MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve Avrupa Birliği

advertisement
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
1) CUMHURİYETİN İLK YILLARI: AÇIK EKONOMİ KOŞULLARINDA
YENİDEN İNŞANIN ARDINDAN KORUMACI DÖNEM (1923-1945)
Açık Ekonomi Koşullarında Yeniden İnşa: 1923-1929
Cumhuriyetin ilanından sonra ülkenin yeniden kuruluşu konusundaki önemli
tartışmalardan biri, Cumhuriyet öncesi dönemle karşılaştırıldığında bir süreklilik mi yoksa
kopuş mu olduğuydu.
Siyasi açıdan, İmparatorluk döneminden net bir kopuş yaşandığı söylenebilir. Ama
ekonomik alanda aynı netlikte bir kopuştan söz edilemez, ekonomik açıdan daha çok bir
süreklilik söz konusudur.
Bu açıdan bakıldığında, Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra hâkim olan “Milli İktisat”
anlayışı 1923 sonrasının iktisat politikalarına da damgasını vurmuştur. Milli İktisat okulunun,
devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazi yetiştirilmesi görüşü 1923 sonrasında da
uygulanmıştır. Ancak, Lozan Anlaşması’nın gümrük politikasına koyduğu engeller nedeniyle
bu okulun korumacı ve sanayileşmeci eğilimleri bu dönemde uygulanamamıştır.
Lozan Anlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi, 5 yıl süreyle Türkiye’nin
dışarıya uygulayacağı iktisat politikalarını donduruyor, bazı istisnalar dışında ithalat ve
ihracat yasaklarını kaldırıyor, gümrük tarifelerinin de 5 yıl boyunca değişmemesini
öngörüyordu. Bu tarife 1916 Osmanlı gümrük tarifesini esas alıyordu; tarife, yaygın tarımsal
tüketim mallarına %30-40 vergi koyuyor, ama sanayiyi korumayı amaçlamıyordu.
1923 İktisat Kongresi’nden sonra öngörülen mekanizma, devletin bireyleri
zenginleştirecek ortamı ve desteği sağlaması, bunun sonucunda oluşacak yeni burjuvazinin
yabancı sermayeyle işbirliği ve ortaklık içinde gelişmeyi gerçekleştirmesiydi. Bu doğrultuda
öngörülen ve sanayileşmeyi kolaylaştıracak “ölçülü ve ılımlı bir korumacılık” ise dönemin
şartları nedeniyle pek uygulanamadı.
Devlet desteğiyle yerli sermayedar yetiştirme girişimlerinin en yaygın şekli, devlet
tekellerinin imtiyazlı özel şahıs ve şirketlerce işletilmesiydi. Cumhuriyetin ilanından sonra
hem özel sermayenin yok denecek kadar az olması hem de Lozan Anlaşması’nın gümrük
vergilerini önleyici hükümlerinin bir tek devlet tekeline konu olan mallarda uygulanmıyor
oluşu devletin ekonomideki yerini zorunlu kılıyordu. Yani özel sermaye ancak devletin destek
ve teşvikiyle gelişebilecek durumdaydı.
Bu dönemde, kapitülasyon benzeri ayrıcalıklar tanınmamak kaydıyla yabancı sermayeye
de davetkar bir tutum benimsendi.
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 1
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
6. Haftada Türkiye’de Dış Ticaretin Genel Yapısı’nı incelerken daha ayrıntılı göreceğimiz
gibi, 1923-1929 arasındaki dönem, dış ticaretin milli gelir içindeki payı açısından, 1980’lere
kadarki en dışa açık dönem olmuştur. Lozan Anlaşması’nın öngördüğü gümrük tarifelerinin
ekonomiye sağladığı koruma oranlarının da çok düşük olduğunu göz önünde bulundurursak
bu döneme neden “açık ekonomi koşulları” dendiği daha iyi anlaşılır. Bir örnek vermek
gerekirse, Orhan Kurmuş’un hesaplamalarına göre, Lozan Anlaşması’nın öngördüğü tarifeler
%12,9’luk bir ortalama nominal koruma sağlıyorken, 1929’dan itibaren uygulamaya konan
yeni tarifenin ortalama koruma oranı %45,7’ydi.
