İklim Değişikliği ve Türkiye`ye Etkileri Temmuz 20, 2010 İklim, en

advertisement
İklim Değişikliği ve Türkiye'ye Etkileri
Temmuz 20, 2010
İklim, en genel yaklaşımla ortalama hava durumu olarak ifade
edilir. Bu yüzden, iklim ve hava, birbiriyle iç içe kavramlardır. Hava, Yeryüzünün herhangi bir
yerinde, herhangi bir zamanda, gözlenen ve yaşanan atmosferik koşulların bütünüdür. İklim ise, bu
hava koşullarında uzun süreli (Dünya Meteoroloji Örgütü - WMO tarafından bu süre ortalama otuz
yıl olarak kabul edilmektedir) gözlenen değişimlerin ortalamasıdır. İklim, uç değerleri, şiddetli
olayları, sıklık dağılımlarını ve değişkenliği de kapsamaktadır.
Günümüzde sözü edilen küresel iklim değişikliği ise, fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı
değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera
gazı birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda Yerküre’nin
ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir.
Türkiye, subtropikal kuşakta kıtaların batı bölümünde oluşan ve Akdeniz iklimi olarak adlandırılan
bir büyük iklim bölgesinde yer almaktadır. Üç yanı denizlerle çevrili ve ortalama yüksekliği yaklaşık
1100 m olan Türkiye’de, birçok alt iklim tipi belirmiştir. İklim tiplerindeki bu çeşitlilik, Türkiye’nin yıl
boyunca, orta enlem/polar ve tropikal kuşaklardan kaynaklanan çeşitli basınç sistemleri ve hava
tiplerinin etki alanına giren bir geçiş bölgesi üzerinde yer almasıyla bağlantılıdır. Buna, topografik
özelliklerinin karmaşıklığı ve kısa mesafelerde değişme eğiliminde olması vb. fiziki coğrafya
etmenleri de eklenebilir. Bu özellikleri nedeniyle, Türkiye’nin farklı bölgeleri iklim değişikliğinden
farklı biçimde ve değişik derecelerde etkilenecektir. Örneğin, sıcaklık artışından daha çok çölleşme
tehdidi altında bulunan Güney Doğu ve İç Anadolu gibi, kurak ve yarı kurak bölgelerle, yeterli suya
sahip olmayan yarı nemli Ege ve Akdeniz bölgeleri daha fazla etkilenmiş olacaktır.
IPCC Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda Akdeniz, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek
bölgeler arasında gösterilmektedir. Bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye'nin, ikliminde gözlenen ve
öngörülen değişiklikler dikkate alınarak, küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması,
orman yangınları, erozyon, tarımsal üretkenlikte değişiklikler, kuraklık ve bunlara bağlı ekolojik
bozulmalar, sıcak dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklarda artışlar gibi öngörülen
olumsuz yönlerinden etkilenecektir ve küresel iklim değişikliğinin potansiyel etkileri açısından risk
grubu ülkeler arasındadır.
Küresel çapta 2˚C’lik sıcaklık artışının Türkiye’yi de içine alan Akdeniz Havzası üzerinde pek çok
önemli etkisi olacaktır. Küresel sıcaklık artışı 2˚C’ye ulaşırsa, Akdeniz iklimi daha da ısınacak,
kuraklık geniş bölgelerde hissedilecek ve iklimde değişiklikler görülecektir.
Olası bir iklim değişikliğinin ülkemizdeki sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:
İklim değişikliğinin, ülkemizdeki doğal ekolojik sistemlerin bileşimini ve üretkenliğini bozacağı ve
biyolojik çeşitliliği azaltacağı kaçınılmaz olacaktır. Faunanın ve floranın yaşam yerleri değiştikçe,
yeni gelen türler yüzünden biyolojik çeşitlilikte yerel artışlar olabilecektir. Ancak artan
olumsuzluklar (salgın hastalıklar ve yangınlar), biyolojik çeşitlilikte azalmaya ve yaramaz
(istenmeyen) türlerde artışlara yol açabilecek, habitatlardaki bölünmeler, iklime bağımlı türlerin
göçü için yeni engeller yaratabilecektir.
