T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ Doktora Tezi Alptekin YAVAŞ Ankara–2007 T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ Doktora Tezi Tez Danışmanı; Doç.Dr. Kıymet GİRAY Alptekin YAVAŞ Ankara–2007 T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ Doktora Tezi Tez Danışmanı: Doç. Dr. Kıymet GİRAY Tez Jürisi Üyeleri: Adı ve Soyadı İmzası ……………………………………………… ………………… ……………………………………………… ………………… ……………………………………………… ………………… ……………………………………………… ………………… ……………………………………………… ………………… Tez Sınav Tarihi: -İÇİNDEKİLERÖNSÖZ 1- GİRİŞ …………………………………………………………………………….1 2- SAHİP ATA HOCA FAHREDDİN ALİ’NİN YAŞAMI ……………………12 3- SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ ……………….28 3.1- Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları ………………………………...28 3.1.1- Han………………………………………………………………..29 3.1.2- Hamam ve Mektep………………………………………………..49 3.2- Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesi ……………….……………………..55 3.2.1- Medrese (Taş Medrese)…………………………………………...56 3.2.2- Mescit……………………………………………………………..79 3.2.3- Hânkah, Matbah ve Çeşme…………………….………………….82 3.3- Konya Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi……………....90 3.3.1- Cami………………………………………………………………92 3.3.2- Hânkah…………………………………………………………..132 3.3.3- Hamam…………………………………………………………..156 3.3.4- Türbe…………………………………………………………….171 3.4- Konya Sultan Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi………….…...205 3.4.1- Medrese (İnce Minareli Medrese)……………………………….205 3.4.2- Mescit……………………………………………………………242 3.5- Konya Çeşme Kapısındaki Sahip Ata Külliyesi…………..…………..258 3.5.1- Mescit (Tahir İle Zühre Mescidi) ……………………….……...259 3.5.2- Darü’l-Huffaz ve Çeşme…………….…………………………...277 3.6- Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi …………………………….………283 3.6.1- Medrese (Sahibiye Medresesi)……..……………………………284 3.6.2- Çeşme……………………………………………………………310 3.6.3- Mescit……………………………………………………………312 3.7- Konya-Ilgın’daki Sahip Ata Yapıları…..……………………………...320 3.7.1- Hamam………….………………………………………………..320 3.7.2- Han ve Zaviye…………………….……………………………...336 3.8- Sivas’taki Sahip Ata Külliyesi ………….…………………………….341 3.8.1- Medrese (Gök Medrese)…………………………………………342 3.8.2- Çeşme………….…………………………………………………411 3.8.3- Darü’l-Ziyafet………….………………………………………...413 3.9-Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri ………………….………………..420 3.9.1- Tekli Buzhane……..……………………………………………...422 3.9.2- Çiftli Buzhane………..…………………………………………...425 3.10- Konya’daki Sahip Ata Evleri, Sikâyesi ve Su Arkları ........................434 4- KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME ……………………………...436 5- SONUÇ ………………………………………………………………………...557 ÖZET………………………………………………………………………......568 SUMMARY………………………………………………………….……...…573 BİBLİYOGRAFYA….……………………………………………………..…579 ÖNSÖZ Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden biri Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, dönemin, en görkemli yapılarından bazılarının da banisidir. Sahip Ata, baniliğini üstlendiği mevcut onyedi, ayrıca, günümüze ulaşamayan, varlığını kaynaklardan öğrenebildiğimiz onbir yapısıyla, Anadolu Selçuklu vezir veya emirleri içinde en fazla eser bırakan kişidir ve bu anlamda “Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” unvanını da hak etmektedir. Elinizdeki çalışma, Ortaçağın bu kudretli vezirinin mimari faaliyetlerini bütüncül bir bakışla ele almaya çalışmaktadır. Bir Ortaçağ banisini, salt binalarının mimari ve süsleme özelliklerini dayanarak, onu içinde bulunduğu sosyo-kültürel, hatta politik hayatın dışında tutarak ele almak, konuyu sadece bir yönüyle değerlendirmek olacaktı. Biz devrin en önemli siyasi kişiliklerinden biri olan Sahip Ata’nın, ülkenin görece hâkimi Sultan veya gerçek hâkimi Moğollarla, ayrıca sosyal hayatın yönlendiricisi din adamlarıyla olan ilişkisini, yeri geldikçe bu çalışmaya konu ettik. Zira bu ilişkilerin baninin mimari faaliyetlerine doğrudan bir tesiri olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca Sahip Ata binalarının, Ortaçağ kent kültürüne katkısını da eldeki verilerin, imkân verdiği oranda değerlendirmeye çalıştık. Bizce Ortaçağ şehirlerini dünden bugüne tasavvur etmenin yegâne yolunun, devrin kamu binalarının, yer aldığı çevreyle ilişkisinin kurulabilmesine bağlı olduğu düşüncesindeyiz. Sahip Ata yapıları kuşkusuz devrin en görkemli binalarıdır. Ülkenin Moğol tahakkümü altında bulunduğu yıllarda inşa edilmişlerdir. Söz konusu yıllarda, Moğol baskısıyla ülkelerinden kaçıp Anadolu’ya gelen Orta Doğu’nun en yetenekli sanatçılarının, Yakın Doğu’nun tüm mimari ve süsleme repertuarını, yepyeni bir sentezle yorumladığı bir kültür-sanat ortamı mevcuttu. Dolayısıyla XIII. yüzyılın ikinci yarısına ait bu binalar, Anadolu Selçuklu Sanatının o yıllara kadarki mevcut birikimiyle, Yakın Doğu’dan Anadolu’ya taşınan yeni kazanımların yoğrulduğu bir sanat ortamının ürünleridir. Sahip Ata yapıları ise bu devrin mimari ve sanat özelliklerini tüm karakteristik özellikleriyle yansıtmaktadır. Bu anlamda, çalışmamız, özelde bir baninin mimarlık ürünlerini irdelemekle birlikte, aynı zamanda, söz konusu dönemin kültür ve sanat hususiyetlerini konu etmektedir. Bu çalışmanın yöneticisi ve yönlendiricisi Doç.Dr. Kıymet Giray, akademik hayatımın en zor günlerinde yardım elini uzatmıştır. Onun yönlendirmeleri, bu çalışmanın nihayetlenmesinin başlıca sebeplerinden biridir. İki yılı aşkın çabaların en umutsuz anlarında, çıkışı gösteren hocama teşekkürü bir borç bilirim. Tezin isim babası ise Doç.Dr. Mehmet Tunçel’dir. Hem ulaşamadığım yayınların temininde, hem de çalışmanın sıkıştığı noktalarda görüşleriyle yardımlarını esirgememiştir. Yard.Doç.Dr. Rüstem Bozer, daima ufuk açıcı fikir ve görüşleriyle çalışmamızın şekillenmesinde büyük katkısı olmuştur. Kadim dostum, ağabeyim, Araş.Gör. Mehmet Ekiz, çalışmanın her anında maddi manevi emeğini esirgememiştir. Öğr.Gör. Dr. Muharrem Çeken, Araş.Gör. Mesut Dündar, Araş.Gör. Serkan Sunay, hayatım boyunca unutamayacağım yardımlarını sundular. Oğuz Önder, onca sıkıntısının içinde çalışmanın çizimlerini büyük bir sabırla tamamladı. Ayrıca, arazi çalışmaları sırasında ve Vakıfların tozlu raflarında istediğim belgeyi bulmam hususunda yardımlarını gördüğüm isimsiz kahramanlara teşekkür ediyorum. Ve tabii ki ailem… Olağanüstü bir sabırla bu uzun çalışmanın kahrını, her an benimle birlikte yaşadılar. Ne yapsam emeklerini ödeyemem… Alptekin YAVAŞ 1 1- GİRİŞ Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devletinin XIII. