Ya Kut`ül Amare kazanacak ya Sykes-Picot

advertisement
On5yirmi5.com
“Ya Kut’ül Amare kazanacak ya Sykes-Picot
kazanacak”
"Türkiye’de gelinen nokta, “şiddet içermeyen eylemlerle” “tamamen şiddet içeren”
eylemlerin birlikte kullanıldığı aşamadır. Dolayısıyla amacı farklı olan ve fakat Kadife
darbeyi de ihtiva eden daha karmaşık yeni bir süreç başlatılmıştır."
Yayın Tarihi : 1 Nisan 2016 Cuma (oluşturma : 10/9/2017)
Prof. Dr. Burhanettin Can'ın Milli gazetedeki " “Ya Kut’ül Amare kazanacak ya Sykes-Picot
kazanacak”Unutturulan Bir Zafer Kut’ül Amare-1" başılklı yazısı..
Giriş
Türkiye’de PKK-İŞİD üzerinden yapılan vekâlet savaşlarının arkasındaki güç, bizim şer ekseni
dediğimiz ABD-İsrail/Siyonizm-İngiltere-AB eksenidir.Türkiye’de gelinen nokta, “şiddet içermeyen
eylemlerle” “tamamen şiddet içeren” eylemlerin birlikte kullanıldığı aşamadır. Dolayısıyla amacı
farklı olan ve fakat Kadife darbeyi de ihtiva eden daha karmaşık yeni bir süreç başlatılmıştır.
Başbakan Davutoğlu’nun Brüksel dönüşü uçakta ve milletvekillerine yaptığı grup
konuşmalarında, “ya Kut’ul-Amare Kazanacak yaSykes-Picot kazanacak” diyerek Sykes-Picot
Antlaşmasına özel vurgu yapmış olmasının özel bir anlamı olmalıdır:
“Suriye maalesef öyle bir noktaya getirildi ki; her türlü kirli oyununun oynanabileceği bir zemin
oluştu. Bunlardan biri de Sykes - Picot’nun (SP) yüzüncü yılı. (Bu anlaşma) Bizi hep böldü. Halep’i
Antep’ten vb... Birileri yeni bir Sykes - Picot yazma peşinde, biz bunu yok etmeye çalışırken birileri
yazma peşinde. Arap Baharı öncesinde SP’yi ortadan kaldırmayı düşünüyorduk, ekonomik
hamlelerle. Hedeflerimiz birilerini rahatsız etti, Arap Baharı bunun için kullanıldı. Şimdi Suriye’yi üçe
dörde, Irak’ı bölerek yeni SP yazmaya çalışılıyor. Buna direnenler var, biz(im) gibi.”
“Bu bir istiklal ve istikbal mücadelesidir. Bölgemizdeki haritaları yeniden çizme planlarına
direnebilen tek ülkenin Türkiye olduğunu biliyorlar.”(1)
Başbakan Davudoğlu’nun “Ya Kut'ül- Amâre Kazanacak Ya Sykes- Pıcot Kazanacak” ifadesini
rastgele, tesadüfen söylemediği, çok hayatı bir konuya dikkat çekmek istediğini göz önüne alarak
“Kut'ül- Amâre” savaşını ve “Sykes- Pıcot anlaşmasını” burada ele alacağız.
Bugünkü yazıda, unutturulan bir zafer “Kut'ül- Amâre” savaşı ele alınıp incelenecektir.
“Kut'ül- Amâre” Savaşı
Kut’ül Amâre Savaşı, I. Cihan savaşında Osmanlının Çanakkale Zaferinden sonra İngilizlere karşı
kazandığı önemli savaşlardan biridir. İngilizlerin, Osmanlı topraklarını Fransız ve Ruslarla
paylaşmaya karar vermesinin, onlarla “Sykes-Picot anlaşmasını” yapmalarının sebebi, Çanakkale veKut’ül Amâre’de aldıkları acı mağlubiyettir. Bu önemli zafer, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç nesillere hatırlatılmadı, bilerek, istenerek
unutturuldu(2). O nedenle bugün yaşadığımız süreci, daha iyi anlayabilmek için Kut’ül Amâre
savaşını hatırlamakta fayda vardır.
