J’ ACCUSE! / (SUÇLUYORUM!) TARİHİ DAVA İLE İLGİLİ BİR ANALİZ Bazı olaylar gibi bazı davaların tarihte unutulmayan izleri olmuştur. Dreyfus davası da Fransız yargısında bu anlamda yankısını uzun süre devam ettirmiş bir dava olarak bilinir…Etnik kimliği öne çıkarılarak haksız yere Almanlara casusluk yaptığı gibi iftiralarla itham edilmesini takiben yapılan yargılamada, rütbesi alınmış olan Dreyfus, bu yargılamanın sonunda hapse mahkum edilmiştir…Daha sonra, kamu oyunda uzun süren bir mücadele sonucunda Emil Zola’nın özellikle L’ AURORE gazetesinde Cumhurbaşkanı’na Mektup başlığı taşıyan J’ACCUSE “ SUÇLUYORUM” ithamı ile yürütülen kampanyanın etkisiyle, muhakemenin yenilenmesine gidilmiş, Drefus’ün masumiyeti ispatlanmış ve gerçek suçlunun da Esterhazy adında bir Fransız subayının olduğu anlaşılmıştır… Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, demokratik bir siyasi süreçte tartışmasız ön görülen hedeflerin başında yer alır…. Davalar, hukuk çerçevesi içinde siyasi tercihlerden uzak şekilde ele alınır… Bir ülkede hukuk, siyasetin güdümüne girmeye başladığı andan itibaren ise, yargının bağımsızlığından bahis etmek de mümkün olmaz… Özellikle, ulusal bütünlüğü ve bağımsızlığı olan ülkelerin yargısına dış güçlerin müdahil olmaları da bu bağlamda söz konusu olamaz…. Bir ülkede siyasi liberalizm, yargının bağımsızlığına dış müdahaleleri açıyorsa o ülkede bazı şeylerin giderek yanlış bir mecraya taşınmakta olduğu görüntüsü ortaya çıkmaya başlar… Ülkemizde güncel olaylar içinde basında yer almış bulunan ve ERGENEKON DAVASI adı ile tanımlanan bu dava sürecine değinmeden önce, konunun farklı açılardan yansımasında izlenen bazı hususların irdelenmesi gerekmektedir… İçeriği ve muhtemel sonuçları itibariyle tamamen tarihi bir dava olan bu sürecin muhtevası birtakım ayrıntıları da kapsamaktadır… Davaya, açıklanan iddianame yapısı üzerinden genel hatları ile bakıldığında ana hedefin TSK olduğu, bunun yanında da, Atatürkçü, yurtsever ve anti emperyalist kişi ve kadrolar ile, bu bağlamda AB/D karşıtı görüşleri savunanların da bir şekilde davaya kenarında köşesinden dahil edilmeye çalışıldığı bir hukuk labirenti şeklinde düzenlenmiş olan iddianameden anlaşılmaktadır… -1- Emil Zola, haksız mahkumiyete neden olan dava konusunda slogan olarak ileri sürdüğü SUÇLUYORUM nidası ile, yargı bağımsızlığı üzerinde siyasi ve etnik tercihlere göre verilen kararın siyasallaşmış yönünü göz önüne getirmiştir… Bu gün Türkiye de görülmek üzere olan Ergenekon adı ile tanımlanan davada tarafsız hukuk yerine iç ve dış siyasal etkiler ile, yargıya müdahale edilmesi durumunda, ileride tarih, bu davaya etkili olmaya çalışmış olanlar için aynen SUÇLUYORUM ifadesini kullanacaktır… Özellikle, bu dava ile ilgili olarak neden AB/D yönünden gereğinden fazla müdahil olma görüntüleri yansıma yapmaktadır?…. Newsweek ve Washington Post gibi yayın organlarında çıkmış bulunan haberler içinde TSK ‘in Ergenekon adı ile tanımlanan davada yenilmiş olduğuna ilişkin haberlerin gerisindeki beklenti nedir? Konu, izlendiği kadar, tümü ile küresel sermayenin çıkarlarına dönük genel bir strateji içinde çerçevelenmiş olarak görülmektedir…. Bu süreçte, Büyükanıt Paşa hakkında 5 Kasım 2005 tarihindeki Şemdinli olayları ile bağlantı kurularak hakkında iddianamede yer verilmiş olmasının sebebi de nedir?….Anılan konuda olayın biraz gerisine bakmak gerekmektedir!… 29/ 30 Mayıs 2003 Tarihinde Harp Akademilerinde “SAREM”in düzenlemiş olduğu Uluslar arası Sempozyomun açılış konuşmasında bir şekilde TSK ‘in bakış açısının yansıtıldığı toplantıda, Paşanın vermiş olduğu mesajlar birilerini fazlası ile rahatsız etmiştir!…. Verilen mesajın içeriğine bakıldığında ve ifade edilen hususlara dikkat edildiğinde, özetle; …Küreselleşmenin askeri boyutundan önce, politik, sosyal ve ekonomik boyutlarının olduğunu, …Yeni dünya düzenini veya bir diğer tanımla yeni dünya DÜZENSİZLİĞİNİ kurmaya çalışan,küreselleşmenin asıl boyutunun olduğunu, … Güçlü ülkelerin, daha az güçlü ülkeler yani çevre ülkeler üzerindeki en önemli küresel yaklaşımlarının kendi politikalarını dayatmalarının olduğunu…, …Bu dayatmalarını ekonomik ve sosyal boyuttaki desteklerle güçlendirdiklerini…, …Güçlü ülkelerin, küreselleşmenin ekonomik boyutunda da daha az güçlü ülkelerden istediklerine bakıldığında : * Uluslar arası sermayenin serbest dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasının istenildiğini, * Devlet organizasyonları ve bürokrasinin, sermayenin serbest dolaşımının en önemli engeli oluşturduğunu ve ortadan kaldırılmasının gerektiğini, * Uluslar arası sermayenin muhatabının, devlet kurumlarının olmayıp, yerel yönetimlerin ve özel kuruluşların olmalarının ön görülmekte olduğunu, * Ulusal devlet anlayışı ve uygulamalarının, sermayenin serbest dolaşımına engel olan önemli unsurlar olduğunu, ve bunların bertaraf edilerek, daha liberal yaklaşımların ve uygulamaların esas alınmasının gerekli görüldüğünü özetle ifade etmiş bulunmaktadır… Konu ile ilgili olarak konuşma içinde Büyükanıt Paşa ayrıca çekmiştir.. -2- şu hususlara da dikkati …Ortada çıplak bir gerçeğin olduğunu, bu süreçte ”Gelişmiş olan ülkelere”bakıldığında, tam tersi uygulamalar ile karşı karşıya gelindiğini, bu ülkelerin hegemonik devlet yapıları dikkate alındığında ise, * Bu ulus devletlerin ,ekonomik yetkilerini ulus üstü kurumlara devretmiş midir? etmişlerse, hangi ölçüde devretmişlerdir? , * Bu devletler, yerel yönetimlerini güçlendirerek merkezi devlet yetkilerini ne ölçüde kısıtlamışlardır?, * Belirtilen iki önemli yaklaşım, bu ülkelerin ulusal güvenlik politikalarını olumsuz yönde etkilemiş midir? Sorularını sormuş olduğu da izlenmiştir!…. Yapılan değerlendirmeler kapsamında, ayrıca şu hususa da değinilmiştir…Bu uygulamalar, …Uluslar arası sermayenin, ulus devletten kaynaklanan hiçbir dirençle karşılaşmadan, tek yönlü küresel pazarlara ulaşma amacını mı taşımaktadır? … Başka bir ifade ile gelişmekte olan ülkelerin ulusal güvenlik politikaları, bu yaklaşımlar önünde birer engel midir?, … Acaba, gelişmekte olan ülkelerde yaratılmaya çalışılan mikro etnik çatışmalar, ulusal direncin zayıflatılmasında birer vasıta olarak mı kullanılmaktadır?..... Özetle,Büyükanıt Paşanın 2003 Mayısındaki bu konuşması özellikle küresel sermayenin çıkar alanları ve politikaları açısından malum çevrelerde rahatsızlık yaratmıştır…Bu sempozyumun ortaya koyduğu gerçek ise, TSK’ce ,küresel politikalar ve çıkar alanlarına ilişkin hedeflerinin çok iyi bilindiği ve izlenmekte olduğu mesajının ayrıca ortaya çıkarılmış olmasıdır… Bu tarz açıklamalar ise, sonuç itibariyle TSK aleyhinde küresel güçlerce yıpratma politikalarına hız vermenin önemli bir köşe taşı olmuştur… O günden sonra, Büyükanıt Paşanın Gnl. Kur. Başkanlığına giden dönemde hakkında çıkarılan dedikodular hatırlanmalıdır….Şemdinli Davası konusundaki mesnetsiz iddianın bile gerisinde bu hesaplaşmanın izleri aranmalıdır…Aynı zamanda bu süreç içinde TSK da hedef alınmasına ilişkin peş peşe belli çevrelerce gündeme oturtulmaya çalışılan propaganda teknikleri de hatırlanmalıdır. Kısaca hedeflenen amaç, sonuçları itibariyle bu senaryoda ki yerine bir şekilde oturtulmuştur!!! Olayların izlemiş olduğu süreç askeri yönden ayrıca hatırlandığında, Doğan Güreş Paşa’nın, Özel Harp Dairesini, ABD güdümünden çıkararak milli bir kuvvet yapısına dönüştürmesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı adı altında yeniden tertiplenmesi ABD çıkarları ile uyuşmamıştır…”Paşanın kahvesine bir gezisinde zehir konulduğu hatırlanmalıdır” Eşref Bitlis Paşa’nın Kuzey Irak oluşumuna karşı yürüttüğü politikanın, ölümüne neden olan kazanın gene dış kaynaklı olduğuna ilişkin karineler de söz konusudur…” Kazanın mahiyeti hala tartışmalıdır” Kıvrıkoğlu Paşa’nın ulusalcı çizgideki tavrı ayrıca Çin ziyareti de ABD yönünden hoş karşılanmamıştır…. “ Kıvrıkoğlu Paşanın bir askeri tatbikat sırasında bulunduğu yere seken(!) ve yanındaki subaya isabet eden mermi de dikkate değerdir” -3- Büyükanıt Paşa’nın ÖKK’ın kuvvet yapısını milli bir güç olarak kolordu seviyesine çıkartması ise ABD yönünden kendi kontrolu dışına