¾ËWh¸?Âh¸??¾lG ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ ¾ËWh¸?Âh¸??¾lG ³@ÄAÅiH@Òʦ@Ä@iYI¹@ý ² @ÃAÄhH@ÑÉÁ¥@Ã@hYI¸@¼ ÀÍYjºA ÄjºA A ÀnI ¿mH Duayı dilimizden düşürdük mü? seninim sana geldim” diyerek Hakkın ¿ÌXi¹@Ãi¹@@¿mH hayatımızda yeri ne kadar? kapısında Haktan istemek… Sanki mah- Ya da neyi istiyor neyi istemiyoruz? Ni- şerdeymiş gibi, Sırat üzerinden ayağı çin yaşıyoruz? Yaşamaktaki amacımız kayacakmış bir haldeymiş gibi, ya da nedir? Bizim için olmasını çok arzu- zebanilere teslim edilmiş bir mücri- ladığımız birinci öncelikli olan şeyler min iniltileri gibi inleye inleye, ağlaya nelerdir? Hangi şey ve ya şeyleri kay- ağlaya istemek… İstemek. Evet istemeye bedersek çok üzülür, neleri kazanırsak gönül lazım, istemeye helal lokma lazım, çok seviniriz? Bizi ağlatacak derecede istemeye günahlardan uzak beş âza lazım, üzecek olan şeyler nelerdir? Neler için istemeye kulluk lazım, istemeye yüz lazım. hıçkırıklara boğulup gözyaşı dökeriz? Biz neyi istiyoruz? “De ki duanız olmasa Bizim için hayatı anlamlı kılan şeyler rabbim size ne diye değer versin.” Du- nelerdir? amız var mı? Duanın ¾ËXh¸@Âh¸@@¾lH Bir çocuk babasından para isterken Duayı dilimizden düşürmeyelim. De- kelimenin tam anlamıyla “ister.” İstemek ğerimiz duamız kadar. İnşallah dergimizi işte bu samimiyette gizli: ağlaya ağlaya, hem sözlü hem de fiilî dualarınızda unut- kendini yerden yere vura vura. Niçin? mazsınız. Çünkü istiyor. Merhum Üstat Cemil Meriç şöyle diyor: Ya Allah’tan isteyen nasıl isteme- “Her dergi bir kaledir.” Evet bu dergi- li. Bir çocuğun babasından para ister- de takdir edersiniz ki hakikatin kale- ken gösterdiği samimiyetin kaçta ka- liğini yapmaya çalışıyor. Lütfen kalenize çıyla istemeli Allah’tan isteyen. sahip çıkın. Gelişip hayırlı hizmetlere sebep olabilmesi için her türlü des- Titrek eller, yanık gönüller, hıçkı- teğinizi esirgemeyiniz. Bu güne ka- ra hıçkıra dökülen göz yaşlarıyla Al- dar gösterdiğiniz ilgi ve katkılarınızın lah’tan istemek. Adeta “sen kim, dua bundan sonrada artarak devam etme- kim”, “sen kim, kulluk kim”, “sen kim sini bekliyoruz. bu huzura gelme kim” azarı yüzümüze çarpar gibi Allah’a yönelip “Ya Rabbi! Benim gidecek başka kapım yok, Daha güzel Burhan’larda buluşabilmek dileğiyle Allah’a emanet olunuz. İçindekiler AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ Yıl: Sayı: Darlıkta Ağlamadı Genişlikte Gevşemediler 4 Burhan Basın Yayın Eğitim ve Tur. Ltd. Şti. Günümüz İnsanının Serdar TAŞAR Kur’ân’a Olan İhtiyacı 8 Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR Müslümanlar Nasıl Kurtulur? 16 Yusuf ELİBOL Ramazan ÇAKIR Aydın BAŞAR Salih AYDIN Kurtuluş Reçetemiz Kur’an 20 Musa KARACA İslam Müslümana Emanettir 30 İçeriden Sorular 33 ! Kibâr-ı Kelâm % & ' ( ) * & ' + , $ 34 Ubeyd FAKİRULLAH Mescid-i Aksâ % - Yahudi Tapınağı Olamaz – Ol-mayacak 36 . $ ( $ 0 . . Kelam-ı Kadimi’in Anlam Haritası II 38 1 . . / Erbakan Hocamızın Bakış Açısı 48 Ziraat Bankası Sultanbeyli Şubesi Hesap No: 1 2 Dr. İhsan ŞENOCAK / # Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL " # Murat TÜRKER # Posta Çeki No: Türkiye Finans Sultanbeyli Şubesi Burhan Basın Yay.Eğt.Tur.Ltd.Şti. Müşteri No: Nureddin YILDIZ # Abdullatif ACAR " Tek Sayı: 1 Yıllık (12 Sayı) Abone: Yurtdışı 1 Yıllık Abone: Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK Talha AKA Gsm: 0541 580 1969 Prof. Dr. Ali AKPINAR Talha AKA Prof. Dr. Mustafa Ağırman 3 3 / / 4 Ersan BİLGİN # 0 . 1 3 3 / / Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-Rufai (k.s) 54 # 5 Mehmet Akif Mah. Kuran Kursu Cad.No: 87 Sultanbeyli / İST. Ben Kariyer Peşindeyken Çocuğumu Tel: +9 (0216) 498 94 00 Faks: +9 (0216) 398 94 69 “Eller” mi Eğitiyor? 56 Zikrullah 61 www.burhandergisi.com İslam ve Şiddet 62 Milsan A.Ş. 0212 697 1000 6 7 ' ' 7 ( & 7 : ( " ' $ ; ) - & ' " ( ( 8 ! ' & ) ! ! < ( 8 , " , + % ! $ " & ( - & ( ( " 8 " ( ( & : Av. Bahaddin ELÇİ Bataklık Kurusun ( $ ( $ $ 7 $ 7 < ' & 7 6 ) & 6 7 ! $ ' & 9 $ ' ( ! ' ) & = ! ! 6 + " 8 ' & " $ ) ( ( $ $ ' $ ( ' 7 Varsın Sinekler De Yaşasın 66 ' $ ' ) $ ' Fatih Sultan SEMİZ ) < MilliTarih 68 Abdurrahim KARAKOÇ Aylık Süreli Yayın M. Emin KARABACAK [email protected] Hikmet Damlası ( ) - ( ( - $ 7 9 ' ) $ ' > & $ ' > & 9 ' $ ? 8 - ' ( ' $ Hüseyin Serkan ELÖNÜ & < Burhan Çocuk 70 Musa KARACA 16 Müslümanlar Nasıl Kurtulur? Yrd.Doç.Dr. Mustafa KARABACAK 20 Kurtuluş Reçetemiz Kur’an Abdullatif ACAR 30 İslam Müslümana Emanettir Nureddin YILDIZ 62 İslam ve Şiddet Av. Bahaddin ELÇİ Pof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Darlıkta Ağlamadı Genişlikte Gevşemediler Onlar, darlıkta ağlamadı; genişlikte gevşemediler. Darlıkta sabrettiler, varlıkta şükrettiler. Darlıkta isyan etmediler, varlıkta da ölçüsüz hareket etmediler. T âbiûn neslinin önde gelenlerinden Basralı Hâlid b. Ömer el-Adevî, Hz. Ömer zamanında Basra valisi olan Utbe b. Gazvân ile olan bir hâtırasını bize şöyle anlatır: “Basra Emîri olan Utbe b. Gazvân bize bir konuşma yaptı. Önce Allah’a hamd ve senâda bulundu. Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Ey insanlar! Şüphesiz dünya bize geçici olduğunu bildirdi ve durmaksızın arkasını dönüp gitmektedir. Ondan kalan, sahibi- 2016 4 nin içip de kabın dibinde bıraktığı kalıntı su kadar bir miktardır. Siz bu dünyadan, gelip geçici olmayan bir diyara taşınacaksınız. Oraya hayırlı, iyi ve güzel işlerinizle taşınmaya çalışınız. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin kenarından atılan bir taş, yetmiş sene yol alıp yine de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim ki, cehennem mutlaka doldurulacaktır. Siz buna şaşırdınız mı? Yine bize anlatıldığına göre, cennetin kapılarının iki kanadı Şubat Ocak arasında kırk senelik mesafe vardır. Cennette öyle bir gün gelecek ki, yoğunluktan kapısına kadar dolacaktır. Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte olan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Bizim ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Bu yüzden dudaklarımız yara olmuştu. Ben giyecek bir örtü bulmuştum da ikiye bölüp Sa’d İbni Mâlik’le paylaşmıştık. Yarısını ben, diğer yarısını da Sa’d beline dolamıştı. Bugün her birimiz bir şehre vâli olmuş bulunmaktayız. Ben, kendimi büyük görüp de Allah katında küçük olmaktan Cenâb-ı Hakk’a sığınırım.” (Müslim, Zühd 14) Utbe b. Gazvân radıyallahu anh zühd ve takvâ ikliminin sultanlarındandır. Ok atmakta fevkalâde hüner sahibi bir mücâhiddi. Askerlerinin rahata alışmaması için fethettiği şehri terkedip yeni bir şehire yerleşen komutandır. O, cesaret ve şecaatiyle meşhur bir kahramandır. Utbe, ilk müslümanlardandır. Mudar kabilesine mensup olup künyesi Ebû Abdillah’dır. Babası Gazvân bin Câbir’dir. Utbe de diğer müslümanlar gibi Mekke müşriklerinin işkencelerine, ezâ ve cefâlarına maruz kaldı. Bu sebebten ilk defa Habeşistan’a daha sonra da Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Medine’ye hicret ettiği zaman kırk yaşlarındaydı. Utbe, ok atmakta pek mâhir idi. Bedir, Uhud, Hendek gibi meşhur mahârebelerde İki Cihan Güneşi efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Onu müdafâa için her türlü gayret ve fedakârlığı gösterdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz onun şecaat ve mertliğini övdü. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde pek çok fetih hareketinde görev üstlendi. Halife, Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın ordusuyla birlikte Kûfe’de bulunan Utbe’yi, Araplarca Arzu’l-Hind diye adlandırılan Basra bölgesinin fethiyle görevlendirdi. Utbe, önce bu bölgeyi sonra da Ubulle’yi fethetti. Fethettiği bölgede 637 yılında askerî bir karargâh kurdu. Sonra da burası Basra şehri oldu. Kendisi de Hz. Ömer tarafından buraya vali tayin edildi. Utbe daha ziyade Ubulle’nin fethinde gösterdiği kahramanlığı ile tanındı. Hz. Ömer (r.a.) onu Îran ve Hindistan taraflarına seferlere gönderdi. Ubulle üzerine gönderdiği 300-500 kişilik küçük ordunun başına komutan tayin etti. Orduyu uğurlarken ona şu tavsiyelerde bulundu: “Utbe! Seni Ubulle diyarına gönderiyorum. Burası düşmanların kalesidir. Senin orada muvaffak olmanı temenni ediyorum. Allah yardımcın olsun. Oraya vardığında halkı Allah yoluna dâvet et, icâbet edenleri kabul et. Dâvetini kabul etmeyenlere cizye teklif et. Cizyeyi verirlerse bir şey yapma. Vermezlerse onlarla savaş. Utbe! Allah’tan kork ve dikkat et. Sakın kibir ve gurura kapılma. Sen Rasûlullah (s.a.) ile arkadaşlık ettin. O sâyede zilletten izzete erdin. Zayıf iken kuvvet buldun. Nihayet sen emîr oldun. İtaat edilen bir komutan oldun. Söylediğin söz dinleniyor, emrine itaat edili- { } “Utbe! Seni Ubulle diyarına gönderiyorum. Burası düşmanların kalesidir. Senin orada muvaffak olmanı temenni ediyorum. Allah yardımcın olsun. Oraya vardığında halkı Allah yoluna dâvet et, icâbet edenleri kabul et. Dâvetini kabul etmeyenlere cizye teklif et. Cizyeyi verirlerse bir şey yapma. Vermezlerse onlarla savaş. Ocak Şubat 5 2016 Utbe! Allah’tan kork ve dikkat et. Sakın kibir ve gurura kapılma. Sen Rasûlullah (s.a.) ile arkadaşlık ettin. O sâyede zilletten izzete erdin. Zayıf iken kuvvet buldun. Nihayet sen emîr oldun. İtaat edilen bir komutan oldun. Söylediğin söz dinleniyor, emrine itaat ediliyor. Bunca nimet seni azdırıp aldatmasın. Cehenneme düşürmesin. Allah Teâla seni, beni ve cümlemizi korusun!” yor. Bunca nimet seni azdırıp aldatmasın. Cehenneme düşürmesin. Allah Teâla seni, beni ve cümlemizi korusun!” Bu emirnâmeyi alan Utbe b. Gazvân (r.a.) küçük ordusuyla Ubulle taraflarına sefere çıktı. Ubulle, Dicle kenarında kurulmuş müstahkem bir şehirdi. İranlılar orayı silâh deposu haline getirmişlerdi. Kalelerin burçlarına, düşmanlarını gözetleme yerleri yapmışlardı. Utbe (r.a.)’ın ordusu ise az ve silâh bakımından zayıftı. Fakat azmin elinden hiçbir şey kurtulamazdı. Utbe (r.a.) şehre yaklaşınca ordusunu yeni bir harp nizamına koydu. Az sayıda kadın savaşçı vardı. Mızrakların saplarına astığı sancakları onlara verdi ve şu tâlimatta bulundu: “Biz şehre yaklaştığımızda sizler geride bir toz bulutu kaldırın” dedi. Ordu, Ubulle’ye yaklaşınca verilen tâlimat üzere hareket etti. Arkada büyük bir toz bulutu kaldırıldı. Geçtikleri yer toz duman oldu. Düşmana büyük bir ordu geliyor görüntüsü verildi. İran ordusunu korku ve telâş aldı. Gördükleri askerlerin öncü kuvvet olduğunu, arkada ise büyük bir ordunun geldiğini zannet- tiler. Kendi sayılarının azlığını düşünerek karşı koyamayacaklarına kanaat getirdiler ve şehri terketmeğe başladılar. Savaş psikolojik olarak kazanılmış oldu. Hiç bir kayıp verilmeden şehir teslim alındı. Pek çok ganimet elde edildi. Utbe (r.a.) dünyaya değer vermezdi. Onun alâyişine, süsüne aldanmazdı. Fıtraten sâde yaşar ve zâhidâne bir hayatı severdi. Fakat Ubulle’nin fethinden sonra dünya önlerine serilmişti. Dini için dünyasından korkmağa başladı. Askerleri için endişelendi. Çünkü rahat yaşamaya alışan bir daha savaşa devam edemezdi. Dünya sevgisi insanın irâdesini çözer, azmini kırar ve rehâvete sevkederdi. Bu düşüncelerinden dolayı askerlerini orada bırakmak istemedi. Hz. Ömer (r.a.)’dan izin alarak ordusuyla birlikte Basra’ya yerleşti. Şehrin merkezinde büyük bir câmi yaptırdı. Bütün halkı câmiye toplayıp zihnini meşgul eden endişeleri ve ulvî hasletlerle mücehhez gönlünün hislerini yukarıdaki hutbe ile dile getirdi. Valilikte pek hevesi yoktu. İşi tadında bırakmak istiyordu. Utbe b. Gazvân (r.a.) daha sonra yerine vekil bırakarak Hz. Ömer (r.a.)’ı ziyaret etmek üzere Medine’ye geldi. Kendisinin valilikten affını istedi. Fakat halife kabul etmedi. O ısrar etti. Hz. Ömer (r.a.) da ısrarla Basra’ya dönmesini emretti. Halife’ye itaat etmek üzere istemeyerek de olsa geri dönmeğe karar verdi. Yola çıkmadan önce, “Allah’ım! Beni oraya tekrar döndürme’” diye dua etti. Yüce Allah duasını kabul etti ve yolda vefat etti. Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Bugün birçok kimsenin elde etmek istediği valiliği onlar ellerinin tersiyle ittiler. Çünkü onlar, valilikten çok daha yüksek makamlarda bulunuyorlardı. Onlar, darlıkta ağlamadı; genişlikte gevşeme- 2016 6 Şubat Ocak diler. Darlıkta sabrettiler, varlıkta şükrettiler. Darlıkta isyan etmediler, varlıkta da ölçüsüz hareket etmediler. Çünkü onlar, mü’mindiler. Îmânları onlara nerde neyi, ne zaman yapacaklarını öğretmişti. Bugünkü insanların ilkesizliğine bakınca kendilerine çok acıyoruz. Çünkü bu ilkesizlik, îmân zayıflığından geliyor. Îmânı olmayan veya zayıf îmâna sahip olanlar da acınacak insanlardır. Çevremizde ne kadar da çok acınacak insan var, değil mi? Halid İbni Ömer el-Adevî Babasının adı Ömer değil, Umeyr’dir. Ne var ki, Nevevî onu Ömer diye yazıp kaydetmiştir. Tâbiîn tabakasının önde gelenlerinden olup güvenilir bir râvîdir. Bazı kaynaklar onu hem Câhiliye devrini hem İslâm dönemini yaşayıp, Peygamberimiz’i görme imkânı olmayan muhadramlar arasında sayar. Onun muhadramûndan olmadığı yönündeki kanaat daha yaygın ve isabetlidir. Hâlid İbni Umeyr Basra’lıdır. Burada da bir örneğini gördüğümüz gibi, Basra valisi olan ve sahâbe-i kirâmın önde gelenleri arasında yer alan Utbe İbni Gazvân’dan rivâyetleri vardır. Allah ona rahmetiyle muamele eylesin. Açıklamalar Bu rivayet, Mekke’de İslâm’ı ilk kabul edenler arasında yer alan ve Basra valiliği yapan Utbe İbni Gazvân’ın bir konuşmasından nakledilmiş olup mevkuf bir rivayettir. Bilindiği gibi mevkuf rivayetler, sahâbîlere ait söz veya davranışlaTTrın anlatımından ibarettir. Ancak bu rivayetler, muhtevâları itibariyle merfû olabilir, yani Peygamber Efendimiz’in bir sözü, bir davranışı, bir şeyi beğenmesi ya da beğenmemesi gibi bir tavrını ifade eder veya burada olduğu gibi, Utbe (r.a.) dünyaya değer vermezdi. Onun alâyişine, süsüne aldanmazdı. Fıtraten sâde yaşar ve zâhidâne bir hayatı severdi. Fakat Ubulle’nin fethinden sonra dünya önlerine serilmişti. Dini için dünyasından korkmağa başladı. Askerleri için endişelendi. Ocak Şubat bir sahâbînin Peygamberimiz’den duymadan bilme imkânı olmayan konuları ihtivâ edebilir. Bu sebeple âlimlerimiz mevkuf rivayetleri doğrudan doğruya dinî bir hüküm koymada müstakil delil kabul etmemişlerse de, onları reddetme veya hiçbir şekilde kullanmama gibi bir yola da gitmemişlerdir. Bunun aksine, onların hükmen merfu olabileceğini veya merfu hadisle konulmuş olan bir hükmün açıklanması ve uygulanmasında bize yol göstereceğini kabul etmişlerdir. Bu rivayette Utbe’nin bahsettiği konular ancak vahiyle bilinebilecek hususlardır. Nitekim kitabımızın çeşitli bölümleri içinde bunları gördük; gelecek bahislerde de göreceğiz. Çünkü cennet ve cehennemle ilgili bilgileri insanların aklıyla bulması veya mahiyetlerini açıklayabilmesi mümkün değildir. Bunların mutlaka Allah’ın elçisi olan peygamberler aracılığıyla bildirilmiş olması gerekir. Utbe bunları insanlara anlatırken, esasen Resûl-i Ekrem Efendimiz’den duyduklarını özetlemektedir. Fakat söylediği sözleri peygambere dayandırmadığı için rivayeti mevkuftur. Ancak biz onun söylediklerinin muhtevasından hükmen merfû olduğunu anlamaktayız. Bugün bizler de bir konuyu açıklarken aynı şekilde yapıp, Kur’an’ın bazı âyetleri ve Peygamberimizin bazı hadislerinin ışığında konuşur veya yazarız. Ama çoğu kere konuştuğumuz sözün veya yazdığımız ifadenin aslında bir âyet ya da hadis olduğunu söyleme ihtiyacı duymayız. Çünkü bizim kültürümüz genelde Kur’an ve Sünnet temeline dayanır. Sıradan bir insanımızın bile hâfızasında bir kaç âyet, bir kaç hadis, metniyle olmasa da anlamıyla yer etmiştir. Bu bizim hiç de küçümsenmeyecek ve iftihar edilmeye lâyık yanımızdır. Müslümanlar olarak milletçe korumamız gereken en önemli özelliklerimizden biri bize göre budur. 7 2016 Prof. Dr Ali AKPINAR Günümüz İnsanının Kur’ân’a Olan İhtiyacı Kur’ân, insanlığın iç dünyasını, ufkunu, yolunu aydınlatan bir ışık kaynağı; maddî ve manevî hastalıklar için bir deva hazinesidir. Kur’ân, insanın pek çok alandaki ihtiyacını karşılayan, açlığını gideren ilâhî bir ziyafet sofrasıdır. O, bir şefaatçi ve azıktır. 2016 B u yazının amacı, ‘Kur’ân’a Dönüş Söylemleri’nin sıkça gündeme taşındığı bir dönemde, bu söylemin Kur’ân’a muhatap olan her seviyedeki insanın hayatında pratiğe dönüşebilmesini sağlamaya katkıda bulunmaktır. Biz bu söylemi, bunalım, çıkmaz ve arayış içerisinde olan insanımızın samimi bir dileği olarak algılıyoruz. İstiyoruz ki dilekler söylemlerde kalmasın, sloganlaşarak buharlaşıp gitmesin. Zira ne kadar içten olurlarsa olsunlar dilek ve temenniler, içleri doğru bir biçimde 8 doldurulduktan sonra, hayata geçirilmekle anlamlı hale gelir. İşte bunu için bu çalışmamızda önce “Kur’ân nedir ve ne değildir?” sorusuna Kur’ân ve sünnetten cevaplar aramaya çalışacağız; sonra da Kur’ân’ın içeriğine deyinip onun iniş gayesinin ne olduğuna dikkatleri çekeceğiz. Kur’ân Nedir? Kur’ân, Yüce Allah’ın kelamı, O’nun sözüdür. Biz ise Allah’ın kullarıyız. Yüce Allah, biz kulları ile Şubat Ocak iletişim kurmak için, bizim dilimizde kitaplar indirmiş, son olarak da Kur’ân’ı indirmiştir. Kur’ân Arapça’dır. Arapça ise insan dilidir. Cenab-ı Hak, bize kendisini ve isteklerini tanıtabilmek için bizim dilimizle bizlere seslenmiştir. Ama Kur’ân’da insan dili Arapça, sıradan bir kul dili olmanın ötesinde ilahî bir kullanıma bürünmüştür. Nasıl ki, bir edebiyatçının yahut bir büyük düşünürün elinde dil, sıradan insanların konuştukları dilden öte bir kalıba giriyorsa; Kur’ân dili Arapça da, Yüce Yaratanın elinde apayrı bir kılığa bürünmüştür. Kur’ân dili Arapça’nın bu ayrıcalığı, onun anlaşılmazlığı anlamına gelmez elbette. Fakat anlaşılabilmesi için biraz çaba sarf etmeyi, bir alt yapı kazanmayı gerekli kılar. Allah Kelamı Kur’ân-ı Kerim hakkında, kul olarak söz söylemek zorlu bir iştir. Ne ki, eğer Allah kelamı, kullar için gönderilmişse, elbette kullar onu tanımalı ve tanımlamaya çalışmalıdır. Ama Kur’ân tanımlanırken ilk referans, o kelamın kendisi, onun ilk muhatabı olan ve onu en iyi anlayıp insanlara ulaştıran Peygamberin sözleri olmalıdır. İşte bu gerçekten hareketle biz de, bir Kur’ân tanımı elde debilmek için önce Kur’ân’ın bize kendisini nasıl tanımladığına baktık. Onu tanıtan ayetlerin yanında, ona verilen isim ve sıfatlar üzerinde durduk. Ardından Kur’ân ile ilgili hadislere başvurarak Allah Rasülü’nün Kur’ân tanımını ortaya koymaya çalıştık. Daha sonra da çeşitli sahalarda otorite olan ilim adamlarımız tarafından yapılan tanımlara yer verdik. Burada şunu hemen söyleyelim ki, çok yönlü bir kitap olması, kullara gönderilmiş olsa bile ilahî bir ki- tap olması, onu tanıtan ayet ve hadislerde onun pek çok özelliklerine dikkat çekilmiş olması, “efradını cami, ağyarına mani” bir tanım ortaya koyarken zorlanmamıza sebep oldu. Zaten yapılan Kur’ân tanımlarında da, onun bir ya da bir kaç yönünün öne çıkarıldığı gözlemlenmektedir. A-Kur’ân’a Göre Kur’ân Nedir? Bize Kur’ân’ı tanıtan ayetlerden bir kaçı şöyledir: “Kur’ân’ı Rahman öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.”[1] “Hakikaten Kitabı, sana Biz hak ile indirdik.”[2] “Hiç şüphesiz Zikri Biz indirdik ve doğrusu onu Biz koruyacağız Biz!”[3] “Onu Ruhu’l-Kudüs hak ile Rabbinden indirdi.”[4] “Onu Ruhu’l-Emin indirdi.”[5] “O, kerim bir elçi sözüdür.”[6] “İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kuran’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, ant olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.”[7] “Apaçık olan Kitaba ant olsun ki, Biz onu, kutlu bir gecede indirdik.”[8] “Doğrusu, Biz, Kuran’ı kadir gecesinde indirmişizdir.”[9] “Böylece şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vah yettik.”[10] { } “Kur’ân’ı Rahman öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.”[1] “Hakikaten Kitabı, sana Biz hak ile indirdik.”[2] “Hiç şüphesiz Zikri Biz indirdik ve doğrusu onu Biz koruyacağız Biz!”[3] Ocak Şubat 9 2016 Kuran’ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” “Kuran’ı, insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.”[11] “Kuran’ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” “Kuran’ı, insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.”[11] “Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah’ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.”[12] “Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik. Belki düşünürler.”[13] “Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, ahirete inanmayanlara can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler.”[16] “Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol göstererek yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.”[17] “Kuran’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.”[18] “Sana her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kuran’ı indirdik.”[19] Kur’ân ile ilgili olarak buraya aldığımız ve burada zikretmediğimiz[20] daha pek çok ayete göre Kur’ân’ın şu özelliklere sahip bir kitap olduğu ortaya çıkmaktadır: “Sana indirdiğimiz bu Kitap mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.”[14] “Doğrusu, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.”[15] Kur’ân Allah kelamıdır. Cebrail aracılığı ile inmiştir. Peygamberimiz Hz.Muhammed’e inmiştir. Hak ile inmiştir. Kaynağı haktır, indirilişi haktır ve muhtevası haktır. İnerken ve indikten sonra tahrif ve değişiklikten korunmuştur. Arapça olarak inmiştir. Ramazan ayında mübarek bir gece olan Kadir gecesinde inmiştir/inmeye başlamıştır. Bölüm bölüm inmiştir. Mekke merkezli tüm yeryüzü insanına inmiştir. İnsanları uyarmak ve müjdelemek, onlara bir şifa kaynağı olmak, onları doğru yola ulaştıran, onların mutluluğu için gerekli her şeyi açıklayan eşsiz bir hidayet rehberi olmak üzere inmiştir. 2016 10 Şubat Ocak B-Kur’ân’ın İsimleri: Kur’ân’ı tanıyabilmek, onunla tanışabilmek için bu ayetlerden sonra, onun Kur’ân’da ve hadislerde geçen isim / sıfatlarını gözden geçirmemiz yararlı olacaktır. Çünkü Yüce Allah ve O’nun Peygamberi tarafından Kur’ân’a verilmiş bu isim ve sıfatların her biri, onun bir yönünü, bir özelliğini ve güzelliğini ortaya koymaktadır. Belki bunların hepsini birden değerlendirmek, kapsamlı bir Kur’ân tanımını da ortaya çıkaracaktır. Kur’ân’ın isim ve sıfatları ve bu konuda zikredilenlerin hangisinin isim, hangisinin sıfat olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kur’ân’ın büyük çoğunluğu ile Kur’ân’da geçen isimlerini yüzün üzerine çıkaranlar olmuştur.[21] Biz bunların en meşhur olanlarını burada vermekle yetineceğiz: Ahsenü’l-Hadîs (Sözlerin en güzeli): “Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli (ahsene’l-hadis) olarak indirmiştir.”[22] el-Beşîr ve en-Nezîr (Müjdeleyen ve Uyaran): “Doğrusu Biz, seni hak ile, müjdeci (beşîr) ve uyarıcı (nezîr) olarak göndermişizdir.”