Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Ekim 2015 Sayı: 29 Ayl ı k sürel i yay ı n Cumhuriyetimiz 92 yaşında...24 TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan 2. Yasama Yılı değerlendirmesi...14 Türkiye’nin yardım ve şefkat eli: AFAD Barınma Merkezleri...52 Sırlarla dolu bir zirve: Nemrut Dağı...46 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 29 Parlamento TPB Ekim 2015 Sayı: 29 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Editör Songül Baş YAYIN KURULU Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Özge Aydın Pınar Ünsal Zeynep Yiğit 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Genel Koordinatör İsmail Demir Yahya AKMAN Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 05.10.2015 EKIM 2015 İÇİNDEKİLER 18 TBMM 25. DÖNEM’DE 2. YASAMA YILI 14 2. Yasama Yılı TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan değerlendirmesi 40 Siyasetçi halkın huzur Işılay Saygın: ve mutluluğu ile ülkenin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalıdır 24 CUMHURIYETIMIZ 92 YAŞINDA 60 Siyasette uzlaşma M. Tahir Köse: kültürünün olması ülkemizin birlik ve beraberliği için şarttır 52 TÜRKİYE’NİN YARDIM VE ŞEFKAT ELİ: AFAD BARINMA MERKEZLERİ 66 EYÜP AYAR ILE BILIŞIM VE TEKNOLOJI VAKFI ÜZERINE 78 SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TARİHÎ ÖRNEĞİ: AHÎ TEŞKİLATI 84 ÇOK YÖNLÜ BIR ÖNCÜ: OSMAN HAMDI BEY 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 6 HABERLER 11 DÜNYADAN 64 ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN 92. YILDÖNÜMÜ 74 TARIH SAHNESI 88 ERBAY KÜCET: “AKBABA”LI SIYASET 90 KITAP 92 MÜZIK 93 FILM 94 CHP ANKARA MILLETVEKILI ALI HAYDAR HAKVERDI ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 95 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 32 TEK BAYRAK ALTINDA ONLARCA RENK AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI 46 NEMRUT DAĞI SIRLARLA DOLU BIR ZIRVE 70 ISMAIL HAKKI TARIHIN PEŞINDE BIR ÖMÜR UZUNÇARŞILI BAŞKAN’IN MESAJI CUMHURIYETI YAŞATACAK GÜÇ MILLETTIR T ürkiye’de cumhuriyet rejimine 29 Ekim 1923’te geçilmiş olsa da halkın yönetimde temsil edilmesi, mutlak iktidarın kısıtlanması görüşünün temelleri daha eskilere dayanır. 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla başlayan süreçte, bugün kullandığımız anlamıyla olmamakla birlikte demokratikleşme çabaları görülür. Parlamenter sistem ve anayasa kavramları ise 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kanun-i Esasi ile siyasi hayatımızın baş köşesine yerleşir. Yetkilerin, hesap verme sorumluluğu bulunmayan, denetlenemeyen padişahlık makamının tekelinden çıkarılması 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’le fiilen gerçekleşir. Tanzimat Fermanı’ndan itibaren hem devlet yapısı konusunda hem de toplumsal hayatta, çöküşten kurtulmanın yolları aranır. Avrupa’da tatbik edilip başarıya ulaşmış sistemler, devletlerin ilerlemesini sağlamış kurumlar örnek alınırsa Osmanlı’nın yıkılmasının önüne geçileceği fikri entelektüel camiaya hâkim olur. “Cumhuriyet” düşüncesi de asker ve sivil bürokraside bu dönemde canlanan, hayata geçirilmesi günün şartlarında imkansız görülen bir fikirdir. Osmanlı Devleti’nin, özellikle Çanakkale ve Hicaz cephelerindeki başarısına rağmen, içinde bulunduğu ittifakla birlikte I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkması, Anadolu’nun savaşın galipleri tarafından kağıt üzerinde paylaşılması sonucunu doğurur. Masa başında yapılan bu planların tutmaması, bugün saygıyla andığımız Millî Mücadele adı verilen büyük direniş sayesindedir. Millî Mücadele, bir yandan Anadolu’daki düşman işgaline karşı silahlı bir karşı duruş sergilerken öte yandan gelecekteki yönetim biçiminin tohumlarını içinde taşır. Sivas ve Erzurum Kongreleri bunun güzel örnekleridir. Bu kongrelerde hem düşman işgalinden kurtulmak hem de fiilen yönetimden yoksun olan Türkiye’nin sorunlarına çözüm aramak söz konusu olmuştur. 23 Nisan 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi de Millî Mücadele’yi yönetmenin yanında ülke idaresini de ele almıştır. Meşrutiyet’in bir kazanımı olan Meclis-i Mebusan’ın İngiliz işgali sırasında sürgün ve tutuklamadan kurtulan üyelerinin Büyük Millet Meclisi’ne dahil edilmesi, Türkiye’nin cumhuriyet yolunda süreklilik arz eden bir tarihî seyir içinde olduğunu gösterir. Nihayet, 29 Ekim 1923’te yeni kurulan bağımsız devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olur. Bilindiği gibi “cumhuriyet”, halk idaresi anlamına gelir. Bu anlamda demokrasi kavramıyla ayrılmaz bir bütündür. Millet iradesine dayalı, kamu yararını gözeten, bir sınıf veya zümrenin boyunduruğunda olmayan bu yönetimin değeri, günümüzde diktatörlükle yönetilen ülkelere bakınca bir kat daha iyi anlaşılır. Yönetimde söz sahibi olan halkın daha mutlu olacağı açıktır. Böyle bir halk kendisi için gerekli olanı talep edecek, çağın gerisine düşmemek için sorumluluk üstlenecektir. Devletin milletle kenetlenmesini sağlayan cumhuriyet, halka bu kapıyı açar. Dolayısıyla cumhuriyeti yaşatacak güç millettir. Milletin elinden demokratik cumhuriyetin getirdiği güzellikleri almaya kalkanlara da en iyi cevabı yine millet verecektir. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili HALK IDARESI ANLAMINA GELEN CUMHURIYET, DEMOKRASI KAVRAMIYLA AYRILMAZ BIR BÜTÜNDÜR. BİRLİK’TEN NEVZAT PAKDIL: TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI ÜLKEMIZI VE MILLETIMIZI ILGILENDIREN HER MESELENIN TEK ÇÖZÜM YERIDIR TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, TBMM 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Millî iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her meselenin tek çözüm yeri olduğunu ifade eden Pakdil, “Meclisimiz demokrasinin sembolü ve millî iradenin kalesidir. TBMM 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın ve 1 Kasım’da yapılacak 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum” dedi. Nevzat Pakdil mesajında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Millî Mücadele’yi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde sürdürdüğünü ve bu nedenle “Gazi Meclis” olarak anıldığını hatırlattı. Kurulduğu 23 Nisan 1920 tarihinden bugüne kadar Yüce Meclis’in çatısı altında ülkemize ve milletimize hizmet eden birbirinden değerli TBMM üyeleri olduğunu dile getiren Pakdil, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bugün hayatta olmayanları rahmet ve minnetle yâd ettiğini kaydetti. Vatanın istiklal ve istikbali için kurtuluş mücadelesi veren ve bu mücadeleden alnının akıyla çıkan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin askerî darbe dönemlerinde kapatıldığını, millî iradenin baskı altına alındığını ve demokrasinin ağır hasara uğratıldığını hatırlatan Pakdil, “Millet iradesine karşı doğrudan veya dolaylı, silahlı veya bürokratik tüm müdahaleler insan hakları ihlalidir. Millî iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi, sorun olduğunda kapatılacak bir kurum değil, sorunu çözmek için yegane mercidir” dedi. “Ülkemiz yeni bir anayasaya kavuşmalıdır” Nevzat Pakdil, 7 Haziran’daki genel seçimlerin ardından 45 günlük anayasal süre içinde hükümet kurulamaması nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerin yenilenmesi kararını verdiğini ve Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından Geçici Bakanlar Kurulu’nun oluşturulduğunu anımsatarak, “1 Kasım’da bir kez daha sandık başına gidilecek ve millî irade tecelli edecektir. TBMM 26. Dönem’de görev yapacak milletvekillerinin belirleneceği seçimlerin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum” dedi. Pakdil, TBMM 24. Dönem’de başlatılan, ancak bir neticeye ulaştırılamayan yeni anayasa çalışmalarının önümüzdeki dönemde tekrar ele alınmasının önemine de işaret ederek, “1982 Anayasası’nda bugüne kadar pek çok değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerle adeta yamalı bohçaya dönen mevcut anayasa, bugün Türkiye’nin ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap verememektedir. Ülkemizin yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Toplumumuz da bu yönde bir beklenti içindedir. Önümüzdeki dönemde ülkemiz yeni ve sivil bir anayasaya kavuşturulmalıdır” değerlendirmesinde bulundu. 5 HABERLER 26. DÖNEM MİLLETVEKİLİ ADAY LİSTELERİ KESİNLEŞTİ 1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilecek 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’ne katılacak partiler ve milletvekili aday listeleri kesinleşti. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) yaptığı açıklamaya göre seçime 16 parti ve Türkiye genelinde 21 bağımsız aday katılıyor. YSK’nın Resmî Gazete’de yayımlanan kararına göre 85 seçim çevresinde oy pusulasında yer alacak partiler şunlar: Adalet ve Kalkınma Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Halkların Demokratik Partisi, Komünist Parti, Millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Saadet Partisi, Vatan Partisi ve Halkın Kurtuluş Partisi. Hak ve Özgürlükler Partisi 78, Doğru Yol Partisi 67 ve Liberal Demokrat Parti 61 seçim çevresinde seçime katılıyor. 6 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partiler, 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimi için hazırladıkları milletvekili aday listelerinde 25. Dönem’e göre değişiklikler yaptı. 7 Haziran’da seçilerek Meclis çatısı altında görev yapmaya başlayan bazı milletvekilleri yeni listelerde yer almadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), 25. Dönem milletvekillerinden 53’ünü tekrar aday göstermedi. 1 Kasım’daki seçimlerde yer alamayacak AK Partili milletvekillerinin isimleri şöyle: Adana Milletvekili Sadullah Kısacık, Afyonkarahisar Milletvekilleri Remziye Sıvacı, Halil Ürün, Aksaray Milletvekili Nevzat Palta, Aydın Milletvekili Mehmet Sadık Atay, Bursa Milletvekilleri Önder Matlı, YÜKSEK SEÇIM KURULU’NUN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANAN KARARINA GÖRE 1 KASIM’DA YAPILACAK SEÇIME 16 PARTI VE TÜRKIYE GENELINDE 21 BAĞIMSIZ ADAY KATILACAK. İsmet Su, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı, Denizli Milletvekilleri Bilal Uçar, Mehmet Yüksel, Edirne Milletvekili Şemsettin Emir, Elazığ Milletvekilleri Şuay Alpay, Serpil Bulut, Erzincan Milletvekili Talha Erol Durmaz, Erzurum Milletvekili Adnan Yılmaz, Eskişehir Milletvekili Salih Koca, Giresun Milletvekili Turhan Alçelik, Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın, Hatay Milletvekili Mehmet Alğan, Isparta Milletvekili Recep Özel, İstanbul Milletvekilleri Abdurrahim Boynukalın, Osman Can, Alev Dedegil, İdris Güllüce, Uğur Işılak, Sevim Savaşer, Ethem Tolga, Hüseyin Yayman, Mustafa Afşın Yazıcıoğlu, Özlem Zengin, İzmir Milletvekili Cemil Şeboy, Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Bayazıt Kaçar, Karabük Milletvekili Osman Kahveci, Kars Milletvekili Mehmet Uçum, Kastamonu Milletvekili Mustafa Gökhan Gülşen, Kayseri Milletvekilleri Ahmet Doğan, Yaşar Karayel, Havva Talay Çalış, Kemal Tekden, Kırıkkale Milletvekili Oğuz Kağan Köksal, Kırklareli Milletvekili Hamdi Irmak, Kocaeli Milletvekili Cemalettin Kaflı, Konya Milletvekili Rüveyde Gülseren Işık, Mersin Milletvekilleri Mustafa Muhammet Gültak, Muhsin Kızılkaya, Muğla Milletvekili Hasan Kökten, Ordu Milletvekili İhsan Şener, Sakarya Milletvekilleri Ali İnci, Ayşenur İslam, Şanlıurfa Milletvekilleri Mazhar Bağlı, Seyit Eyyüpoğlu, Hamide Sürücü, Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler. AK Parti’nin 7 Haziran’daki genel seçimlerde “üç dönem kuralı” nedeniyle aday göstermediği 70 isimden 24’ü 12 Eylül’deki kongrede yapılan tüzük değişikliği sonrasında listelerde yer aldı. Bu isimler ve aday gösterildikleri seçim bölgeleri şöyle: Ali Babacan Ankara 1. Bölge 1. sıra, Beşir Atalay Van 1. sıra, Mehmet Mehdi Eker İstanbul 3. Bölge 1. sıra, Binali Yıldırım İzmir 1. Bölge 1. sıra, Ömer Çelik Adana 1. sıra, Recep Akdağ Erzurum 1. sıra, Hayati Yazıcı İstanbul 2. Bölge 1. sıra, Taner Yıldız Kayseri 2. sıra, Faruk Çelik Şanlıurfa 1. sıra, Bekir Bozdağ Yozgat 1. sıra, Haluk İpek Amasya 2. sıra, Cemil Çiçek Ankara 2. Bölge 1. sıra, Nurettin Canikli Giresun 1. sıra, Mustafa Elitaş Kayseri 3. sıra, Burhan Kuzu İstanbul 2. Bölge 3. sıra, Mehmet Ali Şahin Karabük 1. sıra, Ayhan Sefer Üstün Sakarya 1. sıra, Mustafa Ataş İstanbul 1. Bölge 2. sıra, Mevlüt Çavuşoğlu Antalya 1. sıra, Bayram Özçelik Burdur 1. sıra, Hakkı Köylü Kastamonu 1. sıra, Şaban Dişli Sakarya 2. sıra, Zeyid Aslan Tokat 2. sıra, Murat Yıldırım Ankara 2. Bölge 12. sıra. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), milletvekili aday listelerini büyük oranda 7 Haziran öncesinde gerçekleştirilen ön seçim sonuçlarına göre düzenledi. Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Murat Özçelik ile Tokat Milletvekili Orhan Düzgün listelerde yer almadı. Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker ise 7 Haziran seçimleri öncesinde 1. sırada yer aldığı seçim bölgesinde bu kez 4. sırada olmasına tepki göstererek adaylıktan çekildiğini açıkladı. Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) İstanbul Milletvekili Meral Akşener, Ankara Milletvekili Mustafa Erdem, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin, Karabük Milletvekili Durmuş Yalçın ve Manisa Milletvekili Zeynel Balkız listelerde yer bulamadı. Geçici Bakanlar Kurulu’nda yer alması dolayısıyla Merkez Disiplin Kurulu kararıyla MHP’den ihraç edilen Başbakan Yardımcısı Yıldırım Tuğrul Türkeş ise AK Parti’den Ankara 2. Bölge 2. sıra adayı oldu. Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel, Siirt Milletvekili Hatice Seviptekin, Van Milletvekilleri Remzi Özgökçe ve Selami Özyaşar aday listelerinde yer almadı. 5 aylık milletvekilliği 25. Dönem’de milletvekili seçilip 26. Dönem aday listelerinde yer almadıkları için sadece 5 ay milletvekilliği yapan isimler ise şöyle: AK Parti’den Sadullah Kısacık (Adana), Remziye Sıvacı (Afyonkarahisar), Nevzat Palta (Aksaray), Mehmet Sadık Atay (Aydın), Şemsettin Emir (Edirne), Serpil Bulut (Elazığ), Talha Erol Durmaz (Erzincan), Mehmet Alğan (Hatay), Osman Can, Hüseyin Yayman, Ethem Tolga, Özlem Zengin, Abdurrahim Boynukalın, Uğur Işılak, Mustafa Afşın Yazıcıoğlu (İstanbul), Cemil Şeboy (İzmir), Mehmet Uçum (Kars), Ahmet Doğan, Kemal Tekden, Havva Talay Çalış (Kayseri), Hamdi Irmak (Kırklareli), Cemalettin Kaflı (Kocaeli), Rüveyde Gülseren Işık (Konya), Mustafa Muhammet Gültak, Muhsin Kızılkaya (Mersin), Hasan Kökten (Muğla), Ali İnci (Sakarya), Mazhar Bağlı, Hamide Sürücü (Şanlıurfa), Fatma Gaye Güler (Tokat); CHP’den Murat Özçelik (İstanbul); MHP’den Durmuş Yalçın (Karabük), Zeynel Balkız (Manisa); HDP’den Remzi Özgökçe, Selami Özyaşar (Van), Hatice Seviptekin (Siirt). 7 GAZİLER GÜNÜ KUTLANDI SAKARYA Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından Mustafa Kemal Atatürk’e Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla “Mareşal” ve “Gazi” unvanlarının verildiği 19 Eylül 1921 tarihinin yıldönümleri Gaziler Günü olarak kutlanıyor. Etkinlikler, 2004’ten beri olduğu gibi bu yıl da Başbakanlık’ın Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğine uygun olarak düzenlenirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül birer mesaj yayımladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazilerin vatan topraklarındaki varlığımızın birer sembolü ve güvencesi olduğunu vurguladığı mesajında günümüzdeki gelişmeleri de değerlendirerek şu ifadelere yer verdi: “Bugün de, ülkemize yönelen tehditlere karşı kendilerini siper eden kahraman askerlerimiz ve polislerimiz, aynı şuur ve fedakarlıkla görev yapmaktadırlar. Aziz milletimiz, kutsal değerlerini, vatan ve bayrak sevgisini her şeyin üstünde tutan, bu uğurda hayatlarını feda etmekten çekinmeyen kahramanlarımız sayesinde karşısına çıkan tüm badireleri atlatacak güce, dirayete, kararlılığa sahiptir. Bizler, ecdadımızdan miras kalan hasletlere sahip çıkmanın, birlik ve beraberliğimize yönelen tehditlere karşı mücadele etmenin, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak için çalışmanın, şehitlerimize ve gazilerimize vefa borcumuzun da gereği olduğuna inanıyoruz. Ülkemizin sessiz kahramanları olan şehit ve gazilerimizi sevgi, saygı ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e, istiklal mücadelesindeki önderliğinden dolayı ‘Müşir ve Gazi’ unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Günü’nü en içten duygularımla kutluyor, tüm gazilerimize minnet ve şükranlarımı sunuyorum.” Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise vatan savunması ve bağımsızlık için insan üstü bir fedakarlıkla çabalamış şehitler ve gazilerin milletin övünç kaynağı olduğunu kaydetti. Gönül, “Millî birlik ve beraberliğimizin temini uğruna canlarını ortaya koyan, kutsal vatan topraklarının müdafaası için millî ruhla, üstün cesaret ve fedakarlık anlayışıyla gazilik mertebesine ulaşan kahramanlarımızın Gaziler Günü’nü kutlu- 8 HABERLER yorum” ifadeleriyle başladığı mesajında şunları dile getirdi: “Fedakarlık, bu vatanı ayakta tutan yüce bir değerdir. Gazilerimiz, işte bu millî fedakarlığın timsalleridir. Onlar, milletimizin bağımsızlığını, vatanımızın bütünlüğünü korumak için kendi canlarını hiç düşünmeden ortaya koyan kahramanlardır. Gazilerimizin bakışlarındaki vakar ve metanet bu fedakar ruhun temiz yüzlerine yansımasıdır.” SAHİL GÜVENLİK 53 BİN GÖÇMENİ ÖLÜMDEN KURTARDI ORTA Doğu’daki çatışma ortamının, özellikle Suriye İç Savaşı’nın yarattığı düzensiz göç dalgası Avrupa’nın önemli sorunlarından biri haline geldi. Bölge ile Avrupa arasındaki coğrafi konumu nedeniyle bu problemden en fazla etkilenen ülke ise Türkiye. Kaçak yollarla Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacıların ilk durağı olan Türkiye’de göçmenler için alınan güvenlik tedbirleri üst noktaya taşındı. Özellikle Ege Denizi’ni kullanan mültecilerin sağlıksız şartlarda yaptığı yolculukların ölümlü kazalarla sonuçlanmasını ve yasa dışı yollarla sınırdan geçilmesini önlemek için Sahil Güvenlik Komutanlığı başta olmak üzere birçok kurum çeşitli faaliyetler yürütüyor. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün Sahil Güvenlik Komutanlığı verilerine dayanarak hazırladığı raporda, deniz yoluyla göçte geçen yıla oranla yüzde 400 artış olduğu kaydedildi. Türk arama kurtarma sahasında kurtarılan göçmen sayısı geçen yıl 574 olayda 14 bin 961 kişiyken, 1 Ocak-15 Eylül 2015 tarihleri arasında 1428 olayda toplam 53 bin 874’e ulaştı. Raporda ayrıca Akdeniz’de Avrupa ülkeleri tarafından düzenlenen operasyonlarda ölüm oranları yüzde 1,6 olarak saptanırken, Türkiye’nin kendi bölgesinde gerçekleştirdiği kurtarma faaliyetlerinde bu oranın yüzde 0,1 seviyesinde olduğu belirtildi. BİLİM MERKEZLERİ PROJESİNE YOĞUN İLGİ TÜRKIYE Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) “Bilim Merkezi Sergilerinin Tasarımı ve Prototiplerinin Geliştirilmesi” konulu proje çağrısına toplam bütçesi 110 milyon lirayı aşan 88 projenin katıldığı, 32 projenin desteklenmeye değer bulunduğu bildirildi. Projeler için en fazla 18 ay süreyle, üst sınırı 2 milyon lira olan hibe desteği sağlanacak. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, bilim merkezlerinde konuların bilgisayar oyunlarından mekanik düzeneklere, ahşap oyuncaklardan gündelik malzemelere çok çeşitli araçlarla ele alındığını kaydetti. Işık, bilimle uğraşmanın sıkıcı olmadığını gösteren sergileri de bünyesinde barındıran bilim merkezlerinin önemine dikkat çekerek 2023 yılına kadar bütün illere bu merkezlerden kazandırmayı hedeflediklerini ifade etti. Bakan Işık, kurulacak bilim merkezlerinde sergilenecek ürün ve deney setlerindeki yerli katkıyı artırmak amacıyla başlatılan proje kapsamında yapılan başvurularda yenilikçi, etkileşimli, engelli kullanımına uygun, çoklu ortam tasarımı ve dekorasyon bakımından kullanışlı fikirlerin öne çıktığının altını çizdi. Işık, desteklenen projelerin Ankara, İstanbul, Bursa, İzmir, Konya, Eskişehir ve Samsun’dan sunulduğunu da sözlerine ekledi. 9 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN TBMM’YE TEŞEKKÜR TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi Avrupa ve Orta Asya Ofisi Direktörü ve Türkiye Temsilcisi, İzlanda’nın eski Dışişleri Bakanı İngibjorg Solrun Gisladottir’i makamında kabul etti. Gisladottir, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Parlamentolararası Birlik (PAB) ve BM Kadın Birimi tarafından yürütülen “Siyasi Liderlik ve Siyasi Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi” hakkında görüş alışverişi için Neziroğlu’nu ziyaret ettiğini söyledi. Türkiye’de halihazırda 11 belediye ile toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe çalışması gerçekleştirdiklerini, Meclis’in de bu çalışmalarda doğru bir ortak olabileceğini düşündüklerini kaydeden Gisladottir, TBMM’nin, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kapasitesinin artırılması, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışılması gibi özellikleri dolayısıyla diğer ülke parlamentoları için örnek model teşkil ettiğini belirtti. Gisladottir, “Siyasi Liderlik ve Siyasi Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi”ne verdiği destekten dolayı TBMM’ye teşekkür etti. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ise PAB bünyesinde oluşturulan Parlamento Genel Sekreterleri Birliği’nin toplantıları vesilesiyle yılda iki kez dünya parlamentoları genel sekreterleri ile bir araya geldiğini, bu toplantılarda parlamentoların çeşitli alanlardaki iyi uygulama örnekleri hakkında sunumlar yapıldığını, TBMM’nin de farklı konularda gerçekleştirdiği çalışmalarla diğer parlamentoların büyük ilgisini çektiğini kaydetti. Neziroğlu, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hayata geçirilen çalışmaların da gelecek toplantılarda bir sunum konusu teşkil edebileceğini sözlerine ekledi. PRİM BORCU OLANLARA SAĞLIK HİZMETİ ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ahmet Erdem, Bağ-Kur’lu ve sosyal güvencesi bulunmadığı için Genel Sağlık Sigortalısı (GSS) olan vatandaşların prim borcu olup olmadığına bakılmaksızın Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ait sağlık tesisleri ve devlet üniversitelerinin sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinden sağlık hizmeti alabileceklerini bildirdi. Erdem konuyla ilgili açıklamasında, “Kanuna eklenen geçici bir madde ile GSS kapsamında olup da genel sağlık sigortası tescili yapılmış, ancak gelir testine hiç başvurmayan ve primlerini ödemeyen vatandaşlarımıza birtakım kolaylıklar sağlanması amacıyla bu düzenlemeyi yaptık. Vatandaşlarımızın kanunda belirtilen sürede gelir testine 10 HABERLER başvurmaları halinde çıkan sonucun ilk tescil tarihinden itibaren uygulanması hakkını getirdik. Diğer taraftan, aynı kanun ile ödenmemiş prim borcu olan vatandaşlarımıza bu borçlarını peşin veya 18 aya kadar taksitle 2’şer aylık dönemler halinde ödeyerek sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanını getirdik. 2 Ekim 2015’e kadar yapılandırma uygulamasından yararlanmayan, gelir testine müracaat etmeyen vatandaşlarımız, yapılandırma kanunundan önce olduğu gibi yine gelir testine müracaat edebilecek ve çıkan sonuca göre primlerini ödeyebilecek. Bu kararla, gelir testi yaptıramayan, primlerini ödeyemeyen veya yapılandıramayan Genel Sağlık Sigortalılarımızın konuya ilişkin sorunlarını gidermiş olduk” dedi. 1 Ocak 2012’den itibaren çalışmayan, aylık veya gelir almayan ya da herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayan vatandaşlar, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında Genel Sağlık Sigortalısı olarak tescil edilmeye başlamıştı. GSS kapsamındaki vatandaşların gelir testi yaptırarak testin sonucuna göre kendileri için hesaplanan genel sağlık sigortası primlerini ödemeleri veya devlet tarafından karşılanmasıyla sağlık hizmetlerinden faydalanabildiğini belirten Bakan Erdem, gelir testlerinin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarınca yapıldığını hatırlattı. DÜNYADAN DÜNYA LIDERLERI NEW YORK’TA BULUŞTU BIRLEŞMIŞ Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 70. Dönem Genel Görüşmeleri ve Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Zirvesi toplantıları için dünya liderleri New York’ta bir araya geldi. Toplantı ve görüşmelerin odağında Suriye’deki iç savaş, mülteci sorunu, terör, iklim değişikliği gibi konular yer aldı. Genel Görüşmeler’in ilk gününde ABD Başkanı Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Küba Devlet Başkanı Raul Castro Genel Kurul’a hitap etti. Toplantılara Türkiye’yi temsilen Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında bir heyet katıldı. Heyette Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da yer aldı. Davutoğlu New York’ta bulunduğu süre zarfında ABD Başkanı Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İngiltere Başbakanı David Cameron, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, Norveç Başbakanı Erna Solberg, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Başbakan Davutoğlu, Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Zirvesi’nde bir konuşma yaparak insanlığın çok karmaşık ve birbiriyle ilişkili sorunlarla karşı karşıya olduğunun altını çizdi. Fakirlik, eşitsizlik, iklim değişikliği, çevre ve küresel sağlık sorunları, ihtilaflar, şiddete varan aşırıcılık, terörizm ve bunların sonucunda ortaya çıkan insani krizler ve çok sayıda insanın yerinden edilmesi gibi problemlerin dünyanın geleceğini ciddi olarak tehdit ettiğini belirten Davutoğlu şunları söyledi: “Biz yıllardır sürdürülebilir kalkınmanın barış ve güvenlik olmadan olamayacağının bilincindeyiz. 