007: 192); piyasa ekonomisinin aktörlerin kiĢisel çıkarlarının
42
etkisiyle iĢlerlik kazandığını ifade etmiĢ, fizyokratların görüĢüne karĢı çıkarak yalnız
toprağın değil sanayi ve ticaretin de gelir fazlası sağlayacağını ispat etmiĢtir (Giray, 2001:
24-26). Smith, kamu harcamalarının maliyetinin mümkün olduğu kadar sağlanan faydaya
uygun olarak bireylere dağıtılmasını, ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda ödeme
gücü ilkesine uygun bir vergilemenin yapılabileceğini belirtmektedir (Musgrave, 2004:
82). Smith‟in getirmiĢ olduğu vergileme ilkeleri; adalet, belirlilik, uygunluk ve
iktisadiliktir ki bu ilkelerin günümüzde de yararlanılan vergi ilkeleri olduğu görülmektedir.
Ricardo ise vergilerin her zaman bir ülkede ya sermayeden yani servetten ya da gelirden
ödeneceğini belirtmiĢtir (Giray, 2001: 26-28). Sonrasında ise McCullock, J.S.Mill,
Edgeworth, Dalton ve Pigou gibi isimler vergileme ilkelerinin üzerinde durmak (Akdoğan,
2007: 6, 192) eğiliminde olmuĢlardır.
Hükümetler tarafından görülmekte olan kamu hizmetlerinin en az düzeyde
tutulması, hükümetlerin rollerinin ekonomik ve sosyal yaĢantıda liberal düĢüncenin de
etkisiyle düĢük olması vergi düzeylerini sınırlı kılmıĢtır öyle ki artan oranlı vergiler ancak
XX. yüzyılda görülmeye baĢlanmıĢtır. Dolayısıyla vergi yükünü de en çok yoksullar
duymuĢ, dolaylı vergilerin geniĢliği ve yoğunluğu bu yükü ağırlaĢtırmıĢtır. Hükümetler,
ancak zamanla refah devleti politikasını daha iyi biçimde yürütecek araçlara ulaĢmıĢlardır.
Özellikle Keynes‟ten sonra, yatırım ve tüketim hacmini kamu harcamaları yolu ile
destekleyerek dengeyi sağlayacak bir rol verebilmek için vergi, hükümetlerin elinde
baĢlıca bir araç olarak kendini göstermiĢtir. Buradaki denge kuramı Keynes‟e aittir, üretim
ve tüketim arasındaki denge bozulduğunda devletin vergi yolu ile ekonomik hayata
müdahale etmesini öngören (Talas, 1980: 117-118) bir kuramdır. Keynes devlet
müdahalesine yeni bir bakıĢ açısı getirmiĢtir; para politikası ve piyasa mekanizması
ekonomik istikrarı temin etmede yetersiz kalabilmektedir ve bu nedenle söz konusu
yetersizlik maliye politikası ile kapatılmalıdır (Mutlu, 2009: 30). Klasik Ġktisat Teorisi‟nin
aksine, toplam talebe ağırlık veren Keynesyen Teori‟ye tepki olarak ortaya atılan Arzyönlü iktisat, özellikle vergi indirimleri yoluyla üretimin ve dolayısıyla vergi gelirlerinin
pozitif yönde etkileneceğini ve bu suretle ekonomik büyümenin, kaynak kullanımında ve
dağılımında etkinliğin sağlanacağını savunan bir iktisadi düĢüncedir (Karabulut, 2006).
Ekonomi düĢünürlerine göre modernleĢme sürecindeki toplumları farklı ayırımlara
tabi tutmak mümkündür. Bunlardan; Lerner toplumları geleneksel toplumlar, geçiĢ dönemi
toplumları ve modern toplumlar olarak üçe ayırırken; Musgrave önceki dönem ve sonraki
43
dönem ayırımını tercih etmekte; Rostow ise altılı bir ayırım yapmaktadır (Heper, 1981: 4).
Lerner, modernleĢmenin temelinde kentleĢmenin yattığı düĢüncesindedir; bir toplumda
kentleĢme oranı % 25‟i geçtiği zaman modern üretim gerekliliği ortaya çıkmaktadır ki
modern toplumda üretim piyasa için yapılmakta ve verimlilik artmaktadır, kentleĢme ve
eğitimin geliĢmesi sonucu okuryazar oranı yükselmektedir (Heper, 1981: 11-14). Bu
çerçevede, vergi yapısının toplumsal yapının bir parçasını oluĢturduğu dikkate alınırsa
geleneksel toplumlara, geçiĢ dönemi toplumlarına ve modern toplumlara özgü vergi
yapılarından söz etmek de (Heper, 1981: V) mümkün bulunmaktadır.
Günümüzdeyse vergi, herhangi bir fayda veya değiĢim ile değil, prensip olarak
devletin egemenliğiyle açıklanmaktadır. Dolayısıyla verginin, ferdi anlamda bir nedeni
yoktur; tek nedeni egemenlik kuvvetinden doğan kanundur (Erginay, 2003: 36, 37) ve
verginin kanuna dayanarak alınması genel olarak ülkelerin anayasalarında hüküm altına
alınmıĢtır (Akdoğan, 2011: 4). Bu anlamda, çağdaĢ anayasaların hemen hepsi, vergileme
yetkisinin çerçevesini çizmeye çalıĢan, onu sınırlayan hükümler (Uluatam, 1995: 17)
taĢımaktadır. 1789‟daki Fransız Ġhtilalinin ardından yayımlanan Ġnsan ve YurttaĢ Hakları
Bildirisi Avrupa‟daki ilk insan hakları bildirgesi olup, 1791‟deki Fransız Anayasasına
önsöz olarak eklenmiĢtir. Söz konusu bildirinin 13. maddesinde “Kamu gücünün devamını
sağlamak ve idarenin masraflarını karĢılamak için herkesin bir vergi vermesi
kaçınılmazdır. Vergi tüm yurttaĢlar arasından olanakları oranında eĢit olarak dağıtılır” ve
14. maddesinde ise “Tüm yurttaĢların bizzat ya da temsilcileri aracılığı ile verginin
gerekliliğini belirlemeye, vergilemeyi serbestçe kabul etmeye, vergi gelirlerinin
kullanılmasını gözlemeye ve verginin miktarını, matrahını, tahakkuk biçim ve süresini
belirlemeye hakkı vardır.” denilmektedir. Amerika Ġnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisinin
(1948) baĢlangıç kısmında yer alan “Her bir bireyin ödevlerini yerine getirmesi herkesin
sahip olduğu hakların ön koĢuludur. Ġnsanın her sosyal ve siyasal faaliyetinde haklar ve
ödevler birbiriyle iliĢkilidir. Haklar bireysel özgürlüğü yüceltirken, ödevler o özgürlüğün
onurunu ifade eder.” cümleleri vergi vermeyi onurlu bir davranıĢ olarak görmektedir hatta
yine aynı bildirinin 36. maddesi “Kamusal hizmetleri desteklemek üzere yasanın
öngördüğü vergileri ödemek her kiĢinin ödevidir.” ifadesi yer almaktadır. Fransa‟nın 1791,
1793 ve 1814 Anayasalarında ise “vergi eĢit olarak vatandaĢlar arasında dağıtılır”, “hiçbir
vatandaĢ devlet giderlerinden hisse almak Ģerefinden hariç tutulamaz”, “herkes ayırt
edilmeksizin devlet yüklerine servetiyle orantılı olarak katılır” ifadeleri vardır (Akdoğan,
2007: 194). Fransa‟nın zihni altyapısında önemli bir rolü olan Ġhtilalin önemli isimlerden
44
Robespierre‟e atfedilen Ģu söz ise oldukça anlamlıdır “Kimse vergi vermek Ģerefinden
mahrum edilemez” (Erginay, 2003: 59).
2.1.3. GeçmiĢten Günümüze Türklerde Vergi
2.1.3.1. Ġslamiyet Öncesi Dönem
Ġlk Türk devletlerinde ekonominin ĢekilleniĢi, yaĢanılan coğrafyanın etkisinde
kalmıĢtır. Orta Asya‟daki iklim Ģartları ve geniĢ bozkırlar insanları göçebe bir hayata
mecbur kılmıĢ, bu çerçevede hayvancılık temel ekonomik uğraĢ olmuĢtur. Tarım, yerleĢik
düzene geçen Uygurlarla birlikte ekonomideki ağırlığını artırmıĢ, hatta madencilikte
sağlanan ilerlemeyle Türkler özellikle yaptıkları kılıçlarla tanınmıĢlardır. Ayrıca Çin‟den
Bizans‟a uzanan Ġpek Yolu sebebiyle, sürekli canlılığını koruyan ticari hayatta mal
takasının yanında Göktürklerden sonra para da ekonomide yaygın bir Ģekilde kullanılmaya
baĢlanmıĢtır.
Türklerin yaĢamında, devletin rolü her dönemde olduğu gibi bu dönemde de
belirleyici olmuĢtur. Birey devletten adaletli yönetim beklerken; karĢılığında devlete
sadakat göstermiĢ, askerlik yapmıĢ ve vergisini vermiĢtir. Devlet hazinesinin gelir
kaynağını; Ġpek Yolu‟nu kullanan tüccarlardan alınan geçit ve koruma vergisi (Koca,
2002a: 561), bağlı devletlerden alınan haraçlar (Koca, 2002b: 27), madenlerden elde edilen
gelirler ve halktan tahsil edilen vergiler oluĢturmuĢtur (Kafesoğlu, 1993: 315).
Vergi, askerlikten sonra gelen en önemli devlet iĢi olarak kabul edilmiĢtir. Köy
salmaları, aĢiret baĢkanlarına verilen hediyeler ve devlete ödenen vergiler Türk töresi icabı
kutsal görülmüĢ ve bunlarda kesinti yapmak, kaçırmak, bağıĢlanma isteminde bulunmak
izzeti nefsi kırıcı, küçültücü aĢağılık bir davranıĢ sayılmıĢtır (Eskicioğlu, t.y.: 199-200).
Halktan tahsil edilen vergiler düzenli olarak kaydedilmiĢtir, öyle ki Hunlarda
vergilerle, vadesini aĢan borçları ve faizlerini nasıl hesapladıklarını gösteren belgeler
bulunmuĢtur (Ögel, 1979: 263). Ekonomik ve mali iĢlerle “tudun” adı verilen görevliler
ilgilenmiĢ; hakan adına halktan mesken, hayvan ve toprak vergisi olmak üzere 3 tür vergi
toplanmıĢtır (Kafesoğlu, 1993: 315).
45
2.1.3.2. Ġslamiyet’ten Sonra
Ekonomi tarım, hayvancılık ve ticarete dayanmaktadır. Ġpek ve Baharat yolunun
kontrolüne çok önem verilmiĢ, özellikle Karahanlılar ve Selçuklularda yol güzergâhında
kervansaraylar yapılmıĢtır. Sosyal ve ekonomik hayatta, vakıflar ve toplumsal yapıyı
yönlendiren örgütlenmelerden biri olan ahilik teĢkilatı belirgin bir etkiye sahip olmuĢtur.
ÇeĢitli sosyal ihtiyaçları karĢılamak amacıyla kurulan vakıflara, özellikle Büyük
Selçukludan sonra sıklıkla rastlanmaktadır.
Ġslamiyet‟in ilk dönemlerinden itibaren uygulanan ikta sisteminden dolayı
fethedilen topraklar, mülkiyeti devlete ait olmak kaydıyla kiĢilerin tasarrufuna
bırakılmıĢtır. Öyle ki sistem zamanla üst düzey asker ve memurların geçimlerini bu toprak
vergilerinden sağlayacağı biçimde geniĢlemiĢ yani ikta sahibi toprağı iĢlemekle kalmamıĢ
aynı zamanda vergi vermiĢ ve asker yetiĢtirmiĢtir. Ġlk Müslüman Türk devletlerinde
uygulanan ikta sistemi Osmanlılarda dirlik (tımar) olarak devam ederek XVI. yüzyıla
kadar mükemmel bir Ģekilde iĢlemiĢtir.
Ġlk Türk Ġslam devletlerinde vergiler, örfi ve Ģer‟i vergiler olarak iki grupta
toplanmıĢtır. Ġslami kurallar çerçevesinde alınan zekât, haraç, aĢar, cizye gibi Ģer‟i
vergilerin dayanağı Kur‟an, Sünnet, icma ve kıyas olduğundan, mükellefler bu vergileri
öderken aynı zamanda dini vecibelerini de yerine getirdiklerini düĢünmüĢlerdir ve böylece
vergilerin tahsilatı da kolay olmuĢtur (Akdoğan, 2007: 123; Eskicioğlu, t.y.: 224). ġer‟i
vergiler dıĢında zamanla Ģer‟i vergiler karĢılığında alınan “örfi vergiler” adı altında, ayrı
bir vergi grubu daha ortaya çıkmıĢtır. Sayıları yüze yaklaĢan “örfi vergiler”, genel olarak
birbirleriyle uyumlu olmayan ve daha çok ele geçirilen ülkelerde uygulanmakta olan vergi
uygulamalarının devam ettirilmesi Ģeklinde olmuĢ (Akdoğan, 2007: 123); ancak lüzum
görüldükçe yavaĢ yavaĢ tadil ve ıslah edilmiĢtir ki bu durum Osmanlı‟da da aynı Ģekilde
gerçekleĢmiĢtir (Eskicioğlu, t.y.: 218-219). Dolayısıyla geniĢ bir bölgede farklı kültürler
barındığından vergilendirme, bölgelere göre farklılıklar göstermiĢ ve her bölge için ayrı bir
vergi kanunu yapılmıĢtır (Giray, 2001: 84).
Osmanlı‟ya gelince, sosyal yapı yani Türk toplumunun sınıfsal ayrıĢımını
belirleyen faktör, toprak rejimi sebebiyle devletin kendisi olmuĢtur. KuruluĢundan beri
devlet, toplumun geliĢimine göre biçimlenmeyip tersine, toplum devletin elinde
46
yoğrulmuĢtur. Toplum; yönetenler (ümera) ve yönetilenlerden (reaya) oluĢmaktadır ki bu
sınıflandırma, sosyal yapıyı mali düĢüncenin yönlendirdiğini göstermektedir. Bu açıdan
toplumdaki en önemli ayırım, devlet hizmeti görüp devlet gelirlerinden pay alan asker ile
üretici ve vergi ödeyen halk arasındaki ayırımdır (Giray, 2001: 82-83; Tabakoğlu, 2006) ve
kuvvetli bir askeri hâkimiyete dayanan hükümetin baĢlıca fonksiyonu, halkın mülkiyet
hakkını korumak ve ödenen vergileri kamu hizmetleri için kullanmak olmuĢtur (Kurtkan,
1968: 106). Halk devĢirmelerin vergilerini ödeyen ve “ekip biçen” reaya olarak kabul
edildiğinden günümüze kadar devlet, ferdi ciddiye almamıĢ, askerlik ve vergi söz konusu
olduğunda onu hatırlamıĢ, istek ve özlemlerine kayıtsız kalmıĢ, onu yalnız bırakmıĢtır.
Toplum da bunu bildiğinden reayanın Osmanlıya olan tepkisini, Ģu anonim deyiĢte görmek
mümkün olmuĢtur (Türkdoğan, 2008: 84, 330, 78);
“ġalvarı Ģaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok biçende yok,
Yiyende ortak Osmanlı.”
AĢıkpaĢazade Tarihi'ne göre Osman Gazi; "Her kim pazarda satıĢ yapıp para
kazanırsa bunun iki akçasını versin, satamazsa hiçbir Ģey vermesin ve bu kuralı kim
bozarsa Tanrı da onun dinini ve dünyasını bozsun" fermanı ile Osmanlı topraklarında ilk
vergi uygulamasını baĢlatmıĢtır. Ancak, Osmanlılarda ilk mali teĢkilat I. Murat (1359 1389) zamanında kurulmuĢtur. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman
zamanında imparatorluğun hem gelirlerinde, hem giderlerindeki önemli artıĢ nedeniyle bu
yapı geliĢtirilmiĢtir (Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının Tarihi GeliĢimi, www.gib.govtr).
Bu çerçevede, Osmanlı‟da da vergi sistemi önceki Türk Ġslam Devletlerinde olduğu
gibi, Ģeri hukuk kuralları çerçevesinde ĢekillenmiĢtir. Devlet gelirleri, para olarak ödenen
düzenli vergilerden, mağlup devletlerden alınan haraçlardan, bazı gümrük resimlerinden,
cizyeden ve ganimetten oluĢmuĢtur. Mali nitelikteki uygulamalardan zekât, siyasi hayatın
baĢlangıcından sonra, kısmen Beytülmal yanında, devlet elinde Beytüssadakaya alınmıĢ,
böylece vergiye benzer karakter kazanmıĢtır. Ağnam hayvanlar dolayısıyla alınan, aĢar da
mahsulden alınan zekât sayılarak adeta bir vergi görünümünde olmuĢtur (Akdoğan, 2007:
123). Zekât, haraç, aĢar, cizye gibi Ģer‟i vergilerin yanında türleri ve vergi oranları
(miktarları) çoğunlukla kanunnamelerle ve fermanlarla belirlenen örfi vergiler de sıklıkla
47
uygulanagelmiĢtir. Örfi vergilere, özellikle de sürekli yaĢanan savaĢlardan dolayı ortaya
çıkan mali sıkıntılar sebebiyle -ki bu anlamda ilk olarak avarız resmi II. Bayezid
zamanında ordunun ihtiyacını karĢılamak üzere alınmıĢtır- baĢvurulmuĢ, çoğu geçici
olarak konulmasına rağmen zamanla devamlılık göstermiĢtir. Bununla birlikte, padiĢahlar
da ellerinde tuttukları yetkiyle örfi vergiler koyabilmiĢ, bu vergilerin oranları, muafiyet ve
istisnaları ile ilgili değiĢiklikler yapabilmiĢlerdir. Vergi tahsilatında ise parayla ödeme esas
olmakla birlikte, halkın angarya olarak nitelendirilebilecek bedeni birtakım yükümlülükleri
de yaĢanmıĢtır. Özellikle padiĢaha ve saray erkânına ait çayırların biçilmesi veya bağların
iĢlenmesi için o bölgelere ait kanunnamelerde halka bu iĢlerde çalıĢma zorunluluğu
getirilmiĢtir (Aktan vd., 2002: 58-62).
Devletin veya onu temsil eden kiĢilerin hedef veya çıkarları arasında, ilk sırada
fazla vergi toplamak ve ardından bu vergi kaynaklarını azamiye çıkarmak gelmiĢtir. Tam
bu noktada baĢlayan çıkar çatıĢmalarındaki bütün sorun, devletin gelirlerini sağlayan
ekonomik yapıyı kontrol edebilmek olmuĢtur (Doğan ve Cihan, 2006). ÇeĢitli nedenlerle
vergi toplama yetkisi devredilmiĢ, fakat devlet teĢkilatı yerine devletin yetkilendirdiği kiĢi
ya da grupların vergi tahsilini gerçekleĢtirmesi ve bunların halk üzerinde baskı kurmaları
isyan hareketlerinin ortaya çıkarmıĢtır (Aktan vd., 2002: 232). Toplumsal değiĢimle
birlikte nüfus artıĢı, ekonomik daralma, devletin daha sık vergi toplamaya baĢlaması ve
köylünün yoksullaĢması böylece köylünün toprağını terk etmesi, Amerika‟dan gelen altın
ve gümüĢün Osmanlı ekonomisine etkileri “Celali Ġsyanları” olarak da bilinen karıĢıklığı
doğurmuĢtur (Akdağ, 1975: 65-70).
Osmanlı‟da batıdakine benzer vergi isyanları görülmemekle birlikte, isyanların
nedenlerinin siyasi olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla Celâli isyanları, aslında
en az XVI. yüzyılın baĢlarından beri imparatorlukçu Osmanlı düzeninin geliĢtirmeye
baĢladığı siyasi ve sosyal koĢullarla at baĢı yürüyen ekonomik darlık sebebiyle yaĢanan
bunalımın, ülke üzerindeki karıĢıklığın her sınıftan insanları birbirleriyle kanlı kavgalara
tutuĢturmasından çıkan olaylar olmuĢtur (Akdağ, 1975: 14). Mehdi olduğunu iddia eden
Celal, çevresinde Yavuz‟un vergilerinden yakınan kentlilerle çiftçileri de toplamıĢtır.
Ayrıca, 1526 tarihinde Bozok‟ta kadastro yazımı yapılmasına çalıĢan, düzenli bir ordu,
tımar ve vergi sisteminin kurulması için sancakbeyinin çabalarına karĢı çıkan Baba Zunun
adındaki bir Safevi vaiz, Türkmen göçebe aĢiretleri birleĢtirerek ayaklandırmıĢtır
(Türkdoğan, 2008: 232).
48
Özetle, tımar sisteminin XVI. yüzyıldan itibaren bozulması ile toprak sistemi
çökmüĢ, dolayısıyla toprak üzerinde uygulanan vergi sistemi de sekteye uğramıĢtır. Dirlik
olarak verilen yerler zamanla iltizam sisteminin uygulandığı topraklara dönüĢmüĢ, bu
topraklar askeri yönünü yitirerek beylerin tasarruf ettiği alanlar haline gelmiĢtir. Ayrıca,
devlet gelirlerinin azalmasına neden olan, ganimet ve toprak kazanımı sağlamayan savaĢlar
da vergilendirilecek nüfusun önüne geçmiĢ ve sistemin hızla çökmesine neden olmuĢtur.
2.1.3.3. Ġlk Anayasalar ve Cumhuriyet Dönemi
Fetihler devrinin kapanmasıyla, Osmanlı coğrafyasında yaĢayanların ortak
özellikleri artmaya baĢlamıĢ ve böylece ihtiyaçlar da ortaklaĢmıĢtır. Elden çıkan
topraklarla Müslüman tebaanın oranı hızla arttığından, bölgesel özellik gösteren kanunların
yerine ülkesel özellik gösteren genel kanunlara ihtiyaç duyulmuĢtur. Maliye Nezaretinin
1838 tarihinde kuruluĢu da aynı dönemde gerçekleĢmiĢtir, haddi zatında bu tarihe kadar
Osmanlı‟da tam anlamıyla bir Maliye Bakanlığı olmamıĢtır. Tanzimat Fermanı bu anlamda
demokratikleĢmenin ilk somut adımı sayılabilir ki esasları üç grupta toplanabilir; i) mal,
can ve namus güvenliği, ii) vergi adaleti ve iii) asker alma Ģekli ve hizmet süresiyle ilgili
hükümler (Tataroğlu, 2006). Fransız Devriminden esinlenen Ferman‟la, "vatandaĢlık"
kavramı ve vatandaĢlıktan doğan haklar ilk kez tanımlanarak, bu hakların korunması için
yapılması gerekenler sayılmıĢtır. Islahat Fermanı‟nın getirdiği, eĢit haklar beraberinde eĢit
yükümlülükler doğurur düĢüncesiyle, uygulanan vergilerde eĢitlik sağlanma yoluna
gidilmiĢtir. Ardından 1876 tarihinde yürürlüğe konulan ilk anayasa Kanunu Esasisi‟nin 25.
maddesinde “ Bir kanuna müstenit olmadıkça vergi ve rüsumat nâmı aherle hiç kimseden
bir akçe alınamaz” denilerek verginin kanuniliği vurgulanmıĢtır. Aynı husus 1924 TeĢkilâtı Esâsiyye Kanûnu‟nun 85. maddesinde “Vergiler ancak bir kanûn ile tarh ve cibayet
olunabilir” denilerek teyit edilmiĢ, ayrıca yine 1924 Anayasası‟nda 84. maddesinde
verginin tanımı “devletin umûmî masarifine hâlkın iĢtirâki demektir” Ģeklinde yapılmıĢtır.
1961 Anayasası‟na gelindiğinde ise 61. maddede “Herkes, kamu giderlerini karĢılamak
üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim ve harçlar ve benzeri
malî yükümler ancak kanunla konulur.” denilmiĢ ve aynı hüküm 1982 Anayasası‟nda 73.
maddede korunmakla birlikte “Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye
politikasının sosyal amacıdır.” ifadesiyle verginin sosyal amacına da ayrıca vurgu
yapılmıĢtır.
49
Bu çerçevede, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de nakdi vergiler, olağanüstü
gelir kaynağı olarak konulmuĢ, ihtiyaçlar arttıkça hem miktarı artırılmıĢ hem de “vergi”
kavramı benimsenmiĢtir (Akdoğan, 2007: 123). TBMM açıldıktan bir gün sonra yani 24
Nisan 1920 günü ilk kabul edilen yasa Ağnam Resmini (Hayvan Vergisini) düzenleyen
vergi yasasıdır ve bu haliyle meclisin 1 numaralı yasası, vergi yasası olmuĢtur (Mutlu,
2009: 80). Lozan‟dan hemen önce yapılan 1923 Ġzmir Ġktisat Kongresi bir baĢka dönüm
noktası olarak karĢımıza çıkmaktadır. 1925 AĢar ve Ġltizam usulü kaldırılmıĢ, hizmet
erbabı üzerine 1931 yılında Ġktisadi Burhan Vergisi, 1932 yılında Muvazene Vergisi, 1935
yılında Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi uygulamaya konulmuĢtur (Heper, 1981: 43).
Bir dönüm niteliğinde olan Gelir ve Kurumlar Vergisi ile Vergi Usul Kanunları 1950
tarihinde, KDV Kanunu ise 1984 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir.
Ülkemizde uygulanan mevcut vergi sistemine gelince vergi hukukunu, usul hukuku
(Ģekli) ve maddi hukuk olarak baĢlıca iki bölümde ele alabiliriz. Maddi hukuk kavramı,
tarafların haklarını ve borçlarını tanımlamaktadır ki kiĢilerin bir verginin kapsamına girip
girmediği bu yolla anlaĢılmaktadır. Bu anlamda maddi kanunlara Gelir Vergisi (GV)
Kanunu, Kurumlar Vergisi (KV) Kanunu, Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu ve Özel
Tüketim Vergisi (ÖTV) Kanunu örnek olarak verilebilir ki bu kanunlar, mükellefle devlet
arasında vergileme sebebiyle doğan hukuki iliĢkinin çerçevesini oluĢtururlar. Usul
hukukunda ise, maddi kanunlarla ortaya konan iliĢkinin usulü ve gerçekleĢtirilmesine dair
hükümler yer almaktadır, Vergi Usul Kanunu (VUK) ve 6183 Sayılı Kanunlar da usul
kanunlarına örnek olarak verilebilir.
Bir baĢka sınıflandırmaya göre de ülkemizde vergiler; kazanç ve iratlardan, servet
üzerinden ve harcamalardan olmak üzere üç Ģekilde alınmaktadır. GV ve KV kazanç ve
iratlardan alınan vergilere çok bilinen örneklerdir; kiĢi GV‟nde tanımlanan kazançlardan
herhangi birini veya birden fazlasını elde ettiğinde bu kanun kapsamında vergilendirme
iĢlemlerine tabi tutulur. Emlak Vergisi ve Motorlu TaĢıtlar Vergisi (MTV) ise servet
üzerinden alınan vergilere tipik örneklerdir. Harcamalardan alınan vergilere de
kamuoyunca en bilinen örnek olarak, KDV ve ÖTV verilebilir. Birey, bir araca sahip
olarak MTV mükellefi, aynı zamanda alıĢveriĢ yaparak KDV mükellefi ve bir kazanç elde
ederek GV mükellefi olabilir yani bireyin gündelik yaĢamındaki faaliyetleri birden fazla
verginin konusuna girebilmektedir.
50
2.2. Mükelleflerin Vergiye KarĢı DavranıĢını Belirleyen Etkenler
Birey ekonomik hayata katılarak -ama sermayesiyle ama emeğiyle- belli bir fayda
elde etmektedir; bu faydayı ücret, gelir, kazanç gibi isimlendirmek mümkündür. Her ne
kadar tüm bu sayılanlar teknik anlamda farklılık arz etse de, sonuçta birey bununla
yaĢamını sürdürmektedir. ĠĢte burada devlet egemenlik yetkisiyle devreye girmekte ve
kaynağı ne olursa olsun (kara para, kumar, uyuĢturucu,.. hiç farketmez) ortada bir kazanç
varsa vergilendirmektedir. Vergilendirme iĢlemi kapsamına girmesi sebebiyle “birey” artık
“mükellef” kavramıyla ifade edilmekte ve devlet-birey iliĢkisi yeni bir hukuki boyut
kazanmaktadır. Vergilendirmeyle mükellefin tasarrufunda olan harcanabilir gelir
azaltmakta, mükellef bu duruma direnç göstermekte ve böylece devlet ile mükellef
arasında çatıĢma yaĢanmaktadır.
Bu kısımda, mükelleflerin vergiye karĢı davranıĢlarının temelinde yatan bir kısım
etkenler ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Bu etkenler; sosyo-kültürel ve mali etkenler ana
baĢlığında incelenmiĢtir. Sosyo-kültürel etkenler öncelikle irdelenmiĢtir zira bu anlamda
45 ülkede yapılmıĢ bir çalıĢmada regrasyon analizi kullanılmıĢ ve vergi kaçakçılığı
üzerindeki en belirleyici olan değiĢkenler grubunun sosyal değiĢkenler olduğu
(Richardson, 2006) tespit edilmiĢtir.
2.2.1. Sosyo-Kültürel Etkenler
Bir hükümet izlediği mali politikalarla topluma hizmet götürürken yaptığı tercihleri
toplumun beklentileriyle örtüĢtürebiliyorsa, Ģeffafsa, hesap verebiliyorsa, bu durum
toplumsal tutum ve değer yargılarını olumlu etkileyebilir ve daha sonra bu politikalar gelir
idaresinin vergi kaçakçılığı ile mücadelesinde potansiyel olarak önemli birer araca
dönüĢmektedir (Serim, 2009).
Mükelleflerin davranıĢları üzerinde sosyo-kültürel faktörlerin etkisi vardır ve
bunların mükelleflerin gönüllü uyumu üzerinde etkileri konusundaki araĢtırmalar dikkate
değer sonuçlar ortaya koymaktadır. Örneğin ABD‟de yapılan ampirik bir araĢtırmada;
erkeklerin kadınlara, evlilerin bekarlara, gençlerin yaĢlılara göre vergi kaçırma
eğilimlerinin daha fazla olduğu görülmektedir. Bir baĢka ampirik çalıĢmaya göre de,
gönüllü uyum oranları “mesleklere” göre farklılık göstermekte, mükellefin mensup olduğu
51
meslek gurubunda kaçakçılık yaygınsa, bu durum bireysel olarak bu mükellefin de vergi
verme azmini ve Ģevkini kırmaktadır. Aynı Ģekilde doğru beyanda bulunmama eğilimi
(non-compliance), maaĢ ve ücret geliri ile negatif, serbest meslek gelirleri ile de pozitif bir
iliĢki içerisindedir. Bütün bu faktörlere bir de “eğitim” eklenebilir. Eğitim düzeyi yüksek
olan mükelleflerin, vergilerin ekonomik ve sosyal iĢlevleri konusundaki bilinçli tutumları
bunların vergi kaçırma konusundaki eğilimlerinin daha düĢük olmasına neden olduğu
(Çelikkaya, 2002) görülmektedir.
2.2.1.1. Demokrasi AnlayıĢı ve Devlete Güven
ÇağdaĢ devletlerdeki insanın vatandaĢlık statüsü ona bir takım haklar sağlar ve bazı
yükümlülükler getirir (Türk, 2002: 1). Bireylerin hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve
hukuk devletine olan inançları vergi ödeme davranıĢları üzerinde etkide bulunur.
Demokrasi kültürünün geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ödevlerinin yerine getirilmemesinin
oluĢturacağı toplumsal dıĢlanmıĢlık kaygısı vardır (Küçük, 2011) ve böylesi ülkelerde
vatandaĢlar idareye katılırlar dolayısıyla buralarda vergi koymak zor ancak çıkmıĢ vergi
kanunlarını onaylamak daha kolaydır. Vergi alınabilmesi için siyasal iktidarın güçlü ve de
seviliyor olması gerekir. Tek parti dahi olsa yıpranmıĢ bir hükümet vergi kanunlarını
parlamentoya sevk edemeyebilir veya sevk etse bile parlamentodan geçiremeyebilir (Türk,
2002: 142-144). Doğrudan demokrasi aracı olan oylama mekanizması vatandaĢların
tercihlerine göre vergilerin harcamasına yardım eder ve vergi ödeme konusunda
motivasyonu arttırabilir. Böyle demokrasilerde vergi mükellefleri, tükettikleri kamu
hizmetlerinin ödedikleri vergilerin karĢılığı olduğunun bilincindedirler (Serim, 2009).
Vergi ahlakının zayıflaması vergi mükelleflerinin vergi kaçırmaları demektir ve bu durum
vergi mükelleflerinin vatandaĢlık duygusunun zayıflaması (Türk, 2002: 142) anlamına
gelmektedir.
Son dönemlerde idare ve vergi mükellefleri arasındaki iliĢkiyi açıklamak için
bireyin psikolojik taahhüdü ve bireyle devlet arasındaki mali iliĢkinin vergisel boyutunun
ölçülmesinin en iyi yolunun vergi sadakati kavramı baĢlığı altında ele alınması güncel bir
yaklaĢım olarak ortaya çıkmıĢtır (IĢık, 2009). Uygulanmakta olan genel ekonomi
politikalarının sosyo-ekonomik yapı üzerinde meydana getirdiği etkiler de mükellefin
devleti vergi üzerinden sorgulamasını kolaylaĢtıran bir olgudur. Yapısal ekonomik
sorunların olduğu, sık siyasal ve ekonomik krizlerin yaĢandığı, kamu harcamalarında
52
etkinliğin olmadığı yapılar da vergi kaçakçılığı için gerekli iklimin oluĢmasını
kolaylaĢtıran dinamiklerdir (Demir, 2009).
Ġnsanların doğal hakları; yaĢama hakkı, özgürlük, mülk edinebilme, kendini
korumak için güç kullanabilme ve bunlardan türemiĢ haklardır. Ġnsanlar bir araya gelip
toplum halinde yaĢamayı seçerken bütün bu temel hakları ve türevlerini kendi üzerlerinde
bir kurum olan devlete “toplum sözleĢmesi” ile devrederler. Devlet gerekirse güç
kullanarak, toplum sözleĢmesinin gereği olarak kiĢilerin devrettiği hakları korur. Devlet bu
hakları ihlal ettiği nispette ise itaatsizliğe sebep olur. KiĢi için ülkesi onun gurur kaynağı
olabilir ve bu gurur, grup kimliği duygusu üreterek iĢbirliği içindeki davranıĢları teĢvik
etmek için bir temel sağlar. Ġnsanlar bir ülkenin vatandaĢı olmaktan gurur duyuyorlarsa
daha sadıktırlar, devletle daha iyi bütünleĢebilirler, böylece daha yüksek bir vergi ahlakı
sergileyebilirler. Güven, vatandaĢları yasalara, devlet kurumlarına ve toplumsal kurallara
kendi kendilerine itaatkâr davranmaları konusunda etkiler, teĢvik eder. Devlet ise güveni
halkın istek ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket ederek oluĢturur (Serim, 2009).
2.2.1.2. Ġnançlar ve Gelenekler
Birey sadece kendi çıkarını düĢünen biri değildir, baĢkalarına yardım etmek isteyen
biri olduğundan inançlar mutlaka bireyin vergi vermedeki sorumluluklarını yerine
getirmesi bakımından oldukça önemlidir (Aktan, 2006: 132). Bireyin etrafında sevdikleri
insanlardan referans grubu vergi ödememeyi onaylıyorsa, kiĢi de vergi ödemeyecektir ve
vergi ödemediği için herhangi bir sosyal ayıplama olmayacaktır (Bayraklı, Saruç ve
SağbaĢ, 2004).
Dini inançları kuvvetli bireylerin, dini referanslara dayandırılan vergiler konusunda
(zekât gibi) daha hassas davrandıkları söylenebilmektedir. Ancak günümüz toplumlarında
tamamen dini referanslara dayanan vergi sistemi olmamakla birlikte, verginin kutsallığına
vurgunun yapıldığı da bir gerçektir (Aktan, 2006: 150-151).
2.2.1.3. Demografik Özellikler (YaĢ, Cinsiyet, Medeni Durum, Eğitim)
YaĢ ile vergi kaçırmaya yönelik tutumlar arasında karĢılıklı bir iliĢki bulunduğuna
dair birçok çalıĢma mevcuttur. Bazı çalıĢmalar, yaĢ arttıkça vergi uyumunun arttığını diğer
53
çalıĢmalar ise yaĢlanmanın bu konuda önemli bir etkisinin bulunmadığını ortaya
koymuĢtur. Mantıken düĢünüldüğünde yaĢın vergiye uyum gösterme üzerinde olumlu bir
etkiye sahip olması beklenir. Gençlerin tutumu genç olmanın doğasından da kaynaklanıyor
olabilir. Gençler özgürlüklerine daha düĢkünler, daha fazla risk alabilirler, daha cesurlar,
servet edinme konusunda daha istekliler, toplumun geleneksel kurallarından ziyade kendi
kuralları ile yaĢamayı tercih etmektedirler (Serim, 2009). Genç mükellefler daha fazla risk
alırlarken cezalara karĢı çok duyarlı değildirler. YaĢlı mükelleflerde ise durum tam tersidir
(Richardson, 2006). YaĢlı insanlar vergi sorunlarıyla ilgili (vergi cezası, para cezası,
uzlaĢma, vergi yargısı, inceleme, arama, yoklama, takdire sevk edilme vb. konularda) daha
fazla deneyim edinmiĢlerdir ve edinmiĢ oldukları tecrübeler vergi ödeme konusunda onları
daha uyumlu veya uyumsuz olmaya sevk edebilmektedir (Serim, 2009).
Vergiye uyum göstermede cinsiyetin etkisi konusunda literatürde yapılmıĢ
çalıĢmaların ortaya koyduğu kanıtlar erkeklerin çeĢitli konularda tavrını ortaya koyarken,
eğilimlerinin kadınlardan daha az uysal olmak olduğunu göstermektedir (Serim, 2009).
Kadın mükelleflerin vergiye uyum düzeyleri erkek mükelleflere göre daha üst düzeydedir.
Kadının çalıĢma hayatındaki yerinin geniĢlemesi ve çeĢitlenmesiyle bu fark azalma
eğilimine girmiĢ olsa da bugün halen kadın mükelleflerin vergiye uyumunun daha yüksek
düzeyde olduğu söylenebilmektedir (Demir, 2009).
Vergiye uyumda sistematik bir Ģekilde medeni durumu analiz eden çok fazla
çalıĢma bulunamamıĢtır. Vergiye uyum veya vergi ahlakı ile medeni durum arasındaki
iliĢkiyi anlamak için açıkçası daha fazla bulguya sahip olmak (Serim, 2009) gerekliliği
kendini belli etmektedir.
Eğitimli insanların vergi kaçırma konusunda çok daha rasyonel hareket
edebildikleri yani eğitim düzeyi düĢük insanlara göre vergi kaçırma yerine vergiden
kaçınma becerisini gösterebildikleri ileri sürülmektedir (Richardson, 2006). Eğitim düzeyi
yüksek mükellefler hükümetlerin yaptığı israfları ve kamuya yararlı iĢleri eğitim düzeyi
düĢük mükelleflere kıyasla daha fazla farkında olabilmektedirler. Ayrıca daha iyi eğitimli
vergi mükelleflerinin vergi hukuku ve vergi sistemi hakkındaki bilgisinin daha fazla
olduğu varsayılmaktadır. Ancak düĢük eğitimli insanların da vergileme hakkında mali
danıĢmanlar aracılığıyla bilgi edinebilmesi mümkün olduğundan daha bilinçli hareket
etmeleri mümkündür. Vergi hukuku ve vergi sistemi konusunda yeterince bilgi sahibi
54
olmak yasal boĢlukları kullanarak vergiden kaçınma eğilimini arttırabilmektedir (Serim,
2009).
