aleviler ve atatürk - Alevi - Kızılbaş Türkler, Türkmen Aleviler

advertisement
ALEVİLER VE ATATÜRK
BAŞLARKEN…
Tam da Ramazan ayını
idrak ederken, sadece
Alevileri değil, hemen
bütün
“milliyetçi”,
“ulusalcı”,
“Türkçü”
kesimleri hele hele de
“Hayırcı”ları,
“dinsiz/imansız”
ilan
etmeye
hazır
kıta
bekleyenler olduğunu bile
bile,
adeta
gözlerine
sokar gibi, “nereden çıktı
şimdi bu dizi” diyenler için
“gerekçeli
-diziye
başlama- kararı”dır: BAŞLARKEN…
Tam da Ramazan ayını idrak ederken, sadece Alevileri değil, hemen bütün
“milliyetçi”, “ulusalcı”, “Türkçü” kesimleri hele hele de “Hayırcı”ları, “dinsiz/imansız”
ilan etmeye hazır kıta bekleyenler olduğunu bile bile, adeta gözlerine sokar gibi,
“nereden çıktı şimdi bu dizi” diyenler için “gerekçeli -diziye başlama- kararı”dır: Alevi
Türkler’in izini sürmeye karar verdiğimizde, yanımızda Orhun ve Selegen’den;
Ötügen’den, Fergana’dan, Ulan Batur’dan, Balasagun’dan, Ordu Balık’tan aktarılarak
gelen yolcular ve “mavi gök” ile “yağız yer”in ilhamıyla çıkmıştık yola. İlk durağımız
Horasan’dı. Balkanlar’a kadar uzandığını bilsek de Anadolu’da “mola” vermiştik
hikayemize.
Ne de olsa Anadolu dediğin, -aldanmayın öyle atlaslarda verdiği üç denizin ortasında
bir yarım adacık pozuna- kimine “beşik”, kimine “mezar”dı, kimine “köprü”, “kök”tü
kimine; dal, budak, yemiş…
Bir koca derya… Eee, “derya içre olup deryayı bilmemek” de olmaz, “durduk” biraz;
derinine daldık, gözü siyah da olsa, ela da “masmavi” bakan insanlar tanıdık…
Saçları kestane de olsa, kumral da “başak sarısı”ydı hepsinin… Hepsi biraz
“Samsun’a adım atar gibi”ydi, ve biraz “doğrulmuş” bir halleri vardı “Kocatepe’de”
sanki… Geçit vermez Çanakkale mevzisiydi yürekleri; ve çarpanı gerisin geriye
sektirecek kadar sert kabukları, kimininki yüz, kimininki bin yıllık acılardan oluşlu.
“Taş kafa” değil hiçbiri ama tunçtan, çelikten beyinleri; ve her birinin içinde abidevi bir
Atatürk heykeli…
Dün Hacı Bektaş Veli’yi “kendinden geçmiş bir meczub” olarak tanımlayanlar bugün
“oy devşirmek” uğruna huzuruna çıkıp sahip çıkamadıkları ellerini, dillerini sallayıp,
bellerini kıvırıyorlar ya… Dün onların “celladı” olanlar bugün “kurtarıcısı” olmaya
soyunuyor da, tam yolun yarısında maskelerini tutmayı beceremiyorlar ve
bilinçaltlarına kazınmış kini “terörist”, “PKK’lı” yaftalarıyla, Alevileri “İslam’ın dışına
itme” alışkanlıklarıyla dışa vuruyorlar ya…
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
1
Mola bitti… Kalbimiz, Anadolu Türkmenleri’nin Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere
Atatürk’le buluştukları yer olan Hacı Bektaş’ta bugün. Bizi bu kez kah Selanik’e, kah
Anıtkabir’e, kah Samsun’a, kah Erzurum’a, kah İstanbul’un göbeğinde bir Bektaşi
tekkesine götürecek bu kısa ama derin yolculukta, tıpkı önceki yazı dizilerinde olduğu
gibi bizimle bir olanlara, ancak “bir” olursa “iri” olacağına, “diri” olacağına inananlara
ve “Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu!..”
Dalı Hacı Bektaş, gülü Atatürk
Bu milletin yüzyıllardır “dinsiz” likle suçlanan kesimi, bu vatanın mahzun bir
parçasında, Hacı Bektaş’taki buluşmalarıyla; ironik biçimde bu topraklarda yaşayan
insanların dinine de, diline de, tarihine de, kültürüne de nasıl yılmaz bir kararlılıkla
sahip çıktıklarını gösteriyorlar bugün…
Bu buluşma kuşkusuz Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar kocaman bir coğrafyayı
“Türkleştiren”lerden birini, İslamiyet’i Horasan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan
Arnavutluk’a Yunanistan’a, Bosna’ya, Makedonya’ya taşıyan “yol”culardan birini;
Hacı Bektaş Veli’yi anmak için düzenleniyor…
Ama bu kadarla kalmıyor… Ozanların sazlarının tellerine vurdukça Anadolu’nun
yerini ve göğünü inleten deyişler sadece Abdal Musa’yı, sadece Pir Sultan Abdal’ı
değil; Atatürk’ü de selamlıyor, Cumhuriyet’i de, kurtuluşun bütün isimsiz
kahramanlarını da….
Cumhuriyetin ilk karargahı
Hacı Bektaş sadece “kendinde aramanın” adresi değil Aleviler için… Burası aynı
zamanda, yüzyıllarca kendi vatanlarında, kendi kurdukları devletlerin devşirme
yönetimlerince “sistemli” zulme maruz bırakılan Anadolu Türkmenleri’nin “bağımsız
bir Türk devleti” andını içtikleri yer.
Son dönemde giderek yaygınlaşan, üç kuruş uğruna değerlerinden vazgeçen
“mankurt” tipinin aksine, varını yoğunu Atatürk’ün önüne seren ve bugün de
“mirası”nı korumak uğruna aynı fedakarlığa hazır olan insanların kurtuluş
mücadelesinin ilk karargahı… “Cumhuriyet” kelimesi ilk defa bu karargahta telaffuz
ediliyor çünkü. Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nin ardından Ankara’ya geçerken
Çelebi Cemalettin ile görüşmek üzere, Rauf Orbay, Mahzar Müfit Kansu, Hüsrev
Gerede, Refik Saydam,
Muzaffer Kılıç ve Muncur Kaymakam vekilinin de bulunduğu kalabalık bir heyet ile
Hacı Bektaş’a geliyor. O sırada rahatsız olduğu bilinen Çelebi Cemalettin, daha önce
devletin hiçbir resmi görevlisine göstermediği ilgiyi, Milli Mücadele’ye fiilen
başlamasından itibaren hiçbir resmi sıfatı bulunmayan, hatta hakkında idam fermanı
çıkarılmış “eski” bir subaydan başka hiçbirşey olmayan Mustafa Kemal’e göstererek,
onu yolda karşılıyor.
Mustafa Kemal de, kellesini koltuğunun altına aldığı bir dönemde, geceyi Çelebi’nin
evinde geçirerek bu güvenin “tek taraflı” olmadığını gösteriyor.
Ertesi gün de Dedebaba postunda oturan Salih Niyazi Baba ile Hacı Bektaş
dergahını ziyaret eden Mustafa Kemal, burada bulunanlara bağımsızlık mücadelesini
anlatıyor. O, 24 Aralık 1919’da Hacı Bektaş’tan ayrılırken, dergahtan çıkan bir başka
kafile de, işaret ettiği yerlere ulaştırılacak giysi, yiyecek ve diğer ihtiyaçlardan oluşan
yardımı taşımaya
başlıyor…
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
2
Çelebi Cemalettin’in kardeşi olan Veliyeddin Çelebi yıllar sonra abisinin bu ziyaretle
ilgili “sırrını” şöyle aktarıyor:
“Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi, Mustafa Kemal Paşa’ya,
”Paşa Hazretleri“ diyor, cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı
kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden
sonra Cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz? Çelebinin Cumhuriyet kelimesini
böyle açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle
Cemalettin Çelebi’nin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun
içine alıyor, kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle: ”O mutlu günü ilan
edene kadar aramızda kalmak kaydıyla evet Çelebi Efendi Hazretleri“ diyor.”
Çelebi’nin gizli tutacağına söz verdiği bu sırrı ölüm döşeğinde kardeşi ile paylaşmış
olması, Aleviler’i milli mücadelenin içinde tutmanın zaruretine dikkat çekmek için
değilse ne için olabilir?
Anadolu ihtilali
Falih Rıfkı, Milli
Mücadele’yi
anlatırken “Anadolu
İhtilali”
ifadesini
kullanıyor.
İşgal
güçlerinin
“bir
mezbeleden,
bir
viraneden başka bir
şey
olmayan
Ankara”nın
başarısına ihtimal
vermedikleri için, neticesini idrak ve kabulde epey zorlandıkları bu “ihtilal”, gizli saklı
değil, Atatürk’ün 27 Aralık 919 günü Ankara’ya gelişi sırasında, coşkuyla ilan ediliyor.
Ankara ve civarındaki Türkmenler Mustafa Kemal için “Seğmen Alayı” düzerek;
hedefin adını zaten koyuyorlar. Çünkü Türk geleneğine göre Seğmen Alayı “yeni
devleti kuracak reisi seçmek üzere düzülüyor”.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra sadece üç defa uygulanan bu Oğuz töresi,
ilkinde “atlı seğmen alayları önünde, bir torbadan çocuğa ok çektiren” Selçuk’un
“Han”lığı, ikincisi, bir ak keçeye oturtulup dokuz defa havaya kaldırılarak, kımız
eşliğinde and içen Osman’ın “Bey”liği, sonuncusunda, Orta Asya’da otağ önüne
dikilen tuğ gibi. Efeler kahvesine sancak dikilerek müjdelenen “Mustafa Kemal’in
reisliği” ve kuracağı yeni devlet onuruna yapılıyor.
Atatürk’ün, “Biz Türkler, bütün tarih-i hayatımızca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir
milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilane sürükleyebilmek için, her
türlü mezelleti mübah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi
gösterdik…” sözlerinin, Çetin Yetkin’in ifadesiyle “Etrak-ı bi idrak” ken, “Ne mutlu
Türküm diyene” diye haykırma özgürlüğünü elde eden Alevilerdeki karşılığını
anlamak çok da zor olmasa gerek. İmparatorluk düzeninde “Türk”ün yerini
düşününce, Anadolu’nun, kimliğini bastırmaya zorlanan, ezilen, horlanan insanlarının
beklentisinin adından ibaret olan Cumhuriyet’in özgeçmişi olduğunu görmemek
imkansızdır. Milli Mücadele, Anadolu Türkmenlerinin tarihi referanslarını
utandırmayacak biçimde davranmasıdır.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
3
Anadolu Türkmenleri, Orta Asya’dan Balkanlar’a uzanan coğrafyayı İslamiyet
ve Türklükle tanıştıran “Horasan Erenleri”nden Hacı Bektaş Veli’nin
huzurundan Cumhuriyet düşmanlarına sesleniyor: Eline, beline, diline sahip ol!
Aleviler hem ibadet mekânları olan cemevlerinde hem de düzenledikleri kültürel
etkinliklerde Hz. Ali ve Hacı Bektaş’la birlikte mutlaka bir Atatürk posteri de
asıyorlar.
