Cumhuriyetimiz 92 yaşında...24

advertisement
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Ekim 2015 Sayı: 29
Ayl ı k sürel i yay ı n
Cumhuriyetimiz 92 yaşında...24
TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan 2. Yasama Yılı değerlendirmesi...14
Türkiye’nin yardım ve şefkat eli: AFAD Barınma Merkezleri...52
Sırlarla dolu bir zirve: Nemrut Dağı...46
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
29
Parlamento
TPB
Ekim 2015 Sayı: 29
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
Editör
Songül Baş
YAYIN KURULU
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Özge Aydın
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Yahya AKMAN
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 05.10.2015
EKIM 2015
İÇİNDEKİLER
18
TBMM 25. DÖNEM’DE
2. YASAMA YILI
14 2. Yasama Yılı
TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan
değerlendirmesi
40 Siyasetçi halkın huzur
Işılay Saygın:
ve mutluluğu ile ülkenin
çıkarlarını her şeyin
üstünde tutmalıdır
24 CUMHURIYETIMIZ 92 YAŞINDA
60 Siyasette uzlaşma
M. Tahir Köse:
kültürünün olması
ülkemizin birlik ve
beraberliği için şarttır
52 TÜRKİYE’NİN YARDIM VE ŞEFKAT ELİ: AFAD BARINMA MERKEZLERİ
66 EYÜP AYAR ILE BILIŞIM VE TEKNOLOJI VAKFI ÜZERINE
78 SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TARİHÎ ÖRNEĞİ: AHÎ TEŞKİLATI
84 ÇOK YÖNLÜ BIR ÖNCÜ: OSMAN HAMDI BEY
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
6 HABERLER
11 DÜNYADAN
64
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN 92. YILDÖNÜMÜ
74
TARIH SAHNESI
88
ERBAY KÜCET: “AKBABA”LI SIYASET
90 KITAP
92 MÜZIK
93 FILM
94
CHP ANKARA MILLETVEKILI ALI HAYDAR HAKVERDI ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
95
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
32
TEK BAYRAK ALTINDA
ONLARCA RENK
AMERIKA BIRLEŞIK
DEVLETLERI
46 NEMRUT DAĞI
SIRLARLA DOLU BIR ZIRVE
70 ISMAIL HAKKI
TARIHIN PEŞINDE BIR ÖMÜR
UZUNÇARŞILI
BAŞKAN’IN MESAJI
CUMHURIYETI YAŞATACAK
GÜÇ MILLETTIR
T
ürkiye’de cumhuriyet rejimine 29 Ekim 1923’te geçilmiş olsa da halkın yönetimde temsil
edilmesi, mutlak iktidarın kısıtlanması görüşünün temelleri daha eskilere dayanır. 3 Kasım
1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla başlayan süreçte, bugün kullandığımız anlamıyla olmamakla birlikte demokratikleşme çabaları görülür. Parlamenter sistem ve anayasa kavramları
ise 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kanun-i Esasi ile siyasi hayatımızın baş köşesine yerleşir.
Yetkilerin, hesap verme sorumluluğu bulunmayan, denetlenemeyen padişahlık makamının tekelinden çıkarılması 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’le fiilen gerçekleşir. Tanzimat Fermanı’ndan
itibaren hem devlet yapısı konusunda hem de toplumsal hayatta, çöküşten kurtulmanın yolları
aranır. Avrupa’da tatbik edilip başarıya ulaşmış sistemler, devletlerin ilerlemesini sağlamış kurumlar örnek alınırsa Osmanlı’nın yıkılmasının önüne geçileceği fikri entelektüel camiaya hâkim olur.
“Cumhuriyet” düşüncesi de asker ve sivil bürokraside bu dönemde canlanan, hayata geçirilmesi
günün şartlarında imkansız görülen bir fikirdir.
Osmanlı Devleti’nin, özellikle Çanakkale ve Hicaz cephelerindeki başarısına rağmen, içinde
bulunduğu ittifakla birlikte I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkması, Anadolu’nun savaşın galipleri
tarafından kağıt üzerinde paylaşılması sonucunu doğurur. Masa başında yapılan bu planların
tutmaması, bugün saygıyla andığımız Millî Mücadele adı verilen büyük direniş sayesindedir.
Millî Mücadele, bir yandan Anadolu’daki düşman işgaline karşı silahlı bir karşı duruş sergilerken
öte yandan gelecekteki yönetim biçiminin tohumlarını içinde taşır. Sivas ve Erzurum Kongreleri
bunun güzel örnekleridir. Bu kongrelerde hem düşman işgalinden kurtulmak hem de fiilen yönetimden yoksun olan Türkiye’nin sorunlarına çözüm aramak söz konusu olmuştur. 23 Nisan
1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi de Millî Mücadele’yi yönetmenin yanında ülke idaresini de
ele almıştır. Meşrutiyet’in bir kazanımı olan Meclis-i Mebusan’ın İngiliz işgali sırasında sürgün ve
tutuklamadan kurtulan üyelerinin Büyük Millet Meclisi’ne dahil edilmesi, Türkiye’nin cumhuriyet
yolunda süreklilik arz eden bir tarihî seyir içinde olduğunu gösterir. Nihayet, 29 Ekim 1923’te yeni
kurulan bağımsız devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olur.
Bilindiği gibi “cumhuriyet”, halk idaresi anlamına gelir. Bu anlamda demokrasi kavramıyla
ayrılmaz bir bütündür. Millet iradesine dayalı, kamu yararını gözeten, bir sınıf veya zümrenin
boyunduruğunda olmayan bu yönetimin değeri, günümüzde diktatörlükle yönetilen ülkelere
bakınca bir kat daha iyi anlaşılır.
Yönetimde söz sahibi olan halkın daha mutlu olacağı açıktır. Böyle bir halk kendisi için gerekli
olanı talep edecek, çağın gerisine düşmemek için sorumluluk üstlenecektir. Devletin milletle
kenetlenmesini sağlayan cumhuriyet, halka bu kapıyı açar. Dolayısıyla cumhuriyeti yaşatacak
güç millettir. Milletin elinden demokratik cumhuriyetin getirdiği güzellikleri almaya kalkanlara
da en iyi cevabı yine millet verecektir.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
HALK IDARESI
ANLAMINA GELEN
CUMHURIYET,
DEMOKRASI
KAVRAMIYLA
AYRILMAZ BIR
BÜTÜNDÜR.
BİRLİK’TEN
NEVZAT PAKDIL:
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI
ÜLKEMIZI VE MILLETIMIZI ILGILENDIREN
HER MESELENIN TEK ÇÖZÜM YERIDIR
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, TBMM
25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Millî iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her meselenin tek çözüm yeri
olduğunu ifade eden Pakdil, “Meclisimiz demokrasinin sembolü
ve millî iradenin kalesidir. TBMM 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın ve
1 Kasım’da yapılacak 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum” dedi.
Nevzat Pakdil mesajında Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin Millî Mücadele’yi Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde
sürdürdüğünü ve bu nedenle “Gazi Meclis”
olarak anıldığını hatırlattı. Kurulduğu 23
Nisan 1920 tarihinden bugüne kadar Yüce
Meclis’in çatısı altında ülkemize ve milletimize hizmet eden birbirinden değerli TBMM
üyeleri olduğunu dile getiren Pakdil, başta
Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bugün
hayatta olmayanları rahmet ve minnetle yâd ettiğini
kaydetti.
Vatanın istiklal ve istikbali için kurtuluş mücadelesi veren ve bu
mücadeleden alnının akıyla çıkan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
askerî darbe dönemlerinde kapatıldığını, millî iradenin baskı altına
alındığını ve demokrasinin ağır hasara uğratıldığını hatırlatan
Pakdil, “Millet iradesine karşı doğrudan veya dolaylı, silahlı veya
bürokratik tüm müdahaleler insan hakları ihlalidir. Millî iradenin
tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi, sorun olduğunda kapatılacak bir kurum değil, sorunu çözmek için yegane mercidir” dedi.
“Ülkemiz yeni bir anayasaya kavuşmalıdır”
Nevzat Pakdil, 7 Haziran’daki genel seçimlerin ardından 45 günlük
anayasal süre içinde hükümet kurulamaması nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerin yenilenmesi
kararını verdiğini ve Başbakan Ahmet Davutoğlu
tarafından Geçici Bakanlar Kurulu’nun oluşturulduğunu anımsatarak, “1 Kasım’da bir kez
daha sandık başına gidilecek ve millî irade
tecelli edecektir. TBMM 26. Dönem’de görev yapacak milletvekillerinin belirleneceği
seçimlerin ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını temenni ediyorum” dedi. Pakdil,
TBMM 24. Dönem’de başlatılan, ancak
bir neticeye ulaştırılamayan yeni anayasa
çalışmalarının önümüzdeki dönemde tekrar
ele alınmasının önemine de işaret ederek, “1982
Anayasası’nda bugüne kadar pek çok değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerle adeta yamalı bohçaya dönen mevcut
anayasa, bugün Türkiye’nin ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap verememektedir. Ülkemizin yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Toplumumuz da bu yönde bir beklenti içindedir. Önümüzdeki
dönemde ülkemiz yeni ve sivil bir anayasaya kavuşturulmalıdır”
değerlendirmesinde bulundu.
5
HABERLER
26. DÖNEM MİLLETVEKİLİ
ADAY LİSTELERİ KESİNLEŞTİ
1
Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilecek 26. Dönem Milletvekili
Genel Seçimi’ne katılacak partiler ve milletvekili aday listeleri
kesinleşti. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) yaptığı açıklamaya göre
seçime 16 parti ve Türkiye genelinde 21 bağımsız aday katılıyor.
YSK’nın Resmî Gazete’de yayımlanan kararına göre 85 seçim çevresinde oy pusulasında yer alacak partiler şunlar: Adalet ve Kalkınma
Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet
Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Halkların Demokratik Partisi, Komünist Parti, Millet Partisi, Milliyetçi Hareket
Partisi, Saadet Partisi, Vatan Partisi ve Halkın Kurtuluş Partisi.
Hak ve Özgürlükler Partisi 78, Doğru Yol Partisi 67 ve Liberal
Demokrat Parti 61 seçim çevresinde seçime katılıyor.
6
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partiler,
26. Dönem Milletvekili Genel Seçimi için hazırladıkları milletvekili
aday listelerinde 25. Dönem’e göre değişiklikler yaptı. 7 Haziran’da
seçilerek Meclis çatısı altında görev yapmaya başlayan bazı milletvekilleri yeni listelerde yer almadı.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), 25. Dönem milletvekillerinden 53’ünü tekrar aday göstermedi. 1 Kasım’daki seçimlerde
yer alamayacak AK Partili milletvekillerinin isimleri şöyle: Adana
Milletvekili Sadullah Kısacık, Afyonkarahisar Milletvekilleri Remziye Sıvacı, Halil Ürün, Aksaray Milletvekili Nevzat Palta, Aydın
Milletvekili Mehmet Sadık Atay, Bursa Milletvekilleri Önder Matlı,
YÜKSEK SEÇIM KURULU’NUN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANAN
KARARINA GÖRE 1 KASIM’DA YAPILACAK SEÇIME 16 PARTI VE
TÜRKIYE GENELINDE 21 BAĞIMSIZ ADAY KATILACAK.
İsmet Su, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı, Denizli Milletvekilleri Bilal
Uçar, Mehmet Yüksel, Edirne Milletvekili Şemsettin Emir, Elazığ
Milletvekilleri Şuay Alpay, Serpil Bulut, Erzincan Milletvekili Talha
Erol Durmaz, Erzurum Milletvekili Adnan Yılmaz, Eskişehir Milletvekili Salih Koca, Giresun Milletvekili Turhan Alçelik, Gümüşhane
Milletvekili Kemalettin Aydın, Hatay Milletvekili Mehmet Alğan,
Isparta Milletvekili Recep Özel, İstanbul Milletvekilleri Abdurrahim
Boynukalın, Osman Can, Alev Dedegil, İdris Güllüce, Uğur Işılak,
Sevim Savaşer, Ethem Tolga, Hüseyin Yayman, Mustafa Afşın
Yazıcıoğlu, Özlem Zengin, İzmir Milletvekili Cemil Şeboy, Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Bayazıt Kaçar, Karabük Milletvekili
Osman Kahveci, Kars Milletvekili Mehmet Uçum, Kastamonu
Milletvekili Mustafa Gökhan Gülşen, Kayseri Milletvekilleri Ahmet
Doğan, Yaşar Karayel, Havva Talay Çalış, Kemal Tekden, Kırıkkale
Milletvekili Oğuz Kağan Köksal, Kırklareli Milletvekili Hamdi Irmak,
Kocaeli Milletvekili Cemalettin Kaflı, Konya Milletvekili Rüveyde
Gülseren Işık, Mersin Milletvekilleri Mustafa Muhammet Gültak,
Muhsin Kızılkaya, Muğla Milletvekili Hasan Kökten, Ordu Milletvekili İhsan Şener, Sakarya Milletvekilleri Ali İnci, Ayşenur İslam,
Şanlıurfa Milletvekilleri Mazhar Bağlı, Seyit Eyyüpoğlu, Hamide
Sürücü, Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler.
AK Parti’nin 7 Haziran’daki genel seçimlerde “üç dönem kuralı”
nedeniyle aday göstermediği 70 isimden 24’ü 12 Eylül’deki kongrede yapılan tüzük değişikliği sonrasında listelerde yer aldı. Bu isimler
ve aday gösterildikleri seçim bölgeleri şöyle: Ali Babacan Ankara 1.
Bölge 1. sıra, Beşir Atalay Van 1. sıra, Mehmet Mehdi Eker İstanbul
3. Bölge 1. sıra, Binali Yıldırım İzmir 1. Bölge 1. sıra, Ömer Çelik Adana
1. sıra, Recep Akdağ Erzurum 1. sıra, Hayati Yazıcı İstanbul 2. Bölge
1. sıra, Taner Yıldız Kayseri 2. sıra, Faruk Çelik Şanlıurfa 1. sıra, Bekir
Bozdağ Yozgat 1. sıra, Haluk İpek Amasya 2. sıra, Cemil Çiçek Ankara 2. Bölge 1. sıra, Nurettin Canikli Giresun 1. sıra, Mustafa Elitaş
Kayseri 3. sıra, Burhan Kuzu İstanbul 2. Bölge 3. sıra, Mehmet Ali
Şahin Karabük 1. sıra, Ayhan Sefer Üstün Sakarya 1. sıra, Mustafa
Ataş İstanbul 1. Bölge 2. sıra, Mevlüt Çavuşoğlu Antalya 1. sıra,
Bayram Özçelik Burdur 1. sıra, Hakkı Köylü Kastamonu 1. sıra, Şaban Dişli Sakarya 2. sıra, Zeyid Aslan Tokat 2. sıra, Murat Yıldırım
Ankara 2. Bölge 12. sıra.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), milletvekili aday listelerini büyük
oranda 7 Haziran öncesinde gerçekleştirilen ön seçim sonuçlarına
göre düzenledi. Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili
Murat Özçelik ile Tokat Milletvekili Orhan Düzgün listelerde yer
almadı. Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker ise 7 Haziran seçimleri öncesinde 1. sırada yer aldığı seçim bölgesinde bu kez 4. sırada
olmasına tepki göstererek adaylıktan çekildiğini açıkladı.
Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) İstanbul Milletvekili Meral
Akşener, Ankara Milletvekili Mustafa Erdem, Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak, Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin, Karabük Milletvekili Durmuş Yalçın ve Manisa Milletvekili Zeynel Balkız listelerde
yer bulamadı. Geçici Bakanlar Kurulu’nda yer alması dolayısıyla
Merkez Disiplin Kurulu kararıyla MHP’den ihraç edilen Başbakan
Yardımcısı Yıldırım Tuğrul Türkeş ise AK Parti’den Ankara 2. Bölge
2. sıra adayı oldu.
Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel, Siirt Milletvekili Hatice Seviptekin, Van
Milletvekilleri Remzi Özgökçe ve Selami Özyaşar aday listelerinde
yer almadı.
5 aylık milletvekilliği
25. Dönem’de milletvekili seçilip 26. Dönem aday listelerinde yer
almadıkları için sadece 5 ay milletvekilliği yapan isimler ise şöyle:
AK Parti’den Sadullah Kısacık (Adana), Remziye Sıvacı (Afyonkarahisar), Nevzat Palta (Aksaray), Mehmet Sadık Atay (Aydın),
Şemsettin Emir (Edirne), Serpil Bulut (Elazığ), Talha Erol Durmaz
(Erzincan), Mehmet Alğan (Hatay), Osman Can, Hüseyin Yayman,
Ethem Tolga, Özlem Zengin, Abdurrahim Boynukalın, Uğur Işılak,
Mustafa Afşın Yazıcıoğlu (İstanbul), Cemil Şeboy (İzmir), Mehmet
Uçum (Kars), Ahmet Doğan, Kemal Tekden, Havva Talay Çalış (Kayseri), Hamdi Irmak (Kırklareli), Cemalettin Kaflı (Kocaeli), Rüveyde
Gülseren Işık (Konya), Mustafa Muhammet Gültak, Muhsin Kızılkaya (Mersin), Hasan Kökten (Muğla), Ali İnci (Sakarya), Mazhar Bağlı,
Hamide Sürücü (Şanlıurfa), Fatma Gaye Güler (Tokat); CHP’den
Murat Özçelik (İstanbul); MHP’den Durmuş Yalçın (Karabük),
Zeynel Balkız (Manisa); HDP’den Remzi Özgökçe, Selami Özyaşar
(Van), Hatice Seviptekin (Siirt).
7
GAZİLER GÜNÜ KUTLANDI
SAKARYA Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından Mustafa Kemal
Atatürk’e Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla “Mareşal” ve “Gazi” unvanlarının
verildiği 19 Eylül 1921 tarihinin yıldönümleri Gaziler Günü olarak kutlanıyor. Etkinlikler,
2004’ten beri olduğu gibi bu yıl da Başbakanlık’ın Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren yönetmeliğine uygun olarak düzenlenirken, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan ve Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül birer mesaj yayımladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazilerin vatan topraklarındaki varlığımızın birer sembolü
ve güvencesi olduğunu vurguladığı mesajında günümüzdeki gelişmeleri de değerlendirerek şu ifadelere yer verdi: “Bugün de, ülkemize yönelen tehditlere karşı kendilerini
siper eden kahraman askerlerimiz ve polislerimiz, aynı şuur ve fedakarlıkla görev yapmaktadırlar. Aziz milletimiz, kutsal değerlerini, vatan ve bayrak sevgisini her şeyin
üstünde tutan, bu uğurda hayatlarını feda etmekten çekinmeyen kahramanlarımız
sayesinde karşısına çıkan tüm badireleri atlatacak güce, dirayete, kararlılığa sahiptir.
Bizler, ecdadımızdan miras kalan hasletlere sahip çıkmanın, birlik ve beraberliğimize
yönelen tehditlere karşı mücadele etmenin, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin
üstüne çıkarmak için çalışmanın, şehitlerimize ve gazilerimize vefa borcumuzun da
gereği olduğuna inanıyoruz. Ülkemizin sessiz kahramanları olan şehit ve gazilerimizi
sevgi, saygı ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e,
istiklal mücadelesindeki önderliğinden dolayı ‘Müşir ve Gazi’ unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Günü’nü en içten duygularımla kutluyor, tüm gazilerimize minnet
ve şükranlarımı sunuyorum.”
Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise vatan savunması ve bağımsızlık için insan
üstü bir fedakarlıkla çabalamış şehitler ve gazilerin milletin övünç kaynağı olduğunu
kaydetti. Gönül, “Millî birlik ve beraberliğimizin temini uğruna canlarını ortaya koyan,
kutsal vatan topraklarının müdafaası için millî ruhla, üstün cesaret ve fedakarlık
anlayışıyla gazilik mertebesine ulaşan kahramanlarımızın Gaziler Günü’nü kutlu-
8
HABERLER
yorum” ifadeleriyle başladığı mesajında
şunları dile getirdi: “Fedakarlık, bu vatanı
ayakta tutan yüce bir değerdir. Gazilerimiz,
işte bu millî fedakarlığın timsalleridir. Onlar,
milletimizin bağımsızlığını, vatanımızın
bütünlüğünü korumak için kendi canlarını
hiç düşünmeden ortaya koyan kahramanlardır. Gazilerimizin bakışlarındaki vakar ve
metanet bu fedakar ruhun temiz yüzlerine
yansımasıdır.”
SAHİL GÜVENLİK 53 BİN GÖÇMENİ ÖLÜMDEN KURTARDI
ORTA Doğu’daki çatışma ortamının, özellikle Suriye İç Savaşı’nın
yarattığı düzensiz göç dalgası Avrupa’nın önemli sorunlarından biri
haline geldi. Bölge ile Avrupa arasındaki coğrafi konumu nedeniyle
bu problemden en fazla etkilenen ülke ise Türkiye. Kaçak yollarla
Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacıların ilk durağı olan Türkiye’de
göçmenler için alınan güvenlik tedbirleri üst noktaya taşındı. Özellikle Ege Denizi’ni kullanan mültecilerin sağlıksız şartlarda yaptığı
yolculukların ölümlü kazalarla sonuçlanmasını ve yasa dışı yollarla
sınırdan geçilmesini önlemek için Sahil Güvenlik Komutanlığı başta olmak üzere birçok kurum çeşitli faaliyetler yürütüyor.
Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün Sahil Güvenlik Komutanlığı verilerine dayanarak hazırladığı raporda, deniz yoluyla
göçte geçen yıla oranla yüzde 400 artış olduğu kaydedildi. Türk
arama kurtarma sahasında kurtarılan göçmen sayısı geçen yıl
574 olayda 14 bin 961 kişiyken, 1 Ocak-15 Eylül 2015 tarihleri
arasında 1428 olayda toplam 53 bin 874’e ulaştı. Raporda ayrıca
Akdeniz’de Avrupa ülkeleri tarafından düzenlenen operasyonlarda ölüm oranları yüzde 1,6 olarak saptanırken, Türkiye’nin kendi
bölgesinde gerçekleştirdiği kurtarma faaliyetlerinde bu oranın
yüzde 0,1 seviyesinde olduğu belirtildi.
BİLİM MERKEZLERİ PROJESİNE YOĞUN İLGİ
TÜRKIYE Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) “Bilim Merkezi
Sergilerinin Tasarımı ve Prototiplerinin Geliştirilmesi” konulu proje çağrısına toplam
bütçesi 110 milyon lirayı aşan 88 projenin katıldığı, 32 projenin desteklenmeye değer
bulunduğu bildirildi. Projeler için en fazla 18 ay süreyle, üst sınırı 2 milyon lira olan hibe
desteği sağlanacak.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık,
bilim merkezlerinde konuların bilgisayar
oyunlarından mekanik düzeneklere, ahşap
oyuncaklardan gündelik malzemelere çok
çeşitli araçlarla ele alındığını kaydetti. Işık,
bilimle uğraşmanın sıkıcı olmadığını gösteren
sergileri de bünyesinde barındıran bilim merkezlerinin önemine dikkat çekerek 2023 yılına
kadar bütün illere bu merkezlerden kazandırmayı hedeflediklerini ifade etti. Bakan Işık,
kurulacak bilim merkezlerinde sergilenecek
ürün ve deney setlerindeki yerli katkıyı artırmak amacıyla başlatılan proje kapsamında
yapılan başvurularda yenilikçi, etkileşimli, engelli kullanımına uygun, çoklu ortam tasarımı
ve dekorasyon bakımından kullanışlı fikirlerin
öne çıktığının altını çizdi. Işık, desteklenen
projelerin Ankara, İstanbul, Bursa, İzmir, Konya, Eskişehir ve Samsun’dan sunulduğunu da
sözlerine ekledi.
9
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN TBMM’YE TEŞEKKÜR
TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi Avrupa ve Orta Asya Ofisi Direktörü ve Türkiye Temsilcisi, İzlanda’nın eski Dışişleri
Bakanı İngibjorg Solrun Gisladottir’i makamında kabul
etti. Gisladottir, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu, Parlamentolararası Birlik (PAB) ve BM
Kadın Birimi tarafından yürütülen “Siyasi Liderlik
ve Siyasi Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Projesi” hakkında görüş alışverişi için Neziroğlu’nu
ziyaret ettiğini söyledi. Türkiye’de halihazırda 11
belediye ile toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe çalışması gerçekleştirdiklerini, Meclis’in de bu çalışmalarda doğru
bir ortak olabileceğini düşündüklerini kaydeden Gisladottir,
TBMM’nin, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kapasitesinin artırılması, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde
çalışılması gibi özellikleri dolayısıyla diğer ülke parlamentoları için
örnek model teşkil ettiğini belirtti. Gisladottir, “Siyasi Liderlik ve
Siyasi Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi”ne
verdiği destekten dolayı TBMM’ye teşekkür etti.
TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ise PAB
bünyesinde oluşturulan Parlamento Genel Sekreterleri Birliği’nin toplantıları vesilesiyle yılda
iki kez dünya parlamentoları genel sekreterleri
ile bir araya geldiğini, bu toplantılarda parlamentoların çeşitli alanlardaki iyi uygulama örnekleri hakkında sunumlar yapıldığını, TBMM’nin
de farklı konularda gerçekleştirdiği çalışmalarla diğer
parlamentoların büyük ilgisini çektiğini kaydetti. Neziroğlu,
toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hayata geçirilen çalışmaların da gelecek toplantılarda bir sunum konusu teşkil edebileceğini
sözlerine ekledi.
PRİM BORCU OLANLARA SAĞLIK HİZMETİ
ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ahmet Erdem, Bağ-Kur’lu
ve sosyal güvencesi bulunmadığı için Genel Sağlık Sigortalısı
(GSS) olan vatandaşların prim borcu olup olmadığına bakılmaksızın Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ait sağlık tesisleri ve
devlet üniversitelerinin sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinden sağlık hizmeti alabileceklerini bildirdi. Erdem konuyla ilgili
açıklamasında, “Kanuna eklenen geçici bir madde ile GSS kapsamında olup da genel sağlık sigortası tescili yapılmış, ancak gelir
testine hiç başvurmayan ve primlerini ödemeyen vatandaşlarımıza birtakım kolaylıklar sağlanması amacıyla bu düzenlemeyi
yaptık. Vatandaşlarımızın kanunda belirtilen sürede gelir testine
10
HABERLER
başvurmaları halinde çıkan sonucun ilk tescil tarihinden itibaren
uygulanması hakkını getirdik. Diğer taraftan, aynı kanun ile
ödenmemiş prim borcu olan vatandaşlarımıza bu borçlarını peşin
veya 18 aya kadar taksitle 2’şer aylık dönemler halinde ödeyerek sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanını getirdik. 2 Ekim
2015’e kadar yapılandırma uygulamasından yararlanmayan, gelir
testine müracaat etmeyen vatandaşlarımız, yapılandırma kanunundan önce olduğu gibi yine gelir testine müracaat edebilecek
ve çıkan sonuca göre primlerini ödeyebilecek. Bu kararla, gelir
testi yaptıramayan, primlerini ödeyemeyen veya yapılandıramayan Genel Sağlık Sigortalılarımızın konuya ilişkin sorunlarını
gidermiş olduk” dedi.
1 Ocak 2012’den itibaren çalışmayan, aylık veya gelir almayan
ya da herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayan vatandaşlar, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu kapsamında Genel Sağlık Sigortalısı olarak tescil edilmeye başlamıştı. GSS kapsamındaki vatandaşların gelir testi
yaptırarak testin sonucuna göre kendileri için hesaplanan genel
sağlık sigortası primlerini ödemeleri veya devlet tarafından
karşılanmasıyla sağlık hizmetlerinden faydalanabildiğini belirten
Bakan Erdem, gelir testlerinin sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarınca yapıldığını hatırlattı.
DÜNYADAN
DÜNYA LIDERLERI
NEW YORK’TA BULUŞTU
BIRLEŞMIŞ Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 70. Dönem Genel Görüşmeleri ve Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Zirvesi toplantıları için dünya liderleri New York’ta bir
araya geldi. Toplantı ve görüşmelerin odağında Suriye’deki iç savaş, mülteci sorunu,
terör, iklim değişikliği gibi konular yer aldı. Genel Görüşmeler’in ilk gününde ABD
Başkanı Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı
Şi Cinping, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, İran Cumhurbaşkanı Hasan
Ruhani ve Küba Devlet Başkanı Raul Castro Genel Kurul’a hitap etti.
Toplantılara Türkiye’yi temsilen Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında bir
heyet katıldı. Heyette Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu ve MİT Müsteşarı Hakan
Fidan da yer aldı. Davutoğlu New York’ta bulunduğu süre zarfında ABD Başkanı
Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İngiltere Başbakanı David
Cameron, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, Norveç Başbakanı Erna Solberg, AB Konseyi Başkanı
Donald Tusk ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi.
Başbakan Davutoğlu, Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Zirvesi’nde bir konuşma yaparak
insanlığın çok karmaşık ve birbiriyle ilişkili sorunlarla karşı karşıya olduğunun altını çizdi. Fakirlik, eşitsizlik, iklim değişikliği, çevre ve küresel
sağlık sorunları, ihtilaflar, şiddete varan aşırıcılık,
terörizm ve bunların sonucunda ortaya çıkan
insani krizler ve çok sayıda insanın yerinden edilmesi gibi problemlerin dünyanın geleceğini ciddi
olarak tehdit ettiğini belirten Davutoğlu şunları
söyledi: “Biz yıllardır sürdürülebilir kalkınmanın
barış ve güvenlik olmadan olamayacağının
bilincindeyiz. 2030 Gündemi de bunu çok net
bir şekilde gösteriyor. O nedenle sürdürülebilir
kalkınma olmaksızın barış ve güvenliği de elde
edemeyeceğimizi biliyoruz. Bu çerçevede insani
krize baktığımızda Orta Doğu’da çok ciddi bir
insani kriz ile karşı karşıyayız. Bu, güvenlik ve
istikrar olmamasından dolayı ortaya çıkan ciddi
bir sorun. Biz, bugüne kadar uluslararası toplumdan çok mütevazı destekler olmasına rağmen,
Suriyelilere evsahipliği yapmak için çok önemli
katkılar sağlamaya çalıştık. Biz bu çerçevede
sürdürülebilir kalkınma hedeflerimize ulaşmak
için elimizden geleni yapmak zorundayız. Bunu
yapmadığımız takdirde çok ciddi sorunlarla karşı
karşıya kalabiliriz. Onun için de insani kalkınma
konusuna çok önem vermeliyiz. Bu çerçevede
Türkiye’de diplomasi, hem insani yardım hem
kalkınma hedefi konularını bir arada ele almaktadır. Özellikle Sahraaltı Afrika ülkelerine yönelik
olarak da çalışmalarımızı devam ettiriyoruz.”
11
YUNANİSTAN’DA İKİNCİ ÇİPRAS DÖNEMİ
YUNANISTAN’DA bir önceki Çipras hükümetinin istifasının ardından hükümet
kurulamaması sonucu gerçekleştirilen erken seçimlerde Radikal Sol Koalisyon İttifak (SYRIZA) yüzde 35,53’lük oy oranıyla yine birinci parti oldu. Geçen seçime göre
İttifak’ın oylarındaki yüzde 0,8’lik düşüş Yunan halkının Çipras’a güvenini tescillediği
yönünde yorumlandı.
Aleksis Çipras başkanlığındaki SYRIZA, Panayiotis Kammenos başkanlığındaki
Bağımsız Yunanlar Partisi (ANEL) ile koalisyon hükümeti kurdu. Hükümet, Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un huzurunda yemin ederek göreve başladı. Yeniden
başbakanlık koltuğuna oturan Çipras’ın kısa süre içinde uluslararası kredi kuruluşları
ve Avrupa Birliği’yle imzalanan anlaşmalar gereği 150’ye yakın ekonomik reformu
hayata geçirmesi bekleniyor.