[23] Kur’ân içeriğinin en belirgin özelliğini belirten iki isimdir. el-Beyyine (Apaçık belge): “Şüphesiz o, size Rabbinizden belge (beyyine), yol gösteren ve rahmet olarak gelmiştir.”[24] el-Burhân (Açık, net ve kesin delil): “Ey İnsanlar! Rabbinizden size açık bir delil (burhân) geldi, size apaçık bir nur, Kuran indirdik.”[25] Ahsenü’l-Hadîs (Sözlerin en güzeli): “Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli (ahsene’lhadis) olarak indirmiştir.”[22] el-Furkân (Hak ile batılı, iyi ile kötüyü. Hayırla şerri ayırt eden): “Hakkı batıldan ayırdeden (furkan) Kuran’ı indiren Allah yücelerin yücesidir.”[26] Parça parça indiği için, hak ile batılı birbirinden ayırt ettiği için, içerisinde din ve dindarlara yardım va’dleri bulunduğundan, okuyanı şek ve şüpheden kurtardığından, karanlıktan aydınlığa çıkarıp doğru yola götürdüğü ve manen kişileri desteklediği için bu isim verilmiştir.[27] Hablüllah el-Metîn (Allah’ın kopmayan ipi): Ayette “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın”[28]; hadiste de, “O Allah’ın sağlam ipidir”[29] buyurulmuştur. Kur’ân’da da “hablüllah” isminin geçtiğini söylemiştik. el-Hakîm (Hikmet kaynağı, hikmetli söz): “Andolsun hikmetli Kur’ân’a.”[30] Aynı kökten türetilen el-Hıkme, el-Hukm, el-Muhkem ve el-Muhkeme isimleri, Kur’ân’ın Hakîm olan Allah kelamı olduğunu, hikmetlerle dolu olduğunu, açık ve anlaşılır manada olduğunu vurgulamaktadırlar. el-Hüdâ (Doğru yola götüren): “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren (hüdâ) Kitaptır.”[31] Aynı kökten el-Hâdî de denmiştir. el-Kelâm (Allah’ın sözü): “Puta tapanlardan biri sana sığınırsa, onu güvene al; ta ki Allah’ın sözünü (kelam) dinlesin.”[32] Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunu, bir takım kelimelerden meydana geldiğini vurgulayan bir isimdir. el-Kitâb (Yazılı olan): “Apaçık olan Kitaba ant olsun ki.”[33] Kur’ân’ın yazılan, yazıyla korunan ve içerisinde harf-kelime-ayet ve sureleri toplayan bir mecmua olduğunu vurgulayan bir isimdir. el-Kur’ân (Okunan): “Rahman, Kuran’ı öğretti.”[34] Bu isim, Yüce kitabın okunan ve ezbere Ocak Şubat 11 2016 eş-Şifâ (Şifa veren, şifa kaynağı): “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[40] Onun şifa oluşu ilerde incelenecektir. okunarak korunan, içerisinde pek çok hikmetli manaları barındıran bir kitap olduğunu vurgulamaktadır. Kelimenin kökünün ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimi Kur’ân ismi, onun özel ismi olup herhangi bir kökten türememiştir derken; kimi, okuma anlamına KaRaE kökünden; kimi, toplama anlamına Kar’ kökünden; kimi ziyafet anlamına Kırâ kökünden; eşsiz fes’ıh anlamına Kırn kökünden; kimi, birbirini destekleyen ve birbirine benzeyen delil anlamına Karîne kelimesinden; kimi de, birbirine yakın KaRaNe kökünden türetildiğini söylemiştir. [35] Gerçekten de Kur’ân bu anlamların hepsini bağrında barındırmaktadır. O, hem eşi benzeri olmayan özel bir kitaptır. Hem okunan bir kitap, hem içerisinde sayısız mana ve hikmeti toplayan bir kitap, hem Allah’ın mümin kullarına sunduğu ilahî bir ziyafet sofrası, hem delil ve belgelerle dolu bir kitap, hem eşsiz güzellikte fasîh bir lafız, hem de birbirine yakın dizili kelimelerde oluşan ve kulları Yaratana yaklaştıran bir kitaptır. Kur’ân’a ‘okunan, okunmuş’ anlamına, aynı kökten el-Makru’, eş anlamlısı olan TeLâ kökünden el-Metlüv ve RaTeLe kökünden el-Mürattel isimleri de verilmiştir. el-Mev’ıza (En güzel ve en etkili öğüt): “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt (mevıza) ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[36] en-Nûr (Işık ve aydınlık kaynağı): “Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir.”[37] er-Rahmet (Rahmet menbaı): “Doğrusu Kuran, inananlara doğruluk rehberi ve rahmettir.” [38] es-Sırâtu’l-Müstekîm (Dostdoğru yol): “Bu, dosdoğru olan yoluma uyun.”[39] eş-Şifâ (Şifa veren, şifa kaynağı): “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[40] Onun şifa oluşu ilerde incelenecektir. el-Urvetü’l-Vüskâ (Kopmayan sağlam kulp/tutamak): “İyilik yaparak kendini Allah’a veren kimse, şüphesiz en sağlam kulpa (urvetü’l-vüskâ) sarılmış olur.”[41] el-Vahy: “Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum” [42] ez-Zikr (En etkili öğüt): “İşte bu, indirdiğimiz bir mübarek zikirdir.” [43] Sayılan bu kelimelerin bir kısmı Kur’ân’ın ismi olarak, bir kısmı da onun muhtevasını, bölümlerini ve diğer özelliklerini açıklayan niteliği olarak zikredilmiştir. Yine bu kelimelerin büyük bir kısmı, zikredildiği şekilde ayetlerde geçmekte, bir kısmı da ayet yahut hadiste geçen köklerden türetilmiştir. Bu sayılan isimlerin bir çoğu, aynı zamanda Allah Teâlâ ve Peygamberimizin isimleri arasında sayılmıştır. 2016 12 Şubat Ocak Özetleyecek olursak, sayılan tüm bu isimler Kur’ân’ın en belirgin yanlarını öne çıkaran kapsamlı manaları olan kelimelerdir. Kur’ân sayılan tüm bu isimlerdeki derin manaları kuşatan bir kitaptır. C-Hadislere Göre Kur’ân Nedir? Kur’ân-ı Kerimi tanıtan, onun niçin indiğini, nasıl okunması gerektiğini, gereklerini yerine getirmenin gereğini, okuyup amel edenlerin kazanacakları mükafatları anlatan pek çok hadis vardır. Biz bu hadislerden sadece Kur’ân’ı tanıtıcı olanlarını buraya almak istiyoruz. İşte Kur’ân’ın ilk muhatabı olan ve onu en iyi ve doğru bir şekilde anlayan insanın Kur’ân tanımları ve Kur’ân’a bakışı: 1. “Ben size iki şey bıraktım, onlara tutunduğunuz sürece sapmazsınız. Onlar Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”[44] 2. “Dikkat edin, ilerde bir takım fitneler olacaktır.” Onlardan kurtuluş nedir, ey Allah’ın Rasülü? diye sorulunca şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabıdır. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri vardır. Aranızda nasıl hükmedeceğiniz onda açıklanmıştır. O, oyun eğlence değil, hak ile batılı kesin hatlarıyla birbirinden ayırandır. [45] Onu büyüklenerek terk edenin Allah belini kırar. Ondan başkasında hidayet arayanı Allah saptırır. O, Allah’ın kopmaz sağlam ipidir. O, hikmet dolu zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O, kendisiyle arzuların kayıp sap- 1. “Ben size iki şey bıraktım, onlara tutunduğunuz sürece sapmazsınız. Onlar Allah’ın kitabı madığı, onunla konuşan dillerin yalan yanlışa bulaşmadığı, ilim adamlarının kendisine doyup kanmadığı, çok okumakla eskimeyen, eşsizliği bitip tükenmeyen bir kitaptır. Onu dinleyen cinler şöyle demekten kendilerini alamamışlardır: ‘Doğrusu biz, doğru yola ileten eşsiz güzellikte bir Kur’ãn dinledik ve ona iman ettik.’[46] Onunla konuşan doğru söylemiş olur. Onunla amel eden ödüllendirilir. Onunla hükmeden, adaletli davranmış olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış olur. Al bu sözleri, kulağına küpe olsun!”[47] 3. “Kur’ân emir, nehiy, helal, haram, muhkem, müteşabih ve meseller olarak indi. Siz onun helalini helal, haramını haram kabul edin. Ondaki emrolunduğunuz şeyleri yerine getirin, sakındırıldığınız şeylerden vazgeçin. Onun muhkemleriyle amel edin, müteşabihlerine ‘inandık ona, hepsi Rabbimiz katındandır’[48] diyerek olduğu gibi onlara iman edin.”[49] 4. “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen Kur’ân’ı harmanlasın.”[50] 5. “Kur’ân zenginliktir, ondan sonra fakirlik yoktur. Ondan öte başka zenginlik de yoktur.” [51] 6. “Kur’ân apaçık bir nur, hikmet dolu bir zikir ve dosdoğru yoldur.”[52] ve Peygamberinin sünnetidir.”[44] 2. “Dikkat edin, ilerde bir takım Ocak Şubat fitneler olacaktır.” 7. “Kur’ân devadır.”[53] 8. “Doğrusu bu kalpler de, tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır. Onun cilası Kur’ân okumaktır.”[54] 9. “Kur’ân kuru kuru okumak, ilim de körü körüne nakilcilik değildir. Ama Kur’ân hidayet, ilim dirayettir.”[55] 13 2016 8. “Doğrusu bu kalpler de, tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır. Onun cilası Kur’ân okumaktır.”[54] 9. “Kur’ân kuru kuru okumak, ilim de körü körüne nakilcilik değildir. Ama Kur’ân hidayet, ilim dirayettir.”[55] 10. “Kur’ân avam dili uydurma lehçelerle, bozulmuş kelimelerle inmemiştir. Ama o, apaçık bir Arapça olarak inmiştir.”[56] 11. “Siz Kur’ân’dan daha üstün bir şeyle Allah’a dönemezsiniz.”[57] 12. “Kur’ân göklerde, yerde ve orada bulunanlardan Allah’a en sevimli gelen şeydir.”[58] 13. “Doğrusu bu Kur’ân Allah’ın kullarına sunduğu bir ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince O’nun ziyafetini kabul ediniz.” “Her ziyafet sahibi, davetine gelinmesini ister. Allah’ın ziyafeti ise Kur’ân’dır. O halde onu bırakmayın.”[59] 14. “Oruç ve Kur’ân kula şefaat ederler. Oruç der ki: ‘Rabbim, ben bunu gün boyu yemeden içmeden alıkoydum, beni ona şefaatçi kıl.’ Kur’ân da şöyle der: ‘Rabbim, ben onu geceleri uykusuz bıraktım, ne olur beni ona şefaatçi kıl’. Sonunda ikisi de sahiplerine şefaat ederler.”[60] 15. “Doğrusu Kur’ân şefaatçi ve şefaati makbul olandır. Yine o, savunucu ve savunması makbul olandır. Onu önder kabul edeni o, cennete götürür. Onu arkasına atanı ise cehenneme sürükler.”[61] 16. “Doğrusu bu Kur’ân, ondan hoşlanmayan kimseye zor ve çetin gelir. Ona uyana ise, gayet kolay gelir.”[62] 17. “Kur’ân (okuyup gereklerini yerine getirirsen) lehine yahut (okumaz ve gereklerini yerine getirmezsen) aleyhine delildir.”[63] 18. “Kur’ân okumaya devam et. Zira o, senin için dünyada nurdur, yolunu aydınlatır. Gökte de bir azıktır, sana faydası dokunur.”[64] 19. “Kur’ân’a sarılın, onu rehber ve önder edinin. Çünkü o, alemlerin Rabbinin kelamıdır. O, O’ndan gelmiş ve O’na döner. Onun müteşabihlerine inanın, örneklerinden ders alın.”[65] 20. Peygamberimize en sevimli amelin ne olduğu soruldu, O şöyle cevap verdi: “Yolculuğu bitirince tekrar yolculuğa başlayan kimse.” O kimdir diye sorulunca, şöyle buyurdu: “O kimse, Kur’ân’ı başından sonuna kadar okur, bitirince tekrar başa döner.”[66] 21. “Kur’ân’ı okuyup gereğini yerine getiren kimseye ahirette şöyle denir: ‘Oku ve yüksel. Dünyada nasıl ağır ağır okuduysan öyle oku. Çünkü senin makamın, okuyacağın en son ayetin yanıdır.”[67] 22. “Kur’ân’ı taşıyan, İslamın bayrağını taşıyan gibidir. Ona ikram eden, Allah’a ikram etmiş olur. Ona ihanet edene ise, Allah lanet etsin!”[68] 23. “Şüphesiz Yüce Allah bu kitapla kimi toplumları yüceltir, kimilerini de alçaltır.”[69] 2016 14 Şubat Ocak 24. “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenidir.”[70] 25. “Kur’ân ehli, Allah’ın ehli ve O’nun has adamlarıdır.” [71] Buraya derlediğimiz bu bir demet hadise göre Kur’ân’ın öne çıkan özellikleri şunlardır: Kur’ân, insanları fitne, kargaşa ve sapıklıktan koruyan; onlara mutlu bir hayatın yöntemini gösteren bir ilâhî rehberdir. Kur’ân, insan ve cinlere gelmiş, gerçek bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kur’ân, insanlığın iç dünyasını, ufkunu, yolunu aydınlatan bir ışık kaynağı; maddî ve manevî hastalıklar için bir deva hazinesidir. Kur’ân, insanın pek çok alandaki ihtiyacını karşılayan, açlığını gideren ilâhî bir ziyafet sofrasıdır. O, bir şefaatçi ve azıktır. Kur’ân, okunması, anlaşılması, ezberlenmesi ve gereklerinin yaşanması inanan insanlara kolay ve tatlı gelen bir kitaptır. Kur’ân, dünya ve ahirette insanı yücelten bir kitaptır. Ocak Şubat Dipnotlar [1] 55 Rahman 1-4. [2] 4 Nisa 105. [3] 15 Hıcr 9. [4] 16 Nahl 102. [5] 26 Şuara 193. [6] 69 Hakka 40; 81 Tekvir 19. [7] 17 İsrâ 88. [8] 44 Dühan 3. [9] 97 Kadir 1. [10] 42 Şurâ 7. [11] 17 İsrâ 105-107. [12] 39 Zümer 23. [13] 16 Nahl 44. [14] 38 Sad 29. [15] 4 Nisâ 105. [16] 17 İsrâ 9-10. [17] 2 Bakara 185. [18] 17 İsrâ 82. [19] 16 Nahl 89. [20] Bkz. Bakırcı Saffet, Kur’ân Kendisini Nasıl Tarif Ediyor? Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İst, 1986. [21] Bkz. Zerkeşî, el-Bürhân, I, 273-276; Suyûtî, el-İtkân, I, 67; Fîruzabâdî, Besâir, I, 88-95. Kur’ân’ın 109 ismi için bkz. Akpınar Ali, Kur’ân Niçin ve Nasıl Okunmalı? Konya 2000, s, 15-30. [22] 39 Zümer 23. [23] 2 Bakara 119. [24] 6 Enam 157. [25] 4 Nisa 174. [26] 25 Furkan 1. [27] Fîruzabâdî, age, I, 83. [28] 3 Alu Imrân 103. [29] Tirmizi, Fadâilü’l-Kur’ân 14; Dârimî, Fadâilü’l-Kur’ân 1. [30] 36 Yasin 2. [31] 2 Bakara 2. [32] 9 Tevbe 6. [33] 44 Dühan 2. [34] 55 Rahman 1-2. [35] Bkz. Fîruzabâdî, age, I, 84; Zerkeşî, age, I,277-279. [36] 10 Yunus 57. [37] 24 Nur 157. [38] 27 Neml 77. [39] 6 Enam 153. [40] 10 Yunus 57. [41] 2 Bakara 256; 31 Lokman 22. [42] 21 Enbiyâ 45. [43] 21 Enbiyâ 50. [44] Malik, Muvatta’, Kader 3. [45] Aynı manada Kur’ânda şöyle buyurulmuştur: “Doğrusu o, hak ile batılı birbirinden ayırt eden kati bir sözdür. O, bir oyun ve eğlence değildir.” 86 Târık 13-14. [46] 72 Cin 1. [47] Tirmizi, Fadâilü’l-Kur’ân 14; Dârimî, Fadâilü’l-Kur’ân 1. [48] 3 Alu Imran 7. [49] Ali el-Müttakî, age, I, 529-530. [50] Ali el-Müttakî, age, I, 548. [51] Münâvî, age, IV, 535; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 94. [52] Münâvî, age, IV, 536 [53] Münâvî, age,IV, 536; Aclûnî, age, II, 95. [54] Ali el-Müttakî, age, I, 445. [55] Ali el-Müttakî, age, I, 550. [56] Ali el-Müttakî, age, I, 550. [57] Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’ân 17. [58] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân 6. [59] Ali el-Müttakî, age, I, 513-514. [60] Ahmed b. Hanbel, II, 174. [61] Münâvî, age, IV, 535. [62] Ali el-Müttakî, age, I, 550; Gümüşhanevî, Râmuzü’l-Ehâdîs, I, 133/6, 227/11. [63] Müslim, Tahâra 1; Tirmîzî, Deavât 85; Nesâî, Zekat 1; İbn Mace, Tahara 5; Dârimî, Vudû’ 2; Ahmed, V, 342, 343. [64] Münâvî, age, IV, 332. [65] Ali el-Müttakî, age, I, 515. [66] Tirmîzî, Kur’ân 11; Dârimî, Fedâilü’l-Kurân 33. [67] Tirmîzî, Sevâbü’l-Kur’ân 18; Ahmed, II, 192, 471. [68] Gümüşhanevî, age I, 272/10 (Deylemî’den). [69] Müslim, Müsafirûn 269; İbn Mace, Mukaddime 16. [70] Ahmed, I, 58; Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 21; Ebû Davut, Vitr 14; Tirmizî, Sevâbü’l-Kurân 15; İbn Mace, Mukaddime 16. [71] Ahmed, III, 1228, 242. 15 2016 Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK Müslümanlar Nasıl Kurtulur? Müslümanlığımız sözde kalmamalı, kalbimizde bunu onaylamalıdır. “Ey İman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman edin!” (Nisâ, 4/136). Y aratıkların en güzeli ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanoğlu peygamberler aracılığıyla gönderilen ilâhi buyruklara uyduğu müddetçe değerlidir. İnsanoğlu değerliliğirni zaman zaman taçlandırarak en yüksek seviyeye çıkmış, zaman zaman da en alçak seviyelere düşmüştür. İnsanlığın kültür mirası olarak nitelendirilecek medeniyet zaman zaman el değiştirse de devamlıdır, süreklidir. Bazen doğudadır bazen batıda- 2016 16 dır. Sahip olunan medeniyet doğunun batının veya bir toplumun tekelinde değildir. Bu bazen doğuda bazen de batıdadır. Allah bunu şöyle açıklamaktadır: “Zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz” (Âl-i Imrân, 3/140). Medeniyetin el değiştirmesi Allah’ın kahrından veya nimetinden dolayı olabilir. Bu nimet tarihte uzun müddet Müslümanların elinde kalmış, daha sonra batıya geçmiştir. Batı kendisine sunulan bu nimetin kıymetini bilemedi ve kötü bir sınav verdi. Sahip olduğu bu nimetin eline geçme Şubat Ocak ihtimali olan toplumların filizlenmesine imkan vermemek için mücadele etmektedir. Batı tekrar medeniyetin Müslümanların veya başka bir toplumun eline geçeceğini çok iyi bilmektedir. Bütün çabaları kendi saltanatlarını biraz daha uzatmaktır. Ama “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (A’raf, 7/34). Elmalılı Hamdi Yazır, kavimlerin bu yok oluşunu, bu âyetin tefsirinde şöyle açıklamaktadır: “Her cemaat, büyük veya küçük her kavim ve devlet için Allah katında belirli bir vakit ve süre vardır. Allah’a karşı peygamberini yalanlayanların, müşriklerin, azgınların, dinsizlerin, zalimlerin, asilerin, edepsizlerin, hepsi dünyanın her tarafında birdenbire aynı anda cezalandırılmazlar. Çeşitli toplumların, kavimlerin belirli müddetleri vardır. Birini şu kadar zaman içinde helak eden bir fenalık, diğerini mahvetmek için daha az veya daha çok zaman alabilir. Ancak ecelleri gelip mühletleri bitince ne bir saat gecikebilir ne de bir saat öne geçebilirler, helak edilirler. İbn Abbas ve tefsircilerin çoğunluğunun tercihine göre bu âyetteki ecel, söz gelişine göre mutlak ömür manasına olmayıp, “azab ve helak eceli” demek olduğundan “her ümmetin bir eceli vardır” kanunu, fertleri dinlerine bağlı olan bir ümmetin (veya adalet üzere olan toplumların), dünyanın sonuna kadar yaşayabilmesine engel değildir. Bundan günah ve ahlâksızlık içinde koşan kâfir ve âsi ümmetlerin bir müddet nâil oldukları görünüşteki refah ve safaya bakıp da arkalarına düşmemek ve onları bâkî kalacak sanıp da ahlâk ve hareketlerini ve medeniyet tavırlarını benimsenecek bir örnek saymamak gerektiğini anlamalıdır.” Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Zulme dalmışken helak ettiğimiz nice beldeler vardır ki evlerini duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıpıssız kalmıştır. Şimdi oralarda kullanılamaz hale gel- miş nice kuyular, (harap olmuş) nice görkemli köşk var!” (Hac, 22/45). Medeniyet Hak Ediştir Dünyadaki mücadele aslında gücün kimde olacağı mücadelesidir. Medeniyet mücadelesi yarışında bazı Müslüman halklar üzerine düşeni yaparken, bazıları kısır döngüler peşindedir. Medeniyet mücadelesinin Müslümanların eline bir an evvel tekrar geçmesi için hiç zaman kaybetmeden herkes gereken mücadeleyi vermesi gerekir. Böylece kimin gerçekten samimi bir şekilde çalışıp çalışmadığı ortaya çıkmış olmaktadır. Hayat zaten bunun için değil midir? Hangimizin daha iyi olduğunu ortaya koymak. “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk, 67/2). Başka bir âyette bu durum şöyle ifade edilmektedir. “Arşı, su üzerinde iken hanginizin daha güzel davranacağını denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur.” (Hûd, 11/7). Mücadele anında başarı ve başarısızlıklar bizler içindir. “Başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır.” (Hûd, 11/88). Bizler zaferden değil; seferden sorumluyuz. Yani çalışıp çalışmadığımızdan sorumluyuz. “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 53/39). Medeniyet yarışını Allah bazısına kahrından, bazısına da rahmetinden dolayı verir. Batı medeniyeti zamanını doldurdu. Medeniyetin el değiştirmesi kaçınılmaz ve bu hak edenin eline geçecektir. Yani medeniyet bir hak ediştir. Batı bunu bildiğinden medeniyetin eline geçme ihtimali olan Müslümanlara { } Her zaman âdil olmalıyız. “Ey İman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin. Adâletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 5/8). Ocak Şubat 17 2016 komplo üstüne komplolar kurmaktadır. Bunu yapmakla aslında kendi ecelini hızlandırmaktadır. Son olarak da Sünnî Şiî savaşı çıkarabilmek için uğraşmaktır. Batı safını şimdiden belirlemiş Şiiler tarafında olduğunu ilan etmiştir. İran’a 1979 yılından beri uygulanan ambargonun kaldırılmış olması da bunun bariz göstergesidir. Fakat herkesin bir planı varsa Allah’ın da bir planı vardır. “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Âl-i Imrân, 3/54). Nasıl Kurtuluruz? Medeniyet yarışının tekrar bir an evvel Müslümanların eline geçmesi için yapmamız gerekenler belki şöyle sıralanabilir. Bu, bir anlamda “kurtuluşumuz için neler yapılabiliriz?”in de cevabıdır: -Müslümanlığımız sözde kalmamalı, kalbimizde bunu onaylamalıdır. “Ey İman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman edin!” (Nisâ, 4/136). -İbadetlerimizi aksatmadan yerine getirmeliyiz. -Günahlardan özellikle de büyük günahlardan kaçınmalıyız. Bir hadiste bunlar şöyle sayılmıştır: “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaş meydanından kaçmak, namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak.” (Buhârî, Hudûd, 44; Müslim, İman, 145). -Gerçek anlamda sadece Müslümanlar dostumuzdur. “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara, 2/120). Fakat bu âyet onlarla bir arada yaşamayın, ticari ilişkilere girmeyin anlamına gelmez. Allah Mü’minlerin kimlerle barış ve savaş halinde olunduğunu şu âyetlerle belirtmektedir: “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever. Allah ancak, din konusunda sizinle şavaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dost- 2016 luk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir.” (Mümtehıne, 60/8-9). -Her zaman âdil olmalıyız. “Ey İman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin. Adâletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 5/8). -Sadece yeme içme konusunda değil; hiçbir konuda israf etmemeliyiz. “Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31). -Çok çalışmalıyız. Herkes bulunduğu konumda en iyi olmaya çalışmalıdır. Müslümanın boş vakti olmaz, olmamalıdır. “Bir işi bitirdiğinde hemen diğerine başla! Ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirâh, 94/7-8). -Müslümanlarla tartışıp enerjimizi boşa harcamamalıyız. -Uyanık olmalıyız. Müslüman bir delikte ikinci kez ısırılmaz. “Mü’min aynı delikten iki defa sokulamaz, ısırılmaz.”(Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63). -İhlastan samimiyetten ayrılmamalıyız. -Müslüman olarak nasıl olmamız gerekiyorsa öyle olmalıyız. “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyrulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir.” (Hûd, 11/112). -Geleceğe ümitle bakmalıyız ve bu inancımızın da gereğidir. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!” (Yusuf, 12/87). Necip Fazıl KISAKÜREK’in ifadeleriyle: 18 “Mehmedim sevinin başlar yüksekte, Ölsek de sevinin eve dönsek de. Sanma bu tekerlek kalır tümsekte, Yarın elbet elbet bizimdir. Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.” Selam ve dua ile… Şubat Ocak Hikmet Damlası İstikametten büyük keramet yoktur. Nefis keramet ister, Mevla ise istikamet. Bir kişinin havada uçtuğunu, Denizde yürüdüğünü görseniz, Hal ve hareketine bakınız. Sünnete uygun değilse, Havada kuşlar uçar, Denizde balıklar yüzer. İtibar etmeyiniz. Sultan Hacı Şaban Efendi Hazretleri Ocak 19 2016 Abdullatif ACAR Kurtuluş Reçetemiz Kur’an Yüce Allah kurtuluş reçetesini yani kur’anı insanlara sunuyor şu ayeti kerimeyle: “Biz kur’andan müminler için, şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise kur’an, ancak zararını artırır” (isra,82) 2016 M erhameti sonsuz olan Allah, insanı yaratır yaratmaz, gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla onu başı boş bırakmamış, dağların dahi kaldıramayacağı büyük sorumluluğunu ve görevini hatırlatarak ona merhamet etmiştir. Doğruları ve yanlışları insanın önüne sererek sağlıklı bir seçim yapmasını sağlamıştır. Kur’an insana bazı sorular sorar, düşünmeye sevk eder, aklını ve iradesini kullanarak hem dünyasını hem de ahiretini kazanmanın 20 yollarını gösterir. İlk insanın aynı zamanda ilk peygamber olarak gönderilmesi dahi işin ciddiyetini anlamak açısından önemlidir. Yüz yirmi dörtbin peygamber gönderilmiştir. Ancak, hidayet yoksunu, kalpleri taşlaşmış insanlar bu uyarılardan nasiplenememiş, küfürde isyanda sınır tanımayan bir kısım kavimler daha bu dünyada Allah’ın gazabına müstahak olmuşlardır. Bazı peygamberlere birkaç kişiden başka kimse tabi olmamıştır. En vahimi de Allah’ın kitaplarını tahrif Şubat Ocak ederek onları kendi arzuları istikametinde değiştirmişlerdir. Yüce Rabbimiz buyuruyor: “Bu kur’an,Rahman ve ve Rahim tarafından indirilmedir”(Fussilet,2) Gerçek hükmün sahibi olan Allah, önceki gönderdiği kitapların hükmünü kaldırıp insanları yeni kitaplarla ve peygamberlerle irşat ederek yine merhametini esirgememiştir. Kur’an Meydan Okuyor Peygamber zincirinin son altın halkası hazreti Muhammet’tir. Son kitap ise Kur’anı Kerimdir. Allah, bu sebeple kur’anı özel koruma altına almış, onu koruyacağını vaad etmiştir. Kur’an indiği zaman arap toplumu edebiyatta çok ileri bir düzeydeydi, buna rağmen kuranın olağan üstü üslubu karşısında herkes hayran kalmış, güzel sesli Hz. Ebubekir gibi sahabiler kur’anı okuduklarında müşrikler dahi etraflarına toplanır kuranı dinlerlerdi. Kimse Kur’an’ın bir benzerini yerine getirememiştir. Çeşitli zamanlarda tahrip etme teşebbüsleri de hüsranla sonuçlanmıştır. Bu gün dünyanın her tarafında hafızlar aynı kuranı terennüm ediyor, bir harfi dahi değişmemiş ayetlerini okuyor. Bu hususta yüce Allah, kuran düşmanlarına meydan okuyor: “Eğer kulumuza(Muhammed)’e indirdiğimiz (kuran) hakkında şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir süre getirin ve doğru söyleyenler iseniz, Allah’dan başka (yardımcılarınızı da)çağırın ve bunu isbat edin”(Bakara,23) O kur’an en yüksek hakikatleri ihtiva etmekte; ilmin ve tecrübenin nice asırlar sonra ortaya koyduğu hakikatleri 1400 sene öncesinden haber vermektedir. Bu bile kur’anın doğrudan doğruya Allah’ın kelamı olduğunun delilidir. Dünya yaşlandıkça kuran gençleşiyor. İhtiva ettiği hakikatler kendisinin Allah kelamı olduğunu haykırıyor. İlim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin asla kur’an’ın ilmine aykırı düşmez. Bu, olsa olsa kur’an-i hakikatlerin tezahüründen, onu teyit etmekten başka ileriye gidemez. İlimler, yeni keşifler kur’anın tefsiri olarak onun hakikatlerini ispat etmektedir. Kalpleri kararmış, ruhları ölmüş, önyargılı bir şekilde kurana yaklaşan, onun göz kamaştırıcı hakikatleri karşısında yarasa ruhlu insanlar, kuranın gerçekleri karşısında deve kuşu misali, kafsalarını kuma gömerek Allah’ın takdirinden muaf olacaklarını zannettiler. Düşmanca tutum ve davranışlarla güneşi üflemekle söndürebilecekleri ahmaklığına kapıldılar. Tarihte bu böyleyiydi, bugünde böyle, yarında öyle olacak... Allah her şeyden haberdardır. Gözlerini hakikata kapatanlar ancak kendi dünyalarını karartırlar. Ahirette onlar için büyük pişmanlık ve korku vardır. Bu dünyadada o inkarcılar ne İslama ve kurana düşmanlıktan geri dururlar. nede huzuru yakalayabilirler. Yüca Allah, böyle inkarcılarla ilgili şöyle buyuruyor: “Şüphesiz kur’an Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu biliyoruz. Şüphesiz kur’an kafirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. Şüphesiz kuran, gerçek kesin bilgidir. O halde sen yüce Rabbinin adıyla tesbih et.” ( Hakka,48-52) Asıl olan biz müminler, rehber ve aydınlığımız olarak kabul ettiğimiz Allah’ın kelamını ne kadar okuyor ve anlıyoruz. Anladığımız hakikatleri hayatımızda nekadarını uyguluyoruz. { } Yüce Allah, kuran düşmanlarına meydan okuyor: “Eğer kulumuza (Muhammed)’e indirdiğimiz (kuran) hakkında şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir süre getirin ve doğru söyleyenler iseniz, Allah’dan başka (yardımcılarınızı da) çağırın ve bunu isbat edin”(Bakara,23) Ocak Şubat 21 2016 “Şüphesiz kur’an Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu biliyoruz. Şüphesiz kur’an kafirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. Şüphesiz kuran, gerçek kesin bilgidir. O halde sen yüce Rabbinin adıyla tesbih et.”(Hakka,48-52) Bunu sorgulamak gerekir. müslümanların en öncelikli meselesi bu olmalı. Kurtuluşu yakalamak ancak suni gerçeklerle değil, aklın, şeytanın telkinleriyle kulağımızı üflediği hakikat adına beşeri yalanlarla değil, yanılmaz vahyin gerçekleriyle mümkündür. Dünyanın, bütün insanlığın maddi ve manevi terakkisi ve ıslahı ancak kur’anı, hayat kitabı yapmakla mümkündür. Fakat bu gerçekler her zaman temenniler şeklinde müslümanların hayatında yer etti, daha öteye yeterince geçemedi. Kuranla müslümanın arası açıldığından, bu derece kitabına müslüman yabancılaşdığından tarihin hiçbir devrinde insanlık bu kadar sefalet, cehalet, karanlık, zulüm ve haksızlık i içinde kalmamıştı. Onun için dünyanın üzerindeki karabulutlar bir türlü dağılmıyor. Karanlık koyu, ancak nerdeyse bir asırdır şafak sökmüyor, huzur fakiri, ibadet ve itaat cimrisi, hak ve hukuk yoksunu insanlarla dolu dünyamızda. Gecenin karanlığı, şafağın yakınlığının belirtisidir. Umarım ki bu karanlık ufuktan doğacak güneşin insanları aydınlatmak için hazırlığının müjdesidir. Ancak sancı çekmeden doğum olmayacağı gibi çile çekmeden, irademizin hakkını vermeden, Şeytan ve nefsimizle amansız bir şekilde mücadele etmeden de saadet ve huzur olmaz, hasretle beklediğimiz şafak sökmez. 2016 Rehbersiz Yolculuk Olmaz Peygamberimiz(s.a.v.)’in ifadesiyle, dünya bir gölgelik biz ise yolcu, kısa bir süre dinlenip yolculuğumuza devam edeceğiz. Evet, Dünyada ebedi olarak kimse kalmıyor; er veya geç bir gün ecelin oku bizi de avlayacak. Önümüzde kabir, arkamızda Azrail. Sağımızda cennet, solumuzda cehennem, yürüdüğümüz yol kıldan ince kılıçtan keskin. Hesaba yaklaşıyoruz, defterimiz yarın önümüze konacak, Rabbim “Ne yaptın” diye soracak, ne cevap vereceğiz? Ömür kısa olmasına rağmen görevimiz ağır, hedefe ulaşmanın önünde engeller çok; her köşe başında şeytan ve havarileri bizi bekliyor, pusu kurmuş bizi avlamak istiyor. Nefis pervasızca, ısrarla kendine kul olmamızı istiyor. Yaşadığımız dünya adeta isyanda yarışıyor. Çarşıda isyan, Pazarda isyan, komşuda isyan, akrabalarda isyan, işveren kandırmanın peşinde, işçi kaytarmanın hesabını yapıyor, menfaat için dinini satan insanlar hak hukuk cellatları, konuşan çok, yaşayan az; günaha davet eden arkadaşlar kurana davet etmiyor. Yolsuzlukta ısrar eden dostlar “namaz kıl” diye ısrar etmiyor. Para kazanmak için haramı meşru göstermeye çalışanlar, Allah’ın rızasını kazanmada bu kadar gayret sarf etmiyor. Yere kapandığında seni tutup kaldıranlar, günaha battığında elinden tutup kaldırmıyor. Evin yandığında üzülenler, günahla cehenneme koşarken üzülmüyor. Evet, böyle bir hayatın içerisindeyiz, onun için günümüzde istikamet üzere olmak çok zor. Dikenli yolda yürümek ne kadar dikkat gerektirirse bu zamanda günaha bulaşmamakta o derece zordur. Günaha kapalı ortamlarda, Allah’ın emirlerinin yaşandığı bir toplumda insan kendini muhafaza edebilir kolayca. Ancak başını döndürdüğün her taraf günaha davet ediyorsa, günah, isyan, kü- 22 Şubat Ocak für normal bir davranış halini almışsa Allah’ın istediği kulluğu yaşamanız çok zorlaşır. Böyle durumda kuranın ipine sıkıca tutunmaktan peygamberin sünnetine sarılmaktan başka çıkış yoktur. Mehameti sonsuz olan Yüce Allah, bu gibi tehlikeli ortamda, istikamet üzere kalabilmek için kitabı mübinini işaret ediyor şu ayeti kerimesiyle: “Şüphesiz, bu benim dost doğru yolumdur. Buna uyun (başka) yollara sapmayın. Sonra onlar sizi Allahı’n yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah, bunları emretti”(Enam,153) Örnek, önder, kur’anın yürüyen hali, hayatıyla, yaşantısıyla kuranı talim eden, uygulayarak gösteren, asla nefsinden konuşmayan, Allah’ın Habibi, Peygamberimiz (s.a.v.)’de bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kitabı, hal ve tavırların en güzeli ise Muhammedin hal ve tavrıdır.”(Nesai) Bize şahdamarımızdan daha yakın olan, bizi, bir annenin evladına olan sevgisinden bizi daha fazla seven, ateşin azabından korumak için rehber olarak kur’anı gönderen Allah, buyuruyor ki: “Bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir” (Bakara,2) Evet, Rabbimizin son vahyi olan bu kitap kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır. Ancak o, gönlünü kendisine açanlara yol gösterir. Kur’an gönül işidir. Ona ittiba sözle olmaz. Bizzat yaşayarak olur. “Şüphesiz, bu benim dost doğru yolumdur. Buna uyun( başka) yollara sapmayın. Sonra onlar sizi Allahı’n yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah, bunları Ocak Şubat emretti”(Enam,153) Şaşı bir bakış, iradesiz bir duruş, ihlassız bir kabul ondaki faydayı engeller. Bulandırılmamış bir akılla kirletilmemiş bir kalple, gerçek manada tasdik edilmiş bir imanla ona tutunmak gerek, o zaman yol hakkın rızasına çıkar şüphesiz. Kur’an Hayat Kitabıdır Hayatı bize bahşeden sonra imanla, salih amelle ruhlarımızı dirilten yüce Rabbimiz, hayat kitabımız kur’anda bütün insanlığa hitaben buyuruyor ki: “Ey insanlar! İşte size rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber, ve rahmet (olan kuran )geldi”(Yunus, 57) Yine Başka bir ayette de: “(Ey peygamberim) İşte sana emrimizle bir ruh, kalpleri dirilten bir kitap vahyettik.” (Şura,52) buyuruyor. Kur’an ölü kalplere ab-ı hayattır. Kuran bütün insanlığa bir hitaptır inanmayanlara imana çağrı, inananlara kulluğa çağrıdır. İnançsızlık girdabına yakalanmış, haktan hakikatten habersiz hayat sürenler, Rablerinden uzak olanlar gerçek manada ölüdürler, onun için kuran, İman eden gönüllere rahmet ve bereket kazandırır. Kurumuş topraklara yağan yağmur nasıl rahmet olarak görülüyorsa, imandan yoksun kalplere hidayette rahmet olarak nitelendiriliyor. Kurumuş topraklar, yarık yarık olmuş bir vaziyette, boyunları bükük, üzerlerindeki ağaç ve nebatatların kurumuş dallarında bulunan, yağmurun hasretini 23 2016 Yüce Rabbimiz, hayat kitabımız kur’anda bütün insanlığa hitaben buyuruyor ki: “Ey insanlar! İşte size rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber, ve rahmet (olan kuran) geldi” (Yunus, 57) izhar ederek gök yüzündeki bulutlara masum ve hevesli bakışlarla Allah’a yalvarıyorsalar, dirilmek ve hayat bulmak için insan da, inançsızlık girdabının kapı aralarından, kalbin bunalımından, hayatın monotofluğundan ve tatsızlığından, içindeki çözemediği kendisince, belirsiz sıkıntısından, varlık arasındaki darlıktan, dünyanın altındaki eziklikten, nefsinin yüzsüzlüğünden yani kısaca; hayatta gibi görünen ancak ölü bir hayattın penceresinden kur’anın rahmet damlalarını bekliyor aslında. Ancak ne talihsizliktir ki o beklediğine “kuran” demiyor yağmura “rahmet” dediği gibi… Evet, bir ailede kuran adına hiçbir şey yaşanmıyorsa orada hayat belirtisi yoktur. Huzuru olmayan aile ortamında insanlar yaşamaktan çok yaşamamayı tercih ediyor; o ailede evlat babasını dinlemiyor, annesini “eski akıllı” görüyor. baba -anne evlatlarının kendilerine emanet olduğunu düşünmüyor, “evladın evin içinde, ev yanıyor” dediklerinde onu kurtarmak için kendini ateşe atmaktan çekinme- yen bir babaya “evladın bugün namazını kılmadı” haberini ulaştırsalar yerinden dahi kımıldamıyor; gençtir, ilerde yapar diyor, evladının yaptığı hatalara gülüyor, yaşayarak ona örnek olmuyor. Karı–kocanın, ailedeki görevlerinin ne olduğu hususunda kafaları allak bullak, sonra her şeyde dövüşkavga, boşanmanın eşiğine geliyorlar. Yani huzur yok, mutluluktan uzak olan, kurandan uzak aileden. Komşular arasında çekişme her gün, her gün… Bu yüzden hayat bulmak için başka mahallede ev alanlar azımsanmayacak kadar çok. Bakıyor ki oradaki komşularda huzur yok. “Ev alma komşu al” sözünü bilirsiniz, ben şöyle desem yanlış olmaz: “Kur’an’la yaşayan insana komşu ol.” çünkü onda hayat vardır. İş yerinde hak hukuk olmayınca orada da hayat yok demektir. Haksızlığın olduğu bir yerde kuran yaşanmadığından dolayı huzur olur mu? Bu örnekleri çoğalta bilirsiniz. Kur’an insanın başta kalbini sonra kalıbını ve nihayet hem dünyasını hem de ahiretini inşa eder. Bu, kulluğun inşasıdır. Bu, insanın insanlığının inşasıdır. Kur’anın pınarından kana kana içmeyen, onda hayat bulamayan, onunla ruhunu doğrultmayan insanlar talihsiz ve nasipsiz insanlardır. Peygamberimiz bir hadisi şerifinde buyuruyor ki: “Kalbinde kur’andan hiçbir ayet ve süre bulunmayan kimse harap bir ev gibidir.” Harap bir ev terkedilmiş bir evdir, hayat emaresi olmayan evdir, böyle evlerde kapı -baca yoktur. Harabe eve baykuşlar yuva yapar. Ayyaşların serkeşlerin, içkicilerin, karanlık insanların yani normal hayatı olmayan insanların yeridir böyle yerler. Buraya efendi gelip oturmaz, buraya misafir kabul edilmez. Buralar korunaksız, tehlikeli, metrup yerlerdir. Aynen bunun gibi kurandan uzak olan kalplere de hiçbir hikmet katresi düşmez, orada marifet yeşermez, Allah sevgisi filizlenmez muhabbet meyveye durmaz. 2016 24 Şubat Ocak Allah’ın İpine (Kur’an’a)Topluca Sarılmak Burada şuna çok dikkat etmek gerekir: Kuran’a hayat kitabı dedik, o hayatın içerisinde sadece insanın kendisinin olmayacağı muhakkaktır. Bu bağlamda birlik ve beraberlik içerisinde olmayan Müslümanların ferdi planda kurana “sarılmış” sayılmaları söz konusu değildir. İslam dini, Müslümanları kardeş ilan ettiği gibi birlik beraberlik içerisine olmalarını, ihtilafa düştükleri meselelerde hep birlikte kur’ana sımsıkı sarılmalarını da kurtuluşun vesilelerinden saymıştır. Yüce Allah buyuruyor ki: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size size olan nimetini hatırlayın ,Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken oradan da Allah sizi kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.”(kurtuluşa eresiniz)(Ali imran,103) Hz. Peygamber kur’anı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtmış ipi olarak tarif eder.” Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yolumuzu şaşırmamak için Allah’ın ipi kurana sıkı bir şekilde, topluca sarılmamız gerekir. Müminlerin birliğinin bozuldu- Kur’an insanın başta kalbini sonra kalıbını ve nihayet hem dünyasını hem de ahiretini inşa eder. Bu, kulluğun inşasıdır. Bu, insanın insanlığının inşasıdır. Kur’anın pınarından kana kana içmeyen, onda hayat bulamayan, onunla ruhunu doğrultmayan insanlar talihsiz ve nasipsiz insanlardır. Ocak Şubat ğu bir yerde İslami emirleri yaşayıp hak üzere olmak mümkün değildir. esaret altındaki bir insan, kendi kararlarını kendilerinin veremediği milletler Allah’ın emirlerini yerine getiremezler. On un için Allah, inançta birliği emrettiği gibi ibadette de birliği emir buyurmuştur. Toplu bir şekilde cemaatle namaz kılmak, hac ibadetini dünyanın her tarafındaki müslümanlarla aynı duygu ve coşku içerisinde yapmak ibadette ki birliğin en önemli örneklerindendir. Zekatta, oruçta, diğer bir çok ibadetlerde de aynı prensip ve kurallar söz konusudur. İhtilafların rahmete dönüşmesi, kurana müracat ettiğimiz zaman daha doğruyu bulmamıza, gerçeği görmemize vesile olur. Her Müslüman, ihtilaflarının çözüm yeri olara kuranı ve Resülullah’ın hayatını görmeli. Gerçek manada mümin Allah’ın kuranını onun Resülunün sünnetini şek ve şüphesiz kabul eder, bu İslam’ın ana kaynaklarını sorgulamaz. Ayetin ifadesiyle böyle insanların sözleri “dinledik ve boyun eğdik” (Nur,51) şeklindedir. Kurtuluşa gerçek manada erenler de zaten bunlardır. Kur’an Şifadır Fahri kainat efendimiz; tabipler tabibi Hz. Muhammet(s.a.v.), bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: “Gerçekten bu kuran Allah’ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiği kadar onun ziyafetini kabul ediniz, muhakkak bu kuran Allah’ın kopmaz ipidir, apaçık nurdur, faydalı bir şifadır .. kendisine yapışana tam bir koruyucudur (onu cehnneme düşmekten) kurtarır, uyana kurtuluş yoludur…”(hakim) İnsana Allah, lütfunun gereği bir sofra uzatıyor, o sofrada dünya ve ahiretine yetecek gıda var, dertlerine derman olacak ilaçlar var. Dünya adeta çeşitli 25 2016 Hz. Muhammet(s.a.v.), bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: “Gerçekten bu kuran Allah’ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiği kadar onun ziyafetini kabul ediniz, muhakkak bu kuran Allah’ın kopmaz ipidir, apaçık nurdur, faydalı bir şifadır .. kendisine yapışana tam bir koruyucudur (onu cehnneme düşmekten) kurtarır, uyana kurtuluş yoludur…”(hakim) hastalıklar, bela ve sıkıntılar ile dolu hastahane, Peygamberimiz (s.a.v) bir doktor, kuran şifa verici ilaç ve yeterli gıdadır. Kurtuluş reçetemizdeki peygamberimizin talimatlarına uymalıyız. Kin, nefret, haset, gıybet inançsızlık, nefsi arzuların pislikleri, cimrilik, kıskançlık ve şeytanın verdiği vesveseler, şüphe, toplulukların huzurunu bozan; toplumsal yaralara sebep olan fitne, fesat, birlik beraberliği yok eden hastalıklar gibi daha nice hastalıklarımızın şifası ancak kur’anla mümkündür. Yüce Allah kurtuluş reçetesini yani kur’anı insanlara sunuyor şu ayeti kerimeyle: “Biz kur’andan müminler için, şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise kur’an, ancak zararını artırır”(isra,82) Kalpteki hastalık bütün vücuda sirayet eder. Oranın sağlıklı olması bütün azaların işlevlerini tam anlamıyla Allah’ın emri doğrultusunda yapmalarına vesile olur. Kalp bozuk olunca azalarda bozuk olur. Kur’an sadece insanın kulağına değil, hissiyatına ve gönlüne de hitap ede. Kalpler, onun eşsiz hakikatlari karşısında katılığını kayıp eder, hidayete erer. Körelmiş vicdanlar onunla, karıncayı dahi incitmeyecek derecede hassasiyete kavuşur. Onun nağmelerinin ulaştığı küfrün surları güneşin karşısındaki buz gibi erir. Kalplerin Pasını Gideren İki Haslet Peygamberimiz(s.a.v.) buyurdular ki : “Kalpler demirin paslandığı gibi paslanır” Sahabeler soruyorlar: Ya Resülullah, onun cilası nedir. Oda buyuruyorlar ki: “Kuran okumak ve ölümü hatırlamaktır” (Beyhaki) Peygamberimiz (s.a.v.), yukarıdaki hadisi şerifle ayrıca ölümü düşünmeye sevkediyor insanları. Çünkü ölümü düşünen insan asla yanlış yapmaz, bir gün mahkeme-i kübrada mutlaka hesap vereceğini düşünür, geçici dünya hayatı için ahiretini heba etmez, ona göre, kur’ani ve İslami bir hayat sürmeye gayret eder. Düşünmek en önemli insani özelliktir, düşünce insanın muhasebe gücünü artırır, düşünmek insanın hatalarını anlamaya fırsat verir ve geleceği açısından kendini kontrole tabi tutmasını sağlar. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız”(Tirmizi) İnsan, nedamet taşı başına dokunmadan kendine gelmeli, iş işten geçmeden kur’ana kulaklarını açmalı, Rabbine itaate can atmalı, isyandan ve günahtan uzak durmalı. Kurtuluşa ermenin yolu kuranın gösterdiği ve Hz. peygamberin tarif ettiği 2016 26 Şubat Ocak yoldan yürümekle, hayırlı ameller işlemekle mümkündür. Yüce Allah buyuruyor ki: “O gün ölçü tartı haktır. kimin tartıları ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin tartıları da hafif geirse işte onlar ayetlerimize haksızlık ettiklerinden kendilerini ziyana sokanlardır”(Araf,8-9) Allah’ın Kapısına Devam Etmeli Rivayete göre garip adamın biri bir zaman Hz. Ömer’in kapısına devam etti, geliyor karnını orada doyuruyordu. Yine bir gün Hz. Ömer’in kapısına giderken bir ses duydu: “Ey adam, Ömer’e mi baş vuruyorsun yoksa Allah’a mı? git kur’anı kerim öğrenmeye bak, o seni Ömer’e muhtaç olmaktan kurtarır, eteğine inciler doldurur.” “Ey iyi huylu adam! niye bizi terk ettin? Artık kapımıza gelmez oldun? Yemeni, içmeni nerden karşılar oldun?” Adam Ömer’in yüzüne baktı, gülümsedi ve dedi ki: “Ey müminlerin emiri ben Rabbim’in kitabını okudum , o beni Ömer ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı, merak etme şimdi dopdoluyum” Yoksul ihtiyaç içerisinde kıvranan bu adam, bu uyarıdan sonra Hz. Ömer’in kapısına gitmekten vaz geçti. Kur’an kumaya başladı; onun emirlerini uygulamaya başladı, ondaki talimatları tatbik etti ve saadete erdi kısa bir zamanda. Hz. Ömer ey Allah’ın sevdiği kul söyle bakalım, kur’anda ne buldun. Adam kurandaki şu ayeti okudu: Hz. Ömer kapısına devamlı gelen adamın niye gelmediğini öğrenmek için adamı aradı ve buldu, kendisine, niye gelmediğini sordu: Bu mübarek ayetleri görünce kendi kendime: “Benim rızkım göklerdeymiş ancak ben onu yerlerde arıyorum. Benim istediklerim Allah’ın katındaymış ancak ben onu başkalarının kapısında arıyormuşum.” Bunu duyan Hz. Ömer, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, bundan sonra adamı her daim ziyaret etmiş. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki : “Kalpler demirin paslandığı gibi paslanır” Sahabeler soruyorlar: Ya Resülullah, onun cilası nedir. Oda buyuruyorlar ki: “Kuran okumak ve ölümü hatırlamaktır” (Beyhaki) Ocak Şubat “Rızkınız ve size vaat olunan şeyler göklerdedir.” Evet, bizi yaratan Allah, ihtiyacımızı da gideriyor. Nelere muhtaç olduğumuzu bilip o şeyleri yaratmış. Yeter ki onun kapısına gidelim. İsteyeceğimizi ondan isteyelim. O bizi desteksiz ve yardımsız bırakmaz. Kur’an bir hazinedir. Dünyayı mı istiyorsun onda… ahirete talipsen onda.. hem ahiretini hem de dünyanı mamur etmek isteyene de rehber yine o. 27 2016 Ölümü düşünen insan asla yanlış yapmaz, bir gün mahkeme-i kübrada mutlaka hesap vereceğini düşünür, geçici dünya hayatı için ahiretini heba etmez, ona göre, kur’ani ve İslami bir hayat sürmeye gayret eder. Allah Bize Yetmiyor mu? Yüce Allah buyuruyor ki : “Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda inanan bir kavim için rahmet ve bir öğüt vardır”(Ankebut,51) “Evet, o bize yetiyor her ihtiyacımız da onda mevcut, Allah var gam yok, keder yok” diyerek onun ipine sarıldığımız zamanlar hayal kırıklığına asla uğramayız, kimseye muhtaç olmayız. Biz Kur’anı şiar edinen, rehber edinen bir millettik, her kanunumuzun referansını ondan alırdık, devleti yönetenler emir ve talimatlarını şeyhül islam’ın “islama uygundur” kararına göre verirlerdi. Dünyaya hükmettik, adaleti her yere götürdük, bizim dünyadaki sözümün üstüne kimse söz söyleyemezdi. Ancak gel gör ki ondan uzaklaşınca her şeye, herkese muhtaç duruma düştük. Kendi hayatımızın içerisine nefsimize ve şeytana esir olduk, millet olarak da başkalarına muhtaç duruma düştük. Allah’a hayran olamadığımızdan bizi Allah, başkalarına hayran etti. Onların kanunlarını, gelenek ve göreneklerini taklit etmeyi farklılık olarak gördük. Adeta kapılarının önünde yıllarca bekledik hala bekliyoruz. “Ne olur bizi de sizden kabul edin diye” halbuki “dinlerine girmediğimiz sürece onların bizi sevmeyeceğini” Allah kerim kitabımızda bizlere bildiriyor. Kur’an müslümanların her alanda ilerlemesini, düşmanlar karşısında güçlü olmak için fende ilimde, ahlakta edepte güçlü olmasını emir buyurur. Başkalarına muhtaç duruma gelmemiz bütün müslümanları sorumlu hale getirir. Buyuruyor ki Yüce Rabbimiz: “Sabredin karanlıkla yarışın, düşmana 2016 karşı hazırlıklı olun (bir birinize dayanıp bağlanın) Allaha karşı gelmekten sakınınki başarıya ulaşa bilesiniz”(Ali imran,200) Kur’an’ın Sadece Resmimi Kaldı? Ebu Zer(r.a.)’den: “Ey Allah’ın Resülü bana öğüt ver” dedim, buyurdular ki: “Allah’dan kork; zira bütün işlerin özü Allah’dan korkmaktır. Ben yine: “Ey Allah’ın Resülu bana öğüt vermeye devam et,” dedim. Allahın Rasülu bana şöyle buyurdular: “(Ya Eba Zer) Kur’an oku, zira o, yeryüzünde senin için bir nurdur. Göklerde de yine senin için(sevap) dolu bir hazinedir.”