çıkan bu sürece karşı daha büyük bir huzursuzluk nedeni olmuştur… Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesindeki bu düşünce tarzının engellenmesi yönünden halen yaşanmakta olan olayların geri planındaki oyun kurucuların amaçların tahmin etmek bu süreçte hiç de zor değildir… Büyükanıt Paşa’nın yukarıda ifade edilmiş bulunan SAREM toplantısındaki beyanları ile birlikte konu ele alındığında ERGENEKON olayına bağlı olarak TSK kaydırılmaya çalışılan görüntülerin bu yönden de değerlendirilmesi gerekmektedir!!! Biraz daha gerilere gidildiğinde Saros’ta yapılmakta olan tatbikat sırasında Muavenet Muhribine, Saratoga’dan atılan füze ile daha doksanlı yılların başında bazı mesajların verilmek istenildiği de yeni yeni anlaşılmaktadır!!! Devam eden süreçte, çuval olayı da ABD ilişkilerindeki bir diğer olumsuz örnektir… Konuya biraz daha geniş açıdan bakarak özellikle ABD ‘in Türkiye’ye dönük politikalarındaki muhtemel yöntemlerinin doğru analizi ayrı bir boyutta da irdelenmelidir!.. Bu bağlamda, Eski CIA görevlisi olan ve uzun süre Türkiye masası şefliğini yürütmüş bulunan Graham Fuller’in “ Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adı ile yayınlanmış bulunan eserindeki satır araları bazı mesajlar içermektedir…. G. Fuller kitabında; * TSK’nın bölgesel açıdan orantısız olarak büyümekte olduğunu… sf. 158. * Ankara’nın bugün Moskova ile, alışık olunmadık şekilde yakın ilişkiler içinde bulunduğunu… sf.159. * Türkiye’nin katı milliyetçilerinin ABD karşıtlığı içinde olup, Kemalist sol ile görüş birliği içinde hareket ettiklerini…sf.312 * İslami kesimlerin ABD açısından karışık görüşlere sahip bulunduklarını…sf.313 * AKP ve Washington arasındaki iyi ilişkilerin, Atatürkçü Çizgide bulunan ABD karşıtlarına karşı bir şekilde dayanışmayı gerektirmiş olduğunu…sf.313 * AKP’nin, muhaliflerini, özellikle de, Kemalistler ile Orduyu kenarda tutabilmek için ABD destekli ilişkilere önem verildiğini….sf.313, * Siyasi liberalizmin islamcı kesimin konumunu güçlendirmede bir araç olduğunu…sf. 313, * Ancak islamcıların AKP dahil, DAHA BAĞIMSIZ BİR POLİTİKAYI amaçlamakta olduklarını, bu hususun siyasetin diğer kanadından da destek bulduğunu…. Sf. 313, * Son cümle olarak da, ...”Gelecek ne getirirse getirsin, bir şey kesindir. O eski, öngörülebilir ve sadık Amerikan müttefiki olan Türkiye artık tarihe karışmıştır … Sf. 321”…ifadesinin yorumlarında yer aldığını görmek mümkündür…. . Fuller’in yapmış olduğu analizden çıkan sonuç bölgede ABD’nin çıkarlarının geleceğe yönelik olarak Türkiye üzerinden eskiden olduğu gibi etkin bir stratejiyi şekillendirme olasılığının giderek daralmakta olduğu izlenimidir…. Bu durumda Türkiye, nasıl etki alanına tekrar alınabilir sorusu ortaya çıkmaktadır! Konu , bir diğer yönü ile ele alındığında, ABD politikalarına karşı olan dinamik unsurlar nelerdir?... -4- * Bu süreçte yakın hedef olarak TSK ve Atatürkçü yurtsever kadrolarına bir şekilde engel olunarak ön hedefin işaretlendiği izlenimi ortaya çıkmaktadır…. * Bu hedeflerin etkisiz duruma getirilebilmesi için, AKP yönetimine gereken siyasal desteğin sağlanması öncelikli olarak görüntüye gelmektedir… Gerek ABD ‘in ve gerekse ortak politikayı destekleyen AB üzerinden gelen telkinlerde bu husus yansımaktadır… * Ancak AKP’nin ayrıca bölgede bağımsız politikalara önem vermekte olması, RF ile yakınlaşma, İran ile ilişkilerin geliştirilmesi, Orta Doğu Arap ülkeleri ile ticaretin ele alınması, Latin dünyası ile yakınlaşma ve Afrika ülkeleri ile işbirliğine de yönelmekte olması, özellikle AB/D in Türkiye’ye karşı senelerdir yürütmekte olduğu TECRİT politikalarının etkisiz hale gelmesinden doğan rahatsızlık ise, satır aralarında yansımakta ve dolayısıyla da AKP’nin de ileri aşamada hedef noktasında olacağı görülmektedir!!! Bu konuda ise, emareler görülmeye başlanmıştır… Gene hatırlanması gereken olaylar içinde atmışlı yıllarda, Endonezya’daki ulusal hareketin engellenmesi konusunda, Endonezya komünizme kayıyor propagandası ile, aşırı İslami kesim tahrik edilerek esas hedef olan ulusalcı kadroların tasfiyesinin sağlanmış olmasıdır… Bu süreçte çoğu ABD karşıtı olan 600 binden fazla insan katledilmiştir… Bunların çoğunu bağımsızlıktan yana olan ulusalcılar olmuştur…. Özetle, ABD mevcut durum itibariyle, AKP ye sağladığı destekle ve bu iktidarın gücünü kullanarak öncelikle, ABD muhalifi olan yurt server kadroları tasfiye etmeyi bu bağlamda da, Türk Devletinin omurgasını oluşturan ve giderek güç kazanan TSK da aynı süreç içinde etkisiz duruma getirmenin arayışı içine girmiştir…TSK’nin her ortamda Ulus Devlet, Üniter Devlet yapısında yana tavır koymakta olması, küresel sermayenin sinir sistemlerinde tahribat yapar hale gelmiştir…. Konuya bu açıdan bakıldığında ERGENEKON DAVASI ile TSK karşıtı olarak devreye konulan diğer davaların periferinde yer alan hesapların hangi noktalara kadar uzanmakta olduğunu görmezden gelmek fazla iyi niyet gösterisi olacaktır… ABD politik hedeflerine yönelirken birçok kere uyguladığı son kullanma tarihi yazılı stratejiyi burada da uygulamaktadır.. Hatırlanacağı üzere; * Yeşil kuşak stratejisi üzerinden önce Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı islami kesime destek sağlanmış, Sovyet tehdidi bittikten sonra da, radikalleştirilen islami hareket, Bin Ladin üzerinden yeni bir tehdit görüntüsü ile konu ayrı bir boyutta servise konulmuştur… Daha sonra da, Afganistan’ın işgaline meşru zemin hazırlanmıştır. * Saddam’ın Kuveyt’e saldırmasının gerisinde de örtülü bir azmettirmenin görüntüsü söz konusu olmuş, daha sonra da Saddam, saldırgan sınıfına oturtularak, Irak işgal edilmiş ve Saddam’ın son kullanma tarihine göre işi bitirilmiştir… * Bosna katliamında da, benzer sürecin yaşandığı izlenmektedir… Karadziç’in itirafından da anlaşıldığı üzere, olayların vahametine ses çıkarmayanların, daha sonra insani gerekçelerle bölgeye müdahale etmeleri, daha sonra da Kosova’ya yerleşmeleri, gereken düzen sağlanıp bölgede önemli askeri üslerin elde edilmesinden sonra Karadziç’i Lahay Adalet divanının önüne çıkarmaları aynı oyunun bir diğer sürümü olmuştur…. Karadziç duruşmada,. Holbrook’un kendisine teminat verdiğini ve güvenliğinin de sağlanacağını ifade ederken son kullanma tarihinin geldiğinin ancak o zaman farkına varabilmiştir… -5- Graham Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabında ifade ettiği hususların içeriğinde göstermiş olduğu hedefler açıktır…. Tek kutuplu dünya düzeninde israr eden ABD için mevcut Ulus Devlet yapılarının tasfiyesi esastır!. Türkiye’de de TSK bu konunun teminatıdır, Atatürkçü kadrolar ve diğer yurtseverler aynı cephenin taraflarıdırlar… Yukarıda ifade edildiği üzere, Büyükanıt Paşa’nın 2003 deki konuşması tekrar hatırlandığında, TSK, küresel oluşumlara karşı tavrı açık olup, Ulus Devlet ve Üniter devlet yapılarında taviz verilmeyeceğini gündeme oturtmuştur!!! Bu konu, Başbuğ Paşa tarafından da altı çizilerek tekrarlanmıştır!!! Dolayısı ile küresel politikaların şifresini çözmüş bulunan TSK ve diğer yönden de üniter ve ulus devlet savunucularının bir şekilde tasfiyesi ve etkisiz duruma getirilmeleri şeytan teorisyenlerince gerekli hale gelmiştir… * Bu konuda önce, (F) tipi, yapılanması olarak tanımlanan bir oluşum içinde Türkiye de kısmen Emniyet, TSK, İdare ve de Yargı yapısına sızılmış olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır… ( Devletin siyasal ekonomik rolüne eşlik eden bir unsur da, ABD’in tahakküm altındaki ulusların POLİS, ORDU, ve İSTİHBARAT vasıtalarının içine sızmasıdır…. James Petras Henry Veltmeyer… Maskesi Düşürülen Küreselleşme… Sf. 77) ifadesindeki yorum, konu hakkında ayrıca bir çağrışım yapmaktadır. * Belli sermaye kuruluşları ile iş çevreleri üzerinden örgütlenmeye ve finansal desteğin sağlanmakta olduğu kanaatı da giderek güçlenmektedir. * Bu sermayenin kontrol etmekte olduğu, yazılı ve görsel medya yapısı üzerinden merkezi bir propaganda etkinliğinin sağlanmasının amaçlandığı da anlaşılmaktadır… * Aynı yapılanma içinde, ayrıca, siyasi iktidarın desteğinin alındığı, olaylarda izlenmektedir… * Diğer yönden hedef unsur olarak ön görülen TSK ve yurtsever kadroların etkisinin kırılması için, bir şekilde yurt dışından ağırlıklı olarak bu senaryonun hazırlandığı ihtimali kuvvetlenmektedir!