“Girmez dilimize Arab-ı Fars-ı
Ölçü olmaz bize yabancı harsı
Özgürlük simgesi barış mayası
Biri Hacı Bektaş, Biri Atatürk”
Aşık Daimi
“Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Başbuğa olmuştu ülke
Geldi Acem can ağladı”
Aşık Veysel
“Hünkar, ruhumdaki en köklü daldır
Atam, o daldaki yetişen güldür ”
Aşık Hudayi
Köroğlu değil ama dünyaya meydan okuyor
“Cemevlerinde, Hz. Ali’nin resimlerinin yanına Atatürk’ün resimlerinin asılması”nı,
“birçok Alevinin kendisini ‘Cumhuriyetin ve laikliğin teminatı’ olarak görmesi ve bunu
bir misyon gibi algılaması”nı Stockholm Sendromu olarak değerlendiriyor kimi
günümüz yazarları… Oysa Cumhuriyet’le, hele de Mustafa Kemal’le Aleviler
arasındaki ilişki hiçbir zaman hastalıklı bir “cellat-kurban” aşkının seyrini izlemiyor.
Aksine, bakın nasıl filizleniyor bu büyük sevda:
Toplumun, Türkmen ayaklanmaları sırasında, saray tarihçilerinin kendilerini tarif
biçimi ile “uryan ve puryan” (çırılçıplak) olan kesimine yani Aleviler’e dahil olan Ali
Baba, 25 Mayıs 1919’da, Milli Mücadele’nin yol haritasını çıkarmak üzere Havza’ya
gelen Mustafa Kemal’i, “Mesudiye” adlı otelinde ağırlıyor ve “Paşa”nın güvenliği için
otele başka konuk almıyor.. 12 Haziran’a kadar Havza’da kalan Mustafa Kemal, ilk
defa 26 Haziran 1919’da geldiği Tokat’ta da yine bir Alevi olan Rıfat Efendi’nin
misafiri oluyor. Buradan Sivas’la kurduğu temasın duyulmaması için, postaneyi
denetim altına alanlar da Bektaşiler oluyor.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
4
En anlamlı destek
Gazeteci Ruşen Eşref’in anlatımıyla “O, Bolu beylerine isyan etmiş Köroğlu değil”
ama “Millet adına dünyaya meydan okuyan ‘Heyet-i Temsiliye Reisi’ Mustafa Kemal”
o günlerde.
Ve kurtuluş yolunun henüz başında en anlamlı desteği Tokat’ta, eski, yıpranmış
üniformaları ile, bir binbaşı komutasında kendisini bekleyen 19 nefer ve bir çavuştan
alıyor.
Mustafa Kemal’in Tokat’tan Konya’daki 2. Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği ve
Genelkurmay Başkanlığı’nca yayınlanan ve tam bir “güven” beratı sayılabilecek tarihi
telgrafı şöyle:
“Tokat ve havalisinin İslam nüfusunun yüzde seksenini ve Amasya havalisinin de
mühim bir kısmını Alevi mezhebinden olanlar teşkil ediyorlar ve Kırşehir’de Baba
Efendi hazretlerine fevkalade bağlı bulunuyorlar. Vatanın ve milli istiklalin bugünkü
tehlikesini bilfiil görmekte olan müşarünileyhin kanaatı hazırası şüphe yoktur, buna
pek müsaittir. Binaenaleyh söz sahibi ve emniyetli bazı zevatı görüştürerek,
kendilerince muvafık görülecek Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerini
takiye edecek surette birkaç mektup yazdırılarak, bu havalideki Alevi nüfuzlularına
dağıtmak üzere Sivas’a gönderilmesini pek faydalı telakki ediyorum…”
Alevi sanılarak işten atıldım
Anadolu Türkmenleriyle ilgili provokatif
yakıştırmalara karşı TDK’dan TRT’ye ve
TBMM’ye kadar bir çok resmi makamda
mücadele veren DSP’li Yağız “Alevilerle
Cumhuriyetin bağını koparmaya kimsenin
gücü yetmez” diyor
Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi’nin
devamını getirmeye ve zaman içinde bu kez,
Aleviler’in Milli Mücadele’de “kurtuluş” nöbeti
tuttukları
duraklara
uğramaya
karar
verdiğimiz günlerde, DSP İstanbul Milletvekili
Süleyman Yağız’ın yazdığı “Türkiye’de Alevi
olmak” başlıklı yazı düştü e-posta kutumuza.
Yağız Alevi değildi ama “17 yıl önce Alevi
sanılarak işten atılan biri” olarak, Alevileri
anlamak konusunda, birçoğumuzdan adımlarca öndeydi. Üstelik de bu konuyu
kendisine “mesele” edinmiş ender siyasilerden biriydi. Alevilere dönük bir “iftira”
ifadesi olarak kullanılan “mumsöndü”nün Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türkçe
Sözlük’teki karşılığının, “Cem ayinlerindeki çerağ dinlendirmenin maksatlı olarak
yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkarılan bir safsata” olarak değiştirilmesini o
sağlamıştı. Yine TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’la birlikte “muhasip”
sözcüğünün aynı sözlüğe “yol kardeşi” anlamıyla eklenmesine katkıda bulunmuştu.
TRT’nin “Şah yasağı”nı, 2008 yılında TBMM gündemine getiren ve Pir Sultan
Abdal’ın “Kul olayım kalem tutan eline / Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz” türküsüne
uyguladığı “sansür”ü konu alan soru önergesini hazırlayan kişi de Yağız’dan başkası
değildi.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
5
400 yıllık baskı tesadüf değil
Alevilik konusunda bu denli emek harcayan Yağız “Ülkemiz topraklarında Aleviler’e
yapılanların hiçbiri tesadüfü değildir” diye giriyor söze. Gerilere gidiyor, “Anadolu
Alevileri’nin mağdur edilme tarihi” ni anımsatıyor; Çaldıran Seferi öncesi 40 binden
fazla Alevi’nin katledilişini, canını kurtaranların ulaşılması zor dağlara ve ıssız
vadilere göçünü,
Şii bir Türk olan İran Şahı İsmail’in Hatayî mahlasıyla Türkçe yazdığı şiirlerin nasıl bir
korku vesilesi olduğunu, II. Selim, III. Murat, III. Selim, II. Mahmut “icraatları”nı,
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını, Hacıbektaş Dergâhı’nın başına bir Nakşibendî
Şeyhi’nin getirilmesi, Saru Görez ismiyle bilinen Müftü Hamza’nın “ ..hem kâfir ve
imansız, hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi
vaciptir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder” fetvasını… Özetle, 1514’ten 1914’e
kadar, 400 yıl süren baskıyı…
Mehdi kabul ediliyor
Anadolu topraklarındaki kıyımın tarihini azıcık araştıranlar, kendilerini İngiliz, İtalyan,
Fransız kadar dönme ve devşirmeden de kurtaran Atatürk’ün, Tükmenler’in
zihnindeki karşılığının “mehdi” oluşunu anlamakta zorlanmazlar. “Bütün yıldırmalar,
baskılar, baskınlar, kırımlar, kıyımlar ve fermanlar yüzünden, kimliklerini dahi
gizlemek zorunda kalan Aleviler” için Atatürk’ün ne anlama geldiğini şöyle tarif ediyor
Yağız: “Cemevlerinde üç resim asılıdır… Biri Hazreti Ali, diğeri Hacı Bektaş Veli… Bir
diğeri ise Atatürk’ün fotoğrafıdır. Aleviler, Atatürk’ün fotoğrafını resmî bir görevi yerine
getirmek için asmazlar; onu gerçekten çok sevdikleri için asarlar. Aleviler, Atatürk’le
birlikte kendilerini rahat hissetmeye başlamışlardır. Hatta o kadar ki, Atatürk’ü bir
Mehdi gibi görmüşlerdir.
Ona gönülden bağlanmışlardır. Maddi-manevi büyük destek vermişlerdir. Bu ilgi ve
destekten çok mutlu olan Atatürk de ”amacının cumhuriyeti kurmak olduğu“ fikrini ilk
olarak Hacıbektaş’ta Aleviler’in önderi Cemalettin Çelebi’ye açıklamıştır. Aleviler ile
Atatürk ve cumhuriyet arasındaki bağı koparmaya kimsenin gücü yetmez.”
Yeniden fişleme nedeni oldu
Atatürk’ten sonrası da “karanlık” Aleviler için. Özellikle de 1950’den sonraki süreç…
Çünkü orada Maraş var, Çorum var, Madımak var… Orada “mumsöndü yapıyorlar”
denilerek uğradıkları ve Süleyman Yağız’ın deyişiyle “dünyanın en adi, en namussuz
iftirası” var (“Oysa” diyor Yağız, “Aleviler; ”el“e, ”bel“e, ”dil“e sahip olmayı temel ilke
edinmişlerdir”), orada cemevlerini “cümbüş yeri” olarak gören başbakanlar var…
Biraz da bu “varoğlu var”ların etkisinde “Türkiye’de Alevi olmak çok zor” diyor Yağız.
“Neden” sorusuna cevabını güncel bir örnekle vermeyi tercih ediyor: “Bu ülkede, 3.
Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk örneğinde yaşandığı gibi, bırakınız Alevi
olmayı, Alevi köylerine yardım etmeyi dahi suç olarak gören bir zihniyet var! Saldıray
Berk, meşrep olarak kendini Aleviliğe yakın hissediyormuş!.. Ama Sünni cemaat
önderleriyle görüşmüyormuş!.. Bunlar, Berk hakkında açılan davanın iddianamesinin
fişleme ekinde suç olarak yer alıyor.”
Alevistan talebi varmış gibi göstermek, Türkmenlere karşı en büyük hakarettir
“Alevileri bölücülerle özdeşleştirme” çabalarının yeni olmadığını savunan Süleyman
Yağız, özellikle bazı yandaş gazetelerin yürüttüğü “kara propaganda”ya Daimi
Baba’nın, “Olmadıkça insanlığa faydalı/ Sünni isem Aleviysem ne çıkar” dizeleriyle
cevap veriyor ve ekliyor:
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
6
“Kendileri öteki görülmelerine karşın, onlar kimseyi öteki görmezler. Dolayısıyla
Aleviler asla bölücü olmazlar; olamazlar. Çünkü bir olmayı, iri olmayı, diri olmayı
amaçlamışlardır.”
Yine de bir “ama” koyuyor: “Alevileri siyaseten bölücülerle özdeşleştirmek isteyenler
olmuştur.”
Terörle özleştirme tuzağı
“Kime, ne gerek bu çaba?” sorusunun cevabı için arşive dönüyor, kendi kişisel tarihi
de olan anekdotlar, yazı örnekleri, haberler çıkarıyor belleğin tozlu raflarından. 14 yıl
önce, 21 Temmuz 1996’da Takvim’deki köşesinde yazdığı bu satırlar mesela:
“(…) Aleviler’in terörle bağlantılı gösterilmeleri tamamen bir ’tuzak’tır. Bu tuzağın iki
ayağı vardır… Birinci ayağı Almanya’dadır. Bu ülkede kurulan Kürdistan Aleviler
Birliği, PKK’ya hizmet etmektedir. (…) Tuzağın ikinci ayağı ise öteki terör örgütleridir.
Kendilerine taban bulamayan örgütler, yurt içinde ve dışında Aleviler’i teröre
bulaştırarak, onların gücünü kullanmak istemektedirler. (…) Teröristlerin Gazi
Cemevi’ni üs yapması, toplumumuzun diğer kesimlerinde yanlış izlenimler
uyandırmasın. Alevi kardeşlerimizi düşürülmek istendikleri tuzaktan kurtarmak
hepimizin görevidir.”