(İbn-i Hibban) Okumak ve ezberlemekle ilgili daha bir çok müjdeler var. Ancak okumadaki gaye anlamak olmalı; anlamak, yaşandığında anlam ifade eder. Kur’an, okunmasıyla da ibadet olan bir kitaptır. Bu, onun lafzıyla da Allah’ın kelamı olduğunun neticesidir. Asıl olan, onu sadece dilimize değil, kalbimize ve hayatımıza hakim hale getirmektir. Lafızlar değerini manalardan alır, o manalarda saklıdır hayat için faydalı olan şeyler. Bugün kur’anın sadece resmine, lafzına önem vererek, okumakla ona uymuş olacağımızı zannetmek bizi pasif, şekilden ibaret, aksiyondan yoksun ilerlemeden, gelişmekten geri bir millet haline getirir. Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ki: “İnsanlar için öyle bir zaman gelecek ki, o zaman kuranın resmi kalacak, (yine o zamanda) 28 Şubat Ocak İslam’ın yalnız ismi kalacak, insanlar Müslüman ismiyle isimlendirildikleri halde İslamdan uzak olacak...”(Hakim ve Deylevi) Acaba Kainatın Efendisi günümüzü mü tarif ediyor? Bir düşünün! Kur’anı kadife kılıflarda evimizin baş köşesine asmıyor muyuz? Elbette ki asılmalıyız… Saygıdan kur’ana doğru ayaklarımızı uzatmamak ne güzel.. bunu da yapıyoruz, elhamdülillah. Yerde arapça yazılı bir kağıdı, kur’an ayetleri zannederek alıp yüksek bir yere koyuyoruz, ne iyi! Bir düşünelim öyleyse : Ya! odamızın baş köşesine astığımız kur’anı gönlümüzün baş köşesine, hayatımızın orta yerine koyabildik mi? Ailemiz nezdinde uygulayabiliyor muyuz? Allah’ın ayetleri kirli ellerde, dillerde kirletilirken, küffarın ayaklarının altında çiğnenirken, ne kadar “onun yeri ora olamaz” deyip ıstırap duyuyoruz? “O Allah’ın kelamı, kimse onu çiğneyemez” diye ne kadar haykırıyoruz? Kur’an Ölülerin Değil Dirilerin Kitabıdır Hayat kitabı olan kur’anı insanların hayatından aldık ölülere terk ettik, okumayı, hafız olmayı, yakınlarımız öldüğünde gerekli olduğuna, onun için okumak, öğrenmek gerektiğine bağladık. Kur’an, ölü kitabı değildir. Elbette ki ölenlere de okunmalı, faydası da olur ancak kuran dirilere asıl faydayı sağlar. Diri iken kurana bir defa müracat etmeyen, onun boyasıyla boyanmayan onun ahlayıyla ahlakmayan, bir defa ona uymayan insan öldüğünde triliyonlarca hatim okunsa ne faydası olur ki. Kızlarımızın çehizlerine “kur’an” koymadığımızda eyvah kızın çehizine “kur’an” koymayı unuttuk” dediğimiz gibi, hayatın acımasız kucağına çocuklarımızı uğurlarken Allah, peygamber, ehli beyt ve kuran sevgisini onların heybelerine, gönüllerine koyuyor muyuz? Ahlak, İffet, haya, edep elbiselerini giydiriyor muyuz? çehizlerini hak, hukuk, adaletle tamamlıyor muyuz? Öyle okuyucular var ki kuranı okurken adeta bülbül gibi çağlıyor. ancak okuduğu kuran gırtlağından geçmemiş, hayatına akmamış, dilinin okuduğunu kalbi yalanlıyor. Böyle insanların dilinde kuran garip, evinde, asılı duvarında garip, astığı dükkanında ayet garip, çehiz sandığında garip. Kuran bizden yarın şikayetçi olacak Resüllulah şikayetçi olacak. Bir Ayette yüce Allah peygamberimizin şikayetini şöyle bildiriyor: “Ey Rabbim! kavmim şu kuranı terk edilmiş bir kitap haline getirdi”(Furkan,30) Mehmet Akif bu durumumuzu ne güzel anlatmıştır: “Lafzı muhkem yalnız anlaşılan kuranın, Çünkü kaydında değil hiç birimiz, mananın, Ya açar nazmı celilin yaprağına Yahut üfler geçeriz ölünün toprağına İnmemiştir hele kuran şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okumak nede fal bakmak için” Peygamberimizin şu müjdesine kulak verelim buyuruyorlar ki: “Kim kuranı okur ve ezberler, helal gösterdiğini helal, haram kıldığını haram sayarsa, Allah onu bu sebeple cennete sokar ve ona kendi ehlinden, cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme yetkisi verir”(Tirmizi) Peygamberimizin, kurtuluşun yolunu gösteren, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı olan, şu hadis i Peygamberimiz buyuruyor ki: şerifiyle bitirelim: “Size iki şey bırakıyorum, bunlara uyduğu- “Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız” (Tirmizi) nuz müddetçe, asla sapıtmayacaksınız. Bunlar: Allahın kitabı ve Resülünün sünnetidir” (Muvatt,kader) Ocak Şubat 29 2016 Nureddin YILDIZ İslam Müslümana Emanettir Bugün önümüzde işlene durulan onca haram ve çirkinlikler, dün sessiz kalınmış olan şeylerdir. Düzelsin veya düzelmesin biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kalpler Allah’ın elindedir, hüküm O’nundur. 2016 Ş u hadisi şerife kulak verelim: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” 30 Dünya hayatını tanzim etmek, insanları dünya ve ahiret saadetine erdirmek için gelmiş olan İslâm, Müslümanlara emanettir. Müslümanlar, İslâm’ı koruyarak kendi saadet kaynaklarını korumuş olurlar. İslâm da onlara huzur ve saadet kaynağı olur. İslâm’ın korunması, bir sanat eserinin müzede korunması şeklinde değildir. İslâm, emrettikleri ve yasakladıklarının korunması ile korunmuş olur. Namazın ikame edilmesini sağlamak, Şubat Ocak alkolün kullanılmasını engellemek İslâm’ı korumak, İslâm emanetine sahip çıkmaktır. Her işlenen haram, her terk edilen ibadet, emanete zarar vermektir. Emanet zarar gördükçe de emanetten yararlanacak olan Müslümanlar eriyecektir. de geniş bir daireden mesul olacaktır. Elini kullanabilecek olan elini, dilini kullanabilecek olan dilini kullanacaktır. Herkes muhakkak bir iş yapmalıdır. Kalpten gelen bir tepki bile, İslâm emanetini sahiplenmiş olmak için yeterli olabilir. Önceki Ümmetlerden Yahudilerin eriyiş sürecinde bu hastalık vardır. Allah Teâlâ onlara da Yahudiliği emanet etmişti. Onu korusalardı, kendilerini koruyacaklardı. İşlenen haramlar çoğaldıkça Yahudilik de güç kaybetti. Yahudilik güç kaybedince ona iman edenler de eriyip gittiler. Kur’an’ımız, Maide suresinin 78-81. âyetlerinde bunu izah etmektedir. Tepkisiz Olamayız Müslüman bir toplumda iki türlü suç işlenebilir. Birinci çeşit suç, zaten suç olarak bilinen zina, kumar ve benzeri yasakların işlenmesidir. İkinci çeşit de, Allah’ın emirlerinden bir emrin yerine getirilmemesidir. Kılınmayan bir namaz, yapılmayan bir hac da işlenmiş bir haramdır. İntihar eden bir insan da, ihmal edildiği için mü’min olarak yetiştirilemeyen bir çocuk da işlenen suçları gösterir. Hangi suç türünden olursa olsun Müslümanlar, kendilerine emanet edilen dinlerini korumaya mükelleftirler. Korumadıkları dinleri, onlar için bir sorumluluk teşkil etmektedir. Bu koruma, elbette her Müslüman’ın takatı ile sınırlı bir emre göre olacaktır. Zira Allah Teâlâ, hiçbir kuluna kaldıramayacağı şeyi yüklememeyi Şeriat’ının en temel umdelerinden yapmıştır. Kim ne kadar yük kaldırabilecekse o kadar mesul olacaktır. Evi ile sınırlı bir takat sahibi evini, geniş bir dairede sözü geçen Çevremizde olup bitenlere sessiz kalmayacak bir ümmetiz. Bizi ve yol aldığımız gemiyi etkileyecek her şey bizim ilgi alanımızdadır. Başkalarının günahları başkaları kadar bizim de etkileneceğimiz günahlardır. Onlar, o günahların sahibi olduklarından ötürü biz de günaha sessiz kaldığımızdan ötürü vebal altında oluruz. Ümmet olmak, bir vücudun organları gibi olmak budur. Herkesin kendi bacağından asılması gibi bir şey yoktur. Bize zararı olmayan bir durum olsa dahi, bizim ümmetimizden bir kişinin ateşte yanacak olmasından rahatsız olmamız imanımızın gereğidir. Merhametimiz ve insanlığımız sadece aç ve açık kalanlara olursa, bununla insanlık için çıkarılmış bir ümmet olma düzeyine yükselemeyiz. Kan bağımız bulunsun veya bulunmasın insanlar bizim yakınımız durumundadırlar. Bugünkü sessizlik yarın iki ağır sonuç doğuracaktır. Birincisi, sessiz kaldığımız kötülükler hâkim durumuna geçecek biz ezileceğiz. İkincisi de bugün sessiz kaldığımız kötülükleri yarın benimseme riski altında olacağız. Yahudilerin başına gelen afet de bu olmuştur. En yakın muhitimizden en uzak çevremize kadar, kötülük ve kötü ile mücadeleyi ilke edinmeye mecburuz. Beceremediklerimizden mesul olmayız şüphesiz. Zaten Allah Teâlâ hiçbir kuluna yapamadığının hesabını sormamaktadır. { Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi: } “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” Ocak Şubat 31 2016 Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime, neyi, ne zaman söyleyeceklerini bilmelidirler. Hatalı söylenen bir doğrunun iyi sonuç vermemesi gibi bir akıbet hoş değildir. Yaklaştırmak isterken uzaklaştırmak bile mümkündür. Neyi yapıp yapamayacağımızı ise imanımızın hükmettiği vicdanımız belirleyecektir. Bugün önümüzde işlene durulan onca haram ve çirkinlikler, dün sessiz kalınmış olan şeylerdir. Düzelsin veya düzelmesin biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kalpler Allah’ın elindedir, hüküm O’nundur. En nazik dili, en olgun metotları kullanmak, yaptığımızı ibadet şuuru ile yapmanın gereğidir. Yaparken bozmamak için bu ayrıntıya dikkat etmeliyiz. Nehyianilmünker ‘Nehyianilmünker’ kavram olarak, kötüyü ve kötülüğü engellemektir. Kötülük, Şeirat’ın uygun görmediği her şeyin adıdır, şeriat’ın uygun görmediği şeyler ya dinin yasaklar listesinde olanlardan ya da insanlar arasında arlanılacak işler olarak görülenlerden oluşur. Genellikle günah olarak anılan kötülükler büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Günahın büyüklüğü ve küçüklüğüne göre de onu engelleme sorumluluğu büyür. Zira maksat, kişiyi ve toplumu çirkinliklerden muhafaza etmektir. Büyük bir çirkinliğin veya yaygınlaştığı için tehlikesi artan bir çirkinliği engellemenin önemi ile kenarda kalmış bir çirkinliği engellemenin gerekliliği aynı ihtiyacı göstermeyebilir. Nehyianilmünker, hüküm olarak farzı kifayedir. Yani birinin yapması ile toplum o sorumluluktan kurtulur. Kimse yapmazsa bütün toplum sorumlu olur. Farzı kifaye olan bu görev, yerine göre farzı ayın durumuna da gelebilir. Bir babanın çocuğuna müdahalesi, bir öğretmenin öğrencisine müdahalesi, bir imamın camisinde onun arkasında namaz kılan birine müdahalesi farzı kifaye olarak geçiştirilemeyebilir. İmam Gazalî, bu görevi ‘dinin en büyük kutbu’ olarak adlandırmaktadır. Münker olarak adlandırılan hususun, kişisel kanaatlerden oluşmaması gerekir. Şahısların kendi kanaatlerini, din adına emretmeleri veya yasaklamaları kabul edilemeyeceği için nehyianilmünkere konu olan hususu ihtilaflı olmayan meseleler arasında görebilmek şarttır. Aynı şekilde bir münkeri zanla var sayıp onu engelleme de yapılamaz; fiilen var olan bir münkerin üzerine gidilmelidir. Bu görevi yapacak kişinin istihbarat yaparak münkeri tespit etmesi de doğru değildir, alenen işlenen orta yerdeki çirkinliklere müdahale edilmelidir. Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime, neyi, ne zaman söyleyeceklerini bilmelidirler. Hatalı söylenen bir doğrunun iyi sonuç vermemesi gibi bir akıbet hoş değildir. Yaklaştırmak isterken uzaklaştırmak bile mümkündür. Sahabeden Abdullah bin Mesud radıyallahu anhtan rivayet edilen şu söz oldukça hassas bir ölçüye işaret etmektedir: ‘Birilerine, akıllarının almayacağı bir şeyi anlatırsan onları fitneye düşürmüş olursun.’ (Müslim, Mukaddime, 14) Neyin ne zaman söyleneceğini bilmek kadar neyin öncelikli olduğunu da bilmek şarttır. Önemli ile öncelikli arasında kesinlikle bir ayrım yapılmalıdır. Vakti kazanma ve en riskliyi giderme anlamında bu önemlidir. 2016 32 Şubat Ocak Murat TÜRKER İçeriden Sorular Müslümanlığımızın yaşanan hayata müdahalesi hangi noktalarda tebarüz ediyor? İnsanlığın hâlihazırda yaşadığı girift ve güncel problemlere çözüm üretebilecek bir donanıma sahip miyiz? İçinden geçtiği darboğazdan çıkış adına modern bireye dört başı mâmur ve sadra şifa bir çıkış yolu önerebilecek plan ve projelerimiz var mı? Müslümanlar olarak insanlığa ne vâdediyoruz? Yaşadıkları köklü sorunlara bir çözüm getirmeksizin, salt bir itikat dairesinden çıkıp bir diğerine geçmeyi mi teklif ediyoruz? Adaletsizliğin, haksızlığın, sömürünün, insan haklarına saygısız bir yordamın devam edeceğini bile bile insanlar neden bulundukları konumu terk etsinler? İslâm dünyası, bilhassa Ehl-i Sünnet çizgi, içine girdiği teolojik kısır çekişmeleri sündürerek ve sair küresel meselelere teğet geçen bir bakışı benimseyerek güzel dinimizi doğru tebliğ ve temsil edebilir mi? İnsanları tüketim döngüsüne dâhil oldukları ölçüde adamdan sayan, emeği sömürerek korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine yaslanan kapitalist işleyişe dair dikkate değer ve işlevsel çözümler üretebiliyor muyuz? Bizim vaziyet ettiğimiz durumda insan haklarına saygılı, adalete dayalı, birilerinin başka birilerine modern köle olmaktan kurtulacağı bir düzen vâdedecek içi dolu program ve projelere sahip miyiz? İnsanoğlunun tabiatla bağını koparan, ekolojik dengeyi tahrip eden ilerleme diskuruna itirazı içeren alternatif bir modelden söz edebilir miyiz? Şehir ve medeniyet algısı dendiğinde daha fazla betonarmeleşme diye özetlenebilecek hoyrat büyüme tavrı dışında ortaya koyduğumuz bir vizyon var mıdır? Açlığa, yoksulluğa, yolsuzluğa, manipülasyona, sömürüye dair ne söylüyoruz? “Bu problemler bizim eserimiz değil ki, çö- Ocak Şubat zümünün bizden beklenmesi mantıklı olsun!” mu diyoruz yoksa? Tarihî seyir içerisinde hiçbir peygamber, kendi yol açtığı sorunları çözmekle meşgul değildi. Bilakis modern tabirle hepsi birer ‘enkaz devralmıştı’. Ama yine hiçbiri ‘ben bozmadım ki, ben düzelteyim’ dememişti. Neticede vahiy, ‘ukbada felâh, dünyada salâh’ için nazil oluyordu. Haber-tartışma programlarında reyting getirici bir içerik olduğu için Mehdi, nüzul-i İsa, kabir azabı vb. konuların tartışıldığı ve İslâm’ın dışa karşı temsil edilen yüzünün bu mevzulara sıkıştırıldığı bir süreci idrak ediyoruz. Niye âlimlerimiz, hocalarımız, entelektüel kadrolarımız, insanların yaşadığı hayata değen, hamasî ve afakî değil de hakiki meseleleri ciddiyetle masaya yatırmıyorlar? İslâm dünyasının ve insanlığın hâl-i pürmelâline bakınca bu tartışmaların, eleştirdiğimiz ‘meleklerin cinsiyetlerini tartışma’ durumundan mahiyet itibariyle ne farkı var? Bir de bu tabloya bakan üçüncü şahısların İslâm’a teveccüh edeceklerine ciddi ciddi inanmalı mıyız? 33 2016 Ubeyd FAKİRULLAH Kibâr-ı Kelâm (Ehlullahın Dilinden...) Zenginlik Ve İzzet Allah’u Teâlâ’ya İtaattedir Vesveseden Kurtulmaya Güzel Bir Çare Hâtem-i Esam1 (r.a) buyurmuştur ki; “Hiçbir sabah yoktur ki şeytan bana: (bugün) ne yiyeceksin? Ne giyineceksin? Nereyi mesken edip (geceleyeceksin?) diye (vesvese veriyor) olmasın.” Bende ona: “Ölümü yiyeceğim! Kefeni giyeceğim! Kabri mesken tutacağım! diye cevap verir (vesveselerinden kurtulurum).”2 1 Tebe-i Tabiinden meşâyih-i kirâmın büyüklerinden 2 İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 7 Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “Her kim günah işlemenin (Allah’u Teâlâ’ya karşı hor ve hakir kılan) zilletinden kurtulup, (Allah’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına) taatin izzet ve şerefine ererse, Allah’u Teâlâ hazretleri o kişiyi; mal (mülk) olmadan (da) zengin kılar, asker (ve ordusu) olmadan (da) güçlü kılar, aşiret (ve akrabaları) olmadan (da) aziz eder.1” Allah’a isyan ile günah işlemeyi terk edeni, Allah’u zülcelal zilletten kurtarıp, itaatkâr ve izzetli kılar. İtaatkâr olan: kalbi zengin gözü tok, nefis ve şeytana karşı kuvvetli olur. İzzet ise Allah katındadır. Kavim ve kabile ile olmaz. 1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 7 Hakiki Mü’min Olmanın Alameti Rivayet olunduğuna göre; “Rasulüllah (a.s) Efendimiz bir gün ashabının yanına çıkageldi ve “Nasıl sabahladınız?” Diye sordu. Ashâb-ı Kirâm: Allah’u Teâlâ’ya iman edenler olarak (mü’min olduğumuz halde) sabahladık diye cevap verdiler. Efendimiz (s.a.v): “Peki, İmanınızın alameti nedir?” diye sordu. Ashâb-ı Kirâm da: Bizler; (Allah’u Teâlâ’dan gelen) bela ve musibetlere karşı sabırlı oluruz. (Allah’u Teâlâ hazretleri bize) bolluk ve bereket nasip ettiği zaman şükrederiz. (Rabbimizin bizim hakkımızda takdir buyurmuş olduğu kader’in hükmü olan) kaza’ya da razı oluruz. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v): “Kabe’nin rabbi (olan Allah’a) yemin olsun ki; sizler gerçek mü’minlersiniz.”1 1 İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8 2016 2 01 6 34 Ocak O cak İnsanın Yanına Kalan Tek Şey Salih el-Mergadî (r.h) bir keresinde (öncekilerin vatan tutup yaşamış olduğu) bir diyardan geçerken şöyle seslendi; “Ey diyar! Nerede? Senin (üzerinde gezip tozan) önceki ahâli! Nerede? Geçmişte seni imar eden o mimarlar! Nerede? Seni mesken tutup hayat süren öncekiler!” Bu nidaya, nereden geldiği belli olmayan bir hâtif şöyle cevap verdi; “Onların eserleri ve izleri kesildi, toprak altındaki cesetleri çürüdü, (ancak) amelleri boyunlarında bir gerdanlık gibi (asılı olarak) baki kaldı.” 1 1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8 Dünyada Allah’tan Hayâ Edenin Mükafatı Allah’u Teâlâ bazı peygamberlere vahyetti ki; “Beni seviyor olduğu halde bana kavuşan kulumu cennetime koyarım.” (hiç şüphe yok ki; sevmenin alameti salih amel işlemektir.) “Benden korkuyor olduğu halde bana kavuşan kulumu cehennemimden uzaklaştırırım.” (hiç şüphe yok ki; korkmanın alameti masiyetten sakınmaktır.) “Benden hayâ ediyor olduğu halde bana kavuşan kulumun günahlarını (onlara şahit olmuş olup yevmi kıyamette o kişinin aleyhine şahitlikte bulunacak olan) hafaza meleklerine unuttururum.”1 1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8 Ocak O c ak Hayat Düstûru Üç Nasihat Abdullah İbni Mes‘ud (r.a) buyurmuştur ki; “Allah’u Teâlâ hazretlerinin sana farz kılmış olduğu şeyleri yerine getir ki, kulluğunu en güzel bir şekilde yerine getirenlerden olasın. Allah’u Teâlâ hazretlerinin haram kılmış olduğu şeylerden sakın ki; dünyaya rağbet etmeyen zahit kullardan olasın. Allah’u Teâlâ’nın sana dünyadan vermiş olduğu kadarına razı ol ki; (insanlara muhtaç olmaktan kurtulup, Allah’u Teâlâ’nın kalplerine kanaat) zengin (liğini yerleştirmiş olduğu) kullardan olasın.1” 1.İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8 35 2016 2 01 6 Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL Mescid-i Aksâ Yahudi Tapınağı Olamaz - Olmayacak Kudüs sadece Kudüslülerden sorulmayacak… Kudüs bir Filistin sorunu değil, Arap sorunu değil, insanlık sorunudur… Kuru bir toprak davası değil, insanlığın kurtuluşunun kapısıdır Kudüs… 2016 K udüs kaygılarımız artıyor. Gün yok ki Mescid-i Aksa’ya yönelik yeni bir saldırı ile sarsılmayalım… Son iki ayda 100’e yakın Filistinli kardeşimiz Siyonist kurşunlarla can verdi; 2000’i aşkın yaralı, bir o kadar da tutuklu var. 40 yaşın altındaki Müslümanların Mescid-i Aksa’ya girişi engelleniyor… 1994 yılında El-Halil’de İbrahim el Halil Camiinde sergilenen oyun şimdi Mescid-i Aksa’da sergilenmek isteniyor. Mescid-i Aksâ’yı birYahu- 36 di Tapınağına dönüştürme amacı sistematik olarak sahneleniyor… Yıllardır yaptıkları arkeolojik kazılardan sonra şimdi de aleni saldırganlık yolunu seçtiler… Kudüs’ün demografik yapısını sürekli Yahudiler lehine değiştiriyorlar. Siyonistlerin aşamalı “Yahudileştirme” politikaları Batı desteğiyle devam ediyor… Siyonist rejim emrivakilerle fiili durum oluşturarak, dünyayı bu yeni duruma alıştırmak istiyor… Şubat Ocak Gelin, bugün Kudüs’ün kandillerini söndürmeyelim! İslam alemi, bu durum karşısında Mescid-i Aksâ’ya sahip çıkamıyor… Gün, Kudüs için bir şeyler yapma günüdür… Ümmetin suskunluğu ise, işgalci rejimi şımarttıkça şımartıyor… Bugün bize düşen, Kudüs’e ve el-Aksâ’ya sahip çıkmak değil midir? Gün, Aksâ’yı aydınlatan kandiller ve Aksâ aşkıyla yanan kalpler için bir şeyler gönderme günüdür. Aksâ’da tutulan nöbetler, ilim halkaları, İ‘tikâf geceleri yeni intifadanın ayak sesleri… Kınamalar akan kanı durdurmuyor, kıyım ve yıkım devam ediyor… Ümmetin son kalesi düşmesin diye… Gün, Kudüs murabıtlarının ve muhafızlarının haykırışlarını tekrarlama zamanı: Şu soruyu tekrar kendimize soralım: El-Aksâ’ya neden uzak düştük? Şimdi Kudüs aynasında kendimizle yüzleşme zamanı gelmedi mi? “Canımız, kanımız sana feda olsun ey Aksâ!” Bilelim ki, gönlünde ve gündeminde Kudüs olmayan her Müslüman kusurludur. Çünkü Kudüs Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Kudüs bizim için stratejik, politik, ekonomik bir amaç değil, imanî bir meseledir. Bizim imanımıza göre; Mekke Allah’ın haremi, Medine Nebi(sav)’in haremi, Kudüs ümmetin haremidir… Mescid-i Aksâ, İsra suresinin 1.âyetinde açıklandığı üzere “çevresi mübarek kılınan” kutlu bir mekan; Allah Rasûlü’nün açıkladığı üzere de“yeryüzünde Allah için kurulan ikinci mesciddir” (Buhari, Enbiya 40; Müslim, Mesâcid 1,2.). Onun için “Önce Kudüs” diyoruz… Kudüs sadece Kudüslülerden sorulmayacak… Kudüs bir Filistin sorunu değil, Arap sorunu değil, insanlık sorunudur… Kuru bir toprak davası değil, insanlığın kurtuluşunun kapısıdır Kudüs… Kudüs’ün özgürlüğü ümmetin özgürlüğü demektir… Efendimiz (sav) “Mescidi Aksa’ya gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud, Kitâbu’s-Salât, 14) buyuruyor. O gün zeytinyağı ile aydınlanan kandiller Aksâ’nın özgürlüğünü sembolize ediyordu… Ocak Şubat Bugün Kudüs, en zor günlerinde bizden gür bir ses bekliyor! Öyleyse gelin, hep birlikte sesimizi yükseltelim, bütün gücümüzle ve imanımızla Aksâ’yı sahiplenelim! Bizler, bütün Ümmet-i Muhammed’i, ümmetin alimlerini, yöneticilerini ve kanaat önderlerini Mescid-i Aksâ’nın ve Kudüs’ün özgürlüğü için harekete geçmeye ve Siyonist rejimin Aksâ’yı yıkma plânlarını engellemek için sonuç alıcı adımlar atmaya davet ediyoruz. Abdulaziz KUTLUAY,Abdulhamid KAHRAMAN,Abdullah BÜYÜK,Abdullah TRABZON,Abdullah YILDIZ, Abdulmetin BALKANLIOĞLU, Abdulvahap EKİNCİ,Adnan DEMİRCAN,Ahmet AĞIRAKÇA,Ahmet BULUT, Ahmet TAŞGETİREN, Ali Rıza TEMEL,Mehmet Beşir ERYARSOY,Bülent YILDIRIM,Cevat AKŞİT,Ebubekir SİFİL, Emrullah HATİBOĞLU , Faruk BEŞER , Halil GÖNENÇ , Halil İbrahim KUTLAY , Hayreddin KARAMAN, İbrahim CÜCÜK,İhsan Süreyya SIRMA,İhsan ŞENOCAK,İsmail Lütfi ÇAKAN,Kazım SAĞLAM,Mahmut TOPTAŞ, Mehmet GÖKTAŞ , Mehmet Salih EKİNCİ,Mehmet PAKSU,Metin KARABAŞOĞLU,Muhammed Emin YILDIRIM, Mustafa AĞIRMAN, Mustafa KARATAŞ,Nureddin YILDIZ ,Ömer DÖNGELOĞLU,Ramazan KAYAN, Siraceddin ÖNLÜLER,Şerafeddin KALAY,Talha Hakan ALP,Yaşar KANDEMİR ,Yusuf KAPLAN, Yusuf Ziya KAVAKÇI 37 2016 Dr. İhsan ŞENOCAK Kelam-ı Kadimi’in Anlam Haritası II Tabiin Kur’an’ı murad-ı ilahi çerçevesinde anlayan alimler bir ayeti tefsir ederken önce Kur’an’a, sonra Sünnet’e ardından sahabenin sözüne müracaat ettiler. Sahabeye öğrencilik yapmaları hasebiyle tabiinin tefsirini de dikkate aldılar. 