…Böyle bir operasyonun AKP ‘in siyasi erki kullanılarak Küresel güçler üzerinden servise konulmaya çalışıldığı izlenimi ise, giderek yansıma yapmaktadır!… Bu süreçte dikkat edildiği takdirde siyasi iktidar, önce asli hedef olan TSK ve yurtsever ve Kemalistlere karşı kullanıldıktan sonra, takip edecek olan aşamada, senaryonun hazırlayıcıları tarafından kendileri de hedef durumuna gelebileceklerdir!….( SON GELİŞMELERE DİKKAT EDİLMELİDİR… )Küresel güçler, bölgede kalıcı bir coğrafi hakimiyete ulaşabilmek için BAĞIMSIZ POLİTİKA izlemeye çalışan AKP yi de muhtemelen, bu çok yönlü politikaları nedeniyle zamanı gelince hedef tahtasına oturtmuş olacaklardır!.… Zira, Gerek ABD ve gerekse, AB için Türkiye’nin çok yönlü bağımsız politikalara yönelmesinin kabul görmesi düşünülemeyecek bir husustur…. Özetle, önce, TSK ve Kemalistler ve yurtseverlerin AKP üzerinden törpülenmesi, daha sonra da AKP’nin son kullanma tarihine göre gereğinin yapılması Fuller’in yorumlarının satır aralarında ayrıca okunabilmektedir… Der Spigel’ de geçmişte yayınlanan bir makalede, Türkiye de 2011 sonrası iç harp hesaplarının ve özleminin yapılmış olduğu hatırlanacaktır… Bir ülkede, sosyal yapının çözülmesi ve iç dengelerin bozularak toplumun ayrışması için kurumsal yapıların etkinliklerini kaybetmesi gerekmektedir… Türkiye’nin son 40 senesine bakıldığında, geçen süre içinde, SAĞ, SOL….ALEVİ, SÜNİ…. TÜRK,KÜRT… LAİK, DİNCİ… farklılıklar yaratmaya -6- yönelik pek çok senaryonun uygulamaya konulduğu görülmüştür…Bu süreç içinde de binlerce insanımızın ölümüne tanık olunmuştur…. Halen, PKK üzerinden bir Türk Kürt ayrıştırmasına yönelik dış destekli senaryoların bilinen boyutu kesintili olsa da sürdürülmeye çalışılmaktadır… En son sürüm ise, ERKENEKON DAVASI ile TSK üzerinden ve TSK karşıtlığına destek verilen şekildeki yeni bir yaklaşım ile SİVİL, ASKER… karşıtlığı imajının beyinlere yüklemeye çalışılmakta olmasıdır…Bu operasyon ağırlıklı olarak dış desteklidir ve TSK ne karşı yürütülen bir kampanya olup, Ergenekon adı verilen dava da bu süreçte öncelikli olarak yer almış gibidir… Bir yönü ile TSK karşıtı olarak yürütülen ve Ergenekon olarak tanımlanan davada konu ile bağlantılı olması nedeniyle,7 Ocak 2010 tarihli Taraf Gazetesinde Ahmet Altan’ın kaleme aldığı yazısı dikkate değerdir!…Anılan davada, soruşturmanın biraz yavaşlatılmasına ilişkin Başbakanın bir ifadesine atfen yaptığı yorum ise ilginçtir!!! İçeriği tehdit taşıyan bu yoruma göre, böyle bir uygulamanın sonucunun SİYASİ BİR İNTİHARIN ÖTESİNDE, FİZİKSEL BİR YOK OLUŞTAN SÖZ EDİLEBİMESİ ise,nasıl bir cürettir ve bu güç bu kişiye nerden gelmektedir? Newsweek ve Washington Post’ta çıkan yorumlar bu bağlamda tekrar dikkate alınmalıdır…. Dolayısıyla, ister istemez sürecin arkasında dış kaynaklı oyun kurucuların varlığının düşünülmesi kaçınılmaz olmaktadır… Konuya tekrar dönüldüğünde, geçmişteki Şemdinli olayları hatırlandığında, basına da adı yansımış bulunan “Jonathan Sugden” isimli İngiliz asıllı kişinin dikkate çeken beyanı olmuştur… Bu şahsın, “İnsan Hakları İzleme Örgütü Temsilcisi olduğu ifade edilen söz konusu haberde, Şemdinli olaylarındaki gösterilere katılanlara “Bir sonraki ayaklanmayı daha güçlü yapın” şeklindeki beyanının ifade ettiği özelliktir…. Acaba bu şahıs da mı Ergenekon üyesidir?!!! Bütün bu değişkelerin hedefi toplumu önce ayrıştırmak, sonra birini diğerine yabancılaştırmak ve TSK ile ülkenin dinamik unsurlarını ve ulusal güçleri de etkisiz hale getirdikten sonra, toplumun savunma reflekslerini kırarak , direnme güçlerinin de zaafa uğradığı bir ortamda, iç çatışmayı sağlamaktır… Yugoslavya’nın parçalanmadan önce geçirdiği sürecin bu anlamda çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir! Ergenekon davası şeklinde, ifade edilmeye çalışılan bu süreç bir şekilde, aynı senaryonun boyutları içinde yer almış gibidir…. TSK hedef haline getirilirken bu konuda hangi çevrelerden konuya ne şekilde müdahil olunmuştur? Neden silahlı kuvvetler, bu düzeyde bir saldırı altındadır?.. Yukarıda kısmen ana hatları ifade edilen küresel güçlerin nüfuz edemedikleri bir kurum olması, ulusal bütünlüğün teminatı olmaktaki iradesinin kırılamayışı dikkate alındığında, senaryonun hazırlayıcılarının muhtemel hamlelerini tahmin etmek için bu hususta da konunun iyi analiz edilmesi zorunludur ….Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan da yakın geçmişteki benzer davaların bir operasyon yapısında uygulanmaları bir tesadüf müdür?... -7- * Herkesin çok iyi bildiği şekilde kamu güvenliğinin önemli bir unsuru olan MGK. Zahiri nedenlerle bir şekilde etkisiz duruma getirilmiştir…. * Devletin duyu organları içinde çok önemli bir görevi olan MİT teşkilatı içine dış güçlerin sızdığına ilişkin örnekler, teşkilatta yer almış bazı isimlerin olayda yer aldığına ilişkin yorumlarda da görülmüştür… * İddianame içeriğinde bir zamanlar ABD konuşlanan bu şahsın, CIA teşkilatına MİT mensuplarının kod adlarını vermiş olduğuna ilişkin ifade ve yorumlara da rastlanmıştır.... Bu hususun doğru olması halinde, teşkilatın güvenliğine ve hassasiyetine konunun olumsuz yönde etki edeceği de ayrı bir örnek olmaktadır… * Devletin bir diğer güvenlik örgütü olan Emniyet yapısına ise, cemaat çizgisinde olanların etkinlik sağlamaya başladığına ilişkin haberler ınternet sayfalarında bile uçuşmakta isim listeleri yayınlanmaktadır… Fetullah’ın, ABD ‘de CIA kontrolunda olduğuna ilişkin görüşlerin ise itiraz edilemez durumda olması dikkatlerden kaçmamaktadır… * Devletin en önemli kurumlarının bir şekilde dış istihbarat teşkilatlarının etki altına girdiği bir ortamda, TSK istisna teşkil eder durumda olup, ayrıca gene dış güçlerin nüfuz edemediği bir diğer istihbarat örgütü de Jandarma istihbaratı olmuştur!!! Anılan nedenlerle, Ergenekon davası veya tertibi olarak güncelleşen süreçte maksatlı propagandanın bazı çevrelerce TSK ne ve JİTEM iddiası ile Jandarma Kuvvetlerine yönelik olduğu kadar, güncel hali ile de Özel Kuvvetler Komutanlığının (ÖKK) olması ayrıca dikkate değerdir. Konu öncelikle, Şemdinli olayları üzerinden sahnelenmiş, Van Yüzüncü Yıl Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın haksız yere günlerce cezaevinde yatması sağlanmış, bir diğer yönden de Gnl. Kur. Başkanı Büyükanıt Paşa için çete kurmak gibi mesnetsiz bir iddianame gündeme oturtulmaya çalışılmışsa da bu operasyon boş çıkmıştır…. Yalanlar üzerine kurgulanan bu iddianamenin sonuçları ise arkasındaki oyun kurucular dikkate alınmadan görevli Savcıya fatura edilmiştir… Ergenekon tertibinin, kimliği tartışmalı olan Tuncay Güney’in itirafları üzerinden yürütülen operasyon üzerine başlatılmış olduğu hatırlanacaktır. Bu sürecin kapsamlı boyutu olarak TSK karşıtı diğer davalar da peş peşe sahneye konulmuştur.Bir yönü ile, bu operasyonun geri planında , CIA güdümünde isimleri açıklık taşımayan bazı kişi veya kişilerin de payının olup olmadığının dikkate alınmasının gerektiği, bazı yorumlarda izlenmiştir… Tuncay Güney’in beyanları ile yürütülen tahkikat kapsamında Veli Küçük Paşa’nın evinde bulunan birçok belgenin kendisinde bulunan belgelerle örtüşmekte olması ise, mevcut iddiaya mesnet olduğu görülmüştür.. İnternet ortamında iletişimde bulunan binlerce kişide de benzer arşiv kayıtlarının oluşturulması mümkündür!!! Eş zamanlı olarak yürütülmekte olan tahkikat kapsamında ve dikkati çeken hususlar çerçevesinde bazı özellikler dikkate çarpmaktadır! Önce, * Geçmişteki yasa dışı olaylar nedeniyle, sabıkaları ve mahkumiyetleri olan ve hatta Mafia düzenlemesi içinde adları geçen bazı kişiler, bu operasyonun merkezine oturtularak Ergenekon tertibi, yasa dışı sabıkalı kimselerin yürüttüğü bir suç örgütü imajı verilerek , kamuya sunulmuştur!