(1856) kadar şark meselesi perspektifinde osmanlı

advertisement
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
İçindekiler Tablosu
A. Giriş ................................................................................................................... 2
B. Kaynarca Barışı’ndan (21 Temmuz 1774) Edirne Barışına (14 Eylül 1829) Kadar
Osmanlı-Rus Münasebetleri ................................................................................... 2
C. Edirne Barışı’ndan (1829) Paris Barışı’na (1856) Kadar Osmanlı-Rus
Münasebetleri ..................................................................................................... 10
Sonuç ................................................................................................................... 18
Dipnotlar ............................................................................................................. 19
Yrd. Doç. Dr. Hasan ŞAHİN
Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi / Türkiye
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 1
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
A. Giriş
Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki ilk siyasi münâsebetler, 1475’te Kırım Hanlığı’nın
Osmanlı hakimiyetine girmesiyle başlamıştır.1 Bu devirde Moskova Rusyası, Osmanlı
Devleti ile dostça geçinmeyi bir zaruret olarak görürken,2 Osmanlı hükümeti nezdinde
Rusya, Avrupaca siyasî mevkiî ve Osmanlı kudretine karşı gelecek bir iktidarı dahi haiz
olmayan, Kafkasya ve Kırım bölgelerindeki Âl-i Cengiz hükümetlerinin harâc-güzârı küçük
bir kuzey hükümeti olarak kabul ediliyordu.3
16. yüzyıla kadar her bakımdan Avrupa devletlerinden farklı olan Rusya, 17. yüzyılda,
birdenbire düşünüş, yaşayış, çalışma ve siyaset bakımından hatırı sayılır büyük bir Garp
devleti manzarası almıştır. Bu durum, Çar I. Petro’nun gerçekleştirdiği büyük reformlarla
gerçekleşmiştir.4
I. Petro’dan itibaren Rusya, ileri bir toplum ve büyük bir devlet olmak yolunda asrın
getirdiği yenilikleri alırken, Osmanlı Devleti ise aksine bir yola giriyordu. Bunun neticesinde
de, Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki dengeler Rusya lehine gelişiyordu.5 Çarlık
Rusyası’nın yükselişi uluslararası güç dengesi yönünde de büyük sonuçlar doğurdu.
Nitekim Rusya’nın İsveçlileri Poltova’da insanı şaşkına çeviren bir yenilgiye uğratması
(1709) diğer güçlere, o güne kadar uzak ve bir ölçüde barbar görünen Moskof Devleti’nin
Avrupa kapsamında bir rol oynamaya kararlı olduğunu gösterdi. Aslında Rusya’nın
yükselişi karşısında en büyük zararı görecek olanlar Polonyalılar ve Türklerdi.6
18. yüzyılın başlarından itibaren, Boğazları ele geçirmeyi, Kafkaslar’a ve Balkanlar’a hakim
olmayı, Ege Denizi’nden Akdeniz’e, Doğu Anadolu üzerinden de Basra Körfezi’ne sahip
olmak suretiyle, büyük bir imparatorluk kurmayı kendilerine geleneksel bir politika haline
getiren Rusya, bunu gerçekleştirmek için Osmanlı tebaası olan Hıristiyanları Müslümanlara
karşı himâye ederek, Osmanlı Devleti’ni nüfuzu altına almayı amaçlamakta idi.7
Siyasi emelleri uğruna kocası III. Petro’yu öldürten Alman asıllı II. Katerina (1762-1796),
Büyük Petro’nun izinde yürüyerek, Rusya’yı hedefine ulaştırmak istiyordu. Lehistan’ın
paylaşılmasında başrolü oynayan Kraliçe, bu paylaşmada en büyük payı Rusya’ya
kazandırdı.8 Türkler, tampon devlet olarak gördükleri bir ülkede Rus askeri gücünün
yayılmasından telâşa kapılmakla kalmayıp, Polonya ve Osmanlı Devleti’nin, Rus
saldırganlığından aynı derece korkan geleneksel müttefiki Fransa tarafından da
kışkırtılmaktaydılar.9 II. Katerina döneminde, Osmanlılara karşı yapılan ilk savaşta (17681774) Ruslar, başarılı oldular. 1770’te Kronstadt’tan yelken açan Rus donanması
Avrupa’nın çevresinden dolaşıp Sakız Adası’nın karşı yakasındaki Çeşme açıklarında Türk
donanmasını tahrip etti.
Bir deniz gücü olarak Rusya, çifte darbe indiriyordu; Sound’dan geçerek ve Cebelitarık’tan
dolaşarak Avrupalılara gücünü gösteriyor, Akdeniz’deki varlığını ilan ediyordu; Türklere
ise, Karadeniz ile Ege Denizi arasına sıkışmış İstanbul’a yönelik bir saldırı korkusu
yaşatıyordu.10 II. Katerina, savaş sonunda yaptığı Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla (1774),
Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoksların himaye hakkını alıp, 1914’e kadar sürecek olan “Şark
Meselesi”nin başlamasına sebep oldu.11
B. Kaynarca Barışı’ndan (21 Temmuz 1774) Edirne Barışına (14 Eylül
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 2
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
1829) Kadar Osmanlı-Rus Münasebetleri
Küçük Kaynarca Barış Antlaşması, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında iki yüz yıllık süre
içinde yapılan birçok antlaşmanın, uzun vâdeli sonuçları açısından en önemlisidir. Bu, iki
devlet arasında gelecek yüzyıl içinde imzalanacak öteki antlaşmaların temeli olmuş ve
Rusya sürekli bu metne atıfta bulunmuştur.
Antlaşma her şeyden önce Osmanlı’nın gururunu kırmıştır. Bununla sultan, yalnız
Hıristiyan nüfusunun oturduğu fethedilmiş toprakları değil, aynı zamanda Kırım’daki eski
Müslüman toprağını da terketmek zorunda kaldı. Rusya, böylece, ilk defa olarak
Karadeniz’in kuzey kıyılarına sağlam bir şekilde yerleşmiş oluyor, Azak Denizi ile
Karadeniz arasındaki boğazı da denetlemeye başlıyordu.
Rusya’nın İstanbul’daki diplomatik başarısı da İstanbul’da sürekli bir büyükelçi tarafından
temsil edilecek olmasıydı.12
Karadeniz’in kuzeyindeki Osmanlı konumuna ilk ağır darbeyi vuran Küçük Kaynarca
Antlaşması oldu.13 Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Rusların, himayesindeki Ortodokslarla
ilgili bir takım imtiyazlar elde etmesi uluslar arası konum ile iç bütünlük ve istikrar
arasındaki belirleyicilik ilişkisinin ilk önemli göstergesidir. Gayrimüslim ve Ermeni
azınlıkların Osmanlı’dan kopuş sürecinin başlaması bu antlaşmada ortaya konan himaye
şartının sonucudur. Böylece ilk defa uluslar arası konum ve güç ile ülkenin iç unsurları
arasındaki ilişki bu derece açık şekilde belirmiştir. 14 Fakat asıl önemli olan nokta, savaştan
sonra Osmanlıların, barış içinde ve en iyi dostluk münasebetleri ortasında olsa bile, hiçbir
hukuki bağ gözetilmeden üzerine saldırılması câiz görülen milletlerden sayılmasıydı.15
Güneye yayılmak politikaları çerçevesinde 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın
bağımsızlığını sağlayan Ruslar,16 daha sonra Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu
buhranlardan istifade ederek, 1783’te Kırım’ı işgâl etmiş ve 1786’da İstanbul’da imzalanan
bir anlaşma ile Kırım, Taman ve Kuban’ın Rusya’ya katılmasını kabul ettirmişlerdi.17
Rusların Kırım’ı ülkelerine katmaları Kafkasları büyük bir tehlikeye sokmuştu. Çünkü bu
sayede Karadeniz’e açılmışlar ve 150 gemilik bir donanma sahibi de olmuşlardı. Öte
yandan Gürcistan’a yerleşmeyi plânlayan Ruslar, bölgeye arabaların işleyebildiği yollar da
inşa ettirmişlerdi.18
Kaynarca Barışı’ndan sonra Rusya, Avrupa’ya karşı bir Şark Meselesi olarak gördüğü
Boğazlar Meselesi’ni kendi lehine halletmek için bu defa da Osmanlı topraklarının taksimi
projesini ele aldı. Bu siyasi amacına ulaşmak için en büyük rakibi Avusturya ile işbirliği
yaptı. II. Katerina ve Avusturya İmparatoru II. Jozef, Kaynarca Barışı’ndan sonra müşterek
doğu siyasetlerine hız verip Lehistan gibi, Osmanlı topraklarının daha geniş ölçüde
paylaşılması hazırlığına giriştiler. 19 1781 yılının Nisan ve Mayıs aylarında II. Jozef ile II.
Katerina arasındaki yazışmalarda, iki devlet arasında bir ittifak kuruldu. Buna göre,
Osmanlı Devleti’ne karşı açılacak bir savaşta, iki taraf birbirlerine yardım edeceklerdi.
Fakat bu ittifak bu kadarla kalmadı. Yine iki hükümdar arasında 1782 yılında yapılan
yazışmalarla, Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ve Avrupa’daki topraklarının ele geçirilmesi
halinde, bu “miras”ın nasıl taksim edileceği hususunda bir anlaşma meydana gelmişti ki,
“Grek Projesi” denen tasarı budur. Bu tasarı ile, Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul başta
olmak üzere, Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki topraklarının paylaşılması öngörülüyordu.20
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 3
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Avusturya ile Rusya arasında “Şark Meselesi”nde bir dönüm noktası teşkil eden bu ittifak21
Osmanlı Hükümetini oldukça rahatsız etti. Bununla beraber, I. Abdülhâmid, barışı bozmak
istemedi.22 Çünkü; düşman tarafından görülen bu gelişmelere karşılık İslâm toplumunda
gözlenen intizamsızlık ve harp için gerekli vasıtaların yokluğu başta Padişah olmak üzere
devlet erkânını zaruri olarak sabırlı ve soğukkanlı davranmaya zorlamaktaydı.23
Fakat, Katerina’nın Avusturya İmparatoru II. Jozef ile Osmanlı topraklarının bölüşülmesini
öngören “Grek Projesi”ni uygulamaya koymak istemesi, Kırım Hanlığı’nın ortadan
kaldırılması ve Rusya’ya ilhâkı, Rus ticâret gemilerinin serbest geçiş hakkından
faydalanarak Ege Denizi’ndeki adalarda yaşayan Rumlara ve Karadağlılara sürekli silâh ve
mühimmat taşıması, onları isyana teşvik ve tahrik etmesi ve Rusların Kafkaslar tarafından
da Osmanlı Devleti için tehlikeli olmaya başlamaları savaşı kaçınılmaz hâle getirmişti.24
Nihayet, Rus elçisinin ardarda yaptığı yeni teklifler ve Rus Çariçesi’nin büyük bir debdebe
ve ihtişam ile Kırım’a gelmesi25 ve Rusya’nın sınırlara kuvvet yığması üzerine Osmanlı
Devleti, Sadrazam Yusuf Paşa’nın ısrarı ve İngilizlerin teşvikiyle Rusya’ya harp ilân etti (15
Ağustos 1787). Rusya’nın müttefiki olan Avusturya da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân
ettiğinden, onlarla da savaşmak zorunda kalındı.26
Osmanlı Devleti, Avusturya’ya değil, Rusya’ya savaş ilân etmişti. Fakat Avusturya, çıkan
savaşı fırsat bilip, bir hamle ile Belgrad’ı düşürmek istedi. Bu konuda yaptığı iki teşebbüs
sonuç vermeyince, o da 1788 Şubatı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa katıldı.