2030 Gündemi de bunu çok net bir şekilde gösteriyor. O nedenle sürdürülebilir kalkınma olmaksızın barış ve güvenliği de elde edemeyeceğimizi biliyoruz. Bu çerçevede insani krize baktığımızda Orta Doğu’da çok ciddi bir insani kriz ile karşı karşıyayız. Bu, güvenlik ve istikrar olmamasından dolayı ortaya çıkan ciddi bir sorun. Biz, bugüne kadar uluslararası toplumdan çok mütevazı destekler olmasına rağmen, Suriyelilere evsahipliği yapmak için çok önemli katkılar sağlamaya çalıştık. Biz bu çerçevede sürdürülebilir kalkınma hedeflerimize ulaşmak için elimizden geleni yapmak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Onun için de insani kalkınma konusuna çok önem vermeliyiz. Bu çerçevede Türkiye’de diplomasi, hem insani yardım hem kalkınma hedefi konularını bir arada ele almaktadır. Özellikle Sahraaltı Afrika ülkelerine yönelik olarak da çalışmalarımızı devam ettiriyoruz.” 11 YUNANİSTAN’DA İKİNCİ ÇİPRAS DÖNEMİ YUNANISTAN’DA bir önceki Çipras hükümetinin istifasının ardından hükümet kurulamaması sonucu gerçekleştirilen erken seçimlerde Radikal Sol Koalisyon İttifak (SYRIZA) yüzde 35,53’lük oy oranıyla yine birinci parti oldu. Geçen seçime göre İttifak’ın oylarındaki yüzde 0,8’lik düşüş Yunan halkının Çipras’a güvenini tescillediği yönünde yorumlandı. Aleksis Çipras başkanlığındaki SYRIZA, Panayiotis Kammenos başkanlığındaki Bağımsız Yunanlar Partisi (ANEL) ile koalisyon hükümeti kurdu. Hükümet, Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un huzurunda yemin ederek göreve başladı. Yeniden başbakanlık koltuğuna oturan Çipras’ın kısa süre içinde uluslararası kredi kuruluşları ve Avrupa Birliği’yle imzalanan anlaşmalar gereği 150’ye yakın ekonomik reformu hayata geçirmesi bekleniyor. Avrupalı uzmanlar seçimin galibinin SYRIZA olmasını olumlu karşıladı. Ülkede seçimin ardından siyasi ya da ekonomik bozulma beklenmediğini vurgulayan uzmanlar, reformları uygulamak zor olsa da seçimin Yunanistan’da ekonomik faaliyetleri artırma açısından olumlu olacağı görüşünde. BURKİNA FASO’DA DARBE AFRIKA ülkesi Burkina Faso’da ordu yönetime el koydu. Cumhur başkanlığı Muhafız Alayı’nın başkent Ouagadougou’da düzenlenen kabine toplantısını basarak Geçici Devlet Başkanı Michel Kafando, Başbakan Yakub İshak Zida ve bakanları rehin almasının ardından resmî devlet televizyonundan Devlet Başkanı ve Başbakan’ın istifa ettiği duyuruldu. Askerler, 11 Ekim’de yapılması planlanan seçimlere kadar göreve gelmiş geçiş hükümetinin düştüğünü, Aziz Korogho’nun liderliğindeki Ulusal Demokrasi Konseyi’nin (CND) ülke yönetimini devraldığını açıkladı. Ardından CND’nin başına 27 yıllık iktidarı geçtiğimiz yıl bir halk ayaklanmasıyla son bulan eski devlet başkanı Blaise Compaore’ye yakınlığıyla bilinen General Gilbert Diendere getirildi. 12 DÜNYADAN Sokağa çıkma yasağı ilan edilen ülkede karmaşa hâkim. Çıkan olaylarda ölü ve yaralılar olduğu kaydediliyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun darbeyi kınayan bir açıklama yayımladı. Afrika Birliği konuyu görüşmek üzere acil toplantı kararı aldı. Türkiye de gelişmelerden duyduğu kaygıyı Dışişleri Bakanlığı’nın şu mesajıyla dile getirdi: “Burkina Faso’nun içinde bulunduğu geçiş dönemi ve 11 Ekim 2015 tarihinde düzenlenmesi öngörülen genel seçimler ışığında, ülkede demokrasinin inşasına engel oluşturan söz konusu darbenin Burkina Faso’daki barış sürecini tehlikeye attığı ve ülkedeki durumu daha da kırılgan hale getirdiği kanaatindeyiz. Bu süreçte tüm tarafları şiddetten kaçınmaya davet ediyoruz.” MOSKOVA’YA MERKEZ CAMİİ RUSYA’NIN başkenti Moskova’da, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın katkılarıyla Rusya Müslümanları Dinî İdaresi tarafından inşa ettirilen Moskova Merkez Camii, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın katıldığı törenle açıldı. 19 bin metrekarelik yapının 10 bin kişilik kapasiteye sahip olduğu açıklandı. Açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, farklı inanç ve kökene sahip insanların aynı çatı altında yaşama tecrübesine Rusya’nın çok önemli bir örnek olduğunu ifade etti. Caminin yapımında emeği geçenlere teşekkürlerini sunan Erdoğan şunları kaydetti: “Ortak değerler etrafında buluşarak, tüm farklılıkların ötesinde müşterek hayat alanı oluşturabilmenin ve gelecek tasavvuru kurabilmenin mümkün olduğuna, bugün burada, Moskova’da bir kez daha şahit oluyoruz. Biz bu güzel manzara karşısında memnuniyetimizi ifade ederken, maalesef dünyanın pek çok yerinde tam tersi görüntüler yaşanıyor. İsrail’in Filistinlilere uyguladığı ayrımcı politikalar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti ihlal edilerek tehlikeli bir yere doğru götürülüyor. Bilhassa Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen gibi yakın çevremiz ile bu bölgelerden kaçan insanların yöneldiği Avrupa sınırlarında tüm insanlığı utandırması gereken hazin manzaralar yaşanıyor. İnançları, kökenleri ve bölgelerinin ötesinde insanların bizatihi bu sıfatla sahip oldukları haklardan dahi mahrum bırakıldıklarını görmekten dolayı üzüntülüyüz. Akdeniz’de, Ege’de ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta kendisidir.” Rusya Devlet Başkanı Putin Moskova Merkez Camii açılışının tüm Rusya Müslümanları için önemli bir olay olduğunu belirtti. TÜRKİYE’DEN UGANDA’YA YARDIM ELİ BAŞBAKANLIK Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Uganda’nın Jinja bölgesindeki Devlet Hayvancılık Araştırma ve Damızlık Üretim Merkezi’ne 100 ton kapasiteli su deposu inşa etti. Su deposunun, Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmak üzere geliştirdiği programlar kapsamında, Uganda’da hayvancılık alanında ilerleme kaydedilmesi amacıyla yapıldığı açıklandı. Tesisin açılışına Türkiye’nin Kampala Büyükelçisi Sedef Yavuzalp, Uganda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Devlet Hayvancılık Araştırma ve Damızlık Üretim Merkezi yetkilileri, bölge çiftçileri ve TİKA yetkilileri katıldı. TİKA’dan yapılan açıklamada, daha önce Viktorya Gölü’nden beslenen 36 ton kapasiteli sulama deposunun kullanıldığı, ancak bu miktarın bölge ihtiyaçlarına cevap vermeyerek kıtlığa yol açtığı bildirildi. Bu sorunun giderilmesi için yapılan yeni deponun yanı sıra sistem bağlantılarının da inşa edilerek mevcut dağıtım ve sulama sistemine entegre edildiği belirtildi. Ayrıca, Uganda’nın kalkınmasında önemli bir adım olarak görülen tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin desteklenmesi için bölgeye yeni bir jeneratör temini, var olan sistem bağlantılarının yenilenmesi ve dağıtım sisteminin geliştirilmesinin de ilerleyen dönemde hayata geçirilecek projeler arasında bulunduğu kaydedildi. 13 MİLLÎ İRADENİN TEMSİL YERİ: TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ İSMET YILMAZ TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI BAŞKANI T ÜLKEMİZİN BUGÜN ULAŞTIĞI SOSYAL, SİYASAL, EKONOMİK VE DEMOKRATİK SEVİYE YENİ BİR ANAYASAYI ZORUNLU KILMAKTADIR. BU NEDENLE, MECLİSİMİZİN ÖNCELİĞİ YENİ BİR ANAYASA OLMALIDIR. 14 ürkiye Büyük Millet Meclisi, demokratik hayatımızın kalbi, millî iradenin temsil yeridir. Kurulduğu günden bugüne kadar halkımızın ümit kaynağı olmuş, Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiş ve devlet kurmuş gazi bir Meclistir. Meclisimizin kurulduğu dönemi, Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz günleri hatırlarsak, altı yüz yıllık Osmanlı Devleti’nin dağıldığı, başkentinin işgal edildiği, ümitlerin tamamen tükendiği günlerde bile bu Meclis ümidini yitirmemiş, parlak bir zafere imza atmıştır. En sıkıntılı günlerden bugüne kadar, bu Meclis’te görev yapanlar, azmin, inancın, kararlılığın, cesaret ve kahramanlığın en güzel örneklerini sergileyerek, büyük bir fedakarlık ve sorumluluk bilinciyle bu yüce Meclis’i açık tutmuş, etkin bir şekilde çalıştırmış, görevlerini layıkıyla yerine getirmişlerdir. Kuruluşundan bugüne kadar geçen, yüz yıla yakın, tarihî geçmişini incelediğimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı Millî sınırları içerisinde egemen bir devlet kurmuş, tek partili sistemden çok partili sisteme geçişi sağlamış, başta eğitim ve hukuk olmak üzere pek çok alanda büyük reformlar gerçekleştirmiştir. Millî iradenin en somut göründüğü yer olan Meclisimiz, bugün de her türlü sorunun çözüm adresidir. Özellikle, son on yılda yaptığı “demokratik devrim” niteliğindeki yasama çalışmalarıyla istikrarlı bir kalkınma döneminin temelini atmıştır. Ayrıca bu yasama dönemlerinde, değişen dünya şartlarına uygun olarak uluslararası ilişkilerde de parlamenter diplomasiye ağırlık vererek dış politika alanında aktif bir siyaset yürütmüş ve siyaset kurumunu etkin hale getirmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bilindiği üzere, yasama ve denetim olmak üzere iki temel görevi vardır. Bundan bir önceki dönem olan 24. Dönem’de bu iki görevini son derece verimli bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalar şu şekilde özetlenebilir: YASAMA FAALİYETLERİ DENETİM FAALİYETLERİ Kanun Tasarıları: Sözlü Soru Önergesi: 24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa 772 kanun tasarısı sunulmuştur. Bu kanun tasarılarından 383’ü kanunlaşmış olup 261’i Genel Kurul gündeminde, 114 kanun tasarısı ise komisyonlarda bulunmaktadır. Aynı dönemde 14 kanun tasarısı hükümetçe geri alınmıştır. 24. Yasama Dönemi’nde 8.635 sözlü soru önergesi verilmiştir. Bunlardan 176’sı Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış, 1.279’u Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından iade edilmiş, 102’si mükerrer geldiğinden işleme konulmamıştır. İşleme alınan 7.078 sözlü soru önergesinin 14’ü Gelen Kâğıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 2.134’ü cevaplanmış olup 4.914’ü Genel Kurul gündeminde kalmış, 16’sı ise gündeme alınmayı beklemiştir. Kanun Teklifleri: 24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa 2.828 kanun teklifi sunulmuştur. Bu kanun tekliflerinden 2’si karar olmuş, 366’sı da kanunlaşmış olup 2.425 kanun teklifi komisyonlarda, 26 kanun teklifi ise Genel Kurul gündeminde bulunmaktadır. Aynı dönemde 9 kanun teklifi, teklif sahibi milletvekillerince geri alınmıştır. Kanunlar ve Kararlar: 24. Yasama Dönemi’nde 234 adedi uluslararası anlaşmaların onaylanmasına ilişkin olmakla birlikte 418 kanun kabul edilmiş olup bu kanunlardan 3’ü Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilmiştir. Ayrıca aynı yasama döneminde 98 TBMM kararı alınmıştır. Kanun Hükmünde Kararnameler: 23. Yasama Dönemi’nden intikal eden 235 ve 24. Yasama Dönemi’nde gelen 35 olmak üzere toplam 270 Kanun Hükmünde Kararname’den 1’i 2. Yasama Yılı’nda, 1’i de 3. Yasama Yılı’nda kanunlaşmıştır. 268 KHK ilgili komisyonlarda bulunmaktadır. Yasama Dokunulmazlıkları: 24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa yasama dokunulmazlığına ilişkin 1.232 Başbakanlık Tezkeresi sunulmuştur. Bu tezkerelerden 135’i milletvekilliğinin sona ermesi nedeniyle, 39’u ise istem üzerine Başbakanlığa iade edilmiştir. 1.058 tezkere TBMM’de bulunmaktadır. Yazılı Soru Önergesi: 24. Yasama Dönemi’nde 68.784 yazılı soru önergesi verilmiştir. Bunlardan 373’ü Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış, 4.463’ü Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından iade edilmiş, 486’sı mükerrer geldiğinden işleme konulmamıştır. İşleme alınan 63.462 yazılı soru önergesinin 12’si Gelen Kâğıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 13.970’i süresi içinde ve 24.771’i süresi geçtikten sonra olmak üzere toplam 38.741’i cevaplanmış olup 22.799’u cevaplandırılmamıştır. 1.910 yazılı soru önergesi ise işlemdedir. Meclis Araştırma Önergesi: 24. Yasama Dönemi’nde 3.329 Meclis araştırma önergesi verilmiştir. Bunlardan 3’ü Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış, 38’i Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından iade edilmiştir. İşleme alınan 3.288 Meclis araştırma önergesinin 1’i işlemden kaldırılmış, 16’sı görüşülerek 1’i hariç diğerleri kabul edilmiştir. Konuları aynı olan önergelerin birleştirilerek görüşülmesi sonucunda 10 Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur. 1.113 önerge Genel Kurul gündeminde kalmış olup 2.058’i işlemdedir. 24. Yasama Dönemi’nde kabul edilen Meclis araştırma önergeleri ile kurulan 10 Meclis araştırması komisyonundan 8’inin raporu basılmış olup bunlardan 4’ü hakkında Genel Kurul’da genel görüşme açılmıştır. 15 YENİ DÖNEMDE YENİ BİR İÇTÜZÜK İLE YASAMA VE DENETİM FAALİYETLERİNİN ETKİN BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLMESİ SAĞLANMALIDIR. Genel Görüşme Önergeleri: olarak kurulan bu komisyonun birinci aşaması veri toplama aşa- 24. Yasama Dönemi’nde 85 genel görüşme önergesi verilmiştir. Genel Kurul’da görüşülen 5 önergenin 4’ü kabul edilerek genel görüşme açılmış, 1’i ise reddedilmiştir. 19 önerge Genel Kurul gündeminde kalmış olup 61 önerge işlemdedir. masıydı. Bu aşamada komisyon ülkeyi dolaşarak üniversitelerin, Meclis Soruşturması Önergeleri: 24. Yasama Dönemi’nde 13 Meclis soruşturması önergesi verilmiştir. Bunlardan 1’i Gelen Kağıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 2’si işlemden kaldırılmış olup 10’u Genel Kurul’da görüşülmüştür. Genel Kurul’da görüşülen 10 önergeden 9’u üzerinde yapılan görüşmeler neticesinde Meclis soruşturması açılması Genel Kurul tarafından reddedilmiş, (9/8) esas numaralı Meclis soruşturması önergesi ise kabul edilerek Meclis soruşturması komisyonu kurulmuştur. Gensoru Önergeleri: 24. Yasama Dönemi’nde 55 gensoru önergesi verilmiştir. Bunlardan 14’ü Gelen Kağıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 2’si işlemden kaldırılmış, 39 önergenin ise gündeme alınması Genel Kurul tarafından reddedilmiştir. Özetleyecek olursak, genel olarak baktığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem’de toplumsal talep ve beklentileri karşılayan çok önemli düzenlemeler yaptığını görürüz. Bu önemli düzenlemelerden öne çıkanlardan biri eğitimle ilgili düzenlemedir. 24. Dönem’de verilen bir kanun teklifi ile zorunlu eğitim 4+4+4 şeklinde kademeli bir sisteme dönüştürülmüştür. Bu dönemde yapılan önemli düzenlemelere iç güvenlik reformunu da ekleyebiliriz. 24. Dönem’deki önemli çalışmalardan bir diğeri ise Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yapmış olduğu çalışmadır. Dört aşamalı 16 sivil toplum kuruluşlarının ve halkın nasıl bir anayasa istediğini öğrenmek için talep ve ihtiyaçları tespit etti. İkinci aşamada elde edilen bu verileri analiz etmek üzere bir çalışma yapıldı. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yaptığı bu çalışma ne var ki 24. Dönem’de bir sonuca ulaştırılamadı. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nden sonra 23 Haziran 2015’te 25. Dönem milletvekilleri Genel Kurul’da ant içerek görevlerine başladılar ve aynı gün Meclis Başkanı seçimi süreci başlamış oldu. 1 Temmuz 2015’te yapılan TBMM Başkanı seçiminin 4. turunda Meclis Başkanı seçildi. 25. Dönem’de hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa sahip olamadığı gibi bir koalisyon ya da azınlık hükümeti de kurulamadı. Bunun üzerine, Anayasa’nın 114. Maddesi gereği Cumhurbaşkanımız tarafından Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu Geçici Seçim Hükümetini kurmak üzere görevlendirildi ve seçim kararı alındı. 1 Kasım 2015 tarihinde yapılacak Milletvekili Genel Seçimi’nden sonra güçlü bir hükümet kurulması ve Meclis çalışmalarına başlaması en büyük dileğimizdir. Bu dönemde de önceliğimiz, halkımızın da öncelikli beklentisi olan yeni bir anayasa olacaktır. Bildiğiniz üzere ülkemizin bugün ulaştığı sosyal, siyasal, ekonomik ve demokratik seviye yeni bir anayasayı zorunlu kılmaktadır. Bu dönemde bir başka önceliğimiz de İçtüzük değişikliği olacaktır. Yeni dönemde yeni bir İçtüzük çıkarılarak yasama ve denetim faaliyetleri etkin bir şekilde yürütülmelidir. 1 Kasım 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nin milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 17 TBMM 25. DÖNEM’DE 2. YASAMA YILI 18 CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN, 1 EKIM 2015 TARIHINDE TBMM 25. DÖNEM 2. YASAMA YILI’NIN AÇILIŞINDA MILLETVEKILLERINE HITAP ETTI. ERDOĞAN, “1 KASIM’DA MILLET IRADESININ EN SAĞLIKLI ŞEKILDE SANDIĞA YANSIMASI, PARLAMENTO IÇINDEKI VE DIŞINDAKI TÜM SIYASI PARTILER IÇIN BIR NAMUS VE ŞEREF MESELESIDIR” DEDI. NEHIR ÖZTÜRK 19 T ürkiye Büyük Millet Meclisi, 25. Dönem 2. Yasama Yılı çalışmalarına 1 Ekim 2015 tarihinde başladı. Yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla Meclis’teki Atatürk Anıtı’nda tören düzenlendi. TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ın anıta çelenk bırakmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. Törende TBMM Başkanvekilleri Şafak Pavey ve Yurdusev Özsökmenler, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Adalet Bakanı Kenan İpek, İçişleri Bakanı Selami Altınok, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin, AK Parti Grup Başkanvekilleri Doğan Kubat, Ahmet Aydın ve İlknur İnceöz, CHP Grup Başkanvekilleri Levent Gök ve Engin Altay, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, TBMM İdare Amiri Salim Uslu, milletvekilleri ve TBMM bürokratları yer aldı. TBMM Genel Kurulu ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ın başkanlığında toplandı. Yılmaz, 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, kuruluşundan bugüne kadar millete hizmet eden tüm Meclis mensuplarını saygıyla anarak sözlerine başladı. Şehitlere Allah’tan rahmet, gazilere acil şifalar dileyen Yılmaz, “Yeni yasama yılını yeni bir seçim süreci içinde açıyoruz. Demokraside millet denetiminin en somut şekli seçimdir. Milletimizin, bu denetimi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da en iyi şekilde yerine getireceğine olan inancım tamdır. Halkımızın seçime tam olarak katılması, millî iradenin Meclis’e tam olarak yansımasını da sağlayacaktır” dedi. 1 Kasım’da yapılacak seçimin ülkeye ve millete hayırlı olması temennisinde bulunan Yılmaz, “TBMM kuruluşundan bugüne kadar aldığı kararlarla, çıkardığı yasalarla ülkemizin kaderini belirledi. Meclisimiz bugün de demokrasimizin kalbi ve sorunlarımızın çözüm adresidir. Demokrasinin, özgürlüğün, refahın ve huzurun hâkim olduğu güçlü bir Türkiye ortak hedefimizdir. Milletimizin demokrasi bilinci ve olgunluğu bizim en büyük güvencemiz ve ilham kaynağımızdır. İktidarı ve muhalefetiyle birlikte tüm siyasi partilerimizin ülkemizin ekonomik ve siyasi hayatındaki emek ve katkıları her türlü takdirin üzerindedir” diye konuştu. 20 “Millî birlik ve beraberliğimiz en büyük gücümüzdür” TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, demokratik yol ve yöntemler çerçevesinde her sorunun konuşulacağı ve çözüleceği yerin Meclis olduğunu vurguladı. Bugün ülkenin öncelikli sorununun, toplumun geleceğine, huzur, barış ve istikrarına karşı en büyük tehdit olan terör olduğunu ifade eden Yılmaz, “Hukuk devleti ilkesinden taviz vermeden, hep birlikte teröre karşı güçlü ve kararlı bir yaklaşım sergilemeli, milletimizin bekasını her şeyin üstünde tutmalıyız” dedi. Yılmaz, toplumsal barışı koruma ve sürdürme konusunda herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini vurgulayarak, “Millî birlik ve beraberliğimiz, bizim en büyük gücümüzdür. Bir arada, huzur içinde yaşamak için birbirimizi daha çok anlamalı, birlikte daha çok çalışmalı ve ortak değerlerimizi birlikte savunmalıyız. Milletimizin de bizden beklentisi budur. Gelecek nesillere, çözülmesi zor sorunlar bırakmak TBMM BAŞKANI ISMET YILMAZ, 25. DÖNEM 2. YASAMA YILI’NIN AÇILIŞINDA “DEMOKRASININ, ÖZGÜRLÜĞÜN, REFAHIN VE HUZURUN HÂKIM OLDUĞU GÜÇLÜ BIR TÜRKIYE ORTAK HEDEFIMIZDIR. MILLETIMIZIN DEMOKRASI BILINCI VE OLGUNLUĞU BIZIM EN BÜYÜK GÜVENCEMIZ VE ILHAM KAYNAĞIMIZDIR” DEDI. yerine, barış ve huzur içinde güçlü bir ülke bırakmak bizlerin en önemli görevidir” ifadelerini kullandı. “Türkiye, 1 Kasım’da bir kez daha millî iradeyi tecelli ettirecektir” TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ın konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan milletvekillerine hitap etti. İlk Meclis’ten 25. Dönem’e kadar aziz çatı altında görev alan tüm milletvekillerine şükranlarını sunarak sözlerine başlayan Erdoğan, “TBMM üyelerinden, başta ilk başkan Gazi Mustafa Kemal olmak üzere, ahirete irtihal etmiş olan herkesi rahmetle yâd ediyorum. Bu yasama yılı açılışı vesilesiyle tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyor; gazilerimizden vefat edenlere rahmet, hayatta olanlara uzun ömürler niyaz ediyorum” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinin hiçbir siyasi partinin tek başına iktidarı sağlayamadığı bir tabloyla sonuçlandığını hatırlatarak, “Bir hükümet kurulmamış olmasına rağmen Türkiye, anayasasını harfiyen uygulamak suretiyle çok büyük bir demokratik olgunluk sergilemiştir. Geçmişte benzeri süreçlerde Türkiye’de ekonominin ve siyasetin karşı karşıya kaldığı badireler hepimizin malumudur. Hükümet kurulamaması, Cumhurbaşkanı seçilememesi gibi durumlarda Türkiye aylarca krizlerin pençesinde kıvranmıştır. Hatta kimi durumlarda demokrasi dahi askıya alınmıştır. Siyasetin çözüm üretemediği bahanesine sarılan müdahaleciler, vesayetçiler siyaset kurumunu zayıflatmakla kalmamış, demokrasimizde de derin yaralar açmışlardır. Türkiye’nin 7 Haziran’dan bugüne kadar olan süreci demokrasinin, hukukun, siyasetin, millî iradenin gereklerine uygun şekilde yaşamış olması hepimiz adına büyük bir kazançtır. Ülkemizde siyasetin de devletin de kurumsallaşma sürecinde kat ettiği mesafeyi, bu dönem vesilesiyle test ettik, ulaştığımız ileri düzeyi gördük” diye konuştu. Siyasi partilerin varoluş gayesinin, siyasal alanı savunmak ve temsil görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek olduğuna işaret eden Erdoğan, “Siyaset dışı saiklerle bu alanı boşaltan, görev üstlenmekten kaçınan siyasi partiler, kendi varlıklarını inkar ediyor demektir. Kimse siyasal alanda ortaya çıkartılan boşluğun faturasını, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, başka yerlere kesmeye çalışarak sorumluluktan kaçamaz” ifadelerini kullandı. 21 CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, SEÇIMLERIN ARDINDAN TÜRKIYE EKONOMISININ BÜYÜMEYE, TÜRKIYE DEMOKRASISININ EMIN ADIMLARLA GELECEĞE ILERLEMEYE DEVAM EDECEĞINI BELIRTEREK, “TÜRKIYE HER ANLAMDA EMIN ELLERDEDIR” DIYE KONUŞTU. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin sorunlarının çözümünü siyasetin dışında, siyaset dışı odaklarda aramanın bu ülkeye ve bu millete yapılacak en büyük kötülük olduğunu vurgulayarak, “Milletimizin basireti, her türlü kilidi açacak marifete sahiptir. Millî irade, tek ve yegâne çıkış yoludur. Allah’ın izniyle Türkiye, 1 Kasım’da bir kez daha demokratik kurallar çerçevesinde seçimini yapacak, millî iradeyi tecelli ettirecektir. 1 Kasım’da millet iradesinin en sağlıklı şekilde sandığa yansıması, parlamento içindeki ve dışındaki tüm siyasi partiler için bir namus ve şeref meselesidir” dedi. “Türkiye, okun yaydan fırlaması gibi, geri dönülemez bir atılım dönemindedir” Terörün çirkin yüzünün sandıkları tehdit etmesini engellemek için tüm siyasi partilerin insani ve vicdani bir tavır sergileyeceklerini, kolaylaştırıcı bir yaklaşım içinde olacaklarını umduğunu dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: 22 “Siyasetteki farklılıklarımız ile ülkenin ve milletin menfaatleri arasındaki ayrımı çok iyi yaparak, hep birlikte üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz. Milletimizin birliğinin, ülkemizin bütünlüğünün, bayrağımızın, İstiklal Marşımızın, resmî dilimizin hepimizin asgari müştereği olduğunu burada özellikle vurgulamak isterim. Bu aziz kürsüde edilen yeminlere, yapılan ahitleşmeye uymak, herkes için demokratik bir görevden öte ahlaki bir vazifedir. Türkiye’nin istiklalinin ve istikbalinin söz konusu olduğu yerde yekvücut olarak hareket edemezsek milletimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Siyasi partiler ve siyasi kadrolar, ülkeye ve millete hizmet konusunda rekabet içindedir, yarış içindedir. Şuna hiç kimsenin itirazı olamayacağı düşüncesindeyim: Bu rekabetin ülkenin ve milletin aleyhine sonuçlar doğuracak bir zemine kayması kabul edilemez. Milletin dışında güç odaklarına, özellikle de terör örgütlerine, paralel yapılara sırtlarını dayayanlar, bunlar üzerinden algı ope- GENEL KURUL’DAKI KONUŞMASINDA BÖLGESEL KONULARI DA DEĞERLENDIREN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, “ÜLKEMIZE GELEN MILYONLARA GÖSTERDIĞIMIZ MISAFIRPERVERLIĞIN DÜNYADA BIR BAŞKA ÖRNEĞI YOKTUR” DEDI. yönelen tüm saldırılar, bu ülkenin çelikten iradesi karşısında erimeye mahkumdur. Tek bir vatandaşım dahi tedirgin olmasın. Türkiye, okun yaydan fırlaması gibi, geri dönülemez bir atılım dönemindedir ve inşallah 2023 hedeflerimize mutlaka ulaşılacaktır.” “Kardeşlerimize gönlümüzü ve kapılarımızı açık tutmaya devam edeceğiz” rasyonlarına girişenler, millete ve hukuka hesap vermekten kurtulamayacaklardır. Milletimizin feraset ve basireti, millî ve yerli olanla, gayri millî ve yabancılaşmış olanı en iyi şekilde ayıracak hassasiyete sahiptir. 