Sünnilik nedir?

advertisement
Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka
dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Kuran / Araf 3
Sünnilik nedir?
,,Kurana iman ettim,, diyenlerin algılaması gereken gerçekler
H. Hüseyin Biçer
17.08.2014
Bu makalenin amacı bize din adı altında yansıtılanların sorgulanmasıdır. Sünnilik beşeri bir olgudur ve karşımıza din
alanında ve diğer alanlarda çıkmaktadır. Oluşturulan sünnilik öğretileri ile insanlar Allaha değil, birilerine kul
olmaktalar. Kul olunanlar; din adamları, ruhban sınıfı olan Şeyhler, kapitalistler, toplum kahramanları vs., yaşanan
hayatta Kuran öğretilerine alternatif öğretiler koyan her insan, topluluk veya ideolojilerdir.
Kuran benim Kitabım diyenlerin kendilerini bu öğretilerinden ayrıştırması ve sadece Kuran öğretilerine sımsıkı
sarılması gerekmektedir, ki Rabbi Allah olsun. Zira, bizlere vahiylerle Din belirlemek (Gayb bilgisi, öğreti ve Hüküm
vermek) sadece Allaha mahsustur. Tevhidin anlamı da budur.
İslami sünniliğin temellendirildiği Hadis Külliyatını derinden incelendiğimizde tamamen çelişkilerden oluşan bilgiler
karşımıza çıkmaktadır. Birbirini yalanlayan, Allaha, Resulüne, Annelerimize, Ashaba yapılan çirkin iftiralarla dolu
rivayetler Hadis Külliyatını oluşturmaktadır. Bu külliyat öğretileri malesef Allah adına din belirlemektedir. Allah,
kendi adına Din koyma yetkisini Resul veya Alim de olsa kimseye vermemiştir. O hükmünde kimseyi ortak kılmaz.
Bu sebeble içinde bulunduğumuz tehlikeli duruma dikkat çekmek için aşağıdaki tespitleri dile getirdim. Samimiyetle
aklederek ve Kuranla denetimini yaparak incelemenizi arzu ederim.
Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun.
Yıktın da din-i mübini yeni bir din kurdun.
Doğrudan doğruya Kuran’dan alarak ilhamı.
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.
Safahat – M. Akif Ersoy
Sünnilik nedir?
Tanımı:
Sözlük olarak; yol, tarz üzere olmak, veya takip etmek anlamı vardır.
İstilahi olarak; birinin öğretilerine sorgusuz teslim ve tabi olunarak uygulanmasına sünnilik denir. İslam dünyasında
1
Sünnilik denilince; Muhammed nebiden rivayet edilen öğretilere tabi olunarak islamı yaşamak akla gelir. Oluşumu
ise; resul sonrasında fetihlerin zorlaması ile islamlaşan halkların kendi islam sentezleri sonucunda ortaya çıkmıştır
ve bu halkların ortak mozaik kültürüdür.
Ehli Beyt ve Ehli Sünnet siyasi ayrıştırmaların sonucunda ortaya çıkmıştır ve bu iki gurup da ortaya çıkışlarından
beri sünnidirler. Aralarındaki terk fark rivayet zinciridir. Ehli sünnet, ravileri yani ashabı kutsama yolunu seçerken,
Ehli Beyt ise resulün sadece Ali den gelen soyunu kutsamış ve ravi zinciri oluşturmuşlardır. Rivayetlerle ortaya çıkan
din anlayışı ise sünnilikten başka bir şey değildir. Kendilerine özgü geliştirdikleri fıkıh sebebiyle de ayrı ayrı iki batıl,
islam dışı din karakteristiğini bünyelerinde barındırmaktalar.
Tarihi:
Sünniliğin ortaya çıkışı hakkında kesin bir bilgi yoktur, lakin insanın nefsinde bulunan tabi olma veya taklit etme
melekesinden dolayı insanın yaratılışına kadar geriye gittiğini tahmin ediyorum.
Beşerde bir meleke olması sebebiyle islam ile ortaya çıkan bir olgu değildir, daha çok beşeri sosyal bir olgudur.
İslam toplumu Resul neslinden sonra sünnileşti. İslam olmayan topluluklarda aynı şekilde sünnidirler, yani
birilerinin öğretilerini taklid eder veya tabi olurlar. Hemen hemen her toplum, sadece vahyin yaşandığı dönemler
hariç sünnidir. Mekkedeki müşrikler de atalarının öğretilerine tabi idiler ve atalarının sünnetini yaşamaktaydılar.
Belirgin vasıfları:
2
İslami sünnilik; mezepotamya halklarının rivayetlerle resule kadar götürdüğü öğretilerin din olarak kabulüdür.
Sünni öğretinin sorgulanmasını ve tetkik edilmesini engelleyen kutsanmışa tabii olma karekteriyle bu noktada
3
4
sünnilik dogmatiktir . Kutsanmışlar sorgulanamaz . Sünniliğin kaynaklarının ve öğretilerinin sorgulanması tekfir
sebebidir. Bu öğretileri ve kutsanmış ashabı/ravileri sorgulayan mürtedtir. Yine aynı şekilde Ehli Beyt te Ali
soyundan gelen imamların masumiyeti/korunmuşluğu sorgulanmaz. Sorgulayanlar da aynı şekilde mürted ilan
5
edilirler. Sorgulama yasağının sebebi ise; sünnilik dinleri kendi içinde çelişkili zanlar üzerine kurgulandığından
dolayı temelinin çürük olmasındandır. Bu sebeble dokunulmasına izin verilmez, zira en küçük bir sarsıntıda her an
çökebilir, korkusu vardır. Kuranda bu sebeble terk edilmiştir, zira Kuran sünniliğin çelişkilerini açıklar.
Diğer kültür ve dinlerde de durum aynıdır. Kurandan örnek verelim; diğer resuler gibi İbrahim Resulün kıssasında
da değinilen ve Muhammed resulün yaşantısında verilen mücadelede o müşriklerin sünni inançlarının sorgulandığı
ve doğruların açıklandığı Kurandan açıkca anlaşılıyor. Mücadele ile ilişkin ayetlerde sürekli olarak akletmeye ve
düşünmeye yer verilmesi sünniliğin dogmatik karekterinden kaynaklanmaktadır. Sünni dogmatik karakter tetkik
Seite
Muhammed vahiy alan nebi ve bunları açıklayan resuldür. Sünnilik, Muhammedin resullüğünü (Kuranı) arka plana atarak
kendisini vahiylerden soyutlar. Önemli olan rivayetlerdir.
2
Mezepotamya bölgesi; Azabeycan, İran, Irak, kısmen Türkiye, kısmen Afganistan ve Pakistan, Suriye, Lübnan, Filistin, Arab
yarım adası ve Mısırı kapsar.
3
Türk dil kurumuna göre: dogma 1.Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul
edilmesi. 2. fel. Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas, inak: “Dogmaların en
geçerli olduğu alan din alanıdır, burada yalnızca inanılır.” -M. C. Anday
4
Kuran öğretilerinde beşer olan Resuller kutsanmazlar. Kuran onları; bir beşer olarak sadece Allahın vahiylerini tatbik eden ve
insanlara açıklayan kullar olarak tanımlar. Kutsanma yaratılışı gereği hatadan uzak olanlar için vardir. Örneğin vahiy getiren,
insanın yaratılmasında elçilik yapan ve Allah yolunda mücadele eden Melek Cebrail dir. Kuranda Ruhul Kudüs olarak geçer.
5
Kurandan zan hakkında bir kaç ayet:
En’âm 116 Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye
tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
Yûnus 36 Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların
yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.
Fussilet 23 Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.
Bakara 2 O kitap (Kur'an); onda asla şüphe/çelişki yoktur. O, müttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol
göstericidir.
1
1
eden ve sorgulayan düşünceyi kolayca tekfir eder ve başarısız kalındığında da öldürmeye kalkar. Bu bağlamda
Kuran resullerin ve mücadeyi yapan müslümanların katledilişlerini anlatır.
Sünnilik hayatın akışında her alanda ortaya çıkabilir. Bunlar çoğu zaman siyasi ve dünyalık değerler tarafından
ortaya konur. Bu sebeble tarihte ve günümüzde sünniliği her alanda görmekteyiz. Bütün ideolojik akımlar, ırkçılık,
sosyalizm, demokrasi, kapitalizm, bölgeselcilik, şuculuk, buculuk vs. vs. hep sünnidirler. Yani birileri tarafından
ortaya öğretileri konur ve dogmatik olarak insanlar bu öğretileri taklid ederler/yaşarlar. Yine günümüzdeki
Hıristiyanlık, Budizm, Musevilik, Siyonizm vs. vs. de sünnidirler.
Resuller-nebiler sünni kurguyu yapanlar tarafından ilah derecesinde aşırı derecede yüceltilirler. Uzeyirin, İsa nın
ilahlaştırılması, Muhammedin Allahtan daha çok saygı ve sevgi görmesi, kainatın efendisi (Allahın ismidir)
sıfatlaması, hatta bütün alemlerin onun aşkına yaratılması gibi inançlar sünniliğin bu özelliğinden kaynaklanır. Bu
aşırı kutsanma sünnilikte mutlaka olması gerekir, çünkü kutsananlar üzerinden sunni öğretilere tabi olma
gerçekleştirilir. Kutsamanın bugünkü islami sünni toplumlarda hangi boyutta olduğu küçük bir gözlemle tesbit
edilebilir. Örneğin: Allah adı geçtiğinde en küçük bir yüceltme ifadesi olmazken, Muhammed adı zikredildiğinde
mutlaka onu yüceltici takılar ve kutsayıcı selavat getirilir. Allah adı yalın anılırken, Muhammed adı yalın anılmaz. Bu
hakaret kabul edilir. Aynı olayı tarikatlarda daha da canlı görebilirsiniz. Muhammed adı anıldığında mürid yerinden
hoplar, cezm olur. Allah adı anıldığında resul adına verilen tepkinin yüzde birini göremezsiniz.
Bu bağlamda başka bir örnekte Osmanlı padişahlarına verilen sıfatlar ve isimlerdir. Aşırı yüceltilmeyle insanların
itaati hedeflenir. Gerçekte bu yüceltme propagandası insanların kendilerine itaati için ucuz manupuleden başka bir
şey değildir. Yüceltilmeye layık olan sadece ve sadece Allahu azumüşşandır.
Dini Sünnilikte adına kurgulananların Allaha götüren Aracı, kayırıcı, günah üslenici vasıfları da vardır. İsevi sünnilikte
İsa nebiye aracılık ve günah üslenicilik vasfı yüklenirken, islami sünnilikte Muhammed nebiye Allahı öğreten,
insanları temizleyen, Allaha yakınlaştıran aracı ve Allahın huzurunda ümmetine kayırıcılık yapan vasıflar
yüklenmiştir. Sünniliğin rivayetleştirilmiş öğretilerinde bu tür vasıfları açıkça görebiliriz. Örnek: Şu an islami sünniler
Sünnet namazları kılmayla ve açıktan ‘şefaat ya resullullah’ istemi ile Allahın huzurunda resulden kayırıcılık arzu
etmekteler ve bu eylemler uydurulan rivayetlerle hadis kitaplarında Din öğretisi olarak kurgulanmıştır.
Yine, Kurana alternatif sünni öğretileri kurgulayanlar da öğretilerine mutlaka ilahi ilham veya vahiyle teyid alır. Bu
sebeble Celaleddin Rumi, Said Nursi, Buhari, vs. öğretilerinde Allahtan doğrudan ilham aldıklarını açıkca dile
getirirler. Diğer kültürlerde de ya bilge insan yada dokunulmaz kahraman karekteri oluşturulur. Örneğin; Lenin, M.
Kemal olduğu gibi.
Postmodern çağında da sünniliğin şahıslardan daha ziyade topluma-kuruma maledildiğini ve kurgulandığını
görüyoruz. Hümanizm, sosyalizm, demokrasi vs. vs. örneklerinde olduğu gibi. Bu sünnilik uygulamasında da yine
değerler ve öğretiler dogmatik yapıya sahiptir ve tartışılmaz doğrular olarak kabul görür. Tekfir özelliği her yönden
toplumdan dışlanma olarak ortaya çıkar. En çok kullanılan dışlama terimleri; yobaz, gerici, cahil, terörist,
fundementalist vs. vs.
Nisâ 26
(Medenî 92)
A’râf 185
(Mekkî 39)
Enfâl 38
(Medenî 88)
Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezipdolaşın da yalanlayanların sonu (akibet) nasıl oldu bir görün.
(Sünnet: Daha önceleri elçi gönderilip vahiy indirdirilen toplulukların elçileri, vahiyleri
yalanlamaları ve saldırgan tutumlarından dolayı uygulanan ‚helak edilme‘ kanunu.)
Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi
kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Sünnet: Kuran ile aynı olan daha önce resullere gelen vahiyler)
Onlar, göklerin ve yerin 'bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete' Allah'ın yarattığı şeylere
ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık
hangi söze inanacaklar?