1923-1929 arası dönemde sermaye birikiminin milli gelire oranı %9,1’de kalmıştır. Bu
düşük birikim oranı bu dönemde gerçekleşen büyümeyi açıklayamaz; bu durumda söz konusu
dönemdeki üretim artışlarının atıl kapasitelerin kullanılmasıyla gerçekleştiği ortaya çıkar.
1923-1929 arasındaki ortalama büyüme hızı ise %8,6’ydı.
Bu büyümenin itici gücü ise tarımsal üretimdeki hızlı artıştı. Bu dönemde ortalama
büyüme hızı %8,9 olan tarım sektörü, milli gelirin de %46’sını oluşturuyordu.
Bu dönemin önemli gelişmelerinden biri de, tarım kesiminden alınan aşar vergisinin 1925
yılında kaldırılmasıydı. Kaldırılmadan önce bütçe gelirlerinin %22’sini sağlayan aşar
vergisinin kaldırılması, şeker, gazyağı vb. ürünlere konan dolaylı vergilerle telafi edilmeye
çalışıldı. Bu da bu dönemde tarım kesimi lehine bir gelir aktarımı olduğu anlamına geliyor.
Korumacı, Devletçi ve Sanayileşmeci Dönem: 1930-1939
1929 yılı Türkiye ekonomisi için her açıdan kritik bir yıldı. Bu tarihte Lozan
Anlaşması’nın gümrük politikasına koyduğu sınırlamalar sona eriyordu. Osmanlı borçlarından
Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen borç taksitlerinin ödenmeye başladığı yıl da 1929’du. Ayrıca
1929 Büyük Bunalımın patlak verdiği yıldı.
Bu tarihten itibaren çok daha korumacı olan bir gümrük tarifesi uygulandı. Devlet
ekonomiye daha çok müdahale etmeye başladı. Ve sistemli bir sanayileşme programı
uygulandı. Böylece 1930-1939 arasındaki dönemi belirleyen üç temel özellik olduğunu
söyleyebiliriz: korumacılık, devletçilik, sanayileşme.
Büyük Bunalım koşullarında Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonunun
zayıflamasının ve gelişmiş ülkelere olan bağımlılığının azalmasının da bu dönemde
uygulanan korumacı sanayileşme politikasının başarıya ulaşmasında önemli bir etken olduğu
göz önünde bulundurulmalıdır.
Büyük Bunalım’a girildiğinde Türkiye, diğer azgelişmiş ülkeler gibi, dünya ekonomisine
hammadde ihracatçısı ve sınai ürün ithalatçısı olarak serbest ticaret rejimi içinde katılan bir
ülkeydi.
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 2
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
Büyük Bunalım, hammadde fiyatlarını sınai ürünlerin fiyatlarından çok daha fazla düşürdü.
Bu da dış ticaret dengesini Türkiye aleyhine bozdu. Büyük bunalım, sermaye hareketlerini de
daralttığından bu açığı kapatmak için gelişmiş ülkelerin gerçekleştireceği sermaye ihracı
seçeneği de ortadan kalktı.
Bu durumda zorunlu olarak, ithalatı denetleyen korumacı politikalar uygulandı ve şeker,
un, kumaş gibi zorunlu tüketim malları başta olmak üzere sınai ürünlerde ithalatı ikame edici
bir sanayileşme politikası uygulamaya koyuldu.
Ancak, sadece korumacı politikalarla özel sınai girişimleri desteklemenin orta ve uzun
vadede yarar getirmeyeceği açıktı. Bu nedenle bu korumacılığın yanına 1932’den itibaren
devletçilik de eklendi.
Bu dönemde dış ticaret ve kambiyo piyasaları denetim altına alındı, Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanun çıkarıldı, yabancı yatırımların önemli bir bölümü
devletleştirildi, 1930’da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kuruldu.