1 Kasım seçimleri bu manada son derece önemli bir sınavdır. Türkiye’nin bu önemli sınavı da başarıyla atlatacağına yürekten inanıyorum. Seçimlerin ardından Türkiye ekonomisi büyümeye, Türkiye demokrasisi emin adımlarla geleceğe ilerlemeye devam edecektir. Türkiye her anlamda emin ellerdedir. Tarih, hiç şüpheniz olmasın, Türkiye’nin önlenemez büyümesine ve güçlenmesine şahitlik etmeyi sürdürecektir. Türkiye’ye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, milletvekillerine hitap ettiği konuşmasında dış politika ve bölgesel konuları da değerlendirdi. “Türkiye olarak biz, tıpkı Balkanlar’daki, Orta Asya’daki, Kuzey Afrika’daki, Afrika ve Asya’nın diğer bölgelerindeki kardeşlerimiz gibi Suriye ve Irak’taki kardeşlerimize de gönlümüzü ve kapılarımızı daima açık tuttuk, tutmaya devam edeceğiz. Bizim için asıl olan bu kardeşlerimizle tarihî geçmişimiz, kültürel yakınlığımız, medeniyet ortaklığımız ve paylaştığımız insani değerlerdir” diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Bizim kimi Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, bu kardeşlerimizi Akdeniz’de ölüme terk etme, sınır boylarında, tren istasyonlarında zulme maruz bırakma hakkımız asla yoktur. Kardeş sözü bizim ağzımızdan bir alışkanlık olarak değil; kalbimizden, yüreğimizden kopup gelen, bin yıllık arka planı olan bir duygunun ifadesi olarak çıkıyor. İmkanlarımız sınırlı olabilir, ama hamdolsun gönlümüz zengin. Gönül zenginliğimizin bereketini de beş yıldır görüyoruz, inşallah bundan sonra da görmeye devam edeceğiz.” Türkiye’den imkan olarak katbekat güçlü Avrupa ülkeleri birkaç yüz bin mültecinin sınırlarına dayanması karşısında paniğe kapılırken, ülkemizin milyonlarca kardeşini yıllardır misafir ettiğini dile getiren Erdoğan, “Elbette sıkıntılar vardır, olacaktır. 2 milyon insan dünyanın neresine giderse gitsin, mutlaka birtakım sıkıntılara yol açar. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki, ülkemize gelen milyonlara gösterdiğimiz misafirperverliğin dünyada bir başka örneği yoktur. Gerek kamplarda kalan, gerek şehirlerde kendi imkanlarıyla ve yardımlarla barınan misafirlerimizin durumu diğer ülkelerle kıyaslandığında çok iyi düzeydedir” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında siyasi partilerin, terör karşısında tek yürek, yekvücut olmadıkları sürece şehitlerin aziz hatırası ve millet önünde mahcup olacaklarını da belirterek, “Buradan terörü ve terör örgütlerini destekleyen ülkelere de sesleniyorum. Ne yaptığınızı çok iyi biliyoruz, çok yakından takip ediyoruz. Tuttuğunuz maşalar gün gelecek sizin elinizi de yakacaktır” dedi. Bakanlar Dedeoğlu ve Düzyol yemin etti 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açıldığı 1 Ekim 2015 tarihinde Avrupa Birliği Bakanı Prof. Dr. Beril Dedeoğlu ile Kalkınma Bakanı Cüneyd Düzyol TBMM Genel Kurulu’nda yemin etti. Dedeoğlu ve Düzyol, Geçici Bakanlar Kurulu’nda görev alan HDP’li bakanlar Ali Haydar Konca ve Müslüm Doğan’ın istifalarının ardından atanmıştı. 23 CUMHURIYETIMIZ 92 YAŞINDA 24 VATAN TOPRAKLARININ AZIM VE KARARLILIKLA SAVUNULDUĞU MILLÎ MÜCADELE YILLARININ ARDINDAN 28 EKIM 1923 AKŞAMI GAZI MUSTAFA KEMAL ŞU MÜJDELI HABERI VERIR: “EFENDILER! YARIN CUMHURIYETI ILAN EDECEĞIZ.” 92 YIL ÖNCE KAVUŞTUĞUMUZ CUMHURIYET, DÜN OLDUĞU GIBI BUGÜN DE YOLUMUZU AYDINLATMAYA DEVAM EDIYOR. ÖZGE AYDIN 25 18 . yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma Hareketi’yle düşünce hayatının en önemli tartışma konularından biri haline gelen modernite ve modernitenin öncülüğünü yaptığı pek çok kavramın, 19. yüzyıl dünya siyasetini doğrudan etkilediği söylenebilir. Örneğin, Fransız Devrimi’yle önce Avrupa’da, daha sonra da diğer kıtalarda yayılma imkanı bulan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri, pek çok ülkenin bağımsızlık hareketine ilham vermiştir. Fikrî kökeni Antik Çağ’a dayanan cumhuriyet ise farklı coğrafyalarda farklı zaman ve koşullarda gerçekleşen siyasal değişimlerin çoğu için varılan son durak olmuştur. Latincede “halka ait” manasına gelen republica kelimesinin dilimizdeki karşılığı cumhuriyet, pratik anlamda halkın yöneticilerini seçtiği idare biçimini ifade eder. Fikrî temelini halka ait olanın yine halk tarafından idare edilmesi prensibinin oluşturduğu yönetimde farklı toplumsal grupların çıkarları anayasal düzen sayesinde gözetilir. Türkiye’de olduğu gibi dünyanın pek çok ülkesinde devletle özdeşleşen kavram, halkın temsili, anayasanın üstünlüğü ve çoğulculuk ilkesi başta olmak üzere, yönetilenleri ön planda tutan siyasi bir yaklaşım olarak modern çağın en yaygın yönetim biçimidir. Cumhuriyet fikrinin Osmanlı’daki kökenleri Osmanlı’daki ilk modernleşme çabası, Fransız Devrimi’nin patlak vermesine yakın bir tarihte tahtı devralan III. Selim’in hükümdarlığına (1789-1807) rastlar. Bu dönemde Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanan Avusturya ve Rusya savaşları, ordudaki yenilik ihtiyacını bir kez daha gündeme getirir. Batı’nın karşısında güçlü durabilmenin yolunun düzenli bir askerî teşkilattan geçtiğini düşünen III. Selim, 1793’te “yeni düzen” anlamına gelen Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasına öncülük eder. Ancak, neredeyse kuruluşundan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun en etkili askerî 26 sınıfı olan Yeniçeriler, modern ordunun karşısında engel teşkil etmektedir. Nitekim, 1807’de Kabakçı Mustafa önderliğinde ayaklanan Yeniçeri Ocağı, Nizam-ı Cedid ordusunun dağıtılmasını sağlar. Yeniçeri Ocağı’nın tamamen lağvedilmesi ise 1826 yılında, II. Mahmud döneminde (1808-1839) gerçekleştirilir. Bu esnada, Fransız Devrimi’nin etkileri Avrupa’dan Osmanlı’ya doğru yaklaşmakta ve ülke yönetiminde söz sahibi siyasetçiler ve aydınlar üzerinde bıraktığı etkiler de her geçen gün artmaktadır. Ülkenin o dönemki koşulları göz önünde bulundurulduğunda, askeriyenin modernleştirilmesinin tek başına yeterli olamayacağı görülür ve diğer alanlarda da yenilikler yapılması için adımlar atılır. 1839’a gelindiğinde Osmanlı’da demokratikleşme hareketinin ilk somut adımı sayılan Tanzimat Fermanı ilan edilir. 1856’da ise Tanzimat Fermanı’nda yer alan yeniliklerin daha da genişletildiği Islahat Fermanı yayımlanır. Bu tarz modernleşme çabalarının en belirgin yansımaları ise Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye’nin kurulması gibi eğitim reformlarının önayak OSMANLI’DAKI ILK MODERNLEŞME ÇABASI, FRANSIZ DEVRIMI’NIN PATLAK VERMESINE YAKIN BIR TARIHTE TAHTI DEVRALAN III. SELIM’IN HÜKÜMDARLIĞINA RASTLAR. BU DÖNEMDE OSMANLI’NIN YENILGISIYLE SONUÇLANAN AVUSTURYA VE RUSYA SAVAŞLARI, ORDUDAKI YENILIK IHTIYACINI BIR KEZ DAHA GÜNDEME GETIRIR. olduğu değişikliklerde görülür. Milliyetçilik akımının etkisi, üst kademe arasında gün geçtikçe daha da belirginleşir. Reform çabalarının siyasi alandaki ilk meyvesi ise 1876 yılında II. Abdülhamid’in (1876-1909) Kanun-i Esasi’yi ilan etmesiyle geçilen meşruti yönetimdir. İmparatorluğun ilk anayasası olan Kanun-i Esasi sayesinde Meclis-i Mebusan hükümeti denetleyebilecektir. Ancak bu anayasa, yönetim alanında padişaha bir kısıtlama getirmemektedir. Kanun-i Esasi’nin ilanından kısa bir süre sonra Osmanlı-Rus Savaşı bahane edilerek Meclis-i Mebusan askıya alınır ve I. Meşrutiyet yönetimi sona erer. 1908’de Jön Türkler’in çatısı altında toplandığı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı siyasi oluşumun çabalarıyla anayasa yeniden yürürlüğe girer ve II. Meşrutiyet dönemi başlar. Bu dönemi kırılma noktası yapan en önemli unsur, Kanun-i Esasi’de 1909 yılında yapılan değişiklikler olmuştur. Bu düzenlemelerle yetkileri ciddi anlamda kısıtlanan padişahlık, sembolik bir makama dönüşür. Padişahın sürgün yetkisi kaldırılır, meclisi feshetme yetkisi sınırlandırılır ve meclisin yetkileri artırılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren I. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar geçen on yıllık süre boyunca ülke yönetiminde padişahla 27 19 MAYIS 1919’DA ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A ÇIKIŞIYLA BAŞLAYAN MILLÎ MÜCADELE’NIN ILK RESMÎ BELGESI OLAN AMASYA GENELGESI’NDE ULUSAL EGEMENLIK KAVRAMINA ATIFTA BULUNULUR. BUNA GÖRE “MILLETIN BAĞIMSIZLIĞINI YINE MILLETIN AZIM VE KARARI KURTARACAKTIR.” beraber söz sahibidir. Yönetimde halkın iradesini artırmanın amaçlandığı bu dönem, cumhuriyet rejimine geçişte önemli bir adım olarak yorumlanabilir. Kısaca, Batı’daki gelişmelere paralel zamanda Osmanlı Devleti’nde de modernleşme süreci başlamıştır. Ancak çoğunlukla askeriyeye odaklanan reformlar ve ülkenin içinde bulunduğu savaş durumu siyasi atılımların gölgede kalmasına sebep olur. Ülke sınırlarının bağımsızlık hareketleriyle giderek daraldığı dönemde patlak veren I. Dünya Savaşı ise bir yandan Osmanlı’yı çöküşe götürürken diğer yandan ulusal egemenliğin temel ilke olduğu yeni bir yönetim şeklinin zeminini hazırlar. Millî Mücadele ve ulusal egemenlik 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla başlayan Millî Mücadele’nin ilk resmî belgesi olan Amasya Genelgesi’nde (22 Haziran 1919) ulusal egemenlik kavramına atıfta bulunulur. “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle halk savaşı verileceği ve bunun sonucunda da halkın yönetimde söz sahibi olacağı vurgulanır. Amasya Genelgesi aynı zamanda padişahlık, hilafet, manda ve himaye yönetimlerinin reddedilmesi bakımından da önem taşır. 28 Kazım Karabekir tarafından 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında tertip edilen Erzurum Kongresi’nin başkanlığını yapan Mustafa Kemal, zafer kazanıldıktan sonra yeni kurulacak olan devletin cumhuriyetle yönetileceğini ilk kez burada belirtir. Ancak bu haber, Mustafa Kemal’in yakın çevresiyle sınırlı kalır. Erzurum Kongresi’nde doğu illerinden seçilen temsilcilerle kurulan heyet, 1919 Eylül’ünde gerçekleşen Sivas Kongresi’yle tüm yurdu kapsayacak şekilde genişletilir. Bu heyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar Millî Mücadele’nin kararlarının alındığı en yetkili organ olarak görev yapar. Misak-ı Millî kararlarının Meclis-i Mebusan’da kabul edilmesinin ardından, Sevr Antlaşması’nı Osmanlı’ya onaylatmak isteyen işgal kuvvetlerinin baskısıyla Meclis-i Mebusan dağıtılır. Bunun üzerine İstanbul’dan kaçabilen milletvekilleri, Ankara’da yeni kurulacak ve olağanüstü yetkilerle hareket edecek olan kurucu meclise Mustafa Kemal tarafından davet edilir. 23 Nisan 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan ve Temsil Heyeti üyelerinden oluşan milletvekilleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi resmen açılır. Bu tarih itibarıyla TBMM tarafından yönetilen Millî Mücadele, 9 Eylül 1922’de İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıyla zafere ulaşır. Ancak, savaş sonrası Lozan’da yapılacak barış görüşmelerine Ankara ve İstanbul hükümetlerinin birlikte çağrılması sorun yaratmaktadır. Görüşmelerde ikilik yaratılmasını önlemek ve ülkenin tek temsilcisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu göstermek amacıyla 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılır. Kamuoyundaki yansımalar 1923 Temmuz’unda imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nı takiben, basın organlarınca tartışılan başlıca konu, yeni devletin hangi ismi taşıyacağıdır. Bir başka deyişle, yaklaşık bir yıl önce son bulan Osmanlı saltanatının yerini hangi rejimin dolduracağı akıllardaki en büyük soru işaretlerinden biridir. Zira ortada çeşitli düşünceler bulunsa da, resmî olarak cumhuriyet kelimesi henüz ağza alınmamıştır. Saltanatın kaldırılmasına dair Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan teklifte de devletin unvanı “Türkiye Devleti” olarak ifade edilmiştir. Kurtuluş Savaşı süresince millî iradenin ön planda tutulması da cumhuriyete geçişin en görünür habercisidir. Diğer yandan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasından itibaren meclis hükümeti sistemi yürürlüktedir. Meclis hükümeti sisteminde meclis başkanı aynı zamanda hükümetin de başkanıdır ve kuvvetler birliği prensibi geçerlidir. Ancak, meclis başkanının aynı zamanda hükümet başkanlığı görevini de üstleniyor olması ve bakanlar kurulunun oluşturulması sürecinde her bakan için ayrı oylama yapılması hükümetin kurulması aşamasında o dönem için sorun yaratmaktadır. Rejim tartışmalarının devam ettiği sırada Gazi Mustafa Kemal, Avusturya gazetesi Die Presse’e 22 Eylül 1923’te verdiği röportajda cumhuriyet fikrini ilk kez kamuoyuna duyurur. 25 Ekim’de ise dönemin başbakanı Fethi Okyar’ın istifası ile yeni bir hükümet krizi oluşur. Bu kriz, uzun zamandır devlet kadrolarınca tartışılan cumhuriyet fikrinin artık hayata geçirilmesi gerektiğinin göstergesi olur. 28 Ekim akşamında Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın hazırladığı kanun tasarısı, ertesi gün ilk olarak Halk Fırkası’na sunulur. Aynı gün içerisinde Meclis’e de getirilen tasarı kabul edilir ve Teşkilat-ı Esasiye’de yapılan kanun değişikliğiyle ülkenin yöne- 29 tim şeklinin cumhuriyet, devletin isminin ise “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olduğu resmen ilan edilir. Meclis oylamasında 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal, ülkenin ilk cumhurbaşkanı olur ve böylece devlet başkanlığı sorunu da çözüme kavuşur. 1921 Anayasası’nda yapılan değişiklikler ise şu şekildedir: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir. (Madde 1); Türkiye Devleti’nin dini İslam, resmî lisanı Türkçedir. (Madde 2); Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare şubelerini icra vekilleri vasıtasıyla idare eder. (Madde 4); Türkiye reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi heyeti tarafından kendi azası arasından bir intihap devresi için seçilir. Reislik vazifesi yeni reisicumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar seçilmek caizdir. (Madde 10); Başvekil, reisicumhur tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunur. Diğer vekiller başvekil tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra, heyeti umumiyesi reisicumhur tarafından Meclis’in tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse, tasvip keyfiyeti Meclis’in içtimaına bırakılır. (Madde 12) Yüz bir pare top atışıyla duyurulan cumhuriyetin ilanı, halk tarafından coşkuyla karşılanır. Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, 2 Şubat 1925 tarihinde Hariciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) bir kanun teklifi düzenleyerek 29 Ekim’in bayram olmasını önerir. Teklif 19 Nisan’da kabul edilir ve 1925 itibarıyla 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, millî bayram olarak kutlanmaya başlar. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10. yılında verdiği nutukta, cumhuriyetin önemini şu sözlerle belirtir: 30 YÜZ BIR PARE TOP ATIŞIYLA DUYURULAN CUMHURIYETIN ILANI, HALK TARAFINDAN COŞKUYLA KARŞILANIR. 1925 YILI ITIBARIYLA 29 EKIM CUMHURIYET BAYRAMI, MILLÎ BAYRAM OLARAK KUTLANMAYA BAŞLAR. “Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.” 31 TEK BAYRAK ALTINDA ONLARCA RENK AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI 32 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI FIRSAT VE ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESININ YANI SIRA DEMOKRASININ BEKÇISI OLARAK DA ANILIYOR AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI. BÖYLE NITELENMESINDE GERÇEKLEŞTIRDIĞI DEMOKRASI REFORMLARI VE KENDI ÜLKE VATANDAŞLARININ HAKLARINA DUYDUĞU SAYGININ PAYI BÜYÜK. 4 TEMMUZ 1776’DA DOĞDUĞUNDAN BERI SÜREKLI DEĞIŞEN, TEMPOSUNU HIÇ KAYBETMEYEN DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ÜLKELERINDEN AMERIKA, DÜNYA SIYASI TARIHINI ETKILEYEN PEK ÇOK OLAYIN DA BAŞ AKTÖRÜ. BIRÇOK ETNIK GRUPTAN VE FARKLI DINDEN INSANI TEK BIR ULUS HALINE GETIREBILMEK ISE ONUN EN BÜYÜK BAŞARISI. PINAR ÜNSAL 33 A merika kıtasının sahiplerinin, Avrupalıların bugün orada yaşayan torunları olmadığı söylenir durur. 35 bin yıl önce Asya’dan Kuzey Amerika’ya, iki kıta arasında bulunan bir kara köprüsüyle geçen topluluk ilk Amerikalıları, Kızılderilileri oluşturur. 10. yüzyılda kıtaya Vikingler gelir. Vikingler, bölgeye ilk ulaşan Avrupalılardır aynı zamanda. 15. yüzyılda ise tarıma elverişli iklimi ve toprakları, bol madeniyle Amerika kıtası, yavaş yavaş Avrupalıların eline geçmeye başlar. Amerika, yurdundan atılmışa kucak açar, ülkesindeki iç karışıklıktan kaçanı bağrına basar, hapisten çıkıp yiyecek lokması olmayana ekmek verir, daha zengin olmak için toprak arayanın gözünü doyurur… Amerika, Avrupalı için “yeni”dir; hayallerini gerçekleştireceği Yeni Dünya’dır. Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün dünyanın güçlü devletlerinden biri olmasında en büyük rol Avrupalıların. Bu yüzden Amerika’nın asıl sahiplerinin bölgenin yerlileri değil, Avrupalılar olduğu iddiaları sürüp gidiyor. Onlara göre kıtada hâlâ Kızılderililer yaşıyor olsaydı, ülke günümüzün “süper gücü” olamayacaktı. Kıtanın en çok İngiltere’den olmak üzere İspanya, Fransa, Hollanda, İrlanda ve Almanya’dan göç alması, ülkeyi mevcut tahtına onların oturttuğunu gösteriyor. Özellikle İngilizlerin koloni döneminden beri ülkede halk egemenliğine dayalı uyguladığı politika, Amerika Birleşik Devletleri’nin köklü bir demokrasi kültürüne sahip 34 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI olduğunu da ortaya koyuyor. Amerikalı bir bürokrat vaktizamanında her ne kadar “Biz bir demokrasi değiliz; bizi böyle adlandırmak korkunç bir yanlış anlama ve demokrasi fikrine atılmış bir iftiradır. Gerçekte biz bir plütokrasiyiz, zenginliğin iktidarı” dese de Amerika, demokrasi denince akla ilk gelen ülke neredeyse. Amerika her yönüyle yaşamaya en elverişli kıtalardan biri. Toprağı o kadar verimli ki pek çok tarım ürünü burada yetişebiliyor; keza bunda iklimin de payı var, kıtada dört mevsim birden yaşanabiliyor. Yer altı zenginliklerinin de bol olması Amerika’nın bu denli göç almasının nedenlerinden sayılıyor. Avrupalılar içinde bölgede ilk defa İskandinavlar yaşam kurmaya çalışmış. 10. yüzyılda Kanada civarında köyler oluşturan İskandinavların yaşamasına Kızılderililer izin vermemiş ve aralarında kanlı çatışmalar yaşanmış. Neticede bu köyler terk edilmiş. Bugün Amerika’da yaşayan Avrupalıların, sürdürdükleri hayatı Christopher Colombus’a borçlu olduğu söylenebilir. Çünkü Avrupa kıtasından göçler Colombus’un Amerika’yı keşfinden sonra meydana geliyor. Coğrafi keşiflerin yoğun olduğu 15. yüzyılda İngiltere Krallığı da John Cabot sayesinde Kuzey Amerika’ya ayak basıyor. Ancak Amerika’nın keşfiyle ilgili Christopher Colombus’un adı daha çok geçer. İspanya’nın yeni ticaret yolları bulma amacıyla BUGÜN AMERIKA’DA YAŞAYAN AVRUPALILARIN, SÜRDÜRDÜKLERI HAYATI CHRISTOPHER COLOMBUS’A BORÇLU OLDUĞU SÖYLENEBILIR. ÇÜNKÜ AVRUPA KITASINDAN GÖÇLER COLOMBUS’UN AMERIKA’YI KEŞFINDEN SONRA MEYDANA GELIR. COĞRAFI KEŞIFLERIN YOĞUN OLDUĞU 15. YÜZYILDA İNGILTERE KRALLIĞI DA JOHN CABOT SAYESINDE KUZEY AMERIKA’YA AYAK BASAR. keşfe gönderdiği Colombus sayesinde kıta, kuzeyden güneyin 4 Temmuz 1776… Süper Güç doğuyor en uç noktasına kadar İspanyol sömürgeleriyle doluyor. Cenovalı Amerika kıtasındaki kolonileri Avrupa’nın üç büyük devleti İngil- kaşif, bu toprak parçasıyla ilk karşılaştığında bir gün tüm dünya- tere, Fransa ve İspanya’dan gelenler oluşturmuştu. İspanyollar dan sayısı milyonları bulan insanların oraya göç edeceğini tahmin Güney Amerika’da, Fransızlar Kanada civarında yoğunlaşmıştı. etmiyordu şüphesiz. Üstelik göçle birlikte Avrupa’dan Amerika’ya İngilizler ise bugünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin yer aldığı taşınan yalnızca insanlar ve eşyalar değildi. Giderek artan, 19. topraklarda yayılış göstermişti. Aslında kıta en çok İngiltere’den yüzyılda elli milyon kişiyi bulan göçler köklü Avrupa kültürünü ve göç almıştı ve İngilizcenin büyük bir alanda konuşulması kaçınıl- bazı hastalıkları da Amerika’ya getirmişti. Avrupalıların bağışık mazdı. İngiliz kolonilerinde halk meclislerinin oluşturulması, hükü- olduğu bu hastalıklar yüzünden Kızılderililerin yüzde 95’inin ha- met kurulması gibi demokratik yönetime dair adımlar atılıyordu. yatını kaybettiği, onların boşalttıkları arazilere de Avrupalıların Demokrasi fikri 18. yüzyıla henüz girilmemişken kıtada yayılmıştı. kolayca gelip yerleştiği bilinir. Bu güzel kıtada Avrupalılar ve Ancak Amerika hâlâ kanlı savaşlara gebeydi. Kızılderililer elbette beraberce, kardeşçe yaşayamazdı. Ancak 1756 yılında başlayan Yedi Yıl Savaşı’nı ilk dünya savaşı olarak İngilizler, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar gibi benzer kültürel kabul edenler var. Büyük ölçüde İngiltere ve Fransa arasında özelliklere sahip topluluklar da bir arada olamadı. “Beyaz adam”, cereyan ediyor; iki ülkenin topraklarını büyütme çabası, nasıl Amerika’ya savaş da getirmişti. oluyorsa tüm dünyanın sorunu haline geliyor. Pek çok nedeni olan 35 1756 YILINDA BAŞLAYAN YEDI YIL SAVAŞI SONUNDA IMZALANAN BARIŞ ANTLAŞMALARIYLA İNGILTERE, AMERIKA KITASININ ÇOĞUNA SAHIP OLDU. IMPARATORLUK ARAZISI GENIŞLEYINCE İNGILIZ KOLONILER VE İNGILTERE ARASINDAKI IPLER GERILDI. savaşın bir ateşleyicisi de paylaşılamayan Kuzey Amerika toprakları. İngiliz kolonilerin büyüyüp güçlenmesi neticesinde Fransız ve İspanyol kolonilerle savaşması kaçınılmazdı. Yedi yıl süren savaş İngiltere lehine barışla sonuçlandı. Savaş sonunda imzalanan barış antlaşmalarıyla İngiltere, kıtanın çoğuna sahip oldu. Ancak büyük başın derdi de büyük olur misali, imparatorluk arazisi genişleyince İngiliz koloniler ve İngiltere arasındaki ipler gerildi. Topraklar çoğalınca giderler artmış, Krallık’tan toplanan vergiler yeterli olmayınca gözler Amerika’daki kolonilere çevrilmişti. Vergi toplamak için Para Yasası, Konaklama Yasası, Pul Yasası, şu yasa, bu yasa gibi çeşitli yollara başvuran İngiltere koloniler tarafından pek hoş karşılanmadı ve 13 koloni bir araya gelerek İngiltere Krallığı’na karşı çıktı. Hatta koloniler İngiltere ile olan ticari ilişkilerini kestiler. 1765 yılında koloniler arasında düzenlenen bir kongrede kendi meclislerinden başka hiçbir gücün kolonilere vergi koyamayacağı ile ilgili kararlar alındı. “Davamızda haklıyız. Birliğimiz mükemmeldir. Kendi olanaklarımız büyüktür; gerekirse kuşkusuz dışarıdan da yardım verebiliriz. Düşmanlarımız bizi silaha sarılmaya zorladılar. Bu silahları özgürlüğümüzün korunması için kullanacağız. Esir yaşamaktansa özgür olarak ölmeye karar vermiş bulunuyoruz” diyerek büyük büyükbabalarının geldiği toprakları düşman ilan ettiklerini de ifade ediyorlardı. Başkaldırılar silahlı çatışmalara kadar gitti, ilk çatışma 19 Nisan 1775’te yaşandı. Bugün dünyanın en büyük güçlerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin dillere destan şanlı bir tarihi olmadığı görülür. Mevcut kültürünün kökleri asırlarca geriye uzanmaz. ABD tarihinin en önemli günü 4 Temmuz 1776’dır ki, ülke bu güne gelene kadar geçirdiği tüm zorlukları bir kahramanlık destanıymışçasına kitaplarında işler. Çünkü artık kopup geldiği Avrupa’dan bağımsız, iç ve dış politikada kendi kararlarını veren bir ülkedir. ABD’nin doğuşu, 4 Temmuz 1776’da kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesi’yle (Decleration of Independence) ilan edilir. Metnin yazarı “Dünyadaki her insanın ve her insan topluluğunun kendi kendini yönetme hakkı 36 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI “DAVAMIZDA HAKLIYIZ. BIRLIĞIMIZ MÜKEMMELDIR. KENDI OLANAKLARIMIZ BÜYÜKTÜR; GEREKIRSE KUŞKUSUZ DIŞARIDAN DA YARDIM VEREBILIRIZ. DÜŞMANLARIMIZ BIZI SILAHA SARILMAYA ZORLADILAR. ESIR YAŞAMAKTANSA ÖZGÜR OLARAK ÖLMEYE KARAR VERMIŞ BULUNUYORUZ.” vardır” görüşünü savunan Thomas Jefferson’dır. Cumhuriyetçilik akımını topluma benimseten Jefferson, 1801’de ABD’nin üçüncü başkanı olacaktır. Bildirge yalnızca kolonilerin İngiltere’den kopuşunu duyurmaz. İçerdiği ifadeler “demokrasi”nin bir fikir olmaktan çıkarak uygulamaya geçtiğini de göstermektedir: “Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır. Yaratıcıları tarafından bağışlanmış belirli ve vazgeçilmez haklara sahiptirler. Yaşamak, özgür olmak ve mutluluğa erişmek bu haklar arasındadır. Bu hakları güvence altına almak için, insanlar arasında, tam gücünü yönetilenlerin onayından alan hükümetler kurulmaktadır. Herhangi bir hükümet biçimi bu amaçları yıkmaya yönelirse, bu hükümeti değiştirmek ya da ortadan kaldırmak, yeni bir hükümet kurmak, bu hükümetin temellerini söz konusu ilkelere dayandırmak ve yetkilerini halkın güvenlik ve mutluluğunu en iyi sağlayacak biçimde düzenlemek halkın hakkıdır. (…) Bu genel kongrede toplanan Amerika Birleşik Devletleri’nin temsilcileri olarak, dürüst niyetlerimizle dünyanın yüce hakimine başvurarak bu kolonilerin iyi insanları adına onların verdiği yetkiyle Birleşik Kolonilerin özgür ve bağımsız devletler olduklarını; Britanya Krallığı’na karşı her türlü bağımlılıklarının sona erdiğini (…) ilan eder ve yayımlarız.” Demokrasi fikri tabanda Bildirgede adı geçen haklar köleler için geçerli değildi. Kıtanın iş gücü ihtiyacı nedeniyle Afrika’dan getirilen siyahilerin, “Kendi içinde bölünmüş olan bir ev ayakta kalamaz. Bu hükümetin, sürekli biçimde yarı köle, yarı özgür kalmaya katlanamayacağına inanıyorum” diye düşünen ve köleliği kaldırarak herkese eşit haklar veren Abraham Lincoln’ün iktidar olduğu 1860’lara kadar beklemesi gerekecekti. 