(Sünnet: kanun, nizam, düzen)
O inkâr edenlere de ki: 'Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır.
Ama yine dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet, muhakkak (onların
başından da) geçmiş olacaktır. (Sünnet: ‚helak edilme‘ kanunu.)
Seite
Âl-i İmrân 137
(Medenî 89)
2
Kuran da Sünnet kavramı:
Kuranda Sünnet veya Sünnetler kelimesi geçen ayetler (benim tesbit edebildiklerim) aşağıdadır. Bu ayetleri
incelemek isteyenlere, mutlaka bu ayetleri sure ve konu bütünlüğü içinde okumalarını tavsiye ederim. Ayrıca
ayetlerin birbirini tamlayıcı olduğu ve tefsir ettiği gözden kaçırılmamalı ve birbirleriyle olan bağın iyi kurulmasına
dikkat edilmelidir. Daha iyi anlaşılacaktır.
Hicr 13
(Mekkî 54)
İsrâ 77
(Mekkî 50)
Kehf 55
(Mekkî 69)
Ahzâb 38
(Medenî 90)
Ahzâb 62
(Medenî 90)
Fâtır 43
(Mekkî 43)
Mü’min 85
(Mekkî 60)
Fetih 23
(Medenî 111)
Onlar ona (indirilen kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.
(Sünnet: daha önceleri indirilmiş, fakat tahrifata uğramış, orjinliği unutulmuş vahiyler)
(Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik
bulamazsın.
(Sünnet: Son resulün görevi de daha önceki resullerin aynısıdır. Allaha Kul olmak ve Allahın
vahiylerini insanlara bildirmek. Bu hiç bir zaman değişmez)
Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma
dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya
azabın onları karşılarcasına gelmesi(ni beklemeleri)dir.
(Sünnet: Helak etme emridir)
Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiç bir güçlük
yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın bir sünnetidir. Allah'ın emri
takdir edilmiş bir kaderdir.
(Sünnet: Son resulün görevi de daha önceki resullerin aynısıdır. Allaha Kul olmak ve Allahın
vahiylerini insanlara bildirmek. Bu hiç bir zaman değişmeyen kader/kuraldır.)
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ınsünnetidir.
Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
(Sünnet: Daha önceleri elçi gönderilip vahiy indirdirilen topluluklara elçileri, vahiyleri
yalanlamaları ve saldırgan tutumlarından dolayı uygulanan ‚helak edilme‘ kanunu.)
(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli
düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik
bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
(Sünnet: Helak emri, azab etmek ve kanun, kural)
Ama Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiç bir yarar
sağlamadı. (Bu,) Allah'ın kulları arasında sürüp-giden sünnetidir. İşte kafirler burada
hüsrana uğramışlardır.
(Sünnet: hiç değişmeyen helak edici kural)
(Bu,) Allah'ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir
değişiklik bulamazsın.
(Sünnet: hiç değişmeyen helak edici kural)
Yukarıda alıntıladığım ayetlerdeki sünnet tanımı şu an müslüman dünyasının benimsediği sünnilikten tamamen
farklı bir tanımı ortaya çıkarmaktadır. Kuranda sadece Allahın sünneti zikredilir, ki bu değişmeyen tarz-kural-kanunnizam-kader anlamındadır. Geçmiş ümmetlerin sünneti de; resullere gelen, aynen Kuran ile olduğu gibi, Allahın
belirlediği ve uyulması gereken hükümleri bir beşer resule indirmesidir. Bazı topluluklarda nesilden nesile devam
6
eden nebilik müessesi ile indirilen hükümlerin korunması ve uygullanması kontrol altına alınmıştır. Bunu İbrahim
ile İsa arasındaki nebilerden bahseden ayetlerde görüyoruz. Nisa 26 da da açıkca bu değişmeyen ve daha önce de
aynısı indirilmiş hükümlere (İbrahim, Musa ve İsa ya indirilenlere) uyulması vurgulanır. Açıkca yine resuller adına
halkın oluşturduğu sünnet anlayışı düzeltilir ve Kuranla aynı olan geçmiş resullere gelen vahiylere ve hükümlere
uyulmasını vurgular. Bu ayet Medine de yaşayan musevi topluluğun Kuranla açıklanan hükümlere karşı çıkmaları
üzerine indirilmiştir. Yahudi din adamları aynen şu anki islam dünyasında olduğu gibi rivayetlerle kendi anlayışlarına
uygun din hükümleri içeren sünniliği oluşturmuşlardı. Bu musevi sünniliğin hükümlerini fesheden Kuran hükümerini
de yahudi din adamları kabul etmiyorlardı. Bu ayette Musa ya ve daha önceki resullere gelen hükümlerin aynısı
olan Kuran hükümlerine uyulması gerektiği vurgulanmaktadır. Nisa 26 dan çıkarılması gereken sonuç; dün, bugün
veya yarın insanların rivayetleştirdikleri sünnete değil Kuranda açıklanan Allahın hiç değişmeyen sünnetine
uyulması gerektiğidir. Yani öncekilerin rivayetlerine değil, sadece Kurana uyulması gerekir, zira hüküm vermek
sadece yaratıcı Allaha aittir. Resullerin, Ataların, din adamların, şeyhlerin, üstadların din hükümleri koyma hakkı
tevhid dininde yoktur. Tekraren; gaybi bigileri vermek ve hükümleri koymak sadece yaratıcıya aittir.
Seite
Ankabut 27 bakınız. Allah merhameti gereği indirdiği vahiyleri toplum azmadığı sürece Nebilik müessesi ile aktuel tutmuştur.
Bunun sebebi de insanların zihinsel ve teknolojik gelişiminin vahiyleri koruyacak düzeye ulaşmamış olmasıdır. Edebi, dil ve
teknolojik düzey Muhammed resulün döneminde yeterli safhaya ulaştığında (nübüvvet) Vahiy ve resüllük müessesi son
bulmuştur. Son nebi ve resulden sonra insanlar indirilenleri yaşamak ve diğer insanlara bunları bildirmekle yükümlüdür, başka
deyişle son nebiye indirilenlerin elçiliğini yapmakla yükümlüdür. (Bakara 159)
3
6
Bunu günlük yaşantımızdan bir örnekle algılayalım: Bir cihaz satın aldığınız da açar o cihazın kullanma kılavuzuna
bakarsınız ve oradaki talimatları uygularsınız. Şayet imalatıçının talimatlarını takip etmezseniz ve kendi bilginizle
(rivayet sünilliği) hareket ederseniz, aldığınız cihaz ya çalışmaz yada kısa sürede bozulur, veya da istediğiniz verimi
alamazsınız. İşte insanı yaratan Allah insana kendi kullanım kılavuzunu vahiylerle verir. Bu talimatlara ve bilgilere
uyanlar bozulmazlar ve değer bulurlar, uymayanlar da bir işe yaramadıkları için cehennem çöplüğüne atılırlar.
İslam dünyasında sünniliğin yapılandırılması için zihinlerde reform edilen ayetler incelendiğinde resule uymayı
Allah, resulle açıklattığı vahiylere-hükümlere uymak olarak belirler, zira vahiyler bütün insanlara içlerinden bir
7
beşer vasıtasıyla açıklattırılmıştır. Resullere sadece vahiy elçiliği görevi verilmiş ve bu elçilik vasıtasıyle Allah
8
insanlara din koymuştur. Allah hükümranlığına resulde olsa kimseyi ortak etmez. Zaten tevhidin temel ilkesi de
budur. ‘Muhammedin abduhu ve resulu’ ilkesi de bunu teyid eder. Resuller gelen vahiylere hem kendileri uymuş ve
hemde bu vahiyleri geldiği şekilde iletmişlerdir. Kendileri en küçük bir değişiklik, gizleme, ekleme, çıkarma
yapmamışlardır. Böyle bir olay olmuş olsaydı, Allah elçinin can damarını koparacağını ve kat kat azapla
cezalandıracağını Kuranda açıklamaktadır. Bazı durumlarda resullerin zayıf kaldıkları ve hata yapacakları
9
zamanlarda da hemen uyarıldıkkarı Kuranda sabittir. Yine zihinlerde reforme edilen başka bir ayette resülde güzel
örneklerin bulunması ve bunların alınması tavsiyesidir. Burada dikkat edilirse taklid değil, bilakis resulde örnek
olmasıdır.Taklid dogmatik iken örnek almak bilgiyi, yani tetkik ve sorgulamayı gerektirir. Bunuda zaten ayetlerle
10
müslümanın vasıfları olarak açıklar.
Kuranı incelediğimizde esas mücadelenin bugünkü tanımıyla sünniliğe karşı verildiğini görüyoruz. Gelen vahiyleri
tekfir eden müşriklerin vasıflarını açıklarken onlarda bu günkü sünniliği tanımlar ve bunun batıl bir anlayış olduğunu
delillendirir. Atalarından gelen dinin; rivayet dini, bugünkü tanımıyla sünnilik dini olduğunu ve bunun hiç bir delile
11
dayanmadığını belirtir. Aynı şekilde ehli kıtabında ürettiği, kendi elleriyle yazdıkları ve dinleştirdikleri sünniliği terk
12
edip Kuranla aynı olan daha önceden Allahın indirdiklerine tabi olmalarını Allah açıklamıştır.
Kuran belirgin olarak Sünnilikteki dogmatik ata öğretilerine-sünniliğe tabii olma karekterini sorgular ve doğru olanı
açıklar. Yani akletmeyi ve hiç bir ilmi delile dayanmadan inanılan şeyleri tetkik etmeyi insanlara ısrarla önerir.
Örneğin; İbrahim in baltayla putları kırdıktan sonra baltayı en büyük putun boynuna asması olayında olduğu gibi.
İslami sünniliğin incelenmesi
İslami sünniliği daha iyi anlamak için sünniliğin kurgulandığı kaynakların tetkik edilmesi gerekir. Hadis kitapları
olarak bilinen kitaplar resulden, ashabtan raviler zinciriyle yapılan rivayetleri kapsar. Bu kaynakları oluşturanlar
yapılan rivayetleri kendi kriterlerine uygun şekilde sistematize etmişler ve bunları değerlendirmeye tabi
tutmuşlardır. Aşağıda bu değerlendirmelerin önemli olanından birkaçını ele alacağız.
Hadis kitaplarında yer alan rivayetleri tetkik için gerekli olanlar:
- Resule gelmiş Vahiyler; Kuran bilgisi
- Kuranda açıklanan düşünüp doğruyu bulma aracı: Akıl, Mantık
- İyi niyet: Doğruyu bulmak için samimiyet
- Fenni ilimler: Şu an kanıtlanmış, sünnetullah çerçevesinde Allahın insanlara öğrettiği fiziki/doğa kanunları
bilgileri, insanı inceleyen ilimler,
- Allahın öğrettiği Dil ve edebiyat bilgileri: Kuranda aktarılan resulün ve diğer resullerin söylemlerindeki
sözlerin dil ve edebiyat tarzı ile hadislerin dil ve edebiyat tarzı mukayese edilmeli.
7
Kehf 56 Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz….
Kehf 26 De ki: '……Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.'
9
Isra 73. Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden
saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. 74. Eğer seni sebatkar kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse
onlara birazcık meyledecektin. 75. O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı
kendin için bir yardımcı da bulamazdın.
10
Zümer 18 „Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar,
temiz akıl sahipleridir“
11
Lokman 21. Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya
şeytan; onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!
Zuhruf 22. Hayır; dediler ki: 'Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde
doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz.'
Bakara 170 Ne zaman onlara: 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar: 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye
(geleneğe) uyarız' derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
12
Nisâ 26 Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Seite
4
8
a.
Sünniliğin temellendirildiği rivayetlerin incelenmesi:
Hadis tetkiki
Hadis, yani söz adı altında resulden geldiği iddia edilen aktarımlardır. Bu sözlerin Kurana arz edilerek incelenmesi
gerekir. Yukarıdaki donanımlarla hadis kitaplarını açınız ve hadisleri inceleyiniz. Örnek olarak bir hadisi inceleyelim:
Resulden rivayete örnek:
“Allah Teala Hz. şöyle buyurdu: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir."(K.S.5849 C.16
B.1993 alıntıları Buhari, Tevhit 35, Müslim, Zikr 1, (2675), Tirmizi, Züht 51, (2389))
HADİSİN TETKİKİ: Kullar, Allah hakkında iyi veya kötü zanda bulanabilirler. Bir kimsenin Allah hakkında iftira en kötü
zanda bulunması mümkündür, o taktirde iddia ettikleri hadise göre Allah kötüdür manası çıkar ki, Allah’ı öyle bir
şeyden tenzih ederiz. Allah kullarının zannına göre değil, kendi zatına göredir. Zan kendi başına hakikatten hiçbir
şey ifade etmez. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle bildirilmiştir. Mealen:
- (Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak
koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Müslümanlar için bekledikleri kötülük
çemberi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır.