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş bir devlet adamıdır. Devlet kademesinde üstlendiği çeşitli görevler sonrası vezirlik makamına yükseltilen Sahip Ata, ülkenin Moğol tahakkümü altında bulunduğu 1258–1285 tarihleri arasında tüm yetkileri tekelinde toplamış ve önemli karaların tamamına tek başına imza atmıştır. Söz konusu dönem, sultanın şahsında merkezi yönetimin zayıfladığı, buna karşın emir ve beylerin Moğol desteğiyle maddi ve siyasi güçlerinin arttığı yıllardır. Sahip Ata, devletin bu karmaşa yıllarının en önemli siyasi figürlerinden biridir. Siyasi kariyeri sırasında “Fahreddin (Dinin öğüncü)”, “Kavvamü’l-mülk (Devletin dayanağı)” gibi sıfatlarla anılacak kadar başarılı olan ünlü vezirin, yaptırdığı hayır eserleri, halk arasında “Ebu’l-Hayrat (Hayırların babası)” olarak anılmasına sebebiyet vermiştir. Gerçektende Sahip Ata, günümüze ulaşabilen 17 hayır eserinin yanı sıra, bugüne gelememiş ancak yayınlardan haberdar olduğumuz 10 binasıyla bu unvanı hak etmiş bir Ortaçağ banisidir. Söz konusu eserler, dönemin mimarlık ürünleri arasında en fazla yayınlara konu edilmiş yapılar olmalarına karşın, tamamını ele alıp, bütüncül bir gözle değerlendirmeye tabii tutan bir çalışma gerçekleştirilmemiştir. Ortaçağ Anadolu Türk dönemi çalışmaları arasında, münhasıran bir baninin mimarlık faaliyetlerini konu olan çalışmalar ne yazık ki yetersizdir. Bu çalışma, ünlü vezirin ülkemize kazandırdığı mimarlık ürünlerinin ayrıntılı bir tahlilini yapmaktan başka, – Sahip Ata özelinde- dönemin banilerinin, bina yapımı veya hayır eseri kazandırma konularındaki yaklaşımlarını da analiz etmeyi hedeflemektedir. Osmanlı sanatına ilişkin “Fatih Dönemi Eserleri” veya “I. Ahmet Dönemi Eserleri” gibi dönem çalışmalarıyla çok sık karşılaşılmasına karşın, Anadolu 2 Selçuklu sanatına ilişkin bu türden çok az çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların azlığı, Selçuklu dönemine ait birçok yapının tarihinin veya banisinin kesin olarak bilinememesinden de kaynaklanmaktadır. Buna karşın, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin yaptırdığı eserlerin, bazı vakfiye kayıtları ile beraber günümüze büyük ölçüde sağlam olarak ulaşmış olması, Anadolu Selçuklu döneminin bu karakteristik örneklerinin tahlil edilip, dönemin üslubu üzerine çıkarımlar yapabilmeye olanak vermektedir. Bu çalışma, vezir Sahip Ata’nın yaşamı ile sınırlı olduğu için bir dönem çalışmasıdır. Sahip Ata Fahreddin Ali’nin vezir olarak banisi olduğu ilk eserin tarihi (1249) ile son yaptırdığı eserin tarihi (1285) arasında gerçekleştirdiği mimari faaliyetleri bu çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Baninin kişiliği ile binalara bunun ne kadarının yansıdığı, dönemin siyasi durumu ve sanat ortamına etkisi, ayrıca bu sanat ortamında Sahip Ata Fahreddin Ali’nin yaptırdığı eserlerin yeri ve önemi, bu çalışmada incelenecek diğer konuları oluşturmaktadır. Sahip Ata’ya ait binaların bir kısmı Ortaçağ Anadolu Türk Mimarisine ilişkin genel kapsamlı çalışmalara1, bir kısmı Sahip Ata’nın yapı veya yapı grubunu 1 A.Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie I (Kayser-Niğde), Paris 1931; A.Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie II (Amasya-Tokat-Sivas), Paris 1934; M.Yusuf Akyurt, Resimli Türk Abideleri(Türk Tarih Kurumu Arşivindeki Yazma), 1. cilt, Konya 1940; F.Soyman-İ.Tongur, Konya Eski Eserler Kılavuzu, Konya 1944; C.E.Arseven, Türk Sanatı Tarihi, İstanbul 1954-59; T.T.Rice, The Seljuks, London 1961; K.Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts,Vol.I. Berlin 1961; M.Oluş Arık, “Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia), S.XI, 1967, s.57-100; A.Kuran, Anadolu Medreseleri, C.I, Ankara 1969; M.Sözen, Anadolu Medreseleri, Selçuklular ve Beylikler Devri, C.II, İstanbul 1970, Z.Bayburtluoğlu, “Anadolu Selçuklu Devri Büyük Programlı Yapılarında Önyüz Düzeni”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.67-106; O.C.Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara 1986; O.Aslanapa, Türk Sanatı, (2.Basım) İstanbul 1989; Y.Önge, Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995; H.Önkal, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996; Y.Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları, Ankara 1997; D.Kuban vd., Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul 2001. 3 inceleyen araştırmalara2, bazıları patronajlık3 veya Ortaçağ mimar ve ustalarına4 2 A.S.Ünver, “Konya’da Selçuklular Zamanındaki Hamamlara Dair”, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi Enstitüsü 1940-41 Ders Yılı Çalışma Hulâsası VIII, İstanbul 1941, s.83-86; O.Aslanapa, “İnce Minareli Medrese”, Ülkü, C.IX, S.105, Ankara 1946, s.12-13; S.Oktay, “Sivas’ta Gök Medrese”, Arkitekt, C.17, İstanbul 1948, s.113-115; J.M.Rogers, “The Çifte Minare Medrese at Erzurum and Gök Medrese at Sivas”, Anatolian Studies, S.XV, London 1965, s.63-85; M.Katoğlu, “13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara 1967, s.81-100; A.Özdural, Sivas-Gök Medrese, (M.E.T.U Faculty of Architecture Department of Restoration, Yayınlanmamış Lisans Tezi), Ankara 1968; M. Katoğlu, “13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi, Sayı IX, (1966) 1967, s.81–100; M.Akok, “Kayseri’de Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası ve Sahabiye Medresesi Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XVII, S.1, Ankara 1968, s.133-142; M.Akok, “Konya’da İnce Minareli Medresenin Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1970, s.5-36; S.Dilaver, “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin Mimarlık Tarihi Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. ncü Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.17-28; S.Taşkın, “Anadolu Selçuklularında Çinili Lâhitler”, İstanbul Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.237-257; S.Eyice, “İshaklı Kervansarayı”, Türk Ansiklopedisi, C.XX, Ankara 1972, s.237; M.Akok, “İshaklı Kervan Sarayı”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.21, S.2, Ankara 1974, s.5-21; N.