osmanlı diplomasisi

advertisement
OSMANLI
DİPLOMASİSİ
TAR301U
KISA ÖZET
DİKKAT…Buarada ilk 4 sahife gösterilmektedir.
Özetin tamamı için sipariş veriniz…
www.kolayaof.com
1
1.ÜNİTE Diplomasi Tarihi ve Geçirdiği Dönemler
Günümüzdeki genel anlamıyla “devletlerarasındaki ilişkilerin yürütülmesi” olan diplomasi, tarihî süreçte yaşanan siyasî, iktisadî ve sosyal gelişmelere paralel olarak belli bir değişim
ve dönüşüm geçirerek bugünkü şeklini almıştır. İnsanlık tarihinin en eski dönemlerine kadar
giden diplomasinin geçirdiği bu evrimleşme sürecine ve aşamalara geçmeden önce, kavram
analizi yaparak diplomasinin ne olduğunu tespit etmek gerekir. Zira diplomasi kelimesi etimolojik anlamından bugünkü muhtevayı kazanmasına kadar geçen süreçte farklılıklar arz etmiştir.
DİPLOMASİ KAVRAMI
Diplomasi kavramının kökeni Grekçedir. Grekçedeki “di-plomadan türetilen diplomasi,
asıl olarak “ikiye katlanmış” anlamına gelmektedir. Fakat diploma, daha sonraları “el yazısıyla
yazılmış ve ikiye katlanmış kâğıt, belge” mânâsında kullanılmaya başlanmıştır. Diplomasinin
kazanmış olduğu bu anlam konumuz açısından önemlidir. Bilindiği üzere taraflar arasındaki
diplomatik faaliyetlerin nihaî sonucu olarak bir anlaşma yapılır, bu metin hâline getirilir ve
üzeri imzalanırdı.
Diplomasi, uluslararası siyasetin “resmî yollarla uygulamaya aktarılması sürecine” denir.
GEÇİCİ/TEK YANLI DİPLOMASİ
Tarihî süreçteki bilinen belli başlı bölgeler ve milletlerdeki Geçici/Tek Yanlı Diplomasinin uygulanmasıyla örnekler ilgili çalışmalarda zikredilmektedir. Fakat bunlar öyle homojen
bilgiler olmayıp, çok dağınık ve karmaşık olarak geçmektedir. Ayrıca ilgili bilgiler genel olarak
Avrupa ile Ortadoğu coğrafyasında yoğunlaşmaktadır. Mevcut bilgileri daha sistematik ve anlaşılır bir şekilde ele almaya gayret etmekle birlikte, ilgili kaynaklarda geçmeyen diğer bölgelerdeki diplomasi örneklerine de yer verilmektedir.
Diplomasi tarihinin birinci dönemi, “Geçici/Tek Yanlı Diplomasi” olarak adlandırılmaktadır. Yukarıdaki satırlarda da izah edildiği gibi, tarihin en eski dönemlerinde başlayarak ve
takriben XV. yüzyıla kadar devam eden süreçte icra edilen Geçici/Tek Yanlı Diplomasiye aynı
zamanda Latince karşılığı olan “Ad Hoc Diplomasi” de denmektedir. Türkçe karşılığı “bunun
için ve bu amaçla” anlamlarına gelen Ad Hoc, “sürekli olmayıp, sadece belirli bir görevin” yerine getirilmesini ifade eden diplomasi olarak kavramsallaştırılmıştır.
Kadim Doğu’da Diplomasi
Bu genel bilgilerin dışında diplomasi tarihi hakkında en eski belge yine bu bölgeden
çıkmıştır. Hititler (MÖ. 1650-MÖ. 1180) ve kadim Mısırlılar (MÖ. 3000-MÖ.670) arasında MÖ.
1285 yılında cereyan eden Kadeş Savaşı’nı sona erdiren “Kadeş Antlaşması”, diplomasi tarihinin bugün bilinen ilk vesikası olma özelliğine sahiptir. MÖ. 1278 yılında imzalanan ve orijinali
Akadca olan bu antlaşmanın kil tablete basılmış bir kopyası Hitit İmparatorluğu’nun başşehri
Hattuşa’da 1906 yılında bulunmuştur.