37 Abraham Lincoln Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan kadınların -ki burada siyahi olmayan kadınlar kastedilmektedir- hakları ise sürekli ertelenen bir konuydu. Yeni devlet, iç karışıklıkları düzeltmek ve kendini dünyaya tanıtmakla o denli meşguldü ki ezelden beridir kadının ikinci planda olması ve onlar için yeni düzenlemeler yapılması önemli konular arasında yer almıyordu. ABD’de kadınların oy hakkı talebi 17. yüzyıla uzansa da, bu hak için örgütlü mücadeleye başlamaları 19. yüzyılı bulur. Yeni devletin kurulmasıyla getirilen reformlar, ağlamayana meme yok misali Amerikalı kadınları bu yenilikler için mücadele etmeye iter. Oy kullanmak istemeleri bunlardan biridir. Seçilen tüm başkanlar halk için büyük devrimlere imza atıyor, kadınlar her seferinde görmezden geliniyordu. 1776’da New Jersey’de, kadınlara oy kullanma hakkı verilip ardından geri alınması gibi, bazen de bu reformla ilgili kısa süreli mutluluklar yaşanıyordu. 1893’te Colorado kadınlara oy kullanma hakkını tanıyan ilk eyalet oldu. Washington’da 1910; California’da 1911; Oregon, Kansas ve Arizona’da 1912; Alaska ve İllinois’te 1913; Montano ve Nevada’da 1914; New York’ta 1917; Michigan, South Dakoto ve Oklahoma’da 1918’de bu hakkın tanınması demokratik bir ülke olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nin kadınlar söz konusu olduğunda, yerinin diğer dünya ülkelerinden önde olmadığını gösterir. Üstelik yaklaşık iki buçuk asırlık ABD tarihi boyunca hiç kadın başkan bulunmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri genelinde, kadınlar oy kullanma hakkını Başkan Thomas Woodrow Wilson döneminde (1913-1921) 38 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Thomas Jefferson elde etti. Wilson, I. Dünya Savaşı sonrasında ABD Kongresi’nde ülkeler arasında yapılacak barış antlaşmalarının prensiplerini de belirleyen kişiydi. Wilson İlkeleri, ABD’nin dünya siyasetini yönlendirmede, kendinde gördüğü hakkın göstergesiydi. Sömürge topraklarından özgürlüğün ülkesine Amerika Birleşik Devletleri’ni ilk tanıyan ülke Fransa’ydı. Koskoca tarihçiler Fransa’nın bunu İngiltere’ye inat yaptığını söyler. Zira Fransa ile İngiltere ezeli düşmandır ve Fransa’nın Yedi Yıl Savaşı’ndan sonra Amerika’da kaybettiği topraklar yüzünden kuyruk acısı vardır. İki ülke uzun bir süre dost kalır. Fransa, ABD’nin kuruluşunun 100. yılında devasa hediyesiyle (Özgürlük Anıtı) sevgisini gösterir. İngiltere ise Bağımsızlık Bildirgesi’nin kabulünden yedi yıl sonra, 3 Eylül 1783’te Amerika Birleşik Devletleri’ni tanır. Devletin ilk başkanı George Washington oldu. Ülkenin taze anayasasına göre oy hakkı bulunanlar toprak sahipleriydi. Kadınların hiçbir hakkı yoktu. Kölelik sürdürülüyor, kaldırılması yakın gelecekte görünmüyordu. Ancak George Washington cumhuriyetçi ve yenilikçi çizgisiyle umut vadediyordu. Yine de Washington’ın savaşlarla ve Kızılderililerle mücadelede kaybettiği yıllar reform bekleyenleri hayalkırıklığına uğratmıştı. Washington’ın Bağımsızlık Savaşı dışındaki en önemli icraatı ABD’de bugün de uygulanan başkanlık sisteminin şekillendirilmesiydi. Amerika Birleşik Devletleri’nin kısa zamanda büyüyüp gelişmesindeki en büyük etken uygun başkanlarla doğru politikalar uygu- 1950-60’LAR AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI’NIN DÜNYADA SEMPATIK BIR IMAJ BIRAKMAYA BAŞLADIĞI YILLARDI. ÖZGÜRLÜĞÜN ÜLKESINE ADIM ATMAK PEK ÇOK ÜLKEDEKI GENCIN GERÇEKLEŞTIRMEK ISTEDIĞI BIR “AMERIKAN RÜYASI”YDI. lanmasıydı. 19. yüzyılda müreffeh bir ülke statüsüne yükselen Amerika milyonlarca göç aldı. ABD’nin kendi haricindeki ülkelere duyduğu güvensizliğin de tavan yaptığı 20. yüzyılda göçlere kota getirildi. ABD başkanlarının neredeyse tamamı, kendi ülkelerinin dışında, dünya siyasetine yön veren icraatlar da gerçekleştiriyorlardı. John F. Kennedy gibi Nükleer Denemelerin Yasaklanması Antlaşması’nı imzalayarak dış politikada takdir toplayan başkanlar da vardı; Kore, Vietnam, Küba gibi sorunlara tüm dünyayı ortak edenler de. Amerika Birleşik Devletleri demokrasi tarihinin en önemli adımlarından biri 1950’li yıllarda atıldı. Siyah çocuklarla beyaz çocuklar aynı sıralarda eğitim görebilecekti. John F. Kennedy Barack H. Obama ve Bill Clinton Bu, siyahiler için köleliğin kaldırılmasının ardından yaşanan belki de ikinci büyük zaferdi. Üçüncüsü 2009 yılında gerçekleşecek, Barack Hussein Obama adında bir siyahi Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olacaktı. 1950-60’lar Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyada sempatik bir imaj bırakmaya başladığı yıllardı. Özgürlüğün ülkesine adım atmak pek çok ülkedeki gencin gerçekleştirmek istediği bir “Amerikan rüyası”ydı. Tüm dünyanın ABD’ye yönelttiği eleştiriler yalandı adeta. Ülke Kızılderilileri katletmekle suçlanıyor, ama senatosunda Kızılderili bir üye bulunduruyordu; dünyanın yaka silktiği bir ülke olduğu söyleniyor, ancak Elvis Presley gibi yetenekleri dünyaya hediye ediyordu, üstelik Hollywood filmleriyle insanları eğlendiriyordu; eli kanlı olmakla itham ediliyor, ancak başkanlar siyahi çocuklarla pozlar veriyordu. 1980 ve 90’lı yıllarda ise Amerika tüm dünya devletlerinin saygı duyduğu bir ülke haline gelmişti, özellikle insan hakları konusunda dünyaya örnek olacak düzenlemeler yapmıştı. Efsane ABD başkanlarından Bill Clinton’ın “Amerika kalıcı olmak için değişmelidir... Amerika’nın idealleri olan yaşam, özgürlük ve mutluluğu izlemeyi korumak için değişmelidir. Günümüzün koşullarına uygun olarak yürüyoruz, ama görevimiz sonsuzdur” dediği gibi Amerika Birleşik Devletleri sürekli yenileniyor ve büyüyor. 1776’da bir sömürge ülkesi olan Amerika, uyguladığı başarılı iç ve dış politikalarla bugün söz sahibi bir dünya devi. En büyük başarısı ise çok uluslu bir devlet olmasına karşın “Amerikan ulusu” adında bir birlik yaratabilmesi ve 300 milyondan fazla nüfusu dünyaya karşı tek yumruk olarak tutmayı becerebilmesi. 39 IŞILAY SAYGIN: SIYASETÇI HALKIN HUZUR VE MUTLULUĞU ILE ÜLKENIN ÇIKARLARINI HER ŞEYIN ÜSTÜNDE TUTMALIDIR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ TÜRK SIYASETININ DUAYEN ISIMLERINDEN IŞILAY SAYGIN, BELEDIYE BAŞKANLIĞI, MILLETVEKILLIĞI VE BAKANLIK DÖNEMLERINDE “HALKA HIZMET HAKK’A HIZMETTIR” ANLAYIŞIYLA GÖREV YAPTIĞINI BELIRTEREK, “SIYASET BIR GEÇIM KAPISI OLARAK DEĞIL, HALKA KARŞILIKSIZ HIZMET ARACI OLARAK GÖRÜLMELIDIR. SIYASETÇI DÜRÜST, GÜVENILIR VE SAYGIN INSAN OLMALI, VERDIĞI SÖZÜ MUHAKKAK YERINE GETIRMELIDIR” DIYOR. 40 SÖYLEŞI Siyaset hayatınıza baktığımızda henüz 25 yaşındayken Buca Belediye Başkanı seçildiğinizi ve bu önemli görevi iki dönem üstlendiğinizi görüyoruz. Söyleşimizin başında siyasete girmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz? Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra açılan imtihanı kazanarak Buca Belediyesi’nde İmar Müdürü olarak göreve başladım. Kısa sürede halkla kaynaştık. O sırada yerel seçim zamanı gelmiş, Adalet Partisi (AP) aday adayı arayışına girmişti. Öğrendim ki herkes benim adımı vermiş. Babam Demokrat Parti sempatizanıydı. AP’den aday adayı olmam konusunda ona da ısrar etmişler. Babamın ısrarı üzerine aday adayı oldum. Partide 6 aday adayı daha vardı. Ön seçimde delegenin yüzde 60’ı bana oy verdi. 1973 yılında Adalet Partisi Belediye Başkan Adayı olarak seçimlere girdim ve kazandım. Büyük bir sorumluluk üstlendim. O yıllarda “Kızdan, kadından başkan olur mu?” laflarını duyuyor, üzülüyordum. Seçime Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile girdik. Halk, parti ayrımı yapmadan bana sahip çıktı. Ben de onları mahcup etmemek için çok çalıştım. 1977 seçimlerine katılmamaya karar vermiştim, ancak halkın yoğun ısrarıyla tekrar aday olmak zorunda kaldım ve hiç propaganda çalışması yapmadan seçimi kazandım. 12 Eylül 1980 darbesi ile tüm belediye başkanlarıyla birlikte görevden alındım. Belediye başkanlığınızın ardından 1983 yılından itibaren beş dönem milletvekilliği yaptınız. 12 Eylül askerî darbesini izleyen yıllarda başlayıp Kasım 2002’ye kadar süren milletvekilliği ve bakanlık dönemlerinizde nasıl bir siyasi tablo vardı? O yılların Türkiye’sine dair neler söylemek istersiniz? 12 Eylül’den önce Türk siyasi hayatı esas itibarıyla bir kanadı Adalet Partisi, diğer kanadı CHP tarafından temsil edilen iki ana akım üzerine kurulmuştu. Bu iki akımın yanında salt milliyetçi ve salt muhafazakar kesimleri temsil iddiasında olan partiler de vardı. Askerler 12 Eylül’de yönetime el koymakla kalmamış, sözünü ettiğim tüm siyasi akımların temsilcisi olan siyasi partileri kapatıp bunların yöneticilerini de yasaklı hale getirerek Türk siyasi hayatını bilinmeyen ve tahmin edilemeyen bir gelecekle karşı karşıya bırakmışlardır. Doğaldır ki, tabii liderlerini kaybeden, bütün ezberleri bozulan siyasi yaşamımız bir bocalama dönemi geçirmiştir. 1983 seçimlerinde tüm beklentilerin ve yönlendirmelerin aksine merhum Turgut Özal’ın liderliğinde kurulan Anavatan Partisi büyük bir başarı göstererek tek başına iktidar olma imkanını yakalamış, 1987’de bu başarısını tekrarlamıştır. Yasaklı siyasi liderlerin 1987 yılında siyasi hayata dönüşü ile Türk siyaseti yeniden dizayn edilmiştir. Ancak, her şeye rağmen 1980 öncesinin iki ana siyasi akımlı düzeni bir türlü oluşturulamamıştır. Yeni partilerin kurulduğu, geçmişin mirasının kavgasının yapıldığı bir dönemde aynı kulvardaki partilerin birleşme çabalarına da tanık olunmuştur. Bu çalkantılı, sarsıntılı dönemin sonunda 90’lı yıllarda siyaset yeniden dengesini bulmuştur. 80’li yıllar Türkiye’nin özellikle ekonomik açıdan tam anlamıyla bir dönüşüm geçirdiği atılım yılları olmuştur. Bu dönemde Türkiye ekonomisine hükmeden birçok tabu yıkılmış, en önemlisi Türk ekonomisinin dışa açılımı gerçekleşmiştir. Dışa dönük büyümeyi öne çıkaran bir kalkınma modeli hayata geçirilmiştir. Bu sayede dünya ekonomileri ile entegrasyon sağlanmıştır. Önce Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ve ardından beklenmedik kaybı, sonra Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı’na çıkışı, liderleri oldukları siyasi partilerde yeni sarsıntılara, iniş çıkışlara sebebiyet vermiştir. Bu yıllar siyasetimizde yeni dengeler ve arayışlar dönemi olmuştur. Ancak, Türk siyasi hayatı açısından çok tercih edilmeyen koalisyon dönemlerinin sıkça yaşandığı ve olumlu örneklerinin görüldüğü bir dönem olarak da hatırlayabiliriz bu yılları. Kanaatimce genç siyasetçilerin çok iyi incelemeleri ve kendi siyasi kariyerleri kadar ülkemize hizmet açısından da ders çıkarmaları gereken bir nevi laboratuvar yıllarıdır bu dönemler. Türkiye’nin böylesine önemli süreçlerden geçtiği yıllarda çalışmalarınızı hangi ilke ve hedeflerle yürüttünüz? 41 “AILE IÇINDEKI ŞIDDETI ÖNLEMEK AMACIYLA 4320 SAYILI ‘AILENIN KORUNMASINA DAIR KANUN’U ÇIKARDIK. ŞIDDET UYGULAYAN EŞE YÖNELIK EVDEN UZAKLAŞTIRMA GIBI ÇEŞITLI YAPTIRIMLARI ÖNGÖREN KANUN BIR ILK OLMASI BAKIMINDAN BÜYÜK ÖNEM TAŞIMAKTADIR.” Biz “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” inancıyla görev yaptık. Her zaman hizmet odaklı çalıştık. Halkımızın huzuru ve mutluluğu her şeyin önünde gelirdi. Kendi partimizdeki yanlışlıkları dahi çekinmeden söyler ve demokratik tepkimizi ortaya koyardık. Bizler biat kültürü ile yetiştirilmedik. Cumhuriyetin aydınları olarak tartışmaya, sorgulamaya, demokrasiye, kadın-erkek eşitliğine, dürüstlüğe ve işbirliğine inanarak hizmet ettik. Siyaseti bir geçim kapısı, bir zenginleşme aracı olarak değil, halka karşılıksız hizmet aracı olarak gördük. Demokrasiyi bir araç olarak değil, bir yaşam tarzı olarak benimsedik ve elimizden geldiği kadar halkımıza ve seçim bölgemize hizmet etmeye devam ettik. Eğer bugün hâlâ halkımız bizi arıyor, bizden yardım talep ediyorsa, telefonlarımız hiç susmuyorsa, bu durum yaptığımız işin doğruluğunun kanıtıdır. Biz bayrağı hep yüksekte tuttuk, teröre geçit vermedik, haram yemedik. Gerisi halkımızın ve Allah’ın takdiridir. Türkiye’nin ilk kadın Çevre Bakanı ve Turizm Bakanı oldunuz. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak önemli hizmetlerde bulundunuz. Bunlar arasında sizin için ayrı bir yeri olanlar hangileridir? Aile içindeki şiddeti önlemek amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”u çıkardık. Şiddet uygulayan eşe yönelik evden uzaklaştırma gibi çeşitli yaptırımları öngören kanun bir ilk 42 SÖYLEŞI olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Devlet Bakanlığım döneminde Türk Medeni Kanunu’nun 153. Maddesi’nde değişiklik yaparak kadının evlendikten sonra talep ettiği takdirde kocasının soyadından önce gelmek üzere kendi soyadını kullanabilmesine de imkan sağladık. Bu, kadının kimliğinin korunması açısından çok önemli bir düzenlemedir. Ayrıca 1926’da çıkan Türk Medeni Kanunu’nun günün şartlarına uyarlanması amacıyla başlattığımız çalışmalar kapsamında “Ailenin reisi kocadır” ifadesinin yerine “Aileyi eşler birlikte temsil eder” ifadesini getirdik. 1005 sayılı yasada yaptığımız değişiklikle gazilerimizin vefatından sonra maaşlarının eşlerine bağlanmasını sağladık. Yasa çıkmadan önce gazilerimiz şeref madalyası ile şeref aylığı alıyorlardı. Ancak, ölümleri halinde maaş eşe kalmıyordu. Gazi eşleri çok mağdurdu. Bu yasayla mağduriyetlerini giderdik. Bir başka önemli çalışmayı resmî nikah konusunda gerçekleştirdik. Resmî nikah olmaksızın yapılan evlilikler özellikle kadınların ve çocukların mağduriyetine yol açmaktadır. Kadın resmî nikahı olmadığı için hiçbir hak iddia edememekte, bu tür bir evlilikten doğan çocuklar ise nüfus cüzdanı bile alamamaktadır. Bu durumun önüne geçmek için kampanyalar yürüttük ve 55 bin çifti resmî nikaha kavuşturduk. Ayrıca uyuşturucu madde kullanımıyla mücadele edilmesine ve aile mahkemelerinin kurulmasına yönelik çalışmalar gibi pek çok hizmeti gerçekleştirdik. Turizm Bakanlığım sırasında ise “Nitelik- ler Yönetmeliği”ni değiştirerek 5 yıldızlı otellerde Türk menüsü ve Türk kahvesi zorunluluğu getirdik. Bu uygulamayla dünyanın en zengin üçüncü mutfağı olan Türk mutfağını dünyaya tanıtma fırsatı bulduk. Milletvekilliği ve Bakanlık döneminizden unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz? Devlet Bakanlığım döneminde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü de bana bağlı bir birimdi. Adıyaman’ın Sincik ilçesinde 5 bin vatandaşımıza tapu dağıtma töreni düzenlemiştik. Kadastro çalışması yapılan halk, tapuya kavuşma mutluluğu içinde tören alanındaydı. Lise, ortaokul ve ilkokul öğrencileri de tören alanına gelmişti. O sırada bir kız çocuğu beni görünce “Ana bak karıdan bakan olmuş” dedi. Bunun üzerine kürsüye çıktığımda kadının toplumumuzun yarısını oluşturduğunu, okuyup iyi bir eğitim aldığında her mesleği yapabileceğini ve bakan da olabileceğini anlattım. Bir başka anım ise Turizm Bakanlığı dönemime ait. İzmir’in Karaburun ilçesinden ziyaretime gelen vatandaşlar yanlarında enginar getirmişlerdi. Görevli, onları çiçek zannederek vazoya koymuş! Time dergisinden röportaj için gelen yabancı gazeteciler de enginarı çiçek zannedince çok gülmüştük. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Siyaset halka hizmet için yapılan bir uğraştır. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Harama el uzatmayarak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeterek, atalarımızdan emanet cumhuriyeti koruyup kollayarak, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak çalışmak siyaset yapmanın temelini oluşturmalıdır. Siyasetçi dürüst, güvenilir, saygın insan olmalıdır. Verdiği sözü muhakkak yerine getirmelidir. Bir milletvekili bütün faaliyet ve çalışmalarında milletten aldığı vekaletin kutsallığının bilinci içinde hareket etmelidir. Anayasamızda hüküm altına alınan cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinin, ülkenin bölünmez bütünlüğünün yılmaz savunucusu olmalıdır. Giyimi kuşamı, oturması kalkmasıyla topluma örnek teşkil etmelidir. Halkın sorunlarına kendi sorunu gibi sahip çıkmalı, kendisine iletilen taleplerin sonuçlarını olumlu veya olumsuz bildirmelidir. Bu, insana verilen değerdir. Ayrıca milletvekilinin seçim çevresi ve seçmenlerinden asla kopmaması, telefonunu kapalı tutmaması, numarasını sık sık değiştirmemesi de önemlidir. Günümüzde kadınların siyasette temsil oranına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? 1983’te parlamentoya girdim. 2002’de ayrılıncaya kadar kadınların parlamentodaki temsil oranı yüzde 4,4 idi. Şimdi bu oran yüzde 18 ama bu milletvekillerinin kadın konularında seslerini hiç duyamıyoruz. Tecrübeli bir siyasetçi olarak size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Üzülerek söylemeliyim ki, ülke gündemi bizim dönemimize göre hem daha çok hem daha zor sorunla dolu bir hal almıştır. Bugün en önemli sorun olarak barışın tehlikede olmasını görüyorum. Güneydoğu bölgemizde 2002 yılına kadar terör önemli ölçüde bastırılmış, sükûnet sağlanmıştı. AKP iktidarından sonra çözüm süreci adıyla başlatılan süreç, sükûneti bir süre devam ettirmiş, ancak ne yazık ki terör örgütünün bu dönemi kendini toparlama ve güçlenme dönemi olarak kullandığı görülmüştür. 7 Haziran seçimlerinden sonra cereyan edenler, maalesef bu düşüncelerimi teyit ediyor. Güneydoğu’nun, tekrar insanların hayatlarını güven içinde sürdürebildikleri, geleceğe umutla bakabildikleri bir sükûnet dönemine kavuşturulması, kanaatimce gündemin en öncelikli konusudur. Bana göre ikinci öncelikli konu, dış politikanın yanlış hesaplar sonucu 43 Türkiye’yi çok zorlar hale gelmesidir. “Komşularımızla sıfır sorun” diye başlatılan bir dönem bugün hemen hemen sorunsuz ve kavgasız bir komşumuzun bulunmadığı bir hal almıştır. Özellikle Suriye politikasının yanlışlıkları bize terör ve altından kalkamayacağımız bir göç dalgası olarak geri dönmüştür. Bu maceranın nasıl sonuçlanacağını ise kimse kestiremiyor. Ekonomide yaşanan olumsuzluklar, doların yılbaşından bu yana TL karşısında yüzde 30 değer kazanması, ihracatta rakamların sürekli gerilemesi, yabancıların Türkiye’den hızlı bir şekilde çıkışı, işsizliğin özellikle yüksekokul mezunları açısından vahim bir durum alması bir başka sorunumuzdur. Hukuka güvenin kalmaması, gücün tek elde toplanması, toplumda ve siyasette kamplaşmaların keskinleşmesi ve radikalleşmesi de beni endişeye düşüren sorunlardır. Türkiye her yıl yüzde 1,5 oranında nüfusu artan genç bir ülkedir. Bu genç nüfusun eğitime, iş alanlarına ve her şeyden önemlisi umuda ihtiyacı vardır. Bugün kanaatimce hiçbir ciddi yatırımın olmayışı da işsizliği artırmaktadır. 2002 yılından beri Meclis çatısı altında yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşılarınızı öğrenebilir miyiz? Türk Kadınlar Konseyi Derneği’nin (TKKD) Genel Başkanıyım. 56 yıldır kamu yararına çalışan derneğimiz, Türk kadınlarının maddi ve manevi kalkınmasında dayanışma sağlamayı amaçlıyor ve kadının statüsünü yükseltme doğrultusunda ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmalar yapıyor. Bu yıl Dünya Kadınlar Konseyi Olağan Genel Kurulu’nu İzmir’de gerçekleştirdik. 98 ülkeden 250 delegenin katılımıyla Dünya Başkanı ve Avrupa Başkanı se- 44 SÖYLEŞI çildi. TKKD’nin yanı sıra Uluslararası Kadınlar Dayanışma Derneği’nin de Genel Başkanıyım. Kadın sorunları ile ilgili çalışmalar ve öğrencilere yönelik burslar başlıca uğraş konularımız. Ayrıca Gediz Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesiyim. Eğitime büyük önem veriyorum. İzmir Buca’da annemin adını taşıyan Fatma Saygın Anadolu Lisesi’ni ve babamın adını taşıyan Osman Nuri Saygın Camii, Eğitim Merkezi ve Kütüphanesi’ni yaptırdım. Mimar olarak projesini de çizdiğim okul ve külliyedeki eğitim ve faaliyetler bana ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor. 2004 yılında açılan Fatma Saygın Anadolu Lisesi’nden mezun olan öğrencilerimizin tümü üniversitelere yerleşebilmiş; okulumuz 10 yıl gibi kısa bir süre içinde 150 yıllık eğitim kurumlarıyla rekabet edecek bir duruma gelerek göğsümüzü kabartmıştır. Babamın adını taşıyan cami ve külliyenin açılışını dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yapmıştı. Altında meslek edindirme kursları, üstünde din eğitimi verilen bölümlerin yer aldığı cami ve külliyeyi o kadar beğendi ki, bir toplantıda 81 ilin müftüsüne burayı örnek gösterdi. Osman Nuri Saygın Eğitim Merkezi’nde bütün Buca’ya hitap eden ilçenin tek kütüphanesi bulunmaktadır. Ayrıca buradaki sınıflarda Halk Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı öğretmenler tarafından kadınlarımıza meslek edindirme ve okuma-yazma kursları verilmektedir. Kısacası kadına hak ettiği önemi verebilmek için bir ömür boyu gayret ettim. Görev yaptığım her aşamada kadın dernekleriyle birlikte çalıştık. Hazırladığımız ve çıkardığımız kanunlar hepimizin eseridir. Şimdilerde görev yaptığım kuruluşların bir yöneticisi olarak, kadınları ve gençleri siyasete girmeleri için yüreklendiriyorum. Tüm kadın derneklerinin üyesiyim. Konuşmacı olarak devamlı konferanslara katılıyorum. Üniversiteler beni rol model seçtiler; onların davetlerine katılıp gençlere, hizmet etmenin gerçek yolu olan politikaya girmelerini tavsiye ediyorum. Bir memur çocuğu olarak, birikimlerimi ve halktan aldığım tüm gücümü yine halka aktararak insanlara yardımcı olma imkanı bulduğum için mutluluk duyuyorum. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 45 SIRLARLA DOLU BIR ZIRVE NEMRUT DAĞI 46 KÜLTÜR VARLIKLARI NEMRUT DAĞI’NDA YER ALAN TAŞ HEYKELLER YALNIZCA ÜNLÜ KOMMAGENE KRALI I. ANTIOKHOS’UN HALKI IÇIN HEDEFLEDIKLERINI, ONLARIN FARKLI INANÇLARINI BIR ARAYA GETIRME GAYRETINI ORTAYA KOYMUYOR. UNESCO DÜNYA MIRAS LISTESI’NDEKI BU HEYKELLER ANADOLU’NUN SONSUZ ZENGINLIĞINI DE GÖSTERIYOR. ÇAĞLA TAŞKIN N emrut’la ilgili bir şey okurken, bir şey izlerken sık sık karşılaştığımız bir tanım var: Tanrıların dağı. Nemrut’u bu şekilde betimlemek neredeyse bir gelenek haline gelmiş, bu büyülü yer üzerine söylenen olmazsa olmaz sözler arasına girmiş. Nemrut’un bu tanımla neredeyse özdeşleşmesi haksız yere de değil. Zira Nemrut Dağı zirvesi yüzyıllar boyunca bir ibadet merkezi işlevi görmüş, mitolojideki tanrıları yüceltme arzusunun taşla vücut bulduğu bir kült yeri haline gelmiş. Asırlar öncesine dair sırlarıyla her daim gizemini koruyan bu zirve, inancın taşı nasıl harekete geçirdiğinin, maneviyatla harmanlanan sanatsal dürtünün bir nişanesi olmuş… Adıyaman Kahta’da Toros dağ silsilesinin bir parçası olan Nemrut Dağı’nın yüksekliği 2 bin metreyi aşıyor. Dağ, 1988 yılından beri yaklaşık 14 bin hektarlık bir alanı kaplayan Nemrut Dağı Millî Parkı sınırları içinde yer alıyor ve birçok farklı bitki ve hayvan türüne evsahipliği yapıyor. Fakat Nemrut Dağı’nı insanlık için önemli kılan flora ve faunası değil, kökleri Kommagene Krallığı’na dayanan kültürel mirası. Dünya tarihine en önemli katkısı kuşkusuz Nemrut’un zirvesinde saklı bu krallığın ortaya çıkışı başkenti Antakya olan Selevkos İmparatorluğu’nun Magnesia Savaşı’nda Romalılara yenilmesiyle başlıyor. Güç kaybeden Selevkos İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığını kazanan birkaç devletten biri olan Kommagene’nin halkı Toroslar ile Fırat Nehri arasındaki bölgeye yerleşiyor, başkentlerini Samsat olarak belirliyor ve son derece farklı unsurlara sahip bir topluluk olarak hayatlarını devam ettiriyor. Kommagene Krallığı bünyesinde birçok farklı inanç ve kültürden insanın yaşıyor oluşu kendini daha krallığın isminde belli ediyor. Kommagene’nin kelime anlamının “genler topluluğu” olduğu düşünülüyor. Krallığın bu çok unsurlu ve zengin yapısının en somut göstergesiyse Nemrut Dağı zirvesinde yer alıyor. Kommagene’nin hem en meşhur kralı hem de krallığa en görkemli günlerini yaşatmış hükümdarı olan I. Antiokhos, halkının farklılıklarını inanç potasında eritmek ister. Bunun için de Nemrut Dağı zirvesine Yunan ve Pers heykelleri yaptırır, ayrıca kendisi için bir mezar inşa ettirir. Antiokhos’un bu girişimi hem Kommagene halkı arasındaki çeşitli inanışları bir araya getirme ve böylece daha sağlam ve birbirine bağlı bir toplum oluşturma gayreti, hem de kendi kişisel kültünü tesis etme çabası olarak yorumlanır. 47 KOMMAGENE KRALLIĞI BÜNYESINDE BIRÇOK FARKLI INANÇ VE KÜLTÜRDEN INSANIN YAŞIYOR OLUŞU KENDINI KRALLIĞIN ISMINDE DE BELLI EDIYOR. KOMMAGENE’NIN KELIME ANLAMININ “GENLER TOPLULUĞU” OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR. Antiokhos’un söz konusu çabalarının meyvelerinin gün yüzüne çıkması ve ardından gelen çalışmalarla dünya kültürel mirasına kazandırılması ise bir tesadüfe dayanıyor. 1881 yılında Osmanlı Devleti’nin görevlendirdiği bir mühendis olarak bölgede çalışmalar yürüten Alman Karl Sester, şans eseri Nemrut kalıntılarına rastlıyor. Bu durum Sester’i o kadar heyecanlandırıyor ki hemen Prusya Kraliyet Bilimler Akademisi’ne haber veriyor. 