İlhan, “Le Buzhane’ de Konya”, Fifth International Congress of Turkish Art (21-2 Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432; M.Akok, “Konya’da Restore Edilme Yoluyla Kurtarılması Düşünülen Üç Selçuklu Eseri. Sırçalı, Karatay ve İnce Minareli Medreselerin Restorasyon Projeleri”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1977, s.41-69; H.Akmaydalı, “Konya-Merkez Tahir İle Zühre Mescidi”, Rölöve Restorasyon Dergisi, 3. sayı, Ankara 1982, s.101-121; M.Sözen, “Sivas Gök Medrese ve Düşündürdükleri”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi 4, (I. Restorasyon Semineri 6-7 Mayıs 1982 Özel Sayı), Ankara 1982, s.93-100; H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu Hakkında Bir Deneme”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, S.III, Ankara 1982, s.49-75; O.C.Tuncer, “Birkaç Selçuklu Taçkapısında Geometrik Araştırmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XVI, Ankara 1982, s.6176; Y.Önge, “Konya Sahip Ata Hankâhı”, Suut Kemal Yetkin’e Armağan, Hacettepe Armağan Dizisi I, Ankara 1984, s.281-292; Y.Önge, “Konya ve Çevresindeki Mukarnaslı Şadırvanlar”, Vakıflar Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.95-108; M.Kayademir, Restoration Project of Ishaklı Caravanserai in Sultandag, (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Restorasyon Bölümü, Yayınlanmamış Master Tezi), Ankara 1986; O.C.Tuncer, Kayseri Sahip Ata Medresesi, Ankara 1988; H.Karpuz, “Sahip Ata’nın Yaptırdığı İshaklı Han”, Antalya 3. Selçuklu Semineri (10-11 Şubat 1989)Bildiriler, İstanbul 1989, s.82- 90; N.B.Bilget, Gök Medrese, Ankara 1989; T.Samur Akşehir’de Türk Mimari Eserleri, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1990; C.M.Hersek, Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar Sivas Şehri Anıtları, (G.Ü.Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993; Selim Sarp Tuncoku, The Restoration 4 ilişkin yayınlara konu edilmiştir. Bunun dışında Sahip Ata yapıları süsleme ve el sanatlarına yönelik5 veya münhasıran mihrap veya kapı kanatları gibi mimari Project Of A XIII Century Anatolian Seljuk "Mescid" İn Konya With The Emphassion The Materials And Related Problems, (O.D.T.Ü. Fen Bilimler Enstitüsü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara, 1993; Y.Demiralp, Akşehir ve Köylerindeki Türk Anıtları, Ankara 1996; N.B.Bilget, “Sivas Gök Medrese 1995-1996 Yılı Çalışmaları”, VII.Müze Kurtarma Kazıları Semineri, (7-9 Nisan 1997) Ankara 1998, s.607-616; O.Eravşar, Ortaçağ’da Kayseri Kent Dokusunun Gelişimi, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1998; Y.Kahya vd., “Sivas Gök Medrese Üzerine Yeni Bir Değerlendirme”, I.Uluslar arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya 2001, s.441-449; C.M.Hersek, “Sivas’taki Selçuklu Dönemi Medreselerinin Restitüsyonu ve Restorasyonu Sorunları Üzerinde Genel Bir Değerlendirme”, I.Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya 2001, s.387-395; H.Glück, “İslam Hamamının Menşe ve Tekamülü”, Türk Yurdu, C.19-5, S.188-27, Onaltıncı Sene (Mart 1927), Ankara 2001, s.129-133; O.C.Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese İle İlgili Çalışmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XXVIII, Ankara 2004, s.121-139; 3 M.Ferit-M.Mesut (Sahip Ata İle Oğullarının Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1934) isimli eserlerinde, Sahip Ataya ait tüm yapıları ele almış, eksik de olsa genel bir değerlendirmede bulunmuştur. Ancak mimari değerlendirmelerdeki eksik, ayrıca bazı Osmanlı dönemi belgelerine henüz o yıllarda ulaşamamış olmaları yazarların bazı değerlendirme hatalarına yol açmıştır. B.Brend, “The Patronage Of Fahraddin Ali Ibn Al-Husain and the Work of Kaluk Abd Allah ın the Development of the Decoration on Portal sın Thırteenth Century Anatolia”, Kunst des Orient, C.X, S.1-2, Berlin 1975, s.160-187; H.Crane, Materials For The Study Of Muslim Patronage In Saljuq Anatolia; The Life And Works of Jalâl-Al-Dîn Qaratâi, Harvard University, (The Department of Fine Arts, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Harvard 1975; M.Rogers, “Waqf And Patronage In Seljuk Anatolia The Epigraphic Evidence”, Anatolia Studies, S.XXVI (1976), s.69-103;H.Crane, “Notes on Saldjug Architectural Patronage in Thirteenth Century Anatolia”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol, XXXVI, Leiden 1993, s.1-57. 4 L.A.Mayer, Islamic Architects and Their Works, Geneve 1956; O.C.Tuncer, “Mimar Kölük ve Kâluyan”, Vakıflar Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.109-118; Z.Bayburtluoğlu, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum 1993; Z.Sönmez, Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara 1995. 5 E.Diez, “The Zodiac Reliefs at Portal of the Gök Medrese in Siwas”, Artibus Asie, C.12, Hellerau- Dresden 1949, s.99-104; S.Ögel, “Bir Selçuk Portalleri Grubu ve Karaman’daki Hatuniye Medresesi”, Yıllık Araştırmaları Dergisi II, (1957), Ankara 1958, s.115-119; S.Ögel, Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, Ankara 1966; G.Öney, “Anadolu Selçuklu Sanatında Hayat Ağacı Motifi”, Belleten, C.XXXII, S.125, Ankara 1968, s.25-36; Ö.Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil Malzeme ve Tezyinat Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 337-361; 5 detayları6 konu alan araştırmalarda yer almıştır. Sahip Ata binalarından ikisinin vakfiyeleri günümüze ulaşabilmiştir7. Osmanlı dönemine ilişkin Tahrir Defteri, Kadı Sicil gibi bazı resmi kayıtlar8, Sahip Ata binalarının günümüze ulaşamamış vakıfları konusunda bizlere bilgi vermektedir. Bunun dışında Osmanlı dönemi ait bazı onarım kayıtları aslî durumlarına ilişkin bilgiler sunarken, XVI-XVI yy.lara yönelik şehir G.Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.139-172; Ş.Yetkin, Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul 1972; J.M.Rogers, “Seljuk Architectural Decoration at Sivas”, The Art of Iran and Anatolia from the 11th to the 13th Century A.D., (Ed. W.Watson), London 1974; M.Meinecke, Fayence-Decorationen Seldschukischer Sakralbauten in Kleinasien, C.2, Tübingen 1976; Ö.Bakırer, Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara 1981; G.Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, (2. Baskı), Ankara 1988. 6 Y.Önge, “Anadolu’da Bilinen En Büyük Selçuklu Havuzu”, Önasya, C.3, S.25, Ankara 1967, s.16, 25; Ö.Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil Malzeme ve Tezyinat Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 337-361; H.R.Ünal, Osmanlı Öncesi AnadoluTürk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir 1992; R.Bozer, 15. Yüzyılın Ortasına Kadar Anadolu Türk Sanatında Ahşap Kapılar, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1992; Ö.Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları (2. Baskı), Ankara 2000. 7 S.Bayram-A.H.Karabacak, “Sahip Ata Fahrü’ddin Ali’nin Konya, İmaret ve Sivas Gök Medrese Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, C.XIII, Ankara 1981, s.31–61. 8 F.Nafiz Uzluk, Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958; S.Ünver, “Yetmiş Yıl Önce, Konya”, Belleten, C.XXXI, S.121-124, Ankara 1964, s.201-220; M.Erdoğan, “Osmanlı Devrinde Anadolu Camilerinde Restorasyon Faaliyetleri”, Vakıflar Dergisi, S.VII, İstanbul 1968, s.149-205; Y.D.Özırmak, Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri 1992; Z.Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin Osmanlılar Zamanında Tamirleri ve Caminin Bazı Bilinmeyen Yönleri”, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 6, Konya 1992, s.101-110; S.Kucur, Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları – Vakfiyelere Göre-, (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1993; Z.Atçeken, Konya’da Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve Kullanılması, Ankara 1998; C.Arabacı, Osmanlı Dönemi Konya Medreseleri, Konya 1998; Z.Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli Darü’l Hadis’in Osmanlılar Zamanında Bakımı ve Kullanılması”, Yeni İpek Yolu, Konya Ticaret Odası Dergisi, Özel Sayı III, Konya 2000, s.37-47, Evliya Çelebi (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, İstanbul 2004. 6 monografileri9 de, yapıların şehir içindeki konumları ve mahalle teşekkülündeki önemleri gibi konularda ayrıntılar sunmaktadır. Öte yandan XIX. yy seyyahlarının10 9 R.Nafiz Edgüer-İ.H.Uzunçarşılı, Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas Şehri, İstanbul 1928; İ.H.Konyalı, Nasrettin Hoca Şehri Akşehir (Tarihi Turistik Kılavuz), İstanbul 1945; İ.H.Konyalı, Abideleri ve Kitâbeleri İle Konya Tarihi, Konya 1964; M.Önder, Mevlâna Şehri Konya, (2.Baskı) Ankara 1971; Y.Oğuzoğlu, 17.yy. Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma, (Ankara Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1980; Halil Edhem (Eldem) (Haz:K.Göde), Kayseri Şehri, Ankara 1982; Ahmed Nazif (Yay: M.Palamutoğlu), Mir’at-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi, Kayseri 1987; Y.Küçükdağ, Lale Devrinde Konya, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989; M.Karagöz, XVIII. Asrın Başlarında Kayseri (1700-1730), (Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bil.Enst., Tarih AnaBilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri 1993; M.İnbaşı, XVI. yy’da Kayseri, Kayseri 1993; M.Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya (1756-1856), (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993; A.Ceylan, Kanûnî Zamanında Akşehir Kazâsı, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1993; Ö.Ergenç, Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı, XVI. yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995; Ö.Demirel, Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara 2000. 10 Katip Çelebi, Cihannüma, İstanbul 1145; W.J.Hamilton, Reseraches in Asie Mineure, Pontus and Armenia with some Account on their Antiquities and Geology, C.1-2, London 1842; C.Huart, Epigraphie Arabe d’Asie Mineure, Paris 1895; F.Sarre, Reise in Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen zur Seldshukischen Kunst und Geographie des Landes, Berlin 1896; C.Huart, Konia, La Ville des Derviches Tourneurs, Souvenirs D’un Voyage en Asie Mineure, Paris 1897; F.Sarre, Reise in Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen zur Seldshukischen Kunst und Geographie des Landes, Berlin 1896; M.F.Grenard, “Notes sur les Monuments du Moyen Age de Malatia, Divrighi, Sivas, Darendah, Amasia et Tokat”, Journal Asiatique, n.17, 1901, s.549-558; J.Löytved, Konia: Inschriften der Seldchukischen Bauten, Berlin 1907; G.Mendel, Les Monuments Seldjokides en asie Mineure, Paris 1908; F.Sarre, Denkmaeler Persischer Baukunst IV: Die Seldschukischen Baudenkmaeler von Konya, Berlin 1910; Max van Berchem-Halil Ethem, Materiaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum. Troisieme partie. Asie Mineure Fasc. I .Sivas et Divriği, Le Caire, 1910, E.Hébrard, “Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Le Monde Illustre, 14 Mart 1914, Paris s.178-179; E.Hébrard, “Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Illustration, 25 Ağustos 1921, Paris, s.166-171; G.de Jerphanion, Melanges d’Archeologic Anatolienne, Beyrouth 1928; C.Huart (Çev: N.Uzel), Mevlevîler Beldesi Konya, İstanbul 1978, (Kadı İbn Abdül-zahirin risalesi için) F.Sümer, Yabanlu Pazarı-Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985; Evliya Çelebi (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, İstanbul 2004; St. Quentin’li seyyah Rahip Simon (Simon de St. Quentin (Çev: E.Özbayoğlu), Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu (1245–1248), Alanya 2006. 