Bu tür olumsuzlukları hafifletmek amacıyla, kuzey- güney ve doğu- batı yönlü koridorlarda özel
olarak ayrılmış ve düzenlenmiş parklara ve rezerv alanlarına ihtiyaç vardır. İklim değişiklikleri ve
onunla bağlantılı tüm değişiklikler madde ve besin döngüsünü, atık kalitesini, akarsu rejimini ve
akışını, toprak erozyonunu, hava kalitesini ve iklimi kontrol ederek mal ve hizmet üretimine katkı
sağlayan ekosistemleri etkileyecektir.
Ormanlar iklimsel değişikliklere oldukça duyarlı olan alanlardır. Tahribatın çok fazla olduğu ülkemiz
ormanlarının, olası bir iklim değişikliğinde (sıcaklık, yağış uç olaylar, zararlıların yayılışı ve
yangınlar), değişeceği ön görülmektedir. Ormanlar esas olarak yağış rejiminde, zararlıların
yayılışındaki değişiklikler ile yaş yapısındaki değişiklikler ve karbon içeriğindeki azalmalar yüzünden
duyarlılığı en fazla olan sistemler arasındadır. Model öngörülerine göre, bugünkü net küresel
karasal karbon emilimi yaklaşık (1GTC yıl), 21. yüzyılın 1. yarısı süresince artabilecek, ya bu
düzeyde kalacak ya da zamanla azalabilecektir.
Ekolojik dengenin temel unsurlarından biri olan ormanlar ile çayır ve meraların tahrip edilmesi, millî
parkların yeteri derecede korunamaması, gelecekte Türkiye açısından büyük sorunlar ortaya
çıkaracaktır.
Yapılan araştırmalarda, küresel ısınmadan dolayı oluşacak iklim değişiklikleriyle, özellikle su
kaynaklarının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik
bozulmalardan ülkemizin olumsuz etkileneceği belirtilmektedir. Türkiye, küresel ısınmanın
potansiyel etkileri açısından, riskli ülkeler arasında yer almaktadır. İklim değişikliklerine karşı
gerekli önlemler alınmaz ise ülkemizin, kurak ve yarı kurak alanlarındaki su kaynakları özellikle
kentlerdeki su kaynaklarının durumu, sorunlara yenilerini ekleyecek ve içme amaçlı su ihtiyacı daha
da artacaktır.
Türkiye’de, ortalama yağışın azalması yanında, yağış rejimindeki sapma da dikkat edilmesi gereken
bir olaydır. Yağış miktarında meydana gelen bu azalışlar ve yağış rejimindeki sapmalar, tarımsal
üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, kuraklığa neden olan şartların devam etmesi hâlinde,
gelecek yıllarda suyla ilgili daha büyük sıkıntılar meydana gelebilecektir.Ülkemizde, kullanılabilir su
varlığı bakımından kişi başına düşen su miktarı 1.692 m3’tür. Kullanılan su miktarı dikkate
alındığında da kişi başına düşen su miktarı 575 m3’tür. Gerek kişi başına düşen su varlığı, gerekse
kullanılan su miktarı bakımından, dünya ortalamasıyla karşılaştırıldığında ülkemizin, genel olarak
bilinenin aksine, sınırlı su kaynaklarına sahip ülkeler arasında bulunduğu görülmektedir.
Tarım alanlarının korunması pek çok ülkede, ulusal güvenlik kaygılarından biri hâline gelmiştir.
Tarım alanlarının kötü kullanımı, su yönetim eksiklerine bağlı su baskınları, tuzlanma, çoraklaşma,
aşırı pestisit ve gübre kullanımına bağlı kirlenme bunların başında gelmektedir. Suyun tarımdaki
vazgeçilmez önemi nedeniyle, temiz su sıkıntısı pek çok bölgede, tarımsal üretimin karşısındaki en
büyük kaynak kısıtlaması hâline gelmiştir.
Türkiye’de yağış rejiminde meydana gelen azalışların ve yağış rejimindeki sapmaların, tarımsal
üretimde olumsuz etkisi, kışlık ekimde daha fazla olmaktadır. Yağış rejiminin bahar aylarına doğru
kayma göstermesi, yazlık ekimlerde bir avantaj gibi görülebilirse de üretim açısından önemli riskleri
de beraberinde taşıdığı düşünülmektedir.
Türkiye’nin özellikle çölleşme tehlikesi bulunan İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz
Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerinde tarım, ormancılık ve su kaynakları açısından
olumsuz etkilere yol açabileceği uyarıları yapılmaktadır. Araştırmacılara göre, iklim kuşakları yer
kürenin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre
kayabilecek, bunun sonucunda Türkiye, bugün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da hâkim olan sıcak ve
kurak iklim kuşağının etkisine girebilecektir.