2.2.1.4. Sosyal Statü ve YaĢam ġekli
Sosyal statü, toplumda bireyin veya grubun baĢkalarıyla olan iliĢki durumu veya
bireyin toplumda temsil edildiği yerdir/konumdur (Türkdoğan, 2008: 34). Daha üst gelir
elde eden mükellefler aynı zamanda parayla gelen maddi gücün, vergilerle azalmasını
istemezler. Daha düĢük gelir elde eden gelir vergisi mükellefleri vergi kaçırma durumunda
eğer yakalanıp cezalanırlarsa yüksek bir maddi kayba uğrayabileceklerinden bu riski az
alırlar. Vergi mükellefleri kendi servet ve kazançlarını sosyal çevreleri içindeki diğer vergi
mükellefleriyle onları referans alarak karĢılaĢtırırlar (Serim, 2009).
GösteriĢçi tüketime eğilimli üst sınıfın “oturmamıĢ” kısmının yüksek gelirlerini
kısa zamanda kazanmıĢ olmaları ve gelirlerinin devamlı olma özelliğini taĢımayıĢı bunların
vergi dirençlerinin de yüksek olmasını gerektirdiğinden, artan oranlılık vergi hasılatını
faydasız kılar. Artan oranlılık sebebiyle fazla olabilecek tahsilatın devlete aktarılması ve
devlet yatırımlarına imkân verilmesi de, vergi direncinin ve kaçakçılık oranının yüksek
olması sebebiyle (Kurtkan, 1968: 167) zor bir durumdur.
2.2.1.5. Vergi Ahlakı
Sabit gelirlilerden önemli bir kısmı ödedikleri verginin miktarından haberdar
bulunmadıklarını bildirmiĢlerdir. Bir mükellefin ödediği verginin miktarını bilip bilmemesi
konusu onun vergi yükünü hissetme Ģuurunu anlamamıza yarayabilir. Mükellefin kendi
durumu ile baĢka meslek grupları arasında vergi yükü bakımından bir karĢılaĢtırma
yapabilmesi vergi yükü Ģuurunu çok daha kuvvetle hissettiğini gösterir. Vergi yükü
Ģuurunun bu yükün ağırlığı ile orantılı olarak hissedilmeyiĢi, Ģuurlu ve belirli sosyal
sınıflara sahip bir toplumsal yapıdan mahrum olmamızın bir delilidir (Kurtkan, 1968: 151174). Bireyler gelir elde eder, gelirlerini gönüllü olarak beyan edip vergilerini öderler;
böylece toplanan vergiler kamu yararı sağlamak için kullanılır ve bireylerin bildirim dıĢı
bıraktıkları gelirler yapılan denetimler sırasında tespit edilirse cezalandırılır. Bu nedenle
vergi ahlakının mükellef davranıĢını Ģekillendirici etkisi en fazla beyanname veren gerçek
kiĢi mükelleflerde gözlenebilir (Serim, 2009).
55
2.2.2. Mali Etkenler
Devletle mükellef arasında süregelen gerginliğin, sosyo-kültürel olanları dıĢında
baĢkaca etkenleri de vardır. Bu çerçevede, mükelleflerin vergi verme davranıĢlarını
etkileyen etkenler içinde mali etkenler de bir baĢka ana baĢlık olarak karĢımıza
çıkmaktadır. Bunlar arasında; vergi oranları ve vergi yükünü, gelir seviyesini, kamu
harcamalarını, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluğu, vergi adalet ve veri sistemini, vergi suç
ve cezalarını, vergi idaresinin etkinliğini ve meslek mensuplarının etkisini saymak
mümkündür.
2.2.2.1. Vergi Oranları ve Vergi Yükü
Vergi ödeme gücü, mükellefin kendisini ve ailesini geçindirebilecek gelirlerden
fazla olan kısmıdır (Erginay, 2003: 51). Verginin ödeme gücüne göre alınmasının daha
doğru olacağı yönünde, 1776‟da Adam Smith tarafından ileri sürülen görüĢ; adil bir vergi
sisteminin zenginlerin fakirlere kıyasla daha fazla vergi ödemesini öngörmektedir
(Akdoğan, 2007: 128). Laffer‟e göre ise devlete en fazla hasılatı sağlayan vergi, en yüksek
orandaki vergi değil, onun altındaki vergidir (Türk, 2002: 222). Bir ülkenin daha fazla
vergi yükü taĢıyamayacağı sınır olan vergilenebilir kapasite, kesin ve değiĢmez bir miktar
veya oranla belirtilemez ve her ekonominin içinde bulunduğu Ģartlara göre değiĢir nitelik
taĢır (Akdoğan, 2007: 180). Ancak savaĢ, ekonomik, sosyal, siyasal, buhran dönemlerinde
devlet olağanüstü harcamalarla karĢı karĢıya gelir yani olağanüstü dönemlerin olağanüstü
maliyesi vardır (Türk, 2002: 35). Peacock-Wiseman yaklaĢımına göre; ciddi sosyoekonomik sorunların yaĢandığı yıllarda ve savaĢ sırasında toplumun vergiye karĢı direnci
kendiliğinden kırılmaktadır. Böylece hükümetler, artmakta olan kamu giderlerini vergileri
artırarak kolayca artırabilmektedir. Hatta kriz ve savaĢ sona erse dahi vergi gelirleri
azalmamaktadır (ġener, 1996: 29). ĠĢte savaĢ gibi olağanüstü dönemlerde mükellefler, o
zamana kadar dayanılmaz sayılan vergi oranlarını kabullenmekte ve olağanüstü durumlar,
yeni vergi kaynaklarının ortaya çıkmasına veya var olan kaynakların artırılmasına sebep
olmaktadır. Dolayısıyla bu durum dayanılabilir vergi yükü düzeyinin yükselmesine fırsat
sağlayarak kamu harcamalarında bir artıĢ olmasına ve vergi oranlarının bir daha eski
düzeye dönmemesine sebep olmaktadır (Akdoğan, 2007: 71).
56
Vergi yükü; vergi gelirlerinin Gayri Safi Milli Hasılaya (GSMH) bölümüyle elde
edilen bir orandır. Buradaki oranı bireysel anlamda da paralel Ģekilde yorumlayabiliriz;
bireyin ödediği vergi/bireyin geliri. Bu oranın yüksek oluĢunun bireysel anlamda tasarruf
kabiliyetini azaltıcı bir etkisi vardır.
Fizyokratlara göre vergi, mükelleflerin gelirlerinin % 20‟sini aĢmamalıdır. Modern
iktisatçılardan Colin Clark ise verginin milli gelirin ancak % 25‟i kadar olması gerektiğini
söyler. Bu itibarla vergilemede sınır sorunu esas itibariyle hem mükellefin vergi ödeme
gücü sorunu hem de devletin vergi toplama gücü sorunudur. Aynı zamanda mükelleflerin
katlanabilecekleri, kabul edebilecekleri fedakârlıkla ilgili bir sorundur (Türk, 2002: 222224) ve vergi kapasitesini ifade eden bu oran toplumun vergiye dayanma gücünün
sınırlarını ifade eder (Akdoğan, 2007: 179).
Bir ekonomide toplanan vergilerin, milli gelire oranlanması Ģeklinde ifade edilen
vergi yükünün (Akdoğan, 2007: 489), geliĢmiĢ ülkelerde oldukça istikrarlı biçimde
artarken, Türkiye‟de son derece istikrarsız bir geliĢme gösterdiği görülmektedir (ġener,
1996: 205). Devletin ekonomideki payı Ġsveç, Danimarka ve Norveç gibi Ġskandinav
ülkelerinde % 50‟yi geçerken, Fransa, Almanya, Ġtalya, Hollanda ve Belçika gibi Kıta
Avrupası ülkelerinde % 40-50 arasında değiĢmekte, ABD ve Japonya gibi ülkelerde ise, %
35‟lere ulaĢmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde ise, bu oran % 20‟lerde seyretmektedir
(ġener, 1996: 1). Dolayısıyla bu oranın yüksekliği geliĢmiĢliğin bir göstergesidir ve vergi
gelirleri artırılarak oranın yükseltilmesi hayati bir önem taĢımaktadır.
Ülkemizde vergi oranları yüksek olmakla birlikte verginin alındığı taban dar
olduğundan, Türkiye vergi yükü açısından birçok Avrupa ülkesinden daha gerilerdedir;
OECD ortalaması % 33,8 iken, Türkiye‟nin vergi yükü % 24,6 Ģeklindedir (OECD,
Revenue Statistics 2011; Table 2). Vergi tabanının darlığının sebebi ise verginin ağırlıklı
olarak mal, hizmet ve gelirden alınmasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye 1990‟lı yılların baĢlarına kadar vergi yükü oranları açısından OECD ve AB
ülkelerinin oldukça altında yer alırken, özellikle dolaylı vergilerdeki artıĢlar nedeniyle
günümüzde OECD ve AB ortalamasına oldukça yaklaĢmıĢ bulunmaktadır. Vergi sistemi
ve vergi verimliliğinde herhangi kayda değer bir düzelme yaĢanmazken, kayıt dıĢı
57
faaliyetlerin arttığı bir ortamda vergi yükünün artması, uygulanan vergi politikalarının
rasyonel olmadığının bir göstergesidir (Karabulut, 2006).
Genel olarak ekonomik kalkınmanın ilk aĢamalarında yurtiçi üretimin yeterince
geliĢmemesi nedeniyle tüketim vergilerine ağırlık verilir. Ancak ekonomi geliĢtikçe bu
vergi türünün yeterli gelir sağlayamaması ve arzulanmayan ekonomik etkileri ortaya
çıkarması sonucu geniĢ tabanlı muamele vergisine geçilir. Bizde ise durum tam tersi
olmuĢtur, ekonomik kalkınma ilerledikçe vergi tabanı geniĢleyeceğine daha da
daraltılmıĢtır (Heper, 1981: 55). 1985 yılında Katma Değer Vergisinin yürürlüğe
girmesinden sonra ġahsi Gelir Vergisi daha çok bordrolu kesimin bir vergisi haline
dönüĢtürülmüĢtür (Boratav, 2004: 154). Son derece düĢük gelirli iĢçi vatandaĢlar dahi vergi
öderlerken küçük sanayi ve ticaret sektörlerinin muaf kılınmalarının, vergi yükünün
dağılıĢında genel bir adaletsizliğe sebep olduğu ifade edilebilir (Kurtkan, 1968: 168).
Diğer bir eleĢtirel konu olarak, ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi hasılatı
içindeki payının yüksek olması sürekli gündemde olup, bu eleĢtiri; geliĢmiĢ ülkelerle
kıyaslamalar bakımından isabetlidir. Türkiye ile benzeri konumda olan ülkeler bakımından
kıyaslama yapıldığında, bu ülkelerin vergi yükü dağılımları Türkiye‟ye benzemektedir
(Akdoğan, 2011: 178). GeliĢmekte olan ülkelerde, vergi gelirlerinin yarıya yakınını
tüketim vergileri oluĢtururken, bu oran geliĢmiĢ ülkelerde1/3 civarındadır (ġener, 1996: 24,
69).
Gelir Vergisinin hiçbir coğrafi fark gözetmeksizin bir bütün olarak memleketin her
yerinde aynı esaslara göre tatbik edilmesi hatalıdır ve böyle bir tatbikat vergi yükünün
ödeme kabiliyetine göre tevzii gayesini güden vergi adaletinin de ihlal edilmesi demektir
(Kurtkan, 1968: 163). Ülkemizde coğrafi anlamda geniĢ ve farklı bölgelerde de olsa aynı
vergi oranları geçerlidir hâlbuki New York‟ta eyalet vergisi % 8 olarak uygulanırken,
Alabama‟da % 5 olarak uygulanmaktadır, böylece gelir düzeyi düĢük olan eyaletler teĢvik
edilmektedir (ġener, 1996: 272).
Türkiye‟de Güneydoğu Anadolu bölgesini kapsayan bir çalıĢmada mükelleflerin
yaklaĢık 2/3‟ü ödedikleri verginin çok ağır olduğunu belirtirlerken, yarısı da vergi kaçırma
nedenlerini vergi oranlarının yüksek olmasına bağlamaktadırlar (Çiçek vd., 2008: 251).
Yapılan bir baĢka araĢtırmada, vergi yüküyle ilgili olarak yöneltilen soruya % 59 gibi bir
58
çoğunluk, vergi kaçıran mükelleflerin vergi yükünün yüksek olmasından dolayı
suçlanamayacaklarını ifade etmiĢlerdir (Bayraklı vd., 2004). Ayrıca mükelleflerin %
78,9‟luk büyük bir çoğunluğu ödenen vergilerin yükünü ağır ve çok ağır hissettiklerini
ifade etmiĢ olmakla birlikte (Çiçek, 2006: 105); vergi kaçıranları sahtekâr, hırsız ve vatan
haini olarak nitelendirmiĢlerdir (Baloğlu vd., 2010: 89).
“Kazancınızın ne kadarını vergi olarak vermek istersiniz?” sorusuyla ilgili olarak;
kiĢisel kazancın %5‟ine kadarını vergi olarak verebileceklerini söyleyenlerin oranı 2006
yılında yapılan bir araĢtırmada % 45,6 iken (Yılmaz ve ġeker, 2007: 38), aynı soruya
verilen cevapların oranı 2010 yılında yapılan bir baĢka araĢtırmada ise % 38,6‟ya
gerilemiĢtir (Çak vd., 2010: 42).
2.2.2.2. Gelir Seviyesi
Piyasa ekonomisinin iĢleyiĢ biçimi genellikle gelir dağılımını bozucu yöndedir.
Kamu ekonomisi ise, piyasa tarafından bozulan gelir dağılımını vergi ve harcama
politikalarını kullanarak iyileĢtirebilmektedir (ġener, 1996: 7). Madem ekonomik
sistemler, kiĢileri daha çok refaha ulaĢtırmaya çalıĢmaktadırlar o halde ulusal gelirleri daha
adil dağıtmaya da yönelmelidirler (Talas, 1980: 13). Bu açıdan, kamu ekonomisinin temel
amacı toplum refahını maksimize etmektir ve bunun için de vergi, harcama ve borçlanma
araçlarını kullanmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde, maliye politikaları kamu ekonomisinin
fonksiyonlarını gerçekleĢtirebilecek biçimde tasarlandığı için, bu ülkelerde sosyoekonomik sorunlar minimum düzeye çekilmiĢtir. Buna karĢın geliĢmekte olan ülkelerde
kamu ekonomisinin temel fonksiyonları yerine getirilemediğinden, gelir dağılımında
adalet, kaynak ayırımında etkinlik ve ekonomik istikrar sağlanamamaktadır. Dolayısıyla
gelir dağılımı bozuk olduğundan bu ülkelerin siyasal yönetim biçimleri de demokratik
sayılmamaktadır. Buna karĢın, gelir dağılımı yönünden daha iyi durumda olan ülkelerin
daha demokratik yönetimlere sahip oldukları vurgulanmaktadır (ġener, 1996: 9, 18).
Dolaylı vergiler arz ve talep esnekliklerine göre ve fiyat mekanizması aracılığıyla
verginin mükellefi olan firma tarafından tüketiciye aktarılmaktadır ki birçok vergi düĢük
gelir grubunda yer alan tüketiciye aktarıldığından, gelir dağılımı reel anlamda
bozulmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerin vergi sistemi tüketim vergisi ağırlıklı
olduğundan, devletin vergi geliri arttıkça, gelir dağılımı üst gelir grubunda yer alan
59
mükellefler lehine değiĢir (ġener, 1996: 196). John Kenneth Galbraith‟in “Bolluk
Toplumu” adlı eserinde bahsettiği gibi, günümüz geliĢmiĢ ekonomilerinde ya da tüketim
toplumlarında, önemli sosyal dengesizlik sorunları yaĢanmaktadır. ABD ekonomisinde,
bazı ailelerin lüks tüketim mallarına sahip olurken; topluma sunulan eğitim, sağlık ve
sosyal güvenlik gibi refah artırıcı kamusal malların üretim düzeyi düĢmektedir. Böylece
sosyal dengenin bozulmasıyla, kaynak zengini ABD toplumunda bile 35 milyon insan
yoksulluk sınırında yaĢamaktadır (ġener, 1996: 35). Türkiye‟deyse sosyal dengesizlik reklamların da etkisiyle- “gösteriĢçi tüketim” güdüsüyle özellikle lüks tüketim fazlasıyla
artmakta, ailelerin eğitim ve sağlık için daha az pay ayırdıkları görülmektedir. Ayrıca
medya siyasal karar alma mekanizmasını da etkileyerek, kaynak ayırımında etkinsizliğe ve
piyasa ekonomisinde haksız rekabet koĢullarına yol açmaktadır. 1995 seçimlerinde
medyaya verilen desteğin aynı yıl Ziraat Bankasının yıllık karı olan 1,9 trilyon liradan
daha fazla olduğu basında tartıĢılmaktadır (ġener, 1996: 36). Mükellefin, ödeme gücünün
üstündeki verginin tepkiye sebep olacağı böylece vergiden uzaklaĢmak için çeĢitli arayıĢlar
içinde olacağı ve hatta bu yolda gerekirse illegal arayıĢlara gireceği ortadadır. Dolayısıyla
vergi idaresinin mükellefi bu yollara itmemesi ve vergi ahlâkını zedelememesi gerekir.
2.2.2.3. Kamu Harcamaları
Kamu gelirleri aracılığıyla milli gelirin çok önemli bir bölümünü ekonomiden
çekmek ve kamu giderleri yoluyla tekrar ekonomiye aktarmak suretiyle devlet, önemli
ekonomik ve sosyal etkilere sebep olmaktadır. Dolayısıyla, 1920‟lerden sonra özellikle
1930‟lardan itibaren Keynesyen politikalar sebebiyle kamu harcamalarının geniĢlemesi,
vergilemenin artması ve devlet borçlarının büyümesi, kamu maliyesine olan ilgiyi daha da
artırmıĢtır (Akdoğan, 2007: 62, 3). Devlet, ekonomide gönüllü olarak toplanamayan
tasarrufları vergiler kanalıyla kamu kesimine aktarmakta ve bu fonları ekonomik
kalkınmayı
hızlandırmak
amacıyla
kullanmaktadır.
Ancak
geleneksel
ve
geçiĢ
dönemindeki toplumlarda vergi gelirlerinin yeterli olmadığı görülmektedir (Heper, 1981:
21).
Kamu harcamaları kısaca, kamu makamlarının toplumsal ihtiyaçları karĢılamak
üzere, belirli usullere uyarak yaptıkları parasal harcamalar olarak tanımlanmaktadır (Türk,
2002: 28). Bir baĢka tanımda ise kamu giderleri; sağlık, eğitim, sosyal yardımlar vb. gibi
kamu hizmetlerinin bedeli olarak devlet ve diğer kamu tüzel kiĢilerinin yaptıkları
60
ödemelerdir. GeniĢ anlamda kamu giderlerine iktisadi devlet teĢekküllerinin harcamaları,
sosyal sigorta ödemeleri de dâhildir (Erginay, 2003: 131). Sosyal devlet anlayıĢının da
geliĢmesiyle birlikte Türkiye‟de bütçe giderlerinin yıldan yıla arttığı gözlenmektedir. Hatta
hükümetlerin uyguladıkları popülist vergi politikalarının kamu harcamalarını daha da
arttırdığı gözlemlenmektedir (ġener, 1996: 41).Örneğin; 1930‟da bütçe giderlerinin
GSMH‟ya oranı % 14,2 iken, 1950‟de % 15,3, 1970‟de 19,5 olmuĢ, 1990‟larda % 30-40
arasında değiĢirken 2006‟da % 30,45 olmuĢtur
(Akdoğan, 2007: 68). GeliĢmekte olan
ülkelerde, devletin normal standartta bir hizmet sunabilmesi için ortalama olarak
GSMH‟nin % 17-19‟u arasında bir gelir sağlaması gereklidir. Dolaysız vergilerin bütçe
gelirleri içindeki payı % 40‟ın üstündedir (Heper, 1981: 24-29).
Kamu harcamalarının dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak mükelleflerin herhangi
bir rahatsızlığı bulunmamaktadır zira bu tip bir tanımlamada devletin adalet, güvenlik,
eğitim, sağlık gibi temel görevleri yer almaktadır. Problemin çıkıĢ kaynağı geniĢ
anlamdaki tanımda gizlidir; Ġktisadi Devlet TeĢekkülleri harcamaları, sosyal sigorta
ödemeleriyle muaflık ve istisnalar genel veya klasik kamu harcamaları tanımına girmiyor
olsa da birer kamu gideridirler. ĠĢte kamu vicdanını rahatsız eden durumlar da burada
ortaya çıkmaktadır. Toplum nezdinde kamu kaynaklarının yersiz harcandığının birer
göstergesi kabul edilen bu tür kaynak aktarımları, kamu kaynaklarının kullanımında
savurganlık yapıldığı düĢüncesinin altında yatan esas sebep olarak karĢımıza çıkmaktadır
ki bu düĢünce vergi ahlâkını zayıflatan baĢlıca sebeplerdendir. Bu açıdan kamu
harcamaları, ABD‟ de olduğu gibi ayrıntılı bir Ģekilde web sayfaları üzerinden
yayımlanabilir.
Ne zaman ki devlet sunduğu savunma, güvenlik, diplomasi ve adalet gibi kamusal
ve bölünmez mallar dıĢında bölünebilir faydalar üretmek üzere vergi toplamaya baĢlar o
zaman adalet tartıĢmaları ortaya çıkar (Mutlu, 2009: 10). Türkiye‟de sosyal hizmetlerin ve
yatırım harcamalarının yetersizliği kamu gelirlerinin GSMH‟ya oranının küçüklüğünden
kaynaklanmaktadır. Kamu gelirlerinin yetersizliğinde ise, vergi sisteminin etkinsizliği ve
kamu sektöründeki savurganlıklar önemli rol oynarlar (ġener, 1996: 44).
Türkiye‟de yapılan bir araĢtırmada, mükelleflerin % 97‟si ödedikleri vergilerin
layıkıyla gerekli yerlere sarf edilmediğini belirtmiĢlerdir. Özellikle son yıllarda ortaya
çıkan, el konulan bankalarla ilgili geliĢmeler ve 50 milyar dolar civarında olduğu belirtilen
61
kayıp, hayali ihracat, yolsuzluk ve usulsüzlükler ve benzeri olaylar, vergi ödeyen
mükelleflerin çoğunda, ödedikleri vergilerin gerekli yerlere sarf edilmediği anlayıĢının
yaygın olmasına neden olmaktadır (Kızılot ve Çomaklı, 2004).
2.2.2.4. Kayıt dıĢı Ekonomi ve Yolsuzluk
Türkiye‟de gelir dağılımındaki adaletsizlik özellikle alt gelir gruplarında kendini
hissettirmektedir. Bahsi geçen bu kesim, yaĢam standardını artırmak için ek iĢte kayıtsız
olarak çalıĢmakta ve böylece kayıtlı ekonomiden kayıtsız ekonomiye bir geçiĢ süreci söz
konusu olmaktadır. Ayrıca kayıt dıĢı ekonomiyle yüksek enflasyon arasında da karĢılıklı
ve sürekli bir etkileĢim vardır. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerde yaĢanan yüksek
enflasyon hem vergi kaçakçılığının diğer bir sebebi olarak karĢımıza çıkarken hem de kayıt
dıĢı ekonomiyi beslemektedir. Ekonomik politikalar, istikrarsızlık ve krizler kayıt dıĢılığa
yol açan diğer önemli nedenlerdendir.
Kayıt dıĢılık oranı geliĢmiĢ ülkelerde % 15, geliĢmekte olan ülkelerde ise % 30
civarında seyretmektedir. Türkiye‟de ise kayıt dıĢı ekonominin boyutu, her ne kadar çeĢitli
hesaplama ve tahminler farklı sonuç verse de ortalama olarak toplam potansiyel
GSMH‟nin % 50‟sinden az olmadığı Ģeklindedir. Vergi denetimleri sonucunda yakalanan
matrah farkı, 1985-2004 yılları arasında kalan 20 yılın denetim sonuçlarında % 45 olarak
ortaya çıkmıĢtır. Yani bu dönemde ülke genelinde 100 liralık toplam potansiyel matrahın
sadece 55 lirası beyan edilmiĢ, 45 lirası ise beyan edilmemiĢ, gizlenmiĢtir (Bilici, 2010:
297). Buna paralel olarak TÜĠK verileri de toplam istihdamın % 48,5‟inin kayıt dıĢı
olduğunu göstermektedir (TĠSK, 2007: 116). Ekonomideki kayıt dıĢı faaliyetler arttıkça,
vergisini ödeyenlerin vergi oranları artırılmıĢ, dolayısıyla vergi adaleti bozulmuĢtur.
Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaysız vergilerin payının gittikçe azalması bunun bir
göstergesidir (Karabulut, 2006).
Diğer taraftan yolsuzluk da mükelleflerin vergiye karĢı tavrını belirleyen
etkenlerden biridir. Özellikle kamu sektörü büyüdükçe bürokratik yapı da büyümekte, kötü
yönetim ve rüĢvet olayları yaygınlaĢmaktadır (ġener, 1996: 28). Bu konuda Uluslararası
ġeffaflık Örgütü yolsuzluk ve rüĢvet durumlarını gözlemleyen bir sivil toplum örgütü olup,
ülkeleri kamu sektöründeki yolsuzlukları algılama düzeyine göre sıralamaktadır. Söz
konusu örgütün 2014 yılında yayımladığı 20. Yolsuzluk Algı Endeksine göre, Türkiye‟nin
62
puanı geçen yıla göre 50‟den 45‟ye düĢmüĢ ve Türkiye 175 ülke arasında Umman ve
Makedonya ile birlikte 64. sırada yer almıĢtır (Transparency International, Corruption
Perceptions Index 2014: Results).
2.2.2.5. Vergi Adaleti ve Vergi Sisteminin Yapısı
Adalet, üzerinde tartıĢmaların yaĢandığı bir kavramdır. Platon‟un Devlet‟inde ya da
Farabi‟nin Medinetül Fazıla‟sında resmedilen mutlak adalet gerçekte var mıdır ya da
böylesi bir standardın sağlanma olasılığı ne kadardır? ĠĢte bu gibi sorular bizim vergi
adaletini anlamamızda yardımcı olacak hususlardır. Mutlak adalet kavramı bizi, zamana ve
mekâna göre değiĢen bir adalet kavramına yani nispi (göreceli) adalete götürmektedir.
Tabiri diğerle, vergi adaletinde de bir görecelikten bahsetmek mümkün görünmektedir.
Dün için uygulanan bir vergi bugün için adaletsiz olabilmekte, olağanüstü dönemlerde
yapılan bir uygulama olağan dönemlerde anlamsız hale gelebilmektedir. Bu açıdan adalet
üzerindeki doktrinel tartıĢmaları bir kenara bırakıp, ülkemizde adalete yaklaĢımı ve dahi
vergi adaletinin hali hazırdaki durumunu gözler önüne sermek gerekmektedir.
Adalet anlayıĢı, Anayasamızda değiĢik yerlerde zikredilerek kendine yer bulmuĢ bir
kavramdır. Anayasada 2. maddede “adalet anlayıĢından” bahsedilmekte, 10. maddede
“kanun önünde herkesin eĢit olduğu” ifade edilmekte ve “idarenin her türlü eylem ve
iĢlemlerine karĢı yargı yolunun açık olduğu” 125. maddede yer almaktadır. En geniĢ
anlamda vergi adaleti konusundaki ifadelerse, Vergi Ödevi baĢlıklı 73. maddede “Herkes,
kamu gelirlerini karĢılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi
yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim,
harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır. Vergi,
resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına
iliĢkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aĢağı sınırlar içinde değiĢiklik yapmak
yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir” Ģeklindedir.
Vergi adaletinde kesinlik olmamasının baĢlıca nedeni fert veya grupların zamana
göre değiĢiklikler gösteren ekonomik, siyasal, sosyal ve hatta ahlaki düĢünceleridir.
Vergide kesin adalet sağlanamasa da hiç olmazsa teknik esaslara göre vergi adaletine
yaklaĢmak, genel bir amaç olmuĢtur. Bu açıdan vergi kaçakçılığı, çifte vergilemenin
önlenmesi, güce göre ödeme gibi çarelerin vergi adaletine uygun düĢeceği ifade edilmiĢtir
63
(Erginay, 2003: 43). Kolaylıkla anlaĢılır ve uygulanabilir nitelikte olmasının yanında,
ödenecek verginin zamanının, tutarının, ödeme Ģekil ve yerinin herkes tarafından olanak
ölçüsünde bilinmesinin sağlanması gerekir (Akdoğan, 2007: 116). Zengin ve fakirden aynı
miktarda vergi alınmaması, asgari geçim indirimi, emek ve sermaye gelirlerinin
vergilendirilmesindeki
farklılıklar,..
gibi
esaslar
vergi
adaletini
sağlayabilecek
mekanizmalardır. Yani vergi adaleti, vergide genellik ve vergide eĢitlik prensiplerinde
belirmektedir (Erginay, 2003: 44). Bu açıdan, Roma Ġmparatorluğunda vergiyi ödeyenlerin
sınırlı toplum kesimleri olması, orta çağda aristokrasi ve papaz sınıfının vergi dıĢında
kalma çabaları vergideki genellik ilkesine aykırı uygulamalardır. “Zadegan krala kılıcını ve
kanını, kilise duasını, halk ise parasını verir” düĢüncesi bunun göstergesidir (Akdoğan,
2007: 193).
Ayırma ilkesi -sermaye kazançlarının emek gelirlerine göre daha ağır
vergilendirilmesini
savunur-
geliĢmiĢ
ülkelerde
genellikle
emek
geliri
lehine
farklılaĢtırılmıĢ oranlar biçiminde uygulanırken, ülkemizde sermaye geliri lehine %
100‟lere varan yatırım indirimi, hızlandırılmıĢ amortisman ve vergi afları biçiminde
uygulanmaktadır. ABD‟de uygulama, daha çok emek geliri elde edenler lehinedir hatta
ABD‟de sermaye geliri elde edenlerin vergi matrahları üzerinden % 21 oranında ek bir
vergi alınmaktadır (ġener, 1996: 223-226). Bütçe gelirleri içinde, gelir, kurumlar ve servet
vergilerinin payı; ABD‟de % 67; Ġngiltere, Hollanda ve Ġskandinav ülkelerinde % 50 ve
üzerindedir (Türk, 2002: 143). Ülkemizde, Kurumlar Vergisinde 1980‟li yıllara kadar 3
olan istisna sayısı, daha sonraki yıllarda 20‟ye kadar yükselmiĢtir. Hatta istisna edilen
kazançların kurum kazançlarına oranı 1985‟de % 23,3 iken, 1987 yılında % 45,6‟ya
yükselmiĢtir. Özellikle sermaye kazançlarının istisna edilmesi sebebiyle kurum
kazançlarının nerdeyse yarısının vergilendirilmediği söylenebilir (ġener, 1996: 265).
Tarım kesiminde çalıĢanlar ile küçük ölçekte ticaretle uğraĢanların vergi kaçırma
konusunda türlü alternatiflere sahip oldukları söylenebilir. Bu konuda neredeyse hiç
alternatife sahip olmayan kesim ise vergileri kaynağında kesilen ücretlilerdir (Demir,
2009). Ücretliler vergi kaçırmıyorsa bu onların serbest meslek sahiplerine ve sanayicilere
göre daha ahlaklı olmalarından değil, vergi kaçırma imkânına sahip olmamalarından
kaynaklanır, çünkü ücretlilerin vergilerinde stopaj usulü geçerlidir (Türk, 2002: 201). Zira
tüm dünyada ücret gelirleri, kaynakta vergilendirilmekte yani stopaj usulü vergi
kesilmektedir. Ancak beyan usulünde, mükellefin beyanı çerçevesinde bir tutar, gelirin
64
kazanıldığı yılı takip eden yılda vergi olarak ödenmektedir. Böylelikle gelirini beyan eden
mükellef, hem harcama kalemlerini masraf olarak gösterebilme imkânına sahip olmakta
hem de ödenecek vergi tutarını bir sonraki sene ödeyebilmektedir. Pratikte yaĢanagelen bu
tablonun anlamı Ģudur; sistemde ücretlinin vergi kaçırma olasılığı olmamakta ve buna
rağmen beyan usulünde vergi ödeyenlerin vergi kaçırma konusunda önlerinde alternatif
yollar (masraf gösterme, bir sonraki seneye ödeme gibi kanuni yollar veyahut fatura
kesmeme, vergiyi zamanında ödememe gibi kanundıĢı) doğmaktadır.
MaaĢı/ücreti aynı yıl içinde vergilendirilen bir memur/iĢçi ile geliri gelecek yıl
vergilendirilen bir iĢ adamının aynı geliri elde ettikleri varsayımı altında, yüksek
enflasyonun yaĢandığı bir ülkede memurun ödediği vergi çok daha yüksek olmaktadır
(ġener, 1996: 231). Bu durumu örneklendirelim: Beyan usulünde vergi ödeyen serbest
meslek sahiplerinden dört meslek grubunu ele alalım; avukat, diĢ hekimi, doktor ve mimarmühendis. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının sitesindeki “2009 Dönemi Yıllık Gelir Vergisinin
SeçilmiĢ Faaliyet Gruplarına Göre Dağılımı” Tablosunda yer alan rakamlar, ifade etmeye
çalıĢtığımızı tam anlamıyla açıklayıcı bir özelliğe sahiptir. Yukarıda saydığımız meslek
gruplarının 2009 yılı için ödemeleri gereken vergi tutarları, o mesleği icra eden mükellef
sayısına bölündüğünde ödenmesi gereken yıllık ortalama vergi tutarı bulunur. Buna göre
yıllık bir avukatın 2.291, bir diĢ hekiminin 714, bir doktorun 3.364 ve bir mimarmühendisin 1.354 TL ödemesi gerekmektedir. Aylık yaklaĢık tutarlar bulunacak olursa; bir
avukat 190, bir diĢ hekimi 59, bir doktor 280 ve bir mimar-mühendis ise 112 TL ödemesi
gerekmektedir. Asgari ücretli çalıĢan bir mükellefinse aylık yaklaĢık olarak 86 TL
(ÇalıĢma Bakanlığının verilerine göre 2009 yılının ilk 6 ayı için aylık 84,92 TL ve ikinci 6
ay içinse 88,36 TL Ģeklinde) vergi ödemesi gerekmektedir. Yine aynı tablodan bir aylık
ödenmesi gereken vergi tutarlarının kuyumcu için sadece 84, mobilyacı için sadece 49 ve
lokantacı içinse sadece 42 TL olarak çıkıyor olması kamu vicdanını son derece yaralayıcı
bir hal almaktadır. Tüm bu rakamlara paranın zaman değeri ve alternatif maliyetler
açısından bakılması gerekliliği unutulmaması gereken bir diğer husustur. Böylece beyan
usulünde vergi ödeyenlerin 2009 yılında elde ettikleri gelirin vergisi, 2010 yılında
ödeneceğinden aylık enflasyon da hesaba katılırsa (TÜĠK verilerine göre TÜFE 2009 yılı
için % 6,53 ve 2010 içinse % 6,40); vergisini peĢin ödemek durumunda kalan ücretlilere
göre daha da azalmaktadır.
65
Yüksek enflasyon oranının geliĢmekte olan ülkelerde vergilerin tahsil sürelerinde
meydana gelen gecikmelere ve verginin gelir elastikiyetine bağlı olarak reel vergi
gelirlerini azaltıcı yönde etkilediği belirlenmektedir (Heper, 1981: 76). GeliĢmemiĢ
ülkelerde, geliri kaynağında vergilendirmenin kolaylığı ve görünürlüğü dolayısıyla her
türlü ücret erbabı ağır vergi yükü altındadır. Türkiye‟de gelir vergisinin % 68‟i iĢçiler ve
memurlar tarafından ödenmektedir. Dolayısıyla geliĢmemiĢ kapitalist ülkelerde vergi
politikası da bir refah devleti aracı olmak durumundan hala uzaktır (Talas, 1980: 119).
Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının 2010 Faaliyet Raporundaki verilere göre ücretlilerin
ödediği vergi, toplamda tahsil edilen gelir vergisinin oldukça yüksek bir kısmını teĢkil
etmektedir. Öyle ki, 2009 yılı itibariyle tahsil edilen 46 milyon 18 bin TL'lik gelir vergisi
tutarının içerisindeki 42 milyon 329 bin TL'lik bölümünü (yaklaĢık % 92‟sini) ücretliler
ödemiĢlerdir (2011: 112). Bu açıdan, vergi gelirlerinin büyük bir kısmının ücretlilere
dayanıyor olması gibi bir tablonun ortadan kaldırılması ve “mali güce göre” tahsilat
ortamının sağlanması, vergi adaletinde çok önemli bir basamak olarak sayılabilir.
GeliĢmiĢ ülkelerden ABD ve Kanada‟da her üç kiĢiden biri; Ġngiltere, Hollanda ve
Ġskandinav ülkelerinde her beĢ kiĢiden biri; Fransa‟da her on beĢ kiĢiden biri gelir vergisi
mükellefi iken; Arjantin‟de her altmıĢ kiĢiden biri; ġili ve Venezüella‟da her yüz kiĢiden
biri; Brezilya‟da her iki yüz kiĢiden biri; Peru‟da her iki bin kiĢiden biri her gelir vergisi
mükellefidir. Türkiye‟de ise her otuz beĢ kiĢiden biri gelir vergisi mükellefidir (Türk,
2002: 143-245). Türkiye‟de nüfus son 10 yılda yüksek oranlı bir artıĢ göstermesine rağmen
gelir vergisi mükellefi sayısı hemen hemen aynı seviyelerde, 1 milyon 700 bin civarlarında
kalmıĢtır (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 60). Yine aynı süreçte dolaylı ve dolaysız vergi
gelirlerinin paylarının adaletsiz dağılımı, vergi yükünün nüfusun dar bir kısmının üstünde
kaldığını göstermektedir ki bu durum vergi sisteminin adil olmadığı inancını
kuvvetlendirmektedir.
ABD‟de halkın büyük çoğunluğu köleliğin Allah‟ın hukukuna göre bile adil
olduğunu düĢünüyorlardı. Kölelerin çoğu da köleliğin adil olmadığını düĢünmüyorlardı.
Adalet fikre veya çoğunluk oyuna dayalı bir Ģey değildir (Mutlu, 2009: 10). Adaletsiz
vergileme, vergi yükünün toplumu oluĢturan bireyler arasında adil ve dengeli bir Ģekilde
dağıtılmaması anlamına gelmektedir. Ayrıca, vergilemede bazı kiĢi ve gruplara ayrıcalıklı
66
davranılması -örneğin, vergi istisna ve muafiyetlerinin uygulanması- (Aktan vd., 2002:
124) adaleti zedeleyici bir görünüm arz etmektedir.
Ekonomik kalkınmanın etkilerinin hissedilmeye baĢladığı 1955 yıllarından sonra ve
özellikle planlı dönemde okuryazar oranı ve kentleĢmeyle birlikte ticaret ve sanayi
kesiminin GSMH içindeki payının artmasına karĢın modern dolaysız vergilerin payında
yeterli bir geliĢme izlenememiĢtir (Heper, 1981: 45). Gelir yönetiminin her sene belli bir
meblağın üzerinde vergi borcu olanların listesini yayınlaması toplum vicdanını
rahatlatmakta yeterli olmamaktadır. Hatta bu listenin kabarıklığı “at binenin, kılıç
kuĢananın” yaklaĢımını akla getirmektedir (30 Haziran 2012 tarihinde Gelir Ġdaresi
BaĢkanlığının yayınladığı 149 sayfalık listeye göre, devlete 1 milyon lira ve üzeri borcu
bulunanların sayısı 7.442‟dir).