2016 Tabiin, sahabenin birikimine varis oldu. Kur’an’ın anlaşılmasıyla alakalı bilgiyi onlardan aldı. Hangi ayetin nerede, ne zaman ve ne sebeple indiğini sahabeden öğrendi. İbn Abbas’ın talebelerinden Mücahid, tefsiri öğrenme sürecini anlatırken şunları söyler: “İbn Abbas’a Kur’an’ı baştan sona üç defa arz ettim. Her ayette duruyor, Ona bunun nerede ve nasıl indiğini soruyordum.”[45] 38 Tabiinin tefsirde şöhret bulanları zamanla sahabeyle meseleleri mütalaa edecek konuma geldi. Mesela İkrime hocası İbn Abbas’ın tefsirle alakalı bazı müşkillerini çözecek derecede ilmi bir derinliğe kavuştu. Bir defasında İbn Abbas “Siz Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?”[46] mealindeki ayeti tefsir ederken “O kavim kurtuldu mu yoksa helak mı oldu bilmiyorum.” dedi. Hadise üzerine İkrime hocasına kavmin kur- Şubat Ocak tulduğunu delilleriyle açıkladı. İbn Abbas da mükafat olarak ona elbise hediye etti.[47] Bu devirde yaşayan insanlar sahabeye nisbetle saadet asrından daha fazla uzaklaştıklarından ayetler tefsire daha çok ihtiyaç duydu. Tabiin, bu ihtiyacı meşru ölçüler çerçevesinde karşılayabilmek için çok yönlü bir çalışma içerisine girdi. Mesala bu dönemin meşhur müfessirlerinden Mesruk tek bir ayetin tefsirini öğrenebilmek için Basra’ya kadar gitti. Oraya varınca kendisine söz konusu ayeti tefsir eden şahsın Şam’a seyahat ettiği söylenince hazırlandı, ayeti öğrenmek için o da Şam’a gitti. İkrime de şöyle bir anekdot nakleder: Nisa Suresindeki “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de.”[48] ayetinde adı geçen sahabinin kim olduğunu buluncaya kadar tam 14 yıl araştırma yaptım.[49] Tabiin Kur’an’ı tefsir ederken öncelikle Kur’an’a başvururdu. Eğer O’nda açıklayıcı bir ayet bulamazsa Sünnet’e, O’nda da bulamazsa sahabenin açıklamalarına müracaat ederdi. Bütün bu aşamalar sonuçsuz kaldığında içtihat yapardı.[50] Tabiin, tefsir sürecinde Ehl-i Kitap’tan rivayet edilen nakilleri de dikkate alırdı.[51] Okullaşmaya Doğru İslam Coğrafyası fetihlerle sürekli genişledi. Yeni bölgelerde sağlıklı bir İslami yapılanma ikame edebilmek için sahabe Medine’den oralara hicret etti. Kimi vali, kimi kadı, kimi de muallim olarak görev yaptı. Özellikle alim sahabilerin gittiği şehirler halka açık birer üniversite statüsüne kavuştu. Müfessir sahabiler oralarda, ezberledikleri Kur’an’ı Hz. Peygamber’den işittikleri hadislerle sayıları yer yer binlere ulaşan öğrencilere tefsir etti. Bu dönemde Mekke, Medine ve Irak’ta (Küfe) üç büyük tefsir okulu kuruldu. Bu okullar tefsirle alakalı sistematik çalışmalara zemin hazırladı. [52] Ocak Şubat Tabiin Tefsiri Yeni müslüman olan milletlerin getirdiği soru ve sorunlara Arap olmayanların Kur’an’la tanışması da eklenince tefsire duyulan ihtiyaç ziyadesiyle arttı. Öyleki sahabe devrinde bir çok ayet tefsir edilmeden anlaşılırken tabiin kuşağında neredeyse hiç kimse bir müfessire danışmadan ayetlerin anlamını idrak edemiyordu. Bu durum tabiini ayetleri daha fazla ve ayrıntılı bir şekilde tefsir etmeye sevk etti. Alimler tabiine ait tefsirin bağlayıcı olup-olmaması noktasında farklı kanaatler izhar etmektedir. Ahmed b. Hanbel’den bu noktada iki görüş rivayet edilmiştir: İlki, kabul ikincisi ise, redd istikametindedir. İbn Akil’in Şu’be’den naklettiği kendisinin de tercih edenler arasında yer aldığı görüş ise; tabiine ait tefsirin bağlayıcı olmadığı yönündedir. Ebu Hanife rivayetleri kıymetlendirirken şöyle demektedir: “Öncelikle Kur’an’ın beyanı dikkate alınır. Onda bulunamazsa Sünnet’e, onda da bulunamazsa sahabenin görüşüne müracaat edilir. Şayet sahabe kendi içinde fikir birliğine varamamış ise görüşleri arasından Kur’an ve Sünnet’e en yakın olanı alınır. Eğer sahabeden rivayet edilen bir görüş yoksa bu durumda -tabiin içtihadına itibar edilmez- yeni bir içtihat yapılır.”[53] Bu görüş sahipleri davalarını şöyle delillendirmektedirler: “Tabiin Hz. Peygamber’den hiçbir şey işitmemiştir. Dolayısıyla onlara ait görüşün Peygamberden işitilmiş bir hadis farz edilip O’na (s.a.v.) hamledilmesi söz konusu olamaz. Tabiin Kur’an’ın indiği bağlama da tanıklık etmemiştir. Bu yüzden ayetlerdeki İlahi muradı anlamada hata etmeleri ve delil olmayan bir referansı delil zannetmeleri mümkündür. Sonra sahabe gibi tabiinin adaletine de hükmedilmemiştir.[54] Tedvin dönemine ait müfessirlerin çoğuna göre tabiinin tefsirle alakalı malumatı dikkate alınır. Çünkü onlar tefsirle alakalı görüşlerinin önemli bir bölümünü sahabeden öğrenmiştir. Nitekim İkrime ve Katade şöyle demektedir: “Kur’an’ı Kerim hakkında size anlattığım bütün bilgileri İbn Abbas’tan öğrendim.”[55], “Kur’an’da hiçbir ayet yok ki 39 2016 Akılla bilenemeyecek konularda muhtemeldir ki tabiin görüşünü sahabeden, onlarda Hz. Peygamber’den rivayet etmiştir. Bu cihetle tefsirlerinin kabul edilmesi gerekir. İctihata dayalı tefsirlerinin alınmasında ise sonraki müfessirler muhayyer kabul edilmelidir. onun hakkında sahabeden bir şey duymamış olayım.”[56] Bunun içindir ki müfessirlerin neredeyse tamamı tabiine ait görüşleri onlara itimat ettiklerine vurgu yaparak eserlerinde nakletmişlerdir. Tabiin, sahabe için kolaylıkla anlaşılabilen fakat sonraki dönem insanlarına kapalı kalan noktaları sahabeye sorarak tefsir literatürüne kazandırmıştır. Onlardan hemen her ayetle alakalı tefsirin rivayet edilmesi, yeni yapılan tefsirlerin meşruiyet alanını belirlemede ve “La dini” te’villerin kabul görmemesinde etkili olmuştur. Tabiine ait tefsirlerin kıymetlendirilmesinde şöyle bir ölçü belirlemek isabetli olacaktır: Akılla bilenemeyecek konularda muhtemeldir ki tabiin görüşünü sahabeden, onlarda Hz. Peygamber’den rivayet etmiştir. Bu cihetle tefsirlerinin kabul edilmesi gerekir. İctihata dayalı tefsirlerinin alınmasında ise sonraki müfessirler muhayyer kabul edilmelidir. Tedvin Vesilesiyle İslami ilimlerin tedvin dönemi Emevi Devleti’nin sonları Abbasiler’in ise ilk yıllarına tekabül eder. [57] Tefsir ile alakalı malumat bu dönemde ilk olarak hadis mecmuaları içerisinde kendini gösterir. Hadis toplamak için farklı şehirleri dolaşan alimlerin bir kısmı ziyaret ettikleri bölgelerde Allah Resulü sallellah-u aleyhi vesellem, sahabe ve tabiine nisbet edilen tefsirleri de çalışmalarına dahil ettiler. Rivayete dayalı kitabi tefsirin ilk adımları kabul edilen bu çalışmaların mimarları arasında şu isimler zikredilebilir: Yezid b. Harun es-Sülemi (v. 117), Şu’be b. Haccac (v. 160), Veki’ b. Cerrah (v. 197), Süfyan b. Uyeyne (v. 198).[58] Söz konusu alimler tefsiri, hadisin bir parçası olarak değerlendirdiler. Bu yüzden hadis 2016 rivayetinde kullandıkları sistemi tefsirde de geçerli kıldılar. Tedvin döneminin ikinci önemli adımı tefsirle alakalı müstakil eserlerin telif edilmesidir. Böylelikle tefsir, hadisten ayrı, başlı başına bir disiplin olma özelliğine kavuşmuştu. Mushafın tertibi dikkate alınarak ilk defa her ayetin tefsiri yapıldı. Bu çalışmayı yapan müfessirlerin en meşhurları şunlardır: İbn Mace (v. 273), İbn Cerir et-Taberi (v. 310), Ebubekir en-Nisaburi (v. 318), İbn Ebi Hatim (v. 327), Ebu’ş-Şeyh b. Hibban (v. 369), Hakim (v. 405), Ebubekir b. Merdeveyh (v. 410).[59] Bu devirde kaleme alınan eserlerin ortak özelliği, tefsirin Allah Resulü sallallah-u aleyhi vesellem, sahabe, tabiin ve tabiini takip eden kuşaktan isnat yoluyla rivayet edilmesidir.[60] Müfessirlerin çoğu, rivayeti olduğu gibi nakleder, görüşler arasında tercihde bulunmazdı. Taberi, diğerlerinden farklı olarak tefsir ettiği ayetle alakalı görüşleri zikreder, “Ebu Cafer der ki” kaydıyla rivayetler arasında tercihte bulunur ya da kendi reyini belirtirdi. Gerektiği zaman da ayetlerin irabını yapar, mümkünse onlardan fıkhi hükümler çıkarırdı.[61] Tefsirin Kodları Zamanla tefsirin kodlarında yine değişmeler oldu. Yeni müfessirler zuhur etti. Bunlar öncekilerden farklı olarak isnatlarda ihtisara gittiler. Seleflerinden yaptıkları alıntıları sahiplerine nispet etmeden naklettiler. Bu, karışıklığa neden oldu. Sağlam görüş, problemli olanla bir birine girdi. Herkes aklına gelen görüşü nakletti ve ona itimat etti. Bunları takiben gelenler, bizden öncekiler zikrettikleri her görüşte mutlaka bir delile dayanmıştır zannıyla onlara ait ifadelerin doğruluk değerini araştırmadı. Öyle ki “Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil” ayeti Allah Resulü, sahabe ve tabiinden gelen rivayette “Yahu- 40 Şubat Ocak di” ve “Hrıstiyanlar” olarak tefsir edilmesine rağmen onunla alakalı on farklı görüş ortaya çıktı.[62] İhtisar eksenli çalışmalardan sonra tefsirin sınırları tekrardan genişledi. İhtilaflar çoğaldı. İfadelere mezhep taassubu tesir etti. Akli ilimlerle nakli ilimler birbirine karıştı. Her fırka ayetleri ideolojisini destekler şekilde tefsir etti. Müfessirler öncekilerin zıddına şahsi anlayışlara itimat ettiler. Her biri farklı bir yöneliş içerisinde yer aldı ve tefsirini hakim olduğu alanla sınırladı.Zeccac , İbn Arabi gibi Arap Dili’ne vukufiyetleriyle şöhret bulan alimlerin tefsirlerinde i’rab, ihtamalli vecihler, nahivle alakalı kaideler, Hazin ve Sa’lebi gibi nakilci kimliğe sahip müfessirlerin eserlerinde kıssalar, sahih ya da batıl olduğuna bakılmaksızın nakledilen haberler, Cassas ve Kurtubi gibi fakih alimlerin tefsirlerinde fıkıhla alakalı meseleler, Razi gibi mütekellim alimlerin tefsirlerinde kelami konular[63], İbn-i Arabi gibi mutasavvıfların tefsirinde işari yorumlar öne çıktı. Ehl-i Sünnet dışı fırkalara mensup Mu’tezile’den Ali b. İsa er-Rummani, el-Cübbai, Kadı Abdulcebbar, ez-Zemahşeri, İmamiyye’den Molla Muhsin el-Kaşi gibi müfessirlerin eserlerinde fasit mezhepleri destekleyecek şekilde teviller ağırlığını hissettirdi.[64] Reye dayalı tefsir nakle istinat edene galip oldu. Peş peşe gelen asırlarda tefsir bu çizgide devam etti. Zemahşeri Vesilesiyle Sünnet ve Cemaat hassasiyetine sahip alimler Kur’an’ın Allah Resulü’nün izah ettiği koordinatlar çerçevesinde anlaşılabilmesi için gelişen fikir akımlarına karşı tefsirin selameti için bir takım koruyucu önlemler aldılar. O gün itibariyle bu gereklilik arz etmekteydi. Çünkü her önüne gelen aklına geldiği gibi Kur’an’ı tefsir etmeye kalkışmaktaydı. Bozuk fırkalar İlahi muradı anlamak için değil de, meşrep ve davalarını desteklemek için tefsirle ilgileniyordu. Mesela Arap Dili’ne vukufiyetiyle meşhur olan ünlü mu’tezili müfessir Zemahşeri “ceale” fiilinin kesinlikle “yarattı” anlamına gelmediğini bilmesine rağmen mezhebini destekleyebilmek için ayetin anlamını tahrif ederek Keşşaf adlı tefsirine “Hamd Kur’an’ı yaratan Allah’a mahsustur.” diye başladı.[65] Tacuddin es-Subki Zemahşeri’nin bidatçı kimliğiyle nübüvvet ve Ehli Sünnet’e karşı olan saygısızlığını anlatırken şunları nakleder: “Babam Takıy- Ocak Şubat yuddin es-Subki, onun tefsirini okurdu. Tekvir Suresi’ndeki ‘O şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp getirdiği) bir sözdür.’[66] ayeti hakkında söylediklerini görünce ondan yüz çevirdi. ‘Sebebu’l-inkifaf an ikrai’l-Keşşaf’ (Keşşaf’ı Okutmaktan Geri Durmanın Sebebi) başlıklı bir yazı kaleme aldı. Orada şöyle dedi: Zemahşeri’nin Tevbe Suresi’ndeki ‘Allah seni affetsin!’[67] Tahrim Suresi’ndeki ‘Ey peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?’[68] ayetleri başta olmak üzere benzer diğer yerlerdeki ifadelerinde yaratılmışların en hayırlısı Efendimiz Hz. Muhammed’e karşı söylediği edepsiz ifadeleri görünce Allah Resulü’nden haya edip kitabını okutmaktan vaz geçtim. Her ne kadar eserinde bir takım faydalar ve eşsiz nükteler olsa dahi böyle yaptım.”[69] Müfessirler, Zemahşeri gibi ideolojik takıntılardan kurtulamayan kişilerin tefsirlerinin zararlarını önlemek ve yeni yetişecek müfessirlerin önünü açmak adına Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu, nelerden bahsettiğini, hangi ölçüler dikkate alınarak anlaşılabileceğini anlatan kitaplar telif ettiler. Bir anlamda Kur’an’ı anlamanın yol haritasını çıkardılar. Bundan gayeleri ise Allah Resulü ile başlayan Kur’an’ın anlaşılma sürecini meşru ölçüler çerçevesinde muhafaza etmekti. Ulum-u Kur’an (Kur’an ilimleri) diye şöhret bulan bu çalışmalar Mu’tezile, İmamiyye gibi Ehl-i Sünnet dışı fırkaların Kur’an anlayışının mesnetsiz isbat etti. Makalenin bu bölümünde Ulum-u Kur’an’dan bahsedip, onun Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına yaptığı katkıyı tahlil edelim: Kur’an İlimleri Müslümanlar İslam’ın ilk yıllarından günümüze kadar ayetleri İlahi murat istikametinde anlayabilmek için Kur’an’ı farklı açılardan tahlil etme gayreti içerisinde oldular. İslam’ın erken yıllarında şifahi olarak 41 2016 Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ettiği vahyin anlaşılmasına son derece önem verdi. Buna rağmen anlaşılmayan ayetler olduysa hususi açıklamalarda bulundu. Neticede zihinlerde Kur’an ilimleriyle alakalı bir çok mesele birikti yapılan bu ameliye tedvin faaliyetlerinin başlaması ile kitabi bir boyut kazandı. Kur’an’ı anlama cehdi hicri beşinci asırdan itibaren ise “ulum-u Kur’an (Kur’an ilimleri)” başlığı altında sürdürüldü. Kur’an ilimlerinin kayda geçme süreci ilk olarak Hz. Ali’nin Ebu’l-Esved ed-Düeli’ye nahiv ilmiyle alakalı malumatı bir araya getirme emrini vermesiyle başladı. “Ulum-u Kur’an”, Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması için gerekli olan bütün ilimleri kapsar. Bu yüzden izafet terkibi halinde kullanılan “ulum-u’l-Kur’an” ifadesinin ilk parçası olan “ulum/ ilimler” tekil değil de, çoğuldur. Bu durumda Kur’an ilmleri; “Kur’an’la ilgili bütün bilgi ve ilimlere işaret eder.”[70] Tefsir başta olmak üzere Kur’an’ın inmesi, toplanması, tertibi, yazıya geçmesi, kıraati, i’cazı, mecaz ifadeleri, i’rabı, ayetlerin iniş sebepleri, Mekki-Medeni oluşları, nasih-mensuh, muhkem-müteşabih, gibi bir çok mesele “ulum-u Kur’an” bağlamında değerlendirilir. Emeviler döneminde tedvin faaliyetleri hız kazandı. Alimlerin ölümü ile ilmin kaybolmasından endişe eden Ömer b. Abdulaziz hadislerin toplanmasını emretti. Kur’an’ın Anlaşılması Bağlamında Kur’an İlimleri Allah Resulü (s.a.v.) Kur’an’a dair hiç kimsenin bilemeyeceği inceliklere vakıftı. “Muhkem”den “müteşabih”e, “nasih”ten “mensuh”a “i’caz”dan “i’rab”a kadar Kur’an ilimleri kapsamına giren her konu ilk olarak O’nun kalbinde anlam buldu. Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ettiği vahyin anlaşılmasına son derece önem verdi. Buna rağmen anlaşılmayan ayetler olduysa hususi açıklamalarda bulundu. Neticede zihinlerde Kur’an ilimleriyle alakalı bir çok mesele birikti. Sahabe Kur’an ilimleriyle alakalı tesbit ve terkip ettikleri malumatı şifahi olarak tabiine aktardı. Onlar da aynı yolu takip ettiler; Kur’an ilimleri hadis gibi işitme yoluyla alınıp, rivayet tarikiyle sonraki kuşaklara nakledildi. İlim, hafızalardan sahifelere geçinceye yani tedvin faaliyeti başlayıncaya kadar böyle devam etti. 2016 Abbasiler dönemine gelindiğinde tedvin çalışmaları din ilimlerinde olduğu gibi Arap Dili ve felsefi ilimlerde de kendini gösterdi. Bu bağlamda bir çok eser kaleme alındı. Tedvin sürecinde Kur’an ilimleri içerisinde ilk kayda geçen şüphesiz ki tefsirdir.[71] Çünkü o, Kur’an’ın anlamanın anahtarıdır. Hükümleri tesbit etmek, helal ve haram disiplinini bilmek tefsire bağlıdır. Tabiin devrinin hemen akabinde bir çok tefsir kaleme alındı. Fakat bunlar içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına en ciddi katkıyı sağlayan İbn Cerir et-Taberi’nin tefsiridir. Taberi oldukça hacimli olan eserinde ilk defa tefsiri rivayet ve dirayet boyutuyla ele aldı. Taberi Tefsiri Kur’an’ın anlaşılmasında bir milat oldu. Ondan sonra irili ufaklı çok sayıda tefsir yazıldı. Bu dönemde Kur’an ilimlerinin her çeşidi ile alakalı müstakil kitaplar telif edildi. Çok yönlü bir anlama faaliyeti başlatıldı. Her alim uzmanlık alanına göre Kur’an’ın anlaşılmasına katkıda bulundu. Bu çerçevede Buhari’nin Hocası Ali b. el-Medini (v. 234) ayetlerin iniş sebebi ile alakalı eser telif etti. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam (v. 224) nasih-mensuh ile ilgileri bilgileri bir araya getirdi. İbn Kuteybe (v. 276) “müşkil” ve “garib” ifadelerle alakalı kitap yazdı. Rağıb el-İsfehani (v. 502) Kur’an’daki kelimeleri açıklayan meşhur çalışmasını yaptı. er-Rüm- 42 Şubat Ocak mani (v. 384) el-Hattabi (v. 388) ve Bakillani (v. 403) gibi alimler Kur’an’daki “i’caz”ı ihtiva eden kitaplar yazdı. İbn Kuteybe, eş-Şerif er-Rezi ve İz b. Abdisselam ( v. 660) Kur’an’daki “mecaz” ifadeleri bir araya getirdi. Kıraatle alakalı Ebu Bekir Ahmed b. Mücahid (324), es-Sehavi (v. 643), İbn Cezeri (v. 833), yeminlerle alakalı İbn Kayyım el-Cevzi (v. 751), misallerle alakalı Ebu’l-Hasan Maverdi (v. 450), cedelle ilgili Necmeddin et-Tufi (716) eser telif etti. Her bir çalışma Kur’an’ı kendi zaviyesinden izaha çalıştı. Bütün yönleriyle Kur’an Müslümanların zihin dünyasına onu anlayabilecekleri şekilde taşındı. İlk Ulum-u Kur’an Zamanla bütün Kur’an ilimlerini bir araya getiren ve “ulum-u Kur’an” başlığını taşıyan eserler yazıldı. İlk defa bu adla telif edilen kitap Ebu’l-Ferec b. el-Cevzi’nin (v. 597) “Fünunu’l-Efnan fi Ulumi’l-Kur’an” isimli eseridir.[72] Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi’nin (v. 794) “el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı kitabı ise bu alanın ilk en hacimli çalışmasıdır. İmam Suyuti’nin Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu, nasıl bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. (v. 911) “el-Burhan”dan da istifade ederek telif ettiği “el-İtkan”, Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen en sistematik eserdir. Müslümanların Kur’an’ı anlama gayretlerine pa- İmam Suyuti’nin Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu, nasıl bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. Ocak Şubat ralel olarak Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen eserler keyfiyet ve kemiyet itibariyle gelişme gösterdi. Özellikle yakın dönemde kaleme alınan eserlere oryantalistlerin Kur’an çerçevesinde oluşturdukları şüpheleri yok edecek bilgileri içeren başlıklar ilave edildi. Mesela Kur’an’ın Arapça’nın dışındaki dillere tercüme edilmesi meselesi muasır kitapların bir çoğuna dahil edildi.[73] Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu, nasıl bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. Kur’an ilimleri bir anlamda anahtar vazifesi gördü. Bunun içindir ki Taberi, Kurtubi, Alusi gibi büyük müfessirler eserlerinin baş taraflarında hatırı sayılacak şekilde Kur’an ilimlerine yer ayırdı. Bu alanda en derli-toplu eseri kaleme alan Suyuti de, eserini, tefsirine bir mukaddime olarak kaleme aldığını söyler.[74] Kur’an ilimlerini tahsil eden kişi İslam düşmanlarının Kur’an-ı Kerim etrafında ihdas ettikleri yalan ve iftiralara karşı güçlü bir silahla donanmış olur. İslam’ın esası olan Kur’an’ı savunmanın ümmetin, özellikle de alimlerin en önemli vazifelerinden biri olduğu düşünüldüğünde bu ilimlerin önemi daha da artmaktadır.[75] Müfessir Olmak Neleri Bilmeyi Gerektirir? Kur’an anlaşılmak için gönderilmiştir. Bu yüzden aklı olan herkes ayetlerin önemli bir bölümünü anlar. Anlaşılan ayetler üzerinde düşünmek zihinlerde yeni inkişaflara zemin hazırlar. Bu sayede Allah Teala onlara anlama ameliyesini kolaylaştırır: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan.”[76] Fakat düşünmek Kur’an’ı anlamak için yeterli değildir. Zira yeterli olsaydı Allah, Resulü’nü “açıklayıcı” olarak göndermezdi. O halde düşünmek Kur’an’ı anlamanın en düşük mertebesidir. Onu, ilahi murat çerçevesinde anlayabilmek için bilinmesi gereken ilimler vardır. Suyuti bunları 15 olarak belirlemiştir: Arap Dili, Nahiv ve Sarf (Gramer ve Dil Bilgisi), kelime- 43 2016 Müfessirlerin Kur’an’ın farklı yönlerini dikkate almaları değişik tefsir anlayışlarının oluşmasına zemin hazırladı. Asırların geçmesine rağmen ortak kaygılara ve müşterek yönelişlere sahip tefsir tarzları hep aynı kaldı. lerin türeyişlerinden bahseden ilim (iştikak), meani, beyan , bedi’, kıraat, akaid ve kelam, fıkıh usulü, ayetlerin iniş sebepleri ve kıssalar, naih-mensuh, fıkıh, sünnet ve nevhibe ilmi.[77] Müfessir Nelerden Sakınmalıdır? Kur’an’ı anlamaya gayret eden müfessirin hataya düşmemesi ve ayetlerin anlamını çarpıtmaması için sakınması gereken bir takım hususlar vardır. Bu bağlamda şunlar söylenebilir: 1. Müfessir Arap Dili’nin kurallarını, akaidin temel esaslarını ve tefsir için gerekli olan ilimleri bilmeden Allah’ın muradını açıklamaya kalkışmamalıdır. 2. Müteşabih gibi, kesin bilgisini Allah Teala’nın zatına tahsis ettiği meseleleri ve sır olduğu bildirilen gaybi hakikatleri tefsir etmeye dalmamalıdır. 3. Ayetleri hevası istikametinde tefsir etmemelidir. 4. Bozuk mezhebi “asıl”, tefsiri ise “tabi” yaparak yanlışları doğrulayan bir tefsirden uzak durmalıdır. 5. Delil olmadan Allah’ın muradı şöyle şöyledir dememelidir.[78] Kur’an’ı Kerim böyle bir yaklaşımın Şeytan’ın telkinleri sonucu gerçekleştiğini söyler: “O size Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[79] 6. Hangi ayetin nasıl bir anlayış sistemi ile ne kadar anlaşılabileceğini bilmeli ve en sonunda “Allah-u a’lem” (en iyisini Allah bilir) 2016 demeli yani tefsirinin muradı ilahi olduğunu iddia etmekten uzak durmalıdır. Farklı Anlayışların Şekillendirdiği Tefsir Usulleri Müfessirlerin Kur’an’ın farklı yönlerini dikkate almaları değişik tefsir anlayışlarının oluşmasına zemin hazırladı. Asırların geçmesine rağmen ortak kaygılara ve müşterek yönelişlere sahip tefsir tarzları hep aynı kaldı. Farklı tefsir anlayışlarının oluşum ve istikrarında müfessirlerin meslekleri belirleyici oldu. Hadisle uğraşanlar “rivayet”, akli ilimlerde mahir olanlar “ictihat” sufi eğilimlere sahip olanlar “işari” tefsire fakihler de “ahkama” ağırlık verdi. Tabi bunu yaparken benimsedikleri mezheplerin kriterlerini desteklemeyi de ihmal etmediler. Bu çerçevede Ehl-i Sünnet, ayetlerle alakalı rivayetlere ve zahir anlama sıkı sıkıya bağlı kalırken Şia ve Mu’tezile başta olmak üzere topyekün ehl-i dalalet lafzın müsaade etmediği tefsirlere tevessül etti. Müfessirlerin yönelişlerine göre yapılan tefsirleri şu şekilde sıralamak mümkündür: Rivayet Tefsiri Rivayet tefsirine “me’sür” veya “nakli” tefsir de denir. Ayeti bir başka ayet, sahabe ve tabiinden[80] gelen rivayet ile ilahi murat çerçevesinde açıklamaya rivayet tefsiri denir.