Askeri alanda savaşın gelişmeleri 1788 yazına kadar başarılı bir şekilde yürütüldüyse de,
bundan sonra durum Osmanlı Devleti’nin aleyhine döndü. Ruslar, savaşın ilk
zamanlarında bütün faaliyetlerini Karadeniz kıyısındaki Oçakof (Özü) Kalesi üzerinde
yoğunlaştırdılar.27
17 Aralık 1788’de Özü’yü ele geçiren Ruslar, şehri yağma etmekle kalmayıp, ahaliden
25.000 kişiyi kılıçtan geçirdiler.28 Özü’den sonra, Hocapaşa’nın (Odesa) da Rusların eline
geçmesiyle, Dinyeper ile Dinyester nehirleri arasındaki Karadeniz sahil şeridi Ruslar
tarafından işgâl edildi. Bu yerlerin zaptının ardından Podolya’daki Hotin Kalesi de düştü.
Özü ve Hotin’in kaybıyla Osmanlılar, Doğu ve Orta Avrupa’daki kilit noktalarını elden
çıkarmış, bundan böyle Avrupa’da yalnız Balkanlar’a hakim bir devlet durumuna
düşmüştü.29
I. Abdülhamid’in ölümüyle (Nisan 1789) yerine geçen III. Selim, Kırım Ruslar’ın elinde
kaldığı müddetçe savaşın devamından yanaydı. Nitekim, savaşın başarıyla sürdürülmesi
için devletin bütün maddi ve manevi imkânlarını seferber etmenin yanında, İsveç ile 11
Temmuz 1789’da bir ittifak antlaşması imzalamıştı.30 İsveç’in harpten çekilmesi (Şubat
1790) üzerine, Prusya ile bir ittifak antlaşması yaptı. 31 Ocak 1790’da, uzun
görüşmelerden sonra gerçekleşen Osmanlı-Prusya ittifakı ile Avusturya iki ateş arasında
kalmış bulunuyordu. Meydana gelen Fransız İhtilâli karşısında Rusya ve Fransa’ya coğrafî
yakınlığı sebebiyle özellikle Avusturya’nın ve öteki Avrupa devletlerinin derin bir
huzursuzluk duymaları, Osmanlı Devleti için uygun şartlarla barış yapabilmenin yollarını
açan önemli bir gelişme oldu.31
Bu gelişmeler üzerine, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hükümeti Prusya ile
Reichenbach Anlaşması’nı imzaladı (27 Temmuz 1790). 19 Eylül’de de Yerköyü’nde, 9
aylık bir Osmanlı-Avusturya mütarekesi yapıldı.32
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 4
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Reichenbach Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında başlayan
barış görüşmeleri Ziştov Antlaşması’yla neticelendi. Avusturya, Orsova’nın dışında kalan
bütün toprak kazançlarından vazgeçti.33
Bu suretle Osmanlı Devleti’yle Rusya karşı karşıya kalıyordu. Fakat Osmanlı Devleti’nin
cephelerdeki durumu iyi değildi.34 Tuna üzerinde Rusların Balkanlar’a inmesine mani
olacak son savunma noktası olan İsmail Kalesi’nin düşmesi ve ordunun perişanlığı
sırasında İngiltere ve Prusya duruma müdahale ettiler. Bu müdahalede Fransız İhtilali’nin
büyük tesiri oldu.35 Nitekim, bütün Avrupa’da içtimaî-siyasî düzeni alt üst edecek gibi
görünen ihtilâl karşısında Rusya da barışa yanaştı.36 Ruslarla Yaş’ta imzalanan (9 Ocak
1792) bu yeni anlaşmanın temelini Küçük Kaynarca Antlaşması teşkil ediyordu. Anlaşma
ile Osmanlılar, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını ve Gürcistan üzerindeki hakimiyet hakkını
tanıyorlardı.37
Katerina’nın Türkleri yıkıp kendi İmparatorluğu’nun kanadı altında yeni bir Ortodoks-Bizans
İmparatorluğu kurma yolundaki büyük plânı gerçekleşemedi. Fakat Rusya, Dinyester
Irmağı’na kadar uzanan Karadeniz kıyılarını topraklarına kattı. Prusyalılar ve Avusturyalılar
yenilen Türkler karşısında ilerleyişini durdurmak için, Polonya’nın ikiye bölüşülmesinde
(1793 ve 1795) Rusya’nın önemli paylar almasına izin verdiler. Böylece Rusya, sınırlarını
batıda Vistül Irmağı’na kadar genişletti.38
Fransız İhtilâli’nin Avrupa’da meydana getirdiği havadan ve Lehistan’ın 1793’te Rusya,
Prusya ve Avusturya arasında ikinci defa paylaşılmasının doğurduğu karışık ortamdan
çekinen II. Katerina, Yaş Anlaşması’nın meydana getirdiği müspet havadan faydalanarak
Osmanlılarla anlaşmak istedi. Bunun üzerine iki ülke karşılıklı iyi niyet elçileri göndermek
kararı aldılar. İki taraf arasındaki bu barış gösterisi; hakikatte şüphe ve kin dolu bir
mütarekeden başka bir şey değildi.39
18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin dış siyasetinin oluşmasında,
gelişmesinde ve yönlenmesinde Avrupa’nın büyük devletlerinin tesiri artmıştı. Bu sebeple
Osmanlı- Avrupa devletleri münasebetleri devletin mevcudiyeti ve istikbâli yönünden daha
büyük önem kazanmıştı. “Şark Meselesi” çerçevesinde meydana gelen bu
münasebetlerde ise, önemli rol oynayan ve ağırlığı hissedilen başlıca büyük devletler
Fransa, İngiltere, Avusturya ve Rusya idi.40
I. Koalisyon Savaşları sırasında Avusturya’ya karşı üstünlük sağlayan Fransa’nın,
Avusturya ile imzaladıkları Campo Formio Anlaşması (17 Ekim 1797) sonrasında
Fransızların Venedik’in Adriyatik kıyılarına ve Yunan Denizi’ndeki malikânelerine
yerleşmesi, Osmanlı Devleti’nden ziyade Rusya’yı telâş ve endişeye düşürdü.41
Fransa’nın sözde, adasında kendisine bir şey yapamadıkları İngiltere’yi sömürgelerinde
yenmek için Mısır’a sefer hazırlığına girişmeleri ve Mısır’ı istilâ etmeleri karşısında 42
çaresiz kalan Osmanlı Hükümeti, 3 Ocak 1799’da Ruslar’la, 5 Ocak 1799’da İngiltere ile
birer ittifak anlaşması yaptı. Rus filosu bu antlaşma ile ilk defa boğazlardan geçerek
Akdeniz’e açılma imkânını buldu.43 Rusya’nın bu imkânı kalıcı bir hak haline getirmek
istemesi, bundan sonraki Rus politikasının ana hedeflerinden birini teşkil edecek ve
“Boğazlar Meselesi” böylece gündeme gelmiş olacaktır.44
Asya ve Afrika’daki Avrupa imparatorluklarının hâkimiyeti henüz doğrudan doğruya
Ortadoğu’ya karışmıyorsa da, bölgenin stratejik yollarındaki Batı ilgisi giderek artmaya
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 5
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
başlamıştı. Fransa’daki devrim ve Napolyon savaşlarının global niteliği bu düşüncelere
yeni bir işlerlik kazandırdı. İngiliz ve Fransızların birbirleriyle mücâdelesi ve bu iki ülkenin
de Ruslara karşı duyduğu kaygı, Batı müdahalesini Ortadoğu’nun merkezine taşıdı.45
Müttefiklerin askeri operasyonları üzerine zor durumda kalan Fransız kuvvetleri yapılan bir
antlaşma ile Mısır’dan çıkartıldılar (30 Ağustos 1801).46 Bu sonucu ne Mısırlılar ne de Türk
egemenleri sağlamışlardı. Mücadele Fransız ve İngiliz güçleri arasındaydı. Yerel unsurlar
onlara kıyasla küçük bir rol oynuyorlardı. Fransız işgali kısa süreli oldu ve Mısır yeniden
Türk yönetimine girdi. Fransızların gelişi Batılı bir devletin küçük bir ordusunun bile
Ortadoğu’nun önemli topraklarından birine girip işgal edebileceğini göstermişti. Onların
çıkışı sadece başka bir Batılı devletin onları oradan çıkartabileceğini de göstermişti. Bu
ilerde çok kötü sonuçlar doğurabilecek bir duruma işaret eden bir çifte dersti.47
Yukarıda ifade edildiği üzere Rusya, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak ihtilâl savaşlarına
katılmak zorunda kaldı. Fakat Napolyon’un Mısır macerası tasfiye olunur olunmaz tarih
yine tabiî yoluna girdi ve Rusya, ortalığı biraz elverişli görür görmez II. Katerina’nın
plânlarını yeniden ele aldı.48
Fransızların Mısır’dan çekilmesi, Osmanlı-Rus ve Osmanlı-İngiliz andlaşmalarının
karakteri üzerinde büyük tesir yaptı. Osmanlı hükümeti, İngilizlerin Mısır’da yerleşmek
niyetinde olduklarına dair bilgi edinmişti. Rusların, Yedi-Yunan Adası’nda ve temasta
bulundukları Rumlar arasında milliyetçilik propagandası yaptıkları artık bir sır olmaktan
çıkmıştı. Bu itibarla, Fransız tehlikesi bittiği andan itibaren Osmanlı Devleti için Rus ve
İngiliz siyasi ihtirasları tehlikeli bir karakter almış oluyordu.49
Avusturya, Rusya ve Prusya’nın, Lehistan’ı paylaştıkları 18. yüzyıl gibi geç bir dönemde,
Osmanlı Devleti bu oldu bittiyi tanımamış ve Batı Avrupa devletleriyle bir arada,
Avrupa’daki güç dengesini yeniden kurmak için kararlı bir mücadele yürütmüştü.
Batılı güçlerin ekonomik ve siyasi hegemonyasını bütün dünyaya kabul ettirdiği 19.
yüzyılda, ikincil bir güç durumuna düşmüş olan Osmanlı Devleti,50 topraklarının güvenliğini
tek başına sağlayamayacağını anladığı için, "denge politikası”nı bütün neticeleriyle kabul
etmek zorunda kalmıştı.51
Bu sıralar, hiçbir devletten destek bulamayan Osmanlı Devleti, istemeyerek de olsa
Rusya’nın baskılarına boyun eğerek, 1798’de kararlaştırılan ittifakı yeniledi (24 Eylül
1805).52 Bu ittifak ile Rusya iki önemli avantaj elde etmiş olmaktaydı: Birincisi,
Boğazlar’dan hiçbir devletin savaş gemisinin geçmesine izin verilmez iken, Yedi Ada
durumunu bahane eden Rusyaya, barış zamanında da donanmasını Boğazlardan
geçirmesine izin verilmekteydi. İkincisi ise, Boğazların kapalılığı ilkesine rağmen, herhangi
bir devletin bu ilkeyi bozmaya teşebbüs etmesi halinde, Boğazların ortak savunması
öngörülmek suretiyle, Rusya Boğazlar üzerinde, diğer devletlere nazaran üstün bir durum
sağlamaktaydı.53
Bununla beraber, bu ilân-ı ittifak ancak bir yıl kadar sürdü ve Rusya tarafından barış ve
ittifak hükümlerinin sürekli bozulması yönünden Osmanlı hükümeti, Rus harp gemilerinin
Boğaz’dan geçmelerine izin vermeyince, antlaşma fesh edildi.54
Bu tarihlerde ise, -Üçüncü Koalisyon Harpleri sırasında- Napolyon, Rusya’yı bir barışa
zorlamak için onu güneyden de tehdit etmek üzere, Osmanlı Devleti’ni bu devlete karşı
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 6
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
savaşa tahrik etmeye başladı. Bu maksatla da elçi Sebastian’ı Osmanlı Devleti’ni savaşa
katılmaya ikna etmekle görevlendirmişti.