7 tespitlerinden, söz konusu yapıların yüzyıl önceki durumlarına yönelik bilgi ve görüntüler elde edebilmekteyiz. Sahip Ata’nın yaşamına yönelik çalışmalarımız sırasında devrin orijinal kaynaklarından11 detaylı bilgiler elde edebildik. Bu durumda göstermektedir ki, Sahip Ata yapılarıyla ilgili münferit yapı değerlendirmeleri bulunmakla birlikte, hepsini bir arada değerlendiren sistematik bir çalışma gerçekleştirilmemiştir. “Anadolu Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri” başlıklı tezimizde, ünlü vezirin günümüze ulaşabilmiş ve Ortaçağ Türk Döneminin abidevi eserleri arasında yer alan mevcut yapıların yanı sıra, yayınlardan tespit edebildiğimiz, ancak günümüze ulaşamamış binaları da incelenerek genel bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılmış; ayrıca bu eserlerin dönemindeki diğer yapılarla karşılaştırılması yapılarak, Türk Sanatındaki yerlerinin belirlenmesine çalışılmıştır. Çalışmamıza öncelikle kütüphane ve arşiv araştırmalarıyla başlanılmış, konumuza dâhil olan yapılarla ilgili belge, doküman çizim ve görüntüler taranarak, mevcut bilgilerin derlemesi yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında, özellikle XIX. yüzyıl seyyahların sunduğu bilgi ve görüntülerle, XVI. yy.dan başlayarak XIX. yy.ın 11 Hasan Fehmi Turgal, Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935; Anonim Selçuknâme (Yay.: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları Devleti, Ankara 1952; Ahmet Eflaki (Çev.: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, C. I, Ankara 1964; N. Kaymaz, Pervane Mu’înü’d-din Süleyman, Ankara 1970; Mevlana Celaleddin Rumî (Yay. Haz.; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh, Mektuplar ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972; M.A.Köymen, “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş Şefik”, Belgeler, C.XVI, S.19, Ankara 1993, s.1-22; İbn Bibi (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Nâme), C. I-II, Ankara 1996; Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus) (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul), Abû’l Farac Tarihi, C.II, Ankara 1999; Aksarayî Kerîmüddin Mahmud-i (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’lAhbâr, Ankara 2000.; Anonim (Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (Al-MelikAl-Zahir (Baybars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi), Ankara 2000. 8 sonuna kadarki süre içinde, tezimiz kapsamındaki binalarla ilgili Osmanlı resmi kayıtlarında yer alan bilgilerin toplanması çok uzun bir bölümü teşkil etmiştir. Ayrıca binaların geçirdiği onarımların tespiti için, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde gerçekleştirdiğimiz çalışma, çoğu, –ne yazık ki – karmaşık ve birbiri içine girmiş belge ve görüntünün ayıklanıp istiflenmesi gibi zaman alıcı bir süreci gerektirmiştir. Her biri Ortaçağ Anadolu Türk Sanatının en görkemli binalarından meydana gelen Sahip Ata eserleriyle ilgili, kitap ve makalelerin derlenmesi de uzun bir zaman diliminde gerçekleşebilmiştir. Binaların yerinde tespiti ve toplanan bilgilerle, mevcut durumlarını karşılaştırmak üzere 2004–2006 yılları arasında Sivas, Kayseri, Konya, Akşehir, Ilgın ve İshaklı’ya gidilmiş; eserler tek tek incelenmiş, mevcut durumları rölöve çizimleri ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Böylece, tüm binaların tarihi kaynakları, arşiv belgeleri ve yayınlardan elde edilen bilgileri, yanı sıra çizim ve fotoğrafların yardımıyla, tüm hususiyetleri mimari ve süslemeye yönelik tanıtımları gerçekleştirilmiştir. Tezimiz tek ciltte düzenlenmiştir. Çalışmamız, “Giriş”, “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Yaşamı”, “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri”, “Karşılaştırma ve Değerlendirme”, “Sonuç” başlıkları altında düzenlenmiştir. Girişten sonra gelen ve Sahip Ata’yla ilgili kişisel bilgilerin yanı sıra siyasi kariyeri ve mimarlık faaliyetlerine ilişkin bilinenlerin irdelendiği bölüm, devrin yerli ve yabancı kaynaklarında yer alan bilgilerle teşkil edilmiştir. “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri” başlığı altında sunulan bölümde, ünlü vezirin banisi olduğu yapılar, tüm özellikleriyle tanıtılmıştır. Arşiv çalışmalarımız sırasında elde ettiğimiz bilgiler, bağımsız bir bina şeklinde bugüne ulaşan bazı eserlerin, aslî halinde, zaman içinde yıkılıp yok olmuş diğer binalarıyla birlikte bir yapı topluluğuna ait olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, Sahip Ata’nın, Larende Kapısı yakınlarında yer alan ve cami, hankâh, türbe, hamamdan 9 müteşekkil külliyesinin12 dışında, Sivas’ta sadece medrese ve çeşmesi bugüne gelebilmiş, Darü’l-Ziyafet’i yıkılmış; Kayseri’de medrese ve çeşmesi mevcut, mescidi yıkılmış; Konya Çeşme Kapısı yakınlarında mescidi mevcut, Darü’lHuffaz’ı ve çeşmesi yıkılmış, Konya Sultan Kapısı yakınlarında medrese ve mescidi mevcut; Akşehir’de medrese ve mescidi mevcut, hankâhı, matbahı ve çeşmesi yıkılmış külliyeleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple, yapılar “Sivas’taki Sahip Ata Külliyesi”, “Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi” gibi başlıklar altında incelenmiştir. Diğer külliyeler bulundukları şehrin ismiyle adlandırılmışken, Konya’da, Sahip Ata’nın üç külliyesinin bulunması sebebiyle, anılan yapı toplulukları, Ortaçağ’da yakınında yer aldıkları kale kapılarının isimleriyle “Konya Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi”, “Konya Çeşme Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi” ve “Konya Sultan Kapısı Sahip Ata Yakınındaki Külliyesi” gibi başlıklarla çalışmamızda yer almıştır. Anılan yapı topluluklarının dışında Sahip Ata’nın Konya-Ilgın’daki Hamamının bitişiğinde günümüze ulaşamamış bir hanı, Afyon İshaklı’daki Hanın yakınında da yakın tarihlerde yıkılmış bir Hamamı ve Mektebi olduğu tespit edilmiş, ancak bu yapıların bir külliye mantığı içinde inşa edilmesi konusundaki kanaatlerimizi kesinleştirecek bilgilerden yoksun olmamız nedeniyle, çalışmamızda bu yapılar, “Konya-Ilgın’daki Sahip Ata Yapıları”, “Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları” başlıkları altında irdelenmiştir. 