Kut’ül Amâre, Dicle Nehri kıyısında Şattülarap kanalı ile birleşen Basra Körfezi’nin
350 km kuzeyinde, Bağdat’ın 170 km güneyinde bulunan, 6500 civarında nüfusa sahip olan küçük
bir kasabaydı(3,4).
1.Dünya Savaşı sürecinde, Eylül 1915’de İngiliz kuvvetleri, Bağdat’ı almak için İngiliz Generali
Townshend komutasında Dicle nehri boyunca harekete geçerek 26 Eylül 1915 Kût’ül-Amâre’yi
işgal etmişlerdir. 22-26 Kasım 1915’te General Townshend, Bağdatı almak için Kuzeye doğru
ilerlemeye başlamıştır. Osmanlının Irak cephesi komutanı Albay Nurettin Bey, bu harekâtı
durdurabilmek için bütün kuvvetleri ile Dicle Nehri boyunca kuzeye doğru çekilip Bağdat’a 30 km.
uzaklıktaki Selmân-ı pâk denilen bölgede mevzilenmiştir.
Selmân-ı Pâk Muharebesi: Yolları Kesmek
22 Kasım 1915’te General Townshend kumandasındaki İngiliz kuvvetleri, Dicle’nin sol sahili
üstünden taarruza geçmiş ve fakat;22 Kasım Selmân-ı Pâk Muharebesi, düşman için beklemediği bir
hezimet olmuştur. Osmanlı Kuvvetlerinin zaferi kazanmasında ki en önemli unsur, Halil Paşa
komutasındaki birliklerin dolaylı harp stratejisi uygulayarak Düşmanı beklemediği bir yerden,
çölden hareketle vurmuş olmasıdır. İngiliz komutanı General Townshend, “Irak Seferim” adlı
kitabında bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
“18.000 kişilik Türk Ordusunu, tam sağ kanadından sarıp onları bozguna uğratacağım sırada,
Kafkasya’dan taze bir kolordu ile Halil Paşa, Waterloo‘da Bulcher gibi, muharebe sahnesine
çıkageldi..”(3)
Osmanlı kuvvetlerine nazaran en az üç kat bir kuvvete ve teknik donanıma sahip olan İngiliz seferi
kuvvetleri, 4.500’den fazla ölü ve yaralı vererek ricata başlamış ve 3 Aralık 1915’de Kûtü-l
Amâre’ye geri çekilmiştir.
5 Aralık 1915’de Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri, kaleyi kuşatma altına almış ve
İngilizlerle arasında çok sert çatışmalar meydana gelmiş olmasına rağmen kale düşürülememiştir.
Halil Paşa bu tür saldırılarla Kûtül ‘amâre’yi alamayacağı kanaatine varmış ve kuvvetlerine ve sahip
olduğu imkânlara zarar vermeyecek yeni bir stratejiyi uygulamaya sokmuştur. Zaman zaman
taktik saldırılarla düşmanı rahatsız edip sahip olduğu erzak ve mühimmatın bitmesini sağlayarak
teslim olmaya zorlamak yeni stratejinin özünü oluşturmaktadır(3). Falahiye Muharebeleri: Karadan gelecek Lojistik Desteği Kesmek
Muhasara altındaki bir askeri kuvvetin en ciddi sorunu, ekonomik ve askeri imkanların sürekliliğidir.
Bu nedenle 1916 yılının başlarında İngilizlerin Irak cephesi kumandan General Percy Lake, Basra
tarafındaki İngiliz kuvvetlerini, kuşatma altındaki General Townshend’e yardıma göndermiştir(3,4).
