Rıdvan YEŞİLOĞLU Mevsimler Ağacı İnsanları Doğada görülen

advertisement
Rıdvan YEŞİLOĞLU
Mevsimler Ağacı İnsanları
Doğada görülen değişimler içinde en çok garipsediğim değişimlerden biri ağaçların
yaşadığıdır. Zira –normal gibi görülüyor ama– ışık ve su gibi olumlu dış etkenler bolken
etrafın havasını tazeleyen o yemyeşil yaprakları, bir fabrika gibi ürettiği lezzetli meyveleri ve
serinletici gölgeleriyle hayatın kaynağı gibi görünen o güzelim ağaçların o etkenler ortadan
kalkınca yaprakları sararmış ve kupkuru, meyveleri ve gölgeleri ise büsbütün ortadan kalkmış
tahta misali yapılara dönmesi bence şaşırtıcı bir olaydır.
“Four Seasons Tree” (Dört Mevsim Ağacı) adlı tabloda da Colette Kampa, bu
şaşırtıcılığı en çıplak hâliyle, biri capcanlı diğeri kupkuru iki ağacı yan yana çizerek
göstermiş. Tabloda bu zıtlık o kadar ön plana çıkıyor ki tabloyu görür görmez dikkatimizi o
çekiyor. Peki buna şaşırıyoruz da kendimize niye şaşırmıyoruz? Zira bana sorarsanız
dünyalarımız bu iki ağacın durumundan fardjxzcksız hâle geldi.
İnsan, esasen bu tablodaki gibi iki yapışık ağaçtan oluşuyor. Bir “iç”i, bir de “dış”ı
var. Yani kemik, et ve kandan oluşan benliği ve dışarıya gösterdiği fiillerinin yanında bir
yerlerinde taşıdığı heyecanları, korkuları, sevgileri, özlemleri, yani koca bir duygu ekosistemi
var. Burada esas olan ise birbirinden bağımsız bu iki cephenin birbiriyle uyum içinde olması.
Gelgelelim biz bu iki varlığımızı o kadar farklılaştırdık ki bence tam bu ağaçlar gibi oldular.
Bir başka deyişle içlerimiz ve dışlarımızı o kadar ayırdık ki ortaya bu ağaçlar kadar absürt bir
samimiyetsizlik görüntüsü çıktı.
Popüler sosyal medya ağlarından herhangi birine girip şöyle bir baktığınızda gerçekte
basbayağı mutsuz olmasına karşın paylaşımında tam bir “mutluluk ponçiği” pozu veren,
yeğeninin düğününde kansere çare bulunmuşçasına umarsızca halay çeken kendisi değilmiş
gibi varlık felsefesinin derinliklerinden ünlü düşünür sözü paylaşan, kuru fasulyenin sonunda
ekmekle afiyetle yiyebileceği suyu kalsın diye “Az su, çok fasulye!” ilkesiyle kaşıklama
peşinde koşan adam başkasıymış gibi naif şiirler paylaşan bolca insan görüyorsunuz. İnsanlar
içlerinde o mecralarda paylaştıkları duygu ve düşünceleri hiçbir şekilde taşımamalarına
rağmen dışarıdan öyle gözükmek uğruna adeta bir görev disipliniyle çabalıyorlar. İşin acı
tarafı, bu samimiyet eksikliği gerçek hayatta da, yani çarşıda, pazarda, okulda, iş yerinde de
durmuyor; insanlar değme tiyatroculara taş çıkartacak bir disiplinle içlerinde olmayan bir
yığın fikriyatı ve hissiyatı dışarıya sunmaya çalışarak görünmek istedikleri insanı oynuyorlar.
Peki sonunda ne oluyor? Sonunda akordu bozuk saz oluyor. Nasıl akordu olmayan,
yani tellerinden çıkan sesleri birbiriyle uyumlu olmayan saz çalınmaya başlandığında daha ilk
notadan belli oluyorsa içiyle dışı uyumlu olmayan, yani içinde bulundurmadığı bir şeyleri dış
dünyasında sergilemeye çalışan insan da hemen belli oluyor. Öyle ki samimiyetsiz söylenen
bir cümleyi geçin, bir kelime hatta bazen bir hece bile sırıtıyor. Zira yemeğe tadını nasıl tuz
veriyorsa içinde insanın bulunduğu her aktiviteye de tadını samimiyet veriyor. Arkadaşlık
adamakıllı samimiyetle kuruluyor, sevgi samimiyetle güçleniyor, güven samimiyetle
kazanılıyor. Burada “İnsanlar samimiyetsizliği belki de ilişkilerinin kopmaması için seçmek
zorunda kalıyorlardır.” denilebilir; ama bir tarafta samimiyetsizlik ve nezaket ile diğer tarafta
samimiyet ve nezaketsizlik arasında kalmış bir ilişkinin devam ettirilmesi ne derece sağlıklı
olabilir ki? Hem samimiyetsizlik bence bir nevi yalan söylemektir; hatta bir nevi değil,
büsbütün yalan söylemektir. Zira samimiyetsizlik bizatihi insanın kendisini olduğundan farklı
bir biçimde tanıtması ya da hissetmediği şeyleri söylemesidir ki bunlar da –kabul edelim–
yalandır. E yalan haklı olarak bu kadar tu kaka görülürken onun halis muhlis bir çeşidi olan
samimiyetsizliğin siyaset icabı olarak değerlendirilmesi ne kadar doğru olabilir ki?
Sözün özü, teknolojinin gelişimiyle durmadan her bir şeyin moderninin çıktığı
çağımızda –hayırlı olsun– insanın da moderni çıktı. Her konuda ilerledik de samimiyette
geriledik. O eski samimi insanlar trenlerine mi binip gittiler bilmiyorum ama onların yerine
artık en mutsuz gününde bile sosyal medyadan mutluluktan uçma pozu atmayı ihmal etmeyen,
ağzından çıkanları yüreğinde hissetmeyen, bir yığın arkadaşı olup hiçbir arkadaşı olmayan
"mevsimler ağacı insanları” geldi. Üstelik samimiyetsizliklerinin “Four Seasons Tree”ye
bakıldığında dikkati hemencecik zıt ağaçların çekmesi gibi, akordu bozuk bağlamanın kendini
daha türkünün başında belli etmesi gibi apaçık ortada olduğunun da farkında değiller. Çözüm
ise bence en başta söylediğim ağaçların ışık ve su gibi dış etkenlerle değiştiği gerçeğini
bilmekten, yani hem iç ağacımızı hem de dış ağacımızı onlara bakarak değiştirmenin bizim
elimizde olduğunu bilmekten geçiyor. Bunu bilmeli ve kendi kendine bir akort yapmalı insan.
Ya içi dışa eşitlemeli ya da dışı içe…
Kaynakça:
Colette Kampa. Four Seasons Tree. Yağlı Boya.
Download