12 Manzume” veya “Heyet” gibi isimlerle de tanımlanan ve çeşitli fonksiyonel yapı birimlerinin bir arada planlanıp inşa edildiği sosyal kuruluşlar olan külliyelerin isimlendirilmesinde değişik görüşler bulunmaktadır. Farklı tarihlerde inşa edilmiş yapılardan oluşan yapı topluluklarının “manzume” şeklinde isimlendiren görüş bunlardan biridir. Sahip Ata’nın Konya Sultan Kapısı yakınındaki külliyesi, vakfiyede “mescit, medrese ve minareden oluşan imaret” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu durum “imaret” tabirinin külliye anlamında kullanıldığını işaret etmektedir. Biz, henüz bir fikir birliğine varılmamış bu konuda külliye tabirini, farklı veya aynı tarihte inşa edilmiş olsun olmasın, çeşitli bina tiplerini içeren yapı topluluğu anlamında kullandık. 10 Her külliyenin bünyesinde yer alan farklı fonksiyonlardaki yapılar, bugüne ulaşan veya ulaşamamış olanlar ayırt edilmeksizin alt başlıklar halinde incelenmiştir. Dolayısıyla, günümüze ulaşamayan yapılar, bağımsız bir başlık altında değil, aslî kuruluş düzenine benzer bir şekilde –yani külliye içerisindeki yeriyle- çalışmamızda yer alması tercih edilmiştir. Herhangi bir külliye dâhil olmayan buzhaneler, “Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri” başlığıyla, günümüze ulaşamamış evleri, sikâyesi ve su arkları “Konya’daki Sahip Ata Evleri, Sikâyesi ve Su Arkları” başlığı altında incelenmiştir. “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri” başlığı altında incelenen külliye ve yapılar, kronolojik bir düzenle çalışmamızda yer almaktadır. Külliyelerin alt başlıklarını teşkil eden binalar da, yine her biri kendi içerisinde kronolojik bir sırayla anlatılmıştır. Eserlerin anlatımında öncelikle inceleme tarihleri verilmiş, daha sonra, şehirdeki yeri, konumu, tarihi, banisi, geçirdiği onarımlar ve günümüzdeki durumu belirtilmiş, ardından plan, malzeme, mimari ve süsleme özellikleri ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Çizimler, her yapı topluluğunun tanıtıldığı bölümün sonunda verilmiştir. Yapı topluluklarının şehir planlarındaki yerlerini gösteren haritalar ve binaların ayrıntılı fotoğrafları, okuyucunun mimari tanımlamaları daha iyi kavrayabilmesi için metin içerisine yerleştirilmiştir. “Karşılaştırma ve Değerlendirme” bölümünde eserlerin her biri, yapı tiplerine göre, plan tipleri, örtü sistemleri, cephe, malzeme ve süsleme özellikleriyle öncelikle kendi içlerinde daha sonra diğer yapılarla karşılaştırılarak Türk Mimarisi içindeki yerleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bunun dışında, külliye ve yapıların şehir içindeki konumlarına ilişkin tespitler yine bu bölümde verilmiştir. “Sonuç” bölümünde, Sahip Ata yapılarının genel özellikleri ve Ortaçağ Türk Mimarisi içindeki yerleri konusundaki tespitlerimiz genel bir yorumla belirtilmiştir. 11 Çalışmamızda yararlandığımız tüm kaynaklar, ilgili yerlerde numaralandırılarak, sayfa altlarındaki dipnotlarda tam künyesi verilmiş, tamamına ait liste ise yazar soyadına göre alfabetik bir sıralamayla “Bibliyografya” başlığı altında sunulmuştur. 12 “Anadolu’yu Sivas’a kadar bir yığın abide ile donatan ve şimdi kendi camiinde yatan sabırlı, hâkim, nekbet anlarına tahammüllü, hadiselerin azdığı zamanlarda kendini korumayı bilen Sahip Ata…” “A.H.Tanpınar, Beş Şehir” 2- SAHİP ATA HOCA FAHREDDİN ALİ’NİN YAŞAMI Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluş devresinde çocukluk, en parlak dönemi olan I.Alaeddin Keykubat zamanında ise gençlik yıllarını geçirmiştir. Devletin gerileme ve çöküş dönemine, emir-i dâd ve vezirlik görevleri sırasında tanıklık etmiştir. Onun hayatını yazmaya çalışmak, ancak Anadolu Selçuklu devletinin kargaşa dolu gerileme ve çöküş yıllarını bütünüyle ortaya koyabilmekle mümkündür. Bu ise, devrin yazılı kaynakların eksikliği nedeniyle, zorluklarla doludur. Bu konuyla ilgili birinci el kaynaklar, İbn Bibi13, Aksarayî14, Anonim Selçuknâme15 Kadı Ahmed Tarihi16 gibi Selçuklu dönemi tarihî kaynakları başta olmak üzere; çağdaşları Arap kaynakları Baybars Tarihi17, Abû’l-Farac Tarihi18 ile Osmanlı döneminden Müneccimbaşı Tarihi19dir. Ayrıca, başta Sahip Ata Vakfiyesi20 13 İbn Bibi (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Nâme), Cilt: II, Ankara 1996. 14 Aksarayî Kerîmüddin Mahmud-i (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’l-Ahbâr, Ankara 2000. 15 Anonim Selçuknâme (Yayınlayan: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları Devleti, Ankara 1952. 16 M.A.Köymen, “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş Şefik”, Belgeler, Cilt:XVI, Sayı:19, Ankara 1993, s.1-22. 17 Anonim (Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (Al-Melik-Al-Zahir (Baybars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi), Ankara 2000. 18 Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus) (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul), Abû’l Farac Tarihi, Cilt II, Ankara 1999. 19 Hasan Fehmi Turgal, Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935. 20 S.Bayram-A.H.Karabacak, “Sahib Ata Fahrü’d-din Ali’nin Konya İmaret ve Sivas Gök Medrese Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, Sayı: XVII, Ankara 1981, s. 31-61. 13 olmak üzere dönemin vakfiyeleri21 ile Mevlana Celaleddin Rumî’nin Mektubatı22 ve Eflakî’nin Ariflerin Menkıbeleri23 gibi Mevlevî kaynakları, konuyla ilgili önemli bilgiler sunmaktadır. Bunların dışında, Osman Turan24 ve Mehmet Altan Köymen25’in Anadolu Selçuklu Tarihi ile ilgili eserlerinde, Fahreddin Ali’nin hayatıyla ilgili bilgiler bulabilmekteyiz. M.Ferit Uğur ile M.Mesut Koman’ın “Selçuklu Veziri Sahip Ata İle Oğullarının Hayat ve Eserleri”26 isimli yayını, vezirin hayatı ve yaptırdığı eserleri tanıtan önemli bir çalışmadır. 21 O.Turan, “Altın-aba ve Vakfiyesi”, Belleten, Cilt: XI, Sayı: 42, Ankara 1947, s.197-237., O.Turan, “Celâleddin Karatay ve Vakfiyeleri”, Belleten, Cilt: XII, Sayı: 45, Ankara 1948 s.17-173., A.Temir, Cacaoğlu Nureddin’in Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1959. 22 Mevlana Celaleddin Rumî (Hazırlayan; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh, Mektuplar ve Mecâlis- i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972. 