… -8- * Veli Küçük Paşa’nın başında bulunduğu bir diğer oluşum bu olayın çekirdeği gibi gösterilen yasa dışı oluşumların yanına monte edilmeye ve irtibatlandırılmaya çalışılmıştır… * Bir diğer yönden düşünce platformunda sadece mevcut iktidara karşı muhalefet düzeyinde bulunan ADD gibi kuruluşların lider kadroları bu yapıya eklenmiş ve birbirleri ile hiçbir organik bağlantıları olmayan bu kişilerin, aynı formasyon içinde suç örgütünün (!) mensupları şeklinde kamu oyuna belli çevrelerce sunumları yapılmıştır…. * Tümü ile propaganda teknikleri içinde yürütülen bu sunumlarda, özellikle Emekli askerlerin isimleri üzerinden sistemli olarak TSK ve JİTEM tanımlaması içinde Jandarmaya yönelik saldırılar, daha iddianame bile ortada yokken güncel tutulmaya çalışılmıştır! Operasyon, Tuncay Güney’in itirafları esas alınarak ve Ümraniye’de bulunan bombalar ile başlamış, sunum, Yüzbaşı Muzaffer üzerinden Veli Paşa’ya, oradan da kurgu genişletilerek birbirleri ile irtibatı olmayan kişileri de konunun içinde göstererek sürdürülmüştür… *Ancak, Ümraniye’de “ 12 Haziran 2007 tarihinde bulunan ve dava yönünden maddi delil olan el bombalarının 13 Haziran 2007 tarihinde imhaları için mahkemeden acele karar çıkarılarak 26 Haziran 2007 tarihinde bunların imha edilmeleri iddianın belgelenmesi konusunda şüphelerin doğmasına neden olmuştur…Zira bu bombaların maddi delil olmaları yönünden ve gerçekten de bomba vasfı taşıyıp taşımadığı hususunun açıklığa kavuşması için yargı önünde tartışılmayışı savunma açısından bir hak oluşturacaktır.. * Bir diğer husus ise, Sinan Aygün’ün yazıhanesindeki lavaboda olaydan bir ay kadar önce tesadüfen bulunup Emniyete bildirilen tabancanın durumudur. Argo deyimiyle bu silahın Sinan Aygün’ün lavabosunda zulaya birileri tarafından önceden konulmuş olması manidardır!… Bu olay da göstermektedir ki , bir operasyonun ön hazırlığı vardır!… Bir şekilde konunun vaki olan aramada suç unsuru oluşturulması için de bu silah birileri tarafından zulaya bırakılmış gibidir... * Ayrıca, tutuklamaların sürdüğü, soruşturmanın hazırlık safhasında olduğu bir süreçte bilgi ve bulgular CMK 157 md gereğince gizliliği gerektirmektedir … Ancak, iddianamenin Temmuz 2008 içinde açıklanmasında çok önceleri Şamil Tayyar adlı yazarın OPERASYON ERGENEKON adlı kitabında, iddianame açıklanmadan yayınlanan ve gizli olması gereken belgeler ve bulguların bu kitapta yer aldıkları görülmüştür…. Ayrıca, resmi kayıtlı ve Gizlilik derecesi olan bazı belgelerinde kitapta yer almış olmaları manidardır!… Gizlilik dereceli kontrollu bu belgelerin yazara ne şekilde nerelerden servis edilmiş olduğu hususu ise, konunun hukuki boyutundan ziyada davanın siyasal bir olay olduğuna kanıttır!!! Soruşturmanın gizliliği yönünden TCK 285 md. hükmü dikkate alındığında gizliliği ihlal edenlere ne yapılmıştır? Diğer yönü ile, Basın Kanununun 19 md. hükmü dikkate alındığında, hazırlık soruşturması süresince yasaya aykırı şekilde sürdürülen maksatlı yayınlara ne gibi müeyyide uygulanmıştır?!! * Bir diğer hususu da aynı şekilde, KOD ADI DARBE kitabının yazarı olan Zihni Çakır’ın gene benzer şekilde iddianame açıklanmadan, iddianamede yer alan ve gizliliği olan bazı bilgi ve belgelerin yayınlamış olması, konunun muayyen yerden yönetilmekte olduğunu ortaya koymakta, bu uygulama da davanın hukuki yapısı yerine, siyasi boyutuna karine teşkil etmektedir…. * Belirtilenler kısaca, hazırlık soruşturmasının devamı süresince, ortaya dökülen hususlar içinde özellikle konunun dış merkezlerden yürütülmekte olabileceğine yönelik karinelerdir. -9- - Öncelikle, Tuncay Güney kaynaklı olan ifade ve bu şahıs ile ilgili durum dikkate alındığında, iddianamenin en önemli tanığı olması gerekirken kendisinin 2001 yılında savcılığa ifadesini verdikten sonra ABD gitmek için 10 yıllık vize almış olması ve halen Kanada da HAHAM olarak yaşamını sürdürmesi anlamlıdır. Bu şahısın bir dönem Fetullah’ın yanında çalışmış olması, bir başka boyutta Veli Küçük Paşa’nın yakınında yer alması, bir diğer yönü ile, Mehmet Eymür’ün elemanı olduğuna ilişkin görüşler de ister istemez bazı çağrışımlara neden olmaktadır…. Ayrıca, iddiada yer alan ve Tuncay Güney’de bulunan belgelerin aynısının daha sonra Veli Küçük Paşa’nın da evinde bulunması, bir şekilde, önce bulunup sonra mahiyeti belli olmayan bombalar ile Sinan Aygün’ün yazıhanesinde bulunan tabancanın durumundaki tezatları anımsatmaktadır… * Soruşturma süresi içinde, Tuncay Güney ağzı ile yayın yapan TARAF gazetesinin yakın zamanda birden yayına girmiş olması anlamlıdır… Bu gazete üzerinden yapılan yayınlar ise, aynı bakış açısı içinde hareket eden dışa bağlı kadroların ağız birliğini yansıtmaktadır…Bu gazetenin başına Amerika’dan gelerek geçen bir bayanın kişisel bağlantılarına bakıldığında, bu kişinin Türkiye karşıtı olduğuna ilişkin görüşlerin de mevcudiyeti aşikardır…Bu hanımın ayrıca CIA bağlantısının olduğundan da bahsedilmektedir…Aynı şekilde ,bazı yazarların da bu yapı içinde konuya taraf oldukları ise tartışmasızdır..Ahmet Altan’ın 7 Ocak 2010 tarihli Taraf Gazetesinde Başbakanı bir şekilde tehdide yönelik yorumu ise, mevcut karineleri güçlendirmektedir… Benzer kadro yapısı dikkate alındığında, konunun SOROS ilişkileri üzerinden TESEV’e kadar uzanması söylentiler ciddiye alınırsa ihtimaller içindedir… Bu yapının ortaya çıkardığı resme bakıldığında, ister istemez bir CIA bağlantısı imajı öne çıkmaktadır!… Bunlar, İddianame açıklanmamış olmasına rağmen içeriği ile ilgili bilgileri sürekli olarak anılan yayın organı ve diğer yandaş basın üzerinden sistemli şekilde kamuya servis etmişlerdir… Bu bağlamda uygulanmış olan yöntem, konunun, siyasi yönüne bir diğer karine olmaktadır…. İddianame açıklandıktan sonra ortaya çıkan görüntü hatırlandığında ise, akla gelen, basın yolu ile önce kamu bir şekilde maksatlı olarak yönlendirilmek istenilmiştir… Bu da, bağımsız yargıya karşı bir hareket olup, konu maksadı aşan bir yargısız infaz görüntüsü vermiştir… Adli Yargı bir şekilde kamu oyu ile birlikte propaganda teknikleriyle yönlendirilmeye çalışılırken bir diğer yönden de Fetullah’ın ABD itibar kazandırılarak yandaşları üzerindeki etkisine katkı sağlanmasına dönük ilginç yaklaşımlar olmuştur… Bir taraftan bu şahıs Teksas Üniversitesinde “Barış Kahramanı” olarak ödüllendirilirken, aynı şekilde de Londra’da İngiliz diplomatlar ve Lordlar tarafından bir konferansta selamlanması, 2008 sonunda da ABD de Amerikan Georgetown üniversitesinde Gülen Cemaati üzerine konferans planlanmasına ilişkin görüşler medyada dikkate çarpmıştır. * Özetle, bir taraftan itibar kazandırılan F. Gülen üzerinden Türk Emniyet yapısında bir operasyon sağlanırken, diğer yönden de, Tuncay Güney kaynaklı iddiaların iddianamede delil olmaları, bir diğer taraftan ise, konunun CIA, MOSSAD ve MI6 bağlantılı olma ihtimalini giderek kuvvetlendirmektedir…Bu kadro oluşumundaki genel görüntü, TARAF gazetesinde propaganda görevlisi olan bazı yazarların birlikteliğine ve muhtemelen de diğer ucunda bulunan TESEV’e kadar uzanan bir kamu yönlendirme yapısının olabileceğini, - 10 - dolayısıyla da ERGENEKON TERTİBİNİN bir HUKUK DAVASI olmasından ötesinde, küresel güçlerin TSK ile siyasal bir hesaplaşma olabileceği intibaını güçlendirmektedir… * Soruşturma süresince, yapılan aramalarda ele geçirilen krokiler konusunda ise, şaibeli durumlar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan 2005 yılındaki Şemdinli’de bulunan krokiye göre, Şemdinli’de Umut Kitapevi’ne söz konusu bombalı saldırı ile ilgili olanıdır. PKK yı masum göstermeyi amaçlayan bu kroki daha sonra gerçek dışı bulunmuştur. * Bir diğer kroki ise, Ankara’da 30/31 Mayıs 2006 tarihindeki Atabeyler adı verilen operasyonda söz konusu olduğu görülmüştür… * Üçüncü krokinin de Ulusal Kanal’da ele geçirilmiş olduğu açıklamalarda yer almıştır….Bütün bu krokilerin çok öncelerden muhalif güçlere karşı ve geleceğe yönelik bir operasyonun parçaları içinde yer almakta olduğu ve ulusal değerler ile ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunan çevrelere karşı söz konusu operasyonun ön hazırlığı içinde yapay deliller olarak yer aldığı ve hatta,bu çeşitli yapay delillerin de muhtemelen dış kaynaklı olarak birileri tarafından hazırlanarak gene, bir diğerleri aracılığı ile de servise sokulduğu imajı kuvvetlenmektedir… * TCK 21 ve 61 maddeleri açısından kasta dayalı isnat olunan suça yönelik