Türkiye, son yıllarda en kurak mevsimlerini yaşamaya başlamıştır. Kuraklık trendinin artacağına
ilişkin tahminler ilgili kuruluşlarca yapılmaktadır. Kuraklık; normalin altında yağış, düşük toprak
nemi, sıcak kuru hava gibi birçok faktörün bileşiminin bir sonucudur.
Ülkemiz genelinde görülen yağışın miktar ve dağılımındaki sapmaların, yer altı ve yer üstü su
rezervlerinde olumsuz sonuçlar meydana getirdiği görülmektedir. Meteoroloji genel müdürlüğünün
saptamalarına göre de, iklimdeki bu sapmaların bir süreklilik arz ettiği gözlenmektedir. Yağış
rejimindeki değişiklik, düzen ve süreklilik arz etmediği takdirde, yağış miktarındaki artışın tarımsal
üretime olumlu etkisi olmayacaktır.
BMİDÇS VE TÜRKİYE
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) 2001 yılında Marakeş’de
gerçekleşen 7.Taraflar Konferansı’nda (COP.7) alınan 26 numaralı “Türkiye’nin özel şartlarının
tanınarak, diğer EK-I ülkelerinden farklı bir konumda olduğunun kabulüyle isminin EK-I’de kalması
ve EK-II’den çıkartılması” kararının ardından Türkiye BMİDÇS’ye 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf
olmuştur.
Bu çerçevede, Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)
kapsamında ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, bir yandan kalkınmasını sürdürürken
diğer yandan iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik yürütülen küresel
mücadelede yerini almayı amaçlamaktadır.
Ülkemiz, iklim değişikliği politikalarında Sözleşme’nin temel ilkeleri olan; “iklim sisteminin eşitlik
temelinde, ortak fakat farklı sorumluluk alanına uygun olarak korunması, iklim değişikliğinden
etkilenecek olan gelişme yolundaki ülkelerin ihtiyaç ve özel koşullarının dikkate alınması, iklim
değişikliğinin önlenmesi için alınacak tedbirlerin etkin ve en az maliyetle yapılması, sürdürülebilir
kalkınmanın desteklenmesi ve alınacak politika ve önlemlerin ulusal kalkınma programlarına
entegre edilmesi” hususlarına büyük önem vermektedir.
KYOTO PROTOKOLÜ VE TÜRKİYE
Sera gazı emisyonlarının azaltılması veya sınırlanmasını hukuki açıdan bağlayıcı olmasını sağlayan
Kyoto Protokolü’nün Ek-B listesinde yer alan ülkelerin toplam sera gazı emisyonlarını 2008-2012
döneminde (ilk yükümlülük dönemi), 1990 yılı (temel yıl) seviyesinin en az %5 altına indirmesini
taahhüt etme zorunluluğu bulunmaktadır. Ancak, 26 Ağustos 2009 tarihinde Protokole resmen taraf
olan ülkemiz Kyoto Protokolü imzaya açıldığında Sözleşmeye taraf olmadığı için Protokolün EK-B
listesinde yer almamış ve dolayısıyla sayısal bir sera gazı azaltım veya sınırlama yükümlülüğü
almamıştır.
ULUSLARARASI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ MÜZAKERELERİNE KATILIM VE COP 16
Uluslararası platformda, 2012 sonrası iklim değişikliği rejiminin belirlenmesi için yapılan
müzakerelere Bakanlığımız koordinasyonunda, ilgili kurum temsilcilerinden oluşan Türk heyeti aktif
olarak katılım sağlamakta ve ülkemiz önceliklerini ortaya koymaktadır. Bu meyanda 29 Kasım-10
Aralık 2010 tarihleri arasında Meksika’nın Kankun kentinde gerçekleştirilecek COP-16 ülkemiz
açısından son derece önemlidir.
2012 sonrası süreç, “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar”, “yapılabilecekler ölçüsünde”
ilkelerini ve ulusal şartlardaki farklılıkları temel alan farklılaştırılmış azaltım yükümlülüklerini ve
eylemlerini yansıtmalıdır. 2012 sonrası iklim değişikliği rejimine geniş katılımı başarmak için;
Türkiye bu yeni rejimin tüm tarafların yapabilecekleri ölçüsünde yükümlülük aldığı esnek bir rejim
olması gerektiği görüşündedir.