23 Ahmet Eflaki (Çeviren: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, Cilt: I, Ankara 1964. 24 Osman Turan, Selçukluları Zamanında Türkiye, İstanbul 1998. 25 Mehmet Altan Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 2004. 26 M.Ferit Uğur-M.Mesut Koman, Selçuklu Veziri Sahip Ata ile Oğullarının Hayat ve Eserleri, İstanbul 1934. 14 “Sahip Ata”27 ve “Hoca28” lakaplarıyla tanınan Fahrettin Ali’nin nerede ve ne zaman doğduğuna dair bir bilgi mevcut değildir. Tarihi kaynaklardan29 ve vakfiyesinden30 Konyalı olduğu anlaşılan Fahreddin Ali’nin kitabelerinden31 ve vakfiyesinden32 babasının adının Hüseyin, dedesinin isminin ise El-Hac Ebû Bekir olduğunu tespit edebilmekteyiz. Ancak, tarihî kaynaklarda, bu iki şahsa ait herhangi 27 Sahip kelime anlamıyla bir kimsenin arkadaşı anlamına gelmektedir. Özellikle Peygamberimiz ile yakından münasebette bulunan ve İslamiyet için ölenler için kullanılmıştır.Bkz., T.C.Gordon, “Sahib” Maddesi, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 10, İstanbul 1967, s.66. Hindistan’da seçkin kişiler için kullanılan bu kelimenin, Selçuklu döneminde divanda, mektubat ve nişancılık vazifesini görenlere verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca vezire Sahibi âzam veya sadece Sahib de denilmekte idi. Fahrettin Ali’ye de bu ünvanın vezir olduktan sonra verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim vezir Şemseddin İsfahanî için de Sahip ünvanının kullanıldığı görülmektedir. Fahreddin Ali’nin bu ünvanına sadece vezir olduktan sonra yaptırdığı tek eser olan Sivas Gök Medrese’sinde rastlanması da bu iddiayı destekler niteliktedir. “Ata” ise baba anlamına geldiği gibi ihtiyar, aziz ve muhterem manalarını da ifade etmektedir. Uğur - Koman, a.g.e., s.24 dpn:1. “Âta” lakabının tıpkı “Ebu’l Hayrat” gibi, servetini hayır işleri ve halka ihsanlar için kullanmış olduğundan Fahreddin Ali’nin asıl adına baskın çıkarak bugüne kadar yaşadığı ve birçok şehirdeki yapıtlarının da bu ünvanlarla anıldığı anlaşılmaktadır. Turan, Selçuklular Zamanında... s.591. 28 Bu ünvanın sadece Anonim Selçuknâme’de bir yerde kullanıldığını görmekteyiz. Ananim Selçuknâme, a.g.e., s.36. Vakfiyesinde de kullanılmayan bu ünvanın nereden kaynaklandığı bilinmemektedir. Hind-Müslüman kast’ının adı olan hoca, XIV. yüzyılda İsmaîliye mezhebine giren, lohana müridleri için kullanılmaktaydı. Bkz. W.İvanow, “Hoca Maddesi”, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C. 5/1, İstanbul 1967.s.550-552. Fahreddin Ali’nin, okur yazar olmadığı yolundaki Kalkaşandi ve ElÖmerî gibi arap kaynaklarında yer alan bilgiler de göz önünde bulundurulursa bu ünvanın bir saygı ve hürmet bildiren bir tabir olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabirin banisi olduğu binaların kitabelerinde yer almaması da bunun kendisine tıpkı “Ebu’l-Hayrat” ünvanı gibi sonradan uygun görülen bir lakap olduğunu göstermektedir. 29 Turan, a.g.e., s.492., Uğur –Koman, a.g.e., s.24. 30 Bayram- Karabacak, a.g.m., s.52. 31 Konya Sahip Ata Camii ve Hanikâhı’nın portallerindeki kitabelerinde, Türbesindeki sandukası üzerinde yer alan çini yazıda, Akşehir Taş Medrese portalindeki kitabede Sultandağı-İshaklı Hanının portalindeki kitabede, Sahibiye Medresesi portalindeki kitabede ve çeşme kitabesinde, Sivas Gök Medrese portalindeki kitabede babasının ve dedesinin isimlerine rastlamaktayız. 32 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.52. 15 bir kayda rastlanmamaktadır. O.Turan33, herhangi bir kaynak göstermeksizin, Fahreddin Ali’nin Konyalı eski bir aileden geldiğini belirtmektedir. Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd (adliye bakanı) olana kadar yaptıklarıyla ilgili tarihi kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Fahreddin Ali’den tarihi kaynaklarda ilk kez, Emir-i Dâd olarak bahsedilmektedir. Fahreddin Ali, 14 Haziran 124934 yılında II. İzzeddin Keykavus ile IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın saltanat mücadeleleri dolayısıyla Aksaray Sultan Hanı yakınlarında yaptıkları savaş sırasında Emir-i Dad görevinde bulunmaktadır. Ancak, Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd’lığa getiriliş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tarihî kaynaklardan, Fahreddin Ali’den önceki Emir-i Dâd’ın isminin Nusret olduğunu öğrenmekteyiz. Bu kişi, Has Oğuz ve Ruzbe’nin öldürülmesinde Pervane Ebu Bekir ile birlikte sorumlu tutulmuştur. Vezir İsfahanî tarafından, devlet içinde oldukça güçlü olan ve birlikte hareket eden bu ikilinin güçlerini bölebilmek için Nusret’in, 1246’da Güyük Han’ın tahta çıkış törenine gidecek olan IV.Kılıçarslan’ın heyetine katılmasına karar verilmiştir35. Konya’da kalan Pervane Ebu Bekir ise Emir Yavtaş tarafından hapsedilmiş, Emir-i Dâd Nusret de Moğolistan’a gidemeden Vezir İsfahanî tarafından Sivas’da tutuklanmıştır. 1246’da gerçekleştirilen bu olaydan sonra, Fahreddin Ali, Güyük Han’a gidecek olan IV.Kılıçarslan’ın heyetine -büyük ihtimalle Nusret’in yerine- katılmıştır36. Kanaatimizce, Fahreddin Ali Emir-i Dâd görevine, Karakorum dönüşünden sonra getirilmiş olmalıdır. Nitekim Aksarayî’deki “o (Fahreddin Ali) daha önce Güyük Han’ın huzuruna ve sefir olarak Mengü Han’ın ordusuna gitmiş, hakanların 33 Turan, a.g.e., s.492. 34 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., Turan, a.g.e., s.468. 35 Söz konusu olay için bkz. Turan, a.g.e., s.460-461. 36 Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36, Aksarayî, a.g.e., s.31. 16 yarlıgını elde etmiş, ülke işlerinin yönetiminde diğer emirlere ortak olmuştu”37 bilgisi bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Dolayısıyla, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan Emir-i Dâd (Adliye Bakanlığı)lığa 1246–1249 yılları arasında getirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Akşehir’de yaptırdığı 1250 tarihli medresesinin kitabesinde de Emir-i Dâd ünvanıyla anılmaktadır. Fahreddin Ali’nin Emir-i Dâd olarak tarihi kaynaklarda ikinci kez bahsedildiği olay, Moğol komutanı Baycu’nun, Anadolu’ya gelerek askerleri ve masrafları için anlaşma dışı taleplerde bulunmasıyla ilgilidir38. Bu ağır yeni vergi talepleri üzerine divan, Emir-i Dâd Fahreddin Ali’yi Batu Han’a ağır hediyeler ve 100.000 sultanî dirhem ile göndermiş; Batu Han’dan alınan yarlıg ile Baycu’nun söz konusu isteklerinden vazgeçmesi sağlanmıştır. Fahreddin Ali’yi Emir-i Dâd görevinden sonra Saltanat Naibi olarak görmekteyiz. Fahreddin Ali, H.657/M.1258-5939’da, II.