cezanın takdirinde, somut olayın ortaya konulması, ve cezayı gerektiren fiili bütün unsurların bulunması gereklidir… Kısaca, maddi olaylar ve bunlara ait somut delillerden hareket edilerek suçluyu tespite ve suçu tanımlamaya gidilmesi gerekirken, Ergenekon tertibinde izlenen, bir şekilde ABD modeli içinde, adeta NSA. ( National Security Agency ) yöntemlerine göre, hazırlanan senaryolar yapısında bir uygulama ile, önce bir takım olaylar ve yapay deliller hazırlanmakta, yandaş yayın organları üzerinden bunlar servise konularak kamu oyu fikren hazırlanmaya çalışılmakta, ve bu olaylar daha sonra seçilmiş ve önceden listelenmiş şahıslara monte edilerek suçlu üretimi yapılmaya çalışılmaktadır denilebilir…. Bu bağlamda izlenen ve görülen, Ergenekon’un bir siyasi hesaplaşma operasyonu olup, bağlantısı da büyük bir ihtimalle yurt dışı güçlerdir…. * Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu ülkelerde yargının her yönü ile bağımsızlığı esastır… AY.38 maddesi 4 paragrafı hatırlandığında, “Suçluluğu sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” hükmü yer almakta ve masumiyet karinesi korunmaktadır… Halbuki belli çevreler tarafından daha iddianame bile ortada yokken birileri çok sesli olarak bir takım deliller ileri sürmüşler, kendilerine göre tanıklık yapmışlar, savcı yerine geçerek sorgulamış ve suçlamışlar, ayrıca da bağımsız yargı gibi hüküm vermek hak ve yetkisini kendilerinde görmüşlerdir…. Bu çevrelerin kendilerine göre ileri sürdükleri delillerin hukuki durumuna göre, gene AY. 38 md. ne 3.10.2001. 4709/15 md ile yapılan ilave dikkate alındığında “ Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” hükmünün yer aldığı ve maksatlı çevrelerin iddialarının da bu madde hükmüne göre geçersizliğinin söz konusu olacağı dikkate alınmalıdır… Konu hakkında CMK da 206/ 2a md. kapsamında bir “Delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse” ret konusu olacağını da hükme bağlamıştır . Belli çevrelerin delil olarak ileri sürdükleri yapay suçlamalar ile uyduruk belge ve krokiler genellikle bu kapsamda görülmektedir. - 11 - Vural Savaş’ın “Haşa Huzurdan Demokrasi Geldi” adındaki kitabının sf.122 dikkate alındığında yüksek mahkemenin kararlarına atfen şu içtihatlara yer verdiği görülmektedir: * Anayasa Mahkemesi’nin 5 Aralık 1968 gün ve 49’60 sayılı kararında, ....İhbar, kanuni delillerin varlığı ile desteklenmedikçe bir suçlamada zaman ağırlık noktası, etki unsuru olamaz…Olayı ihbar edenin kimliği belli olmadığı yahut gizli tutulduğu takdirde artık onun mahkemenin toplayacağı ve takdir edeceği deliller arasında yeri yok demektir… denilmektedir. * Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 25 Eylül 2002 tarihli, 2002/2617 E. Ve 2202/648 K. Sayılı kararında; …Ceza yargılamasında olduğu gibi hukuk yargılamasında da, hukuka aykırı yoldan elde edilen delillerin değerlendirmeye alınmaması ve yargılamada kullanılmaması gerektiği belirtilmiştir… * Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 13 Haziran 2006 gün ve 12/162 sayılı kararında; …Dinlenen bir konuşmada tesadüfen elde edildiği kabul edilen suç kanıtının değerlendirilebilmesi için, 4422 sayılı yasada herhangi bir hüküm bulunması gerekmekte olduğu halde, adı geçen yasada bu konuyu düzenleyen hüküm olmadığı anlaşıldığından, bu konuşma tutanağı yasadışı elde edilmiş kanıt niteliğindedir. Yasadışı elde edilen bir kanıtın soruşturma ve kovuşturma aşamasında kullanılmasına olanak bulunmamaktadır… denilmektedir. * Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29 Mart 2007 gün ve 2197 sayılı kararında; …Suç tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK m.97/II hükmü ve aynı yönde hüküm bulunan 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK m. 119/4 hükmü gereğince, “Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için, o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmüne aykırı davranılması suretiyle dava konusu eşyanın usulsüz yapılan arama sonucu ele geçmesi ve aleyhe başka da delil bulunmaması nedeniyle, sonucu itibariyle beraat kararı doğru olduğundan, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına oybirliği ile karar verildi…. denilmektedir. * Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29 Kasım 2005 tarih, 144/150 sayılı kararına göre; …Hukuka aykırı olarak sanıktan alınan ifadeden veya hukuka aykırı yapılmış bir ev araması sonucunda elde edilen delilden yola çıkılarak başka delillere ulaşılabilir.İşte bu durumda ortada hukuka aykırı delil niteliği taşıyan bir ifade veya arama sonucunda elde edilen bir delil vardır ki bu deliller de yargılamada kullanılamaz. Hukuka aykırı yapılan arama sonucu elde edilen delili yargılamada kullanmak yeterli değildir. Bu deliller vasıtasıyla elde edilen deliller de hukuka aykırı olduğundan yargılamada kullanılmamalıdır… denilmiştir. * Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 4 Temmuz 2006 gün, 127/180 sayılı kararına - 12 - göre; …Mahkumiyet kararına sübut kanıtı olarak benimsenen telefon görüşmesi de dahil olmak üzere diğer on iki görüşmenin dinlenmesinin dayanağını oluşturan iletişiminin tespitinin kim hakkında, hangi iletişim araçları bakımından ve ne süreyle gerçekleştiğini gösteren, dolayısıyla telefon görüşmelerine ilişkin kanıtın hukuka uygun biçimde elde edilip edilmediğini ve kimler hakkında hangi suçla sınırlı olarak kanıt sayılacağı belgelenmemiş ve Yargıtay tarafından denetlenebilir açıklıkta olmak üzere Yerel Mahkemece tartışılmamış, buna mukabil mahkumiyet hükmüne dayanak alınmıştır. Hükmün bu yönüyle de bozulması gerekir… denilmektedir. * Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile bağlantılı olarak “ Prof Dr. Durmuş Tezcan’ın değerlendirmesine atfen kitapta sf.124 şu hususa da değiniliyor; …. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Delil, ancak iç hukukta bir engel yoksa ve sözleşmedeki bir hakkın ihlali yoluyla elde edilmemişse geçerlidir” diyor. Bizim mevzuatımızda,CMK ‘un 148 md. Yasak deliller konusu ele alınıyor. Bunun 4. fıkrasında “Bir kimsenin kollukta verdiği ifadenin geçerli olması için ya avukatının hazır bulunması ya da avukat olmadan alınan ifadenin mahkemede kabulü gerekir deniliyor. Buna göre, karakolda alınan ifade dahi, hakim önünde alınmamışsa geçersiz sayılırken, 3. kişilerin bir şekilde elde ettiği ses kaydını geçerli delil kabul etmek mümkün değildir görüşüne yer veriliyor. Ayrıca, Yasa dışı dinleme yoluyla öğrenilen bilginini suç duyurusunda kullanılmasının mümkün olamayacağı da değerlendirmede yer alıyor. Söz konusu dava ile ilgili olarak ayrıca, Türkiye’deki 60 Baro Başkanı ile 116 akademisyenini hukuk devletinin dışına çıkılmaması ile ilgili yayınladıkları ortak bildiri ile duyulan endişeler kamunun dikkatine ayrıca sunulmuştur Özetle, iddianamenin esasının Tuncay Güney’e ait itiraflar üzerine inşa edildiği hatırlandığında bu şahsın karanlık kimliği içinde haham sıfatı, ayrıca, ABD i Dışişleri Bakanlığında görevli olan Yahudi asıllı olduğu ifade edilen bir şahsın eşi durumundaki hanımın çok akçalı görevini bırakıp birden Türkiye’ye TARAF Gazetesinin başına getirilmiş olması anlamlıdır….Ayrıca, CIA denetiminde bulunduğuna şüphe duyulmayan bir din adamı üzerinden paralel propaganda eylemlerinin bir şekilde sürdürülmekte olması, diğer yönü ile de SOROS çizgisinden finanse edildiği kendilerince de ikrar edilen TESEV gibi bir diğer STK örgütü yapısında benzer propaganda malzemelerinin delil olarak zaman zaman ileri sürülmesi belirtilen karineleri güçlendirmektedir…Gene iddianame açıklanmadan içeriğinde bulunan gizli olması gereken belgelerin Ergenekon Dosyası ve Kod Adı Darbe adlı kitaplar ve TARAF Gazetesi üzerinden sistemli şekilde servis edilmeleri de dava dosyası ve eklerindeki belgelerin ciddiyeti ve delil niteliği üzerindeki şüpheleri artırmaktadır…İleri sürülen hususlar içinde, Sinan Aygün’ün bürosunda zulada bulunan silahın bir operasyon ön hazırlığı olabileceği konusundaki karine ise, Ümraniye’de bulunan bombaların durumu da tekrar dikkate alındığında, konunun maddi delil niteliğindeki durumlarını tartışılır konuma getirmektedir. Ayrıca söz konusu bombaların alelacele imha - 13 - edildiklerine ilişkin hususlar, gerek AY. 38 md. ve gerekse CMK 206/2a hükmü kapsamında bir diğer açıdan önem ifade etmektedir… Bu bağlamda, operasyonun ilk uygulama evresinde, CMK. Çağırma, zorla getirme, yakalama ve arama yapılmasına ilişkin (98, 116, 118, 145, 146) madde hükümleri ön gördüğü hususların da dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır, uygulama hakkında, fazlasıyla subjektif hareket edildiği kanaatı de hasıl olmaktadır. Özellikle usulüne uygun olmadan gece yarısı yapılan ev ve iş yeri aramalarında, kalabalık bir heyet ile gelen kolluk personeli içinde birileri tarafından gene gizlice bir yere “ZULAYA” herhangi bir belge veya kroki konulması ve bunların da gene arama yapılan yerde bir diğer görevli tarafından bulunarak delil olarak kullanılmak istenilmesi de mümkündür!!! Sinan Aygün’ün bürosunda daha önceden yerleştirilmiş olduğu netleşmiş olan tabancanın durumu bu konuda açık karinedir…. Anılan husus ev ve iş yerlerinde aramaya tabi tutulmuş bulunan bütün şüpheliler için de geçerlidir!