Avrupalı uzmanlar seçimin galibinin SYRIZA olmasını olumlu karşıladı. Ülkede seçimin ardından siyasi ya da ekonomik bozulma beklenmediğini vurgulayan uzmanlar, reformları uygulamak zor olsa da seçimin Yunanistan’da ekonomik faaliyetleri
artırma açısından olumlu olacağı görüşünde.
BURKİNA FASO’DA DARBE
AFRIKA ülkesi Burkina Faso’da ordu
yönetime el koydu. Cumhur başkanlığı Muhafız Alayı’nın başkent
Ouagadougou’da düzenlenen kabine
toplantısını basarak Geçici Devlet Başkanı Michel Kafando, Başbakan Yakub
İshak Zida ve bakanları rehin almasının
ardından resmî devlet televizyonundan
Devlet Başkanı ve Başbakan’ın istifa
ettiği duyuruldu. Askerler, 11 Ekim’de
yapılması planlanan seçimlere kadar
göreve gelmiş geçiş hükümetinin düştüğünü, Aziz Korogho’nun liderliğindeki
Ulusal Demokrasi Konseyi’nin (CND)
ülke yönetimini devraldığını açıkladı. Ardından CND’nin başına 27 yıllık iktidarı
geçtiğimiz yıl bir halk ayaklanmasıyla
son bulan eski devlet başkanı Blaise
Compaore’ye yakınlığıyla bilinen General Gilbert Diendere getirildi.
12
DÜNYADAN
Sokağa çıkma yasağı ilan edilen ülkede karmaşa hâkim. Çıkan olaylarda ölü ve yaralılar
olduğu kaydediliyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun darbeyi kınayan bir
açıklama yayımladı. Afrika Birliği konuyu görüşmek üzere acil toplantı kararı aldı. Türkiye
de gelişmelerden duyduğu kaygıyı Dışişleri Bakanlığı’nın şu mesajıyla dile getirdi: “Burkina
Faso’nun içinde bulunduğu geçiş dönemi ve 11 Ekim 2015 tarihinde düzenlenmesi öngörülen
genel seçimler ışığında, ülkede demokrasinin inşasına engel oluşturan söz konusu darbenin
Burkina Faso’daki barış sürecini tehlikeye attığı ve ülkedeki durumu daha da kırılgan hale
getirdiği kanaatindeyiz. Bu süreçte tüm tarafları şiddetten kaçınmaya davet ediyoruz.”
MOSKOVA’YA MERKEZ CAMİİ
RUSYA’NIN başkenti Moskova’da, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın katkılarıyla Rusya Müslümanları Dinî İdaresi
tarafından inşa ettirilen Moskova Merkez Camii, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın katıldığı törenle açıldı.
19 bin metrekarelik yapının 10 bin kişilik kapasiteye sahip olduğu
açıklandı.
Açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, farklı inanç
ve kökene sahip insanların aynı çatı altında yaşama tecrübesine
Rusya’nın çok önemli bir örnek olduğunu ifade etti. Caminin yapımında emeği geçenlere teşekkürlerini sunan Erdoğan şunları
kaydetti: “Ortak değerler etrafında buluşarak, tüm farklılıkların ötesinde müşterek hayat alanı oluşturabilmenin ve gelecek tasavvuru
kurabilmenin mümkün olduğuna, bugün burada, Moskova’da bir
kez daha şahit oluyoruz. Biz bu güzel manzara karşısında memnuniyetimizi ifade ederken, maalesef dünyanın pek çok yerinde tam
tersi görüntüler yaşanıyor. İsrail’in Filistinlilere uyguladığı ayrımcı
politikalar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti ihlal edilerek tehlikeli bir yere doğru götürülüyor. Bilhassa Suriye, Irak, Mısır, Libya,
Yemen gibi yakın çevremiz ile bu bölgelerden kaçan insanların yöneldiği Avrupa sınırlarında tüm insanlığı utandırması gereken hazin
manzaralar yaşanıyor. İnançları, kökenleri ve bölgelerinin ötesinde
insanların bizatihi bu sıfatla sahip oldukları haklardan dahi mahrum
bırakıldıklarını görmekten dolayı üzüntülüyüz. Akdeniz’de, Ege’de
ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta
kendisidir.”
Rusya Devlet Başkanı Putin Moskova Merkez Camii açılışının tüm
Rusya Müslümanları için önemli bir olay olduğunu belirtti.
TÜRKİYE’DEN UGANDA’YA YARDIM ELİ
BAŞBAKANLIK Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)
Uganda’nın Jinja bölgesindeki Devlet Hayvancılık Araştırma ve Damızlık Üretim Merkezi’ne 100 ton kapasiteli su deposu inşa etti. Su
deposunun, Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmak
üzere geliştirdiği programlar kapsamında, Uganda’da hayvancılık
alanında ilerleme kaydedilmesi amacıyla yapıldığı açıklandı. Tesisin
açılışına Türkiye’nin Kampala Büyükelçisi Sedef Yavuzalp, Uganda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Devlet Hayvancılık Araştırma ve
Damızlık Üretim Merkezi yetkilileri, bölge çiftçileri ve TİKA yetkilileri katıldı.
TİKA’dan yapılan açıklamada, daha önce Viktorya Gölü’nden
beslenen 36 ton kapasiteli sulama deposunun kullanıldığı, ancak
bu miktarın bölge ihtiyaçlarına cevap vermeyerek kıtlığa yol açtığı
bildirildi. Bu sorunun giderilmesi için yapılan yeni deponun yanı
sıra sistem bağlantılarının da inşa edilerek mevcut dağıtım ve
sulama sistemine entegre edildiği belirtildi. Ayrıca, Uganda’nın
kalkınmasında önemli bir adım olarak görülen tarım ve hayvancılık
faaliyetlerinin desteklenmesi için bölgeye yeni bir jeneratör temini,
var olan sistem bağlantılarının yenilenmesi ve dağıtım sisteminin
geliştirilmesinin de ilerleyen dönemde hayata geçirilecek projeler
arasında bulunduğu kaydedildi.
13
MİLLÎ İRADENİN TEMSİL YERİ:
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
İSMET YILMAZ
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI BAŞKANI
T
ÜLKEMİZİN BUGÜN ULAŞTIĞI
SOSYAL, SİYASAL, EKONOMİK VE
DEMOKRATİK SEVİYE YENİ BİR
ANAYASAYI ZORUNLU KILMAKTADIR.
BU NEDENLE, MECLİSİMİZİN
ÖNCELİĞİ YENİ BİR ANAYASA
OLMALIDIR.
14
ürkiye Büyük Millet Meclisi, demokratik hayatımızın kalbi, millî iradenin temsil yeridir. Kurulduğu
günden bugüne kadar halkımızın ümit kaynağı olmuş,
Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiş ve devlet kurmuş gazi
bir Meclistir.
Meclisimizin kurulduğu dönemi, Kurtuluş Savaşı’nı
verdiğimiz günleri hatırlarsak, altı yüz yıllık Osmanlı
Devleti’nin dağıldığı, başkentinin işgal edildiği, ümitlerin tamamen tükendiği günlerde bile bu Meclis
ümidini yitirmemiş, parlak bir zafere imza atmıştır.
En sıkıntılı günlerden bugüne kadar, bu Meclis’te
görev yapanlar, azmin, inancın, kararlılığın, cesaret
ve kahramanlığın en güzel örneklerini sergileyerek,
büyük bir fedakarlık ve sorumluluk bilinciyle bu yüce
Meclis’i açık tutmuş, etkin bir şekilde çalıştırmış, görevlerini layıkıyla yerine getirmişlerdir. Kuruluşundan
bugüne kadar geçen, yüz yıla yakın, tarihî geçmişini
incelediğimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı
Millî sınırları içerisinde egemen bir devlet kurmuş, tek
partili sistemden çok partili sisteme geçişi sağlamış,
başta eğitim ve hukuk olmak üzere pek çok alanda
büyük reformlar gerçekleştirmiştir.
Millî iradenin en somut göründüğü yer olan Meclisimiz, bugün de her türlü sorunun çözüm adresidir.
Özellikle, son on yılda yaptığı “demokratik devrim”
niteliğindeki yasama çalışmalarıyla istikrarlı bir kalkınma döneminin temelini atmıştır. Ayrıca bu yasama
dönemlerinde, değişen dünya şartlarına uygun olarak
uluslararası ilişkilerde de parlamenter diplomasiye
ağırlık vererek dış politika alanında aktif bir siyaset
yürütmüş ve siyaset kurumunu etkin hale getirmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bilindiği üzere, yasama ve denetim olmak üzere iki temel görevi vardır.
Bundan bir önceki dönem olan 24. Dönem’de bu iki görevini son derece verimli bir şekilde gerçekleştirmiştir.
Bu çalışmalar şu şekilde özetlenebilir:
YASAMA FAALİYETLERİ
DENETİM FAALİYETLERİ
Kanun Tasarıları:
Sözlü Soru Önergesi:
24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa 772 kanun tasarısı sunulmuştur. Bu kanun tasarılarından 383’ü kanunlaşmış olup 261’i
Genel Kurul gündeminde, 114 kanun tasarısı ise komisyonlarda
bulunmaktadır. Aynı dönemde 14 kanun tasarısı hükümetçe geri
alınmıştır.
24. Yasama Dönemi’nde 8.635 sözlü soru önergesi verilmiştir. Bunlardan 176’sı Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış, 1.279’u
Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından iade
edilmiş, 102’si mükerrer geldiğinden işleme konulmamıştır. İşleme
alınan 7.078 sözlü soru önergesinin 14’ü Gelen Kâğıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 2.134’ü cevaplanmış olup 4.914’ü Genel
Kurul gündeminde kalmış, 16’sı ise gündeme alınmayı beklemiştir.
Kanun Teklifleri:
24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa 2.828 kanun teklifi sunulmuştur. Bu kanun tekliflerinden 2’si karar olmuş, 366’sı da kanunlaşmış
olup 2.425 kanun teklifi komisyonlarda, 26 kanun teklifi ise Genel
Kurul gündeminde bulunmaktadır. Aynı dönemde 9 kanun teklifi,
teklif sahibi milletvekillerince geri alınmıştır.
Kanunlar ve Kararlar:
24. Yasama Dönemi’nde 234 adedi uluslararası anlaşmaların onaylanmasına ilişkin olmakla birlikte 418 kanun kabul edilmiş olup bu
kanunlardan 3’ü Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderilmiştir. Ayrıca aynı yasama döneminde 98 TBMM
kararı alınmıştır.
Kanun Hükmünde Kararnameler:
23. Yasama Dönemi’nden intikal eden 235 ve 24. Yasama
Dönemi’nde gelen 35 olmak üzere toplam 270 Kanun Hükmünde
Kararname’den 1’i 2. Yasama Yılı’nda, 1’i de 3. Yasama Yılı’nda kanunlaşmıştır. 268 KHK ilgili komisyonlarda bulunmaktadır.
Yasama Dokunulmazlıkları:
24. Yasama Dönemi’nde Başkanlığa yasama dokunulmazlığına
ilişkin 1.232 Başbakanlık Tezkeresi sunulmuştur. Bu tezkerelerden 135’i milletvekilliğinin sona ermesi nedeniyle, 39’u ise istem
üzerine Başbakanlığa iade edilmiştir. 1.058 tezkere TBMM’de
bulunmaktadır.
Yazılı Soru Önergesi:
24. Yasama Dönemi’nde 68.784 yazılı soru önergesi verilmiştir.
Bunlardan 373’ü Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış,
4.463’ü Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından
iade edilmiş, 486’sı mükerrer geldiğinden işleme konulmamıştır.
İşleme alınan 63.462 yazılı soru önergesinin 12’si Gelen Kâğıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 13.970’i süresi içinde ve 24.771’i
süresi geçtikten sonra olmak üzere toplam 38.741’i cevaplanmış
olup 22.799’u cevaplandırılmamıştır. 1.910 yazılı soru önergesi ise
işlemdedir.
Meclis Araştırma Önergesi:
24. Yasama Dönemi’nde 3.329 Meclis araştırma önergesi verilmiştir. Bunlardan 3’ü Gelen Kâğıtlar listesine girmeden geri alınmış,
38’i Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine uygun bulunmadığından
iade edilmiştir. İşleme alınan 3.288 Meclis araştırma önergesinin
1’i işlemden kaldırılmış, 16’sı görüşülerek 1’i hariç diğerleri kabul
edilmiştir. Konuları aynı olan önergelerin birleştirilerek görüşülmesi
sonucunda 10 Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur. 1.113
önerge Genel Kurul gündeminde kalmış olup 2.058’i işlemdedir.
24. Yasama Dönemi’nde kabul edilen Meclis araştırma önergeleri
ile kurulan 10 Meclis araştırması komisyonundan 8’inin raporu
basılmış olup bunlardan 4’ü hakkında Genel Kurul’da genel görüşme açılmıştır.
15
YENİ DÖNEMDE YENİ BİR İÇTÜZÜK İLE YASAMA VE DENETİM
FAALİYETLERİNİN ETKİN BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLMESİ SAĞLANMALIDIR.
Genel Görüşme Önergeleri:
olarak kurulan bu komisyonun birinci aşaması veri toplama aşa-
24. Yasama Dönemi’nde 85 genel görüşme önergesi verilmiştir.
Genel Kurul’da görüşülen 5 önergenin 4’ü kabul edilerek genel
görüşme açılmış, 1’i ise reddedilmiştir. 19 önerge Genel Kurul gündeminde kalmış olup 61 önerge işlemdedir.
masıydı. Bu aşamada komisyon ülkeyi dolaşarak üniversitelerin,
Meclis Soruşturması Önergeleri:
24. Yasama Dönemi’nde 13 Meclis soruşturması önergesi verilmiştir. Bunlardan 1’i Gelen Kağıtlar listesine girdikten sonra geri
alınmış, 2’si işlemden kaldırılmış olup 10’u Genel Kurul’da görüşülmüştür. Genel Kurul’da görüşülen 10 önergeden 9’u üzerinde
yapılan görüşmeler neticesinde Meclis soruşturması açılması
Genel Kurul tarafından reddedilmiş, (9/8) esas numaralı Meclis
soruşturması önergesi ise kabul edilerek Meclis soruşturması
komisyonu kurulmuştur.
Gensoru Önergeleri:
24. Yasama Dönemi’nde 55 gensoru önergesi verilmiştir. Bunlardan 14’ü Gelen Kağıtlar listesine girdikten sonra geri alınmış, 2’si
işlemden kaldırılmış, 39 önergenin ise gündeme alınması Genel
Kurul tarafından reddedilmiştir.
Özetleyecek olursak, genel olarak baktığımızda Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin 24. Dönem’de toplumsal talep ve beklentileri
karşılayan çok önemli düzenlemeler yaptığını görürüz. Bu önemli
düzenlemelerden öne çıkanlardan biri eğitimle ilgili düzenlemedir.
24. Dönem’de verilen bir kanun teklifi ile zorunlu eğitim 4+4+4
şeklinde kademeli bir sisteme dönüştürülmüştür. Bu dönemde yapılan önemli düzenlemelere iç güvenlik reformunu da ekleyebiliriz.
24. Dönem’deki önemli çalışmalardan bir diğeri ise Anayasa
Uzlaşma Komisyonu’nun yapmış olduğu çalışmadır. Dört aşamalı
16
sivil toplum kuruluşlarının ve halkın nasıl bir anayasa istediğini
öğrenmek için talep ve ihtiyaçları tespit etti. İkinci aşamada
elde edilen bu verileri analiz etmek üzere bir çalışma yapıldı.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yaptığı bu çalışma ne var ki
24. Dönem’de bir sonuca ulaştırılamadı.
7 Haziran 2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nden
sonra 23 Haziran 2015’te 25. Dönem milletvekilleri Genel Kurul’da
ant içerek görevlerine başladılar ve aynı gün Meclis Başkanı
seçimi süreci başlamış oldu. 1 Temmuz 2015’te yapılan TBMM
Başkanı seçiminin 4. turunda Meclis Başkanı seçildi.
25. Dönem’de hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek
çoğunluğa sahip olamadığı gibi bir koalisyon ya da azınlık hükümeti de kurulamadı. Bunun üzerine, Anayasa’nın 114. Maddesi
gereği Cumhurbaşkanımız tarafından Başbakan Sayın Ahmet
Davutoğlu Geçici Seçim Hükümetini kurmak üzere görevlendirildi
ve seçim kararı alındı.
1 Kasım 2015 tarihinde yapılacak Milletvekili Genel Seçimi’nden
sonra güçlü bir hükümet kurulması ve Meclis çalışmalarına
başlaması en büyük dileğimizdir. Bu dönemde de önceliğimiz,
halkımızın da öncelikli beklentisi olan yeni bir anayasa olacaktır.
Bildiğiniz üzere ülkemizin bugün ulaştığı sosyal, siyasal, ekonomik ve demokratik seviye yeni bir anayasayı zorunlu kılmaktadır.
Bu dönemde bir başka önceliğimiz de İçtüzük değişikliği
olacaktır. Yeni dönemde yeni bir İçtüzük çıkarılarak yasama ve
denetim faaliyetleri etkin bir şekilde yürütülmelidir.
1 Kasım 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nin milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
17
TBMM 25. DÖNEM’DE
2. YASAMA YILI
18
CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN, 1 EKIM 2015 TARIHINDE
TBMM 25. DÖNEM 2. YASAMA YILI’NIN AÇILIŞINDA MILLETVEKILLERINE
HITAP ETTI. ERDOĞAN, “1 KASIM’DA MILLET IRADESININ EN SAĞLIKLI
ŞEKILDE SANDIĞA YANSIMASI, PARLAMENTO IÇINDEKI VE DIŞINDAKI
TÜM SIYASI PARTILER IÇIN BIR NAMUS VE ŞEREF MESELESIDIR” DEDI.
NEHIR ÖZTÜRK
19
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi, 25. Dönem 2. Yasama Yılı çalışmalarına 1 Ekim 2015
tarihinde başladı. Yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla Meclis’teki Atatürk Anıtı’nda
tören düzenlendi. TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ın anıta çelenk bırakmasının ardından
saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. Törende TBMM Başkanvekilleri Şafak
Pavey ve Yurdusev Özsökmenler, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Adalet Bakanı
Kenan İpek, İçişleri Bakanı Selami Altınok, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Feridun Bilgin, AK Parti Grup Başkanvekilleri Doğan Kubat, Ahmet Aydın ve İlknur İnceöz,
CHP Grup Başkanvekilleri Levent Gök ve Engin Altay, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural,
TBMM İdare Amiri Salim Uslu, milletvekilleri ve TBMM bürokratları yer aldı. TBMM Genel
Kurulu ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla TBMM Başkanı İsmet
Yılmaz’ın başkanlığında toplandı.
Yılmaz, 25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, başta Gazi
Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, kuruluşundan bugüne kadar millete hizmet eden
tüm Meclis mensuplarını saygıyla anarak sözlerine başladı. Şehitlere Allah’tan rahmet,
gazilere acil şifalar dileyen Yılmaz, “Yeni yasama yılını yeni bir seçim süreci içinde açıyoruz. Demokraside millet denetiminin en somut şekli seçimdir. Milletimizin, bu denetimi,
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da en iyi şekilde yerine getireceğine olan inancım
tamdır. Halkımızın seçime tam olarak katılması, millî iradenin Meclis’e tam olarak yansımasını da sağlayacaktır” dedi. 1 Kasım’da yapılacak seçimin ülkeye ve millete hayırlı olması
temennisinde bulunan Yılmaz, “TBMM kuruluşundan bugüne kadar aldığı kararlarla,
çıkardığı yasalarla ülkemizin kaderini belirledi. Meclisimiz bugün de demokrasimizin kalbi
ve sorunlarımızın çözüm adresidir. Demokrasinin, özgürlüğün, refahın ve huzurun hâkim
olduğu güçlü bir Türkiye ortak hedefimizdir. Milletimizin demokrasi bilinci ve olgunluğu
bizim en büyük güvencemiz ve ilham kaynağımızdır. İktidarı ve muhalefetiyle birlikte tüm
siyasi partilerimizin ülkemizin ekonomik ve siyasi hayatındaki emek ve katkıları her türlü
takdirin üzerindedir” diye konuştu.
20
“Millî birlik ve beraberliğimiz
en büyük gücümüzdür”
TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, demokratik yol ve yöntemler çerçevesinde her
sorunun konuşulacağı ve çözüleceği
yerin Meclis olduğunu vurguladı. Bugün
ülkenin öncelikli sorununun, toplumun
geleceğine, huzur, barış ve istikrarına
karşı en büyük tehdit olan terör olduğunu ifade eden Yılmaz, “Hukuk devleti
ilkesinden taviz vermeden, hep birlikte
teröre karşı güçlü ve kararlı bir yaklaşım
sergilemeli, milletimizin bekasını her
şeyin üstünde tutmalıyız” dedi.
Yılmaz, toplumsal barışı koruma ve
sürdürme konusunda herkesin üzerine
düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini vurgulayarak, “Millî birlik ve beraberliğimiz, bizim en büyük gücümüzdür.
Bir arada, huzur içinde yaşamak için
birbirimizi daha çok anlamalı, birlikte
daha çok çalışmalı ve ortak değerlerimizi
birlikte savunmalıyız. Milletimizin de
bizden beklentisi budur. Gelecek nesillere, çözülmesi zor sorunlar bırakmak
TBMM BAŞKANI ISMET YILMAZ, 25. DÖNEM 2. YASAMA YILI’NIN
AÇILIŞINDA “DEMOKRASININ, ÖZGÜRLÜĞÜN, REFAHIN VE
HUZURUN HÂKIM OLDUĞU GÜÇLÜ BIR TÜRKIYE ORTAK
HEDEFIMIZDIR. MILLETIMIZIN DEMOKRASI BILINCI VE OLGUNLUĞU
BIZIM EN BÜYÜK GÜVENCEMIZ VE ILHAM KAYNAĞIMIZDIR” DEDI.
yerine, barış ve huzur içinde güçlü bir ülke bırakmak bizlerin en
önemli görevidir” ifadelerini kullandı.
“Türkiye, 1 Kasım’da bir kez daha millî
iradeyi tecelli ettirecektir”
TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ın konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan milletvekillerine hitap etti. İlk
Meclis’ten 25. Dönem’e kadar aziz çatı altında görev alan tüm
milletvekillerine şükranlarını sunarak sözlerine başlayan Erdoğan,
“TBMM üyelerinden, başta ilk başkan Gazi Mustafa Kemal olmak
üzere, ahirete irtihal etmiş olan herkesi rahmetle yâd ediyorum. Bu
yasama yılı açılışı vesilesiyle tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle
anıyor; gazilerimizden vefat edenlere rahmet, hayatta olanlara
uzun ömürler niyaz ediyorum” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinin hiçbir siyasi
partinin tek başına iktidarı sağlayamadığı bir tabloyla sonuçlandığını hatırlatarak, “Bir hükümet kurulmamış olmasına rağmen
Türkiye, anayasasını harfiyen uygulamak suretiyle çok büyük bir
demokratik olgunluk sergilemiştir. Geçmişte benzeri süreçlerde
Türkiye’de ekonominin ve siyasetin karşı karşıya kaldığı badireler
hepimizin malumudur. Hükümet kurulamaması, Cumhurbaşkanı
seçilememesi gibi durumlarda Türkiye aylarca krizlerin pençesinde kıvranmıştır. Hatta kimi durumlarda demokrasi dahi askıya
alınmıştır. Siyasetin çözüm üretemediği bahanesine sarılan
müdahaleciler, vesayetçiler siyaset kurumunu zayıflatmakla kalmamış, demokrasimizde de derin yaralar açmışlardır. Türkiye’nin
7 Haziran’dan bugüne kadar olan süreci demokrasinin, hukukun,
siyasetin, millî iradenin gereklerine uygun şekilde yaşamış olması
hepimiz adına büyük bir kazançtır. Ülkemizde siyasetin de devletin
de kurumsallaşma sürecinde kat ettiği mesafeyi, bu dönem vesilesiyle test ettik, ulaştığımız ileri düzeyi gördük” diye konuştu.
Siyasi partilerin varoluş gayesinin, siyasal alanı savunmak ve
temsil görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek olduğuna işaret
eden Erdoğan, “Siyaset dışı saiklerle bu alanı boşaltan, görev
üstlenmekten kaçınan siyasi partiler, kendi varlıklarını inkar ediyor
demektir. Kimse siyasal alanda ortaya çıkartılan boşluğun faturasını, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, başka yerlere kesmeye
çalışarak sorumluluktan kaçamaz” ifadelerini kullandı.
21
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, SEÇIMLERIN ARDINDAN TÜRKIYE
EKONOMISININ BÜYÜMEYE, TÜRKIYE DEMOKRASISININ EMIN
ADIMLARLA GELECEĞE ILERLEMEYE DEVAM EDECEĞINI BELIRTEREK,
“TÜRKIYE HER ANLAMDA EMIN ELLERDEDIR” DIYE KONUŞTU.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin sorunlarının çözümünü
siyasetin dışında, siyaset dışı odaklarda aramanın bu ülkeye ve bu
millete yapılacak en büyük kötülük olduğunu vurgulayarak, “Milletimizin basireti, her türlü kilidi açacak marifete sahiptir. Millî irade,
tek ve yegâne çıkış yoludur. Allah’ın izniyle Türkiye, 1 Kasım’da bir
kez daha demokratik kurallar çerçevesinde seçimini yapacak, millî
iradeyi tecelli ettirecektir. 1 Kasım’da millet iradesinin en sağlıklı
şekilde sandığa yansıması, parlamento içindeki ve dışındaki tüm
siyasi partiler için bir namus ve şeref meselesidir” dedi.
“Türkiye, okun yaydan fırlaması gibi, geri
dönülemez bir atılım dönemindedir”
Terörün çirkin yüzünün sandıkları tehdit etmesini engellemek için
tüm siyasi partilerin insani ve vicdani bir tavır sergileyeceklerini,
kolaylaştırıcı bir yaklaşım içinde olacaklarını umduğunu dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
22
“Siyasetteki farklılıklarımız ile ülkenin ve milletin menfaatleri
arasındaki ayrımı çok iyi yaparak, hep birlikte üzerimize düşen
görevleri yerine getirmeliyiz. Milletimizin birliğinin, ülkemizin
bütünlüğünün, bayrağımızın, İstiklal Marşımızın, resmî dilimizin
hepimizin asgari müştereği olduğunu burada özellikle vurgulamak
isterim. Bu aziz kürsüde edilen yeminlere, yapılan ahitleşmeye
uymak, herkes için demokratik bir görevden öte ahlaki bir vazifedir. Türkiye’nin istiklalinin ve istikbalinin söz konusu olduğu yerde
yekvücut olarak hareket edemezsek milletimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.
Siyasi partiler ve siyasi kadrolar, ülkeye ve millete hizmet konusunda rekabet içindedir, yarış içindedir. Şuna hiç kimsenin itirazı
olamayacağı düşüncesindeyim: Bu rekabetin ülkenin ve milletin
aleyhine sonuçlar doğuracak bir zemine kayması kabul edilemez.
Milletin dışında güç odaklarına, özellikle de terör örgütlerine,
paralel yapılara sırtlarını dayayanlar, bunlar üzerinden algı ope-
GENEL KURUL’DAKI KONUŞMASINDA BÖLGESEL KONULARI DA
DEĞERLENDIREN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, “ÜLKEMIZE
GELEN MILYONLARA GÖSTERDIĞIMIZ MISAFIRPERVERLIĞIN
DÜNYADA BIR BAŞKA ÖRNEĞI YOKTUR” DEDI.
yönelen tüm saldırılar, bu ülkenin çelikten iradesi karşısında erimeye mahkumdur. Tek bir
vatandaşım dahi tedirgin olmasın. Türkiye, okun yaydan fırlaması gibi, geri dönülemez
bir atılım dönemindedir ve inşallah 2023 hedeflerimize mutlaka ulaşılacaktır.”
“Kardeşlerimize gönlümüzü ve kapılarımızı açık tutmaya devam edeceğiz”
rasyonlarına girişenler, millete ve hukuka
hesap vermekten kurtulamayacaklardır.
Milletimizin feraset ve basireti, millî ve
yerli olanla, gayri millî ve yabancılaşmış
olanı en iyi şekilde ayıracak hassasiyete
sahiptir. 1 Kasım seçimleri bu manada son
derece önemli bir sınavdır. Türkiye’nin bu
önemli sınavı da başarıyla atlatacağına
yürekten inanıyorum.
Seçimlerin ardından Türkiye ekonomisi
büyümeye, Türkiye demokrasisi emin
adımlarla geleceğe ilerlemeye devam edecektir. Türkiye her anlamda emin ellerdedir. Tarih, hiç şüpheniz olmasın, Türkiye’nin
önlenemez büyümesine ve güçlenmesine
şahitlik etmeyi sürdürecektir. Türkiye’ye
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, milletvekillerine hitap ettiği konuşmasında dış
politika ve bölgesel konuları da değerlendirdi. “Türkiye olarak biz, tıpkı Balkanlar’daki,
Orta Asya’daki, Kuzey Afrika’daki, Afrika ve Asya’nın diğer bölgelerindeki kardeşlerimiz
gibi Suriye ve Irak’taki kardeşlerimize de gönlümüzü ve kapılarımızı daima açık tuttuk,
tutmaya devam edeceğiz. Bizim için asıl olan bu kardeşlerimizle tarihî geçmişimiz,
kültürel yakınlığımız, medeniyet ortaklığımız ve paylaştığımız insani değerlerdir” diyen
Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Bizim kimi Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, bu
kardeşlerimizi Akdeniz’de ölüme terk etme, sınır boylarında, tren istasyonlarında zulme
maruz bırakma hakkımız asla yoktur. Kardeş sözü bizim ağzımızdan bir alışkanlık olarak
değil; kalbimizden, yüreğimizden kopup gelen, bin yıllık arka planı olan bir duygunun ifadesi olarak çıkıyor. İmkanlarımız sınırlı olabilir, ama hamdolsun gönlümüz zengin. Gönül
zenginliğimizin bereketini de beş yıldır görüyoruz, inşallah bundan sonra da görmeye
devam edeceğiz.”
Türkiye’den imkan olarak katbekat güçlü Avrupa ülkeleri birkaç yüz bin mültecinin sınırlarına dayanması karşısında paniğe kapılırken, ülkemizin milyonlarca kardeşini yıllardır
misafir ettiğini dile getiren Erdoğan, “Elbette sıkıntılar vardır, olacaktır. 2 milyon insan
dünyanın neresine giderse gitsin, mutlaka birtakım sıkıntılara yol açar. Ama şunu da
kabul etmeliyiz ki, ülkemize gelen milyonlara gösterdiğimiz misafirperverliğin dünyada
bir başka örneği yoktur. Gerek kamplarda kalan, gerek şehirlerde kendi imkanlarıyla
ve yardımlarla barınan misafirlerimizin durumu diğer ülkelerle kıyaslandığında çok iyi
düzeydedir” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında siyasi partilerin, terör karşısında tek yürek,
yekvücut olmadıkları sürece şehitlerin aziz hatırası ve millet önünde mahcup olacaklarını
da belirterek, “Buradan terörü ve terör örgütlerini destekleyen ülkelere de sesleniyorum.
Ne yaptığınızı çok iyi biliyoruz, çok yakından takip ediyoruz. Tuttuğunuz maşalar gün
gelecek sizin elinizi de yakacaktır” dedi.
Bakanlar Dedeoğlu ve Düzyol yemin etti
25. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açıldığı 1 Ekim 2015 tarihinde Avrupa Birliği Bakanı Prof. Dr.