Rus baskısından kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti Fransa’nın desteğine de güvenerek
bazı girişimlerde bulundu.55 Rus taraftarı olarak bilinen Eflak ve Buğdan beyleri azledildiler.
Boğazlar Rus gemilerine kapatıldı. Rusya bu durumu bir ültimatom ile protesto etti ve
ardından harp ilân etmeksizin
Eflâk ve Buğdan’ı işgal etti.56 Böylece Rusya, Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini
gerçekleştirmek üzere yeni bir savaşa başvurmuş oldu.57
Rusya’nın bir taraftan Tuna nehrine kadar sınırını uzatmak istemesi yanında, Kafkaslar’da
da Osmanlı Devleti’ni tehdide başladığı meydanda idi.58 Rusya’yı geleceği için büyük bir
tehlike olarak gören, Rusya’ya, ancak Fransa tarafından ağır bir darbe vurulabileceğini
düşünen ve Fransa politikasına dönen Osmanlı hükümeti, Rusya’yı destekleyen
İngiltere’nin karşı tavır almasına yol açtı.59
Friedland’da Rusları yenen (14 Haziran 1807) Napolyon’un artık Osmanlı ittifakına ihtiyacı
kalmadığından, Çar Aleksandr ile görüşmelere başladı ve 7 Temmuz 1807’de onunla Tilsit
Anlaşması’nı imzaladı.60 Tilsit’te Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını görüşen iki İmparator,
İstanbul ve Boğazları Çar’ın istemesi yüzünden anlaşamamışlardı.61
Erfurt’ta tekrar bir araya gelen (Eylül 1808) iki İmparator, görüşmelere başladılar. Daha
önceki görüşmelerde olduğu gibi, Çar’ın eski isteği üzerinde ısrarı üzerine Napolyon,
İstanbul ile iki Boğaz’ın Rusya’ya verilmesinin mümkün olmadığını ve Fransa buna razı
olsa bile İngiltere, Avusturya, İspanya devletleri ve Almanya’nın bir parçası ile bağımsızlığı
için ayaklanmış olan Türkistan’ın birleşip son nefeslerine kadar mücadele edeceklerini ve
böyle ağır bir meselenin ele alınması için uygun bir ortamın gözetilmesini, aksi takdirde
bunun büyük bir buhrana yol açacağını söyledi.62
Slobozia Mütarekesi’nin (Ağustos 1807) imzalanmasından sonra Rusya ile başlayan barış
görüşmeleri, bir netice alınamadan 1809 yılı İlkbaharı’na kadar devam etti. 1809 baharında
başlayan ve üç yıl süren muharebelerde Ruslar, Basarabya’yı, Eflak-Buğdan’ı ve Kuzey
Bulgaristan’ı ele geçirdiler.63 Bir aralık, Türk orduları Rusları geri atarak Tuna’yı geçtilerse
de bunun harbin kaderini değiştirmede rolü olmadı.64
Osmanlı Hükümeti harbin yorgunluk ve başarısızlığından kurtulmak, Rusya da Napolyon
tehlikesine karşı serbest kalmak düşüncesiyle barışa karar verdiler ve 28 Mayıs 1812’de
Bükreş Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma ile Basarabya (Bucak) ile Buğdan’ın bir
kısmı elden çıkmış, Ruslar Tuna ağzına ayak basmıştı.65 Ancak Ruslar, 1806-1812 Harbi
sırasında Kafkaslarda ele geçirdikleri yerleri bu antlaşma ile terk ettiklerinden, Kafkaslarda
herhangi bir sınır değişikliği olmamıştı.66
Fransız İhtilali’nin ortaya koyduğu ve yaydığı fikirlerden milliyetçilik fikri, bütün Avrupa’da
tesirini gösterdiği gibi, zamanla çeşitli yollardan Osmanlı İmparatorluğu’na da sızmıştı. Bu
fikir özellikle, Selim devrindeki dış olaylarla birlikte İmparatorluk sınırları dahilinde
Hıristiyanların çoğunluğu teşkil ettikleri bölgelerde ve buralardaki tebaası arasında yaygın
hale gelmeye başlamıştı.
18. yüzyıldan beri Rusya ve Avusturya’nın çeşitli propagandası ve tahrikleriyle devlete
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 7
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
karşı gelmeye hazır olan bu bölgenin Hıristiyan halkına, bir de milliyetçiliğin aşılanması,
sonuçta onların da bağımsızlık hareketlerine başlamasına sebep olmuştu.67
Osmanlı İmparatorluğu’nun içten parçalanmasında ilk büyük adımı teşkil eden Sırp İsyanı
(1804)’nın doğurduğu imtiyaz meselesi henüz halledilmemişken, Çar I. Aleksandr’ın yaveri
Aleksandr İpsilanti’nin başkanı bulunduğu Etnik-i Eterya Cemiyeti mensupları 1821’de
önce Buğdan’da, daha sonra Mora’da isyan bayrağını açarak, Yunanistan’ın istiklalini ilân
etmişlerdi (Ocak 1822).68
İsyan’da parmağı olan Patrik Gregoryos’un ve cürümleri sabit görülen birçok
metropolitlerin idam edilmeleri,69 gerek İmparatorluk sınırları dahilindeki gerek haricindeki
Hıristiyanlar arasında büyük tepkilere yol açtı. İlk tepki Rusya’dan geldi. 1821 Haziranı’nda
Osmanlı Devleti’ne verdiği bir ültimatomda Çar, Eflak ve Buğdan’dan Osmanlı
kuvvetlerinin çekilmesini ve Hıristiyanlara ciddi garantiler verilmesini istedi.70 Bu isteği
Osmanlı hükümetince reddedilince, Rusya İstanbul’daki elçisini geri çağırdı.
Sultan II. Mahmud, bitmek bilmeyen bu isyana, bir son vermek için Mısır Valisi Mehmet Ali
Paşa’dan yardım istemek zorunda kalmıştı.71 Osmanlı Devleti, İbrahim Paşa
kumandasındaki Mısır kuvvetlerinin de yardımıyla Yunan İsyanı’nı bastırmaya muvaffak
olmuş, Yunanistan Osmanlılar tarafından adetâ yeniden feth olunmuş ve Rumların
bağımsızlık girişimi neticesiz kalmıştı. Fakat tam bu sırada İngiltere, Fransa ve Rusya’nın
işe karışmasıyla durum birdenbire değişmiş ve esasında Osmanlı Devleti’nin bir iç
meselesi olan Yunan isyanı devletler arası bir mahiyet almıştı.72
Bu sıralar Çar I. Aleksandr ölmüş, yerine I. Nikola (1825-1855) geçmişti. Yeni Çar, Kutsal
İttifak’a ve Türklere düşmandı. Yunanlılara sempati duyuyordu. Onun için, Avrupa’nın
genel çıkarları değil, Rusya’nın özel çıkarları önde geliyordu ve başarılarının da "Bizans
yolu üzerinde” bulunduğuna inanıyordu.73 Bu nedenlerle M. Ali Paşa gibi güçlü bir valinin
Doğu Akdeniz’e egemen olmasını, Mora ve Girit üzerinde beslediği emellere bir engel
oluşturduğunu düşünüyordu. İngiltere de Yunanistan da bir anlaşma oluşturma
çabasındaydı. Rusya 17 Mart 1826’da padişaha bir ültimatom gönderip Bükreş Anlaşması
şartlarına uyularak Sırbistan’a özerklik verilmesini ve prensliklerin ayrıcalıklarının yeniden
tanınmasını istedi. II. Mahmud, İngilizlerden gelen baskının da etkisiyle Rus isteklerini
kabul edip Akkerman Anlaşması’nı imzaladı (7 Ekim 1826).74 Akkerman Anlaşması ile
Bükreş Antlaşması, Çar Nikola’nın istediği şekilde tescil edilerek, Eflâk-Buğdan ve
Sırbistan imtiyazları genişletilmiş, Rus tüccarlarının 1806 Harbi’nde uğradıkları zararların
ödenmesi de kabul edilmişti.75
Rus ültimatomunda Yunan sorunu ile ilgili hiçbir şey yoktu. Fakat, Çar Nikola, Osmanlı
Devleti üzerinde baskıya geçmekle, Yunanlıların Osmanlı Devleti’ne karşı mücadelesini
ister istemez kolaylaştırmış olmaktaydı.
Rus ültimatomu özellikle İngiltere’yi telaşlandırdı. İngiltere, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne
savaş açarak, Yunan sorununu kendi çıkarlarına göre çözümlenmesinden korktu.76 Yeni
Çar, diğer güçlerle bir anlaşmaya varılamadığı takdirde, Rusya’nın tek başına işi
götüreceğini bildirdi. Bu tehdit, sonunda, istenen sonucu sağlamıştı. Rusya’nın bir başına
müdahalesini görmektense, önce İngiltere (1826’da) Yunanistan’ın özerkliğine razı oldu ve
ardından da Haziran 1827’de İngiltere, Fransa ve Rusya, tarafları bir ateşkese zorlamak aslında isyancıları kurtarmak- için mücadele etmeye müştereken karar verdiler.77
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 8
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Londra Muahedesi’ni imzalamış (6 Temmuz 1827) olan İngiltere, Rusya ve Fransa
tarafından Osmanlı Devleti’ne aracılık teklif edildi. Bu, kabul edilmediği takdirde fiilen
müdahale edileceği bildirildi.78 Fakat Osmanlı Hükümeti, Londra Antlaşması’nın
hükümlerini iç işlerine bir müdahale saydığından kabul etmedi.79
Bunun üzerine, ihtiyati tedbirler almak gereğini hisseden İngiltere, Fransa ve Rusya bir
kısım donanmalarını Mora sahillerine gönderdiler (Eylül 1827)80 ve daha sonra Osmanlı
asker ve donanmasının Yunanistan’dan ayrılmasını istediler. Bu istekleri reddedilince de,
üç devletin donanması 20 Ekim 1827’de Navarin’e girdiler ve yapılan deniz
muharebesinde daha doğrusu baskınında Osmanlı donanmasını yaktılar.81
Navarin Baskını, bütün ilgililer için çok önemli sonuçlar doğurmuştu. Yeni Osmanlı filosu
tümüyle batırılmış, İbrahim Paşa’nın Mısır’dan malzeme ve asker getirmesi önlenmiş,
Yunanlı isyancılar kesin bir zaferi garanti etmişlerdi. Bir bakıma, daha sonra Osmanlı
içişlerine karışarak yüzyılın geri kalan bölümünde imparatorluğu emperyalist ellerin bir
kuklası haline getiren Avrupa müdahalesi için bir örnek de oluşturmuş oluyordu.82
Navarin Olayı ile, Metterrinch Sistemi ve Kutsal ittifak da fiilen yıkılmış oldu. Nitekim,
Metternich’e göre, “Navarin ile tarihte yeni bir dönem başlıyor”du.83 1815 Viyana
Kongresi’nin sonucunda Avrupa’da kurulan düzenin, başlıca iki güçsüz noktası
bulunmaktaydı: Doğu sorunu ve milliyetçilik akımı. Bu sistemin sürekliliği, Rusya’nın
vereceği güvenceye ve Ortadoğu’da kurulmuş olan statükoya saygı göstermesine bağlıydı.
Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin Avrupa toprakları üzerinde genişleme yönündeki çıkarları
Avusturya ile çatışınca ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın da desteklediği milliyetçilik akımları
güçlenmeye başlayınca, “Viyana Sistemi”de çökmüştü.84
Rusya, 1827 yılı içerisinde meydana gelen olaylardan kendi çıkar ve emelleri açısından
son derece memnundu.85 Osmanlı Devleti’nin 1826’da Yeniçeri ordusunu kaldırması ve
yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adıyla teşkil ettiği yeni ordusunu yeterli düzeye
çıkaramaması, 1827’de Navarin baskınıyla donanmasız kalması,86 Navarin Olayı
nedeniyle, İngiltere ve Fransa ile diplomatik münasebetlerinin kesilmesi, Rusya’nın
arzuladığı bir ortamdı.87
Artık ortamın, bazı bakımlardan Avusturya ve Prusya’nın tutumları hariç, oldukça müsait
bulunmasına rağmen, Rusya, sırf müttefiklerini de harbe razı edebilmek, onları da birlikte
sürükleyebilmek gayesiyle biraz daha kendileriyle görüşmelerde bulunmayı uygun gördü.
Aynı zamanda Osmanlılara çeşitli yollardan baskılar yaparak gerçek niyetlerini belli edip,
onları tahrike çalıştı. Nihayet Osmanlı Devleti’nin zaafından istifade etmek isteyen Çar I.
Nikola, Yunan Meselesi ve Osmanlı toprakları hakkındaki düşüncelerini pervasızca
açıklamaktan çekinmedi.88 Ve 26 Nisan 1828’de de, Osmanlı Devleti’ne meşru olmayan bir
şekilde saldırdı.
Rusların ordusuz bir halde bulunan Türkiye’yi yıkmak, Boğazlar ile İskenderun Körfezi
yolunda ilerleyip Akdeniz’e çıkmak emeliyle devletin en düşkün ve acıklı bir zamanında
giriştikleri89 bu savaşın başlıca sebeplerini Avrupa teşkil etmiştir. Çünkü Yunan İsyanı ve
Navarin Muharebesi, Ruslara, bu defa Batı devletlerinin müdahale ihtimali olmaksızın
Türklerle hesaplaşmaları için önemli bir fırsat vermişti.90
Osmanlı-Rus Savaşı, Rus ordularının Edirne’ye kadar gelmelerine ve Doğu Anadolu’nun
işgaline kadar varırken, Mora’da İngiliz-Fransız müdahalesi Yunan davasını zafere
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 9
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
ulaştırdı. 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması’yla Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın
bağımsız bir devlet olarak kurulmasını tanımak zorunda bırakıldı. Bu ağır antlaşmayla,
Osmanlı Devleti, Rusya karşısında tekrar yenilgiye uğradı. Bulgar ve Ermeni reâyânın
Rusya ile ilk fiziki temasları, bu savaş esnasında gerçekleşti.91
Osmanlı Devleti, bu savaşın sonunda imzaladığı antlaşma ile hem toprak kaybına, hem bir
parçası bir bütün halinde ayrılmış, hem de ağır bir tazminat yüklenmiş olmaktan başka,
Rusya’yı artık askeri güçle yenemeyecek ve bu daimi tehlikeyi bertaraf edemeyecek
duruma düşmüştü.92
C. Edirne Barışı’ndan (1829) Paris Barışı’na (1856) Kadar Osmanlı-Rus
Münasebetleri
Rusya’yı yenmek ve onu zararsız duruma sokmak için bütün ümitlerini kesin bir şekilde
kaybetmiş bulunan Osmanlı Devleti’nin bundan böyle devamı kendi kuvvetinden çok,
devletler arasındaki muvazene prensibinin yürürlük değerine bağlı idi.93
1829 Edirne Barışı, Rusya’nın İngiltere, Fransa ve özellikle de Avusturya karşısında
kazandığı bir zafer olmuştu. Bu antlaşma ile Rus imparatoru, Balkan Slavlarının
tartışmasız koruyucusu durumuna gelmişti. Öte yandan, Rusya, Osmanlı Devleti’nin de
gerçek koruyucusu rolüne bürünmüştü. Avusturya’nın tutumunda hayal kırıklığına uğrayan
ve diğer Avrupalı devletler tarafından da ortada bırakılan Osmanlılar, Rusya’nın iyi niyetine
sığınmak durumunda kalmıştı.94
Rusya ile savaşın sona ermesi ve Yunan meselesinin halledilmesi, III. Selim ve II.
Mahmud tarafından gerçekleştirilen ıslâhatlar, Osmanlı Devleti’nin istikrarlı bir ortama
kavuşmasına yetmedi.95 Nitekim, Osmanlı Devleti bir yıl ara ile kendisinden koparılmış
olan Mora ile Cezayir’in acısını unutmadan, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanı
başladı. İsyan başlangıçta devletin bir iç olayı şeklindeyken, daha sonra Avrupa
devletlerinin işe müdahalesiyle büyük çapta devletler arası bir mesele haline geldi.
Şark Meselesi’nin çok daha geniş anlamda bir safhasını teşkil eden Mısır Meselesi, Kahire
Valisi Kavalalı M. Ali Paşa’nın 1831 tarihinde Suriye’ye taarruzuyla başladı.96 M. Ali
Paşa’nın bağımsız bir devlet kurma yolunda, devletin içinde bulunduğu zaafiyetten
yararlanmak istemesi, durumu daha da ağırlaştırdı. Fransa’nın yardımıyla Mısır’da her
alanda başarılı reformlar gerçekleştiren, çağdaş ölçülerde bir ordu ve donanma oluşturan
M. Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’daki ileri harekâtı, bozuk düzen Osmanlı kuvvetlerinin
üst üste uğradıkları hezimetler yüzünden durdurulamamış, Konya’da bizzat sadrazamın
kumandasındaki ordunun yenilmesiyle (12 Aralık 1832) Mısır kuvvetlerine İstanbul yolu
açılmıştı.97
Bu durum, Çar Nikola’yı Rus ilerlemesine Osmanlılardan daha iyi karşı koyacak güçlü bir
yeni Ortadoğu devletinin kurulmasını engellemek için bir şeyler yapmaya sevketti.98
Nitekim Doğu buhranına son vermek fikrinde olan Çar I. Nikola, İskenderiye’deki
konsolosunu geri çağırarak M. Ali Paşa ile münasebetlerini kestiği gibi, General
Muravyef’in başkanlığında bir heyeti İstanbul’a ve Kahire’ye göndermeye karar verdi.99
Çar’ın görüşlerini belirtmek için İstanbul’a gelen, sonradan da Kahire’ye geçen Muravyef,
Osmanlı hükümetine yardım, M. Ali Paşa’ya da derhal muharebeyi durdurmasını teklif
etti.100
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 10
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Mısır kuvvetlerinin Konya’dan İstanbul istikametine hareketle geçmesi üzerine, Osmanlı
Devleti bu teklifi kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Bir Rus filosu İstanbul’a gelerek (8
Şubat 1833), Beykoz’da demirledi.101 Rus donanmasının İstanbul’a gelmesi üzerine telâşa
kapılan İngiltere ve Fransa, İstanbul’a elçilerini gönderdiler. Bu elçilerin gayretleri
neticesinde; padişah ile valisi arasında, Adana ve Suriye M. Ali Paşa’ya kalmak şartıyla
Kütahya Barışı imzalandı.102
II. Mahmud, Kütahya Barışı’na rağmen, geleceğini güven altına almak istiyordu. Bu
hususta İngiltere ve Fransa’ya güvenemediğinden, Mısır Meselesi’nin başlarından itibaren,
Osmanlı Devleti’ni destekleyen Rusya ile anlaşmak istedi.103 Padişah, İstanbul’daki Rus
elçisine ve olağanüstü elçi olarak gönderilen Kont Orlof’a bu düşüncesini açtı. Rus elçisi
de durumu hükümetine bildirdi.
Çar ittifak düşüncesine ortak çıktığı için,104 İstanbul’da Osmanlı Devleti ricâli ile Rus
diplomatları arasında yapılan konferanslarda Rusya’ya Şark Meselesi’nde nüfûz
kazandıran ve bundan dolayı Avrupa siyasetinde büyük bir rol oynayan "Hünkâr İskelesi
Muahedesi” imzalandı (8 Temmuz 1833).105
Geçen asrın başlangıcında işbaşında bulunmuş olan Rus devlet adamları Rusya’nın kendi
hudutları üzerinde Türkiye kadar zayıf bir komşu bulundurmaktan pek çok fayda elde
edeceklerini anlamışlardı. Çar I. Nikola’nın saltanatı devrinde Rus hükümet adamları aynı
fikirde bulunuyorlardı.106
Esasen Edirne Barışı’ndan sonra, başta çar olmak üzere Rus devlet adamları, artık Rus
himâyesinde yaşayabilir bir duruma getirilen ve yalnız onun arzularını yapabilen Osmanlı
Devleti’nin, şimdiki durumunu muhafaza etmeyi kendi çıkarları açısından önemli bir görev
sayıyorlardı.107
İstanbul’da imzalanan Osmanlı-Rus anlaşması, çarın emellerinin büyük bir bölümünü
içeriyordu. Çünkü bu anlaşma ile Edirne Antlaşması tasdik edildiği gibi, her iki taraf sekiz
yıl içinde kendi topraklarına tecavüz edilirse birbirlerine yardımda bulunacaklardı.108
Antlaşmanın biricik gizli maddesi ile de, Rusya bütün yabancı harp gemilerine boğazları
kapatması ve diğer taraftan müttefik sıfatıyla kendi savaş gemilerinin bu Türk geçitlerinden
serbestçe girip çıkması imkânına sahip olmuştu. Bu son anlaşma ile Rusya’nın daha
önemli anlaşmalarla elde etmeye çalıştığı hak ve menfaatler daha toplu ve olgun bir
mahiyet kazanmış ve Osmanlı Devleti’ni Rus himayesi altına sokacak bir durum meydana
getirmişti. 109
1830’lu yılların başındaki Rus-Türk askerî ve siyasî işbirliği, Rusya’nın Ortadoğu’daki
diplomatik gayretlerinin en yüksek başarısı olan Hünkâr İskelesi Paktı, Rusya ve
Türkiye’nin siyasî durumlarını güçlendirmiş ve Rusya’nın Avrupa’daki prestijini arttırmış,
ancak Rus-İngiliz ve Rus-Fransız ilişkilerini zora sokmuştu.110
Nitekim, Hünkâr İskelesi Antlaşması Londra ve Paris’te büyük bir endişe ile karşılandı.
Hatta İngiltere, Fransa’ya, Karadeniz’e geçip, Rus donanmasını yakmak teklifinde
bulundu.111 Bu iki devlet anlaşmadan, özellikle Boğazlar Meselesi’nden dolayı Osmanlı
Devleti ile Rusya’yı protesto ettiklerini ve bunu tanımayacaklarını her iki devlete bildirerek,
donanmalarını Çanakkale önlerine gönderdiler.112 Meydana gelen kriz, Avusturya Başvekili
Prens Metternich’in araya girmesi ve Rusya’nın Hünkâr İskelesi ile elde ettiği avantajları,
Avusturya ile paylaşmaya razı olmasıyla kontrol altına alınarak donduruldu. Avusturya ve
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 11
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Rusya arasında yapılan Münchengraetz Antlaşması’yla (18 Eylül 1833) iki devlet ayrıca,
Osmanlı Devleti’nin muhafazası ve korunmasını öngörmekte ve Osmanlı hânedanının
değişmesi halinde, Mısır valisinin hakimiyetini Balkanlar’daki eski Osmanlı topraklarına
intikal ettirmesini kesin olarak önlemek hususunda mutabık kalmaktaydılar.113
1838 Ağustosu’nda İngiltere ile serbest ticaret anlaşması imzalayan Osmanlı Devleti,
İngiliz desteğine güvenerek Nisan 1839’da Kuzey Suriye’deki Mısır güçlerine saldırdı.