Orası ne kötü bir yerdir! /Fetih 6
-Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Muhakkak ki
Allah onların ne yaptıklarını bilir.10/36
-Allah’ı gereği gibi bilemediler. Halbuki Kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucu içindedir, göklerde sağ
elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.39/67
-Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar, şahitler de: “İşte
Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır."diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.
Hud/18
-Bak nasıl Allah’a yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter. 4/50
Görüldüğü gibi uydurdukları hadis, Kur’an’a aykırıdır ve Allah’a ve resulüne karşı bir iftira ve isyandır. Kuran
okumayan insanlar bu hadise inanırlarsa hiç bir zaman mümin olmazlar, kendilerini mümin olarak görselerde. Hadis
külliyatı yüzlerce imanı bozacak ve insanı kıyamette hüsrana götürecek islam dışı tanımlarla doludur. Bu tür
tanımlar islamlaşan halkların resule atfedilerek dinleştirdiği sentez din bilgileridir.
Ashabdan yapılan rivayetlerin tetkiki
Hadis külliyatında bulunan Ashabdan yapılan rivayetleri incelemek için bir örnek:
Seite
HADİS TETKİKİ:
İddia ettiklerine göre, bir tanesi ki kim olduğu belli değil, iki kişi Aişe’ye giderek Peygamberin cünüplükten nasıl
yıkandığı konusunda soru sormuşlar. Güya, Aişe yıkanarak onlara öğretide bulunmuş. Arada perde vardı demeleri
ise lafı dallandırmalarından başka bir şey değildir. Zira yıkanan görünmeyecekse, yıkanmak suretiyle tarifte
bulunmanın bir manası yoktur. Görünmesi halinde yıkanarak tarifte bulunması mümkün olur. Nitekim, başına üç
kere su döktü demeleri ve saçın kısalığından bahsetmeleri bunu ima etmek içindir. Olay iddiaları sırf başa su
dökülmesi olayı da değildir, zira cenâbetten yıkanmada bütün vücudun yıkanması söz konusu olduğundan asıl
anlatmak istedikleri, Aişe’nin bu yıkanmayı tatbiki olarak gösterdiğidir. Aişe’ki, müminlerin annesidir. Ona yapılmış
bir iftira bütün müminleri derinden yaralar. Yıkanma merak ediliyorsa, neden gidip kendisinden bayan sahabeler
sormadı da, erkek sahabeler gidip sorsun. Kaldı ki yıkanmayı bir çocuk bile anlaya bilirken, Aişe yıkanmayı niçin
tatbiki olarak erkeklerin önünde göstersin ki? Kaldı ki, belli bir yaştan sonra, İslam dinine göre çocuklar dahi öz
5
Ebû Seleme’nin yaptığı bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin yanına girmiştim.
Yanımda Hz. Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)’ın cenâbetten nasıl
yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı.
(Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevceleri, saçları
kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı." (K.S. 3760 C.10 S.542 Akçağ-1990,
alıntıları; Buhari, Gusl 2, Müslim Hayz 41,42, (319-320); Muvatta, Tahâret 68, (1,44,45); Ebu Dâvud,
Tahâret 97, (238); Nesâi, Tahâret 144, (1,127))
anne babalarını çıplak olarak göremezler. Bu konuda daha birçok şey yazılabilir. Fakat konu üzücü olup uzatmak
istemiyorum. Zira hakaret kastıyla bu rivayeti uydurdukları çok açıktır.
İslam ahlakıyla ilgili olarak, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar.
Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi
çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve akşam namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir.
Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara
bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size
böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58
Görüldüğü gibi, bir müminin, üstünün açık olabileceği üç vakitte, müminlerin odalarına, köleleri, cariyeleri ve buluğ
çağına ermemişlerse dahi, yeğenleri ve diğer mümin çocukları izin almadan yanlarına giremezler. Kendi öz çocukları
da Ergenlik çağına (buluğa) ermeleri halinde, onların da izin almaları gerekir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi (kendileri de)
izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor, Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 24/59
Bu duruma göre ergenlik çağına ermiş bir çocuk kendi öz anne ve babasını çıplak olarak göremez, dolayısıyla kendi
öz anne ve babasından tatbiki olarak yıkanmayı öğretmelerini isteyemez. Bu itibarla, Aişe anamız hakkın da
uydurulan rivayetin, İslam dininde yeri yoktur.
Tetkik konusunda daha binlerce örnek verebilirim, fakat izah amaçlı iki rivayetin makalenin boyutunu aşmamak için
yeterli olduğunu düşünüyorum. Benim kendi tetkikimle vardığım sonuç; bu makalede açıklamaya çalıştığımdır.
Dediğim gibi her sünniliğe tabi insanın mutlaka kendi literatürlerini incelemesi gerekir.
b. İbadetlerdeki sapmalar:
Namaz/Salat:
Bugün islam dünyasının kıldığı namazlar mutevatir sünnet bilgilerine dayandırılır. Sünniler tarafından tanımı: Bu
bilgiler yanılması mümkün olmayan cumhurun rivayetidir ve canlı uygulamayla devam edegelmiştir. Bu yönüyle ele
alındığında doğru gibi görünüyor. Lakin, bugünkü yaşanarak gelen Sünnet bize gelene kadar öyle dönemlerde
yaşanıp aktarılmışki herhangi bir sapmaya uğramaması mümkün değildir.
13
Bizim atadan gelen sünni dine değil, Vahiy dinine tabi olmamız gereklidir, ki resul de bu ilkeye bağlı kalmıştır.
14
Allah resulü de içinde bulunduğu toplumda daha önceleri vahiylerle öğretilmiş olan ve yapıla gelen ibadetleri
uygulamıştır. Bu ibadetlerden bazıları: Müşriklerin İbrahim resulden beri uyguladıkları Hac, Şirk yapmayan Yahudi
ve Hristiyanların ibadetleri ki, kıblesi Küdüs olan Namaz, toplantı günü ve namazı, Oruç, hayvanların Allah adına
kesilmesi, infak etmek, zekat vermek gibi.
Bu sebeble Kuranda ibadetler hakkında tam ve teferruatlı bir bilgi yeralmaz. Gelen ayetlerle bu uygulamalardaki
yanlışlar düzeltilmiş ve bazı kolaylıklar getirilmiştir. Örneğin: Abdestte mest ve toprakla teheymüm kolaylığı,
Ramazan da kadınlarına yaklaşma izni, Kurandan kolaya gelenin namazlarda okunması, gibi.
Bu resul tarafından devralınan ve vahiyle doğru eksenine tekrar oturtulan ibadetler de sünniliğin oluşumunda bazı
sapmaya, ekleme ve değişime uğramıştır. Vahiyle sabitlenmiş ibadet uygulamaları haricindeki bazı uygulamalar
ümmete serbest bırakılmıştır. Lakin sünniliğin oluşum döneminde serbest bırakılan uygulamalar Resul kullanılarak
fıkıh geliştirilmiş haram ve farz koymayla din olmuştur. Din koyma hakkı böylece Allah ile beraber resule de
atfedilmiştir, ki bu şirktir. Tevhid dininde Din (helaller ve haramlar) sadece yaratıcı tarafında konur, resul ve
inananlar uygularlar.
Bizim sadece tek ve kati doğru olan bilgi kaynağımız vardır. O da Vahiylerdir. Bu kaynak bizim ibadetlerimizi tekrar
resul döneminde uygulandığı formuna sokacaktır. Haramları ve helalleri tekrar düzenleyecektir.
İsrâ 36 Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
Bakara 128 Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet
usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
14
Seite
13
6
Saptırılan Salat kavramı:
Burada Salat kelimesini biraz açacak olursak; Salat müminin yaşantısının tamamını kapsar. Mümin fikriyle ve
işleriyle salat içinde olmalıdır. Kuran böyle bir müslüman tasviri çizer. Mümin Rabbine, kendisine, ailesine,
çevresine, toplumuna salat içinde olmalıdır.
Burada konu gereği Rabbe yapılan salatı ele alacağız.
Rabbe olan salat Kuranda çok defa tekrarlanır. Sabah akşam ifadesiyle kulun rabbi ile devamlı ve kesintisiz
bağlatıda olması dile getirilir. Güneş doğmadan ve battıktan sonra, yani günün uçlarında ki, bu zamanlar insanların
çalışma öncesi ve sonrasındaki boş zamanlardır, Rabb ile bağın daha yoğunlaştırılması istenir. Bu zamanlarda Rabbe
yapılan zikrin tam olarak şuurlu ve huşu içinde gerçekleştirilmesi emredilmiştir. Bu da kurallı ve fiziki olarak yapılan
bugün bildiğimiz ve yaptığımız Namaz zikridir. Bu salatın yapılmasındaki en önemli husus işin gücün bırakılarak tam
bir şuur içinde yapılmasıdır. Diğer zamanlarda yapılan Rabbi anışlar iş güç sebebiyle tam bir huşu içinde
olmayabilir. Zikrin ve huşunun azalması müminin Rabb ile bağlantısını azaltır ve zayıflatır. İnsanın bu zaafiyetinden
dolayı Rabbil alemin kuluna kurallı zikri tam olarak dosdoğru şekilde ikame etmesini emretmiştir. Kuranda Allah
namazı vakitli farz kılmıştır.
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken (her durum
halindeyken) zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü
namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. Nisâ 103
Bu Salat /namaz konusunu Kurana arzettiğimizde bugünkü sünni dinde mütevatir sünnet olarak uygulanan ve
Kurana uymayan bir çok şeylerin var olduğunu tespit ediyoruz. Bunları aşağıda belirtelim:
Salata eklenenler:
Namaz için niyet: Farz namazı veya sünnet namazı veya nafile namazı diye herhangi bir namaz niyeti yoktur.
Namaz sadece o vakit diliminde Allahı zikretmek için yapılır. Dil ile söylemeye de gerek yoktur, zira Namazı eda
etmek için bilmek zaten niyettir.
Sünnet namazı: En yaygın dine başkalaştırılan eklemedir. En başında yapılan niyeti ele alalım. Niyet, sünnet salatı
ise ve bu niyet resul yaptığı için yapılıyorsa, resul nasıl niyet etti. Her halde resul şöyle bir niyeti yapmamıştır.
’’Niyet ettim kendi sünnetim salatı kılmaya’’.
Görüldüğü gibi ekleme ve salatı başkalaştırma yaşayan sünnette de var. Bununla ilgili olarak yine salatta Ettehiyatü,
salli, barik duaları okumak da ashabın hayatta olan resul için yaptığı namaz bitimindeki duadır. Bu dualar resul vefat
etmiş olmasına rağmen sünnilikte hala yapılagelmektedir ve namazın farziyetine dahil edilmiştir. Ettehiyatü, salli ve
barik duaları anlamları incelendiğinde bunların canlı olanlara yapıldığı görülecektir. Resul canlı ve hayatta
olmadığına göre bu dualar sünniliğin resul üzerinden kurgulanmasında kullanılmıştır. Bu tür dualarla resülün
yüceltilmesi ve bağın güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bugün bu tür dualar namaz akabinde resulün misyonunu
devralmış müslümanlara yapılması gerekir.
Sünnet namazı dinde yoktur demiştim; Resul vakit namazını eda ettikten sonra genelde bir miktar daha artı namaz
kılmıştır. Bu namaz muhayyer ilave/artı namazdır. Müslümanlar için 4 rekat, 2 rekat sınırlaması yoktur, şahsa
bırakılmıştır. Nihayetinde nafile ibadetidir. Kılınmadığı zaman günah işlenmiş olmaz.
Bugünkü sünnilik inanışında insanlar sünnet namazını Allahtan daha çok resule yakın olmak ve onun (uydurulan)
şefaatine nail olmak amacıyla kılmaktalar. Bu ise tam anlamıyla bir fısk ve şirktir.
Salatta sesli okuma: Bir diğer ekleme ise Kurana tam ters bir uygulama olan sessiz namazlardır. Kuranda Allah
bütün (kurallı/kuralsız) salatlardaki ses düzeyini
‘’ Sesini yükseltme ve çok da kısma, ortası bir yol tut’’ 17/110
Seite
Salatta okunması istenenler
Allah Kuranda bizlere kendisini nasıl zikredeceğimizi de öğretmiştir: Kurandan okumak, Allahı yüceltmek, Kuranda
öğrettiği dualarda bulunmak, ihtiyaçları sadece Allahtan istemek gibi Kuranda açıkladığı şekilde Ona yönelmemizi
ve salatı ikame etmemizi istemiştir. Bunların harici olan zikir şekillerini Allah bize yasaklamıştır; örneğin; insanların
yaptığı zikri; Saz, Def, zurna, zil, davul, ilahi-musiki vb. şeklinde zikri/salatı Müşrikler el kol hareketleri ve ıslıklarla
yapmaktaydılar ve bunu da Salat olarak bilmekteydiler.