Beril Dedeoğlu ile Kalkınma Bakanı Cüneyd Düzyol TBMM Genel Kurulu’nda yemin etti.
Dedeoğlu ve Düzyol, Geçici Bakanlar Kurulu’nda görev alan HDP’li bakanlar Ali Haydar
Konca ve Müslüm Doğan’ın istifalarının ardından atanmıştı.
23
CUMHURIYETIMIZ
92 YAŞINDA
24
VATAN TOPRAKLARININ AZIM VE KARARLILIKLA SAVUNULDUĞU
MILLÎ MÜCADELE YILLARININ ARDINDAN 28 EKIM 1923
AKŞAMI GAZI MUSTAFA KEMAL ŞU MÜJDELI HABERI VERIR:
“EFENDILER! YARIN CUMHURIYETI ILAN EDECEĞIZ.” 92 YIL ÖNCE
KAVUŞTUĞUMUZ CUMHURIYET, DÜN OLDUĞU GIBI BUGÜN DE
YOLUMUZU AYDINLATMAYA DEVAM EDIYOR.
ÖZGE AYDIN
25
18
. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma Hareketi’yle düşünce
hayatının en önemli tartışma konularından biri haline
gelen modernite ve modernitenin öncülüğünü yaptığı pek çok
kavramın, 19. yüzyıl dünya siyasetini doğrudan etkilediği söylenebilir. Örneğin, Fransız Devrimi’yle önce Avrupa’da, daha
sonra da diğer kıtalarda yayılma imkanı bulan özgürlük, eşitlik
ve kardeşlik ilkeleri, pek çok ülkenin bağımsızlık hareketine ilham
vermiştir. Fikrî kökeni Antik Çağ’a dayanan cumhuriyet ise farklı
coğrafyalarda farklı zaman ve koşullarda gerçekleşen siyasal
değişimlerin çoğu için varılan son durak olmuştur.
Latincede “halka ait” manasına gelen republica kelimesinin
dilimizdeki karşılığı cumhuriyet, pratik anlamda halkın yöneticilerini seçtiği idare biçimini ifade eder. Fikrî temelini halka ait
olanın yine halk tarafından idare edilmesi prensibinin oluşturduğu yönetimde farklı toplumsal grupların çıkarları anayasal
düzen sayesinde gözetilir. Türkiye’de olduğu gibi dünyanın
pek çok ülkesinde devletle özdeşleşen kavram, halkın temsili,
anayasanın üstünlüğü ve çoğulculuk ilkesi başta olmak üzere,
yönetilenleri ön planda tutan siyasi bir yaklaşım olarak modern
çağın en yaygın yönetim biçimidir.
Cumhuriyet fikrinin Osmanlı’daki kökenleri
Osmanlı’daki ilk modernleşme çabası, Fransız Devrimi’nin patlak
vermesine yakın bir tarihte tahtı devralan III. Selim’in hükümdarlığına (1789-1807) rastlar. Bu dönemde Osmanlı’nın yenilgisiyle
sonuçlanan Avusturya ve Rusya savaşları, ordudaki yenilik ihtiyacını bir kez daha gündeme getirir. Batı’nın karşısında güçlü
durabilmenin yolunun düzenli bir askerî teşkilattan geçtiğini
düşünen III. Selim, 1793’te “yeni düzen” anlamına gelen Nizam-ı
Cedid ordusunun kurulmasına öncülük eder. Ancak, neredeyse
kuruluşundan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun en etkili askerî
26
sınıfı olan Yeniçeriler, modern ordunun karşısında engel teşkil
etmektedir. Nitekim, 1807’de Kabakçı Mustafa önderliğinde
ayaklanan Yeniçeri Ocağı, Nizam-ı Cedid ordusunun dağıtılmasını
sağlar. Yeniçeri Ocağı’nın tamamen lağvedilmesi ise 1826 yılında,
II. Mahmud döneminde (1808-1839) gerçekleştirilir.
Bu esnada, Fransız Devrimi’nin etkileri Avrupa’dan Osmanlı’ya
doğru yaklaşmakta ve ülke yönetiminde söz sahibi siyasetçiler ve
aydınlar üzerinde bıraktığı etkiler de her geçen gün artmaktadır.
Ülkenin o dönemki koşulları göz önünde bulundurulduğunda,
askeriyenin modernleştirilmesinin tek başına yeterli olamayacağı
görülür ve diğer alanlarda da yenilikler yapılması için adımlar
atılır.
1839’a gelindiğinde Osmanlı’da demokratikleşme hareketinin
ilk somut adımı sayılan Tanzimat Fermanı ilan edilir. 1856’da ise
Tanzimat Fermanı’nda yer alan yeniliklerin daha da genişletildiği
Islahat Fermanı yayımlanır. Bu tarz modernleşme çabalarının en
belirgin yansımaları ise Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, Harbiye,
Tıbbiye, Mülkiye’nin kurulması gibi eğitim reformlarının önayak
OSMANLI’DAKI ILK MODERNLEŞME ÇABASI, FRANSIZ
DEVRIMI’NIN PATLAK VERMESINE YAKIN BIR TARIHTE TAHTI
DEVRALAN III. SELIM’IN HÜKÜMDARLIĞINA RASTLAR.
BU DÖNEMDE OSMANLI’NIN YENILGISIYLE SONUÇLANAN
AVUSTURYA VE RUSYA SAVAŞLARI, ORDUDAKI YENILIK
IHTIYACINI BIR KEZ DAHA GÜNDEME GETIRIR.
olduğu değişikliklerde görülür. Milliyetçilik akımının etkisi, üst
kademe arasında gün geçtikçe daha da belirginleşir.
Reform çabalarının siyasi alandaki ilk meyvesi ise 1876 yılında
II. Abdülhamid’in (1876-1909) Kanun-i Esasi’yi ilan etmesiyle
geçilen meşruti yönetimdir. İmparatorluğun ilk anayasası olan
Kanun-i Esasi sayesinde Meclis-i Mebusan hükümeti denetleyebilecektir. Ancak bu anayasa, yönetim alanında padişaha bir
kısıtlama getirmemektedir. Kanun-i Esasi’nin ilanından kısa bir
süre sonra Osmanlı-Rus Savaşı bahane edilerek Meclis-i Mebusan askıya alınır ve I. Meşrutiyet yönetimi sona erer.
1908’de Jön Türkler’in çatısı altında toplandığı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı siyasi oluşumun çabalarıyla anayasa yeniden
yürürlüğe girer ve II. Meşrutiyet dönemi başlar. Bu dönemi kırılma
noktası yapan en önemli unsur, Kanun-i Esasi’de 1909 yılında
yapılan değişiklikler olmuştur. Bu düzenlemelerle yetkileri ciddi
anlamda kısıtlanan padişahlık, sembolik bir makama dönüşür.
Padişahın sürgün yetkisi kaldırılır, meclisi feshetme yetkisi sınırlandırılır ve meclisin yetkileri artırılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti,
II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren I. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar geçen on yıllık süre boyunca ülke yönetiminde padişahla
27
19 MAYIS 1919’DA ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A ÇIKIŞIYLA BAŞLAYAN
MILLÎ MÜCADELE’NIN ILK RESMÎ BELGESI OLAN AMASYA
GENELGESI’NDE ULUSAL EGEMENLIK KAVRAMINA ATIFTA
BULUNULUR. BUNA GÖRE “MILLETIN BAĞIMSIZLIĞINI
YINE MILLETIN AZIM VE KARARI KURTARACAKTIR.”
beraber söz sahibidir. Yönetimde halkın iradesini artırmanın amaçlandığı bu dönem,
cumhuriyet rejimine geçişte önemli bir adım olarak yorumlanabilir.
Kısaca, Batı’daki gelişmelere paralel zamanda Osmanlı Devleti’nde de modernleşme
süreci başlamıştır. Ancak çoğunlukla askeriyeye odaklanan reformlar ve ülkenin içinde
bulunduğu savaş durumu siyasi atılımların gölgede kalmasına sebep olur. Ülke sınırlarının bağımsızlık hareketleriyle giderek daraldığı dönemde patlak veren I. Dünya Savaşı
ise bir yandan Osmanlı’yı çöküşe götürürken diğer yandan ulusal egemenliğin temel ilke
olduğu yeni bir yönetim şeklinin zeminini hazırlar.
Millî Mücadele ve ulusal egemenlik
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla başlayan Millî Mücadele’nin ilk
resmî belgesi olan Amasya Genelgesi’nde (22 Haziran 1919) ulusal egemenlik kavramına atıfta bulunulur. “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”
cümlesiyle halk savaşı verileceği ve bunun sonucunda da halkın yönetimde söz sahibi
olacağı vurgulanır. Amasya Genelgesi aynı zamanda padişahlık, hilafet, manda ve himaye yönetimlerinin reddedilmesi bakımından da önem taşır.
28
Kazım Karabekir tarafından 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında
tertip edilen Erzurum Kongresi’nin başkanlığını yapan Mustafa Kemal, zafer
kazanıldıktan sonra yeni kurulacak olan
devletin cumhuriyetle yönetileceğini
ilk kez burada belirtir. Ancak bu haber,
Mustafa Kemal’in yakın çevresiyle sınırlı
kalır.
Erzurum Kongresi’nde doğu illerinden seçilen temsilcilerle kurulan heyet, 1919 Eylül’ünde gerçekleşen Sivas
Kongresi’yle tüm yurdu kapsayacak
şekilde genişletilir. Bu heyet, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar
Millî Mücadele’nin kararlarının alındığı
en yetkili organ olarak görev yapar.
Misak-ı Millî kararlarının Meclis-i
Mebusan’da kabul edilmesinin ardından, Sevr Antlaşması’nı Osmanlı’ya
onaylatmak isteyen işgal kuvvetlerinin
baskısıyla Meclis-i Mebusan dağıtılır.
Bunun üzerine İstanbul’dan kaçabilen
milletvekilleri, Ankara’da yeni kurulacak
ve olağanüstü yetkilerle hareket edecek
olan kurucu meclise Mustafa Kemal
tarafından davet edilir. 23 Nisan 1920
tarihinde Meclis-i Mebusan ve Temsil
Heyeti üyelerinden oluşan milletvekilleri
ile Türkiye Büyük Millet Meclisi resmen
açılır.
Bu tarih itibarıyla TBMM tarafından
yönetilen Millî Mücadele, 9 Eylül 1922’de
İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıyla zafere ulaşır. Ancak, savaş sonrası
Lozan’da yapılacak barış görüşmelerine
Ankara ve İstanbul hükümetlerinin birlikte çağrılması sorun
yaratmaktadır. Görüşmelerde ikilik yaratılmasını önlemek ve
ülkenin tek temsilcisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu
göstermek amacıyla 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılır.
Kamuoyundaki yansımalar
1923 Temmuz’unda imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nı takiben, basın organlarınca tartışılan başlıca konu, yeni devletin
hangi ismi taşıyacağıdır. Bir başka deyişle, yaklaşık bir yıl önce
son bulan Osmanlı saltanatının yerini hangi rejimin dolduracağı
akıllardaki en büyük soru işaretlerinden biridir. Zira ortada çeşitli
düşünceler bulunsa da, resmî olarak cumhuriyet kelimesi henüz
ağza alınmamıştır. Saltanatın kaldırılmasına dair Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne sunulan teklifte de devletin unvanı “Türkiye
Devleti” olarak ifade edilmiştir.
Kurtuluş Savaşı süresince millî iradenin ön planda tutulması
da cumhuriyete geçişin en görünür habercisidir. Diğer yandan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasından itibaren meclis
hükümeti sistemi yürürlüktedir. Meclis hükümeti sisteminde
meclis başkanı aynı zamanda hükümetin de başkanıdır ve kuvvetler birliği prensibi geçerlidir. Ancak, meclis başkanının aynı
zamanda hükümet başkanlığı görevini de üstleniyor olması ve
bakanlar kurulunun oluşturulması sürecinde her bakan için ayrı
oylama yapılması hükümetin kurulması aşamasında o dönem
için sorun yaratmaktadır.
Rejim tartışmalarının devam ettiği sırada Gazi Mustafa Kemal,
Avusturya gazetesi Die Presse’e 22 Eylül 1923’te verdiği röportajda cumhuriyet fikrini ilk kez kamuoyuna duyurur. 25 Ekim’de ise
dönemin başbakanı Fethi Okyar’ın istifası ile yeni bir hükümet
krizi oluşur. Bu kriz, uzun zamandır devlet kadrolarınca tartışılan cumhuriyet fikrinin artık hayata geçirilmesi gerektiğinin
göstergesi olur.
28 Ekim akşamında Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın
hazırladığı kanun tasarısı, ertesi gün ilk olarak Halk Fırkası’na
sunulur. Aynı gün içerisinde Meclis’e de getirilen tasarı kabul edilir
ve Teşkilat-ı Esasiye’de yapılan kanun değişikliğiyle ülkenin yöne-
29
tim şeklinin cumhuriyet, devletin isminin ise “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti” olduğu resmen ilan edilir. Meclis
oylamasında 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan
Gazi Mustafa Kemal, ülkenin ilk cumhurbaşkanı olur ve
böylece devlet başkanlığı sorunu da çözüme kavuşur.
1921 Anayasası’nda yapılan değişiklikler ise şu şekildedir: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare
usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare
etmesi esasına dayanır. Türkiye Devleti’nin hükümet
şekli cumhuriyettir. (Madde 1); Türkiye Devleti’nin
dini İslam, resmî lisanı Türkçedir. (Madde 2); Türkiye
Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
Meclis, hükümetin ayrıldığı idare şubelerini icra vekilleri vasıtasıyla idare
eder. (Madde 4); Türkiye reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi heyeti tarafından kendi azası arasından bir intihap devresi için seçilir.
Reislik vazifesi yeni reisicumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar
seçilmek caizdir. (Madde 10); Başvekil, reisicumhur tarafından ve Meclis
azası arasından intihap olunur. Diğer vekiller başvekil tarafından ve Meclis
azası arasından intihap olunduktan sonra, heyeti umumiyesi reisicumhur
tarafından Meclis’in tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse,
tasvip keyfiyeti Meclis’in içtimaına bırakılır. (Madde 12)
Yüz bir pare top atışıyla duyurulan cumhuriyetin ilanı, halk tarafından
coşkuyla karşılanır. Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, 2 Şubat 1925 tarihinde Hariciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) bir kanun teklifi düzenleyerek 29
Ekim’in bayram olmasını önerir. Teklif 19 Nisan’da kabul edilir ve 1925 itibarıyla 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, millî bayram olarak kutlanmaya başlar.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10. yılında verdiği nutukta, cumhuriyetin önemini şu sözlerle belirtir:
30
YÜZ BIR PARE TOP ATIŞIYLA DUYURULAN CUMHURIYETIN
ILANI, HALK TARAFINDAN COŞKUYLA KARŞILANIR. 1925 YILI
ITIBARIYLA 29 EKIM CUMHURIYET BAYRAMI, MILLÎ BAYRAM
OLARAK KUTLANMAYA BAŞLAR.
“Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü,
temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye
Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun
değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine
borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha
çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri
seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet
seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü,
geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat
ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana
nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler
başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.”
31
TEK BAYRAK ALTINDA ONLARCA RENK
AMERIKA BIRLEŞIK
DEVLETLERI
32
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
FIRSAT VE ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESININ YANI SIRA DEMOKRASININ
BEKÇISI OLARAK DA ANILIYOR AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI.
BÖYLE NITELENMESINDE GERÇEKLEŞTIRDIĞI DEMOKRASI
REFORMLARI VE KENDI ÜLKE VATANDAŞLARININ HAKLARINA
DUYDUĞU SAYGININ PAYI BÜYÜK. 4 TEMMUZ 1776’DA
DOĞDUĞUNDAN BERI SÜREKLI DEĞIŞEN, TEMPOSUNU HIÇ
KAYBETMEYEN DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ÜLKELERINDEN AMERIKA,
DÜNYA SIYASI TARIHINI ETKILEYEN PEK ÇOK OLAYIN DA BAŞ
AKTÖRÜ. BIRÇOK ETNIK GRUPTAN VE FARKLI DINDEN INSANI TEK
BIR ULUS HALINE GETIREBILMEK ISE ONUN EN BÜYÜK BAŞARISI.
PINAR ÜNSAL
33
A
merika kıtasının sahiplerinin, Avrupalıların
bugün orada yaşayan torunları olmadığı
söylenir durur. 35 bin yıl önce Asya’dan Kuzey
Amerika’ya, iki kıta arasında bulunan bir kara
köprüsüyle geçen topluluk ilk Amerikalıları, Kızılderilileri oluşturur. 10. yüzyılda kıtaya Vikingler
gelir. Vikingler, bölgeye ilk ulaşan Avrupalılardır
aynı zamanda. 15. yüzyılda ise tarıma elverişli
iklimi ve toprakları, bol madeniyle Amerika kıtası, yavaş yavaş Avrupalıların eline geçmeye
başlar. Amerika, yurdundan atılmışa kucak açar,
ülkesindeki iç karışıklıktan kaçanı bağrına basar,
hapisten çıkıp yiyecek lokması olmayana ekmek
verir, daha zengin olmak için toprak arayanın gözünü doyurur… Amerika, Avrupalı için “yeni”dir;
hayallerini gerçekleştireceği Yeni Dünya’dır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün dünyanın
güçlü devletlerinden biri olmasında en büyük rol
Avrupalıların. Bu yüzden Amerika’nın asıl sahiplerinin bölgenin yerlileri değil, Avrupalılar olduğu
iddiaları sürüp gidiyor. Onlara göre kıtada hâlâ Kızılderililer yaşıyor olsaydı, ülke günümüzün “süper
gücü” olamayacaktı. Kıtanın en çok İngiltere’den
olmak üzere İspanya, Fransa, Hollanda, İrlanda ve
Almanya’dan göç alması, ülkeyi mevcut tahtına
onların oturttuğunu gösteriyor. Özellikle İngilizlerin koloni döneminden beri ülkede halk egemenliğine dayalı uyguladığı politika, Amerika Birleşik
Devletleri’nin köklü bir demokrasi kültürüne sahip
34
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
olduğunu da ortaya koyuyor. Amerikalı bir bürokrat vaktizamanında her ne kadar
“Biz bir demokrasi değiliz; bizi böyle adlandırmak korkunç bir yanlış anlama ve
demokrasi fikrine atılmış bir iftiradır. Gerçekte biz bir plütokrasiyiz, zenginliğin
iktidarı” dese de Amerika, demokrasi denince akla ilk gelen ülke neredeyse.
Amerika her yönüyle yaşamaya en elverişli kıtalardan biri. Toprağı o kadar verimli ki pek çok tarım ürünü burada yetişebiliyor; keza bunda iklimin de payı var,
kıtada dört mevsim birden yaşanabiliyor. Yer altı zenginliklerinin de bol olması
Amerika’nın bu denli göç almasının nedenlerinden sayılıyor. Avrupalılar içinde
bölgede ilk defa İskandinavlar yaşam kurmaya çalışmış. 10. yüzyılda Kanada civarında köyler oluşturan İskandinavların yaşamasına Kızılderililer izin vermemiş
ve aralarında kanlı çatışmalar yaşanmış. Neticede bu köyler terk edilmiş.
Bugün Amerika’da yaşayan Avrupalıların, sürdürdükleri hayatı Christopher Colombus’a borçlu olduğu söylenebilir. Çünkü Avrupa kıtasından göçler
Colombus’un Amerika’yı keşfinden sonra meydana geliyor. Coğrafi keşiflerin yoğun olduğu 15. yüzyılda İngiltere Krallığı da John Cabot sayesinde Kuzey Amerika’ya ayak basıyor. Ancak Amerika’nın keşfiyle ilgili Christopher
Colombus’un adı daha çok geçer. İspanya’nın yeni ticaret yolları bulma amacıyla
BUGÜN AMERIKA’DA YAŞAYAN AVRUPALILARIN,
SÜRDÜRDÜKLERI HAYATI CHRISTOPHER COLOMBUS’A BORÇLU
OLDUĞU SÖYLENEBILIR. ÇÜNKÜ AVRUPA KITASINDAN GÖÇLER
COLOMBUS’UN AMERIKA’YI KEŞFINDEN SONRA MEYDANA
GELIR. COĞRAFI KEŞIFLERIN YOĞUN OLDUĞU 15. YÜZYILDA
İNGILTERE KRALLIĞI DA JOHN CABOT SAYESINDE
KUZEY AMERIKA’YA AYAK BASAR.
keşfe gönderdiği Colombus sayesinde kıta, kuzeyden güneyin
4 Temmuz 1776… Süper Güç doğuyor
en uç noktasına kadar İspanyol sömürgeleriyle doluyor. Cenovalı
Amerika kıtasındaki kolonileri Avrupa’nın üç büyük devleti İngil-
kaşif, bu toprak parçasıyla ilk karşılaştığında bir gün tüm dünya-
tere, Fransa ve İspanya’dan gelenler oluşturmuştu. İspanyollar
dan sayısı milyonları bulan insanların oraya göç edeceğini tahmin
Güney Amerika’da, Fransızlar Kanada civarında yoğunlaşmıştı.
etmiyordu şüphesiz. Üstelik göçle birlikte Avrupa’dan Amerika’ya
İngilizler ise bugünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin yer aldığı
taşınan yalnızca insanlar ve eşyalar değildi. Giderek artan, 19.
topraklarda yayılış göstermişti. Aslında kıta en çok İngiltere’den
yüzyılda elli milyon kişiyi bulan göçler köklü Avrupa kültürünü ve
göç almıştı ve İngilizcenin büyük bir alanda konuşulması kaçınıl-
bazı hastalıkları da Amerika’ya getirmişti. Avrupalıların bağışık
mazdı. İngiliz kolonilerinde halk meclislerinin oluşturulması, hükü-
olduğu bu hastalıklar yüzünden Kızılderililerin yüzde 95’inin ha-
met kurulması gibi demokratik yönetime dair adımlar atılıyordu.
yatını kaybettiği, onların boşalttıkları arazilere de Avrupalıların
Demokrasi fikri 18. yüzyıla henüz girilmemişken kıtada yayılmıştı.
kolayca gelip yerleştiği bilinir. Bu güzel kıtada Avrupalılar ve
Ancak Amerika hâlâ kanlı savaşlara gebeydi.
Kızılderililer elbette beraberce, kardeşçe yaşayamazdı. Ancak
1756 yılında başlayan Yedi Yıl Savaşı’nı ilk dünya savaşı olarak
İngilizler, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar gibi benzer kültürel
kabul edenler var. Büyük ölçüde İngiltere ve Fransa arasında
özelliklere sahip topluluklar da bir arada olamadı. “Beyaz adam”,
cereyan ediyor; iki ülkenin topraklarını büyütme çabası, nasıl
Amerika’ya savaş da getirmişti.
oluyorsa tüm dünyanın sorunu haline geliyor. Pek çok nedeni olan
35
1756 YILINDA BAŞLAYAN YEDI YIL SAVAŞI SONUNDA IMZALANAN
BARIŞ ANTLAŞMALARIYLA İNGILTERE, AMERIKA KITASININ
ÇOĞUNA SAHIP OLDU. IMPARATORLUK ARAZISI GENIŞLEYINCE
İNGILIZ KOLONILER VE İNGILTERE ARASINDAKI IPLER GERILDI.
savaşın bir ateşleyicisi de paylaşılamayan Kuzey Amerika toprakları. İngiliz kolonilerin büyüyüp güçlenmesi
neticesinde Fransız ve İspanyol kolonilerle savaşması
kaçınılmazdı. Yedi yıl süren savaş İngiltere lehine barışla
sonuçlandı. Savaş sonunda imzalanan barış antlaşmalarıyla İngiltere, kıtanın çoğuna sahip oldu. Ancak büyük
başın derdi de büyük olur misali, imparatorluk arazisi
genişleyince İngiliz koloniler ve İngiltere arasındaki ipler
gerildi. Topraklar çoğalınca giderler artmış, Krallık’tan
toplanan vergiler yeterli olmayınca gözler Amerika’daki
kolonilere çevrilmişti. Vergi toplamak için Para Yasası,
Konaklama Yasası, Pul Yasası, şu yasa, bu yasa gibi çeşitli yollara başvuran İngiltere koloniler tarafından pek
hoş karşılanmadı ve 13 koloni bir araya gelerek İngiltere
Krallığı’na karşı çıktı. Hatta koloniler İngiltere ile olan
ticari ilişkilerini kestiler. 1765 yılında koloniler arasında
düzenlenen bir kongrede kendi meclislerinden başka
hiçbir gücün kolonilere vergi koyamayacağı ile ilgili
kararlar alındı. “Davamızda haklıyız. Birliğimiz mükemmeldir. Kendi olanaklarımız büyüktür; gerekirse kuşkusuz dışarıdan da yardım verebiliriz. Düşmanlarımız bizi
silaha sarılmaya zorladılar. Bu silahları özgürlüğümüzün
korunması için kullanacağız. Esir yaşamaktansa özgür
olarak ölmeye karar vermiş bulunuyoruz” diyerek büyük büyükbabalarının
geldiği toprakları düşman ilan ettiklerini de ifade ediyorlardı. Başkaldırılar
silahlı çatışmalara kadar gitti, ilk çatışma 19 Nisan 1775’te yaşandı.
Bugün dünyanın en büyük güçlerinden biri olan Amerika Birleşik
Devletleri’nin dillere destan şanlı bir tarihi olmadığı görülür. Mevcut kültürünün kökleri asırlarca geriye uzanmaz. ABD tarihinin en önemli günü
4 Temmuz 1776’dır ki, ülke bu güne gelene kadar geçirdiği tüm zorlukları
bir kahramanlık destanıymışçasına kitaplarında işler. Çünkü artık kopup
geldiği Avrupa’dan bağımsız, iç ve dış politikada kendi kararlarını veren
bir ülkedir. ABD’nin doğuşu, 4 Temmuz 1776’da kabul edilen Bağımsızlık
Bildirgesi’yle (Decleration of Independence) ilan edilir. Metnin yazarı “Dünyadaki her insanın ve her insan topluluğunun kendi kendini yönetme hakkı
36
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
“DAVAMIZDA HAKLIYIZ. BIRLIĞIMIZ MÜKEMMELDIR. KENDI
OLANAKLARIMIZ BÜYÜKTÜR; GEREKIRSE KUŞKUSUZ
DIŞARIDAN DA YARDIM VEREBILIRIZ. DÜŞMANLARIMIZ BIZI
SILAHA SARILMAYA ZORLADILAR. ESIR YAŞAMAKTANSA ÖZGÜR
OLARAK ÖLMEYE KARAR VERMIŞ BULUNUYORUZ.”
vardır” görüşünü savunan Thomas Jefferson’dır. Cumhuriyetçilik
akımını topluma benimseten Jefferson, 1801’de ABD’nin üçüncü
başkanı olacaktır.
Bildirge yalnızca kolonilerin İngiltere’den kopuşunu duyurmaz. İçerdiği ifadeler “demokrasi”nin bir fikir olmaktan çıkarak
uygulamaya geçtiğini de göstermektedir: “Tüm insanlar eşit
yaratılmışlardır. Yaratıcıları tarafından bağışlanmış belirli ve vazgeçilmez haklara sahiptirler. Yaşamak, özgür olmak ve mutluluğa
erişmek bu haklar arasındadır. Bu hakları güvence altına almak
için, insanlar arasında, tam gücünü yönetilenlerin onayından
alan hükümetler kurulmaktadır. Herhangi bir hükümet biçimi
bu amaçları yıkmaya yönelirse, bu hükümeti değiştirmek ya da
ortadan kaldırmak, yeni bir hükümet kurmak, bu hükümetin
temellerini söz konusu ilkelere dayandırmak ve yetkilerini halkın
güvenlik ve mutluluğunu en iyi sağlayacak biçimde düzenlemek
halkın hakkıdır. (…) Bu genel kongrede toplanan Amerika Birleşik
Devletleri’nin temsilcileri olarak, dürüst niyetlerimizle dünyanın
yüce hakimine başvurarak bu kolonilerin iyi insanları adına onların
verdiği yetkiyle Birleşik Kolonilerin özgür ve bağımsız devletler
olduklarını; Britanya Krallığı’na karşı her türlü bağımlılıklarının
sona erdiğini (…) ilan eder ve yayımlarız.”
Demokrasi fikri tabanda
Bildirgede adı geçen haklar köleler için geçerli değildi. Kıtanın iş
gücü ihtiyacı nedeniyle Afrika’dan getirilen siyahilerin, “Kendi
içinde bölünmüş olan bir ev ayakta kalamaz. Bu hükümetin,
sürekli biçimde yarı köle, yarı özgür kalmaya katlanamayacağına
inanıyorum” diye düşünen ve köleliği kaldırarak herkese eşit
haklar veren Abraham Lincoln’ün iktidar olduğu 1860’lara kadar
beklemesi gerekecekti.
37
Abraham Lincoln
Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan kadınların -ki burada
siyahi olmayan kadınlar kastedilmektedir- hakları ise sürekli
ertelenen bir konuydu. Yeni devlet, iç karışıklıkları düzeltmek ve
kendini dünyaya tanıtmakla o denli meşguldü ki ezelden beridir
kadının ikinci planda olması ve onlar için yeni düzenlemeler yapılması önemli konular arasında yer almıyordu.
ABD’de kadınların oy hakkı talebi 17. yüzyıla uzansa da, bu hak
için örgütlü mücadeleye başlamaları 19. yüzyılı bulur. Yeni devletin
kurulmasıyla getirilen reformlar, ağlamayana meme yok misali
Amerikalı kadınları bu yenilikler için mücadele etmeye iter. Oy
kullanmak istemeleri bunlardan biridir. Seçilen tüm başkanlar halk
için büyük devrimlere imza atıyor, kadınlar her seferinde görmezden geliniyordu. 1776’da New Jersey’de, kadınlara oy kullanma
hakkı verilip ardından geri alınması gibi, bazen de bu reformla
ilgili kısa süreli mutluluklar yaşanıyordu.
1893’te Colorado kadınlara oy kullanma hakkını tanıyan ilk
eyalet oldu. Washington’da 1910; California’da 1911; Oregon,
Kansas ve Arizona’da 1912; Alaska ve İllinois’te 1913; Montano ve
Nevada’da 1914; New York’ta 1917; Michigan, South Dakoto ve
Oklahoma’da 1918’de bu hakkın tanınması demokratik bir ülke
olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nin kadınlar söz konusu
olduğunda, yerinin diğer dünya ülkelerinden önde olmadığını
gösterir. Üstelik yaklaşık iki buçuk asırlık ABD tarihi boyunca hiç
kadın başkan bulunmamaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri genelinde, kadınlar oy kullanma
hakkını Başkan Thomas Woodrow Wilson döneminde (1913-1921)
38
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Thomas Jefferson
elde etti. Wilson, I. Dünya Savaşı sonrasında ABD Kongresi’nde
ülkeler arasında yapılacak barış antlaşmalarının prensiplerini de
belirleyen kişiydi. Wilson İlkeleri, ABD’nin dünya siyasetini yönlendirmede, kendinde gördüğü hakkın göstergesiydi.
Sömürge topraklarından özgürlüğün ülkesine
Amerika Birleşik Devletleri’ni ilk tanıyan ülke Fransa’ydı. Koskoca tarihçiler Fransa’nın bunu İngiltere’ye inat yaptığını söyler.
Zira Fransa ile İngiltere ezeli düşmandır ve Fransa’nın Yedi Yıl
Savaşı’ndan sonra Amerika’da kaybettiği topraklar yüzünden
kuyruk acısı vardır. İki ülke uzun bir süre dost kalır. Fransa,
ABD’nin kuruluşunun 100. yılında devasa hediyesiyle (Özgürlük
Anıtı) sevgisini gösterir. İngiltere ise Bağımsızlık Bildirgesi’nin
kabulünden yedi yıl sonra, 3 Eylül 1783’te Amerika Birleşik
Devletleri’ni tanır.