48 KÜLTÜR VARLIKLARI Sonrasında bölgeye gelen Otto Punchtein önderliğindeki araştırmacılar buldukları bir kitabeyi inceleyerek kalıntıların Kommagene Krallığı’na ait olduğunu tespit ediyor. Çalışmalar genişleyip ilerledikçe aslında ne denli kıymetli bir cevherin keşfedildiği anlaşılıyor. Antiokhos’un kendi eklektik dünya görüşünü ve inanç sistemini yansıtmak amacıyla şekillendirdiği Nemrut Dağı zirvesi, OTTO PUNCHTEIN ÖNDERLIĞINDEKI ARAŞTIRMACILAR BULDUKLARI BIR KITABEYI INCELEYEREK KALINTILARIN KOMMAGENE KRALLIĞI’NA AIT OLDUĞUNU TESPIT EDIYOR. ÇALIŞMALAR GENIŞLEYIP ILERLEDIKÇE NE DENLI KIYMETLI BIR CEVHERIN KEŞFEDILDIĞI ANLAŞILIYOR. hiyerotesyon adı verilen bir düzene sahip. Bu düzene göre dağın zirvesindeki heykeller doğu ve batı terası olarak adlandırılan bölümlerde simetrik olarak yer alıyor. Bu dizilimin belirli bir anlam taşıyıp taşımadığı akademisyenlerce hâlâ tartışılıyor olmakla birlikte kesin olan bir şey var. O da bu simetrik heykel diziliminde yer alan figürlerin tam olarak Antiokhos’un halkını -kendine ait bir kültü de harca katarak- inanç potasında bir araya getirme emelinin mükemmel bir yansıması oluşu. Bu heykellerin Kral Antiokhos’a ait bir tümülüsü çevreler konum- da olması da kralın kendisi için benimsediği görev ve şahsına atfettiği önemin bir göstergesi adeta. Küçük kırma taşların yığılmasıyla oluşturulmuş yaklaşık 50 metre yükseklikteki tümülüsün içindeki odada Antiokhos, babası Mithridates ve bir Kommagene kralının daha mezarlarının olduğu düşünülse de bu zamana kadar tahminden ileri gidilememiş. Nemrut Dağı zirvesini yüzyıllar sonra bile görenleri şaşkınlık içinde bırakan taş heykellerle donatan Antiokhos’un mezarının akıbeti, dağın gizemini koruyan sırlar arasında yer alıyor hâlâ… 49 İnanç ve estetik el ele Tümülüsü çevreleyen üç alandan ikisi, doğu ve batı terası, Nemrut’u Nemrut yapan heykellerin yükseldiği yer. İki terasta da heykellerin dizilişi aynı sırayı izliyor. Açılışı birer aslan ve kartal heykeli yapıyor. Aslan yeryüzündeki, kartal ise gökyüzündeki kudreti simgeliyor. Heykellerin diziliminde daha sonra Antiokhos geliyor, onu tanrıça Tike izliyor. Ardından sırayla Zeus, Apollon ve Herakles’i görüyoruz. Günümüzde baş ve gövde kısımlarının birbirinden ayrı halde bulunduğu heykelleri tanımlamada, tasvir edilen başlıklar, fiziksel özellikler ve kıyafetlerdeki detaylar yardımcı oluyor bize. Örneğin Antiokhos kurdeleleri olan beş uçlu bir başlık, Pers 50 KÜLTÜR VARLIKLARI tarzında çizmeler ve sol elinde bir ılgın demetiyle tasvir edilmişken Yunan mitolojisinde kader tanrıçası olduğuna inanılan Tike’nin himation adı verilen bir pelerini taşıdığı, ellerinde içi meyve ve çiçek dolu sepetler bulunduğu görülüyor. Yunan mitolojisinin temel taşı Zeus’un başında yer alan parçadaki Pers etkisine dikkat ettiğimizde Kommagene Krallığı’nın çok unsurlu yapısını bir kez daha hatırlıyoruz. Sakalı, sol elinde tuttuğu ve dinî törenlerde yakılan ateşi sembolize eden demetiyle Zeus, mitolojideki ihtişamını Nemrut Dağı zirvesinde de sürdürüyor. Mitolojide sanatla ilişkilendirilen, aynı zamanda kahinlik yönü ağır basan Apollon üzerinde bir tunik ve pelerin, elinde bir demetle; Zeus’un oğlu Herakles ise kendine özgü bir diademle tasvir ediliyor. Ufak detaylar ve dağ topografisinden kaynaklanan farklılıklar dışında doğu ve batı terasında hemen hemen birbirinin aynı olan heykellere ek olarak bir de aslanlı horoskop yer alıyor. Dünyanın en eski horoskopu kabul edilen aslanlı horoskop, üzerindeki 19 yıldızın yanı sıra Mars, Merkür ve Jüpiter temsilleriyle gök cisimlerinin belirli bir andaki konumunu gösteriyor. Araştırmacılar söz konusu konumun neyi işaret ettiği hakkında çeşitli görüşler öne sürüyor. Kimileri bu belirli zamanın I. Mithridates’in, kimileri de Kommagene’nin en önemli kralı I. Antiokhos’un tahta çıkış tarihi olduğunu düşünüyor. Aslanlı horoskop, neyi tasvir ettiğine bakılmaksızın hem incelikli kabartmalarıyla hem de türünün ilk örneği kabul edilmesiyle büyük önem taşıyor. Nemrut Dağı’nın zenginlikleri arasında yazıt ve rölyefler de önemli yer tutuyor. Rölyeflerin hemen hepsinde Antiokhos’un zirvede heykelleri bulunan tanrılar ve tanrıçayla el sıkışması betimlenmiş. 1987 YILINDA UNESCO DÜNYA MIRAS LISTESI’NE KABUL EDILEN NEMRUT’UN ZIRVESINDEKI GIZEMLI HEYKEL VE KABARTMALAR DIŞINDA DAĞIN SINIRLARI IÇINDE YER ALDIĞI MILLÎ PARKTA KOMMAGENE KRALLIĞI’NIN DAHA BIRÇOK MIRASINA RASTLAMAK MÜMKÜN. BUNLARDAN EN ÇOK BILINENI ISE KUŞKUSUZ KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ. 1987 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kabul edilen Nemrut Dağı’nın zirvesindeki gizemli heykel ve kabartmalar dışında dağın sınırları içinde yer aldığı millî parkta Kommagene Krallığı’nın daha birçok mirasına rastlamak mümkün. Bunlardan en çok bilineni kuşkusuz yaklaşık 35 metre yükseklikteki Karakuş Tümülüsü. Kral Antiokhos’un oğlu II. Mithridates’in annesi Isias için bir anıt mezar olarak inşa ettirdiği tümülüs, aynı zamanda diğer üç Kommagene kraliçesinin de istirahatgahı olma niteliği taşıyor. Tümülüsün yapım ve süslemelerinde Pers, Yunan ve Dor gibi farklı etki ve üsluplar hâkim. Orta kısmında mezar odasının yer aldığı düşünülen Karakuş Tümülüsü’nün dekoratif ögelerinde ise kudreti sembolize eden kartal, aslan ve boğa tercih edilmiş. Ayrıca tümülüsün sütunlarından biri Mithridates ve Apollon’u tokalaşırken gösteriyor. Millî park sı- nırları içinde aynı zamanda Kommagene Krallığı’nın ilk başkenti Arsemia da yer alıyor. Antik kenti ziyaret edenler Antiokhos’un babası I. Mithridates için yaptırdığı özel ibadet alanını gezme fırsatı buluyor, rölyefler başta olmak üzere şehirden geriye kalanları inceleyebiliyor. Krallığın idari merkezi olduğu düşünülen ve bugün Kahta Kalesi olarak bilinen alan da millî park sınırları içinde yer alıyor. Millî parkın ziyaretçilere sunduğu bir diğer sürpriz ise Cendere Köprüsü. Köprü Samsat’ta karargah kuran Romalılar tarafından inşa edilmiş ve birkaç defa restore edilerek günümüze gelmeyi başarmış. Köprünün inşasında hiç çimento veya benzer türden bir malzemenin kullanılmadığı düşünülüyor ve üzerindeki çeşitli kitabeler köprünün yapılış tarihi ve amacı hakkında bilgi sunuyor. 51 TÜRKİYE’NİN YARDIM VE ŞEFKAT ELİ: AFAD BARINMA MERKEZLERİ 52 TÜRKIYE’NIN SURIYELI SIĞINMACILARA YÖNELIK YARDIM FAALIYETLERI BAŞBAKANLIK AFET VE ACIL DURUM YÖNETIMI BAŞKANLIĞI (AFAD) KOORDINASYONUNDA YÜRÜTÜLÜYOR. 260 BINE YAKIN SURIYELI, AFAD’IN HATAY, GAZIANTEP, ŞANLIURFA, KILIS, MARDIN, KAHRAMANMARAŞ, OSMANIYE, ADIYAMAN, ADANA VE MALATYA OLMAK ÜZERE 10 ILDE KURDUĞU VE YÖNETTIĞI 25 BARINMA MERKEZINDE KALIYOR. ZEYNEP YIĞIT 53 İ nsanlık dramı, can pazarı, ölüme yolculuk... Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerle ilgili haberlerde sıkça rastlarız bu ifadelere. Kundaktaki çocuğu, yaşlı anne-babasıyla yollara düşenlerin, daha iyi bir hayat umuduyla bindikleri teknede can verenlerin acı hikayeleri yansır gazete sayfalarına, televizyon ekranına. Hem de günlerdir, aylardır değil, yıllardır. Türkiye’nin ilk günden itibaren yardım ve şefkat elini uzattığı Suriyelilerin dramı, bir süredir dünya kamuoyunun da gündeminde. 2 Eylül 2015 sabahı Bodrum sahilinde çekilen bir fotoğraf, konunun uluslararası düzeyde yankı bulmasını sağladı. Dünyanın harekete geçmesi için yıllardır kifayetsiz kalmış kelimeler sustu, üç yaşındaki Aylan bebeğin cansız bedeni haykırdı yaşanan insanlık dramını, can pazarını, ölüme yolculuğu... Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre, Suriye’deki çatışmalardan kaçarak komşu ülkelere sığınan Suriyeli mülteci sayısı 4 milyonu 54 geçmiş durumda. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres “Bu, bir nesilde tek bir çatışma nedeniyle yerinden edilmiş en büyük mülteci nüfusu” ifadesiyle rakamın çarpıcılığını ortaya koyuyor. Bir başka dikkat çekici rakam ise geçtiğimiz haziran ayında açıklanan UNHCR Küresel Eğilimler Raporu’nda yer alıyor. Savaş, çatışma ve zulüm nedeniyle dünya genelindeki yerinden edilmenin hızla arttığı vurgulanan raporda, evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısının 2014 yılı sonunda yaklaşık 60 milyona ulaştığı belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin rapora ilişkin açıklamasında şu çarpıcı tespitler yer alıyor: “Küresel Eğilimler Raporu, evlerinden kaçmaya zorlanan kişilerin sayısında keskin bir artış olduğunu göstermektedir. Rapor, 2013 yılında yerinden edilen 51,2 milyon ve on yıl önce yerinden edilen 37,5 milyon kişiye kıyasla, 2014 yılı sonunda 59,5 milyon kişinin zorla yerinden edildiğini ortaya koymaktadır. 2013 yılından bu yana gözlemlenen artış, tek bir yılda görülen en yüksek artıştır. Bu artıştaki başlıca hızlanma Suriye’de savaşın patlak verdiği 2011 yılının başlarından bu yana görülmüş olup bu savaşı, yerinden edilmenin dünyadaki en büyük etmeni haline getirmiştir. 2014 yılında her BIRLEŞMIŞ MILLETLER MÜLTECILER YÜKSEK KOMISERLIĞI, DÜNYA GENELINDE SAVAŞ, ÇATIŞMA VE ZULÜM NEDENIYLE EVLERINI TERK ETMEK ZORUNDA KALANLARIN SAYISININ 2014 YILI SONUNDA YAKLAŞIK 60 MILYONA ULAŞTIĞINI BELIRTIYOR. gün ortalama 42 bin 500 kişi mülteci, sığınmacı olmuş veya ülkesi içinde yerinden edilmiştir; bu sayı, yalnızca dört yıl içinde dört kat artışa karşılık gelmektedir. Dünya genelinde her 122 kişiden biri şu anda ya mültecidir ya ülkesi içinde yerinden edilmiştir ya da iltica talebinde bulunmuştur. Bu bir ülkenin nüfusu olsaydı, dünyadaki en büyük 24. ülke olurdu.” Dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını çocuklar oluşturuyor Rapora göre Suriye, dünyadaki en büyük “ülke içerisinde yerinden edilmiş kişi (7,6 milyon) ve mülteci (2014 sonunda 3,88 milyon) kaynağı”. Bu ülkeyi Afganistan (2,59 milyon mülteci) ve Somali (1,1 milyon mülteci) takip ediyor. UNHCR, dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını çocukların oluşturduğunu ifade ederek bu durumun endişe verici olduğuna dikkat çekiyor. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres, “Eşi görülmemiş kitlesel yerinden edilmelerin yaşandığı bir çağ için eşi görülmemiş bir insani müdahaleye ve çatışma ve zulümden kaçan insanlar için küresel hoşgörü ve koruma taahhüdümüzü yenilemeye ihtiyacımız var” diyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Küresel Eğilimler Raporu’nda Türkiye’nin 2014 yılında dünyada en fazla mülteciye evsahipliği yapan ülke haline geldiği bilgisini de paylaşıyor. 2014 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin 1,59 milyon Suriyeli mülteciyi kabul ettiği belirtilirken, ikinci sırada Pakistan (1,51 milyon), üçüncü sırada Lübnan (1,15 milyon), dördüncü sırada ise İran (982 bin) yer alıyor. Bu ülkeleri Etiyopya (659 bin 500) ve Ürdün (654 bin 100) takip ediyor. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un 18 Eylül 2015 tarihinde yaptığı basın açıklamasında verdiği bilgilere göre, Türkiye’de 55 2 milyon 225 bin 147 Suriyeli bulunuyor. Türkiye çadır ve konteyner kentlerde 258 bin 977 kişiyi barındırıyor. Suriyeli sığınmacılar konusunun Nisan 2011’den bu yana ülkemizin gündeminde yer aldığına işaret eden Kurtulmuş, Türkiye’nin bu hususta üzerine düşeni insanlık, akrabalık ve komşuluk vazifesi olarak gördüğünü belirtiyor. Kurtulmuş, Türkiye’nin yürüttüğü politika ve çalışmaların Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Avrupa Birliği ve uluslararası camiadan çok sayıda övgü aldığını vurguluyor. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Suriyeli sığınmacılar için yapılan harcamayla ilgili olarak da önemli bir bilgi aktarıyor. Kurtulmuş, Suriyeli sığınmacılara 7,6 milyar dolar seviyesinde para harcandığını, bu miktarın sadece 418 milyon dolarının uluslararası yardım kuruluşları, zengin dost ve müttefik ülkelerden geldiğini belirtiyor. AFAD 10 ilde 25 barınma merkezi kurdu Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik uluslararası camiada övgüyle karşılanan çalışmaları, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda yürütülüyor. 260 bine yakın Suriyeli AFAD’ın Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Mardin, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana ve Malatya olmak üzere 10 ilde kurduğu ve yönettiği 25 barınma merkezinde kalıyor. Hatay’da Altınözü 1 Çadırkenti, Altınözü 2 Çadırkenti, Yayladağı 1 Çadırkenti, Yayladağı 2 Çadırkenti, Apaydın Konteynerkenti; Gaziantep’te İslahiye 1 Çadırkenti, İslahiye 2 Çadırkenti, Karkamış Çadırkenti, Nizip 1 Çadırkenti, Nizip 2 Konteynerkenti; Şanlıurfa’da Ceylanpınar Çadırkenti, Akçakale Çadırkenti, Harran Konteynerkenti, Viranşehir Çadırkenti, Suruç Çadırkenti; Kilis’te Öncüpınar Konteynerkenti, Elbeyli Beşiriye Konteynerkenti; Mardin’de Midyat Çadırkenti, Nusaybin Çadırkenti, Derik Çadırkenti; Kahramanmaraş’ta Merkez Çadırkenti; Osmaniye’de Cevdetiye Çadırkenti; Adıyaman’da Merkez Çadırkenti; Adana’da Sarıçam Çadırkenti; Malatya’da Beydağı Konteynerkenti bulunuyor. Barınma merkezlerinde, ülkelerindeki iç karışıklıklardan kaçarak Türkiye’de yeni bir hayata başlayan Suriyelilerin sadece barınma değil, insani ihtiyaçları da karşılanıyor. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan edinilen bilgilere göre, AFAD barınma merkezlerinde market, ısınma, güvenlik, ibadet, altyapı, haberleşme, itfaiye, tercümanlık, psiko-sosyal destek ve bankacılık hizmetleri veriliyor. Ayrıca Suriyeli sığınmacıların çamaşırhane, bulaşıkhane ve duş ihtiyaçları karşılanırken, eğitim ve mesleki kurs faaliyetleri de yürütülüyor. Dinlenme merkezleri, çocuk ve oyun parkları, televizyon odaları ve internet hizmetleri ise boş zamanların değerlendirilmesine katkı sağlıyor. 56 AFAD BARINMA MERKEZLERINDE KURULAN MAHALLE SISTEMIYLE HER MAHALLE IÇIN BIR MUHTAR SEÇIMI TEŞVIK EDILIYOR. BÖYLECE SURIYELI SIĞINMACILARA KENDILERINI TEMSIL ETME HAKKI TANINIYOR. Çocuklar eğitimlerine devam ediyor, yetişkinler meslek kurslarına katılıyor 80 bin Suriyeli çocuk iç savaş sebebiyle yarım kalan eğitimlerine barınma merkezlerindeki okullarda devam ediyor. Suriyeli yetişkinler içinse meslek kursları veriliyor. 60 bin Suriye vatandaşının barınma merkezlerinde açılan meslek kurslarında dil, halı dokuma, dikiş gibi çeşitli eğitimleri tamamladığı belirtiliyor. Suriyeli sığınmacılar ülkemizde ücretsiz sağlık hizmetlerinden de faydalanabiliyor. Bugüne kadar 275 binin üzerinde ameliyat, 9 milyonun üzerinde poliklinik hizmeti verildiği ifade ediliyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) ve Türk Kızılayı işbirliğiyle verilen “Gıda Kartı” sayesinde barınma merkezlerindeki Suriye vatandaşları gıda ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Bu uygulamayla Suriyeliler alışverişlerini diledikleri gibi yapıp yemeklerini kendi kültürlerine göre pişirebiliyor. “Gıda Kartı” ile barınma merkezlerinde kalan her bireyin kartına aylık olarak para yükleniyor. AFAD barınma merkezlerinde kurulan mahalle sistemiyle her mahalle için bir muhtar seçimi teşvik ediliyor. Böylece Suriyeli sığınmacılara kendilerini temsil etme hakkı tanınıyor. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres, Türkiye’nin uluslararası camiada takdirle karşılanan ve örnek gösterilen bu 57 BM MÜLTECILER YÜKSEK KOMISERI ANTÓNIO GUTERRES, TÜRKIYE’NIN ULUSLARARASI CAMIADA TAKDIRLE KARŞILANAN VE ÖRNEK GÖSTERILEN ÇALIŞMALARIYLA ILGILI OLARAK, “SURIYELILERE SADECE SINIRLARINIZI DEĞIL, KALPLERINIZI VE EVLERINIZI AÇTINIZ. TÜRKIYE’YE TEŞEKKÜR EDIYORUZ” DIYOR. çalışmalarıyla ilgili olarak, “Suriyelilere sadece sınırlarınızı değil, kalplerinizi ve evlerinizi açtınız. Türkiye’ye teşekkür ediyoruz” derken, AFAD’ın kurduğu Kilis Öncüpınar Konteynerkenti’ni ziyaret eden The New York Times yazarı Mac McClelland “Mükemmel kamp nasıl kurulur?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Dünya genelinde mülteci kamplarındaki yaşam standartlarının yüksek olmadığını belirten McClelland, Türkiye’deki diğer barınma merkezlerinde olduğu gibi Kilis Öncüpınar Konteynerkenti’nde de tam tersi bir durum yaşandığının altını çizdi. Büyük konteynerlerden ya da prefabrik yapılardan okullar kurulduğunu ve bunların kreş, ilköğretim ve lise olarak sınıflara ayrıldığını anlatan McClelland, savaş ortamından gelmiş çocukların hayata tutunmaları için tüm görevli personelin elinden geleni esirgemediğini vurguladı. McClelland yazısında “Kamplardaki yetkililer Suriyelileri mülteci değil, misafir olarak görüyor ve o şekilde ağırlıyorlar. Burada görevli Türk işçiler büyük bir titizlikle çalışıyorlar; sokakları temizlemek için adeta yarış halindeler. Dahası gece yanan sokak lambaları sizde sakin ve huzurlu bir banliyö havası yaratıyor” ifadelerine yer verdi. metrekarelik 7 bin aile çadırı bulunuyor. 4 okul, sahra hastanesi, itfaiye birimi, çocuk oyun alanları, psiko-sosyal destek alanları, spor alanları, market ve mesire yerleri ile donatılan Suruç Çadırkenti’nde, her birinde 12 göz olan 101 konteyner bulaşıkhane, 79 konteyner çamaşırhane yer alıyor. Ayrıca her birinde 6 kabin bulunan 467 konteyner tuvalet ile 425 konteyner duşakabin hizmete sunuluyor. Suruç Çadırkenti’nde kullanılan suyun yüzde 100’ü ultraviyole teknolojisiyle arıtılıyor, bölgedeki çiftçilere destek olunuyor. AFAD barınma merkezlerinde kalan aileler, yeni doğan çocuklarına “AFAD” adını da veriyor. Kobani’deki çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığındığı dönemde hamile olan Rojin İsa’nın Suruç’ta dünyaya gelen kızı da “AFAD” ismini taşıyor. Rojin İsa’nın annesi Emine İsa, “Tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan, bize şefkat elini uzan AFAD, doğum sancıları artınca kızımı ambulansla hastaneye götürdü. Çok şükür torunum Türkiye’de dünyaya geldi. Vefa göstergesi olarak bebeğimize ‘AFAD’ ismini koyduk. İnşallah torunum kendi topraklarımızda büyür ve isminin hikayesini de ülkemizde anlatırız” diyor. 35 bin kişilik Suruç Çadırkenti Millî gelirine oranla en fazla insani yardım yapan ülke Türkiye Özellikle Kobani’den gelen siviller için kurulan AFAD Suruç Çadırkenti, 35 bin kişilik kapasitesiyle Türkiye’nin en büyük çadırkenti olma özelliği taşıyor. 1 milyon 47 bin metrekare araziye kurulan çadırkentte, 16 Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı aracılığıyla yapılan uluslararası yardım faaliyetleri sayesinde Türkiye 2013 yılında GSMH’sinin yüzde 0,21’ini insani yardım için ayırdı ve millî gelirine oranla en çok insani yardım yapan ülke oldu. 2012 ve 2013 yıllarında en fazla uluslararası yardımda bulunan ülkeler listesinde Türkiye, ABD ve İngiltere’nin ardından üçüncü sırada yer alıyor. 58 Vodafone teknolojileriyle belediyeler yarına hazır Siz de dijitalleşme endeksinizi ölçün, makineler arası iletişim hizmetinden mobil uygulamalara kadar, hizmet kalitenizi artıracak birçok akıllı çözümümüzle tanışın. yarinahazirim.com Vodafone Otobüs 18:04’te Beşiktaş durağında olacak Çöp konteyneri dolu boşaltılması için ekip yönlendirildi Köprü trafiği akıcı Su kaçağı bilgisi ulaştı İşOrtağım 59 M. TAHIR KÖSE: SIYASETTE UZLAŞMA KÜLTÜRÜNÜN OLMASI ÜLKEMIZIN BIRLIK VE BERABERLIĞI IÇIN ŞARTTIR RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ 1987-2002 YILLARI ARASINDA MECLIS ÇATISI ALTINDA YER ALAN SANAYI VE TICARET ESKI BAKANI M. TAHIR KÖSE, SIYASETIN HALKLA IÇ IÇE YAPILMASI GEREKTIĞINI BELIRTEREK, “BIR MILLETVEKILININ DÜRÜST VE GÜVENILIR OLMASI KADAR SEÇILDIKTEN SONRA KARAKTERININ VE SIYASI ÇIZGISININ DEĞIŞMEMESI DE ÖNEMLIDIR. SIYASETÇI YAŞANTISIYLA TOPLUMA ÖRNEK OLMALIDIR” DIYOR. 60 RÖPORTAJ S on aylarda şehit cenazeleri birbiri ardına geldikçe evlere ateş, anaların yüreğine kor düşüyor. Her hain pusu ülkedeki acıyı katlıyor, gözyaşı dinmiyor. Ankara’da sivil toplum kuruluşlarının teröre karşı düzenlediği mitinge saatler kala çalıyoruz M. Tahir Köse’nin kapısını. Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Köse ile hem dünü hem bugünü konuşuyoruz. Bir de hayat ve siyaset yolculuğunu… M. Tahir Köse, memur bir ailenin çocuğu olarak 1952 yılında dünyaya geliyor. Amasya’da yaşayan baba Haydar Bey ve anne Seray Hanım, oğullarının doğumu öncesinde Konya’daki bir akrabalarının yanına gidiyor. Bu nedenle M. Tahir Köse’nin doğum yeri Çumra olarak kayıtlara geçse de sonraki hayatı Amasya’da devam ediyor. İlk, orta ve lise eğitimini bu kentte tamamlayan Köse, daha sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Makina Mühendisliği Bölümü’nü bitiriyor. Ardından ODTÜ’de enerji alanında yüksek lisans yapıyor. “Eğitimimi tamamladıktan sonra Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları’nda proje mühendisi olarak çalıştım. Burada kısa bir süre görev yaptıktan sonra kendi mühendislik büromu açarak ticarete başladım. O dönemde bana sık sık ‘ODTÜ’yü bitirdin, master yaptın, şimdi niye ticaretle uğraşıyorsun?’ diye sorulurdu. Ben de ‘Siyasete gireceğim’ derdim. Çok şükür, bu isteğimi de gerçekleştirdim” diyen Köse, o yıllarda ailesinde siyasetle ilgilenenler olup olmadığını sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Ailemin siyasete ilgisi yoktu. Benim siyasete ilgi duymamda rahmetli Erdal İnönü’nün etkisi büyüktür. Bildiğiniz gibi kendisi ODTÜ Rektörlüğü yapmıştı ve sevdiğimiz bir kişiydi. Sayın İnönü 1983 yılında Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SODEP) kurup genel başkanlığını üstlendiği zaman ben de SODEP’in Amasya’daki kurucuları arasında yer aldım. Böylece siyaset hayatım başlamış oldu.” M. Tahir Köse 1987, 1991, 1995 ve 1999 genel seçimlerinin ardından dört dönem milletvekilliği yapıyor. 18. ve 19. Dönemlerde SHP Amasya Milletvekili, 20. ve 21. Dönemlerde DSP İstanbul Milletvekili olarak Meclis’te yer alan tecrübeli siyasetçi, “1987 ve 1991 yıllarında ön seçime girerek milletvekili oldum. Ben en kötü ön seçimin en iyi merkez yoklamasından daha iyi olduğuna inananlardanım. Amasya’da yaklaşık beş bin kişinin oy kullandığı ön seçimde halk iki sefer beni destekledi. Üstelik SHP’nin il veya ilçe yönetiminde olmadığım halde vatandaşın oyunu alabildim. Bu çok önemli bir nokta. Ön seçim, milletvekili adayı ile vatandaş arasındaki iletişime katkıda bulunduğu gibi parti içi demokrasiye de büyük fayda sağlar” diye konuşuyor. 1995 seçimleri öncesinde SHP’nin Amasya’da ön seçim yapmama kararı nedeniyle partisinden istifa ettiğini ve merhum Bülent Ecevit’in daveti üzerine DSP’ye geçtiğini belirten Köse, milletvekilliği yıllarına ilişkin unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “15 yıl aralıksız milletvekilliği yaptım. Meclis’te İçişleri, Dışişleri, Plan ve Bütçe komisyonlarında yer aldım. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubu Üyesi oldum. Yaklaşık 11 yıl NATO Parlamenter Asamblesi’nde çalıştım, bunun büyük bir kısmında da Türk Grubu Başkanı olarak görev yaptım. O dönemde asamble üyeleri arasındaki tek muhalefet milletvekiliydim. Buna rağmen oy birliğiyle Türk Grubu Başkanı seçildim. Sanırım, Meclis’te bunun başka bir örneği yoktur. Bu seçim benim açımdan gurur verici olduğu kadar o dönemde iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasındaki güzel ilişkilere ve uzlaşıya da çok önemli bir örnektir. Hatırladığım kadarıyla o gün beni NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı olarak seçen milletvekilleri arasında Abdullah Gül, Doğan Güreş, Kamran İnan, Oğuzhan Asiltürk, Altan Öymen, Gencay Gürün, Oktay Vural, Süleyman Sazak, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Denizolgun da vardı. O dönemde NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu olarak önemli çalışmalara imza attık. Yurt dışındaki toplantılarda ülkemizi en iyi şekilde temsil etme gayreti içinde olduk. Türkiye’ye yönelik önyargıları çeşitli ülkelerin parlamenterleriyle iyi ilişkiler kurarak, onlarla istişarelerde bulunarak gidermeye çalıştık. Örneğin İngiliz parlamenter Frank Cook, ülkemize yönelik sert eleştirilerde bulunuyor ve özellikle kara mayınlarının temizlenmesi konusunu gündeme getiriyordu. Kendisiyle iyi bir ilişki kurarak Türkiye hakkındaki görüşlerinin yumuşamasına katkıda bulundum. Ankara’ya geldiğinde otelde değil, benim evimde kalıyordu. Tüm bu iyi ilişkiler neticesinde ülkesinde Türkiye Dostluk Grubu Başkanı oldu. Bu örnek bize şunu gösteriyor; eğer yurt dışında doğru ve etkili temaslarda bulunabilirseniz ülkenizle ilgili 61 önyargıları giderebilir ve kendinizi en iyi şekilde ifade edebilirsiniz. Siyaset bu bakımdan çok önemli fırsatlar sunuyor. Bu fırsatları iyi değerlendirmek gerekiyor. Türk Grubu Başkanı olarak görev yaptığım dönemde iki sene NATO Parlamenter Asamblesi Başkanvekili seçildim, başkanlığı ise sadece iki oyla kaybettim. Tüm bunlar milletvekilliği yıllarıma dair en güzel anılarım arasındadır.” 62 RÖPORTAJ “Siyaset dilinin yumuşaması gerekiyor” M. Tahir Köse’nin Meclis çatısı altında yer aldığı yıllar ağırlıklı olarak koalisyon dönemlerine denk geliyor. Tecrübeli siyasetçi, 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerin ardından koalisyon hükümeti kurma çalışmalarının yapıldığını, ancak bir netice elde edilemediğini hatırlatmamız üzerine “Bana göre koalisyon hükümetleri ülkede uzlaşma kültürünün oluşması ve yerleşmesi bakımından son derece faydalıdır. Parti olarak içinde yer aldığımız DYP-SHP hükümetleri ile daha sonraki DSP-MHP-ANAP hükümeti Türkiye’ye çok büyük bir uzlaşı getirmiştir. Bu uzlaşının olumlu neticeleri de alınmıştır. Hatırlanacağı gibi 2002 yılında terör olayları yok denecek bir noktaya gelmiştir. Bugün ise her gün şehit cenazelerinin acısını yüreğimizde hissediyoruz” diyor. M. Tahir Köse ile sivil toplum kuruluşlarının Ankara’da teröre karşı miting düzenlediği gün röportaj yapıyoruz. Toplumun çeşitli kesimlerinin teröre karşı ortak bir duruş sergilemesinin önemine işaret eden Köse, “DYP-SHP hükümeti zamanında Güneydoğu’da terör olayları vardı, ancak rahmetli Erdal İnönü ve Süleyman Demirel Şırnak’ta ortak miting düzenleyerek birlikte halka hitap ediyorlardı. Bu, o dönemdeki uzlaşma kültürünün bir göstergesidir. Sayın Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesi de DYP-SHP koalisyonundaki uyumun bir başka örneğidir. Bugün maalesef siyasette uzlaşma zemini giderek yok oluyor. Siyasi parti liderlerinin zaman zaman birbirlerinin elini bile sıkmadığını görüyoruz. Öte yandan üslup çok sert. Böyle bir ortamda koalisyon hükümeti kurmaya yönelik görüşmeler de sonuçsuz kalıyor. 