Sayın Veli - Zarif Zeyrek

advertisement
9. SINIFLAR SINAVA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI BAZI SORU ÖRNEKLERİ
ÖĞRENME ALANI: İNANÇ / I.ÜNİTE: İNSAN VE DİN
1. İnsanın Evrendeki Konumu, İnsanın Evrendeki Yeri ve Amacı:
Din ve Felsefe “Dünyaya niye geldik, niçin gidiyoruz?” sorularının cevaplarını ararlar. “Dünyaya nasıl
geldik, nasıl yaşlanıyor ve nasıl ölüyoruz? benzeri sorular varlık ve olayların sebep ve sonuçlarını gözlem ve
deneyle araştıran, inceleyen bilimin konusudur. Bilimin konusu yaratılanlardır; Yaratıcı’nın varlığını
açıklamak bilimin konusu değildir. Bilim müspet (ispatlı), ispatsız ya da pozitif, negatif şeklinde bölünemez.
İspatlanmamış / kesinleşmemiş verilere bilim denilemez; teori ya da hipotez ismi verilir. Allah’ ın olmadığını
tartışmak isteyenlere “olmayan tartışılmaz, var ki tartışmak istiyorsun” denilebilir.
Çağımızda bazı astro-fizikçiler, tabiattaki kanunları inceleyerek elde ettikleri yeni bir takım
bilgilerle, kâinatın yaratılışı konusunda farklı teoriler ortaya koymuşlardır. Bu konuda hipotez ileri süren
bilginler arasında George Gamow, Sir James Jeans ve Fred Hoyle gibi astro-fizikçiler bulunmaktadır. G.
Gamow’ un hipotezine göre “Önceleri gazlardan oluşan çok büyük bulutlar sabit durmayıp döndüklerinden
çekim kuvveti tesiriyle gitgide yoğunlaşarak sıkışmaya başlamış, sıkışan ve dönen cisimler belirtildiği gibi,
küreye yakın şekiller almıştır. Yoğunluğun artmasıyla içteki harekette artmış, bu yüzden merkezde bulunan
Hidrojen Helyuma dönüşmüş ve ışık, ısı vermeleri, galaksileri, yıldızları ve güneş sistemini meydana
getirmiştir. Fakat bu ilk kâinat maddesinin nasıl meydana geldiği bugün bütün araştırmalara rağmen
kesinlikle bulunamamıştır. Bu konuda Kur'an-ı Kerim’deki ayetlere gelince:
Sonra duman (gaz) halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza: "İsteyerek veya istemeyerek
(buyruğuma) gelin" dedi. "İsteyerek (buyruğuna) geldik." dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök
yaptı ve her göğe emrini (kanunlarını) vahy etti. Biz, en yakın göğü lambalarla ve koruma ile (koruyucu
güçlerle) donattık. İşte bu, o güçlü, bilen (Allah)ın takdiridir. (Fussılet: 41 /11-12)
Evrenin oluşumu konusunda bilim insanlarınca genel kabul gören görüşe göre evren büyük bir
patlama (Big Bang) sonunda oluşmuştur ve her an genişlemektedir. Kur'an-ı Kerim'de buna işaret eden
ayetler vardır:
“İnkâr edenler, göklerle yer bitişik halde iken bizim onları ayırdığımız ve her canlıyı sudan
yarattığımızı görüp düşünmezler mi?” (Enbiya/30)
"Göğü biz kudretimizle kurduk ve onu biz genişletiyoruz." (Zariyat/47)
Bir kâğıt bile yırtılırken ses çıkar. Göklerle yerin ayrılmasının büyük bir patlamaya neden olacağı
açıktır. Ancak bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda rastgele dağılması, kargaşa, düzensizlik
beklenirken evrenin, son derece muhteşem bir düzen ve detaylı bir tasarım ile düzenlenmesi bir Düzenleyici’
nin var olmasını gerektirir. Bu harika sistemin oluşmasını tesadüfe bağlamak, bir hurdalığı vuran kasırga
sonunda bir Boeing 737 uçak oluşması kadar zor bir ihtimaldir.
Örneklerle açıklarsak; her birini birden ona kadar numaraladığınız markaları bir torbaya koyup
karıştırın. Sonra bu markaları, birden ona kadar numara sırası ile teker teker torbadan çıkarmaya çalışın.
Önce 1 numaralı markayı çekebilme şansı onda bir; 1 ve 2 numaralı markayı peş peşe çekebilme şansı yüzde
bir; 1, 2, 3 ve 4 numaralı markaları sıra ile çekebilme şansı ise on binde birdir. Markaları birden ona kadar
sıra ile çekebilme şansımızın on milyarda bir olacağı görülecektir.
Canlıların oluşmasını da aynı şekilde tesadüfle açıklayamayız. Dünyanın güneşten koptuğu, zamanla
soğuyan sularda oluşan bir hücreli bir canlıdan tesadüfen ve evrimleşerek oluşması da mümkün değildir.
Çünki; dünya o zaman en az bu gün ki güneş kadar yani 8000 santigrat sıcaklığa sahipti. Steril bir ortamda,
kaynayan bir evrende, yanardağ ağızlarında en çok 800 santigrat sıcaklıkta yaşayabilen arkeo-bakterileri
düşündüğümüzde bir hücreli bir canlının tesadüfen oluşamayacağı anlaşılır. Evlerimizde larvaları bir şekilde
uygun ortamlarda büyüyen karınca, örümcek, böcek vb. tesadüfen oluşuma örnek gösterilemez.
Bir canlı hücresi, bütün çalışma sistemleri, haberleşmesi, ulaşımı ve yönetimiyle büyük bir şehirle
benzer bir karmaşıklık derecesine sahiptir: Hücrenin sarf ettiği enerjiyi üreten santraller; yaşam için zorunlu
olan enzim ve hormonları üreten fabrikalar; üretilecek bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı bulunduğu bir
bilgi bankası; bir bölgeden diğerine hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks taşıma sistemleri, boru
hatları; dışardan gelen hammaddeleri işe yarayacak parçalara ayrıştıran gelişmiş laboratuar ve rafineriler;
hücrenin içine alınacak veya dışına gönderilecek malzemelerin giriş-çıkış kontrollerini yapan uzmanlaşmış
hücre zarı proteinleri bu karmaşık yapının yalnızca bir bölümünü oluştururlar. Değil hücrenin, hücreyi
oluşturan binlerce çeşit karmaşık protein moleküllerinden bir tanesinin bile doğal şartlarda tesadüfen oluşması
ihtimal dışıdır.
1850-1880 yılları arasında moleküler biyoloji ve genetik bilgilerinin gelişmediği bir dönemde İngiliz
biyolog ve doğa tarihçisi Charles Robert Darwin’ in mutasyon ve seleksiyon gibi konulardan söz etmesi O’nun
çok önemli bir bilim insanı olduğunun gösteriyor. Ne var ki söz gelişi erikten portakal olamıyor. Bunu
matematikle açıklayalım isterseniz, Çünki Matematik en kesin bilgidir. Bir köprünün statiği de zayıflığı da
onunla hesaplanır. 1 den 6 ya kadar numaraladığımız küplerden 5 i 120 de bir, 6 küp ise 720 de bir ihtimalle
havadan sıralı düşebilir. Maymundan evrimleşme olabilmesi 84 özelliğin yan yana sıralanmasını gerektirir.
Bu da 000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,026 ihtimaldir.
Allah’ (cc) ın Varlığı Konusunda Tereddütler ve İnkâr Nedenleri:
Güneşin çapı 1 400 000 Km; güneş ile dünyamız arasındaki ortalama uzaklık 149 500 000 Km’dir.
Kolay anlayalım diye 150 000 000 km varsayalım. Biraz daha matematik yapalım:
150 000 000 / 500 = 300 000 kez. Bu sayılar size ne ifade ediyor? Bir günde İstanbul’ a 500 km
uzaklıkta olan Ankara’ya yaklaşık 6 saatte gideriz, dinlenip ertesi günü döner ve bu yolculuğu sürekli her gün
yaparsak Güneş’e 300 000 günde ulaşırız. 300 000 gün kaç yıl yapıyor? 300 000 / 365 = 822 Yıl. 70 sene
yaşayan biri, yolda toruna, torununun torununa karışsa dahi bu yolu alması zor. 400 kuşak sonra ki torunu,
ancak bu uzaklığı kat eder. Kafamız karıştı, ama biraz daha matematik.
Pierre Rousseau, Les Atommes et Les Etoiles isimli eserinde evreni ve evrendeki konumumuzu
anlamamız için şu örneği veriyor:
Güneşi 11 cm çaplı bir portakal büyüklüğünde düşündüğümüzde dünyamız 11.70 metre ötede 1 mm
çaplı kum tanesini andıracaktır. Pluton 500 m ötede, 1951 yılında teleskopların görebildiği en uzak yıldız olan
Rigel’ in 380.000 km ötede toz tanesine dönüşür.
Uzaydan evrene baktığımızda algılama kavrama güçlüğü yaşanır. Evreni kavramakta zorluk çeken
insanın evrenin Yaratıcısını inkâr etmesi doğru değil ama kavrayamaması doğaldır. Göremediği, idrak
edemediği ve kavrayamadığı için inkâr eden çok, Allah’ ın olmadığından avucunun içi gibi emin olarak
inanmayan yoktur. Görememek inkâr etmeye yok saymaya gerekçe yapılamaz. Bu inkâr bilime aykırıdır.
Isaac Newton’a kadar güneş ışığının yedi renkten oluştuğu bilinmiyordu. Kızıl ve mor ötesi, X (ray),
ultraviyole ve kozmik ışınlar, ultrasonik, radar ve TV dalgaları vb. göremediğimiz / duyamadığımız halde
inkâr etmediklerimiz gerçeklerdir. Eseri ustası idrak edebilir. Ama eser ustayı idrak edemez. Duyabildiğimiz
sesler ve görüş keskinliğimiz diğer canlılara göre sınırlıdır.