7
şeklinde düzenler. Buna göre bütün salatlar orta sesde eda edilmesi gerekir. Bu aynen topluluklarda kılınan salat
içinde geçerlidir. Bugün yaşayarak gelen mütevatir sünnette bütün ferdi salatlar sessiz kılınır ve cemaatle kılınan
namazlar öğlen ve ikindi, aksamın son rekatı ve yatsının son iki rekat farzı sessiz kılınmaktadır. Allah sesinizi
kısmayın diyor. Bu uygulama Allahın emrine ters değilmidir! Resul bu şekilde yaptı söylemi ise resule kara bir
iftiradır. Zira resul Allahın emrinden dışarı hiç çıkmamıştır. Kuranda Allahın öğrettiği şekilde namazlarını sesli eda
etmiş, insanlara da örnek olmuştur. Bu konuda sessiz kılınması için yapılan bütün mutevatir sünnet rivayetleri ve
yaşanarak gelen sünnet uydurmadır. Şu an sünnilerin öğle ve ikindi vakitlerinde yaptıkları namaz / zikr sessiz
yapılmasından dolayı geçerli olmayabilir.
Salatta Kuran okuma ile ilgili yaptığı açıklamada bizden kolayımıza geleni okumamızı ve Allahın diğer isimleriylede
Ona hitap edebileceğizi öğretmiştir. Bu konu sünni kaynaklarda saptırılmıştır. Örneğin: Fatihasız namaz olmaz ilkesi.
Cumhurun mütevatir sünnet olarak koyduğu ilke Kurana zıt bir ilkedir. Allah serbest bırakırken, buna dini hüküm
giydirmek isyandır, şirktir. Allahın hükmünü geçersiz yapıp başka hüküm koyanlar kendilerini ilahlaştırmış olurlar.
Rekat sayısı
Resul nesli farz olan vaktin salatlarını cemaat halinde iki rekat olarak eda etmişlerdir. Bugün dahi eklemeleri
çıkardığımız durumda namazlar iki rekat kılınmaktadır. Namazın bitişi selama bağlanmıştır. Oysa Kuranda secde
bitişi namazın bitişi olarak belirlenmiştir. Secde akabi oturmak tahiyat, salli, barik okumak ve selam vermek namaza
sonradan ilavedir. Secde akabinde oturup Kuran dan okumak, Allahı yüceltmek serbesttir, fakat namazın farzı veya
bir parçası değildir. Bugükü uygulama sünniliğin uydurmasıdır.
Bütün salatların uzunluğu kişinin kendisine serbest bırakılmış olup kişinin yeteneğine bağlıdır. Yani kişi ne kadar
süre huşu içinde ne dediğini bilebilecek durumda ise o kadar süre onun namazı tam olarak kılma süresidir.
Eklenen farz namazlar:
Kuranda üç vakit belirtilir. Sabah, öğle ve akşam namazları. Eklenen namazlar da vardır. İkindi ve yatsı namazları.
Daha önceleri ikindi vaktinde kılınan nafile namaz da farz olarak eklenmiştir. Yine aynı şekilde gece kalkılıp kılınan
nafile namazı da yatsı namazına dönüşmüştür. Sabah, öğle ve akşam namazına ilişkin emirler Kuranda belirtilirken ,
ikindi ve yatsı namazı Kuranda hiç bir yerde işaret edilmemiştir. Bu namazlar önceleri bazen nafile olarak eda
edilirken daha sonraları sünniliğin kurgulandığı dönemlerde farzlaştırılmıştır. Büyük bir ihtimalle sebebi ise; Mecusi
dininde namazlar bugünkü şekliyle günde 5 vakit eda ediliyordu. Bu ibadet geleneğini kendilerine gelen islama
uygulamışlardır. Bu uyarlamayı da saçma sapan Allaha ve resule iftira olarak uydurdukları miraç rivayeti ile
delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu rivayette Resulullah 50 vakit namazı Musanın dayatması üzerine Allah ile uzun
pazarlık sonucunda 5 vakite düşürebilmiştir.
Sünniliğin dinleşmesiyle de 5 vakit her tarafta kabul görmüştür. Bugün namazı Kuranda 5 vakit olarak sayanlar da
yorumla çıkarmaktalar. Kesin bir vakit belirleme Kuranda 3 vakittir.
Tabi olarak da bölge coğrafi şartları bize 3 vaktin olmasını mantıklı kılıyor. Sabah serinliği, öğle sıcaklığı gelmeden
evde istiharata çekilme ve akşam serinliği insanların huşu içinde ibadet edebilecekleri istiharat zamanlarıdır. Yine
Allah dinde kolaylık getirdiğini açıklıyor. Bu sebeble bu 3 zaman daha uygun gibi geliyor.
Görüldüğü üzere mütevatir sünnet olduğu kesin bilgi olarak iddia edilen ve en çok yaşanarak aktarılan salat dahi
değişime uğramıştır.
Hac konusunda:
Bugün en çok canlı yaşanan mütevatir olarak gelen Hac ibadeti de başkalaştırılmıştır. Bugünkü sünni hac, niyetle
ihrama girmeyle başlar, Arafat, Mina, Safa-Merve, Tavaf ve Kurban kesip temizlikle biter. Bu sıralama Kurana göre
tam ters bir uygulamadır.
Kurandaki sıralama; Kurban kesilir, temizlik yapılır, adaklar yerine getirilir, (Arafat, Mina, Safa-Merve), ve tavaftan
sonra hac ibadeti biter.
- (Gelsinler)ki kendileri için birtakım faydalara tanık olsunlar ve (Allah’ın) kendilerine
rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın
adını ansınlar. Onlardan yiyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin.
- Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atik (Kabe’y)’i
tavaf etsinler. 22/28-29
Görüldüğü gibi Hac ibadeti de sünniler tarafından başkalaştırılmıştır. Uygulama Allahın tarif ettiğinin tam tersidir.
Buradan bir kez daha görülmektedir ki, sünnilerin iddia ettikleri gibi bir mütavatir sünnet olgusu Kuran yolundan
saptırmadır. Yapılması gereken ibadetlerimizi de Kuranla sağlama almak gerekmektedir.
Toparlarsak;
Allah kendisine kul olmayı, kurani terimle müslüman olmayı; tetkik edilmiş bir iman ve yaşantıyla ‘Allahın ipine
15
16
yani Kurana sımsıkı sarılmak’ olarak belirler ve Kurana sarılanların hikmet ve furkan bilgileri ile donatılacağını
açıklar.
Sünnilikdeki dogmatik tabi olmayı kabul etmez ve bu bağlamda sünniliği insanların birbirlerini rabler edindiği yol
17
olarak belirler.
Seite
Bakara 269 ‚‘‘O, hikmeti dilediği kimseye verir. Hikmet verilen kimseye pek çok hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden
başkası öğüt alıp düşünmez.,,
Kuran Hikmeti, açık hükümler olarak niteler. Bakınız İsra suresi 22 den 39 a kadar. Ayrıca en doğru kararı-hükmü verebilme
melekesi anlamında da kullanılır. Bu kavram sünnilikte anlam kaymasına uğramış ve gizli batıni bilgilere dönüşmüştür.
16
Enfâl 29 Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir,
kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.
8
15
23 Yıllık bir islah eğitimi sonrasında ortaya sünniliği terk etmiş, vahiyler doğrultusunda sadece Allaha kulluk ile
özgür şahsiyetini oluşturmuş, resulden gelen bir sözün vahiy mi yoksa resulün kendi sözü olup olmadığını tetkik
eden, bir iş konusunda resulle istişare edip fikir beyan eden sayıları az da olsa bir topluluk ortaya çıkmıştı. Başka
deyişle Vahiy/Kuran topluluğu oluşmuştu.
Bugün bizlerinde resul dönemindeki nesil gibi Kuran topluluğunu oluşturmamız gereklidir, zira kurtuluş buna bağlı.
İslam dünyasında sünniliğin oluşumu:
Tarihi süreci
18
Resulun vefatının hemen akabinde kurani olmayan içtihatlarla başlatılan kılıçla fetih hareketleri başka sünni
dinlere tabi olan toplulukların müslümanların egemenliğine girmeleriyle sonuçlandı. Yirmi ila otuz yıl gibi kısa bir
sürede Mezepotamya bölgesi; Irak, İran, Filistin, Lübnan, Suriye, Horasan, Pakistan, Afganistan ve Mısır gibi coğrafi
bölgeler fethedildi.
Bu bölgelere atanan valiler kendi koltuklarını ve aşiretlerinin menfaatlerini sağlama alma gayretleriyle o bölge
halklarını kendilerine benzeştirme asimilasyonu uyguladılar. Mümkün olan her türlü uygulamalarla bu halklar İran
hariç hem araplaştırıldı hem de islamlaştırıldı. En bariz örnek de Muaviyedir. Şam da valiliği döneminde halkı
kendisine benzeştirme sonucunda elde ettiği güçle devlet kurmuştur. Yine Abbasilerde de durum aynıdır.
19
Özellikle Emeviler döneminde Valilikler vasıtasıyla bu bölgelere taşınan islam öğretileri Muhammed nebiye
dayandırıldı. Bu öğretilerin Kuranı tefsir ettiği ve hayata aktarılış şekli olduğu yaygınlaştırıldı. Bu ise Kuranın terki ve
sünniliğin, yani rivayetlerle nebiye tabiiliğin başlama noktasıdır.
Sünni islamla, yani Muhammedin öğretileri olarak tanıtılan islam ile tanışan bölge halkların islamlaşmaları, eski
dinlerinin sünni olması sebebiyle oldukça hızlı ve kolay oldu. Henüz daha birinci nesil zamanında kendilerine gelen
20
Kuranı ve onun açıklaması olarak kabul edilen rivayetleri bölge halkları kendi eski dinleriyle sentezledi. Özellikle
Emevilerin uyguladıkları Mekke ve Medine Kuran toplumunu izolasyon programı sebebiyle islamlaşan halklar hiç bir
zaman kurani bilgileri direkt alamadılar. Daha çok siyasetin belirlediği öğretiler ve rivayetler bu toplumlara ulaştı.
Kuran öğretilerinin ve rivayetlerin yaygınlaşması ise okuma yazma oranının belki yüzde 4-5 oranlarda olması
sebebiyle dudaktan kulağa şeklinde gerçekleşti. Cehaletin yüksek oranda olduğu toplumlarda bu şekilde yayılma
sonuçta; gelen islam bigilerinin halkın ağzındaki edebi dille, zihinlerdeki bilgilerle, günlük yaşantısındaki ilkelerle,
coğrafi yapısıyla, toplum bilinciyle ve daha bir çok sosyolojik olgularla şekillenmesine ve başkalarına aktarılmasına
sebeb oldu.
Yaklaşık bir yüz yıl sonrasında ortaya çıkan tabloda ise eski dinlerle (Hermetizm ve bunun etkisiyle oluşan
Zerdüştlük ve Şamanizmle) islam sentezlenmiş, rivayet kültürü oluşmuş durumda idi.
Halkların sentezle oluşturdukları islam bilgileri Muhammed söyledi şeklinde hadislere dönüştü.
Bu öğretiler her coğrafyada havada uçuşuyordu ve dini hassasiyet kalmamıştı. İmam Malik kendi rivayetlerini
beşyüzbin hadis içinden, Ahmed Hanbel yediyüzellibin ve Buhari altıyüzbin hadis içinden seçtiklerini ifade
etmişlerdir. Bu kadar çok hadis ne uydurulur ve nede resulden rivayet edilir. Bu hadis olarak ortaya çıkan şeyler
islam bölgelerindeki insanların sentez yoluyla oluşturdukları islami sünnilik bilgileridir. Yani hadis külliyatı bu
bölgelerin sentez din bilgileridir.
Bu bilgiler; eski inançları, amel ve fıkıh konularını, kendi anlayışları çerevesinde Kuran ve Resulden gelen
rivayetlerin tefsiri, felsefik bilgileri, mitolojik hikayeleri, kasıtlı iyi veya kötü yönde uydurmaları, kendi liderlerini,
Hocalarını, Alimlerini, Şeyhlerini, ırklarını üstün gösteren anlatımları, siyasilerin uydurmalarını, farklı gurupların
kendileri ve karşıtları için uydurmalarını vs. gibi daha bir çok konuları kapsamaktaydı. Bu bilgiler sentezle
islamlaşırken rivayetleştirildi ve Hadis toplayanlar da bu bilgileri sistematize ederek bu günkü hadis külliyatını
oluşturdular. Hemen hemen gerçekten nebiden orjinal olarak hiç bir hadis bu kaynaklarda mevcut değildir. Orjin
rivayetler metin ve içerik olarak bu toplumların ağızlarında değişime uğradı.
Seite
Tevbe 31 Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i kendilerine rab edindiler. Oysa tek bir ilah olan
Allah'a kulluk etmekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. O, onların ortak koştuklarından yücedir.
18
Ebu Bekr ve Ömer devrinde
19
Nebi ile resul arasındaki fark; nebi vahiylerden öğrendiklerini hem kendisi yaşar hemde etrafındakilere tavsiye eder. Resul ise
nebi olarak kendisine gelen vahiyleri geldiği gibi insanlara iletendir. İslami sünnilikte Muhammedin resullüğü ve dolayısıyle
elçilik yaptığı Kuran arka plana atılmış, nebiliği yani öğretileri ön plana çıkartılmıştır.