… Anlaşıldığı kadar bu uygulamada, suçu ve suçluyu tanımlamanın ötesinde, yapay deliller oluşturulması ile, suçlu üretilmesi, operasyonun siyasallaşan yönünü işaret etmektedir… Aynı şekilde, CMK. 134 md. gereğince, aramalarda el konulan bilgisayar programları için uygulama esasları belirtilmiştir…. Bu bağlamda, el konulan verilerin yedekleme işlemlerinin yapılmamış olması durumunda dijital ortamda bu kabil kayıtlar üzerinde her zaman değişiklik yapılabileceği gibi, bunlarında delil değerleri gerek AY ve gerekse CMK açısından geçersiz olmaları kaçınılmazdır… Gene CMK 135 çerçevesinde, iletişimim dinlenmesine ilişkin esaslar ifade edilmiştir…Ergenekon adı verilen Dava dosyası ve eklerine ilişkin deliller dikkate alındığında, iki bin sayfadan fazla tutan iddianame ile, 450 klasör civarındaki belgelerin büyük çoğunluğunun telefon dinlemeleri olduğu anlaşılmaktadır… Bu dinlemelerin geçmişine bakıldığında, bazılarının oldukça eski tarihli oldukları da görülmekte ve hatta, çoğunun da dava ile ilgisinin bile bulunmadığı anlaşılmaktadır Konuya ilişkin olarak iddianamenin eki olan 429 cu klasörde, Emin Şirin ile Kalafat arasında 12 Eylül 2007 yapılmış olan bir telefon konuşmasına da değinildiği ifade edilmektedir… Bu konuşmada, Kalafat Yazıcı’nın 1998 yılında Başbakan Erdoğan’ın o tarihlerde avukatlığını yapmış olduğunu,Erdoğan hakkındaki dava ile ilgili olarak “bir savcı ve iki hakimi satın aldığını” ifadesi yer aldığı görülmektedir…Bu konu şayet yalanlanıyor ve gerçek dışı olarak kabul ediliyorsa ki öyle görülüyor, bu durumda da çeşitli şekillerde iddianameye isimleri dahil edilmiş bulunan birçok kişinin de haklarındaki çeşitli iddiaların düzeyinin ne kadar tutarsız ve mesnetsiz olduklarını kabul etmek gerekecektir!…. Anlaşıldığı kadar iddianame bir yerlerde, listelenmiş birçok ismi içine alacak şekilde ve kişiler hakkında zan uyandırmaya ve itibarsızlaştırmaya yönelik bir psikolojik harekatın safhası özelliğini taşımaktadır… Kısaca, isteğe uygun olarak bütün bu isimlerin bir şekilde iddianameye dahil edilmiş oldukları anlaşılmaktadır… Dosyaların düzenleniş üslubunda bile gerekli ciddi bir ayıklamanın olmadığı da ayrıca ortaya çıkmaktadır!!!. - 14 - Kısaca ön görülen şekilde hedef, gerek ABD ve AB karşıtları ile AKP muhaliflerini içine alacak şekilde düşünülmüş olması gibidir… Belge ve bulguların sağlıklı deliller olmaları şüphelidir. Lobi iddiası konusunda da benzer çelişkiler mevcuttur…. Bir şekli ile bunun Tuncay Güney tarafından hazırlandığı söz konusu olmaktadır…. Konu hakkında farklı bir yaklaşımla, internet üzerinden arama motoru ile, NATİONAL SECURİTY AGENCY sayfasına girildiğinde, bu sayfa üzerinden diğer sayfaların ayrıntılarına da ulaşmak mümkündür!!! Şayet, tüm ayrıntılar üzerinden ekrana gelen sayfaların madde başlıkları alınıp, bunlar tercüme edilerek, içeriği kişinin kendi değerlendirmesine göre doldurulduğu takdirde, ortaya bir sürü LOBİ metni çıkarmak da mümkündür!!! Anılan nedenle, Lobi konusundaki iddianın bile dış merkezli bir yapay delil olarak, iddiaların içine yerleştirilmesi sürpriz olmayacaktır… Merak eden herkes istediği kadar bu yöntemle Lobi metni hazırlayabilecektir!!! Ayrıca, bazı örgüt krokileri de iddianamenin açıklanmasından önce, Lobi iddiasında bulunan malum yayın organları aracılığı ile sık sık güncelleştirilmiştir…Gene internet üzerinden, Black Water Securıty sayfasına girildiğinde, ABD paralı silahşörlerin nasıl eğitildikleri ve nasıl bir örgüt yapısı oluşturduklarını da görebileceklerdir… Aynı şekilde, isteyen bu sayfa üzerinden konuya girerek dilediği örgüt yapısı ve şemaları da oluşturabilecektir… Bu tarz delillerin aynı mantık üzerinden National Security Agency sistematiği ile hazırlanarak, CIA, MOSSAD, MI6 gibi örgütlerin örtülü şekilde muhtemelen müdahil oldukları Ergenekon tertibine dahil edilmiş olmaları hiç de sürpriz olmayacaktır… Ergenekon Davası adı ile görülmekte olan bu dava ile, TSK hedef alan diğer davaların bir tertip olduğu kanaatı giderek artmakta, ve kurgunun da yurt dışı ile bağlantılı olduğu inancı çoğalmaktadır. Görev verilmiş bulunan aktörlerin konumları ve bağlantıları açıklandıkça pusulanın ibresinin küresel güçler olduğu da anlaşılır hale gelmektedir… 11 Eylül İkiz Kulelerine olan saldırının bir El Kaide operasyonu olduğuna ilişkin görüşler bugün ABD bile artık kabul görmemektedir. 11 Eylül ‘ün, Gerek Afganistan’ın ve gerekse Irak’ın işgaline bir gerekçe olduğuna ilişkin görüşler söz konusu olabilmektedir. Bu saldırının ABD içinden küçük bir küresel güç örgütünce yönetildiğine ilişkin tez artık ileri sürülür hale gelmiştir…Konuya ilişkin benzer dış müdahale yapısındaki ABD kaynaklı CIA operasyonları hatırlandığında; * 1953 de İran’da Musadık’ın, İngiliz petrol şirketlerini millileştirmesi üzerine CIA operasyonu ile devrilmesi!!! * 1954 de Guetamala’da ABD politikalarına ters düşen Başkan Jacobo Arbenz’in devrilmesi!!! * 1981 de Ekvador’da gene ABD karşıtı politikaları nedeniyle Başkanın bir uçak kazası sonucunda öldürülmesi!!! * 1981 de Panama Kanalının millileştirilmesi konusundaki çabaları nedeniyle Başkan Omar Torrijos’un süikast sonucu olümü!!! * 2002 den bu yana Venezüela’da Cavez’in devrilmesi eylemini takiben oluşan gelgitlere rağmen bir sonuç alınamayışı!!! * 2003 Irak operasyonu ile Saddam rejimine son verilip ülkenin işgali!!! Bütün bu sürecin farklı sürümleri olarak siyasi tarihte yer almışlardır! * ABD’in 1890 yılından bu yana uluslar arası düzeyde değişik ülkelerde yapmış olduğu müdahalelerin sayısı ise, 90 ‘ın üzerindedir ve bu süreç devam etmektedir!!! - 15 - * Arap Baharı olarak başlatılan eylemlerin, TUNUS, MISIR, ve SURİYE’deki farklı yansımaları da dikkate değerdir… * Temel hak ve hürriyetlerin kısıldığı ülkemizde de haklı bir tepki olarak başlayan TAKSİM süreci dikkate alındığında, olayların seyrini kendi hedefleri istikametinde yönlendirmeye yönelik dış merkezli operasyonlara çok dikkat edilmesi gerekmektedir… Aynı mantık içinde konu ele alındığında,ABD politikalarına ters düşmesi nedeniyle, TSK yönelik kapsamlı bir operasyonun alt yapısının da benzer şekilde kurgulanmış olabileceğine ait karineler, sahneye sürülen figüranların kimliklerine, yaptıklarına ve yazdıklarına ve bağlantı noktalarına bakıldığında kesişme alanları bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Başbakanın, ABD ziyareti esnasında, Başkan Bush ile, 5 Kasım 2007 tarihinde yaptığı görüşmede, Ergenekon operasyonunun kararlaştırılmış olduğu konusundaki tekzip edilmemiş olan haber, gazeteci Fehmi Korur tarafından da yansıtılmıştır… Bu durumda yargının bağımsızlığının esas olduğu anayasal düzende, dış destekli yargısal müdahalenin hukuki yönden ifade edeceği açmaz da ayrıca dikkate değerdir…Bu husus da ayrıca Ergenekon tertibinin dışa bağlı bir operasyon olduğuna ayrı bir karinedir… Uygulanan yöntemde, TCK 21 ve 61 maddeleri açısından yüklenmek istenilen suçun kasta dayalı SOMUT olay ile bağlantıları nelerdir?