Kur’an’ da (En’am Suresi /103) “Gözler O'nu algılayamaz, O gözleri algılar. O Latif'tir,
haberdardır.” buyurulur. Uzaklardan bakınca yolun daraldığı sanısı, yanımızdaki tren hareket ettiği halde biz
hareket ettik duygusuna kapılmamız, saydam olan karın beyaz olduğunu sanmak örneklerinde olduğu gibi akıl
önemlidir. İnsan aklı her şeyi çözmek için yeterli olamadığı için uygarlık tarihinde Taş, Yontma, Cilalı Taş,
Maden Bilgi Çağı, Elektronik vb. basamaklara rastlanır. Yakın bir geçmişte endemik enflüanza yani kuş gribi,
domuz gribi paniği yaşandı. Kanatlı hayvanlar itlaf edildi. Milyonlarca akıllı insan bir yana birçok uzman
bilim insanı 4- 5 ay sonra hastalığın aşı pazarlama amacıyla şişirildiğini öğrenince hayal kırıklığı yaşadı. Bu
arada hastalıkla ilgili haberler de buharlaşıp yok oldu. Akıl her şeyi kavrayıp çözebilseydi dünyada veba,
kolera vb. kitlesel ölümlere neden olan salgınlar engellenemese de erken önlenebilirdi. Yıllardır kanser, aids,
şimdilerde de zika virüsünün neden olduğu ölümcül hastalıklara çare aranıyor. Denilebilir ki geçmişteki
öldürücü birçok hastalık bu gün tedavi edilebiliyor; kansere de sıra gelecek. Demek ki akıl her şeyi çözmekte
yeterli olamıyor; çözümlerin geliştirilmesi zaman alıyor.
Rönesans öncesi dünya dönüyor dediği için hapsedilen Galileo Galilei ile Müslümanların bilimsel
görüşlerini benimsediği için diri diri yakılan Giordano Bruno vb. nin uğradığı zulümlere tepki inkâr nedenleri
arasında sayılabilir. Hıristiyanlığın endülijans, cennetten arsa satışı, engizisyon vb yanlış kilise öğretileri, akıl
hastalarının tedavi yerine öldürülmesi vb. uygulamalara karşı batıda ortaya çıkan eleştiriler ateizmi ortaya
çıkarmıştır. Dini değerlerden kopuşa sebep olan bu yanlışlıklar Müslümanlar tarafından da reddedilmiştir.
Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi
iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanmaya çalışırlar.
Rus Çarı’nın açlık ve işsizlikten bunalarak sarayına yürüyen halkı sakinleştirmesi için kilise ve din
adamlarına görev vermesi, Marx’ın dini afyon olarak nitelemesine yol açmıştır. Batıda bunlar yaşanırken
Bilim-Din çatışması yaşanmayan İslam dünyasında “Komşusu açken tok yatan bizden değil” ve “Beşikten
mezara kadar ilim öğrenin” buyuran Hz. Muhammed (sas) ümmetinden Muhyiddin Arabi, İmamı Gazali, elCabir, Farabi, el Kindi, İbn Heysem gibi nice güneşler parlıyordu. Batının Rhazes adını verdiği Ebu Bekr
Zekeriyya er_Razi; Avicenna adı verdiği İbn Sina (El kanun fi t’Tıbb) ve Kitabü’ş-Şifa) ve 15. Asırda
“hastalıkları gözle görülmeyen küçük canlılar yapar” diyerek mikroplardan söz eden Akşemseddin tıp
alanındaki örneklerdir.
Albert Einstein’ in çok yüksek IQ su var. İnsanlar ortalama 6-8 IQ ya sahiplerse aklın % 100 ü kim
de? Vahiyle desteklenen akılları ile peygamberlik görevlerini ifa eden Hz. Musa (as), Hz. İsa (as) ve Hz.
Muhammed’(sas) in milyarlarca bağlısının varlığı Yaratıcı’nın mesajlarının göz ardı edilemeyeceğinin
göstergesidir.
Evren ve içindekileri tabiatın yarattığını savunanlara sormak gerekir: Tabiat akıllı mı? Akılsız mı?
Akılsız denilirse akıllara hayranlık veren sistemi nasıl yaratabilir? Kök, gövde ve yaprak nasıl ortak bir amaç
için çalışır? Tabiat akıllıdır cevabı verilirse aramızda isim anlaşmazlığı var. Biz Yaratıcı, Allah diyoruz; siz
tabiat ya da doğa diyorsunuz. Öyle programlanmış diyenlere de Programı yapan kim? Diye sorulabilir.
Allah'ın yaratmak için programa, tasarıma ihtiyacı yoktur. Ol demesi yeterlidir.
Allah’(cc) ın varlığı bilim tarafından açıklanamaz. Bilim gözlem ve deneyle varlıkların ve olayların
sebep ve sonuçlarını inceler. Ancak, Yaratıcı’ nın varlığını açıklamak konusunda bilim yol gösterebilir.
A- Önermelerle Allah’ (cc) ın Varlığı
1. Evren varlık ve olaylardan meydana gelir.
2. Varlık ve olaylar değişir.
3. Değişimler sonradan olur.
4. Değişenler (Varlık ve olaylar = Evren) sonradan olur.
İçinde bulunduğumuz evren bir zamanlar yokken sonradan olmuşsa O’nu Olduran ya da Yaratan
Allah’ (cc) ta olmalıdır. Aynı şekilde gök cisimlerindeki hareket sonradan olmuşsa hareket ettiren de vardır.
B- Hareket Delili:
Evrenin ilk hareketi varsa bu hareketi başlatanı da olmalıdır. O da Allah’ (cc) tır.
C- Düzen Delili:
Evren ve evrendeki canlılarda harika bir işleyiş ve düzen vardır. Düzenin varlığı Düzenleyici’ nin yani
Allah’ (cc) ın Varlığına kanıttır.
D- Aracı Sebepler Delili:
Pamuk tohumunun toprakla buluştuktan sonra iplik, kumaş ve elbise haline gelebilmesi işçiler, çırçır
fabrikası, kumaş fabrikası vb aracı sebepler ile olur. Spermin ovarium ile buluşması ile yaklaşık 280 gün
boyunca anne karnında gelişen insanın, dünyaya geldiği andaki ortalama 50 cm boy ve 3 kg ağırlıktan erişkin
hale gelmesin de etkili olan sebepler de vardır. Bu sebep; ya insanın kendisidir; ya da insandan başkasıdır.
İnsan bedenindeki bir kusuru, boyunu, göz rengini en güçlü olduğu zaman bile değiştiremeyeceğine göre O’nu
O’nun dışında bir başkası değiştirmektedir. O da Allah’ (cc) tır.
E- Kur’an-ı Kerim Delili:
Kur’an-ı Kerim fizik, kimya, coğrafya ve tarih vb. gibi bir bilim kitabı değildir. O hayatımıza yön
verir, yolumuza ışık tutar. O’ndaki prensiplere uyanlar iki dünyada da mutlu olurlar. Ancak Kur’an da hiçbir
ilmi gerçeğe yer verilmediği de söylenemez. Bu konuda örnek olarak vereceğimiz ve bizim anlayabildiğimiz
kadarıyla açıklamaya çalışacağımız aşağıdaki ayet-i kerimelerden nelerin kast edildiğini en iyi bilen Kur’an’ı
gönderendir. Miladi 600 lü yıllarda, yani bilimsel açıklamaların yapılmasından çok önce ilmi hakikatlerden
söz eden ayetler evrenin Yaratıcı’ sının varlığına tanıklık eder..
Aşağıda mealleri ve açıklamaları verilen Kur'an-ı Kerim ayetleri incelendiğinde evrenin bir nizam ve
program dahilinde yaratıldığı ve bu ayetlerin Yaratıcı’ nın varlığına işaret ettiği anlaşılacaktır.
EVRENİN OLUŞUMU VE EVRENİN GENİŞLEMESİ
Kur’an-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır: “O gökleri ve yeri yoktan var edendir...„
(En'am /101)
Kur’an'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Bugün astrofiziğin
ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla
var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce
tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Büyük Patlama teorisi bugün evrenin
varoluşu ve başlangıcı konusunda bütün bilim çevreleri tarafından ortak kabul gören yegane bilimsel
açıklamadır. Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. NASA'nın 1992'de gönderdiği Cobe uydusunun
hassas tarayıcıları Big Bang'den sonra tüm evrene yayıldığı varsayılan radyasyon kalıntılarını bulmuştur. Bu
buluş evrenin yoktan var edildiği gerçeğinin bilimsel bir açıklaması olan Big Bang teorisini güçlendirmiştir.
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’an-ı Kerim'de
evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir: “Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz Biz onu
genişletiyoruz. (Zariyat / 47) Ayette geçen "gök" kelimesi Kur’an'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında
kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmış; yani Kur’an'da, evrenin genişlediği bildirilmiştir. Bilimin bugün
varmış olduğu sonuç da Kur’an'da bildirilenle aynıdır
Yüzyılımızın başlarına kadar bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip
olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Rus fizikçi Alexander Alexandrovich Friedmann ve
Belçikalı gök bilimci George Lemaitre, bu yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve
genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı
astronom Edwin Powell Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin
sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu sürekli olarak "genişleyen" bir evren anlamına
gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı. Ancak bu
gerçek, o zamanlar hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kur’an'da asırlar önce açıklanmıştı. Çünkü Kur’an,
tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın sözüdür.
GÖKLERLE YERİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI
Göklerin yaratılışı konusundan bahseden bir başka ayet ise şöyledir: “İnkâr edenler görmüyorlar mı
ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine
de onlar inanmayacaklar mı?„ (Enbiya 30)
Ayetin "birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi, Arapça sözlüklerde "birbiriyle içiçe,
ayrılmaz durumda, kaynaşmış" anlamlarına gelir. Yani tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için
bu kelime kullanılır. Ayette geçen "ayırdık" ifadesi ise Arapça "fatk" fiilidir ki, bu fiil "ratk" halindeki bir
nesneyi yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması
Arapça'da bu fiille ifade edilir.
Şimdi ayete tekrar bakalım. Ayette göklerle yerin birbiriyle bitişik yani "ratk" durumunda olduğu bir
durumdan bahsediliyor. Ardından bu ikisi "fatk" fiili ile ayrılıyorlar. Yani biri diğerini yırtarak dışarı çıkıyor.
Gerçekten de Big Bang'in ilk anını hatırladığımızda, tek bir noktanın evrenin tüm maddesini içerdiğini
görüyoruz. Yani her şey, hatta henüz yaratılmamış olan "gökler ve yer" bile bu noktanın içinde, "ratk"
halindeler. Ardından bu nokta şiddetle patlıyor ve bu yolla maddeler "fatk" oluyorlar… Ayette geçen ifadeleri
bilimsel bulgularla karşılaştırdığımızda tam bir uyum içinde olduklarını görüyoruz. 14 asır önce haber verilmiş
olan bu bulguların bilimsel olarak ortaya konması ise ancak 20. yüzyılda mümkün olmuştur.