20
İslam olmayan topluluklar Kuranı Muhammedin sözleri, arapcası Muhammedin hadisleri olarak görürler. Bugünde bir
Hıristiyan, Yahudi, Ataist aynı söylemi dile getirir. İslamlaşma döneminde de halklar Kuranı Muhammedin hadisleri olarak
algıladılar.
9
17
Bu öğretilerin zamanla toplumda kaos oluşturma korkusu ve geniş coğrafyaya yayılan toplumun idari fıkıh ihtiyacı
Abbasi devleti için bu öğretilerin bir disiplin altına alınması zorunluluğunu getirdi. Abbasiler bir taraftan
medreseleri kurma çalışmaları yaparken, diğer tarafta Abbasi saltanatı ile iyi geçinen ve maaşlanan Medine İmamı
olan Maliki hadisleri toplama ve toplum fıkhı oluşturma işe ile görevlendirdi.
Mekke ve Medine deki resul nesli çekirdek kadro gitmiş, torunlarıda Emeviler tarafından uygulanan asimilasyon
sonucunda tamamen diğer toplumların sentezi olan rivayet kültürünü benimsemiş durumdaydı ve islam bilgileri
diğer bölgelerden farklı değildi.
Sünnilikle yoğrulmuş bu toplumun bir ferdi olan imam Malik le başlayan yeni dönem, islami Sünniliğin sistemize
edildiği ve bugünkü kimliğine kavuşturulduğu dönemin başlangıcıdır.
İmam Malik le Hicaz bölgelerinde başlatılan bu hareketi Abbasiler diğer bölgelere de taşıdılar. Buhari ve diğerleri de
bu harekete katıldılar. Sünniliğin ana kitaplarının oluşumu ve ortaya çıkış tarihlerinin birbirine yakın tarihler içinde
olması ve birbirlerinin türevleri olması bu sebebledir. Burada ravi zinciri uygulamasına açıklık getirmek gerekli.
Yaklaşık hicri yüzellili yıllara doğru fıkıh oluşturma zorunluluğu ortaya çıktığında halklar kendi sentez islami
bilgilerini ve öğretilerini rivayetleştirme yoluna giderek iman ve yaşantılarını delillendirdiler. Bilgilerin rivayete
dönüşmesi zorunlu olarak aktaran kişi yani ravi zinciri oluşturmayı ortaya çıkardı. Zira öğretinin/rivayetin doğru
olması ve kabulü bu ravi zincirine bağlıydı.
Rivayetler sistematize edilirken sadece ravi zincirinin benimsenmesi aşağıdaki sebeblerden dolayıdır:
a. Sünniliğin kurgulanması bunların nebiye dayandırılmasını gerekli kılmaktaydı.
b. ‘Sünni inanışta; gelen vahiyler Nebiye gelmiştir ve bunu da sadece Nebi tefsir etmiştir’ zihniyeti Kuranı arka plana
itmiştir.
c. Bütün rivayetlerin doğruluğu ön kabulü Kuran ile metin tenkidini tamamen saf dışı bıraktı.
d. İslam-hermetik-zerdüşt-budist-şamanlık inanışları sentezi sonucunda ortaya çıkan batıni zihniyet rivayetlerin
metin olarak doğruluğunu ön plana çıkarmıştır. Bu sebeble metin olarak Allaha iftira eden rivayetler de batıni
yorumla sahih kabul edilmiştir.
Hicri yaklaşık yüzellili yıllarda başlayan rivayetleştirme ve fıkıh üretme akımı ikiyüzellili yıllara gelindiğinde
tamamlanmış, toplayıcılar bunlar üzerine toplum fıkhını oluşturmuş durumda idi. Başka deyişle mezhepler ortaya
çıkmıştı. Bölgelerdeki eski dinlerin sentezleri olan rivayetler üzerine fıkıh geliştirilirken sentez kültürü arasındaki
farklılıklar verilen hükümlerde kendisini ortaya koymuş ve aynı olay karşısında farklı farklı hükümler verilmiştir.
Esasen eski dinlerdeki fıkıh anlayışı sünni mezhepler vasıtasıyla yeniden hayata taşınmıştır. Örneğin: Zina
hakkındaki hüküm. Kuranda açık hüküm olmasına rağmen, uydurma sünnet rivayeti vasıtasıye Allahın açık hükmü
geçersiz sayılmış ve eski din hükmü olan recm ugulanmıştır. Bu tür uygulamalar uydurulan resulü Allaha ortak
koşmaktır ve kafirliğin açıkca ilanıdır. Bu bağlamda şunu unutmamak gerekir: Resuller insanları yaratmadı. Yaratan
21
Allah hükmü koyar. Bir hükümde sadece Allah tarafından kaldırılır veya daha iyisiyle değiştirilir. Resulün ayetleri22
hükümleri değiştirme hakkı yoktur . Mezheplerin hepsinde Rablik iddialarıyla dolu bir çok uygulamalar vardır. ‘Ben
şu mezhebe uyuyorum’ diyenler bu şirklere ve kafirliğe ortak olurlar.
Bu oluşan mezheplerin siyasi iktidar tarafından tek zeminde birleştirilmesi ise Ehli sünnet vel cemaat olgusunu
ortaya çıkardı ve bu olgu resmi din anlayışı kabul edildi.
Diğer tarafta Medine ve Emevi muhalafeti ile ayrışan İran halkı da hemen hemen aynı yollarla Ehli Beyt fıkhını mezhebini oluşturdu.
Sünnilik Abbasilerin son dönemlerinde kurumsallaşarak yapısını tamamlarken, Selçukluların devamı Osmanlılarla
evrenselleşti. Bu evrenselleşmeyle sünniler nufus edebildikleri her yerde sünnilik harici bütün anlayışları yok ettiler
ve islam dünyası tamamen sünnileşti. Aynı şekilde Şia da şia sünniliğini oluşturdu ve evrenselleşerek günümüze
kadar taşıdı.
Seite
Bakara 106. ‚Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin
ki, Allah her şeye kâdirdir‘. Kuran da daha önceki resullere gelen bazı yasakların kaldırıldığı bahsi geçer. Bu bağlamda anlamak
gerekir. Resule gelen hükümlerde değiştirme yoktur.
22
Âl-i İmrân 80 O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü
emredecek?
10
21
Sünniliğin Resul tarafından yasaklanması:
İslami sünniliğin hiç bir zaman açıklayamadığı iki tane çıkmazı vardır. Birincisi; Resulün kendi sözlerinin yazılmasını
yasaklayan rivayetler, ikincisi de; rivayetleri sağlama almak gayretiyle kutsadıkları ashabın birbirini iktidar ve mal
sevdası uğruna hunharca öldürmesidir.
Sünniliğin ana kaynaklarında sahih olarak değerlendirdikleri rivayetlerde Resulün kendi öğreti/hadislerinin kayıt
23
altına alınmasını/yazılmasını yasakladığı ve Resul nesli döneminde aynı şekilde bu yasağa uyulduğu açık ve net
olarak belirtilmektedir. Yasakladığı sözleri; Ayet yazılımı harici bütün alanlardaki sözleridir. Bu yasağı çok iyi
bilmelerine rağmen, bu yasağı çiğneyerek hadis toplayan Malik, Şafii, Hanbel, Buhari, Tirmizi, Ebu Davud vs. vs.
nasıl Hadis topladılar ve bunları sistematize ederek fıkıh oluşturdular. Bu nasıl bir samimiyet, bu nasıl bir iman ve
nasıl müslümanlık. Kendi geliştirdikleri sünnilik anlayışına ters hareketleriyle bize şunu sorduruyorlar: Bu hadis
toplayanlar gerçekten müslümanmıydılar yoksa Kuran islamını yok etmek isteyen islam düşmanlarının
ajanlarımıydılar? Nebi kayıt altına almayın diye emir verecek ve nebiye harfen uyduğunu iddia edenler bu emri
çiğneyecek!!! Akla zarar bir tutum.
Ayrıca Hadis toplarken adeta hile yapar gibi Metne bakmadan, Kurana sormadan sadece ravi zinciri metodunu
uygulamaları bunların ya ajan yada islamdan bir haber tam anlamıyla zır cahil olduklarıdır.
İftira rivayetleri, ilim adına da olsa değerlendirilmeye dahi tabi edilmemesi gerekirdi. Benim tespitlerim bunların
rejimin ajanı ve kesinlikle müslüman olmadıklarıdır. Zira bugün en bilgisiz bir müslümana Allaha ve resulüne
hakaret eden bir söz söylense buna şiddetle karşı çıkar.
Oysa bu hadis toplayanlar binlerce Allaha, resulüne ve hanımlarına, ashaba çirkin iftira dolu rivayetleri kitaplarına
almışlar ve ileriki nesillere taşımışlardır. Kendi elleriyle yazıpta nebi vasıtasıyla ‘bu Allahtandır’ diyenleri, Allaha ve
resulüne iftira edenleri, Allah hem bu dünyada hemde ahirette kafir olarak lanetlemiştir. Bunları aktaranlar ve
24
yayanlar da aynı hükme tabidirler. Sadece bu bağlamda dahi bunların müslüman olmadıkları açıkca ortadadır. Bu
hadisçilere tabi olan sünni ve şialarda kendileri hükümlerini versinler.
Sünnilik inancına göre; Resulden yapılan yasaklama rivayetleri gereği bütün hadis kitapları gerçekte sünni islam
dininde yasaklıdır ve bunların imha edilmesi gerekir, zira resul imha edilmesini emretmiştir. Yani sünniler kendi
kaynaklarını imha etmek zorundadırlar.
Sünnilerin ikinci açıklayamadıkları çıkmazları ise: Kutsadıkları ashabın birbirini hunharca katletmeleridir.
Sünnilik temel aldığı bilgileri resulden ashabın rivayetine dayandırır. Bu sebeble ashabın güvenilir olması gerekir.
Lakin, tarihi bilgilere göre ashab daha resulün naşı defnedilmemişken birbirine girmiş ve Kurana ters ve usulsüz bir
yolla Ebu Bekir Emir seçilmiştir; Ebu Bekir bir kaç kişi tarafınan Emir olarak atanmış ve diğer müslümanlara biat
diktesi yapılmıştır. Bu hareketle şura bilincini ortaya koyan ayetler safdışı edilmiştir. Bu ise Kurandan ayrılışın ilk
adımıydı ve Kurandan ayrılış daha sonra artarak gelişti: Ali gibi bir çok ashab tarafından Emire biat edilmemiş
olması, Ganimet elde etmek amaçlı kılıçla fetihlere başlanması, Osmanın katli, Cemel olayında Ayşe annemizin
yanında olan ashabın önde gelenlerinden Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr bin Avvam ın katledilmesi, Sıffinde
müslümanların birbirini katletmesi, Alinin, Hasanın, Hüseyinin katli, gibi olayları islami sünniliğin açıklaması
mümkün değildir. Bu ashabın ve bunlardan gelen öğretilerin ne kadar dini belirleyebileceği ortadadır. Şayet Kuran
resul tarafından yazıya geçirilip Kitap haline getirilmeseydi, bugün insanların Allahtan orjin vahiy ve resul talepleri
olacaktı. Şu anki sünnet öğretileri Haktan hiçbir orjinlik ihtiva etmemektedir. İçinde çelişkiler bulunduran bir öğreti
Din olamaz. / Bakara 2
Kurana uyan hadisler Dine tabi edilebilirmi?
Eski medrese taktiği ile bu gün geliştirilmeye çalışılan yeni bir metod ise bu rivayetelerin Kuranla incelenip
uyanlarının alınması doğrultusunda sünnet olgusunu oluşturmaktır. Bu zihniyette yukarıda bahsettiğim
25
sebeblerden dolayı batıldır. Zira birincisi bunları Resul yasaklamıştır , ikincisi bunların tamamı bu halkların sentez
din bilgileridir.
Kurana uyuyorsa zaten Kuranda var, Allahın sözü yetmiyormu? İnsan sözüne ihtiyaç neden? Resul Kuran harici din
öğretileri mi açıkladı, ki bu çelişkili insan sözlerine-rivayetlerine ihtiyaç olacak ve Din öğretilerine ilave olacak?
Seite
‚Peygamber: Benden Kuran haricinde başka bir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin’ Müslim, Zühd 72,
Hanbel 3/12, 21,39. Bu ve benzeri rivayetler Kuran öğretilerine uygunluk arzeder. Benim şahsi kanaatim; bu rivayetin ve benzeri
rivayetlerin az bir toplulukda olsa sünnilik akımına karşı mücadele eden ve daha çok Kuranı din konusunda esas alan bazı küçük
gurublar tarafından uydurulduğudur. Örneğin: İlk Hanefiler gurubu gibi.
24
En’âm 21, Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler
kurtuluşa ermezler!