Muhasara harekâtının başarıyla sonuçlanabilmesi için en önemli nokta, düşmanın tüm lojistik
desteğinin kesilmesi, elinde var olan erzak ve muhımatın tüketilmesinin sağlanmasıdır. O nedenle
Osmanlı kuvvetleri için en önemli sorun, bu yardımın Kut’a ulaşmasını engellemektir. Bu amaçla,
Irak’ta ve kuzeye varmak isteyen İngiliz birliklerine karşı adına Birinci(5 Nisan 1916), İkinci(17
Nisan 1916), Üçüncü(20 Nisan 1916), Dördüncü(21-22 Nisan 1916) Felâhiye Muharebeleri
denilen muharebeler yapılmıştır. “Bu muharebeler, Birinci Dünya Harbi’ndeki askeri hareketler
arasında önemli bir yer işgal ederler.”(3,4)
Felahiye Muharebelerinde başarının sebebi, Halil paşanın düşmanı kendi istediği mekanda, Felâhiye
Boğazı, savaşa mecbur etmiş olması ile inisiyatifi ele geçirmiş olmasıdır:
“Halil Paşa: Burada cephemi bir taraftan Dicle’ye, bir taraftan da sol kanadım gerisinde kalan
Süveyce bataklığına dayadım. Asıl boğazın genişliği ise, ancak 1000-1200 metre kadardı. Burayı
iyice tahkim ettim. Düşman kendini ne Dicle’ye, ne bataklığa vuramayacağına göre, benimle asıl bu
boğazda hesaplaşmak isteyecekti. Kanadımın açıklarını da süvari tümeni ile koruyacaktım.
Çarpışma çok şiddetli oldu; muharebe sert, çetin safhalar geçirdi, Fakat cephem sarsılmadı ve
akşama doğru düşman, Felâhiye’yi geçebilmek ümidini kaybederek geriye ve geride hazırladığı
siperlere çekilmek zorunda kaldı. O gün düşmanın zayiatı, ölü ve yaralı olarak 8.000 kadardı. Biz, ölü
ve yaralı olarak 500 kadar kayıp vermiştik.”(3)
İngiliz birlikleri Kumandanı General Aylmer’in yerine atanan General Goringe, şansını Dicle’nin sol sahili yerine Dicle’nin sağ sahilinde, yani Büyük Çöl tarafında denemek
isteyerek 17 Nisan 1916’da Beyti-İsa mevkiinden saldırıya geçmiştir. Bütün gün ve bütün gece
devam eden muharebenin sonucunda İngilizler, bir defa daha yenilgi alarak perişan bir şekilde geri
çekilmeye başlamışlardır. Düşman,20 Nisan 1916’da yoğun topçu ateşinden sonra tekrar taarruza
geçmiş, 3.000-4.000 arasında zayiat verdikten sonra gene ricat etmiştir. İngilizler, 22 Nisan
1916’da bütün güçleri ile tekrar saldırıya geçmişler, fakat Osmanlının 500-600 kadar zayiatına
karşı 3000 kişiden daha fazla zayiat vererek tekrar geri çekilmişlerdir. İngilizlerin Hava ve Nehir Harekâtı İle Yapılmak İstenen Lojistik Desteği Kesmek
Kut’ul-Amare kuşatmasını karadan kıramayan İngilizler, muhasara altındaki kuvvetlerine uçaklarla
havadan erzak atmayı denemişlerdir. Alçak uçuşlarda İngiliz uçakları Osmanlı avcıları tarafından
düşürülmüş ve getirdikleri erzaklar, Osmanlı hatlarının gerisine düşmüştür. Çok yüksekten atılan
erzaklar ise çok defa İngilizlerin bulunduğu bölgeden ziyade Osmanlıların bulunduğu bölgelere
düşmekteydi.
İngilizlerin hava desteği isteneni sağlamayınca bu kez de Nehir yolunu denemeye kalkmışlardır.