YÖRÜNGELER
Kur’an'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesi olduğu şöyle vurgulanır:
“Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.„ (Enbiya / 33) "Ne
güneş aya yetişebilir; ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler."(Yasin/40) Güneş'in
yerinde sabit olmadığı, belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir: Her
biri bir yörüngede (Küllün fi felek) Arapça yazılışında tersten okunsa da simetrik olarak aynı şekilde okunur.
“Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve
güçlü olan, bilenin takdiridir.„ (Yasin / 38)
Kur’an'da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astrolojik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi
uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar APEX adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı
doğrultusunda saatte 720 bin km.'lik muazzam bir süratle hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in
günde 17 milyon 280 bin km. yol kat ettiğini gösterir. Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm
gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi kat ederler. Ayrıca, evrendeki tüm yıldızlar da buna benzer planlı bir
harekete sahiptirler. Tüm evrenin bu şekilde yörüngelerle donatılmış olduğu, yine Kur’an'da şöyle haber
verilmiştir: “'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun.„ (Zariyat / 7) Evrendeki tüm
gök cisimlerinin; gezegenlerin, bu gezegenlerin uydularının, yıldızların, hatta galaksilerin bile çok ince
hesaplarla saptanmış yörüngeleri vardır. İşte bu kusursuz düzeni kuran ve devamlılığını sağlayan, tüm evreni
yaratan Allah'tır. Evrende yaklaşık 200 milyar galaksi ve her galakside ortalama 200 milyar yıldız bulunur.
Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, gezegenlerinin de uyduları vardır. Tüm bu gök cisimleri çok ince
hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir. Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle
kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir. “Biri yörüngesinden 1 mm lik sapsa hepsi birine vurur,
kâinat allak bullak olur. İşte burada ilim durur secde başlar.” (Yaşar AKTAŞ) Evrendeki yörüngeler sadece
gezegen ve yıldızlara ait değildir. Galaksiler de şaşırtıcı hızlarla planlı ve hesaplı yörüngeler üzerinde hareket
ederler. Bu hareketleri esnasında hiçbir gök cisminin bir diğeriyle yolları kesişmez. Kur’an'ın indirildiği
dönemde insanlık, günümüzdeki gibi uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara,
gelişmiş gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi. Dolayısıyla uzayın, ayette
bildirildiği gibi, "özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış" olduğu, o dönemde tespit edebilmek
imkânsızdı. Kur’an-ı Kerim'de bu gerçek bizlere açıkça haber verilmiştir; çünkü Kur’an, Allah'ın sözüdür.
DÜNYANIN ŞEKLİ ve UZAYA YOLCULUK
“Ey cin ve insan toplulukları! Haydi, gücünüz yetiyorsa çıkın yer ve göklerin kutur (çap) larından.
Çıkamazsınız; ancak bir imkân (kudret) ile çıkabilirsiniz.„ (Rahman / 33)
Kur’an'ın evreni tanıtan bu ayetinde kullanılan ifade oldukça dikkat çekicidir. Ayete göre yer birden
çok çapı olan (geoit) bir şekildedir; uzaya gidilebilmesi için teknoloji gerekir. Unutulmasın ki, o dönemin
astronomi anlayışı Dünya'yı daha farklı algılıyor; Dünya'nın düz bir satıh olduğu düşünülüyor ve tüm bilimsel
hesap ve açıklamalar da buna göre yapılıyordu. Kur’an’ın bize henüz bu yüzyılda öğrendiğimiz bilgileri
vermesi. O’nun evreni en iyi bilen ve evreni yaratan Allah (cc)'tan gönderildiğinin kanıtıdır.
ATMOSFERİN KATMANLARI ve KORUNMUŞ TAVAN
Kur’an ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak
düzenlendiğidir: “Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi
gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir.„(Bakara / 29) “Sonra, duman halinde olan göğe
yöneldi; Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti...„
(Fussilet / 11-12) “And olsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz.
(23/17)
Kur’an'da pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, dünya
semasını ifade etmek için de kullanılır. Buradan, dünya göğünün, başka deyişle atmosferin, 7 katmandan
oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan
meydana geldiği bilinmektedir. Üstelik aynen ayette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan...
General Science, Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 319-322 de bu konu şöyle açıklanır:
“Katmanlar, basınçları ve bunları oluşturan gazların bileşimi gibi belirgin fiziksel özelliklerle birbirlerinden
ayrışırlar...
Atmosferin Dünya'ya en yakın katmanı "TROPOSFER"dir. Yağmur, kar ve rüzgâr yalnızca atmosferin
toplam kütlesinin %90'ını oluşturan Troposfer ‘de oluşur. Troposfer ‘in üzerinde "STRATOSFER" vardır.
Stratosfer ‘de ultraviyole ışınlarının emildiği katmana "OZONOSFER"; Stratosfer'in üzerindeki tabakaya da
"MEZOSFER" adı verilir... Mezosfer ‘in üzerinde "TERMOSFER" yer alır... İyonize olmuş gazlar Termosfer’
in içinde "İYONOSFER" adı verilen başka bir katman oluştururlar. Atmosferin en dış tabakası 640 km. den
başlayan ve kesin olarak bilinmemekle birlikte üst sınırının yerden yaklaşık 10.000 km yükseklikte olduğu
kabul edilen. "EKZOSFER" dir. Bu katmandan sonra artık bir sınır olmadığı için boşluğa geçiş başlar. Yapay
uydular bu katmanda bulunurlar, yerçekimi çok düşüktür ve gazlar çok seyrektir.
Konuyla ilgili bir diğer önemli mucize de Fussılet Suresi'nin 12. ayetindeki "Her bir göğe emrini
vahyetti" ifadesinde yer almaktadır. Bu ayette Allah'ın her tabakaya belli bir görev verdiği belirtilmektedir.
Gerçekten, yukarıda saydığımız tabakaların her birinin insanların ve yeryüzündeki tüm canlıların yararı
açısından çok hayati görevleri vardır. Yağmurların oluşmasından, zararlı ışınların engellenmesine, radyo
dalgalarının yansıtılmasından, gök taşlarının zararsız hale getirilmesine kadar her tabakanın kendine özgü bir
işlevi bulunmaktadır. Kur’an'da Allah, gökyüzünün ilginç bir özelliğine şöyle dikkat çeker: “Gökyüzünü
korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar„ (Enbiya/ 32) Ayette belirtilen
gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyılda bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Yerküremizi çepeçevre kuşatan
atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı
pek çok gök taşını eriterek yok eden ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini
engelleyen atmosfer, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İlginç olan, atmosferin
sadece yaşam için gerekli olan zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo
dalgalarını geçirmesidir. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları,
bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır.
Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür
ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır. İşte bu koruyucu kalkan özelliği yüzyıllar
öncesinden Kur’an'da bizlere Allah (cc) tarafından bildirilmiştir.
Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik
dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur. Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca
atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" da denilen ve dünyanın manyetik alanından
kaynaklanan bir tabaka olan Manyetosfer, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür.
Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. İki
kuşaktan ibaret Van Allen Alanı olmasaydı; özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen
enerji patlamaları, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilirdi. Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa
çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılan atom bombasının benzerinden 100 milyar kere etkili olduğu hesaplanmıştır.
Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km
üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500° C'ye yükselmiştir. Koruma kalkanımız olan Manyetosfer tabakasının
kutup bölgelerinde zayıf olması ve geçiş aralıkları bırakması sonucu kuzey ışıkları meydana gelir. Özetle,
dünyanın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işlemektedir.
Kur’an-ı Kerim'de, gökyüzünün bir başka özelliğinden şöyle bahsedilir: “Dönüşlü göğe ve yarılan
yeryüzüne and olsun ki,„ (Tarık / 11-12) Kur’an meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen kelime, "geri
çeviren" ya da "geri döndüren" anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosferin pek çok
katmandan oluştuğu; her katmanın, her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne
geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini
birkaç örnekle inceleyelim:
Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının
yoğunlaşarak yağış olarak yere geri dönmesini sağlar. 25 km yükseklikteki Ozonosfer uzaydan gelen
radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar.
İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine
geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini
sağlar. Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden
Kur’an'da belirtilmesi, onun Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha doğrulamaktadır. 20. yüzyıl teknolojisi
olmadan tespit edilmesi hiçbir biçimde mümkün olmayan bu bilgilerin 1400 yüzyıl önce indirilmiş olan
Kur’an-ı Kerim'de açıkça bildirilmesi büyük bir mucizedir.
12. ayette bildirilen “yarılan yeryüzü” depremlerden sonra gözlemlediğimiz derin yarıkları akla
getiriyor. Unutmayalım ki Kur’an’ ın indirildiği coğrafya deprem kuşağında değildir.
DEMİRDEKİ SIR
Demir, Kur’an'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kur’an'ın "Hadid", yani "Demir" adlı suresinde
şöyle buyrulur: “... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de
indirdik.. (Hadid / 25) Ayette, demir için özel olarak kullanılan "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların
hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki
gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir.
Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamızdaki demir madeninin dışımızdan uzaydaki dev yıldızlardan
geldiğini ortaya koymuştur.
"El-Hadid" Kur’an'ın 57. suresidir. "El hadid" kelimesinin Arapça’daki sayısal değeri, yani ebcedi
hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: "57” Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır.
Yukarıdaki periyodik cetvelden de görüldüğü gibi 26 sayısı demirin atom numarasıdır. Üstün kudret sahibi
olan Allah, Hadid Suresi'nde indirdiği ayetle hem demirin nasıl oluştuğuna dikkat çekmekte hem de ayetin
içerdiği matematiksel şifreler ile bilimsel bir mucizeyi bize göstermektedir.
YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER
“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün
çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.„ (Yasin /36) Yerin bitirdiklerinin yani bitkilerin çift oluşu (bir evcikliiki evcikli) bilimin Kur’an’ dan çok sonra ulaştığı bir gerçektir. “daha bilmedikleri nice şeyler” den kasıt
pozitif-negatif, anot-katod, Kur'an’ ın gelişinden asırlar sonra keşfedilmiş olan + ve - yüklerin birleşmesinden
meydana gelen elektrik ve elementlerin en küçük parçası olan atomdaki + yüklü proton ve onun etrafında –
yüklü elektron çiftleri olabilir, ama bu ifade daha geniş bir anlam içermektedir. Nitekim günümüzde ayetin
işaret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız. Maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz
bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştır. "Parité" adı verilen bu buluş,
maddenin anti-madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır.
Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür. Bu gerçek bir kaynakta
şöyle anlatılır: "...Her parçacığın zıt yükte bir anti parçacığı vardır. Kararsızlık ilişkisi bize bu çiftlerin var
oluşu ve yok oluşunun her yerde ve her zaman aynı anda oluştuğunu göstermektedir."
(http://www.2think.org/nothingness.html,)(Henning Genz–Nothingness: The Science of Empty Space, s. 205)
ZAMANIN GÖRECELİ OLUŞU (İZAFİYET)
Zamanın göreceliliği bugün ispatlanmış bilimsel bir gerçektir. Ancak bu gerçek, yüzyılın başlarında
Einstein'ın izafiyet kuramı ile ortaya çıkmıştır. O döneme dek insanlar zamanın göreceli bir kavram olduğunu,
ortama göre değişkenlik gösterebileceğini bilmiyorlardı. Ama büyük bilim adamı Albert Einstein, görecelik
kuramı ile bu gerçeği açık olarak ispatladı. Zamanın, kütleye ve hıza bağımlı bir kavram olduğunu ortaya
koydu. İnsanlık tarihi boyunca hiç kimse bu konuyu açıkça dile getirmemişti. Tek bir istisnayla; Kur’an' da
zamanın izafi olduğunu gösteren bilgiler veriliyordu! Bu konuyla ilgili bazı ayetleri şöyle sıralayabiliriz:
"Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vaadine kesin olarak muhalefet
etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.„ (Hac/
47) “Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir
günde yine O'na yükselir.„ (Secde/ 5) “Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde
çıkabilmektedir.„ (Mearic / 4)
610 yılında indirilmeye başlanan Kur’an'da böylesine açık bir şekilde zamanın göreceliğinden
bahsedilmesi, İlahi bir kitap olduğunun bir başka delilidir. “Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları
altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur.
Düşünmüyor musunuz? (32/4) ayetindeki altı gün günümüzdeki Tevrat’ta olduğu gibi haftanın günleri olarak
değil; altı zaman dilimi (altı evre) olarak yorumlanmalıdır. Bazı müfessirler, (Kur’an Yorumlayıcıları) Mi’rac
olayını zamanın izafiliği (zaman içinde zaman) şeklinde açıklamışlardır.
DAĞLARIN İŞLEVİ VE TEKTONİK HAREKETLER
Kur’an'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir: “Yeryüzünde, onları sarsmasın
diye, sabit dağlar yarattık...„ (Enbiya / 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici
bir özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kur’an'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen
bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Bu bulgulara göre, dağlar,
yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. İki
tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve
dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yeraltında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana
getirir. Yani dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltına doğru ilerleyen derin bir uzantıları
daha vardır. Bilim insanları dağların bu yapısını "Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yerkabuğu
mantoya derinlemesine saplanır." şeklinde tarif ederler: “Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da
birer kazık?„ (Nebe /6-7) ayetinde, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılmıştır. Dağların toprağın
içerisine iyice yerleşmiş kazık şeklinde kökleri vardır. (Anatomy of the Earth, Cailleux, s.220) Bu özellikleri
sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yeraltına doğru uzanarak bu
tabakaları birbirine perçinler. Yerkabuğunu sabitleyerek mağma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları
arasında kaymasını engeller. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu
adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller. Ayeti hatırlayalım: “Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır
diye sarsılmaz dağlar bıraktı.„ (Lokman / 10) Kısacası dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz.
Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların bu hayati işlevi,
yüzyıllar önce Kur’an-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir.
“Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.
(Neml / 88) Bu ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları
bildirilmektedir. Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yerkabuğunun hareketinden kaynaklanır.
Yerkabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk
olarak bu yüzyılın başlarında Alfred Lothar Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların
Dünya’nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden
ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü. Jeologlar, Wegener’ in haklı olduğunu ölümünden 50 yıl sonra yani
1980'li yıllarda anlayabildiler. Kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda
birkaç santimetrelik hızlarla dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler. 20. yüzyılın başlarında yapılan jeolojik
araştırmalar sonucunda keşfedilen yerkabuğunun bu hareketleri bilimsel kaynaklarda şöyle açıklanmaktadır:
“Yerkabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km. kalınlığındaki Dünya yüzeyi "tabaka" adı verilen
parçalardan oluşmuştur. Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır. "Tabaka
tektoniği" adı verilen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya
üzerinde hareket ederler... Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm. civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu
şekilde hareket ettikçe dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. (Carolyn Sheets, Robert Gardner,
Samuel F. Howe; General Science, Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 30)
(Prof. Dr. Şener ÜŞÜMEZSOY ile yapılan değerlendirme. Yalova’ nın 5 km güneyindeki Sugören
Köyünde 1999 depreminde hasar olmazken İstanbul Avcılar’ da bile ölümler oldu.)
AŞILAYICI RÜZGARLAR
Kur’an rüzgârların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna dikkat çeker: "Ve
aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. .(Hicr /22)
Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgârlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Dalgalar suyun
üzerinde esen rüzgarlar sayesinde oluşur. Rüzgarlarla birlikte su zerrecikleri dairesel olarak hareket etmeye
başlar. Bu hareket kısa bir süre sonra arka arkaya eklenen dalgaları oluşturacak ve dalgalarla birlikte oluşan
hava kabarcıkları havaya yayılacaktır. İşte bu yağmurun oluşmasındaki ilk aşamadır. Bu oluşum ayette de,
aşılayıcı olarak rüzgarların gönderilmesiyle gökten su indirildiği şeklinde haber verilmektedir. Oysa bu
yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi
olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol
oynadıklarını gösterdi. Rüzgarların bu aşılama özelliği şöyle gerçekleşir: Okyanusların ve denizlerin
yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları
anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu
parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır.
Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu
parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce bir araya
gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada
serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur
bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su
damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı.
Bitkilerin döllenmesi için gerekli olan polenlerin nakli de ayette "aşılayıcı" olarak nitelenen rüzgarlarla
mümkün olmaktadır. Önemli olan, rüzgarların yağmur ve bitkilerin oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar
önce Kur’an ayetinde bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hiçbir şey
bilmedikleri bir devirde..
DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kur’an'ın
Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir: “Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir
engel vardır; birbirlerinin sınırını geçemezler.” (Rahman / 19-20)
Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği,
okyanus bilimciler (Kaptan Jacques QUSTEAU) tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey
gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır.
Akdeniz ve Atlas Okyanusu'nda büyük dalgalar, güçlü akıntılar ve gelgitler vardır. Akdeniz'in suyu,
Cebelitarık Boğazı'nda Atlas Okyanusu ile karşılaşır. Ama bu karşılaşma sonucu kendi sıcaklık, tuzluluk ve
yoğunluk özellikleri değişmez. Çünkü iki deniz arasında görülmeyen bir sınır vardır. Denizlerin farklı
yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.
Elbette ki işin ilginç yanı, insanların, ne fizikten, ne yüzey geriliminden, ne de okyanus biliminden haberdar
olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kur’an'da bildirilmiş olmasıdır.
YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ
Kur’an'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. “Ki O,
belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi ‘diriltti (ve her yanına hayat) yaydı; siz
de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.„ (Zuhruf / 11) buyurulur:
Çağımızdaki araştırmalarla ortaya çıkan verilere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su
buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan
yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki
hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa
dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez. Eğer bu miktarda en küçük bir değişiklik bile olsa, kısa
bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir.
GECE ve GÜNDÜZ
“Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?
Yahut kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?
(7/97,98) Ayeti azap veya kıyamet geldiğinde -dünyada aynı anda gece ve gündüzün yaşanması nedeniyleinsanların bir kısmının gece, bir kısmının gündüzü yaşayacaklarını haber veriyor.
ATOM
Kur'an-ı Kerim' de atomun varlığına işaret edilmiş ve hatta ondan daha küçük parçaların bulunabileceği
zikredilmiştir: “Ne yerde, ne gökte zerre kadar, hatta ondan daha küçük veya büyük bir şey Rabb’ inizden
gizli kalmaz. Hepsi Kitab-ı Mübin’ de yazılıdır.” (Yunus/61) Ayetteki (zerreden daha küçük) ifadesi sanki
atomun parçalanmasının mümkün olduğunu açıklamaktadır.
PETROL
“O, yeşillikler bitirmiştir. Sonra da onları kapkara sel suyuna çevirmiştir.” (A’la /4,5) ayetleri
petrolün oluşumuna işaret eder gibidir.
DOĞUM
“And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere
yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten
kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli
olan Allah ne uludur! (23/12,13,14)
“Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift
meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa
geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur.
Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?” (39/6)
Ayetlerini doğum yoluyla dünyaya geliş konusunda derslerinizde edindiğiniz bilgileri hatırlayarak
kendiniz yorumlayınız.
TABİİ DENGE (EKOLOJİ)
“Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” ( 54/49)
“O, göğü yükseltmiş; ölçüyü (denge) koymuştur. Artık ölçüde haddi aşmayın.(Rahman /7-8)
“…Onun katında her şeyin bir miktarı vardır.” (Ra’d/ 8)
ANTROPOLOJİ ve ARKEOLOJİ
"De ki: "Yeryüzünde dolaşın; Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. İşte Allah aynı şekilde
ahiret yaratmasını da yapacaktır. .." (29/20) ayeti Antropoloji, Paleontoloji, Biyoloji ve Anatomi; “De ki:
Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden çoğu ortak koşan (müşrik) olanların sonunun nasıl olduğuna
bir bakın." (30/42) ayeti ise Arkeoloji bilimine işaret etmektedir.
