AFFETMEDEN ÖNCE DÜŞÜN Türk dizilerinin sürekli kendini tekrar etmesinden rahatsız olan bir tek ben miyim diye merak ediyorum doğrusu. Gerçekten de bir ülkenin televizyonculuğu nasıl olur da aynı hikâyeyi on beş farklı versiyonda yeniden dizi haline getirebilir ki? Bunu nasıl başardıklarını bir türlü aklım almıyor. Evet, başardıklarını diyorum çünkü aynı sözü on beş farklı şekilde söyleyebilmek kesinlikle zor bir iş ve takdiri hak ediyor. Öte yandan yapımcılarımızın kendini tekrar etmek gibi zorlu ve sıkıcı bir eylemi gerçekleştirmek için neden bu kadar hevesli olduklarını çözemiyorum. Onun yerine biraz yaratıcı olsalar, azıcık yabancı muadillerini örnek alsalar – kopya çekmeseler ama örnek alsalar – ne kadar güzel olurdu diye düşünüyorum. Zaten Türk halkı da hep aynı hikayeyi izlemekten sıkılmış olacak ki biraz farklı bir yapım ortaya çıktığında anında fenomen oluyor. Bu bağlamda ele alabileceğimiz birkaç dizi var. Muhteşem Yüzyıl bunlardan birisiydi. Ama benim bu yazıda ele almayı düşündüğüm yapım Ezel. İki sezon sürmüş olmasına rağmen Türk televizyonlarını ve hatta dünyanın pek çok farklı ülkesini sallayan bir dizi Ezel. Türkiye standartları için kesinlikle çok iyi bir diziydi her şeyden önce. Birbirinin aynısı klişe repliklerin yerine daha orijinal replikler kullanılmıştı. Kitaplardan alıntılar ve ünlü şairlerden okunan şiirler, diziye hem sanatsal bir boyut katıyor hem de seyirci için diziyi unutulmaz bir rütbeye yükseltiyordu. Mesela ben Tuncel Kurtiz'in canlandırdığı Ramiz Karaeski karakterinin okuduğu iki şiiri halâ hatırlarım. Birisini Ömer için okumuştu Ramiz; Oscar Wilde'ın Herkes Öldürür Sevdiğini adlı şiiriydi bu. “Oysa herkes öldürür sevdiğini / Ama herkes öldürdü diye ölmez” şeklinde teatral bir sonu olan bu şiir, Ömer ile Eyşan arasındaki zehirli aşkı çok güzel özetliyordu. Biz cahil Türk köylüleri, dizide şiir okuyan karakterlere alışık olmadığımızdan, hepimiz mest oluverdik birden. Diğeri ise Ramiz'in ölürken okuduğu Edip Cansever şiiriydi; bir şiir bir sahneye ancak bu kadar uygun olabilir dedirtti bana. “Gömdüm hepsini geliyorum / İnsan yaşıyorken özgürdür” diye başlayan bu şiir, kan üzerine inşa edilmiş bir ömür yaşamış olan Ramiz Karaeski gibi bir karakterin ölümünü mükemmel anlatıyordu. Bunlardan başka Shakespeare'den, Dostoyevski'den ve Dickens'tan onlarca alıntı yapıldı dizi boyunca. Şairane deyişlerle dolu replikler döküldü karakterlerin dudaklarından. Üstelik sadece sanatsal açıdan zengin bir dizi değildi Ezel. Pek çok açıdan akıl oyunları olarak nitelenebilecek bir kurgusu vardı. Herkesin herkesle oyun oynadığı bir yapım olduğundan bir sonraki bölüm ne olacak kestirmek neredeyse imkansızdı. Her bölüm kendi içinde bile farklı farklı nüanslar içeriyordu. Oldukça sıradışı başlayan ve başlangıçla alakası olmayan şekillerde sona eren onlarca bölümü oldu Ezel'in. Bu açıdan bakınca insana çıkar ilişkilerinin her şeyin üstünde olduğunu düşündürüyor bu dizi. Ne de olsa film boyunca onlarca farklı ittifak kuruldu karakterler arasında ki buna en olmaz diyeceklerimiz bile dahildi. Hepsi çıkarlarını korumaya çalışıyordu çünkü. Herkes birbirine ihanet etti ama öyle anlar oldu ki sonunda herkes birbirini affetti ve bu da bana dizinin güzel olsa bile çok da gerçekçi olmadığını düşündürdü. Ben affetmezdim, daha doğrusu affedemezdim. Hele de olup biten onca şeyden sonra gönlüm el vermezdi. Ama Ömer sonunda tüm düşmanlarını affetti. Yine de düşünmeden edemiyorum, Ömer'in hikayesinin mutsuz sonla bitmesinin sebebi Ömer'in çok affedici davranması mı diye. Bana sorarsanız öyle. Onca kötülüğe rağmen herkesi affettiği için kaybetti Ömer. Çünkü bazen affetmek karşımızdakine iyilik olsa bile kendimize kötülüktür; bunu hatırlamakta yarar var.