Mali istatistikler incelendiğinde geliĢmiĢ ülkelerdeki vergi sistemleriyle bu
ülkelerin ekonomik ve sosyal yapıları arasında bir bağıntı, korelasyon iliĢkisinin olduğu
dikkat çekmektedir (Türk, 2002: 235). Örneğin tüm dünyada neredeyse 100‟ün üzerinde
ülkede geniĢ bir uygulama alanı bulan katma değer vergisi, düĢük maliyetli ve hasılatı
yüksek bir vergidir (Akdoğan, 2011: 483) ki yansıtılabilen bir vergi olarak KDV
uygulamasında, vergiyi ödeyen mükellef gerçekte verginin yükünü taĢımaz (Türk, 2002:
205), asıl vergiyi ödeyen nihai tüketicidir. Ve yine kanun koyucu, bir kısım kiĢileri veya
bir kısım konuları vergi dıĢı bırakarak, vergi muafiyetine ve istisnalarına yer verebilir
(Erginay, 2003: 45). Tüm bunlar bir ülkenin vergi sisteminin parçalarıdır. Bu anlamda,
Türk Vergi Sisteminin karmaĢık ve değiĢken bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.
Ekonomik hayatın değiĢkenliğine adapte olabilen bir vergi sistemi mutlaka arzulanan bir
yapıdır. Ancak değiĢikliğin adalete ve hakkaniyete dayalı olması da ihmal edilmemesi
gerekli olan esaslı bir husustur.
Ülkemizde vergi gelirlerinin kompozisyonu, 2010 yılı itibariyle; gelir üzerinden
alınan vergilerde % 29 (gelir vergisi %21 ve kurumlar vergisi % 8) iken harcama
üzerinden alınan vergilerde % 68,7 (ÖTV % 28,5, KDV % 27,5 ve diğer %12,7) olarak
hedeflenmiĢtir (Bilici, 2010: 299). Mevcut dağılım tablosunun, Anayasanın 73. Maddesi
yer alan “vergi yükü adaletli ve dengeli dağılım” temel ilkesiyle bağdaĢmadığını ifade
etmek gerekir (Bilici, 2010: 140).
67
Sağlıklı bir vergi mantığının yürütülebilmesi için, iliĢkilerin boyut ve niteliği ile
vergi yasalarının amaç ve kapsamları arasında, zihinsel ve yerine göre yoruma dayanan bir
etkileĢimin araĢtırılması gereği vardır (Akdoğan, 2011: 59). Amacı belli özel bir çabaya
gerek göstermeksizin anlaĢılabilir bir vergi, gerek mükelleflerin tepkisini çekmemesi
bakımından ve gerekse vergi idaresi ile yargısının iĢleyiĢi açısından olumlu etkilere sebep
olacaktır (Akdoğan, 2007: 205). Bu açıdan, vergi hukuku ile ilgili ilmi çalıĢmalar içe
dönük değil, toplumun yapısını ve özelliklerini dikkate alan, vergi sosyolojisinin
gereklerini yerine getirmeye çalıĢan ve mükellef psikolojisine önem veren bir yapı
içerisinde ele alınmalı ve incelenmelidir (Akdoğan, 2011: 15). Adil olarak hazırlanmıĢ
vergi yasalarının, uygulamada da adalete ters düĢmeyecek etkinlikte uygulanması gerekir
(Akdoğan, 2007: 196). Vergiyle ilgili yapılacak düzenlemelerin elastiki yani günün
Ģartlarına uyarlanabilir olması ciddi önem taĢımaktadır. Hatta verginin toplumsal değiĢime
öncülük etmesi bakımından “dinamizm” oluĢturması dahi söz konusudur (Akdoğan, 2011:
15).
1980 yılından bu yana vergi yasalarındaki değiĢikliklerin sayısı iki yüze
yaklaĢmıĢtır halbuki sık sık değiĢtirilmeyen kalıcı vergi normları ortaya konmalıdır. Siyasi
otoritelerin oy düĢünceleri ile sisteme müdahaleleri olmamalı, mevzuat mükellefin kolayca
bulabileceği Ģekilde düzenlenmeli ve anlaĢılır olmalıdır zira dağınıklık bıkkınlığa sebep
olur ve mükellef vergi kanunlarını kendisi için hazırlanmıĢ bir ceza tuzağı olarak görmeye
baĢlar ki bu durum devletin saygınlığının kaybolması anlamına gelir.
Kanunların karmaĢıklığı denetmenler ve yargı organları için de güçlükler doğurur.
Böyle bir durumda bilgisiz ve yetersiz denetmenlerin düĢük beyanı (non-compliance)
ortaya çıkarmaları ve cezalandırmaları güçleĢir. Bunun mükellefe yansıması ise bazı
gönüllü uyum davranıĢlarının cezalandırılması ve indirimden yararlanması gereken
mükellefler indirimden yararlanamamasıdır (Çelikkaya, 2002). GeliĢmekte olan ülkelerde
vergi sistemi süreçle beraber giderek karmaĢıklaĢmaktadır (Demir, 2009). Burada kimi
zaman ihmal sonucu oluĢan vergi kaçakçılığı durumu da söz konusu olabilmektedir.
Mükellef doğrudan bir kasıt olmaksızın bir ihmal sonucu, bilmeden bir vergi kaçakçılığına
neden olmaktadır (Bayraklı vd., 2004). Vergi kanunlarının karmaĢıklığı mükellefin vergiye
uyumunu doğrudan etkilerken kısa aralıklarla yapılan değiĢiklikler vergi denetmenlerini ve
vergi yargısını da olumsuz etkilemekte ve bir bütün olarak sistemin iĢleyiĢini aksatarak
68
etkinliğini azaltmakta, açıklık ve belirlilik ilkelerinin uygulanabilirliğini güçleĢtirmektedir
(Demir, 2009).
2.2.2.6. Vergi Suç, Ceza ve Afları
Vergi, yalnızca ahlakın gerektirdiği bir dayanıĢma kuralı olmayıp cebir ile
müeyyidelenmiĢ kanuni bir görevdir. Dolayısıyla, devletin egemenlik yetkisine dayanarak
vergi koyması ve alması, vergi suçlarının engellenmesi bakımından bazı koruyucu
düzenlemelere girmesini zorunlu kılmıĢtır (Akdoğan, 2007: 167).
Vergi yasalarına aykırı fiiller iki kısma ayrılmaktadır; ilki verginin mali ve iktisadi
özellikleri ve amaçları dikkate alınarak bunlara aykırı fiillere uygulanan cezalar, diğeri ise
toplum düzeni ve yaĢamı bakımından sakıncalı ve suç sayılmıĢ fiillere uygulanan
cezalardır. Genel olarak ilk gruba giren fiillere parasal nitelikte cezalar uygulanırken,
ikinci gruba giren fiiller içinse hürriyeti bağlayıcı ceza yanında para cezasına da yer
verilmektedir (Akdoğan, 2011: 120; Bilici, 2010: 91). Yani vergi kaçakçılığındaki suç
fiilleri, verginin ekonomik niteliğini aĢan, toplum düzeninin sağlığını ve etkinliğini
ilgilendiren bir nitelik taĢıdığından hürriyeti bağlayıcı cezaya yer verilmiĢtir. Hatta
hürriyeti bağlayıcı ceza verilebilmesi için bir vergi kaybına neden olunması da Ģart değildir
(Akdoğan, 2011: 123); defterlerde tahrifat yapanlar, gizleyenler, defter ve belgelerini yok
edenler hakkındaki hapis cezası verilebilmesi buna çarpıcı birer örnektirler.
Denetimin yetersiz oluĢu vergi kaçırmada etkili bir unsurdur zira beyannamelerin
% 3‟ünden daha az bir kısmı ancak kontrol edilebilmektedir ki bu durum adeta eksik
beyanı teĢvik etmektedir (ġener, 1996: 229). Bu açıdan; ekonomistler, sosyologlar,
psikologlar ve hatta suç bilimcileri, denetim oranı ve ceza oranının vergi kaçakçılığına
sebep olduğunu ve hatta vergi kaçırma faaliyetlerinin de algılanan denetim oranını
etkilediğini çeĢitli teorik modellerle ortaya koymuĢlardır (Saruç, 2003). ÇeĢitli gelir
gruplarından 477 katılımcı ile yapılan anket sonucunda, katılımcıların % 50‟si vergi
kaçıran mükelleflerin vergi idaresi tarafından yakalanma ihtimalinin düĢük olduğunu,
ayrıca katılımcıların % 54‟ü vergi kaçıran mükelleflerin vergi idaresince yakalanması
sonrasında ödeyeceği mali cezanın yüksek olmadığını düĢünmektedirler (Bayraklı vd.,
2004).
69
Mükelleflerin bir gün denetlenebileceklerini düĢünmeleri yasalara uygun davranma
eğilimlerini arttırır. Zira vergi denetimi yasalara aykırı davranıĢla vergisini doğru ve
zamanında ödemeyenler için ciddi bir risk oluĢturur. Doğru beyanı sağlayan kriter ise, bu
riskin büyüklüğüdür (Çelikkaya, 2002). Vergi denetim olasılığının artması ve ceza
oranlarındaki artıĢ bireylerin tasarrufları üzerinde de (tasarruflardan elde edilen gelirler
üzerinde) doğrudan bir etkiye sahiptir (Demir, 2009).
Türk vergi sisteminde, adaletin sağlanamamasındaki en büyük etkenlerden biri de
vergi aflarıdır. Vergi affı, eĢitlik ilkesini olumsuz yönde etkileyici bir uygulama olup
özellikle iyi niyetli, vergi yükümlülüğünü zamanında ve tam olarak yerine getirmiĢ
bulunan dürüst mükellefler aleyhine vergi adaletini bozucu bir etkiye sebep olur. Kısa
zaman aralıklarıyla uygulanması halinde, toplumun alıĢkanlık kazanması sonucu benzeri
uygulamaları belirli dönemlerde beklemelerine yol açar ve bu da vergi kaybını artırır
(Akdoğan, 2007: 165). Özellikle de üst gelir gruplarındaki vergi mükelleflerinin etkin bir
baskı grubu olarak vergi affını çıkarma yönündeki uğraĢları kamu gelirlerinin azalmasına
neden olmaktadır (ġener, 1996: 198). Türkiye‟de vergi idaresinde iyileĢtirme
gerçekleĢtirilmeden, vergi sistemi değiĢtirilmeden yapılan vergi afları son yıllarda artıĢ
göstermiĢ ve özellikle 1980 yılından itibaren her iki yıl için bir af düĢecek Ģekilde vergi ve
sigorta prim afları çıkartılmıĢtır. Bu anlamda sadece 1981-1998 arasında farklı kapsam ve
nitelikte 11 af düzenlemesi yapılmıĢtır ki, 21 ayda bir vergi affı düzenlendiği anlamına
gelmektedir (Erol, 2011: 144).
Vergi sisteminde reform niteliğinde bir değiĢim meydana getirebilecek vergi
aflarının önceden kayıt dıĢı sektörlerde olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma
gibi olumlu yanı, bu yola baĢvurulmasının teknik ve ekonomik gerekçeleri olabilir, eski
hukukun kalıntılarını temizlemek adına kısmen kabul edilebilir. Ancak, Türk Vergi
Sisteminde bu hassasiyet gözetilmeden çıkartılan kanunlarla, vergi afları adeta tahsilat
kanunu haline dönüĢtürülmüĢtür. Vergi aflarının, vergi cezalarını affetmesi anlaĢılabilir
olmakla birlikte, verginin aslını tahsilden de vazgeçmesini anlamak zordur (ġenyüz, 2007:
8).
Eğer dürüst mükellefler vergi aflarının devam edeceğine inanırlarsa, kendilerine
haksızlık yapıldığını düĢünmekte, vergi kaçıranlara verilen bu indirime (özel uygulamaya)
tepki göstermekte ki böylece gönüllü uyum dereceleri azalmaktadır (Çelikkaya, 2002;
70
Dönmez, 1992: 53; Demir, 2009). Her Ģeye yeniden baĢlanacak havası verilen “vergi
paketi” projelerinin çokluğu, ciddi ve istikrarlı vergi politikası olmadığı izlenimi
uyandırdığından,
mükellefler
kendi
kararlarıyla
kiĢisel
çıkarlarını
korumaya
yönelmektedirler (KıldiĢ, 2007). Dolayısıyla devlet bir yandan alacağından vazgeçmiĢ
olurken öte yandan vergisini düzenli ödeyen mükelleflerin de vergi kaçırma konusunda
yeni arayıĢlara girmesine zemin hazırlamakta ve böylece devlet eliyle cezalandırıldığını
düĢünen dürüst davrananlar, kayıt dıĢılığa itilmektedir (Demir, 2009; Çiçek vd., 2008:
253).
Dolayısıyla mükelleflerin vergi aflarının devamlı olacağına karĢı inancı artmakta,
vergisini
zamanında
ödeyen
mükelleflerin
cezalandırıldığı,
ödemeyenlerin
ise
ödüllendirildiği düĢündürülerek vergi ödemeleri olumsuz yönde etkilenmektedir (YaraĢlı,
2005: 113). Vergi afları ve dolaylı vergiler sebebiyle kamu gelirleri yeterince
toplanamamakta ve bütçe açığı borçlanma yoluyla finanse edilmektedir (ġener, 1996: 229).
Hâlbuki devlet için kamu hizmetlerinin pahalıya üretilmesi demek olan borçlanma,
ertelenmiĢ vergiden baĢka bir Ģey değildir (Türk, 2002: 21). Ġç borçlanmada borç verenler
üst gelir grubu olduğundan, bu grupta yer alan mükelleflerin vergi yükü minimuma
inmektedir (ġener, 1996: 229). Neticede bu garip sarmaldan en yüksek faydayı elde
edenler yine üst gelir grubu olmaktadır.
Vergi adaletini bozucu etkiye sahip diğer bir uygulama da uzlaĢma müessesesidir.
Vergi matrahını daraltıcı uygulamalardan biri olan uzlaĢma, vergi yükünü bu uygulamadan
yararlanamayanlar üzerine kaydırmaktadır. UzlaĢma, yargı sürecine gerek kalmadan
devletin kasasına girecek olan tutarı tahsil etmedeki hızı bakımından gerekli olmakla
birlikte, politik etkiye açık bir uygulamadır. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının verilerine göre
2011 yılında tarhiyat sonrası yapılan uzlaĢmalarla yaklaĢık vergi aslının % 56‟sından ve
vergi cezalarının ise % 95‟inden vazgeçilmiĢtir (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 83). Bu
durum muafiyet, istisna, vb. gibi uygulamalarla kanun karĢısında zaten güçlü kesim olan
sermaye sahiplerini, alt gelir grubuna göre bir adım daha öne çıkarmaktadır.
“Sizce ülkemizde herkes vergisini tam olarak ödüyor mu?” sorusuna verilen
cevaplarda dramatik bir Ģekilde “Hayır” diyenlerin oranı % 97,1 olarak çıkmıĢ (Çiçek vd.,
2008: 80), üstelik bu durumun % 46,6 ile herkesi vergi kaçırmaya ittiği ve % 44,8 ile de
vergi ödeme Ģevkini kırdığı (Çiçek, 2006: 114) yani olumsuz tablonun toplamda % 91,4
71
olduğu görülmüĢtür. Hâlbuki baĢkalarının vergi ödeme konusunda dürüst olduğuna inanç,
vergi ödeme konusunda istekliliği artırmaktadır. Vergi ahlakı ve onun yansıması olan
bireysel vergi ödeme davranıĢı, kiĢisel fayda optimizasyonuna olduğundan daha büyük
ölçüde sosyal kurallara ve psikolojik değiĢkenlere sıkı sıkıya bağlılık gösterdiği (Serim,
2009) görülmektedir.
Vergi mükelleflerine göre vergi kaçırmanın nedenleri sorulduğunda; “herkes
kaçırıyor ben de kaçırıyorum mantığı”, vergi idaresinin ve denetimin yetersiz oluĢu,
kanunların vergi kaçırmaya müsaitliği, eksik vergi bilinci, kamu harcamalarındaki israf ve
mevzuatın sıklıkla değiĢmesi (Çiçek vd., 2008: 251) Ģeklinde sebepler dile getirilmiĢ;
devletin vatandaĢlara eĢit davranmaması ve mükelleflerin devlete güvenmemesi yüksek bir
oranla ifade edilmiĢ (Baloğlu vd., 2010: 98); toplumda bireylerin gerçek gelirlerini beyan
etmeyerek dürüst davranmadığı düĢüncesi yaygın bir kanaat olarak belirtilmiĢtir (Çak vd.,
2010: 72).
Mükellefin vergi kaçırmasının hukuki cezalardan korkma derecesine bağlı olduğu
en fazla kabul gören görüĢ olarak ortaya çıkmıĢtır. Bu görüĢü, ahlaki yapı, devlete bağlılık
ve iyi bir vatandaĢlık göstergelerini içeren ifadeler izlemiĢtir (Çak vd., 2010: 40). Her ne
kadar vergi kaçıranların hak ettikleri cezayı almadıklarına olan inanç % 83,8 gibi yüksek
bir oranda çıkmıĢ olsa da (Baloğlu vd., 2010: 82), mükelleflerin vergi kaçırıp kaçırmaması
öncelikle alabileceği cezalardan korkmasına bağlı olduğu dile getirilmiĢtir.
Mükellefler % 64,8 oranla vergi aflarının ekonomiye herhangi bir fayda
getirmeyeceğine inanmakta (Baloğlu vd., 2010: 84), özellikle vergi afları ile dürüst
mükelleflerin cezalandırıldığını ve vergi adaletinin bozulduğunu düĢünmektedirler (Çiçek
vd., 2008: 91). Bu yönüyle devlet bir yandan alacağından vazgeçmiĢ olurken öte yandan
vergisini düzenli ödeyen mükelleflerin de vergi kaçırma konusunda yeni arayıĢlara
girmesine zemin hazırlamıĢ olmaktadır (Demir, 2009).
2.2.2.7. Vergi Ġdaresinin Etkinliği
Vergileri baĢarılı bir Ģekilde uygulamaya dönüĢtürme görevi yürütmenindir ve
buradaki genel sorumluluk da vergi idaresinindir. Türk Vergi Sisteminde esas itibariyle
beyan sistemi geçerli olup, mükellefe duyulan güvenin göstergesidir. Ancak uygulamada
72
sorunlarla karĢılaĢılmaktadır. Böylece yasalar yeterince saygılı davranmayan mükellefler
hakkında; neden oldukları fiillerin niteliğine göre, yasaların öngördüğü doğrultuda olmak
üzere yaptırım uygulanması yoluna gidilebilmektedir. GeniĢ anlamda düĢünülecek olursa
vergi yönetimi; vergi ile ilgili yasal düzenlemeleri, vergi idaresini ve vergi yargısını kapsar
ve her ülke kendi idari, siyasi, sosyal, ekonomik ve mali özelliklerine göre mali yapısını ve
dolayısıyla vergi yönetimini oluĢturmuĢtur (Akdoğan, 2007: 147, 187). Bu açıdan gelir
yönetimi; vergi tekniği, vergi adaleti, vergi yasalarındaki istikrar ile vergi idaresinin ve
denetiminin etkinliği konusunda belirleyici özelliğe sahiptir.
Ġhtiyaçların büyüklüğüne karĢın kaynakların kısıtlı olması, vergi uygulamasıyla
ilgili sorunlar üzerinde esaslı olarak durulması zorunluluğunu doğurmaktadır. Hemen her
ülke değiĢen büyüklüklerde olmak üzere bu sorunun üstesinden gelmeye, mali, idari ve
hukuki etkinlik düzeyine ulaĢmaya çaba göstermektedir (Akdoğan, 2007: 168). Zira “bütün
muvaffakiyet beyanname kontrolünün kifayetine müessirliğine bağlı telakki edilebilir. Bu
durum ise kontrol teĢkilatının çok geniĢ tutulmasını ve böylece tahsilat masraflarının”
(Kurtkan, 1968: 89) yani idari maliyetin (teknik tabirle vergi maliyetinin) yükselmesi
anlamına gelmektedir. Bu açıdan, vergi sisteminin gerekli oto kontrol ve denetim
olanaklarına sahip kılınması kadar, etkin bir uygulama da gereklidir; yani mükellefin
cebinden çıkan para ile devlet hazinesine giren para arasındaki fark fazla olmamalıdır
(Akdoğan, 2007: 206). Bu da iyi bir planlamanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Vergi planlaması; devletin duyduğu finansal ihtiyacın en uygun kaynaklardan,
toplumun yaklaĢımlarını, tavır ve davranıĢlarını dikkate almak suretiyle, verginin konulma
amaçlarına uygun olarak maksimum hizmeti sağlayacak Ģekilde vergi uygulamasının
gerçekleĢtirilmesidir (Akdoğan, 2007: 186). Zira vergi idaresinin etkin çalıĢması, donanım
ve personel bakımından yeterli olması çok önemlidir ve ancak bu sayede vergi tavanı
yükselebilir (Türk, 2002: 202-224). Yoksa verginin cebrilik niteliğinin aĢırı bir Ģekilde ön
plana çıkartıldığı, görevlinin sahip bulunduğu yetki ve otoriteyi tavır ve davranıĢlarıyla
aĢırı bir Ģekilde hissettirdiği, mükellefin de görevlerini aksatması halinde baĢına
geleceklerin korkusu ve endiĢesini aĢırı bir Ģekilde hissettiği ortam ve koĢullar, mükellefin
vergi idaresinden uzaklaĢmasına yol açabilir (Akdoğan, 2011: 64). Dolayısıyla vergi
yasalarını uygulayıcı kimselerin iyi eğitimli, dürüst ve anlayıĢlı kimselerden oluĢması
halinde olumlu etkilenme ve mükellefler açısından yarar olabilir (Akdoğan, 2007: 205).
73
Burada vergi idaresinin mükellefle iliĢkileri ön plana çıkmaktadır ki bu durumun vergi
ahlâkını etkilediği de söylenebilir.
Mükellefin gelirlerini kendisinin beyan ettiği durum, yasa koyucunun güveninin
göstergesidir ve çağdaĢ olan da budur. Bir kısım mükellefin yasalara aykırı davranma
olasılığı dikkate alınarak, insana saygı duyan ve ona güvenen bir sistemden vazgeçilmesi
düĢünülemez. O zaman uygulamanın baĢarısı bakımından yapılması gereken Ģey, vergi
idaresinin yasalara saygılı davranan veya davranmayan mükellefleri izlemesi, ortaya
çıkartması ve gerektiğinde haklarında yasal iĢlem yapmasıdır (Akdoğan, 2011: 62). Bunun
sağlıklı iĢletilebilmesi için vergi yönetiminin hem kendi personelini mükellef ile iliĢkiler
yönünden, hem de toplumun her kesimini vergi kültürünün oluĢması yönünden eğitmeye
ihtiyacı vardır. Mevcut durum “vergilendirilmiĢ kazanç kutsaldır” Ģekilciliğinden
kurtarılmalı, yasa değiĢikliklerinden tüm mükellefler haberdar edilmeli, vergi mevzuatı
dağınıklık ve anlaĢılmaz halden çıkarılmalı, mükelleflerle iyi niyetli ve yakın diyaloğa
geçilmeli, zaten verginin kendisinin de baĢlı baĢına sıkıntıya sebep olan bir durum olduğu
düĢünülerek
vergisel
iĢlemler
mükellefte
bıkkınlığa
sebep
olmayacak
Ģekilde
düzenlenmeli, her mükellefin vergi kaçırdığı veya kaçırma teĢebbüsünde olduğu önyargısı
zihinlerden kaldırılmalıdır. Burada yer alan öneriler daha da geniĢletilebilir. Bu ve benzeri
tedbirler uygulamaya konulmadığında, mükelleflerin vergi idaresine tavır almalarının,
vergi kaçırmalarının ya da kanuni boĢluklardan faydalanma yollarını araĢtırmalarının
önüne geçilebilmesi yani istenen bir vergi kültürünün oluĢturulabilmesi zor görünmektedir.
Vergi kaçakçılığının yaygın olduğu yapılarda vergi yönetimleri vergi gelirlerini,
vergi kaçakçılığıyla etkin mücadele yerine, vergi oranlarını yükseltmek suretiyle artırmaya
çalıĢmaktadırlar. Bu durumda vergi oranlarının yüksekliğini neden göstererek vergi
kaçıran mükellefler eylemlerini bu temelde rahatlıkla gerekçelendirmekte, vergi ödevi
bilinci üst düzeyde olan mükellefler bile vergi idaresine karĢı temkinli olma ihtiyacı
hissetmektedirler (Demir, 2009). Vergi makamlarının vergi mükelleflerine nasıl davrandığı
vergi ahlakının geliĢimini doğrudan etkiler. Ġki taraf arasındaki iliĢki bir "psikolojik
sözleĢme" içermelidir. Psikolojik sözleĢme daha güçlü katılım hakları ile desteklenerek
daha yüksek bir vergi ahlakına ulaĢılmasına yardımcı olur. Bu sözleĢmenin mevcudiyeti ve
yaĢaması ilgili iki tarafı da ilgilendiren belirli davranıĢ kurallarını gerektirir (Serim, 2009).
74
Gelir idarelerinin vergi sisteminde reformlar yaparak vergi yasalarını modern
uygulama politikaları ile destekleyerek vergi mükellefleri ile iletiĢimi arttırarak ve
çeĢitlendirerek daha mükellef odaklı bir yaklaĢımı benimsemesinin mükellefi vergi
ödemeye ikna etmede olumlu etkisi olabilir. Vergi kanunlarını tasarı ve taslak
aĢamasındayken gelir idareleri internet siteleri üzerinden mükelleflerin görüĢ ve önerilerine
sunduktan ve değiĢiklikler yapıldıktan sonra mükelleflerin Ģifreleriyle sisteme girip
oylaması durumunda mükelleflerin tasarı kanunlaĢtığında ve yürürlüğe girdiğinde
- mükellef kanunun hazırlanma ve onay sürecine iĢtirak ettiğini düĢüneceğinden - mükellef
tarafından benimsenmesi daha kolay olacaktır (Serim, 2009).
2.2.2.8. Meslek Mensuplarının Etkisi
Ülkemizde, mükellefler muhasebecilerden özellikle bilgi akıĢında yararlanmakta ve
bilgi alma ihtiyacı duydukları konuların baĢında “mevzuattaki değiĢiklikler” gelmektedir
(Suadiye ve Yükselen, 2001) ve vergilerde basitliğin sağlanamaması sebebiyle memurların
yüksek inisiyatifleri vardır (Mutlu, 2009: 148).
Mali müĢavirlerin vergi konusunda kiĢisel yaklaĢımlarının, vergi mükelleflerini de
paralel yönde etkileme olasılığı çok yüksektir. Hatta “en iyi müĢavir en az vergi ödetendir”
Ģeklindeki yaygın espride gerçeklik payı olduğu düĢünülmektedir (Gök, 2007). Vergi
rejimi konusunda mükellefi her türlü yönlendirebilme imkânına sahip mali müĢavirlerin de
ceza alma olasılıklarının olması sistemin sağlıklı iĢleyiĢinde önemli bir noktadır. Mali
müĢavirlerin, vergileme konusunda her türlü manipülasyonu yapabilecek stratejik bilgilere
sahip oldukları söylenebilir. Kurumun bir vergi kaçakçılığının ortaya çıkması durumunda
sorumluluğun tümüyle mali müĢavire ait olduğu bir sözleĢme, öncelikle olması gereken
hukuki bir altyapıdır. Böylesi bir yapıda mali müĢavirin maruz kaldığı cezalar kurum
sahibine ya da hissedarlarına verilecek cezalardan çok daha etkili olmaktadır (Demir,
2009).
2.3. Vergi Direnci ve Mükellef Tepkileri
Vergiler gelir, harcama ve servet üzerinden alınır. Verginin bir sınırı vardır ve bu
sınır aĢılırsa vergi cebri, karĢılıksız varsayılarak mükellefleri zor tahammül edilir hale
getirir (Türk, 2002: 222). Yani gelir arttığı zaman vergi oranı da arttıkça, mükelleflerin
75
vergiye karĢı direnci de artar ve kayıt dıĢılık, vergi kaçırma, vergiden kaçınma gibi tepkiler
ortaya çıkar (ġener, 1996: 241) ki bu da harcamaların ve böylece ekonominin daralması ve
sermaye birikiminin azalmasına sebep olur (Türk, 2002: 223-224). Dolayısıyla kanunların
günün koĢullarına cevap veremez hale gelmesi, tutarlılığını sık yapılan değiĢiklikler
nedeniyle kaybetmesi, boĢlukların doğması ve çoğalması, bazı kiĢilerin vergi yüklerini,
yasalara aykırı olarak azaltma çabaları; uygulamadan kaynaklanan problemlerdir
(Akdoğan, 2007: 195).
Vergiden kaçınma ve vergi kaçakçılığı kiĢiseldir ancak verginin reddi toplumsal
reaksiyon anlamına gelir ve böylesi hareketler otoritenin zayıfladığı dönemlerde ortaya
çıkarsa verginin kaldırılması veya sorumluların cezalandırılması sonucunu doğurur
(Nadaroğlu, 1992: 292). Ağır, haksız ve adaletsiz vergiler karĢısında direniĢ, aynı zamanda
bir devletin varlığını da tehdit edebilecek kadar güçlüdür (Aktan vd., 2002: 186).
1929 yılında % 11,6 olan toplam vergi yükü 1932 yılında % 21,1 „e yükselmiĢtir.
Vergi yükünün artmasına paralel olarak vergi ödememe eğilimleri de artmıĢtır. Normal
dönemde % 10 olan vergi ödememe oranı bu dönemde % 30 gibi yüksek bir seviyeye
ulaĢarak, önemli bir artıĢ göstermiĢtir. (Aktan vd., 2002: 185).
Vergileme ile ilgili olarak ortaya çıkan tepkilerin ne türde olacağı genel olarak
mükelleflerin hislerine göre değiĢmektedir (Aktan vd., 2002: 132). Vergiler, toplumsal
yaĢamın vazgeçilmez bir unsuru olmakla birlikte, eğer vergilerin bireylerin davranıĢ, karar
ve tercihleri üzerindeki etkileri dikkate alınmaz ise devlet açısından vergi kaybının çok
ötesinde sorunlar ortaya çıkabilir. Tarihsel tecrübeler çok açık bir Ģekilde göstermektedir
ki, vergiler medeni bir toplum inĢa etmek için gereklidir, ancak aynı zamanda vergiler
medeniyeti tahrip edecek ölçüde tehlikeli bir mali araçtır.
Ġktisadi açıdan gelir, tüketim ve tasarruf Ģeklinde kullanılmaktadır. Mükelleflerin
hissettiği baskı, gerek tasarruf gerekse belirli maddelerdeki tüketimin kısılması suretiyle,
mükellefi bütçesinde bir değiĢiklik yapmaya zorlamaktadır. Bireylerin kendi iradeleri ile
meĢruiyetini kabul ettikleri bir vergi, ne zamanki keyfiyete dönüĢür, adaletsiz bir Ģekilde
dağıtılır ve dahası bir zulüm haline gelmeye baĢlarsa iĢte o zaman vergiler medeniyeti
tahrip etmeye, dahası siyasi otoritenin varlığını tehdit etmeye baĢlar (Aktan vd., 2002: 128,
134).
76
Mükellefler vergi karĢısında aynı tutumu sergilemezler. Tutumlar davranıĢların da
sebebidirler dolayısıyla farklı tepki türleri ortaya çıkar. Bu tepkiler kabul, pasif tepki ve
aktif tepki olarak sınıflandırılabilir (Aktan vd., 2002: 179).
2.3.1. Pasif Tepki
Vergi mükelleflerinin vergiye karĢı gösterdikleri tepkilerin bir kısmı vergi
kanunlarındaki boĢluklardan ve piyasa Ģartlarından kaynaklanmaktadır (Türk, 2002: 197).
Bu boĢluklar literatürde pasif tepki olarak karĢılık bulmaktadır. Mükellef bu boĢluklardan
faydalanarak “kanuna karĢı hile” yapmakta ve daha az vergi vermenin yollarını
araĢtırmaktadır. Hatta Türkiye‟de DanıĢtay ve mahkeme kararlarından hareketle yapılan
bir araĢtırmanın sonuçlarına göre; vergi kaçırmada yaygın olarak 116 yöntemin
kullanıldığına (Candan, 2004) iĢaret edilmektedir.
Pasif tepkide, vergi oranlarında görülen artıĢa bağlı olarak mükellefler gönüllü
uyumdan
vazgeçmekte
ve
vergilere
karĢı
olumsuz
davranıĢlar
göstermeye
baĢlamaktadırlar; aylaklığı tercih etme, tüketimi kısma, üretimden vazgeçme, yatırımları
erteleme gibi davranıĢlar sergileyebilmektedir. Vergisi artan mükellefler daha fazla
çalıĢabilir veya çalıĢma arzusunu kaybederek aylaklığı tercih edebilir. Bunlardan
birincisine “gelir etkisi” (income effect), ikincisine de “ikame etkisi“(substitution effect)
denilmektedir ki ikame etkisi, mükellef davranıĢlarında vergi artıĢı öncesine göre saptırıcı
etkiler meydana getirmekte, gerek bireysel gerekse sosyal açıdan refah kaybına neden
olabilmektedir. Ayrıca bu aĢamada vergilerin geç ödenmesi, vergilerin yansıtılması ve
vergiden kaçınma gibi kanuna aykırı olmayan tepkilere de baĢvurulabilmektedir (Aktan
vd., 2002: 123-127).
Kimi zaman uygulanan muafiyet ve istisnalar, faydalanamayanlar için vergi
kaçakçılığına sebep olan unsurlardan biridir zira kapsam dıĢında kalan kiĢi veya firmalar
için bu durum haksız rekabete sebep olmaktadır (KıldiĢ, 2007).
“Risk alma” ve “isyan” duygusu mükelleflerin hoĢnutsuzluk derecesine bağlı
olarak, baĢlangıçta bireysel olma özelliği taĢıyan tepkiler, zamanla toplumsal tepkilere
dönüĢebilmekte ve devletin varlığını tehdit eden isyan olaylarının yaĢanmasına neden
olabilmektedir (Aktan vd., 2002: 123).
77
Günümüzde sıkça karĢılaĢılan kaçınma yollarından biri de vergi cennetleridir. Bu
durum “vergiden uluslararası kaçınma” olarak kavramsallaĢtırılmakta ve “yabancı
ülkelerde vergiler ve sosyal güvenlik kesintileri daha az olduğu için üretimin bu ülkelere
kayması” olarak nitelendirilmektedir (Türk, 2002: 224).
2.3.2. Aktif Tepki
Devlet klasik görevleri gerçekleĢtirmek yanında sosyo-ekonomik nitelikteki çeĢitli
fonksiyonları da gerçekleĢtirmeyi amaçlar. Yasa koyucunun öngördüğü Ģekilde vergi
uygulamasının gerçekleĢtirilememesi, amaçlardan önemli sapmalara neden olur. Bu durum
mevcut vergilerin oranlarını artırmak veya yeni vergiler koymak gibi sonuçlar
doğuruyorsa, yükümlülüklerini yerine getiren mükelleflerin dolaylı olarak cezalandırılması
anlamına gelecektir (Akdoğan, 2007: 167).
Bireylerin kamusal malın maliyetine katılmaları, vergi ödeme biçiminde
olmaktadır. Ancak bedel ödemeden de kamusal maldan yaralanabilme olanağının varlığı,
uygulamada mükellefleri vergi kaçırmaya teĢvik etmektedir (ġener, 1996: 126). Vergi
kaçakçılığı; marjinal vergi oranlarının yüksekliği, idari etkinliğin düzeyi, mükelleflerin
vergi bilinci ve eğitim düzeyleri gibi faktörlerin etkisi altında ortaya çıkmaktadır
(Akdoğan, 2007: 167). Dolayısıyla vergi kaçakçılığının yaygınlığı, hem kamu gelirlerini
azaltmakta hem de gelir dağılımı ve kaynak ayırımı fonksiyonlarının etkinliğini
düĢürmektedir (ġener, 1996: 198). Teorik yönden ise vergi kaçakçılığı ahlaki bir sorun
ortaya çıkarır. Vergi kaçakçılığının yaygınlığı ülkeden ülkeye değiĢir, Latin Amerika
ülkelerinde, Anglosakson ve Ġskandinav ülkelere göre daha yaygındır (Türk, 2002: 200).
Aktif tepkide mükelleflerin davranıĢlarının en önemli özelliği otoriteye
itaatsizliktir. Hatta baĢlangıçta bireysel olan tepkiler zamanla kitlesel hale gelebilmekte ve
isyan hareketlerine sebep olabilmektedir. Demek ki verginin reddi, vergiden kaçınma ve
vergi kaçakçılığından farklı sosyo-psikolojik bir olaydır ve Ģiddet içerdiğinden vergi
isyanları olarak ele alınmaktadırlar. Tarihi süreçte pek çok ülkede vergi isyanı yaĢanmıĢ ve
sonuçları da sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi değiĢimlere sebep olmuĢtur (Aktan vd.,
2002: 227).
78
Vergiye karĢı tepkileri belirleyen tek neden ağır vergiler değildir. Bunun yanısıra,
temsilsiz vergileme ve adaletsiz vergileme de vergiye karĢı tepkilerin oluĢmasında etkili
olabilmektedir. Temsilsiz vergilemede meĢruluk mekanizması çalıĢmamaktadır (Aktan vd.,
2002: 123-124).
Vergilemenin yanı sıra devlete ve yasalara karĢı da bir tavır olarak
nitelendirilebilecek olan vergi kaçakçılığı hem vergilendirilebilir potansiyeli erozyona
uğratmakta hem de vergi sisteminin etkinliğini zayıflatarak vergi kaçırmayan mükelleflerin
sistemi sorgulamasına neden olmaktadır. Konuya iliĢkin geleneksel salt ekonomik
yaklaĢımlara bakıldığında öncelikle çıkarlarını maksimize etmeye çalıĢan ve bu doğrultuda
rasyonel davranan mükelleflerin varlığının kabul edildiği ve vergi kaçakçılığının da
böylesi bir yapıda ortaya çıkarak geliĢtiğinin varsayıldığı söylenebilir. Mükelleflerin vergi
kaçırma
konusunda
karar
verirken
bu
eylemlerinin
fayda
ve
maliyetlerini
değerlendirdikleri, beklenen faydanın maliyetten yüksek olması durumunda harekete
geçtikleri kabul edilmektedir. Bugün itibariyle vergi kaçakçılığının basit politik kararlarla
çözülemeyecek kadar büyük bir sorun olduğu, hukuki, ekonomik ve sosyolojik yönleriyle
çok kapsamlı mücadeleyi gerektiren bir boyut kazanmıĢ olduğu belirtilebilir (Demir,
2009).
Vergi kaçakçılığına bağlı olarak oluĢan yüksek kamu açıkları çoğu geliĢmekte olan
ülkede vergi kaçırmayan mükelleflerin daha ağır vergilendirilmesi yoluyla kapatılabilecek
nitelikte değildir. Böylesi bir zorlamanın ekonomik yapıyı önemli ölçüde etkileyeceğini
söylemek mümkündür. Bu noktada firmalar ilave vergi yükleri ile faaliyetlerini
sürdürmekte zorlanırken, emek arzı, fiyat yapısı ve gelir düzeyleri tümüyle etkilenecek, bir
bakıma vergi tabanı değiĢmiĢ olacaktır. Böylesi bir durumda ise gelir artıĢı bir yana
mevcut vergi gelirlerinde bile bir azalma söz konusu olabilecektir (Demir, 2009).
Vergi kaçıran mükelleflerin yanlıĢlarının vergisini ödeyen mükellefler üzerinden
meĢrulaĢması anlamına gelmektedir ki bu da vergisini ödeyen mükelleflerin bile vergi
kaçırma eğilimi içine girebilecekleri bir yapıya iĢlerlik kazandırabilecek bir tehlikeyi ifade
etmektedir (Demir, 2009).