HAVA BASINCI
“Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse
göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar..." (El-En'âm, 6/125)
Bilinmektedir ki her 100 m. yükseldikçe hava basıncı 1 derece azalır. Nefes almakta zorlanılır. 1500016000 m. yükseklikte basınç o kadar düşer ki damarlarda ki kan dışarı fışkırır. 22000 m. yükseklikte özel
cihazlar olmadan nefes alınamaz, göğüs daralır ve insan ölür. İlmin tespit ettiği bu gerçek, Kur’an' ın
söylediğinin aynı değil midir? Kaldı ki Hz. Peygamber (sas) ne uçağa binmiş, ne balonla göğe uçmuştur ki
göğe yükselmekle basıncın düştüğünü, oksijenin azaldığını, insan göğsünün daraldığını bilsin. O halde bu
bilgi kendine başka kaynaktan Allah (cc) den geliyordu. Dağa tırmanan ve uçağa binenler oksijen azalmasını,
kulaklarının tıkanması, kan basıncının artması... gibi sebeplere binaen kolaylıkla hissederler. Yükseklerde
oksijen azalması, dolayısıyla kandaki oksijen oranının düşmesi ile oluşan bu rahatsızlık Tıpta Barrow (Dağ)
hastalığı olarak tanımlanır. Oksijen azlığı insanlarda sarhoşluk hissi doğurur, nefes darlığı, konuşma ve görme
bozuklukları meydana getirir. Bazen baygınlık ve hatta kalp krizine bile sebep olabilir.
İNSANLARIN PARMAK İZLERİNİN FARKLILIĞI (Kriminoloji)
“Kıyamet gününe yemin ederim ve kendini ayıplayan nefse yemin ederim ki, insan kemiklerini
toplayamayacağımızı mı sanıyor? Biz onun parmak uçlarını bile düzeltmeye kadiriz.” (Kıyâme 1-2)
Ayette ifade edilmek istenen; insan, ölüp çürüdükten sonra onun kemiklerini derleyip
toparlayamayacağımızı zannediyor? Biz kıyamet günü insanın parmak uçlarını bile dünyadaki hali üzere
düzenleriz. Allah (cc) niçin burada insanın herhangi bir uzvunu derleyip toparlamayı değil de, parmak uçlarını
derleyip toplayacağını ifade ediyor? Burada bir mucize vardır. İnsanların göz, kulak, burun vs. uzuvları
birbirine benzese de parmak uçlarının ayrı bir özelliği vardır. Kat’iyyen biri diğerine benzemez. Parmak
uçlarını birbirinden ayıran özellikler 19. yüzyılda bilgi alanımıza girdi. Parmak izleri 1884 senesinde İngiltere'
de resmen kullanılmaya başlandı. İnsanların parmak ucu 3 çeşit halka ile kaplanmıştır. Helezoni, çift kement
veya merkezi içiçe olan daireler. Bir de dördüncüsü vardır ki ilk üçünün tümünün özelliklerini kapsar. Bunlar
karmaşık izlerdir ve hayat boyu değişmezler. Fertlere göre ayrı ayrı özellikler taşırlar.
Bütün bu açıklamalardan ve sadece ülkemizde üç yüz bini aşkın kişinin O’ nu ezberinde
tutabilmesinden anlaşılmalıdır ki Kur'an herhangi bir kitap değildir. Hele okuma yazması
olmadığı herkes tarafından bilinen son Peygamber Hz. Muhammed (sas) in ürünü hiç değildir.
Değindiği gerçekler Alemlerin Rabbi tarafından bildirilmiştir.
KUR’AN'DA BAZI KELİMELERİN TEKRARLANMA SAYILARI:
Kur’an' ın yukarıda açıklamaya çalıştığımız mucizevi özelliklerinin dışında bir de "matematiksel
Mucize’leri vardır. Birbiriyle ilgili bazı kelimeler şaşırtıcı bir biçimde aynı sayıda tekrarlanırlar. Aşağıda,
bu tür kelimeler ve Kur’an içindeki tekrarlanış sayıları verilmiştir.
“Yedi gök" tabiri 7 kere geçer. "Göklerin yaratılışı (halku’s- semavat)" ifadesi de 7 kere tekrarlanır.
“Gün (yevm)" tekil olarak 365 kez, çoğul yani "günler (eyyam ve yevmeyn)" kelimeleri 30 defa
tekrarlanır.
“Ay" kelimesinin tekrar sayısı 12'dir. Tevbe Suresi 36 ayetin anlamı ise şöyledir: “...Allah'a göre ayların
sayısı on ikidir. Bunlardan dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır....”
“Ceza" kelimesi 117 kere yer alırken, Kur’an'ın temel ahlak özelliklerinden olan "affetmek" ifadesi, bu
sayının tam 2 katı kadar yani 234 kere tekrarlanır.
“Dünya" kelimesi ve "ahiret" kelimesinin tekrarlanış sayıları da aynıdır: 115
“Şeytan" kelimesi Kur’an'da 88 kere geçer. "Melek" kelimesinin tekrar sayısı da 88'dir.
“İman" (tamlama almadan) ve "küfür" kelimeleri Kur’an boyunca 25 kere tekrarlanır.
“Cennet" kelimesi ve "cehennem" kelimesi de aynı sayıda tekrarlanır: 77.
Kur’an'da "sıkıntı" kelimesi 13 kere yer alırken, "huzur" kelimesi de 13 kere tekrarlanmaktadır.
“Kadın" ve "erkek" kelimelerinin tekrar sayısı da aynıdır: 23. Kadın-erkek kelimelerinin Kur’an'da tekrar
sayısı olan 23, aynı zamanda insan embriyosunun oluşumunda yumurta ve spermden gelen kromozom
sayısıdır. İnsanın kromozom sayısı da anne ve babadan gelen 23'er kromozomun toplamı olarak 46'dır.
“Kara" kelimesi Kur’an'da 13 kere geçerken, "deniz" kelimesi 32 kere geçmektedir. Bu sayıların toplamı
bize 45 sayısını verir. Eğer karaların Kur’an'da bahsediliş sayısı olan 13'ü 45'e bölersek, %28,888888888889
sayısını buluruz. Denizlerin Kur’an'da bahsediliş sayısı olan 32'yi 45'e böldüğümüzde, %71,111111111111
sayısını buluruz. Bu oranlar ise, gezegenimizdeki su ve kara parçalarının gerçek oranıdır.
“Kur'an-ı Kerim’in okuma yazma bilmeyen (ümmi) bir Peygamber (sas) tarafından yazdırıldığı”
şeklindeki iftiralar bile bu kitaba değer katmaktadır. Sorarlar; “23 yıl boyunca çizgisini koruyan, üstelik
okuyup yazamayan biri kavram ve kelimelerin sayılarını hesaplayıp nasıl yazabilir; 14 asırdan beri eskimeyen
böylesi bir eseri nasıl ortaya koyabilir; düzlem geometriye göre doğru olan kuzey, güney, doğu, batı ana
yönlerine uzay geometriye göre alt ve üstü nasıl ekleyebilir?“ diye? Kur’ an’ı Kerim’deki Matematik Mucizesi
Kur’an- Kerim’ in Allah (cc) katından gönderildiğinin ve. Hz. Muhammed (sas)in peygamberliğinin kanıtıdır
Onlar hala Kur’an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı,
kuşkusuz içinde birçok ayrılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa/ 82)
2. İnsanın Doğası ve Din: İnsanın maddi ve manevi olmak üzere iki yönü vardır. Maddi yönüyle
yeme, içme giyinme ve barınma; manevi yönüyle de sevme, sevilme, güvenme ve inanmaya ihtiyacı vardır.
İnsanda yeme, içme ve barınma gibi biyolojik ihtiyaçlar nasıl doğuştan geliyorsa din duygusu da doğuştandır.
Yarın endişesi ve güçsüzlüğü nedeniyle insan her zaman yüce ve kudretli bir varlığa güvenme, ona sığınma
ve ondan yardım dileme İhtiyacı hisseder. Bu sığınma ve güvenme duygusu ise din ile karşılanır. İslam’a göre
Allah, insanları yaratıcısını bilip tanıyacak kabiliyette yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade
edilmiştir: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın
yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Fâtır / 24) Ayetten
de anlaşıldığı üzere insanlar, herhangi bir dine inanmaya, bir inancı benimsemeye yatkın olarak
yaratılmışlardır. Antropoloji ve Psikoloji araştırmaları özellikle de Din Psikolojisi araştırmaları inanma ve din
duygusunun, her insanda doğuştan var olduğunu ortaya koymuştur.
Ünlü filozof Henri Bergson “Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, bilimsiz, sanatsız, felsefesiz
toplumlar vardır, fakat hiçbir zaman dinsiz bir toplum var olmamıştır.” (Der.Les Deux Sources de la Moral
et de la Religion, s.105) Ancak zamanla din duygusu, aile ve çevrenin de etkisiyle farklı biçimlerde gelişebilir.
Dinsizlik (Ateizm) de dindir. Dinsiz insan yoktur.
Dinin Sözlük Anlamı: Ceza, mükâfat, ibadet, âdet, hâl, hüküm, itaat, boyun eğme, şeriat, kanun, yol,
Dinin Tarifi: Din, kuralları Yüce Allah tarafından konulan, peygamberler aracılığı ile insanlara
bildirilen, akıl sahibi insanları kendi istekleri ile hayırlı olan şeylere sevk ederek dünya ve ahirette mutluluğa
ulaştıran ilâhî bir nizamdır. Tarif beş özellik barındırmaktadır:
l. Allah (cc) tarafından ortaya konmuş olmak.
2. Bir peygamber aracılığı ile bildirilmiş olmak.
3. Akıl sahibi insanların kendi hür iradeleri ile benimsenmek.
4. İnsanları hayra sevk etmek. dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmak
5. İlâhî bir kanun olmak.