Denetleyici önlemlerin yanı sıra, devlet asli yatırımcı ve üretici unsur olarak ortaya çıktı.
1932’ye kadar devlete ait sadece altı fabrika varken bundan sonraki yıllarda devlete ait
fabrika sayısı hızla arttı.
Bu politikalara paralel olarak 1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe kondu
ve burada öngörülen yatırım projelerinin büyük bölümü gerçekleştirildi.
Bu dönemde sanayinin yıllık ortalama büyümesi %10,3 oldu. Üstelik 1923-1929
döneminde atıl kapasitenin yeniden üretime tahsisi söz konusuyken 1930-1939 arasındaki
büyüme gerçek bir kapasite artışını temsil ediyordu.
1930-1939 arasındaki ortalama büyüme hızı ise %5,8 oldu. Bu, tarım kesimindeki
gelişmenin yavaşlamasının da etkisiyle, bir önceki döneme göre daha düşük bir büyümeye
işaret etse de dünya ekonomisinin Büyük Bunalım koşullarında can çekiştiği göz önünde
bulundurulursa oldukça başarılıdır. Devletçiliğin yerleştiği 1933-1939 arasına
baktığımızdaysa ortalama %7,9’luk bir büyüme görülüyor.
Savaş Yılları: 1940-1945
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmedi ama bir savaş ekonomisinin cephede fiilen
savaşmak dışındaki hemen hemen tüm koşullarını bizzat yaşadı.
Bu dönemde ithalat iki yıl içinde neredeyse yarı yarıya düştü. Yetişkin nüfusun büyük
bölümünün askere alınması nedeniyle üretimde büyük düşüşler oldu, buğday üretimi %50
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 3
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
geriledi. 1940-1945 döneminde sınai üretim %5,5, tarımsal hasıla %7,1, milli gelirse %6
düştü.
1934’te yürürlüğe konan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın başarıya ulaşmasının ardından
hazırlanan İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanamadı. Bunun en önemli sebebi savunma
harcamalarının bütçenin büyük bölümünü oluşturmasıydı.
Savaş yıllarında ülkeyi idare eden Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu hükümetleri savaş
ekonomisi koşullarındaki iki farklı yaklaşımı temsil eder. İki hükümet döneminde de sorunlar
ortaktı: azalan üretim ve ithalat koşullarının yarattığı darlıklar ve enflasyonist baskılar.
Refik Saydam hükümeti sorunu katı fiyat denetimleri ve tarım ürünlerine düşük fiyatla el
koyma gibi yöntemlerle çözmeye çalıştı. Ocak 1940’ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu bu
politikanın bir aracıydı. Bu kanunla ücretli iş yükümlülüğü, çalışma süresinin uzatılması,
ücret sınırlaması, özel işletmelere geçici olarak el koyma, ithalat ve ihracatta fiyat kontrolleri,
temel malların vesikayla dağıtılması gibi yetkiler söz konusuydu. Bu politikalar sonucunda
kentli nüfus fazla zorlanmadan ekmek ve kömüre ulaşabilirken, piyasa denetimine gidilen
alanlarda karaborsacılık ve istifçilik önlenemedi.
Refik Saydam’ın Temmuz 1942’de ölümünden sonra Başbakan olan Şükrü Saraçoğlu’ysa
piyasa üzerindeki sıkı denetimleri kaldırdı ya da gevşetti. Bunun sonucunda fiyatlar hızla arttı
ve 1942-1943’te savaş yıllarının en yüksek enflasyonu görüldü. Saraçoğlu hükümetinin, bu
süreçte oluşan aşırı kazançlara ve enflasyona karşı geliştirdiği uygulamalar iki olağanüstü
vergiden oluşuyordu: Kasım 1942’de kabul edilen Varlık Vergisi ve 1944’te kabul edilen
Toprak Mahsulleri Vergisi. Bunlardan Varlık Vergisi, kanun metninde bir ayrım
gözetilmemesine karşın uygulamada büyük ölçüde azınlıklara yöneldi; vergisini
ödeyemeyenlerin mallarına el konuldu, hatta bunlar Aşkale’deki çalışma kamplarına
gönderildi.