Tarihte ilk demokrasi mücadelelerinin hükümdarların keyfi vergilemelerine tepki
olarak baĢladığı ve yazılı-yazısız anayasaların, geniĢ ölçüde, bu yoldaki mücadelelerin
79
sonucunda biçimlendiği söylenebilir. Roma Ġmparatorluğunun çöküĢünden sonra
Avrupa‟da ve Ortadoğu‟da merkezi devlet otoritesinin yerini alan feodal düzen, vergileme
alanında kralların, beylerin ve derebeylerin alabildiğine keyfi uygulamaları ile doludur
(Uluatam, 1995: 20-21). Sivil itaatsizliği ilk kez Henry David Thoreau gündeme getirmiĢ,
1840‟lı yıllarda uygulanan baĢ vergisini ödememiĢ ve tutuklanmıĢtır (Aktan vd., 2002:
138).
Amerika kıtasında ortaya çıkan ve bugünkü Amerika BirleĢik Devletleri‟nin
bağımsızlığına kaynaklık eden “Pul Vergisi” ve “Boston Çay Partisi” ve diğer vergi
isyanlar (Aktan vd., 2002: 155) gibi bizim tarihimizde de Celali Ġsyanları önemli bir yere
sahiptir.
80
81
3. BÖLÜM
ARAġTIRMANIN KONUSU, AMACI VE YÖNTEMĠ
Vergi sosyolojisinin sosyologlar açısından bakir bir alan olduğu söylenebilir.
Günümüzde vergi konusunda yapılan çalıĢmalarda genellikle mali sosyolojik açıklamalara
yer verilmekte ve teknik verilerin analizi yoluna gidilmektedir. Dolayısıyla bu çalıĢma,
esas nokta olduğunu düĢündüğümüz verginin toplumsal yönünün yeteri kadar ele
alınmadığı düĢüncesiyle planlanmıĢtır. Bu açıdan vergi, her ne kadar kaynakların
paylaĢılması bakımından ekonomik yönlü olarak düĢünülse de toplumu değiĢtirme ve
dönüĢtürme bakımından bir o kadar hatta daha da fazla sosyal iĢlevi olan bir argümandır.
Dolayısıyla verginin devletle vatandaĢ arasında, hayatın her anında ve devamlı bir Ģekilde
bağ kuruyor olması onu toplumsal alanda oldukça önemli kılmaktadır.
3.1. AraĢtırmanın Konusu
Vergi kültürünün toplumdaki karĢılığı, devletin algılanma tarzıdır. Yani vergi
verme davranıĢını anlayabilmek için vatandaĢın vergiyle ilgili düĢüncelerini ve dolayısıyla
devletle olan iliĢkilerini sorgulamak gerekir. DüĢünce ve davranıĢların anlaĢılması, devletle
vatandaĢ arasındaki iliĢkinin hangi çerçevede yürüdüğünün de göstergesidir.
Bireyin devletle olan iliĢkisinde rasyonel mi yoksa alturistik (diğergam) bir
zihniyetle mi hareket ettiği hep merak konusu olmuĢtur. “Vatanseverlik” vurgusu buradaki
iliĢkiyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan vergi literatüründe sıklıkla geçen
“vergiye gönüllü uyum” kavramı verginin vatandaĢlarca nasıl algılandığının en bariz
göstergesi olması açısından oldukça dikkat çekicidir.
Verginin içsel motivasyonunun yanında dıĢsal yani mali ve sosyo-kültürel etkenlere
bağlı Ģekillenen tarafı da vardır. Zamana, Ģartlara, içinde bulunulan konuma, kültürel ve
sosyal etmenlere göre farklılıklar gösteren tüm bu etkenler ıĢığında, verginin toplumda
anlaĢılma/algılanma biçimi ve vergi verme davranıĢı tezin konusunu oluĢturmaktadır.
82
3.2. AraĢtırmanın Amacı
Vergi, bireylerin harcanabilir gelirinde azalmaya sebep olduğundan mükellefler
üzerinde bir yük oluĢturur. Bu yük karĢısında mükelleflerin tepkileri; vergi oranı ve vergi
yükü, gelir seviyesi, kamu harcamaları, kayıt dıĢı ekonomi ve yolsuzluk, vergi adaleti ve
vergi sistemi, vergi suçları-cezaları-afları, vergi idaresinin etkinliği, demokrasi anlayıĢı,
devlete olan güven, inançlar ve gelenekler, demografik özellikler, sosyal statü, vergi bilinci
ve vergi ahlakı, vb. gibi sosyo-kültürel ve mali etkenlere bağlı olarak farklı Ģekillerde
olabilmektedir.
Verginin birincil/aktif (devlet) ve ikincil/pasif (birey) olmak üzere iki tarafı vardır.
Toplumla birey arasındaki iliĢkinin oluĢturduğu ortak alanın yapısını belirleyen otorite
olarak devlet; vergi sistemini kurgularken ikincil taraf olan bireyin düĢüncesini ve tepkisini
hesaba katmalıdır; yani adil, etkili ve dahi verimli bir sistemin temini için mükelleflerin
vergiye olan tepkilerinin öngörülebilmesi oldukça önemlidir. Devletin ağırlığını hissettiren
taraf olarak yer aldığı gerçeği, mecburi bu iliĢkinin sosyal açıdan çözümlenmesini bir
gereklilik olarak karĢımıza çıkarmaktadır. Eğer bu çözümleme sağlıklı olarak
gerçekleĢtirilebilirse tarafların birbirlerini anlaması mümkün hale gelecek ve böylece
sosyal barıĢın önündeki engellerden biri ortadan kalkmıĢ olacaktır.
Bu çalıĢmanın amacı; bireylerin vergiyi algılama biçimlerini, takındıkları tavırları
ve davranıĢlarının muhtemel sonuçlarını anlayabilmektir. Zira etkin bir vergi sisteminde,
mükelleflerin tavır ve davranıĢlarının öngörülebilir olması, vergi politikalarının
uygulanabilmesine ve baĢarısına önemli katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla yapılan
görüĢmelerle; vergiye bakıĢ açısı, devlet algılaması ve sergilenen davranıĢlar anlaĢılmaya
çalıĢılmıĢtır.
3.3. AraĢtırmanın Yöntemi
AraĢtırma, saptanan problemlere güvenilir çözümler aramak amacı ile planlı ve
sistemli olarak verileri toplanma, çözümleme, yorumlayarak değerlendirme ve rapor etme
sürecidir (Karasar, 2000: 22). Gözlem ve ölçmelerin tekrarlanabildiği niceliksel araĢtırma
yöntemiyle davranıĢları açıklamak zordur zira sosyal bilimlerin sayısal ifadesi güç
olmaktadır.
Bu açıdan sosyal bilimlerde, insan ve grup davranıĢlarının “niçin”ini
83
anlamaya yönelik niteliksel araĢtırma yöntemleri kullanılmaktadır. Ġnsan davranıĢı esnek
ve bütüncül bir yaklaĢımla araĢtırılabilmekte ve bu yaklaĢımla araĢtırmaya dâhil olan
bireylerin görüĢleri ve deneyimleri büyük önem taĢımaktadır (ġimĢek ve Yıldırım, 2003:
14).
Nitel araĢtırmalar, dünyanın sosyal yönü ile ilgilenir ve Ģu sorulara yanıt arar:
Ġnsanlar niçin böyle davranır? Kanaatler ve vaziyet alıĢlar nasıl oluĢur? Ġnsanlar
çevrelerinde olup bitenden nasıl etkilenir? Kültürler niçin ve nasıl geliĢir? Sosyal gruplar
arasındaki farklar nelerdir? Nitel değiĢkenlerin kategorileri rakamlarla ifade edilse dahi
sayısal iĢleme tabi tutulmaz sadece betimsel istatistikler hesaplanabilmektedir (Ergün,
2005). Nitel araĢtırma, kuram oluĢturmayı temel alan bir anlayıĢla sosyal olguları, bağlı
bulundukları çevre içerisinde araĢtırmayı ve anlamayı ön plana alan bir yaklaĢımdır. Doğal
ortama duyarlılık, araĢtırmacının katılımcı rolü, bütüncül yaklaĢım, algıların ortaya
konması, araĢtırma deseninde esneklik, tümevarımcı analiz nitel araĢtırma yöntemlerinin
temel özellikleridir (ġimĢek ve Yıldırım, 2003: 19-27). Nitel araĢtırmacı, büyük olasılıkla
verileri aynı anda hem toplamakta, hem analiz etmekte ve hem de yorumlamakta; bu
adımlar arasında gidip gelmektedir. Bu adımlar esnasında var olan kurama dayanmanın
yanı sıra yeni kuramlar oluĢturmakla uğraĢmaktadır (Neuman, 2008: 22-23).
3.3.1. AraĢtırmanın Temel AĢamaları
Öncelikle problemin belirlenmesiyle çalıĢmaya baĢlanmıĢtır. YaĢanagelen temel
sorun ve bu sorunun ortaya çıkıĢ sebepleri ne idi? ÇalıĢmanın amacının tarafların
birbirlerini anlamalarına/anlaĢılmalarına yardımcı olmak olduğu daha önce ifade edilmiĢti.
Demek ki buradaki temel sorun devlet-birey etkileĢiminin altında yatan verginin algılanıĢ
biçimi olmuĢtur. AraĢtırmayla algılama biçiminin sebepleri üzerinde durulmaya ve
yaĢanagelen problemlere pratikte çözüm yolları bulunmaya çalıĢılmıĢtır. Meslek itibariyle
bir maliye çalıĢanı olarak yaĢanagelen böylesi problemlerin bizzat Ģahidi oldum. Vergi
ödeme konusundaki isteksizliğin ve temelinde yatan toplumsal bilinç eksikliğinin idareye
ve dolayısıyla devlete yansımasının sonuçlarını gözlemleme imkânım oldu. Ortadaki bu
problemin çözümünün sosyolojik yollardan olabileceğine ve bir alt disiplin olabilecek
vergi sosyolojisinde aradığım cevapların varlığına inandım. Zira Kurtkan maliyenin soyutkapalı olduğundan, somut-açık sonuçların ancak mali sosyoloji ile elde edilebileceğinden
bahisle “alınacak tedbirlerin belirli sosyal yapılarda husule getirmesi muhtemel tesir ve
84
neticeler hakkında daha teferruatlı bilgi edinmemize yardımcı olur” demekte ve mali
sosyolojinin “maliye politikasına yol göstericilik vazifesini” yerine getirdiğinden
bahsetmektedir (1968: 10). Bu minvalde Türkdoğan da Türk sosyolojisinin önemli bir
sorununun sapkın (deviant) sosyoloji alanı olduğunu ifade etmekte ve bu yeni yan disiplin
alanında sosyal bilimler metodolojisine dayalı incelemelere ihtiyaç duyulduğunu dile
getirmektedir. Zira hiçbir bilimsel araĢtırma, yapısal dinamiklere eğilmeden ülke genelinde
cereyan eden olaylara çözüm getiremeyecektir. Dolayısıyla sosyoloji alanında geliĢme ve
ilerleme, bu tür araĢtırmaya dayalı metot ve teknikleri kullanmak suretiyle baĢlatılan
çalıĢmalar yoluyla sağlanacaktır (2008: 9, 200).
Kuramsal ve kavramsal çerçevenin oluĢturulmasında; öncelikle literatür taraması
yapılmıĢ ve ardından okumalara geçilmiĢ, gerekli olduğu düĢünülen yerler not alınarak
fiĢleme çalıĢmalarına baĢlanmıĢtır. GerçekleĢtirilen okumalarda özellikle; vergi, vergi
sosyolojisi, mali sosyoloji, mali psikoloji, vergi ahlakı, vergi kültürü, vergi uyumu, vergi
anomisi gibi kavramlar üzerinde yoğunlaĢılmıĢ ve kavramların ele alınıĢ biçimlerindeki
farklılıklar ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Bu sayede saha çalıĢması için gerekli kavramsal
altyapı sağlanmıĢtır. Vergi politikasının sosyal adaleti sağlama fonksiyonu göz önünde
tutulduğundan tarihi süreçte vergiye yüklenilen anlam, yakalanmaya çalıĢılan diğer bir
husus olmuĢtur. Okumalar ilerledikçe, kavramlar geliĢmiĢ ve yeniden tanımlanmıĢ böylece
yenilenen kurguyla araĢtırma sorusu yazma sürecine geçilmiĢtir; yarı yapılandırılmıĢ açık
uçlu sorularla görüĢmelerin yapılması planlanmıĢtır.
ÇalıĢma grubunun belirlenmesindeyse, nitel bir araĢtırma yapılmak istendiğinden
küçük bir örneklem grubu seçilmiĢtir. Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam
eden vergi mükellefleri, muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanlarından oluĢan grup, amaçlı
örneklem metoduyla seçilmiĢtir. GörüĢmeler planlanırken, görüĢmecilerden uygun
oldukları zaman dilimi için randevular alınmıĢ ve kendilerine araĢtırma konusunda kısa bir
bilgi notu sunulmuĢtur. Nitel araĢtırma gereği; sadece bilgi toplayan, veriye dönüĢtüren ve
analizlerle raporlayan olmaktan öte görüĢmelerle edinilen bakıĢ açısı verilerin analizinde
kullanılmaya çalıĢılmıĢtır, bunu yaparken de doğal akıĢı bozmamak için olabildiğince
objektif olmaya gayret edilmiĢtir.
Mükelleflerin vergiye karĢı tavırlarını belirleyen sosyo-kültürel ve mali etkenler
ana baĢlıklarında gerçekleĢtirilen görüĢmelerde notlar alınmıĢtır. Ardından veriler
85
düzenlenerek içerik analizi yapılmaya çalıĢılmıĢ, eklenen yorumlarla konunun daha
etraflıca anlaĢılmasına gayret edilmiĢtir, ayrıca görüĢme yapılanların kendi sözlerinden
yapılan alıntılarla metin zenginleĢtirilmiĢtir.
Sosyal olayların değiĢkenliği göz önünde tutulduğundan, verileri sınırlı olarak
genelleme imkânı olmuĢtur. AraĢtırmanın sınırlılıkları üzerinde durulmuĢ ve sonuçların
genelleme ölçüleri konusunda yorumlamalara gidilmiĢtir. Elde edilen verilerden hareketle
kuram ve pratiğe yönelik çıkarılan sonuçlar çerçevesinde, yaĢanan problemlerin çözümüne
yönelik öneriler ortaya konmaya çalıĢılarak araĢtırma sonlandırılmıĢtır.
3.3.2. Kapsam ve Sınırlılıklar
Tez kapsam olarak Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesi sınırları içinde yer alan BaĢkent
Vergi Dairesinde kayıtlı olarak iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, vergi dairesi
çalıĢanları (memur ve yönetici) ve meslek mensuplarının (muhasebeciler, mali müĢavirler)
vergiyi nasıl algıladıkları üzerine kurgulanmıĢ ve saha çalıĢması 2014 yılının Eylül ayında
gerçekleĢtirilmiĢ bir çalıĢmadır.
Sınırlılık olarak ise, denetlenme baĢta olmak üzere birçok sebep, gerçek bilgilerin
verilmesine engel olmuĢ olabilir zira bunu görüĢmeciler bizzat dile getirmiĢlerdir. Ayrıca
yapılan görüĢmelerde hiçbir görüĢmeci ses kaydının alınmasına müsaade etmemiĢ ve
bununla birlikte vergi dairesi çalıĢanları isim de vermek istememiĢlerdir.
3.3.3. Veri Toplama
3.3.3.1. Evren ve Örneklem
Nitel araĢtırmalarda olasılıklı olmayan örneklemler kullanma eğilimi vardır
(Neuman, 2008: 320) ve özelikle de “amaçlı örneklem” olarak adlandırılan örneklem türü
tercih edilir (Punch, 2005: 183). Zira nitel araĢtırmalarda iĢin doğası gereği büyük bir
örneklemin kullanılması mümkün bulunmamaktadır. Haddi zatında önemli olan
örneklemin büyüklüğü değil temsil gücü ve ele alınan konuyla ilgisidir. Bu yüzden
katılımcılar yukarıda bahsi geçen üç grup arasından amaçlı örneklem metoduyla
seçilmiĢtir.
86
AraĢtırmanın evrenini, Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesi sınırları içinde yer alan
BaĢkent Vergi Dairesinde kayıtlı olarak iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri, vergi
dairesi çalıĢanları (memur ve yönetici) ve bu iki grup arasındaki iliĢkide meslek mensubu
olarak yer alan meslek mensupları (muhasebeciler, mali müĢavirler) oluĢturmaktadır. Bu
grupların toplam sayısı çıkarılmıĢ ardından her birinden yeterli sayıda ve toplamda on iki
kiĢi seçilerek derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır.
Türkiye‟de vergileri tahsil etmeye yetkili kuruluĢ olan Gelir Ġdaresi BaĢkanlığının
taĢra teĢkilatının yapısı, 29 ilde kurulan ve doğrudan merkeze bağlı olan vergi dairesi
baĢkanlıkları ile vergi dairesi baĢkanlığı kurulamayan 52 il defterdarlıklarındaki vergi
daireleri müdürlükleri Ģeklindedir (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 3-4). Ankara da GĠB
faaliyet raporunda yer aldığı Ģekliyle vergi dairesi baĢkanlığı olan illerden birisidir (2011:
85). Bu çerçevede saha çalıĢması için, Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının resmi internet
sitesi olan www.avdb.gov.tr adresinden faydalanma yoluna gidilmiĢ ve Ankara Vergi
Dairesi BaĢkanlığı 2012 Yılı Faaliyet Raporu incelenmiĢtir.
Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının 2012 yılı Faaliyet Raporunda 36. ve 37.
sayfalarda yer alan vergi dairesi bazında mükellef sayıları tablosu aĢağıda Çizelge 1.1. ve
Çizelge 1.1. (devam) da yer almaktadır. Tablo incelendiğinde; Gelir Vergisi, Kurumlar
Vergisi, Katma Değer Vergisi, Muhtasar ve Toplam olmak üzere Ankara‟daki vergi
dairelerinin mükellef sayılarının yer aldığı görülmektedir. Harf sırasına göre yayınlanmıĢ
tabloya bakıldığında, 5. sırada yer alan BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısına göre
55.684 rakamıyla, Ankara‟da ilk sırada geldiği görülmektedir.
87
Çizelge 1.1. Vergi dairesi bazında mükellef sayıları
88
Çizelge 1.1. (devam) Vergi dairesi bazında mükellef sayıları
89
Ayrıca, yine aynı faaliyet raporunun 44. ve 45. sayfalarında bir baĢka tablo daha
yer almaktadır, tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması.
Ankara Vergi Dairesi BaĢkalığının söz konusu raporunda, Tahsilatın Tahakkuku KarĢılama
Oranına Göre Vergi Daireleri Sıralaması baĢlıklı tabloda her bir vergi dairesinin tahakkuktahsilat tutarları ve bu tutarların birbirlerine oranları verilmiĢtir. Çizelge 1.2. ve Çizelge
1.2. (devam) ile verilen bu tablodaki sıralama ise, tahakkukun tahsilatı karĢılama oranı en
yüksek olandan en düĢük olana Ģeklinde düzenlenmiĢtir.
Literatürde vergi tahakkuku, ödenecek verginin hesaplanması ve mükellefe tebliği
ile verginin ödenmesi gereken safhaya gelmesidir. Verginin tahsili ise, kanuna uygun bir
Ģekilde vergi borcunun ödenmesidir. Verginin tahakkukunda vergi rakamsal anlamda
netleĢmiĢ ama devletin kasasına girmemiĢtir dolayısıyla riskli bir durum söz konusudur.
Verginin tahsilindeyse, vergi tutarı devletin kasasına girmiĢ durumdadır yani artık devletin
tasarrufunda bulunan bir meblağdır. Dolayısıyla hedeflenen de hem vergi dairesi bazında
hem il bazında hem de ülke genelinde tahsilat tutarlarının artmasıdır. Vergicilik anlamında,
tahakkuk tutarları önemlidir ama asıl önemli olan tahsilat tutarlarıdır, tahsilatın artmadığı
ama tahakkukun sürekli arttığı bir durum çok da sağlıklı değildir zira verginin tahsil
imkânlarının azaldığının göstergesidir. Hâlbuki istenen tahakkukun tahsilatla birlikte
artıyor olmasıdır ve bu vergi idarelerinin performans hedeflerinde ciddi bir kriterdir.
Konunun bir diğer yanı da Ģudur; tahakkukun yüksekliği vergilendirilebilir bir
ekonomik faaliyetin varlığını göstermesi bakımından mutlaka önemlidir, bir gelir elde
edilmiĢ ve devlet gerekeni yaparak buradaki geliri kayıt altına almıĢ ve vergisini de
hesaplamıĢtır. Ancak iĢ tahsilata gelince problemler ortaya çıkmakta, vergiden kaçınma ve
vergi kaçırma ile mükellefler vergi vermemenin çarelerini arayabilmektedirler. ĠĢte tahsilat
rakamlarını düĢüren de bu tip durumlardır. Özetle; tahsilatın düĢük olması sistemde
kaçağın varlığını göstermekte ve tahakkuka göre tahsilat oranı ne kadar düĢükse kaçağın o
kadar yüksek olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumu ilgili tabloda değerlendirirsek, en
düĢük oranın % 56,55 ile BaĢkent Vergi Dairesine ait olduğu; yani ödenmesi gereken
safhaya gelen her 100 TL‟lik verginin, sadece 56,55 TL‟si adı geçen dairece tahsil
edilebilmektedir ki buradaki kaybın % 43,45 olduğu görülmektedir.
90
Çizelge 1.2. Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri sıralaması
91
Çizelge 1.2. (devam) Tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi daireleri
sıralaması
ĠĢte dile getirilen bu gerekçelerden ötürü; yani mükellef sayısını yüksekliği ve
tahsilatın tahakkuku karĢılama oranının düĢüklüğü sebebiyle BaĢkent Vergi Dairesi saha
çalıĢmasına konu edilmiĢ bulunmaktadır.
BaĢkent Vergi Dairesi Müdürlüğü, Ankara‟nın en merkezi yerinde, Atatürk Bulvarı
üzerinde, TBMM‟nin karĢısında ve Bakanlıkların adeta çepeçevre sardığı bir konumda
bulunmaktadır. Yetki alanını; Çukurambar ve Yüzüncüyıl mahallelerinin bir kısmı ile
Konya Yolu-Dikmen Caddesi-Çetin Emeç Bulvarı hatları doğrultusundaki üçgensi alan
oluĢturmaktadır.
Ankara
Vergi
Dairesi
BaĢkanlığının
internet
sitesindeki
http://www.avdb.gov.tr/harita.htm bağlantısında, Ankara‟da yer alan tüm vergi dairesi
müdürlüklerinin yetki alanları görülebilmektedir. Bu bağlantıdan elde edilen Ankara
baĢkent vergi dairesi müdürlüğünün yetki alanı haritası, Harita 1.1. ile aĢağıda yer
almaktadır.
92
Harita 1.1. Ankara baĢkent vergi dairesinin yetki alanı haritası
93
Böylece araĢtırmanın evrenini, Ankara BaĢkent Vergi Dairesi hinterlandındaki
vergi mükellefleri, vergi dairesi çalıĢanları ve muhasebeciler oluĢturmaktadır. Bu üç
gruptan BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısının 55.684 olduğu daha önce dile
getirilmiĢti.
Bir serbest meslek mensubunun (doktor, mühendis, diĢ hekimi ya da muhasebeci)
mesleğini icra edebilmesi için mutlaka ilgili meslek odasına üyeliğinin bulunması
gerekliliği bilinen bir gerçektir. Buradan hareketle, Ankara Serbest Muhasebeci Mali
MüĢavirler Odasının internet sitesinde, üyelerle ilgili bir kısım istatistiki bilgiler yer
almaktadır. Bu bilgilerden üye sayısı ile ilgili olanı Çizelge 1.3. ile aĢağıda yer almaktadır.
Çizelge 1.3. Ankara serbest muhasebeci mali müĢavirler odası üye sayısı
Tabloda da görüleceği üzere 2013 yılı sonu itibariyle Ankara Serbest Muhasebeci
Mali MüĢavirler Odasına kayıtlı aktif üye sayısı, 11.082 olarak görülmektedir. Yalnız
burada karĢımıza Ģu problem çıkmıĢtır, 11.082 rakamının kaçının araĢtırma evrenimize
girdiği net olarak tespit edilememiĢtir. Bir muhasebecinin kendisi Dikimevi Vergi Dairesi
mükellefi iken, müĢterilerinin bir kısmı Cumhuriyet Vergi Dairesi mükellefi bir kısmı
BaĢkent Vergi Dairesi mükellefi ve diğer müĢterileri de baĢka baĢka vergi dairelerinin
mükellefleri
olabilmektedir.
Dolayısıyla,
araĢtırmamızda
kullanacağımız
rakamı
94
netleĢtirebilmek adına gerek Ankara Serbest Muhasebeci Mali MüĢavirler Odasıyla
gerekse de vergi dairesiyle yapığımız çalıĢmalar sonuçsuz kalmıĢtır.
AraĢtırmamızda, ihtiyacımız olan üçüncü grupta yer alan vergi dairesi
çalıĢanlarının sayısının da 171 olduğu, ilgili dairede çalıĢan idareciler tarafında ifade
edilmiĢtir.
Bu çerçevede toplam sayıları çıkarılan gruplardan; vergi dairesi çalıĢanlarından
ikisi idareci olmak üzere dört kiĢi, mükelleflerden beĢ kiĢi ve muhasebecilerden de üç kiĢi
olmak üzere toplamda on iki kiĢi ile derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır. GörüĢme
yapılanlara ilgili tablo Çizelge 1.4. ile aĢağıda yer almaktadır.
Meslekteki
Süresi (Yıl)
Gelir Unsuru
(GVK’daki)
Medeni
Durum
Kamu/Özel
YaĢ
GörüĢmeci 1
Erkek
54
Evli
Lisans
Memur
Kamu
Ücretli
27
GörüĢmeci 2
Erkek
50
Evli
Lisans
Memur
Kamu
Ücretli
28
GörüĢmeci 3
Erkek
52
Evli
Önlisans
Memur
Kamu
Ücretli
30
GörüĢmeci 4
Erkek
47
Evli
Lisans
Memur
Kamu
Ücretli
25
GörüĢmeci 5
Erkek
38
Evli
Lisans
Toptancı
Özel
15
GörüĢmeci 6
Erkek
21
Bekâr
Ortaokul
Berber
Özel
Gerçek
Usul
Ücretli
GörüĢmeci 7
Erkek
51
Evli
Lisans
SMMM
Özel
27
GörüĢmeci 8
Erkek
37
Evli
Lisans
Özel
GörüĢmeci 9
Erkek
45
Evli
Lise
DiĢ
Hekimi
Taksici
GörüĢmeci 10
Erkek
43
Evli
Lisans
SMMM
Özel
GörüĢmeci 11
Kadın
45
Evli
Ġlkokul
Yufkacı
Özel
Gerçek
Usul
Serbest
Meslek
Basit
Usul
Gerçek
Usul
Ücretli
GörüĢmeci 12
Erkek
38
Evli
Lisans
SMMM
Özel
Gerçek
Usul
15
Meslek
Cinsiyet
Eğitim
Durumu
Çizelge 1.4. GörüĢme yapılan kiĢiler ve özellikleri tablosu
Özel
4
15
15
18
12
BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısının 55.684 olduğu, Çizelge 1.1. ile ifade
edilmiĢti ancak bu rakamın toplam mükellef sayısını gösterdiği yine ilgili tabloda
95
görülmektedir. Toplamda yer alan bu rakamın; 19.736‟sı Gelir Vergisi mükellefi, 6.776‟sı
Kurumlar Vergisi mükellefi, 14.316‟sı Katma Değer Vergisi mükellefi ve 14.856‟sı ise
Muhtasar mükellefi durumundadır. Buradaki ayırımın temelinde beyanname yatmaktadır
yani ilgili vergi dairesinde 19.736 adet mükellef Gelir Vergisi Beyannamesi vermekle,
6.776 adet mükellef Kurumlar Vergisi Beyannamesi vermekle, 14.316 adet mükellef
Kurumlar Vergisi Beyannamesi vermekle ve 14.856 adeti ise Muhtasar Beyanname
vermekle yükümlüdürler.
Buradaki ifadeleri açmak gerekirse;
-
Gelir Vergisinde prensipte mükellefin beyanı esas alınmaktadır. Mükellefler,
GVK‟nın 2. maddesinde yer alan yedi gelir unsurundan (ticari kazançlar, zirai
kazançlar, ücretler, serbest meslek kazançları, gayrimenkul sermaye iratları,
menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlar) bir takvim yılında elde ettikleri
gelirleri, yıllık beyanname ile vermektedirler ve bunun adına Gelir Vergisi
Beyannamesi denmektedir.
-
Kurumlar Vergisi mükellefleri ise KVK‟nun 1. maddesinde (sermaye Ģirketleri,
kooperatifler, iktisadi kamu kuruluĢları, dernek veya vakıflara ait iktisadi iĢletmeler
ve iĢ ortaklıkları) sayılmıĢtır. Burada sayılanların yıllık olarak verdiği
beyannameye ise Kurumlar Vergisi Beyannamesi denmektedir.
-
Katma Değer Vergisi, harcamalar üzerinden alınan bir vergidir. Harcamayı yapan
mükellef nihai tüketici durumdadır yani birey bir mal/hizmet aldığında KDV
mükellefi durumuna gelmektedir. Ancak pratikte bireyin her aldığı malın/hizmetin
KDV‟sini takip etmesi ve bunu mükellef sıfatıyla vergi dairesine yatırması
düĢünülemeyeceğinden, buradaki sorumluluk vergi sistemimizde tutarı tahsil eden
satıcıya verilmiĢ durumdadır. Yani bireye mal/hizmet satarken KDV‟sini de tahsil
eden satıcı, takip eden ay içerisinde toplamdaki tutarı vergi dairesine yatırmaktadır
ve bunun adı da Katma Değer Vergisi Beyannamesi‟dir.
-
Vergilemede genel kural, verginin mükellef tarafından yıllık beyanname ile
verilmesidir. Ancak bazı gelir unsurlarının vergilendirilmesinde mükellefin beyanı
beklenmeksizin, geliri mükellefe sağlayanlarca kesinti (stopaj) yapılmakta ve takip
eden ay içerisinde bu tutar vergi dairesine yatırılmaktadır ve bunun adı da
Muhtasar
Beyanname‟dir.
Gündelik
yaĢamda
sıklıkla
karĢılaĢılan,
maaĢlıların/ücretlilerin vergi ödemeleri bu kapsamda gerçekleĢmektedir.
96
Tüm bu bilgiler ıĢığında; KV mükelleflerinin tüzel kiĢiler olması, KDV ve
Muhtasar Beyanname mükelleflerinin de asıl vergiyi ödeyenlerin haricindekiler olması
sebeplerinden ötürü, söz konusu ilk üç rakam (KV, KDV ve Muhtasar) araĢtırma
evrenimize dâhil edilmemiĢtir. Dolayısıyla, görüĢmeciler sadece GV mükellef sayısı olan
19.736 içerisinden seçilmiĢ bulunmaktadır.
Son olarak, Çizelge 1.4. yer alan görüĢmecilerin özellikleri bakımından bir sütunda
Gelir Unsuru (GVK‟daki) yer almaktadır ki bunun anlamı elde ettiği gelirin GVK‟daki
karĢılığı olmaktadır. Yani bir vergi dairesi çalıĢanı veya idarecisi bizatihi kendi mükellef
olarak ücretli sınıfında yer almaktadır. Ayrıca, vergilendirmede ticari kazançlar da basit
usul ve gerçek usul olarak iki ayrı alt sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Basit usulde
küçük esnaf, taksici gibi belli kazanç tutarının altında kalanlar yer alırken, gerçek usulde
GVK‟da belirlenen kazanç tutarların üzerindekiler yer almaktadır. Bu bilgi, ilgili sütunda
her bir görüĢmecinin karĢısına ayrıca iĢlenmiĢ bulunmaktadır.
3.3.3.2. Veri Toplama Teknikleri
GörüĢme, nitel araĢtırmada temel veri toplama araçlarındandır. Ġnsanların
gerçekliğe iliĢkin algılarına, anlamlarına, tanımlamalarına ve gerçeği inĢa ediĢlerine vakıf
olmanın iyi bir yoludur. Aynı zamanda baĢkalarını anlamak için kullanılan en güçlü
yöntemdir. BaĢarılı bir derinlemesine görüĢme uzatılmıĢ ve samimi bir sohbetin birçok
özelliğini paylaĢır (Punch, 2005: 169).
GörüĢme, temelde soru sorma ve yanıt alma ile ilgilidir fakat özellikle nitel
araĢtırma bağlamında bundan çok daha fazla anlamı vardır. Süreklilik tayfının sağ
tarafında, görüĢmeler yapılandırılmamıĢ ve açık uçludur. GörüĢme soruları önceden
belirlenmemiĢ ve standartlaĢtırılmamıĢtır; bunun yerine görüĢmeye baĢlamak ve
sürdürmek için genel sorular kullanılır. GörüĢme ilerledikçe özgül sorular ortaya çıkar ve
bu soruların dile getirilmesi görüĢmenin gidiĢatına bağlıdır. Yanıtlar için önceden
kodlanmıĢ kategoriler yoktur (Punch, 2005: 165-166). YapılandırılmamıĢ görüĢme,
araĢtırma alanını sınırlayacak öncül bir sınıflamayı Ģart koĢmaksızın karmaĢık insan
davranıĢını araĢtırmak için kullanılabilir (Punch, 2005: 169). Saha araĢtırması
görüĢmelerinin pek çok özelliği vardır: yapılandırılmamıĢ, derinlemesine, etnografik, açık
uçlu, gayri resmi ve uzun (Neuman, 2008: 585).
97
AraĢtırmada veri toplama tekniği olarak, önceden belirlenmiĢ yarı yapılandırılmıĢ
temel sorular kullanılarak derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢ, gözlemde bulunulmuĢ ve
doküman incelemesi uygulanmıĢtır. GörüĢmeler esnasında, temel sorularla birlikte akıĢ
içerisinde konunun derinleĢmesini sağlayan sorular da yöneltilmiĢtir.
3.3.3.3. Verilerin Analizi
GörüĢme yoluyla elde edilen veriler öncelikle deĢifre edilmiĢtir. Ardından
bulguların analiziyle ilgili olarak Punch‟ın “Kavramlar verilerden tümevarım yoluyla
geliĢtirilir, daha üst soyutluluk düzeyine ulaĢmaları sağlanır ve kavramlar arası iliĢkiler
böylelikle oluĢturulur” (2005: 190) Ģeklinde ifade ettiği gibi, kategorize edilen bu veriler
analizde kullanılmıĢtır. AraĢtırmaya baĢlarken hareket serbestisi sağlamak adına net bir
kavramdan hareket edilmemiĢtir. Kavramın sahada Ģekillenerek son halini alacağı
düĢüncesiyle hareket edilmiĢtir. Zira görüĢmeler yapıldıkça kavramlar değiĢmiĢ ve
sonunda bir ölçek oluĢmuĢtur. Bu ölçeğe göre “vergi ahlakı ve sapma” kavramı
tanımlanmaya çalıĢılmıĢtır.
3.4. AraĢtırma Bulguları
Verginin gündelik yaĢamdaki ağırlığını birey ne kadar hisseder bilinmez ama hayatın
her anıyla iç içe olduğu gerçeği de yadsınamaz. Bu ülkedeki her bireyin devletle sürekli ve
karĢılıklı bu iliĢkisinin varlığı, doğumdan itibaren birey büyüdükçe artarak devam
etmektedir. Hayata atıldıkça, iĢ kurdukça, alıp sattıkça yani yaĢadıkça bu zorunlu
bağımlılık kendini daha da hissettirmektedir.
Ülkelerin, vatandaĢları üzerinde sırf vatandaĢ olmalarından kaynaklanan bir kısım
hakları vardır ya da baĢka bir bakıĢ açısıyla bireyler toplum lehine bazı haklarından
vazgeçmektedirler. Rousseau‟nun Toplum Sözleşmesinde de yer aldığı Ģekliyle; insan
baĢlangıçta tabiatta uyum içerisinde hayatını devam ettirmekteyken toplumsallaĢtıkça
organizasyon da mecburi hale gelmekte, toplumsal hayatı düzenleyen bir kısım kuralların
gerekliliği belirginleĢmektedir (2006). Mülkiyet kavramı, özgürlükler hep bu dönemde
ortaya çıkmakta ve bu süreç eĢitsizliğe ve hırsa sebep olmakta, sanatı doğurmakta ve
sonuçta huzursuzluklar da artmaktadır. ĠĢte bu durum toplumsal bir sözleĢmeyi gerekli
98
kılmakta, tıpkı nöronların tüm beyin hücrelerini birbirine bağlaması gibi toplumsal
sözleĢme, toplumun tüm bireylerini kompleks bir yapıyla birbirine bağlamaktadır.
Toplumu oluĢturan bireyler gönüllü olarak bazı hak ve özgürlüklerinden vazgeçmektedirler
ki toplumsal barıĢ tesis edilebilsin. Haddi zatında oluĢturulan böylesi bir organizasyon (adı
devlet ya da baĢka Ģey), toplumsal hayatta bireyin kendine ait saydığı canını, malını,
namusunu yani değerli addettiği her Ģeyini, bireyden daha iyi muhafaza edebilmektedir.
Hayatın bizatihi kendisinin mücadele olduğu ve Spinoza‟nın ifadesiyle “büyük
balığın küçük balığı yuttuğu”, toplumsalın olmadığı böylesi karmaĢık dönemlerde bireyler
akıldan çok hisleriyle hareket etmektedirler. Ancak duygular kontrol edilip akıl ön plana
çıktıkça, Ġbn-i Haldun‟daki sıralamayla bedeviyetten haderiyete hatta daha da öte ümrana
bir geçiĢ yaĢanmaktadır (1988). ĠĢte Rousseau‟nun toplumun ana ögesi saydığı sözleĢme
bu haderiyete geçiĢte ortaya çıkmaktadır zira sanayi, sanat ve ticaret geliĢmekte, üretim ön
plana çıkmakta, iĢbölümü gittikçe yaygınlaĢmaktadır (2006). Önce aile sonra kabile ve
daha da sonra milletin ortaya çıktığı gerçeğinden hareketle tüm bu süreç, birlikte yaĢamayı
zorunlu kılmaktadır. Bir üst akılla yani toplumsal sözleĢmeyle, eĢitlik söz konusu olmakta
ve gaye bireyleri tutsak etmekten öte toplumsal barıĢı sağlayabilmek olarak
gerçekleĢmektedir.
TDK Sözlüğünde sözleĢme, “hukuki sonuç doğurmak amacıyla iki veya daha çok
kiĢinin, kuruluĢun karĢılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarıyla gerçekleĢen iĢlem”
olarak tanımlanmaktadır. Yani yapılan sözleĢmeler hukuki anlamda karĢılıklı haklar ve
borçlar doğurmaktadır; ticari sözleĢmeler de bu Ģekildedir, medeni kanunda geçen “nikâh
akdi” de bu Ģekilde uygulanmaktadır. Birey bazı haklarından vazgeçtiği böylesi bir
sözleĢmeye imza atmakla yani bir ülkenin vatandaĢı olmakla bir kısım menfaatler elde
etmekle birlikte bir kısım da yükümlülükler altına girmektedir. ĠĢte vergiyi bu Ģekliyle ele
aldığımızda, devlet kamu harcamalarını finanse etmek adına egemenlik yetkisine
dayanarak vergi toplamaktadır. Bireyin kendini ona mensup olarak gördüğü yani aidiyet
hissettiği topluma karĢı bazı sorumlulukları vardır ki bu da toplumsal maliyete gücü
oranında katılmaktır. Gücü oranında vurgusu aynı zamanda görece adaletin bir
yansımasıdır, zira adalet herkese mutlak eĢitlik anlamına gelmemektedir.