[81] Rivayet tefsiri saadet asrından itibaren sürekli gelişme göstermiştir. Çünkü İslam coğrafyasının genişlemesi, değişik din ve kültürlere mensup milletlerin İslam’la tanışması beraberlerinde yeni sorunlar getirmişti. Sahabe, vahiy kültürünün bilinç altına yerleştirdiği birikimle ayetleri açıklamaya ça- 44 Şubat Ocak lıştı. Tabiin de sahabeden öğrendiği bu yöntemi aynen takip etti. Rivayet tefsiri nakil merkezli olduğundan diğer tefsirlere nispetle oldukça az ihtilaf içerir. O ihtilafların çoğunluğu da özde aynı, ibarede farklıdır. Mesala Fatiha’daki “doğru yol” terkibini bir grup alim “Kur’an” olarak tefsir ederken diğer bir grup “İslam” olarak açıklamaktadır. Gerçekte bu iki tefsir aynıdır. Zira “İslam” Kur’an’a ittiba”dan ibarettir. Fakat her biri “doğru yol”un ayrı bir vasfına dikkat çekmektedir.[82] Rivayet tefsirinin uydurma haber, İsrailiyyat ve isnatların hazfi[83] gibi zafiyet noktalarından beri olması durumunda kabul edilmesi vaciptir.[84] Çünkü bilgiye ulaşmanın en sağlıklı yolu rivayetleri dikkate alarak yapılan tefsirdir. Hadis mecmualarının “kitabu’t-tefsir” fasıllarında rivayet tefsiriyle alakalı hadisleri toplu halde bulmak mümkündür. En meşhur rivayet tefsiri ise Muhammed b. Cerir Taberi’nin Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an’ adlı eseridir. Dirayet Tefsiri Dirayet tefsiri “Re’y” ya da “ma’kul” tefsir diye de bilinir.[85] Arap Dili, söz sanatları, lafızların manaya delalet yönleri, cahiliyye şiiri, ayetlerin iniş sebepleri, nasih-mensuh başta olmak üzere tefsir için gerekli olan bütün ilimlere vakıf olan müfessirin Kur’an’ı içtihadıyla tefsir etmesine “dirayet tefsir”i denir.[86] Tefsir için gerekli olan altyapıya sahip, cehalet ve dalaletten uzak, ilahi gayeye uygun davranan müfessirlerin Kur’an’ı anlama noktasında ortaya koydukları içtihatlar “dirayet tefsiri”nin muteber olan kısmını oluştururlar. Bu nev’i tefsirlerde izlenmesi gereken usul şu şekilde olmalıdır: Müfessir öncelikle ayetin tefsirini Kur’an’da, onda bulamadığı takdirde Sünnet’te aramalıdır. Çünkü Sünnet Kur’an’ı tefsir eder. Hakikati bu iki kaynakta arama faaliyeti netice vermezse müfessir sahabenin sözüne müracaat eder. Ocak Şubat Müfessir ayetin anlamını Kur’an, Sünnet ve sahabe sözünden elde edemediği takdirde aşağıdaki sisteme riayet ederek içtihat eder: Tefsir, ihtiyaç duyulandan az, maksada uygun olmayacak şekilde de fazla olmamalıdır. Ayete mutabık olmalıdır. Mecaz anlam, hakiki mananın kabulünün mümkün olmadığı durumlarda söz konusu edilmelidir. Kelamın siyakına, ayetler arasındaki münasebete, ayetlerin iniş sebeplerine riayet edilmeli, kozmoloji, sosyal hayatın ve tarihin kanunları göz önünde bulundurulmalıdır. Tefsirin Allah Resulü’nün (s.a.v.) söz, fiil ve takririne uygun olması ihmal edilmemeli, ayetin farklı ihtimalleri haiz olması durumunda manalar arasında tercih yapılmalı, müfret lafızların Hz. Peygamber zamanındaki kullanımları dikkate alınmalıdır.[87] Yukarıdaki kriterleri dikkate almayan kişilerin arzu ve ideolojilerine göre Kur’an’ı tefsir etmeleri, Allah Teala’nın bilinmesini kendine özel kıldığı meselelere dalıp kesin bir dille ‘bu ayetin anlamı şöyle şöyledir’ demeleri “dirayet tefsiri”nin yerilen kısmını oluşturur.[88] Allah Resulü’nün kişinin mücerred aklıyla Kur’an’ı açıklamasını kıymetlendirirken ifade buyurduğu ‘Kim kendi görüşü ile Kur’an’ı tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’[89] hadisi bu nev’i müfessirlere şamildir. İslam’ın erken asırlarından bu tarafa tedavülde olan “dirayet tefsiri” sayesinde Kur’an’ın etkin bir şekilde hayata müdahil kalması mümkün olmuştur. Çünkü ayet ve hadisler sınırlı, buna mukabil hayatın ürettiği sorunlar namütenahidir. Bu durumda içtihat kaçınılmaz olmaktadır. “Dirayet tefsiri” tarih boyu bu vazifeyi ifa etmiştir. İslam dünyasını kuşatan sıkıntıları giderecek, buna mukabil yeni açılımlar getirecek olan “dirayet tefsiri” zamanın ürettiği problemlere göre kısmi farklılıklar arz etmiştir. En meşhur “dirayet tefsiri” Fahruddin er-Razi’nin, “Mefatihu’l-Ğayb” adlı eseridir. İşari Tefsir Sadece tasavvuf erbabına malum olan bir takım gizli işaretlerle Kur’an’ı te’vil etmeye “işari tefsir” denir.[90] İlahi ilhama muhatap olan sufilerin zihinlerinde Kur’an’ın ince manaları inkişaf eder. Bu vesile ile Kur’an’daki bir takım sırlara müdrik olurlar. 45 2016 Tefsir, şartları ve sınırlarıyla bütünlük arz eden bir disiplindir. Onları ihmal ya da ihlal eden her anlama usulü, tebyinden ziyade tahrife yatkındır. Batini tefsirde lafız aynı kalmasına rağmen, lafzın yüklendiği mana bütünüyle ihmal edilmektedir. “İşari tefsir”de müfessir ayetin taşıdığı zahir anlamın dışında başka bir mana görür ki bu, sadece Allah’ın kalbini açtığı, basiretini aydınlattığı kişilere malum olur.[91] “İşari tefsir” araştırma ve öğrenme ile elde edilmez. O, takva ve istikametin neticesi olan “Vehbi” bir bilgidir.[92] Şu ayette bu manayı teyit etmektedir: “Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[93] Allah Teala’nın ilham yoluyla ilim verdiği kulların Kur’an’ı Kerim’deki sırları keşfetmeleri diye de tarif edilen “işari tefsir” ile, Kur’an’ın anlamlarını tahrif eden Batini mezhebine mensup mürtetlerin tefsir anlayışları gece ile gündüz kadar farklıdır. Şöyle ki, sufiler zahir mananın ortaya çıkarılmasını destekler hatta o asıldır derler. Onlara göre “Öncelikle zahir anlamı bilmek gerekir. Onu iyi bir şekilde bilmeden Kur’an’ın sırlarını anladığını iddia edenin durumu eve kapısından girmeden iç direğe ulaşacağını iddia eden adamın anlayışına benzer.” [94] Batiniler ise sufilerin zıddına zahir anlamın kesinlikle talep edilmediğini, Kur’an’ın asıl hedefinin batın anlam olduğunu iddia ederler. Batinilerin bu anlayışlarının arka planında İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırma düşüncesi vardır. Bu da küfürdür. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ayetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?”[95] Ayrıca Batiniler ayetin tek anlamının batini tefsir olduğunu iddia ederler. Sufiler ise ayetin tek anlamının işari mana olduğunu söylemedikleri gibi zahir anlamı da ikrar etmekten geri durmazlar.[96] Tefsir, şartları ve sınırlarıyla bütünlük arz eden bir disiplindir. Onları ihmal ya da ihlal eden her anlama usulü, tebyinden ziyade tahrife yatkındır. Batini 2016 tefsirde lafız aynı kalmasına rağmen, lafzın yüklendiği mana bütünüyle ihmal edilmektedir. Bu açıdan Batini tefsir “tahrif”, işari tefsir ise “tebyin”dir. Hadisenin bu boyutunu tespit eden müfessirler “İşari tefsirin meşruiyetini aşağıdaki şartların varlığına bağlamışlardır: Tefsir Kur’an’ın nazmından anlaşılan mana ile çelişmeyecek; Tek anlamın işari mana olduğu iddia edilmeyecek; Ayetin iç tutarlılığına dikkat edilecek, zorlama tefsirler yapılmayacak. Mesala Ankebut Suresi’nin tefsirinde yapıldığı gibi “Allah muhsinlerle beraberdir.”[97] mealinde ki ayette yer alan “lemaa’” ifadesini “lemmaa’” okuyup “parıldatmak” manasında fili mazi, “muhsinin” kelimesini de “meful” olarak alıp işari tefsir adına ortaya saçma sapan bir beyan sunulmayacak; Tefsire şer’i ya da akli bir muarız olmayacak; Onu teyit eden şer’i bir kanıt mevcut olacak.[98] Yukarıdaki şartlara sadık kalan sufi alimler Kur’an’ın iç manalarını keşfetme noktasında verimli çalışmalar telif ettiler. Onlar vasıtasıyla Kur’an’ın vicdanlara konuşan boyutu gün yüzüne daha bir berrak çıktı. Meşru ölçüler dahilinde kaleme alınan “işari tefsirler”in en meşhuru Şihabuddin Muhammed el-Alusi’nin “Ruhu’l-Meani” adlı eseridir. Yakın Dönem Tefsir Usulleri Yakın döneme kadar müfessirlerin Kur’an anlayışları mevcut üç usul çerçevesinde cereyan etmiştir. Fakat modern zamana gelindiğinde malum tefsir tarzları aşılarak, müsteşriklerin geliştirdiği mantık örgüsününde etkisiyle yeni tefsir yaklaşımları benimsenmiştir. [99] Benimsenen yeni tefsir tarzları İslam geleneğinin usul ve tefsiriyle çelişince, meşruiyet problemi yaşanmış, modernist tefsirciler ‘Ulum-u Kur’an’a dair yazılan eserleri ve bu eserler dikkate alınarak telif edilen tefsirleri farklı açılardan eleştiri konusu yaparak ken- 46 Şubat Ocak dilerine yol açmaya çalışmışlardır. İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde bu anlayışta bir çok eleştiri neşredilmiştir. ‘Ulum-u Kur’an’ın tenkit edilişi, kamuoyunda yeni yaklaşımları dikkate alan bir tefsir usulünün geliştirilmesinin ihtiyaç olduğu hissini uyandırmıştır! Klasik tefsir usulüne başkaldırı tarzında gelişen yeni yaklaşımların önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’[100], Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’[101], Emin el-Huli’nin ‘Edebi’[102] ve öncülüğünü Fazlurrahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır. Sonuç Kur’an’ı murad-ı ilahi çerçevesinde anlayan alimler bir ayeti tefsir ederken önce Kur’an’a, sonra Sünnet’e ardından sahabenin sözüne müracaat ettiler. Sahabeye öğrencilik yapmaları hasebiyle tabiinin tefsirini de dikkate aldılar. Tedvin dönemiyle kitabi bir yapıya kavuşan tefsir ilmi “Kur’an ilimleri”nin bir araya getirilmesi ile sistematik bir yapıya kavuştu. Kötü niyetli insanların Kur’an’ı mana itibariyle tahrif etmelerinin önüne geçebilmek için de müfessirle alakalı ilmi ve ahlaki yeterlilikler tespit edildi. Böylece tefsirin Allah Resulü ile başlayan saf çizgisi muhafaza edilmiş oldu. Tefsirdeki klasik sistemenin terk edilmesi çok yönlü bir rekakete zemin hazırladı. Kimin neye dayanarak konuştuğu, niçin ret ya da kabul ettiği somut verilerini kaybetti. Tefsir ilmi özellikle ilk üç kuşak itibariyle bir birine merbut küpler gibidirler. Birinin devre dışı bırakılmasıyla bütün sistem alt üst olur. Hadiseyi Yunus’un şu dörtlüğü ne de güzel ifade etmektedir: Yerden göğe küp dikseler, Birbirine bende etseler, Altından birin çekseler, Seyreyle sen gümbürtüyü. Tefsirin meşru ölçüler dahilinde devam edebilmesi küplerin yerli yerinde durması ile yakından alakalıdır. Ocak Şubat Dipnotlar: [45] İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, X, 42; ez-Zehebi, a.g.e., I, 79 [46] Kur’an, A’raf(7): 164. [47] İbn Hacer, Tehzib, VII, 265; Zehebi, a.g.e., I, 84. [48] Kur’an, Nisa(4): 100. [49] Kurtubi, a.g.e., I, 21. [50] ez-Zehebi, a.g.e., I, 76. [51] İsrailî bilgi ile alakalı İslam’ın tavrı şu şekildedir: “İslam’ın doğruladığı kabul, tekzip ettiği reddedilir. Bunun dışındakilerde ise tevakkufta bulunulur.” Bkz. Muhammed Zahid Kevseri, Nazra ‘Abira fi Meza’imi men Yünkiru Nuzüle ‘İsa (a.s.) Kable’l-Ahira, Kahire, 1987, s. 49. [52] Zurkani, a.g.e., II, 20. [53] Şihabuddin Ahmed b. Hacer Heytemi Mekki, el-Hayratu’l-Hisan, Daru’l-Erkam, Beyrut, ty., s. 62. [54] ez-Zehebi, a.g.e., I, 96. [55] Suyuti, a.g.e., II, 243. [56] ez-Zehebi, a.g.e., I, 96. [57] Kattan, a.g.e., s. 351. [58] Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 104; Kattan, a.g.e., s. 351. [59] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355. [60] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355. [61] Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII. [62] Bir takım tasarruflarla özetlenerek alınmıştır; Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 107; Kattan, a.g.e., s. 352.. [63] Suyuti, a.g.e., II, 243-4; Kattan, a.g.e., s. 352. [64] Kattan, a.g.e., s. 352. [65] “Ceale” fiilini Allah Kur’an’ı “indirdi” yerine “yarattı” anlamında tefsir eden Zemahşeri, insanların eserine rağbet etmemesi üzerine “yarattı” kelimesini daha sonra “indirdi” şeklinde değiştirmiştir. Bkz. Ebû’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer Zemahşeri, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil ve Uyuni’l-Akâvil fî Vucuhi’t-Te’vil, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, ty, I, 3; ez-Zehebi, a.g.e, I, 304. [66] Kur’an, Tekvir(81): 19. [67] Kur’an, Tevbe(9): 43; “Bu, suç işlemeden kinayedir. Çünkü ayette geçen “el-avf” kelimesi suç işlemenin müradifidir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: ‘Hata ettin. Ne kötü bir şey yaptın.’” Keşşaf, a.g.e., II, 192. [68] Kur’an, Tahrim(66): 1; Zemehşeri bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir; “Bu, Hz. Peygamberden sadır olan bir zelledir. Çünkü hiç kimsenin Allah’ın helal dediğini haram kılma yetkisi yoktur. Zira O, helal kıldığını kendisinin bildiği bir hikmet ya da maslahattan dolayı helal yapmıştır. Haram kılması da maslahatı mefsedete döndürmesidir.” Bkz. Keşşaf, a.g.e., IV, 125. Ayetin soru formunda gelmesinin nedeni azarlamak (tevbih) için değil yapılan işin illetini öğrenmek içindir. Tıpkı Maide (5/116) Suresinde ki “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin? diyecek” ayetinde olduğu gibi. Bu ayette sorunun öncesinde “afv” vardır. Afv ile azarlama bir arada olmaz. Zira azarlayan affetmez. Azarlama bir nev’i cezalandırmadır. Halbuki Allah Teala affettiğini bildirmektedir. Bkz. Abdulvehhab b. Ahmed b. Ali eş-Şa’rani, el-Yevakit ve’l-Cevahir fi beyani Akaidi’l-Ekabir, Beyrut, 2003, I, 243. Burada Zemahşeri’nin zannettiği gibi Allah Resulü’nün helal olan bir şeyi haram kılması yok ki hadise muhalefet ve günah olarak değerlendirilsin. Sadece Hz. Peygamber (ayetin sebeb-i nüzulüne göre) hanımlarının hatırı için bazı şeyleri yapmaktan uzak duracağını belirtmiştir. Zemahşeri’nin hadiseyi helal olan bir şeyi haram kılmak olarak değerlendirmesi nübüvvet makamına karşı olan saygısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bkz. Sabuni, a.g.e., III, 407. [69] Suyuti, a.g.e., I, 8. [70] el-Ak, a.g.e., s.39; Ebu Şehbe, a.g.e., 25. [71] Suyuti , a.g.e., II, 243. [72] Daha farklı tesbitler için bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s. 35. [73] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s. 45-6. [74] Suyuti, a.g.e., I, 8. [75] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., 27. [76] Kur’an, Kamer(54): 17. [77] Suyuti, a.g.e., II, 221-2; Zurkani, a.g.e., II, 46; ez-Zehebi, a.g.e., 190-2. [78] ez-Zehebi, a.g.e., I, 196. [79] Kur’an, Bakara(2): 169. [80] Tanıma tabiinden nakledilen açıklamaların da eklenmesi rivayet tefsirlerinde tabiin görüşlerinin de kullanılmasından dolayıdır. Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII. [81] Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 14; ez-Zehebi, a.g.e., I, 112; Kattan, a.g.e., s. 358; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 228. [82] Kattan, a.g.e., s. 359. [83] ez-Zehebi, a.g.e., I, 115. [84] Kattan, a.g.e., s. 359. [85] Sabuni, a.g.e., s. 155. [86] ez-Zehebi, a.g.e., I, 147. [87] Özetlenerek alınmıştır. Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 53-54; ez-Zehebi, a.g.e., I, 197-198. [88] Bkz. Sabuni, a.g.e., s. 155. [89] Tirmizi, Tefsir, IV, 439-440. [90] Zurkani, a.g.e., II, 67. [91] Sabuni, a.g.e., s. 171. [92] Sabuni, a.g.e., s. 172. [93] Kur’an, Bakara(2): 282. [94] Suyuti, a.g.e., II, 237. [95] Kur’an, Fussilet(41): 40. [96] Suyuti, a.g.e., II, 237. [97] Kur’an, Ankebut(29): 69. [98] Zurkani, a.g.e., II, 69. [99] M Said Şimşek, Gününmüz Tefsir Problemlemleri, Kitab Dünyası, Konya, ty., s. 52-119,157. [100] Temelde pozitivist bilim mantığına karşı olduklarını söylemelerine rağmen ayetleri söz konusu mantık çerçevesinde açıklamaya özen gösteren İctimai Tefsir Anlayışının en uç örneklerinden bir tanesi Muhammed Abduh’un Fil Suresi tefsiridir. Abduh, söz konusu sürenin tefsirinde Ebabil Kuşlarını önce sinek ardından mikrop, taşları da sineklerin ayaklarına bulaşan toz zerreleri olarak tevil eder ve bunu garip bir şekilde rivayetlerin ittifak ettiği bir husus olarak niteler. Ayrıntı için bkz: Muhammed Abduh, Tefsiru Cuz’i Amme, Matbaatu’ş-Şa’b, Mısır, ty., s.118 vd. [101] Temelinde Allah’ı inkar yatan doğa bilimiyle, Allah’ın vahyi Kuran’ı anlamaya çalışan ve bunu sistemleştirebilmek için İngilizlerin desteğiyle 1875’de Aligarh’de “Mohammadan Anglo-Oriental College” adıyla -daha sonraları üniversiteye dönüşen- bir kolej kuran Ahmed HanR 47 2016 Ersan BİLGİN Erbakan Hocamızın Bakış Açısı -“Elhamdülillah biz Müslüman’ız, İslam milletindeniz. İslam sohbetlerde konuşulsun, kürsülerde anlatılsın, kitaplarda yazılsın diye değil hayatın her alanında yaşansın diye indirilmiştir. İsam’ı bir bütün olarak yaşama gayretimizin adı cihattır. Cihatsız İslam olmaz. 2016 İslam inancının dört temel esası var. Birincisi bu dünya bir sınama yeridir. Hayat, yaşadıklarımız, tercihlerimiz, varlık ve darlık sınanmamız içindir. Bu zamanda ve bu mekânda doğmuş olmak tesadüf değildir. Küresel olayların merkezindeki bir ülkede dünyaya gelmişiz. Allah mükâfatımızı artırmak istiyor. Zor bir zamanda zor bir yükün altına 48 girmişiz. Bize düşen daha çok gayret etmektir. Her tercihimiz Allah rızasına uygun olmalıdır. İkincisi İslam vahiy dinidir. Allah yapısıdır. Mükemmeldir. Bir eksiği yoktur. Hal böyle iken İslam coğrafyası tarumar vaziyettedir. Bunun sebebi Müslümanların izzet ve şerefi ırkçı emperyalizmin sofralarında aramasıdır. İzzet ve şeref Allah’a aittir ve O’nun yanındadır. Üçüncü temel esas, İslam’ın temel prensipleri Şubat Ocak eksiltilip çoğaltılamaz. İslam sentez kabul etmez. İslam bir bütün hayat nizamıdır. Kapitalist İslam da olmaz, sosyalist İslam da. İslam İslam’dır. Türk-İslam sentezi de olmaz, Arap-İslam sentezi de. İslam’a en yakın düşünce İslam değildir. Dördüncüsü İslam sohbetlerde konuşulsun, kürsülerde anlatılsın, kitaplarda yazılsın diye değil hayatın her alanında yaşansın diye indirilmiştir. İsam’ı bir bütün olarak yaşama gayretimizin adı cihattır. Cihatsız İslam olmaz. Cihatsız Müslümanlık olmaz. Siz cihadı unutursanız İsrail’e köle olursunuz. Siz cihadı unutursanız hedefiniz Avrupa Birliği’ne tam üyelik olur. Siz cihadı unutursanız şehit kanları ile sulanmış bu topraklar NATO toprağı olur. Bu 7 milyar insandan 1 milyarı her gece aç yatıyor. Geçen her 6 saniyede bir 1 çocuk açlık nedeniyle ölüyor. Her gün 30.000 çocuk önlene bilir hastalıktan dolayı ölüyor. Böyle bir dünyada kozmetik için yılda 100 milyar dolar harcanıyor. Sadece 6 ülkede kedi ve köpek maması için yılda 30 milyar dolar harcanıyor. En fakir 20 ülkenin 6 milyar dolar civarında borcu varken, dünyanın en zengin 5 kişisinin yaklaşık 300 milyar dolar serveti var. 100 milyar dolar tüm dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırabilecekken faize dayalı ekonomik sistem zengini daha zengin fakiri daha fakir yapmaya devam ediyor. Biz İslam’ın tamamını yaşamaya talibiz. Müslüman olmak bunu gerektirir. Yine bir Müslüman dünyada olu biten olaylar karşısında sessiz sedasız edilgen bir vaziyette kalamaz. Zerrece iyilik ve kötülükten hesaba çekileceğiz.” - “Yaşadığımız dünyada küresel ölçekte açlık, kıtlık ve sefalet var. 7 milyar 3000 milyon insanın bulunduğu bir Dünya’da yaşıyoruz. Bu 7 milyar insandan 2 milyarı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Sadece futbolda dönen para yılda 500 milyar dolar, bu para ile açlık 5 kez önlenebiliyor. Ya da kozmetik için bir yılda harcanan para ile yani 100 milyar dolar açlık yine önlenebiliyor. Dünyada faize dayalı bir ekonomik sistem var. Faiz ve sermayenin belirli ellerde toplanması nimet ve külfet paylaşımında bir dengesizlik oluşturuyor. Bırakın 7 milyarı 17 milyar 27 milyar insan yaşasa açlığa dair bir sıkıntının olmayacağı bu gezegen belirli insanların eliyle yanşamaz hale getiriliyor.” { } Cihatsız Müslümanlık olmaz. Siz cihadı unutursanız İsrail’e köle olursunuz. Siz cihadı unutursanız hedefiniz Avrupa Birliği’ne tam üyelik olur. Siz cihadı unutursanız şehit kanları ile sulanmış bu topraklar NATO toprağı olur. Ocak Şubat 49 2016 Sadece futbolda dönen para yılda 500 milyar dolar, bu para ile açlık 5 kez önlenebiliyor. Ya da kozmetik için bir yılda harcanan para ile yani 100 milyar dolar açlık yine önlenebiliyor. - “Bir taraftan yoksulların hem sayısı hem de oranı her geçen yıl artmakta, diğer taraftan her yıl üst üste bankalar kar rekorları kırmaktadır. Yine, İslam sadece faizi yasaklamamış, servetin belirli ellerde toplanmış bir güce dönüşmesine de müsaade etmemiştir. Sermaye belli ellerde toplanırken faize dayalı ekonomik işleyiş devam etmektedir. Mesele aslında basittir, Allah bizden nimet ve külfet konusunda orta yol izlememizi istemektedir. Faizin olduğu bir sistemde alın terinin ve emeğin sömürüldüğü aşikârdır. Maun suresinde dini yalanlayanlar olarak nitelendirilenlerin temel vasıfları ekonomi ile ilintili tutum ve davranışlardır. Çeşitli manipülasyonlarla sistem partilerinin % 98’in üzerinde oy alması bu gerçeği değiştirmez. Bir şehrin hakim caddeleri bankaların işgali altında ise o şehirdeki cami cemaatinin kalabalıklığı duyarsızlığın ne kadar büyük olduğunu gösterir.” - “Bizim inancımız alkolü yasakladığı gibi, zinayı yasakladığı gibi, faizi de yasaklamıştır. İslam, faizi yalnız yasaklamakla kalmayıp aynı zamanda faizi terk etmemeyi Allah ve Resulüne harp ilan etmek olarak nitelendirmiştir. Hud Suresi 87. Ayeti Kerimede Şuayb’ın namazından bahsedilmiştir. Bu namaz ekonomiye müdahale eden, servet yığmağa müdahale eden bir namazdır. İşte biz şimdi inandığımız kitabın, ikame ettiğimiz namazın gereğini yapmakla mükellefiz. Biz bunun için bu çalışmaları yapıyoruz. Hakkı üstün tutan, adil bir ekonomik düzene sahip Yeni Bir Dünya’yı kuracak kadroları yetiştirmek için çalışıyoruz. Komşusu açken tok yatanlardan olmamak için çalışıyoruz. O açlık nedeniyle ölen çocuklara huzuru mahşerde “Hangi suçtan ötürü öldürüldün?” sorusu sorulduğunda biz elimizden geleni yapmış olmak için çalışıyoruz. Yine bu ülkede aile çözülmekte, intihar vakaları artmakta, uyuşturucu ilkokula inmiş, cezaevleri dolup taşmakta, gençlerin gelecek kaygısı giderilmiş değil, işsizlik rakamları %10’un üzerinde, ırkçılık ve mezhepçilik en yaygın iki saplantı, antidepresan kullanan insanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum küresel sistemden bağımsız değildir. 