2) DÜNYA EKONOMİSİYLE ENTEGRASYON DENEMELERİ: 1946-1960
1946 yılı Türkiye için hem siyasi hem de iktisadi açıdan bir dönüm noktası niteliğini taşır.
Siyasi açıdan 1946’da çok partili döneme geçilirken, iktisadi açıdan da, 15-16 yıldır kesintisiz
olarak uygulanan kapalı, korumacı, içe dönük iktisat politikaları terk edilmiş; ithalatın
serbestleştirildiği, dış açıkların kronikleşmeye başladığı, dış yardım, kredi ve yabancı sermaye
yatırımlarıyla ayakta duran bir ekonomik yapı yerleşmiştir.
Bu dönemde, ekonominin tıkandığı 1954 yılına kadar liberal bir dış ticaret politikası
izlenmiş, iç pazara yönelik bir sanayileşme programının yerine dış pazara dönük ve tarıma,
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 4
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
madenciliğe, altyapı yatırımlarına ve inşaat sektörüne öncelik veren bir kalkınma anlayışı
benimsenmiştir.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni dünya düzeninde, ABD’nin
öncülüğündeki Batı kampında yerini aldı. Bu kapsamda aldığı dış yardım ve krediler ile IMF,
Dünya Bankası, NATO gibi üyesi olduğu kuruluşlar ileriki yıllarda izleyeceği iktisat
politikalarının da çerçevesini oluşturdu. Türkiye bu dönemde IMF, Dünya Bankası (o
zamanki adıyla Uluslararası Yeniden İmar ve Kalkınma Bankası) ve Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü’ne (OEEC) 1947’de, NATO’ya 1952’de üye oldu.
Türkiye dünya ekonomisiyle entegrasyon çabalarına ve liberalleşmeye Demokrat Parti’nin
1950’de iktidara gelmesiyle değil, daha 1946’da CHP döneminde başlamıştı. 1946
sonrasındaki kalkınma anlayışı, iç pazara dönük bir sanayileşmeden ziyade, dış pazarlara
dönüktü ve tarıma, madenciliğe, altyapı yatırımlarına ve inşaata öncelik veriyordu. Bu geçiş
açısından 1946 İvedili Sanayi Planı’nın rafa kaldırılıp yerine 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma
Planı’nın gündeme getirilmesi manidardır.
Bu yeni anlayışa geçiş CHP’nin 1947’deki Kurultayıyla kesinleşti. Parti içindeki reformcu
kanat 1947’de tasfiye edilmeden önce, Şevket Süreyya ve İsmail Hüsrev gibi eski
Kadrocuların hazırlanmasında aktif rol aldığı 1946 İvedili Sanayi Planı hazırlanmıştı. Bu plan
tıpkı 1930’lardaki sanayi planları gibi, devlet öncülüğünde, sanayiye ağırlık veren, gelişmiş
ülkelere hammadde ve tarım ürünü satıp karşılığında sanayi ürünü alan bir ülke olmaktan
ziyade sanayi ürünlerini yurtiçinde üretmeyi amaçlayan bir plandı.
Bu planın hazırlanmasından birkaç ay sonra 7 Eylül 1946’da bir dolar 1,28 TL’den 2,80
TL’ye çıkarılarak Cumhuriyet tarihinin ilk büyük devalüasyonu gerçekleştirildi; bunun yanı
sıra Türkiye’yi dünya ekonomisine entegre etmeye yönelik ve dış yardım arayışları eşliğinde
birtakım liberalizasyon tedbirleri uygulamaya kondu. Bu ortamda 1946 İvedili Sanayi Planı
uygulanamazdı, nitekim 1946 Planı devreden çıkarılarak 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma
Planı (hazırlayanın adıyla Vaner Planı) yürürlüğe kondu. Marshall Planı’ndan
yararlanabilmenin bir aygıtı haline getirilen Vaner Planı uygulanamadı ama Türkiye’nin
kalkınma serüveninde bir kırılma noktası oluşturdu ve 1950-1960 döneminde uygulanacak
politikaların bir belirleyicisi oldu; 1946 Planı’nda birinci öncelik sanayiyken, 1947 Türkiye
İktisadi Kalkınma Planı’nda birinci öncelik ulaştırma ve haberleşme gibi altyapı yatırımlarına,
ikinci öncelik tarıma, üçüncü öncelik de enerji sektörüne veriliyordu.