İngilizler, Dicle nehri üzerinden ve “Julnar” ismindeki bir zırhlı “gambotla” Kut’ul Amare’ye erzak
ulaştırmak için harekete geçmişlerdir. 24/25 Nisan 1916 gecesi ve Felâhiye mevzilerinden açtıkları
şiddetli topçu ateşi himayesinde Julnar kuzeye doğru hareket ederek Osmanlı müdafaa hatlarını
geçerek Kut’a oldukça yaklaşmıştır. Osmanlı Toplarının menzilleri gemiye tam olarak ulaşamadığı
için İngilizler başarılı olmuşlardır. Halil Paşa bunun üzerine 13. ve 18. Kolorduların, sahra toplarını
Dicle sahiline sürerek açıktan ve alçaktan ateş açtırarak gemiyi durdurmuştur ve zırhlı Osmanlı
Kuvvetlerinin eline geçmiştir(3).
İngilizler, gemilerini kendileri niçin batırmamışlardır? Halil Paşa’nın ifadesi ile; “Gerçi bu gibi bir
halde geminin kendisini batırması için elbette ki tertibat alınmıştı. Fakat bu iş için tertiplenen
halatlar ve dinamit fitilleri de her nasılsa, geminin pervanesine sarılmıştı, Bu da gemiyi büsbütün
hareketsiz bıraktı. Biz bu gemiye “Kendi Gelen” dedik. Tabii erzakına elkoyduk. Hülâsa bu teşebbüs
de bu neticeyi verince, İngilizlerin Kuta ulaşmak yahut yardım etmek ümitleri büsbütün kırıldı.”(3) Bu, Allah’ın İman etmiş olanlara görünmeyen bir yardımıydı.
Sonuç: Yorumsuz
“Hasta adam dedikleri” Osmanlı, Çanakkale,Selmân-ı Pâk, Falahiye Muharebeleri ve Kûtül‘amâre
Savaşında, çok az kuvvetle çok üstün düşman güçlerine karşı zafer kazanmış, destan yazmıştır.
Öncelikle bunun analizinin yapılıp unutturulan bu zaferin yeni nesillere aktarılması gerekmektedir.
Osmanlı Kuvvetleri Komutanı Halil Paşaya göre Kûtül‘amâre Savaşı, İngilizlerin onurunu kıran ve
travma oluşturan tarihte ilk savaştır: “29 Nisan 1916, Irak cephesinde, Kutü’l-Amare’de muhasara altına alınan İngiliz birliklerinin,
ordumuza teslim oldukları gündür.Bu tarihin yalnız Birinci Dünya Harbi’mizin kronolojisi bakımından
değil, İngiliz kuvvetleri sayısında bir kuvveti, ayrı bir önemi vardır. Çünkü İngiliz tarihinde ve o güne
kadar İngilizler, Kutü’l-Amare’de bize silâhlarını teslim etmek zorunda kalan İngiliz kuvvetleri
sayısında bir kuvveti, hiçbir zaman ve hiçbir devir ve muharebede esir vermediler...”(3)
Osmanlı ordusunun 10 bin şehit ve yaralısına karşılık; 13 general, 481 subay ve 13.300 İngiliz
askeri Osmanlı kuvvetlerine teslim olmuş ve General Townshend’i ve ordusunu kurtarmaya gelen
İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vermişlerdir(3,4).
“Hasta Adam” dedikleri Osmanlının İngilizlere karşı bu zaferini, aşağıdaki karikatür, en güzel bir
şekilde yorumlamaktadır.
Şekil: “Avrupa’nın Hasta Adamı Aslan Terbiye Ederken” (Özgelen, N., Kut’ül Amare, Komutanı Halil
Paşa’nın Hatıraları, Akıl Fikir Yayınları, Mart 2016, S:174).
Kaynaklar
1. Ardan Zentürk, Sykes-Picot Kaygısı, Star 24.03.2016 2- Mehmet Seyfettin Erol, “Kut-Ül Amâre Unutulmadı, Unutturuldu” Usgam,
http://www.usgam.com/tr/index.php?l=844&cid=2679&bolge=14
3-Necdet Özgelen, Kut’ül Amare, Komutanı Halil Paşa’nın Hatıraları,Akıl Fikir Yayınları, Mart 2016,
S:149-190.
4-http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/kutulamare/
Bu dökümanı orjinal adreste göster
“Ya Kut’ül Amare kazanacak ya Sykes-Picot kazanacak”
Download