Hud 18 Yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir ki? Onlar, Rablerine arzedilecekler, tanıklar da işte bunlardı
diyecekler, Rablerine karşı yalan söyleyenler. İyice bilin, Allah'ın laneti zalimleredir.
25
Sünniliğin kendi inandıkları ve dini bu hadislerin üzereine kurgulayanların iddialarına göre.
11
23
Kaldıki, Muhammed resul vasıtasıyla Allahın sözleri bize Kuran olarak yazılı ve orjin olarak geldi. Yazıldığı ve
derlenip toparlandığı ayetlerle sabittir. Nebi Muhammedin beşeri sözleri Din olmuş olsaydı, Allah onları da yazdırır,
koruma altına alır ve bize kadar orjin olarak gelirdi.
Kuran ehli ile Sünnet ehlini ayrıştıran şu noktanın çok iyi anlaşılması gerekir: Din; Allah-Resul ortak yapımı bir öğreti
değildir. Din sadece Allah tarafından konur. Resul de uygulayan bir beşerdir ve elçidir.
Lakin; ‘Din Allah ve resul tarafından konur ilkesi’ islami sünniliğin öğretileri içinde gizlemiştir ve benimsenmiştir.
Gizlenen öğreti şudur: ,,Hadis/Sünnet Kuran hükümlerini nesh/geçersiz kılabilir. Kuran hükümleri Sünneti/Hadisi
nesh edemez. Hadislerin Kurana değil, Kuranın hadislere ihtiyacı vardır. ,,
Bu ilke aynı zamanda sünniliğin omurgasını oluşturur ve sünniliği islamsızlaştırır.
Kuran bize dini en ince noktasına kadar açıkladığını bildirir. Başka bir açıklamaya uymak Kuranı yetersiz görmektir.
‘Allah din ile ilgili şu konuda açıklama yapmamış, bunuda resül şu rivayetle açıklamıştır’ veya ‘Şu ayeti resul şu
uygulamayla nesh etmiştir’ zihniyeti Resule din koydurmak anlamına gelir ki, bu resülü Allaha din koyma
noktasında ortak koşmaktır. Bir çok ayetin inkarı olduğu gibi aynı zamanda Alllaha ve resulüne bir iftiradır ve
Allahın laneti sebebidir.
Bu yeni metodu oluşturmaya çalışan zihniyetler hala sünnilik zihniyetiyle Kuranı anlamaya çalışan kesimdir. Allah
sadece Kurana sarılmamızı farz kılmıştır. Doğru da olsa sözler sahiplerini bağlar. Her insanın dini Kurandadır, her
ferd sadece Kuranla sorumludur ve hesap günü sadece Kurandan sorulacaktır.
26
Kuran öğretilerine göre resule isnat edilen rivayetler ana hatlarıyla şu sebeblerden dolayı batıldır:
a. Din koyanın sadece Allah olması ve bu dini en ince teferruatına kadar Kuranla açıklamış olması,
b. Resulün de kul olarak sadece Kurana uyması ve onu uygulaması;
c. Bütün uygulamaların nasıl yapılacağıda Kuranda açıkca belirtilmiştir. Bu bağlamda resulün canlı sünneti de
Kurandadır.
d. Yazılan sözlerin Kuranın önüne geçirilerek Kuranın terk edilmesi tehlikesi.(Şu an olduğu gibi)
e. Kuranın korunmuş ve Kıyamete kadar insanların tek din kaynağı olması ve Resulün sözlerinin korunmuş
olmaması.
f. Resul sözlerinin değiştirilip Kuranla harman edilerek hıristiyanlaşmaya yol açması
g. Resulün sözünü kim naklederse, onun, nakleden kişinin sözüne dönüşmesi
Daha bir çok sebeb burada sıralayabiliriz. Anlamak isteyene bu kadarının yeterli olacağını düşünüyorum.
İslami Sünniliğin oluşumunda sentezcilik:
Yukarıda da sentezlemeyi sıkca zikrettik. Bunu biraz açacak olursak sentez; varolan hakim bilgilerle yeni gelen
bilgilerin harman edilmesi sonucunda ortaya çıkan karma bilgilerdir.
Harmanlama yapılırken kimi zaman eski bilgiler, kimi zamanda yeni bilgiler karma bilgilerin oluşumunda ağırlıklı yer
alır, ki bunuda o dönemin şartları belirler. İslamlaşan Mezepotamya halklarının çeşitli yönlerde gelişim
göstermeleride bu sebebledir. İslamlaşma, bölgelerin genelinde mistik tarzda olurken, bazı bölgelerde az da olsa
Kuran yönünde gelişmiştir.
Çok küçük topluluklar halinde ve daha ziyade şahıs bazında Dini sadece Kurana temellendiren, rivayet kültürünü
red eden ve onlarla mücadele eden, batıl iktidar ve yandaşlarına karşı direnen müvahhidler de vardı. Bu
müslümanlar hadis ehli tarafından tekfir edilirken, çoğu iktidar tarafından katledildi. Örnek: Ebu Hanife. Kuran ehli
olması sebebiyle İktidar tarafından katledilmiştir. Daha sonraları Ebu Hanife nin takipçileri iktidar tarafından Ehli
Sünnet vel cemaat zeminine dahil edildi ve sünnileştirildi. Bugünkü hanefi mezhebi öğretilerinin Ebu Hanife ile hiç
bir ilgisi yoktur, tamamen sonradan ona atfedilmiştir.
A’râf 185 ….. O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar?
Câsiye 6 İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze
inanacaklar?
Seite
26
12
İslami sünniliği anlamak için islam gelene kadar bu bölgelerde hakim olan dini yapının mutlaka özgür bir tetkike
ihtiyacı var. Zira, islami sünnilik bölgelerde hakim olan eski sünni öğretiler üzerine inşa edildi. Bilinir ki, hiç bir
toplum içindeki dinamik yapıyı şayet resul vasıtasıyla vahiylerle direkt olarak boşaltmamışsa, büyük oranda
muhafaza eder. İslamlaşan toplumlar doğrudan vahiy öğretileri yerine resul rivayetlerinden oluşan öğretilerle
tanışmanın yanısıra Vahiy öğretilerini ilk kabulleri Muhammed in sözleri/öğretileri şeklinde oldu. İnancı farklı
insanlara islamlaşma güç uygulanarak dayatılırsa, bu insanlar eski dinlerini muhafaza ederek islamlaşır. Buda
islamlaşırken sentezlemeyi, yani öğretileri harmanlamayı ön plana çıkarır.
Harmanlanan öğretiler yukarda zikrettiğimiz Muhammedin öğretilerini/hadislerini-sözlerini ortaya çıkardı.
Mezepotamya bölgelerini incelediğimizde yaygınlık oranı sıralaması ile Mecusilik (Zerdüşlük), Hermetik inanç,
Şamanizm (doğa ve ata kültü), Budizm gibi inaçların var olduğu görülmektedir. Şimdi bu inançları inceleyelim ve bu
inançların islami sünnilikdeki yapılandırılmasını görelim. Bugünkü sünnilikteki öğretilerin nerelerden
kaynaklandığını tespit edelim.
Mecusilik:
Hermetik-tasavvufi mistik zerdüştü Sünniliğin en yoğun yaşandığı dinlerden biridir. En yaygın olduğu bölge İrandır,
kısmen Irak, Horasan, Buhara ve civarıdır. İslam ordularının fethine kadar İran iktidarının resmi dinidir. Mecusilik
dini öğretileri Zerdüşt adında bir bilge veya nebiye atfedilir. Onun öğretilerini rivayet eden kitabı Avestadır. Bu
dinin temeli aydınlıkla karanlığın mücadelesi üzerine kurulmuştur. Aydınlıkların tanrısı Ahura Mazdadır ve
karanlığın yarı tanrısı Angra Mainyudur. Ateş bu dinde aydınlık tanrısı Ahura Mazdanın simgesidir ve bu sebeble
kutsal sayılır. Günde beş vakit namazlar ateşi kıble tayin edilerek kılınırdı. Tapma ateşe değil, Ahura Mazdayadır.
Hatta ateşe halk tarafından verilen bir takım kutsamalarda vardır. Örneğin ateşin üzerinden atlama rituelleri
esnasında günahların yok olması gibi. İnsan tanımı duaisttir, yani ruh ve beden ayrımı üzerine tanımlanır ve dini
öğretiler; inanç, ibadetler, yaşantı bunun üzerine bina edilir. Ruhu bedenin kötü-karanlık isteklerinden yapılacak
egzersizerle temizlemek ve arındırmak gereklidir. Bu sayede ruh Ahura Mazdanın ışığını görebilecek duruma gelir
ve Ahura Mazdanın bir parçası sayılan ve esası ışık olan ruhu Ahura Mazda ile hulul olur.
Ölen insanın kötü sayılan bedeninden ruhu çıkar, üç gün bedenin yanında bekler. Bu bekleyişte Ruh, ölen iyi ise
sevinçli ve rahat bir hal üzere, şayet kötü ise sıkıntılı haldedir. Dördüncü gün Ruh iyi hal üzere ise genç bir kız, kötü
hal üzere ise ihtiyar bir kadın refakatinde sorgulamanın yapılacağı cinvat adındaki köprünün yanına götürülür.
Dünya hayatında yaptıklarından sorgulandıktan sonra Ruh köprüden geçmek zorundadır. Dünya hayatında Ahura
Mazdanın yanında yer alanlar veya Erenler-Hulul olanlar, yani iyi olanların Ruhu köprü üzerinde yürürken köprü
genişler ve rahatlıkla Bihişt denilen cennete giriş yaparlar. Kötü olanların Ruhu ise köprü üzerinde yürürken köprü
kılıçın keskin ağzı kadar daralır ve Duzeh denilen cehenneme düşerler.
Ahura Mazda'ya göre ateşi, toprağı ve suyu bir cesedin teması ile kirletmek günahtır. Bunun için ölümden sonra
cesedin-sessizlik kuleleri - adı verilen yüksekçe yerlerde köpeklere, akbabalara terkedilmesi gerekir. Toprağa
gömmeme inanışı sonradan ortaya konmuş olabileceği de mümkündür, zira toprağa defnedilmiş Kıral mezarları
mevcuttur.
Daha önce belirttiğimiz gibi Zerdüştîlikte de günde beş defa namaz kılınır. Sabah namazının Zerdüştlükte özel bir
yeri olduğundan ve sabah namazına da insanları horoz kaldırdığından bu hayvan kutsal kabul olunur. Zerdüştîlerde
asıl kıble güneştir. Güneş olmadığı zaman da daha önce görmüş olduğumuz gibi ateşe yönelinir. Önceleri ibadet
açıkda yapılırken daha sonra ateşgede yapma usulü yerleşmiştir. İbadetin ferdi ya da toplu halde yapılması
mümkündür. Toplu haldeki ibadetleri mubitler yönetir. Zerdüşt rahipleri üç sınıftır : Bunlar sırasıyla Herbit, Mubit,
ve Destur Mubit adını alırlar.
Zerdüşt, dinini manzum kıtalar halinde yaymıştır. Bu sebeple dinin sonraki ruhanileri de Zerdüştünkülere benzer
şiirler ve sözler bestelemişlerdir. Ancak yorumlar genellikle manzum olmadığı ve Avestanın özü ile biribirlerine iyice
karışmış olduğu için Avesta şiirliğini kaybetmiştir. Bununla beraber İran dinî düşünce sistemine tamamen hakim
olan Zerdüştiliğin özellikle Sasaniler zamanında başlıbaşına bir edebiyat yarattığını belirtmek gerekir. Zerdüştiliği
27
Sasanilerin devlet dini olarak kabul etmiş olmalarının bu konuda elbetteki büyük tesirleri olmuştur.
27
Cahit Can, Zerdüştlük – çalışmasından alınmıştır.
Seite
13
Değerlendirme:
İrandaki Ehli beyt sünniliğinin şekillenmesinde en büyük etken birincisi; köklü geleneğe sahip Sasani devlet
yapısının islam orduları fethiyle yıkılması, ikinci en büyük etken ise; bu toplumun iktidarla bağdaşık sünni dinlerine
çok bağlı olmalarıdır. Halife Ebu Bekir döneminde Halid bin Velid İranın fethiyle görevlendirildi. Sasanilerin o
dönemde güçsüz olmaları sebebiyle Halid bin Velid çok kısa sürede İranın içlerine kadar girdi. Halife Ömer devrinde
Sasani devletine son verildi. Yönetimdeki etkin zümre, Zerdüşt baş rahipler, aristokratlar, zengin katmanlar İranı
terk edip Hindistana göç ettiler ve bugün hala parsiler olarak varlıklarını sürdürmekteler.