Savaştan sonra Türkiye, 1945’in son aylarında Eximbank aracılığıyla ABD’den ilk kez
yardım talebinde bulunmuştu ama 1946 sonuna kadar bu isteğe olumlu bir cevap alamadı, yıl
sonunda da sadece 5 yıl vade ve %4 faizle 350 milyon dolar alabildi. 1946 İvedili Sanayi
Planı’nın terk edilip yerine devletin ekonomideki rolünün azaltıldığı 1947 Türkiye İktisadi
Kalkınma Planı’nın konmasının ardında yatan etken, o dönemki uluslararası konjonktürün
yarattığı dış kaynaklardan yararlanma imkanıydı. Ama ABD başta olmak üzere Marshall
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 5
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
Planı hazırlayıcılarına yaranmak için gösterilen bu çabalar yeterli olmamış, planın yeni hali
bile ABD tarafından fazla “hırslı” bulunarak planın yalnızca “Avrupa kalkınmasını doğrudan
ilgilendiren kısımları” dikkate alınmıştır.
1946 seçimleri sonucunda hükümeti kuran Başbakan Recep Peker’in devalüasyonun
ardından sarf ettiği şu söz son derece manidardır: “Sistemi değiştirmemiş olsa idik, dünya
ticaret nizamı içinde ister istemez tecrit edilmiş bulunacaktık.”
Türkiye bu devalüasyondan hemen önce, Mayıs 1946’da çıkardığı yasalarla da dış
ticaretini serbestleştirdi, korumacılık önlemlerinden vazgeçti.
Bu uygulamalar Türkiye’nin IMF ve o zamanki adıyla Uluslararası Yeniden İmar ve
Kalkınma Bankası’na (şimdiki Dünya Bankası) üye olmasının da koşulları olarak dayatılmıştı.
Türkiye IMF’ye 7 Eylül kararlarından 20 gün sonra, 27 Eylül 1946’da üye oldu.
Devalüasyonun IMF’ye üyelikten hemen önce gerçekleşmesinin ön önemli sebebi ise, IMF’ye
üyelikten sonra üye ülkelerin paralarının değerini istedikleri gibi belirleyememeleri, para
değeri değişikliklerinde IMF’nin onayının gerekmesiydi. Türkiye parasının değerini istediği
gibi düşürebilmek ve böylece dış ticarette rekabet gücünü artırabilmek için IMF’ye üyelikten
önce devalüasyon yaptı, aksi takdirde TL’deki değer değişikliği IMF’nin inisiyatifine
kalacaktı.
Yabancı sermayenin önündeki engeller de CHP döneminde, Mayıs 1947 ve Mart 1950’de
gevşetildi; Demokrat Parti döneminde de bu politika sürdürülerek 1951’de Yabancı Sermaye
Yatırımlarını Teşvik Kanunu, 1954’te de Yabancı Sermaye Kanunu ile Petrol Kanunu
çıkarıldı.
İkinci Dünya Savaşı’nda sonra bir tıkanmanın meydana geldiği 1954 yılına kadar milli
gelirin artış hızı yıllık ortalama %10,2 olarak gerçekleşti. Bunda en önemli faktörlerden biri,
savaş dönemindeki gerilemenin bir baz etkisi yaratması ve bunun telafi edilmesiydi.