Devletin ilk başkanı George Washington oldu. Ülkenin taze anayasasına göre oy hakkı bulunanlar toprak sahipleriydi. Kadınların
hiçbir hakkı yoktu. Kölelik sürdürülüyor, kaldırılması yakın gelecekte görünmüyordu. Ancak George Washington cumhuriyetçi
ve yenilikçi çizgisiyle umut vadediyordu. Yine de Washington’ın
savaşlarla ve Kızılderililerle mücadelede kaybettiği yıllar reform
bekleyenleri hayalkırıklığına uğratmıştı. Washington’ın Bağımsızlık Savaşı dışındaki en önemli icraatı ABD’de bugün de uygulanan
başkanlık sisteminin şekillendirilmesiydi.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kısa zamanda büyüyüp gelişmesindeki en büyük etken uygun başkanlarla doğru politikalar uygu-
1950-60’LAR AMERIKA BIRLEŞIK DEVLETLERI’NIN DÜNYADA
SEMPATIK BIR IMAJ BIRAKMAYA BAŞLADIĞI YILLARDI.
ÖZGÜRLÜĞÜN ÜLKESINE ADIM ATMAK PEK ÇOK ÜLKEDEKI
GENCIN GERÇEKLEŞTIRMEK ISTEDIĞI BIR “AMERIKAN RÜYASI”YDI.
lanmasıydı. 19. yüzyılda müreffeh bir ülke statüsüne yükselen Amerika milyonlarca
göç aldı. ABD’nin kendi haricindeki ülkelere duyduğu güvensizliğin de tavan yaptığı
20. yüzyılda göçlere kota getirildi. ABD başkanlarının neredeyse tamamı, kendi ülkelerinin dışında, dünya siyasetine yön veren icraatlar da gerçekleştiriyorlardı. John
F. Kennedy gibi Nükleer Denemelerin Yasaklanması Antlaşması’nı imzalayarak dış
politikada takdir toplayan başkanlar da vardı; Kore, Vietnam, Küba gibi sorunlara
tüm dünyayı ortak edenler de.
Amerika Birleşik Devletleri demokrasi tarihinin en önemli adımlarından biri 1950’li
yıllarda atıldı. Siyah çocuklarla beyaz çocuklar aynı sıralarda eğitim görebilecekti.
John F. Kennedy
Barack H. Obama ve Bill Clinton
Bu, siyahiler için köleliğin kaldırılmasının ardından yaşanan belki de ikinci büyük zaferdi.
Üçüncüsü 2009 yılında gerçekleşecek, Barack
Hussein Obama adında bir siyahi Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olacaktı.
1950-60’lar Amerika Birleşik Devletleri’nin
dünyada sempatik bir imaj bırakmaya başladığı yıllardı. Özgürlüğün ülkesine adım atmak
pek çok ülkedeki gencin gerçekleştirmek istediği bir “Amerikan rüyası”ydı. Tüm dünyanın
ABD’ye yönelttiği eleştiriler yalandı adeta.
Ülke Kızılderilileri katletmekle suçlanıyor, ama
senatosunda Kızılderili bir üye bulunduruyordu; dünyanın yaka silktiği bir ülke olduğu
söyleniyor, ancak Elvis Presley gibi yetenekleri
dünyaya hediye ediyordu, üstelik Hollywood
filmleriyle insanları eğlendiriyordu; eli kanlı
olmakla itham ediliyor, ancak başkanlar siyahi çocuklarla pozlar veriyordu. 1980 ve 90’lı
yıllarda ise Amerika tüm dünya devletlerinin
saygı duyduğu bir ülke haline gelmişti, özellikle
insan hakları konusunda dünyaya örnek olacak
düzenlemeler yapmıştı.
Efsane ABD başkanlarından Bill Clinton’ın
“Amerika kalıcı olmak için değişmelidir...
Amerika’nın idealleri olan yaşam, özgürlük ve
mutluluğu izlemeyi korumak için değişmelidir.
Günümüzün koşullarına uygun olarak yürüyoruz, ama görevimiz sonsuzdur” dediği gibi
Amerika Birleşik Devletleri sürekli yenileniyor
ve büyüyor. 1776’da bir sömürge ülkesi olan
Amerika, uyguladığı başarılı iç ve dış politikalarla bugün söz sahibi bir dünya devi. En
büyük başarısı ise çok uluslu bir devlet olmasına karşın “Amerikan ulusu” adında bir birlik
yaratabilmesi ve 300 milyondan fazla nüfusu
dünyaya karşı tek yumruk olarak tutmayı becerebilmesi.
39
IŞILAY SAYGIN:
SIYASETÇI HALKIN HUZUR VE MUTLULUĞU ILE ÜLKENIN
ÇIKARLARINI HER ŞEYIN ÜSTÜNDE TUTMALIDIR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ
TÜRK SIYASETININ DUAYEN ISIMLERINDEN IŞILAY SAYGIN, BELEDIYE
BAŞKANLIĞI, MILLETVEKILLIĞI VE BAKANLIK DÖNEMLERINDE
“HALKA HIZMET HAKK’A HIZMETTIR” ANLAYIŞIYLA GÖREV
YAPTIĞINI BELIRTEREK, “SIYASET BIR GEÇIM KAPISI OLARAK DEĞIL,
HALKA KARŞILIKSIZ HIZMET ARACI OLARAK GÖRÜLMELIDIR.
SIYASETÇI DÜRÜST, GÜVENILIR VE SAYGIN INSAN OLMALI, VERDIĞI
SÖZÜ MUHAKKAK YERINE GETIRMELIDIR” DIYOR.
40
SÖYLEŞI
Siyaset hayatınıza baktığımızda henüz 25 yaşındayken Buca
Belediye Başkanı seçildiğinizi ve bu önemli görevi iki dönem
üstlendiğinizi görüyoruz. Söyleşimizin başında siyasete girmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra açılan imtihanı kazanarak Buca Belediyesi’nde İmar
Müdürü olarak göreve başladım. Kısa sürede halkla kaynaştık.
O sırada yerel seçim zamanı gelmiş, Adalet Partisi (AP) aday
adayı arayışına girmişti. Öğrendim ki herkes benim adımı vermiş. Babam Demokrat Parti sempatizanıydı. AP’den aday adayı
olmam konusunda ona da ısrar etmişler. Babamın ısrarı üzerine
aday adayı oldum. Partide 6 aday adayı daha vardı. Ön seçimde
delegenin yüzde 60’ı bana oy verdi. 1973 yılında Adalet Partisi
Belediye Başkan Adayı olarak seçimlere girdim ve kazandım. Büyük bir sorumluluk üstlendim. O yıllarda
“Kızdan, kadından başkan
olur mu?” laflarını duyuyor, üzülüyordum. Seçime
Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) ile girdik. Halk, parti ayrımı yapmadan bana
sahip çıktı. Ben de onları
mahcup etmemek için çok
çalıştım. 1977 seçimlerine
katılmamaya karar vermiştim, ancak halkın yoğun
ısrarıyla tekrar aday olmak
zorunda kaldım ve hiç propaganda çalışması yapmadan seçimi
kazandım. 12 Eylül 1980 darbesi ile tüm belediye başkanlarıyla
birlikte görevden alındım.
Belediye başkanlığınızın ardından 1983 yılından itibaren beş
dönem milletvekilliği yaptınız. 12 Eylül askerî darbesini izleyen
yıllarda başlayıp Kasım 2002’ye kadar süren milletvekilliği ve
bakanlık dönemlerinizde nasıl bir siyasi tablo vardı? O yılların
Türkiye’sine dair neler söylemek istersiniz?
12 Eylül’den önce Türk siyasi hayatı esas itibarıyla bir kanadı
Adalet Partisi, diğer kanadı CHP tarafından temsil edilen iki ana
akım üzerine kurulmuştu. Bu iki akımın yanında salt milliyetçi
ve salt muhafazakar kesimleri temsil iddiasında olan partiler
de vardı. Askerler 12 Eylül’de yönetime el koymakla kalmamış,
sözünü ettiğim tüm siyasi akımların temsilcisi olan siyasi partileri kapatıp bunların yöneticilerini de yasaklı hale getirerek Türk
siyasi hayatını bilinmeyen ve tahmin edilemeyen bir gelecekle
karşı karşıya bırakmışlardır. Doğaldır ki, tabii liderlerini kaybeden,
bütün ezberleri bozulan siyasi yaşamımız bir bocalama dönemi
geçirmiştir.
1983 seçimlerinde tüm beklentilerin ve yönlendirmelerin aksine merhum Turgut Özal’ın liderliğinde kurulan Anavatan Partisi
büyük bir başarı göstererek tek başına iktidar olma imkanını
yakalamış, 1987’de bu başarısını tekrarlamıştır.
Yasaklı siyasi liderlerin 1987 yılında siyasi hayata dönüşü ile
Türk siyaseti yeniden dizayn edilmiştir. Ancak, her şeye rağmen
1980 öncesinin iki ana siyasi akımlı düzeni bir türlü oluşturulamamıştır.
Yeni partilerin kurulduğu, geçmişin mirasının kavgasının yapıldığı bir dönemde aynı
kulvardaki partilerin birleşme çabalarına da tanık
olunmuştur. Bu çalkantılı,
sarsıntılı dönemin sonunda
90’lı yıllarda siyaset yeniden dengesini bulmuştur.
80’li yıllar Türkiye’nin
özellikle ekonomik açıdan
tam anlamıyla bir dönüşüm geçirdiği atılım yılları
olmuştur. Bu dönemde Türkiye ekonomisine hükmeden birçok tabu yıkılmış, en
önemlisi Türk ekonomisinin
dışa açılımı gerçekleşmiştir. Dışa dönük büyümeyi öne çıkaran bir
kalkınma modeli hayata geçirilmiştir. Bu sayede dünya ekonomileri ile entegrasyon sağlanmıştır.
Önce Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ve ardından beklenmedik kaybı, sonra Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı’na
çıkışı, liderleri oldukları siyasi partilerde yeni sarsıntılara, iniş
çıkışlara sebebiyet vermiştir. Bu yıllar siyasetimizde yeni dengeler
ve arayışlar dönemi olmuştur. Ancak, Türk siyasi hayatı açısından
çok tercih edilmeyen koalisyon dönemlerinin sıkça yaşandığı ve
olumlu örneklerinin görüldüğü bir dönem olarak da hatırlayabiliriz
bu yılları. Kanaatimce genç siyasetçilerin çok iyi incelemeleri ve
kendi siyasi kariyerleri kadar ülkemize hizmet açısından da ders
çıkarmaları gereken bir nevi laboratuvar yıllarıdır bu dönemler.
Türkiye’nin böylesine önemli süreçlerden geçtiği yıllarda çalışmalarınızı hangi ilke ve hedeflerle yürüttünüz?
41
“AILE IÇINDEKI ŞIDDETI ÖNLEMEK AMACIYLA 4320 SAYILI
‘AILENIN KORUNMASINA DAIR KANUN’U ÇIKARDIK.
ŞIDDET UYGULAYAN EŞE YÖNELIK EVDEN UZAKLAŞTIRMA
GIBI ÇEŞITLI YAPTIRIMLARI ÖNGÖREN KANUN BIR ILK OLMASI
BAKIMINDAN BÜYÜK ÖNEM TAŞIMAKTADIR.”
Biz “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” inancıyla görev yaptık. Her
zaman hizmet odaklı çalıştık. Halkımızın huzuru ve mutluluğu
her şeyin önünde gelirdi. Kendi partimizdeki yanlışlıkları dahi çekinmeden söyler ve demokratik tepkimizi ortaya koyardık. Bizler
biat kültürü ile yetiştirilmedik. Cumhuriyetin aydınları olarak
tartışmaya, sorgulamaya, demokrasiye, kadın-erkek eşitliğine,
dürüstlüğe ve işbirliğine inanarak hizmet ettik. Siyaseti bir geçim
kapısı, bir zenginleşme aracı olarak değil, halka karşılıksız hizmet
aracı olarak gördük. Demokrasiyi bir araç olarak değil, bir yaşam
tarzı olarak benimsedik ve elimizden geldiği kadar halkımıza ve
seçim bölgemize hizmet etmeye devam ettik. Eğer bugün hâlâ
halkımız bizi arıyor, bizden yardım talep ediyorsa, telefonlarımız
hiç susmuyorsa, bu durum yaptığımız işin doğruluğunun kanıtıdır.
Biz bayrağı hep yüksekte tuttuk, teröre geçit vermedik, haram
yemedik. Gerisi halkımızın ve Allah’ın takdiridir.
Türkiye’nin ilk kadın Çevre Bakanı ve Turizm Bakanı oldunuz.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak önemli hizmetlerde bulundunuz. Bunlar arasında sizin için ayrı bir yeri olanlar
hangileridir?
Aile içindeki şiddeti önlemek amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”u çıkardık. Şiddet uygulayan eşe yönelik
evden uzaklaştırma gibi çeşitli yaptırımları öngören kanun bir ilk
42
SÖYLEŞI
olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Devlet Bakanlığım
döneminde Türk Medeni Kanunu’nun 153. Maddesi’nde değişiklik
yaparak kadının evlendikten sonra talep ettiği takdirde kocasının
soyadından önce gelmek üzere kendi soyadını kullanabilmesine
de imkan sağladık. Bu, kadının kimliğinin korunması açısından
çok önemli bir düzenlemedir. Ayrıca 1926’da çıkan Türk Medeni
Kanunu’nun günün şartlarına uyarlanması amacıyla başlattığımız
çalışmalar kapsamında “Ailenin reisi kocadır” ifadesinin yerine
“Aileyi eşler birlikte temsil eder” ifadesini getirdik. 1005 sayılı
yasada yaptığımız değişiklikle gazilerimizin vefatından sonra
maaşlarının eşlerine bağlanmasını sağladık. Yasa çıkmadan önce
gazilerimiz şeref madalyası ile şeref aylığı alıyorlardı. Ancak,
ölümleri halinde maaş eşe kalmıyordu. Gazi eşleri çok mağdurdu.
Bu yasayla mağduriyetlerini giderdik. Bir başka önemli çalışmayı
resmî nikah konusunda gerçekleştirdik. Resmî nikah olmaksızın
yapılan evlilikler özellikle kadınların ve çocukların mağduriyetine
yol açmaktadır. Kadın resmî nikahı olmadığı için hiçbir hak iddia
edememekte, bu tür bir evlilikten doğan çocuklar ise nüfus
cüzdanı bile alamamaktadır. Bu durumun önüne geçmek için
kampanyalar yürüttük ve 55 bin çifti resmî nikaha kavuşturduk.
Ayrıca uyuşturucu madde kullanımıyla mücadele edilmesine ve
aile mahkemelerinin kurulmasına yönelik çalışmalar gibi pek çok
hizmeti gerçekleştirdik. Turizm Bakanlığım sırasında ise “Nitelik-
ler Yönetmeliği”ni değiştirerek 5 yıldızlı otellerde Türk menüsü ve Türk kahvesi zorunluluğu
getirdik. Bu uygulamayla dünyanın en zengin üçüncü mutfağı olan Türk mutfağını dünyaya
tanıtma fırsatı bulduk.
Milletvekilliği ve Bakanlık döneminizden unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz?
Devlet Bakanlığım döneminde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü de bana bağlı bir birimdi. Adıyaman’ın Sincik ilçesinde 5 bin vatandaşımıza tapu dağıtma töreni düzenlemiştik.
Kadastro çalışması yapılan halk, tapuya kavuşma mutluluğu içinde tören alanındaydı. Lise,
ortaokul ve ilkokul öğrencileri de tören alanına gelmişti. O sırada bir kız çocuğu beni görünce
“Ana bak karıdan bakan olmuş” dedi. Bunun üzerine kürsüye çıktığımda kadının toplumumuzun yarısını oluşturduğunu, okuyup iyi bir eğitim aldığında her mesleği yapabileceğini
ve bakan da olabileceğini anlattım.
Bir başka anım ise Turizm Bakanlığı dönemime ait. İzmir’in Karaburun ilçesinden ziyaretime gelen vatandaşlar yanlarında enginar getirmişlerdi. Görevli, onları çiçek zannederek
vazoya koymuş! Time dergisinden röportaj için gelen yabancı gazeteciler de enginarı çiçek
zannedince çok gülmüştük.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır?
Siyaset halka hizmet için yapılan bir uğraştır. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Harama el
uzatmayarak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeterek, atalarımızdan emanet cumhuriyeti
koruyup kollayarak, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak çalışmak siyaset yapmanın
temelini oluşturmalıdır. Siyasetçi dürüst, güvenilir, saygın insan olmalıdır. Verdiği sözü muhakkak yerine getirmelidir. Bir milletvekili bütün faaliyet ve çalışmalarında milletten aldığı
vekaletin kutsallığının bilinci içinde hareket etmelidir. Anayasamızda hüküm altına alınan
cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinin, ülkenin bölünmez bütünlüğünün yılmaz savunucusu
olmalıdır. Giyimi kuşamı, oturması kalkmasıyla topluma örnek teşkil etmelidir. Halkın sorunlarına kendi sorunu gibi sahip çıkmalı, kendisine iletilen taleplerin sonuçlarını olumlu
veya olumsuz bildirmelidir. Bu, insana
verilen değerdir. Ayrıca milletvekilinin seçim çevresi ve seçmenlerinden
asla kopmaması, telefonunu kapalı
tutmaması, numarasını sık sık değiştirmemesi de önemlidir.
Günümüzde kadınların siyasette
temsil oranına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
1983’te parlamentoya girdim. 2002’de
ayrılıncaya kadar kadınların parlamentodaki temsil oranı yüzde 4,4 idi.
Şimdi bu oran yüzde 18 ama bu milletvekillerinin kadın konularında seslerini
hiç duyamıyoruz.
Tecrübeli bir siyasetçi olarak size
göre günümüzde ülke gündemindeki
en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir?
Üzülerek söylemeliyim ki, ülke gündemi bizim dönemimize göre hem
daha çok hem daha zor sorunla dolu
bir hal almıştır. Bugün en önemli sorun olarak barışın tehlikede olmasını
görüyorum. Güneydoğu bölgemizde
2002 yılına kadar terör önemli ölçüde
bastırılmış, sükûnet sağlanmıştı.
AKP iktidarından sonra çözüm süreci
adıyla başlatılan süreç, sükûneti bir
süre devam ettirmiş, ancak ne yazık
ki terör örgütünün bu dönemi kendini
toparlama ve güçlenme dönemi olarak kullandığı görülmüştür. 7 Haziran
seçimlerinden sonra cereyan edenler,
maalesef bu düşüncelerimi teyit ediyor. Güneydoğu’nun, tekrar insanların
hayatlarını güven içinde sürdürebildikleri, geleceğe umutla bakabildikleri bir
sükûnet dönemine kavuşturulması,
kanaatimce gündemin en öncelikli
konusudur.
Bana göre ikinci öncelikli konu, dış
politikanın yanlış hesaplar sonucu
43
Türkiye’yi çok zorlar hale gelmesidir.
“Komşularımızla sıfır sorun” diye başlatılan bir dönem bugün hemen hemen
sorunsuz ve kavgasız bir komşumuzun
bulunmadığı bir hal almıştır. Özellikle
Suriye politikasının yanlışlıkları bize
terör ve altından kalkamayacağımız
bir göç dalgası olarak geri dönmüştür.
Bu maceranın nasıl sonuçlanacağını ise
kimse kestiremiyor.
Ekonomide yaşanan olumsuzluklar,
doların yılbaşından bu yana TL karşısında yüzde 30 değer kazanması, ihracatta rakamların sürekli gerilemesi,
yabancıların Türkiye’den hızlı bir şekilde çıkışı, işsizliğin özellikle yüksekokul
mezunları açısından vahim bir durum
alması bir başka sorunumuzdur.
Hukuka güvenin kalmaması, gücün
tek elde toplanması, toplumda ve siyasette kamplaşmaların keskinleşmesi
ve radikalleşmesi de beni endişeye
düşüren sorunlardır.
Türkiye her yıl yüzde 1,5 oranında
nüfusu artan genç bir ülkedir. Bu genç
nüfusun eğitime, iş alanlarına ve her
şeyden önemlisi umuda ihtiyacı vardır.
Bugün kanaatimce hiçbir ciddi yatırımın olmayışı da işsizliği artırmaktadır.
2002 yılından beri Meclis çatısı altında yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşılarınızı öğrenebilir miyiz?
Türk Kadınlar Konseyi Derneği’nin
(TKKD) Genel Başkanıyım. 56 yıldır
kamu yararına çalışan derneğimiz,
Türk kadınlarının maddi ve manevi
kalkınmasında dayanışma sağlamayı
amaçlıyor ve kadının statüsünü yükseltme doğrultusunda ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmalar yapıyor. Bu
yıl Dünya Kadınlar Konseyi Olağan Genel Kurulu’nu İzmir’de gerçekleştirdik.
98 ülkeden 250 delegenin katılımıyla
Dünya Başkanı ve Avrupa Başkanı se-
44
SÖYLEŞI
çildi. TKKD’nin yanı sıra Uluslararası Kadınlar Dayanışma Derneği’nin de Genel Başkanıyım.
Kadın sorunları ile ilgili çalışmalar ve öğrencilere yönelik burslar başlıca uğraş konularımız.
Ayrıca Gediz Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesiyim. Eğitime büyük önem veriyorum. İzmir
Buca’da annemin adını taşıyan Fatma Saygın Anadolu Lisesi’ni ve babamın adını taşıyan Osman Nuri Saygın Camii, Eğitim Merkezi ve Kütüphanesi’ni yaptırdım. Mimar olarak projesini
de çizdiğim okul ve külliyedeki eğitim ve faaliyetler bana ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor.
2004 yılında açılan Fatma Saygın Anadolu Lisesi’nden mezun olan öğrencilerimizin tümü
üniversitelere yerleşebilmiş; okulumuz 10 yıl gibi kısa bir süre içinde 150 yıllık eğitim kurumlarıyla rekabet edecek bir duruma gelerek göğsümüzü kabartmıştır.
Babamın adını taşıyan cami ve külliyenin açılışını dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof.
Dr. Ali Bardakoğlu yapmıştı. Altında meslek edindirme kursları, üstünde din eğitimi verilen
bölümlerin yer aldığı cami ve külliyeyi o kadar beğendi ki, bir toplantıda 81 ilin müftüsüne
burayı örnek gösterdi. Osman Nuri Saygın Eğitim Merkezi’nde bütün Buca’ya hitap eden
ilçenin tek kütüphanesi bulunmaktadır. Ayrıca buradaki sınıflarda Halk Eğitim Müdürlüğü’ne
bağlı öğretmenler tarafından kadınlarımıza meslek edindirme ve okuma-yazma kursları
verilmektedir. Kısacası kadına hak ettiği önemi verebilmek için bir ömür boyu gayret ettim.
Görev yaptığım her aşamada kadın dernekleriyle birlikte çalıştık. Hazırladığımız ve çıkardığımız kanunlar hepimizin eseridir.
Şimdilerde görev yaptığım kuruluşların bir yöneticisi olarak, kadınları ve gençleri siyasete
girmeleri için yüreklendiriyorum. Tüm kadın derneklerinin üyesiyim. Konuşmacı olarak devamlı konferanslara katılıyorum. Üniversiteler beni rol model seçtiler; onların davetlerine
katılıp gençlere, hizmet etmenin gerçek yolu olan politikaya girmelerini tavsiye ediyorum.
Bir memur çocuğu olarak, birikimlerimi ve halktan aldığım tüm gücümü yine halka aktararak
insanlara yardımcı olma imkanı bulduğum için mutluluk duyuyorum.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
45
SIRLARLA DOLU BIR ZIRVE
NEMRUT DAĞI
46
KÜLTÜR VARLIKLARI
NEMRUT DAĞI’NDA YER ALAN TAŞ HEYKELLER YALNIZCA
ÜNLÜ KOMMAGENE KRALI I. ANTIOKHOS’UN HALKI IÇIN
HEDEFLEDIKLERINI, ONLARIN FARKLI INANÇLARINI BIR ARAYA
GETIRME GAYRETINI ORTAYA KOYMUYOR. UNESCO DÜNYA
MIRAS LISTESI’NDEKI BU HEYKELLER ANADOLU’NUN SONSUZ
ZENGINLIĞINI DE GÖSTERIYOR.
ÇAĞLA TAŞKIN
N
emrut’la ilgili bir şey okurken, bir şey izlerken sık sık karşılaştığımız bir tanım var: Tanrıların dağı. Nemrut’u bu şekilde
betimlemek neredeyse bir gelenek haline gelmiş, bu büyülü yer
üzerine söylenen olmazsa olmaz sözler arasına girmiş. Nemrut’un
bu tanımla neredeyse özdeşleşmesi haksız yere de değil. Zira
Nemrut Dağı zirvesi yüzyıllar boyunca bir ibadet merkezi işlevi
görmüş, mitolojideki tanrıları yüceltme arzusunun taşla vücut
bulduğu bir kült yeri haline gelmiş. Asırlar öncesine dair sırlarıyla
her daim gizemini koruyan bu zirve, inancın taşı nasıl harekete
geçirdiğinin, maneviyatla harmanlanan sanatsal dürtünün bir
nişanesi olmuş…
Adıyaman Kahta’da Toros dağ silsilesinin bir parçası olan Nemrut Dağı’nın yüksekliği 2 bin metreyi aşıyor. Dağ, 1988 yılından beri
yaklaşık 14 bin hektarlık bir alanı kaplayan Nemrut Dağı Millî Parkı
sınırları içinde yer alıyor ve birçok farklı bitki ve hayvan türüne
evsahipliği yapıyor. Fakat Nemrut Dağı’nı insanlık için önemli kılan
flora ve faunası değil, kökleri Kommagene Krallığı’na dayanan kültürel mirası. Dünya tarihine en önemli katkısı kuşkusuz Nemrut’un
zirvesinde saklı bu krallığın ortaya çıkışı başkenti Antakya olan
Selevkos İmparatorluğu’nun Magnesia Savaşı’nda Romalılara
yenilmesiyle başlıyor. Güç kaybeden Selevkos İmparatorluğu’ndan
ayrılarak bağımsızlığını kazanan birkaç devletten biri olan
Kommagene’nin halkı Toroslar ile Fırat Nehri arasındaki bölgeye
yerleşiyor, başkentlerini Samsat olarak belirliyor ve son derece
farklı unsurlara sahip bir topluluk olarak hayatlarını devam ettiriyor. Kommagene Krallığı bünyesinde birçok farklı inanç ve
kültürden insanın yaşıyor oluşu kendini daha krallığın isminde
belli ediyor. Kommagene’nin kelime anlamının “genler topluluğu”
olduğu düşünülüyor. Krallığın bu çok unsurlu ve zengin yapısının
en somut göstergesiyse Nemrut Dağı zirvesinde yer alıyor.
Kommagene’nin hem en meşhur kralı hem de krallığa en
görkemli günlerini yaşatmış hükümdarı olan I. Antiokhos, halkının farklılıklarını inanç potasında eritmek ister. Bunun için de
Nemrut Dağı zirvesine Yunan ve Pers heykelleri yaptırır, ayrıca
kendisi için bir mezar inşa ettirir. Antiokhos’un bu girişimi hem
Kommagene halkı arasındaki çeşitli inanışları bir araya getirme
ve böylece daha sağlam ve birbirine bağlı bir toplum oluşturma
gayreti, hem de kendi kişisel kültünü tesis etme çabası olarak
yorumlanır.
47
KOMMAGENE KRALLIĞI BÜNYESINDE BIRÇOK FARKLI INANÇ
VE KÜLTÜRDEN INSANIN YAŞIYOR OLUŞU KENDINI KRALLIĞIN
ISMINDE DE BELLI EDIYOR. KOMMAGENE’NIN KELIME
ANLAMININ “GENLER TOPLULUĞU” OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR.
Antiokhos’un söz konusu çabalarının meyvelerinin gün
yüzüne çıkması ve ardından gelen çalışmalarla dünya kültürel
mirasına kazandırılması ise bir tesadüfe dayanıyor. 1881 yılında
Osmanlı Devleti’nin görevlendirdiği bir mühendis olarak bölgede
çalışmalar yürüten Alman Karl Sester, şans eseri Nemrut kalıntılarına rastlıyor. Bu durum Sester’i o kadar heyecanlandırıyor
ki hemen Prusya Kraliyet Bilimler Akademisi’ne haber veriyor.
48
KÜLTÜR VARLIKLARI
Sonrasında bölgeye gelen Otto Punchtein önderliğindeki
araştırmacılar buldukları bir kitabeyi inceleyerek kalıntıların
Kommagene Krallığı’na ait olduğunu tespit ediyor. Çalışmalar
genişleyip ilerledikçe aslında ne denli kıymetli bir cevherin
keşfedildiği anlaşılıyor.
Antiokhos’un kendi eklektik dünya görüşünü ve inanç sistemini yansıtmak amacıyla şekillendirdiği Nemrut Dağı zirvesi,
OTTO PUNCHTEIN ÖNDERLIĞINDEKI ARAŞTIRMACILAR
BULDUKLARI BIR KITABEYI INCELEYEREK KALINTILARIN
KOMMAGENE KRALLIĞI’NA AIT OLDUĞUNU TESPIT EDIYOR.
ÇALIŞMALAR GENIŞLEYIP ILERLEDIKÇE NE DENLI
KIYMETLI BIR CEVHERIN KEŞFEDILDIĞI ANLAŞILIYOR.
hiyerotesyon adı verilen bir düzene sahip. Bu düzene göre dağın
zirvesindeki heykeller doğu ve batı terası olarak adlandırılan
bölümlerde simetrik olarak yer alıyor. Bu dizilimin belirli bir
anlam taşıyıp taşımadığı akademisyenlerce hâlâ tartışılıyor
olmakla birlikte kesin olan bir şey var. O da bu simetrik heykel
diziliminde yer alan figürlerin tam olarak Antiokhos’un halkını
-kendine ait bir kültü de harca katarak- inanç potasında bir
araya getirme emelinin mükemmel bir yansıması oluşu. Bu
heykellerin Kral Antiokhos’a ait bir tümülüsü çevreler konum-
da olması da kralın kendisi için benimsediği görev ve şahsına
atfettiği önemin bir göstergesi adeta. Küçük kırma taşların
yığılmasıyla oluşturulmuş yaklaşık 50 metre yükseklikteki
tümülüsün içindeki odada Antiokhos, babası Mithridates ve
bir Kommagene kralının daha mezarlarının olduğu düşünülse
de bu zamana kadar tahminden ileri gidilememiş. Nemrut Dağı
zirvesini yüzyıllar sonra bile görenleri şaşkınlık içinde bırakan
taş heykellerle donatan Antiokhos’un mezarının akıbeti, dağın
gizemini koruyan sırlar arasında yer alıyor hâlâ…
49
İnanç ve estetik el ele
Tümülüsü çevreleyen üç alandan
ikisi, doğu ve batı terası, Nemrut’u
Nemrut yapan heykellerin yükseldiği
yer. İki terasta da heykellerin dizilişi
aynı sırayı izliyor. Açılışı birer aslan
ve kartal heykeli yapıyor. Aslan yeryüzündeki, kartal ise gökyüzündeki
kudreti simgeliyor. Heykellerin diziliminde daha sonra Antiokhos geliyor,
onu tanrıça Tike izliyor. Ardından
sırayla Zeus, Apollon ve Herakles’i
görüyoruz. Günümüzde baş ve gövde
kısımlarının birbirinden ayrı halde bulunduğu heykelleri tanımlamada, tasvir edilen başlıklar, fiziksel özellikler
ve kıyafetlerdeki detaylar yardımcı
oluyor bize. Örneğin Antiokhos kurdeleleri olan beş uçlu bir başlık, Pers
50
KÜLTÜR VARLIKLARI
tarzında çizmeler ve sol elinde bir ılgın demetiyle tasvir edilmişken Yunan mitolojisinde
kader tanrıçası olduğuna inanılan Tike’nin himation adı verilen bir pelerini taşıdığı, ellerinde içi meyve ve çiçek dolu sepetler bulunduğu görülüyor. Yunan mitolojisinin temel
taşı Zeus’un başında yer alan parçadaki Pers etkisine dikkat ettiğimizde Kommagene
Krallığı’nın çok unsurlu yapısını bir kez daha hatırlıyoruz. Sakalı, sol elinde tuttuğu ve dinî
törenlerde yakılan ateşi sembolize eden demetiyle Zeus, mitolojideki ihtişamını Nemrut
Dağı zirvesinde de sürdürüyor. Mitolojide sanatla ilişkilendirilen, aynı zamanda kahinlik
yönü ağır basan Apollon üzerinde bir tunik ve pelerin, elinde bir demetle; Zeus’un oğlu
Herakles ise kendine özgü bir diademle tasvir ediliyor.