Cemevleri eylem yeri
değildir
Aynı sıcak günlerden
birinde 26 Temmuz
1996’da, “Cemevleri
eylem yeri değildir”
başlığı
altındaysa
şunları yazmış Yağız:
“Hatırlarsanız
Alevi
dedesi
Prof.
Dr.
İzzettin
Doğan’ın
başkanlığında kurulan
Cem Vakfı, belli tipte
cemevi
oluşturmak
için yarışma bile açtı.
Yarışmanın amacı, cemevi yapacak olanlara örnek bir model sunmaktı.
Aleviler bu denli önem verdikleri cemevlerinin eylem yeri olarak kullanılmasını
akıllarına bile getirmemişlerdir. Fakat aşırı sol örgütler eylemleri için cemevlerini
kullanmayı en kolay yol olarak seçiyorlar. Bir kişi ya da olayı mı protesto edecekler?
Hemen harekete geçip bir cemevi önünde toplanıyorlar. Sonra güvenlik güçleriyle
taşlı sopalı çatışmaya giriyorlar.
Sık sık tekrarlanan bu görüntü, kamuoyunda ’terörün altında Aleviler’in parmağı
olduğu’ kanaatini uyandırma amacını taşıyor. Bazıları diyebilir ki, ’Aleviler madem ki
bu kadar teröre karşılar, o zaman cemevlerini teröristlere kullandırmasınlar.’ Silahlı
güvenlik güçlerinin zor baş edebildiği teröristleri sivil Alevi vatandaşlarımızın
önleyebilmeleri olanaksızdır…”
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
7
Yeni tezgah peşindeler
Yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan ’Alevilik’ dizisinde gündeme gelen
“Aleviler, Alevistan hayal ediyor” iddiasını da hatırlatan Yağız, “Onları, Alevistan
talebi varmış gibi göstermek, Aleviler’e yapılacak en büyük hakarettir. Gerçi geçmişte
bu ifadeyi dillendiren birileri olmuştur. Yanılmıyorsam, Fransa’da bir grup
tarafından…
Bu grup, harita da yayınlamıştır. Ancak bu grubun, Alevi cemaatleri ile hiçbir ilgisi
yoktur. Bu grubun amacı da zaten, Alevilerle Türkiye Cumhuriyeti’ni karşı karşıya
getirmekti” diyerek, 2001 yılında gazetedeki köşesinde gösterdiği tepkiyi yineliyor.
“O zaman bu tür tuzaklardan sonuç alamayanlar şimdi yeni tezgâhların peşinde
olabilirler” diyen Yağız Aleviler’e ilişkin tespitlerine şu cümleyle nokta koyuyor:
“Anadolu Alevileri, başka bir ifadeyle de Alevi-Bektaşiler; laik, demokratik Atatürk
cumhuriyetinin en kadim, en kararlı ve en sağlam güvencesidirler.”
Adına “Ergenekon” denen süreçle ilişkilendirme çabası fos çıktı
Süleyman Yağız Alevilerin “Ergenekon” süreciyle ilişkilendirilme nedenlerini analiz
ederken, “Yargıyı etkilemek gibi bir düşüncem yok; olamaz da… Zaten bir muhalefet
milletvekili olarak böyle bir gücüm de yok…” diye belirtiyor özenle. “Fos” çıktığını ileri
sürdüğü süreci şöyle özetliyor:
“Bazı Alevi önderlerine suikast yapılacağı iddiası ortaya atılmıştı… Bana göre,
Aleviler’i, adına ”Ergenekon“ denilen dava ve soruşturma sürecine bulaştırmak
istediler. Tahminim odur ki, bu davaya Aleviler’in de destek olmalarını sağlamayı
amaçladılar. Geçmişte Aleviler’e yönelik birçok katliamda, kontrgerilla ya da gladyo
denilen yapılanmaların olması nedeniyle Aleviler’i Ergenekon karşıtı yapmayı
başaracaklarını sandılar.
Alevi önderlerine yönelik suikast iddiası fos çıkınca, bu işi organize edenlerin niyeti
de belli olmuştur. Erzurum-Erzincan hattında yaşananlar; yani Erzincan Cumhuriyet
Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Erzurum’un özel yetkili savcısı Osman Şanal’ın talebi
üzerine özel yetkili mahkeme tarafından hapse atılması, 3. Ordu Komutanı Saldıray
Berk’in Alevi köylerine yardım etmekle suçlanması, bu niyeti biraz daha
belirginleştirmiştir. Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile ilgili operasyon ise Ergenekon
denilen dava ve soruşturma sürecinin Alevi karşıtı yanını tamamen netleştirmiştir.
Görünen o ki, Aleviler de hedef tahtasına oturtulmuşlardır.
Derin provokasyonlar
Aleviler arasında çok saygın yeri olan ve aynı zamanda Alevi dedesi olan Seyfi Oktay
savcılığa davet edilmek yerine, evi basılarak gözaltına alınmıştır. Bu yapılan hem
hukuksuzluktur, hem de saygısızlıktır. Bu, eski bir adalet bakanına yapılan
adaletsizliktir; evrensel hukuk kurallarına da aykırı bir durumdur. Bana göre, Seyfi
Oktay bu yaşadıklarını Alevi olduğu için yaşıyor. Zaten yandaş medyanın bir grubu,
”yargıda Alevi yapılanması“ olduğu izlenimi vermek için özel çaba gösteriyor.”
Ve elbette “provokasyonlar”; örneğin “Maraş”… Yıllardır bu kanlı tezgahın arkasında
“derin güçler”in bulunduğunu savunsa da elinde bilgi ve belge olmamasından
yakınan Yağız’ın iddialarına en anlamlı teyid, dönemin MİT ajanı Mahir Kaynak’tan
gelmişti. Kaynak’ın, 4 Ekim 2005 tarihli Tempo dergisinde yayınlanan sözleri şöyle:
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
8
“Türkiye’de mezhep ve etnisite çatışması olmamıştır. Devlet yapmıştır; ama halk
karışmamıştır. 12 Eylül’e hazırlıktı onlar da…”
Kaynak’ın sözlerini küçük bir eklemeyle tamamlıyor Yağız: “Sözünü ettiği ’devlet’,
elbette ki, ’derin devlet’tir’”
Cumhuriyetin omurgası
Türkmenlerin, Milli Mücadele örgütlenmesine en büyük katkısı, Türk olmanın
küçümsendiği imparatorluk günlerinde, ulus-devleti işaret eden bir muhalefet hareketi
oluşturmalarıydı
Bugün durağımız İstanbul Zeytinburnu’nda bulunan Erikli Baba Dergahı. Osmanlı’nın
kuruluşunda Anadolu’ya gelen Horasan Erenlerinden olan Erikli Baba’nın açtığı
dergah, hem İstanbul’un Fethi hem de Kurtuluş Savaşı sırasında stratejik görevler
üstlenmiş. İstanbul’un kuşatılması sırasında, Yedikule’deki Altınkapı’nın karşısına
kurulan Yeniçeri ordugahının su ve gıda ihtiyacını karşılayan Erikli Baba Dergahı,
Kurtuluş Savaşı’na da bütün varlığı ile katkıda bulunmuş. Dergahtaki mezarların
arasına kazılan tünellerde saklanan silahları, buradaki Bektaşi önderleri, günü
geldiğinde işgalci İngilizler’e karşı kullanılmak üzere Atatürk’e bizzat teslim etmişler.
Erikli Baba Dergahı’nın bir başka özelliği de 1925 yılında tekke ve zaviyelerle birlikte
kapanmamış olmasına karşın, bir süre sonra “Laik cumhuriyete güveni nedeniyle”
faaliyetlerine gönüllü olarak son vererek anahtarlarını TBMM’ye bizzat teslim etmiş
olması.
Kullanılmadığı süre içinde harabeye dönen dergahı, aslına uygun olarak restore
edilmiş hali olan bugünkü görünümüne Erikli Baba Kültür Derneği kavuşturmuş.
Dernek Başkanı Avukat Metin Tarhan, dergahı bugün de tarihsel misyonuna uygun
olarak işletmeye özen gösterdiklerini söylüyor.
“Tarihsel misyonu” derken, mekanın “geleneksel Türk kültürünün yaşatıldığı bir
merkez” oluşunu kast ediyor Tarhan. Zaten Aleviliği de “Türkmen kültürüyle
özdeşleşen bir
noktada” konumlandırıyor. Tarhan’a göre “Orta Asya’da
medreselerde, tekkelerde yetişen kişilerin, Anadolu’yu Türkleştirmek ve
Müslümanlaştırmak için yayıldıkları dönemden bugüne kadar taşınarak gelen
değerler” yaşatılıyor Erikli Baba Dergahında.
Türk olmak küçümseniyordu
Osmanlı’da şu veya bu şekilde 1500’lü yıllara kadar Türkmen kültür ve inancı
hakimken,
Arap kültürünün İslamiyet’e bulaştırılmasını takiben Türkmen kültürünün Osmanlı’dan
tasfiye sürecinin de başladığını anlatan Tarhan, bunun özünde bir “inanç ayrışması”
olmadığını belirtiyor.
“Öyleyse ne?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap o “büyük kırılma”ya işaret ediyor:
“Türkmenliğin, Türk olmanın küçümsenmeye başlanması.” “Artık Türklük unutularak
Osmanlılık gibi kavramlar geliştiriliyor. Bu dönemden çöküşe kadar Alevilere yönelik
kıyımlar var, baskılar var, katliamlar var” diyor Tarhan. Bu tecrübelerin Alevileri
Cumhuriyet için “hazır bir güç” haline getirdiğini savunuyor:
“Anadolu Türkmenleri o dönemde de aydınlık bir güç, kendi değerlerine bağlı bir güç,
medeni bir güç, eşitlikçi bir güç… Kendi yapısında, Orta Asya’dan, o kurultay
süreçleriyle birlikte gelen, kadını, erkeği, çocuklarıyla tüm sorunları tartışabilen bir
geleneği devam ettiriyor. Bu hazır güç Cumhuriyetin omurgasını oluşturuyor. Çok
ciddi, hazır muhalefetleri var Bu ulus-devleti oluşturma noktasında bir muhalefet.
Atatürk de bunu görüyor. Zaten Selanik’te kendi kişiliğinin oluşmasında da,
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
9
Anadolu’dan giden erenlerin yarattığı aydınlıkçı ortamın katkısı var. Dolayısıyla
Türklük veya Türk kültürü çok önemli Atatürk için.”
* Atatürk’ün Bektaşiliği iddialarına bir gönderme mi bu?
Atatürk’ün geçmişinde Bektaşilik var mıdır, yok mudur bizim için hiç önemli değil.
Önemli olan Atatürk’ün kurduğu düzenle Alevilerin beklentilerinin örtüşmüş olmasıdır.
Bektaşi olduğunu öne sürenler var. Atatürk, hem kendi yaşam tarzıyla hem de
Alevilerin yaşam tarzıyla, talep ve beklentileriyle örtüşen bir cumhuriyetin, ulusdevletin kurulmasına öncülük edişiyle Alevi olmasa da, Aleviler gibidir denebilir.
Mehdi kavramı var
Konuşurken çok iddialı bir ifade de kullanıyor Tarhan:
“Ben bazen uca da kaçarak ’Alevi muhalefet olmamış olsaydı cumhuriyetin
kazanılması çok rahat olmayabilirdi’ diye düşünüyorum. Çok afaki bir düşünce
olduğunu da sanmıyorum, tarihsel gerçeklere bakarak böyle bir varsayımda
buluyorum. Atatürk’le birlikte Aleviler tüm güçleriyle vatan müdafaasına yönelmişler.