7 Haziran’daki seçimlerin ardından yürütülen koalisyon çalışmalarında muhalefetin elinden geleni yaptığına inanıyorum. Koalisyon hükümetinin kurulabilmesi için, seçimlerden birinci olarak çıkan parti de birtakım fedakarlıklarda bulunmak zorundadır. 1 Kasım’da yapılacak seçimlerde bir-iki puanlık değişimler beklenmekle birlikte tek başına bir iktidar görünmemektedir. Bu nedenle seçimlerden sonra uzlaşma anlayışı içinde hareket edilerek bir an önce koalisyon hükümetinin kurulması için çaba harcanmalıdır” diyor. Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin iç ve dış politikada önemli problemleri bulunduğuna işaret ederek, “Ülkemizin ekonomide, eğitimde, komşularla ilişkilerde ve diğer alanlarda yaşadığı problemlerin üstesinden doğru politikalar uygulanarak gelinebilir. Bunların telafisi mümkündür. Bana göre Türkiye’nin önündeki en büyük problem, en önemli tehlike bölünmüşlüktür. Ekonomiden politikaya hangi konuyu getirirseniz getirin, halkın yüzde 50’si başka, yüzde 50’si başka bir şey söylüyor. Siyasetçiler de maalesef vatandaşlar arasındaki etnik veya mezhepsel farklılıkları öne çıkaran konuşmalar yapıyor. Oysa siyaset dili birleştirici ve bütünleştirici olmalıdır. Siyasetçiler farklı yönlerimizi ülkemizin “BANA GÖRE KOALISYON HÜKÜMETLERI ÜLKEDE UZLAŞMA KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASI VE YERLEŞMESI BAKIMINDAN SON DERECE FAYDALIDIR. PARTI OLARAK IÇINDE YER ALDIĞIMIZ DYP-SHP HÜKÜMETLERI ILE DAHA SONRAKI DSP-MHP-ANAP HÜKÜMETI TÜRKIYE’YE ÇOK BÜYÜK BIR UZLAŞI GETIRMIŞTIR.” bir zenginliği olarak ifade etmeli, bizi bir arada tutan değerleri ön plana çıkarmalıdır. Birlik ve beraberliğimizin devamı için kavgayıgürültüyü bırakmak şart. Herkes bu bilinçle hareket etmeli ve üslubunu yumuşatmalıdır” uyarısında bulunuyor. “Bakanlığım döneminde önemli yasal düzenlemeler yaptık” M. Tahir Köse ile röportajımız sırasında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı dönemini de konuşuyoruz. Kasım 1991-Ağustos 1994 arasında bakanlık yapan Köse, “Bizim zamanımızda Sanayi ve Ticaret Bakanlığı çok büyüktü; 80’in üzerinde genel müdürlük bağlıydı. Bakanlıktaki ilk işim liyakati öne çıkarmak oldu. Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) başına iyi eğitim görmüş, çalışma hayatında başarılı olmuş kişileri getirdim. Her biri çok iyi bir yönetim sergiledi. KİT’lere en kârlı dönemini yaşattık. Bununla birlikte Anavatan Partisi döneminde görev yapmış bakanlık müsteşarını değiştirmedim. Çünkü yetenekli bir bürokrattı, kendisiyle çalışmaya devam ettim. Yaklaşık üç yıllık sürede ‘Ekonomik Demokratikleşme Paketi’ adını verdiğimiz önemli yasal düzenlemeler yaptık. Tüketicinin ve rekabetin korunması hakkındaki kanunların hazırlanmasından Türk Patent Enstitüsü’nün kurulmasına kadar birçok konuda çalışmalarımız oldu. Tüm bunları siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerini alarak, demokratik bir katılımla gerçekleştirdik” diyor. M. Tahir Köse, geriye dönüp baktığında siyasete girmekten hiç pişmanlık duymadığını belirtiyor. “34 yaşında milletvekili seçildim. Meclis’te olduğum yıllarda birbirinden değerli ve nitelikli isimlerle birlikte çalışma fırsatı buldum. Sık sık Amasya’ya giderek vatandaşlarımızla bir araya geldim, dertlerine derman olmaya çalıştım. Siyasetin olmazsa olmazlarından biri halkla iletişimi hiç kesmemektir. Siyasette dürüst ve güvenilir olmak kadar milletvekili seçildikten sonra karakterin ve siyasi çizginin değişmemesi de önemlidir. Siyasetçi yaşantısıyla topluma örnek olmalıdır” diye konuşan Köse, siyaset dışındaki uğraşılarını sorduğumuzda ise şu yanıtı veriyor: “Bildiğiniz gibi 2002 yılından bu yana Meclis’te değilim. Bununla birlikte siyaseti yakından takip etmeyi sürdürüyorum. Amasyalı hemşehrilerimiz bir sorunları olduğunda kapımı çalmaya devam ediyorlar. Elimden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Tarihî, kültürel ve doğal zenginlikleriyle çok güzel bir şehir olan Amasya’nın bana göre en önemli özelliklerinden biri eğitimli, nitelikli, sevgi ve saygı dolu insanlarıdır. Milletvekili ve bakan olarak Amasya’ya ve güzel ülkemizin tüm şehirlerine hizmet etme fırsatı bulabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Şu sıralarda en çok kitap okuyarak ve spor yaparak vakit geçiriyorum. Eşim anılarımı yazmam konusunda beni teşvik ediyor. Şimdi değil, ama ileriki zamanlarda bu konuda bir çalışma yapmayı planlıyorum. ODTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisliği ile Kimya Mühendisliği bölümlerinden mezun olan iki oğlum var. Onlarla vakit geçirmekten de büyük mutluluk duyuyorum.” 63 13 EKIM 1923 II. Meclis Binası Ankara Palas 64 Merkez Bankası ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN 92. YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN Geldibuldu (Güzelyurt) Köyü, Keçiören Ankara Tren İstasyonu Ankara Kalesi 65 EYÜP AYAR: VAKFIMIZIN ÇALIŞMALARIYLA ÇOCUKLARA VE GENÇLERE BILIM VE TEKNOLOJIYI SEVDIRECEĞIZ SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK 22. VE 23. DÖNEM KOCAELI MILLETVEKILI EYÜP AYAR, MERKEZI GEBZE’DE BULUNAN BILIŞIM VE TEKNOLOJI VAKFI’NIN BAŞKANLIĞINI YÜRÜTÜYOR. YETIŞMIŞ INSAN GÜCÜNÜN GELIŞMIŞLIĞIN ÖLÇÜSÜ OLDUĞUNU IFADE EDEN AYAR, “VAKIF OLARAK TOPLUMUMUZDA BILIM, BILIŞIM VE TEKNOLOJIYE KARŞI ILGI UYANDIRMAYI HEDEFLIYORUZ. BILHASSA ÇOCUKLARA BU KONULARI SEVDIREBILMEK BIZIM IÇIN ÖNEM ARZ ETMEKTEDIR” DIYOR. 66 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Bilişim ve Teknoloji Vakfı ne zaman ve hangi amaçlar doğrultusunda kuruldu? Vakıf olarak bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz ve önümüzdeki dönemde hayata geçirmeyi planladığınız projeler nelerdir? Türkiye’nin geleceğinin parlak ve aydınlık olmasının bilim ve teknoloji alanlarında gerçekleştirilecek ilerlemeler sayesinde olacağını düşünüyorum. Ülkemizin 2023 hedefleri arasında yer alan 500 milyar dolar ihracat ve fert başına 25 bin doların üzerinde millî gelire ulaşabilmek için ileri teknoloji şarttır. Türkiye’de vakıf sayısı çok, ancak bilim ve teknoloji alanında kurulmuş fazla vakıf bulunmamaktadır. Hem örnek hem de öncü olması için 32 arkadaşımızla birlikte 2014 yılının sonlarına doğru Bilişim ve Teknoloji Vakfı’nı kurduk. Vakfımızın kurucuları arasında Kocaeli Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi ve TÜBİTAK’ta görev yapan profesörler ile belediye başkanları, bürokratlar ve iş adamları bulunmaktadır. Vakfımızın kuruluşunu tamamladık. Yönetim Kurulu’nu belirledik. Mütevelli Heyeti üyesi arkadaşlarımızdan oluşan komisyonlar kurduk. Faaliyetlerimizi gerçekleştirmek üzere üç komisyon oluşturduk. Şimdi rutin toplantılarımızı yapıyoruz. Önümüzdeki dönem için hedefimiz, öncelikle bilim, bilişim ve teknolojiye karşı ilgi uyandırmak. Bu amaçla her yaş grubu için ayrı programlar düzenleyeceğiz. Bilhassa çocuklara bu konuları sevdirebilmek bizim için önem arz etmektedir. Bilimsel ve teknolojik alanda çalışma yapan, proje üreten, bir icadı olan herkese destek sağlamayı istiyoruz. Lise ve üniversite seviyesinde eğitim kurumları açmayı arzu ediyoruz. Sanayi kuruluşları ile ortak çalışmalar yapmak, yeni icatlarımızı uygulamak ve ticarileştirmek de planlarımız arasında yer almaktadır. Vakfınızın gayesi hakkında bilgi verebilir misiniz? Genel itibarıyla vakfımızın gayesini üç temel başlıkta özetleyebiliriz: 1- Bilim ve teknolojinin geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına, desteklenmesine ve toplumun ilgili konulara özendirilmesine katkı sağlamak. 2- Ulusal kalkınma hedefleri doğrultusunda teknolojik gelişime yönelik stratejik kararların alım ve uygulama süreçlerine destek vermek. 3- TÜBİTAK, üniversiteler, sanayi kuruluşları, teknoparklar ve sivil toplum örgütleri gibi ilgili paydaşlar arasında bir katalizör görevi görerek işbirliği oluşturmak ve sinerji yaratmak. Size göre ülkemiz bilişim ve teknoloji alanında hangi noktada bulunuyor? Ülkeler genellikle bilim, teknoloji, Ar-Ge ve yenilik üretimine önem verdikleri ölçüde ekonomik başarıya ulaşmaktadırlar. Yeniliklerin uygulanması ile ortaya çıkan değişimler sayesinde de ülke kalkınmasında süreklilik sağlanmakta ve böylece güçlü ülkeler seviyesine çıkılabilmektedir. Günümüz gelişmiş ülkeleri, bilim ve teknoloji ürettikleri, bunları uygulamalarına yansıttıkları ve bu unsurları başarılı bir şekilde yönetebildikleri için gelişmişler ve gelişmeye de devam etmektedirler. Dünyada Ar-Ge, teknolojik uyum ve yenilik yeteneklerinin rekabetçi üstünlük kazanma açısından oldukça önemli hususlar olduğu bilinmektedir. Özellikle ülkelerin Ar-Ge, teknolojik uyum ve yenilik yeteneklerini geliştirmesi iktisadi kalkınmalarını hızlandırdığı gibi, o ülkelerin uluslararası arenada söz sahibi olma şanslarını da artırmaktadır. Türkiye’nin bilim ve teknolojideki yerine ve buna bağlı olarak da dünya ölçeğindeki rekabet gücüne bakıldığında son yıllarda olumlu gelişmeler olduğu görülmektedir. Her ne kadar ülkemizin bilimsel bilgi üretme yeteneğini ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürmedeki başarısı ivme kazanmış olsa da, gelişmiş ülkelere göre hâlâ yetersiz durumdadır. Son yıllardaki önemli atılımlara rağmen Türkiye’nin bilim ve teknoloji göstergelerindeki yeri gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, ister milyon kişi başına düşen bilimsel makale yönünden olsun, ister makalelerin etki değeri, GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan yüzdelik pay, bin çalışan başına düşen araştırmacı sayısı yönlerinden olsun Vakfınızın faaliyet alanları hangi konuları kapsıyor? Vakfımızın faaliyetleri beş ana başlıktan oluşmaktadır: Araştırma Faaliyetleri, Eğitim Faaliyetleri, İşbirliği Faaliyetleri, Teşvik ve Destek Faaliyetleri, Kurumsal Gelişim ve Yapılanma Faaliyetleri. Bu ana başlıklar çerçevesinde yayınlar, bilimsel etkinlikler, stratejik hizmetler, ulusal ve uluslararası projeler, yarışmalar, icatlar, burslar gibi çeşitli faaliyetler vakfımızın çalışma alanı içerisinde yer almaktadır. 67 “ÜLKELERIN AR-GE, TEKNOLOJIK UYUM VE YENILIK YETENEKLERINI GELIŞTIRMESI IKTISADI KALKINMALARINI HIZLANDIRDIĞI GIBI ULUSLARARASI ARENADA SÖZ SAHIBI OLMA ŞANSLARINI DA ARTIRMAKTADIR.” henüz istenen seviyeye ulaşmamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki işletmelerin, etkin ve güçlü yapısı ile teknoloji üretebilecek, Ar-Ge, teknolojik uyum ve yenilik yeteneklerine sahip bir yapı oluşturabilmesi oldukça önemlidir. Ülkemizin dünya pazarında etkin bir şekilde rekabet edebilmesi sanayimizin teknolojik inovasyonda yetkinlik kazanması ve bu yetkinliklerini kendi Ar-Ge’lerine dayandırması ile mümkün olacaktır. Gelişme ve kalkınmanın en önemli unsurlarından biri de şüphesiz yetişmiş insan gücü... Elbette. Yetişmiş insan gücü, gelişmişliğin ölçüsüdür. Bir ülkenin yeterli kaynakları olmasa bile yetişmiş insan gücü, kaynak yaratır. İnsanoğlunun bilgi sahibi olma, muhakeme etme, bilgiden teknoloji üretme kapasitesi medeniyetleri oluşturur. Bugün bilim ve teknolojideki gelişmelerle birlikte çok hızlı değişen ve küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Batı yarımkürenin nüfusu, dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturuyor, ancak dünya gelirlerinin yüzde 80’ini tüketiyor, enerjisini kullanıyor, çevresini kirletiyor. Bu toplumların temel özelliği eğitimli, bilgili ve teknoloji üretiyor olmalarıdır. Bilim ve eğitim politikası olmayan hiçbir toplumun başarılı olma şansı yoktur. Türkiye’nin önce dünyadaki gelişmiş ilk on, daha sonra ilk beş ülke arasında yer alma hedefi var. Bu hedefe ulaşmak için en büyük potansiyelimiz yüzde 60’ı 35 yaşın altında 80 milyon müteşebbis 68 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA insanımızın olmasıdır. Eğitimdeki değişimi süratlendirmek, bilgi toplumu olmak, teknolojiyi kendimiz tasarlamak, üretmek, ticarileştirmek ve markalaştırmak suretiyle hedeflerimize ulaşabiliriz. Ar-Ge harcamalarımız millî gelirin yüzde 1’inin altında. Avrupa Birliği ülkelerinin ortalaması ise yüzde 2. Biz bu oranın üzerine çıkmalıyız. Ayrıca bu alanda çalışma yapacak sivil toplum kuruluşlarının sayısını artırmalıyız. Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmelerinin önemine ilişkin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? İnsanoğlu bu dünyada çalışmalı ve gök kubbede hoş bir seda bırakabilmeli. Her yaşta yapılacak işler vardır. İki dönem milletvekilliği görevini üstlendim. Meclis, başlı başına bir okul. Genel Kurul çalışmaları, komisyon toplantıları, teşkilat faaliyetleri, geziler, halkla ilişkiler gibi çalışmalar insanda önemli bir birikim oluşturuyor. Zaten milletvekili olmadan önce de her arkadaşımızın belirli bir kariyeri bulunuyor. Benim arkadaşlarıma tavsiyem, bu birikimlerini ister sivil toplum kuruluşları veya medya yoluyla ister kitap yazmak veya konferanslar vermek suretiyle topluma yansıtmalarıdır. Hiçbir arkadaşımız “Ben emekli oldum. Zaten yeteri kadar çalıştım” diyerek bir kenarda oturma lüksüne sahip değildir. Benim düşüncem, sağlığım elverdiği süre içerisinde hep çalışmam gerektiği yönündedir. 63 yaşındayım. Çok aktif olmasa da siyasi çalışmalarım bulunmaktadır. Vakıf ve dernek faaliyetleri yürütüyorum. Ayrıca yeminli mali müşavirlik yapan şirketimizin Gebze şubesini idare ediyorum. 69 TARIHIN PEŞINDE BIR ÖMÜR ISMAIL HAKKI UZUNÇARŞILI 70 ÖMRÜNÜ AKADEMIK ARAŞTIRMALARA ADAMIŞ, HATTA SON NEFESINI BILE BU UĞURDA VERMIŞ BIR TARIHÇIDIR İSMAIL HAKKI UZUNÇARŞILI. TARIH SAYFALARINDA GERÇEĞIN IZINDE KOŞMAKTAN ASLA YILMAMIŞ, ÇABALARININ SONUCUNDA OSMANLI TARIHI KONUSUNDA EŞINE AZ RASTLANIR BIR MIRAS BIRAKMIŞTIR. UZUNÇARŞILI, YALNIZCA AKADEMIK ÇALIŞMALARIYLA DEĞIL, BALIKESIR MILLETVEKILI OLARAK BAŞLADIĞI 23 YILLIK SIYASI KARIYERI BOYUNCA DA ÜLKESINE HIZMET ETMIŞTIR. İREM COŞKUNSEVEN O smanlı İmparatorluğu’na yüzyıllar boyunca başkentlik yapan İstanbul’un fethedilmesinin ardından şehrin surları dışındaki bölgede kurulan ilk yerleşim yeridir Eyüp. İlçe, Eyüp Sultan Camii başta olmak üzere Osmanlı döneminden günümüze ulaşmayı başaran birçok esere evsahipliği yapar; bir zamanlar Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkezi olan Altın Boynuz’a göz kırpar. Farklı kültürlerin bu denli iç içe olduğu, tarihin şehrin havasına, suyuna, dokusuna bu derece karıştığı Eyüp’te, 1888 yılında dünyaya gelir İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Belki de bu yüzden ileride en çok atıfta bulunulan, genelde Osmanlı tarihi, özelde Kapıkulu Ocakları denince akla ilk gelen tarihçilerden biri olacaktır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, eğitimine evlerinin yakınındaki Bahriye İplikhane Mektebi’nde başlar. Daha sonra ailesinin yönlendirmesiyle o dönemde prestijli kabul edilen askerî rüştiyeye devam eder. Ortaokulun ardından Mehmet Fuat Köprülü, Orhan Seyfi Orhon, Süheyl Ünver, Muhsin Ertuğrul, Nihat Sami Banarlı, Remzi Oğuz Arık, Falih Rıfkı Atay ve Refik Koraltan gibi dönemin aydın isimlerinin gittiği Mercan İdadisi’ne yazılır. Uzunçarşılı’nın doğduğu dönemde Birinci Meşrutiyet ilan edilmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kez anayasal yönetime geçilmiştir. Lisede okuduğu dönemde ise İkinci Meşrutiyet ilan edilmek üzeredir. Türk milleti ilk kez seçim, siyasi parti, diktatörlük gibi kavramlara aşina hale gelecek, imparatorluk uçurumdan düşen bir kütleymişçesine çöküşüne doğru ivme kazanarak ilerleyecektir. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve kargaşadan kendini sı- yırmayı başaran İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ne giderek eğitimine devam eder. Hayatı boyunca profesör, milletvekili, araştırmacı ve tarihçi gibi farklı kimliklerle karşımıza çıkan Uzunçarşılı’nın hoca olma isteği daha üniversitedeyken yüreğinde filizlenmeye başlar. Kürsüye çıkıp gençleri kendi birikimiyle donatmak için yanıp tutuşan Uzunçarşılı, bu arzusunu şöyle dillendirir: “Darülfünun’da sınıfları geçtikçe muallim olup kürsüye çıkma ateşi içimde yanmaya devam ediyordu. Her sınıf atlamada hedefime yetişmiş olduğumdan dolayı seviniyordum.” İlk öğretmenlik ve araştırmacılık tecrübesi 1912 yılında mezun olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya İdadisi’ne tarih ve coğrafya öğretmeni olarak atanır. Kütahya, Uzunçarşılı için hem öğretmenlik mesleğini icra ettiği ilk yer hem de tarih araştırmalarına başladığı şehir olması bakımından önem arz eder. Hocalığın yanında boş vakitlerini o dönemin kısıtlı kaynakları ve olumsuz şartları altında bile Kütahya’nın tarihi hakkında belge ve bilgi toplamakla geçirir. Daha sonra birikimini bir kitap haline getirir ve Maarif Vekâleti bu kitabı yayımlar. Çabalarını takdir eden Kütahya Meclis-i Umumisi kendisine fahri hemşehrilik verir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya’da sekiz yıl görevine devam eder. Ancak işgal altındaki ülke Millî Mücadele’ye başlar ve okullardaki sıralar bomboş kalır. Uzunçarşılı, Kuva-yi Milliye’nin bir kolu olan Kuva-yi Seyyare’de gönüllü olarak görev yapmaya 71 İSMAIL HAKKI UZUNÇARŞILI 1927 YILINDA BALIKESIR MILLETVEKILI OLUR. ZAMANININ ÇOĞUNU ARŞIVLERDE OKUYARAK GEÇIRIR VE 1950 YILINDA KENDINI TAMAMEN TARIH ARAŞTIRMALARINA ADAYANA KADAR MILLETVEKILI OLARAK GÖREV YAPMAYA DEVAM EDER. sürdürecek, kendi deyimiyle hem muallimlik hem de muharrirliği bir arada yürütecektir. Daha sonra Balıkesir’in Karesi ilçesine tayin edilen İsmail Hakkı Uzunçarşılı, burada Emine Safiye Hanım ile tanışır ve evlenir. Kütahya’da başladığı Kastamonu’da devam ettiği araştırmalarını burada da sürdürür. Kısa zamanda Millî Eğitim İl Teftiş Müdürlüğü’ne terfi eder. Bu görev, yurdun çeşitli bölgelerini görmesine, araştırmalarını farklı yörelerde sürdürmesine, farklı kaynaklara ve kütüphanelere ulaşmasına imkan verdiğinden araştırmacı kimliğine olumlu bir etki yapar. Gittiği şehirlerdeki arşivlerden derlediği belgeleri Kitabeler adlı iki ciltlik eserinde bir araya getirir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1927 yılında Balıkesir Milletvekili olur. 23 yıl boyunca milletvekili olarak görev yapsa da o bir siyasetçiden ziyade araştırmacıdır. Kendisiyle ilgili yazılanlarda Uzunçarşılı her zaman Meclis’te masasının başında bir şeyler karalarken veya okurken tasvir edilir. Zamanının çoğunu arşivlerde okuyarak geçirir. 1950 yılında kendini tamamen tarih araştırmalarına adayana kadar milletvekili olarak görev yapmaya devam eder. Açıksöz gazetesi yazı ailesinin 1921 tarihli bir fotoğrafı. Sol alt köşede İsmail Hakkı Uzunçarşılı yer alıyor. Yeni bir tarihyazımı anlayışı başlasa da Kütahya’nın 30 Temmuz 1921 tarihinde Yunan birlikleri tarafından işgal edilmesinin ardından ilk göz ağrısından ayrılmak zorunda kalır. Eskişehir üzerinden Millî Mücadele’nin başkenti Ankara’ya geçer. 1922 yılında ise hükümetin talebi üzerine Trabzon’da tarih öğretmeni olarak görev yapmak için yine yollara düşer. Ancak Trabzon’a asla varamaz. Şöyle ki, Trabzon’daki görevine başlamadan uğradığı Kastamonu’da Açık Söz gazetesinde “Muallim İsmail Hakkı” imzasıyla tarih üstüne yazılar yazmaya ve adını duyurmaya başlar. Yazıları dönemin Kastamonu Valisi Rafet Canıtez’in dikkatinden kaçmaz. Vali Bey’in Kastamonu Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak çalışması yönündeki teklifini kabul eder. Böylece hem yazılarını yazmaya hem de kutsal saydığı mesleğini icra etmeye devam eder. Tarihle ilgili araştırmalarını daha sonra Doğu dergisinde de yayımlamayı Milletvekili olmasının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde dersler veren İsmail Hakkı Uzunçarşılı, üniversite reformunun ardından “Ordinaryüs Profesör” unvanını kazanır. Anadolu Selçukluları ve Beyliklerinden başlayarak Kanuni Sultan Süleyman devrinin sonuna kadar olan dönemle ilgili dersler verir. Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin açılması üzerine burada da hocalık yapmaya başlar. 1939 yılında üniversiteden ayrılarak yalnızca vekillik ile yola devam etse de 1950’de bir daha dönmemek üzere Meclis’ten ayrılır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1930 yılında “Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tetkik etmek için hususi ve daimi bir heyetin teşkiline karar verilmesi ve bu heyetin azasını seçmek salahiyetinin Merkez heyetine bırakılması”nın teklif edilmesinin ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi üzerine 1931’de kurulacak Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) asli üyelerinden biri olur. Çalışma- 72 TÜRK TARIH KURUMU’NUN KENDISINI GÖREVLENDIRMESI ÜZERINE BUGÜN OSMANLI TARIHI ÜZERINE YAPILMIŞ EN KAPSAMLI VE EN ÖNEMLI ÇALIŞMALARDAN BIRI KABUL EDILEN BÜYÜK OSMANLI TARIHI’NI YAZAN UZUNÇARŞILI, DÖRT CILTLIK DEV BIR ESER ORTAYA KOYAR. larını yakından takip ve takdir eden Atatürk ile sık sık aynı sofrayı paylaştığı, fikir alışverişinde bulunduğu söylenir. Kurucu üyesi olduğu TTK’nın üç ayda bir yayımlanan dergisi Belleten’de Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Topkapı Saray Kütüphanesi’nde Osmanlı tarihi üzerine yaptığı araştırmaların sonuçlarını yayımlar. TTK’nın kendisini görevlendirmesi üzerine bugün Osmanlı tarihi üzerine yapılmış en kapsamlı ve en önemli çalışmalardan biri kabul edilen Büyük Osmanlı Tarihi’ni yazmaya başlar. Dört ciltten meydana gelen bu eser Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 18. yüzyılın sonuna kadar olan dönemi kapsar. 19. yüzyılın başından devletin çöküşüne kadar olan dönemi ise arkadaşı Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal tamamlar. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, tarihyazımına yeni bir soluk getirmesi bakımından tüm tarihçilere bir model teşkil eder. O, dönemdeki belge yoksunluğuna rağmen araştırmalarını farklı kaynaklara dayandırmaya çalışmış, anlatılarına hislerini karıştırmamayı kendine ilke edinmiş ve anlattığı dönemi kendi döneminin koşullarıyla değerlendirmemeye dikkat etmiştir. Onun tarihçilik ve tarihyazımı anlayışını en iyi yansıtan eserlerinin önsözleridir. Büyük Osmanlı Tarihi’nin I. cildindeki önsözünde şöyle der: “Osmanlı Devleti’nin kurulmasından itibaren on beşinci asır ortalarına kadar olan ve bir buçuk asırdan ziyade süren devir, kaynak itibarıyla çok noksandır; hele ilk devirlere ait belgeler ve sair kay- naklar yok denecek kadar azdır; bundan başka, mevcut rivayet ve nakillerin zamanları ve tarihleri de birbirlerini tutmamaktadır; bunun için onbeşinci asrın ikinci yarısında yazılmış olan Osmanlı tarihlerine bakarak bahsedeceğimiz bir buçuk asırlık zaman için bir tarih kaleme almak ne kadar hatalı ise, yalnız yabancı kaynaklara dayanarak yahut onları esas tutarak bir Osmanlı tarihi yazmak daha hatalı olacağından şüphe yoktur. Bundan dolayı, bir taraftan Bizans ve Latin (bilhassa Venedik) menbalariyle, noksan olmakla beraber Osmanlı vekayinâmelerini ve bilhassa Osmanlıların bu devirleri hakkında bizi oldukça tenvir eden Arap kaynaklarını karşılaştırmak ve diğer taraftan Osmanlı tarihini alâkadar eden ve son zamanlarda neşredilmiş olan yeni vesika ve tarihlerden istifade etmek suretiyle -daha az hatalı- bir Osmanlı tarihi kaleme almak ciheti vardır ki, bu eser onun neticesidir.” İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ömrünü gerçeğin peşinde kütüphanelerde ve arşivlerde araştırma yaparak geçirir. Arşivden çıktıktan sonra karşılaştığı ilk insanı çevirdiği, ona yeni öğrendiklerini anlattığı, böylece bilgilerin aklında daha iyi yer edeceğine inandığı bile rivayet edilir. Tarihin peşinde koşmaktan asla yılmayan Uzunçarşılı, yine araştırma yapmaktan döndüğü arşiv yolunda rahatsızlanarak 1977 yılında hayatını kaybeder. Geride tarihçilerin atıfta bulunmadan makaleler yazamadığı, araştırmalar yapamadığı bir miras bırakır. 73 1 Ekim 1869 - İlk kartpostal Avusturya Posta İdaresi tarafından basıldı. Kalın kağıttan üretilen, genellikle tebrik için kullanılan bu süslü kartlar o kadar ilgi gördü ki üç ayda 2,5 milyon adet satıldı ve kartpostal modası tüm dünyaya yayıldı. 5 Ekim 1925 - Topkapı’daki Darphane’de Cumhuriyet Altını üretilmeye başladı. 3 Ekim 1990 - Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya) toprakları, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin (Batı Almanya) topraklarına dahil oldu. EKIM 1 2 3 5 1 Ekim 1949 - Yakın zamanda dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı öngörülen Çin Halk Cumhuriyeti, Mao Zedong önderliğinde kuruldu. Ülkenin ilk başkanı olan Mao’nun hedefi güçlü, müreffeh ve eşitlikçi bir Çin yaratmaktı. 5 Ekim 1947 Atina’da düzenlenen Akdeniz Atletizm Yarışmaları’nda Türkiye birinci oldu. 1 Ekim 1995 - Türkiye’de “çökme hareketli” deprem ilk defa Afyon Dinar’da yaşandı. Büyüklüğü 6,1 olan depremde 90 kişi hayatını kaybetti, 4000 ev yıkıldı. 74 12 Ekim 2006 - Fransa Sosyalist Partisi (PS), Ermeni soykırımının inkarının suç sayılmasını öngören yasa tasarısını Fransa Parlamentosu’na sundu. Halk Hareketi Birliği (UMP) ve Fransız Demokrasisi İçin Birlik (UDF) partilerinin de destek verdiği tasarı, 19 “ret”e karşılık 106 “evet” oyuyla kabul edildi. 29 Ekim 1923 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet yönetimini ilan etti. İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk oldu. 12 13 24 28 29 28 Ekim 1886 13 Ekim 1923 - Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında önemli roller oynayan Ankara, Türkiye’nin başkenti ilan edildi. 