3. Dinin İnsan Hayatındaki Yeri ve Önemi:
Dinin Temel Gayeleri 1- Canı 2- Dini 3- Aklı 4- Nesli 5- Malı korumaktır. .Din bir Prospektüs yani
kullanım kılavuzu gibidir. Allah (cc) bizim namazımıza, aç kalmamıza muhtaç değildir. Dine ve dindar
olmaya bizim ihtiyacımız var. Kâinat okulunun öğretmenleri mesabesindeki Peygamberler ile insana kullanım
kılavuzunu iletmiştir
İnsanın altı ve üstü güven vermeyen tehlikelerle dolu bu dünyada Yaratıcı ’ya dayanıp güvenmesi
dayanıklılığını arttırır. Her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzak kalır. Çocukluk ve gençlik dönemini andıran
kaydırağın tırmanma bölümü kayılandan süre ve duygular açısından farklıdır. Mutluluk en fazla çocukluk
döneminde hissedilir. Bakan oldum diyene sonra ne olacaksın diye sormuşlar. “HİİİÇ” diye cevap verince
“Ben daha şimdiden hiçim.” cevabını alır. Acılarla tanışan insanın önünde iki çıkmaz sokak var: Yeniden
çocuk olmak; ya da akıl ve hislerini uyuşturmak… Yeniden çocuk olmak imkânsız olduğuna göre, uyuşturucu
ve alkol ile ayılana kadar dertlerini ve sıkıntılarını unutturduğunu söyleyenler de çıkmazda olduklarına göre
köklü bir çözüm için İNANÇ isimli adrese ulaşılması gerekir. Zira inanan insan zorlukların denenmesi için
özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir
kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir; Mevlana gibi karşılaşabileceği en büyük acı olan
ölüme Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) diyerek teselli bulur. Mü’min huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbir şey
kaybetmez ve stresten uzak bir ömür sürerken; inkârcı, bedensel ve ruhsal yönden acılara maruz kalır.
Çekilmez bir hayat sürer, intihara bile yönelir. İnanan Allah’ (cc) tan başkası önünde geçici dünya hayatı için
eğilmez. İlkelidir. Statüsünü korumak için uygunsuz yolları deneyerek küçülmez ve suç işlemekten çekinir..
Hayatı anlam kazanır,
Toplumda davranışlar din sayesinde disipline edilir, huzur sağlanır. Herkesin başına bir polis
dikilemez. Yasaların ve insanların görmediği yerde kendisinin görüldüğüne inananlar kötülüklerden uzak
kalır. Toplumda suç işleme yüzdesi azalır, iyilikler çoğalır. (Haydar ÖZKIN 1965 İstanbul Emniyet
Müdürü – Ramazana tesadüf eden Yılbaşının meslek hayatının en rahat yılbaşısı olduğunu söylemişti.)
Dinde de sınıfı geçme, sınıfta kalma, iyi bir yer kazanma duygusunun oluşturduğu motivasyona
benzeyen ödüllendirmeler vardır. “Arkasında hayırlı bir evlat, insanların yararlandığı ilim ya da yol, çeşme,
okul, cami vb. eser bırakan kişinin amel defteri kapanmaz: ” Hadis-i Şerifi’ nde olduğu gibi inanan insanlarda
iyilik ve güzellikleri topluma kazandırma duyguları uyandırılır.
“Dinleri iyi olsaydı Müslümanlar geri kalmaz bu gün içine düştükleri zorluk ve gözyaşlarını
yaşamazlardı.” Diyenlere batıdan, Müslüman olmayan bir sosyolog şöyle cevap veriyor.
Hristiyanların bu çağda ulaştıkları ileri uygarlığı İncil’ e ve dinlerine bağlayamazsınız. Aynı şekilde
Müslümanların bu günlerde yaşadıkları perişanlık ta Kur’an ve dinlerinden kaynaklanmıyor. Zira Hristiyanlar
bu çağda ulaştıkları uygarlığa İncil’ in geldiği ya da Hristiyanlığı benimsedikleri günlerden asırlar sonra
erişebilmişlerdir. Müslümanların İslam’ı ve Kur’an’ı benimsedikleri anlardan itibaren kısa bir süre sonra
Endülüs’ e yani İspanya’ ya kadar ulaşan parlak bir medeniyetin kurucusu oldukları tarihi bir gerçekliktir. Bu
gün ki durumlarının her iki din mensuplarının dinlerinden uzaklaşmalarından kaynaklanmış olması daha
yüksek bir ihtimaldir.
4. İnanmanın Çeşitli Biçimleri:
Dinler aşağıdaki şekillerde gruplandırılabilir.
A- Kaynağına Göre Dinler:
1- Beşeri
2- İlahi Dinler a-Muharref = Aslı Bozulmuş (Musevilik, Hristiyanlık) b- Muharref Olmayan (İslâm)
Bilginlerinin din tasnifi "hak din-bâtıl din" şeklindedir ve bu ayırım Kur’an-ı Kerîm’e dayanmaktadır. İlâhî
vahye dayanmayan dinler ise bâtıl dinlerdir.
B- Tanrı Anlayışına Göre Dinler:
1- Tek Tanrılı (Monoteizm) İslam, Musevilik
2- İki Tanrılı (Diteizm) (Mecûsîlik)
3- Çok Tanrılı (Politeizm) (Eski Yunan, Roma ve Mısır dinleri gibi).
4- Tanrısız (Tanrı konusunda açık ve net olmayan Budizm, Şintoizm gibi
5- Tanrı Tanımazlık (Ateizm)
C- Sosyolojik-Tarihî Açıdan Dinler:
1- İlkel dinler. Kabile dinleri (Nuer, Dinka, dinleri).
2- Millî dinler. Sadece bir millete ait olan dinler. (Yahudilik)
3- Evrensel dinler. (Hıristiyanlık ve İslâm).
D- Coğrafî-tarihî açıdan dinler; Ortadoğu veya Sâmi grubu (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm), Hint
grubu (Hinduizm, Budizm, Jainizm), Çin-Japon grubu (Konfüçyüsçülük, Taoizm, Şintoizm), Afrika grubu…
İslâm inancına ve Kur’an-ı Kerîm'e göre ilk insan çeşitli teorilerde öne sürüldüğü gibi ilkel, mantıkî
düşünce ve yorumdan yoksun bir vahşi değil, Allah’ın emirlerine muhatap olan sorumluluğunun bilincinde ve
en güzel biçimde yaratılmış seçkin bir varlıktır. İlk insan aynı zamanda diğer bütün varlıklar arasında Allah’ın
halife olarak niteleyip seçtiği bir peygamberdir. Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta olduğu gibi İslâm’da da din ilâhî
bir kaynağa dayanmaktadır. Dolayısıyla dinin ilk şekli, XIX ve XX. yüzyıllarda öne sürülen teorilerde olduğu
gibi çok tanrıcılık, bâtıl inançlar, hurafeler ve putperestlik değil, bir yüce kudrete iman yani tevhid inancıdır.
Nitekim monoteist (tek tanrı) teori de bunu doğrulamaktadır.
Hz Muhammed (sas) neden sonuncu peygamberdir? O zamandan bu zamana değişen şeyler yok mu?
Dinler neden değişik? Soruları şöyle cevaplanabilir:
Ana Okulu öğrencilerine Analitik Geometri dersi verilemez. İnsanlığın gösterdiği paranın, yazının
icadı gibi gelişmelere paralel olarak dini kurallarda gelişim ve değişimler görülür. İslam yeni ihtiyaçları Kitap
ve Sünnet’ teki ana ilkelere aykırı olmamak şartıyla düzenleme kapısını (ictihad) da aralık bırakmıştır. Dün
olduğu gibi bu gün de İslam Bilginleri beyin ölümü, trafik kuralları, ötenazi vb. konularda araştırma ve fetva
düzenlemeleri yaparak yeni kararlar almaktadırlar.(icma) Bu yüzden İslam eskimez; “Düşmanlarınız için
gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” (Enfal /60) ayet-i kerimesindeki “kuvvet” in ne olduğu
sorulduğunda Hz. Peygamber (sas) in verdiği çağlar üstü “Kuvvet atmaktır.” cevabında olduğu gibi…
İslam’a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği din ile daha sonra gelen peygamberlerin ve son peygamber
Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din, temel nitelikleriyle aynıdır. Allah’a iman, peygamberlik müessesesi ve
ahiret inancı hepsinde vardır. Sadece yaşanılan bölge ve döneme göre değişen bazı kurallar dışında temel inanç
esaslarında ve genel prensiplerde değişme yoktur. Çünkü dinin hitap ettiği insan, temel nitelikleri bakımından
her dönemde aynı insandır. Bütün peygamberler hak dini tebliğ etmiş, onun yaşanmasını teşvik etmiş,
kendileri de örnek olmuşlardır. Hz. Mûsâ’nın getirdiği dine Yahudilik, Hz. İsa’nın getirdiği dine de
Hıristiyanlık adı sonradan verilmiştir. Ne Hz. Musa, ne de Hz. İsa bu adları kullanmışlardır. Onlar Allah’ın
emirlerini tebliğ etmiş, bir olan Allah’a iman ve kulluğa çağırmış, ilâhî kitap olan Tevrat ve İncil’e göre
yaşamaya davet etmişlerdir. Kur’an-ı Kerîm, peygamberlerin getirdikleri dinlerin aynı hak din olduğunu
kaynak ve temel esaslar açısından belirtmiş, ama İslâm adını son peygamberin tebliğ ettiği dine ad olarak
vermiştir. "Bugün dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim"(elMâide /3) mealindeki âyet de bunu ifade eder.
ÖĞRENME ALANI: İBADET / 2. ÜNİTE: TEMİZLİK VE İBADET
1. İbadetin Anlamı ve Kapsamı: Sözlükte boyun eğme, itaat, saygı duyma, kulluk, tapma ve
tapınma anlamındadır. A,B,D (kul) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kökten gelen Abdullah, Abdurrahman
gibi kişi isimleri ile Ma’bud, Mabed gibi kelimeler Türkçede kullanılmaktadır. Dinî bir terim olarak ibadet
“Kulun Yüce Allah’ (cc) a saygı ve itaat kastıyla yaptığı her şey” şeklinde tarif edilebilir.
İnsanlar hangi devirde olursa olsun, bütün varlık âlemine hâkim olan, üstün bir kudretin bulunduğuna
iman ederek, ona saygı göstermişlerdir. Bu durum yalnızca semavi dinleri kabul eden toplumlarda değil, ilkel
kavimlerde de görülmektedir.
İbadet, Namaz, Oruç, Dua vb. ile sınırlı değildir. “Kulun Yüce Allah’ (cc) a saygı ve itaat kastıyla
yaptığı her şeydir.” şeklindeki tanımdan anlaşılacağı üzere çalışmak, gezmek, bilgi öğrenmek, uyumak,
yoldan insanlara eziyet veren unsurları kaldırmak (çevrenin korunması) kaynakların gereksiz harcanmaması
(israf etmemek) de niyete göre ibadet olabilir.