Bireyin gönüllü olarak katıldığını varsaydığımız böyle bir sözleĢmede sonradan
ortaya çıkan anlaĢmazlıklar sebebiyle gerginlikler yaĢanmaktadır. ÇatıĢma alanının hassas
99
dengeler
üzerine
kurulduğu
vergicilik,
taraflar
için
bünyesinde
zorlukları
da
barındırmaktadır. Toplumun üyesi olan birey, üzerine düĢen yükümlülükler sebebiyle artık
vergi
mükellefi
olarak
kısaca
“mükellef”
olarak
tanımlanmaktadır.
Mükellef,
tasarrufundaki gelirden vazgeçmek istemezken devlet de bunun kamu hakkı olduğunu ve
gerekirse zora dayanarak alacağını dile getirmektedir. Bu karmaĢık ama karĢılıklı iliĢkinin
çözümlenmesi özellikle de günümüz Ģartlarında büyük önem arz etmektedir. Ġnsan temelli
yaĢanan böyle bir problemin, insani yönü ihmal edilecek olursa daha büyük gerginliklere
sebep olabileceği de açıktır. ĠĢte bu çalıĢmanın amacı da bireylerin vergiyi algılama
biçimlerini, takındıkları tavırları ve davranıĢların muhtemel sonuçlarını anlayarak bu
çözümlemeye katkı sağlayabilmektir.
ÇalıĢmaya kuramsal ve kavramsal çerçevenin oluĢturulabilmesi için literatür
taraması yapılarak baĢlanmıĢ, okumalar yapılmıĢ, gerekli notlar alınmıĢ ve bu notlar
kompoze edilerek ilk iki bölüm yani kavramsal ve kuramsal kısım oluĢturulmuĢtur.
Okumalarda vergi ahlakı, vergi kültürü, vergi uyumu, vergi anomisi gibi kavramlar
üzerinde yoğunlaĢılmıĢ ayrıca verginin tarihi süreçteki anlamı ele alınarak saha çalıĢması
için gerekli kavramsal altyapı oluĢturulmaya çalıĢılmıĢtır. Okumalar ilerledikçe, yarı
yapılandırılmıĢ açık uçlu sorular da süreç içinde ortaya çıkmaya baĢlamıĢtır.
ÇalıĢma grubunun belirlenmesinde nitel bir araĢtırma yapılmak istenildiğinden
ötürü, Ankara Ġlinin Çankaya Ġlçesinde iĢ hayatına devam eden vergi mükellefleri,
muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanlarından oluĢan küçük bir örneklem grubu
seçilmiĢtir. Ankara Ġlinde yapılacak bu çalıĢmada saha çalıĢmasının alanını tespit için,
Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığının resmi internet sitesindeki 2012 Yılı Faaliyet Raporu
incelenmiĢtir. Vergi dairelerinin mükellef sayılarının yer aldığı söz konusu raporda
BaĢkent Vergi Dairesinin mükellef sayısı itibariyle, Ankara‟da en yüksek mükellefe sahip
olduğu görülmüĢtür. Yine aynı raporda tahsilatın tahakkuku karĢılama oranına göre vergi
daireleri sıralamasında en düĢük oranın BaĢkent Vergi Dairesine ait olduğu, yani ödenmesi
gereken safhaya gelen verginin sadece % 56,55‟inin tahsil edilebildiği ve dolayısıyla vergi
kaybında söz konusu dairenin % 43,45 oranıyla Ankara‟da ilk sırada geldiği görülmüĢtür.
ĠĢte bu sebeplerden, yani mükellef sayısının en fazla oluĢu ve buna rağmen vergi
kaybının en yüksek oluĢu sebebiyle, BaĢkent Vergi Dairesi saha çalıĢmasına konu
edilmiĢtir. GörüĢmeler planlanırken, görüĢmecilerden uygun oldukları zaman dilimi için
100
randevular alınmıĢ ve kendilerine araĢtırma konusunda kısa bir bilgi notu sunulmuĢtur.
Mükellefler, muhasebeciler ve vergi dairesi çalıĢanları olmak üzere üç gruptan; vergi
dairesi çalıĢanlarından ikisi idareci olmak üzere dört kiĢi, mükelleflerden (sadece GV
mükellefi olanlardan) beĢ kiĢi ve muhasebecilerden de üç kiĢi olmak üzere toplamda on iki
kiĢi ile 2014 yılının Eylül ayının ilk günlerinde derinlemesine görüĢmeler yapılmıĢtır.
Saha çalıĢmasında ilk olarak BaĢkent Vergi Dairesine telefon ederek randevu
aldım. Yaz tatili izinleri devam ettiğinden bana bir hafta sonrası için uygun olduklarını
söylediler. Bu bir haftayı tedirginliklerimle ve çalıĢmalara devam ederek geçirdim zira bu
çalıĢma sosyal bilimlerde hazırlamıĢ olduğum bir ilkti ve saha deneyimim de hiç yoktu.
Söz aldığım üzere bir pazartesi günü, izinden döneceklerin sabah yoğun olacaklarını
düĢündüğümden öğleden sonra vergi dairesine gittim, müdür beyin odasına çıktım. Beni
sıcak karĢıladı, yanında bulunan dairenin müdür yardımcı ile tanıĢtırdı, küçük bir iĢleri
olduğunu söyleyip bana çay söyledi. BaĢkent Vergi Dairesi, Ankara‟nın merkezinde
Atatürk Bulvarı üzerinde TBMM‟ni karĢıdan gören bir konuma sahip bir durumdadır.
Müdür beyin odasında beklerken de tam karĢımda meclisi ve caddeyi gözlemeye
koyuldum. Bir müddet sonra müdür beyin iĢi bitti ve hal-hatır sormadan sonra neden bu
vergi dairesini seçtiğimi, çalıĢmanın amacını ayrıntılarıyla anlattım, izni doğrultusunda
çalıĢanlarıyla ve kendisiyle görüĢmek istediğim ifade ettim. Açık yüreklilikle yardımcı
olacağını söyledi ve öncelikle beni müdür yardımcısına yönlendirdi. Bunun üzerine izin
isteyip ayrıldım ve bir üst katta tarif edilen yerde müdür yardımcısının yanına çıktım.
TanıĢmanın ardından geliĢ sebebimi izah ederek sorulara geçmek istedim. Sesli kayıt
konusunu dile getirdiğimde nezaketle reddetti, ilginç olan ne vergi dairesi çalıĢanlarının ne
meslek mensuplarının ne de mükelleflerin kayıt cihazına izin vermemeleriydi.
GörüĢmecilere bunun tamamen bilimsel bir çalıĢma olduğunu, isimlerinin asla ifĢa
edilmeyeceğini, verilerin tezde kullanılacağını söylemiĢ olmama rağmen bu engeli
aĢamadım, sadece not almakla yetindim ki bu anlamda hızlı yazmaktan ötürü sonrasında
yazdıklarımı deĢifre ederken zorlandığım söylenebilir. Daire çalıĢanlarının tereddütleri
belki de anlaĢılabilir ancak meslek mensuplarının ve mükelleflerin imtina etmelerini hiç
anlamıĢ
değilim.
Özgürlüklerin
olduğunu
düĢündüğümüz
ülkemizde,
insanların
düĢündüklerini hala rahatça ifade edemiyor olmaları, üzerinde durulması gereken ayrı bir
konu olsa gerektir.
101
Bu Ģekilde baĢlayan görüĢmelerime vergi dairesine iki gün daha giderek devam
ettim; müdür, müdür yardımcısı, Ģef ve memur olmak üzere dört kiĢiyle görüĢtüm. Genel
anlamda görüĢtüğüm vergi dairesi çalıĢanları, orta yaĢlarda -ki yaĢ ortalamaları neredeyse
50- ve mesleklerinde epeyce mesafe almıĢ -meslekteki ortalama süreleri yaklaĢık 27 yılkiĢilerdi. Bu da çok genç yaĢta maliyeci oldukları yani iĢlerinin hayatlarında belirleyici
olduğu anlamına gelmektedir ki sorulan sorulara da bilinçli cevaplar verdiklerini gördüm.
Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla, vergisini stopajla ödeyen maaĢlı/ücreti kesimin vergi
bilinci noktasında eksik olduğunu, ne kadar vergi verdiklerini çok da bilmediklerini
gördüm; bunun istisnası vergi dairesi çalıĢanlarıydı. Vergi sistemiyle ilgili teknik
donanıma sahip olduklarından, neyin ne olduğunun bilincinde idiler ve bu farkındalık diğer
maaĢlı/ücretli kesime göre kendisini hemen hissettiriyordu. Son olarak, dairede
görüĢtüğüm memur “iĢ olunca bize, bir Ģey sorulacağı zaman bize, ama pozisyon olunca,
maaĢ olunca uzman arkadaĢlara, adalet bunun neresinde” diyerek beni karĢıladı. BaĢta bu
tavrı garipsesem de konuyu biraz açmasını rica ettiğimde anlattıkları ilginçti. Kurumun
uzmanlık sınavı yaptığını zaten biliyordum ancak bunun vergi dairelerinde bu kadar sorun
oluĢturduğunun farkında değildim. ÇalıĢma ortamındaki huzuru kaçırabilecek böylesi
durumların ayrılıklara sebep olacağı, çalıĢanların motivasyonunu düĢüreceği ve sonuçta iĢ
verimliliğine zarar vereceği, idarecilerin de yönetimde zorlanacağı açıktır. Ġlginç olan
benzeri durumların baĢka kurumlarda farklı pozisyonlarda çalıĢanlar arasında da
yaĢandığı/yaĢanabileceği gerçeğidir. Toplumsal huzurdaki bu tip ayrıĢma noktaları, sosyal
çatlaklara sebebiyet vermekte ve çalıĢma barıĢını zedelemektedir ki bu konu ayrı bir
çalıĢma gerektirmektedir.
Vergi dairesi çalıĢanları ile yapılan görüĢmelerin ardından, mükellefler ve meslek
mensuplarıyla görüĢmek için sahaya inildiği Eylül ayının baĢlarında Ankara‟da hava
yağmurlu idi, gidilen yerlerde kim bilir belki de bu sebepten pes bir muameleyle
karĢılaĢmadım. AraĢtırmanın konusu hemen herkesin alanına giren genel bir konu
olduğundan söylenecek Ģey çok ayrıca esnekti de. Bunu biraz da konunun toplumda geniĢ
bir karĢılık bulmasına vermek gerekir diye düĢünüyorum. Öyle ki her bir görüĢmeciye biriki saat ayırmayı düĢünmüĢken yarım saati zor bulan görüĢmelerimin yanında dört saati
geçen görüĢmelerim de oldu. BaĢlangıçta kendimi kabaca tanıtıp, çalıĢmanın genel
perspektifini sunmaya gayret ettim, sorulara verilen cevapları da not etmeye çalıĢtım.
Ancak anlatılanlar kimi zaman konunu dıĢına taĢtı, görüĢmelerin baĢında yaĢanan kısa,
çekinceli, mesafeli tutumlar zamanla yerini rahatlamaya bıraktı. Ġnsanlar konuĢtukça
102
açıldılar ve açıldıkça da konuĢtular ki bazen tekrar konuya dönmekte güçlük çektiğim bile
söylenebilir.
Ses kaydı almak burada da mümkün olmadı hatta kimi görüĢmeciler,
kendilerine bunun bilimsel bir çalıĢma olduğunu ısrarla söylemiĢ olmama rağmen
denetlenme endiĢesini de açıkça dile getirmiĢlerdir.
Saha çalıĢmasının ardından, nitel araĢtırma gereği görüĢmelerle edinilen bakıĢ açısı
verilerin analizinde kullanılmıĢ ve doğal akıĢı bozmamak için olabildiğince objektif
olmaya gayret edilmiĢtir. Elde edilen veriler düzenlenerek özellikle içerik analizi
yapılmaya çalıĢılmıĢ, eklenen yorumlarla konunun anlaĢılmasına gayret edilmiĢtir; ayrıca
görüĢme yapılanların kendi sözlerinden yapılan alıntılarla metin zenginleĢtirilmiĢtir. Sosyal
olayların değiĢkenliği göz önünde tutulduğundan, verileri sınırlı olarak genelleme imkânı
olmuĢtur.
GörüĢmelerde yöneltilen her bir soru baĢlığında, görüĢmecilerin dile getirdiklerinin
değerlendirilmesi:
Sizin için vergi ne ifade etmektedir? Neden vergi neden ödenir?
Vergi, en basit tanımıyla kamu harcamalarını karĢılamak üzere gelir elde eden
vatandaĢlardan devletçe alınan tutar anlamına gelmektedir. GeliĢmiĢ ekonomilerde,
verginin devlet gelirlerindeki payının % 90‟larda olduğu düĢünülürse, konunun ülkeler için
ne kadar hayati bir önem taĢıdığı da görülebilir. Devlet tarafından bir alacak olan vergi
birey açısındansa ödenmesi gereken bir kamu borcudur. Ülkemizde vergi gelirlerinin gayri
safi milli hasılaya oranı % 25 civarındadır; bir baĢka bakıĢ açısıyla ülke ekonomisindeki
her 100 liradan yaklaĢık 25 lira devletin tasarrufunda olduğundan, devletin ekonomideki ve
dahi gündelik hayattaki ağırlığı da ortaya çıkmaktadır. Hatta bu oran OECD ülkeleri
ortalamasında % 34 civarındadır (OECD, Revenue Statistics 2011; Table 2). Devlet bu
büyük meblağdan ana hatlarıyla maaĢlar gibi sabit giderlerini, yol yapımı gibi yatırım
harcamalarını ve borç ödemeleri gibi transfer harcamalarını yapmaktadır. Bu anlamda
toplumsal maliyetlerin o ülkede yaĢayan vatandaĢlarca finanse edilmesi beklenen bir
durumdur.
Verginin mükellef tarafından nasıl algılandığı önemli bir husustur; birey açısından
davranıĢların temelinde yatan nedir, psikolojik bir taahhüt mü yoksa rasyonel bir tavır mı?
103
Tüm bu süreç yani mükellef psikolojisi birey, toplum ve devlet arasında karĢılıklı
etkileĢimle ortaya çıkmaktadır. Hatta mükellef-devlet iliĢkisinde karĢılıklı etkileĢimin,
adeta “tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan çıkar” türü bir synopsisizm
halinde birbirinin hem sebebi hem de sonucu olduğu görülmektedir. Devletin uyguladığı
yanlıĢ politikalar mükellefin tepki göstererek vergiden kaçınmasına ve/veya vergi
kaçırmasına neden olmaktadır. Vergi gelirlerindeki azalmayı finanse etmek durumunda
kalan devlet, -hele de iktidarların popülist politikaları, yaĢanılan bir takım olumsuz
geliĢmeler ve dahi sosyal devlet anlayıĢının bütçeye getirdiği sürekli bir artıĢ da göz
önünde bulundurulursa- vergi oranlarını artırmakta veya yeni vergiler yürürlüğe
koymaktadır. Yakın geçmiĢte yaĢanılan bir örnek olması bakımından kamuoyunda deprem
vergisi olarak da bilinen Özel ĠletiĢim Vergisi, 1999 yılında ülkemizde yaĢanan depremin
yaralarını bir nebze olsun sarmak için konulmuĢ ve tek seferliğine alınacak bir vergi olarak
tasarlanmıĢtır. Ancak söz konusu vergi 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren kalıcı hale
getirilmiĢ
ve
bugün
gelinen
noktada
böylesi
bir
kaynağın
kullanımından
vazgeçilememiĢtir. ĠĢte bu Ģekilde her yeni vergi veya mevcut verginin alanının
geniĢletilmesi mükellefte tepkiye sebep olmakta ve bu tepki ise devletin kendine yeni
alanlar açması sonucunu doğurmaktadır. Devam edegelen bu kısır döngü hem devlet
açısından hem de mükellef açısından oldukça yıpratıcı bir hal almaktadır. Hâlbuki
reaksiyoner tepkiyle çözüm aramak yerine akılcı politikalar üretilmeli, mükellef
psikolojisi hesap edilerek mükellefle azami iĢbirliği sağlanmalıdır.
Soruda yakalanmak istenen mükelleflerin vergiyi algılama biçimleridir. Verginin
algılanması aslında devletin algılanması anlamına gelmektedir. Devlet, geçmiĢten
günümüze farklı adlarla da olsa bireylerin gündelik yaĢamlarını kamusal yetkiye dayanarak
düzenlemektedir. Kamunun yani tüm bireylerin oluĢturduğu toplumun yetkilerini üzerine
alarak ve zor kullanarak bu görevi ifa eden devlet, bireylerin zihinlerinde de farklı izler
bırakmaktadır. Batı toplumlarının daha bireyselci olduğu ve sonuçta batıdaki devlet
organizasyonunun da daha liberal yapıda Ģekillendiği bilinen bir gerçektir. Hâlbuki doğu
toplumlarında doğal kaynaklara ulaĢabilmek ve faydalanabilmek için, kadimden bu yana
topluluklar bir araya gelmek ve beraberce hareket etmek zorunda kalmıĢlardır. Bu ortak
hareket zorunluluğu bireylerin üstünde bir gücün doğumunu tetiklemiĢ, doğunun mistik
yönü de iĢin içine girince bu üst norma ulviyet atfedilmiĢtir. Sonuçta kutsallığı da üzerinde
taĢıyan devlet artık sorgulanamaz pozisyonuyla, tabiri diğerle “devlet ebed müddet”
yaklaĢımıyla, bireylerin zihinleri üzerinde belirleyici rol oynamıĢtır ve hala da
104
oynamaktadır. Hayati, yüce olan bu yapı aynı zamanda korkutucu, karĢı durulamaz güçleri
de elinde tutan tek otorite olarak devlet adını almaktadır.
Birey karĢılaĢtığı olaydan ne anlarsa, ona göre bir tutum sergilemektedir ki
psikolojide buna algılama denilmektedir. Algılama sürecinde, uyarıcılar beyne iletilmekte,
düzenlenmekte ve bir karĢılık bulmaktadır. Dolayısıyla mükelleflerin tutumları vergi
kaçırmada belirleyici etken olarak karĢımıza çıkmaktadır. Ayrıca, verginin algılanıĢının
tarihi ve kültürel yönleri de göz ardı edilmemelidir.
Soruyu GörüĢmeci 1 “Devlet kamu geliri, yol-su-elektrik vatandaĢa daha iyi hizmet
vermek için tabii ki. Esas düĢüncemiz bu, o düĢünceyle yetiĢiyorsunuz. Meslekte 21 sene
oldu az değil. Hayatımız böyle yani. Hem gelir varsa verilmelidir. Bu vatandaĢlık görevidir
zaten”, GörüĢmeci 2 “Vergi, devletin iĢleyiĢini sağlamak için toplanan geliri ifade eder.
Ülkede yaĢıyorsak ülkenin giderlerine gelirimiz ölçüsünde katkıda bulunmak için vergi
verilmelidir.”, GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmının devlet tarafından alınmasıdır. Devletin
giderlerini karĢılamak için zora dayalı olarak yasalarla kazancına göre vergi verilmelidir.”,
GörüĢmeci 4 “Aslında vatandaĢ mevzuatı gayet iyi biliyor, bilmemek diye bir Ģey yok,
niçin vergi vereceğini de biliyor, herkes biliyor.”, GörüĢmeci 5 “Vergi, devlete olan
borçtur ve milletin de hakkıdır. Bedava hiçbir Ģey olmaz bu hayatta, vergi yoksa hizmet de
yok. Vergi olacak ki yol olacak, su olacak tüm bunlar baĢka türlü nasıl yapılacak?”,
GörüĢmeci 6 “Vergi her ay ödediğimiz Ģeydir. Vergiyi devlet için veriyoruz. Devlet bizden
istiyor biz de veriyoruz, devlet dese vermeyin biz de vermesek”, GörüĢmeci 7 “Devletin
bize sağladığı hizmetlere katkımız, kazancın üzerinden vergi vereceğiz ki karĢılığını
alabilelim. Hem verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım KDV oranı yüksek,
eĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu, devlet vatandaĢıyla barıĢmak zorunda.”, GörüĢmeci 8 “Vergi
devlete kamu hizmetleri için verdiğimiz kazancımızın payıdır. Devletin gelir elde edip bu
vatanı milleti bir arada tutması lazım.”, GörüĢmeci 9 “VatandaĢa yapılan hizmetin
karĢılığıdır, bunun için ödenmelidir. Bunlar olmalı ki yani vergi toplanmalı ki devlet de
hizmetlerini yapabilsin.”, GörüĢmeci 10 “Devletin milletten alacağıdır.”, GörüĢmeci 11
“Vergi paradan verilen bir Ģeydir, yani öyle iĢte. Devlet için ödüyoruz neden olacak ki.” ve
GörüĢmeci 12 “Vergi, kamu harcamaları için devletin topladığı tutardır, tüm giderler
buradan yapılır. Hizmet almak için yapılmalıdır zira bunlar da bedelsiz olmaz. Her Ģeyin
bir karĢılığı var. Tüm bunlar parasız olmaz ki.” Ģeklinde cevaplandırmıĢlardır.
105
GörüĢmeci 1, 2, 3, 5, 7, 8, 9 ve 12 verginin kamu hizmetlerinin karĢılığı olarak
toplandığını ifade etmiĢlerdir. Verginin yasal bir ödeme olduğu, vatandaĢlara sağlanan
hizmetlerin finanse edilebilmesi ve böylece devletin iĢleyiĢinin sağlıklı olabilmesi için
toplandığı söylenmiĢtir ki cevapların tarafsız bir yaklaĢıma karĢılık geldiğini ayrıca soruya
verilen cevaplarda millet, devlet, vergi kavramlarının mükelleflerin bilinçaltında kuvvetli
bir Ģekilde yer aldığını ve vatandaĢlık bilincinin mükelleflerde var olduğunu söylemek de
mümkündür.
GörüĢmeci 1, 2, 3, 7, 8 ve 9 verdikleri cevaplarda verginin gelir ölçüsünde alınması
gerekliliğini de vurgulamıĢlardır. Buradaki ifadeler Anayasanın 73. maddesinde "Herkes
kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür."
Ģeklinde yer almaktadır ki bu da eğer ortada bir gelir varsa verginin ortaya çıkacağını aksi
takdirde kazanç olmadan vergi almanın adaletsiz olduğunu göstermektedir.
GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmını”, GörüĢmeci 6 “her ay ödediğimiz Ģeydir”,
GörüĢmeci 8 “kazancımızın payı” ve GörüĢmeci 11 ise “paradan verilen bir Ģeydir”
diyerek verginin nakit olarak ödendiğini ifade etmiĢlerdir. Günümüzde de vergi ödemeleri
sadece parasal olarak yapılmakta ve uygulamada ayni ödemeler sayılabilecek nakit ödeme
dıĢındaki yöntemler kullanılmamaktadır. Ayrıca verginin doğrudan gelirden alındığını yani
geliri azaltıcı özelliğine iĢaret edildiğini verilen cevaplarda görmek mümkündür.
GörüĢmeci 5 “Bedava hiçbir Ģey olmaz bu hayatta, vergi yoksa hizmet de yok.
Vergi olacak ki yol olacak, su olacak tüm bunlar baĢka türlü nasıl yapılacak?”, GörüĢmeci
7 “vergi vereceğiz ki karĢılığını alabilelim”, GörüĢmeci 9 “VatandaĢa yapılan hizmetin
karĢılığıdır, bunun için ödenmelidir.” ve GörüĢmeci 12‟nin “Hizmet almak için
yapılmalıdır zira bunlar da bedelsiz olmaz. Her Ģeyin bir karĢılığı var.” Ģeklindeki
ifadelerinde verginin kamusal hizmetlerin karĢılığı olduğu özellikle vurgulanmıĢtır. Bu
yaklaĢımla, verginin devletle mükellef arasındaki bir çeĢit anlaĢmaya iĢaret ettiği
söylenebilir. Mükellef vergi vermekle üzerine düĢeni yaptığına inanmakta ve karĢılığında
devletin de kendi üzerine düĢeni yapması gerektiğini ifade etmektedir.
Devlet egemenlik gücüyle vergi toplamakta ve bu vergilerin kamusal hizmetlerde
kullanılmasını sağlamaktadır ki GörüĢmeci 1 bu durumu bir “vatandaĢlık görevi”,
GörüĢmeci 5 “devlete olan borç” ve cevabın devamında devleti de aradan çıkartarak
106
vergiyi “milletin hakkı” olarak ve GörüĢmeci 10 ise “devletin milletten alacağı” olarak
açıkça ifade etmiĢlerdir. Burada alacaklı-borçlu yaklaĢımından da öte “milletin hakkı”
ifadesiyle vergi ödeme konusunda bir hassasiyetin varlığından söz etmek ve dolayısıyla
vergi ödemenin bir fedakârlığa karĢılık geldiğini söylemek mümkündür.
Bununla birlikte GörüĢmeci 3 “Kazancın bir kısmının devlet tarafından alınmasıdır.
Devletin giderlerini karĢılamak için zora dayalı olarak yasalarla kazancına göre vergi
verilmelidir.” demiĢtir. Anayasanın 73. Maddesinde yer alan "Vergi, resim, harç ve benzeri
mali yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." hükmü, GörüĢmeci 3‟ün
“yasalarla” ifadesinin Anayasadaki karĢılığı olmaktadır. Buradaki “alınma” vurgusu,
verginin zora dayalı olduğunun yani devletin egemenlik gücüyle gerekirse de zorla
mükelleften alındığının göstergesidir. Dolayısıyla bir vergi dairesi çalıĢanı olan GörüĢmeci
3‟ün söylediklerinden mükelleflerde vergi ahlakının zayıf olduğu sonucuna da ulaĢılabilir.
Zira görüĢmeci “alınma” vurgusunu yapmıĢtır, hâlbuki esas olan verginin mükellef
tarafından verilmesidir yani gönüllülük esasında ve vergi bilinciyle cereyan etmesi gereken
bir durumdur.
Ayrıca GörüĢmeci 1, soruya “..devletin vatandaĢa daha iyi hizmet verebilmek için”
demiĢ ve ilave etmiĢtir “esas düĢüncemiz bu, o düĢünceyle yetiĢiyoruz, 21 sene oldu”.
Burada vergi dairesi çalıĢanı olan görüĢmecinin, meslekte geçirdiği süreye dikkat çekerek
yaptığı iĢi ne kadar önemsediğini görmek mümkündür. Hatta iĢini ne kadar benimsediğini
veya özümsediğini göstermesi adına “hayatımız böyle” vurgusu oldukça önemli bir ifade
olmaktadır.
Bir baĢka önemli nokta da “Devlet için, bizden istiyor biz de veriyoruz, devlet dese
vermeyin biz de vermesek” diyen GörüĢmeci 6‟nın yaklaĢımıdır. Bu cümlelerde
görüĢmecinin devletten beklentisinin hiç vergi vermemek olduğu görülmekle birlikte, çok
da mantıklı olmayan bu beklentiden hareketle görüĢmecide vergi ahlakının zayıf olduğu
söylenebilir.
GörüĢmeci 8 ise, verginin “kazancımızın payı” olduğunu söylemiĢ ve Ģöyle
eklemiĢtir “devletin gelir elde edip bu vatanı milleti bir arada tutması lazım”. GörüĢmeci
bu ifadeleriyle verginin toplumsal fonksiyonuna değinmiĢ, toplum birlikteliğine de vurgu
107
yaparak bunun tesisinde devlete biçilen rolü dile getirerek beklentisini gözler önüne
sermiĢtir.
Vergi ahlakı ne demektir? Açıklar mısınız?
Verginin önemini ve gerekliliğini bilen kiĢilerin bundan kaynaklanan ödevlerini
sağlıklı bir Ģekilde yerine getirmeleri beklenir. Bu anlamda, vergi ahlakı “gelir
kazananların vergilerini yasalara uygun ölçü ve zamanda ödemeleri konusundaki tutum,
davranıĢ, inanç ve değer yargıları” (Seyidoğlu, 1992: 949) Ģeklinde tanımlanmaktadır. Bir
baĢka tanımlamada ise “mükelleflerin vergi yasalarından doğan yükümlülüklerini gerçeğe
uygun bir Ģekilde yerine getirme konusundaki davranıĢlarının düzeyine” vergi ahlakı
denilmektedir. Vergi ahlakı, etkileri ve sonuçları itibariyle toplumsal boyutta önem
kazanmaktadır. Toplumun, bir verginin gerekliliği konusunda etkin bir Ģekilde
bilgilendirilmesi ve yapılan düzenlemelerin temel vergi ilkelerine uygun olması, vergi
ahlakının oluĢumu bakımından gerekli bulunmaktadır (Akdoğan, 2007: 184). Demokratik
kültürün geliĢmiĢ olduğu ülkelerde vergi ahlakı da paralel olarak geliĢmiĢlik özelliği
göstermektedir. “Özellikle de doğrudan demokrasinin geliĢmiĢ olduğu ABD, Ġsviçre gibi
ülkelerde vergi ahlâkının demokratik ahlâkın bir parçası” olduğu gerçeği gözden
kaçırılmaması gereken bir noktadır (Küçük, 2011).
Vergi ahlakının varlığı, devlet için özellikle de vergi idaresi için önem arz eden bir
konudur zira bu sayede vergi tahsilatında hedeflenen noktalara ulaĢmak mümkün olabilir.
Vergi ahlakı istenen düzeye getirilebilirse, mükelleflerden vergi almak yerine
mükelleflerin kendileri vergilerini verecekler ve vergi tahsilat için katlanılan vergi
maliyetleri de asgari düzeye inmiĢ olacaktır. Ayrıca vergiyle ilgili zihinlerde bir kanaatin
olmasını, vatandaĢlık bilinciyle açıklamak da mümkündür. Bu anlamda görüĢmecilerin
tümünün vergi ahlakı konusunda duyarlı oldukları, kullandıkları ifadelerde görülmüĢtür.
GörüĢmeci 1‟in “Esas olan düzgün vatandaĢlıktır, Ģu çok iyi insandır deniyor ya.
Hâlbuki tüm insanlar iyi olmalı, yoksa bu bir erdem değildir ki. Ġnsansak namuslu olmak
zorundayız, erdemli olmak zorundayız haddi zatında” cümlelerinde yer alan erdemli olmak
konusu önemlidir. Günümüzde ahlaklılık, dürüstlük sanki fazladan bir nitelikmiĢ gibi
değerlendirilebilmektedir. Hâlbuki insani temelde düĢünüldüğünde insan olmanın bazı
gerekleri vardır, dürüstlük, güvenirlik, ahlaklılık, nezaketli olma, empati kurma,..gibi. Bu
108
özellikleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, asıl olan tüm bunların insanda olmazsa
olmaz özellikler olarak kabul edilmesidir. Ancak toplumsal değerlerin karmaĢıklaĢtığı bir
dönemde normalle anormalin yer değiĢtirmesi görülebilmekte ve norm zemininde
kaymalar yaĢanabilmektedir. ĠĢte bu anlamda ahlaklılık her bireyin taĢıması gereken
adiyattan bir özellikken, günümüzde sanki bir artı değermiĢ gibi kabul edilebilmektedir.
Ayrıca görüĢmeci, mükellefin sosyal statüsüne de vurgu yapmıĢ ve “Belli bir kültür
almıĢtır belli konumu vardır bunu sarsmak istemez, konumuna laf getirmek istemez. Bu
özellikle de eski bürokratlarda Ģahit olduğumuz bir durum gördüğümüz.” diyerek
toplumdaki konumuna zarar verebilecek davranıĢlardan mükellefin özellikle kaçındığını
dile getirmiĢtir. Bu cümleler, toplumsal normların kiĢilerin tutum ve davranıĢları
üzerindeki belirleyici özelliğinin ifade edilmesi anlamına gelmektedir.
GörüĢmeci 2 vergi ahlakını “VatandaĢlık sorumluluğunun en üst seviyesidir.”
Ģeklinde tanımlarken, GörüĢmeci 4 karĢılaĢtığı bir mükelleften bahisle “Tüm ödediği
vergileri yıl-yıl kalem-kalem yazmıĢ ve bunu bir gurur tablosu olarak sayıyor. “Benim
gurur tablom” diyordu. Bu gururu her mükellefe hissettirebilsek keĢke” bilgisini
aktarmaktadır. GörüĢmeci 2 ve GörüĢmeci 4 buradaki ifadeleriyle toplumsal gurura
değinmiĢler, vatandaĢ olarak sorumluluk bilincinin ne anlama gelebileceğini dile
getirmiĢlerdir. Bu çerçevede bireyler, toplumda paylaĢılan değerlerin çokluğu nispetinde
içinde yaĢadıkları topluma aidiyet hissini taĢımakta ve bütünle uyum içerisinde
bulunmaktadırlar. Aidiyet hissi de sahiplenmeyi ve toplumsal gururu doğurmaktadır.
VatandaĢlık ödevleri içinde yer alan vergi vermek de bu anlamda bir gurur vesilesi haline
getirilmelidir. Bununla birlikte vergi dairesinde idareci konumunda olan GörüĢmeci 4‟ün
cümleleri, bir özlemi ve bir temenniyi de ifade etmektedir.
GörüĢmecilerden 2, 3, 5, 7, 8, 9 ve 10 soruya verdikleri cevaplarda adalete vurgu
yapmıĢlardır. Bu bağlamda, sistemdeki çarpıklığı sergileme adına vergi dairesi çalıĢanı
GörüĢmeci 3‟ün verdiği Ģu örneğin oldukça ilginç olduğu görülmüĢtür; “Bazı giderleri
kabul etmiyor böylece vatandaĢı olmaza itekliyor. Mesela vergi iadesinde doğalgaz gider
kabul edilmiyordu. VatandaĢ da gidip bakkaldan mağazadan almadığımız alıĢveriĢin fiĢini
istiyoruz. Böylece yapmadığımız harcama belgesini almıĢ olduk yani ahlaksızlığa sistem
itiyor.” Burada mükellefin ortaya koyduğu örnek, bir dönem gündelik hayatta
karĢılaĢtığımız ve hepimizin bildiği bir uygulama olarak vergi iadesi uygulamasıdır. 2008
yılı baĢına kadar, yapılan harcamaların fatura-fiĢlerinin iadesi ile fazla ödenen vergi
109
tutarlarının geri alındığı bir sistem söz konusu olmuĢtur. Bu dönemde mükellefler
yaptıkları harcamaların belgelerini bir zarfa (vergi iadesi zarfına) koyarak çalıĢtıkları
birimlere iletmekte ve bu belgelerin kontrolünün ardından hesaplanan tutar takip eden yılın
ilk aylarında mükelleflere iade edilmekteydi. Ancak yapılan harcamaların hepsinin gider
kabul edilmemesi ortak Ģikâyet konusu olmakla birlikte, mükellefler bu sorunu
tanıdıklarından fatura-fiĢ temin ederek giderme yolunu seçmekteydiler. Yani bir çeĢit sahte
belge (naylon fatura) kullanımı söz konusu olmaktaydı zira literatürde naylon faturanın
ifade ettiği anlam VUK 359. madde b bendinde “Gerçek bir muamele veya durum
olmadığı halde bunlar varmıĢ gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.” Ģeklindedir.
Dolayısıyla görüĢmecinin dile getirdiği gibi sistemden kaynaklanan ve mükellefleri farklı
çareler aramaya iten çıkmazlar görüĢmecinin ifadesiyle “ahlaksızlığa iten sistem”
sebebiyle, aksaklıkların yaĢandığı dile getirilmektedir. Buna benzer düĢünceleri GörüĢmeci
7 de “Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden
çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer
naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne
oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Mükellef benden akıl
istemiyor ki para istiyor. Devlet bize sosyal refah için bir Ģeyler yapmak lazım. Emekli
olmuĢ Bağ-Kurdan 30 yıl için aldığı para 1100 TL ve % 15 sosyal güvenlik destek primi
olarak 165 TL kesiliyor. Bunu kesmesin. Tahsil etsek de etmesek de devlet bizden
KDV‟sini istiyor.” cümleleriyle ifade etmiĢtir.
Vergi ahlakını “devletin hakkını ödemek” olarak tarif eden ve diĢ hekimi olan
GörüĢmeci 8 soruyu farklı bir örnekle açıklamıĢtır; GörüĢmeci 8 “Devletin hakkını ödemek
demektir. Fatura kessem çok yüksek, sistem bizi buna mecbur bırakıyor. Mesela, bir
porselen diĢi 285 TL‟ye yapmam gerekiyor. Fatura kesince 285 TL – GV –KDV= yaklaĢık
200 TL kalıyor. Ben fatura kesince buradaki vergiler biliyorum ki vatandaĢa geri dönecek
yani bu kısmı devlet vatandaĢa ödüyor. Ama ben bu fiyata müĢteri bulamam ki. Ben de bu
diĢi 150 TL‟ye yapıyorum ve 50 TL‟lik yani devletten ona geri dönecek rakamdan daha
fazla avantaj sağlıyorum, hem de bu tutar en kısa zamanda geri dönmüĢ oluyor. Hem ben
burada ticari hayatımı devam ettirerek istihdam sağlıyorum, çalıĢanlar geçimlerini böyle
temin ediyor, vergimi bu yolla ödüyorum, belediye ve SGK‟mı da bu Ģekilde ödüyorum.”
Bu cümleler bir gerçeği de ortaya koymaktadır; mükellefler vergi sisteminin yapısı
sebebiyle kendilerince çareler aramakta ama buldukları çözümler vicdanlarını rahatlatmaya
yetmemektedir. Söz konusu durumun, GörüĢmeci 5‟in “Adam vergi kaçırır sonra mesnet
110
uydurur, vicdanı temizlemek için” cümlelerinde karĢılığını bulduğu görülmüĢtür.
Mükelleflerin vergi kaçırırken yaptıklarını mazur gösterme veya kendilerini iyi
hissetmelerini sağlama adına adeta savunma mekanizmaları geliĢtirdikleri görülmüĢtür.
Vergi dairesi çalıĢanlarının yaĢadığı ikilemin, mükelleflerin yaĢadığı ikilemle beraber
değerlendirilmesi isabetli olsa gerektir; bir taraftan vergi sistemini adaletli bulmayan vergi
dairesi çalıĢanları, diğer taraftan da kendilerince çıkıĢ yolları arayan ve sistemi esneten
mükellefler.
Soruyla ilgili olarak, mali müĢavir olan GörüĢmeci 10‟un söyledikleri de kayda
değer bulunmuĢtur; “Vergi ahlakı, vergisini düzgün ödeyen kimse demektir. Ahlakın
vergideki karĢılığıdır. Bu anlamda bilinç önemlidir paranın nereye gittiğini bilmek
önemlidir. Meslek itibariyle hem mükellefle hem de devletle muhatabız. Devletin hakkını
koruma durumu var ama her zaman bu olmuyor. O zaman noluyor vatandaĢ baĢka yollara
gidiyor, açık arıyor, nerden kesebilirim diye kolluyor. Doğrusunu anlatın deniyor bize.
Vergi müfettiĢi ya da vergi dairesi müdürü “Yılların muhasebecisisin, bunu bilmiyor
musun” diyor. Küçük düĢüyoruz ama yapacak da bir Ģey yok. Gencecik adam gelmiĢ bize
laf söylüyor. TÜRMOB sitesinde tüm faturalar yayınlanmıyor ki. Napalım müneccim de
değiliz.”. Burada görüĢmeci, mesleklerinde yaĢayageldikleri bir sorunu dile getirmenin
yanında, muhasebecilerin mükellef ve devlet arasında sıkıĢmıĢlığının da resmini bizlere
vermektedir. GörüĢmecinin, bir yandan defterlerini tuttuğu müĢterisi olan mükellefin diğer
yandan ise “Doğrusunu anlatın” diyen bir devletin baskısını bu cümlelerle ifade ettiği
görülmüĢtür.
GörüĢmeci 5 ise “Bireysel iliĢkilerde helalleĢilir ama vergi iĢinde helalleĢme
zordur. Haddizatında vergi sistemi adil olmalı. Bu ahlaktır, ahlaklı olmaktır. Adam kaçırır
sonra mesnet uydurur vicdanı temizlemek için.” diyerek konuya inanç temelinde farklı bir
bakıĢ açısı getirmiĢtir. Demek ki inancın mükellefler üzerinde, -üstelik görüĢmecinin
üniversite mezunu olduğu hesaba katılırsa- belirleyici bir etkiye sahip olduğunu söylemek
de mümkündür.