24 Ekim 1975 - Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez, şoförüyle birlikte katledildi. Cinayeti ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) üstlendi. Fransa tarafından, kuruluşunun 100. yılı anısına Amerika Birleşik Devletleri’ne hediye edilen Özgürlük Anıtı törenle açıldı. Dünyanın en meşhur yapılarından biri olan ve tacındaki yedi sivri ucun yedi kıta ve yedi denizi simgelediği anıt, elinde 4 Temmuz 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi taşıyor. 75 1 EKIM 1869 RENKLI TARIHÎ BELGELER KARTPOSTALLAR PINAR ÜNSAL H epi topu üç-beş satır yazı, onun da bir satırı isim yazmaya gidiyor. Ancak uzaklardan gelen, uzun bir mektubu okumak kadar keyiflidir bu birkaç satırı okuyuvermek. Çünkü kartpostallar hatırlanmanın, sevilmenin göstergesi. Mutlaka “en iyi dilekler” içeriyor ve yüzde her zaman bir tebessüm bırakıyor. “Bırakıyordu” mu demeliydi? Zira bir dönemin modası kartpostallar neredeyse yirmi yıldır yerini başka hal-hatır sorma araçlarına terk etti. Bunun nedeni belki de artık uzakların yakın olması, ayrı kalmaların daha az yaşanmasıdır. Bayram, yılbaşı, doğum günü gibi özel günler günümüzde çoğunlukla teknolojik iletişim araçları yoluyla tebrik ediliyor. Bu süslü kartlar yirmi yıldır revaçta değil dedik, ancak kartpostallar bugün eskisinden daha değerli. Çünkü basıldıkları dönemin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal durumlarından izler taşıyor. Teknoloji ilerledikçe gelişime ayak uyduran kartpostallar önce renklenmiş, ardından adeta bir fotoğraf baskısı haline gelmiş. Kartpostalların fotoğraf içermesi onları tarihî birer belge 76 durumuna getirmiş. Bu yüzden de kartpostallar yalnızca koleksiyonerler nezdinde önem taşımıyor; tarih, sosyoloji, siyaset gibi alanlarla uğraşanlar da bu değerli belgelerden yararlanıyor. Hatta kartpostallar “deltiyoloji” adında bir bilim dalını bile doğuruyor. Kartpostalı daha çok Avusturyalılar sahiplense de bir asır boyunca moda olan bu icadın mucidi Amerikalılar. Philadelphia’da basım ve kırtasiye işleriyle uğraşan John P. Charlton, kalın kağıttan ürettiği kenarları süslü kartların patentini almış. Bu kartlar Amerika Birleşik Devletleri Posta İdaresi tarafından uzun yıllar satılmış. Aynı yıllarda Heinrich von Stephan adlı bir Alman, kalın kağıttan üretilmiş, zarf kullanmaya gerek olmadan gönderilebilen kart fikrini ortaya atmış; muhtemelen Charlton’dan habersiz. 1865 yılında öne sürülen bu fikir o yıllarda uygulamaya geçememiş. 1869 yılında Emanuel Herrmann’ın önerisiyle Avusturya Posta İdaresi resmî olarak kayıtlara geçen ilk kartpostalı basmış. İlk etapta bir milyon adet üretilen kartpostallar bir anda o kadar popüler olmuş ki üç ay içinde 2 buçuk milyon adet daha basılmış. Kenarları süslü çizimler KARTPOSTALLARIN TÜM DÜNYADA YAYGINLAŞMASI 1893 YILINDA, OSMANLI IMPARATORLUĞU’NUN DA KATILDIĞI CHICAGO DÜNYA FUARI’YLA OLUR. ÇÜNKÜ AMERIKAN HÜKÜMETI YAYINCILARIN 1 SENTLIK KARTPOSTAL (PENNY POSTCARD) BASIP SATMASINA MÜSAADE EDER. içeren bu kartları Fransızlar daha da geliştirerek ilk resimli kartpostalı bulmuşlar. Ve tabii ki üzerinde Eyfel Kulesi varmış. Osmanlı’da kartpostal Dünyada pek çok yeniliğin ortaya çıktığı, teknolojik gelişmelerin yaşandığı 19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nda da heyecanla karşılanıyordu. Dünya ülkelerinden geri kalmak istemeyen padişahlar, o yıllarda tohumları atılmış uluslararası fuarlara katılıma özen gösteriyorlardı. Yenilikler açısından 1893 yılındaki Chicago Dünya Fuarı’nın Osmanlı’ya katkıları yadsınamaz. Sultan II. Abdülhamid dönemine (1876-1909) rastlayan bu sergiye Osmanlı, Türk kültürüne has unsurlarla katılmıştı. Fuar alanına kurulan İstanbul Sokağı’nda zarif bir işçilikle yapılmış değerli takıların yanı sıra pamuk, pirinç, ipek, yün, haşhaş gibi Osmanlı’nın önem arz eden ihraç ürünleri yer alıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun kartpostalla tanışmasının bu sergiyle olduğu rivayet edilir. Aslında kartpostalların tüm dünyada yaygınlaşması da bu sergi sonrasında oluyor. Çünkü Amerikan Hükümeti, yayıncıların 1 sentlik kartpostal (penny postcard) basıp satmasına müsaade ediyor. Bu kartpostallara kolaylıkla ulaşılabilmesi onların pek çok kişi tarafından kullanılmasını sağlıyor ve uzun yazışmalar dahi, minik minik harfler kullanılarak bu iletişim aracıyla yapılır hale geliyor. Bu süslü kartların Osmanlı İmparatorluğu’nda yaygınlaşması Max Fruchtermann sayesinde oluyor. 1867 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan İstanbul’a gelen ve 1895 yılında Osmanlı’ya dair kartpostallar bastırmaya başlayan Fruchtermann, geleceğe çok değerli tarihî belgeler miras bırakıyor aslında. Çoğunluğu İstanbul, az bir kısmı Anadolu’ya ait görüntüler içeren kartpostallar farklı etnik kökene ve dinî inanışa sahip Osmanlı vatandaşları; Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı gibi yerler ile simitçi, muhallebici, ciğerci gibi sokak satıcıları; Ayasofya, Ortaköy Camii, önemli kişilerin türbeleri gibi dinî öneme sahip yerler; şehir manzaraları; kahvehaneler; dönemin popüler mekanları ile mesire yerleri; Beylerbeyi Sarayı, Topkapı Sarayı gibi önemli mimari yapılar; düğün, bayram gibi özel günlerdeki eğlence anlayışları hakkında önemli bilgiler sunuyor. Max Fruchtermann’ın kartpostallarından yararlanılarak yüz yıl öncesine dair pek çok kitap yazılmış. Bu kartpostallardan birine bile sahip olmak içinse binlerce lira gerekiyor. 77 SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TARİHÎ ÖRNEĞİ AHÎ TEŞKİLATI 78 KARDEŞLIK VE CÖMERTLIK ESASINA DAYANAN AHÎLIK, BUGÜN KULLANILAN ANLAMDA SIVIL TOPLUM ÖRGÜTLERININ ÇEKIRDEĞINI OLUŞTURAN, DOĞDUĞU ÇAĞIN IMKANLARIYLA SINIRLI KALMAYIP GÜNÜMÜZE, HATTA GELECEKTEKI IHTIYAÇLARA CEVAP VEREBILECEK NITELIKTE BIR YAPI. ÇEŞITLI ETKI ALANLARINDAN GEÇEREK GERÇEK KIMLIĞINI ANADOLU’DA BULAN AHÎLIK, EKONOMIK VE TOPLUMSAL ANLAMDA BIR YAŞAMA MODELI SUNAR. ENVER UYGUN K çoğunlukla siyasi argüman geliştirmek için kullanılan terimin imi modern kavramlar, son birkaç yüzyılda icat edilmiş, insan hayatında daha önce yer edinmemiş gibi davranılır. Fransız İhüzerindeki popüler bulutlar dağıldıktan sonra tartışma bilimsel tilali, Sanayi Devrimi gibi somut bir başlangıcı olmayan ancak fiilen bir temele oturabilmiştir. yaşanan “iletişim devrimi”, sözcükleri, olayları, olguları tanımlama Sivil toplum kavramı her ne kadar çağdaş demokrasinin akkonusunda yeni bir çağ başlattı. Artık tanımlar çoğunluğun veya törlerinden biri olarak 20. yüzyılda gündeme gelse de tarihte bu çeşitli alanlarda söz sahibi olanların istediği şekilde yapılıyor, takapsamda değerlendirilecek yapılar mevcuttur. Devleti yönetennıma konu olanların tarihiyse lerin bu yetkiyi nereden aldığı sistematik şekilde göz ardı sorusu siyaset biliminin temeediliyor. Öte yandan felsefede lini oluşturur. Çağlar içinde yöve çağdaş sosyal bilimlerde neticilerin otoritenin kaynağı postmodern yaklaşımın bir olarak fiziksel güçlerini veya yansıması olarak değerlendiTanrı’yı gösterdiği bilinir. Gürilen bu yönteme karşı çıkan nümüze yaklaştıkça milletin düşünürler de azımsanmayadevlet yönetiminde temsili cak sayıda. Son dönemlerde modeli yaygınlaşır. Resmî yamoda olarak üzerinde sık sık pılar ile yönetilenler arasındaki konuşulan bazı kavramların ilişki de zaman içinde şekilleköklerinin çok eskilere danir. Çeşitli amaçlarla bir araya yandığı da bu sayede ortaya gelen kişilerin oluşturduğu çıkar. Böylelikle kavramın tarih Arzuhalci, İBB Atatürk Kitaplığı Kartpostal Koleksiyonu’ndan. sivil toplum örgütleri, millî içinde geçirdiği dönüşümler, irade adına devleti yöneten günümüzün ihtiyaçlarına karşılık verip veremeyeceği gibi noktalar hükümetler ve bunlara bağlı kurumlarla halk kitleleri arasında açıklık kazanır. Buna güzel bir örnek, Türkiye’de 90’lı yılların sonunköprü vazifesi görmeye başlar. Sendika, meslek birliği, dernek, da çokça tartışılan kamusal alan konusunun ilk kez Antik Çağ’da, kulüp gibi oluşumlar, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla yönetim Aristoteles tarafından ele alınmasıdır. Çeşitli yayın organlarında, mekanizmasına taleplerini bildiren, alınacak kararlarda etkili olacak 79 AHÎLIK, 7. YÜZYILDAN ITIBAREN İSLAM DÜNYASINDA ORTAYA ÇIKAN “FÜTÜVVET” ANLAYIŞININ GELIŞTIRILMIŞ, ŞARTLARA UYGUN HALE GETIRILMIŞ BIR UYGULAMASIDIR. TASAVVUFI BIR TERIM OLAN FÜTÜVVET SÖZCÜĞÜ HEM KARDEŞLIĞI HEM DE CÖMERTLIĞI IÇEREN BIR ANLAMA SAHIPTIR. şekilde kamuoyu oluşturan devletten bağımsız örgütler olarak demokrasinin önemli bir kanadını oluşturur. Sivil sözcüğü Türkçede daha çok “askerî olmayan” anlamını çağrıştırsa da resmîyetten, daha özele inildiğinde devletten bağımsız olmayı ifade eder. Buradaki bağımsızlık, bu örgütlerin oluşumunda ve işleyişinde kamu kurumlarının rol oynamadığını belirtmek için kullanılır. Devletle yönetilenler arasında bağ kuran, kendi ilgi alanındaki kişilerin çıkarlarını gözetirken topluma faydalı işlere imza atan yapılara tarihte de rastlamak mümkün. Üstelik demokrasinin yerleşmediği, halkın yönetimde söz sahibi olmadığı bir çağda bile. Dünyadaki benzer örneklerle karşılaştırıldığında devletten ve din adamlarından etkilenmeyen, siyasi otorite boşluğu olduğunda toplumu kaosa sürüklenmekten kurtaracak roller üstlenen ahî teşkilatı bunun en güzel örneği. Birçok alanda etkili “Ahî” sözcüğünün kaynağıyla ilgili iki farklı görüş bulunuyor. Bunlardan biri, kelimenin, Türkçenin ilk sözlüğü Divan-ı Lügat’it Türk’te “eli açık, yardımsever” anlamıyla 80 açıklanan “akı”dan geldiğini iddia eder. Diğer görüş, Arapça “kardeşim” manasına gelen isim çekimiyle oluşturulduğunu söyler. Ahîlik incelendiğinde iki yaklaşımın da haklı olabileceği görülüyor. Çünkü ahîliğin temel şartları arasında eli açıklık ve birbirlerini kardeş olarak görmek de bulunuyor. Ahîlik, 7. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında ortaya çıkan “fütüvvet” anlayışının geliştirilmiş, şartlara uygun hale getirilmiş bir uygulamasıdır. Fütüvvet sözcüğü de yine hem kardeşliği hem de cömertliği içeren bir anlama sahiptir. Tasavvufi bir terim olan fütüvvet, Suriye, Irak, İran, Türkistan, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısır’da esnaf ve zanaatkarların bir araya gelerek oluşturdukları meslekî cemaatlerin temelini teşkil eder. Bu meslek birlikleri, zanaat ehlinin çıkarını korumaya yönelmekten çok toplumda ekonomi ve ahlak başta olmak üzere birçok alanda etkili olmayı amaçlayan kurumlar olarak tarihteki yerini alır. Orta Asya’dan İran’a, oradan Anadolu’ya gelen Türkler bu uzun yolculuk sırasında kültürel ve dinî değişim yaşar. 8. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in benimsenmesi, ardından İran gibi antik dönemden beri özgün kültür iklimi oluşturmuş bir coğrafyaya yerleşilmesi bu dönüşümde büyük rol oynar. 11. yüzyılla birlikte hem Türkistan’da hem Anadolu önlerinde bir yandan fizikî hareketlilik, diğer yandan düşünce dünyasında bir canlılık görülür. Kutadgu Bilig gibi dev bir eserin yazılması, ilk Türkçe sözlük çalışması Divan-ı Lügati’t Türk’ün ortaya çıkması, Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetler kale- me alması ve bu şiirlerindeki fikirlerle yeni bir medeniyet kuracak insan kadrosunu yetiştirmeye başlaması bu dönemin önemini gösteren gelişmelerdir. Tuğrul ve Çağrı Beylerin içinde yetiştiği manevî ortam, otlak ve barınak bulmak gibi ekonomik nedenler dışında yeni bir yurtta evrensel bir kültür inşa etme fikriyle Anadolu’nun fethi konusunda onları motive eden bir unsurdur. Nihayet Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun içlerine uzanan Türkler, Doğu Roma’nın çöküş sürecini kendi lehine değerlendirmeyi başarır. Askerî harekatlarla bölge fethetmenin yanında yerleşilen yerlerde uygulanmaya başlanan toprak ve insan yönetimi biçimi, bu kadim topraklarda filizlenen yeni uygarlığın işaretlerini verir. En somut haliyle Selçuklu mimarisindeki senkretik yapıda karşımıza çıkan eski ile yeninin işe yarar yönlerinin birleştirilmesi anlayışı çok geçmeden Anadolu’ya hâkim olur. Ahîlik, bu toplumsal ve siyasi ortam içinde tarih sahnesine çıkar. Anadolu’da geniş toprak parçalarının ele geçirilmesine paralel olarak İran’dan hızlı bir Türk göçüne tanık olunur. Bu göçlerle gelenlerden biri de sonradan Ahî Evran olarak anılacak Şeyh Nasiruddin ebu’l-Hakayık Mahmud bin Ahmed el-Hoyî’dir. Doğa şartlarının ve yeni coğrafyadaki işleyişin şehirleşme sürecini hızlandırdığı bu dönemde Anadolu’ya yerleşen nüfusun önemli bir kısmını esnaf ve zanaatkarlar oluşturur. Hem yeni bir yaşama biçimine uyum sağlamak, hem Doğu Roma tebaasına karşı birlik olmak, hem de Asya’yı kasıp kavuran Moğol akınlarına karşı durmak için örgütlenme fikri doğar. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun manevi fethiyle görevlendirdiği gazi alperenlerin başını çektiği Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum gibi gruplar halk arasındaki örgütlenmeye öncülük eder. Ahî Evran’ın süreçteki rolüyse esnaf ve zanaatkarların fütüvvetname adı verilen tüzüklerde belirlenmiş kurallar dairesinde iş görmeye başlamasını sağlamaktır. Anadolu’da bu yeni geleneği kuran Ahî Evran, İslam dünyasında yaklaşık üç yüzyıldır geliştirilen iyi insan olma ve dürüst iş görme ilkelerine dayanan fütüvvetnamelerden güç alır. 13. yüzyıla gelindiğinde fütüvvetnamelere göre örgütlenmiş 32 esnaf ve zanaatkar birliğinden oluşan, hemen her konuda söz sahibi bir örgüt ortaya çıkar. Ahî Evran’ın hayatı hakkındaki bilgiler efsanelerle iç içe olduğundan onunla ilgili günümüze ulaşan sağlam bilgiler kısıtlıdır. Türkistan’ın Hoy şehrinde doğduğu, Harzemşahlar yönetimindeki Herat’ta, dönemin önemli isimlerinden Fahrüddin Razi’nin derslerine katıldığı, ilk hocaları arasında Ahmed Yesevî’nin öğrencilerinin bulunduğu bilinir. Anadolu’nun birliğini sağlayanlar Ahî teşkilatının yalnızca bir esnaf birliği olmadığının ilk büyük örneği, Moğolların Kayseri’yi kuşatması sırasında şehri teslim etmemek için çarpışanlar arasında ahîlerin bulunmasıyla belirir. Daha sonra Moğol akınlarına dayanamayarak parçalanan Selçuklu Devleti’nin yokluğunda Anadolu’nun elden çıkmaması da ahîler sayesindedir. Bir devlet yapısına bürünmeyen, ancak Anadolu’daki Beylikler Dönemi’nde oluşan siyasi ve toplumsal otorite boşluğunu dolduran ahîlerin, bu yönleriyle Osmanlı Devleti’nin kurulmasına dolaylı katkı sağladığı düşünülür. Askerî ve siyasi açıdan Moğol talanına uğrayan Anadolu’dan kitlesel göçlerin yaşanmaması, toprağa, ticarete ve zanaata ilginin canlı tutulması ahîlerin başarısıdır. Ahîliğin, kurulduğu ve yayıldığı dönemle sınırlı kalmayıp günümüze de ulaşmasının en önemli nedeni teşkilatın ilkeleridir. Bugün adı ahîlik olmasa da bir esnaf ve zanaatkar anlayışının, belli bir yaşama görüşünün hâlâ canlı tutulması ahîliğin evrensel boyutta değerlendirilmesi gereken bu ilkeleri sayesindedir. Tasavvufi bir yönü olan ahîliğin ilkeleri tasavvuftaki “kemale ermek”, olgunluğa ulaşmak düşüncesi etrafında şekillenir. İlkelere uymak, insanı kâmil kılacaktır. Ahîliğin temel ilkeleri Yaşar Çalışkan ve Lütfi İkiz’in Kültür, San’at ve Medeniyetimizde Ahilik kitabında şöyle saptanır: 81 BIR ESNAF VE ZANAATKAR ÖRGÜTLENMESI OLAN AHÎ TEŞKILATI IŞ VE TICARET HAYATI ILE MESLEKI EĞITIM KONULARINDA ÖNEMLI IŞLEVLERE SAHIPTI. AHÎ TEŞKILATINDA SANATKARLARA YAMAK, ÇIRAK, KALFA VE USTA HIYERARŞISI ILE MESLEĞIN INCELIKLERI VE SIRLARI ÖĞRETILIRDI. “İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak; işinde ve hayatında kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak; ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak; gözü, gönlü ve kalbi tok olmak; şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak; cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak; küçüklere sevgi dolu, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak; alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak; başkalarının ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek; hataları yüze vurmamak; dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi ve güvenilir olmak; gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek; herkese iyilik yapmak, onların iyiliklerini istemek; yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak; hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek; insanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmak; daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek; hata ve kusurları daima kendi nefsinde 82 aramak; iyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak; fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak; zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak; Allah için sevmek; hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak; emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek; açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak; kötü söz ve hareketlerden sakınmak; içi, dışı, özü, sözü bir olmak; hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek; kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek; bela ve kötülüklere tahammüllü olmak; fani dünyaya ait şeylerle övünmemek, böbürlenmemek; yapılan iyilik ve hayırda Hakk’ın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek; alimlerle dost olup dostlara danışmak; aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak; feragat ve fedakarlığı daima kendi nefsinden yapmak.” Bir esnaf ve zanaatkar örgütlenmesi olan ahî teşkilatı iş ve AHÎ BIRLIKLERI BIR YANDAN ESNAF ARASINDA IŞBIRLIĞI VE DAYANIŞMA ESASLARININ YERLEŞTIRILMESINI, HAKSIZ REKABETIN VE TEKELCILIĞIN ÖNLENMESINI AMAÇLARKEN, DIĞER YANDAN TÜKETICININ KORUNMASINA YÖNELIK DÜZENLEMELER YAPIYORDU. ticaret hayatı ile mesleki eğitim konularında önemli işlevlere tim için de çözüm üretmiştir. Üretim ve tüketime sınır getiren sahipti. Ahî örgütünde sanatkarlara yamak, çırak, kalfa ve usta bir sistemle rekabet dengelenmiş, halkın ihtiyaçları ve alım gücü hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri ve sırları öğretilirdi. Fahri Solak’ın önemsenmiştir. Esnaf ve dükkan sayısı, iş aletleri ve tezgah adedi çalışmalarında ortaya konulduğu üzere, özellikle büyük şehirlerde belli sayıda tutularak “Gedik Usulü” olarak adlandırılan sistemle teşkilatlanmış olan ahî birliklerinde eği“ihtiyaca göre üretim” fikri hayata tim ve eğlence imkanlarına da sahip bir geçirilmiştir. Esnaf ve tüccarın işsiz sosyal tesis özelliği taşıyan zaviye bulukalmaması ve aşırı üretimin doğuranurdu. Bu esnaf birlikleri o mesleğe ait bileceği sorunlar bu şekilde bertaraf tüm işleri öğretir, mensupları arasındaki edilebiliyordu. ihtilafları halleder, esnafla devlet araUsta-çırak ilişkisine büyük önem sındaki ilişkileri düzenlerdi. Bu birlikler veren ahîlikte ustalığa ulaşmak için ürünlerin kalitesi ve ücreti ile çalışma mesleki ve ahlaki olgunluk aranırdı. Bir şartları konularında düzenleme yapardı. çırağın önce kalfa sonra usta olması Günümüzün terminolojisiyle söylenirse için geçmesi gereken aşamalar fütüvhem bir standartlar enstitüsü hem de vetnamelerde belirtilmişti. Kalfanın sendika işlevi görürdü. usta olabilmesi için kendi ustasının Ahî birlikleri bir yandan esnaf arasında onayının yanı sıra aynı meslek kolunişbirliği ve dayanışma esaslarının yerleşdan diğer ustaların da oluru gerekirdi. tirilmesini, haksız rekabetin, tekelciliğin Ustalığa geçiş ve yeni dükkan açmak önlenmesini amaçlarken, diğer yandan için kuralları belli törenler yapılırdı. da tüketicinin korunmasına yönelik dü17. yüzyılda ustalığa yükseltme ve zenlemeler yapıyordu. Esnafın çalışma ayrı dükkan açma töreninin ortalama alanları hem haksız rekabetin hem de beş-altı yılda bir yapıldığı görülür. Kuişsizliğin önlenmesi amacıyla belirleniyumculuk söz konusu olduğunda bu yordu. Geliştirilen politikalarla zanaat süre yirmi yıla kadar çıkardı. Sanattaki ehlinin hammadde sıkıntısı çekmemesini titizlik ve ilerleme güçlüğünü bu denli sağlamak da tekelciliği önlemek de ahî incelikle vurgulayan bir örneği yaşatan birliklerinin sorumluluğundaydı. ahîlik, meslekteki hüneri önemseyen Her esnaf grubu toplu olarak, arasta bir yapı oluşturmuştur. denilen belirli bir çarşıda bulunurdu. Günümüzde iktisat, işletme, insan Böylece hem alıcı istediği malı kolaylıkla kaynakları gibi akademik disiplinler seçebiliyor hem de esnaf birbirini kont- Lonca mensuplarının geçişi, Surname-i Vehbi adlı eserden. ahîlikle daha yakından ilgileniyor. rol ediyordu. Standartların altında mal Ahîliğin, çağın şartlarına bağlı olmaüreten kişiler önce uyarılıyor, ikazlara aldırmayıp bu şekilde davyan, insanoğlunun en eski dönemlerinden beri hayatın önemli bir ranmaya devam ederlerse dükkanları kapatılabildiği gibi, daha ileri alanını kaplayan ticaret ve üretimin evrensel ilkelerini tespit etmiş gittikleri takdirde esnaflıktan ihraçlarına da karar verilebiliyordu. bir teşkilat olması, yeni gelişmelerin bu örgütün çizdiği harita çerAhî teşkilatı, günümüzün en önemli sorunlarından aşırı tükeçevesinde ele alınmasının faydaları artık daha sık konuşuluyor. 83 ÇOK YÖNLÜ BİR ÖNCÜ OSMAN HAMDI BEY 84 OSMANLI DEVLETI’NIN HEM YIKIMDAN KURTULMAK HEM DE ILERI ADIMLAR ATABILMEK IÇIN HARCADIĞI ÇABALAR IMPARATORLUĞU ÇÖKÜŞTEN KORUYAMADIYSA DA SONRAKI DÖNEMDE MEYVELERINI VERIR. ÇAĞDAŞ SANAT VE MÜZECILIK ALANLARINDA YAPTIKLARIYLA CUMHURIYET DÖNEMINDE DE ÖRNEK ALINAN BIR AYDIN VE SANATÇI OLAN OSMAN HAMDI BEY’IN ATILIMLARI TÜRK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN SON DERECE ÖNEMLIDIR. ENVER UYGUN 1 7. yüzyıl, geçen üç asırda dört yüz çadırlık bir aşiretten toprakları üç kıtaya yayılan bir cihan imparatorluğuna uzanan Osmanlı Devleti için sonun başlangıcını ifade eder. Askerî teknolojisi, yüksek savaş kabiliyeti, fethettiği ülkelerdeki iskan politikaları ve toprak rejimi, adalet anlayışı gibi üstün nitelikleri sayesinde adını geçmişin görkemli imparatorlukları arasına yazdıran Osmanlı’nın çöküşü kolay olmayacak, koca çınar üç yüzyıl daha ayakta kalacaktır. Devletin en güçlü olduğu dönemlerde baş gösteren kimi sıkıntılar o devrin sağladığı imkanlarla atlatıldıysa da bu sorunlara kökten çözümler üretilmemesi, ilerleyen zamanda daha büyük ve artık çözümsüz meselelerin doğmasına yol açacaktır. 17. yüzyıldan itibaren geniş toprakların yönetilmesinde ortaya çıkan problemler, ekonominin içine düştüğü darboğaz, toplumsal ve idari yapının günün ihtiyaçlarına uymaması gibi iç karışıklıkların yanı sıra Avrupa’nın Reform ve Rönesans sonrasında gerçekleştirdiği siyasi ve düşünsel atılım, Rusya’nın önemli bir güç olarak tarih sahnesine çıkışı, İran’ın tekrar eski gücüne kavuşması gibi Osmanlı’nın yakın çevresinde yaşanan gelişmeler imparatorluğu kurtulması zor bir girdabın içine atar. Bu süreç önce şaşkınlıkla karşılanır, ardından devlet katında ve aydınlar arasında gidişi tersine çevirmek için yollar araştırılmaya başlanır. 18. yüzyıl sonu ve İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” dediği 19. yüzyıl boyunca devleti ayakta tutmak, eski gücüne kavuşturmak için ortaya koyulan seçenekler üzerinde tartışılır. 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması’yla Macaristan, Ukrayna, Mora gibi hem geniş hem de stratejik önemi haiz topraklarını kaybeden Osmanlı Devleti, bu tarihten sonra girdiği savaşlarda da üst üste yenilgiye uğrayınca, bu kötü gidişe son vermenin yolunun orduyu yeniden düzenlemek olduğu görüşü belirir. Askerî teçhizatın modernleştirilmesi ve subay yetiştirmek üzere batı tipi eğitim veren okulların açılması bu yolda atılan ilk somut adımlar olur. Bu okulların müfredatına askerliğin yanında temel bilimler ve güzel sanatlar alanları da eklenir. Aynı dönemde artık adı koyulmaya başlayan batılılaşma hareketleri kültürel ve siyasi arenada ağırlığını hissettirir. Osmanlı’nın bünyesinde temsil edilen doğu fikri ile Avrupa’nın ilerlemesini model alan batı kavramının birbirine ne yönlerden uyuşturulacağı uzun tartışmalara konu olur. Şiir, müzik ve mimaride Avrupa etkisinin söz konusu olduğu bu dönemde, Osmanlı’da bir geleneği bulunmayan resim de gündeme alınır. Modernleşme konusunda yaptıkları büyük reformlarla tanınan III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde açılan iki askerî okul, Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1793) ile Mekteb-i Ulûm-u Harbiye-i Şahane (1834), Osmanlı’da akademik anlamda resim dersleri verilen ilk kurumlar olur. Türkiye’de resim sanatının öncülerinden Osman Hamdi Bey böyle bir kültür ortamında, 30 Aralık 1842’de dünyaya gözlerini açar. Babası İbrahim Edhem Paşa’nın sadrazam olması, çocukluğunu modernleşme tartışmalarının merkezde olduğu sohbet meclislerinde geçirmesini sağlar. Paris’e gideceği 15 yaşına kadar dönemin 85 önemli kişilerinin düşüncelerini birinci ağızdan dinleme şansına erişir. Paris’te hukuk öğreniminin yanı sıra Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun resim derslerine devam eden Osman Hamdi, Jean-Leon Gerôme ve Boulanger’in atölyelerinde zaman geçirir. Bu sırada Osmanlı Devleti’nde resim askerî okullardan yetişen ressamların öncülüğünde gelişmektedir. Bu kurumlarda verilen eğitim doğa ve topografya üzerinedir. Müzikte, mimaride, hatta şiirde batıya yönelen aydınlar, içinden geldikleri gelenekle Avrupa kültürü arasında gelgitler yaşarken, resim söz konusu olduğunda böyle bir ortam oluşmaz. Asker ressamlar kuşağı olarak bilinen ilk ressamlar ölüdoğa resimleriyle bir yol açsalar da asıl dönüşüm için Osman Hamdi Bey’in figüratif çalışmaları beklenecektir. Osman Hamdi Bey, 1867 yılında Paris’te yurt dışına eğitim için gönderilen iki asker ressam, Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmed Paşa ile birlikte II. Uluslararası Paris Sergisi’ne katılır. Bu sergide yer alan ve madalyayla taltif edilen üç eseri, “Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek” ve “Zeybeğin Ölümü”nün akıbeti bugün bilinmiyor. Bir koltukta birkaç karpuz 1869’da yurda dönen Osman Hamdi Bey, Bağdat Valisi Midhat Paşa’nın teklifiyle Vilayet Umur-ı Ecnebiyye (Yabancı İşleri) Müdürü olarak Bağdat’a gider. Bu şehirde kaldığı iki yıl boyunca resim çalışmalarını sürdürürken doğu Bela Bartok 86 dünyasını yakından tanıma fırsatı da bulur. 