kaynak: https://wall.alphacoders.com/big.php?i=542019 Yıldızlara Doğru Bilinmeyeni keşfetmek ve sınırlarını zorlama isteği insanı her alanda etkilemiştir. Bana sorarsanız tarih sahnesinde bulunduğumuz noktaya gelmemizi bu duyguya borçluyuz. İnsanoğlunun içinde bulunan bu merak duygusu ve keşfetme isteği ilerlememizi ve gelişmemizi sağlamıştır. Yeni kıtalar, madenler, bitki ve hayvan türleri keşfedip, etrafımızdaki çeşitli kaynakları sömürerek bugünkü modern dünyayı oluşturduk. Ancak bunları gerçekleştirirken gezegenimizin dengesini bozmaya başladık. Bunun yanı sıra binlerce yıl boyunca kendi aramızda anlamsız ve büyük kayıplar verdiğimiz savaşlar yaşadık. Bu kadar kısa sürede doğada yaşanan yıkımı ve insanların umursamaz tavırlarını düşünürseniz gelecekte bizleri neler beklediğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Bu merak duygusu ve keşfetme isteği bugün olduğumuz yere ulaşmamızı sağlayan şeydi. Peki ya zamanı geldiğinde, gittikçe yaşanılmaz bir yer haline gelen gezegenimizden ayrılıp insanlığın soyunu devam ettirebileceği yeni bir dünya keşfedebilecek miyiz? İnsan ırkının soyunun devamı için sınırlarımızı hiç olmadığı kadar zorlayabilecek miyiz? Yıldızlararası işte tam da bu konuya değiniyor. Filmin anlatmak istediği konu aslında daha karmaşık ancak beni etkilediği kısım gelecek tasviri oldu. Dünyanın iklimi tamamen değişmiş, her tarafta oluşan kum fırtınaları bitkilerin yetişmesini engelliyor ve bu fırtınalar yüzünden gezegende mısırdan başka hiçbir şey üretilemiyor. Dünya çapında bir kıtlık yaşanıyor. Oluşan bu kaynak yetersizliği yüzünden bombalarla nüfusu bile azaltmaya çalışıyorlar. Günümüz dünyasının gidişatına bakarsanız aslında hiçbir fark yok. Resmen geleceğimizden bir kesit gibi… Filmin yapımcısı dünyanın neden bu hale gelmiş olduğunu açıklamamış olmasına rağmen bunun insanlığın suçlu olduğu anlaşılıyor. Peki ya insanlar ne yapıyor? Tabi ki de kanser gibi yayılacağı farklı bir gezegen aramaya başlıyor. Uzaya fırlatılacak gemiye farklı canlılardan alınmış DNA örnekleri, bitki tohumları ve insanlığın devamını sağlayacak olan embriyolar konuluyor. Sınırlı kaynak ve zaman olduğu için amaç sadece insanlığın başka bir yerde tekrardan hayata başlayabilmesi. Dünyada kalan herkes açıkçası ölüme terk ediliyor. Tabi ki bunlar gizli bir politika ile yürütülüyor. Astronotlarımız ise dönüşü olmayan yolculuklarına başlıyorlar. İnsanlık için son umut onlar… Biraz düşündüğünüz zaman dünyanın yaşanamayacak hale geldiği, bu filmdekine benzer bir geleceğe çok uzak olmadığımızı rahatça anlayabilirsiniz. Dünyamızın kaynaklarını bu hızda tüketmeye devam edersek bizim yaşam dilimimizde bu tarz olayları görmemiz bence mümkün. Bu tüketim çılgınlığının ve kaynak israfının biteceğini düşünmüyorum. Böyle bir durumda bana sorarsanız galip doğa olacak. Ona ne kadar zarar verirsek verelim o bir şekilde toparlanır, iyileşir, olansa bize olur. Peki gezegenimiz yaşanamayacak duruma geldiğinde biz ne yapabiliriz? Ele geçirmek için başka bir gezegen bulsak bile oraya gerçekten de ulaşabilir miyiz? Ne kadar sürede ulaşabiliriz? Ulaşsak bile her şeye en baştan nasıl başlayacağız? Ben insanların bu kadar olumsuzluğa rağmen eğer bir gün böyle bir durum yaşanırsa hayata tutunabileceğini düşünüyorum. Sonuçta hayatta kalma içgüdüsü insana her şeyi yaptırabilir. Yine de böyle bir olay yaşanması yerine insanlığın ele ele verip evreni keşfetmesini, doğaya hak ettiği saygıyı gösterdiğini görmek isterdim. Tabi bu dediklerim sadece bir ütopya. Şu anki düzen çok büyük bir sorun olmadıkça devam edecek, insanlar çıkarları için dünyaya zarar vermeye, evine ihanet etmeye devam edecek. Şu sonsuzluğun içinde o kadar gereksiz şeylerle uğraşıyoruz ki. Keşke bunu anlayabilsek. Yine de her şeye rağmen umudumuzu kaybetmemek lazım. Filmde de söylendiği gibi “ Bir yolunu buluruz. Her zaman bulduk…” Aykut Demir