Ufak detaylar ve dağ topografisinden kaynaklanan farklılıklar dışında doğu ve batı
terasında hemen hemen birbirinin aynı olan heykellere ek olarak bir de aslanlı horoskop
yer alıyor. Dünyanın en eski horoskopu kabul edilen aslanlı horoskop, üzerindeki 19
yıldızın yanı sıra Mars, Merkür ve Jüpiter temsilleriyle gök cisimlerinin belirli bir andaki
konumunu gösteriyor. Araştırmacılar söz konusu konumun neyi işaret ettiği hakkında
çeşitli görüşler öne sürüyor. Kimileri bu belirli zamanın I. Mithridates’in, kimileri de
Kommagene’nin en önemli kralı I. Antiokhos’un tahta çıkış tarihi olduğunu düşünüyor.
Aslanlı horoskop, neyi tasvir ettiğine bakılmaksızın hem incelikli kabartmalarıyla hem
de türünün ilk örneği kabul edilmesiyle büyük önem taşıyor. Nemrut Dağı’nın zenginlikleri arasında yazıt ve rölyefler de önemli yer tutuyor. Rölyeflerin hemen hepsinde
Antiokhos’un zirvede heykelleri bulunan tanrılar ve tanrıçayla el sıkışması betimlenmiş.
1987 YILINDA UNESCO DÜNYA MIRAS LISTESI’NE KABUL EDILEN
NEMRUT’UN ZIRVESINDEKI GIZEMLI HEYKEL VE KABARTMALAR
DIŞINDA DAĞIN SINIRLARI IÇINDE YER ALDIĞI MILLÎ PARKTA
KOMMAGENE KRALLIĞI’NIN DAHA BIRÇOK MIRASINA
RASTLAMAK MÜMKÜN. BUNLARDAN EN ÇOK BILINENI ISE
KUŞKUSUZ KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ.
1987 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kabul edilen
Nemrut Dağı’nın zirvesindeki gizemli heykel ve kabartmalar
dışında dağın sınırları içinde yer aldığı millî parkta Kommagene
Krallığı’nın daha birçok mirasına rastlamak mümkün. Bunlardan en çok bilineni kuşkusuz yaklaşık 35 metre yükseklikteki
Karakuş Tümülüsü. Kral Antiokhos’un oğlu II. Mithridates’in
annesi Isias için bir anıt mezar olarak inşa ettirdiği tümülüs,
aynı zamanda diğer üç Kommagene kraliçesinin de istirahatgahı
olma niteliği taşıyor. Tümülüsün yapım ve süslemelerinde Pers,
Yunan ve Dor gibi farklı etki ve üsluplar hâkim. Orta kısmında
mezar odasının yer aldığı düşünülen Karakuş Tümülüsü’nün
dekoratif ögelerinde ise kudreti sembolize eden kartal, aslan
ve boğa tercih edilmiş. Ayrıca tümülüsün sütunlarından biri
Mithridates ve Apollon’u tokalaşırken gösteriyor. Millî park sı-
nırları içinde aynı zamanda Kommagene Krallığı’nın ilk başkenti
Arsemia da yer alıyor. Antik kenti ziyaret edenler Antiokhos’un
babası I. Mithridates için yaptırdığı özel ibadet alanını gezme
fırsatı buluyor, rölyefler başta olmak üzere şehirden geriye
kalanları inceleyebiliyor. Krallığın idari merkezi olduğu düşünülen ve bugün Kahta Kalesi olarak bilinen alan da millî park
sınırları içinde yer alıyor. Millî parkın ziyaretçilere sunduğu bir
diğer sürpriz ise Cendere Köprüsü. Köprü Samsat’ta karargah
kuran Romalılar tarafından inşa edilmiş ve birkaç defa restore
edilerek günümüze gelmeyi başarmış. Köprünün inşasında hiç
çimento veya benzer türden bir malzemenin kullanılmadığı
düşünülüyor ve üzerindeki çeşitli kitabeler köprünün yapılış
tarihi ve amacı hakkında bilgi sunuyor.
51
TÜRKİYE’NİN YARDIM VE ŞEFKAT ELİ:
AFAD BARINMA
MERKEZLERİ
52
TÜRKIYE’NIN SURIYELI SIĞINMACILARA YÖNELIK YARDIM FAALIYETLERI
BAŞBAKANLIK AFET VE ACIL DURUM YÖNETIMI BAŞKANLIĞI (AFAD)
KOORDINASYONUNDA YÜRÜTÜLÜYOR. 260 BINE YAKIN SURIYELI, AFAD’IN
HATAY, GAZIANTEP, ŞANLIURFA, KILIS, MARDIN, KAHRAMANMARAŞ,
OSMANIYE, ADIYAMAN, ADANA VE MALATYA OLMAK ÜZERE 10 ILDE
KURDUĞU VE YÖNETTIĞI 25 BARINMA MERKEZINDE KALIYOR.
ZEYNEP YIĞIT
53
İ
nsanlık dramı, can pazarı, ölüme yolculuk... Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle evlerini
terk etmek zorunda kalan Suriyelilerle ilgili haberlerde sıkça rastlarız bu ifadelere. Kundaktaki çocuğu, yaşlı anne-babasıyla yollara düşenlerin, daha iyi bir hayat umuduyla
bindikleri teknede can verenlerin acı hikayeleri yansır gazete sayfalarına, televizyon
ekranına. Hem de günlerdir, aylardır değil, yıllardır. Türkiye’nin ilk günden itibaren
yardım ve şefkat elini uzattığı Suriyelilerin dramı, bir süredir dünya kamuoyunun
da gündeminde. 2 Eylül 2015 sabahı Bodrum sahilinde çekilen bir fotoğraf, konunun
uluslararası düzeyde yankı bulmasını sağladı. Dünyanın harekete geçmesi için yıllardır
kifayetsiz kalmış kelimeler sustu, üç yaşındaki Aylan bebeğin cansız bedeni haykırdı
yaşanan insanlık dramını, can pazarını, ölüme yolculuğu...
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre, Suriye’deki çatışmalardan kaçarak komşu ülkelere sığınan Suriyeli mülteci sayısı 4 milyonu
54
geçmiş durumda. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres “Bu, bir nesilde tek bir
çatışma nedeniyle yerinden edilmiş en büyük
mülteci nüfusu” ifadesiyle rakamın çarpıcılığını ortaya koyuyor. Bir başka dikkat çekici
rakam ise geçtiğimiz haziran ayında açıklanan
UNHCR Küresel Eğilimler Raporu’nda yer
alıyor. Savaş, çatışma ve zulüm nedeniyle
dünya genelindeki yerinden edilmenin hızla
arttığı vurgulanan raporda, evlerini terk
etmek zorunda kalanların sayısının 2014 yılı
sonunda yaklaşık 60 milyona ulaştığı belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği’nin rapora ilişkin açıklamasında şu
çarpıcı tespitler yer alıyor: “Küresel Eğilimler
Raporu, evlerinden kaçmaya zorlanan kişilerin
sayısında keskin bir artış olduğunu göstermektedir. Rapor, 2013 yılında yerinden edilen
51,2 milyon ve on yıl önce yerinden edilen
37,5 milyon kişiye kıyasla, 2014 yılı sonunda
59,5 milyon kişinin zorla yerinden edildiğini
ortaya koymaktadır. 2013 yılından bu yana
gözlemlenen artış, tek bir yılda görülen en
yüksek artıştır. Bu artıştaki başlıca hızlanma
Suriye’de savaşın patlak verdiği 2011 yılının
başlarından bu yana görülmüş olup bu savaşı, yerinden edilmenin dünyadaki en büyük
etmeni haline getirmiştir. 2014 yılında her
BIRLEŞMIŞ MILLETLER MÜLTECILER YÜKSEK KOMISERLIĞI,
DÜNYA GENELINDE SAVAŞ, ÇATIŞMA VE ZULÜM NEDENIYLE
EVLERINI TERK ETMEK ZORUNDA KALANLARIN SAYISININ 2014
YILI SONUNDA YAKLAŞIK 60 MILYONA ULAŞTIĞINI BELIRTIYOR.
gün ortalama 42 bin 500 kişi mülteci, sığınmacı olmuş veya ülkesi
içinde yerinden edilmiştir; bu sayı, yalnızca dört yıl içinde dört kat
artışa karşılık gelmektedir. Dünya genelinde her 122 kişiden biri şu
anda ya mültecidir ya ülkesi içinde yerinden edilmiştir ya da iltica
talebinde bulunmuştur. Bu bir ülkenin nüfusu olsaydı, dünyadaki
en büyük 24. ülke olurdu.”
Dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını
çocuklar oluşturuyor
Rapora göre Suriye, dünyadaki en büyük “ülke içerisinde yerinden
edilmiş kişi (7,6 milyon) ve mülteci (2014 sonunda 3,88 milyon)
kaynağı”. Bu ülkeyi Afganistan (2,59 milyon mülteci) ve Somali
(1,1 milyon mülteci) takip ediyor.
UNHCR, dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını çocukların
oluşturduğunu ifade ederek bu durumun endişe verici olduğuna
dikkat çekiyor. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres,
“Eşi görülmemiş kitlesel yerinden edilmelerin yaşandığı bir çağ
için eşi görülmemiş bir insani müdahaleye ve çatışma ve zulümden kaçan insanlar için küresel hoşgörü ve koruma taahhüdümüzü
yenilemeye ihtiyacımız var” diyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Küresel
Eğilimler Raporu’nda Türkiye’nin 2014 yılında dünyada en fazla
mülteciye evsahipliği yapan ülke haline geldiği bilgisini de paylaşıyor. 2014 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin 1,59 milyon Suriyeli
mülteciyi kabul ettiği belirtilirken, ikinci sırada Pakistan (1,51
milyon), üçüncü sırada Lübnan (1,15 milyon), dördüncü sırada ise
İran (982 bin) yer alıyor. Bu ülkeleri Etiyopya (659 bin 500) ve
Ürdün (654 bin 100) takip ediyor.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un 18 Eylül 2015 tarihinde yaptığı basın açıklamasında verdiği bilgilere göre, Türkiye’de
55
2 milyon 225 bin 147 Suriyeli bulunuyor. Türkiye çadır ve konteyner kentlerde 258 bin 977 kişiyi barındırıyor. Suriyeli sığınmacılar
konusunun Nisan 2011’den bu yana ülkemizin gündeminde yer
aldığına işaret eden Kurtulmuş, Türkiye’nin bu hususta üzerine
düşeni insanlık, akrabalık ve komşuluk vazifesi olarak gördüğünü
belirtiyor. Kurtulmuş, Türkiye’nin yürüttüğü politika ve çalışmaların Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Avrupa Birliği
ve uluslararası camiadan çok sayıda övgü aldığını vurguluyor.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Suriyeli sığınmacılar
için yapılan harcamayla ilgili olarak da önemli bir bilgi aktarıyor.
Kurtulmuş, Suriyeli sığınmacılara 7,6 milyar dolar seviyesinde para
harcandığını, bu miktarın sadece 418 milyon dolarının uluslararası
yardım kuruluşları, zengin dost ve müttefik ülkelerden geldiğini
belirtiyor.
AFAD 10 ilde 25 barınma merkezi kurdu
Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik uluslararası camiada
övgüyle karşılanan çalışmaları, Başbakanlık Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda yürütülüyor. 260
bine yakın Suriyeli AFAD’ın Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis,
Mardin, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana ve Malatya
olmak üzere 10 ilde kurduğu ve yönettiği 25 barınma merkezinde
kalıyor. Hatay’da Altınözü 1 Çadırkenti, Altınözü 2 Çadırkenti,
Yayladağı 1 Çadırkenti, Yayladağı 2 Çadırkenti, Apaydın Konteynerkenti; Gaziantep’te İslahiye 1 Çadırkenti, İslahiye 2 Çadırkenti,
Karkamış Çadırkenti, Nizip 1 Çadırkenti, Nizip 2 Konteynerkenti;
Şanlıurfa’da Ceylanpınar Çadırkenti, Akçakale Çadırkenti, Harran
Konteynerkenti, Viranşehir Çadırkenti, Suruç Çadırkenti; Kilis’te
Öncüpınar Konteynerkenti, Elbeyli Beşiriye Konteynerkenti;
Mardin’de Midyat Çadırkenti, Nusaybin Çadırkenti, Derik Çadırkenti; Kahramanmaraş’ta Merkez Çadırkenti; Osmaniye’de Cevdetiye
Çadırkenti; Adıyaman’da Merkez Çadırkenti; Adana’da Sarıçam Çadırkenti; Malatya’da Beydağı Konteynerkenti bulunuyor. Barınma
merkezlerinde, ülkelerindeki iç karışıklıklardan kaçarak Türkiye’de
yeni bir hayata başlayan Suriyelilerin sadece barınma değil, insani
ihtiyaçları da karşılanıyor.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan
edinilen bilgilere göre, AFAD barınma merkezlerinde market,
ısınma, güvenlik, ibadet, altyapı, haberleşme, itfaiye, tercümanlık, psiko-sosyal destek ve bankacılık hizmetleri veriliyor. Ayrıca
Suriyeli sığınmacıların çamaşırhane, bulaşıkhane ve duş ihtiyaçları
karşılanırken, eğitim ve mesleki kurs faaliyetleri de yürütülüyor.
Dinlenme merkezleri, çocuk ve oyun parkları, televizyon odaları ve
internet hizmetleri ise boş zamanların değerlendirilmesine katkı
sağlıyor.
56
AFAD BARINMA MERKEZLERINDE KURULAN MAHALLE
SISTEMIYLE HER MAHALLE IÇIN BIR MUHTAR SEÇIMI TEŞVIK
EDILIYOR. BÖYLECE SURIYELI SIĞINMACILARA KENDILERINI
TEMSIL ETME HAKKI TANINIYOR.
Çocuklar eğitimlerine devam ediyor,
yetişkinler meslek kurslarına katılıyor
80 bin Suriyeli çocuk iç savaş sebebiyle yarım kalan eğitimlerine
barınma merkezlerindeki okullarda devam ediyor. Suriyeli yetişkinler içinse meslek kursları veriliyor. 60 bin Suriye vatandaşının
barınma merkezlerinde açılan meslek kurslarında dil, halı dokuma,
dikiş gibi çeşitli eğitimleri tamamladığı belirtiliyor.
Suriyeli sığınmacılar ülkemizde ücretsiz sağlık hizmetlerinden
de faydalanabiliyor. Bugüne kadar 275 binin üzerinde ameliyat, 9
milyonun üzerinde poliklinik hizmeti verildiği ifade ediliyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) ve Türk Kızılayı
işbirliğiyle verilen “Gıda Kartı” sayesinde barınma merkezlerindeki
Suriye vatandaşları gıda ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Bu uygulamayla Suriyeliler alışverişlerini diledikleri gibi yapıp yemeklerini
kendi kültürlerine göre pişirebiliyor. “Gıda Kartı” ile barınma merkezlerinde kalan her bireyin kartına aylık olarak para yükleniyor.
AFAD barınma merkezlerinde kurulan mahalle sistemiyle her
mahalle için bir muhtar seçimi teşvik ediliyor. Böylece Suriyeli
sığınmacılara kendilerini temsil etme hakkı tanınıyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres, Türkiye’nin
uluslararası camiada takdirle karşılanan ve örnek gösterilen bu
57
BM MÜLTECILER YÜKSEK KOMISERI ANTÓNIO GUTERRES,
TÜRKIYE’NIN ULUSLARARASI CAMIADA TAKDIRLE KARŞILANAN
VE ÖRNEK GÖSTERILEN ÇALIŞMALARIYLA ILGILI OLARAK,
“SURIYELILERE SADECE SINIRLARINIZI DEĞIL, KALPLERINIZI VE
EVLERINIZI AÇTINIZ. TÜRKIYE’YE TEŞEKKÜR EDIYORUZ” DIYOR.
çalışmalarıyla ilgili olarak, “Suriyelilere
sadece sınırlarınızı değil, kalplerinizi ve
evlerinizi açtınız. Türkiye’ye teşekkür
ediyoruz” derken, AFAD’ın kurduğu Kilis Öncüpınar Konteynerkenti’ni ziyaret
eden The New York Times yazarı Mac
McClelland “Mükemmel kamp nasıl kurulur?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Dünya
genelinde mülteci kamplarındaki yaşam
standartlarının yüksek olmadığını belirten
McClelland, Türkiye’deki diğer barınma
merkezlerinde olduğu gibi Kilis Öncüpınar
Konteynerkenti’nde de tam tersi bir durum
yaşandığının altını çizdi. Büyük konteynerlerden ya da prefabrik yapılardan okullar
kurulduğunu ve bunların kreş, ilköğretim
ve lise olarak sınıflara ayrıldığını anlatan
McClelland, savaş ortamından gelmiş
çocukların hayata tutunmaları için tüm
görevli personelin elinden geleni esirgemediğini vurguladı. McClelland yazısında
“Kamplardaki yetkililer Suriyelileri mülteci
değil, misafir olarak görüyor ve o şekilde
ağırlıyorlar. Burada görevli Türk işçiler
büyük bir titizlikle çalışıyorlar; sokakları
temizlemek için adeta yarış halindeler.
Dahası gece yanan sokak lambaları sizde
sakin ve huzurlu bir banliyö havası yaratıyor” ifadelerine yer verdi.
metrekarelik 7 bin aile çadırı bulunuyor. 4 okul, sahra hastanesi, itfaiye birimi, çocuk oyun
alanları, psiko-sosyal destek alanları, spor alanları, market ve mesire yerleri ile donatılan
Suruç Çadırkenti’nde, her birinde 12 göz olan 101 konteyner bulaşıkhane, 79 konteyner
çamaşırhane yer alıyor. Ayrıca her birinde 6 kabin bulunan 467 konteyner tuvalet ile 425
konteyner duşakabin hizmete sunuluyor. Suruç Çadırkenti’nde kullanılan suyun yüzde
100’ü ultraviyole teknolojisiyle arıtılıyor, bölgedeki çiftçilere destek olunuyor.
AFAD barınma merkezlerinde kalan aileler, yeni doğan çocuklarına “AFAD” adını da
veriyor. Kobani’deki çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığındığı dönemde hamile olan
Rojin İsa’nın Suruç’ta dünyaya gelen kızı da “AFAD” ismini taşıyor. Rojin İsa’nın annesi
Emine İsa, “Tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan, bize şefkat elini uzan AFAD, doğum sancıları
artınca kızımı ambulansla hastaneye götürdü. Çok şükür torunum Türkiye’de dünyaya
geldi. Vefa göstergesi olarak bebeğimize ‘AFAD’ ismini koyduk. İnşallah torunum kendi
topraklarımızda büyür ve isminin hikayesini de ülkemizde anlatırız” diyor.
35 bin kişilik Suruç Çadırkenti
Millî gelirine oranla en fazla insani yardım yapan ülke Türkiye
Özellikle Kobani’den gelen siviller için kurulan AFAD Suruç Çadırkenti, 35 bin kişilik
kapasitesiyle Türkiye’nin en büyük çadırkenti olma özelliği taşıyor. 1 milyon 47 bin
metrekare araziye kurulan çadırkentte, 16
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı aracılığıyla yapılan uluslararası yardım faaliyetleri sayesinde Türkiye 2013 yılında GSMH’sinin yüzde 0,21’ini insani yardım için
ayırdı ve millî gelirine oranla en çok insani yardım yapan ülke oldu. 2012 ve 2013 yıllarında
en fazla uluslararası yardımda bulunan ülkeler listesinde Türkiye, ABD ve İngiltere’nin
ardından üçüncü sırada yer alıyor.
58
Vodafone teknolojileriyle
belediyeler yarına hazır
Siz de dijitalleşme endeksinizi ölçün, makineler arası iletişim
hizmetinden mobil uygulamalara kadar, hizmet kalitenizi
artıracak birçok akıllı çözümümüzle tanışın.
yarinahazirim.com
Vodafone
Otobüs 18:04’te
Beşiktaş
durağında olacak
Çöp konteyneri dolu
boşaltılması için
ekip yönlendirildi
Köprü trafiği
akıcı
Su kaçağı
bilgisi ulaştı
İşOrtağım
59
M. TAHIR KÖSE:
SIYASETTE UZLAŞMA KÜLTÜRÜNÜN
OLMASI ÜLKEMIZIN BIRLIK VE
BERABERLIĞI IÇIN ŞARTTIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
1987-2002 YILLARI ARASINDA MECLIS ÇATISI ALTINDA YER
ALAN SANAYI VE TICARET ESKI BAKANI M. TAHIR KÖSE,
SIYASETIN HALKLA IÇ IÇE YAPILMASI GEREKTIĞINI BELIRTEREK,
“BIR MILLETVEKILININ DÜRÜST VE GÜVENILIR OLMASI KADAR
SEÇILDIKTEN SONRA KARAKTERININ VE SIYASI ÇIZGISININ
DEĞIŞMEMESI DE ÖNEMLIDIR. SIYASETÇI YAŞANTISIYLA
TOPLUMA ÖRNEK OLMALIDIR” DIYOR.
60
RÖPORTAJ
S
on aylarda şehit cenazeleri birbiri ardına geldikçe evlere ateş, anaların yüreğine kor düşüyor. Her hain pusu ülkedeki acıyı katlıyor, gözyaşı
dinmiyor. Ankara’da sivil toplum kuruluşlarının
teröre karşı düzenlediği mitinge saatler kala çalıyoruz M. Tahir Köse’nin kapısını. Sanayi ve Ticaret
eski Bakanı Köse ile hem dünü hem bugünü konuşuyoruz. Bir de hayat ve siyaset yolculuğunu…
M. Tahir Köse, memur bir ailenin çocuğu olarak
1952 yılında dünyaya geliyor. Amasya’da yaşayan
baba Haydar Bey ve anne Seray Hanım, oğullarının
doğumu öncesinde Konya’daki bir akrabalarının
yanına gidiyor. Bu nedenle M. Tahir Köse’nin
doğum yeri Çumra olarak kayıtlara geçse de sonraki hayatı Amasya’da devam ediyor. İlk, orta ve
lise eğitimini bu kentte tamamlayan Köse, daha
sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Makina Mühendisliği Bölümü’nü bitiriyor. Ardından
ODTÜ’de enerji alanında yüksek lisans yapıyor.
“Eğitimimi tamamladıktan sonra Ereğli Demir ve
Çelik Fabrikaları’nda proje mühendisi olarak çalıştım. Burada kısa bir süre görev yaptıktan sonra
kendi mühendislik büromu açarak ticarete başladım. O dönemde bana sık sık ‘ODTÜ’yü bitirdin,
master yaptın, şimdi niye ticaretle uğraşıyorsun?’
diye sorulurdu. Ben de ‘Siyasete gireceğim’ derdim. Çok şükür, bu isteğimi de gerçekleştirdim”
diyen Köse, o yıllarda ailesinde siyasetle ilgilenenler olup olmadığını sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Ailemin siyasete ilgisi yoktu. Benim siyasete
ilgi duymamda rahmetli Erdal İnönü’nün etkisi
büyüktür. Bildiğiniz gibi kendisi ODTÜ Rektörlüğü
yapmıştı ve sevdiğimiz bir kişiydi. Sayın İnönü
1983 yılında Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SODEP)
kurup genel başkanlığını üstlendiği zaman ben
de SODEP’in Amasya’daki kurucuları arasında yer
aldım. Böylece siyaset hayatım başlamış oldu.”
M. Tahir Köse 1987, 1991, 1995 ve 1999 genel
seçimlerinin ardından dört dönem milletvekilliği
yapıyor. 18. ve 19. Dönemlerde SHP Amasya
Milletvekili, 20. ve 21. Dönemlerde DSP İstanbul
Milletvekili olarak Meclis’te yer alan tecrübeli
siyasetçi, “1987 ve 1991 yıllarında ön seçime girerek milletvekili oldum. Ben en kötü ön seçimin
en iyi merkez yoklamasından daha iyi olduğuna
inananlardanım. Amasya’da yaklaşık beş bin kişinin oy kullandığı ön seçimde halk
iki sefer beni destekledi. Üstelik SHP’nin il veya ilçe yönetiminde olmadığım halde
vatandaşın oyunu alabildim. Bu çok önemli bir nokta. Ön seçim, milletvekili adayı
ile vatandaş arasındaki iletişime katkıda bulunduğu gibi parti içi demokrasiye de
büyük fayda sağlar” diye konuşuyor. 1995 seçimleri öncesinde SHP’nin Amasya’da
ön seçim yapmama kararı nedeniyle partisinden istifa ettiğini ve merhum Bülent
Ecevit’in daveti üzerine DSP’ye geçtiğini belirten Köse, milletvekilliği yıllarına ilişkin unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “15 yıl aralıksız milletvekilliği yaptım.
Meclis’te İçişleri, Dışişleri, Plan ve Bütçe komisyonlarında yer aldım. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubu Üyesi oldum. Yaklaşık 11 yıl NATO Parlamenter
Asamblesi’nde çalıştım, bunun büyük bir kısmında da Türk Grubu Başkanı olarak
görev yaptım. O dönemde asamble üyeleri arasındaki tek muhalefet milletvekiliydim. Buna rağmen oy birliğiyle Türk Grubu Başkanı seçildim. Sanırım, Meclis’te
bunun başka bir örneği yoktur. Bu seçim benim açımdan gurur verici olduğu kadar
o dönemde iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasındaki güzel ilişkilere ve uzlaşıya da çok önemli bir örnektir. Hatırladığım kadarıyla o gün beni NATO Parlamenter
Asamblesi Türk Grubu Başkanı olarak seçen milletvekilleri arasında Abdullah
Gül, Doğan Güreş, Kamran İnan, Oğuzhan Asiltürk, Altan Öymen, Gencay Gürün,
Oktay Vural, Süleyman Sazak, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Denizolgun da vardı.
O dönemde NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu olarak önemli çalışmalara
imza attık. Yurt dışındaki toplantılarda ülkemizi en iyi şekilde temsil etme gayreti
içinde olduk. Türkiye’ye yönelik önyargıları çeşitli ülkelerin parlamenterleriyle iyi
ilişkiler kurarak, onlarla istişarelerde bulunarak gidermeye çalıştık. Örneğin İngiliz
parlamenter Frank Cook, ülkemize yönelik sert eleştirilerde bulunuyor ve özellikle
kara mayınlarının temizlenmesi konusunu gündeme getiriyordu. Kendisiyle iyi bir
ilişki kurarak Türkiye hakkındaki görüşlerinin yumuşamasına katkıda bulundum.
Ankara’ya geldiğinde otelde değil, benim evimde kalıyordu. Tüm bu iyi ilişkiler
neticesinde ülkesinde Türkiye Dostluk Grubu Başkanı oldu. Bu örnek bize şunu gösteriyor; eğer yurt dışında doğru ve etkili temaslarda bulunabilirseniz ülkenizle ilgili
61
önyargıları giderebilir ve kendinizi en iyi şekilde ifade edebilirsiniz.
Siyaset bu bakımdan çok önemli fırsatlar sunuyor. Bu fırsatları
iyi değerlendirmek gerekiyor. Türk Grubu Başkanı olarak görev
yaptığım dönemde iki sene NATO Parlamenter Asamblesi Başkanvekili seçildim, başkanlığı ise sadece iki oyla kaybettim. Tüm
bunlar milletvekilliği yıllarıma dair en güzel anılarım arasındadır.”
62
RÖPORTAJ
“Siyaset dilinin yumuşaması gerekiyor”
M. Tahir Köse’nin Meclis çatısı altında yer aldığı yıllar ağırlıklı
olarak koalisyon dönemlerine denk geliyor. Tecrübeli siyasetçi,
7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerin ardından koalisyon
hükümeti kurma çalışmalarının yapıldığını, ancak bir netice elde
edilemediğini hatırlatmamız üzerine “Bana göre koalisyon hükümetleri ülkede uzlaşma kültürünün oluşması ve yerleşmesi
bakımından son derece faydalıdır. Parti olarak içinde yer aldığımız
DYP-SHP hükümetleri ile daha sonraki DSP-MHP-ANAP hükümeti
Türkiye’ye çok büyük bir uzlaşı getirmiştir. Bu uzlaşının olumlu
neticeleri de alınmıştır. Hatırlanacağı gibi 2002 yılında terör olayları yok denecek bir noktaya gelmiştir. Bugün ise her gün şehit
cenazelerinin acısını yüreğimizde hissediyoruz” diyor. M. Tahir
Köse ile sivil toplum kuruluşlarının Ankara’da teröre karşı miting
düzenlediği gün röportaj yapıyoruz. Toplumun çeşitli kesimlerinin
teröre karşı ortak bir duruş sergilemesinin önemine işaret eden
Köse, “DYP-SHP hükümeti zamanında Güneydoğu’da terör olayları
vardı, ancak rahmetli Erdal İnönü ve Süleyman Demirel Şırnak’ta
ortak miting düzenleyerek birlikte halka hitap ediyorlardı. Bu, o
dönemdeki uzlaşma kültürünün bir göstergesidir. Sayın Demirel’in
cumhurbaşkanı seçilmesi de DYP-SHP koalisyonundaki uyumun
bir başka örneğidir. Bugün maalesef siyasette uzlaşma zemini giderek yok oluyor. Siyasi parti liderlerinin zaman zaman birbirlerinin
elini bile sıkmadığını görüyoruz. Öte yandan üslup çok sert. Böyle
bir ortamda koalisyon hükümeti kurmaya yönelik görüşmeler de
sonuçsuz kalıyor. 7 Haziran’daki seçimlerin ardından yürütülen
koalisyon çalışmalarında muhalefetin elinden geleni yaptığına
inanıyorum. Koalisyon hükümetinin kurulabilmesi için, seçimlerden
birinci olarak çıkan parti de birtakım fedakarlıklarda bulunmak
zorundadır. 1 Kasım’da yapılacak seçimlerde bir-iki puanlık değişimler beklenmekle birlikte tek başına bir iktidar görünmemektedir.
Bu nedenle seçimlerden sonra uzlaşma anlayışı içinde hareket
edilerek bir an önce koalisyon hükümetinin kurulması için çaba
harcanmalıdır” diyor.
Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin iç ve dış politikada önemli
problemleri bulunduğuna işaret ederek, “Ülkemizin ekonomide, eğitimde, komşularla ilişkilerde ve diğer alanlarda yaşadığı
problemlerin üstesinden doğru politikalar uygulanarak gelinebilir.