Diplomasi tarihinin bilinen ilk antlaşması, Hititliler ve Mısırlılar arasında MÖ. 1285 yılında imzalanan Kadeş Antlaşması’dır. Yine bu dönemlerde bölge devletleri arasında mektuplaşmaların vuku’ bulduğu da bilinmektedir. Siyasî özellikler taşıyan bu mektuplara “Amarna”
denilmektedir.
Roma İmparatorluğu’nda Diplomasi
İnsanlık tarihinin en önemli ve etkili imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu’nda da (MÖ. 750 - MS. 476) diplomasinin var olduğu; fakat Roma’daki diplomasinin, Greklerdeki kadar ilerlemediği bilinmektedir. İlk etapta tezatmış gibi görünen bu tespitin izahı oldukça dikkat çekicidir. Bu durum, ilgili kaynaklarda Roma’nın devlet yapısıyla alakalı şu üç nedenle izah edilmektedir.
2
Birincisi; Roma İmparatorluğu’nun çok kuvvetli ve dinamik bir askerî güce sahip olması;
buna dayanarak fetihçi bir siyaset takip etmesi ve bunu başta komşuları olmak üzere diğer
devletlere kabul ettirmesiydi. Roma’nın hâkimiyetini doğrudan askerî yolla sağlamasından ve
komşularıyla olan meselelerini yine bu şekilde çözmesinden dolayı; daha da önemlisi, bu üstün
askerî gücünden dolayı çevresindeki devletleri kendisiyle eşit görmediği için diplomasiye ihtiyaç duymamıştır.
Roma’da diplomasinin gelişmemesindeki ikinci neden, imparatorluğa hâkim olan iktisadî yapısıyla alakalıdır. Son neden ise, Roma İmparatorluğu’nun geniş bir coğrafyada hâkim
güç olarak kendi dilini ve kültürünü dayatmasıydı. Bu dayatma diğer toplumların ister istemez
Roma’nın birer uydusu hâline getirmiştir.
“Fetialis Kurulu”, diplomatik görüşmeler neticesinde imzalanan antlaşmaların saklanması, protokol sorunlarının çözüme ulaştırılması ile savaşın ilan edilmesi ve barışın yapılması
gibi belli işlerle uğraşmak için Roma’da ilk olarak kurulmuştur.
Çin’de Diplomasi
Medeniyet tarihinde eski ve önemli bir yere sahip olan Çin’in diplomasi tarihi ve geleneği de, buna paralel olarak oldukça eskidir. Takip edilebildiği kadarıyla Çin diplomasisinin
oluşması ve gelişmesi, Grek ve Roma diplomasilerine bir hayli benzemektedir. Özellikle de MÖ.
VIII. ve MÖ. V. yüzyıllar arasındaki Çin diplomasi geleneği, eski Grek diplomasi pratiği ile benzer
özellikler taşımaktadır. Çin diplomasisinde kurum olarak dikkatleri çeken “Resepsiyon Bölümüdür. Bu kurum, dışarıdan gelen elçi heyetlerin kabul edilmesi, hediyelerin ve vergilerin verilmesi, bunların Çin’e geliş gidişlerinin nasıl olması gerektiğine dair ayrıntılar gibi hususlarla
ilgilenirdi.
“Kotow”, yabancı elçilerin Çin İmparatoru’nun huzuruna çıktıklarında giydikleri ve imparatorunun kendisine gelenleri aşağılaması anlamına gelen bir tür kıyafet.
İran’da Diplomasi
Kadim tarihe ve geleneğe sahip olan İran’da diplomasi, coğrafyasının şartlarına göre
oldukça önemli bir araç olarak buraya hâkim olan devletler tarafından kullanılmıştır. Nitekim
İran’ın, Avrupa ile Asya arasında bir köprü ve Anadolu’nun tabiî bir uzantısı olan kadim kavimler göçünün cereyan ettiği bir koridor olması hasebiyle, sürekli olarak mücadele alanı olmuştur. Ayrıca kadim İpek Yolu’nun en önemli noktalarına da sahip olması aktif diplomasi için
önemli bir neden teşkil etmiştir.