2016 50 Şubat Ocak Türkiye kendi meselelerini kendisi çözecek ancak küresel sisteme müdahale etmeyen hiçbir çözüm, çözüm değildir. Yaşanılan sorunlar tek bir ülkeyi ya da bölgeyi ilgilendiren sorunlar değildir. Üç yüz yıldır dünya yönetimi tekelci ve sömürgeci Anglosakon- Juda (İngiliz-Yahudi) anlayışının elindedir. Anglosakson-Juda zihniyetinin dünyamızı düzlüğe çıkarması mümkün değildir. Türkiye ve dünyada yaşanan sorunlar herhangi bir hükümetin ya da hükümet programının ortaya çıkardığı sorunlar değildir. Biz bu yüzden yeni bir dünya diyoruz. Toplumu hayra çağıran, marufu (insanların faydasına olan işleri) emreden, münkerden (insanların zararına olan işlerden) alıkoyan bir topluluk olmanın gereği budur.” - “İslam dünyasının ve Türkiye’nin; Bütün olup bitenlerin müsebbibi iktidardaki partidir dersek, bu parti gittiğinde mesele kalmayacak sanılır. Oysa mesele parti meselesi değil, sistem meselesidir. D-8’in canlandırılmasına, D-60 ve D-160 için adımlar atılmasına Ya da dünyadaki sıkıntıların sebebi dün Saddam ve Kaddafi, bugün Esat değildir. Müslüman Ülkeler Teknolojik İşbirliği Teşkilatına Müslüman Ülkeler Ekonomik İşbirliği Teşkilatına Müslüman Ülkeler Askeri İşbirliği Teşkilatına Saddam gitti, Irak düzlüğe mi çıktı? Kaddafi gitti Libya düzlüğe mi çıktı? (Irak Adana’dan kalkan uçaklarla vuruldu. Şimdi üç parça. Her gün Sünni-Şii çatışması. Petrolü ABD alıyor. Libya, İzmir’den kalkan uçaklarla vuruldu. Şimdi kırk parça. Her gün çatışma. Petrolü Fransa alıyor.) Yaşanılan sorunlar bir küresel sistem krizidir. - “Bizim inancımız alkolü yasakladığı gibi, zinayı yasakladığı gibi, faizi de yasaklamıştır. İslam, faizi yalnız yasaklamakla kalmayıp aynı zamanda faizi terk etmemeyi Allah ve Resulüne harp ilan etmek olarak n i t e l e n d i r m i ş t i r. Ocak Şubat Müslüman Ülkeler Ortak Para Birimine Müslüman Ülkeler Kültürel İşbirliği Teşkilatına ihtiyacı vardır.” - “Muhterem Erbakan Hocamızın dediği gibi, “atımızı alabilirler ama yolumuzu alamazlar.” Erbakan Hocamızın emanetlerine her şeyden daha fazla sahip çıkacağız. Nedir bu emanetler? 1-Milli Görüş Fikriyatı: Bugün İslam Birliği’ni, Faizsiz Adil Ekonomik Düzeni Milli Görüş hareketinden başka kimse dile getirmemektedir. Mevcut dünya düzenini sorgulayan hiçbir hareket yoktur. Şimdi birtakım zevat İslam Birliği düşüncesine sahip çıkıyormuş gibi yapıyor. Bunların İslam Birliği diye ifade ettikleri ABD, AB ve İsrail’in çıkarları için Katar, Ürdün, Suudi Arabistan vs. ile birlikte sınır ötesi operasyon yapmaktır. 51 2016 Hakkı üstün tutan, adil bir ekonomik düzene sahip Yeni Bir Dünya’yı kuracak kadroları yetiştirmek için çalışıyoruz. Komşusu açken tok yatanlardan olmamak için çalışıyoruz. 2-MİLKO Kuruluşları: AGD, ÖĞDER, ESAM, ÖZDER, HUDER, MİLLİ GAZETE, TV5, CANSUYU, IYFO… Milli Görüşçü Kuruluşlar şuurun ve fedakarlığın adresidir. Yeniden Büyük Türkiye Yeni Bir Dünya II. Yalta Konferansı.. 3-Çalışma Modeli: Teşkilatlanma, Gündem Oluşturma, Toplantı, İcra, Rapor… Mevcut dünya düzeni değişmeden yeryüzüne adaletin ve barışın gelmesi, açlığın, yoksulluğun bitmesi mümkün değildir. İşte bunun için YaltaKonferansı ile tezgahlanan oyunu bozmamız gerekmektedir.” Nedir modele uygun çalışmak? a-Var olacağız b-Eğitimli olcağız c-Çalışma modelimizin gereğini yapacağız. Her insana ulaşacak sistemdir, model çalışmamız. - “Yapacağımız iş “Elhamdülillah Müslüman’ım” diyen insanların “Şuurlu Müslüman” olması için gayret etmektir. 4- Milli Görüş Kadroları: Tek bir kardeşimizi kaybetmeyeceğiz. Zihniyet eleştirisi yapacağız elbette. Ancak kişilere hakaret etmeyeceğiz. Birileri yanlış istikamete gitti diye aleyhlerinde konuşmayacağız. Derdimizi, değerlerimizi, inancımızı en güzel şekilde anlatacağız. 5- Ufuk ve Hedef: Yaşanabilir Bir Türkiye Şuurlu Müslüman faize dayalı ekonomik sistemin Allah ve Resulüne açılmış savaş olduğunu bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman yağan yağmurun KürtTürk, Alevi-Sünni, Yahudi- Hıristiyan herkesi ıslattığını bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman bulutların arasından çıkan güneşin Şam- Bağdat, İstanbul-Diyarbakır, Arjantin-Avustralya her yeri ısıttığını bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman insanca yaşamanın herkesin hakkı Tolduğunu bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman abdesti bozan durumları bildiği gibi toplumu bozan durumları da bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman Allah’a ve Peygambere itaat eden liderine haram olmayan her hususta itaat etmesi gerektiğini bilen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman hakkı üstün tutan cepheyi terk etmeyen Müslüman’dır. Şuurlu Müslüman fırsat bulduğu müddetçe değil hayatta olduğu sürece mücahede eden Müslüman’dır.” Vesselam. 2016 52 Şubat Ocak Hadis-i Şerif Peygamberimizin şu Peygamberimizin şu müjdesine müjdesine kulak kullak verelim verelim buyuruyorlar buyuruyorlar ki: ki: “ “Kim Kim kuranı kuranı okur okur ve ve ezberler, ezberler, h helal elal g gösterdiğini österdiğini h helal, elal, h haram aram k kıldığını ıldığınıı h haram aram ssayarsa, ayarsa, A Allah llah o onu nu b bu u ssebeple ebeple cennete cennete so sokar okar v ve eo ona na k kendi endi e ehlinden, hlinden, c cehennemi ehennemi h hak ak etmiş etmiş on on kişiye kişiye şefaat şefaat e etme tme y yetkisi etkisi v verir”(Tirmizi) erir”(Tirmizi) Ocak 53 2016 Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-Rufai (k.s) den Arş himmetlerin, Kâbe de insanların kıblesidir. Hz. Peygamber (s.a.v) ise, kalplerin kıblesidir. Sevgilim bana: “Sen, ittibâ edildiğinde Allah’ın ebediyyen utandırmayacağı bir yüzsün” demiştir. Melekler de, “Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!” derler. Ey bağış ve lütuf sahibi yüce hazret hakkında fetih şiirleri okuyan kimse, gel! Sen, nasıl olur da ferah meclisi istersin. “Allah, geceyi gündüzün içine sokar.”1 Haberiniz olsun ki her iş, Allah’a bağlıdır. Allah veli olarak yeter. Size gereken Allah’tan korkmanız ve tevhid sahasından dışarı çıkmamanızdır. Benim Rabbim, hiç bir ortağı ve benzeri bulunmayan bir Rabb’dır. O ne güzel bir dost ve yardımcıdır. Alemlerin Rabbine hamdolsun. t Kim, Allah’ı tanırsa O’ndan başka hiç kimseyi sevgili olarak kabul etmez. Bir haberde şöyle gelmiştir: Allah Teâlâ, mahlükatı önce zulmet (karanlık) içinde yarattı. Sonra onların arasına kendi nürundan bir parça attı. Her kime, bu nurdan isabet ederse, o hidâyete ulaşır. Kim de ondan uzak kalırsa, sapıtır. O nur, minnet (iyilik) arazisinden çıkar ve kalpte yerleşir. Onunla kalpler, nurlanır ve aydınlanır. Onun ışınları ceberût hicablarına ulaşır. Hiçbir ceberût (üstünlük) ve melekût (ululuk, saltanat), onun hakkı görmesine engel olamaz. Böylece kul, hayatında ve ölünce, bütün söz, fili, hareket ve iradesinde, önceki nur haline dönmüş olur. “Allah, göklerin ve yerin nürudur.”2 “O, nüruyla diledi ğine hidâyet eder.”3 1. Fâtır, 35/13. 2. En-Nûr, 24/35. 3. En-Nûr, 24/35. M. Emin Karabacak Ben Kariyer Peşindeyken Çocuğumu “Eller” mi Eğitiyor? Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur: evlâdına güzel “Hiçbir edep baba ve terbiyeden daha değerli ve üstün B ugün kariyerinden fedakârlık etmeyip annesine en çok ihtiyaç olduğu dönemde bakıcı ve kreşe verilen çocuklar; evladına en çok ihtiyacı olduğu yaşlılık döneminde de evlatları, anne babalarını huzur evine vermektedirler. bir miras bırakamaz.” (Tirmizi). “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilik ve ikramda bulunuz. Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.” (İbni Mace) 2016 Bu Hale Nasıl Geldik? Bir zamanlar şehirlerde kız çocuklarının okutulmasına “zaman kötü” diyerek karşı çıkılırken kırsal kesimlerde de 56 buna ilaveten ekonomik şartlar gerekçe gösterilmişti. Zamanında değişik mazeretler altında okutulmayan günümüz anneleri, bugün çocuklarını okutmak için sonuna kadar çaba sarf etmektedirler. “Biz okuyamadık hiç olmazsa sen oku, biz ezildik sen ezilme, kendi ayakları üzerinde dur...” denilerek okutulan bu çocuklar, bugün üniversiteyi bitirip meslek ve kariyer sahibi oldular. Eskiden kadınların çalışması ayıplanırken izin Şubat Ocak veren anne baba ya da eşlere farklı tepkiler verilirdir. Günümüzde ise ev hanımlığı yadırganır hale geldi. Hal böyle olunca günümüz kadınları da en kutsal görev olan annelik görevini ikinci plana atmış erkeğe bağımlı kalmamak, ekonomik güce sahip olmak ve daha özgür yaşamak için okuyup kariyer sahibi olmuşlardır. Meslek ve kariyer sahibi olduktan sonra birazda hayatımızı yaşayalım diyerek üç dört yılda çalışan bu kızlar, zamanla evlilik için yaşlarının geçmeye başladığını farkına varırlar. Bir yandan evlenmek isterlerken, bir yandan da evlilik ve çocuk bakmak bunları korkutur. Hiç kimsenin sorumluluğunu almadan büyütülüp okutulan bu çocuklar, kendilerinden başkasının hayatını düşünmek onun sorumluluğunu almak onlar için kolay bir iş olmayacaktır. Çocuğa Kim Bakacak? Yaşın ilerledi evlen diyenlere genelde; “Evlenmek mesele değil; evlendikten sonra çocuğa kim bakacak?” cevabı verilir. Evet, çocuğa kim bakacak. Annesi ya da kayınvalidesinin bulunduğu yerde yaşayanlar genelde annesi ya da kayın validesine baktırmaktadırlar. Böyle bir imkânı olmayanlar ise ya bakıcıya ya da kreşe vermektedirler. Şu bir gerçek ki anneanne de olsa babaanne de olsa bir çocuğa hiç kimse annesi kadar sevgi veremez. Şu da bir gerçek ki çocuklarını büyütüp torun sevmesi gereken bu insanlara rahat ettirmek yerine tekrar çocuk baktırmak ya da baktırmaya çalışmak büyük bir haksızlık. Hem anneanne ya da babaannenin yanında büyüyen çocuklar şımarık olacaklarından disiplin sorununu da beraberinden getirecektir. Fiziksel mi Duygusal İhtiyaç mı? Bugün anne babalık duygusunu tatmamış birçok kariyerci, çalışan anneleri rahatlatma adına kimisi bir yaşında, kimisi iki yaşında, kimide de üç yaşında çocuklar kreşe verilebilir diyor. Hiç kimse ağzı süt kokan bu çocuğun anneye ihtiyacı var; bakıcı ve kreşe değil demiyor. Bu çocuklar en az 4-5 yıl annenin yanında olması ve anne sıcaklığını hissetmesi gerekir. Bu çocuklar günün en verimli saatlerini anne kokusundan uzak, bakıcılarda ve kreşlerde geçirmetedirler. Bu çocukların karınlarını doyuyor olabilir; ancak ruhları aç kalmaktadır. Çocukların sadece fiziksel ihtiyacı olduğunu düşünen anneler, daha yılını bile doldurmadan çocuğu bakıcı ya da kreşe teslim etmektedirler. Oysa bu çocukların fiziksel ihtiyaçlarından daha çok duygusal ihtiyaçları karşılanması gerektiğini hiç düşün(ül)memektedir. Kreş ve bakıcıya verilen çocuklarında fiziksel ihtiyaçları her ne kadar karşılansa da, duygusal ihtiyaçları istenen şekilde karşılanmadığından bu çocuklar mutlu olamamaktadırlar. Yeteri kadar ilgi ve sevgi görmeyen bu çocuklar, vücut dirençleri güçsüz olacağından daha sık hastalanacaktırlar. Araştırmacılar, yavru maymunların bulunduğu kafese iki anne maymun postu koyarlar. Birinci maymunun tüyleri sivri; fakat yavru maymunlara süt verecek şekilde ayarlanır. Diğer maymun ise süt vermeyen; fakat tüyleri pamuk gibi yumuşak olarak ayarlanır. { } Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadisini göre cenneti kazanmak için anneye; “Öf bile!” (İsrâ,23) denmeyecek ancak şu da gerçek ki anne babasına “Öf bile!” demeyecek evlatları doğuranında yetiştireninde anneler olduğunu unutmamak gerekir. Ocak Şubat 57 2016 Rabbimiz tarafından “Annelerinin karnından hiçbir şey bilmezken çıkarılan” (Nahl,78) çocukların kalbini İmam-ı Gazali; “Tertemiz, bomboş, saf her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak tarif etmektedir. Gözlem sonucunda yavru maymunların süt içtikleri fakat tüyleri batan maymun postuna sadece karınları doyurmak için yaklaştığı, geri kalan zamanlarını ise tüyleri pamuk gibi yumuşak olan maymun postunun yanında geçirdikleri görülür. (Kaynak: Bayramlık İstemeyen Çocuklar, M. Emin Karabacak, Tebeşir Yayınları, Konya) Gelişim Sürecinde Çocuğun Yanında Olamamak Biz annelerin eğitimli, donanımlı ve çalışmalarına karşı değiliz. İslami ölçüler dâhilinde olduğu sürece de kadınların çalışmasını da destekliyoruz. Bizim karşı olduğumuz ağzı süt kokan bu yavruların “Ellerin” eğitmesidir. Biliyorum birçok anne maddi imkânsızlıklardan dolayı çalışıyor. Ben onları burada ayrı tutmak istiyorum. Rabbim onların yardımcısı olsun. Ama maddi problemi olmayıp; “Ben onca seneyi evde oturup çocuk bakmak için mi okudum!” diyerek çocuğunun büyütmek için en az iki yılı feda etmeyen annelerin gerekçelerini yersiz buluyorum. Ben; hem mesleğimi icra ederim hem çocuğumu büyütürüm diyenler bir koltukta iki karpuz taşınamayacağını bilmelerini gerekir. Oysa şimdiki anneler bırakın iki karpuzu bir koltukta 3-4 karpuz birden taşımaya çalışmaktadırlar. Bizim kültürümüzde halen erkekler genel anlamda mutfağa girmemektedirler. Bunun sonucunda erkek akşam eve gelince koltuğuna uzanıp elinde kumandası ya da cep telefonu vardır. Oysa anneler akşama kadar çalışıp yorgun argın eve gelecek, eve gelince de adresi doğru mutfak olacak. Bir taraftan yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev işlerini yapacak, bir taraftan da çocuklarla ilgilenecek. Tabi buna da ilgilenme derseniz. Çalışmayan anneler görevini mükemmel yaptığının iddia etmiyoruz. Çocuk dışarı çıktığı zaman annenin evde olduğunu bilmesi çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlayacaktır. Küçük bir çocuğun annesine; “Anneciğim sen evde olmadığın zaman, benim de eve giresim gelmiyor!” demesi bunu çok daha iyi ifade etmektedir. Bu güvene birde annenin donanımlı olması çocuğun daha bilinçli yetiştirilmesini sağlayacaktır. Çocuğun gelişim sürecinde özellikle 0-2 yaşlarında annesinin yanında olmaması çocukta bazen telafisi mümkün olmayan problemleri de beraberinde getirecektie. “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Bu emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir…” (Bakara,233). Süt çocukları için özellikle 0-2 yaşları arası temel güven ya da güvensizlik duygusunun kazanıldığı bir dönemdir. Bu dönemi sağlıklı geçirmeyen çocuklar, ilerde kendisi ve çevresiyle güven problemleri yaşayacaktır. 2016 58 Şubat Ocak Çalışan Annelerin Suçluluk Psikolojisi Çalışan anneler işten geldikleri zaman çocuklarıyla yeterince ilgilenemeyecektir. Yeterince ilgilenmeyince de ilgilenme adına çocukların her isteklerini ikiletmeden yerine getirmeye çalışacaktır. Annenin; “Duygusal anlamda annelik yapabiliyor muyum?” endişesi anneleri olduğu kadar çocukları da huzursuz ve güvensiz yapacaktır. Çocuklarına yeterli ilgi gösteremediği zaman da anneler, vicdanen kendilerini suçlu hissedeceğinde çocukların üzerine de aşırı düşmeye başlayacaklardır. Çocukların yersiz ve zamansız isteklerini de ikiletmeden yerine getireceklerdir. Sevgileri yerine parayla satın alınabilecek şeylerle çocukların gönülleri kazanılmaya çalışılacaktır. Çocuklar, her şeyi alıp ne yapmasını söyleyen anneye değil, yüreğiyle seven ve ne yaptığıyla ilgilenen anneye ihtiyaçları vardı. Paranın verdiği güvenle çocuğa alınan maddi şeyler, çocuklara yetiyor sanılmasın. Çocuklar kendisiyle abartılı ilgilenen, her dediği yapılan, sürekli kucaklayıp öpen anneye değil; yerinde ve zamanında gösterilecek tatlı bir bakış, samimi bir gülüş, içten bir sarılış, sorumluluk verip güvenen ve onu yüreklendiren bir anneye ihtiyacı vardır. Tabi birçok anne kariyer için işten olduğundan yerinde ve zamanında bunları veremeyecektir. Cenab-ı Hakk; “Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır…” (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır. Ocak Şubat Davranış Eğitiminden Dini Eğitime… Çocuk eğitiminde hiç kimse annenin yerini tutamaz. Çünkü çocukla anne arasında anne karnına dayanan bir bağ (göbek bağı) vardır. Çocuğun kişilik gelişiminde model alacağı insan çok önemlidir. Çocuk sevgiyi, şefkati, merhameti annesinden öğrenir. Şefkat ve merhametten uzak yetişen çocuklar “Ben” eksenli büyüyeceklerinden şefkat ve merhamet duyguları istenen şekilde gelişmeyecektir. Bu da çocuklarda acımasız, uyumsuz, kendisi ve çevresiyle uyum problemine neden olacaktır. Annenin çocukların yanında olmaması çocukların davranış eğitimlerinin yanı sıra dini eğitimlerinde de sıkıntı oluşturacaktır. Çünkü çocuklar üç yaşı itibari ile öğrenmeye hazırlık olarak merak duygularından çok soru sorarlar. Alman Psikolog Hollenbach diyor ki: “Çocukta görünmeyen ve henüz izah edilemeyen çok güçlü bir merak duygusu ve kendine yardım edecek, kendini koruyacak ‘sonsuz bir kuvvet sahibi’ arayışı vardır. Çocuğu dindar yapan, onun içindeki bu sonsuzluğa karşı duyduğu merak ve özlemdir. Ancak bu özlem ve merakın, aile tarafından teşvik edilmesi ve yönlendirilmesi gerekir.” 59 2016 Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir. Sadak-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından hayır dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyet,14) buyurmuşlardı. Çocukların İlk Öğretmeni Anne babaların Dini Sorumluluğu Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadisini göre cenneti kazanmak için anneye; “Öf bile!” (İsrâ,23) denmeyecek ancak şu da gerçek ki anne babasına “Öf bile!” demeyecek evlatları doğuranında yetiştireninde anneler olduğunu unutmamak gerekir. Çocuk doğurmak ve çocuk büyütmek gerçektende zordur. İnsanları hayvanlardan ayıran tek şey anne karnından hiçbir şey bilmeden doğmalarıdır. Çocukların doğumdan sonra eğitimlerinin bir süreç dâhilinde olmasından dolayı tüm sorumluluk anne babalara aittir. Çocukların ilk ve en büyük öğretmeni annelerdir. Çocuk eğitimi sabır ve fedakârlık gerektireceğinden bu işi anneden başkası yapamayacağından çocukların eğitimini Rabbimizde anne babalara yüklemiştir. Rabbimiz tarafından “Annelerinin karnından hiçbir şey bilmezken çıkarılan” (Nahl,78) çocukların kalbini İmam-ı Gazali; “Tertemiz, bomboş, saf her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak tarif etmektedir. Çocukların kalbi bir cevher olduğuna göre bu cevheri de Rabbimiz tarafından kendisine emanet edilen anne babaların yerinde ve zamanında işlemesi gerekir. Çocukların karakter ve kişiliklerinin oluştuğu altı yaşına kadar günün büyük bir bölümünde annelerinin yanında geçirip kalbinin işlenmesi gerekirken annelerin birçoğu kariyerinden dolayı bunu istenen şekilde gerçekleştirememektedir. “Küçükken öğrenim, taş üzerine yazı yazmak gibidir.” diyen İmamı Gazalî de çocuk eğitimde anne babaların sorumluluklarına işaret ederek şöyle der: “Çocuk, ana-babası elinde bir emanettir. Kalbi, kıymetli bir cevher gibi temizdir. Mum gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak gibi olup, hangi tohum atılsa büyür. İyilik tohumu ekilirse din ve dünya saadetine kavuşur. Annesi, babası ve hocası sevabına ortak olur. Şayet fesad tohumu atılırsa helak olur; annesi, babası ve hocası günahına ortak olur.” Cenab-ı Hakk; “Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır…” (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur: “Hiçbir baba evlâdına güzel edep ve terbiyeden daha değerli ve üstün bir miras bırakamaz.” (Tirmizi). “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilik ve ikramda bulunuz. Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.” (İbni Mace) Yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir. Sadak-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından hayır dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyet,14) buyurmuşlardı. 2016 60 Şubat Ocak Zikrullah Sular aşka gelir, coşar Hak diye Başın taşa vurur vurur hû çeker. Rüzgâr dağdan dağa koşar Hak diye Arada bir durur durur hû çeker. Otlar bile Hak diyerek bitermiş Yağmur Hak’tan gelir, Hakk’a gidermiş Hak âşığı âmâ gözlü bir derviş Hak yolunda yürür yürür hû çeker. Ağaç dal dal, Hakk’a açar kucağı Acı vermez Hak emrinin bıçağı Gökte güneş Hakk’ın sönmez ocağı Dağdaki kar erir erir hû çeker Gökgüvercin Hak der uçar seherde Balık suda Hakk’ı içer seherde Kırmızı gül Hak der açar seherde Kokusunu verir verir hû çeker. Hakk’ın yolcuları Hak’ta buluşur Varlık zerre, zerre Hakk’ı bölüşür Kalp bedende Hak Hak diye çalışır Kan damara varır varır hû çeker. Hak mührü var ceylanların gözünde Hak yazılı kâinatın yüzünde Hak Resulü Muhammed’in(s.a.v.) izinde Gönül Hakk’ı görür görür hû çeker. Abdurrahim KARAKOÇ Şubat Ocak 61 2016 Av. Bahaddin ELÇİ İslam ve Şiddet İslam, dünyada ve ahirette mutluluğumuz için gönderilmiş ilahi nizamdır, yoldur, dindir… İslam, tevhid, merhamet, adalet ve doğruluk üzerine kurulmuş bir hayat s u n a r. 2016 İ İslam, tevhid, merhamet, adalet ve doğruluk üzerine kurulmuş bir hayat sunar. güvenlik anlamı vardır. Mü’min, hem Allahu Teala’nın, hem de biz Müslümanların sıfatıdır. O’na nisbetle “inanıp, güvenilen (güven veren)” bize nisbetle de “inanan, güvenen ve güvenilen” anlamındadır. İslam, tüm dertlerimizin reçetesi, şiddet (terör) de bir hastalık gibidir. Nasıl ki her hastalığın bir tedavisi vardır; bu hastalığın ilacı da “İSLAM”dadır. İslam, “silm” ve “selam” kökünden türeyen bir kelimedir. Silm; barış, güven ve huzur; Selam da mutluluk, esenlik ve güvenlik demektir. İslamsız saadet olmaz! Hem Mü’min hem de Müslim kelimelerinde Kısaca İslam’ın, Kur’an’ın iki temel kavram- slam, dünyada ve ahirette mutluluğumuz için gönderilmiş ilahi nizamdır, yoldur, dindir… 62 Şubat Ocak larında emniyet(güvenlik), hemen imandan sonra önemli yerini almaktadır. Peygamberliğin “olmazsa olmaz” larından birisi de “eminlik”tir. Herkesin güvendiği zat… Neden? Güven sorunu varsa, iman sorunu da var demektir… Sevgisiz, saygısız, güvensiz bir topluluk haline geldik. “Hikmetin başı Allah korkusudur(saygısıdır).” Kişisel ilişkilerimizden, uluslararası ilişkilerimize kadar hayatımızın her alanında korkularımızdan emin olmak ihtiyacındayız. Korkulu, endişeli bir hayat çekilmezdir. Ne yazık ki bugün fertlerde, ailelerde, milletlerde ve devletlerde güvenlik, bir numaralı sorun haline gelmiştir. Demek oluyor ki, güvenliğin oluşturabileceği nedenlerden yoksunuz. Güvenlikli bir ortamda değiliz. Güvenliği sağlayan şeylerden uzaktayız. Neden? Nelerden? Niçin korkarız? Sahibi olduğumuz şeylerin elimizden çıkmasından, zarar görmesinden korkar dururuz… Kısaca güvenlikli olmayan bir hayat, mutsuz bir hayattır. Mutlu yaşayabilmenin şartları nelerdir? Halbuki bizim dinimiz(İslam)in temeli tevhid, merhamet ve adalettir. Şiddet, zalimlerin ve zayıfların eylemidir. Öfkenin kötüye kullanılmasıdır. Şiddet, nefretten doğar, sevgiyle söner. “Din, can, akıl, nesil, mal” gibi temel insan haklarının korunup, sağlanabildiği toplumlarda mutluluk mümkündür. Esasen, Allahu Teala’nın insanlara gönderdiği mesajların bir amacı da bu temel değerlerin sağlanması ve korunmasıyla yeryüzünde adaletin sağlanmasıdır. “Müslüman, kendisi için istediği ve sevdiğini, başkaları için de isteyen ve sevendir” buyururken ve “bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir” ayeti karşısında kardeşlerimizi öldürmek, hem de tekbirlerle öldürmek cehaleti, vahşeti nedir? Birbirimizi sev(e) miyoruz. Mü’min ve Müslüman, başkalarının, elinden ve dilinden zarar görmemesi gereken kimselerdir. Kimsenin canına, malına zarar vermemek yetmez. Herkesin bu zararlardan emin de olması gerekiyor. İslam bizim gıybetimizi bile yasaklamışken, birbirimizi boğazlıyoruz?! Peki bu güven şimdilerde kimde var? Uçup gitmiş. Kimse kimseye güven(e)miyor… Güvenlik mekanlarında(makamlarında) bile güven sorunu var… “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe tam iman etmiş olmazsınız.” Buyuran bir Peygamberin(S.A.V) ümmetiyiz?! İslam; “Yaratana saygı(tazim) ve tüm yaratılanlara(insan, hayvan, tabiat) şefkat ve merhamet”tir. İnsan, “halife” sıfatıyla dünyada ıslah ve imar yapacaktır. “Bir vücudun organları”, “bir duvarın tuğlaları” gibi olması gereken bizler parça parçayız… Ve kavgadayız… Biz, Rabbimizin “Allah’ın ipine(İslam’a) tutunun, tefrikaya(ayrılığa) düşmeyin” emrine açık- { } Mü’min ve Müslüman, başkalarının, elinden ve dilinden zarar görmemesi gereken kimselerdir. Kimsenin canına, malına zarar vermemek yetmez. Herkesin bu zararlardan emin de olması gerekiyor. Ocak Şubat 63 2016 ça muhalefetteyiz. Neremiz Müslüman? Ne kadar? Nasıl Müslümanlarız?! Müslümanlık sadece isim ve resim değil ki… Demek oluyor ki, İslam’la biz Müslümanlar arasında uçurum var. Sorun var. İslam’ı bilmiyoruz. Eksik veya yanlış algılıyoruz. Tefrika azabını acıyla yaşıyoruz. İki el, iki ayak, iki göz, iki kulak arasındaki uyumdan, birlikten ibret almalı değil miyiz? İki elin kavgası olur mu? Ümmeti Muhammed olarak, ehli tevhid olarak farklı mezhep, meşrep, ırk, renk, cinsiyette birbirimizle hayırda, iyilikte yarışma ve dayanışma içinde olmamız gerekirken; birbirimizle çatışıyor, ötekilerle de uyumlu olmaya çalışıyoruz… Dinimizde ikrah(zorlama) yoktur. Kimseye Müslüman olması için baskı yapılamaz. Cihad ise, İslam’la insanlar arasındaki engellerin kaldırılması, ilahi mesajın insanlara ulaştırılması(tebliğ) için yapılır. Yöntem şiddet, baskı değil; ikna ve tebliğdir. Dileyen inanır, dileyen inkar eder. Müslüman, kullara kulluğu kabul etmeyen, sadece Allah’a kulluğu kabul eden, bu amaçla zulümle mücadele edendir… Zulme, fesada, ateşe seyirci ya da taraf olmak Müslümanlıkla bağdaşmaz. Peygamberler, fesadı ortadan kaldırmak, adaleti kurmak için gönderilmişlerdir. “Fitne ve fesad ortadan kalkıncaya kadar” mücadele sürecektir. Müslüman, kullara kulluğu kabul etmeyen, sadece Allah’a kulluğu kabul eden, bu amaçla zulümle mücadele edendir… Zulme, fesada, ateşe seyirci ya da taraf olmak Müslümanlıkla bağdaşmaz. Peygamberler, fesadı ortadan kaldırmak, adaleti kurmak için gönderilmişlerdir. 