Bu anlamda Atatürk çok önemli Aleviler için. Alevilerin mitolojisinde, inancında,
düşüncesinde bir ’mehdi’ kavramı vardır. Kurtarıcı olarak algılanır. Atatürk’ü mehdi
olarak algıladıkları da oluyor. Hemen hemen her Alevinin evinde Atatürk’ün resmi
vardır. Çok önemsenir, kutsaldır. Hz. Ali, Hacı Bektaş gibi önderlerle de
özdeşleştirilebilecek kadar önemseniyor. Onlardan daha aşağı ve sonrası değil, onlar
kadar önemli diye düşünülüyor.”
Hizbullah’ın İslamiyet’i kullandığı gibi Aleviliği kullanan dernekler de var
Alevileri bugün içine çekilmek istendiği ortamın, Osmanlı’daki Arapsal kanadın hakim
kılındığı günleri anımsattığını söylüyor Metin Tarhan. “Bugün de kendi öz varlığına
sahip çıkan önemli bir kesimi geri bırakmak, o kültürü yaşatan önemli bir unsuru
tasfiye etmek, toplum nezdinde küçük düşürücü bir takım faaliyetlere, yakıştırmalara
muhatap bırakmak gibi bir çaba var” diyor.
Tarhan’a göre “Alevileri bir terör yapılanmasının içindeymiş gibi yaftalamak, sadece
Alevilere karşı değil, laik, demokratik, ulusal özelliği olan bir Türkiye’ye karşı olan bir
düşüncenin sonucu.”
“Hesaplar başka” deyip ekliyor:
“Saldırılar Alevilere değil, Alevilerin kaynak oluşturduğu değerlere yöneliktir diye
düşünüyorum. Yargıda üç beş Alevi vardır. HSYK’da bir iki alevi vardır. Neredeyse
Aleviler ele geçirmiş gibi lanse ediliyor. Nedense enteresan bir Ergenekon hikayesine
dahil edildiler.”
* Seyfi Oktay’ın da böyle bir hedef olup olamayacağı çok tartışıldı…
Seyfi Bey, Aleviler içinde ilgi gören bir insan ama o kadar da önde olan biri değil.
Aleviliğini çok vurgulamış biri değil. Ama bakanlık yapmış biri üzerinden Alevileri
vurmak daha kolay olabilir diye düşünülmüş olabilir. Ben bütün bunları Cumhuriyetin
sorgulanması, Atatürkçülüğün sorgulanması, ulus-devletin sorgulanmasıyla ilgili
beklentileri olan kesimlerin, görüşlerin veya güçlerin bir nevi savaşı gibi
değerlendiriyorum.
* Cumhuriyet’e karşı savaş açıldığını mı düşünüyorsunuz?
Alevileri zayıf düşürmek, Cumhuriyeti zayıf düşürmek demek. Cumhuriyeti
kaybetmeyi göze alabiliyorsak Aleviler de olmasın. Asimile etmek için yıllarca
uğraştılar, başaramadılar. Alevilerde çok korkunç bir direnç var Alevilerin
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
10
vazgeçilmezleri var, esnek olamayacakları yerler var. Onlar için Cumhuriyet var,
Atatürk var, ülke var, vatan var.
Bunları yok edemezler. Toplumlar yavaş yavaş gelişme sağlıyor. Bu tür bir psikolojik
operasyon zaman içinde nasıl sonuç verir bilemiyorum.
* Bir çatışmayla sonuçlanabilir mi?
Bu kanaati taşımıyorum. Sünni kardeşlerimiz olayı görebiliyorlar. Provokasyonlar var,
lokal olaylar olabilir. Ama genel bir çatışmanın sosyolojik-reel gerçekleri yok. Bir kere
Alevi-Sünni kaynaşması çok önemli. Bir de ulusal kimlik noktasında, Alevilerle
entegrasyon söz konusu. Sinangoga da saldırıldı, Allah korusun bir cemevine de
olabilir. Ama ben toplumun sağduyusunun bunu yaygınlaştıracağını düşünmüyorum.
* Ayrıştırma yahut kışkırtma amaçlı olarak Alevilerin kendi içlerine sızmalar oluyor
mu, buna karşı bir direnç geliştirebiliyor musunuz?
Kendi siyasal talepleri doğrultusunda Alevileri tanımlamaya çalışan dernekler de var.
Aleviliğin değişik örgütlerle işbirliği yaparak sisteme karşı durması gerektiğini
savunan örgütler var. Bir Muharrem ayında Karacaahmet’e gidin, Erikli Baba’ya gelin,
Şahkulu’na gidin, gerçek Aleviler oralarda gördüklerinizdir. Bugün onların sesleri
çıkmıyor olabilir.
Medyanın gözdesi olan bir takım kişilere aktüel konularla ilgili roller verilmiş olabilir.
Avrupa’da da bu tip girişimler olabilir. Ama bunlar Alevileri temsil etme noktasında
olan kişiler veya kurumlar değiller. Bunlarınki Hizbullah’ın İslamiyet adına faaliyette
bulunması gibi bir şey…
* Yeniden tanımlanmasından rahatsız olduğunuz anlaşılıyor; “gerçek Aleviler”
Aleviliği nasıl tanımlıyorlar?
Alevilik, İslam karakteri baskın gelen bir Türkmen yorumudur. Bir Türk inancıdır.
Kültür değildir; kültürel unsurları da olan bir inançtır.
Ehlibeyt’le Oğuz geleneklerini
bütünleştiriyorlar
Erikli Baba Dergahı’nı ziyaretimiz
bir Perşembe akşam üstüne
rastlayınca haliyle kendimizi cem
hazırlığının seyircisi olarak bulduk.
Cem evinin bahçesinde kadını
erkeği,
yaşlısı
genci
hatta
çocukları, bebekleriyle toplanan
Aleviler, düğüne bayrama gelir
gibi giyindikleri temiz ve özenli
kıyafetleriyle dikkat çekiyorlardı.
Gelenlerin bir başka özelliği
hemen hepsinin elinin dolu
olmasıydı; kimi bahçesinden topladığı armudu, kimi kendi elleriyle kavurduğu helvayı
getirmişti “canlar”ıyla paylaşmak üzere. Ceme katılacaklar toplanırken aşevinden mis
gibi kokular yükselmeye başladı. Kısa süre sonra “lokma” denen ve cem için kesilen
kurbanın etiyle, bulgurdan yapılan pilav dağıtıldı. Lokmamızı Binali Doğan dedeyle
kaşıkladık. Doğan bize dergahı da gezdirdi. İstisnasız her odada baş köşede Atatürk
var; büstü, posteri, bir sözü… Ama illa var. Geniş ve sade cem salonuna girip
karşımızda asılı duran sazı gördüğümüzde, kendimizi bir Dede Korkut masalının
sayfalarında gezinir gibi hissettik, “Biraz sonra deyişlerimize başladığımızda görün”
dedi
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
11
Doğan, “O saz, Dede Korkut’un kopuzudur. Alevilik, Ehl-i beytle Oğuz Türklerinin
geleneklerinin, şaman inancının bütünleşmesidir. Türk kültürüyle İslamın
bütünleştirilmesidir.”
Atatürk gibi İslam’a da özel vurgu yapıyor Aleviler. Din dışı olmadıklarını özellikle
belirtiyor Binali Doğan: “Alevi inancından dolayı Alevidir. Ali’den dolayı Alevi’dir. Ali
kimdir? İslam’ı ilk kabul eden, Hz. Muhammed’in çağrısına ilk uyandır.”
700 yıldır yasadışı yaşıyoruz
Hacıbektaş’tan yükselen AKP protestosu üzerine harekete geçen bazı medya
organları yeni bir kara propagandaya girişirken, Alevi yazar Cemal Şener “korku
cumhuriyeti”nde yaşamaya bağışıklı olduklarını söylüyor
Atatürk ve Aleviler’i anlatırken, konunun kitabını yazan Cemal Şener’le konuşmamak
olmazdı. Sosyal Antropolog da olan araştırmacı-yazar Şener’in çalışmalarından
birine verdiği isim de bu: “Atatürk ve Aleviler.”
Dolandırmadan soruyoruz:
* Atatürk ortak payda mıdır Aleviler için?
Çoğunluğunun ortak paydasıdır.
* Görüş ayrılıkları yok mu?
Bir aile içinde bile anne, baba, çocuklar arasında siyasi-felsefi farklılıklar olması
doğal.
Alevi toplumunda da varsılı, yoksulu, orta gelirlisi var; ister istemez bunlar siyaset
sahnesine şu ya da bu şekilde yansıyor. Bin çeşit dernekler, vakıflar kurulmuş
oralarda siyasallaşmış olanlar, siyasi nedenlerle Atatürk’e karşı çıkan, Kürt siyasal
düşüncesinin etkisinde kalmış olanlar da vardır ama tabanda çok fazla farklılık olmaz.
Devleti birlikte kurdular
* Taban veya bahsettiğiniz “çoğunluk” için neye karşılık geliyor Atatürk ve tabii
Cumhuriyet?
Osmanlı’da Aleviler sadece katli vacip için aranırdı. Hala kuş uçmaz kervan geçmez
dağ köylerinde yaşıyorlarsa, hala Anadolu’nun kır yoksullarıysalar bunun sebebi
oralarda aranmalı. Alevilerle Atatürk’ü bir araya getiren Osmanlı’nın son dönemi.
Atatürk milli kurtuluş savaşına giriştiğinde, Aleviler karşılarında iki şey görüyorlar; ya
işgal kuvvetleriyle işbirliği yapıp duruma razı olacaklar yada işgale karşı olan
yurtseverlerin yanında yer alacaklar. Nitekim daha önce Jön Türk hareketi, İttihat
Terakki’nin son dönemleri ve Meşrutiyet hareketlerinde Alevi aydınları o mecrada yer
almışlardı. Kurtuluş savaşında da Namık Kemal, Ziya Paşa geleneğinin devamı
olarak Mustafa Kemal’in yanında yer aldılar. Cephelerde savaştılar. Devleti kurmaya
yardımcı olmaya çalıştılar.
* Bir sığınak inşa eder gibi mi?
Aleviler açısından Atatürk sadece bir Osmanlı komutanı değil. Alevileri insan sayan,
inançlarını küçümsemeyen yaptığı çalışmalarla da inancının, Türk kültüründen
geldiğini, Şamanlıktan geldiğini, Orta Asya’dan, Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaş’tan
geldiğini meşru gören, İslam içindeki tartışmalarda, -Nutuk’ta da var-, Emevilerden
yana değil, Ehl-i Beyt’ten yana tavır alan biri olduğu için Aleviler topyekün Atatürk’ün
yanında yer almışlar ve Cumhuriyet’in başarılı olması için bütün güçlerini
birleştirmişlerdir.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
12
Cumhuriyete isyan etmediler
* Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının yarattığı bir kırılma oldu mu?
Ufacık bir kırgınlık, gönül koyma nedeni olabilir ama o günden bu yana o tür
hareketlerin içinde hiçbir Alevi’yi göremezsiniz. Tekkelerin kapatılmasıyla ilgili bir sürü
kitap yazılmıştır, hiçbir Alevi içinde yer almamıştır.
* Nedeni “şartların gereği” olduğu konusunda bir kanaat ortaklığı mı, yoksa
“Atatürk’ün bir bildiği vardır” duygusu mu hakimdi?
