AZAN hislerim izi taşıran, hazan bütün bir cem aati coşturan ve adına heyecan denilen bu derunî kuvveti sîzlere bilm em nasıl tarif edebilirim ? (V o ltaire) in m uasırı ( M arm antel ) : «L ’enthousiasme est la chaleur de 1 im a­ gination au plus haut degré.» H eyecan tah ayyül kudretinin en yüksek hararet derecesidir, diyor. H eye­ cansız h ayatta hiç bir iş yapılam az. Ne yazı yazılır ne şiir okunur ne resim ya p ı­ lır. Ne kem an çalınır, ne konferans v e­ rilir, ne de nutuk söylenir. Sözile, sesile, sazile, kalem ile, fırçası ile bir şaheser m eydana getirm ek azm inde olanlar mut­ lak heyecana m uhtaçtırlar. Bu derunî il­ ham h ay atta m uvaffakiyetin anahtarı­ dır. Bu ruhanî kuvvet her zorluğu yener. O rduları zafere, idealistleri gayesine ulaştıran hep heyecandır! B Selim Sırrı TARCAN zım dır. H eyecan kuvvetli bir im andan doğar. O rduları sevkeden kum andanlar, devlet işlerini id are eden adam lar, bir fabrikanın, bir ticarethanenin, bir gem i­ nin, bir müessesenin, bir tiyatronun id a­ resini üzerine alan kim selerin m uvaffaki­ yetlerinin en büyük âm ili heyecandır. Bazan fakir, kimsesiz, hâm isiz ¡hattâ m alûl insanlar vardır. H ilkat onlara k ar­ şı zalim davranm ıştır. F akat heyecan sa­ Paris Nefis S an atlar A kadem isinin hibi iseler ergeç m utlak gayelerine eri­ dehlizlerinden birini süsliyen harikulade şirler. (B eethoven) in tercüm ei halinde m eharetle yapılm ış bir heykel vardır. hazin olduğu k ad ar düşündürücü bir he­ Bunu yapan artist sefalet içinde yaşıyor, yecan v ak ’ası okumuştum. Onu yazan viran bir pansiyonun tavan arasında çalı­ m uharrir şöyle an latıyo r: şıyormuş. Pariste şiddetli bir kış gününde, M ehtaplı bir kış gecesi (B onne) buz gibi soğuk odasında sabahtan akşa­ m a k ad ar killi çam urdan bu em salsiz ese­ şehrinin dar sokaklarının birinden (B eet­ rini m eydana çıkarm ış, gecenin ayazında hoven) ile birlikte geçiyorduk. Üstat d a­ kilin içinde k alan hava k abarcıkları buz ha henüz tam am ile sağır olmam ıştı. Büyük haline gelir de heykelin şeklini bozar sanatkâr birdenbire küçük bir evin k a p ı­ kaygusile yatarken sırtına örttüğü biricik sında durdu ve hayretle h ayk ırd ı: yorganım heykele sarmış, b ö ylelikle k ıy ­ — K ulaklarım a inanm ak istem iyo­ m etli eserini korumuş, korumuş amm a rum. İçeride benim (F a sonate) ımı ça­ hayatı pahasına korumuş, çünkü sabah­ lıyorlar, hem de oldukça büyük bir m e­ leyin odasına gelenler biçareyi eserinin haretle 1 yanında ölü bulm uşlar. İste o killi ça­ Parça bittiği zam an evin içinde şu m urdan yapılan bu güzel m odelden baş­ ı sesler duyuldu: kalarının kopye ettiği m erm erden âbide­ — Mümkün d eğ il! istediğim gibi yi A kadem ide h ayranlıkla seyredenler o- çalam ıyorum . Bu parça güzel olduğu k a ­ nun aslını yap an ellerin heyecan uğruna dar güç! Beni üm itsizliğe düşürüyor. Ne soğuktan donarak öldüğünden haberleri olurdu biraz param ız o layd ı da K olonya­ yoktur. . * y a k ad ar gidip onu bir konserde çald ık ­ H evecan; eşya ve hâdiselere büsbü­ ları vakit dinliyebilseydim ! tün başka bir m âna verir. H eyecanla Bu ince kadın sesine bir erkek ce­ çalınan bir hava, heyecanla oynanan bir vap verd i: raks insanı kendinden geçirir. — Kardeşim beyhude üzülüyorsun, Musiki m eraklısı bir genç bir gün biz K olonyaya nasıl gideriz? Evimizin (M o z art)a bir şey bestelem ek istiyorum kirasını bile verm ekte zorluk çekiyoruz! nasıl yap ayım ? d iye gidip sormuş. Mo­ — H akkın var. F akat ne bileyim , zart cevaben: «H a!.. Daha bir zaman bu güzel parçayı hayatım da bir defa ol­ sabretm eniz lâzım ! demiş, fakat efendim sun güzel çalanlardan işitm ek isterdim. siz benden daha çok küçük yaşta beste(B eethoven) birden kararını verdi: k ârlığa başlam ışsınız! d iye m