Bunların telafisi mümkündür. Bana göre Türkiye’nin önündeki en
büyük problem, en önemli tehlike bölünmüşlüktür. Ekonomiden
politikaya hangi konuyu getirirseniz getirin, halkın yüzde 50’si
başka, yüzde 50’si başka bir şey söylüyor. Siyasetçiler de maalesef vatandaşlar arasındaki etnik veya mezhepsel farklılıkları
öne çıkaran konuşmalar yapıyor. Oysa siyaset dili birleştirici ve
bütünleştirici olmalıdır. Siyasetçiler farklı yönlerimizi ülkemizin
“BANA GÖRE KOALISYON HÜKÜMETLERI ÜLKEDE UZLAŞMA
KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASI VE YERLEŞMESI BAKIMINDAN SON
DERECE FAYDALIDIR. PARTI OLARAK IÇINDE YER ALDIĞIMIZ
DYP-SHP HÜKÜMETLERI ILE DAHA SONRAKI DSP-MHP-ANAP
HÜKÜMETI TÜRKIYE’YE ÇOK BÜYÜK BIR UZLAŞI GETIRMIŞTIR.”
bir zenginliği olarak ifade etmeli, bizi bir arada tutan değerleri ön
plana çıkarmalıdır. Birlik ve beraberliğimizin devamı için kavgayıgürültüyü bırakmak şart. Herkes bu bilinçle hareket etmeli ve
üslubunu yumuşatmalıdır” uyarısında bulunuyor.
“Bakanlığım döneminde önemli yasal düzenlemeler yaptık”
M. Tahir Köse ile röportajımız sırasında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
dönemini de konuşuyoruz. Kasım 1991-Ağustos 1994 arasında
bakanlık yapan Köse, “Bizim zamanımızda Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı çok büyüktü; 80’in üzerinde genel müdürlük bağlıydı.
Bakanlıktaki ilk işim liyakati öne çıkarmak oldu. Kamu İktisadi
Teşebbüsleri’nin (KİT) başına iyi eğitim görmüş, çalışma hayatında
başarılı olmuş kişileri getirdim. Her biri çok iyi bir yönetim sergiledi.
KİT’lere en kârlı dönemini yaşattık. Bununla birlikte Anavatan Partisi döneminde görev yapmış bakanlık müsteşarını değiştirmedim.
Çünkü yetenekli bir bürokrattı, kendisiyle çalışmaya devam ettim.
Yaklaşık üç yıllık sürede ‘Ekonomik Demokratikleşme Paketi’ adını
verdiğimiz önemli yasal düzenlemeler yaptık. Tüketicinin ve rekabetin korunması hakkındaki kanunların hazırlanmasından Türk
Patent Enstitüsü’nün kurulmasına kadar birçok konuda çalışmalarımız oldu. Tüm bunları siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin
görüşlerini alarak, demokratik bir katılımla gerçekleştirdik” diyor.
M. Tahir Köse, geriye dönüp baktığında siyasete girmekten
hiç pişmanlık duymadığını belirtiyor. “34 yaşında milletvekili
seçildim. Meclis’te olduğum yıllarda birbirinden değerli ve nitelikli
isimlerle birlikte çalışma fırsatı buldum. Sık sık Amasya’ya giderek
vatandaşlarımızla bir araya geldim, dertlerine derman olmaya
çalıştım. Siyasetin olmazsa olmazlarından biri halkla iletişimi hiç
kesmemektir. Siyasette dürüst ve güvenilir olmak kadar milletvekili seçildikten sonra karakterin ve siyasi çizginin değişmemesi
de önemlidir. Siyasetçi yaşantısıyla topluma örnek olmalıdır” diye
konuşan Köse, siyaset dışındaki uğraşılarını sorduğumuzda ise
şu yanıtı veriyor: “Bildiğiniz gibi 2002 yılından bu yana Meclis’te
değilim. Bununla birlikte siyaseti yakından takip etmeyi sürdürüyorum. Amasyalı hemşehrilerimiz bir sorunları olduğunda kapımı
çalmaya devam ediyorlar. Elimden geldiğince onlara yardımcı
olmaya çalışıyorum. Tarihî, kültürel ve doğal zenginlikleriyle çok
güzel bir şehir olan Amasya’nın bana göre en önemli özelliklerinden
biri eğitimli, nitelikli, sevgi ve saygı dolu insanlarıdır. Milletvekili
ve bakan olarak Amasya’ya ve güzel ülkemizin tüm şehirlerine
hizmet etme fırsatı bulabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Şu sıralarda en çok kitap okuyarak ve spor yaparak vakit
geçiriyorum. Eşim anılarımı yazmam konusunda beni teşvik ediyor.
Şimdi değil, ama ileriki zamanlarda bu konuda bir çalışma yapmayı
planlıyorum. ODTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisliği ile Kimya
Mühendisliği bölümlerinden mezun olan iki oğlum var. Onlarla
vakit geçirmekten de büyük mutluluk duyuyorum.”
63
13 EKIM 1923
II. Meclis Binası
Ankara Palas
64
Merkez Bankası
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN
92. YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN
Geldibuldu (Güzelyurt) Köyü, Keçiören
Ankara Tren İstasyonu
Ankara Kalesi
65
EYÜP AYAR:
VAKFIMIZIN ÇALIŞMALARIYLA
ÇOCUKLARA VE GENÇLERE
BILIM VE TEKNOLOJIYI SEVDIRECEĞIZ
SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK
22. VE 23. DÖNEM KOCAELI MILLETVEKILI EYÜP AYAR, MERKEZI
GEBZE’DE BULUNAN BILIŞIM VE TEKNOLOJI VAKFI’NIN BAŞKANLIĞINI
YÜRÜTÜYOR. YETIŞMIŞ INSAN GÜCÜNÜN GELIŞMIŞLIĞIN ÖLÇÜSÜ
OLDUĞUNU IFADE EDEN AYAR, “VAKIF OLARAK TOPLUMUMUZDA
BILIM, BILIŞIM VE TEKNOLOJIYE KARŞI ILGI UYANDIRMAYI
HEDEFLIYORUZ. BILHASSA ÇOCUKLARA BU KONULARI
SEVDIREBILMEK BIZIM IÇIN ÖNEM ARZ ETMEKTEDIR” DIYOR.
66
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Bilişim ve Teknoloji Vakfı ne zaman ve hangi
amaçlar doğrultusunda kuruldu?
Vakıf olarak bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz ve önümüzdeki dönemde hayata
geçirmeyi planladığınız projeler nelerdir?
Türkiye’nin geleceğinin parlak ve aydınlık olmasının bilim ve teknoloji alanlarında gerçekleştirilecek ilerlemeler sayesinde olacağını düşünüyorum. Ülkemizin 2023 hedefleri arasında yer
alan 500 milyar dolar ihracat ve fert başına 25
bin doların üzerinde millî gelire ulaşabilmek için
ileri teknoloji şarttır.
Türkiye’de vakıf sayısı çok, ancak bilim ve
teknoloji alanında kurulmuş fazla vakıf bulunmamaktadır. Hem örnek hem de öncü olması
için 32 arkadaşımızla birlikte 2014 yılının sonlarına doğru Bilişim ve Teknoloji Vakfı’nı kurduk.
Vakfımızın kurucuları arasında Kocaeli Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi ve TÜBİTAK’ta
görev yapan profesörler ile belediye başkanları,
bürokratlar ve iş adamları bulunmaktadır.
Vakfımızın kuruluşunu tamamladık. Yönetim Kurulu’nu belirledik. Mütevelli Heyeti
üyesi arkadaşlarımızdan oluşan komisyonlar kurduk. Faaliyetlerimizi gerçekleştirmek
üzere üç komisyon oluşturduk. Şimdi rutin toplantılarımızı yapıyoruz. Önümüzdeki
dönem için hedefimiz, öncelikle bilim, bilişim ve teknolojiye karşı ilgi uyandırmak.
Bu amaçla her yaş grubu için ayrı programlar düzenleyeceğiz. Bilhassa çocuklara bu
konuları sevdirebilmek bizim için önem arz etmektedir. Bilimsel ve teknolojik alanda
çalışma yapan, proje üreten, bir icadı olan herkese destek sağlamayı istiyoruz. Lise ve
üniversite seviyesinde eğitim kurumları açmayı arzu ediyoruz. Sanayi kuruluşları ile
ortak çalışmalar yapmak, yeni icatlarımızı uygulamak ve ticarileştirmek de planlarımız
arasında yer almaktadır.
Vakfınızın gayesi hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Genel itibarıyla vakfımızın gayesini üç temel
başlıkta özetleyebiliriz: 1- Bilim ve teknolojinin
geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına, desteklenmesine ve toplumun ilgili konulara özendirilmesine katkı sağlamak. 2- Ulusal kalkınma
hedefleri doğrultusunda teknolojik gelişime
yönelik stratejik kararların alım ve uygulama
süreçlerine destek vermek. 3- TÜBİTAK, üniversiteler, sanayi kuruluşları, teknoparklar ve sivil
toplum örgütleri gibi ilgili paydaşlar arasında bir
katalizör görevi görerek işbirliği oluşturmak ve
sinerji yaratmak.
Size göre ülkemiz bilişim ve teknoloji alanında hangi noktada bulunuyor?
Ülkeler genellikle bilim, teknoloji, Ar-Ge ve yenilik üretimine önem verdikleri ölçüde
ekonomik başarıya ulaşmaktadırlar. Yeniliklerin uygulanması ile ortaya çıkan değişimler sayesinde de ülke kalkınmasında süreklilik sağlanmakta ve böylece güçlü ülkeler
seviyesine çıkılabilmektedir. Günümüz gelişmiş ülkeleri, bilim ve teknoloji ürettikleri,
bunları uygulamalarına yansıttıkları ve bu unsurları başarılı bir şekilde yönetebildikleri
için gelişmişler ve gelişmeye de devam etmektedirler. Dünyada Ar-Ge, teknolojik
uyum ve yenilik yeteneklerinin rekabetçi üstünlük kazanma açısından oldukça önemli
hususlar olduğu bilinmektedir. Özellikle ülkelerin Ar-Ge, teknolojik uyum ve yenilik
yeteneklerini geliştirmesi iktisadi kalkınmalarını hızlandırdığı gibi, o ülkelerin uluslararası
arenada söz sahibi olma şanslarını da artırmaktadır.
Türkiye’nin bilim ve teknolojideki yerine ve buna bağlı olarak da dünya ölçeğindeki
rekabet gücüne bakıldığında son yıllarda olumlu gelişmeler olduğu görülmektedir. Her
ne kadar ülkemizin bilimsel bilgi üretme yeteneğini ekonomik ve toplumsal faydaya
dönüştürmedeki başarısı ivme kazanmış olsa da, gelişmiş ülkelere göre hâlâ yetersiz
durumdadır. Son yıllardaki önemli atılımlara rağmen Türkiye’nin bilim ve teknoloji göstergelerindeki yeri gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, ister milyon kişi başına düşen
bilimsel makale yönünden olsun, ister makalelerin etki değeri, GSYİH’den Ar-Ge’ye
ayrılan yüzdelik pay, bin çalışan başına düşen araştırmacı sayısı yönlerinden olsun
Vakfınızın faaliyet alanları hangi konuları
kapsıyor?
Vakfımızın faaliyetleri beş ana başlıktan oluşmaktadır: Araştırma Faaliyetleri, Eğitim Faaliyetleri, İşbirliği Faaliyetleri, Teşvik ve Destek
Faaliyetleri, Kurumsal Gelişim ve Yapılanma
Faaliyetleri. Bu ana başlıklar çerçevesinde
yayınlar, bilimsel etkinlikler, stratejik hizmetler, ulusal ve uluslararası projeler, yarışmalar,
icatlar, burslar gibi çeşitli faaliyetler vakfımızın
çalışma alanı içerisinde yer almaktadır.
67
“ÜLKELERIN AR-GE, TEKNOLOJIK UYUM VE YENILIK
YETENEKLERINI GELIŞTIRMESI IKTISADI KALKINMALARINI
HIZLANDIRDIĞI GIBI ULUSLARARASI ARENADA SÖZ SAHIBI OLMA
ŞANSLARINI DA ARTIRMAKTADIR.”
henüz istenen seviyeye ulaşmamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki
işletmelerin, etkin ve güçlü yapısı ile teknoloji üretebilecek, Ar-Ge,
teknolojik uyum ve yenilik yeteneklerine sahip bir yapı oluşturabilmesi oldukça önemlidir. Ülkemizin dünya pazarında etkin bir
şekilde rekabet edebilmesi sanayimizin teknolojik inovasyonda
yetkinlik kazanması ve bu yetkinliklerini kendi Ar-Ge’lerine dayandırması ile mümkün olacaktır.
Gelişme ve kalkınmanın en önemli unsurlarından biri de şüphesiz yetişmiş insan gücü...
Elbette. Yetişmiş insan gücü, gelişmişliğin ölçüsüdür. Bir ülkenin
yeterli kaynakları olmasa bile yetişmiş insan gücü, kaynak yaratır.
İnsanoğlunun bilgi sahibi olma, muhakeme etme, bilgiden teknoloji üretme kapasitesi medeniyetleri oluşturur. Bugün bilim ve
teknolojideki gelişmelerle birlikte çok hızlı değişen ve küreselleşen
bir dünyada yaşıyoruz. Batı yarımkürenin nüfusu, dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturuyor, ancak dünya gelirlerinin yüzde 80’ini
tüketiyor, enerjisini kullanıyor, çevresini kirletiyor. Bu toplumların
temel özelliği eğitimli, bilgili ve teknoloji üretiyor olmalarıdır. Bilim
ve eğitim politikası olmayan hiçbir toplumun başarılı olma şansı
yoktur.
Türkiye’nin önce dünyadaki gelişmiş ilk on, daha sonra ilk beş
ülke arasında yer alma hedefi var. Bu hedefe ulaşmak için en büyük
potansiyelimiz yüzde 60’ı 35 yaşın altında 80 milyon müteşebbis
68
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
insanımızın olmasıdır. Eğitimdeki değişimi süratlendirmek, bilgi
toplumu olmak, teknolojiyi kendimiz tasarlamak, üretmek, ticarileştirmek ve markalaştırmak suretiyle hedeflerimize ulaşabiliriz.
Ar-Ge harcamalarımız millî gelirin yüzde 1’inin altında. Avrupa
Birliği ülkelerinin ortalaması ise yüzde 2. Biz bu oranın üzerine
çıkmalıyız. Ayrıca bu alanda çalışma yapacak sivil toplum kuruluşlarının sayısını artırmalıyız.
Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmelerinin önemine
ilişkin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
İnsanoğlu bu dünyada çalışmalı ve gök kubbede hoş bir seda bırakabilmeli. Her yaşta yapılacak işler vardır. İki dönem milletvekilliği
görevini üstlendim. Meclis, başlı başına bir okul. Genel Kurul çalışmaları, komisyon toplantıları, teşkilat faaliyetleri, geziler, halkla
ilişkiler gibi çalışmalar insanda önemli bir birikim oluşturuyor.
Zaten milletvekili olmadan önce de her arkadaşımızın belirli bir
kariyeri bulunuyor.
Benim arkadaşlarıma tavsiyem, bu birikimlerini ister sivil toplum
kuruluşları veya medya yoluyla ister kitap yazmak veya konferanslar vermek suretiyle topluma yansıtmalarıdır. Hiçbir arkadaşımız
“Ben emekli oldum. Zaten yeteri kadar çalıştım” diyerek bir kenarda oturma lüksüne sahip değildir. Benim düşüncem, sağlığım
elverdiği süre içerisinde hep çalışmam gerektiği yönündedir. 63
yaşındayım. Çok aktif olmasa da siyasi çalışmalarım bulunmaktadır. Vakıf ve dernek faaliyetleri yürütüyorum. Ayrıca yeminli mali
müşavirlik yapan şirketimizin Gebze şubesini idare ediyorum.
69
TARIHIN PEŞINDE BIR ÖMÜR
ISMAIL HAKKI
UZUNÇARŞILI
70
ÖMRÜNÜ AKADEMIK ARAŞTIRMALARA ADAMIŞ, HATTA SON
NEFESINI BILE BU UĞURDA VERMIŞ BIR TARIHÇIDIR İSMAIL HAKKI
UZUNÇARŞILI. TARIH SAYFALARINDA GERÇEĞIN IZINDE KOŞMAKTAN
ASLA YILMAMIŞ, ÇABALARININ SONUCUNDA OSMANLI TARIHI
KONUSUNDA EŞINE AZ RASTLANIR BIR MIRAS BIRAKMIŞTIR.
UZUNÇARŞILI, YALNIZCA AKADEMIK ÇALIŞMALARIYLA DEĞIL,
BALIKESIR MILLETVEKILI OLARAK BAŞLADIĞI 23 YILLIK SIYASI
KARIYERI BOYUNCA DA ÜLKESINE HIZMET ETMIŞTIR.
İREM COŞKUNSEVEN
O
smanlı İmparatorluğu’na yüzyıllar boyunca başkentlik yapan
İstanbul’un fethedilmesinin ardından şehrin surları dışındaki
bölgede kurulan ilk yerleşim yeridir Eyüp. İlçe, Eyüp Sultan Camii
başta olmak üzere Osmanlı döneminden günümüze ulaşmayı
başaran birçok esere evsahipliği yapar; bir zamanlar Bizans
İmparatorluğu’nun denizcilik merkezi olan Altın Boynuz’a göz
kırpar. Farklı kültürlerin bu denli iç içe olduğu, tarihin şehrin
havasına, suyuna, dokusuna bu derece karıştığı Eyüp’te, 1888
yılında dünyaya gelir İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Belki de bu yüzden ileride en çok atıfta bulunulan, genelde Osmanlı tarihi,
özelde Kapıkulu Ocakları denince akla ilk gelen tarihçilerden biri
olacaktır.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, eğitimine evlerinin yakınındaki
Bahriye İplikhane Mektebi’nde başlar. Daha sonra ailesinin yönlendirmesiyle o dönemde prestijli kabul edilen askerî rüştiyeye
devam eder. Ortaokulun ardından Mehmet Fuat Köprülü, Orhan
Seyfi Orhon, Süheyl Ünver, Muhsin Ertuğrul, Nihat Sami Banarlı,
Remzi Oğuz Arık, Falih Rıfkı Atay ve Refik Koraltan gibi dönemin
aydın isimlerinin gittiği Mercan İdadisi’ne yazılır. Uzunçarşılı’nın
doğduğu dönemde Birinci Meşrutiyet ilan edilmiş, Osmanlı
İmparatorluğu’nda ilk kez anayasal yönetime geçilmiştir. Lisede
okuduğu dönemde ise İkinci Meşrutiyet ilan edilmek üzeredir.
Türk milleti ilk kez seçim, siyasi parti, diktatörlük gibi kavramlara
aşina hale gelecek, imparatorluk uçurumdan düşen bir kütleymişçesine çöküşüne doğru ivme kazanarak ilerleyecektir.
Ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve kargaşadan kendini sı-
yırmayı başaran İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Darülfünun Edebiyat
Fakültesi’ne giderek eğitimine devam eder. Hayatı boyunca
profesör, milletvekili, araştırmacı ve tarihçi gibi farklı kimliklerle
karşımıza çıkan Uzunçarşılı’nın hoca olma isteği daha üniversitedeyken yüreğinde filizlenmeye başlar. Kürsüye çıkıp gençleri
kendi birikimiyle donatmak için yanıp tutuşan Uzunçarşılı, bu
arzusunu şöyle dillendirir: “Darülfünun’da sınıfları geçtikçe
muallim olup kürsüye çıkma ateşi içimde yanmaya devam ediyordu. Her sınıf atlamada hedefime yetişmiş olduğumdan dolayı
seviniyordum.”
İlk öğretmenlik ve araştırmacılık tecrübesi
1912 yılında mezun olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya
İdadisi’ne tarih ve coğrafya öğretmeni olarak atanır. Kütahya,
Uzunçarşılı için hem öğretmenlik mesleğini icra ettiği ilk yer
hem de tarih araştırmalarına başladığı şehir olması bakımından
önem arz eder. Hocalığın yanında boş vakitlerini o dönemin kısıtlı
kaynakları ve olumsuz şartları altında bile Kütahya’nın tarihi
hakkında belge ve bilgi toplamakla geçirir. Daha sonra birikimini
bir kitap haline getirir ve Maarif Vekâleti bu kitabı yayımlar. Çabalarını takdir eden Kütahya Meclis-i Umumisi kendisine fahri
hemşehrilik verir.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya’da sekiz yıl görevine devam eder. Ancak işgal altındaki ülke Millî Mücadele’ye başlar ve
okullardaki sıralar bomboş kalır. Uzunçarşılı, Kuva-yi Milliye’nin
bir kolu olan Kuva-yi Seyyare’de gönüllü olarak görev yapmaya
71
İSMAIL HAKKI UZUNÇARŞILI 1927 YILINDA BALIKESIR
MILLETVEKILI OLUR. ZAMANININ ÇOĞUNU ARŞIVLERDE
OKUYARAK GEÇIRIR VE 1950 YILINDA KENDINI TAMAMEN
TARIH ARAŞTIRMALARINA ADAYANA KADAR MILLETVEKILI
OLARAK GÖREV YAPMAYA DEVAM EDER.
sürdürecek, kendi deyimiyle hem muallimlik hem de muharrirliği
bir arada yürütecektir.
Daha sonra Balıkesir’in Karesi ilçesine tayin edilen İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, burada Emine Safiye Hanım ile tanışır ve evlenir.
Kütahya’da başladığı Kastamonu’da devam ettiği araştırmalarını burada da sürdürür. Kısa zamanda Millî Eğitim İl Teftiş
Müdürlüğü’ne terfi eder. Bu görev, yurdun çeşitli bölgelerini
görmesine, araştırmalarını farklı yörelerde sürdürmesine, farklı
kaynaklara ve kütüphanelere ulaşmasına imkan verdiğinden
araştırmacı kimliğine olumlu bir etki yapar. Gittiği şehirlerdeki
arşivlerden derlediği belgeleri Kitabeler adlı iki ciltlik eserinde bir
araya getirir.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1927 yılında Balıkesir Milletvekili olur.
23 yıl boyunca milletvekili olarak görev yapsa da o bir siyasetçiden ziyade araştırmacıdır. Kendisiyle ilgili yazılanlarda Uzunçarşılı
her zaman Meclis’te masasının başında bir şeyler karalarken veya
okurken tasvir edilir. Zamanının çoğunu arşivlerde okuyarak geçirir. 1950 yılında kendini tamamen tarih araştırmalarına adayana
kadar milletvekili olarak görev yapmaya devam eder.
Açıksöz gazetesi yazı ailesinin 1921 tarihli bir fotoğrafı. Sol alt köşede İsmail Hakkı Uzunçarşılı yer alıyor.
Yeni bir tarihyazımı anlayışı
başlasa da Kütahya’nın 30 Temmuz 1921 tarihinde Yunan birlikleri tarafından işgal edilmesinin ardından ilk göz ağrısından
ayrılmak zorunda kalır. Eskişehir üzerinden Millî Mücadele’nin
başkenti Ankara’ya geçer. 1922 yılında ise hükümetin talebi
üzerine Trabzon’da tarih öğretmeni olarak görev yapmak için
yine yollara düşer. Ancak Trabzon’a asla varamaz. Şöyle ki,
Trabzon’daki görevine başlamadan uğradığı Kastamonu’da Açık
Söz gazetesinde “Muallim İsmail Hakkı” imzasıyla tarih üstüne
yazılar yazmaya ve adını duyurmaya başlar. Yazıları dönemin
Kastamonu Valisi Rafet Canıtez’in dikkatinden kaçmaz. Vali
Bey’in Kastamonu Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak çalışması
yönündeki teklifini kabul eder. Böylece hem yazılarını yazmaya
hem de kutsal saydığı mesleğini icra etmeye devam eder. Tarihle
ilgili araştırmalarını daha sonra Doğu dergisinde de yayımlamayı
Milletvekili olmasının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde dersler veren İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
üniversite reformunun ardından “Ordinaryüs Profesör” unvanını kazanır. Anadolu Selçukluları ve Beyliklerinden başlayarak
Kanuni Sultan Süleyman devrinin sonuna kadar olan dönemle
ilgili dersler verir. Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin
açılması üzerine burada da hocalık yapmaya başlar. 1939 yılında
üniversiteden ayrılarak yalnızca vekillik ile yola devam etse de
1950’de bir daha dönmemek üzere Meclis’ten ayrılır.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1930 yılında “Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tetkik etmek için hususi ve daimi bir heyetin
teşkiline karar verilmesi ve bu heyetin azasını seçmek salahiyetinin Merkez heyetine bırakılması”nın teklif edilmesinin ardından
Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi üzerine 1931’de kurulacak
Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) asli üyelerinden biri olur. Çalışma-
72
TÜRK TARIH KURUMU’NUN KENDISINI GÖREVLENDIRMESI
ÜZERINE BUGÜN OSMANLI TARIHI ÜZERINE YAPILMIŞ EN
KAPSAMLI VE EN ÖNEMLI ÇALIŞMALARDAN BIRI KABUL
EDILEN BÜYÜK OSMANLI TARIHI’NI YAZAN UZUNÇARŞILI,
DÖRT CILTLIK DEV BIR ESER ORTAYA KOYAR.
larını yakından takip ve takdir eden Atatürk ile sık sık aynı sofrayı
paylaştığı, fikir alışverişinde bulunduğu söylenir. Kurucu üyesi
olduğu TTK’nın üç ayda bir yayımlanan dergisi Belleten’de Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Topkapı Saray Kütüphanesi’nde Osmanlı
tarihi üzerine yaptığı araştırmaların sonuçlarını yayımlar.
TTK’nın kendisini görevlendirmesi üzerine bugün Osmanlı tarihi üzerine yapılmış en kapsamlı ve en önemli çalışmalardan biri
kabul edilen Büyük Osmanlı Tarihi’ni yazmaya başlar. Dört ciltten
meydana gelen bu eser Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 18.
yüzyılın sonuna kadar olan dönemi kapsar. 19. yüzyılın başından
devletin çöküşüne kadar olan dönemi ise arkadaşı Ordinaryüs
Profesör Enver Ziya Karal tamamlar.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, tarihyazımına yeni bir soluk getirmesi
bakımından tüm tarihçilere bir model teşkil eder. O, dönemdeki
belge yoksunluğuna rağmen araştırmalarını farklı kaynaklara
dayandırmaya çalışmış, anlatılarına hislerini karıştırmamayı
kendine ilke edinmiş ve anlattığı dönemi kendi döneminin koşullarıyla değerlendirmemeye dikkat etmiştir. Onun tarihçilik
ve tarihyazımı anlayışını en iyi yansıtan eserlerinin önsözleridir.
Büyük Osmanlı Tarihi’nin I. cildindeki önsözünde şöyle der: “Osmanlı Devleti’nin kurulmasından itibaren on beşinci asır ortalarına kadar olan ve bir buçuk asırdan ziyade süren devir, kaynak
itibarıyla çok noksandır; hele ilk devirlere ait belgeler ve sair kay-
naklar yok denecek kadar azdır; bundan başka, mevcut rivayet
ve nakillerin zamanları ve tarihleri de birbirlerini tutmamaktadır;
bunun için onbeşinci asrın ikinci yarısında yazılmış olan Osmanlı
tarihlerine bakarak bahsedeceğimiz bir buçuk asırlık zaman için
bir tarih kaleme almak ne kadar hatalı ise, yalnız yabancı kaynaklara dayanarak yahut onları esas tutarak bir Osmanlı tarihi
yazmak daha hatalı olacağından şüphe yoktur. Bundan dolayı,
bir taraftan Bizans ve Latin (bilhassa Venedik) menbalariyle,
noksan olmakla beraber Osmanlı vekayinâmelerini ve bilhassa
Osmanlıların bu devirleri hakkında bizi oldukça tenvir eden Arap
kaynaklarını karşılaştırmak ve diğer taraftan Osmanlı tarihini
alâkadar eden ve son zamanlarda neşredilmiş olan yeni vesika ve
tarihlerden istifade etmek suretiyle -daha az hatalı- bir Osmanlı
tarihi kaleme almak ciheti vardır ki, bu eser onun neticesidir.”
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ömrünü gerçeğin peşinde kütüphanelerde ve arşivlerde araştırma yaparak geçirir. Arşivden çıktıktan
sonra karşılaştığı ilk insanı çevirdiği, ona yeni öğrendiklerini
anlattığı, böylece bilgilerin aklında daha iyi yer edeceğine inandığı bile rivayet edilir. Tarihin peşinde koşmaktan asla yılmayan
Uzunçarşılı, yine araştırma yapmaktan döndüğü arşiv yolunda
rahatsızlanarak 1977 yılında hayatını kaybeder. Geride tarihçilerin
atıfta bulunmadan makaleler yazamadığı, araştırmalar yapamadığı bir miras bırakır.
73
1 Ekim 1869 -
İlk kartpostal Avusturya Posta
İdaresi tarafından basıldı. Kalın
kağıttan üretilen, genellikle tebrik
için kullanılan bu süslü kartlar o
kadar ilgi gördü ki üç ayda 2,5
milyon adet satıldı ve kartpostal
modası tüm dünyaya yayıldı.
5 Ekim 1925 -
Topkapı’daki Darphane’de Cumhuriyet Altını üretilmeye başladı.
3 Ekim 1990 -
Alman Demokratik Cumhuriyeti
(Doğu Almanya) toprakları, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin (Batı
Almanya) topraklarına dahil oldu.
EKIM
1
2
3
5
1 Ekim 1949 -
Yakın zamanda dünyanın
en büyük ekonomik gücü
olacağı öngörülen Çin Halk
Cumhuriyeti, Mao Zedong
önderliğinde kuruldu. Ülkenin ilk başkanı olan Mao’nun
hedefi güçlü, müreffeh ve
eşitlikçi bir Çin yaratmaktı.
5 Ekim 1947
Atina’da düzenlenen Akdeniz Atletizm
Yarışmaları’nda Türkiye birinci oldu.
1 Ekim 1995 -
Türkiye’de “çökme hareketli”
deprem ilk defa Afyon Dinar’da
yaşandı. Büyüklüğü 6,1 olan
depremde 90 kişi hayatını
kaybetti, 4000 ev yıkıldı.
74
12 Ekim 2006 -
Fransa Sosyalist Partisi (PS), Ermeni
soykırımının inkarının suç sayılmasını
öngören yasa tasarısını Fransa
Parlamentosu’na sundu. Halk Hareketi
Birliği (UMP) ve Fransız Demokrasisi
İçin Birlik (UDF) partilerinin de destek
verdiği tasarı, 19 “ret”e karşılık 106
“evet” oyuyla kabul edildi.
29 Ekim 1923
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet yönetimini ilan etti. İlk
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk oldu.
12
13
24
28
29
28 Ekim 1886
13 Ekim 1923 -
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında
önemli roller oynayan Ankara,
Türkiye’nin başkenti ilan edildi.
24 Ekim 1975 -
Türkiye’nin Paris Büyükelçisi
İsmail Erez, şoförüyle birlikte katledildi. Cinayeti ASALA
(Ermenistan’ın Kurtuluşu için
Ermeni Gizli Ordusu) üstlendi.
Fransa tarafından, kuruluşunun
100. yılı anısına Amerika Birleşik
Devletleri’ne hediye edilen
Özgürlük Anıtı törenle açıldı.
Dünyanın en meşhur yapılarından
biri olan ve tacındaki yedi sivri
ucun yedi kıta ve yedi denizi
simgelediği anıt, elinde 4 Temmuz
1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık
Bildirgesi taşıyor.
75
1 EKIM 1869
RENKLI TARIHÎ
BELGELER
KARTPOSTALLAR
PINAR ÜNSAL
H
epi topu üç-beş satır yazı, onun da bir satırı isim yazmaya
gidiyor. Ancak uzaklardan gelen, uzun bir mektubu okumak
kadar keyiflidir bu birkaç satırı okuyuvermek. Çünkü kartpostallar
hatırlanmanın, sevilmenin göstergesi. Mutlaka “en iyi dilekler”
içeriyor ve yüzde her zaman bir tebessüm bırakıyor.