Nizip’te cereyan eden muharebe Osmanlı ordusunun açık yenilgisi ile sonuçlandı (24
Haziran). Bu da yetmiyormuş gibi, hemen ardından,114 Sadrazam Hüsrev Paşa’nın
düşmanı olan Kaptan-ı Derya Hain Ahmet Paşa, donanmayı Çanakkale’den kaçırıp Mısır
Valisi’ne teslim etti. Diğer yandan 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla Rusya’nın
imparatorlukta kazandığı nüfuz, İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirdi.115
Mısır Meselesi, tekrar bu şekilde ortaya çıkınca, Rusya’nın bunu çözme bahanesiyle
Osmanlı Devleti’ni kendine tâbi bir devlet haline getirmesi Boğazların kontrolünü tamamen
eline alması ve Karadeniz’de olduğu gibi yavaş yavaş Akdeniz’de de hakim olması
mümkündü. Bunu önlemek için Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya devletlerine
başvurarak "Şark Meselesi”nin hiçbirinin menfaâtine aykırı düşmeyecek şekilde çözümü
konusunda bir ittifak teklif etti.116 Avrupa’nın büyük devletleri Osmanlı padişahının bir
eyalet paşası tarafından tehdit edilmesinden ve Fransa’nın himayesinde M. Ali’nin kuvvetli
bir devlet kurmasından ve Şark Meselesi’nden çıkacak hadiselerden endişeye düşerek
Mısır Meselesi’ne müdahale ettiler. 117 1840 yılında Londra’da toplanan konferansta,
Mısır’ın yeni statüsü tespit edildi ve padişahın 1841 tarihli fermanı ile Mısır valiliği babadan
oğula geçmek üzere Mehmet Ali Paşa’ya verildi.118
Osmanlı Devleti’nin bir valisinin ayaklanması ve bunun kısa zamanda bir "Şark Meselesi”
hâline dönüşmesine sebep olan119 Mısır Meselesi çözümlenmişti, fakat bu meseleden de
yeni bir mesele doğmuştu: Boğazlar Meselesi.120 Esasen, Mısır Meselesi’nin
halledilmesiyle Şark Meselesi sona ermedi.121 Zira, asi valisinin hakkından gelemeyen
Osmanlı Devleti, bu husustaki yardımına karşılık, Rusya’ya Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla
Boğazlar üzerinde siyasî bir nüfuz tanımıştı. Bu durum bütün Batılı devletleri endişeye
sevk etmişti. Rusya’nın bu sayede Doğu Akdeniz’de bir hakimiyet kurması, hiçbirinin işine
gelmiyordu.122
Nihayet, sekiz yıllık vadesi dolan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın yenilenemeyeceği
gerçeğinden hareketle, büyük devletler Londra’da Boğazların hukukî statüsünü yeniden
belirleyen bir antlaşmaya imza attılar (13 Temmuz 1841).123 Boğazlarla ilgili 1841
Mukavelenâmesi, Boğazlar Meselesi’nin Kanunnâmesi demekti.124 Zira bu antlaşma ile
boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılması prensibi kesin olarak kabul edilmişti.
Artık bundan sonra Osmanlı Devleti, boğazları istediği devlete açıp kapatamayacaktı.125
Rusya, bu meselede oldukça büyük bir mağlubiyete uğramıştı. Zira, bu antlaşma ile
Boğazlarda olsun, Doğu Karadeniz’de olsun egemenlik veya nüfuz kazanmak emelinden
vazgeçmiş oluyordu.126 1841 Boğazlar Mukavelesi ile Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın
tekerrürü önlenmiş,127 Bâb-ı Âli’deki Rus üstünlüğü sonunda yerini elçilerle temsil edilen
diğer güçlere bırakmıştı.128 Osmanlı İmparatorluğu’nun politik önemi arttıkça büyük Avrupa
devletleri, devletin hemen bütün iç ve dış işlerine karışır oldular. Böylece Ordadoğu gittikçe
önem kazanarak politik rekabet edilen yer haline geldi.129
Osmanlı İmparatorluğu, 1840’da Mısır, 1841’de Boğazlar Meselesi’ni hallettikten sonra, bir
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 12
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
süre için de olsa bir barış dönemi yaşadı.130 Her ne kadar bu müddet zarfında Rumeli’de
ve Suriye ile Lübnan’da bir takım isyanlar çıktı ise de bunlar, hükümetin köklü ıslâhat
çalışmalarına engel olamadılar. M. Reşit Paşa’nın 1839’da Gülhane’de ilân ettiği "Hatt-ı
Hümâyûn” ile başlayan Tanzimat, başta İstanbul olmak üzere yavaş yavaş bütün
eyaletlerde ve bu arada Bosna, Bulgaristan ve Mısır’da bile yürütüldü.
Osmanlı Devleti’nin kendini toparlamak için sarf ettiği bu gayret, kendisine büyük Avrupa
devletlerinden İngiltere ile Fransa’nın sempatisini kazandırdı.131 M. Reşit Paşa,
gerçekleştirdiği reformlarla imparatorluğu Avrupa devletleri arasında lâyık olduğu mevkie
çıkarmış, birkaç sene önce bunun aksini düşünen devletlere bu durumu tasdik ve itiraf
ettirmişti.132
Fakat sınırlarında güçlü bir Türkiye görmek istemeyen, teşebbüs edilen köklü ıslâhatlarla
Türkiye’nin ikide bir müdahaleye gelmeyecek derecede medenileşmesinden çekinen ve
bunu engellemek için elinden geleni yapan Rusya,133 Şark Meselesi’nde kaybettiği
imtiyazlı durumu tekrar elde edebilmek için devamlı fırsat kolladı. Tarihî emellerini
gerçekleştirebileceği uygun zaman bekledi. 1844 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Çar I.
Nikola,134 Fransa’nın Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz üzerindeki üstünlüğünden çekindiğini
ve Fransa’nın kontrol altına alınabilmesi için İngiltere, Avusturya ve Rusya arasında
işbirliği yapılması gerektiğini ifade etti. Ancak, böyle bir işbirliği daha önce İngiltere ve
Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki anlaşmalarına bağlıydı.135 Nitekim sene sonuna
doğru Nesselrode, daha sonraki gizli görüşmelerde karşılıklı görüşleri, çarın kaleme almış
olduğu bir muhtırayla dile getirerek, Aberdeen’e sundu. Her iki taraf bu muhtırayı çarın
teklif ettiği değişikliği de içine alacak şekilde tasdik etmişlerdi. Kısaca bu muhtırada Rusya
ve İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu kuvvetlendirmek ve onu tehdit eden
tehlikenin giderilmesinde işbirliği yapacakları üzerinde durulmaktaydı. Fakat bu taraf
devletler, Bâb-ı Âli’nin yıkılmasının önüne geçilemeyeceğini görecek olurlarsa, o zaman
kendi güvenirliklerini, antlaşma haklarını ve Avrupa’daki kuvvetler dengesini bozmayacak
şekilde yeni bir düzenin kurulması konusunu önceden görüşeceklerdi.136 Tıpkı
Münchengratz mukavelesinde olduğu gibi, böyle bir parçalanma ne taraflardan birinin
güvenliğini tehdit edecek ne de Avrupa güç dengesi tehlikeye düşecekti. Böylece Rus çarı
Avusturya ile yaptığı mukavelenin muhtevasını genişletiyor ve önemli bir eksikliği
tamamlamış oluyordu.137
1844’te temelleri atılan Rus-İngiliz dostluğu nazarî olarak 1848’e kadar devam etti. Fakat,
Rus ordularının Macar ve Leh âsilleri üzerine insafsızca yürümeleri, Eflâk ve Buğdan’a
girmeleri, Rusya’nın Macar mültecilerini Bâb-ı Âli’den geri istemesi, buna karşılık
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin mülteciler hakkındaki cesaretli hareketini tasvip etmesi ve
donanmasını Çanakkale Boğazı önlerine göndermesi, St. Petersburg ile Londra’nın arasını
açtı. 138
1848 İhtilâllerinden ve hele 1849’da Macaristan ayaklanmasının bastırılmasından sonra,
İstanbul hemen hemen bütün mültecilerin toplandıkları bir yer görünüşü almaya başlamıştı.
Macar ve Leh mültecilerin buradaki faaliyetleri, Avusturya ve Rusya’yı kuşkulandırıyordu.
Bundan dolayı bu iki devlet, Bâb-ı Âli’den bu mültecilerin teslim edilmesini istediler.139
Macaristan’a Rus müdahalesi, Şark Meselesi bakımından iki önemli sonuç getirdi. Birincisi,
Avrupa’nın tümünde bir diplomatik devrimi tamamladı: Londra’da Koşut’a ve amaçlarına
çok büyük bir sempati vardı ve çarın orduları on yıldır çok zayıflayan İngiliz-Fransız
“antant”ındaki çürümeye böylece son vermiş oldu. İngilizlerle Fransızlar birlikte hareket
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 13
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
etmeye başladılar. Çar Nikola da kendi politikaları için Viyana’dan destek bulabileceğini
hesapladı. İkincisi, Macar İhtilali’nin bastırılması, Koşut ve onunla omuz omuza savaşmış
olan dört Polonyalı generali Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmaya zorladı. 1849 Eylül ve
Ekim’inde padişahla Reşit Paşa, Stratford Canning’in teşviki ve Çanakkale’de bulunan
İngiliz filosunun desteğiyle, Koşut’u ve Polonyalı mültecileri Avusturya ve Rusya
hükümetlerine teslim etmeyi inatla reddettiler.140 Diğer taraftan Osmanlı Devleti, Avrupa’da
yayınladığı bu bildiri ile mültecileri insani duygularla savunduğunu iddia etti. Hükümetin bu
tavrı, Avrupa kamuoyunda özellikle İngiltere ve Fransa’da Türkiye’ye karşı büyük bir
sempatinin doğmasına sebep oldu.141 Hatta Cevdet Paşa’ya göre, o sırada Rusya ve
Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında bir harp olsa, Avrupa halkı Osmanlıların imdadına
koşacaklardı.142 Ancak İngiltere ile Fransa’nın ilgisi Osmanlı Devleti’nin mülteciler
meselesinde Avrupa kamuoyunun sempatisini kazanmasından çok Osmanlı Devleti
üzerinde bir Rus himâyesinden çekindikleri içindi. Çünkü böyle bir durumda en çok İngiliz
ve Fransız çıkarları tehlikeye girecekti. Osmanlı Devleti’ni desteklemek üzere donanmaları
Çanakkale’ye gönderen İngilizler ve Fransızlar,143 gerekirse Türkleri silah kullanarak
savunacaklarını kararlılıkla bildirdiler. Tüm Avrupa kamuoyunun sempatisini toplayan
Osmanlı direnişi karşısında Rusya ve Avusturya isteklerinden vazgeçmek zorunda
kaldılar.144
Bununla birlikte, Rus Çarı I. Nikola’da İstanbul’u ve Boğazları ele geçirmek ve Osmanlı
Devleti’nin mirasına konmak, bir idée fixe (sabit fikir) haline gelmişti. Ancak bunu İngiltere
ile gerçekleştirebileceği inancında idi.145 Nitekim, 9 Ocak 1853’te Petersburg’da verdiği bir
baloda İngiliz elçisi Sir G. Hamilton Seymour’a "hasta adam” diye adlandırdığı Osmanlı
Devleti’nin paylaşılması teklifini yaptı.146 Fakat İngiltere hükümeti, Rus çarının tekliflerine
yanaşmayarak reddetti.