O dönemin şartları gereği kapatılmaları gerekirdi. Atatürk’ün Bedri Noyan’la yaptığı
söyleşide “Günü geldiği zaman bunları Türk adetlerini sürdürecek biçiminde yeniden
icra etmemiz gerekir” diye bir sözü var. Belki vaktinden önce vefat etmeseydi ona bir
çözüm bulunacaktı. Bunu Alevilere karşı siyaseten kullanmak isteyen kesimler var.
Alevilerin kendilerini Atatürk’le, laiklikle, cumhuriyetle özdeşleştirmelerine bu olay
gölge düşürmemiştir. “Olabilir bir şey” diye görülmüştür.
Atatürk Cumhuriyet’inden Korku Cumhuriyetine geçiş yaparken ilginç bir ifade
kullanıyor Cemal Şener; “Keşke Alevi toplumu şok geçirseydi yaşananlar karşısında!”
* Geçirmediler mi?
Bizim cem evlerimiz yasadışı, ibadetimiz yasadışı, Osmanlı’dan beri yasadışı
yaşıyoruz, anlayacağınız bağışıklıyız bu duruma. “Ergenekon” süreciyle ilgili hiçbir
Alevi dedesi, bir tek cümle kurup yorum yapmadı. Ama bütün Aleviler, AKP’ye oy
verenler bile bu operasyonların sebebinin AKP’ye karşı duruşu sindirmek olduğunun
farkında. Sünni kardeşlerimizin tutuklamalar, dinlemeler vs. karşısında şok geçirme
nedenleri, bugüne kadar hep devletin himayesinde bulunmaları. Oysa Alevi
Türkmenler 700 yıldır zaten bu tavırla karşı karşıya. Elbette Aleviler de süreci kaygı,
tedirginlik ve korkuyla karşılıyorlar ama şok olmuş değiller, hatta sohbetlerinde
“Nüfusumuz 20 milyon mu, yüzde onunu gözden çıkarırız, şu kadar adam ölürüz yine
de bu vatanı teslim etmeyiz” hesabı bile yapıyorlar. 3. Ordu komutanı gizli örgüt üyesi
deniliyor. 3. Ordu teröre kaşı mücadele eden ordu. Bunu benimsemek hiçbir Alevi için
mümkün olmadığı gibi Cumhuriyetten yana olan hiçbir Sünni için de mümkün
olmamalı.
Kürdün Aleviliği seçmesi için cinnet getirmiş olması lazım!..
Cemal Şener de Aleviler’in bu ara yeniden hedef tahtasına oturtulmasının tesadüf
olmadığını düşünenlerden. Ona göre milat 28 Şubat. “Alevilerin ilk defa TSK ile ortak
paydada buluşmalarının rövanşı alınıyor demek abartı olmaz” diyor.
28 Şubat’ın iktidar açısından rövanşı alınacak bir “darbe” olmadığı yolundaki, giderek
yaygınlaşan kanaati hatırlatıyorum. “Benim söylediğim de bunun türevi” diyor: “Hasan
Celal Güzel, Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren o günlerde ”Suriye sendromu“ diye bir
kavram ortaya attılar. Güya Türkiye’de ordu içerisindeki komünist solcu subaylarla,
Kızılbaşların ittifakından, tıpkı Suriye’deki gibi bir askeri diktatörlük kurulacaktı. Her
üçünün de ordu içerisindeki, bürokrasi içerisindeki Alevilerden fevkalade rahatsız
olduklarını göreceksiniz. Alevilerin devletin erkinde yer almasını istemiyorlardı.”
* Neden?
Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Türkmenlerin tasfiyesinde etkili olan merkezi tavır hala
devam ediyor.
Türkiye’yi Türkmenler yönetemez
* Alevilerin devlet sistemi içinde olmasının, bahsettiğiniz kesim için rahatsız edici yanı
ne?
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
13
Osmanlı tarihinde Alevi olmak Türkmen olmakla özdeş. Türkiye’yi Türkmenler
yönetecek o zaman. Dinen sapkın saydığımız, milliyet olarak da tamamen köylü
avam kabul ettiğimiz bir kesimin yönetime gelmesi demek olacak.
* Bir Türk devletinin Türkmenlerce yönetilmesinden neden ürksünler?
Türkmenler yönetirse, Türk coğrafyası söz konusu olur. O coğrafyada Türklerin
gelişmesi ve emperyal güçlere kaşı güç odağı oluşturması söz konusu olur. Onu
istemiyorlar. Türkleri dokuz parçaya bölüp yönetmek daha kolaylarına geliyor.
* Aleviler de kendi içlerinde bölünme tehdidiyle mi karşı karşıya?
Türkleri Alevi- Sünni diye bölmeye çalıştıkları gibi, Alevileri de kendi içlerinde az Alevi
çok Alevi, sağcı Alevi- Solcu
alevi gibi bölerek yönetmek
daha
kolaylarına
geliyor.
İşçilerin
de
birleşmesini
istemezler,
Türklerin
de
birleşmesini istemezler. Bu
şekilde bir tasarruf tarihten beri
var.
Zaman içinde Kürtleştiler
* Ya Türk Alevi ve Kürt Alevi
ayrıştırması; bu mümkün mü?
Sosyolojik olarak herhangi bir
inancı benimseyen Türk de olur,
Kürt de olur, Arnavut da olur. Ama Türkiye’nin siyasal tarihine baktığınızda, şu anda
Kürtçe veya Zazaca konuşup da “Ben Aleviyim” diyenler geçmişte Kürt olup da
Aleviliği seçmiş toplumsal kesimler değil. Bunlar Türk olup, özellikle Çaldıran’dan
sonra o bölgelere canını kurtarmak için giden, süreç içinde Kürtleşen yada Zazalaşan
Türkmenlerdir. Onun için Osmanlı Kürt ilişkilerine baktığımızda, o yıllarda herhangi
bir Kürdün Aleviliği seçmesi için cinnet getirmesi lazım. Sosyolojik olarak bu tercihler
mümkün ama tarihsel olarak gerçekleşmemiş. Herhangi bir bölgedeki Kürtler İslamla
tanıştıktan sonra Aleviliği tercih etmemişler. Şafiiliği seçmişler. Şafiliğin mezhep
olarak ortaya çıkması Alevilikten çok daha öncedir.
* Birkaç nesil öncesine kadar “Türkmen” kimliğini bilerek gizleme söz konusu ama
son dönemde aileler çocuklarına bu kimliği aktarmakta tereddüt yaşıyor gibi, yeni bir
“saklanma” dönemine mi giriyor Anadolu Türkmenleri?
Kesinlikle doğru. Aynısını 500 yıl önce yaşadık. Şah İsmail yenilip Kürt toprak ağaları
doğuda hakimiyet kurunca, Kürtçe öğrenenler, entegre olanlar canını kurtarmış,
öğrenmeyenler katledilmiş. Bir Osmanlı kaydında okudum. İsyancıları, yani Alevi
Türkmenleri takip eden Osmanlı askeri onları yakaladıktan sonra komutanına soruyor
“Bunları ne yapayım” diye. Komutan diyor ki “Kürtçe biliyorlarsa serbest bırak,
bilmiyorlarsa hallet”. Aynı anlayış bugün de var. Son 30 yıldır çok daha şiddetli
biçimde yaşıyoruz. O yöredeki tanıdıklara “PKK’ya karşı tavır al” dediğimizde şunu
söylüyorlar;
“Gündüz devlet var gece yok. PKK’ya tavır alırsak devlet gittikten sonra ne yapağız?
BDP’nin Tunceli’de yerleşmesinin sebeplerinden birisi de bu.”
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
14
Alevilerin Türklüklerini ifade etmesinden rahatsız oluyorlar
Merkezinde Alevilerin yer almasının planlandığı bir çatışmaya dönük zemin
hazırlayıcı yayınlar yapanlar için “Suriye sendromuna Alevileri ortak etmekle, PKK’ya
ortak etmek aynı mantık” diyor.
Bundan Aleviler’den çok Sünniler’in nasıl etkilendiğine bakmak gerektiğini savunuyor
Şener: “Bunlar Alevi toplumunu değil Sünni toplumunu etkiler. Bazısı en azından
’Aaa Aleviler PKK’yla birlikteymiş’ der. Vakit’e inanan birini ikna etmek çok zor. Onun
yazdığını, haşa kutsal kitaplardan daha çok doğru buluyor. Yıllarca aynı şeyi yaptılar.
Alevi deyince Kürtlükle özdeşleştirdiler, PKK’yla özdeşleştirdiler. Kuran’a el bassanız
bile inanmıyorlar, uydurdukları yalanlara inanıyorlar.”
Şener “kendisi Türk olan Kürtçülük yapan bir yazar”la arasında geçen ilginç bir
diyaloğu da aktarıyor konuşma sırasında:
“Dedi ki ’Bak Şafii Kürtler Sünni Türklere 30 yıldır savaş açmışlar, 30 bin kişi öldü,
Sünniler ve Şafiiler arasında problem çıkmadı. Bir tane Alevi, bir tane asker öldürsün
Türkiye’de iç savaş çıkar.”
* Siz katılıyor musunuz bu düşünceye?
Bu bir rezerv. Ama Aleviler de eski Aleviler değil. Toplumsal olarak PKK’ya en küçük
destek vermeleri mümkün değil. PKK’nın içinde olan varsa onları Alevi olarak kabul
etmiyorlar. Siyasi olarak Kürtleşmiş insanlar olarak görüyorlar. Bu dönemden sonra
Alevilerin bu oyuna geleceğini sanmıyorum.
* Bu senaryoların sanki bir yerden düğmeye
basılmış gibi eş zamanlı olarak yayılmaya
başlaması neden?
Aleviler kendi Türklüklerini ifade ettikçe, birileri
rahatsız oluyor. Aleviler bugüne kadar da
Türk’tüler ses çıkarmıyorlardı. Geçmişte de
Türk’tüler bugün de Türkler. Kürtçülük
üzerinden siyaset yapanlar kaygı duyuyorlar.
Aleviler ayrışmacı Kürtlerle aynı fotoğrafta
görünmek
istemezler.
Bu
çok
kesin.
Edirne’deki Aleviyle de, Ağrı’dakiyle de
konuşsanız dededen babadan vasiyettir,
Kürtçüler dostumuz olamazlar…
* Neden bu kadar keskin bir tavır var?
Dedemiz de, dedemizin dedesi de böyle
dediğine göre bir şey var demek ki. Ki Osmanlı
tarihine bakınca ayan beyan ortadadır;
Hamidiye Alayları filan..
PKK Sünni bir örgüt müdür!
İlahiyatçı Sosyolog Mustafa Cemil Kılıç’a göre, etnik bölücülüğe mezhepçi ayrışmayı
eklemek emperyalist güçler ve yerli taşeronlarının Türkiye’yi bölme projesinin en
önemli maddelerinden biri
Mustafa Cemil Kılıç’la, son dönemde bir yayın organında art arda PKK’nın Alevilerin
eline geçtiği yolunda yapılan haberleri konuşuyoruz. Tereddüt etmeden, “kesinlikle
gerçek dışıdır” diyor Kılıç. Alevileri PKK ile ilintilendirilmeye çalışmanın, Türkiye’yi
dönüştürmeyi amaçlayan çevrelerin son dönemde başvurduğu en tehlikeli
yöntemlerden biri olduğunu belirterek devam ediyor:
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
15
“PKK, Alevilerin eline geçtiyse, önceden kimin elindeydi, şeklinde bir soru aklımıza
gelmektedir. Sünnilerin elinde miydi? PKK, mezhepçi bir örgüt müdür? Yoksa etnik
bölücü bir örgüt müdür? PKK’nın içinde Alevi kökenlilerin de bulunması muhtemeldir
ama bu durumda PKK üyelerinin neredeyse yüzde 95’nin Sünni inançlı ve Kürt
kökenli insanlardan oluştuğunu fark etmemek mümkün müdür? PKK, Sünni bir
örgüttür şeklinde bir haber yapmak ne derece yanlış ve tehlikeli ise Alevileri PKK ile
ilintilendirmeye çalışmak da o derece tehlikelidir.”