… Cezayı gerektiren fiilin maddi ve manevi unsurları nelerdir? Cebir ve şiddet kullanarak hangi eylemler yapılmıştır? Gerek iddianame ve gerekse eklerde birbiri ile çelişki ifade eden bazen kurulan cümlelerin özneleri bile açıklık taşımayan soyut beyanlar ve iddialar delil olarak ileri sürülmektedir. Farklı zamanlardaki birbirleri ile ilişkisi olmayan fiiller de birbirleri ile çelişkili olarak irtibatlandırılmaya çalışılmaktadır!!!Bunların hemen hemen çoğu, yasaya uygun olarak dinlenip dinlenilmediği bile belli olmayan telefon konuşmaları üzerinde inşa edilmiştir…. Dijital ortamda elde edilen CD ler ne düzeyde doğrudur?, Ne düzeyde tahrifata uğramışlardır? Ne düzeyde, zulaya bırakılarak sonra da bulunduğu iddia edilen belge ve krokilerdir… Gene TCK 2/3 maddesi dikkate alındığında, “ Kanunun suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.Suç ve ceza içeren hükümler, kıyas yolu açacak biçimde GENİŞ yorumlanamaz “ şeklindeki ifadesi emredici biçimde yer almaktadır…. Ayrıca, Ceza Genel Kurulunun içtihatları içinde, “ cezayı gerektiren fiilin tüm unsurları olmadan failin cezalandırılamayacağı yolundaki genel ceza hukuku ilkesi karşısında varsayım ya da kıyas yoluyla ceza kesilmesi mümkün bulunmamaktadır” hükmü yer almaktadır . Bir yerlerden düzenlenmiş olduğu intibaını veren Ergenekon Davasına bir şekilde meşruiyet vermek için, geçmişte çeşitli mekanlarda vaki olmuş bulunan yasa dışı değişik olaylar bir suç örgütü yapısında birbirleri ile bağlantılı olarak gösterilerek olayın merkezine oturtulmuştur. Bunun çevresine de farklı olaylar bir koza şeklinde örülmek istenilmiştir. Bu uygulama içinde, ABD karşıtı olan ulusal güçler ile, ulus devlet yapısından yana olan kadrolar ve de Siyasi iktidara muhalif görülen kişiler ve farklı gruplar dahil - 16 - edilmişlerdir….Bu dava gerçekte siyasi bir operasyon olup, bağlantılarının dış istihbarat örgütlerinin olması kuvvetle muhtemeldir… Dosya eklerinin doğru dürüst elenmediği, bir şekilde Başbakanın bile adının klasör ekinde yer almış olmasından anlaşılmaktadır!!! Adeta dosyalar bir yerlerde hazırlanarak paket program olarak savcılığa intikal ettirilmiş olduğu intibaını vermektedir! Dosya içeriğini ve eklerinin birçok yerinde çelişkilerin olması somut olayın ortaya konulamaması ve varsayımlar üzerinden sonuç aranmaya çalışılması, gerek TCK ve gerekse, CMK. Açısından tenakuz yaratmaktadır… Maddi deliller olarak ileri sürülmeye çalışılan telefon konuşmaları üzerinden yapılan spekülasyonların dışında gizli tanık olayında da çelişkiler görülmektedir… CMK. 54 md. hükmü gereğince, tanıkların dinlenmesi ve kendilerine yemin verilmesi mahkemenin yetkisi dahilindedir. Hazırlık soruşturması sürecinde, kolluğun tanık dinleme ve yemin verdirme yetkisi yasaya göre yoktur… Bu konuda, gerçek dışı beyanların da oluşturulması her zaman mümkündür!!! Anılan konuda, yasa dışı eylemler nedeniyle haklarında kovuşturma yapılmış bulunan Karagümrük Çetesi’nden Vedat Ergin’in basına yansıtılmış ifadeleri içinde, Veli Paşa’nın azmettirici olduğuna ilişkin beyanda bulunmasının istenildiği anlaşılmaktadır…Buna karşılık, aynı kişinin Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazmış olduğu dilekçesinde gerek Veli Küçük Paşa, gerek Şenkal Atasagun ve gerekse Mehmet Ağar aleyhinde yalancı tanıklıkta bulunulması konusunda birilerinin zorlamış olduğuna ilişkin yazılı beyanı da dikkate değerdir!…. Şahsa ait bu dilekçenin, Kocaeli 1 Nolu F tipi Kapalı Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu başlıklı 2005/1461 sayı ve 20/07/2005 tarihli yazısı ekinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır…(Saygın Öztürk Belgelerle Ergenekon. Sf.92) Niteliği itibariyle benzer bir diğer olayın yalancı tanıklık yapması konusunda soruşturmayı yürüten savcılığın, E. Jnd .Alb. Sarızeybek’ten tutuklu Paşalar hakkında tanıklık yapmasına ilişkin teklifinin, düşündürücü yanıdır!!! CMK 160/2 ve 170 md. hatırlandığında, delillerin tespitinde şüphelinin aleyhine olan hususlar kadar, lehine olan hususların da belirtilmesi, bir hakkın zayi olmaması bakımından hukukun emredici hükümleri içindedir. Halbuki delillerin toplanmasında subjektif tavırlar içinde, yasa hükümlerinin dışında hareket edilmiş olduğu görülmektedir….Hukuk normları açısından iddia makamının tarafsızlığı şüphe yaratmaktadır!! Bir diğer yönü itibariyle,TCK 272 md. açısından yalancı tanıklığın suç unsuru oluşturduğu ifade edilmektedir!… Bu bağlamda, herhangi bir şahsı, suç tanımı içinde yer alan bir fiile, yani yalancı tanıklığa yönlendirilirse,bu durumda azmettiren kişi olarak onun da aynı şekilde TCK 38 md. itibariyle , suçlu durumunda kalması söz konusu olacaktır!!! Sunulan diğer deliller içinde, Ergün Poyraz’a Jitem’in maaş verdiğine ilişkin iddianın da Jandarma Genel Komutanlığı’nın 28 Nisan 2008 gün ve 1500-157086 sayılı yazıları ile - 17 - yalanlanmış olduğu anlaşılmaktadır… Bu durumda, dosya içeriğinde pek çok tenakuz içeren ve gerçek dışı olarak iddianameye delil olarak sunulan belgenin ciddiyetinin olmadığı anlaşılmaktadır.. Birbirleri ile bağlantısı olmayan pek çok geçmişteki eylemim Ergenekon çatısı altında sürüme konulmaya çalışılması adeta küreselcilerin bir tertibi olmaktadır… Basına yansıyan şekli ile, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir ekibin yasa dışı faaliyetler yürüttüğüne ilişkin ihbarı değerlendirerek burada arama yapılmasına karar verdiği anlaşılmaktadır…Uygulamanın Fatih 2 Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararla Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğün’de arama yapılmaya başlandığı da haberde geçmiştir... Ancak, arama işleminin Ergenekon davasını yürüten Savcılıkça, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nden aldığı iptal kararı ile bu aramanın durdurulduğu da iddia edilmiştir!!! Bu görüntü ve iddia şayet doğru ise, ister istemez, davayı yürüten savcılığın tarafsız hareket etmediğin ve delillerin toplanmasında olduğu kadar, muhtemelen kapalı kapılar arkasında yapay delillerin düzenlenmekte olduğuna ilişkin bir intibaın varlığına da neden olacaktır! Konu açısından geniş anlamda olaya bakıldığında suç durumu bile belli olmayan pek çok kişinin suçlanmakta oldukları görülmektedir! Bu bağlamda, değerli akademisyen ve bürokratların yanında hayatlarını yıllarca terör ile mücadelede geçirmiş ve saygınlığı tartışılmaz olan bütün bu vatanperver ve emekli generaller de bu tertip içindedir….Suç isnat edilen kişilerin çoğunun, mesnetsiz olarak dosyaya dahil edilmeleri yukarıda açıklanmaya çalışılan gerekçeler içinde dikkate alınması gereken husustur. Ayrıca, söz konusu uygulamanın suçun bile doğru tarifinin yapılamadığı bu süreçte adı geçen şahısların haksız yere hapiste tutulmalarının hukuki açıdan izahı bile kabil değildir!!! Dikkat edildiği takdirde , bu güne kadar geçen süre içinde, Ergenekon tertibi ile ilgili alt yapı çalışmalarına ilişkin bir takım kurguların sistemleştirilmeye çalışıldığına ilişkin karineler söz konusudur…Konu bu yapı içinde ayrıca kayda değerdir… Yapay deliller, sahte krokiler, gerçek mahiyeti belli olmadan imha edilen bombalar, birbirinden bağımsız olaylar, yasaya uygunluğu açıklık taşımayan şekilde yapılan telefon dinlemeleri, Echelon üzerinden kimler tarafından yapıldığı bile belli olmayan şekilde toparlanan muhalif görüşleri içeren klasör hacmındaki dosyalar, uzun süredir TSK karşıtı hazırlanmakta olan bir operasyonu göstermektedir…Bu operasyonun belli bir amaç için düzenlenmekte olduğu da uygulamaların ayak izlerinde yansımaktadır… Vaki iddia, bir darbe yapısına oturtulmaya çalışılırken, bu konunun uzmanı olan ABD patentli darbelerin boyutunu da farklı açıdan hatırlamak ve belirtmek gerekmektedir… Stephen Kınzer’in DARBE adı ile Türkiye’de de yayınlanmış bulunan kitabında konuyu profesyonel bakış açısı içinde ve küresel mantık çerçevesinde farklı örneklerini ortaya koymaktadır. Hawaıı’ den Irak’a kadar değişik mekanlarda benzer operasyonların yapılış şekilleri ifade edilirken, Küba müdahalesinden, Guatemala’ya, Güney Vietnam örneğinden Şili darbesine, Irak ve Afganistan işgaline giden süreçte ki örnekleri görmek mümkündür… Ayrıca değişik bir model içinde SOROS şaplonuna göre kıyafetlendirilmiş, turuncu