Devlet geleneğinin çok köklü olması ve yıkımın kabul edilmemesi İran halkını islamlaşmada başkalaştırmaya
götüren en büyük sebebdir. Şialardaki Ebu Bekir ve özellikle Ömere karşı duyulan aşırı nefret bu fetih sebebiyledir,
ki Halife Ömer İranlı bir köleye intikam amaçlı öldürtülmüştür. İslamlaşma baskı ve etkisi altındaki İran halkı,
nihayetinde Ali deki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve devamı Muaviye karşıtlığı çerçevesinde kendilerini tanımladılar ve
Ali taraftarlığına kilitlendiler. Bundan sonraki süreçte islamlaşmayı Ali ve soyunun öğretileri üzerine kurguladılar.
Şayet Muaviye ve Ali çatışması olmasaydı İran halkının islamlaşması çok sancılı olacaktı. Köklü devlet geleneği
sebebiyle İran halkı hiç bir zaman kendilerine has bir devlet kurma mücadelesinden vazgeçmemiş ve nihayet iki yüz
yıl sonrasında ilk devletini kurmuştur.
Diğer tarafta Zerdüştlüğün mistik karekter yapısındanda kaynaklanan halkın dinine bağlılığı islamlaşma döneminde
önemli rol oynamıştır. Bu bağlılık yeni islami bilgilerin Zerdüştlüğün temel ilkeleri üzerine oturtulmasına ve
nakışlanmasına yol açmıştır.
Zerdüştün varisi pozisyonuna Ali geçirildi, mistizm ve öğretiller olduğu gibi sadece semboller değiştirilerek devam
28
etti, mistizmdeki batıni anlayış da kendi oluşumunu tamamlayarak islami batıniliği ortaya çıkardı , insan ve varlığı
tanımları Zerdüşt öğretilerden devam etti, örneğin ruh beden dualizmi, Ahiret inancı olduğu şekilde devam ettirildi,
ki örnek verecek olursak ölüm akabinde ruhun bedene geri gelmesi ve rahat veya sıkıntılı bekleyişi (Kabir hayatı
inancı) ve sırat köprüsüdür, miraç gecesinde Zerdüştün Tanrı yanına çıkışı ve görüşme inancının islama resulün
miracı olarak sentezlenmesi, ateşin kutsallığı islami motiflere dahil edilmese de yaşayan dinde bu gün Nevruzlarda
ateş yakılması ve üzerinden atlama uygulamaları devam etmektedir. Daha bir çok islami sünni şialığa sentezlenip
taşınan eski dine ait unsurları sıralayabiliriz. Şu an yaygın olan tarikatların tamamının İran kökenli olması da zerdüşti
öğretilerin islamlaşma esnasındaki derin etkinliğini delillendirir. Bektaşi ve Celaleddin Ruminin öğretilerinde
Avestada yeralan öğretilerin yeniden yapılandırıldığını görmemek mümkün değildir.
Hermetizm:
“Şimdi sen bu sırları öğrenmiş olduğuna göre,
Söz vermelisin sessiz kalacağına
Ve asla açıklamamaya
Tekrar doğuşun nasıl aktarıldığını.
Bu öğretiler, özel olarak kaydedilmiştir
Yalnızca Atum’un bilmelerini istediği
Kişiler tarafından okunsun diye.
Bulunmaz hiçbir ahenksizlik
Mekânı gökyüzünde olanlar arasında.
Tek amacı vardır hepsinin, tek zihin, tek his;
Çünkü bağlanmıştır sevgi büyüsüyle onlar
Tek ahenkli bütüne.” (Hermetika)
Hermetik felsefik din öğretileri antik çağlara kadar gerilere gitmektedir. Bütün toplumları derinden etkileyen en
önemli sünni öğretilerden biri Hermetizm’dir. Hermes, kendinden sonra gelen dinleri, akımları, sanatı, bilimi ve
felsefeyi etkilemiştir.Bu ezoterik (batıni) felsefenin simgesi de Hermes veya Thoth’dur. O, “Ermişlerin Ermişidir”.
Yunanlılar, “Hermes” için hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucu olması nedeniyle, üç kere büyük ya da üç
kere bilge anlamına gelen "Trismegistus" sıfatını kullanmışlardır. Sais'de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır'ın
"Ölüler Kitabı"nda, "ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi" denilmektedir.
Mısır ilahı Hermes, Osiris’in habercisidir. Tüm kültürlerde habercilik, aydınlatıcılık, rehberlik ve aracılık fonksiyonları
olan bir ilahtır. Hermes’in yani Thoth'un terziliği ise dış anlamıyla değil, daha çok iç anlamıyla benimsenmiştir; yani
o insanlara "inisiyasyon" yoluyla “Hal elbisesi” giydirmektedir. Hermes sözcüğü Anadolu Türkçesine de “Ermiş”
olarak girmiş ve Tanrıya kavuşma halinin bir adı olarak benimsenmiştir. Hermes'in öğretisi Antik Mısır'da Theb ve
Menphis tapınaklarında halka kapalı ve yalnızca inisiye olmuş kendi üyelerine derece derece sunulmaktaydı.
28
İsmailik vb. gibi tam anlamıyla batıni tarikatlar oluştu. Bu gurubun tebliğcilerinden birisi de Hacı Bektaş tır. Hacı Bektaş bu gurub
tarafından nihayi olarak Anadoluya rumları ismaileştirmek için gönderilmiştir.
Seite
Hermes için birçok şey söylenir. İnsanlığa gökler hakkında ve tıp konusunda bilgiler veren, harflerin ve yazının
mucidi, insanlara giyinmeyi öğreten terzi, Allah’a ibadet için evler bina eden, Nuh tufanından haber veren hep
odur. Mısır medeniyetinde kutsal sayılan; Gramer, Mantık, Hitabet, Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi’den
oluşan Yedi Serbest İlimi Hermes-Thoth’un bulduğu rivayet edilir. “Corpus Hermeticum” Hermes’in Külliyatı tüm
külliyatıdır.
Hermes’in öğretisi üç temel üzerine inşa edilmiştir:
14
Tüm ezoterik sistemlerde olduğu gibi Hermetizm’in de temel kurallarından biri, bilginin kuşaktan kuşağa, bir
inisiyatik (Ermişlik) zincir ile iletilmesini sağlamaktır.
Tarih boyunca ezoterik sistemlerde bilginin ehil olmayanlarca maddi kazanç, şöhret ve kişisel egonun tatmini için
kullanılmasından dolayı, kitleler ile paylaşılması sakıncalı görülmüştür. Sadece belirli bir ruhsal tekamül düzeyine
erişen ve kültürel altyapısı sağlam kişilerce anlaşılabilmesi, ezoterik öğretilerde kapalılığı zorunlu kılmıştır.
Hermestizm bu konuda şöyle der: "Her us büyük gerçekleri kavrayamaz. Çoğunluk ya aptal, ya kötüdür. Aptalsalar,
gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler. Kötüyseler, bu gerçeği kötüye kullanarak, büsbütün kötülük ederler.
Gerçeği gizlemekten başka yol yoktur. Bulmak, bilmek, susmak gerek..."
Birincisi kavramsal olup akla hitap etmekteydi, ikincisi simgesel olup sezgiye, üçüncüsü mistik olup iç görüye ve iç
deneyime hitap etmekteydi.
Hermetizm’de üçgen özel bir simge olarak kullanılmaktadır. Bunun nedeni anlayış, vicdan ve irfan gözünün açılması
için birbirini bütünleyen kavramların üçlü bir dizge olarak kullanılıyor olmasıdır. Hermes'e göre amaç, insanın beş
duyu bağından kurtarılması ve özgürlüğüdür. Bu özgürlük, insanın nefsi arzulardan arınarak asıl kaynağa ilahi nura
kavuşarak şuurlanmasıdır.
Hermes şöyle der:
"Asıl insan Nur’dur (Ra, güneş, ışık). İnsanlar bu nuru tanımazlar ve onu fark edemezler; ancak hakikat budur. Nur
her yerde, her kayada ve her taşta vardır. Bir insan nur olan Osiris (ışık) ile birleştiğinde, tümle birleşmiş olur ve o
zaman nuru, o perdeler arkasında gizlense de yine her şeyi görür. Başka her şey geçicidir, ancak nur süreklidir. Nur
insanın hayatıdır. Her insan için bu nur kendisine her şeyden daha yakındır. Bir insan; bilgi ile törenlerin ve ayinlerin
üstüne yükselir ve Osiris'e ererse, Nur’a, o her şeyin başlangıcı ve sonu olan ve baştanbaşa nur ile çağlayan AmonRa'ya varır."
Hermes’e göre Evren’in yedi katı vardır ve yedinci ve son kat ölümsüzlüğe kavuşulan büyük aydınlıktır.
İnsanın her yönden olgunlaşıp yetkinleşmesi yoluyla Tanrı’ya yaklaşabileceği inancı tüm gizemci ekollerde yer
almıştır. Hermetizm öğretisinin temel öğelerinden biri olan “ışık-karanlık” diyalektiği de, sonradan çağlar boyunca
birçok din ve inanç sistemine esin kaynağı olmuştur.
Hermetik düşünce, çevremizde olup bitene; “mikro” ve “makro” boyutta “diyalektik yaklaşım” ile bakar. Bu felsefi
yaklaşım, “Her şeyin birbirine zıt fakat aynı oranda da birbirinden ayrılamayan bir ikili düzen üzerine kurulduğu”
kabulünü benimser. Bu düşünce sistemine göre, kavramların her biri karşıtını kendi içinde barındırır. Düşünce, bir
tezden onun içindeki karşıtına yani antiteze, bundan da yeniden karşıtına yani ilk kavrama dönmekle, iki kavramın
birliğini oluşturan üçüncü kavrama yani “sentez”e ulaşılır. Bu düşünce, her şeyde iki kutup veya iki yön olduğunu,
zıtların gerçekte sıcak ve soğuk gibi yalnızca aynı şeyin iki ucu olduğunu ve bu uçlar arasında o şeyin çeşitli
derecelerinin var olduğunu açıklar. Benzer şekilde “madde” ve “ruh” ta aynı şeyin iki kutbundan başka bir şey
değildir. Hermetik öğreti, zıtlıktan tamamlayıcılığa geçişe dayanır.
Hermes diyor ki: "Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki
Osiris’i tanırsa o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır."
Hermes için en son gaye nura kavuşmaktır. Hermes, konuşmalarının sonunda şöyle demektedir:
"İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve bu nur daima parlasın."
Hermes veya Thoth, nurlanmış kişi anlamında kullanılan bir sıfattır, Buddha gibi var olan hakikati bulmuş ve kendini
aşmış, kendini gerçekleştirmiş kişi olarak karşımıza çıkar. Amon Ra; sevgi varlığı olan, kalpte parlayan nur, ateş
anlamındadır. Amon Ra’ya kavuşulunca “ Varlığın Birliği” ne kavuşulur. Birliğin sırrı ise aşktır.
Orfeik öğretiye göre ise tüm Tanrıların en büyüğü olan Zeus, tüm evrenin kendisinden var olduğu Tanrıdır.
Diyonizos ise, onun oğlu, yani tezahür etmiş “İlahi Kelam”’dır. (Hıristiyan inancındaki teslis bu öğreti çerçevesinde
oluşmuştur) İnsanlar, Diyonizos'dan birer parçadır. İnisiyeler ise, insanoğlunun Hermes'leri, yani ikincil tanrılarıdır.
Orfeus, "Tanrılar bizde ölür, bizde dirilir" demiştir.
Mısır’da Amon Ra Rahipleri inisiyelere şöyle demektedirler: “ Tanrı nurdur ve her zerrede vardır! Bu yaşamda da
Tanrı’ya kavuşmak mümkündür”. (Panteist inanç)
Hermes ise şöyle vurgular: “İç ile dış, küçük ile büyük birbirinin aynı olduğuna göre, doğanın gözlerini çözerek saltık
gerçeği öğrenmeden evvel, kendi küçük evrenimize dönüp, öz varlığımızın gizlerini öğrenme gereksinimini
duyuyoruz.”
Hermetizm’in temel öğretisine göre madde karanlık ile özdeştir; ışık ise ruhtur ve aydınlık ruhtadır. Yeryüzündeki
yaşam ruhun madde ile savaşından oluşan bir sınav evresidir. Gerçeğe ulaşabilmek, bu sınavdan başarı ile
çıkabilmeye bağlıdır. Eğer ruh, maddeye ya da bireysel bağlılığa yenilerek bu sınavı kaybederse karanlığa tutsak
olarak varlığını yitirir.
Hermes’in derki; “Her parça bütünün temsilcisidir”. Ve parça bütüne ait olduğu müddetçe, parçadaki değişim,
bütünü de değiştirir. Bireyin tekâmül seviyesindeki artış insanlığın tekâmül seviyesine olumlu olarak yansıyacaktır.
29
Büyük inisiyeler, kendi gibi olmuşlardır ve herkesten farklılaşmışlarıdır.
29
Berk Yüksel in makalesinden alınmıştır. Bu konu ile çalışma yapanlar da özet olarak aynı bilgileri vermekteler.