Nasıl bir tehlikeden söz ediyorsunuz?
Alevileri ötekileştirmek ve Aleviliği bölücülük olarak takdim edip meşruiyetini
yitirmesini sağlamaya çalışmaktan. Böylece milli Türk devletinden ümmet devletine
giden yolda milli devletin en önemli savunucularından olan Aleviler saf dışı
bırakılacak.
Milletleşme sürecinin baltalanması
* Bu amaca ulaşılırsa, Aleviler kendilerini Cumhuriyet’in “öteki”leri olarak görmeye
başlarlarsa, aidiyetleri zayıflarsa ne olur?
Alevilerin Cumhuriyete bağlılıkları ve Türk milletine aidiyetleri zayıflarsa bundan
yararlanacak olanlar elbette ki rejim karşıtları ve etnik bölücü unsurlardır. Türk
milletini etnik kimlikler yoluyla parçalamak isteyen çevrelerin mezhepsel bölünmeyi
de devreye sokmaları ülkemiz ve milletimiz üzerindeki emperyalist hedeflere hizmet
edecektir.
Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne kasteden çevrelerin inanç farklılıklarını kaşımaları
ve bu yolla Alevi – Sünni çatışması çıkarmaya çalışmaları hem Aleviler hem de
Sünniler için tam anlamıyla bir felaket olur. Milletleşme sürecinin baltalanması ve
Türk ulusunun atomizasyonu bu topraklarda yaşayan toplumsal kesimlerden hiçbirine
fayda vermeyecektir.
Peki kimlere fayda verir?
Etnik bölücülüğe mezhepçi ayrışmayı da eklemek küresel emperyalist güçlerin ve
yerli taşeronlarının en önemli gündem maddelerinden biridir. Türkiye üzerinde çıkar
çatışması olan kimi komşu devletlerin de bu konuda yoğun bir çalışma içerisinde
oldukları bilinmektedir.
Ulus kimliği öne çıkarılmalı
36 etnik grup söylemine Alevi, Sünni ve Caferi farklılaşmasını da eklemlemeye
çalışmanın “vatanseverlikle asla bağdaşmayan bir tutum” olduğunu da ekliyor
sözlerine Kılıç. “Demokratik özgürlükler söyleminin arkasına gizlenen bölücü
emellere geçit vermemenin, Alevi’si Sünni’si ve Caferi’siyle bütün Türk ulusunun
görevi” olduğunu, “Alevileri Atatürk, Cumhuriyet ve Türk milletine aidiyetten
koparmaya çalışan çevrelerin öteden beri kullandıkları sorunları hızla aşmak
gerektiğini” düşünüyor.
* Teşhiste yarış halindeyiz de, tedavi için bir reçeteniz var mı?
Cem evlerinin hukuken ibadethane olarak kabul edilmesi, Aleviliğin de doğru bir
biçimde öğretilmesi, Alevi inanç önderlerinin de tıpkı Sünni din görevlileri gibi
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
16
devletçe finanse edilmeleri, Diyanet işleri Başkanlığının Alevi gerçeğini de göz önüne
alarak yeniden yapılandırılması, Şah İsmail ve Pir Sultan Abdal gibi Alevi ulularının
hatırlarına ve eserlerine devletçe ve milli güçler tarafından sahip çıkılması Alevi
Sünni bütünleşmesine büyük katkılar sağlayacaktır. Alevilerin yüzde 95’inin Türkmen
olduğu gerçeği vatansever ve ulusalcı çevrelerin önemle üzerinde durmaları gereken
bir husustur. Türkmen kimliğine yapılacak vurgu Türkiye’nin bütünlüğüne yapılmış
vurgu olacaktır. Aynı şekilde Alevilerin tarihi önderlerinin neredeyse tümünün
Türkmen oluşları, Aleviliğin ibadet dilinin Türkçe oluşu, Alevilerdeki Atatürk ve
Cumhuriyet sevgisi, milli birlik ve bütünlük için çalışan herkesin dikkate alması
gereken unsurlardır. Dinsel, mezhepsel ve etnik kimliği değil ulusal kimliği öne alan
politikalara önem verilmelidir.
Mustafa Cemil Kılıç, çoğu kişinin diline pelesenk olmuş bir yanlışı da düzeltiyor:
“Aleviliği ve Alevileri bu ülkenin bir zenginliği olarak takdim etmek iyi niyetli olsa da
incitici bir söylemdir. Zira zenginlik söylemi sosyolojik olarak ana unsurun yanında yer
alan ve hoşgörüyle karşılanan bir farklılık anlamını taşımaktadır. Burada farkında
olmadan Sünniliği ve Sünnileri merkezde görme yanlışı kendini hissettirmektedir.
Oysa en doğru yaklaşım ve en doğru söylem Aleviliği ve Alevileri tıpkı Sünnilik gibi
asli ve merkezi unsur olarak görmektir. Zira Türkiye Cumhuriyeti bir mezhep devleti
olarak değil milli devlet olarak kurulmuştur.”
Atatürk ve silah arkadaşları için ‘Allah
Allah’ nidalarıyla dua edilir
Kılıç’la Şah Hatayi Cemevi ve Kültür
Derneği’nin düzenlediği “Şah Hatayi’yi
Anma” etkinliğinde tanıştık. Konuşurken “Biz
Aleviler, sırf o gül yüzlü şahı sevdiğimiz için
suçlu sayıldık. Ne cevr-ü cefalar çektik.
Sürgün edildik. Darağaçlarına yürüdük. Ama
o şahtan hiç ayrılmadık. Adını yasakladılar,
yolunu yasakladılar. Ama biz bir gizli sır gibi
taşıdık onu kalbimizde. Ama sırrı faş
etmedik” diyen bu genç adam aslında bir
Sünni’ydi. Hem de İlahiyat mezunu. Hem de
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. İşte
bu kimliğiyle yazdığı kitaplarda “Alevi-Bektaşi
sevdası”nı haykırıyordu uzun uzun. “Hepimiz
Aleviyiz” diyordu.
Camide değilse bir Şaman otağında…
Namazda değilse Göktürk’ün kopuzundan
bugüne duyurulan deyişde…
Özünde, özetle Türklükte buluşmuştu
Alevilerle Kılıç… Ve onların Atatürk’le,
Cumhuriyet’le buluşmasının “sırrı”nın da bu
olduğuna inanıyordu.
İlk defa muhatap alındılar
“Mustafa Kemal ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Aleviler’in devlete bakışının
kökten değiştiğini” savunan Kılıç’la bu süreci değerlendirdik.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
17
Cumhuriyet’in Aleviler için “şeriat yasalarının baskısından, yüzyıllar boyunca
haklarında katli vacip fetvaları veren Şeyh’ül İslamların korkusundan kurtulmak”
demek olduğunu savunan Kılıç, Atatürk’e olan bağlılığın bir siyasi lidere olan
bağlılığın çok ötesine geçtiğini bakın nasıl örnekliyor:
“Onu adeta Hz. Ali’nin reenkarne olmuş hali gibi düşünenler oldu. Kimi Alevilere göre
Atatürk hala Hz. Ali’nin yahut Hacı Bektaş Veli’nin don değiştirerek yeniden dünyaya
gelmesi biçiminde düşünülmektedir.”
Bu büyük hayranlığın / bağlılığın altında yatan en önemli nedenin Atatürk’ün Alevileri
“muhatap alması” olduğuna inanıyor Kılıç:
“Mustafa Kemal Paşa’nın 22 – 23 Aralık 1919’da Hacıbektaş Dergahı’nı ziyaret
etmesi akabinde cem ibadetine katılması, Alevi ve Bektaşi inanç önderlerinden
destek istemesi Aleviler için tarihi öneme sahip bir olaydır. Çünkü yüzyıllar sonra ilk
defa devlet tarafından muhatap alınmışlar ve destekleri talep edilmiştir.
Mustafa Kemal ve ulusal kurtuluş hareketi ile birlikte Alevilerin devlete bakışı kökten
değişmiştir. TBMM açıldığında pek çok Alevi, mebus seçilmiş, Atatürk’ün ve milli
mücadelenin yanında yer almıştır. Meclis başkan yardımcılığı konumu da dahil Alevi
mebuslar çok önemli görevlere getirilmişlerdir.
Cumhuriyet devrimleri, Alevilere yüzyıllar sonra adeta nefes aldırmıştır. Saltanat ve
Hilafetin kaldırılışı, mezhepsel ve dinsel temelli tebaa anlayışı yerine ulusal temelde
yurttaşlık düşüncesi Alevileri cezp etmiştir. İşte bu ve benzer nedenlerden ötürü
Aleviler Atatürk’ü ve Cumhuriyeti baş tacı etmişler, evlerine Hz. Ali ve Hacı Bektaş
Veli ile birlikte Atatürk resimlerini de coşkuyla asmışlardır. Bugün dahi bu durum
devam etmekte, hem evlerinde hem de cem evlerinde Atatürk resimleri baş köşede
durmaktadır. Alevi cemlerinde Atatürk ve silah arkadaşlarına içtenlikle dua edilmekte
ve ibadete katılan canların tümü bu dualara (Allah Allah) nidalarıyla iştirak
etmektedir.”
Türkiye’nin atomizasyonunu hedefliyorlar
Mustafa Cemil Kılıç’a göre Aleviler son dönemde özellikle “milli devlete karşı
olanlar”ın hedefi haline geldi.
“Alevi toplumunun cumhuriyete bağlılıklarından rahatsız olanların, Alevileri tecrit
etme, gözden düşürme ve baskı altına alma amacıyla bir dizi provokasyon ve tertibe
baş vurduğunu” savunan Kılıç, “Toplumu ve devlet kurumlarını mezhep esasına göre
kamplaştırmaya çalışmak Türkiye’nin atomizasyonunu hedefleyen çevrelerin sık sık
başvurdukları bir yöntemdir” diyor.
Hristiyanlaştırma projesi
Bu konuda Alevi toplumunun büyük bir sorumluluk gösterdiğini ve ayrışmalara geçit
vermediğini vurgulayan Kılıç, bu direnci kırmak için “milli devlet karşıtları” dışında
sırada bekleyen başka kesimlerin de bulunduğunu hatırlatıyor. Örneğin “bölücü
örgüt”: “Bölücü örgüt ve yandaşları tarafından etnik muhalefet yoluyla Türk devletini
yıkma ve Türk vatanını bölme mücadelesine destek yaratmak için mezhep farklılığını
istismar vasıtasıyla mezhepsel muhalefet oluşturmaya çalışılmaktadır. Oluşturulmak
istenen mezhepsel muhalefet küresel emperyalizmin maşası durumunda olan bölücü
örgüt tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılmak istenmekte ve Aleviler
etnik bölücülüğe stepne yapılmaya çalışılmaktadır.”