MÖ. VI. yüzyılda Pers İmparatorluğu ile başlayıp Safevî ve ardılı devletlere (1501-1925)
kadar bölgede kurulan bütün devletler, diplomasiyi önemli bir devlet geleneği olarak uygulanmıştır.
Eski Türklerde Diplomasi
Türklerin Müslüman olmasından önceki devletlerinde geçici diplomasi tıpkı diğer, kadim toplumlar gibi fazlasıyla icra edilmekteydi. Hatta diplomatik faaliyetleri yürüten dış işleri
dairesinden dahi bahsedilmektedir. Göktürklerde (552-744) ve Uygurlarda (742-840) diplomatik temaslar, “bitikçi”, “ılımgacı” ve “tamgacı” diye adlandırılan görevliler tarafından yürütülürdü. Göktürkler bulundukları konum itibarıyla Sasaniler ve Bizanslılarla, karşılıklı olarak gönderdikleri elçilerle diplomatik temaslar yapmaktaydılar.
Müslümanlarda Diplomasi
Tıpkı diğer kadim devletlerde olduğu gibi, farklı tarihlerde tarih sahnesine çıkan İslâm
devletlerinde de aynı şekilde gelişmiş bir diplomatik gelenek vardı. Bunun nedenleri üç maddeyle izah edilmektedir: Öncelikle teorik bağlamda Kur’ân-ı Kerim’in barışı teşvik etmesi
3
önemli bir nedendir. İkinci olarak, yine Kur’ân-ı Kerim’in diğer toplumlarla ilişkileri geliştirmekle alakalı bazı ayetleri içermesi bu bağlamda etkili olmuştur. İslâm öncesinde Araplarda
da, özellikle de Mekke’de gelişmiş bir diplomasi geleneğinin bulunması da, üçüncü nedendir.
İslâm tarihindeki ilk diplomatik faaliyetleri bizzat Hz. Muhammed tarafından gerçekleştirilmiştir. Hz. Muhammed, 622 yılında Medineli Müşrikler, Yahudiler ve Müslümanlar arasında
yaptığı antlaşma bu bağlamda zikredilecek en önemli ilk örnektir. Medine Vesikası denen bu
antlaşmayla, eskiden beri aralarında çatışma bulunan toplumlar barıştırılmış ve yeni bir toplumsal düzen inşa edilmiştir. Yine Hz. Muhammed, 628 yılında Medine toplumu adına
Mekke’deki Kureyş yönetimi adına Süheyl bin Amr’la bizzat müzâkere yaparak neticesinde ilk
antlaşma olan Hudeybiye Antlaşması’nı imzalamıştır.
İslâm tarihinin henüz daha ilk yıllarında başlayan bu diplomatik pratikler, daha sonraki
dönemlerde de gelişerek devam etmiştir. Dört Halife Dönemi diye adlandırılan Hz. Ebubekir
(632-634), Hz. Ömer (634-644), Hz. Osman (644-656) ve Hz. Ali (656-661) dönemlerinde aynı
şekilde İslâm’a davet ve barış antlaşmaları yapmak üzere elçiler görevlendirilmiştir.
Selçuklularda Diplomasi
En önemli ve etkili Müslüman Türk devletlerinden birini çok geniş bir coğrafyada kuran
Selçuklular (1040-1308), diplomasiyi etkin bir şekilde kullanmışlardır. Bu bağlamda gerek İslâm
öncesi Türk diplomasi geleneği ve gerekse İslâm diplomasi geleneği önemli bir alt yapı sağlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti, başta Abbasî Devleti olmak üzere Bizans İmparatorluğu ile diplomatik temaslara sahipti. Elçilerin özellikleri ve görevleri hakkında Selçuklu vezirlerinden
Nizâmülmülk meşhur eseri “Siyâsetnâme” de önemli tespitlerde bulunmaktadır.