2. Niçin İbadet Edilir? Cennet için değil, teşekkür için ibadet yapılması daha güzel ve yerindedir.
Bir eylemin ibadet olabilmesi niyete bağlıdır. Örnek: Namaz, yalnız Yüce Allah'ın emrine uymak, O'nun
rızasını kazanmak için kılınır. Yoksa başkalarına göstermek veya sağlık amaçlı namaz ve oruç Allah rızasını
taşımadığı için ibadet sayılmaz. Sıradan bir davranış niyetle ibadete dönüştürülebilir. Niyet; kasıt
manasındadır ki, kalbin bir şeyi yapmaya yönelmesi demektir. Yoldaki kazığı çakan da çıkartan da niyetine
göre ibadet yapmış sayılır. Hırsızlık amacıyla girdiği evin penceresini açık bırakarak evdekileri
zehirlenmekten kurtaran hırsıza niyeti nedeniyle kahraman denilemez. Hastasını ameliyatta kurtaramayan
doktora da aynı nedenle katil diyemezsiniz. Niyet lokomotif gibidir. Vagonlara benzetebileceğimiz
davranışlarımıza o yön verir.
Niyet, İhlas ve Riya kavramlarıyla ilişkilidir: İhlas, halis, saf, tertemiz kelimesinin türevidir. İnsan
kulluğu Yüce Allah'a saygı ve itaat kastıyla yaparken bu niyetine gösteriş, diğer insanların bu konuda kendisini
övmesinden hoşlanması, isminin yaptırdığı hayır işine yazılmasından mutlu olunması, dünyadaki bazı
menfaatleri elde etmek gibi unsurları karıştırmıyorsa ihlaslıdır. Bunun tersi riyadır. Allah korusun riya insanı
Allah’a (cc) ortak koşmaya (şirk) götürür. Peygamber Efendimiz (sas) “Öyle Kur’an okuyanlar var ki
okudukları Kur’an onlara lanet eder.” ve “Sahibini kötülüklerden alıkoymayan namaz, O’nu Allah (cc) tan
uzaklaştırmaktan başka işe yaramaz.” buyurmuştur.
Bir Kısım Dinî Terimler
Mükellef (Yükümlü): Dinin emir ve yasaklarına uymakla görevli olan akıllı ve büluğ çağına ermiş
olan insana denir. İnsanlar yetki ve kudretleri nispetinde mükellef (yükümlü) olurlar. Mükelleflerin yaptıkları
işler, farz, vacip, sünnet, helal, mübah, mekruh, haram, müfsid gibi kısımlara ayrılır.
Farz: Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde açık ve kesin bir şekilde yapmamızı emrettiği iş ve
davranışlardır. Farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olarak iki kısma ayrılır. Farz-ı Ayn: Yükümlü (mükellef) olan
herkesin yapmak zorunda olduğu farzdır. Namaz, Oruç, gibi. Farz-ı Kifaye: Yükümlülerden bazılarının
yapmaları ile diğerlerinden düşen ibadetlerdir. Cenaze namazı gibi. Farzı inkâr eden dinden çıkmış sayılır.
Vacib: Dinimizde yapılması farz derecesinde bir delil ile sabit olmayan ancak, kuvvetli bir delil ile
sabit görülen şeydir. Vitir ve bayram namazları gibi.
Sünnet: Rasül-ü Ekrem (sas) Efendimizin farz ve vacip dışında yaptığı işlerdir. Müekked sünnet ve
gayr-i müekked sünnet kısımlarına ayrılır. Sünnet-i Müekkede (kuvvetli sünnet): Peygamber Efendimizin
devam edip de pek az yapmadıkları ibadetlerdir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri, ezan gibi.
Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile bazen yapmış olduklarıdır. Yatsı ve
ikindi namazlarının ilk sünnetleri gibi.
Sünnetlerin yapılmasında sevap; kasden terk edilmesinde azap olmasa da, Peygamberimizin
şefaatinden mahrumiyet vardır.
Mübah: Yapılması ve yapılmaması dinde caiz görülen şeydir. Ne yapılmasında, ne de yapılmamasında
günah vardır. Helal olan bir yemeği yahut meyveyi yiyip yememek gibi...
Mekruh: Lügatte sevilmeyen ve hoş görülmeyen şey demektir. Din deyiminde, Yapılması doğru
olmayıp yapılmaması iyi olan bir iştir. Tahrimen (harama yakın: (Güneş doğarken namaz kılmak gibi)) ve
Tenzihen (haramdan uzak: abdestte gereğinden fazla su kullanmak) mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır.
Haram: Yapılması kesin bir delille yasaklanmış olandır İki kısma ayrılır: Li aynihi Haram: Aslı
itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarab, akan kan ve leş gibi. Li gayrihi Haram: Aslında helal olup
başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir. Başkasının yiyeceğini izinsiz almak gibi. Haram olduğu
ittifakla kesin şekilde sabit olan bir şeyi helal saymak, insanı imandan çıkarır.
Müfsid: Yapılmakta olan bir ibadeti bozan şeydir. Kasden yapılması azaba sebeb ise de, yanılarak
yapılması azabı gerektirmez. Namazda gülmek gibi.
3. İbadet-Temizlik İlişkisi
3.1. Beden Temizliği: Kur’an-ı Kerîm'in birçok âyetinde, Hz. Peygamber'in hadislerinde ve örnek
hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuş, genel anlamda temizlik ve ibadet amaçlı
temizlikle ilgili birtakım ilke ve ölçüler getirilmiş ve temizlik bazı ibadetler için ön şart sayılmıştır. Temizlik
İslâm'ın çok önem verdiği dinî bir vecibe ve sağlıklı yaşamanın önemli bir şartı olmasının yanı sıra insan
olmanın onur ve şerefinin de gerektirdiği tabii bir durumdur.
Fıkhî bir terim olarak taharet (temizlik), hem maddi pislikten ve kirlerden hem de manevi kirlilik
halinden (hades) temizlenmeyi kapsar. Bu sebeple manevi temizlik aynı zamanda maddi temizliği de içine
alır. Diğer bir ifadeyle, ferdin bedenini ve çevresini maddî kirlerden temizlemesi, manevi temizlik için genelde
ön şart durumundadır. Maddî temizliğin tabii usulü su ile temizliktir. Bu yüzden fıkıh kitaplarında suyun
kendisinin temiz olması ve temizlikte kullanılması konusu üzerinde öncelikle ve önemle durulur. Suyun
bulunmadığı veya temizleyici nitelikte olmadığı durumlarda diğer temizleme araç ve usullerine başvurulur.
Öte yandan temizliğin gerektiği şekilde yapılabilmesi için hükmî kirlilik hallerinin yanı sıra dinen kirli ve pis
(necis) sayılan şeylerin ve bunların temizlenme usullerinin de bilinmesi gerekir. Bu çerçevedeki bilgilerin bir
kısmı bilimsel araştırma, tahlil ve deneyimi gerektirse de önemli bir kısmı bizzat fertler tarafından bilinip
uygulanabilecek durumdadır. Bu sebeple de maddi ve manevi temizlikle ilgili temel bilgiler ve pratik çözüm
yolları ferdi mükellefiyet kapsamındaki ilmihal bilgileri arasında yer almıştır.
İbadetlerin yapılmasında temizlik şartı önemli bir yer tutar. Kıyafet ve ibadet edilen yerin temizliği
kadar, kişinin kendi temizliği de şarttır. Kişisel manevi temizlik gusül (boy abdesti), namaz abdesti ve
teyemmüm olarak üç ayrı şekilde sağlanır:
3.2. Gusül (Boy Abdesti) Müslümanların ergenlik çağından itibaren uygulaması gereken önemli
kurallardan biridir. Erkek ve kadının her türlü cinsel boşalım (cünüplük) sonrasında veya kadınların regl
halinin bitiminde alınması farz olan boy abdestinin farzları üçtür:
a- Ağzı bol su ile çalkalamak (üç kere yapılması sünnettir),
b- Buruna su vermek (üç kere yapılması sünnettir),
c- Islak yer kalmayacak şekilde, bütün vücudu yıkamaktır.
Boy abdesti almadan önce vücudun herhangi bir yerinde bulunan ve altına su geçirmeyen her türlü
maddeyi (yağlı boya, her türlü yapışkanlar, madde, balık pulu, oje vb) titizlikle çıkarmak ve vücuttan
uzaklaştırmak gerekir. Tırnağın uzun olması halinde, suyun parmak uçlarına kadar ulaştırılması gerekir.
Ayrıca parmaktaki dar yüzüklerin oynatılması ve altlarının ıslatılması gereklidir. Gusl etmeye niyet ve namaz
abdesti ile başlanır. Usulüne uygun şekilde alınırsa, bu abdestle namaz kılınıp Kur'an-ı Kerim okunabilir.
Bozulmadığı sürece, ayrıca namaz abdesti almak gerekmez. Boy abdesti alırken vücudun tamamı tek organ
olarak kabul edildiği için, suyun az olması halinde mevcut suyun sıvazlanarak bütün vücuda elle yayılması
mümkündür. Bir insan suya (havuza veya nehre) girse ve bütün vücudu ıslansa, ağza ve buruna su vermek
şartıyla, gusül abdesti de almış sayılır.
3.3. Abdest Namaz kılmak, Kur'an-ı Kerim okumak gibi eylemler için alınan abdestin 4 farzı vardır:
1- Yüzü yıkamak, 2- Kolları dirseklerin üstüne kadar yıkamak, 3- Başın dörtte birini mesh etmek,
4- Ayakları bileklerin üstüne kadar yıkamak.
Suyun az bulunduğu yerlerde, gerekirse sadece farz olan organları yıkayarak da namaz abdesti
alınmış olur. Eğer abdest alınan organlardan birinde yara varsa ve su yaraya zarar verecekse, orası yıkanmaz,
sadece ıslak elle üstünden geçilir (mesh edilir). Yara yeri sargılıysa, mesh sargının üstünden yapılır.