Yeni rejimin azaltım hükümleri, bazı tarafların sayısallaştırılmış salım azaltım ve sınırlandırma
yükümlülüğü alacağı, bazılarının ulusal uygun azaltım eylemleri (NAMA) gerçekleştireceği,
bazılarının gönüllü olarak, bazılarının uluslararası bağlayıcı çerçevede, bazılarınınsa ulusal bağlayıcı
çerçevede yer alacağı şekilde tasarlanmalıdır.
Türkiye, “no – lose target” stratejisi çerçevesinde Ulusal Uygun Azaltım Faaliyetlerini (NAMAs)
benimsemektedir. Türkiye hâlihazırda, Sözleşme altında kendi ekonomik ve sosyal kalkınma
hedefleri ve öncelikleri ile uyumlu olarak ulusal kapasitesi ölçüsünde birçok önemli adım atmış ve
faaliyetler yürütmüştür.
TÜRKİYE’NİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK HEDEFLERİ
İklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına yönelik küresel çabalara kendi özel şartları ve imkânları
çerçevesinde katkıda bulunmak maksadıyla hazırlanan “Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi” (20102020) Yüksek Planlama Kurulu’nun 3 Mayıs 2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararı ile kabul edilmiştir.
Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesinde;
·
Enerji, ulaştırma, sanayi, atık, arazi kullanımı, tarım ve ormancılık sektörlerinde sera
gazı emisyon kontrolü,
·
İklim değişikliğine uyum,
·
Teknoloji geliştirme ve teknoloji transferi,
·
Finansman,
·
Eğitim, kapasite artırımı ve kurumsal altyapı
konularında kısa, orta ve uzun vadeli politika hedefleri belirlenmiştir.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE VE TÜRKİYE
Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olması, artan nüfusu, hızla büyüyen ekonomisi, artan enerji
talebi düşünüldüğünde sera gazı emisyonlarının ileriki dönemde de artış göstereceği aşikârdır.
Ancak; Türkiye bir taraftan sera gazı emisyonlarının azaltılmasını hedeflerken, diğer taraftan
sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde ekonomik kalkınmasını devam ettirme kararlılığındadır.
Her ne kadar ülkemizin sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik bir mükellefiyeti olmasa da,
bu yönde politika, mevzuat, kurumsal yapılanma ve tedbirler çerçevesinde önemli hamleler
gerçekleştirilmiştir.
· Başta Çevre Kanunu olmak üzere bütün mevzuat ve uygulamalarda AB’nin genel çevre
politikalarını da ön planda tutarak; “kirlilik kontrolü kavramı” yerine kirliliğin kaynağında
önlenmesi, atıkların en aza indirilmesi, en iyi teknik ve teknolojiler ile enerjinin verimli
kullanılması, izleme-denetim sisteminin etkin uygulanması ve kirleten öder prensibinin
uygulanmasını hedeflemiştir.
· Kirletici kaynakların emisyonlarının azaltılmasında ciddi mesafeler alınmıştır.·
Bakanlığımız
bünyesinde iklim ile ilgili ayrı bir Daire Başkanlığı kurulmuştur.
Enerji sektöründe,
· 2005 yılında “Yenilenebilir Enerji Kanunu” çıkarılmıştır. 2007 yılında, takriben 200 milyar
kwh’lik Türkiye tüketiminin 35,8 milyar kwh’lik bölümü hidrolik santrallerden karşılanmıştır.
· 1990 ila 2009 yılları arasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı iki kattan daha
fazla artarak 6.782 MW’dan 15.280 MW’a yükselmiştir. Ayrıca 2005 yılına kadar 17,2 MW
olan rüzgar kurulu gücü, bugün itibariyle 743 MW kurulu güce ulaşmıştır.
· 2007 yılında Enerji Verimliliği Kanunu çıkarılmış ve enerji tasarrufuna önem verilmiştir.
Enerji verimliliğinin artırılması yönelik uygulamalarla, 2020 yılında 222 mtep olması
beklenen tüketimin en az 30 mtep’lik bölümü, sanayide, binalarda, ulaşımda ve enerji
sektöründe tasarruf edilebilecek ve böylece yaklaşık 75 milyon ton karbondioksit emisyonu
önlenebilecektir.