SÜREKLİ DİPLOMASİ
Diplomasi tarihinin ikinci dönemi “Sürekli Diplomasidir. Sürekli Diplomasi, devletlerarasındaki diplomatik temasların yürütülmesi veya duruma göre sorunların yurt dışında sürekli
olarak istihdam edilen elçiler tarafından halledilmesine matuf faaliyetler olarak ifade edilebilir.
Sürekli Diplomasi, takribi olarak XV. yüzyılda bugünkü İtalya üzerinde bulunan
Venedik ve Ceneviz gibi şehir devletleri tarafından uygulanmaya başlanmış ve XIX. yüzyıldan
itibaren de kademeli olarak bütün devletlere yayılmıştır.
Sürekli diplomasiye geçişin en önemli göstergesi olan daimi temsilci bulundurmaya
başlanmasının ilk örneklerine İtalyan şehir devletlerinde rastlanmaktadır. Nitekim bunlar henüz daha XI. yüzyıldan itibaren Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da ve İstanbul’da “potestas” ve “bailo” denen konsoloslukları açmaya başlamışlardı. Asıl itibarıyla ticarî işlev gören bailo, bugünkü
anlamda konsolosluktur. Bu diplomasi tarihi açısından oldukça önemli bir yeniliktir.
XIX. yüzyıl diplomasi tarihi açısından bambaşka bir yere sahiptir. Bu yüzyıl, diplomasinin
“altın çağı” olarak adlandırılmıştır. Sürekli Diplomasinin doğduğu ve geliştiği Avrupa, Birinci
Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Avrupa diplomasinin merkezi olarak kalmıştır.
SÜREKLİ DİPLOMASİ’DEKİ YENİLİKLER
Sürekli diplomasiye geçişle birlikte diplomasi alanında önemli yenilikler yaşanmıştır.
Bunlardan en önemli protokol uygulaması olmuştur. Devamında ise yeni diplomasi türleri ortaya çıkmıştır.
Protokol Uygulaması
Sürekli diplomasiye geçişle birlikte protokol uygulaması da başlamıştır. Belli merkezlerde bulunan daimî elçilerin sayısının artması böylesi bir ihtiyacın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Daha önceki dönemlerde böylesi protokol sorunlarıyla pek karşılaşılmamıştır.
Zira Katolik Kilisesi’nin hâkim olduğu yüzyıllarda haneden mensuplarının sıralamasını kendisi
yapmaktaydı. Fakat kilisenin kuvvet ve kudretinin azalmaya başlamışsa birlikte kimin önde
4
olacağı ve dolayısıyla diplomatik sıralamanın nasıl olacağı, tartışma konusu olmuştur. Bu tartışma 1815 Viyana Kongresi’ne kadar sürmüştür. Bu kongrede ilgili devletlerin diplomatik temsilcilerinin sınıf ve dereceleri belirlenmiştir. Viyana Kongresi’nde kabul edilen tüzüğe göre diplomatik temsilciler üçe ayrılmıştır:
1. Hükümdarlar yanına gönderilen Büyükelçiler ve Papa’nın elçisi “Legalar”
2. Hükümdarlar yanına gönderilen Ortaelçiler ve diğer temsilciler
3. Dışişleri Bakanları yanına gönderilen Maslahatgüzârlar Ardından imzalanan 1818 “Aix-La
Chappelle Protokolü”, bu diplomatik temsilcileri şu şekilde belirlemiş ve dördüncü bir sınıfı
daha eklemiştir:
1. Büyükelçiler ve Legalar
2. Ortaelçiler 3. Mukimelçiler
4. Maslahatgüzârlar
Zirve Diplomasisi
Devletlerarasındaki ilişkilerin elçilerin yanı sıra, duruma göre bunların doğrudan ilgili
devletlerdeki “en üst seviyedeki karar alıcıları” olan hükümdarlar veya devlet başkanları tarafından yürütülmesine “zirve diplomasisi” denmektedir. Özellikle de XIX ve XX. yüzyılda sıkça
müracaat edilen bu tarz diplomaside ilgili hükümdarlar, asıl amaçlarını gizleyerek daha ziyade
turistik gezi kapsamında yabancı devletleri ziyaret etmektedirler.