Çünkü, Akdeniz’de o günlerde sağladığı üstünlüğün de sonucu olarak, Mısır ve Girit’in
ileride kendi eline geçeceğinden emin bulunuyordu. Diğer taraftan da, İstanbul’da
nüfuzunun fazla olduğu bir sırada, Balkanlar’ın Rusya’nın himaye ve nüfuzu altına
girmesini, kendi çıkarlarına aykırı buluyordu. Bu nedenlerle de Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlüğünün korunmasında yarar görüyordu.147
Esasen Şark Meselesi’ne ilişkin bir İngiliz-Rus düşmanlığı geleneği vardı. Bu kısmen,
Karadeniz’in bir Rus gölü olması durumunda İngiltere’nin ticaretinin zarar göreceği
konusunda, kısmen de çarın imparatorluğunun Avrupa işlerine damgasını vurabileceği
inancından kaynaklanıyordu.148 Palmerston’un işaret ettiği gibi, o sıralar "dimdik ayakta”
olan güçler yalnızca Rusya ve İ ngiltere’ydi.149
İngiltere ile Osmanlı topraklarını paylaşma konusunda anlaşamayan çar, hasta adamın
mirası hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. Hareket noktası olarak da Kutsal
Yerler Meselesi’ni ele aldı.150 Literatüre Kutsal Yerler (Makamat-ı Mübareke) olarak geçen
yerler Kudüs’te bulunan ve Hıristiyanlar için kutsal sayılan Kamame Kilise’si, Beytü’l-Lahm
(Bethelem) Mağarası, Kutsal Taş (Hacer-i
Mugtesil), Hazret-i İsa ve Hazret-i
Meryem’in makamları idi. Bu Ortaçağ’dan beri 6 büyük kilisenin (Ortodoks, Katolik, Ermeni,
Gregoryen, Süryani, Habeş ve Kıpti) ortak kullanım ve yönetiminde idi.151
Kırım Savaşı’nın (1853-1856) görünürdeki sebebi, Filistin’deki kutsal yerleri, Katolik
kilisesinin mi yoksa Ortodoks kilisesinin mi denetleyeceği üzerine olan çekişmeydi. Fransa
Katolikler adına aracılıkta bulunuyor,
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 14
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Ruslar ise Ortodoksların haklarının savunuculuğunu yapıyordu. Katolik Kilisesi’ne 1740’ta
üstünlük tanınmıştı, ancak kutsal toprakları Katoliklerden daha fazla sayıda Ortodoks
hacının ziyaret ediyor olması zamanla Ortodoks Kilisesi’nin konumunu güçlendirmişti.
Avusturya’nın desteğini alan Fransa Katoliklerin üstünlüğünün yeniden onaylanmasını,
Rusya ise statükonun yürürlükte kalmasını istiyordu. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilmeyen
Bab-ı Âli ise herkesi aynı anda memnun etmeye çalışıyordu.152
İngiltere’ye gelince, işin başından beri meseleye müdahale etmedi. Hatta İngiltere
hükümeti, İstanbul elçisi Sir Stratford Canning’e, Türkiye’de Lâtin ve Ortodoks Kiliseleri
arasında çıkması muhtemel olan kavgayı takip ve rapor etmesini, ancak kendisinin
meseleye hiç karışmamasını emretmişti.153 Bununla birlikte, Kudüs’teki Kutsal Yerler
Meselesi, 1850 yılı ortalarından beri ciddi bir milletler arası gerginlik konusu olmuştu.
Osmanlı Devleti kutsal yerler üzerindeki hak iddiaları yüzünden bir yandan Fransa’nın
diğer yandan da Rusya’nın ağır baskıları altında idi. Hiçbir tarafı tam olarak memnun
edemeyen Osmanlı hükümeti üzerindeki baskılar günden güne artıyor, gerginlik giderek
büyüyordu.154
Macar Mülteciler Meselesi’nin hâlledilmesiyle, sona ermiş görünen bunalım, Kutsal
Topraklar Meselesi’nin içerdiği dini duygular işe karışınca, Şark Meselesi konusunda
savaşa yol açacak tüm unsurlar artık iyice belirmişti.155 Bütün bu güçlükler uzayıp
giderken, Osmanlı İmparatorluğu’nun daha önce Avrupalılarca ortaya atılan borçlanma
teklifini reddetmesi, Avrupa kamuoyunda aleyhte bir havanın doğmasına yol açmıştı.156 Bu
hava içinde, Prens Mençikof, Rusya’nın yavaş yavaş ortadan kalkmakta olan siyasi etkisini
yeniden kurmak için İstanbul’a gönderildi (Şubat 1853). Savaştan galip çıkan bir
komutanın gururlu edasıyla diplomatik gelenekleri hiçe sayan temsilcinin Osmanlı
Devleti’nden istekleri yalnız Kutsal Yerler Meselesi’nin Rus çıkarları doğrultusunda çözüme
bağlanması değil, aynı zamanda Rus çarının Osmanlı sınırları içinde yaşayan Yunan
Ortodokslarının koruyucusu olduğunu öngören bir anlaşmanın imzalanmasıydı.157
Rusya, Ortodoksların hâmisi sıfatını ön plana çıkartıp, bu sıfatıyla Osmanlı Devleti’ni de
himâyesi altına almayı amaçlayan bir "ebedî ittifak” yapılması teklifiyle baskı ve tehditlere
girişti.158 Prens Mençikof’un bu ittifaktan istediği şey, Avrupa Türkiyesi’ndeki geniş
çoğunluğun genel koruyuculuğu yanında, İstanbul, Antakya, İskenderiye ve Kudüs
Patriklerinin ve başpiskoposların (Ruslara karşı) ihanetleri ispatlanmadıkça, yerlerinden
oynatılmamaları ve böyle bir durumda, ancak, çarın rızasıyla yerlerinden alınabilmelerinin
sağlanmasıydı. Başka bir deyişle, Mençikof, sultan’ın egemenlik hakkını Rusya’nın eline
teslim etmesini istiyordu.159
Mençikof’un "azametli” girişimlerine rağmen taleplerinin redde uğraması, Rusya’nın savaş
ilan etmesi için yeterli oldu ve Temmuz 1853’te Memleketeyn Rus kuvvetleri tarafından
işgal edildi.160
Böylece, Makâmât-ı Mübareke Meselesi’nde Osmanlı hükümeti tarafların haklı isteklerini
yerine getirmek suretiyle fazla dallanıp budaklanmasına meydan vermeden meselenin
içinden çıkmak için bütün iyi niyetini göstermeye ve bu uğurda elinden geleni yapmağa
çalışırken, Rusya, esas itibariyle aynı mahiyette kalan emelini silah kuvvetiyle
gerçekleştirmek yolunu tutmuş oluyordu.161
Rusya’nın Memleketeyn’i haksız bir işgâle kalkışması iki devlet arasındaki barış durumunu
bozdu. 11 Temmuz’da alınması gereken tedbirleri görüşmek üzere toplanan meclis, işgâli
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 15
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
mevcut antlaşmaları bozucu mahiyette telâkki etmekle beraber, taraflar arasında tam bir
harp sebebi olamayacağına da hükmedip, Rusya nezdinde protesto edilmesine, Avrupa
devletlerine resmen bildirilmesine ve her ihtimale karşı müdafaa vaziyetinde kalınmasına
karar verdi.162
Bu arada Viyana’da bir araya gelen ve bir çözüm yolu arayan büyük devletlerin elçileri
"Viyana Notası” adıyla anılan bir tasarı hazırladılar (28 Temmuz 1853). Buna göre sultan,
Küçük Kaynarca ve Edirne Antlaşmalarının Hıristiyan tebası konusundaki maddelerini
yeniden onaylandığını bildirecek, Rusya ile Fransa bunların yerine getirilmesinde garantör
olacaklardı. Çar bunu derhal kabul etti (5 Ağustos 1853).163 Aslında bu tasarı, Avrupa’yı
ayağa kaldıran Prens Mençikof -26 Ağustos 1853’te dört büyük devlet elçilerine
gönderilen- notasının siyaset potasında eritilip karıştırılarak "Viyana Notası” adıyla ortaya
konulmasından başka bir şey değildi.164
Viyana’da hazırlanan nota, İstanbul’da incelendi ve metinde birtakım değişmeler
yapılmadıkça kabul edilemeyeceği kararına varıldı.165 Büyük devletlerce Viyana’da
hazırlanmış olan nota projesi, Osmanlı hükümetinin yaptığı değişikliklerden sonra Rus
hükümetine iletildi. Savaşı önlemek amacıyla hazırlanan son diplomatik belgelerden biri
olan nota da Rus hükümetince reddedildi.166 Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün
umutlarını bağladıkları Avrupa muvazenesi, Rus ve İngiliz emperyalizmini karşı karşıya
getirirken,167 Avusturya ve Prusya’nın bu hususta çarın nezdinde yaptıkları girişimler de
boşa gitti.168
Bu gelişmelerden sonra, 25 Eylül günü Çırağan Sarayı’nda Reşit Paşa’nın başkanlığında
163 kişilik fevkalâde bir meclis toplanarak durumu incelemiş ve savaşa başlanması için
Padişaha rica edilmesi hususu ittifakla kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine Sultan
Abdülmecid, 29 Eylül’de bir hatt-ı hümayunla meclisin kararını kabul ve tasdik etti. 169
Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya savaş ilânı diplomatik faaliyetlerinin başarısızlıkla
neticelendiği bir ortamda alınmıştı. İki eyâleti zaten Rus ordularınca işgal edilmiş bulunan
Osmanlı İmparatorluğu için Rusya ile savaşı göze almaktan başka çıkar yol kalmamıştı.170
Osmanlı-İslâm kamuoyunda Rusya ile savaşmak için büyük bir istek vardı. Osmanlı
Devleti, Rusya’nın onbeş gün içinde Eflak-Buğdan’ın boşaltılmasını istedi. Ömer Lütfi Paşa
tarafından verilen ültimatoma Rus Başkumandanı Gorçakof red cevabı verince, 14 Ekim
1853’te Ruslara resmen savaş açıldı.171
Osmanlı ordusu artık Balkanlar’da ve Doğu Anadolu’da Ruslarla savaş durumuna girdi.
Osmanlı donanması da Rusların Boğaz’a girecekleri korkusuyla Karadeniz’e açılmıştı.