Yapılan görüĢmelerde dikkat çeken bir diğer önemli husus, vergi veriyor olmanın
çok da farkında olunmadığıdır. Bunun değiĢik sebepleri olabilir;
-
GörüĢmecilerin
büyük
çoğunluğu
ama
kamuda
ama
özelde
maaĢlı/ücretli
durumundadırlar ve daha gelirleri ellerine geçmeden devlet/iĢveren tarafından vergileri
111
kesilmektedir. (Bilindiği üzere GV‟nde sayılan gelir unsurlarından biri de ücretlerdir ve
ücretin vergilendirilmesinde mükellefin beyanı beklenmeksizin, geliri mükellefe
sağlayanlarca kesinti (stopaj) yapılmakta ve takip eden ay içerisinde bu tutar vergi
dairesine yatırılmaktadır. Stopajda yani verginin kaynakta kesildiği sistemde, maaĢ/ücret
karĢılığında istihdam oluĢturan kurumlar/kiĢiler çalıĢanlarına ödemelerini vergilendirilmiĢ
olarak yapmaktadırlar.)
- ĠĢveren durumundaki mükelleflerin defter kayıtlarını meslek mensubu olarak ifade edilen
muhasebeciler
tutmaktadırlar.
Böylece
iĢverenler
de
muhasebecilerinin
konuyla
ilgilendiklerini düĢünerek ayrıntıya girmeme yolunu tercih etmektedirler.
- Bankacılık sektöründeki geliĢmeler, internet vergi daireleri uygulamaları ve benzeri
uygulamalar sebebiyle geliĢen teknolojik imkânlardan ötürü mükellefler artık vergi
dairelerine daha az gider olmuĢlardır. Böylece nakit para çoğunlukla eline geçmeyen
mükellef, verme duygusunu da tam olarak hissedememektedir.
- Vergi verirken fiyatlara verginin de dâhil olması sebebiyle ödenen tutarda ne kadarının
vergi olduğu bilinememektedir.
Bu ve benzeri sebeplerden ötürü vergi dairesi çalıĢanları da dâhil olmak üzere tüm
görüĢmeciler vergi verirken herhangi bir Ģey hissetmediklerini, bunun her zaman olan
rutin bir durum olduğunu, vergilerinin maaĢlarından düzenli olarak ödendiğini dile
getirmiĢlerdir.
Ayrıca görüĢmecilerden 2 ve 4 vergi ödeme konusunda takdirle yâd ettikleri
mükelleflerden bahis açarken, 5 ve 10 ise kendilerine yakınlarını örnek olarak aldıklarını
dile getirmiĢlerdir. Bu çerçevede GörüĢmeci 5, babasının “Yiyorsunuz, içiyorsunuz zamanı
gelince de verginizi vereceksiniz” ifadelerini aktarmıĢtır. Aynı hususu GörüĢmeci 10 da
“Aile büyüklerimin tavsiyesi bu yöndedir” Ģeklinde ifade etmiĢtir ki bu husus üzerinde
durulması gereken önemli bir noktadır. ġöyle ki günümüz modern toplumunda bireyler,
uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun bütününden çok, yakın iliĢki içerisinde
oldukları bireylerden sağlama yolunu seçebilmektedirler. Toplumun hızlı büyümesi
bireyleri yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara yönlendirebilmektedir.
Bu çerçevede, eğer bireyin yakınında olan toplum üyeleri vergi ahlakını sahipse birey de
ahlaklı olma yolunu seçerken, eğer tam tersi bir durum varsa yani yakın çevresindekiler
anomik davranıĢlar sergiliyor ve vergi kaçırıyorlarsa bireyin de vergi kaçırmaya eğilimli
olacağını söylemek mümkün görünmektedir.
112
GörüĢmecilerden bazıları vergi kaçırmanın sebebini vergi ahlakının olmayıĢına
bağlamıĢlardır. Bu anlamda GörüĢmeci 1 “Hem birileri çalıyor, nasıl çalıyor yeterince
bilinç oluĢmamıĢ, eğitim düzeyi düĢük” derken, GörüĢmeci 5 insanların “paraya tamah
etmekten” ötürü vergi kaçırdıklarını dile getirmiĢtir. Hatta GörüĢmeci 6 ülkenin mevcut
durumunda vergi kaçıranların sorumluluğunu “Adamakıllı öderse sıkıntı olmaz, ülkeye
zarar veriyorlar, ülke olarak çok gerilerdeyiz.” diyerek ifade etmiĢtir. Ayrıca GörüĢmeci 6
“Hem kaçırmaya kaldıktan sonra kaçırmak kolay bir iĢ ve para tatlıdır.” cümlelerini
kurarken, GörüĢmeci 11 “Ġnsanlar hırsız olduğundan vergi kaçırırlar, dürüst olsalar
kaçırmazlardı, vergilerini verirlerdi.” ve GörüĢmeci 12 ise “Ġnsan dürüst olmayınca her iĢi
de karıĢıktır yani, her iĢi öyledir, vergi kaçırma da öyledir. Vergi vermeyene de öyle
bakarım,
düzgün
olmadığını
da
düĢünürüm.”
demiĢlerdir.
Bununla
birlikte
görüĢmecilerden bazıları da vergi kaçırmanın sebebini mevcut sistemin bir sonucu olarak
değerlendirmiĢlerdir; “Vergi adil değilse insanlar kaçırırlar, haksız kazanç elde etmek için
kaçırırlar. Hatta dürüst insanlar da kaçırırlar, kanunlar zorluyorsa yapacak bir Ģey yok.”
diyen vergi dairesi çalıĢanı GörüĢmeci 2‟nin cümlelerinde dürüst insanların dahi vergi
kaçırabileceği özellikle vurgulanırken, benzer düĢünceleri GörüĢmeci 3 de “Hem sistem
insanları vergi kaçırmaya mecbur bırakıyor.” Ģeklinde ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 2 ve 3‟ün
vergi dairesi çalıĢanları olduğu dikkate alındığında, uygulamanın içinde olan ve mevcut
vergi sistemini en iyi değerlendirebilecek söz konusu görüĢmecilerin kurdukları cümleler
çok daha fazla önem kazanmaktadır.
Son olarak, toplamda on iki olan görüĢmecilerden sekizi yani GörüĢmeci 1, 2, 3, 5,
6, 8, 9 ve 12 vergi cezaları konusuna da değinmiĢlerdir. Konuya iliĢkin olarak GörüĢmeci 1
“Hem vergi vermeyene ceza kesinlikle olmalı, gerçi mevcut cezalar yeterince ağır ama
iĢletilemiyor.”, GörüĢmeci 3 “Ödeyemeyene diyecek bir Ģey yok ama ödemeyen için
mevcut ceza yeterli değil, daha çok ödül var. Nasıl olsa vergi affıyla kurtarıyor.” ve
GörüĢmeci 12 “Ceza var ama uygulamada problem var zaten af çıkıyor. Uygulanmıyor,
siliniyor, sistem uygulamıyor ki.” demiĢlerdir. Burada görüĢmecilerin vergi cezasını
yerinde buldukları ancak kimi sorunlardan ötürü ceza sisteminin tam olarak
iĢletilemediğini, vergi affıyla ceza sisteminin çeliĢtiğini dile getirdikleri görülmüĢtür.
GörüĢmeci 6 da düĢüncelerini “Hem vergisini vermeyen kesinlikle cezalandırılmalı. Bu
ülkede yaĢıyorsan, bu devletin kurallarına uymalısın, baĢındakini sev sevme, millet seçmiĢ
bir Ģey diyemezsin.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. Hatta GörüĢmeci 2 konuyu Ģöylece
örneklendirmiĢtir “Ceza meselesine gelince, vergi kaçırmayı bilmeden yapmıĢ olabilirler
113
bilerek yapmıĢ olabilirler, ceza her zaman adil de olmayabilir. Mesela kiĢi araç alıyor, bir
senede diyelim ki üç tane araç aldınız sonra da sattınız. Tamamen ihtiyaçtan, para kazanma
derdiniz yok. ġimdi bu ticari faaliyete girer mi? Kanun girer diyor. Ne yapıyoruz, mesela
geriye dönük vergilendiriyoruz. Kanunlar eĢit olarak uygulanmıyor, kiĢilere geliĢmelere
farklı. Biz masanın öbür tarafından düĢünmeliyiz olması gereken budur. Ama bir de gerçek
ortada biri ticari faaliyeti olmadığı halde sahte belgeyle iĢ yapıyorsa en büyük adaletsizlik
burada”. GörüĢmeci 2‟nin vergi kaçırmayı bilmeden ve bilerek Ģeklinde sınıflandırdığı ki
buna benzer bir sınıflandırmayı GörüĢmeci 5‟in “Vergi kaçıranlardan bilemeyen de
olabilir.” ve GörüĢmeci 3‟ün de “Aslında vergi ödememeyi ikiye ayırmalı, vergi ödemeyen
ve vergi ödeyemeyen.” olarak yaptığı görülmüĢtür. Ayrıca vergi cezalarının hürriyeti
bağlayıcı nitelikte olmamasını sadece parasal cezaların uygulanması gerektiğini GörüĢmeci
5 “Vergi cezaları konusuna gelince de idari ve suç cezaları var. Parasal konularda hapis
cezaları uygun değil. Birinin hürriyeti parasal sebeple bağlanmamalıdır.”, GörüĢmeci 8
“Sonra da cezalar oluyor, hapis cezası oluyor. Hâlbuki parasal bir cezanın karĢılığı hapis
olmamalı, parasal olmalı” ve GörüĢmeci 10 da “Vergi kaçırana da parasal ceza olabilir
ama hapis olmamalı. Hapis olması yanlıĢ, kesersin parayı olur biter uzatmanın anlamı yok
ki.” cümleleriyle dile getirmiĢlerdir.
Vergi rekortmenleri bildiğiniz gibi her sene açıklanıyor. Bu konuda ne
düĢünüyorsunuz?
Ülkemizde GV ve KV mükellefleri, ödedikleri vergi tutarlarına göre en yüksek
rakamdan baĢlamak üzere bir sıralamaya tabi tutulmakta ve ilk yüze girenlerin listeleri de
vergi idaresince yayınlanmaktadır. Vergi bilincinin toplumda yer edebilmesi ve yüksek
tutarlarda vergi ödemenin toplumsal gurur vesilesi sayılması adına takdir edilebilecek bu
uygulama,
hem
ülke
çapında
hem
de
vergi
dairesi
baĢkanlıkları
çapında
gerçekleĢtirilmektedir. Dolayısıyla Ankara‟da Vergi Dairesi BaĢkanlığı kapsamında da
yapılan sırlamaya göre ilk üçe girenlerin plaketleri bizzat üst yönetimce takdim
edilmektedir. Ardından, listedeki diğer isimlerin teĢekkür yazıları bağlı oldukları vergi
dairelerine gönderilmekte ve ilgili vergi dairelerince bu yazılar sahiplerine iletilmektedir.
Bu çerçevede özellikle de vergi dairesi çalıĢanları böylesi bir uygulamayı yerinde
bulmakla birlikte yetersiz olduğunun altını da çizmiĢlerdir. GörüĢmeci 1 “TeĢvik açısından
güzel, gurur duyulacak bir olay, reel yok. Vergi dairesi bazında böylesi kiĢilere bazı
114
imtiyazlar tanınmalı, farklılık olmalı.” ifadeleriyle vergi rekortmenleri listesinde yer
almanın gurur duyulacak bir olay olduğunu, ancak bunun uygulamada mükellef lehine
yansıtılması gerektiğini dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 2 de “Sadece onore
ediliyor, kuru bir teĢekkür. Vergisini düzenli ödeyene indirim olmalı (hasarsızlık indirim
gibi). VatandaĢı hep yolmamak lazım biraz da okĢamak lazım. Ġki üç yılda bir çıkan vergi
affıyla zaten es geçiliyor. Ödemeyen ödüllendiriliyor. Kazı kümeste tutmak için yem
verelim, yumurtlayana yem verelim yumurtlamayanı da keselim.” cümleleriyle bu
uygulamayı “kuru bir teĢekkür” olarak nitelendirmiĢ, vergi kaçıranın mükellefin vergi
aflarıyla zaten avantajlı bir konuma geldiğini ve adeta ödemeyenin ödüllendirildiğini
söylerken vergi sisteminin de eleĢtirisini yapmıĢtır. GörüĢmeci 3 ise benzer düĢüncelerle
birlikte vergisini düzgün ödeyenlere indirim yapılmasının adaletsiz olacağını dile
getirmekle birlikte, yüksek tutarlarda vergi ödeyen mükellefleri ziyaretleriyle ilgili olarak
bir de ayrıntı paylaĢmıĢtır; “Aslında bir gurur meselesi ancak biz plaket götürünce bize
gülüyorlar. Bu sene de aynısı oldu komik duruma düĢtük ve ben utandım. Adam iyi
kazanıyor ki listeye girebilmiĢ. Telefon edip yanına gidiyoruz, vergi dairesinden
geldiğimizden belki de tedirgin oluyor. Yanına girip de geliĢ sebebimizi açıkladığımızda
gülümsüyor ve biz utanıyoruz. Mesela bunlara resepsiyon yapılabilir, onore edilebilir
yoksa düzgün ödeyene vergide indirim adaletsiz olur.” Burada söz konusu görüĢmecinin
yüksek tutarda vergi ödeyen mükellefi ziyareti sırasında yaĢadığı duygusal karmaĢa
dikkatlerden kaçmamıĢtır.
Bununla birlikte GörüĢmeci 5 “Böyle bir pozisyona girsem mutlu olurum, gurur
duyarım. Gizleyen de var malum, utandığından gizlemez güvenlikten gizler” ve GörüĢmeci
7 “Bir yönden iyi bir yönden de kötü, mafyası var, çakalı var. Bir nevi adres gösteriyor,
güvenlik endiĢesi, vergi kaçakçılığı eroin kaçakçılığı almıĢ baĢını gitmiĢ.” cümleleri de
dikkate değer bulunmuĢtur. Beyaz eĢya toptancısı olan GörüĢmeci 5 ve mali müĢavir olan
GörüĢmeci 7 bazı isimlerin listede isimlerini gizlemelerini güvenlik gerekçesine
dayandırmıĢlardır, böylesi bir listede yer almanın dikkatleri üzerine çekeceklerini dile
getirmiĢler ve bu durumun o mükellefin can ve mal güvenliği adına tehlikeli bir hal
alabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu cümlelerden hareketle, sebebi ne olursa olsun gurur
duyulması gereken böyle bir durumdan mükelleflerin tedirginlik hissetmeleri toplumsal
güven açısından kaygı verici bir durumdur.
115
Özetle görüĢmecilerin tamamı bunun gurur verici bir olay olduğunu ve imrenerek
baktıklarını, teĢvik açısından güzel olsa da kuru bir teĢekkürden öteye gidemediğini, reel
bir getirisinin olmadığını dile getirmiĢlerdir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları böyle kiĢilere
farklı davranılması gerektiğini, bazı imtiyazlar tanınmasını, belki bir resepsiyonla
gönüllerinin alınabileceğini ve böylece onore edilebileceklerini ifade etmiĢlerdir. Hatta
vergisini düzenli ödeyen mükelleflere yönelik pratik çözüm önerileri getirmek adına, adeta
trafik sigortasında ya da kaskoda olan hasarsızlık indirimi gibi uygulamalarla listede üst
sıralarda olmanın daha cazip hale getirilmesi gerektiğini söylemiĢlerdir.
Türkiye’deki vergi sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anayasanın 73. maddesinde "Herkes kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali
gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." ifadeleri yer almaktadır.
Buradaki ifadelerden hareketle, vergilemede amaç kamu giderlerini karĢılamak olmalı,
vergi ödeyenin mali gücüne göre ve ancak kanunla alınmalıdır.
Ülkemizde vergiler; kazanç ve iratlardan (GV ve KV), servet üzerinden (Emlak
Vergisi ve MTV) ve harcamalardan (KDV ve ÖTV) olmak üzere üç Ģekilde alınmaktadır.
Buradaki kazanç ve iratlardan alınan vergilerle servet üzerinden alınan vergiler dolaysız
vergiler, harcamalardan alınan vergiler ise dolaylı vergiler olarak nitelendirilmektedir.
Dolaylı ifadesi Ģu anlama gelmektedir, bir mükellef vergisini baĢkalarına devredebiliyorsa,
vergisini kendisi ödemiyorsa devredilen bu vergi dolaylı vergidir. Mesela, KDV ve
ÖTV‟de malı/hizmeti alan ödediği vergiyi bir sonrakine, o mükellef de bir sonrakine
devretmekte ve yük nihai tüketicinin üzerinde kalmaktadır. Böylesi durumlarda vergi
mükellefe bağlı olmaksızın ve belirsiz zamanlarda tarh, tahakkuk ve tahsil edilmektedir.
Bu anlamda mükellef eğer vergisini kendi ödüyorsa ve bu vergi baĢkalarına
devredilemiyorsa bu vergi dolaysız vergi kapsamına girmektedir.
Modern vergi sistemlerinde beklenen, dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri
içindeki payının daha yüksek olmasıdır; ancak ne yazık ki takibin ve tahsilatın kolaylığı
sebebiyle ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı % 70‟lere
gelmiĢ durumdadır (GĠB Faaliyet Raporu, 2011: 111) ki bu durum vergi adaleti
bakımından çok da uygun bulunmamaktadır.
116
GörüĢmeci 1 “Oranlar yüksek, vergi yükünün hafifletilmesi lazım, vergi geniĢ
tabanlı olmalı, kaynakta kesilmeli, insanların iradesine bırakılmamalı, tüm akıĢ sistemde
olmalı. Bizler ücretli olarak elimize kalanı ancak kalıyor hâlbuki bize verseler biz de
yatırmayabiliriz. Esas olan sistem kurmadır, yoksa kanun çıkarmak çok önemli ama esas
olan da uygulamadır.” demiĢtir. Vergi dairesinde idareci olan görüĢmeci, insanın zaaflarına
da dem vurarak mevcut vergi sisteminde gördüğü eksikliklere binaen insan unsurunu adeta
ortadan kaldırılacak Ģekilde bir sistem kurmanın önemine değinmiĢtir. Ayrıca getirilen bir
eleĢtirinin de idareye yönelik olduğu söylenebilir, kanun çıkarmanın bir yere kadar anlam
ifade edeceğini ancak asıl önemli olanın çıkan kanunları uygulamak olduğunu dile
getirmiĢtir ki uygulamanın tam da içinde olan birinin bu eleĢtirileri dikkatle ele alınmalıdır.
“Türkiye‟deki vergi sistemi tam anlamıyla adaletsiz. Gelir oranında vergi
alınmıyor, KDV mesela nihai tüketici ödüyor geliri oranında ödemiyor. Bir kalemi zengin
de alsa aynı KDV, fakir de alsa aynı KDV ödeniyor.” diyen GörüĢmeci 2, vergi sisteminin
adaletsiz olduğunu, vergilendirmede mükellefin geliri oranında vergi alınmadığı dile
getirmiĢ ve bunu da küçük bir örnekle anlatmıĢtır.
Hatta GörüĢmeci 3 “Bazen reele yaklaĢılmıyor, doğru değil ama sistem bu diyoruz
vatandaĢa. Vicdani rahatsızlık duyuyoruz hâlbuki yasa çıkarken bize asıl sorulmalı. Hiçbir
zaman altın görüĢü alınmaz ki” derken mevcut sistemdeki adaletsizliğin bir vergi dairesi
çalıĢanının ifadesiyle dile getirilmesi bakımından ironik bir durumdur. Buradaki ifadelerde
hele de vergi sistemini bütüncül olarak değerlendirebilecek birisi olması bakımından vergi
dairesi çalıĢanının yaĢadığı ikilem çok ilginçtir; bir tarafta yapılması gereken iĢi, üzerine
düĢen sorumluluğu diğer tarafta ise kendisini rahatsız eden vicdanı arasında gelgitler
yaĢadığı görülmüĢtür.
Bir baĢka vergi dairesi çalıĢanı GörüĢmeci 4 de mevcut vergi sistemiyle ilgili olarak
“Mevzuat karıĢık ve anlaĢılmaz durumda. Ben baĢka yorumluyorum bir baĢkası baĢka
yorumluyor. Konu mahkemeye gidiyor, mahkeme bizi hepten yanlıĢ sayıyor. Ya biz
bilmiyoruz bu iĢi ya da yargı bilmiyor. Hâlbuki uygulayıcı biziz. Bunu da anlamıyorum.
Taraflar yani yargı ve vergi idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor. Sonra mükellef
biliyor ki iĢi mahkemede çözülecek.” cümlelerini sarf etmiĢtir. Vergi mevzuatının karıĢık
ve yoruma açık olduğunu dolayısıyla uygulamada farklılıklar yaĢandığını ve söz konusu
farklı yorumlamaların uyuĢmazlık safhasına yani mahkemeye taĢındığında ise ortaya
117
bambaĢka bir sonuç çıktığını dile getirmiĢtir. Hatta bir baĢka sistemsel sorun olarak böylesi
farklı anlaĢılmalarda yargının ve vergi idaresinin çözüm adına gayret göstermediğinin
altını çizen görüĢmeci, mükellefin de bu anlaĢmazlıktan istifade yoluna gittiğine
değinmiĢtir.
GörüĢmeci 5 ise vergi sistemini “Ülkedeki vergi sisteminde eĢitsizlik var gibi zira
biz kayıtlıyız ama diğerleri aynı değil. GiriĢ belli değil çıkıĢ belli değil.” Ģeklinde ifade
ederken, özellikle de kayıt dıĢılığa değinmiĢtir.
GörüĢmeci 7 “Verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım, KDV oranı
yüksek. Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi baĢka yerden
çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer
naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne
oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Mükellef benden akıl
istemiyor ki para istiyor. Devlet bize sosyal refah için bir Ģeyler yapmak lazım. Emekli
olmuĢ Bağ-kurdan 30 yıl için aldığı para 1100 TL ve % 15 sosyal güvenlik destek primi
olarak 165 TL kesiliyor. Bunu kesmesin. Tahsil etsek de etmesek de devlet bizden
KDV‟sini istiyor.” cümleleriyle vergi sisteminde adaletin olmayıĢından, böylece bu
adaletsizliğin eĢitsizliğe sebep olduğundan ve verginin sosyal fonksiyonundan bahis
açmıĢtır. Yapılan harcamaların vergi matrahından tümüyle düĢülemediğini dile getiren ve
mali müĢavirlik yapan görüĢmeci, vergi sisteminde kendince gördüğü bir eksikliği de
örneklendirerek dile getirmiĢtir. Ödenecek vergi hesaplanırken olması gereken, mükellefin
yaptığı tüm harcamaların gelirinden düĢülerek kalan kısmı üzerinden hesaplanmasıdır,
ancak mevcut sistemde buna uygun bir yapı bulunmamaktadır. Ayrıca mali müĢavirlik
yapan eski bir maliyecinin değerlendirmelerini de “Eskiden maliyede üst görevlerde
bulunmuĢ Ģimdi ise piyasada çalıĢan YMM dedi ki “Masanın bu tarafındayken astık,
kestik, savcılığa ilettik. Derken piyasaya geçtik iĢ öyle değilmiĢ bunu gördük”. Aslında bir
itiraftır bu.” cümleleriyle dile getirmiĢtir. GörüĢmeci devamla yaĢadığı bir olayı “Bir örnek
olarak adam kazandığı davadan dolayı (naylon faturadan dolayı) üç sene tutuklama kararı
alındı. Vergi mahkemesi mükellefi haklı buldu Bölge Ġdare Mahkemesi de haklı buldu.
Buna rağmen müfettiĢ naylon faturadan savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine
savcılığa gidildi, mahkeme gelmenize gerek yok dedi. Biz UYAP‟tan evrakları görürüz
gerekeni yaparız demiĢler. Ama sonuç ne, adama ceza ve tutuklama kararı çıktı. Adalet mi
Ģimdi bu? Sistemde sorun var.” Ģeklinde anlatırken konuyu tekrar vergi sisteminde aksayan
118
yönlere getirerek devam etmiĢtir. “Devlet egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet etmede
ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz. Adaletli
vergi budur. Sistem eksik. Naylon faturayı ben nasıl kontrol edeyim ki. Meslek
mensuplarına daha fazla yetki lazım, benim önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de
kanunlara yetiĢebiliyoruz. Sürekli memur-amir değiĢiyor gidiyoruz muhatap yok. Mesela
avukatlar alınıyor maliyeye ama davalar kaybedilmeye devam ediyor. Sezar‟ın hakkı
Sezar‟a, Roma‟nın hakkı Roma‟ya. Taban eziliyor, esnaf eziliyor, muhasebeci eziliyor. Bir
müdür vardı vergi dairesi müdürü, tüm muhasebecileri çağırdı, toplantı yaptı, taleplerini
sordu, ama o gidince her Ģey eski düzen.” Ģeklinde konuĢmuĢtur. Son olarak görüĢmecinin
çok iddialı olarak “Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi düzgün yapsa 12. ay dükkâna kilit vurup
gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin durumu bu iĢte.” cümleleri oldukça dikkat
çekmiĢtir.
GörüĢmeci 8 ise vergi tahsilatını artırmak adına vergi oranlarının düĢürülmesi
gerektiğini “Vergi oranları düĢük olursa tahsilat artar.” Ģeklinde ifade ederken, diĢ hekimi
olan görüĢmeci mesleki bir problemini de “Mesela devlet özele sevk açsa bizi de rahatlatır.
Öyle olsa vatandaĢa fatura kesebiliriz, müĢteri de artar vergi de artar.” cümleleriyle dile
getirmiĢtir. Bununla birlikte vergi sistemindeki belirsizlik ve sürekli olan yasal
değiĢikliklerin, yaĢanan problemlerin bir baĢka sebebi olduğunu “Hem devamlılık yok, her
gelen yeni bir Ģey getiriyor.” değerlendirmesiyle ifade etmiĢtir.
Son olarak GörüĢmeci 9, vergi sisteminin adil olmadığını ve “tamamen çökmüĢ”
olduğunu söylemiĢ ve “Çok zengin ödemiyor, herkesten aynı vergi alınıyor. Mesela
Avrupa‟daki futbolcu buraya gelir ama vergi ödemez çünkü Türkiye vergi cennetidir.”
demiĢtir. GörüĢmeci 10 ise soruyu “Ülkedeki vergi sistemi çok baĢlı ve karıĢık. Farklı
muhataplar var, vergi idaresi kendi içinde farklı ayırımlara tabi durumda. Birinin olumlu
dediğini diğeri olumsuz diyor. Biz de karmaĢada kalıyoruz. Kanunlar sürekli değiĢiyor,
takip edemiyoruz, anlamakta zorlanıyoruz.” Ģeklinde değerlendirmiĢtir. GörüĢmeci 12 de
benzer Ģekilde “Günümüzdeki vergi sistemi adaletsiz. Zira devlet gücü yetenden alıyor.
Gücünün yetmediğini de ya rakamdan indiriyor ya da vergi affı çıkarıyor. Dolayısıyla gücü
yetmeyen için sistem çok sert.” cümleleriyle düĢüncelerini dile getirmiĢtir.
Gerek vergi dairesi çalıĢanlarının, gerek muhasebecilerin ve gerekse de
mükelleflerin soruya verdiği cevapların ortak yönü, mevcut vergi sistemini adaletsiz
119
bulmuĢ olmalarıdır. Vergi oranlarının yüksek oluĢu, vergi yükünün hafifletilmesi, verginin
geniĢ tabana yayılmasının gerekliliği ifade edilmiĢtir. Mükelleflerin vergi kaçırmasını da
ülkedeki vergi sisteminin yapısına bağlayan görüĢmeciler; mevcut kanunların insanları
buna zorladığından, vergi adaletinin olmayıĢından, mükelleflerin paraya tamah
ettiklerinden, haksız kazanç elde etmek için insanların -hatta dürüst insanların bile- vergi
kaçırdıklarından bahis açmıĢlardır.
Sizce vergi kanunları yeterince açık mı?
GörüĢmeci 1 “Çok anlaĢılır değil, kanun dili olduğundan ağırdır. Hem açık olsaydı
YMM ve muhasebecilere gerek de kalmazdı.” ve GörüĢmeci 5 de “Anlamak için hiç
uğraĢmadım, zorlamadım. Gündelik dille de olmaz ki. Üstelik Ģeytanın avukatlığını
yapmak gerekirse her Ģey anlaĢılsaydı muhasebecilere iĢ kalmazdı.” Ģeklinde soruyu
cevaplandırmıĢlardır. Bu anlamda vergi mevzuatının karmaĢıklığının, adeta muhasebecilik
gibi bir sektörün varlığı sonucunu doğurduğunu düĢünülmesi oldukça ilginç görülmüĢtür.
Vergi kanunlarındaki karmaĢıklık ve sürekli olan değiĢiklikler hakkında bir vergi
dairesi çalıĢanı olan GörüĢmeci 2 Ģunları söylemiĢtir, “Asla, vergiciler bile anlamaz, bu
özellikle böyle zor yazılır. Kanun çıkar hemen ardından tebliğ yayınlanır sonra sirküler o
da yetmez muktezalar çıkar o da olmadı kitaplar basılır. Bu neden böyledir? Çünkü çıkan
kanunlarda kesin ifade kullanılmaz zira bakanlık kendini bağlamak istemez, yuvarlak ifade
edilir. Mesela araç diyor geriye dönük vergilendirilmez. Kanunlar eĢit olarak
uygulanmıyor, duruma göre değiĢiyor, kiĢilere geliĢmelere farklı uygulanıyor. Biz masanın
öbür tarafını da düĢünmeliyiz, olması gereken de budur. Ama bir de gerçek ortada, biri
ticari faaliyeti olmadığı halde sahte belgeyle iĢ yapıyorsa en büyük adaletsizlik buradadır.”
Burada değinilen sorun çok farklı ve derindir, yasamaya getirilen ciddi bir eleĢtiri söz
konusudur.
GörüĢmeci,
verginin
kanunlaĢma
sürecinde
kesin
ifadelerle
ortaya
konulmamasını “bakanlık kendini bağlamak istemez” diyerek çarpıcı bir Ģekilde
vurgulamıĢtır.
GörüĢmeci 3 ise “Biz bile anlayamıyoruz. Bugün bile anonim Ģirketi limited Ģirkete
dönüĢtürsen ayıkla pirincin taĢını. Tamam, Kurumlar Vergisi yeniden yazıldı ama
değiĢiklik esaslı değil ki, sadeleĢtirme var sadece.” derken, muhasebeci olan GörüĢmeci 7
“Benim önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de kanunlara yetiĢebiliyoruz. Sürekli memur-
120
amir değiĢiyor gidiyoruz muhatap yok. Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi düzgün yapsa 12. ay
dükkâna kilit vurup gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin durumu bu iĢte.”,
GörüĢmeci 10 “Biz meslekteyiz, iĢimiz bu ama anlamak, yasal değiĢiklikleri takip etmek o
kadar zor ki.” ve GörüĢmeci 12 de “Yasaları takip etmek çok zor, bilmek zor zaten
anlamak zor, bir de değiĢiklikleri bilebilmek imkânsız gibi.” demiĢlerdir. GörüĢmeci 3‟ün
vergi dairesi çalıĢanı ve GörüĢmeci 7, GörüĢmeci 10 ile GörüĢmeci 12‟nin muhasebeci
olduğu göz önünde tutulursa, mevcut kanunları en iyi bilebileceklerin bile kendilerini
yetersiz gördükleri ve bunu da kabullenmek durumunda kaldıkları dikkate değer bir
noktadır. Dolayısıyla uygulamanın bu kadar içinde olmayan ve dolayısıyla kanuni
mevzuatı da bilmesi beklenmeyen bir mükellefin durumunun daha da zayıf olduğunu
söylemek mümkündür.
Vergi dairesinde idareci olan GörüĢmeci 4 “Mevzuat karıĢık ve anlaĢılmaz
durumda. Ben baĢka yorumluyorum bir baĢkası baĢka yorumluyor. Konu mahkemeye
gidiyor, mahkeme bizi hepten yanlıĢ sayıyor. Ya biz bilmiyoruz bu iĢi ya da yargı
bilmiyor. Hâlbuki uygulayıcı biziz. Bunu da anlamıyorum. Taraflar yani yargı ve vergi
idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor. Sonra mükellef biliyor ki iĢi mahkemede
çözülecek. Biz bile bazen ne yapacağımızı bilemiyoruz, nasıl davranacağımızı
kestiremiyoruz” diyerek konuya farklı bir bakıĢ açısıyla oldukça dikkat çekici tespitlerde
bulunmuĢtur. Buradaki ifadelerden vergi hukukunda idarenin ve yargının farklı bakıĢ
açılarına sahip olduğunu ve bu farklılığın boyutlarının da büyük olduğunu söylemek
mümkün görünmektedir.
Son olarak, vergi kanunları çıkarılırken özellikle uygulayıcılara yani vergi dairesi
çalıĢanlarına ve muhasebecilere sorulması gerektiğini görüĢmecilerden 2, 3, 5, 8, 10 ve 12
ifade etmiĢlerdir. Hatta GörüĢmeci 3 “Uygulayıcılarla yani bu anlamda vergi dairesi
çalıĢanlarının düĢünceleri çok önemli. Bir profesör problemleri çözemez, ancak sistemin
içinde ise çözüm bulabilir. Vergicilik siyasi olmaz, olamaz, olmamalı.” derken uygulayıcı
olmanın önemli olduğuna değinmiĢ ve verginin siyasetten bağımsız bir Ģekilde ele alınması
gerektiğinin üzerinde durmuĢtur. GörüĢmeci 4 ise “Uygulayıcı biziz bunu da anlamıyorum.
Taraflar yani yargı ve vergi idaresi bir araya gelip bunları da konuĢmuyor.” cümleleriyle
vergi kanunları çıkarılırken veya uygulanırken yaĢanagelen problemlerde çözüm için ortak
bir bakıĢın sağlanamadığını, adeta her bir vergi aktörünün kendi baĢına hareket ettiğini
vurgulamıĢtır. Bununla birlikte iletiĢimin önemine dikkat çeken GörüĢmeci 7 “Benim
121
önümü görmem lazım. Ne iĢlere ne de kanunlara yetiĢebiliyoruz. Devlet vatandaĢıyla
barıĢmak zorunda, her sektörle konuĢulmalı, dertleri dinlenmeli, çareler aranmalı. Devlet
halka inmiĢ gibi gösteriliyor ama sanal bir durum bu normalde her Ģey eski düzen devam
ediyor.” demiĢtir. Devletten bir beklenti olarak dile getirilmiĢ bu cümlelerde, mevcudun
istenilen seviyede olmadığını yani iletiĢimin yetersiz olduğunu ve devletin üst perdeden
tavırlar sergilediği sonucunu çıkarmak da mümkündür. Ayrıca, diĢ hekimi olan GörüĢmeci
8, “Hangi sektörle ilgili kanun çıkıyorsa onunla muhatap olunmalı, odalar gitmek çok da
akılcı değil. Mesela bizde de bu söylediğim durum var adam odada üst yönetimde ne anlar
bizim halimizde, çektiğimiz sıkıntıya uzak, tuzu kuru nasıl olsa. Sorunlarımıza çözüm de
bulamaz böyle olunca.” diyerek konuyu farklı bir yönden ele almıĢtır. Buradan hareketle
devletin mükelleflerle ve hatta yarı kamusal özellik gösteren meslek odalarının üyeleriyle
iletiĢimlerinin sağlıklı olmadığını yani yöneten ve yönetilenler arasında bir kopukluğun
yaĢandığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte GörüĢmeci 9, vergi kanunları
çıkarılırken mükelleflerin düĢüncelerinin sorulması gerektiğini aksi takdirde insanların
vergiler altında ezileceğini “Ödeyenlerin talepleri, fikirleri alınmalı diye düĢünüyorum.
Kanunları kafalarına göre koyarlarsa ülkede insanlar ezilir, vergilerini de ödeyemezler,
borçlarını da ödeyemezler.” cümleleriyle ifade etmiĢtir.
Her üç görüĢmeci grubunun da mutabık olduğu husus, vergi mevzuatının yeterince
açık olmadığı ve değiĢiklikleri takip etmekte zorlandıklarıdır. Hatta vergi kanunlarının
zaten okunsa da anlaĢılamayacağından hareketle bir önyargının varlığından söz etmek bile
mümkün görünmekle birlikte devletin de mevzuatın anlaĢılamaması noktasında bir kastının
olduğu düĢüncesi özellikle ifade edilmiĢtir. Ayrıca vergi kanunları çıkarılırken odalara,
meslek kuruluĢlarına, hukukçulara ama öncelikle de sahada olanlara yani bizzat
uygulayıcılara sorulması gerektiğini dile getirmiĢlerdir. Özellikle de muhasebeciler ve
vergi dairesi çalıĢanları kendilerinin sürekli olarak vergi kanunlarını pratiğe döken kesim
olduklarını bu yüzden fikirlerinin sorulması gerektiğini söylemiĢlerdir.
Vergilerin doğru yere harcandığına inanıyor musunuz?
Kamu harcamaları kısaca kamu makamlarının toplumsal ihtiyaçları karĢılamak
üzere belirli usullere uyarak yaptıkları parasal harcamalar olarak tanımlanmaktadır (Türk,
2002: 28). Yani kamu harcamaları; sağlık, eğitim, sosyal yardımlar vb. gibi kamu
hizmetlerinin bedeli olarak devlet ve diğer kamu tüzel kiĢilerinin yaptıkları ödemeler olup
122
bu tanım dar anlamda kullanılmaktadır. GeniĢ anlamda kamu harcamalarına KĠT
harcamaları, sosyal sigorta ödemeleri de dâhil (Erginay, 2003: 131) olmaktadır. Sosyal
devlet anlayıĢının da geliĢmesiyle birlikte Türkiye‟de bütçe giderlerinin yıldan yıla arttığı
gözlenmektedir. Hatta hükümetlerin uyguladıkları popülist vergi politikalarının kamu
harcamalarını daha da arttırdığı gözlemlenmektedir (ġener, 1996: 41). Devlet savunma,
güvenlik, diplomasi ve adalet gibi kamusal ve bölünmez mallar dıĢında bölünebilir
faydalar üretmek üzere vergi toplamaya baĢladığında adalet tartıĢmaları da ortaya
çıkmaktadır (Mutlu, 2009: 10). Türkiye‟de kamu gelirlerinin yetersizliğinde vergi
sisteminin etkinsizliğinin ve kamu sektöründeki savurganlıkların önemli rol oynadığını
(ġener, 1996: 44) söylemek mümkündür.