Abdestin Bazı Sünnetleri:
a) Abdest almadan önce dişleri fırçalamak veya misvak kullanmak,
b) Abdeste başlamadan önce besmele çekmek ve niyet etmek
c) Üçer kere ağıza ve buruna sağ elle su vermek.
d) Üç kere yüzü yıkamak, (Birincisi farz, diğer ikisi sünnet)
e) Başı mesh ederken meshe başın ön kısımdan başlamak.
f) Kulakları ve boynu mesh etmek
g) El ve ayak parmaklarının arasını sol el ile yıkamak,
h) Uzuvları sırasıyla yıkamak
i) Abdest sırasında başka işle ilgilenmemek, konuşmamak, abdeste ara vermemek,
j) Abdest alırken suyu gereğinden fazla ya da az kullanmamak,
k) Etrafa su sıçratmamak ve acele etmemek
l) Uzuvları yıkarken abdest dualarını okumak,
m) Abdest alırken (mümkünse) yüzü kıbleye çevirmek
n) Abdest bittikten sonra iki kez Kadir suresi okumak
Abdesti Bozan Bazı Şeyler: İki yoldan çıkan her şey, ağız dolusu istifra etmek, vücudun bir yerinden
çıkan, etrafa dağılan kan, irin vb, cinsel ilişkide bulunmak, sarhoş olmak, kendini kaybedecek oranda
baygınlık geçirmek, bir yere dayanarak veya yatarak uyumak, namazda başkaları duyabilecek şekilde gülmek.
3.4. Teyemmüm; Suyun olmadığı ya da kişinin yaşlılık, ağır hastalık vb. sebeplerle suyu kullanma
gücü olmadığı durumlarda gusül veya namaz abdesti için yapılır. Teyemmüm için temiz toprak ya da
topraktan imal edilmiş temiz tuğla, kiremit veya beton parçası kullanılır. Uygulanışı:
a) Eller iyice toprağa (veya topraktan imal edilmiş maddeye) sürülür, kaldırıp hafifçe silkelenir ve
yüzün tamamı mesh edilir,
b) Eller yine toprağa sürülür, silkelenir ve sol elle sağ kol, sağ elle de sol kol tamamen mesh edilir.
Teyemmüme besmele ile niyet etmek, mesh ederken parmakları açık bulundurmak sünnettir. Abdesti
bozan şeylerin tamamı, suya kavuşmak ve suyu kullanacak güce kavuşmak teyemmümü bozar.
3.5. Mekân ve Çevre Temizliği
Çevre denildiğinde insanın içinde yaşadığı ortam akla gelmektedir. Ev, okul, ibadet mekânları,
sokaklar, bahçeler, parklar, nehirler, denizler ve ormanlar çevremizi oluşturur. Yüce Allah, evreni insanların
hizmetine sunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Yeryüzünde rengârenk şeyleri de
sizin için yaratmıştır. Bunda, öğüt alan kimseler için ibretler vardır.” (Nahl / 13) Yaşanılan doğal çevre
üzerinde insanların ve diğer canlıların da hakları vardır. Bu nedenle insan doğada hizmetine sunulan
imkânların ilahî bir emanet olduğunun bilincinde olmalı ve bunları gelişigüzel kullanıp savurganlık
etmemelidir.
“O, göğü yükseltmiş; ölçüyü (denge) koymuştur. Artık ölçüde haddi aşmayın.”(Rahman /7-8)
ayetlerinde birbirinden farklı özelliklere sahip varlıkların oluşturduğu evrendeki ekolojik dengeden; "Biz her
şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kamer/49) ayetinde ise evrenin belli bir uyum, düzen içerisinde yaratıldığına
işaret edilir. Evrendeki ölçü ve dengenin bozulmasıyla günümüzde çevre kirliliği önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Denizlerin kirletilmesinden ormanların yok olmasına, sanayi atıklarından çöplere, hava kirliliğinden
gürültü kirliliğine kadar bir dizi çevre sorunuyla mücadele etmemiz gerekmektedir. Önlem almadığımız
takdirde geri dönüşü olmayan büyük felaketlerin yaşanması kaçınılmazdır. Çevre temizliği aynı zamanda
toplumsal bir görevdir. Çünkü insanlar, içinde yaşadıkları çevreyi başkaları ile paylaşırlar. Ortaklaşa
kullanılan çevreyi kirletmek, diğer insanlara karşı yapılmış bir haksızlıktır. Bu nedenle insanlar çevreyi nasıl
bulmak istiyorlarsa o şekilde bırakmalıdırlar. Sağlıklı bir ortamda insanca yaşamanın herkesin en doğal hakkı
olduğu unutulmamalıdır. Peygamberimiz “Hoş olmayan iki şeyden sakının!” buyurmuş; iki şeyin ne olduğu
sorulunca, “İnsanların yollarını ve gölgelendikleri yerleri kirletmektir.”cevabını vermiştir.
BAZI SORU ÖRNEKLERİ
Aşağıdaki paragrafın boşlukları hangi ifadeler ile doldurulabilir?
Bilim insanlarınca genel kabul gören görüşe göre evren büyük bir ……………. (Big Bang) sonunda
oluşmuştur. Bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda rastgele dağılması, kargaşa, …………..
beklenirken evrenin, son derece muhteşem bir düzen ve detaylı bir tasarım ile düzenlenmesi bir
……………………. var olmasını gerektirir.
A- Patlama - Kargaşa - Tasarım
C- Patlama - Düzensizlik - Sistem
B- Patlama - Düzensizlik – Düzenleyici’nin
D- Gürültü – Kargaşa – Tesadüfen
Aşağıdakilerden hangisinde teyemmüm ile ilgili yanlış bilgi verilmiştir?
A- Su bulunamadığında, kullanılması hastalık vb. nedenlerle sakıncalı olduğunda yapılır.
B- Hem abdest hem de boy abdesti yerine geçici olarak yapılır.
C- Sadece suyun bulunması halinde teyemmüm bozulur.
D- Abdestle yapılabilen bütün ibadetler teyemmümle de yapılabilir.
“De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”
(Enam/11) ayet-i kerimesinin hangi bilim dalına işaret ettiği söylenebilir?
Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğru değildir?
A- Farz, Kur’an-ı Kerim’de açık ve kesin olarak yapmamız istenilen davranışlardır.
B- Sünnet, Peygamber (sas) Efendimizin farz ve vacip dışında yaptığı işlerdir.
C- Haram, yapılması kesin olmayan bir delille yasaklanmış olandır.
D- Müfsid, yapılmakta olan bir ibadeti bozan şeydir.
Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğru değildir?
A- İslam Dini’nde maddi ve manevi yönden temiz olmak gereklidir.
B- İslam’da bütün ibadetlerde manevi temizlik ön şart kabul edilmiştir.
C- İslam insanın kötü duygu ve düşüncelerden arınmasını ister.
D- İslam Dini çevre temizliğine ve doğadaki dengenin korunmasına önem verir.
Aşağıdaki namazlardan hangisi farz-ı kifayedir?
A- Cuma namazı
B- Cenaze namazı
C- Vitir namazı
D- Bayram namazı
Dünyadaki bazı dinlerde birbirine benzer ibadetlerin olması hangisiyle açıklanabilir?
a) Köken olarak aynı kaynağa dayanmaları
b) Büyük göçlerin etkisi
c) Ticari ilişkilerin etkisi
d) Sosyal ilişkilerdeki süreklilik
Teyemmüm ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
A- Su olduğu halde kullanma imkanı yoksa da alınır.
B- Su bulunduğunda bu abdest bozulur.
C- Gusül abdesti yerine geçmez.
D- Geçici bir abdest türüdür.
Aşağıdakilerden hangisi abdestin sünnetlerinden biri değildir?
A- Ağza su vermek B- Kulakları temizlemek
C- Kolları yıkamak D- Niyet etmek
Aşağıdakilerden hangisi gusül abdesti ile ilgili doğru bir bilgidir?
A- Gerektiği halde gusül abdesti almayan biri namaz kılamaz, Kâbe’yi tavaf edebilir.
B-Ergenlik çağına ulaşmış aklı olmayan her Müslümanın alması gerekir.
C-Gusül alan abdest almadan bütün ibadetleri yapabilir.
D- Geçici bir abdest olup, ağzı ve burnu temizlemek farzlarındandır.
Aşağıda ayetler evrendeki program açısından size neler hatırlatır?
“Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan
Allah'ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Neml: 88)
A) Dünyanın dönüşü
B) Kıtaların hareketi.
C) Dağların sağlam olduğu.
D) Depremler
"Ve aşılayıcılar olarak rüzgârları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık... (Hicr/ 22)
“... Yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun.„ (Zariyat / 7)
“Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse göğe
yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar..." (el-En'âm, /125)
“... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı...„ (Lokman/10)
“Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını
geçemezler.” (Rahman/19-20)
Aşağıda ayetlerden hangi sonuç çıkarılamaz?
“Onları’’ İbrahim’i, Lut’u, İshak’ı, Yakup’u, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık,
hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahy ettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.”
1)
2)
3)
4)
Bütün ilahi dinlerde benzer ibadetler vardır.
Namaz, sadece Müslümanlara özgü bir ibadettir.
Bütün peygamberler insanlara doğru yolu göstermiş önderlerdir.
İbadet, bütün dinlerde mevcuttur.
“Kıyamet gününe yemin ederim ve kendini ayıplayan nefse yemin ederim ki, insan kemiklerini
toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, biz onun parmak uçlarını bile düzeltmeye kadiriz” (Kıyâme/1-2)
“O ki birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk
göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk/3)
“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer/49
Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez.
Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.„ (Hac/ 47)
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde
yine O'na yükselir.„ (Secde Suresi, 5) “Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde
çıkabilmektedir.„(Mearic/4)
“Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan
başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz? (KK; 32/4)
“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri
yaratan (Allah çok) yücedir.„ (Yasin Suresi, 36)
“Gözler O'nu algılayamaz, O gözleri algılar. O Latif'tir, haberdardır.” (Enam/103)
ayet-i kerimesinden hangi sonuç çıkarılamaz?
A- Görememek Allah’ (cc) ı inkâr etmeye yok saymaya gerekçe yapılamaz.
B- Göremediğimiz ve duyamadığımız halde inkâr ettiklerimiz vardır.
C- Eseri ustası idrak edebilir.
D- Eser ustasını idrak edemez.
“Düşmanlarınız için gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.”(Enfal /60) ayetindeki “kuvvet” in ne olduğu
sorulunca Hz. Peygamber (sas) in verdiği “Kuvvet atmaktır.” cevabından hangi sonuç çıkarılamaz?
A- Kuvvet atış üstünlüğüdür. B- Kuvvet gerçek dışı haber yayan (palavra atan) medyadır.
C- Kuvvet kalabalık ordudur. D- Kuvvet ok, mızrak, mermi, bomba vb atılan her şeydir.
Download