Donanma düşmanla karşılaşmayınca kışı geçirmek üzere Sinop’a demirledi. Fakat güçlü
bir Rus filosu tarafından 30 Kasım’da limanda batırıldı.172
Sinop felâketi, Fransa ile İngiltere’ye Rusya’nın Karadeniz’deki kuvvetini anlamaları için bir
işaret vazifesini gördü. Artık İstanbul ile Boğazların tehdit altında bulunduğu yolunda
kimsede şüphe kalmamıştı. Türk-Rus anlaşmazlığı bir defa daha Boğazlar yüzünden bir
Avrupa problemi haline geldi.173
Rusya’nın kendi başına hareket etmesine izin vermemeye kararlı olan İngiltere ve Fransa
Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak (12 Mart 1854), Rusya’nın Memketeyn’i boşaltmasını
istediler ve bu isteğin reddi üzerine de savaşa iştirak ettiler ve böylece Kırım Savaşı
başlamış oldu.174 Kırım Savaşı, temelde bir yanda Rusya, diğer yanda İngiltere’yle Fransa
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 16
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
arasında, Osmanlı İmparatorluğu çöktükçe Ortadoğu’da politik ve ekonomik açıdan hangi
tarafın üstün çıkacağını belirleme çatışmasıydı.175 1838’de Büyük Britanya ile Osmanlı
İmparatorluğu arasında serbest ticaret antlaşmasının ve 1841’de Boğazlar ticaret
serbestisini düzenleyen Londra Konvansiyonu’nun imzalanması, on yıl gibi kısa bir sürede,
Yakın Doğu’nun ekonomik ve jeopolitik verilerini alt-üst etmişti. Önceleri, Batı açısından
fazla önemli olmayan hammaddeler üreten bölge, yeni endüstriyel güçler için birinci
derecede önemli bir pazar olmuştu. İşte bu tarihten sonra, Rusya’nın bölgedeki etkisini
daraltmak ve güneye inmesini önlemek, İngiltere ve Fransa’nın başlıca endişesi
olacaktı.176 Öte yandan, Avusturya da Balkanlar’da Rusya’nın üstünlük sağlamasının ne
kadar tehlikeli olabileceğini farketti ve çara karşı dostluğa hiç de yakışmayan bir siyaset
takibine başladı. Neticede bu büyük kriz sonunda Rusya, tek başına kaldığı gibi,
karşısında Türkiye, İngiltere ve Fransa blokunu buldu.177
Rusya’ya Eflak ve Buğdan’dan çekilmek üzere verilen ültimatom cevapsız kalınca, Fransa
ve İngilterede Rusya’ya savaş ilân ettiler. Mayıs ayından itibaren Kırım’a asker sevkiyatı
başladı.178 Esas cephesini Kırım’da bulmuş olan bu savaş, büyük bir Avrupa savaşı olup,
gelecekte modern savaşların ne ölçülerde cereyan edeceğini gözler önüne sermesi
açısından da önem taşır.179
20 Eylül 1854’te Kırım’a çıkan müttefikler, uzun mücadelelerden sonra Sivastopol’a girdiler
(10 Eylül 1855).180 Savaş kimseye itibar ya da kazanç getirmemişti. Müttefiklerin tek büyük
başarısı, Rusya’nın müstahkem mevkisi olan Sivastopol’un ele geçirilmesiydi.181 Buna
karşılık Rusya’nın savaştaki tek başarısı açlık nedeniyle kırılan Anadolu ordusunun
savunduğu Kars’ı ele geçirmek oldu (27 Kasım 1855).182
Bütün hayatını Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak yolunda geçirdikten ve bütün faaliyetlerini
bu uğurda harcadıktan sonra, 2 Mart 1855’te ölen Çar I. Nikola’nın yerine geçen Çar II.
Aleksandr, barış taraftarıydı ve bir an önce savaşı sona erdirmek istiyordu.183 Esasen
Rusya’nın savaşı sürdürmesi imkânsız hâle gelmişti. Savaş uzadıkça müttefiklerin
üstünlüğü artarken, İngilizlerin uyguladığı abluka da dışardan yeni silâhlar alınmasını
Rusya için imkansız kılmıştı.184
Rusların bu güç durumundan kendi menfaati için yararlanmak isteyen Avusturya, 1855
Aralık ayında Rusya’ya bir ültimatom vererek, 1855 yazında Viyana’da müttefikler
tarafından ileri sürülen barış esasları üzerinde sulhü kabül etmesini istedi. Yani Avusturya
da artık Rusya’ya karşı harekete geçmek üzereydi.185 Rusya için barışa yanaşmaktan
başka bir çare kalmamıştı.
Nihayet tüm tarafların barışa hazır hale gelmelerinden sonra III. Napoleon’un önerisiyle 25
Şubat 1856 tarihinde Paris’te barış konferansı toplandı. Bu konferans Osmanlı Devleti için
hem siyasi hem de diplomatik açıdan 19. yüzyılın zirvesini teşkil etti. 186 1856 Paris
Konferansı ve orada imzalanmış olan antlaşma Osmanlı Devleti’nin dış ilişkilerinde bir
dönüm noktası teşkil etti. Çünkü 30 Mart 1856 Paris Antlaşması’yla Osmanlı Devleti
Avrupa milletler topluluğuna ve milletlerarası hukuk sistemine dahil edilmişti.187
30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması, Rusya’nın Osmanlı istikametindeki ilerleme yollarını
kapatmayı hedef tutuyordu. Gayri müslim tebaaya verilen vatandaşlık hakları (1856 Islâhat
Fermanı’yla), bu noksanlığın Rusya tarafından istismarına bir son vermeyi hedeflerken,
Karadeniz’in silâhsız ve tarafsız bir hâle getirilmesi de bu yönden gelebilecek bir Rus
saldırısını imkânsız kılıyordu. Nihayet Memleketeyn hakkında verilen garantiler, bir müddet
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 17
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
sonra millî birliğini kuracak olan bu toprakları, Osmanlı yönündeki saldırıları için her
savaşta çiğnenen bir geçiş yolu haline getiren Rusya’nın buralardan uzak durmasını temin
etti. Bütün bunların tabii bir sonucu olarak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü garanti
altına alınıp Avrupa hukukundan istifade etmesi sağlanarak Avrupa camiasına kabul edildi.
Ancak bu garantilerin kağıt üzerinde kalan boş vaadler olduğu kısa zamanda
anlaşılacaktır.188 Çünkü, büyük güçler arasındaki rekabet ve anlaşmaya dayanan barış,
diğer birçok ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de iç çözülmelerin hızlanışı şeklinde
yansıyacaktır.189
Osmanlı Devleti iki büyük Avrupa devleti ile birlikte müttefik olarak Kırım Muharebesi’ne
girerken, Şark Meselesi’ne son vermeyi ve Rusya’nın tasallutundan kurtulmayı
düşünüyordu. Halbuki bu muharebede Rusya devleti, gelecekte taarruzundan emniyet
hâsıl olacak derecede mağlup edilemediği gibi, Şark Meselesi de son bulmadı.190
Sonuç
Çar I. Petro’dan itibaren süratle kuvvetlenen Rusya karşısında birtakım sebeplerden dolayı
gücünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, kendini müdafaa edemez bir hâle gelince, başta
İstanbul ve Boğazlar olmak üzere Türk toprakları Çarlık Rusyası’nın emperyalist
emellerinin hedefi haline gelmiştir. Büyük Petro’nun Osmanlı İmparatorluğu’nu ortadan
kaldırmayı hedef tutan "siyasi vasiyeti”nin de191 Rus politikasında etkili oluşu, Rusları
daima Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişlemeye sevketmiştir.
Esasen Rusya, Avrupa siyasetinde kuvvetli bir rol oynamağa başladığı günden beri
Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye etmeği ana siyaset prensibi olarak kabul etmişti. Bu
prensibi gerçekleştirebilmek için de, devletlerarası münasebetlerin meydana getirdiği
imkânlara göre tatbik safhasına koymak üzere üç yol takip ettiğini görüyoruz. Birinci yol
olarak, Osmanlı topraklarını Rus İmparatorluğu’na katmak, ikinci yol imkân hasıl olduğu
takdirde aynı toprakları ilgili Avrupa devletleriyle paylaşmak, üçüncü yol da, Osmanlı
toprakları üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasını sağlamak ve bu devletleri,
günün birinde, kendi himâyesi altına almaktı.
Fakat her durumda Çarlık Rusyası’nı güçlü kılacak ve Avrupa muvazenesini tehlikeye
sokacak bu metodlardan biri, Rus hükümetince uygulama safhasına konmaya çalışıldığı
andan itibaren, diğer büyük Avrupa devletlerinin tepkisi ve direnişiyle karşılaşmıştır.
Rusya’nın yükselişinin Avrupa düzenine yeni bir şekil verdiği ve Osmanlı Devleti’nin yerini
ve fonksiyonunu kökünden değiştirmiştir. Artık Osmanlı Devleti Avrupa için doğudan gelen
bir tehdit değil, Rusya’ya karşı kullanılacak bir fren vazifesi gören, tampon bir devlettir.
Nitekim Osmanlı Devleti, Batılı ülkeler tarafından, Rusya’ya karşı, sürekli savaşa teşvik
edilmiş olmasına rağmen, cephelerde -Kırım Harbi hariç- yalnız bırakılmıştır. Batılı ülkeler
ancak mütareke ve barış safhasında ortaya çıkarak diplomatik aracılık yapmışlar ve şu
veya bu şekilde Avrupa muvazenesinin sarılmasına engel olmaya çalışmışlardır.
Kısacası, “Şark Meselesi”ni kendi lehine halletmek isteyen Rusya, diğer Avrupa büyük
devletlerini tepkisini çektiği ve karşısında bulduğu gibi, komşusu Osmanlı Devleti’nin de
sürekli düşmanlığını üzerine çekmiştir. Şark Meselesi’nin bir hâl yoluna konulamaması
sebebiyle de, ne Kafkasya’da, ne Balkanlar’da, ne de Orta Doğu’da sürekli bir barış düzeni
kurulamamıştır.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 18
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Yrd. Doç. Dr. Hasan ŞAHİN
Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 531-544
Dipnotlar:
1. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara, 1983, s. 476.
2. Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 4.
3. M. Celâleddin Paşa, Mir’ât-i Hakikat, c. I, İstanbul, 1326, s. 6.
4. E. Ziya Karal, Selim Ill’ün Hatt-ı Hümayunları, Nizam-ı Cedit
(1789-1907), Ankara, 1998, s. 11.
5. Süleyman Kocabaş, Kuzey’den Gelen Tehdit Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, İstanbul, 1989, s. 69.
6. Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşleri, Çev: Birtane Karanakçı, Ankara, 1998, s. 112.
7. Yaşar Yücel-Ali Sevim, Türkiye Tarihi, c. IV, Ankara, 1992, s. 15.
8. A. Şükrü Esmer, Siyasi Tarih, İstanbul, 1944, s. 11.
9. Isabel de Madariaga, Çariçe Katerina: Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın, Çev: Mehmet Harmancı,
İstanbul, 1997, s. 35.
10. Michel Mollat du Jourdın, Avrupa ve Deniz, Çev: A. Muhittin Kargın, İstanbul, 1993, s. 153.
11. Sipahi Çataltepe, 19. yüzyıl Başlarında Avrupa Dengesi ve Nizam-ı Cedid Ordusu, İstanbul, 1997, s.
67.
12. Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara, 2000, s. 147.
13. Robert Mantran, "XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti”, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. I., Yay.
Yönetmeni: Robert Mantran, Çev: Server Tanilli, İstanbul, 1995, s. 382.
14. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, İstanbul, 2001, s. 67.
15. N. Yorga, Osmanlı Tarihi, c. V (1774-1912), Çev: B. Sıtkı Baykal, Ankara, 1948, s. 7.
16. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri I., Ankara, 1953, s. 122.
17. Halil İnalcık, "Kırım”, İ.A, c. VI, İstanbul, 1983, s. 752.
18. Mücteba İlgürel, "Rusların Doğu Anadolu Siyaseti ve (1828-1829) İlk Rus İstilası”, Tarih Dergisi (T.
D.), sayı: 35, (1984-94), s. 170.
19. Cevdet Küçük, "Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika”, TD, sayı: 32, (Mart 1979), s. 609.
20. Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, 1997, s. 17-18, bu proje için ayrıca
bkz.; Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi, terc: Nihal Önal-Beslan Cankat, c. II., İstanbul, 1972, s.
912; İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, İstanbul, 1972, s. 65.
21. C. Küçük, "Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika”, TD, sayı: 32, (Mart 1979), s. 609.
22. M. Cacvit Baysun, "Abdülhamid I”, İ.A., c. I, İstanbul, 1993, s. 75.
23. M. Nuri Paşa, Netayicü’l-Vuku’ât, c. IV, İstanbul, 1327, s. 16.
24. A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 32-33.
25. M. Nuri Paşa, Netyicü’l-Vuku’ât, c. IV, s. 16.
26. Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, İstanbul, 1974, s. 97.
27. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 19.
28. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 67.
29. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c. XI, İstanbul, 1967, s. 102.
30. E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. V., Ankara, 1988, s. 14-18.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 19
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
31. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 70-71.
32. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 71.
33. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V., s. 19.
34. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 20.
35. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 71.
36. Halil İnalcık, "Yaş Muahedesi’nden Sonra Osmanlı-Rus Münasebetleri, Rasih
Kutuzûf Elçilikleri”, DTCFD, IV/2, (Ankara, 1946), s. 195.