devrim yandaşlarının da yeni bir sıfat ile maskelendirilmiş eylemleri hatırlandığında ve Ukrayna, Gürcistan, - 18 - Kırgızistan örnekleri de dikkate alındığında bu kabil olaylar karşısında projelerin nerelerden ve nasıl hazırlanmakta olduğunu da tahmin etmek de mümkündür….Bir diğer anlatımla, Ergenekon tertibinin Atlantik ötesinden planlanmış olması bu mantık içinde kuvvetle muhtemeldir…. Graham Fuller’in yukarıda ifade edilen alıntısı tekrar hatırlandığında, satır aralarında ki hedefleri görmek tesadüf olmayacaktır!!! Özetle, tümü ile bir tertip yapısında şekillendirilen Ergenekon Davasının gerisindeki asli neden Üniter Devlet ve Ulus Devlet yapısına yönelik örtülü bir saldırıdır….Hedef ülkenin omurgasını oluşturan TSK olup, Türk Yargısı ve Emniyeti siyaset üzerinden bu konuda kullanılmaktadır!!! İddianamenin sistematiği dikkate alındığında, ortaya konulan hacım içinde somut olayın belgelenmesine yönelik delillerin objektifliği tartışmalıdır… Hacım ifade eden telefon konuşmaları arasına sıkıştırılan suçlayıcı mesajlar ile, bir taraftan kavramlar karıştırılırken, diğer yönden de imaj karartılması içinde zihinlerde suç unsuru yaratılmaya çalışılmaktadır! Paradoksal bir şartlama ile, yanlışlar doğru olarak gösterilirken,doğrular gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda,ülkenin birliği ve bütünlüğünden yana olan ve emperyalist politikaları eleştiren kişi ve çevreler ise, maksatlı olarak zan altında bırakılmaya çalışılmaktadır… Bir zihin karartılması içinde, somut olaya dayalı suç tarif edilmemekte, sadece soyut yorumlarla muhalif görülenler aynı yapı içinde gösterilecek şekilde hedef oluşturulmaktadır…Uygulama içinde de bir şekilde suçu ve suçluyu tespitten ziyade siparişe göre SUÇLU ÜRETİMİ yapılması amaçlanmaktadır!!! Bu bir iddianame olmanın ötesinde adeta bir National Security Agency.“NSA” senaryosudur… Gerisindeki bağlantı noktaları tekrar hatırlandığında konuya ilişkin kanaatler kuvvetlenmektedir…Dava şeklindeki bu tertip, gerçek anlamda yurt dışı bir operasyondur!!! İddianamede adı geçen şahıslara ait isnat olunan suçlarla ilgili olarak, çeşitli fiiller ileri sürülerek, “ TCK Md.309 Anayasayı ihlal, Md.327 Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, Md.220 göre, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, Md.313 Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, Md.319 Askerleri itaatsizliğe teşvik, Md. 216 Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, Md. Patlayıcı madde bulundurma, Md.152 Mala zarar vermenin nitelikli halleri, Md. 135 Kişisel verileri kaydetme, Md. Siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi , tanımı içindeki suçlar isnat olunmakta, ancak somut olaylar ifadesini bulmamaktadır!!!…. İddianame kapsamındaki birbirleri ile çelişkili beyanlar ve somut olayı ortaya koyabilecek sağlıklı deliller izlendiği kadar yoktur…. Kaldı ki, Anayasanın ihlali gibi ağır bir suç unsurunun ortaya konulduğu ortamda , mevcut iktidar hakkında Anayasayı ihlal suçu nedeniyle açılan davada, Mahkemesinin 6 kapatma, 4 para cezası bir de ret oyu ile karara bağlanan sonucu hatırlandığında, halen iktidar partisi olan AKP ‘nin esas itibariyle kurumsal açıdan öncelikle, Anayasa ihlali ile zımnen de olsa suçlu bulunduğu aşikardır…. Bu durumda şahsi suç isnadı ile yargılananlardan Anayasayı ihlal suçu işledikleri isnadına muhatap olanlar, buna karşılık dava kapsamında bu konuyu , ayrıca önemli bir savunma hakkı olarak kullanabileceklerdir…. - 19 - Bir diğer yönü ile de Devletin güvenliğine İlişkin bilgi Belgeleri temin ettikleri iddia edilen sanıklara atılı suç karşısında da ister istemez Şamil Tayyar’ın Operasyon Ergenekon adlı kitabı ile, Zihni Çakır’ın Kod Adı darbe adlı kitabında ve ayrıca TARAF adı ile yayınlanan gazete ile diğer bazı gazetelerde , iddianame açıklanmadan çok önceki tarihlerde sayfa sayfa yayınlanan ve GİZLİ gizlik derecesi olan bazı belgeler nasıl elde edilmiştir?….Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında ve iddianame dosyasında olması gereken bu belgeler, kimler tarafından medyaya sistemli olarak servis edilmiştir?…. Davanın ciddiyetini ve yargının bağımsızlığını zedeleyen bu uygulamaya müsamaha edilmesi devletin yargı güvenliğinin ihlali açısından suç değil midir?!!! Bu konuda ne yapılmıştır? Sami Selçuk, Ergenekon’dan Kesitler adı ile yayınladığı kitabında satır arlarında önemli noktalara değinmekte ve tüm hukukçulara bazı hatırlatmalar yapmaktadır. Bu konuda; Türkiye adeta hukuk bilincinden yoksulluğunu çömertçe sergiliyor… sf.27 Suçun siyasi olması başka, davanın siyasileştirilmesi başkadır…sf.28 Hukukun üstünlüğüne, hukuk karşısında herkesin eşitliğine yaslanan bir düzende, kimse başına buyruk soruşturma açamaz ve yapamaz..sf. 30. Soruşturmayı, kovuşturmayı yasalar yaptırır ve yönlendirirler, insanlar değil, insanları yasalar cezalandırır, insanlar değil…sf.31 Savcılar, yargıçlar hiçbir davaya bu tür ideolojik önyargılarla, kovuşturmalarla, körlükle yaklaşamazlar…sf.35. Anayasal düzene karşı suçları bizzat savcı soruşturmak zorundadır, kolluk ifade alamaz CYY 250, 251 sf.44 KİTABIN ÖNSÖZÜNDE DE “ HEPİMİZ SINIFTA KALDIK” İfadesi ile konunun ciddiyetini gözler önü e sermiş oluyor…. Bir diğer yönden, İngiliz Gazeteci Gareth Jenkins de iddianameyi okuduktan ve süreci izledikten sonra, söz konu dava ile ilgili olarak, “Kral çıplak, soruşturma çıplak. Böyle bir örgüt yoktur” iddiası ile eleştirici şekilde dava hakkında yayınladığı rapor nedeniyle, gene malum çevrelerden önemli tepkilere maruz kaldığı görülmüştür.. Konuya değişik açılardan iddianame dosyası kapsamına göre bakıldığında çelişki ve tezatlar yargının bağımsızlığına karşı tereddütler yaratmaktadır… Soyut iddialar nedeniyle, halen suçu bile tarif edilmemiş kişilerin halen hapiste bulunmaları, bunlar içinde kahrından vefat eden, intihar eden ve hastalananların durumları dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yönünden ileride bir takım haklı davaların açılabileceği de ortaya çıkmaktadır. (AİHM) ön gördüğü esaslar yönünden AŞIRI BİR CEZANIN BEKLENEBİLDİĞİ OLAYLARDA BİLE, gözaltında ve tutuklu olarak devamlı tutma durumunu, AİHM ‘in haklı bulmadığı anlaşılmaktadır!! Bu hususta; * 10 Kasım 1969 tarihinde Avusturya’daki Matznetter, * 14 Şubat 1976 tarihinde Fransa’daki Lattellier, * 26 Ocak 1993 tarihinde İsviçre’deki Weber, - 20 - * 17 Mart 1997 tarihinde Fransa’daki Muller davalarında adı geçen kişilere tazminat ödenmesine ilişkin olarak, o ülkeler aleyhine karar verildiği de içtihatlar içindedir!… Belirtilen nedenlerle,haksız tutuklamalar ve suçlamalara muhatap olanların ileride, hizmet kusuru nedeniyle idareye olduğu kadar, mağduriyetlerine maksatlı olarak sebep olanlara karşı, bu kişilerin şahsi kusurlarından ötürü dava açma hakları da ayrıca olacaktır!!!Ancak, görüldüğü kadar, şahsi kusuru ortadan kaldıracak şekilde bir yasal düzenleme ile konu, hizmet kusurunun kapsamı dışında bırakılmıştır....Diğer ifade ile, hukuka göre değil İttihatçıların da geçmişte yaptığı gibi meşrebe göre YOK KANUN, YAP KANUN uygulamasına gidilmiştir… Ergenekon tertibi üzerinden yürütülmekte olan bu davada , iddianameye bir şekilde dahil edilen Emekli Generaller ile, gene haklarındaki suçun gerçek mahiyeti bile belli olmayan kişilerin haksız olarak hürriyetlerinin kısıtlanmış olmasından dolayı ileride açılacak olan (AİHM) davalar, müracaat yöntemi, Anayasa Mahkemesi süreci üzerinden uzatılmış olsa da , gene de yargının tarafsızlığı açısından ileride Türkiye çok müşkül durumlarda kalabilecektir!!! Tarihe geçecek olan kopyala ve yapıştır şeklinde düzenlenmiş olan bu davaya ait iddianame, içeriği yönünden ibret olmak üzere , ileride, muhtemelen hukuk fakültelerinde araştırma ve tez konusu bile olacaktır!….Bu tertip yapısındaki dava karşısında adaleti siyasete alet edenler ile, siyasetin güdümünde bir yargı düzenine neden olanlar için de ileride tarihe kayıt düşecek olanlar, mutlaka, SUÇLUYORUM nidası ile bu uygulamanın muhataplarını yargılayacaklardır…. Sonuç ne şekilde tecelli ederse etsin, gerçekte ALLAHINDIR! ERGUN ÖZGEN - 21 - TAKDİR MAHKEMENİN , ADALET