Soruyu GörüĢmeci 1 “Toplumun temel ihtiyaçları için harcanmalı, bu açıdan bence
yeterli ama düzelmesi gerekir diye düĢünüyorum.”, GörüĢmeci 2 “Kısmen evet ve kısmen
hayır. Evet, doğru yere harcanıyor cevabında vatandaĢ ödediği verginin dönüĢünü
hissedebilmelidir. Okul, yol, hastane Ģu anda hissedebiliyor gibi. Hayır, cevabında ise
ülkenin insanları açken daha fazla lüks -sabit yatırımlardan bahsetmiyorum- ve Ģatafat var
yöneticilerde. Bu açıdan doğru yerde kullanılmıyor.”, GörüĢmeci 3 “Doğru yere
harcanmıyor Ģeffaf değil sistem. VatandaĢın ödediği vergi kendine dönerse daha da
isteyerek öder. Ama ödemiyor, neden? VatandaĢ “ben vereceğim ama adam ona buna kredi
verecekse” diyor ve ödemek istemiyor haliyle.”, GörüĢmeci 5 “ Yüzde yüz doğru demek
uygun değil. UlaĢımda, sağlıkta kullanılmalı yani birinci sırada sağlık olmalı, ikinci sırada
eğitimde kullanılmalı, üçüncü sırada adalette harcanmalı ve dördüncü sırada da ulaĢımda
kullanılmalı toplanan vergiler. Bana göre önem sırası bu Ģekilde.”, GörüĢmeci 6
“Vergilerin doğru yere harcandığına inanmıyorum. Vergi kaçakçılığı çok, burası Türkiye
bir Ģey diyemiyorum. Ülkeyi sahiplenmiyoruz, değerini bilmiyoruz. Vergiler yol, köprüye
harcanmalıdır.”, GörüĢmeci 7 “Devlet kendini her yerde hissettirmeli, tüm ülkede aynı
otorite sağlanabilmeli. Devlet her konuda egemen güç olmalı, vergi almada egemen olmalı,
hizmet etmede egemen olmalı, sosyal güvenlikte egemen olmalı. Her yerde adaletli, özgün,
etkin hizmet olmadıkça olmaz. Adaletli vergi de budur. Bu anlamda kamu kaynakları heba
ediliyor, denetimsizlik de had safhada.”, GörüĢmeci 8 “Çok negatif düĢünmüyorum, hiç
harcanmıyor değil. Ama yanlıĢ yerlere de harcandığı oluyor.”, GörüĢmeci 9 “Yüzde
yüzüne asla harcanmıyor. Her alanda hizmete harcanmalıdır.”, GörüĢmeci 10 “Kısmen
evet. Ġstanbul‟a gidiyoruz duble yol var, eve geliyoruz elektrik var. Ama bazen de çarçur
ediliyor, eĢe dosta lüks harcama derken durum ortada zaten.” ve GörüĢmeci 11 “Bazen
123
hırsız her yerde oluyor, devlette de oluyor, haram helal demeden çalıyorsa, devlette de
olabilir yani” Ģeklinde cevaplandırmıĢlardır.
Verilen cevaplarda görüĢmecilerden 1, 2, 5, 7, 8, 9 ve 10 vergilerin yol, su, okul,
hastane gibi harcamalarda kullanıldığını ama yeterli olmadığını, mükelleflerin ödedikleri
vergilerin geri dönüĢünü görmeyi bekledikleri tespit edilmiĢtir. GörüĢmeci 2 “Ülkenin
insanları açken daha fazla lüks -sabit yatırımlardan bahsetmiyorum- ve Ģatafat var
yöneticilerde. Bu açıdan doğru yerde kullanılmıyor.” ve GörüĢmeci 10 “Ama bazen de
çarçur ediliyor, eĢe dosta lüks harcama derken durum ortada zaten.” derken özellikle devlet
kadrolarında çalıĢanların harcamalarında lükse ve gösteriĢe girdiğini, gereken hassasiyeti
göstermediklerini ifade etmiĢlerdir. GörüĢmeci 3 de sistemin yeterince Ģeffaf olmadığını,
vergilerin kamunun menfaatinden çok ilgisiz yerler harcandığını, kamu bankalarından
kullandırılan usulsüz kredilerle devletin zarara uğratıldığını “Doğru yere harcanmıyor
Ģeffaf değil sistem. VatandaĢın ödediği vergi kendine dönerse daha da isteyerek öder. Ama
ödemiyor, neden? VatandaĢ “ben vereceğim ama adam ona buna kredi verecekse” diyor ve
ödemek istemiyor haliyle.” söylemiĢtir.
Bununla birlikte GörüĢmeci 5 vergilerin harcanmasında sağlık, eğitim, adalet ve
ulaĢım olmak üzere bir sıralamaya gitmiĢ ve önem sırasının bu Ģekilde olması gerektiğini
vurgulamıĢtır. Ayrıca GörüĢmeci 6 vergilerin doğru yere harcandığına inanmadığını
söylemenin yanında vergi kaçakçılığının yaygın olduğunu, ülkenin değerini bilmediğimizi
ve ülkeyi sahiplenmediğimizi dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 7‟nin “Devlet
kendini her yerde hissettirmeli, tüm ülkede aynı otorite sağlanabilmeli. Devlet her konuda
egemen güç olmalı, vergi almada egemen olmalı, hizmet etmede egemen olmalı, sosyal
güvenlikte egemen olmalı. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet olmadıkça olmaz.
Adaletli vergi de budur. Bu anlamda kamu kaynakları heba ediliyor, denetimsizlik de had
safhada” cümleleriyle ifade ederken denetimsizliğe de değindiği görülmüĢtür.
GörüĢmecilerin hepsi de soruya net olarak evet veya hayır demenin mümkün
olmadığını, yerinde harcamaların yanında israfa varan anlamsız harcamaların da olduğunu
dile getirmiĢlerdir. Yatırım harcamalarının karĢılığını genel anlamda gördüklerini ifade
eden görüĢmeciler, siyasilerin içinde bulunduğu Ģatafattan, lüks hayattan da rahatsız
olduklarını ve kamunun kaynaklarının böyle harcanmasını da doğru bulmadıklarını
söylemiĢlerdir. Bu soru karĢısında ifade edilenler göstermektedir ki kamu harcamalarının
124
adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak görüĢmecilerin
herhangi bir Ģikâyeti bulunmamaktadır. Problemin çıkıĢ kaynağı geniĢ anlamdaki tanımda
gizlidir; KĠT‟lerin harcamaları, sosyal sigortaya yapılan aktarımlar, vergilemede tanınan
muaflık ve istisnalar, vb. gibi. GörüĢmeciler toplanan vergilerin harcanmasında
savurganlık yapıldığını ifade etmiĢlerdir ki bu durum vergi ahlâkını zayıflatan sebeplerin
en önde gelenlerinden biridir.
Vergi affını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vergi affı, eĢitlik ilkesini olumsuz yönde etkileyici bir uygulama olup özellikle iyi
niyetli, vergi yükümlülüğünü zamanında ve tam olarak yerine getirmiĢ bulunan dürüst
mükellefler aleyhine vergi adaletini bozucu bir etkiye sebep olmaktadır (Akdoğan, 2007:
165). Özellikle de baskın grupların vergi affını çıkarma gayretleri (ġener, 1996: 198)
sonucunda, kısa zaman aralıklarıyla uygulanarak toplumun alıĢkanlık kazanmasından ötürü
vergi gelirlerinin azalmasına (YaraĢlı, 2005: 113) neden olmaktadır. Dolayısıyla vergi
affıyla devlet bir yandan alacağından vazgeçmekte öte yandan dürüst mükellefleri de vergi
kaçırma konusunda yeni arayıĢlarla kayıt dıĢılığa itmektedir (Demir, 2009; Çiçek vd.,
2008: 253).
Vergi sisteminde reform niteliğinde bir değiĢim meydana getirebilecek vergi
aflarının, önceden kayıt dıĢı sektörlerde olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma
gibi olumlu yanı bu yola baĢvurulmasının teknik ve ekonomik gerekçeleri olabilir, ancak
bu hassasiyet gözetilmeden çıkartılan kanunlarla vergi afları adeta tahsilat kanunu haline
dönüĢmektedir (ġenyüz, 2007: 8). Böylece yeterince toplanamayan vergi gelirlerinden
ötürü açık veren bütçe, borçlanma yoluyla finanse edilmektedir (ġener, 1996: 229).
Hâlbuki devlet için kamu hizmetlerinin pahalıya üretilmesi demek olan borçlanma,
ertelenmiĢ vergiden baĢka bir Ģey değildir (Türk, 2002: 21). Ġç borçlanmaya gidildiğinde
ise devlete borç verenler üst gelir grubu olduğundan, bu grupta yer alanların vergi yükü
minimuma inmektedir (ġener, 1996: 229). Neticede bu garip sarmaldan en yüksek faydayı
elde edenler yine üst gelir grubu olmaktadır.
Soruyla ilgili olarak GörüĢmeci 1 “Ben ödüyorum ödemeyenin yanına kar kalıyor,
halkımızda da ne yazık ki bu düĢünce var.” cümleleriyle bir vergi dairesi çalıĢanı olarak
konunun mükellefler için ne anlama geldiğini adeta özetlemiĢtir. Bununla birlikte vergi
125
affına “tek kelimeyle rezalet” diyen GörüĢmeci 2 “Devlet sistemde kayıt altına alamadığı
veya tahsil edemediği vergiyi imtiyazlar vererek almaya çalıĢıyor, vergi affı bu anlama
geliyor.” ifadeleriyle kayıt dıĢı çalıĢanların sisteme dâhil edilmekte zorlanıldığını, hatta
vergi affının da böylesi kiĢileri bazı imtiyazlar vererek sisteme dâhil etme gayretinden
baĢka bir Ģey olmadığını dile getirmiĢtir. Benzer düĢünceleri GörüĢmeci 9 da “Vergi affı
denen Ģey siyasetin beslendiği kesimlere sözüdür, vaadidir. Ee ne demiĢler el eli yıkar el
döner yüzü yıkar. Ġktidara getirene af. Biz zengin değiliz hâlbuki.” cümleleriyle ifade
etmiĢtir.
GörüĢmeci 8 “Sürekli çıkacağı umut edildiğinden suiistimal ediliyor. Ya tam
ödenecek düĢük tutularak ya da kaçırılıyor. UzlaĢma yanlıĢ ceza indiriliyor, ne anladım bu
iĢten.” ifadeleriyle af beklentisi sebebiyle mükelleflerin ödemekten imtina ettiklerini,
sonrasında ise vergide uzlaĢmaya gidildiğini ve sonuçta uygulamanın yanlıĢ olduğunu
söylemiĢtir. GörüĢmeci 12 ise “Uygun bulmuyorum, dürüst kiĢi açısından düĢündüğümde
bu böyle, vergi affı uygun değil.” diyerek vergi affını tümden yanlıĢ bulurken GörüĢmeci 6
ise “Güzel bir Ģey, borçlarını ödemeye yardımcı oluyorlar, güzel bir Ģey, takdir ediyorum.”
diyerek tam tersi düĢüncede olduğunu dile getirmiĢtir.
Diğer yandan GörüĢmeci 3 “Ödeyemeyen için uygun ama ödemeyen içinse
haksızlık. Gerçek rakamlar gösterilemiyor, ne kiralayan ne de kiraya veren, gerçek
rakamları göstermiyorlar.”, GörüĢmeci 5 “Ödeyemeyenler için iyi bir durum yani iyi
niyetli olanlar için, taĢtan demirden değiliz yani. Kötü niyetli olan içinse biz saat gibi
ödüyoruz ama öbürü aksatıyor. Birincisi moral ve motivasyon olarak ikincisi de ticaret ve
rekabette etkili bunlar. Kasıt ve kusur ayırımı yapılmalı, art niyetliye avantaj ama iyi
niyetliyse iyi bir Ģeydir.”, GörüĢmeci 7 “Ödemeyen ve ödeyemeyen ayırımı yapılmalı,
ödeyemeyenlerin gerçek sebeplerine bakılmalı, devlet vatandaĢıyla barıĢmalı bu anlamda.”
ve GörüĢmeci 10 “Haklıysa iyi bir uygulama ama genelde haksız. Ġkide bir çıkıyor bugün
gene çıktı iĢte (torba yasada geçenden bahsediyor). Ne yapılacak bu durumda? Ödeyen ne
olacak? Ġyi o zaman biz de ödemeyelim.” cümleleriyle ödemeyen ve ödeyemeyen
ayrımının doğru yapılması gerektiğini, ancak uygulamada bu ayrımın doğru olarak
yapılamadığı kanaatinin olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca GörüĢmeci 5 dürüst
mükelleflerin vergilerini düzenli öderken, vergi kaçıranların kendileri gibi esnaf olan
kimseler için moral ve motivasyonlarını bozduklarını ve ticarette haksız rekabete sebep
olduklarını vurgulamıĢtır. Son olarak, GörüĢmeci 10 ise vergi aflarının sürekli olarak
126
çıktığını ve bu durumun mükellefleri beklentiye ittiğini böylece vergi ödemekten de uzak
durduklarını dile getirmiĢtir.
Sonuçta ödemeyen ve ödeyemeyen ayrımının yapılması gerektiğini dile getiren
görüĢmeciler, ödeyemeyenler için iyi bir uygulama olmasına rağmen sistemin suiistimale
açık olarak iĢlediğini söylemiĢlerdir. Bu anlamda verilen cevaplardan hareketle, vergi
affının doğru bir çıkıĢ noktası olsa dahi yanlıĢ uygulamalar sebebiyle rahatsızlık
uyandırdığı ve bunun da vergi ahlakının yerleĢmesine engel olduğu sonuçta vergide
anomik davranıĢların bir sebebinin de vergi affı olabileceğini söylemek mümkündür.
Kayıt dıĢılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kayıt dıĢılığı ortaya çıkaran ve besleyen bazı sebepler vardır; gelir dağılımındaki
adaletsizlik, yüksek enflasyon, uygulanan ekonomik politikalardaki popülizm, istikrarsızlık
ve krizler gibi. Kayıt dıĢılık oranı geliĢmiĢ ülkelerde % 15, geliĢmekte olan ülkelerde ise %
30 civarında seyretmektedir (Bilici, 2010: 297). Ülkemizde kayıt dıĢı ekonominin boyutu,
her ne kadar çeĢitli hesaplama ve tahminler farklı sonuç verse de ortalama olarak toplam
potansiyel GSMH‟nin % 50‟sinden az olmadığı Ģeklindedir. Vergi denetimleri sonucunda
yakalanan matrah farkı, 1985-2004 yılları arasında kalan 20 yılın denetim sonuçlarında %
45 olarak ortaya çıkmıĢtır (Bilici, 2010: 297). Buna paralel olarak TÜĠK verileri de toplam
istihdamın % 48,5‟inin kayıt dıĢı olduğunu göstermektedir (TĠSK, 2007: 116). Bu veriler
doğrultusunda ülkemizde yaĢanan kayıt dıĢılık, vergi adaletini ve dolayısıyla vergi ahlakını
bozan güçlü bir etken olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Vergi dairesi çalıĢanlarından GörüĢmeci 1 “Kayıt dıĢılık konusunda eskiye göre
daha iyi ama yeterli değil, zamana ihtiyaç var. Türkiye büyük ülke, geniĢ alana yayılmıĢ
durumda, öyle olunca da kolay olmuyor.” diyerek konuya iyimser bir havayla yaklaĢırken,
mükelleflerin kayıt altına alınmasında günümüzdeki geliĢmeler sayesinde daha kolay
olduğunu, yaĢanan problemlerin zamanla çözülebileceğini, ülkenin coğrafi anlamda geniĢ
bir alana yayılmasından ötürü geçiĢ sürecinin kolay olmadığını ifade etmiĢtir.
GörüĢmeci 2 “Vergi mahkemeleri, ĠYUK böyle olduğu müddetçe sorun çözülmez
gibi duruyor. Hem mevcut sistem sıkıntılı hem de uygulama sıkıntılı. Yakalanırsan eller
yukarı cepler dıĢarı durumu var ortada. Denetim çok düĢük nerdeyse % 3 civarında,
127
yakalanan da vergi mahkemesinde sonucu düzeltiyor zaten.” cümleleriyle, problemlerin
çıkıĢ sebebi olarak mevcut vergi sisteminin yanında uygulamanın da payının olduğunu,
mükellefe hasbelkader yakalanması durumunda hesap sorulabildiğini zira mutat vergi
denetimlerinin oranının sadece % 3 civarında olduğunu, haddi zatında denetim sonucu
vergi kaçırdığı tespit edilen mükelleflerin de ĠYUK sistemi ve vergi mahkemeleri
aracılığıyla haklarında tesis edilen cezai iĢlemleri değiĢtirdiklerini dile getirmiĢtir. Benzer
düĢünceleri GörüĢmeci 4 de “Her on kiĢiden sadece biri vergiyi isteyerek veriyor, dokuzu
zorla veriyor. Biz bunu beĢe beĢ yapabilirsek zaten sorun kendiliğinden çözülmüĢ olur.
Kayıt dıĢılık bu anlamda ciddi sorun, denetlenme de çok az. Sadece % 5‟i denetlenebiliyor,
geri kalanı boĢ. Zaten denetlenen de hasbelkader yakalanabilirse yakalanıyor.” Ģeklinde
ifade ederken, mükelleflerin vergiyi isteyerek vermediklerini, dolayısıyla bu isteksizliğin
de kayıt dıĢılığa yol açtığını ki vergi denetimleri oranının sadece % 5 civarında olduğunu,
vergi kaçıranın da yakalanma ihtimalinin çok düĢük olduğunu söylemiĢtir. Biri vergi
dairesinde idareci olan her iki görüĢmecinin her ne kadar denetim oranlarını farklı olarak
zikretmiĢ olsalar dahi benzer Ģeyler söylediği görülmüĢtür. Bu anlamda firmaları da -ama
Ģahıs ama Ģirket fark etmez- canlı bir organizmaya benzetmek mümkündür yani kuruluĢlar
da doğar, yaĢar ve ölürler. Ġlginç olansa bir firmanın tüm bu yaĢamsal döngüsünde
denetlenme oranının sadece % 3 veya % 5 oranlarında kalması vergi sisteminin büyük
sorunlarından
biri
olsa
gerektir.
Yani
mevcut
firmalardan
tüm
süreçlerde
denetlenemeyenlerin % 95 veya % 97 gibi çok yüksek bir oranla çıkıyor olmasını kayıt
dıĢılığın bir sebebi olarak görmek mümkündür.
Bununla birlikte kayıt dıĢı ekonomiyle ilgili somut örnekler verme yoluna giden
GörüĢmeci 3 “Kayıt dıĢılık konusu vergicilikteki en büyük sorundur. Sistemsel eksiklikler
var, git araba pazarına Gimattaki hepsi kayıt dıĢı. Devasa bir araba pazarı gözler önünde
duruyor ve yapılan malum. Emlak sektörü hakeza baĢtan sona kayıt dıĢı. Avrupa‟da bir
arkadaĢ emlakçıya elden para vermeye kalkınca emlakçı çok büyük tepki vermiĢ, öyle
anlatmıĢtı. Sen ne yapıyorsun demiĢ, elden almamıĢ, git bankaya yatır demiĢ. Hâlbuki biz
cebimize parayı koyarız, emlakçı emlakçı gezeriz.” derken benzer örnekleri GörüĢmeci 5
de “Özellikle bazı sektörlerde kayıt dıĢılık çok fazla, galericilik gibi, emlakçılık gibi.
Bunları sisteme almak lazım, bu anlamda kart komisyonları azaltılırsa tüm bu dıĢarda
olanlar sisteme taĢınacaktır.” cümleleriyle ifade etmiĢtir. GörüĢmeciler kayıt dıĢılığın
özellikle oto alım satımı, emlakçılık gibi sektörlerde oldukça yüksek olduğunu, söz konusu
sektörlerin bir an önce sisteme dâhil edilmesi gerektiğini, yurtdıĢında bu sektörlerin sistem
128
içerisinde faaliyet gösterdiğini, kredi kartlarından alınan komisyonların azaltılmasının
sistemi legal alana taĢımada katkısı olacağını dile getirmiĢlerdir.
GörüĢmeci 6 ise mevcut sistemde kayıt dıĢılığı ifade eden rakamların tam olarak
gerçeği yansıtmadığını verdiği “Rakamlar gerçekleri tam göstermiyor. Soma‟daki ölen
sayısını bile net bilemezken bunu nasıl bilelim ki?” Ģeklinde örneklendirmiĢtir.
Bununla birlikte GörüĢmeci 7 soruya vergi sistemi çerçevesinde ele alırken,
devletin uygulamaları sebebiyle kayıt dıĢılığın ortaya çıktığını, naylon fatura ve benzeri
sahteciliklerin vergi adaletinin olmayıĢından kaynaklandığını ve hatta devletin mükelelfe
bakıĢ açısının yanlıĢ olduğunu “Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz.
DüĢemediklerimizi baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm
harcamalar düĢülemiyor. Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor.
EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan
hırsız kabul ediyor. Sistemde sorun var. Devlet egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet
etmede ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli, özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz.
Adaletli vergi budur. Sistem eksik. Ankara‟da çay ocağı, gece kulübü, bar, pavyon,
randevu evi, tuvalet iĢletmeciliği gibi iĢleri doğu kökenliler yapıyor ve vergi vermiyor.”
cümleleriyle anlatmıĢtır.
Son olarak GörüĢmeci 8 “Kayıt dıĢılık vergilendirilmemiĢ kazançtır, her sektörde
var bizde de var, sisteme alınmalı bir an önce.”, GörüĢmeci 9 “Kayıt dıĢılık vergi
ahlaksızlığının yapılıĢ Ģeklidir. Kayıt yok, kazanç yok dolayısıyla vergi de yok.”,
GörüĢmeci 10 “Sistem hep kayıt dıĢılığın üzerine kurulu. Ta en baĢtan kayıtsız geliyor,
kayıtsız gidiyor yani hiç kayda girmiyor.” ve GörüĢmeci 12 “Kayıt dıĢılık çok büyük
problem. Devletin bunları bir an önce sisteme alması lazım ama nasıl olur zor olur tabii ki.
Tepkileri göğüslemesi lazım.” ifadeleriyle kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak
bir nevi vergi ahlaksızlığı Ģeklinde nitelendirirlerken, vergi sisteminde akıĢ sürecinin kayıt
dıĢılığa yol açtığını, sisteme kayıt dıĢı girenin kayıt dıĢı olarak çıktığını, bu problemin bir
an önce çözülmesi gerektiğini ve çözüm için gereken iradeyi gösterebilmenin de bir
maliyetinin olacağını dile getirmiĢlerdir.
GörüĢmecilerin hepsi de kayıt dıĢılığın büyük bir problem olduğu yönünde fikir
beyan etmiĢlerdir. Kayıt dıĢılık sebebiyle ülke kaynaklarının yeterince verimli
129
kullanılamadığını, krizlere kapı aralandığını, vergi adaletinin bozulduğunu ifade
etmiĢlerdir. Özellikle emlak, oto alım satımı gibi kimi sektörlerde kayıt dıĢılığın çok fazla
olduğunu dile getiren görüĢmeciler, kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak
nitelendirmiĢlerdir.
Son olarak sizce vergi anlamında Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?
GörüĢülen üç gruptan biri olan vergi dairesi çalıĢanlarından GörüĢmeci 1 “Kayıp
kaçağı önlemek ve tahsilatı artırmak”, GörüĢmeci 2 “Kayıt dıĢılık ve vergi adaletsizliği en
büyük sorun” , GörüĢmeci 3 “Vergi oranları çok yüksek böylece vatandaĢ çıkıĢ yolu arıyor.
VatandaĢın muhatap kaldığı toplam vergi (KDV+ÖTV+GV+..) % 46-50 gibi oluyor. At
binenin kılıç kuĢananın” ve GörüĢmeci 4 “Her on kiĢiden sadece biri vergiyi isteyerek
veriyor, dokuzu zorla veriyor. Biz bunu beĢe beĢ yapabilirsek zaten sorun kendiliğinden
çözülmüĢ olur. Kayıt dıĢılık bu anlamda ciddi sorun, denetlenme de çok az. Sadece % 5‟i
denetlenebiliyor, geri kalanı boĢ. Zaten denetlenen de hasbelkader yakalanabilirse
yakalanıyor.” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. GörüĢmecilerin Türkiye‟de vergi
anlamında gördükleri en önemli sorunlar; vergi kaçakçılığı ve bu sebepten ötürü vergi
tahsilatının düĢüklüğü, kayıt dıĢılık, adaletsiz vergi sistemi, vergi oranlarının yüksekliği,
vergi denetiminin düĢük oluĢu ve dolayısıyla vergi ahlakının eksikliği olarak sıralanmıĢtır.
Haddi zatında sayılan bu sebepler vergi ahlakının oluĢumuna engel olan ve aĢındıran
sebepler olduğu da açık bir Ģekilde görülmektedir. Ayrıca vergi dairelerinde en önemli
performans göstergesi, tahakkuk eden vergilerin tahsilat oranlarının yüksek olmasıdır ve
bu anlamda vergi idaresince yapılan toplantılarda tüm alt birimlere yıllık hedefler
belirlenmektedir. Dolayısıyla vergi dairesi çalıĢanı olan görüĢmecilerin düĢüncelerinde bu
hedeflerin etkisinin olduğunu söylemek de mümkündür.
GörüĢülen gruplardan ikincisi olan mükelleflerden GörüĢmeci 5 “VergilendirilmiĢ
kazanç kutsaldır diyoruz ya. Bu anlamda kayıt dıĢılık en büyük problem. Alabildiğinizden
alıyorsunuz, alamadığınızdan da alamıyorsunuz. KiĢi baĢına düĢen GSMH belli ama
ortadaki hayat standartı çok yüksek, yaĢantı standartı çok yüksek ama aldığı para belli. %
9,5 iĢsizlik yok aslında. Kayda alınmadığından iĢsiz görünüyor. YeĢil kartını kaybetmemek
için sigorta yaptırmıyor.”, GörüĢmeci 6 “Vergi kaçakçılığı, düzenli vergi verilse problem
olmaz. Devlet büyüklerinde de suç var, alınan vergiyi doğru yere kullanmazsa olacağı
budur, adam kaçırır tabii ki. Parasının boĢa harcandığını görünce yapacak tabii.”,
130
GörüĢmeci 8 “Çok kalem var KDV, ÖTV, ÖĠV, hangi birinden bahsedeyim ki. Bunlar için
de eĢitlik olmalı kanun karĢısında herkes eĢit olmalı yani adalet önemli. Ona baĢka Ģuna
baĢka kanun uygulanmamalı.”, GörüĢmeci 9 “Adalet her konuda adalet. Vergide adalet
sonra gelir, adaletin olmadığı yerde maraz doğar.” ve GörüĢmeci 11 “Adaletli olsun.
Adalet her zaman lazım herkese lazım değil mi?” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır.
GörüĢmecilerin Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; kayıt dıĢılık,
vergi kaçakçılığı, kamudaki israf, vergi sisteminin karıĢıklığı ve vergi adaleti olarak
sıralanmıĢtır. Özellikle toptancı olarak ticari faaliyette bulunan 5. GörüĢmeci, ülkedeki
GSMH rakamlarının belli olmasına rağmen gündelik hayattaki yaĢam standardından
hareketle kayıt dıĢılığın yüksek olduğu düĢüncesini dile getirmiĢtir. Ayrıca GörüĢmeci 6 da
kamu kaynaklarının yerinde harcanmadığını, devlet idaresinde olanların israfa varan
boyutlarda harcama yaptıklarını ve mükelleflerin de bu durumu gördüğünden ötürü vergi
vermek istemediklerini ifade etmiĢtir. GörüĢmeci 8 ise vergi sisteminin karıĢık ve
anlaĢılamaz olduğunu, vergi kanunlarının herkese aynı uygulanmadığını ve böylece vergi
adaletinin de sağlanamadığını söylemiĢtir. Adaletin olmaması halinde ortaya çıkabilecek
sonucu “maraz” olarak nitelendiren GörüĢmeci 9, genel anlamda adaletin önce geldiğini,
vergi adaletinin bunun bir yansıması olduğu düĢüncesini seslendirmiĢtir.
GörüĢülen gruplardan sonuncusu olan meslek mensubu denilen muhasebeciler ve
mali müĢavirlerden GörüĢmeci 7 “Verginin ödenmesi için verginin adaletli olması lazım,
KDV oranı yüksek. Mesela ev ihtiyaçlarını vergiden düĢemiyoruz. DüĢemediklerimizi
baĢka yerden çıkarıyoruz. Eğitim, giyim, okul, elektrik, su, tüm harcamalar düĢülemiyor.
Bu sefer naylon fatura çıkıyor, sahtecilik bundan çıkıyor. EĢitsizliğin çıkıĢ noktası bu. Bu
sefer ne oluyor? Kaçırılıyor, devlet mükellefi daha baĢtan hırsız kabul ediyor. Devlet
egemen güç olmalı; vergi almada, hizmet etmede ve sosyal güvenlikte. Her yerde adaletli,
özgün, etkin hizmet almadıkça olmaz. Adaletli vergi budur. Bir iĢveren 11 ay her Ģeyi
düzgün yapsa 12. ay dükkâna kilit vurup gitmek zorunda kalır, vergideki mevcut sistemin
durumu bu iĢte. Bu anlamda kamu kaynakları heba ediliyor, denetimsizlik had safhada,
eĢitlik yok zaten.”, GörüĢmeci 10 “Vergi adaletsizliği en önemli sorundur daha ne olsun.”
ve GörüĢmeci 12 “Kayıt dıĢılık ve adaletsizlik en büyük sorundur günümüzde. Ġkisi de
zaten birbirine bağlı yani.” Ģeklinde soruyu cevaplandırmıĢlardır. GörüĢmecilerin
Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli sorunlar; vergi adaleti, vergi oranlarının
yüksek yüksekliği, vergi kaçakçılığı ve vergi sistemi olarak sıralanmıĢtır. GörüĢmeci 7,
vergi sisteminin mükellefleri farklı arayıĢlara ittiğini, vergi oranlarının yüksek oluĢunun
131
vergi kaçakçılığına sebep olduğunu, devletin her alanda olduğu gibi vergi alanında da
ağırlığının hissedilmesi gerektiğini, mevcut sistemde bir mükellefin bütün vergi
yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde kısa süre içinde ticari hayattan silineceğini ve bu
anlamda kaynakların heba edildiğini, denetimsizliğin de ileri boyutta olduğunu özellikle
vurgulamıĢtır. Son olarak GörüĢmeci 12, kayıt dıĢılık ve vergi adaletinin olmayıĢını en
önemli sorunlar olarak nitelendirirken, bu iki sorunun da birbirine bağlı olduğunu ifade
etmiĢtir.
Bu çerçevede, her üç grupta yer alan görüĢmecilerin tümünün de ortak sorunlarının;
vergi adaletinin olmayıĢı, vergi sisteminin karıĢıklığı, vergi kaçakçılığı, kayıt dıĢılık ve
vergi oranlarının yüksekliği Ģeklinde ifade edildiği görülmüĢtür. GörüĢmecilerin sıraladığı
tüm bu sebeplerin vergi verme davranıĢını etkilediği yani vergi ahlakının oluĢmasında
belirleyici olduğu ve birbirleriyle sıkı bir etkileĢim içinde oldukları gözlemlenmiĢtir.
132
133
4. BÖLÜM
SONUÇ ve DEĞERLENDĠRME
Maliye politikasının en güçlü enstrümanı olan vergi, mükellefle devlet arasında
tesis edilmiĢ karĢılıklı iliĢkinin hukuki bir görünümüdür. Bu iliĢki doğumdan itibaren
hayatın her safhasında farklı Ģekillerde mükellefin karĢısına çıkmakla birlikte söz konusu
iliĢkinin sınırlarını kamu otoritesi olarak devlet belirlemektedir.
Bir borç-alacak iliĢkisi olan vergi, karĢılıksız ve zora dayalı bir özellik arz
ettiğinden, potansiyel bir direncin olması gayet tabiidir. ÇatıĢmaya açık olan vergileme
alanında sürecin yönetimi bu açıdan oldukça önemlidir zira hassas dengeler üzerine kurulu
vergicilik, taraflar için bünyesinde zorlukları da barındırmaktadır. Vergi, devletin bakıĢ
açısıyla kamu hizmetlerini finanse etmek için egemenlik yetkisine dayanılarak zorla tahsil
edilen gelir özelliği taĢırken, mükellefin bakıĢ açısıyla bir çeĢit yük olarak algılanmaktadır.
Algılama sürecinde, uyarıcılar beyne iletilmekte, düzenlenmekte ve bir karĢılık
bulmaktadır. Dolayısıyla mükelleflerin tutumları vergi kaçırmada belirleyici etken olarak
karĢımıza çıkmaktadır ki bu konuda verginin algılanıĢının tarihi ve kültürel yönleri de göz
ardı edilmemelidir. Bu çerçevede vergiye yüklenilen anlam, vergi ahlakının varlığını
gerektirir nitelikte olduğundan üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Verginin mükellefteki
yük algısından ötürü ortaya çıkan olumsuz tutum, davranıĢlara yansımakta ve “sapma
davranıĢı” olarak nitelendirilebilecek uyumsuzluklar yaĢanabilmektedir.
Uyma davranıĢı toplumla bütünleĢme sonucunu doğururken, uymama davranıĢı
sosyal çözülmelerin nedeni olmaktadır. Hâlbuki toplumun düzen ve devamlılığı ancak
sosyal bütünleĢme ile sağlanabilir. Toplumda yaĢanan ahlaki zafiyet sebebiyle toplumsal
dayanıĢma duygusu ve böylece aidiyet hissi zayıflayan nereye ait olduğunu bilemeyen
birey, parçası olduğu toplumun gururunu da taĢıyamamaktadır. Kendinden bekleneni
veremeyen ve bunu alıĢkanlık haline getirerek patolojik bir durum sergileyenlerin artması,
normalle anormalin yer değiĢtirmesine dolayısıyla toplumun ağır bir bedel ödemesine
sebep olmaktadır. ĠĢte bilinç eksikliği sebebiyle yaĢanan böylesi uyumsuzluklar, vergi
ahlakının yetersiz oluĢunun bir göstergesidir.
134
Mükellefe vergi ahlakının kazandırılması doğrudan vergi gelirlerini artırmak,
dolaylı olarak da gelir dağılımında adaleti sağlamak adına hayati bir önem taĢımaktadır.
Kimi zaman devletin uyguladığı yanlıĢ politikalar, tepkisel hareketler sebebiyle mükellefin
vergiden kaçınmasına ve/veya vergi kaçırmasına neden olmakta, buna karĢılık kaynak
arayıĢında olan devlet ise vergi oranlarını artırmakta veya yeni vergileri yürürlüğü
koymaktadır. Hâlbuki reaksiyoner tepkiyle çözüm aramak yerine akılcı politikalar
üretilmeli, mükellef psikolojisi hesap edilerek mükellefle azami iĢbirliği sağlanmalıdır.
Çözümsüzlüğü de beraberinde getiren bu kısır döngü, toplumsal gerginliklere de davetiye
çıkarmaktadır. Hatta mükelleflerin tutum ve tepkileri dikkate alınmaz ise devlet açısından
vergi kaybının ötesinde baĢkaca sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Tarihsel tecrübeler çok
açık bir Ģekilde göstermektedir ki vergi, medeni bir toplum inĢasında gerekli olmakla
birlikte aynı zamanda medeniyeti tahrip edebilecek ölçüde tehlike arz eden mali bir araçtır.
Klasik anlayıĢta vergi sadece mali amaçlarla toplanmıĢken zamanla vergilemenin
amacında değiĢiklikler ortaya çıkmıĢ ve vergi ekonomik-sosyal kimi amaçlara ulaĢabilmek
için de kullanılır olmuĢtur. Hatta bazen vergilendirmede mali amacın, diğer amaçların
gerisinde kaldığı görülebilmektedir. Devlet, geçmiĢten günümüze gündelik yaĢamı
egemenlik yetkisine dayanarak düzenlemektedir ki toplumsal yaĢamın vazgeçilmez bir
unsuru olan verginin önemi -üstelik vergi gelirlerinin gayri safi milli hasılaya oranının
ülkemizde % 20 civarında olduğu da göz önüne alınırsa- tartıĢılmaz bir gerçektir. Olayların
arka planındaki yapısal etkenlerin rolü ve yönlendirici kimliği hesap edilmeden yapılan
müdahaleler, karĢılaĢılan problemleri beklenilenin tam aksine çözümsüzlüğe itmektedir.
Bu anlamda toplumun hareketli bir bütün Ģeklinde ele alınması zorunluluğundan ötürü,
konunun sosyal bilimler metodolojisine dayalı incelenmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Mükellef tepkileri asla bireyselmiĢçesine değerlendirilmemelidir zira konu
toplumsal alana taĢındığında yani kümülatif bir anlam kazandığında farklı bir görünüm arz
eder hale gelmektedir. Örneğin iĢsizlik bireysel bir problemmiĢ gibi değerlendirilebilir
fakat artan iĢsizlik oranları ve muhtemel yansımaları, iĢsizlik problemini bambaĢka
mecralara taĢıyabilmektedir. Veya kiĢinin boĢanması bireysel bir durum olarak
düĢünülebilir ancak bir ülkede boĢanma oranı her geçen gün artıyor ise konu artık
toplumsal bir boyut kazanmıĢ demektir ve çözüm önerilerinin de sosyolojik olarak ortaya
konulması gerekmektedir.
135
Bu çerçevede, toplumsal yaĢamda vergileme alanında ortaya konulacak sosyolojik
yaklaĢımın, yaĢanan problemlerin tespitinde ve çözümünde önemli bir basamak olacağı ve
ufuk açıcı öneriler sunabileceği açıktır. Eğer mükellef tepkileri sağlıklı bir Ģekilde ortaya
konulabilirse, öngörülebilirlik sebebiyle vergi politikalarının uygulanabilirliğinde ve
baĢarısında önemli mesafelerin alınacağı da muhakkaktır. Bu çalıĢma, verginin toplumda
algılanma Ģekli ve vergi verme davranıĢı üzerine yapılmıĢ bir çalıĢma olup, mükelleflerin
vergiye yönelik tutum ve davranıĢlarını sosyolojik zeminde anlamayı hedefleyen bir
gayretin ürünüdür.
ÇalıĢmada verginin görüĢmecilere ne ifade ettiği sorulduğunda görüĢmeciler,
verginin yasal bir ödeme olduğu, vatandaĢlara sağlanan hizmetlerin finanse edilebilmesi ve
böylece devletin iĢleyiĢinin sağlıklı olabilmesi için toplandığını söylemiĢlerdir. Verilen
cevapların tarafsız bir yaklaĢıma karĢılık geldiğini ayrıca soruya verilen cevaplarda millet,
devlet, vergi kavramlarının mükelleflerin bilinçaltında yer aldığını ve vatandaĢlık
bilincinin mükelleflerde var olduğunu söylemek mümkündür.
Anayasanın 73. Maddesinde "Herkes kamu giderlerini karĢılamak üzere, mali
gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülükler kanunla konulur, değiĢtirilir veya kaldırılır." hükmü yer almaktadır. Bu
anlamda görüĢmeciler; verginin gelir ölçüsünde alınması gerektiğini, eğer ortada bir gelir
yoksa vergi almanın adaletsiz olduğunu, “alınma” vurgusunun verginin zora dayalı olarak
alınması anlamına geldiğini yani devletin mükelleften egemenlik gücüyle gerekirse de
zorla alındığını ve verginin nakit olarak ödendiğini vurgulamıĢlardır. Verginin kamusal
hizmetlerin karĢılığı olduğu düĢüncesinin, verginin devletle mükellef arasındaki bir çeĢit
anlaĢmaya iĢaret ettiği söylenebilir ki mükellef vergi vermekle üzerine düĢeni yaptığına
inanmakta ve karĢılığında devletin de kendi üzerine düĢeni yapması gerektiğini ifade
etmektedir. Hatta bir görüĢmecinin alacaklı-borçlu yaklaĢımındaki devleti de aradan
çıkartarak vergiyi “milletin hakkı” olarak nitelendirmesi, vergi ödeme konusunda
hassasiyetinin olduğu ve dolayısıyla vergi ödemenin bir fedakârlığa karĢılık geldiği
söylenebilir.
Vergi ödemelerinin sadece parasal olarak yapıldığı, uygulamada ayni ödemeler
sayılabilecek nakit ödeme dıĢındaki yöntemlerin kullanılmadığı ve verginin doğrudan
gelirden alındığı yani geliri azaltıcı özelliğine iĢaret edildiği verilen cevaplarda
136
görülmüĢtür. Ayrıca vergiyle ilgili “devletin gelir elde edip bu vatanı milleti bir arada
tutması lazım” diyen görüĢmeci, verginin toplumsal fonksiyonuna değinmiĢ, toplum
birlikteliğine de vurgu yaparak bunun tesisinde devlete biçilen rolü dile getirerek
beklentisini gözler önüne sermiĢtir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanı olan bir baĢka
görüĢmecinin, meslekte geçirdiği süreye dikkat çekerek, yaptığı iĢi ne kadar benimsediği
veya özümsediğini göstermesi adına “meslekte 21 sene oldu, hayatımız böyle” vurgusu
dikkate değer bulunmuĢtur.