“Bırakıyordu” mu demeliydi? Zira bir dönemin modası kartpostallar neredeyse yirmi yıldır yerini başka hal-hatır sorma araçlarına
terk etti. Bunun nedeni belki de artık uzakların yakın olması, ayrı
kalmaların daha az yaşanmasıdır. Bayram, yılbaşı, doğum günü
gibi özel günler günümüzde çoğunlukla teknolojik iletişim araçları
yoluyla tebrik ediliyor.
Bu süslü kartlar yirmi yıldır revaçta değil dedik, ancak kartpostallar bugün eskisinden daha değerli.
Çünkü basıldıkları dönemin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal
durumlarından izler
taşıyor. Teknoloji ilerledikçe gelişime ayak
uyduran kartpostallar
önce renklenmiş, ardından adeta bir fotoğraf baskısı haline
gelmiş. Kartpostalların
fotoğraf içermesi onları tarihî birer belge
76
durumuna getirmiş. Bu yüzden de kartpostallar yalnızca koleksiyonerler nezdinde önem taşımıyor; tarih, sosyoloji, siyaset gibi
alanlarla uğraşanlar da bu değerli belgelerden yararlanıyor. Hatta
kartpostallar “deltiyoloji” adında bir bilim dalını bile doğuruyor.
Kartpostalı daha çok Avusturyalılar sahiplense de bir asır boyunca moda olan bu icadın mucidi Amerikalılar. Philadelphia’da
basım ve kırtasiye işleriyle uğraşan John P. Charlton, kalın kağıttan ürettiği kenarları süslü kartların patentini almış. Bu kartlar
Amerika Birleşik Devletleri Posta İdaresi tarafından uzun yıllar
satılmış. Aynı yıllarda Heinrich von Stephan adlı bir Alman, kalın
kağıttan üretilmiş, zarf kullanmaya gerek olmadan gönderilebilen
kart fikrini ortaya atmış; muhtemelen Charlton’dan habersiz.
1865 yılında öne sürülen
bu fikir o yıllarda uygulamaya geçememiş.
1869 yılında Emanuel
Herrmann’ın önerisiyle
Avusturya Posta İdaresi
resmî olarak kayıtlara
geçen ilk kartpostalı
basmış. İlk etapta bir
milyon adet üretilen
kartpostallar bir anda o
kadar popüler olmuş ki
üç ay içinde 2 buçuk milyon adet daha basılmış.
Kenarları süslü çizimler
KARTPOSTALLARIN TÜM DÜNYADA YAYGINLAŞMASI
1893 YILINDA, OSMANLI IMPARATORLUĞU’NUN DA KATILDIĞI
CHICAGO DÜNYA FUARI’YLA OLUR. ÇÜNKÜ AMERIKAN
HÜKÜMETI YAYINCILARIN 1 SENTLIK KARTPOSTAL
(PENNY POSTCARD) BASIP SATMASINA MÜSAADE EDER.
içeren bu kartları Fransızlar daha da geliştirerek ilk
resimli kartpostalı bulmuşlar. Ve tabii ki üzerinde
Eyfel Kulesi varmış.
Osmanlı’da kartpostal
Dünyada pek çok yeniliğin ortaya çıktığı, teknolojik gelişmelerin yaşandığı 19. yüzyıl, Osmanlı
İmparatorluğu’nda da heyecanla karşılanıyordu.
Dünya ülkelerinden geri kalmak istemeyen padişahlar, o yıllarda tohumları atılmış uluslararası
fuarlara katılıma özen gösteriyorlardı. Yenilikler
açısından 1893 yılındaki Chicago Dünya Fuarı’nın
Osmanlı’ya katkıları yadsınamaz. Sultan II. Abdülhamid dönemine (1876-1909) rastlayan bu sergiye
Osmanlı, Türk kültürüne has unsurlarla katılmıştı.
Fuar alanına kurulan İstanbul Sokağı’nda zarif bir
işçilikle yapılmış değerli takıların yanı sıra pamuk,
pirinç, ipek, yün, haşhaş gibi Osmanlı’nın önem arz
eden ihraç ürünleri yer alıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kartpostalla tanışmasının bu sergiyle olduğu rivayet edilir. Aslında
kartpostalların tüm dünyada yaygınlaşması da
bu sergi sonrasında oluyor. Çünkü Amerikan Hükümeti, yayıncıların 1 sentlik kartpostal (penny
postcard) basıp satmasına müsaade ediyor. Bu
kartpostallara kolaylıkla ulaşılabilmesi onların pek
çok kişi tarafından kullanılmasını sağlıyor ve uzun
yazışmalar dahi, minik minik harfler kullanılarak bu
iletişim aracıyla yapılır hale geliyor.
Bu süslü kartların Osmanlı İmparatorluğu’nda
yaygınlaşması Max Fruchtermann sayesinde oluyor. 1867 yılında Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’ndan İstanbul’a gelen ve 1895 yılında Osmanlı’ya dair kartpostallar bastırmaya başlayan Fruchtermann, geleceğe çok değerli tarihî
belgeler miras bırakıyor aslında. Çoğunluğu İstanbul, az bir kısmı Anadolu’ya ait
görüntüler içeren kartpostallar farklı etnik kökene ve dinî inanışa sahip Osmanlı
vatandaşları; Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı gibi yerler ile simitçi, muhallebici, ciğerci
gibi sokak satıcıları; Ayasofya, Ortaköy Camii, önemli kişilerin türbeleri gibi dinî
öneme sahip yerler; şehir manzaraları; kahvehaneler; dönemin popüler mekanları
ile mesire yerleri; Beylerbeyi Sarayı, Topkapı Sarayı gibi önemli mimari yapılar;
düğün, bayram gibi özel günlerdeki eğlence anlayışları hakkında önemli bilgiler
sunuyor. Max Fruchtermann’ın kartpostallarından yararlanılarak yüz yıl öncesine
dair pek çok kitap yazılmış. Bu kartpostallardan birine bile sahip olmak içinse
binlerce lira gerekiyor.
77
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TARİHÎ ÖRNEĞİ
AHÎ TEŞKİLATI
78
KARDEŞLIK VE CÖMERTLIK ESASINA DAYANAN AHÎLIK,
BUGÜN KULLANILAN ANLAMDA SIVIL TOPLUM ÖRGÜTLERININ
ÇEKIRDEĞINI OLUŞTURAN, DOĞDUĞU ÇAĞIN IMKANLARIYLA
SINIRLI KALMAYIP GÜNÜMÜZE, HATTA GELECEKTEKI
IHTIYAÇLARA CEVAP VEREBILECEK NITELIKTE BIR YAPI.
ÇEŞITLI ETKI ALANLARINDAN GEÇEREK GERÇEK KIMLIĞINI
ANADOLU’DA BULAN AHÎLIK, EKONOMIK VE TOPLUMSAL
ANLAMDA BIR YAŞAMA MODELI SUNAR.
ENVER UYGUN
K
çoğunlukla siyasi argüman geliştirmek için kullanılan terimin
imi modern kavramlar, son birkaç yüzyılda icat edilmiş, insan
hayatında daha önce yer edinmemiş gibi davranılır. Fransız İhüzerindeki popüler bulutlar dağıldıktan sonra tartışma bilimsel
tilali, Sanayi Devrimi gibi somut bir başlangıcı olmayan ancak fiilen
bir temele oturabilmiştir.
yaşanan “iletişim devrimi”, sözcükleri, olayları, olguları tanımlama
Sivil toplum kavramı her ne kadar çağdaş demokrasinin akkonusunda yeni bir çağ başlattı. Artık tanımlar çoğunluğun veya
törlerinden biri olarak 20. yüzyılda gündeme gelse de tarihte bu
çeşitli alanlarda söz sahibi olanların istediği şekilde yapılıyor, takapsamda değerlendirilecek yapılar mevcuttur. Devleti yönetennıma konu olanların tarihiyse
lerin bu yetkiyi nereden aldığı
sistematik şekilde göz ardı
sorusu siyaset biliminin temeediliyor. Öte yandan felsefede
lini oluşturur. Çağlar içinde yöve çağdaş sosyal bilimlerde
neticilerin otoritenin kaynağı
postmodern yaklaşımın bir
olarak fiziksel güçlerini veya
yansıması olarak değerlendiTanrı’yı gösterdiği bilinir. Gürilen bu yönteme karşı çıkan
nümüze yaklaştıkça milletin
düşünürler de azımsanmayadevlet yönetiminde temsili
cak sayıda. Son dönemlerde
modeli yaygınlaşır. Resmî yamoda olarak üzerinde sık sık
pılar ile yönetilenler arasındaki
konuşulan bazı kavramların
ilişki de zaman içinde şekilleköklerinin çok eskilere danir. Çeşitli amaçlarla bir araya
yandığı da bu sayede ortaya
gelen kişilerin oluşturduğu
çıkar. Böylelikle kavramın tarih Arzuhalci, İBB Atatürk Kitaplığı Kartpostal Koleksiyonu’ndan.
sivil toplum örgütleri, millî
içinde geçirdiği dönüşümler,
irade adına devleti yöneten
günümüzün ihtiyaçlarına karşılık verip veremeyeceği gibi noktalar
hükümetler ve bunlara bağlı kurumlarla halk kitleleri arasında
açıklık kazanır. Buna güzel bir örnek, Türkiye’de 90’lı yılların sonunköprü vazifesi görmeye başlar. Sendika, meslek birliği, dernek,
da çokça tartışılan kamusal alan konusunun ilk kez Antik Çağ’da,
kulüp gibi oluşumlar, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla yönetim
Aristoteles tarafından ele alınmasıdır. Çeşitli yayın organlarında,
mekanizmasına taleplerini bildiren, alınacak kararlarda etkili olacak
79
AHÎLIK, 7. YÜZYILDAN ITIBAREN İSLAM DÜNYASINDA ORTAYA
ÇIKAN “FÜTÜVVET” ANLAYIŞININ GELIŞTIRILMIŞ, ŞARTLARA
UYGUN HALE GETIRILMIŞ BIR UYGULAMASIDIR. TASAVVUFI BIR
TERIM OLAN FÜTÜVVET SÖZCÜĞÜ HEM KARDEŞLIĞI HEM DE
CÖMERTLIĞI IÇEREN BIR ANLAMA SAHIPTIR.
şekilde kamuoyu oluşturan devletten bağımsız örgütler olarak demokrasinin önemli
bir kanadını oluşturur. Sivil sözcüğü Türkçede daha çok “askerî olmayan” anlamını
çağrıştırsa da resmîyetten, daha özele inildiğinde devletten bağımsız olmayı ifade
eder. Buradaki bağımsızlık, bu örgütlerin oluşumunda ve işleyişinde kamu kurumlarının rol oynamadığını belirtmek için kullanılır.
Devletle yönetilenler arasında bağ kuran, kendi ilgi alanındaki kişilerin çıkarlarını
gözetirken topluma faydalı işlere imza atan yapılara tarihte de rastlamak mümkün.
Üstelik demokrasinin yerleşmediği, halkın yönetimde söz sahibi olmadığı bir çağda
bile. Dünyadaki benzer örneklerle karşılaştırıldığında devletten ve din adamlarından
etkilenmeyen, siyasi otorite boşluğu olduğunda toplumu kaosa sürüklenmekten
kurtaracak roller üstlenen ahî teşkilatı bunun en güzel örneği.
Birçok alanda etkili
“Ahî” sözcüğünün kaynağıyla ilgili iki farklı görüş bulunuyor. Bunlardan biri, kelimenin, Türkçenin ilk sözlüğü Divan-ı Lügat’it Türk’te “eli açık, yardımsever” anlamıyla
80
açıklanan “akı”dan geldiğini iddia eder. Diğer
görüş, Arapça “kardeşim” manasına gelen
isim çekimiyle oluşturulduğunu söyler. Ahîlik
incelendiğinde iki yaklaşımın da haklı olabileceği görülüyor. Çünkü ahîliğin temel şartları
arasında eli açıklık ve birbirlerini kardeş olarak
görmek de bulunuyor.
Ahîlik, 7. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında ortaya çıkan “fütüvvet” anlayışının
geliştirilmiş, şartlara uygun hale getirilmiş bir
uygulamasıdır. Fütüvvet sözcüğü de yine hem
kardeşliği hem de cömertliği içeren bir anlama
sahiptir. Tasavvufi bir terim olan fütüvvet,
Suriye, Irak, İran, Türkistan, Endülüs, Kuzey
Afrika ve Mısır’da esnaf ve zanaatkarların bir
araya gelerek oluşturdukları meslekî cemaatlerin temelini teşkil eder. Bu meslek birlikleri,
zanaat ehlinin çıkarını korumaya yönelmekten
çok toplumda ekonomi ve ahlak başta olmak
üzere birçok alanda etkili olmayı amaçlayan
kurumlar olarak tarihteki yerini alır.
Orta Asya’dan İran’a, oradan Anadolu’ya gelen Türkler bu uzun yolculuk sırasında kültürel
ve dinî değişim yaşar. 8. yüzyıldan itibaren
İslamiyet’in benimsenmesi, ardından İran
gibi antik dönemden beri özgün kültür iklimi
oluşturmuş bir coğrafyaya yerleşilmesi bu
dönüşümde büyük rol oynar. 11. yüzyılla birlikte
hem Türkistan’da hem Anadolu önlerinde bir
yandan fizikî hareketlilik, diğer yandan düşünce dünyasında bir canlılık görülür. Kutadgu Bilig
gibi dev bir eserin yazılması, ilk Türkçe sözlük
çalışması Divan-ı Lügati’t Türk’ün ortaya çıkması, Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetler kale-
me alması ve bu şiirlerindeki fikirlerle yeni
bir medeniyet kuracak insan kadrosunu yetiştirmeye başlaması bu dönemin önemini
gösteren gelişmelerdir. Tuğrul ve Çağrı
Beylerin içinde yetiştiği manevî ortam,
otlak ve barınak bulmak gibi ekonomik
nedenler dışında yeni bir yurtta evrensel
bir kültür inşa etme fikriyle Anadolu’nun
fethi konusunda onları motive eden bir
unsurdur. Nihayet Malazgirt Savaşı’ndan
sonra Anadolu’nun içlerine uzanan Türkler, Doğu Roma’nın çöküş sürecini kendi
lehine değerlendirmeyi başarır. Askerî
harekatlarla bölge fethetmenin yanında
yerleşilen yerlerde uygulanmaya başlanan
toprak ve insan yönetimi biçimi, bu kadim
topraklarda filizlenen yeni uygarlığın işaretlerini verir. En somut haliyle Selçuklu
mimarisindeki senkretik yapıda karşımıza
çıkan eski ile yeninin işe yarar yönlerinin
birleştirilmesi anlayışı çok geçmeden
Anadolu’ya hâkim olur.
Ahîlik, bu toplumsal ve siyasi ortam
içinde tarih sahnesine çıkar. Anadolu’da
geniş toprak parçalarının ele geçirilmesine
paralel olarak İran’dan hızlı bir Türk göçüne
tanık olunur. Bu göçlerle gelenlerden biri de
sonradan Ahî Evran olarak anılacak Şeyh
Nasiruddin ebu’l-Hakayık Mahmud bin
Ahmed el-Hoyî’dir. Doğa şartlarının ve yeni
coğrafyadaki işleyişin şehirleşme sürecini
hızlandırdığı bu dönemde Anadolu’ya
yerleşen nüfusun önemli bir kısmını esnaf
ve zanaatkarlar oluşturur. Hem yeni bir
yaşama biçimine uyum sağlamak, hem
Doğu Roma tebaasına karşı birlik olmak,
hem de Asya’yı kasıp kavuran Moğol
akınlarına karşı durmak için örgütlenme
fikri doğar. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun
manevi fethiyle görevlendirdiği gazi alperenlerin başını çektiği Abdalan-ı Rum,
Bacıyan-ı Rum gibi gruplar halk arasındaki
örgütlenmeye öncülük eder. Ahî Evran’ın
süreçteki rolüyse esnaf ve zanaatkarların fütüvvetname adı verilen tüzüklerde
belirlenmiş kurallar dairesinde iş görmeye başlamasını sağlamaktır. Anadolu’da bu yeni
geleneği kuran Ahî Evran, İslam dünyasında yaklaşık üç yüzyıldır geliştirilen iyi insan olma
ve dürüst iş görme ilkelerine dayanan fütüvvetnamelerden güç alır. 13. yüzyıla gelindiğinde
fütüvvetnamelere göre örgütlenmiş 32 esnaf ve zanaatkar birliğinden oluşan, hemen her
konuda söz sahibi bir örgüt ortaya çıkar.
Ahî Evran’ın hayatı hakkındaki bilgiler efsanelerle iç içe olduğundan onunla ilgili günümüze ulaşan sağlam bilgiler kısıtlıdır. Türkistan’ın Hoy şehrinde doğduğu, Harzemşahlar
yönetimindeki Herat’ta, dönemin önemli isimlerinden Fahrüddin Razi’nin derslerine katıldığı, ilk hocaları arasında Ahmed Yesevî’nin öğrencilerinin bulunduğu bilinir.
Anadolu’nun birliğini sağlayanlar
Ahî teşkilatının yalnızca bir esnaf birliği olmadığının ilk büyük örneği, Moğolların Kayseri’yi
kuşatması sırasında şehri teslim etmemek için çarpışanlar arasında ahîlerin bulunmasıyla
belirir. Daha sonra Moğol akınlarına dayanamayarak parçalanan Selçuklu Devleti’nin yokluğunda Anadolu’nun elden çıkmaması da ahîler sayesindedir. Bir devlet yapısına bürünmeyen, ancak Anadolu’daki Beylikler Dönemi’nde oluşan siyasi ve toplumsal otorite boşluğunu dolduran ahîlerin, bu yönleriyle Osmanlı Devleti’nin kurulmasına dolaylı katkı sağladığı
düşünülür. Askerî ve siyasi açıdan Moğol talanına uğrayan Anadolu’dan kitlesel göçlerin
yaşanmaması, toprağa, ticarete ve zanaata ilginin canlı tutulması ahîlerin başarısıdır.
Ahîliğin, kurulduğu ve yayıldığı dönemle sınırlı kalmayıp günümüze de ulaşmasının
en önemli nedeni teşkilatın ilkeleridir. Bugün adı ahîlik olmasa da bir esnaf ve zanaatkar
anlayışının, belli bir yaşama görüşünün hâlâ canlı tutulması ahîliğin evrensel boyutta
değerlendirilmesi gereken bu ilkeleri sayesindedir. Tasavvufi bir yönü olan ahîliğin ilkeleri
tasavvuftaki “kemale ermek”, olgunluğa ulaşmak düşüncesi etrafında şekillenir. İlkelere
uymak, insanı kâmil kılacaktır. Ahîliğin temel ilkeleri Yaşar Çalışkan ve Lütfi İkiz’in Kültür,
San’at ve Medeniyetimizde Ahilik kitabında şöyle saptanır:
81
BIR ESNAF VE ZANAATKAR ÖRGÜTLENMESI OLAN AHÎ TEŞKILATI
IŞ VE TICARET HAYATI ILE MESLEKI EĞITIM KONULARINDA
ÖNEMLI IŞLEVLERE SAHIPTI. AHÎ TEŞKILATINDA SANATKARLARA
YAMAK, ÇIRAK, KALFA VE USTA HIYERARŞISI ILE MESLEĞIN
INCELIKLERI VE SIRLARI ÖĞRETILIRDI.
“İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak; işinde ve hayatında kin,
çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak; ahdinde, sözünde ve
sevgisinde vefalı olmak; gözü, gönlü ve kalbi tok olmak; şefkatli,
merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak; cömertlik,
ikram ve kerem sahibi olmak; küçüklere sevgi dolu, büyüklere karşı
edepli ve saygılı olmak; alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan
kaçınmak; başkalarının ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek; hataları yüze vurmamak; dost ve arkadaşlara tatlı sözlü,
samimi ve güvenilir olmak; gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı
ziyaret etmek; herkese iyilik yapmak, onların iyiliklerini istemek;
yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak; hakka, hukuka, hak
ölçüsüne riayet etmek; insanların işlerini içten, gönülden ve güler
yüzle yapmak; daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza
ve cahilliğine sabretmek; hata ve kusurları daima kendi nefsinde
82
aramak; iyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak; fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak; zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak; Allah için sevmek; hak için hakkı
söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak; emri altındakileri ve
hizmetindekileri korumak ve gözetmek; açıkta ve gizlide Allah’ın
emir ve yasaklarına uymak; kötü söz ve hareketlerden sakınmak;
içi, dışı, özü, sözü bir olmak; hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek; kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek;
bela ve kötülüklere tahammüllü olmak; fani dünyaya ait şeylerle
övünmemek, böbürlenmemek; yapılan iyilik ve hayırda Hakk’ın
hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek; alimlerle dost olup
dostlara danışmak; aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak;
feragat ve fedakarlığı daima kendi nefsinden yapmak.”
Bir esnaf ve zanaatkar örgütlenmesi olan ahî teşkilatı iş ve
AHÎ BIRLIKLERI BIR YANDAN ESNAF ARASINDA IŞBIRLIĞI VE
DAYANIŞMA ESASLARININ YERLEŞTIRILMESINI, HAKSIZ REKABETIN
VE TEKELCILIĞIN ÖNLENMESINI AMAÇLARKEN, DIĞER YANDAN
TÜKETICININ KORUNMASINA YÖNELIK DÜZENLEMELER YAPIYORDU.
ticaret hayatı ile mesleki eğitim konularında önemli işlevlere
tim için de çözüm üretmiştir. Üretim ve tüketime sınır getiren
sahipti. Ahî örgütünde sanatkarlara yamak, çırak, kalfa ve usta
bir sistemle rekabet dengelenmiş, halkın ihtiyaçları ve alım gücü
hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri ve sırları öğretilirdi. Fahri Solak’ın
önemsenmiştir. Esnaf ve dükkan sayısı, iş aletleri ve tezgah adedi
çalışmalarında ortaya konulduğu üzere, özellikle büyük şehirlerde
belli sayıda tutularak “Gedik Usulü” olarak adlandırılan sistemle
teşkilatlanmış olan ahî birliklerinde eği“ihtiyaca göre üretim” fikri hayata
tim ve eğlence imkanlarına da sahip bir
geçirilmiştir. Esnaf ve tüccarın işsiz
sosyal tesis özelliği taşıyan zaviye bulukalmaması ve aşırı üretimin doğuranurdu. Bu esnaf birlikleri o mesleğe ait
bileceği sorunlar bu şekilde bertaraf
tüm işleri öğretir, mensupları arasındaki
edilebiliyordu.
ihtilafları halleder, esnafla devlet araUsta-çırak ilişkisine büyük önem
sındaki ilişkileri düzenlerdi. Bu birlikler
veren ahîlikte ustalığa ulaşmak için
ürünlerin kalitesi ve ücreti ile çalışma
mesleki ve ahlaki olgunluk aranırdı. Bir
şartları konularında düzenleme yapardı.
çırağın önce kalfa sonra usta olması
Günümüzün terminolojisiyle söylenirse
için geçmesi gereken aşamalar fütüvhem bir standartlar enstitüsü hem de
vetnamelerde belirtilmişti. Kalfanın
sendika işlevi görürdü.
usta olabilmesi için kendi ustasının
Ahî birlikleri bir yandan esnaf arasında
onayının yanı sıra aynı meslek kolunişbirliği ve dayanışma esaslarının yerleşdan diğer ustaların da oluru gerekirdi.
tirilmesini, haksız rekabetin, tekelciliğin
Ustalığa geçiş ve yeni dükkan açmak
önlenmesini amaçlarken, diğer yandan
için kuralları belli törenler yapılırdı.
da tüketicinin korunmasına yönelik dü17. yüzyılda ustalığa yükseltme ve
zenlemeler yapıyordu. Esnafın çalışma
ayrı dükkan açma töreninin ortalama
alanları hem haksız rekabetin hem de
beş-altı yılda bir yapıldığı görülür. Kuişsizliğin önlenmesi amacıyla belirleniyumculuk söz konusu olduğunda bu
yordu. Geliştirilen politikalarla zanaat
süre yirmi yıla kadar çıkardı. Sanattaki
ehlinin hammadde sıkıntısı çekmemesini
titizlik ve ilerleme güçlüğünü bu denli
sağlamak da tekelciliği önlemek de ahî
incelikle vurgulayan bir örneği yaşatan
birliklerinin sorumluluğundaydı.
ahîlik, meslekteki hüneri önemseyen
Her esnaf grubu toplu olarak, arasta
bir yapı oluşturmuştur.
denilen belirli bir çarşıda bulunurdu.
Günümüzde iktisat, işletme, insan
Böylece hem alıcı istediği malı kolaylıkla
kaynakları gibi akademik disiplinler
seçebiliyor hem de esnaf birbirini kont- Lonca mensuplarının geçişi, Surname-i Vehbi adlı eserden.
ahîlikle daha yakından ilgileniyor.
rol ediyordu. Standartların altında mal
Ahîliğin, çağın şartlarına bağlı olmaüreten kişiler önce uyarılıyor, ikazlara aldırmayıp bu şekilde davyan, insanoğlunun en eski dönemlerinden beri hayatın önemli bir
ranmaya devam ederlerse dükkanları kapatılabildiği gibi, daha ileri
alanını kaplayan ticaret ve üretimin evrensel ilkelerini tespit etmiş
gittikleri takdirde esnaflıktan ihraçlarına da karar verilebiliyordu.
bir teşkilat olması, yeni gelişmelerin bu örgütün çizdiği harita çerAhî teşkilatı, günümüzün en önemli sorunlarından aşırı tükeçevesinde ele alınmasının faydaları artık daha sık konuşuluyor.
83
ÇOK YÖNLÜ BİR ÖNCÜ
OSMAN
HAMDI BEY
84
OSMANLI DEVLETI’NIN HEM YIKIMDAN KURTULMAK HEM DE ILERI
ADIMLAR ATABILMEK IÇIN HARCADIĞI ÇABALAR IMPARATORLUĞU
ÇÖKÜŞTEN KORUYAMADIYSA DA SONRAKI DÖNEMDE
MEYVELERINI VERIR. ÇAĞDAŞ SANAT VE MÜZECILIK ALANLARINDA
YAPTIKLARIYLA CUMHURIYET DÖNEMINDE DE ÖRNEK ALINAN BIR
AYDIN VE SANATÇI OLAN OSMAN HAMDI BEY’IN ATILIMLARI TÜRK
KÜLTÜRÜ AÇISINDAN SON DERECE ÖNEMLIDIR.
ENVER UYGUN
1
7. yüzyıl, geçen üç asırda dört yüz çadırlık bir aşiretten toprakları üç kıtaya yayılan
bir cihan imparatorluğuna uzanan Osmanlı Devleti için sonun başlangıcını ifade eder.
Askerî teknolojisi, yüksek savaş kabiliyeti, fethettiği ülkelerdeki iskan politikaları ve
toprak rejimi, adalet anlayışı gibi üstün nitelikleri sayesinde adını geçmişin görkemli
imparatorlukları arasına yazdıran Osmanlı’nın çöküşü kolay olmayacak, koca çınar üç
yüzyıl daha ayakta kalacaktır.
Devletin en güçlü olduğu dönemlerde baş gösteren kimi sıkıntılar o devrin sağladığı imkanlarla atlatıldıysa da bu sorunlara kökten çözümler üretilmemesi, ilerleyen
zamanda daha büyük ve artık çözümsüz meselelerin doğmasına yol açacaktır. 17. yüzyıldan itibaren geniş toprakların yönetilmesinde ortaya çıkan problemler, ekonominin
içine düştüğü darboğaz, toplumsal ve idari yapının günün ihtiyaçlarına uymaması gibi
iç karışıklıkların yanı sıra Avrupa’nın Reform ve Rönesans sonrasında gerçekleştirdiği
siyasi ve düşünsel atılım, Rusya’nın önemli bir güç olarak tarih sahnesine çıkışı, İran’ın
tekrar eski gücüne kavuşması gibi Osmanlı’nın yakın çevresinde yaşanan gelişmeler
imparatorluğu kurtulması zor bir girdabın içine atar. Bu süreç önce şaşkınlıkla karşılanır, ardından devlet katında ve aydınlar arasında gidişi tersine çevirmek için yollar
araştırılmaya başlanır. 18. yüzyıl sonu ve İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun en uzun
yüzyılı” dediği 19. yüzyıl boyunca devleti ayakta tutmak, eski gücüne kavuşturmak
için ortaya koyulan seçenekler üzerinde tartışılır.
1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması’yla Macaristan, Ukrayna, Mora gibi
hem geniş hem de stratejik önemi haiz topraklarını kaybeden Osmanlı Devleti, bu
tarihten sonra girdiği savaşlarda da üst üste yenilgiye uğrayınca, bu kötü gidişe son
vermenin yolunun orduyu yeniden düzenlemek olduğu görüşü belirir. Askerî teçhizatın modernleştirilmesi ve subay yetiştirmek üzere batı tipi eğitim veren okulların
açılması bu yolda atılan ilk somut adımlar olur. Bu okulların müfredatına askerliğin
yanında temel bilimler ve güzel sanatlar alanları da eklenir. Aynı dönemde artık adı
koyulmaya başlayan batılılaşma hareketleri kültürel ve siyasi arenada ağırlığını hissettirir. Osmanlı’nın bünyesinde temsil edilen doğu fikri ile Avrupa’nın ilerlemesini
model alan batı kavramının birbirine ne yönlerden uyuşturulacağı uzun tartışmalara
konu olur. Şiir, müzik ve mimaride Avrupa etkisinin söz konusu olduğu bu dönemde,
Osmanlı’da bir geleneği bulunmayan resim
de gündeme alınır. Modernleşme konusunda
yaptıkları büyük reformlarla tanınan III. Selim
ve II. Mahmud dönemlerinde açılan iki askerî
okul, Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1793)
ile Mekteb-i Ulûm-u Harbiye-i Şahane (1834),
Osmanlı’da akademik anlamda resim dersleri
verilen ilk kurumlar olur.
Türkiye’de resim sanatının öncülerinden Osman Hamdi Bey böyle bir kültür ortamında, 30
Aralık 1842’de dünyaya gözlerini açar. Babası
İbrahim Edhem Paşa’nın sadrazam olması,
çocukluğunu modernleşme tartışmalarının merkezde olduğu sohbet meclislerinde geçirmesini
sağlar. Paris’e gideceği 15 yaşına kadar dönemin
85
önemli kişilerinin düşüncelerini birinci ağızdan dinleme şansına erişir. Paris’te
hukuk öğreniminin yanı sıra Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun resim derslerine
devam eden Osman Hamdi, Jean-Leon Gerôme ve Boulanger’in atölyelerinde
zaman geçirir. Bu sırada Osmanlı Devleti’nde resim askerî okullardan yetişen
ressamların öncülüğünde gelişmektedir. Bu kurumlarda verilen eğitim doğa
ve topografya üzerinedir. Müzikte, mimaride, hatta şiirde batıya yönelen
aydınlar, içinden geldikleri gelenekle Avrupa kültürü arasında gelgitler yaşarken, resim söz konusu olduğunda böyle bir ortam oluşmaz. Asker ressamlar
kuşağı olarak bilinen ilk ressamlar ölüdoğa resimleriyle bir yol açsalar da asıl
dönüşüm için Osman Hamdi Bey’in figüratif çalışmaları beklenecektir. Osman
Hamdi Bey, 1867 yılında Paris’te yurt dışına eğitim için gönderilen iki asker
ressam, Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmed Paşa ile birlikte II. Uluslararası
Paris Sergisi’ne katılır. Bu sergide yer alan ve madalyayla taltif edilen üç eseri,
“Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek” ve “Zeybeğin Ölümü”nün akıbeti
bugün bilinmiyor.