ukabele gö­ — Girelim şu ev e! dedi. rünce M ozart: Ö yle am a kalbinde heye­ — Girip de ne yap acağız? can taşıyan bir kimse danışm az, kararını — Ona istediği parçayı çalacağım ! verir ve ya p ar! demiş. Bu evde duyan, kalbinde heyecan taşı­ Büyük ihtilâllerde sivrilenler, az za­ yan bir insan v ar! man içinde şöhret alan lar hep heyecan­ K apıyı çald ık ! Meşin önlüklü bir larını başkalarına sirayet ettirebilenler.. delikanlı açtı. (B eethoven), böyle vak it­ H eyecan: bütün bir m illeti sarsan bir siz ziyaret ettiğim iz için özür diledikten elektrik kuvvetidir. F akat o seyyalenin sonra, sokaktan (B eethoven)in m uvaf­ evvelâ kendi bobinini sarsması şarttır. fakiyetle çalınan bir parçasını işittik, ko­ H eyecansız, duygusuz, azimsiz, ira­ nuştuklarınızı da duydum . Ben müziğe desiz insanlar ne beldeler fethedebilirler, çok m eraklı bir adam ım , izin verirseniz ne de gönüllerde yer tutarlar. H arikalar o parçayı size bir kere çalm ak istiyorum ! dedi. hep heyecan mahsulüdür. D elikanlı şaşaladı. F akat üstadın Bir şeye başkalarını inandırm ak için insanın ona önce kendisinin inanm ası lâ- ricasını reddetm edi. Birlikte, mindersiz. döşemesiz küçük bir o d ay a girdik. Pek d a köhne bir piyanonun yan ın d a bir genç az ışık veren bir gaz lâm basının ziyasm kızın vücudünü h ayal m eyal gördük. Bir köeşede tam ir için konmuş eski kundu­ ralar v e bir örs vardı. D elikanlı m ütereddit mahcup sesile: — A m a, bizim piyanom uz çok es­ kidir. A kordu da biraz bozuktur. Hem notamız da yo k ! deyince Beethoven h ay­ ret içinde: — Nasıl notanız yo k mu- F akat ben biraz evvel (B eethoven) in (F a sonate) nın yanlışsız çalındığını işittim, dedi. Genç kunduracı acıklı bir sesle: — Kız kardeşim am ad ır! Pek kü­ çük yaştanberi m usikiye m erakı vardı. Bu odayı k iralam adan evvel başka bir m ahallede idik, evim izin civarında ol­ dukça zengin bir aile oturuyordu. Kızı piyano çalardı. K ardeşim her gün onun kapısına gidip onu dinlerdi. Sonra kira ile bu piyanouyu aldık. H em şirem o genç k ı­ zın çaldıkların ı her sabah gidip sokaktan dinliyor ve bellediklerini eve gelip çalı­ yordu. U ğraşa, uğraşa kendi kendine p i­ yanoyu öğrendi, dedi. D elikanlı bunları söylerken genç kız da ay ak ta bir m um ya gibi duruyordu. Ustad başka bir şey söylem eden piyanoya oturdu ve büyük bir m eharetle (F a so­ n at) ını çaldı. O güne k ad ar ben (B eetho­ v en ) in bu derece coştuğunu görm em iş­ tim. O salhurda piyano üstadın p arm ak la­ rı altında sanki taze h ayat bulmuştu. D elikanlı ve hem şiresi bu İlâhî n ağ­ m eleri vecdiçinde dinliyorlardı. Bir aralık yağı tükenen kandil söndü. Pencerelerin tahta kanatlarını açtım. A yın nurlu ışığı odayı aydınlattı. P arça sona erince kız birden üsta­ dın ayak ların a kapandı v e: Siz harikulâde bir sanatkârsınız! Sizi bu akşam buraya A llah yo llad ı! Siz m utlak bu parçanın m iibdii büyük artist, büyük kompozitör (B eethoven) siniz! Ah, ne olur bize bir şey daha çalm az m ısınız? dedi. Bu hazin levhanın karşısında heye­ canı taşan Beethoven, yıldızlardan, meh­ taptan aldığı ilham ile: (Sonat au clair de la in e )i çalm ağa başladı. P arça biter bitm ez (B eethoven) y e ­ rinden fırladı ve bana, h ayd i çabuk eve dönelim ! H afızam da henüz taze duran bu parçanın notasını yazayım ! dedi. Biz kapıdan çıkarken, d u v arlara tu­ tuna, tutuna yürüyen genç kız: — Yine geleceksiniz, bizi unutmıyacaksmız değil m i? dedi. (B eethoven) döndü: — G eleceğim ve size ders verece­ ğim ! dedi. U stada (Sonate au clair de lun e)i ilham eden heyecan, bir âm a kızı da k ıy­ m etli bir artist yaptı. H eyecan insanı id e­ aline ulaştıran yo lları aydın latan bir ateş­ tir,. bir zivadır. bir nurdur, bil güneştir. Taha Toros Arşivi * 0 0 1 5 2 0 2 1 1 0 0 6 *