· Çimento ve demir çelik tesisleri olmak üzere enerji verimliliğinin artırılması, daha kaliteli
yakıtların ve alternatif yakıtların (lpg ve etanol) kullanımı yönünde çalışmalar başlatılmıştır.

Atık sektörü;
·2003 yılında 15 düzenli depolama tesisi ile 23 milyon nüfusa hizmet verilirken; 2010 yılının
ilk yarısı itibariyle 46 düzenli depolama tesisi ve 36,5 milyon nüfusa hizmet verme
seviyesine ulaşılmıştır.
Atık sektörüne yönelik olarak, öncelikle atıkların kaynağında azaltılması, geri kazanılması,
düzenli depolanması ve oluşan deponi gazının enerjiye dönüştürülmesi çalışmaları
yaygınlaştırılmaktadır. Türkiye’de düzenli depolama sahalarında açığa çıkan depo gazının
değerlendirilmesi ile ilgili olarak Ankara, İstanbul ve Bursa ve Gaziantep’te uygulamalar
bulunmaktadır.
Ormancılık;
· 2008–2012 yılları arasında toplam 2,3 milyon hektar alanın yani Trakya bölgesi kadar bir
alanın ağaçlandırılması ve böylece yutak alan kapasitesinin arttırılması hedeflenmektedir.
Ulaştırma sektöründe,
· Araçlarda kullanılan yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ve alternatif yakıtların kullanılması
yönünde önemli adımlar atılmıştır.
· Yeni teknoloji ürünü motorlara sahip taşıtların kullanılması ve eski araçların trafikten
çekilmesi politikaları benimsenmiştir.
· Büyük şehirlerde toplu taşımacılığın teşviki için metro ve hafif raylı sistemlerin
kullanımının hızla yaygınlaştırılması çalışmalarına hız verilmiştir.
· Çok büyük bir ulaştırma projesi olan ve yılda 130 bin ton sera gazı emisyonu azaltımı
yapması beklenen İstanbul boğazı Marmaray tüp geçit projesi 2010 yılında
tamamlanacaktır.
Türkiye küresel sorumluluk çerçevesinde iklim değişikliği ile mücadele konusunda görüldüğü gibi
pek çok çalışma yapmış ve yapmaya devam edecektir. Ayıca; Bakanlığımız, ilgili kurumlarla işbirliği
içerisinde iklim değişikliği konusunda pek çok önemli çalışma ve proje gerçekleştirmiştir ve
gerçekleştirmeye devam etmektedir.
KARBON PİYASALARI VE TÜRKİYE
Türkiye; Protokolün ilk yükümlülük döneminde (2008–2012) sayısallaştırılmış sera gazı salım
azaltım yükümlülüğü almadığı için esneklik mekanizmalarından yararlanamamaktadır. Kyoto
Protokolü altında yürüyen bu mekanizmalardan bağımsız olarak yürüyen, Gönüllü Karbon Pazarı
ülkemizde 2012 yılına kadar uygulanabilecek tek seçenektir. 2012 sonrasına yönelik uluslar arası
ilklim değişikliği müzakereleri halen devam etmektedir. Ülkemizin, 2012 sonrası dönemde emisyon
ticareti mekanizmalarından ne şekilde yararlanacağı, alacağı konuma göre belli olacaktır.
Türkiye’de yapılan yenilenebilir enerji ve metan geri kazanımı projeleri sera gazı emisyonlarını
engellemekte ve engelledikleri sera gazı miktarı kadar karbon sertifikası kazanmaktadırlar. Karbon
finansı ancak olağan senaryo dışında gerçekleştirilen azaltımlar için verilmektedir. Sera gazı
azaltımına sebep olan bir projenin sahibi, belirli standartlara göre hazırladıkları proje tasarım
belgeleri ile uluslararası kuruluşlara başvurmakta ve projeleri uygun bulunması durumunda her yıl
sağladıkları sera gazı azaltımı kadar karbon finansı elde etmektedirler.
Ülkemizde, Gönüllü karbon pazında 2010 yılı itibariyle 65 proje geliştirilmiştir. Projelerin çoğu
yenilenebilir enerji alanında özellikle rüzgâr ve hidro-elektrik santraller yapılması ile ilgilidir. Söz
konusu projelerden dolayı gerçekleşecek karbondioksit emisyon azaltımı yıllık yaklaşık 6 milyon
tondur. Türkiye bu pazarda en hızlı büyüyen ülkelerden birisidir.
Download