Günümüzde
ahlaklılık,
dürüstlük
sanki
fazladan
bir
nitelikmiĢ
gibi
değerlendirilebilmektedir. Hâlbuki insani temelde düĢünüldüğünde insan olmanın bazı
gerekleri vardır, dürüstlük, güvenirlik, ahlaklılık, nezaketli olma, empati kurma, vb. gibi.
Bu özellikleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, asıl olan tüm bunların insanda olmazsa
olmaz özellikler olarak kabul edilmesidir. Ancak toplumsal değerlerin karmaĢıklaĢtığı bir
dönemde normalle anormalin yer değiĢtirmesi görülebilmekte ve norm zemininde
kaymalar yaĢanabilmektedir. ĠĢte bu anlamda ahlaklılık her bireyin taĢıması gereken
adiyattan bir özellikken, günümüzde sanki bir artı değermiĢ gibi kabul edilebilmektedir. Bu
çerçevede bireyler, toplumda paylaĢılan değerlerin çokluğu nispetinde içinde yaĢadıkları
topluma aidiyet hissini taĢımakta ve bütünle uyum içerisinde bulunmaktadırlar. Aidiyet
hissi de sahiplenmeyi ve toplumsal gururu doğurmaktadır ki vatandaĢlık ödevleri içinde
yer alan vergi vermek de bu anlamda bir gurur vesilesi haline getirilmelidir. Yapılan
görüĢmelerde, ahlak genelinde ve vergi ahlakı özelinde duyarlı olunduğu ve dolayısıyla
vatandaĢlık bilincinin var olduğu kullanılan ifadelerde görülmüĢtür. Toplumsal gurura
değinen görüĢmeciler, vatandaĢ olarak sorumluluk bilincinin ne anlama gelebileceğini dile
getirmiĢlerdir.
Bir görüĢmeci, mükellefin sosyal statüsüne de vurgu yapmıĢ ve “Belli bir kültür
almıĢtır belli konumu vardır bunu sarsmak istemez, konumuna laf getirmek istemez”
derken toplumdaki konumuna zarar verebilecek davranıĢlardan mükelleflerin özellikle
kaçındığını dile getirmiĢtir. Bu cümleler, toplumsal normların kiĢilerin tutum ve
davranıĢları üzerindeki belirleyici özelliğinin ifade edilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca
günümüz modern toplumunda bireyler, uyacakları normları içinde yaĢadıkları toplumun
bütününden çok, yakın iliĢki içerisinde oldukları bireylerden sağlama yolunu
seçebilmektedirler. Toplumun hızlı büyümesi bireyleri yüz yüze iliĢkilerin egemen olduğu
küçük birincil gruplara yönlendirebilmektedir. Bu çerçevede, eğer bireyin yakınında olan
137
toplum üyeleri vergi ahlakını sahipse birey de ahlaklı olma yolunu seçerken, eğer tam tersi
bir durum varsa yani yakın çevresindekiler anomik davranıĢlar sergiliyor ve vergi
kaçırıyorlarsa bireyin de vergi kaçırmaya eğilimli olacağını söylemek mümkün
görünmektedir.
Muhasebeci olan bir görüĢmecinin bir yandan defterlerini tuttuğu müĢterisi olan
mükellefin diğer yandan ise “doğrusunu anlatın” diyen bir devletin baskısını dile getirmesi,
muhasebecilerin mesleklerinde yaĢayageldikleri bir sorunu ifade etmenin yanında,
mükellef ve devlet arasında sıkıĢmıĢlığının da resmini bizlere vermektedir.
Yapılan görüĢmelerde dikkat çeken diğer bir husus, vergi veriyor olmanın çok da
farkında olunmadığıdır. Dolayısıyla vergi dairesi çalıĢanları da dâhil olmak üzere tüm
görüĢmeciler vergi verirken herhangi bir Ģey hissetmediklerini, bunun her zaman olan
rutin bir durum olduğunu, vergilerinin maaĢlarından düzenli olarak ödendiğini dile
getirmiĢlerdir. Bunun değiĢik sebepleri olabilir;
-
GörüĢmecilerin
büyük
çoğunluğu
ama
kamuda
ama
özelde
maaĢlı/ücretli
durumundadırlar ve daha gelirleri ellerine geçmeden devlet/iĢveren tarafından vergileri
kesilmektedir.
- ĠĢveren durumundaki mükelleflerin defter kayıtlarını meslek mensubu olarak ifade edilen
muhasebeciler
tutmaktadırlar.
Böylece
iĢverenler
de
muhasebecilerinin
konuyla
ilgilendiklerini düĢünerek ayrıntıya girmeme yolunu tercih etmektedirler.
- Bankacılık sektöründeki geliĢmeler, internet vergi daireleri uygulamaları ve benzeri
uygulamalar sebebiyle geliĢen teknolojik imkânlardan ötürü mükellefler artık vergi
dairelerine daha az gider olmuĢlardır. Böylece nakit para çoğunlukla eline geçmeyen
mükellef, verme duygusunu da tam olarak hissedememektedir.
- Vergi verirken fiyatlara verginin de dâhil olması sebebiyle ödenen tutarda ne kadarının
vergi olduğu bilinememektedir. Gerçi ülkemizde hizmetler sektörü gibi kimi sektörlerde
bunun uygulaması görülmektedir; kamu alımlarında ihaleye çıkılırken fiyat tekliflerinin
piyasadan KDV‟siz olarak alındığı görülmektedir. (Bselki de kimi ülkelerde olduğu gibi
etiketlere fiyatlar yazılırken vergisiz fiyatlar yazılma yoluna gidilebilir, kiĢi o malı almak
istediğinde etiketteki fiyata ilaveten vergi rakamı da eklenerek malın bedeli tahsil
edilebilir.)
138
Ayrıca görüĢmeciler, vergi kaçıranların bilmeden kaçıranlar ve bilerek kaçıranlar
Ģeklinde sınıflandırılması gerektiğini, vergi cezasını yerinde bulduklarını ancak kimi
sorunlardan ötürü ceza sisteminin tam olarak iĢletilemediğini, vergi affıyla ceza sisteminin
çeliĢtiğini ve vergi cezalarının hürriyeti bağlayıcı nitelikte olmamasını sadece parasal
cezaların uygulanması gerektiğini dile getirmiĢlerdir.
Ülkemizde GV ve KV mükellefleri, ödedikleri vergi tutarlarına göre en yüksek
rakamdan baĢlamak üzere bir sıralamaya tabi tutulmakta ve ilk yüze girenlerin listeleri de
vergi idaresince yayınlanmaktadır. Vergi bilincinin toplumda yer edebilmesi ve yüksek
tutarlarda vergi ödemenin toplumsal gurur vesilesi sayılması adına takdir edilebilecek bu
uygulama,
hem
ülke
çapında
hem
de
vergi
dairesi
baĢkanlıkları
çapında
gerçekleĢtirilmektedir. Dolayısıyla Ankara‟da Vergi Dairesi BaĢkanlığı kapsamında da
yapılan sırlamaya göre ilk üçe girenlerin plaketleri bizzat üst yönetimce takdim
edilmektedir. Ardından, listedeki diğer isimlerin teĢekkür yazıları bağlı oldukları vergi
dairelerine gönderilmekte ve ilgili vergi dairelerince bu yazılar sahiplerine iletilmektedir.
Bu çerçevede, görüĢmecilerin tamamı bunun gurur verici bir olay olduğunu ve imrenerek
baktıklarını ancak teĢvik açısından güzel olsa da kuru bir teĢekkürden öteye gidemediğini,
reel bir getirisinin olmadığını dile getirmiĢlerdir. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları böyle
kiĢilere farklı davranılması gerektiğini, bazı imtiyazlar tanınmasını, belki bir resepsiyonla
gönüllerinin alınabileceğini ve böylece onore edilebileceklerini ifade etmiĢlerdir. Hatta
vergisini düzenli ödeyen mükelleflere yönelik pratik çözüm önerileri getirmek adına, adeta
trafik sigortasında ya da kaskoda olan hasarsızlık indirimi gibi uygulamalarla listede üst
sıralarda olmanın daha cazip hale getirilmesi gerektiğini söylemiĢlerdir. Bununla birlikte
görüĢmecilerden bazıları, söz konusu listede kimi mükelleflerin isimlerini gizlemelerini
güvenlik gerekçesine dayandırmıĢlardır, böylesi bir listede yer almanın dikkatleri üzerine
çekeceklerini dile getirmiĢler ve bu durumun o mükellefin can ve mal güvenliği adına
tehlikeli bir hal alabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu cümlelerden hareketle, sebebi ne olursa
olsun
gurur duyulması
gereken böyle bir
durumdan mükelleflerin
tedirginlik
hissetmelerinin toplumsal güven açısından kaygı verici bir durum olduğunu söylemek
mümkündür.
Bununla birlikte, görüĢmeciler vergi sisteminden kaynaklanan ve mükellefleri farklı
çareler aramaya iten çıkmazlar sebebiyle, görüĢmecinin ifadesiyle “ahlaksızlığa iten
sistem” sebebiyle aksaklıkların yaĢandığını ve dürüst insanların dahi vergi kaçırabileceğini
139
seslendirmiĢlerdir. Öyle ki mükellefler vergi sisteminin yapısı sebebiyle kendilerince
çareler aramakta ama buldukları çözümler vicdanlarını rahatlatmaya da yetmemektedir. Bu
durumun bir görüĢmecinin “Adam vergi kaçırır sonra mesnet uydurur, vicdanı temizlemek
için” cümlesinde karĢılık bulduğu görülmüĢtür. Bu anlamda mükelleflerin vergi kaçırırken
yaptıklarını mazur gösterme veya kendilerini iyi hissetmelerini sağlama adına adeta
savunma mekanizmaları geliĢtirdikleri görülmüĢtür. Vergi dairesi çalıĢanlarının yaĢadığı
ikilemin, mükelleflerin yaĢadığı ikilemle beraber değerlendirilmesi isabetli olsa gerektir;
bir taraftan vergi sistemini adaletli bulmayan vergi dairesi çalıĢanları, diğer taraftan da
kendilerince çıkıĢ yolları arayan ve sistemi esneten mükellefler. Ġronik olan bu durumu
hele de vergi sistemini bütüncül olarak değerlendirebilecek olan vergi dairesi çalıĢanlarının
özellikle ifade etmeleri çok ilginç görülmüĢtür.
Gerek vergi dairesi çalıĢanlarının, gerek muhasebecilerin ve gerekse de
mükelleflerin ortak değerlendirmeleri, mevcut vergi sistemini adaletsiz bulmuĢ olmalarıdır.
Adaletsizliğin sebeplerini de vergi oranlarının yüksek oluĢuna ve dolayısıyla vergi
yükünün ağır oluĢuna, mükelleflerin paraya tamah etmelerine, vergi mevzuatının karıĢık ve
yoruma açık oluĢuna bağlamıĢlardır. Söz konusu problemlere çözüm olarak da verginin
geniĢ tabana yayılarak vergi yükünün hafifletilebileceğini ve vergi oranlarının düĢürülerek
vergi tahsilatının arttırılabileceğini ifade etmiĢlerdir. Bu anlamda vergi dairesinde idareci
olan görüĢmeci, insanın zaaflarına da dem vurarak mevcut vergi sisteminde gördüğü
eksikliklere binaen insan unsurunu adeta ortadan kaldırılacak Ģekilde bir sistem kurmanın
önemini vurgulamıĢtır.
Vergi mevzuatının karıĢık ve yoruma açık olduğu dolayısıyla uygulamada
farklılıkların yaĢandığı ve söz konusu farklı yorumlamaların uyuĢmazlık safhasına yani
mahkemeye taĢındığında ise ortaya bambaĢka sonuçların çıktığı dile getirilmiĢ, sistemsel
bir sorun olarak böylesi farklı anlaĢılmalarda yargının ve vergi idaresinin çözüm adına
gayret göstermediğinin altı çizilerek, vergi kanunları çıkarılırken veya uygulanırken
yaĢanagelen problemlerde çözüm için ortak bir bakıĢın sağlanamadığına, adeta her bir
vergi aktörünün kendi baĢına hareket ettiğine, mükelleflerin de bu anlaĢmazlıktan istifade
yoluna gittiğine değinilmiĢtir. Bununla birlikte vergi sistemindeki belirsizlik ve sürekli
olan yasal değiĢikliklerin, yaĢanan problemlerin bir baĢka sebebi olduğunu “Hem
devamlılık yok, her gelen yeni bir Ģey getiriyor.” değerlendirmesiyle ifade eden bir
140
görüĢmeci, kanun çıkarmanın bir yere kadar önemli olsa da asıl önemli olanın çıkan
kanunları uygulamak olduğunu dile getirmiĢtir.
Hatta vergi mevzuatının karmaĢıklığının ve kanunlarda sürekli ortaya çıkan
değiĢikliklerin, adeta muhasebecilik gibi bir sektörün varlığı sonucunu doğurduğunun
düĢünülmesi oldukça ilginç görülmüĢtür. Mevcut kanunları en iyi bilebileceklerin bile
kendilerini yetersiz gördükleri ve bunu da kabullenmek durumunda kaldıkları dikkate
değer bir noktadır. Dolayısıyla uygulamanın bu kadar içinde olmayan ve dolayısıyla
kanuni mevzuatı da bilmesi beklenmeyen bir mükellefin durumunun daha da zayıf
olduğunu söylemek mümkündür. Vergi dairesinde çalıĢan bir görüĢmeci de mevzuatın
anlaĢılamaması noktasında devletin kasıtlı davrandığını ve verginin kanunlaĢma sürecinde
kesin ifadelerle ortaya konulmamasını “bakanlık kendini bağlamak istemez” diyerek
çarpıcı bir Ģekilde vurgularken yasamaya da ciddi bir eleĢtiri getirmiĢtir. Vergi kanunları
çıkarılırken özellikle uygulayıcılara yani vergi dairesi çalıĢanlarına ve muhasebecilere
sorulması gerektiği zira verginin siyasetten bağımsız bir Ģekilde ele alınması durumunda
olan teknik bir konu olduğu söylenmiĢtir.
Bir baĢka değerlendirmede ise vergilerin doğru yere harcanıp harcanmadığıyla ilgili
olarak, yerinde harcamaların yanında israfa varan anlamsız harcamaların da olduğunu dile
getirilmiĢtir. Yatırım harcamalarının karĢılığını genel anlamda gördüklerini ifade eden
görüĢmeciler, siyasilerin içinde bulunduğu Ģatafattan, devlet kadrolarında çalıĢanların
harcamalarında gereken hassasiyeti göstermemelerinden, lüks ve gösteriĢli hayattan
rahatsız
olduklarını
bulmadıklarını
ve
kamunun
söylemiĢlerdir.
kaynaklarının
Burada
ifade
böyle
edilenler
harcanmasını
da
doğru
göstermektedir
ki
kamu
harcamalarının adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi dar anlamdaki tanımıyla ilgili olarak
görüĢmecilerin herhangi bir Ģikâyeti bulunmamaktadır. KĠT‟lerin harcamaları, sosyal
sigortaya yapılan aktarımlar, vergilemede tanınan muaflık ve istisnalar, vb. gibileri
problemin çıkıĢ kaynağı olarak belirmektedir. GörüĢmeciler toplanan vergilerin
harcanmasında savurganlık yapıldığını ifade etmiĢlerdir ki bu durum vergi ahlâkını
zayıflatan sebeplerin önde gelenlerinden biridir. Hatta sistemin yeterince Ģeffaf olmadığı,
vergilerin kamunun menfaatinden çok ilgisiz yerler harcandığı, kamu bankalarından
kullandırılan usulsüz kredilerle devletin zarara uğratıldığı söylenmiĢ, vergilerin
harcanmasında sağlık, eğitim, adalet ve ulaĢım olmak üzere bir sıralamaya gidilmiĢ ve
önem sırasının bu Ģekilde olması gerektiği vurgulanmıĢtır.
141
Vergi affıyla ilgili olarak ödemeyen ve ödeyemeyen ayrımının yapılması
gerektiğini dile getiren görüĢmeciler, ödeyemeyenler için iyi bir uygulama olmasına
rağmen sistemin suiistimale açık olarak iĢlediğini, kayıt dıĢı çalıĢanların sisteme dâhil
edilmekte zorlanıldığını hatta vergi affının da böylesi kiĢileri bazı imtiyazlar vererek
sisteme dâhil etme gayretinden baĢka bir Ģey olmadığını, af beklentisi sebebiyle
mükelleflerin ödemekten imtina ettiklerini, sonrasında ise vergide uzlaĢmaya gidildiğini ve
sonuçta uygulamanın yanlıĢ olduğunu söylemiĢlerdir. Ayrıca dürüst mükelleflerin
vergilerini düzenli öderken, vergi kaçıranların kendileri gibi esnaf olan kimseler için moral
ve motivasyonlarını bozduklarını ve ticarette haksız rekabete sebep olduklarını dile getiren
bir görüĢmeci, vergi aflarının sürekli olarak çıktığını ve bu durumun mükellefleri
beklentiye ittiğini böylece vergi ödemekten de uzak durduklarını dile getirmiĢtir. Bu
anlamda söylenenlerden hareketle, vergi affının doğru bir çıkıĢ noktası olsa dahi yanlıĢ
uygulamalar sebebiyle rahatsızlık uyandırdığı ve bunun da vergi ahlakının yerleĢmesine
engel olduğu sonuçta vergide anomik davranıĢların bir sebebinin de vergi affı olduğunu
söylemek mümkündür.
Kayıt dıĢılığın büyük bir problem olduğu, kayıt dıĢılık sebebiyle ülke kaynaklarının
yeterince verimli kullanılamadığı, krizlere kapı aralandığı, vergi adaletini bozduğu ifade
edilmiĢtir. Özellikle emlak, oto alım satımı gibi kimi sektörlerde kayıt dıĢılığın çok fazla
olduğunu, söz konusu sektörlerin bir an önce sisteme dâhil edilmesi gerektiğini,
yurtdıĢında bu sektörlerin sistem içerisinde faaliyet gösterdiğini, kredi kartlarından alınan
komisyonların azaltılmasının sistemi legal alana taĢımada katkısı olacağını dile getiren
görüĢmeciler, kayıt dıĢılığı vergilendirilmemiĢ kazanç olarak bir nevi vergi ahlaksızlığı
Ģeklinde nitelendirmiĢlerdir. Kayıt dıĢılığın ortaya çıkıĢında devletin uygulamalarının da
payı olduğunu, naylon fatura ve benzeri sahteciliklerin vergi adaletinin olmayıĢından
kaynaklandığını ve hatta devletin mükellefe bakıĢ açısının yanlıĢ olduğunu, bu problemin
bir an önce çözülmesi gerektiğini ve çözüm için gereken iradeyi gösterebilmenin de bir
maliyetinin olacağını ayrıca vurgulamıĢlardır. Ayrıca vergi dairesi çalıĢanları mükelleflerin
vergiyi isteyerek vermediklerini, dolayısıyla bu isteksizliğin de kayıt dıĢılığa yol açtığını ki
vergi denetimleri oranının sadece % 3 veya % 5 civarında olduğunu, vergi kaçıranın da
yakalanma ihtimalinin çok düĢük olduğunu, haddi zatında denetim sonucu vergi kaçırdığı
tespit edilen mükelleflerin de ĠYUK sistemi ve vergi mahkemeleri aracılığıyla haklarında
tesis edilen cezai iĢlemleri değiĢtirdiklerini dile getirmiĢlerdir. Dolayısıyla, mevcut
142
mükelleflerden denetlenemeyenlerin % 95 veya % 97 gibi çok yüksek bir oranla çıkıyor
olmasını kayıt dıĢılığın bir sebebi olarak görmek mümkündür.
Özetle görüĢülen üç grubun Türkiye‟de vergi anlamında gördükleri en önemli
sorunlar;
- vergi dairesi çalıĢanları açısından vergi kaçakçılığı ve bu sebepten ötürü vergi tahsilatının
düĢüklüğü, kayıt dıĢılık, adaletsiz vergi sistemi, vergi oranlarının yüksekliği, vergi
denetiminin düĢük oluĢu ve dolayısıyla vergi ahlakının eksikliği,
- mükellefler açısından kayıt dıĢılık, vergi kaçakçılığı, kamudaki israf, vergi sisteminin
karıĢıklığı ve vergi adaleti,
- ve meslek mensubu denilen muhasebeciler ve mali müĢavirler açısındansa vergi adaleti,
vergi oranlarının yüksek yüksekliği, vergi kaçakçılığı ve vergi sistemi olarak sıralanmıĢtır.
Bu çerçevede, her üç grupta yer alan görüĢmecilerin tümünün de ortak sorunlarının;
vergi adaletinin olmayıĢı, vergi sisteminin karıĢıklığı, vergi kaçakçılığı, kayıt dıĢılık ve
vergi oranlarının yüksekliği Ģeklinde ifade edildiği görülmüĢtür. GörüĢmecilerin sıraladığı
tüm bu sebeplerin vergi verme davranıĢını etkilediği yani vergi ahlakının oluĢmasında
belirleyici olduğu ve birbirleriyle sıkı bir etkileĢim içinde oldukları gözlemlenmiĢtir.
Son olarak; vergi adaletinin iki yönünün bulunduğu görülmüĢtür, ilki vergi
toplarken sağlanması gereken adalet, diğeri ise toplanan vergileri harcarken gösterilmesi
gereken adalet. Vergi toplamada adaletini zedeleyen vergi oranları, muafiyet ve istisnalar,
kayıt dıĢı ekonomi, vergi afları gibi bir takım etkenler olduğu gibi; vergi harcamalarında
yani kamusal harcamalarda da, yolsuzluklar, KĠT‟lere kaynak aktarımı gibi bir takım
etkenlerin olduğu görülmüĢtür. Bu anlamda çift taraflı bir adaletin sağlanmasının hem
vergi dairesi çalıĢanlarının, hem mükelleflerin ve hem de meslek mensuplarının ortak
beklentisi olduğu görülmüĢtür.
143
KAYNAKLAR
Akdoğan, A. (2007). Kamu Maliyesi. Ankara: Gazi Kitabevi.
Akdoğan, A. (2011). Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi. Ankara: Gazi Kitabevi.
Akdağ, M. (1975). Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları. Ankara:
Bilgi Yayınevi.
Aktan, C. C., Dileyici, D., Saraç, Ö. (2002) Vergi, Zulüm ve İsyan. Ankara: Phoenix Bilgi
Yayınevi.
Aktan, C. C. (2006). Vergileme Ekonomisi ve Vergileme Psikolojisi. Ankara: Seçkin
Yayınevi.
Ankara Vergi Dairesi BaĢkanlığı. (2013). Faaliyet Raporu 2012. Ankara: Strateji Grup
Müdürlüğü.
Baloğlu, B., Yılmaz, B.E., ġeker, M. (2010). Sosyolojik Açıdan Türkiye’de Halkın Vergiye
Bakışı. Ġstanbul: Ġstanbul Ticaret Odası Yayın No 2010-61.
Batırel, Ö.F. (1996). Vergi Kaçakçılığı ve Vergiye Gönüllü Uyum. Vergi Dünyası Dergisi,
1(175), 52-55.
Bayraklı, H. H., Saruç, N. T., ve SağbaĢ, Ġ. (2004, Mayıs). Vergi Kaçırmayı Etkileyen
Faktörlerin Belirlenmesi ve Vergi Kaçaklarının Önlenmesi: Anket Çalışmasının
Bulguları. 19. Maliye Sempozyumunda sunuldu, Antalya.
Bilici, N. (2010). Vergi Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Boratav, K. (2004). Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002). Ankara: Ġmge Kitabevi Yayınları.
Candan, T. (2004, Mayıs). Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi, Yargı
Kararları Işığında Vergi Kayıp ve Kaçağının Değerlendirilmesi. 19. Türkiye Maliye
Sempozyumunda sunuldu, Antalya.
Çak, M., ġeker, M. ve Bingöl, Ö. (2010) Türkiye’de Vergi Bilinci: İstanbul Araştırması.
Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 134.
Çiçek, H. (2006). Psikolojik ve Sosyal Yönden Yükümlülerin Vergiye Karşı Tutum ve
Tepkileri (İstanbul İli Anket Çalışması). Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 65.
Çiçek, H., KarakaĢ, M., Yıldız, A. (2008). Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Vergi
Yükümlülerinin Vergiyi Algılama ve Tutum Analizi: Bir Alan Araştırması. Ankara:
T.C. Maliye Bakanlığı Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayın No 2008/381.
Değirmendereli, A. (2009). Vergi Amaç ve Etkilerinin AyrıĢtırılması (Dichtonomie Der
Steuerzwecke) Sorunu. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No 243, 1, 211-227.
144
Dikmen, M. O. (1964). Maliye Dersleri. Ġstanbul: Sermet Matbaası.
Dileyici, D. (2004). Vergilemede Yeni Bir Eğilim: Gelir Vergilerinden Tüketim
Vergilerine, Kamu Maliyesinde Çağdaş Yaklaşımlar. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Doğan, Ġ., ve Cihan, A. (2006). Klasik Osmanlı Toplumsal Yapısı ve Sivil Toplum., M.
Zencirkıran. (Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova
Yayıncılık, 55-80.
Doğan, H. Z. (1987). İnsan Davranışları ve İnsan İlişkileri. Ġzmir: Uğur Ofset Matbaacılık
ve Ticaret.
Dönmez, R. (1992). Teoride ve Uygulamada Vergi Afları. EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi
Yayın No 557.
Durkheim, E. (1992). İntihar (çev. Ö. Ozankaya). Ankara: Ġmge Kitabevi.
Erginay, A. (2003). Kamu Maliyesi. Ankara: SavaĢ Yayınları.
Erkan, H. (2000). Ekonomi Sosyolojisi. Ġzmir: BarıĢ Yayınları Fakülteler Kitabevi.
Ergun, D. (1982). Sosyoloji ve Tarih. Ġstanbul: Der Yayınları.
Erol, A. (2011). Vergi Felsefesi. Ġstanbul: ĠSMMMO Yayınları No 140.
Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı. (2011). 2010 Faaliyet Raporu. Ankara: Strateji GeliĢtirme Daire
BaĢkanlığı Yayın No 132.
Giddens, A. (2000). Elimizden Kaçıp Giden Dünya (çev. O. Akınhay). Ġstanbul: Alfa
Yayınları.
Giddens, A. (2008). Sosyoloji (yayına hazırlayan. C. Güzel). Ġstanbul: Kırmızı Yayınları.
Giray, F. (2001). Maliye Tarihi. Bursa: Ezgi Yayınları.
Gök, A. K. (2007). Vergi Direncinin GeliĢimi. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi.
XXII (1), 143-163.
Güngör, E. (1993). Değerler Psikolojisi. Amsterdam: Hollanda Türk Akademisyenler
Birliği Vakfı Yayınları: 8.
Heper, F. (1981). Toplumsal Yapı ile Vergi Yapıları Arasındaki İlişkiler. EskiĢehir: Ġktisadi
ve Ticari Ġlimler Akademisi Basımevi.
IĢık, A. (2009). Kültür ve Kalkınma: Vergi Kültür Örneği. Ege Akademik Bakış. 9 (2), 851865.
Ġbn-i Haldun. (1988). Mukaddime (çev. S. Uludağ). Ġstanbul: Dergâh Yayınları.
145
Ġnternet: Çelikkaya, A. (Temmuz, 2002). Mükelleflerin Vergiye Gönüllü Uyumunu
Etkileyen Faktörler. e-akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet
Dergisi,
Sayı 5. Web: http://www.e-akademi.org/makaleler/acelikkaya-1.htm
adresinden 10 Temmuz 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Demir, M. (Ağustos, 2009) Vergi Kaçırmayı Etkileyen Faktörler, e-akademi
Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi, Sayı: 90. Web:
http://www.eakademi.org/incele.asp?konu=VERG%DD%20KA%C7IRMAYI%20ETK%DDLEY
EN%20FAKT%D6RLER&kimlik=-406920229&url=makaleler/ mdemir -3.htm
adresinden 24 Temmuz 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Ergün, M. Bilimsel araĢtırma yöntemleri,
nitel araĢtırma, Web:
http://www.egitim.aku.edu.tr/nitelarastirma.ppt#256,1, adresinden 22 Ekim 2013‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Eskicioğlu, O. ÇağdaĢ Vergi Hukukunun Ġslam Hukuku Açısından EleĢtirisi,
Web: www.enfal.de/vergi.pdf adresinden 15 Ekim 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Fox, M. Money Buys Happiness If You Spend on Someone Else, Web:
http://www.reuters.com/article/2008/03/20/us-money-happinessidUSN2042446720080320 adresinden 22 Ekim 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Gelir
Ġdaresi
BaĢkanlığının
Tarihi
GeliĢimi,
Web:
http://www.gib.gov.tr/index.php?id=103 adresinden 11 Aralık 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Güncel
Türkçe
Sözlük,
Türk
Dil
Kurumu,
Web:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.541
1c5477d3e11.32797828 adresinden 21 Ağustos 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Transparency International, Corruption Perceptions Index 2014: Results, Web:
http://www.transparency.org/cpi2014/results adresinden 12 Ocak 2015‟de alınmıĢtır.
Jenks, C. (2012). Temel Sosyolojik Dikotomiler (çeviri editörü. Ġ. Çapçıoğlu). Ankara:
BirleĢik Yayınevi.
Kafesoğlu, Ġ. (1993). Türk Milli Kültürü. Ġstanbul: Boğaziçi Yayınları.
KağıtçıbaĢı, Ç. (1992). İnsan ve İnsanlar. Ġstanbul: Evrim Basım-Yayım-Dağıtım.
Karabulut, T. (2006). Laffer Etkisinin Türkiye Uygulaması (1980-2003). S.Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi. (16), 367-377.
Karasar, N. (2000). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
KıldiĢ, Y. (2007). Türk Vergi Sisteminde Vergiden Kaçınma. Vergi Dünyası. (309), 65-71.
Kızılot, ġ., Çomaklı, ġ. (2004, Mayıs). Vergi Kayıp Kaçakları ve Kayıtdışı Ekonomi İlişkisi
ve Boyutlarının Mevzuat Açısından İncelenmesi. 19. Türkiye Maliye
Sempozyumunda sunuldu, Antalya.
146
Koca, S. (2002a). Büyük Hun Devleti. H. C. Güzel, K. Çiçek ve S. Koca. (Editörler).
Türkler Ansiklopedisi 1. Cilt. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 549-565.
Koca, S. (2002b). Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat. H. C. Güzel, K. Çiçek ve S.
Koca. (Editörler). Türkler Ansiklopedisi 3. Cilt. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s.
15-37.
Kösemihal, N.ġ. (1989). Sosyoloji Tarihi. Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
Kurtkan, A. (1968). Metodolojik Bir Deneme Olarak Mali Sosyoloji. Ġstanbul: Fakülteler
Matbaası.
Küçük, ġ. (2011). Vergi Ahlakı. Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi. (93), 17-22.
Marshall, G. (2009). Sosyoloji Sözlüğü (çev. O. Akınhay ve D. Kömürcü). Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Musgrave, R. (2004). Kamu Maliyesi Teorisi (çev. O. ġener ve Y. Methibay). Ankara: Asil
Yayın Dağıtım.
Reynaud, L. (1966). İktisadi Psikoloji ve Maliye (çev. N. Somel). Ġstanbul: Maliye
Enstitüsü Konferansları Onikinci Seri No: 26.
Mutlu, A. (2009). Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi.
Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayın No 2009/390.
Nadaroğlu, H. (1992). Kamu Maliyesi Teorisi. Ġstanbul: Beta Yayınevi.
Neuman, W. L. (2008). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar (çev.
S. Özge). Ġstanbul: Yayınodası Yayıncılık.
OECD. (2011). Revenue Statistics of OECD Member Countries. Paris.
Outhwaite, W. (Ed). (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü (çev. M. Pekdemir).
Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
Ozankaya, Ö. (1984). Toplumbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara: SavaĢ Yayınları.
Ögel, B. (1979). Türk Kültürünün GeliĢme Çağları. Ankara: Kömen Yayın Dağıtım.
Özpınar, ġ. (2009). Vergi Anomisi. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No 243, I, 267-277.
Özsoy, Ġ. (2009). Ġktisadi Adamdan Toplum Adamına. Bilig-Türk Dünyası Sosyal Bilimler
Dergisi, KıĢ 2009 (48), 177-206.
Özsoy, Ġ., ve Görmez, B. (2008). Toplum Adamı Modelinin Küresel Dayanışmaya
Katkısının İncelenmesi: Türkiye, Gürcistan ve Arnavutluk Örnekleri. 2. Uluslararası
Sosyal Bilimciler Kongresinde sunuldu, Kırgızistan.
147
Radclıffe-Brown, A. R. (2006). Toplumsal Yapı Üzerine (çev. ġ. BaĢtürk), M. Zencirkıran.
(Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık,
17-32.
Richardson, G. (2006). Determinants of Tax Evasion: A Cross-Country Investigation,
Journal of International Accounting, Auditing and Taxation, Vol. 15, 150-169.
Rousseau, J. J. (2006). Toplum Sözleşmesi (çev: V. Günyol). Ġstanbul: Türkiye iĢ Bankası
Yayınları.
Saruç, N. T. (2003). Vergi Ödemeyi Etkileyen Faktörler: Anket AraĢtırmalarının
Sonuçları. Vergi Sorunları Dergisi, (178), 152-165.
Serim, N. (2009). Vergi Ahlakını Biçimlendiren Faktörlerin Mükellef DavranıĢları Üzerine
Etkisi. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan. Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları No 243, I, 155-177.
Seyidoğlu, H. (1992). Ekonomik Terimler: Ansiklopedik Sözlük. Ankara: Güzem Yayınları.
Sezgin, S., Çoban, H. (2004, Mayıs) Vergi Mükelleflerinin Davranışları Üzerine Ampirik
Bir İnceleme: Denizli Örneği. 19. Türkiye Maliye Sempozyumunda sunuldu,
Antalya.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler (yayına hazırlayan. Ü. Tatlıcan ve G.
Demiriz). Ġstanbul: Sentez Yayıncılık.
Suadiye, G., Yükselen, C. (2001). Mükelleflerin ve Muhasebecilerin Birbirlerinden
Beklentileri: Hatay Ġlinde Bir AraĢtırma. Mali Çözüm İstanbul SMMMO Yayın
Organı. (56), 15-26.
ġehitoğlu, O. F. (2015, Mayıs). Vergi Ahlakı ve Anomik Davranışlar. 30. Türkiye Maliye
Sempozyumunda sunuldu, Antalya.
ġeker Demir, S. (2011). Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi ve Endeks Sıralamasının
Analizi. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayınları No 2828.
ġener, O. (1996). Kamu Ekonomisi. Ġstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.ġ.
ġenyüz, D. (2007). Hukuk Devleti ve Türk Vergi Hukuku, Prof. Dr. Adnan TEZEL’in
Anısına, Ġstanbul: Galatasaray Üniversitesi Vergi Hukuku Merkezi.
ġimĢek, H., Yıldırım, A. (2003). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
Tabakoğlu, A. (2006). Osmanlı Ġçtimai Yapısının Ana Hatları., M. Zencirkıran. (Editör).
Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık, 33-54.
Talas, C. (1980). Ekonomik Sistemler. Ankara: Sevinç Matbaası.
148
Tataroğlu, M. (2006). Cumhuriyetten Günümüze Türk Bürokrasisi., M. Zencirkıran.
(Editör). Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Nova Yayıncılık,
281-308.
Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazarları. Ġstanbul: Sentez Yayıncılık.
TĠSK. (Aralık, 2007). XXIII. Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara: Ajans-Türk Basın ve
Basım A.ġ., 116.
Tolan, B. (1991). Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayıncılık.
Türk, Ġ. (2002) Kamu Maliyesi. Ankara: Turhan Kitabevi.
Türkdoğan, O. (2008). Osmanlıdan Günümüze Türk Toplumsal Yapısı. Ġstanbul: TimaĢ
Yayınları.
Uluatam, Ö. (1995). Vergi Hukukunun Genel Esasları ve Vergiler. Ankara: Seçkin
Yayınevi.
Ülgener, F. S. (1941). Ġktisadi Hayatta Zihniyetin Rolü ve Tezahürleri. İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası. 2(3-4), 368-379.
Wallace, R. A., Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları (çev. L. Elburuz ve M. R.
Ayas). Ġzmir: Punto Yayıncılık.
Yılmaz, B.E. ve ġeker, M. (2007) Vergiye Karşı Tepkiler: Mükellef Davranışları (İstanbul
Örneği). Ġstanbul: ĠSMMMO Yayın No: 86.
149
EKLER
150
EK-1. GörüĢme formu
GÖRÜġME FORMU
Sayın GörüĢmeci,
Bu görüĢme, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencisi O. Fatih ġEHĠTOĞLU tarafından hazırlanmıĢtır. GörüĢmenin konusu
özetle, vergiyi algılama ve vergi verme davranıĢı üzerine yapılan bir araĢtırma ile
ilgilidir. Bu görüĢmede elde edilen veriler “Türkiye’de Toplumsal Boyutuyla BireyToplum-Devlet İlişkileri Kapsamında Vergi (Ankara Örneği)” adlı Yüksek Lisans tezinde
değerlendirilmeye alınacak ve sadece bilimsel amaçlı kullanılacaktır. Dolayısıyla soruları
içtenlikle cevaplamanızı diler, gösterdiğiniz anlayıĢtan dolayı Ģimdiden teĢekkür ederim.
GörüĢmeci Bilgileri:
Ad Soyad: …………………………..
Cinsiyet: …..….…………………………
YaĢ: ….……….…………………………
Medeni Durum: ………………………..
Eğitim Durumu: ...………………...
Meslek: …..……………………………..
ÇalıĢılan Yer (Özel/Kamu): ……………..
Ne Tür Bir Vergi Mükellefi (Basit Usul/Gerçek Usul/Ücretli/Serbest Meslek):
………………….
Kaç Yıldır Bu ĠĢi Yapıyor: ……………
151
SORULAR:
1) Sizin için vergi ne ifade etmektedir? Neden vergi ödenir?
2) Vergi ahlakı ne demektir? Açıklar mısınız?
3) Vergi rekortmenleri bildiğiniz gibi her sene açıklanıyor. Bu konuda ne
düĢünüyorsunuz?
4) Türkiye‟deki vergi sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
5) Sizce vergi kanunları yeterince açık mıdır?
6) Vergilerin doğru yere harcandığına inanıyor musunuz?
7) Vergi affını nasıl değerlendiriyorsunuz?
8) Kayıt dıĢılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
9) Son olarak sizce vergi anlamında Türkiye‟nin en önemli sorunu nedir?
-
BĠTTĠ -
152
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler
Soyadı, adı
: ġEHĠTOĞLU, O. Fatih
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 04.03.1975, EskiĢehir
Medeni hali
: Evli
Telefon
: 312 - 415 36 70
Faks
:
e-mail
: [email protected]
Eğitim
Derece
Eğitim Birimi
Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans
Sosyoloji
06.04.2015
Lisans
Gazi Ü. ĠĠBF ÇEKO
2003
Lise
EskiĢehir Atatürk Lisesi
1993
ĠĢ Deneyimi
Yıl
Yer
Görev
2004-2008
Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı
Devlet Gelir Uzmanı
2008
Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı
Vergi Hukuku DanıĢmanı
2009-2014
Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı
Eğitim ve Sınav Müdürü
2014-
Maliye Bak. Gelir Ġdaresi BaĢkanlığı
Devlet Gelir Uzmanı
Yabancı Dil
Ġngilizce
Yayınlar
Hobiler
Seyahat, okumak, müzik
153
154
GAZİ GELECEKTİR...
Download