Seite
15
Değerlendirme:
Hermetik öğretilerin antik çağlara kadar gerilere gittiği ve Doğu, Ortadoğu, Mısır bölgelerinde yaşayan halkların
inanç ve yaşantılarını belirgin şekilde etkilediği görülmektedir. Mısırdan da Batıya geçmiş ve batı kültürünü
derinden etkilemiştir. Kıtalara göçlerle bu öğretiler dünya üzerinde yayılmıştır.
İslam bu bölgelere geldiğinde bölge dinleri bu öğretilerle sentezlenmiş durumdaydı. Yukarıda belirttiğim
Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Musevilik, Sabiilik, Budistlik ve Şamanlık sünni öğretilerini hermetik öğretiler
şekillendirmiştir.
Bu dinlerde özellikle Tanrı ile insanın tanımı ve insanın eğitimini içeren öğretiler hermetik öğretilerden etkilenmiş
ve şekillenmiştir. Bu dinlerdeki felsefik tasavvurlarda hermetik felsefenin etkisiyle oluşmuştur.
Hermetik öğretiler bu dinlerde mistik batıni anlayışın temelini oluşturmuştur.
Özelikle İranda, Harran(İskenderiye-Mısır) ve Şam bölgelerinde özerk hermetik öğretiler din olarak yaşanmaktaydı.
İslami sünnilikte tasavvufun oluşumu bu sünni hermetik öğretileri yaşayan toplulukların islamlaştırılmasıyla
başlamıştır.
İslamlaşan bu topluluklar eski inançlarından vazgeçmemiş ve kendilerine gelen islami bilgileri kendi hermetik din
anlayışları ilkeleri üzerine kurgulamışlardır. Kuran ayetleri ve rivayetler eski inanışlarını islama taşımak için
kullanılmıştır. Örneğin: Ruh beden dualizm inancını; insanın yaratılışına atıf yapan Kuranda ‘ruhumuzdan üfedik’
açıklamasını, Allahın ruhundan bir parçanın insana verilmesi şeklinde yorumlanarak islami sünniliğe taşımışlardır.
(Oysa bu açıklama Kuranda Cebrail/Ruh vasıtasıyla canlandırılmayı açıklar, aynen Meryeme ruhun/Cebrailin
üfürmesi gibi.)
Bu sayede yine insanın bir takım egserssizlerle bedenini arındırması ve aşk iksiri ile ilahla bir olması (vahedi vucudfenafillah) inancını islama taşımıştır. Bu inanışa göre insan bir olma halinde, yani ilahın insan bedenine hulul
olmasıyla insan ilah olur. Bu inanç mevlevilerde, bektaşilikte ve Yunus Emre öğretilerinde açıkca dile getirilir.
Haccac ın ‘Enel hak’ demeside buna binaendir.
Musevilikte Uzeyir ve Hıristiyanlarda da İsanın ilaha dönüştürülmesi bu hermetik batıni yorumla olmuştur. Özellikle
daha önceleri hermetik ermişi olan Paulusun hermetik inanışı hıristiyanlığa taşımasıyla ortaya çıkmıştır.
Aynı şekilde yine hermetizmdeki panteist inancı da bu hulul olmaya götüren bir inançtır. Bu inanca göre ilahtan
başka hiç bir şey yoktur, her şey onun bir parçasıdır. Bu sebeble ilahı arayanlar onu bir taş parçasında dahi
görebilirler. Yunus Emre şiirlerinde açıkca bu arayışı dile getirir. Tasavvufdaki gayrullillah (her şey Allahın parçasıdır)
inancıda bu panteist inancın islama taşınmış şeklidir. Bunun rönesansla çağımızdaki karşılığı ise ‘her şeyin yaratıcısı
bütünlük içerisinde tabiattır’ anlayışıdır.
Ruh beden dualizmi inancı islam dünyasını o kadar derinden etkilemiştir, ki tasavvuf karşıtı olan medreselerde dahi
bu inanç devam etmiş ve hatta günümüz de dahi Kuran araştırmacıları bu inançtan kurtulamamışlardır. İnsanın
canlılığı bu inanışa göre yorumlanır. Allahtan bir parça olarak olmasada, Allahın üflemesiyle saydam cevher olan
ruhun verildiği kabul görür ki bu hermetik Ruh beden dualizminin ıslah edilmiş versiyonudur.
Kuran insanı bir bütün olarak ve toprağın özü şeklinde Nefs kelimesi altında tanımlarken, bugün hala bu Kuranın
Nefs tanımı hermetik kültür uzantısında Ruh olarak anlaşılmaktadır.
Hermetik öğretilerdeki Hermes islami sünniliğe Nebi ve nebinin soyundan gelen, Gavs, kutub, ermiş, evliya, dede,
baba, pir vs. olarak taşınmıştır. Hermetizmdeki bütün özellikleri aynen aktarılmıştır.
İslam dışı öğretiler, gizli dersler ve tatbikatı (zikirler/semahlar) sebebiyle camiler yerine kendilerine has mekan olan
Tekkeler/Cem evleri islamlaşmayla devam etmiştir.
Öğretilerdeki gizlilik ilkesi devam etmekte olup tarikat dersleri kapalı olarak yapılmaktadır. Her insana gizli öğretiler
verilmez, ancak o aşamaya gelenler sırları saklamak kaydıyla alabilirler.
30
Bugün kutublarda yaşayan şamanist eskimo kabileleri hala uygulamaktalar.
Seite
Şamanizm:
Şamanizm inançları; basite indirgense de temelde hermetik öğretilerden etkilenmiştir. Bu öğretilerin doğa ve ata
kültleriyle sentezlenmiş halidir. Tek tanrı inancı, ruh beden dualizmi, ilahla trans halindeki ermiş Şaman, ölüm
sonrasında tekrar dirilişe kadar ruhun kabir hayatı, ruhların dünya işlerinde menfi veya müsbet faaliyetleri, melek30
şeytan inancının iyi ruh-kötü ruh şeklinde tazahürü, neslin saflığını korumak amacıya mum söndürme eylemleri ,
16
Harran ve Şam bölgelerinin Emeviler tarafından islamlaşması, bu islamlaşan hermetik öğretilerin (tasavvufun)
Emevilerin nufus etme güçleri vasıtasıya hemen hemen her islamlaşan bölgeye taşınmasını gerçekleştirmiştir.
Diyebiliriz ki, Emevilerde yaygınlaşan bu hermetik inanç Abbasiler döneminde islam inancı içine kendisini Tasavvuf
adı altında sistematize etmiştir. İslamlaşan her bölgede batıni tasavvufi inançlar hakim durumda idi. Abbasiler
döneminde islamlaşan Türkler de bu inanışı benimsediler ve eski dinleri Şamanizmden taşıdıkları unsurlarla
zenginleştirdiler. Örneğin: Ermişlerin Türbeleri, Mezarda Kuran okuma ve sevabın ölene hediyesi, türbeki yatırların
duaya aracı konması, vs.
Bugün hermetik öğretiler islam dünyasında olduğu gibi Türkiye de de hala çok etkindir. Mevleviler, Nakşibentler,
Kadriler, Bektaşiler, ismailer ve Said Nursi vs tarikatleri öğretilerinde hermetik öğretiler hayat bulmaktadır.
Özellikle Abbasiler dönemi tasavvuflaşmanın en yoğun olduğu dönemdir ve bu günkü tarikatların ortaya çıkış
dönemidir. Batı da ise çağımızda masonluk teşkilatlarıyla hermetik öğretiler yaygınlaştırılmakta ve evrensel
değerler olarak dünya halkına gizli ve aşikar olarak dayatılmakta. Doların üzerindeki hermetik masonluğun simgesi
her şeyi anlatıyor.
cennet ve cehennem vb. inançlar şamanist bölgelerde hakimdi. Bu inançların kıtalara göçle bütün dünya üzerinde
yayıldığı görülmektedir. Örneğin: Amerikadaki Kızılderililer, Afrika yerlileri, Avusturalya yerlileri, tamamen
şamanist idiler.
Abbasiler döneminde savaşlarla ve göçlerle islamla tanışan türk boyları İran üzerinden Anadoluya islamlaşarak
geçiş yapmıştır. Anadoluya geçerken sünniliğe ve tasavvufi mistik karektere bürünmüş öğretileri islam olarak
aldılar. Kendi eski dini unsularını da bu öğretilerle sentezleyerek Anadolu sünniliğini oluşturdular. Bu sünni anlayış
Osmanlılar vasıtasıyla evrenselleşerek günümüze kadar taşındı. Bir çok şamanist inanç islami öğretilere dahil
edilmese de halk yaşantısında hala yaşanmaktadır. Örneğin: Ağaçlara bez bağlama, yolcu arkasından su dökmek,
tahtaya vurmak, bazı hayvanların uğursuz sayılması, bazı nesnelerin uğurlu sayılması vs. vs.
Sünnilik konusunda sonuç olarak genel değerlendirme:
Sünnilik; birilerinin öğretilerini sorgulamadan tam teslimiyetle yaşama şeklidir. Kuranda bu yaşama şekli atalardan
gelen rivayetlere uyma şeklinde izah edilir. Kuran; körü körüne tabi olmayı, sürekli olarak içindeki çelişkileri ortaya
koyarak sorgulatır. Sorgulamak ve tetkik etmek için aklı ve mantığı kullanmayı tavsiye eder. Bütün resullerin ve son
resulün de mücadelesi sünnilik inancının yıkılması yönündedir.
Kuran; birilerinin öğretilerinin Allah adına din koymak olduğunu ve bununda insanların Allahı bırakıp birbirlerini
veya bir şeyleri ilahlar-rabler edinmek olduğunu açıklar. Din koyma hakkının sadece yaratıcı olan Allaha mahsus
oluğunu çeşitli şekillerde vurgular..
Şu an islami topluluklarda hakim olan sünniliğin oluşumuna bakıldığında fetihlerle islamlaşan bölgelerde ortaya
çıktığını görmekteyiz. Valiliklerin bu halklara islam olarak Kuran yerine Kuranın pratiğe aktarılışı olarak kabul gören
ve nebiye atfedilen öğretileri din olarak sunduklarını görüyoruz. Bu öğretiler halklar tarafından kendi dini
bilgileriyle sentezlendi ve ortaya resule atfedilen islam bilgileri oluştu. Fıkıh ihtiyacı oluştuğunda ise bu öğretiler
ravi zincirleriyle sistematize edildi ve ortaya bugünkü mezhepler çıktı.
Şu an islami sünniliğin temelini oluşturan hadis-sünnet külliyatı gerçekte, islamlaşan halkların kendi oluşturdukları
sentez din bilgileridir. Bu sünnilik inanışında hadis öğretileri din koyar ve Kuran hükümlerini geçersiz yapabilir. Bu
anlayış ise Resulü Allaha ortak koşmaktır. Zira din koymak sadece yaratıcı Allaha mahsustur. Sünniliğe göre; Kuranın
sünnilikteki yeri sadece nebinin anladığı ve tefsir ettiği onun dışında hiç bir kimsenin yetkili olmadığıdır. Kuran
tefsiri ve pratiği hadislerdedir.
Bu uydurma inanç sebebiyle kenara itilen Kuran musiki tarzlarda sadece feyz ve sevap alınması için okunan kutsal
kitab anlayışına sokulmuş ve Allahın insanlara hitabı ortadan kaldırılmıştır. Başka deyişle Kuran terk edilmiş ve
resul adına rivayetler kullanılarak eski inançlar islamlaştırılmıştır.
Şu an İslam dünyasında yaşanan sünni din, eski dinlerin islam boyasıyla boyanmış halidir. Renk farklılıklarından
dolayı bu coğrafya insanları birbirini Allah adına tekfir etmekteler ve hatta öldürmekteler.
Yapılması gereken, ki tek kurtuluş da odur, sünniliğin yani rivayet dininin terk edilip, islamın sadece Kurandan
öğrenilmesi ve Kuran öğretileri gereğince ferdi ve toplumsal oluşumun tamamlanmasıdır. Bu süreçte her müslüman
mutlaka kendi Allaha kulluk şahsiyetini özgür oluşturmalıdır. Kuran adına oluşacak olan sünnilikten de mutlaka
kaçınılmalıdır; Alimlerden özgür olarak istifade edilmeli, Allah haricinde kimseye tabi olunulmamalıdır. Tabii
olunulması gereken tek merci insanın Rabbidir.
Kuran toplumu oluştuğunda hiç bir fırkalaşma kalmayacaktır. Kuranın hikmet ve furkan donatısıyle ortaya çıkacak
mutlu bir topluma, topluluklar halinde diğer insanların dahil olacakları kesindir. Nasr suresi bunun delilidir.
İnsanlığın kurtuluşu da buna bağlıdır.
Sorulması gereken soru şudur: Dini Allah mı koymuştur, yoksa resulmü koymuştur? Kuranmı, yoksa insan sözü
hadislermi? Her kendisini müslüman atfeden insan bu soruyu kendisine sormak zorundadır.
Seite
17
H. Hüseyin Biçer, Almanya, 17.08.2014
Download