1871 yılında Teşrifat-ı Hariciye (Protokol) Müdür Yardımcısı olarak İstanbul’a atanır. Müzeciliği ve ressamlığıyla öne çıkan Osman Hamdi Bey’in bir diğer özelliğini ortaya koyan iki piyes, İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz ve Cerf Volan bu yılların eseridir. 1873’te Viyana’da açılan bir uluslararası sergide Osmanlı Devleti komiseri olarak görev alan Osman Hamdi Bey 1875’te Hariciye Umur-ı Ecnebiyye Katibi olur. Ertesi yıl Sultan Abdülaziz tahttan indirilince bu görevden alınarak Matbuat-ı Ecnebiyye Müdürlüğü’ne getirilir. Osman Hamdi Bey, 1878 yılında memuriyetten ayrılarak vaktinin neredeyse tamamını resimle geçirmeye başlar. İstanbul’da açılan karma sergilerde işleriyle yer alır. 1881’de Müze-i Hümayun Müdürü Philipp Anton Dethier vefat edince, bu görev için en uygun ismin Osman Hamdi Bey olduğu düşünülür. Böylece Türk müzeciliğinde yeni bir sayfa açılır. Kazı alanından müzeye Osman Hamdi Bey, hem kültür varlıklarına hem de sanat eserlerine yer veren bir müzecilik anlayışını benimser. Müze-i Hümayun’un, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri adıyla hizmet veren kuruma dönüşmesi için yoğun çaba harcayan Osman Hamdi Bey, Çinili Köşk’ü restore ettirir ve mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı yeni müze binasını inşa ettirir. Müzenin ilk bölümü 1891’de, ikinci bölümü 1903’te, üçüncü bölümü 1907’de ziyarete açılır. Müze-i Hümayun’da 28 yıl boyunca sürdürdüğü müdürlük görevi sırasında birçok kazı çalışması başlatan, bunların önemli bölümüne bizzat katılan Osman Hamdi Bey’in önemli arkeolojik çalışmaları arasında Nemrut Dağı (1883), Sayda (1887) ve Legana Hekate Kutsal Alanı (1891-92) kazıları sayılır. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı kazısından elde ettiği bilgileri kitaplaştırarak Türkiye’nin ilk kazı kitaplarından birine imza atar. Lübnan’daki Sayda kazısında toprak üstüne çıkararak İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirdiği İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ve Tabnit Lahdi dünyanın en önemli arkeolojik bulgularından kabul edilir. Muğla’daki Legana Hekate kazısında bulduğu ve müzeye getirdiği tapınak kabartmaları da yine kıymetli eser kapsamındadır. Yazdığı tiyatro eserine isim olarak seçtiği iki karpuz bir koltuğa sığmaz atasözünü yalanlarcasına aynı anda birçok konuyla ilgilenen Osman Hamdi Bey, müze müdürlüğünün yanında Osmanlı’nın ilk sivil güzel sanatlar OSMAN HAMDI BEY, HEM KÜLTÜR VARLIKLARINA HEM DE SANAT ESERLERINE YER VEREN BIR MÜZECILIK ANLAYIŞINI BENIMSEYEREK BU ALANDA DA ÖNCÜ BIR ROL ÜSTLENIR. Osman Hamdi Bey’in günümüzde müze olarak kullanılan çiftlik evi. okulunu kurma çalışmalarını da yürütür. Türkiye’de kendi öncülüğünde gelişen figüratif resmin akademik eğitimini de vermek üzere çoğunluğu yabancı asıllı sanatçılardan oluşan bir öğretim kadrosu kurar. Günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne dönüşen Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk adımını atar. Okul, 1883’te ilk öğrencilerini kabul eder. Osman Hamdi Bey’in sanat üretimi yanında kamu yararını gözeten yönü, 1884 yılında yeniden düzenlediği Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) ile ortaya çıkar. Osmanlı topraklarında bulunan eski eserlerin devlet malı sayılarak yurt dışına çıkışına yasak getiren tüzük Osman Hamdi Bey’in hem arkeolog hem de hukukçu taraflarının birleşmesiyle ortaya çıkmış, geçerliliğini 1973’e dek korumuştur. Birbirinden kıymetli tablolar Son yıllarda çeşitli müzayedelerde çok yüksek fiyatlara alıcı bulan tabloların ressamı olarak daha geniş kitlelere ulaşan Osman Hamdi Bey, Türkiye’ye figürlü kompozisyonu getiren isimdir. Eşi ve çocuklarının yanı sıra kendi fotoğraflarından da yararlanarak, tarihî dekorlar içinde, bol ayrıntıyla bezediği tabloları, Fransa’da aldığı eğitimin etkisiyle oryantalist ögeler taşır. Ancak Osman Hamdi Bey’in oryantalizmi Avrupalı sanatçılarınki gibi doğu dünyasını ya küçümseyen ya da tanımadığı için yanlış yorumlayan bir tarzda değildir. Okuyan, araştıran, tartışan bir aydın tipini, klasik Osmanlı mimarisinin inceliklerini ve dışa açılmış, toplumun bir parçası kabul edilmiş kadın imgesini yansıtır tablolarına. Osman Hamdi Bey, kompozisyonlarında ayrıntılı olmakla birlikte karmaşıklığa mahal vermeyen bir çevre düzeni, optik yanılsamanın etkisini sıfıra indiren bir netlik ve saydam bir ışık kullanır. Türkiye’de ve dünyada çeşitli kurum müzeleri ile özel koleksiyonlarda yer alan eserleri arasında “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Camiden Çıkış”, “Balıkçı”, “Yeşilcami’de Kuran Okuma”, “Halı Satıcısı”, “Abıhayat Çeşmesi”, “Hamam”, “Silah Taciri”, “Türbe Kapısı Önünde Kadın” ve “Şehzade Türbesinde Derviş” öne çıkanlardır. Yazar, ressam, müzeci, arkeolog, bürokrat ve diplomat kimliklerini başarıyla taşıyan Osman Hamdi Bey 24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumar. Vasiyeti üzerine, Gebze Eskihisar’da bulunan çiftlik evinin arkasındaki yamaca defnedilir. Mezarına Anadolu’dan getirilmiş, Selçuklu dönemine ait sanduka yerleştirilir. Osman Hamdi Bey’in özellikle hayatının son döneminde resim çalışmalarını yürüttüğü bu çiftlik evi günümüzde müze olarak kullanılıyor. 87 “AKBABA”LI SİYASET ERBAY KÜCET Mizahla söylediğimi ciddiyetle söyleseydim beni öldürürlerdi. George Bernard Shaw M izah, doğduğu ülke ve insanları hakkında pek çok şey anlatır bize. Fıkralar, karikatürler, eğlenceli hikayeler üzerinden bir ülkeyi tanımak mümkün olabilir. Köklü ve zengin kültürümüzde mizahın önemli bir yeri vardır. Nesillerdir dilden dile anlatılan Nasreddin Hoca fıkralarında olduğu gibi halkımız ince ve kıvrak zekasıyla nice mizah ürünü ortaya koymuştur. Şu bir gerçektir ki, mizahla iç içe bir toplumda gülümseyen yüzler ve hoşgörü vardır. Bir düşünceyi ifade ederken mizaha başvurmak hem anlatımı güçlendirir hem de söylenenlerin etkili ve akılda kalıcı olmasını sağlar. Siyasi tarihimize baktığımızda siyasetçilerin de konuşmalarında zaman zaman mizaha başvurduğunu görürüz. Bazen bir mitingde halka hitap ederken bazen Meclis kürsüsünde konuşma yaparken esprili cümleler kurup, gündemdeki konulara uygun düşecek fıkralarla anlatımını güçlendiren siyasetçilerimiz olmuştur. En sert tartışmaların yapıldığı zamanlarda dahi mizahi bir üslup kullanıldığı anda ortamdaki gerginliğin yumuşadığını görmüşüzdür. 88 Mizah ve siyaset söz konusu olduğunda siyasi karikatürlerle de sıkça karşılaşırız. Köklü bir geçmişe sahip karikatür sanatı, kendine has anlatımıyla ilgi görmekte ve geniş kitlelere ulaşmaktadır. Karikatürcülerin ele aldığı başlıca konulardan biri siyasettir. Ülkemizde siyasi mizah üzerine çıkarılmış pek çok dergi bulunmaktadır. Bu yazıda, bazen haftada bir, bazen de iki kez olmak üzere elli yıldan fazla bir süre yayımlanan, mizahi yönünün yanı sıra edebiyat tarihi açısından da son derece önemli dergilerden biri olan Akbaba’dan söz etmek istiyorum. Kurtuluş Savaşı yıllarında iki mizah mecmuası yayımlanmıştır: Güleryüz ve Aydede. Millî Mücadele kazanıldıktan sonra kapanan Aydede’nin yerine, bu mecmuanın hemen hemen aynı kadrosu, aynı biçim ve yapısı ile Akbaba yayımlanmaya başlamıştır. Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından çıkarılan mecmuanın ilk sayısı 7 Aralık 1922 tarihinde basılmıştır. Kısa bir süre sonra Orhan Seyfi Orhon, Akbaba’yı Yusuf Ziya Ortaç’a devretmiştir. Ortaç, vefat edinceye dek mecmuayı tek başına çıkarmıştır. Bizim Yokuş adlı hatıratında Akbaba’nın ortaya çıkış hikayesi ile ilgili şunları anlatır Yusuf Ziya Ortaç: “Önce bir arkadaş lazımdı bana, bir iş ve kafa arkadaşı... Kim olabilir diye düşünmedim bile. Gece gündüz beraber olduğum tek adam Orhan Seyfi idi. (...) Orhan Seyfi bir mizah gazetesi çıkarmaya hiç hevesli görünmedi. Bir kere yüz lirayı nereden bulacaktık? Sonra, gazete imtiyazını, İstanbul’un sokaklara taştığı o başsız günlerde kimden alacaktık? Hele bir üçüncü mesele vardı ki hepsinden önemliydi: Bakalım, satılır mıydı, okunur muydu çıkaracağımız gazete? İsimler düşündük birçok: Çelebi, Tırpan, Horoz... Yusuf Ziya Ortaç Sonunda Akbaba en uygun geldi ikimize de. Kadromuzu hemen kurduk: Münif Fehim, Ramiz, Hakkı karikatürleri yapacaklar. Orhan Seyfi, Halil Nihat, Osman Cemal, Selâmi İzzet, Abdülbâkî Fevzi, ben yazılarını yazacaktık.” Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba’nın ilk sayısındaki makalesinde “İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı ağarmış olanına akbaba derler. Kuşların en çok yaşayanı da akbabadır. İnşallah bizim Akbabamız da gazetelerin en uzun ömürlüsü olur” temennisinde bulunur. Gerçekten de Akbaba edebiyatımızın yayın hayatını uzun süre devam ettiren önemli dergilerinden biri olur. İlk sayısı 1922 yılında çıkan Akbaba, 1967 yılına kadar Yusuf Ziya Ortaç tarafından yayımlanmıştır. Ortaç’ın vefatının ardından bayrağı oğlu Engin Ortaç devralmış ve mecmuayı 28 Aralık 1977 tarihine kadar okurlarıyla buluşturmuştur. “Mizah dergiciliğimizde çok önemli bir yeri var” Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Peyami Safa, Ercüment Ekrem Talu, Mahmut Yesari, Osman Cemal Kaygılı, Halil Nihat Boztepe, Fazıl Ahmet Aykaç, Nahit Sırrı Örik, Edip Ayel, Fahri Celâleddin Göktulga, Nazım Hikmet Ran, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Vâlâ Nurettin, Selâmi İzzet Sedes, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü gibi dönemin en önemli şair ve yazarlarının imzaları Akbaba’da yer alırken, Cemal Nadir Güler, Ramiz Gökçe, Hulki Onaran, Orhan Önal, Zahir Güvemli, Sedat Nuri İleri, Münif Fehim Özarman, Necmi Rıza Ayça, Eflatun Nuri Erkoç, Erdoğan Bozok, Şevki Çankaya, Orhan Ural, Mustafa Uykusuz, Halit Şekerci, Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu gibi isimler de karikatürleriyle mecmuaya hayat vermişlerdir. Akbaba’da yetişen karikatürcülerimizden Semih Balcıoğlu, Önce Çizdim, Sonra Yazdım adlı hatıra kitabında şöyle der: “Akbaba, mizah dergiciliğimizde çok önemli yeri olan bir dergidir. Benden önceki ve benim kuşağımdaki bütün çizerlerin çalıştığı, hem de uzun ömürlü bir dergi. Başka mizah dergileri de vardı, ancak ömürleri kısacık oldu. En önemli müşterisi doktor muayenehaneleri ve bilhassa berberlerdi. Akbaba mecmuasının bulunmadığı bir berber hatırlamıyorum. Bana, ‘Akbaba’da karikatürünü gördüm’ dediklerinde ‘Sıhhatler olsun!’ derdim. Buna bir de mizah meraklılarını Orhan Seyfi Orhon ve politikacıları da eklerseniz ayakta durmaması için neden yoktu. Ayakta durması Ziya Bey’in kişiliğinden kaynaklanıyordu. Bu dergiyi yarım asır gibi çok uzun bir süre yayımlamak her babayiğidin harcı olmasa gerek. Devletle ve hükümetlerle arası hep iyiydi. İyi olması için de büyük çaba harcardı. Eleştirisi ağır olan yazı ve karikatürlere dergisinde yer vermedi. Tek partiden çok partiye geçtikten sonra Türkiye’de olup bitenleri hep görmezlikten geldi. Halbuki siyasi bir mizah dergisi için bu olayların bir tanesi bile çok önemliydi. Ayrıca bu, mizahın göreviydi de. Akbaba yumruk vurmak yerine pansuman yapmayı seçti.” Semih Balcıoğlu’nun belirttiği gibi Akbaba, dönemin diğer mecmualarına kıyasla daha ılımlı bir yayın politikası izlemiş olmakla birlikte belirli aralıklarla kapatılmaktan da kurtulamamıştır. Tarihçi ve yazar Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi adlı eserinde Akbaba’nın mizah ve hiciv anlayışını “İdeoloji kavgalarında, siyasi çarpışmalarda mizahın en kuvvetli silahı olan hiciv, Akbaba’da, sanatın icaplarından olan nezaheti hiçbir zaman kaybetmemiştir” cümlesiyle ifade eder. Akbaba mecmuası zengin içeriğiyle de dikkat çeker. Yukarıda değindiğimiz gibi dönemin önemli yazar ve şairlerinin eserlerinin yer alması, mecmuaya bir siyasi mizah dergisi olmasının yanı sıra bir edebiyat dergisi niteliği de kazandırmıştır. 1922-1977 yılları arasında yayımlanan Akbaba, siyasi mizah dendiğinde akla ilk gelen mecmualardan biri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Sonuç olarak, siyasete de hayatın diğer alanlarına da mizah katabilmek gerek. Daha güzel, daha renkli, daha hoşgörülü bir dünya için… 89 SEYAHATNÂMEDEN SEÇMELER EVLİYA ÇELEBİ RUMUZ YAYINEVI İSTANBUL, 2015 116 S. 17. yüzyılın başında İstanbul’da dünyaya gelen Evliya Çelebi, hayatının yaklaşık kırk yılını gezmeye, yeni insanlarla tanışmaya, farklı kültürleri öğrenmeye adamış bir gezgindi. Gördüğü bir rüya üzerine seyahatlerine başladığı rivayet edilen Evliya Çelebi, iyi bir eğitim almış, hafız olmuş, saraydakilerin beğenisini kazanmıştı. Ancak küçüklüğünden beri gönlünde yatan gezme arzusuyla yollara düştü. Gördüklerini, gözlemlediklerini kendine has bir üslupla Seyahatnâme adlı eserinde anlatarak Türk-İslam edebiyatının belki de en kapsamlı ve en uzun gezi anlatısının altına imzasını attı. Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik bu ölümsüz eserinden titizlikle seçilen kesitler, Seyahatnâme’den Seçmeler’de bir araya getirildi. BIN YILLIK HEMŞEHRI HALIL BABILLI APRIL YAYINCILIK İSTANBUL, 2015 176 S. İstanbul’un Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yaptığı bin yıllık tarihi, bir gelinciğin ağzından okuyucuyla buluşuyor. Henüz gencecik bir delikanlıyken ölümsüz bir gelinciğin vücuduna hapsedilen Theo, başkentin tüm acılarına, sevinçlerine, yangınlarına, depremlerine tanıklık ediyor; sırlarına vâkıf oluyor. “İlk elli yıl kiliseye, sonraki elli yıl sinagoga, ondan sonraki elli yıl da camiye gitti. Bir ara Konstantinopolis’e gelen Luther’in papazlarını da dinledi. Sonunda o gün nerede yemek dağıtılıyorsa oraya gitmeye karar verdi” diyor Halil Babilli ilk kitabında ve okuyucuyu İstanbul’u avcunun içi gibi bilen Theo’nun başından geçen olağanüstü olayların eşliğinde fantastik bir yolculuğa davet ediyor. AHH RUMELI YILMAZ GÜRBÜZ İLERI YAYINLARI İSTANBUL, 2015 496 S. Mehlika, Mustafa Kemal’in Romanı, Balkan Acısı ve Orkun Bilgesi gibi tarih romanlarıyla tanınan Yılmaz Gürbüz bu kez Balkan Savaşları’nın ardından Selanik ve çevresinde yaşananları kaleme alıyor. Kendisi de Selanik’e iki saat uzaklıktaki Kozana köyünden mübadeleyle gelen bir ailenin çocuğu olan Gürbüz, anı niteliği taşıyan yeni romanında birinci ağızdan dinlediği gerçek yaşam öykülerini dillendiriyor. Ahh Rumeli’de Selanik’te Yunan yönetimi altında kalan Türklerin yaşadıklarına tanık olacak, Kurtuluş Savaşı başlayınca ümitlenecek, mübadele zamanı gelip çatınca doğup büyünülen toprakları terk etmenin acısını yüreğinizde hissedeceksiniz. 90 ANTIK DÜNYAYI ŞEKILLENDIREN KENTLER YAYINA HAZIRLAYAN: JOHN JULIUS NORWICH YAPI KREDI YAYINLARI İSTANBUL, 2015 240 S. Yapı Kredi Yayınları’nın Arkeoloji-Mimarlık Dizisi’ne dahil olan Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler, insanlık tarihine yön vermiş birçok uygarlığın kurduğu antik kentleri ele alıyor. Aralarında Hattuşaş, Troya, Babil, Kudüs, Atina, Roma, Pompeii ve Xianyang’ın da bulunduğu bu kentler, Mezopotamya’dan Amerika’ya, Çin’den Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. “Edebiyat, felsefe, tıp, resim ve heykel gibi birçok sanat dalı ve bilimin doğuşuna tanıklık eden bu sit alanları, tarih boyunca hangi gelişim süreçlerinden geçerek günümüzün modern kent yaşamına önayak oldu?” sorusuna yanıt arayan kitap, okuyucuya görsel malzemelerle desteklenmiş bir eser sunuyor. GENÇLIK L. N. TOLSTOY İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTANBUL, 2015 256 S. Savaş ve Barış ile Anna Karenina gibi dünya edebiyatının köşe taşlarından kabul edilen eserlere imza atan Lev Nikolayeviç Tolstoy, yaşamının son dönemlerinde insan, toplum, aile, devlet, özgürlük gibi kavramlar üzerine eğildi. Bu dönemdeki eserlerinde felsefe sorunlarını ve temalarını edebiyatla harmanladı. Kendi yaşamından ilham alarak yazdığı üçlemenin (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik) son kitabı Gençlik, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Nikolenka’nın farklı bir sosyal çevreye girmesi, âşık olması ve dünyayı anlama çabasını yansıtıyor. Karakter çözümlemeleri, güçlü gözlem gücü ve sade üslubuyla Tolstoy, okuyucuyu samimi bir içsel yolculuğa çıkarıyor. ANADOLU’DA JOHN GARSTANG’IN AYAK İZLERI KOLEKTIF KOÇ ÜNIVERSITESI YAYINLARI İSTANBUL, 2015 240 S. Ankara’da 1947 yılında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nü kuran İngiliz arkeolog John Garstang, başta Türkiye olmak üzere Yakındoğu’da yaptığı çalışmalar ve kazılarla adını arkeoloji tarihine yazdırdı. Liverpool Üniversitesi tarafından hazırlanan ve yaklaşık beş yıllık bir araştırmanın meyvesi olan bu eser, John Garstang’ın çalışmaları hakkında yazılmış makaleler ile kendisinin çektiği fotoğrafların dijitalleştirilmiş cam plaka negatiflerinden meydana geliyor. Odağına arkeoloğun Anadolu’da yürüttüğü çalışmaları alan kitap, fotoğraflar aracılığıyla Türkiye ve Kuzey Suriye’de Geç Osmanlı Dönemi’nde bulunan arkeolojik kazı alanlarına, döneme ve dönem insanlarına ışık tutuyor. 91 BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ ALÂEDDİN YAVAŞÇA YENİKAPI MÜZİK Bir tıp doktoru ve Klasik Türk Müziği sanatçısı Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça, 1950 yılından itibaren yurt içinde ve dışında birçok konser verdi, 140 civarında besteye imza attı. 1991 yılında Devlet Sanatçısı unvanını alan Yavaşça, bugüne kadar birçok ödüle layık görülürken TRT bünyesinde çalıştı ve konservatuvarda hocalık yaptı. Hicaz, nihavend, segâh gibi Türk Musikisi’nin farklı makamlarındaki 39 şarkıdan meydana gelen yeni albümüyle Alâeddin Yavaşça, dinleyicileri bir kez daha mest ediyor. JE T’AIME PARIS ALATURKA KOLEKTİF FONO MÜZİK “Padam Padam”, “La Vie en Rose”, “La Bohème” ve “Tu Te Reconnaitras” gibi Fransız Müziği’nin artık birer klasik haline gelmiş parçaları, “Je T’aime Paris Alaturka” albümünde Türk Müziği’ne özgü enstrümanlarla yeniden yorumlanıyor. 12 eski parçadan oluşan albüm, Ceyhun Çelik’in yönetmenliğinde müzikseverlerle buluşuyor. Kemanda Namık Taşpınarlı, kanunda Göksel Kartal, klarnette Suat Diril ve akordeonda Ceyhun Çelik’in yer aldığı çalışma, Fransız ve Türk kültürlerinin harmanlandığı özgün bir örnek olma niteliği taşıyor. SELECTION LARA FABIAN DMC “Dr. Jivago” adlı filmden esinlenerek Lara Fabian sahne adını alan Belçikalı sanatçı Lara Crokaert’in ölümsüz şarkıları, DMC müziğin imzasıyla derleme bir albümde yeniden dinleyiciyle buluşuyor. Crokaert’in hafızalarda yer eden şarkısı “Je T’aime”in de dahil olduğu 22 parçadan oluşan albümde, sanatçının canlı performanslarının yanı sıra İngilizce ve İtalyanca gibi farklı dillerdeki şarkıları ve Mustafa Ceceli ile birlikte çıkardığı single’ı “Make Me Yours Tonight” da yer alıyor. 92 AŞK NEREDE? YÖNETMEN : SEMRA DÜNDAR SENARYO: SEMRA DÜNDAR OYUNCULAR: AYÇA ERTURAN, FAİK ERGİN, EYLÜL ÖZTÜRK, OYA AYDOĞAN, KADİR ÇÖPDEMİR YAPIM: 2015, TÜRKİYE TÜR: ROMANTİK KOMEDİ Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve yurt dışında eğitim görmüş Biricik (Ayça Erturan), büyük bir kanalın haber editörü olarak çalışmaktadır. Biricik’in tüm arkadaşları evlenmiş, fakat kendisi kafasında belirlediği erkek profiline uygun biriyle karşılaşmadığı için henüz yuva kuramamıştır. Bir gün yolu beklentilerinden çok farklı, yakışıklı bir taksi şoförüyle kesişir. İki ayrı dünyaya ait gençler arasında filizlenen aşk, tüm eleştirileri kaldırabilecek, tüm farklılıkları göz ardı edebilecek, tüm zorluklara göğüs gerebilecek kadar güçlü olacak mıdır? Çekimleri Antalya’da gerçekleştirilen “Aşk Nerede?”, bir yandan izleyicileri macera dolu eğlenceli bir yolculuğa çıkarırken bir yandan da gerçek aşk kavramını sorgulatıyor. MARSLI BRING HIM HOME YÖNETMEN: RIDLEY SCOTT SENARYO: DREW GODDARD, ANDY WEIR OYUNCULAR: MATT DAMON, JESSICA CHASTAIN, KRISTEN WIIG, KATE MARA, SEBASTIAN STAN, SEAN BEAN YAPIM: 2015, ABD TÜR: AKSİYON, MACERA, BİLİMKURGU Astronot Mark Watney (Matt Damon), Mars’a adım atan ilk insanlardan biridir. Şiddetli bir fırtınanın ardından öldü zannedilerek ekibi tarafından Kızıl Gezegen’de bırakılır. Sanılanın aksine fırtınadan sağ çıkmayı başaran Mark, kendini yabancı bir gezegende tek başına bulur. Giderek azalan erzağı ve doğanın zorlu koşulları karşısında Mark, Mars’ta ölen ilk insanlardan biri olacağına inanmaya başlar. Dünyaya yaşadığına dair bir sinyal gönderebilmesi için kendi keskin zekasından ve yaratıcılığından başka güvenebileceği hiçbir şey yoktur. Andy Weir’ın aynı adlı bilimkurgu romanından beyazperdeye uyarlanan Marslı, Matt Damon’ın etkileyici performansı ve görsel efektleriyle 2015’in izlenmesi gereken yapımları arasında yerini alıyor. Filmin yönetmenlik koltuğunda “Prometheus” ve “Yaratık” (Alien) filmlerinden tanıdığımız Ridley Scott oturuyor. 93 Ali Haydar Hakverdi @Av_Hakverdi CHP Ankara Milletvekili Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? Sosyal medya hesaplarını yaklaşık 5 yıldır aktif olarak kullanıyorum. İlk dönemler daha çok Facebook kullanıyordum. Daha sonra Twitter’ı da aktif olarak kullanmaya başladım. Şu an her ikisini de kullanmaya devam ediyorum. Fotoğraf paylaşımında bulunduğum bir Instagram hesabım da var. Hemen hemen her gün fırsat buldukça sosyal medya hesaplarıma bakarım. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Ülkemiz oldukça genç bir nüfusa sahip. Gençlerimizin büyük çoğunluğu da sosyal medyayı çok yoğun kullanıyor. Dolayısıyla gençlere ulaşmanın, onlarla güncel ve hızlı bir iletişim kurmanın en etkili yollarından biri sosyal medya. Gençlerin dışında da Türkiye’de milyonlarca sosyal medya kullanıcısı var. Bu durum, içerisinde bulunduğumuz bilgi ve bilişim çağında, kitlelere ulaşmak için kullanılabilecek en etkili enstrümanlardan birinin sosyal medya olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Özellikle doğru kullanıldığında sosyal medyanın faydaları azımsanmayacak kadar fazla. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu sorunun cevabının sosyal medyayı nasıl kullandığınıza göre değişeceğini düşünüyorum. Bu sonsuz bilgi evreninde, doğru bilgi kadar yanlış bilgiyle de karşılaşabiliyorsunuz. Kullanıcıların kişisel hesaplardan duyurduğu haberlerin yanı sıra güvenilirliği kanıtlanmış haber sitelerini de takip etmek çok önemli. Belki de 94 her iki bilgi kaynağını da kullanıp harmanlamak ve doğru bilgiler üzerinden sosyal medyayı takip etmek gerekiyor. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Özel olarak anlatabileceğim bir anım yok. Ancak sosyal medya hesaplarım aracılığıyla bana gelen mesajlara cevap yazdığımda, insanların nedense buna inanamayarak “Ali Haydar Bey gerçekten siz misiniz?” diye sorması bana ilginç geliyor. SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ @ibrayhan @huseyincamak Kolumuzu ısırarak saat yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını anlarmış gibi… Yeni ders yılında öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar, velilerimize kolaylıklar dilerim. @aygunzeki Dilovası ilçemizde yeni eğitim ve öğretim yılına Diliskelesi İlkokulu’nda merhaba dedik. Tüm yavrularımıza başarılar. @ozcanpurcu Çözüm için çalışıyorum. Yokluk ve yoksulluk, çocuktan yaşlıya herkesin derdi. @Av_MetinCelik @saffetsancakli “Eğitim, çocuğu sevmekle başlar.” Gebze ilçesindeki esnafları gezerek, esnaf ve işçi kardeşlerimizin her zaman yanında olacağımızı belirttik. @hotar_nukhet Akademisyenlerimizin sorunlarını dinliyor, katkılarını alıyoruz. @Avturkmen Hemşehrilerimizle birlikte ülke gündemini konuşuyoruz. Ülkemizin aydınlık geleceği için çalışıyoruz. 95 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ @alp_kavaklioglu “Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.” (Peyami Safa) @sadirdurmaz @Akif_Hamzacebi Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, size, ailenize ve Türk-İslam alemine hayırlar getirmesi temennisi ile selam ve saygılar sunarım. 30 Ağustos bir imparatorluğun küllerinden bir Cumhuriyetin doğduğu gündür. Kutlu olsun. @akenantanrikulu @mithatsancarr @togrularya MHP İzmir 2. Bölge Milletvekili Adaylarımızla Karşıyaka’da esnaflarımızı ziyaret ediyoruz, vatandaşımız dertli. SP milletvekili ve Dışilişkiler Komisyonu başkanı Martin Naef’le Zürih’te buluştuk. Güzel ve verimli bir sohbet oldu. Parti binamızda halkımız ile bayramlaşma devam ediyor. @OktayOzturk_MHP @MvLeylaGuven @MuharremInceCHP Aydıncık ilçe başkanlığının düzenlemiş olduğu bayramlaşma programına katıldık. #Viranşehir halkıyla birlikteyiz. Esnaf ziyaretimizi gerçekleştirdik. Çocukluğumuzda köyde düğün varsa pamuk helva satmaya gelirlerdi. Köyde düğün var, çocuklarla zamana yolculuk.