Çok Taraşı Diplomasi
Aralarındaki bir sorunu çözmek için bütün tarafların bir araya gelmesiyle yapılan diplomasiye, “Çok Taraşı Diplomasi” denmektedir. 1618-1648 Otuz Yıl Savaşları’nı bitiren 1648
Westphalia Antlaşması’yla ilk defa uygulanan bu diplomasinin temel özelliği, Avrupa’da bulunan Protestan ve Katolik bütün devletlerin hemen hemen hepsinin katılmasıyla gerçekleştirilmesi ve Avrupa’nın temel meselelerinin ele alınarak halledilmesidir. Katolik temsilcilerin
Münster, Protestanlar ise Osnabrück şehrinde toplandığı taraflar, Otuz Yıl Savaşları’nın sonunda imzalanan barış antlaşmasını belirlemişlerdir. Bu tür diplomasiye verilecek ikinci örnek
Osmanlı Devleti’nin de katıldığı Karlofça Kongresi’dir.
Çok Taraşı Diplomasi, daha sonraki yüzyıllarda daha ziyade savaşlar sonrasında yapılan
barış görüşmelerinde uygulanmıştır. 1789 Fransız İhtilali’nin neden olduğu kargaşanın ve Napolyon Savaşları’nın (1796-1814) sonuçlarının izale edilmesi için toplanan 1815 Viyana Kongresi, Çok Taraşı Diplomasi de önemli bir yere sahiptir.
Konferans Diplomasisi
Avrupalı devletlerarasındaki bir takım sorunların toplantılar yoluyla çözülmesine, “Konferans Diplomasisi” denmektedir. Bu tür diplomasi daha ziyade 1815 Viyana Kongresi sonrasındaki süreçte uygulanmaya başlanmıştır. Avusturya Başbakanı Klemens von Meternich’in
(1773-1859), Fransa’ya karşı Avrupa’daki yerleşik düzeni kurtarma amacıyla diğer devletlerin
hükümdarlarıyla ortak hareket etmesiyle ortaya çıkan bir diplomasi türüdür.
Parlamenter Diplomasisi
Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulmasının ardından oluşan yeni “örgütlü sistem” çerçevesinde, milletlerarası sorunların bazı uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla görüşülmesine
“Parlamenter Diplomasi” denir. Özellikle de İkinci Dünya Savaşı’nın (1939-1945) ardından ortaya çıkan BM’ye bağlı kuruluşlar ile Avrupa Birliği gibi teşkilatların ilgili kuruluşları bu diplomaside etkin olmaktadırlar.
2.ÜNİTE Osmanlı Hariciye Teşkilatı
KLASİK OSMANLI HARİCİYE BÜROKRASİSİ
Osmanlı Devleti’nin dış politika yapılanması Büyük Selçuklu, İlhanlı ve Memluklular gibi
büyük devletler ile Anadolu’da kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devleti ve onun yerine kurulmuş olan diğer beyliklerin etkisinde gelişmiştir. Bunun yanında bir uç beyliği olarak diplomatik
ve ticari ilişkiler içinde olduğu Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin de dış politika yapılanmasında
5
etkin olduğu görülmektedir. Beylik yönetiminden devlet yönetimine geçtikten sonra Osmanlılar Fransa, Avusturya (Alman İmparatorluğu), İngiltere, Hollanda, İspanya, İsveç, Rusya ve
Prusya gibi ileri gelen Avrupa ülkelerinin dış politikalarıyla da yakından ilgilenmeye başlamıştır.
Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin dış politika yapılanması topraklarının genişlemesine paralel
olarak sürekli kendi kendini yenilemekteydi.
Divan-ı Hümayun ve Nişancı
Osmanlı Devleti’nin dış politikasının temelinde padişah vardır. Daha Osmanlılar uç beyliği halinde iken beyliğin üst yönetimi, Osman Bey, etrafındaki kumandanlar ve birkaç müşavirden oluşacak şekilde çok sadeydi. Orhan Gazi döneminde toprakların genişlemesi ve yeni
devlet işlerinin çıkışı nedeniyle üst yönetim kurumsallaşmaya başlamıştır.