1954’ten sonra ise savaş sonrası genişleme konjonktürü sona erdi, durgunluk ve
dalgalanmalar görülmeye başlandı. İhraç mallarına yönelik talep de düşünce ithalat
sınırlamalarına gidildi.
Demokrat Parti’nin programına göre “devlet işletmelerinin özel sektöre devredilmesi”
amaçlanıyordu ama bu hedef 1950’den sonra yerine getirilemediği gibi 1954’ten sonra devlet
işletmelerinin sayısı daha da arttı.
Ama yine de 1954’ten sonra verilen dış açıkların kapatılması için 1930’lardaki gibi bir
korumacı politika izlenmedi, bunun yerine dünya ekonomisiyle bütünleşme sürdürülerek
sorunlar aşılmaya çalışıldı. Açıkları kapatmak için gerekli olan dış yardım ve kredilerin
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 6
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
serbest bırakılması içinse 1954’ten itibaren IMF kanalıyla çeşitli istikrar politikası
önlemlerine gidilmesi şart koşuldu. Bu önlemler arasında devalüasyon, daraltıcı politikalar ve
dış ticarette serbestleşme yer alıyordu.
DP iktidarı bu baskılara uzun süre direnip Milli Korunma Kanunu’nu yeniden yürürlüğe
koyduktan sonra 4 Ağustos 1958’de TL’nin dolar karşısında %220 değer kaybettiği bir fiili
devalüasyon kabul edildi.
4 Ağustos Kararları bu devalüasyonun yanı sıra, 1953-1954 sonrasında uygulamaya konan
dış ticaret kontrollerinin gevşetilmesini, Milli Korunma Kanunu uygulamalarının
durdurulmasını, kamu işletmelerinde zamları ve bütçe açıklarının daraltılmasını da içeriyordu.
Bunun karşılığında ABD başta olmak üzere Batılı devletler 600 milyon dolarlık dış borç
ödemesinin ertelenmesini kabul ettiler ve 359 milyon dolarlık yeni kredi taahhüdünde
bulundular.
Bunun ardından Türkiye, 11 Mayıs 1959’da Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) ve
ABD ile, borçlarının ertelenmesine ilişkin bir konsolidasyon anlaşması yaptı. Paris
Kulübü’nün öncülüğünde Paris’te yapılan anlaşma, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
konsolidasyonudur. Bu anlaşma uyarınca toplam 487 milyon dolarlık dış borç 2001 yılına dek
sürecek taksitlere bağlandı.
Durgunluğun başladığı 1954’ten 1961’e kadar olan dönemde ortalama büyüme hızı %4,4’e
geriledi.
Bu dönemde genel olarak dış kaynaklara bağlı bir birikim biçimi izlenmiştir. Ekonomi,
ithal malı girdilere bağımlı hale geldiği için ithalatta yaşanan tıkanıklıklar doğrudan doğruya
üretimi ve milli geliri olumsuz etkilemiştir. Üretken girdilerde ithal ikamesi politikası henüz
başlamamıştır, bu dönemdeki ithal ikamesi sadece nihai tüketim mallarına yöneliktir.
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 7
1
MDT 225 – Türkiye Ekonomisi ve
Avrupa Birliği
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BAKIŞ: 1923-1960
Kaynakça
Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002. Ankara: İmge Kitabevi: Ekim 2003.
Ekzen, Nazif. Türkiye Kısa İktisat Tarihi 1946’dan 2008’e. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, Kasım 2009.
Kafaoğlu, Arslan Başer. Türkiye Ekonomisi: Yakın Tarih 1. İstanbul: Kaynak Yayınları, Eylül 2004.
Kazgan, Gülten. Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, Mart 2002.
Sezen, Seriye. Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama. Ankara: TODAİE Yayınları, 1999.
Soyak, Alkan. Ulusaldan Uluslarüstüne İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi. İstanbul: Der Yayınları,
2006.
Yenal, Oktay. Cumhuriyetin İktisat Tarihi. İstanbul: Homer Kitabevi, 2003.
Öğr. Gör. Emre Ergüven
Sayfa 8
Download