Aleviler için en ilginç “tehdit” unsuru ise “misyonerler”. Kılıç, Alevileri Hristiyanlaştırma
projesine vurgu yapıyor: “Aleviler Hıristiyan misyonerlik çalışmalarının da hedefi
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
18
haline getirilmek istenmektedir. Kendi inançlarını öğrenme imkanından mahrum kalan
Alevi gençlerin Hıristiyanlaştırılmaya çalışılması için yoğun bir faaliyet içerisinde
bulunan misyoner örgütler çalışmalarını her geçen gün artırmaktadır.”
Koçgiri, Alevi tepkisi değil
Anadolu Türkmenlerinin Mustafa Kemal yahut Cumhuriyet rejimine isyan ettikleri
iddialarına karşı çıkan araştırmacı-yazar Çetinkaya, Anadolu’daki ayaklanmaların
arkasında, İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti, Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını
çektiği batılı emperyalist ittifakın bulunduğunu hatırlatıyor
Hani sürekli “tabu”ları yıkmak gerektiğinden bahsediyorlar ya, Nihat Çetinkaya bu
alanın “cesur” kalemlerinden bir tanesi. Yıllar önce Alevilerin tarihsel kökenlerini
ortaya koyduğu kitabına “Kızılbaş Türkler” adını koyarak, o güne kadar bir hakaret,
öteleme aracı olarak kullanılan “Kızılbaş” sözcüğünün, Türklüğün sıfatlarından biri
haline gelmesinin yolunu açtı.
Değerlendirmeleriyle Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi dizimize de katkıda
bulunan Çetinkaya, bu kez de “Mustafa Kemal’in, Samsun’a çıkışıyla başlayan
örgütlenme sürecinde, Alevî çevrelerde yarattığı sempati ve ilgiyi” yorumluyor.
Derebeyleri ve özerklik
Çetinkaya’ya göre ilk dönemlerde bu ilgi, “Alevilerin Kurtuluş Hareketi’ni
kavrayışlarından çok, Osmanlı yönetimine olan tepkilerinden kaynaklanıyordu.”
Bu “ilgi”nin “desteğe” dönüşümünü Kızılbaş Türkler’den sonra şimdi de Kürtler’i
yazdığı kitapla okuyucunun karşısına çıkmaya
hazırlanan Nihat Çetinkaya’dan dinleyelim: “Hareketin
gelişmesiyle yani Erzurum, Sivas kongreleriyle ve
İstanbul yönetimiyle olan siyasi ayrılıklar ortaya
çıktıkça, Alevîlerin önemli bir kesimin de, Mustafa
Kemal’e olan ilgi ve sempati siyasi düşüncelerle
desteğe dönüşmeye başlar.”
“Ancak” diyor Çetinkaya, “bu durum bütün Alevî
çevrelerini kapsamaz.”
Ve, İstanbul Hükümeti ve batılı muhalif devletlerin
Mustafa Kemal hareketini dağıtmak için her çareye
başvurduklarını hatırlatarak, “düşündürücü” bulduğu
Koçgiri olayını anlatıyor:
“Tamamı Türkmen-Alevî olan bu çevrede başlayan
isyan, mezhebi ve etnik tepkiden çok feodal
derebeylerin özerklik istekleriyle sınırlı gözükmektedir.
Ancak kaynaklarda Kürt kimliğine de vurgu
yapılmaktadır.
Hareketin arkasında direkt ve açık olarak İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti ile
Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını çektiği batılı emperyalist ittifak vardır.
Neticede İsyan bastırılır.
İsyanı başlatan Alişan ve Haydar Beyler, Koçgiri bölgesinin yerlileri olmadığı gibi,
Koçgiri aşiretinin mensubu da değillerdi. Büyük dedeleri olan Alişan Bey Palu’nun
Şemikdere yöresinden gelmiş, Şafiî mezhebinden olup Kürt kökenlidir. Koçgiri’ye
geldikten sonra, yöredeki Baba Mansur Ocağı’nın etkisiyle Alevîliğe geçerler ve Baba
Mansur talibi olurlar.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
19
Büyük dede Alişan Beyin oğlu Mustafa Bey, II. Abdulhamid döneminde paşa yapılır.
Bu aile bu şekilde oldukça güçlenirler ve bölgenin derebeyleri olurlar. Bu ailenin
Kurtuluş Hareketi’ne karşı çıkmalarında ve Koçgiri Alevî camiasını isyana
sürüklemelerinde, Osmanlı hükümetiyle olan bu ilişkileri esas rolü oynar. Dolayısıyla
Koçgiri olayını bir Alevî tepkisi olarak değerlendirmemek gerekir.”
‘İşte bizim devletimiz’
Önceki konuklarımız gibi Çetinkaya da, Yunan işgali ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferlerle
neticelenmesinden sonra Mustafa Kemal’in Aleviler arasında “mehti” sıfatıyla
anılmaya başlandığına dikkat çekiyor:
“Cumhuriyet’in ilânıyla, Kurtuluş Hareketi ve Kurtuluş Savaşı’nın temel düşüncesi ve
hedefi, Alevî camia tarafından daha iyi kavranır ki, kendileri için bir kurtuluş bir yeni
hayat olarak görülmeye başlanır.
400 yıldır dışlanarak, tahkir edilerek, kimi zamanlar da katliamlara uğrayarak, devlet
düşmanı haline getirilmiş bu camia ilk defa laik Cumhuriyet’le birlikte, devletle
barışmış, ” işte bizim devletimiz“ diyerek devletin yanında yer alarak Cumhuriyeti
sahiplenmişlerdir.”
Küresel muhasaraya karşı
Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan süreci, Alevî kesimin, muhafazakâr
politikaların etkinliği ile tekrar dışlanmaya başlandığı dönem olarak yorumlayan
Çetinkaya, Alevi ve Sünni Tük çevrelerinde karşılığını bulacağına ihtimal vermese de,
“Toplumu onlarca etnik birleşme olarak gören anlayışın çatıştırmaya dönük düşünce
ve propaganda girişimleri”nden kaygılı.
Alevîliğin “Alevî camiasının da seslendirdiği gibi bir Türk olgusu, ”Türk tasavvurunun
İslâm’ı algılayış“ biçimi” olduğunu özellikle vurguladıktan sonra ekliyor: “Küresel
muhasarada olduğumuz hatta küresel bir taarruzla karşı karşıya bulunduğumuz ve
toplum yapımızın 36 etnik karışımla tarif edildiği bir zamanda, Anadolu Türklüğünün
ana-kök damarı olan Alevîlerin, Atatürk’le, Cumhuriyetle bağlarının kopması, devletle
karşı karşıya getirilmesi, Anadolu Türklüğünü, -Osmanlı döneminde olduğu gibibüyük bir güç kaybına uğratır.”
Bu güç kaybının geçmişteki en önemli yansımalarından biri şüphesiz Çetinkaya’nın
da işaret ettiği gibi Türkmen kökenli olan Alevilerin, Osmanlı Devletince dışlanmaları
sonucunda bazı yörelerde Kürtleşmeleri oldu.
Geçmişten gelen bunca tecrübenin ışığında, son günlerde Aleviler’in toplumun
gözünde konumlandırılış biçimini değerlendirirken “Camialarında, hakim oldukları
alanlarda ve kadrolarında Türk kökenlilerin dışlanmasına özen gösteren bir anlayışın,
Alevîleri dışlamasını, bugünkü ortamda doğal karşılamak gerek” diyor Çetinkaya.
Ancak “önemle kaydetmeyi ihmal etmemek şartıyla!”
Soy meselesi
Son olarak şu günlerde “Alevi” olan Kılıçdaroğlu hakkında “Annesi Ermeni” denilerek
ortaya atılan “soy” tartışmasına da paralel düşen bir ayrıntıyı gündeme getiriyor ve
“Aleviliği ”İslâm dışı“, ”Türk dışı“ iddialarla başka kökenlere dayamak isteyen şahıs,
kuruluş ve platformların varlığı”ndan bahsediyor Çetinkaya:
“Bu gibi iddialarda bulunanlar arasında, Ermeni kökenli şahısların sürükleyici rol
oynadıkları da birçok bilim adamı ve araştırmacılar tarafından, 1915 Ermeni tehciri
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
20
sırasında, bazı Ermenilerin kırsal kesimdeki Alevî köylerine sığınarak, Aleviliği
benimsemiş oldukları ileri sürülerek ifade edilmektedir.”
Cumhuriyet’i var
edecek
ilkeleri
desteklediler
Toroslar’da
yürüttüğü
saha
çalışması sırasında
telefonla
görüştüğümüz
Süleyman Demirel
Üniversitesi
Sosyoloji
Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Hüseyin Bal,
Alevilerin desteğinin
“sadece Modernleşme projesinin mimarı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına değil aynı
zamanda Cumhuriyeti var edecek olan ilkelere” yönelik olduğuna dikkat çekiyor.
Bu ilkeleri, Atatürk’ün Halk Fırkasını kurarken açıkladığı ve “Hakimiyet Milletindir”
esasına dayanan dokuz umdeyle özdeşleştiren Bal’a göre “tek başına Cumhuriyet
kavramı değil, cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal olabileceği yönündeki
kanaatleridir Alevileri yeni yapıyı sahiplenmeye götüren.”
TBMM çalışmaları sırasındaki Alevi-Bektaşi desteğini ve Cemalettin Çelebi’nin
TBMM’nin İkinci Reis Vekili seçildiğini hatırlatan Bal’a göre Cemalettin Çelebi’nin
vefatından sonra, Hacı Bektaş Dergahında Hizmetin sorumlusu Veliyeddin Çelebi’nin
25 Nisan 1923 tarihinde, “Tekrar beyan ederim ki, bu milleti kurtaracak olan, ancak
Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır; Onunla beraber mukaddes vatanımızın has
evlatlarıdır… Sizin saadetinizi düşünenler, sizi kölelikten kurtaracak Türkiye Büyük
Meclisi Reisi ve cümlenizin büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir” dediği bildirisi
o günlerde bir inanç önderinin desteğinin ne denli önemli olduğunun işareti.
“Tek başına cumhuriyet kavramı yeterli değildir” diye yineliyor Bal. “Hukukun
güvencesi ile halkın tamamı seçebiliyor ve seçilebiliyorsa, yasama-yürütme yargı
birbiri üzerinde baskı kurmuyorsa, yargı bağımsız ve üstün ise, inananlar özgür,
inanmayanlar güvende ise, imkan ve fırsatlardan herkes eşit yararlanıyorsa, yani
”Cumhuriyet“, demokrasiyi özümsemiş, hukukun üstünlüğüne inanmış, laik, sosyal bir
devlet yönetimini hayata geçiriyorsa, Cumhuriyet halkın, halk için halk tarafından
yönetimi ise Alevi-Bektaşiler bunu doğal olarak benimserler” diyen Prof. Bal, AleviBektaşiler açısından Cumhuriyet’i sahiplenilebilir kılan nedenleri şöyle sıralıyor:
“Cumhuriyet demokrasi ile anlam kazanacak ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu
benimserler.
Cumhuriyet erdemli bir rejim ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu isterler. İkisinin de
merkezinde insan var Cumhuriyet ”düşünce serbestliği taraftarı“ ise Alevi-Bektaşiler
elbette bunu desteklerler.
Cumhuriyet insan merkezli, soysal-hukuk devletinin varlık koşulu ise Alevi-Bektaşiler
elbette bunu isterler.