Zamanla genişleyerek çok geniş bir alanda hüküm sürmeye başlayan Osmanlı Devleti’nde dış politika, bir görevliye emniyet edilemeyecek derecede önemliydi ve bundan dolayı
padişah, sadrazam ve Divan-ı Hümayun dış politika ile bizzat ilgilenirdi. Sonraları ise dış politikanın belirleyicisi olarak Babıâli ortaya çıktı. Osmanlıların dış politikaya ilişkin stratejileri ve
konuları divanda tartışılır ve karara bağlanırdı.
Konumuz açısından bakıldığında dış politikadaki yeri bakımından Divan-ı Hümayun’un
adeta bir genel sekreteri durumunda bulunan nişancının sorumlulukları pek çoktu.
Divan-ı Hümayun’dan çıkan kararların, kanunlar ve yazışma usulleri dâhilinde kaleme
alınarak, gerekli yerlere gönderilmesi, nişancının görevlerindendi. Nişancının emri altında Divan-ı Hümayunun bütün yazı ve evraklarının işlerini birer kâtipler ve memurlar heyeti yürütmekteydi ki bunların baş sorumlusu da Reisülküttab (Reis Efendi) idi. Reisülküttab ve onun
amiri olarak da namelere padişah mührünü basarak son tasdik formalitesini tamamlayan nişancı Osmanlı dış politikasında “Dışişleri Bakanlığı” görevini ifa etmişti.
Reisülküttab
İlerleyen dönemlerde Osmanlı devlet işlerinin saraydaki Divanda görülmesi yerine,
1654 yılından itibaren Sadrazamın Paşa Kapısı veya Bab-ı Asaf ve daha sonraları da artık genelde Bab-ı Âli denilen kendi makam ve emrindeki Sadaret bürolarıyla müstakil yere geçmiştir.
XVII. yüzyılın sonlarına kadar Divan-ı Hümayun kâtiplerinin ve kalemlerinin başı olan
reisülküttab Şilen Divan-ı Hümayun üyesi değilse de, kendisinin, yazışma ve divan işlerindeki
bilgisi itibariyle önemi büyüktü. Reisülküttablar, protokolde dâhiliye nazırı sayılan- sadaret kethüdasından da sonra gelmekle beraber, devletin bilhassa karmaşık politik durumlara girdiği
devirlerde sadrazamdan sonra en önemli görevliler olmuşlardır.
Divan-ı Hümayun Tercümanları ve Görevleri
Osmanlı Devleti ile Avrupalılar arasındaki ilişkiyi Divan-ı Hümayun Tercümanları sağlardı. Yabancı bir devlet elçisiyle yapılan görüşmelerde, imzalanan antlaşmalarda veya dışarıya
gönderilen olağanüstü elçilerin yanında tercüman en önemli görevlilerden biriydi.
XVI. yüzyılın ortalarına doğru Divan-ı Hümayun’a yabancı dil bilen, Osmanlı tebaası
Rumlar alınmaya başlandı. İstanbul Rum Patrikhanesi’nin yönetimindeki bir okulla Kuruçeşme’deki Rum Üniversitesi Rum gençlerini bu amaçla yetiştiriyor, onlara Rumca ve Fransızcanın yanı sıra Osmanlıca da öğretiliyordu. Zamanla Batılıların “Feneryot”, Osmanlıların “Fener
Beyleri” dedikleri Divan-ı Hümayun Tercümanlarına bir takım ayrıcalıklar verildi. Divan-ı Hümayun Tercümanlığına XVII. yüzyılın ortalarından başlayarak Fenerli Rum ailelerinden ileri gelen
kimseler atandı. Bunların en ünlüleri İskerletzadeler’di.
Divan-ı Hümayun Tercümanları dış devletlerden Babıâli’ye gelen her türlü yazıyı Türkçeye, Batılı devletlere gönderilenleri de yabancı dile tercüme eder, yabancı elçilerle reisülküttabın görüşmelerinde tercümanlık yapar ve elçilere rehberlik ederlerdi. Tercümanlar İstanbul’daki elçilerle ilişki içerisindeydiler.
6
Download