Bir koltukta birkaç karpuz
1869’da yurda dönen Osman Hamdi Bey, Bağdat Valisi Midhat Paşa’nın
teklifiyle Vilayet Umur-ı Ecnebiyye (Yabancı İşleri) Müdürü olarak Bağdat’a
gider. Bu şehirde kaldığı iki yıl boyunca resim çalışmalarını sürdürürken doğu
Bela Bartok
86
dünyasını yakından tanıma fırsatı da bulur. 1871 yılında
Teşrifat-ı Hariciye (Protokol) Müdür Yardımcısı olarak
İstanbul’a atanır. Müzeciliği ve ressamlığıyla öne çıkan
Osman Hamdi Bey’in bir diğer özelliğini ortaya koyan
iki piyes, İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz ve Cerf Volan bu
yılların eseridir. 1873’te Viyana’da açılan bir uluslararası
sergide Osmanlı Devleti komiseri olarak görev alan
Osman Hamdi Bey 1875’te Hariciye Umur-ı Ecnebiyye
Katibi olur. Ertesi yıl Sultan Abdülaziz tahttan indirilince
bu görevden alınarak Matbuat-ı Ecnebiyye Müdürlüğü’ne
getirilir. Osman Hamdi Bey, 1878 yılında memuriyetten
ayrılarak vaktinin neredeyse tamamını resimle geçirmeye
başlar. İstanbul’da açılan karma sergilerde işleriyle yer alır.
1881’de Müze-i Hümayun Müdürü Philipp Anton Dethier
vefat edince, bu görev için en uygun ismin Osman Hamdi
Bey olduğu düşünülür. Böylece Türk müzeciliğinde yeni
bir sayfa açılır.
Kazı alanından müzeye
Osman Hamdi Bey, hem kültür varlıklarına hem de sanat
eserlerine yer veren bir müzecilik anlayışını benimser.
Müze-i Hümayun’un, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri
adıyla hizmet veren kuruma dönüşmesi için yoğun çaba
harcayan Osman Hamdi Bey, Çinili Köşk’ü restore ettirir
ve mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı yeni müze
binasını inşa ettirir. Müzenin ilk bölümü 1891’de, ikinci
bölümü 1903’te, üçüncü bölümü 1907’de ziyarete açılır.
Müze-i Hümayun’da 28 yıl boyunca sürdürdüğü müdürlük görevi sırasında birçok kazı çalışması başlatan,
bunların önemli bölümüne bizzat katılan Osman Hamdi
Bey’in önemli arkeolojik çalışmaları arasında Nemrut
Dağı (1883), Sayda (1887) ve Legana Hekate Kutsal Alanı
(1891-92) kazıları sayılır. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı
kazısından elde ettiği bilgileri kitaplaştırarak Türkiye’nin
ilk kazı kitaplarından birine imza atar. Lübnan’daki Sayda kazısında toprak üstüne çıkararak İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’ne getirdiği İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar
Lahdi ve Tabnit Lahdi dünyanın en önemli arkeolojik
bulgularından kabul edilir. Muğla’daki Legana Hekate kazısında bulduğu ve müzeye getirdiği tapınak kabartmaları
da yine kıymetli eser kapsamındadır.
Yazdığı tiyatro eserine isim olarak seçtiği iki karpuz
bir koltuğa sığmaz atasözünü yalanlarcasına aynı anda
birçok konuyla ilgilenen Osman Hamdi Bey, müze müdürlüğünün yanında Osmanlı’nın ilk sivil güzel sanatlar
OSMAN HAMDI BEY, HEM KÜLTÜR VARLIKLARINA HEM DE
SANAT ESERLERINE YER VEREN BIR MÜZECILIK ANLAYIŞINI
BENIMSEYEREK BU ALANDA DA ÖNCÜ BIR ROL ÜSTLENIR.
Osman Hamdi Bey’in günümüzde müze olarak kullanılan çiftlik evi.
okulunu kurma çalışmalarını da yürütür. Türkiye’de kendi öncülüğünde gelişen figüratif resmin akademik eğitimini de vermek üzere
çoğunluğu yabancı asıllı sanatçılardan oluşan bir öğretim kadrosu
kurar. Günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne
dönüşen Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk adımını atar. Okul, 1883’te
ilk öğrencilerini kabul eder.
Osman Hamdi Bey’in sanat üretimi yanında kamu yararını gözeten yönü, 1884 yılında yeniden düzenlediği Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) ile ortaya çıkar. Osmanlı topraklarında
bulunan eski eserlerin devlet malı sayılarak yurt dışına çıkışına
yasak getiren tüzük Osman Hamdi Bey’in hem arkeolog hem de
hukukçu taraflarının birleşmesiyle ortaya çıkmış, geçerliliğini 1973’e
dek korumuştur.
Birbirinden kıymetli tablolar
Son yıllarda çeşitli müzayedelerde çok yüksek fiyatlara alıcı bulan
tabloların ressamı olarak daha geniş kitlelere ulaşan Osman Hamdi
Bey, Türkiye’ye figürlü kompozisyonu getiren isimdir. Eşi ve çocuklarının yanı sıra kendi fotoğraflarından da yararlanarak, tarihî
dekorlar içinde, bol ayrıntıyla bezediği tabloları, Fransa’da aldığı
eğitimin etkisiyle oryantalist ögeler taşır. Ancak Osman Hamdi
Bey’in oryantalizmi Avrupalı sanatçılarınki gibi doğu dünyasını ya
küçümseyen ya da tanımadığı için yanlış yorumlayan bir tarzda
değildir. Okuyan, araştıran, tartışan bir aydın tipini, klasik Osmanlı
mimarisinin inceliklerini ve dışa açılmış, toplumun bir parçası kabul
edilmiş kadın imgesini yansıtır tablolarına.
Osman Hamdi Bey, kompozisyonlarında ayrıntılı olmakla birlikte
karmaşıklığa mahal vermeyen bir çevre düzeni, optik yanılsamanın
etkisini sıfıra indiren bir netlik ve saydam bir ışık kullanır. Türkiye’de
ve dünyada çeşitli kurum müzeleri ile özel koleksiyonlarda yer
alan eserleri arasında “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Camiden Çıkış”,
“Balıkçı”, “Yeşilcami’de Kuran Okuma”, “Halı Satıcısı”, “Abıhayat
Çeşmesi”, “Hamam”, “Silah Taciri”, “Türbe Kapısı Önünde Kadın”
ve “Şehzade Türbesinde Derviş” öne çıkanlardır.
Yazar, ressam, müzeci, arkeolog, bürokrat ve diplomat kimliklerini başarıyla taşıyan Osman Hamdi Bey 24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumar. Vasiyeti üzerine, Gebze
Eskihisar’da bulunan çiftlik evinin arkasındaki yamaca defnedilir.
Mezarına Anadolu’dan getirilmiş, Selçuklu dönemine ait sanduka
yerleştirilir. Osman Hamdi Bey’in özellikle hayatının son döneminde resim çalışmalarını yürüttüğü bu çiftlik evi günümüzde müze
olarak kullanılıyor.
87
“AKBABA”LI SİYASET
ERBAY KÜCET
Mizahla söylediğimi ciddiyetle söyleseydim beni öldürürlerdi.
George Bernard Shaw
M
izah, doğduğu ülke ve insanları hakkında pek çok şey anlatır
bize. Fıkralar, karikatürler, eğlenceli hikayeler üzerinden bir
ülkeyi tanımak mümkün olabilir. Köklü ve zengin kültürümüzde
mizahın önemli bir yeri vardır. Nesillerdir dilden dile anlatılan
Nasreddin Hoca fıkralarında olduğu gibi halkımız ince ve kıvrak
zekasıyla nice mizah ürünü ortaya koymuştur. Şu bir gerçektir ki,
mizahla iç içe bir toplumda gülümseyen yüzler ve hoşgörü vardır.
Bir düşünceyi ifade ederken mizaha başvurmak hem anlatımı
güçlendirir hem de söylenenlerin etkili ve akılda kalıcı olmasını
sağlar. Siyasi tarihimize baktığımızda siyasetçilerin de konuşmalarında zaman zaman mizaha başvurduğunu görürüz. Bazen
bir mitingde halka hitap ederken bazen Meclis kürsüsünde konuşma yaparken esprili cümleler kurup, gündemdeki konulara
uygun düşecek fıkralarla anlatımını güçlendiren siyasetçilerimiz
olmuştur. En sert tartışmaların yapıldığı zamanlarda dahi mizahi
bir üslup kullanıldığı anda ortamdaki gerginliğin yumuşadığını
görmüşüzdür.
88
Mizah ve siyaset söz konusu olduğunda siyasi karikatürlerle de
sıkça karşılaşırız. Köklü bir geçmişe sahip karikatür sanatı, kendine
has anlatımıyla ilgi görmekte ve geniş kitlelere ulaşmaktadır. Karikatürcülerin ele aldığı başlıca konulardan biri siyasettir. Ülkemizde
siyasi mizah üzerine çıkarılmış pek çok dergi bulunmaktadır.
Bu yazıda, bazen haftada bir, bazen de iki kez olmak üzere elli
yıldan fazla bir süre yayımlanan, mizahi yönünün yanı sıra edebiyat tarihi açısından da son derece önemli dergilerden biri olan
Akbaba’dan söz etmek istiyorum.
Kurtuluş Savaşı yıllarında iki mizah mecmuası yayımlanmıştır:
Güleryüz ve Aydede. Millî Mücadele kazanıldıktan sonra kapanan
Aydede’nin yerine, bu mecmuanın hemen hemen aynı kadrosu,
aynı biçim ve yapısı ile Akbaba yayımlanmaya başlamıştır. Yusuf
Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından çıkarılan mecmuanın
ilk sayısı 7 Aralık 1922 tarihinde basılmıştır. Kısa bir süre sonra
Orhan Seyfi Orhon, Akbaba’yı Yusuf Ziya Ortaç’a devretmiştir.
Ortaç, vefat edinceye dek mecmuayı tek başına çıkarmıştır.
Bizim Yokuş adlı hatıratında Akbaba’nın ortaya çıkış hikayesi
ile ilgili şunları anlatır Yusuf Ziya Ortaç: “Önce bir arkadaş lazımdı
bana, bir iş ve kafa arkadaşı... Kim olabilir diye düşünmedim bile.
Gece gündüz beraber olduğum tek adam Orhan Seyfi idi. (...)
Orhan Seyfi bir mizah gazetesi çıkarmaya hiç hevesli görünmedi.
Bir kere yüz lirayı nereden bulacaktık? Sonra, gazete imtiyazını,
İstanbul’un sokaklara taştığı o başsız günlerde kimden alacaktık?
Hele bir üçüncü mesele vardı ki hepsinden önemliydi: Bakalım,
satılır mıydı, okunur muydu çıkaracağımız gazete? İsimler düşündük birçok: Çelebi, Tırpan, Horoz...
Yusuf Ziya Ortaç
Sonunda Akbaba en uygun geldi
ikimize de. Kadromuzu hemen
kurduk: Münif Fehim, Ramiz,
Hakkı karikatürleri yapacaklar.
Orhan Seyfi, Halil Nihat, Osman
Cemal, Selâmi İzzet, Abdülbâkî
Fevzi, ben yazılarını yazacaktık.”
Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba’nın
ilk sayısındaki makalesinde “İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı
ağarmış olanına akbaba derler.
Kuşların en çok yaşayanı da
akbabadır. İnşallah bizim Akbabamız da gazetelerin en uzun
ömürlüsü olur” temennisinde bulunur. Gerçekten de Akbaba
edebiyatımızın yayın hayatını uzun süre devam ettiren önemli
dergilerinden biri olur.
İlk sayısı 1922 yılında çıkan Akbaba, 1967 yılına kadar Yusuf
Ziya Ortaç tarafından yayımlanmıştır. Ortaç’ın vefatının ardından
bayrağı oğlu Engin Ortaç devralmış ve mecmuayı 28 Aralık 1977
tarihine kadar okurlarıyla buluşturmuştur.
“Mizah dergiciliğimizde çok önemli bir yeri var”
Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Reşat Nuri Güntekin, Faruk
Nafiz Çamlıbel, Peyami Safa, Ercüment Ekrem Talu, Mahmut
Yesari, Osman Cemal Kaygılı, Halil Nihat Boztepe, Fazıl Ahmet
Aykaç, Nahit Sırrı Örik, Edip Ayel, Fahri Celâleddin Göktulga, Nazım Hikmet Ran, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Vâlâ Nurettin, Selâmi
İzzet Sedes, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü gibi dönemin en önemli
şair ve yazarlarının imzaları Akbaba’da yer alırken, Cemal Nadir
Güler, Ramiz Gökçe, Hulki Onaran, Orhan Önal, Zahir Güvemli,
Sedat Nuri İleri, Münif Fehim Özarman, Necmi Rıza Ayça, Eflatun
Nuri Erkoç, Erdoğan Bozok, Şevki Çankaya, Orhan Ural, Mustafa
Uykusuz, Halit Şekerci, Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu gibi isimler
de karikatürleriyle mecmuaya hayat vermişlerdir.
Akbaba’da yetişen karikatürcülerimizden Semih Balcıoğlu, Önce
Çizdim, Sonra Yazdım adlı hatıra kitabında şöyle der: “Akbaba,
mizah dergiciliğimizde çok önemli yeri olan bir dergidir. Benden
önceki ve benim kuşağımdaki bütün çizerlerin çalıştığı, hem de
uzun ömürlü bir dergi. Başka mizah dergileri de vardı, ancak ömürleri kısacık oldu. En önemli müşterisi doktor muayenehaneleri ve
bilhassa berberlerdi. Akbaba mecmuasının bulunmadığı bir berber
hatırlamıyorum. Bana, ‘Akbaba’da karikatürünü gördüm’ dediklerinde ‘Sıhhatler olsun!’ derdim.
Buna bir de mizah meraklılarını
Orhan Seyfi Orhon
ve politikacıları da eklerseniz
ayakta durmaması için neden
yoktu. Ayakta durması Ziya
Bey’in kişiliğinden kaynaklanıyordu. Bu dergiyi yarım asır gibi
çok uzun bir süre yayımlamak
her babayiğidin harcı olmasa
gerek. Devletle ve hükümetlerle
arası hep iyiydi. İyi olması için de
büyük çaba harcardı. Eleştirisi
ağır olan yazı ve karikatürlere
dergisinde yer vermedi. Tek partiden çok partiye geçtikten sonra
Türkiye’de olup bitenleri hep görmezlikten geldi. Halbuki siyasi bir mizah dergisi için bu olayların bir
tanesi bile çok önemliydi. Ayrıca bu, mizahın göreviydi de. Akbaba
yumruk vurmak yerine pansuman yapmayı seçti.”
Semih Balcıoğlu’nun belirttiği gibi Akbaba, dönemin diğer mecmualarına kıyasla daha ılımlı bir yayın politikası izlemiş olmakla
birlikte belirli aralıklarla kapatılmaktan da kurtulamamıştır.
Tarihçi ve yazar Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi adlı
eserinde Akbaba’nın mizah ve hiciv anlayışını “İdeoloji kavgalarında, siyasi çarpışmalarda mizahın en kuvvetli silahı olan hiciv,
Akbaba’da, sanatın icaplarından olan nezaheti hiçbir zaman kaybetmemiştir” cümlesiyle ifade eder.
Akbaba mecmuası zengin içeriğiyle de dikkat çeker. Yukarıda
değindiğimiz gibi dönemin önemli yazar ve şairlerinin eserlerinin
yer alması, mecmuaya bir siyasi mizah dergisi olmasının yanı sıra
bir edebiyat dergisi niteliği de kazandırmıştır. 1922-1977 yılları
arasında yayımlanan Akbaba, siyasi mizah dendiğinde akla ilk
gelen mecmualardan biri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Sonuç olarak, siyasete de hayatın diğer alanlarına da mizah
katabilmek gerek. Daha güzel, daha renkli, daha hoşgörülü bir
dünya için…
89
SEYAHATNÂMEDEN SEÇMELER
EVLİYA ÇELEBİ
RUMUZ YAYINEVI
İSTANBUL, 2015
116 S.
17. yüzyılın başında İstanbul’da dünyaya gelen Evliya Çelebi, hayatının yaklaşık kırk yılını gezmeye, yeni
insanlarla tanışmaya, farklı kültürleri öğrenmeye adamış bir gezgindi. Gördüğü bir rüya üzerine seyahatlerine başladığı rivayet edilen Evliya Çelebi, iyi bir eğitim almış, hafız olmuş, saraydakilerin beğenisini kazanmıştı. Ancak küçüklüğünden beri gönlünde yatan gezme arzusuyla yollara düştü. Gördüklerini, gözlemlediklerini kendine has bir üslupla Seyahatnâme adlı eserinde anlatarak Türk-İslam edebiyatının belki de en
kapsamlı ve en uzun gezi anlatısının altına imzasını attı. Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik bu ölümsüz eserinden
titizlikle seçilen kesitler, Seyahatnâme’den Seçmeler’de bir araya getirildi.
BIN YILLIK HEMŞEHRI
HALIL BABILLI
APRIL YAYINCILIK
İSTANBUL, 2015
176 S.
İstanbul’un Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yaptığı bin yıllık tarihi, bir gelinciğin ağzından
okuyucuyla buluşuyor. Henüz gencecik bir delikanlıyken ölümsüz bir gelinciğin vücuduna hapsedilen Theo,
başkentin tüm acılarına, sevinçlerine, yangınlarına, depremlerine tanıklık ediyor; sırlarına vâkıf oluyor. “İlk
elli yıl kiliseye, sonraki elli yıl sinagoga, ondan sonraki elli yıl da camiye gitti. Bir ara Konstantinopolis’e
gelen Luther’in papazlarını da dinledi. Sonunda o gün nerede yemek dağıtılıyorsa oraya gitmeye karar
verdi” diyor Halil Babilli ilk kitabında ve okuyucuyu İstanbul’u avcunun içi gibi bilen Theo’nun başından
geçen olağanüstü olayların eşliğinde fantastik bir yolculuğa davet ediyor.
AHH RUMELI
YILMAZ GÜRBÜZ
İLERI YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
496 S.
Mehlika, Mustafa Kemal’in Romanı, Balkan Acısı ve Orkun Bilgesi gibi tarih romanlarıyla tanınan Yılmaz
Gürbüz bu kez Balkan Savaşları’nın ardından Selanik ve çevresinde yaşananları kaleme alıyor. Kendisi de
Selanik’e iki saat uzaklıktaki Kozana köyünden mübadeleyle gelen bir ailenin çocuğu olan Gürbüz, anı niteliği taşıyan yeni romanında birinci ağızdan dinlediği gerçek yaşam öykülerini dillendiriyor. Ahh Rumeli’de
Selanik’te Yunan yönetimi altında kalan Türklerin yaşadıklarına tanık olacak, Kurtuluş Savaşı başlayınca
ümitlenecek, mübadele zamanı gelip çatınca doğup büyünülen toprakları terk etmenin acısını yüreğinizde
hissedeceksiniz.
90
ANTIK DÜNYAYI ŞEKILLENDIREN KENTLER
YAYINA HAZIRLAYAN: JOHN JULIUS NORWICH
YAPI KREDI YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
240 S.
Yapı Kredi Yayınları’nın Arkeoloji-Mimarlık Dizisi’ne dahil olan Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler, insanlık
tarihine yön vermiş birçok uygarlığın kurduğu antik kentleri ele alıyor. Aralarında Hattuşaş, Troya, Babil,
Kudüs, Atina, Roma, Pompeii ve Xianyang’ın da bulunduğu bu kentler, Mezopotamya’dan Amerika’ya,
Çin’den Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. “Edebiyat, felsefe, tıp, resim ve heykel gibi birçok
sanat dalı ve bilimin doğuşuna tanıklık eden bu sit alanları, tarih boyunca hangi gelişim süreçlerinden geçerek günümüzün modern kent yaşamına önayak oldu?” sorusuna yanıt arayan kitap, okuyucuya görsel
malzemelerle desteklenmiş bir eser sunuyor.
GENÇLIK
L. N. TOLSTOY
İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
256 S.
Savaş ve Barış ile Anna Karenina gibi dünya edebiyatının köşe taşlarından kabul edilen eserlere imza atan
Lev Nikolayeviç Tolstoy, yaşamının son dönemlerinde insan, toplum, aile, devlet, özgürlük gibi kavramlar
üzerine eğildi. Bu dönemdeki eserlerinde felsefe sorunlarını ve temalarını edebiyatla harmanladı. Kendi
yaşamından ilham alarak yazdığı üçlemenin (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik) son kitabı Gençlik, varlıklı bir
ailenin çocuğu olan Nikolenka’nın farklı bir sosyal çevreye girmesi, âşık olması ve dünyayı anlama çabasını
yansıtıyor. Karakter çözümlemeleri, güçlü gözlem gücü ve sade üslubuyla Tolstoy, okuyucuyu samimi bir
içsel yolculuğa çıkarıyor.
ANADOLU’DA JOHN GARSTANG’IN AYAK İZLERI
KOLEKTIF
KOÇ ÜNIVERSITESI YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
240 S.
Ankara’da 1947 yılında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nü kuran İngiliz arkeolog John Garstang, başta
Türkiye olmak üzere Yakındoğu’da yaptığı çalışmalar ve kazılarla adını arkeoloji tarihine yazdırdı.
Liverpool Üniversitesi tarafından hazırlanan ve yaklaşık beş yıllık bir araştırmanın meyvesi olan bu
eser, John Garstang’ın çalışmaları hakkında yazılmış makaleler ile kendisinin çektiği fotoğrafların dijitalleştirilmiş cam plaka negatiflerinden meydana geliyor. Odağına arkeoloğun Anadolu’da yürüttüğü
çalışmaları alan kitap, fotoğraflar aracılığıyla Türkiye ve Kuzey Suriye’de Geç Osmanlı Dönemi’nde
bulunan arkeolojik kazı alanlarına, döneme ve dönem insanlarına ışık tutuyor.
91
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
ALÂEDDİN YAVAŞÇA
YENİKAPI MÜZİK
Bir tıp doktoru ve Klasik Türk Müziği sanatçısı Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça, 1950 yılından itibaren
yurt içinde ve dışında birçok konser verdi, 140 civarında besteye imza attı. 1991 yılında Devlet Sanatçısı unvanını alan Yavaşça, bugüne kadar birçok ödüle layık görülürken TRT bünyesinde çalıştı
ve konservatuvarda hocalık yaptı. Hicaz, nihavend, segâh gibi Türk Musikisi’nin farklı makamlarındaki 39 şarkıdan meydana gelen yeni albümüyle Alâeddin Yavaşça, dinleyicileri bir kez daha
mest ediyor.
JE T’AIME PARIS ALATURKA
KOLEKTİF
FONO MÜZİK
“Padam Padam”, “La Vie en Rose”, “La Bohème” ve “Tu Te Reconnaitras” gibi Fransız Müziği’nin
artık birer klasik haline gelmiş parçaları, “Je T’aime Paris Alaturka” albümünde Türk Müziği’ne
özgü enstrümanlarla yeniden yorumlanıyor. 12 eski parçadan oluşan albüm, Ceyhun Çelik’in yönetmenliğinde müzikseverlerle buluşuyor. Kemanda Namık Taşpınarlı, kanunda Göksel Kartal,
klarnette Suat Diril ve akordeonda Ceyhun Çelik’in yer aldığı çalışma, Fransız ve Türk kültürlerinin
harmanlandığı özgün bir örnek olma niteliği taşıyor.
SELECTION
LARA FABIAN
DMC
“Dr. Jivago” adlı filmden esinlenerek Lara Fabian sahne adını alan Belçikalı sanatçı Lara
Crokaert’in ölümsüz şarkıları, DMC müziğin imzasıyla derleme bir albümde yeniden dinleyiciyle
buluşuyor. Crokaert’in hafızalarda yer eden şarkısı “Je T’aime”in de dahil olduğu 22 parçadan
oluşan albümde, sanatçının canlı performanslarının yanı sıra İngilizce ve İtalyanca gibi farklı
dillerdeki şarkıları ve Mustafa Ceceli ile birlikte çıkardığı single’ı “Make Me Yours Tonight” da
yer alıyor.
92
AŞK NEREDE?
YÖNETMEN : SEMRA DÜNDAR
SENARYO: SEMRA DÜNDAR
OYUNCULAR: AYÇA ERTURAN, FAİK ERGİN, EYLÜL ÖZTÜRK, OYA AYDOĞAN,
KADİR ÇÖPDEMİR
YAPIM: 2015, TÜRKİYE
TÜR: ROMANTİK KOMEDİ
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve yurt dışında eğitim görmüş Biricik (Ayça
Erturan), büyük bir kanalın haber editörü olarak çalışmaktadır. Biricik’in tüm arkadaşları
evlenmiş, fakat kendisi kafasında belirlediği erkek profiline uygun biriyle karşılaşmadığı
için henüz yuva kuramamıştır. Bir gün yolu beklentilerinden çok farklı, yakışıklı bir taksi
şoförüyle kesişir. İki ayrı dünyaya ait gençler arasında filizlenen aşk, tüm eleştirileri kaldırabilecek, tüm farklılıkları göz ardı edebilecek, tüm zorluklara göğüs gerebilecek kadar
güçlü olacak mıdır?
Çekimleri Antalya’da gerçekleştirilen “Aşk Nerede?”, bir yandan izleyicileri macera dolu eğlenceli bir yolculuğa çıkarırken bir yandan da gerçek aşk kavramını sorgulatıyor.
MARSLI BRING HIM HOME
YÖNETMEN: RIDLEY SCOTT
SENARYO: DREW GODDARD, ANDY WEIR
OYUNCULAR: MATT DAMON, JESSICA CHASTAIN, KRISTEN WIIG, KATE MARA,
SEBASTIAN STAN, SEAN BEAN
YAPIM: 2015, ABD
TÜR: AKSİYON, MACERA, BİLİMKURGU
Astronot Mark Watney (Matt Damon), Mars’a adım atan ilk insanlardan biridir. Şiddetli bir
fırtınanın ardından öldü zannedilerek ekibi tarafından Kızıl Gezegen’de bırakılır. Sanılanın
aksine fırtınadan sağ çıkmayı başaran Mark, kendini yabancı bir gezegende tek başına bulur.
Giderek azalan erzağı ve doğanın zorlu koşulları karşısında Mark, Mars’ta ölen ilk insanlardan biri olacağına inanmaya başlar. Dünyaya yaşadığına dair bir sinyal gönderebilmesi için
kendi keskin zekasından ve yaratıcılığından başka güvenebileceği hiçbir şey yoktur.
Andy Weir’ın aynı adlı bilimkurgu romanından beyazperdeye uyarlanan Marslı, Matt
Damon’ın etkileyici performansı ve görsel efektleriyle 2015’in izlenmesi gereken yapımları arasında yerini alıyor. Filmin yönetmenlik koltuğunda “Prometheus” ve “Yaratık” (Alien)
filmlerinden tanıdığımız Ridley Scott oturuyor.
93
Ali Haydar Hakverdi
@Av_Hakverdi
CHP Ankara Milletvekili
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Sosyal medya hesaplarını yaklaşık 5 yıldır aktif olarak kullanıyorum. İlk dönemler daha çok Facebook kullanıyordum. Daha
sonra Twitter’ı da aktif olarak kullanmaya başladım. Şu an her
ikisini de kullanmaya devam ediyorum. Fotoğraf paylaşımında
bulunduğum bir Instagram hesabım da var. Hemen hemen her
gün fırsat buldukça sosyal medya hesaplarıma bakarım.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru
bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Ülkemiz oldukça genç bir nüfusa sahip. Gençlerimizin büyük
çoğunluğu da sosyal medyayı çok yoğun kullanıyor. Dolayısıyla
gençlere ulaşmanın, onlarla güncel ve hızlı bir iletişim kurmanın
en etkili yollarından biri sosyal medya. Gençlerin dışında da
Türkiye’de milyonlarca sosyal medya kullanıcısı var. Bu durum,
içerisinde bulunduğumuz bilgi ve bilişim çağında, kitlelere ulaşmak için kullanılabilecek en etkili enstrümanlardan birinin sosyal
medya olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Özellikle doğru
kullanıldığında sosyal medyanın faydaları azımsanmayacak
kadar fazla.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu sorunun cevabının sosyal medyayı nasıl kullandığınıza göre
değişeceğini düşünüyorum. Bu sonsuz bilgi evreninde, doğru
bilgi kadar yanlış bilgiyle de karşılaşabiliyorsunuz. Kullanıcıların
kişisel hesaplardan duyurduğu haberlerin yanı sıra güvenilirliği
kanıtlanmış haber sitelerini de takip etmek çok önemli. Belki de
94
her iki bilgi kaynağını da kullanıp harmanlamak ve doğru bilgiler
üzerinden sosyal medyayı takip etmek gerekiyor.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Özel olarak anlatabileceğim bir anım yok. Ancak sosyal medya
hesaplarım aracılığıyla bana gelen mesajlara cevap yazdığımda,
insanların nedense buna inanamayarak “Ali Haydar Bey gerçekten siz misiniz?” diye sorması bana ilginç geliyor.
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@ibrayhan
@huseyincamak
Kolumuzu ısırarak saat yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını
anlarmış gibi…
Yeni ders yılında öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar, velilerimize kolaylıklar
dilerim.
@aygunzeki
Dilovası ilçemizde yeni eğitim ve öğretim
yılına Diliskelesi İlkokulu’nda merhaba dedik. Tüm yavrularımıza başarılar.
@ozcanpurcu
Çözüm için çalışıyorum. Yokluk ve yoksulluk, çocuktan yaşlıya herkesin derdi.
@Av_MetinCelik
@saffetsancakli
“Eğitim, çocuğu sevmekle başlar.”
Gebze ilçesindeki esnafları gezerek, esnaf
ve işçi kardeşlerimizin her zaman yanında
olacağımızı belirttik.
@hotar_nukhet
Akademisyenlerimizin sorunlarını dinliyor,
katkılarını alıyoruz.
@Avturkmen
Hemşehrilerimizle birlikte ülke gündemini
konuşuyoruz. Ülkemizin aydınlık geleceği
için çalışıyoruz.
95
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@alp_kavaklioglu
“Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.” (Peyami Safa)
@sadirdurmaz
@Akif_Hamzacebi
Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar,
size, ailenize ve Türk-İslam alemine hayırlar getirmesi temennisi ile selam ve
saygılar sunarım.
30 Ağustos bir imparatorluğun küllerinden bir Cumhuriyetin doğduğu gündür.
Kutlu olsun.
@akenantanrikulu
@mithatsancarr
@togrularya
MHP İzmir 2. Bölge Milletvekili Adaylarımızla Karşıyaka’da esnaflarımızı ziyaret
ediyoruz, vatandaşımız dertli.
SP milletvekili ve Dışilişkiler Komisyonu
başkanı Martin Naef’le Zürih’te buluştuk.
Güzel ve verimli bir sohbet oldu.
Parti binamızda halkımız ile bayramlaşma
devam ediyor.
@OktayOzturk_MHP
@MvLeylaGuven
@MuharremInceCHP
Aydıncık ilçe başkanlığının düzenlemiş
olduğu bayramlaşma programına katıldık.
#Viranşehir halkıyla birlikteyiz. Esnaf
ziyaretimizi gerçekleştirdik.
Çocukluğumuzda köyde düğün varsa pamuk helva satmaya gelirlerdi. Köyde düğün
var, çocuklarla zamana yolculuk.
Download