Efendi ve
General
37. Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. 1, Çev: Mehmet Harmancı, İstanbul,
1982, s. 351.
38. William H. Mc. Neill, Dünya Tarihi, Çev: Alâeddin Şenel, Ankara, 1994, s. 433.
39. H. İnalcık, "Yaş Muadesinden Sonra Osmanlı-Rus Münasebetleri”, DTCFD, IV/2, s. 196-202.
40. Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul, 1995, s. 50.
41. Cemal Tukin, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İstanbul, 1947, s. 68.
42. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V., s. 26-27.
43. C. Tukin, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İstanbul, 1947, s. 72.
44. Kemal Beydilli, "Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, İstanbul, 1999, s. 77.
45. Bernard Lewis, Ortadoğu, Çev: Mehmet Harmancı, İstanbul, 1996, s. 221.
46. Kemal Beydilli, "Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 77-78.
47. Bernard Lewis, Ortadoğu, s. 221.
48. H. İnalcık, "Yaş Muahedesinden Sonra Osmanlı-Rus Münasebetleri”, DTCFD, IV/2, s. 202.
49. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 43.
50. Halil İnalcık, "Mirasın Anlamı: Osmanlı Örneği”, İmparatorluk Mirası Balkanlar’da ve Ortadoğu’da
Osmanlı Damgası, Derleyen: L. Carl Brown, Çev: Gül Çağalı Güven, İstanbul, 2000, s. 39-40.
51. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 43.
52. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 89.
53. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 90.
54. A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 50.
55. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 69.
56. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 50-51.
57. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 70.
58. A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 50.
59. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 78-79
60. S. J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 1, s. 371.
61. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 99.
62. A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. IX., İstanbul, 1309, s. 62-63.
63. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 74.
64. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 100.
65. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 99-100.
66. Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979, s. 206-207.
67. Heyet, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. V., İstanbul, 1962, s. 2858.
68. Şerafeddin Turan, "1829 Edirne Antlaşması”, DTCFD, c. IX/1-2, (1951), s. 111.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 20
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
69. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 113.
70. Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 1964, s.
101.
71. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 114-115.
72. Ş. Turan, "1829 Edirne Antlaşması”, DTCFD, c. IX / 1-2, (1951), s. 111.
73. Edouard Driault, Şark Meselesi Bidâyet-i Zuhûrundan Zamanımıza Kadar, Çev: Nafiz, İstanbul, 1309,
s. 167.
74. Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul, 1983, c. 2, s.
58.
75. Ş. Turan, "1829 Edirne Antlaşması”, DTCFD,
IX/1-2, s. 111.
76. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 177.
77. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul, 1995, s. 57.
78. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 112.
79. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 118.
80. M. Tayyip Gökbilgin, "Navarin”, İ.A., c. IX, İstanbul, 1993, s. 134.
81. N. Yorga, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 333.
82. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 59.
83. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 146.
84. Hüner Tuncer, [Viyana Kongresi, "Doğu Sorunu” ve Büyü Güçler (1815-1829)] , Çağdaş Türk
Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 1999, s. 62.
85. N. Yorga, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 340.
86. M. Fahrettin Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, İstanbul, 1955, s. 25.
87. E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 118-119.
88. Heyet, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. V, s. 2908.
89. M. F. Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, s. 25.
90. W. E. D. Allen-Paul Muratoff, 1828-1829 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Ankara, 1966, s.
23.
91. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 87.
92. Heyet, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. V, s. 2917.
93. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 122.
94. H. Tuncer, Çağdaş Türk Diplomasisi, s. 68.
95. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 124.
96. Şinasi Altındağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi (1831-1841), I. Kısım, Ankara, 1998,
s. 41.
97. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı
Devleti Tarihi, c. 1, s. 88.
98. S. J. Shaw-E. K: Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 62.
99. Cemal Tukin, "1798-1833 Osmanlı-Rus Andlaşmaları Arasında Benzerlik”, Atatürk Konferansları, II
(Ankara 1970), s. 95-96.
100. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 134.
101. Cevat Eren, "Tanzimat”, İ.A., c. XI, İstanbul, 1993, s. 715.
102. E. Driault, Şark Meselesi, s. 196.
103. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 130.
104. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 136.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 21
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
105. Ş. Altındağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, s. 145.
106. Serge Gorianov, Devlet-i Âliye Rusya Siyaseti, Çev: M. İskender-Ali Reşad, İstanbul, 1331, s. 128.
107. C. Tukin, Boğazlar Meselesi, s. 135.
108. S. J. Shaw-E. K: Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 64.
109. C. Tukin, "1798-1833 Osmanlı-Rus Andlaşmaları Arasında Benzerlik”, Atatürk Konferansları, II, s.
94.
110. Igor V. Karpaev, "Rusya ve Türkiye: Jeopolitik Çekişmeden İşbirliğine”, Osmanlı, c. 2, Ankara, 1999,
s. 69.
111. C. Tulin, Boğazlar Meselesi, s. 187.
112. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 131-132.
113. K. Beydilli, "Kaynarcadan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 88-89.
114. E. J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 61-62.
115. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüz Yılı, İstanbul, 1983, s. 81.
116. Heyet, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 6, İstanbul, 1963, s. 2970.
117. C. Eren, "Tanzimat”, İ.A., c. XI, s. 718.
118. O. Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, 188-189.
119. F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 193.
120. Coşkun Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara, 1967, s. 147.
121. S. J. Shaw-E. K: Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 89.
122. Heyet, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 6, s. 2975.
123. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 94.
124. Rene Pithon, Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, Çev: Hüseyin Nuri, İstanbul, 1325, s. 26.
125. C. Tukin, Boğazlar Meselesi, s. 227.
126. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 209.
127. F. Armaoğlu, Siyasi Tarih, s. 125.
128. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 89.
129. Sevim Ünal, "Tanzimat Döneminde Dış Politika”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası
Sempozyumu, (Ankara, 1994), s. 210.
130. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 145.
131. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 218.
132. M. Celâleddin Paşa, Mir’at-i Hakikat, c. I, s. 16.
133. Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, Çev: Can Yücel, Ankara, 1988, s. 111.
134. C. Küçük, "Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika”, TD, sayı: 32, s. 615.
135. O. Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 142.
136. G. H. Bolsover, "Birinci Nikola ve Türkiye’nin Paylaşılması Meselesi”, Çev: Yuluğ Tekin Kurat,
DTCFD, XXIII/3-4, (Ankara, 1965), s. 223.
137. O. Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 143.
138. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 221.
139. C. Üçok, Siyasal Tarih, s. 173.
140. Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, Çev: Belkıs Çorakçı
Dişbudak, İstanbul, 1992, s. 128.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 22
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
141. R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 147.
142. Cevdet Paşa, Tezakir, 40 Tetimme, Ankara, 1986, s. 28-29.
143. Hale Şıvgın, "XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Devleti (Genel Durum) ”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi (TDTD), sayı: 19, İstanbul, 1997, s. 20.
144. Cemi Karasu, "Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”, Ankara Üniv. Osmanlı
Tarih Araştırmaları Merkezi (OTAM), sayı: 4, Ankara, 1993, s. 210.
145. A. N. Kurat, Rusya Tarihi, Ankara, 1987, s. 326-327.
146. Besim Özcan, "Kırım Savaşı (1853-1856) ” Osmanlı 2, Ankara, 1999, s. 97; Paylaşma tekliflerinin
esasları için bkz; Rene Pınon, L’Europe et L’Empire Ottoman, Paris, 1909, s. 10-11; Ed. Driault, Şark
Meselesi, s. 91 vd., E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, s. 221 vd., R. Uçarol, Siyasi Tarih, s. 194-195.
147. R. Uçarol, Siyasi Tarihi, s. 195.
148. Alan Palmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, İstanbul, 1999, s. 12.
149. P. Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s. 199.
150. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, s. 222.
151. C. Karasu, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”, A. Ü., OTAM, sayı: 4, s. 210211; Kutsal Yerler Hk. bilgi için bkz; Bekir Sıtkı Baykal, “Makâmât-ı Mübareke Meselesi”, Belleten,
XXIII/90, Ankara, 1950, s. 242-266.
152. E. J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 82-83.
153. S. Adulphus Slade, Türkiye ve Kırım Harbi, Çev: Ali Rıza Seyfi, İstanbul, 1943, s. 50.
154. Bilâl N. Şimşir, “Kırım Savaşı Arifesi’nde Mustafa Reşit Paşa’nın Yazıları”, Mustafa Reşit Paşa ve
Dönemi Semineri, Bildiriler, Ankara, 1985, s. 77.
155. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, s. 175.
156. Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. 2, Çev: Babür Kuzucu, İstanbul, 1987, s.
79.
157. O. Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 231.
158. K. Beydilli, “Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 97.
159. Karl Marx-Friedrich Engels, Doğu Sorunu (Türkiye), Çev Yurdakul Fincancı, Ankara, 1977, s. 49.
160. K. Beydilli, “Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 97.
161. B. S. Baykal, “Makâmât-ı Mübareke Meselesi”, Belleten, XXIII/90, Ankara, 1950, s. 258.
162. B. Özcan, “Kırım Savaşı (1853-1856)”, Osmanlı, c. 2, s. 99.
163. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 177.
164. A. Sloıde, Türkiye ve Kırım Harbi, 68.
165. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 232.
166. B. N. Şimşir, "Kırım Savaşı Arifesinde Mustafa Reşit Paşa’nın Yazışmaları”, Bildiriler, s. 89.
167. S. Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. 2, s. 90.
168. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 233.
169. B. Özcan, "Kırım Harbi (1853-1856) ”, Osmanlı, c. 2, s. 99.
170. B. N. Şimşir, "Kırım Savaşı Arefesinde Mustafa Reşit Paşa’nın Yazışmaları”, Bildiriler, s. 89.
171. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, s. 146.
172. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 178.
173. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 236-237.
174. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 97.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 23
KAYNARCA'DAN (1774) PARİS BARIŞI'NA (1856) KADAR
ŞARK MESELESİ PERSPEKTİFİNDE OSMANLI-RUS
MÜNASEBETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
175. S. J. Shaw-E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu, c. 2, s. 173.
176. Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar,
56.
Kafkasya ve Orta Doğu, İstanbul, 1994, s.
177. A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 73.
178. C. Karasu, "Tanzimat Dönemi Diplomasisine Genel Bir Bakış”, A. Ü., OTAM, sayı: 4, s. 215.
179. K. Beydilli, "Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 97.
180. E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 239-240.
181. E. J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi,
s. 84.
182. Hasan Şahin, 1855 Erzurum Harekâtı (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1995, s. 172-180.
183. B. S. Baykal, "Paris Kongresi ve Andlaşması (30 Mart 1856) ”, Aylık Dergi, c. II, nr. 23. (Mart 1946),
s. 728.
184. P. Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s. 204.
185. F. Armaoğlu, Siyasi Tarih, s. 144.
186. C. Karasu, “Tanzimat Dönemi, Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”, A. Ü., OTAM, sayı: 4, s.
217.
187. Vakur Versay, “Osmanlı Devletinde Tanzimattan Sonra Batı Devletler Hukukunun Benimsenmesi”,
Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllık Süreç, Ankara, 1999, s. 109-110.
188. K. Beydilli, “Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 1, s. 98.
189. Recep Şahin, Tarih Boyunca Türk İdarelerin Ermeni Politikaları, İstanbul, 1988, s. 157.
190. A. Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiye, c. I, yay. haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, 1960, s.
139.
191. Bkz. Boris Mouravieff, Deli Petro’nun Vasiyetnâmesi, çev: Refik Özdek, İstanbul, 1966, s. 58-63.
Türkçülerin Kavşıt Yeri
http://www.Altayli.Net
Sayfa No: 24
Download