Cumhuriyet insan ve Tanrı arasına dini bir sınıfın girmesinin önünde bir engel ise
Alevi- Bektaşiler elbette bunu benimserler.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
21
Çünkü Alevi-Bektaşiliğin felsefesinin merkezinde Tanrı’nın mucizesi olan insan
vardır. İnsan en yüce varlıktır. İnsan emeği en yüce değerdir.”
Alevilik Anadolu’dur
Şahkulu Vakfı Başkanı Mehmet Çamur’a göre, Anadolu Türkmenleri’nin, “son Celali”
kabul ettikleri Atatürk’e duydukları aşk “platonik” değil; çünkü Cumhuriyet gibi bir
karşılığı bulunuyor
Zeytinburnu’ndaki Erikli Baba dergâhından sonra, Kurtuluş Savaşı’nda önemli
yararlılıklar göstermiş bir başka Cemevinde; Göztepe’deki Şahkulu dergahındayız.
Bugün, İstiklal Mahkemeleri’nde “hain” olarak
yargılanırken, Müdafa-i Milli’nin belge yollayarak
“Benim elemanım” dediği Topal Tevfik’in
makamında bulunan Şahkulu Vakfı Başkanı
Mehmet Çamur, yönettiği kurumu “700 yıldır, tüm
zor koşullara karşın yaşamını sürdüren bir onurlu
Türk dergahı” olarak tanımlıyor. Şahkulu Dergahı
da, tıpkı Erikli Baba gibi 1925 yılında faaliyetine
son verilen tekkeler arasında görünse de, Kuvayı
Milliye’ye verdiği olağanüstü destekten ötürü fiilen
kapatılmamış.
Savaş kazandıran önder
Aleviler’in Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde
giriştikleri bütün hak ve hukuk savaşımlarının
yenilgiyle
sonuçlandığını
belirten
Çamur,
Babalılar, Şeyh Bedreddin, Şahkulu ve elbette
Celali gibi ayaklanmalardan örnekler verdikten
sonra şöyle bir soru atıyor ortaya. Belli ki yoğun bir “devşirme” tehdidiyle karşı
karşıya olan Alevilerin de sorgulamasını istiyor bu konuyu:
“Aleviler tarihte sadece bir kez Mustafa Kemal Atatürk’le kazandıkları halde neden
bugün kaybedilen savaşlara övgü düzenler M.Kemal Atatürk’e eleştiri getirir ve Alevi
kitle ile M. Kemal Atatürk arasına mesafe koymaya çalışırlar?” Bu sorunun cevabını
verecek olan yine kendisi.
“Sadece bir kez kazandığın savaşın önderine şaşı bakmanın gerekçesi”
olamayacağını ifade ediyor Çamur. Ona göre, “Saltanatın kaldırılması, hilafetin ilga
edilmesi, laik cumhuriyetin kurulması, ümmetten olmaktan çıkıp ulus devlete geçiş,
kul değil, yurttaş sayılmış olmak…” az buz iş değil.
Eee bu işleri başaran da Atatürk’ten başkası değilse eğer; “Alevilerin sonsuz sevgi ve
saygı duyması doğaldır ve aynı zamanda borcudur” diyor Mehmet Çamur. Ekliyor:
“ 13.yüzyılda Anadolu’da Hacı Bektaş Velilerin, Ahi Evranların, Mevlanaların ve
Yunus Emrelerin ektiği aydınlanmacı tohumları 20. yüzyılda tekrar yeşerten ve
yaşama geçiren biri sevilmez mi?”
“Alevilik Orta Asya’da Ahmet Yesevi’den Ortadoğu’da Hazreti Ali’ye dek Müslümanlık
ikliminde boy atmıştır; Anadolu’da Hacı Bektaş’la toprağa kök salıp Balkanlar’a
geçmiştir…Ama, Alevilik Anadolu’dur…” diyen Şahkulu Vakfı Başkanı, Cumhuriyetin
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
22
değerleri yok edildiğinde eski zulüm günlerine geri dönüleceğinin bilincinde olan
Aleviler için Atatürk’ün yaptıklarının “olmazsa olmazları” olduğunu vurguluyor.
Hamidiye alaylarıyla katlettiler
Yandaş medyada haklarında çıkan haberlere de tepki gösteren Mehmet Çamur,
Anadolu Türkmenleri olan Alevilerin duruşunu ve bu yayınlara tepkilerini şöyle
özetliyor: “Aleviler, üniter-ulus devletten yanadır, laik cumhuriyetten yanadır, Anadolu
aydınlanma devriminden yanadır, hümanizmadan yanadır, eğitimin bilimsel ve laik
olmasından yanadır, halkçılıktan ve devletçilikten yanadır, yurtseverlikten yanadır,
devrimcilikten yanadır.. PKK bunların hangisinden yanadır? Bu propaganda ile
amaçlanan, Sünni inançlı yurttaşları bize düşman etmektir. Hamidiye Alayları’nda,
Çaldıran’da, Babalılar Ayaklanmasında(Malya Ovası Savaşı) Alevilere karşı savaş
verenler kimlerdi? Alevi kırımlarında Şafi kökenli şeyhulislamlar fetva vermediler mi?
Ebussuud kimdi ve hangi inanç ve etnik kökendendi?”
Bu sevgi yok edilemez
Atatürk’ü “Son Celali” olarak tanımlayan Mehmet Çamur, “Alevilerin M. Kemal Atatürk
sevgisi platonik bir sevgi değildir.. Karşılığı olan bir sevgidir.. Aleviler evlerine ve de
cem evlerine M. Kemal Atatürk’ün resmini sevgi ve saygıyla asarlar.. Devriye inancı
gereği M.Kemal Atatürk’ü, Hz. Şah-ı Merdan Ali’nin don değiştirmiş hali olarak da
görürler. Az bir şey mi?” derken, Cemevlerinde Atatürk’ün resminin bulunmasına
karşı çıkanlara da ateş püskürüyor:
“Cemevlerindeki Atatürk resimlerine karşı çıkanlar Sevr’cilerdir.. Ama bizler
Lozan’cıyız.. Bunu dillendirenler, işbirlikçiler, AB/ABD fonlarından beslenenlerdir.
Onları iyi tanırız.. Kar etmez sözleri bize.. Eğer Şahkulu’na gelenler Atatürk’ün
büstüne niyaz ediyorsa bu sevgi yok edilemez..”
Şahkulu Vakfı Başkanı sözlerini anlamlı bir selamla noktalıyor: “Ant olsun, şart olsun,
yolun yolumuzdur. Yolunu yol edenlere selam olsun…”
İstanbul Göztepe’de bulunan Şahkulu Dergahı da tıpkı Erikli Baba Dergahı gibi
Kurtuluş Savaşı’nda yararlılık göstermiş. Şahkulu Vakfı Başkanı Mehmet Çamur ise
tam bir Atatürk sevdalısı.
Dizinin
son
sizden geldi:
sözü
Eline, beline, diline
sahip ol
* 13.yüzyılda Hacı
Bektaş Velilerin, Ahi
Evranların,
Yunus
Emrelerin
ektiği
aydınlanmacı tohumları
20. yüzyılda tekrar
yeşerten biri sevilmez
mi?
*
Cemevlerindeki
Atatürk
resimlerine
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
23
karşı çıkanlar Sevr’cilerdir.. Ama
beslenenlerin sözleri kar etmez…
bizler
Lozan’cıyız..
AB/ABD
fonlarından
* Hamidiye Alayları’nda Alevilere karşı savaş verenlerin kimler olduğunu da, Alevi
kırımların fetva veren şeyhülislamların kökenlerini de iyi biliyoruz… Son bir haftada eposta kutuma gelen mesaj sayısının ikiye, kimi günler üçe katlanması bu diziyle iyi bir
şey yaptığımıza dair inancımı arttırdı.
Çata patacılar saldırdı
Dizi devam ederken Mehmet Tezkan’ın Milliyet’teki “Sıra Atatürk’e geldi” başlıklı şu
yazısını okuyunca yüreğime su serpildi. Yeniçağ ekibi olarak meselenin “bam teli”ne
bastığımızı anladım: “Bakla ağızdaydı, bir türlü çıkmıyordu.. İktidar yanlısı çata patacı
baklayı çıkardı.. Alevi dernekleri referandumda ’hayır’ oyu vereceklerini açıklayınca
çata patacı acayip sinirlenmiş.. O sinirle bakla ağzından düşüvermiş.. Demiş ki:
”Cemevlerinde, Hz Ali’nin yanında bir de Atatürk posterini asan bir inanç grubunun,
’bürokrasiyi ve statükoyu’ desteklemesi normal değil mi?
Alevilerin suçunu anladınız değil mi? Çata patacının ’bunlar statükocu’diye aşağılama
nedenini.. Atatürk posteri asmak.. Anlaşılan.. Sıra Atatürk’e geldi.. Baksanıza..
Tetikçiler ortaya çıkmadan öncü çata patacı atışlara başladı.. Yandan yandan..
Atatürk’ün resmini asarsın ha.. Vay…… vay
Hacıbektaş protesto’nun yeridir(!)
Yine dizi devam ederken yandaş medyadan yükselen “Hacıbektaş iktidarı protesto
yeri değildir” ağlamalarına şahit oldum ve Alevilerin bu ülkenin temellerini korumak
noktasında “sağlam” kalan son kalelerden olduğuna dair güvenim pekişti. Çünkü
Hacıbektaş, tam da zalimi, insafsızı, haini, işbirlikçiyi protesto yeriydi aslında.
Milli Mücadele’nin hedefinin, Cumhuriyet’in adının ilk kez anıldığı yerdi, kurtuluş için
savaş verecek cesur Anadolu insanının eline silahın, silahını alacak paranın verildiği;
“kılıç kuşandığı” yerdi…
Okuyucuların, Hacıbektaş’ın “Eline, beline, diline sahip ol” öğüdünün “aslında” ne
anlama geldiğini yazmamız konusundaki baskısı o mücadelenin devam ettirildiğine
dair en anlamlı örnek oldu; El vatandı, devletti ülkeydi çünkü… Bel kanınla çizdiğin o
sınırlar ve dil güzel Türkçen…
Yani vatanına sahip çıkmaktı Aleviliğin şartı, sınırına sahip çıkmaktı, lisanına sahip
çıkmaktı.
Seyit Rıza’nın torununu kim öldürdü?
Rıza Zelyut konuya dair koca bir kitap hazırladı; “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza
Gerçeği” ilgilisine okumasını tavsiye ederim.
Diziyle ilgili röportajı tamamladıktan sonra, bir konuşmamızda “eksik” kalan bir
noktayı hatırlatmıştı Cemal Şener. Şimdi tam da Tunceli’deki Seyit Rıza heykeli
tartışmasıyla alevlenmişken ortalık, belki yeridir hatırlatmanın:
“Bugün Seyit Rıza’yı savunan Kürtçü hareketin, 1990’lı yıllarda Seyit Rıza’nın torunu
Polat Bey’i öldürdüğünü bizzat Tuncelililer anlatıyor!”
Yine döndük dolaştık “Hiçbir şey göründüğü gibi değil bu ülkede” noktasına geldik
değil mi?
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
24
Şener benzer bir örneği de Şeyh Sait’ten veriyor. 1925’te Dersimdeki aşiretleri
“ayaklanmaya” çağıran Şeyh Sait, “Kızılbaşların kestiği yenmez” deyip sofraya
oturmayınca Alevilerle görüşmesi başlamadan bitiyor. Ve Aleviler Dersimde
Atatürk’ün yanında yer alıyorlar.
Selcen Taşçı
Tanrı Türk’ü Korusun
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
25
Download