2016 Zalimlerle işbirliği yapanların, onlarla iş tutanların, aynı safta olanların, cihatsız, “namazlı” Müslümanların böyle bir derdi yoktur! Kamera karşısında suç işlemek kolay mı? İlahi gözetim ve meleklerin her an gözetim ve kayıtta olduğu ayeti inancına, bilgisine ve şuuruna ne kadar muhtacız… Bu eğitim nerede? Yoksa, nüfusumuzun yarısı güvenlik kuvveti olsa, her sokakta bir kamera olsa bile güvenlik sağlanamaz. Terörün de, bölücülüğün de, tefrikanın da, tüm sorunların nedeni; “Rabbimizin adıyla” okumayı terkedip, O’nun mesajından, bize hayat veren emir ve yasaklarına riayetten yüz çevirmemiz, O’nun “tarik-i müstakim”i dışındaki yollara sapmamızdır… Lale Devri’nden beri bu yoldan sapmaya başladık. Girdiğimiz yanlış batıcı(batıl) yolda çırpınıp duruyoruz. Besmeleyle başlayan, ahireti, hesabı mizanı, adaleti, doğruluğu temel alan bir eğitim seferberliğine ve sistemine ne kadar muhtacız… Ahlak ve maneviyata dayalı olmayan eğitim ve öğretim toplumdaki farklılıkları çatıştırır. Tam bir suçluluk ortamı oluşturur. İşte fotoğraflar: Bonzai, uyuşturucular, uyarıcılar, alkol, müstehcenlik, holiganlık, hoca dövmeler… hepsi tehlikeli boyutta değil mi? Bu ortamdan nasıl ümitli olabiliriz?! Ama Allah’tan ümit kesemeyiz. Laik ve materyalist, taklitçi öğretim ve eğitim bizi buralara getirdi. Dindar nesle ihtiyacımız var. Kim yetiştirecek? Hangi müfredatla? Merhum Prof. Dr.Osman Öztürk hocamızın ifadesiyle; “cinsel terör, PKK teröründen daha zararlıdır. Biri bedene zarar verir, öteki de nefsi besleyen şeylerle ruhumuza zarar verir.” Bunun farkında bile değiliz… Merhum Nurettin Topçu’ya göre eğitim ve öğretimde hem “kafa” hem de “kalp” ihtiyaçlarının karşılanması için tedbirler alınmalı. Yalnızca “karın(mide)” ile ilgili ekonomik tedbirler yeterli değildir. 64 Şubat Ocak Dilimizi keserek kökümüze balta vurdular… Dinimiz de, ülkelerimiz de, kaynaklarımız da tehdit ve tehlikededir. Dün laiklikle İslam’a ve Müslümanlara saldırıyorlardı; bugün de ürettikleri teröristler üzerinden saldırmaya devam ediyorlar… NATO’nun yıkılan Komünizmden sonraki düşmanı İslam değil mi? Haçlı savaşları devam etmiyor mu? Afganistan’dan Yemen’e, Kudüs’e, Irak’a, Suriye’ye, Akdeniz’e abanan üşüşenlere sorabilir miyiz, “Ne işiniz var buralarda?” Barış, özgürlük, demokrasi diyecekler… Bizim ise safımızı belli edip, “hadi oradan!” diyecek, itiraz edecek bir sese, bizi yeniden toparlayıp, ayağa kaldıracak bir başa ihtiyacımız yok mudur? Haydi yeniden İSLAM’a(ADALETE)! Dünyayı ateşe verip de bu ateşimizle sigarasını tüttüren zalimlerden şikayet etmeye hakkımız var mı? Onlar hem her türlü zulmü, fesadı, terörü üretip, büyütürler; hem de terörizmden şikayet(!) ederler… Bunlar değil mi terörizmi üretip, yönlendiren? PKK’yı da, IŞİD’i de, DAEŞ’i de üreten, kontrol eden, kullanan bunlar değil mi? Kendileri(İsrail,İngiltere) dini devlet olduğu halde bize laikliği hediye edenler bunlar değil mi? Firavun da zamanının en büyük müfsidi, zalimiydi. Kendi zulmüne karşı koyan Hz.Musa’yı “müfsid” olarak tanıtıp, onu öldürmek istiyordu. Hz.Musa’nın bir yakın akrabası olduğu söylenen Karun da o zalimle(tağut) işbirliğindeydi. Sonuç bellidir. Firavun, Karun, Haman ve orduları helak olup gittiler. Zulüm de geçicidir. Bir gün defolup gidicidir. Bizim isyanlarımız, günahlarımız zalimlerin elinde kılıç oluyor, kandan, sömürüden, savaştan beslenen zalimler işlerini işbirlikçi kuklaları ve onların yalakalarıyla götürüyorlar… Ne zamana kadar?! İfsada odaklı uluslararası güç odakları dünyayı cehenneme çevirdiler. Allahu Teala, çalışan müfsitler de olsa onlara egemenlik veriyor. Biz ıslah edenler, ıslah namına ne yapabiliyoruz? Şubat Ocak Zulmün karanlığı, İslam’ın aydınlığının yokluğundandır… Hak gelse ışığıyla, batıl gider zulmüyle, karanlığıyla… Haydi öyleyse safımızı zalimlere karşı mazlumlardan yana tutalım. Tefrikayı, kavgayı bırakalım da tevhid bayrağı altında bir olalım, kardeş olalım ki dünyamız yeniden aydınlansın… Allah’ın hidayeti, tevfiki hepimizin, laneti de zalimlerin üzerine olsun. Bu zilletten kurtulmamızın yolu, Allah’ın yoluna girmekten geçmektedir. Öyleyse daha ne işimiz var batılıların yolunda?! Haydi kıblemizi düzeltmeye… Haydi dünya ve ahiret saadetine… Ölümümüz, kıyametimiz yaklaştı… Melhame-i Kübra… Hz. Mehdi, Hz. İsa yolda… Dünyayı yakan ırkçı emperyalistler kaçacak delik arayacaklar… İslam’ın güneşi yeniden dünyayı aydınlatmadan kıyamet kopmayacak… Selam hak yolunda cihad edenlere… Hz. Yusuf’u kuyudan çıkarıp aziz eden, Hz.İbrahim’e ateşi gülistan eden, Hz. Musa’yı Firavunun sarayında koruyup ordusunu helak eden, Allahu Teala’nın her şeye muktedir olduğunu bilerek, O’nun velayet ve vekaletine girelim. Ki, kurtulalım… “Hasbünallah” diyecek gür bir sesi duymak dileklerimizle… 65 2016 Fatih Sultan SEMİZ Bataklık Kurusun Varsın Sinekler De Yaşasın Bizim daha iyi Müslüman olmamız için diğerlerinin daha az gavur olmasına ihtiyacımız yok. İstediğimiz eğitim sistemini onların vermesini beklemeden de almasını bilmeliyiz. 2016 Ç alkantılı zamanların insanlarıyız. Allah’ın Müslümanlar için kış takdir ettiği mevsimde dünyaya geldik. Müslümanlar yeryüzünde ilkbaharı da sonbaharı da yazı da görmüşlerdi. Bizim payımıza ise kış düştü. Dünya devlerinin sahabe çarıkları altında ezildiği günleri de oldu bu ümmetin. Sadece Müslümanların değil kimsenin kanının ve gözyaşının akmadığı günleri de yaşadı yeryüzü. Adaleti, hoşgörüyü, kardeşi için yaşamayı, alır gibi malından verdiği günleri de yaşadı. Sade- 66 ce insanların değil köpeklerin bile aç kalmaması için projeler üretildiği zamanları oldu bu ümmetin. Konuştuğunda herkesin susacağı, yaptığını söylemeyen, söylediğini yapan günleri de oldu bu ümmetin. Sonra mevsimler değişti ve ne yazık ki mevsimlerle beraber Müslümanlığımız da değişti. Artık güven veremiyorduk etrafımıza. Artık Müslümanlar birbirlerine “babana bile güvenme” gibi abes cümleler kurabiliyordu. Alnımızda ki Şubat Ocak secde izlerinden değil, çok uyumadan dolayı yanağımızdaki yastık izlerinden tanınır olduk. Şehrimizi kaybettik, kasabamız avuçlarımız arasından kaydı. Köylerimiz şehirleşti. Komşuluk mu? Onu hiç sormayın. Afrika’da ki hayvan isimlerini bilen çocuklarımız halasının ve teyzesinin ismini bilmez oldu. Böldük ve parçaladık hayatı. Cami de başka evde başka olduk. Tekkede döktüğümüz gözyaşlarını evlerimize taşıyamadık. Evet, bin küsur yıllık destana bir ara noktası düşülmüştü. Sonra doğum sancıları başladı Müslümanlar için. Herkes yeni bir diriliş için planlar yaptı. Reklama giren filmin mutlu sonunu görmek için herkes sadece elini değil, ruhunu taşın altına koydu. Kimi Süleyman Hilmi Tunahan gibi yer ve zaman ayırmadan, tren vagonu demeden kendini Kur’an-ı Kerim öğretmeye vakfetti. Kimi Said Nursi gibi sürgünlere, hapis hayatına rağmen ‘Kur’an’ın nurunu söndüremeyecekler’ diye haykırdı dağlara, taşlara. Kimi mezhepsizlik fitnesini söndürmeye, sapık akımlara karşı kaleminin hakkını vermeye çalıştı Zahid El-Kevseri gibi. Kimi Hasan El- Benna gibi hilafetin ilgasının nasıl bir fitne olduğunu görüp 22 yaşında Müslüman Kardeşler teşkilatını kurdu. Kimi İskilipli Atıp gibi başını verdi, sarığını vermedi. Kimi Necip Fazıl gibi ezanların sustuğu bir zamanda şimdi “Ankara’nın göbeğinde Allah-u Ekber demeye var mısınız?” dedi. Kimi siyasetin tutulan bütün köşe başlarına rağmen ve Müslümanların devlet idealini unuttuğu bir zamanda ‘Allah nurunu tamamlayacaktır’ diye haykırdı Erbakan Hoca gibi. Artan doğum sancıları ile acılarımız arttı. Daha fazla kanımız aktı, daha fazla gözyaşına boğulmak zorunda bırakıldık. Hep Müslümanların kanıyla sulandı toprak. Ve yine diriliş planları yapılmaya başlandı. Her gelen nesil nasıl sorusunu yöneltti. Nasıl olacakta Müslüman kanı duracak sorusunun cevabını aradı. Ne zaman gerçekleşecek İslam’ın doğumu ve sancılar bitecek diye projeler üretti. Kimi Ümmet, kadın, genç ve aile üzerine mesaisini yoğunlaştırdı, kimi modernizm belasını defetmek için ve Sünnet-i Seniyye’yi inkâr edenleri susturmak için nefesini tüketti. Kimi bu ümmetin geleceğini yakasında sarı basın kartı olanlar değil ulema konuşmalıdır diye meydan yerine çıktı, Ocak Şubat kimi yüzeysel bir siyer okuması ile dirilemeyiz, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hayatını didik didik ederek yolları arşınlamalıyız dedi. Diriliş planları yapanlardan farklı yolları kullansalar da aynı metotla yol aldılar. Kimi siyaset dedi, kimi medrese dedi, kimi dergi, kitap dedi, kimi tefsir dedi ama hepsi onlardan önce eğitim dedi. Çünkü eğitim olmadan yapılacak bütün çalışmalar, bataklıktaki sinekleri avlanmak için yeterli olsa da bataklığı kurutmak için yeterli değildi. İsmini hatırlamadığımız kişileri bataklıkta ki sinekler üzerinde mesai harcadıkları hatırlamıyoruz. Ama ismini hatırladıklarımız geriye koca bir miras bırakarak bu dünyadan göçtüler. Bunun tek nedeni ise eğitimi birinci noktaya koyarak hareket etmelerindendi. Zaten öyle de olmalı idi. İlk emri oku olan bir kitabın iman edenleri eğitimden uzak kalabilirler miydi? “Allah beni zorlaştırıcı, sıkıntı verici, yanıltıcı ve şaşırtıcı olarak göndermedi. Lakin beni muallim (öğretici, eğitici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi”(Müslim, Talâk 29) diyen bir Peygamber Aleyhisselam’ın ümmeti kurtuluşu eğitimde değil de neyde görecekti. Tabi eğitim demişken aklımıza 150 yıldır ümmet coğrafyasında uygulanan sömürgeci eğitim sisteminden bahsetmiyoruz. Farklı mizaçlarda ki insanları tek tipleştiren, mankurtlaştıran eğitim sistemi değil gündemimiz. Her verileni alan, sorgulamayan, doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneği kazandırmayan, uydu tipi insan yetiştiren eğitim sistemi değil arzuladığımız. Biz bir eğitim sistemi istiyoruz; içinde - Allah’ın anlatıldığı - Dinin kültür olma seviyesinden çıkartılıp şeriat olma seviyesinde anlatıldığı - Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in böceğe, çiçeğe mahkûm edilmediği, her şeyi ile örnek alınması gerektiğinin anlatıldığı bir eğitim sistemi istiyoruz. Maddeler uzar gider, yeter ki biz unutmayalım: Bizim daha iyi Müslüman olmamız için diğerlerinin daha az gavur olmasına ihtiyacımız yok. İstediğimiz eğitim sistemini onların vermesini beklemeden de almasını bilmeliyiz. 67 2016 MilliTarih Hüseyin Serkan Elönü NİLİ Casus Örgütü Romanya›dan Filistin’e göç eden Yahudi Aahronsohn Ailesi’nin toplam altı çocuğu vardı. Altı kardeşten en büyüğü Botanikçi Aaron Aaronsohn, kız kardeşi Sarah Aaronsohn ve ünlü casus Avshalom Feinberg ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Filistin topraklarında 1915 senesinde “NİLİ” isimli casus teşkilatını kurmuşlardır. Aaron Aaronsohn (1876-1919) Sarah Aaronsohn (1890-1917) NİLİ ismini tevrattaki bir cümleden alıyordu. “Netzakh Yisrael Lo Yishaker” manâsı “İsrail’in kurtarıcısı Yalan söylemez” idi. Diğer kardeş Alexander Aaronsohn ise “Gideonim” isimli paramiliter örgütü kurmuştur. Aaron Aaronsohn Filistin’in Hayfa şehri yakınlarında bulunan Atlit Köyü’nde kurduğu botanik laboratuarı göstermelik olarak Amerikalılara satılmış ve böylece illegal çalışmalar için Amerikan koruması da sağlanmış oldu. Bu laboratuar NİLİ’nin karargâhı olarak kullanılmıştır. NİLİ deşifre olup Sarah Aaronsohn ölüme giderken, Aaron Aaronson İngilizlerin Mısır’daki karargâhında istihbarat subayı olarak vazife icrâ etmiştir. Sarah Aaronsohn (1890-1917) Ocak Şubat Sarah Aahronsohn, ticaretle uğraşan Bulgar Yahudisi Haim Abraham ile 1914’de evlenmiştir. Çift 1914 ve 1915 senelerinde İstanbul’da yaşamış- 68 2016 lardır. Sarah Aahronsohn oradan Filistin’e geçmiş, ağabeyi Aahron Aaronsohn ile NİLİ’yi kurdular ve İngiliz Ordusu için istihbarat toplamaya başlamışlardır. Sarah Aahronsohn’un emrinde kadın casuslarda vardı. Bunlarda vücutları dahil her yolu kullanarak Osmanlı Ordusu’ndan istihbarat alıp İngilizlere ulaştırıyorlardı. Sarah Aahronsohn o kadar ileriye gitmişti ki, İttihatçı lider Cemal Paşa ile karargâhında görüşecek kadar güvenini kazanmıştır. Bir gün Gazze’den havalanan posta güvercininin kanatları içinde şifreli bir mesaj bulunmuştur. Teşkilât-ı Mahsusa şifreyi çözdü. Sarah Aahronsohn tutuklanıp hapse atılmıştır. Osmanlı istihbaratı Sarah Aahronsohn’u sorgulayıp bütün örgütü çözmeyi hedefllemekteydi. Sorgusuna başlanacağı gün kaldığı hücreden tek el silah sesi duyulmuş, Sarah Aahronsohn sırlarıyla birlikte intihar etmişti. Hücredeki bir insanın nasıl olup da silahla intihar edebildiği hep sır olarak kalmıştır. Dipnotlar 1. Avshalom Feinberg 20 Ocak 1917 akşamı Refah şehri yakınlarında Bedevîler tarafından vurularak öldürülmüştür. 2. Romanya 93 Harbi ile 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldıktan sonra müstakil bir devlet haline gelmişti. Romanya’da 1882’den sonra Yahudilere karşı baskılar başlamıştı. Romanya’daki baskılardan kaçan Yahudiler arasında Aaron Aaronsohn-Sarah Aaronsohn kardeşler de vardı. 3. Bugün dünyada sıkça kullanılan Kaset, Şantaj, Yatak odası gözetleme gibi istihbarat stratejilerini ilk icrâ eden NİLİ örgütü’dür. Ayrıca, öldürülen NİLİ ajanlarının mezarları tek tek bulunmuş ve İsrail’deki askeri mezarlıklara törenlerle aktarılmışlardır. NİLİ ismi İsrail’de kız çocuklarına verilen kutsal bir isim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlılar yakaladıkları bir NİLİ casusunu Kudüs’te asmışlardır (1916). Avshalom Feinberg’un kuzeni olan ve ünlü casuslardan Naaman Belkind (1889-1917), 9 Ekim 1917’de Şam’da idam edilmiştir. 2016 69 Şubat Ocak Hz. İbrahim ve Yakmayan Ateş Çok eski zamanlarda, bir kasabad kasabada Azer isminde bir adam yaşıyordu. Adamın bütün işi taştan, tahtadan heykeller, putlar yapıp satmaktı. bü Bu kasabada putların saklandığı büyük bir ev vardı. Kasabada oturanlar buradaki putlara taparlar, önlerinde eğilirlerdi. Azer de bu putlara inanırdı. Azer, Hz. İbrahim peygamberin babası babasıydı. Hz. İbrahim, insanların putların önünde eğilmesine çok şaşıyordu. Çünkü putlar taştan, tahtad tahtadan, konuşmayan cansız varlıklardı. Üstlerine konan sinekleri bile kovalamayan bu taş yığınlarından insanlara ne fayda ne de zarar gelebilirdi. Ned insanlar bu cansız putlara taparlar ki, diyordu. Bunları düşüHz. İbrahim kendi kendine: - Neden nürken babasının düşüncelerini d de soruyordu: - Baba, neden bu putlara tapıyo tapıyorsunuz? Onlar konuşmuyorlar ki, neden onlara yiyecek veriyorsunuz? Neden onları tanrı ediniyorsunu ediniyorsunuz? Oğlunun bu konuşmaları Azer’i kızdırmıştı. kız Bu kızgınlıkla onu evlatlıktan reddetti ve evinden kovdu. Bunun üzerine Hz. İbrahim, öteki insanlarla da aynı konuları konuşmaya başladı. Ama onlar da öfkelendiler. Hz. İbrahim onların yokluğunda bir gün bu putları kırarak bir ders vermeyi planlamıştı. Bunu yapmakta ba putların acizliğini ispatlayacaktı. Bir bayram gününde herkes kırlara, pikniğe giderken Hz. İbrahim’i de çağırdılar. de ve gitmedi. Fakat O: - Ben biraz rahatsızım, dedi İb Herkes ortalıktan çekilince Hz. İbrahim hemen puthaneye koştu. Onlara şöyle bağırdı: yiy - Ne yapıyorsunuz? Hadi işte yiyecekler, içecekler. Neden yemiyorsunuz? Hz. İbrahim eline bir balta aldı, en büyük put hariç bütün putları kırdı. En büyüğünü özellikle bırakmıştı. Sonra baltayı onun boynuna astı ve oradan ayrıldı. tapına geldi. Bir de ne görsünler, bütün putlar kırılmış, büyük putun boynunda Bayram festivali dönüşünde halk tapınağa da bir balta asılı. bildik Hz. İbrahim’in putlarını kötülediğini bildiklerinden hemen onu yakaladılar. Hayı dedi İbrahim. Ben yapmadım, bakın işte bu büyük put kırmış onları. - Bizim ilahlarımızı sen mi kırdın? - Hayır, k heykeller konuşmaz? Hz. İbrahim’in cevabı üzerine: - Biliyorsun ki tapıyorsunu Hiç kimse cevap veremedi, susup kaldılar. - Eee, o zaman neden bunlara tapıyorsunuz? Nem adında çok zalim bir kişiydi. İbrahim’in putlara karşı savaş açtığını ve Hz. İbrahim’in yaşadığı yeri yöneten kral ise, Nemrut insanları tek Allah’a inanmaya çağırdığını duyunca çok kızdı ve hemen Hz. İbrahim’i çağırttı. İbrahim, Kral’ın karşısına çıktı ama yüreğinde hiçbir korku yoktu. Rabbi kim? – Allah (c.c) - Allah da kim? Nemrut sordu: - İbrahim senin Rabbin ala - O hayat veren ve hayatı bizden alandır. - Ama, ben de bunu yapmıyor muyum?, dedi kral. Ve bunu söyledikten sonra iki mahkum çağırttı. Birini öldürdü, birini de serbest bıraktı. Sonra da İbrahim’e: - Bak canın aldım, dedi. işte, birine hayat verdim, birinin canını de ki: Bu Kral’ın hilesini anladı Hz. İbrahim, dedi doğuda doğuruyor. Sen de batıdan güneşi doğdur da göreyim! - Ey Kral, Allah (c.c) güneşi doğudan kalmıştı: Sana öyle bir ceza vereceğim ki, acı içinde öleceksin, dedi. Kral bu cevap karşısında donup kalmıştı:Büyük bir ateş hazırlattı ve o ateşin içine Hz. İbrahim’i attırdı. Fakat Allah bütün inananları koruduğu gibi Hz. İbrahim’i de korudu. güllerl çiçeklerle döşenmiş bir bahçe oldu. Herkes bu büyük mucizeyi hayO yakıcı ateş; Hz. İbrahim’e güllerle, kendi retler içinde gördü. Hz. İbrahim, kendisine bunca kötülüğü yapan bu yerde daha fazla durmanın gereksiz olduğunu düşündü ve Allah’tan (c.c) gelen bir emirle oradan ayrıldı. Başka ülkelerdeki insanları Allah’a çağırmaya devam etti. Tadil-i Erkân Tadil-i erkân, namazın her bir rüknünü yerli yerinde ve peygamberimizin öğrettiği şekilde yapmaktır. Tadil-i erkân şu şekilde yerine getirilir: - Ayakta dimdik durmak, sağa ve sola meyletmemek, - Rükûda sırt ve baş düz olacak şekilde eğilip en az üç defa sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar beklemek, - Rükûdan doğrulup secdeye varmadan önce Sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar ayakta kalmak, - Secdede en az üç defa Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar kalmak, - İki secde arasında Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar beklemek. Mazeretsiz tadil-i erkâna uyulmaması halinde namazın iadesi gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) tadil-i erkâna uymadan namaz kılan bir sahabîye namazı yeniden kıldırmıştır. Cemal’in Karnesi Temel’ in oğlu Cemal, karnesini alıp babasına getirmiş. Temel karneyi alıp incelemeye başlamış, bakmış ki sol taraftaki Matematik, Tarih, Fizik, Biyoloji ders notlarının hepsi zayıf. Karnenin bir de sağ tarafına bakmış ki, Arkadaşları ile ilişkileri 5, Temizlik 5, Ağız ve diş sağlığı 5… Bunu gören Temel karısı Fadime’ ye dönerek, – Fadime görey misun, şu öğretmene bak. Benim öğrettiklerimin hepsi 5, onun öğrettiklerinin hepsi zayıf. Su Kasidesi 3. Zevk-i tiğinden aceb yoh olsa gönlüm çak çak Kim mürûr ile bırağur rahneler divâre su Kılıç gibi bakışlarının etkisiyle gönlüm parça parça olsa şaşma, Çünkü; su duvardan aka aka yarıklar oluşturur. Açıklaması: Şair, bu beyitte sevgilinin bakışlarının kendi gönlünde kılıç gibi yaralar açmasından zevk aldığını söylüyor. Şair sevgilinin bakışlarını, yaralayıcılık bakımından, tîğa yani kılıca benzetmiştir. Sevgilinin bakışlarının gönlünü parça parça etmesinin tabii bir şey olduğunu ikinci mısrada gösterdiği örnekle ispatlamaya çalışmıştır. Nasıl ki akarsu aktığı yerde yarıklar bırakıyorsa bu da onun kadar normal bir şeydir. Burada “çak çak” ikilemesiyle aynı zamanda kılıcın çıkardığı sesi yansıma olarak kullanmıştır. Beyitte dikkat edilecek bir husus da “kılıca benzetilen bakışların yaralayıcılığındaki zevk”tir. Bu yaralayıcılık aşığın hoşuna gitmektedir, şair bundan zevk almaktadır. Zaten Fuzûlî’nin aşka bakışı da böyledir. Sevgilinin kılıcı aşığa su gibi aziz gelmektedir. Su – kılıç ilişkisi de önemlidir burada. Çelik su ile dövülür ve kılıç haline gelir. Tarikat meclislerinde Hz. Muhammed’in manevî şahsiyetinin daima hazır bulunduğuna ve O’nun nazarı ile zikir halkasındaki dervişlere ilâhî feyiz dağıttığına inanılır. Bu tür zikir ve merasimlerden sonra uzun süre su içilmemesi veya suyun ihtiyatla içilmesi beytin oluşturduğu çağrışımlar bakımından önemlidir. 4. Vehm ilen söyler dil-i necrûh peykânın sözün İhtiyât ile içer her kimde olsa yare su Yaralı gönül, senin ok atışlarına benzeyen kirpiklerinin sözünü korkarak söyler, Yarası olanlar da suyu yavaş yavaş ve ihtiyatla içer. Açıklaması: Bu beyitin manasını iyice anlayabilmek için yaralılara fena tesir yapar diye su verilmediğini hatırlayıp sevgilinin oka benzeyen kirpiklerinin şairin gönlünde yaralar açtığını, onlara ait sözlerin ise (okun) temren(in)e de su verilmiş olduğu için yaralı kalbine su serptiğini, yani içine ferahlık verdiğini; fakat sevgilinin kirpikleri, haddi zâtında yaralayıcı olduğu için yaralıların ihtiyatla su içmesi gibi, şaire o kirpiklerin lafını da korka korka ettiğini düşünmek gerekiyor.