İzzeddin Keykavus’un Hülagu Han’ın yanında savaşa katılmak üzere Bağdat’a gitmesi sırasında, Emir-i Dâd’lıktan Saltanat Naib’liğine getirilmiştir. Fahreddin Ali’nin Saltanat Naibliği’nde uzun süre kalmadığı, bir-iki yıl sonra vezir olduğu anlaşılmaktadır. II.Keykavus ile kardeşi IV.Kılıçarslan’ın ülkeyi beraber yönettiği bu dönemde, II.Keykavus, Şemseddin Tuğraî’nin öldürülmesinden sonra kendi vezirliğine Fahreddin Ali’yi getirmiştir40. Nitekim Fahreddin Ali’nin 37 Aksarayî, a.g.e., s.31. 38 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s.36., Turan, a.g.e., s.476., N. Kaymaz, Pervane Mu’înü’d-din Süleyman, Ankara 1970, s.52, 61. Kaymaz, herhangi bir kaynak göstermeksizin bu olayın 1253 tarihinde gerçekleştirildiğini belirtmektedir. 39 Aksarayî, a.g.e., s.45., Kaymaz, a.g.e., s.75-76. 40 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 156., Aksarayî, a.g.e., s.47., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36., Turgal, a.g.e., s.70., Turan, a.g.e., s.492. 17 Akşehir’de medresesinin karşısına yaptırdığı, bugün sadece kitabesi kalabilmiş olan 1260/61 tarihli hanikâh’ın kitabesinde de bu ünvan ile anılmaktadır. Bu tarihten bir yıl sonra (1261), Fahreddin Ali’nin ülkenin genel veziri olduğunu tespit etmekteyiz41. Fahreddin Ali, bu olayda Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ve Moğol beyleri ile işbirliği yaparak, veziri olduğu II.Keykavus’un tahttan uzaklaştırılmasını sağlamıştır42. Böylece ülkenin genel veziri olan ve Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkeyi yöneten Fahreddin Ali, gücünün zirvesine ulaşmış, ayrıca oğulları Taceddin Hüseyin ile Nusrettin’in de uç emirliği kazanmasını sağlamıştır43. Vezirin iki oğluna hassa olarak Kütahya, Sandıklı, Beyşehir ve Akşehir’in verildiği görülmektedir. Bu çevrenin sonraki yıllarda Sahip Ata ve Oğulları’nın hakimiyeti altında kaldığını, Germiyanoğulları’nın bu ahaliyi fethine kadar Sahip Ata Oğulları adında beylik olarak hüküm sürdüklerini saptamaktayız. Nitekim Afyon, bu isimle adlandırılana kadar Sahib-i Karahisar olarak anılmıştır44. Bu olaydan sonra tarihi kaynaklarda Fahreddin Ali’nin ismine, IV.Kılıçarslan’ın Moğollar tarafından öldürülmesi olayında tanık olmaktayız. Bu 41 Olayın gerçekleştiği tarihi Abu’l Faraç, (a.g.e., C.II, s.582.) 1261 yazı, Turan, (a.g.e., s. 495.) 1261 baharı olarak verir. Anadolu Selçuklularında iki niyabet makamı vardı. Birincisi ülkedeki bütün gelişmelerden Moğol Kağanını haberdar eden Niyabet-i Hazret, diğeri ise Selçuklu devletinin sultanın olmadığı zaman işlerini yürüten naib’i, Niyabet-i Saltanat’dır. (bkz. İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Medhal, Ankara 1988, s. 93-94.) Fahreddin Ali, Niyabet-i Saltanat makamını, (kavamü’l mülk/ülkenin dayanağı) unvanıyla birlikte, Cimri hadisesindeki başarısından dolayı elde etmiştir (İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 239.). O yıllarda vezir olmasına rağmen, bu ünvanın verilmesi, söz konusu makamın vezirlikten daha üst bir rütbeyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. 42 Aksarayî, a.g.e., s.51-52., İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.159., Turan, a.g.e., s.494., Kaymaz, a.g.e., s. 85- 86, 106. 43 Aksarayî, a.g.e., s.56. 44 Uğur- Koman, a.g.e., s.126-131., Turan, a.g.e., s.518. 18 konuda Aksarayî45, Fahreddin Ali’yi Moğollarla işbirliği yapmasından ötürü birinci derecede suçlu bulurken, İbn Bibi bu konuda yorumda bulunmamaktadır. Aksarayî46, öldürülen sultan ile Fahreddin Ali arasındaki ihtilafın, IV.Kılıçarslan’ın ona ağır para cezası yüklemesi ve ağır hakaretlerde bulunmasından doğduğunu belirtmektedir. 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III.Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkaran Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile Fahreddin Ali, ülkenin gerçek hakimleri haline gelmişlerdir. 1271-72 yılına kadar ülkenin en kudretli iki isminden biri olarak görevini sürdüren Fahreddin Ali’nin, bu tarihte görevinden azledilmiştir. Buna sebep olan olay ise şöyledir: Tahttan ayrılmasından sonra, önce İstanbul’a oradan da Kırım’a kaçan II.Keykavus, eski vezirine mektup yazarak, maddi açıdan çok sıkıntılı olduğunu kendisine yardım etmesini ister. Fahreddin Ali devletin gerçek yöneticisi Pervane Müiniddiin Süleyman’ı da durumdan haberdar ederek eski sultanına para yardımında bulunur. Ancak Pervane, bu olayı Fahreddin Ali’yi ortadan kaldırmak için adeta bir koz gibi kullanıp Moğollara durumu yanlış aksettirir. Moğol Kağanı da Fahrettin Ali’yi görevden alarak Çorum’daki Osmancık kalesine hapsettirir. Bu sırada iki oğlundan küçük olanı Nusrettin kaçarak kağanın yanına gider ve bir takım hediyelerle babasını hapis hayatından kurtarır47. Aksarayî48, Pervane ile Fahreddin Ali arasındaki ihtilafın, güç mücadelesinin dışında, devlet üst kademesinin tamamının Pervane’nin yakını ve akrabalarından oluşması ve Fahreddin Ali’yi de bu yüzden yabancı olarak görmelerinden kaynaklandığını belirtmektedir. Nitekim 45 Aksarayî, a.g.e., s. 65. 46 Aksarayî, a.g.e., s. 62. 47 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.171-174., Aksarayî, a.g.e., s.71-72., Turgal, a.g.e., s.77., Turan, a.g.e., s.533- 534., Kaymaz, a.g.e., s.133-136. Nusrettin Abaka Handan babasının emlâkına yapılacak tecavüzleri önlemek için bir yarlığ da almıştır. Kaymaz, a.g.e., s.134, dpnt.139. 48 Aksarayî, a.g.e., s.71. 19 Fahreddin Ali’nin vezirlikten azledilmesinin ardından, Pervane tarafından göreve kendi damadı getirilmiştir. Fahreddin Ali 1271–74 yılları arasında Konya’daki evinde kalmış bu sırada emlâk ve vakıflarının düzenlenmesi işleriyle meşgul olmuştur49. Bu tarihlerde, Sivas’ta yaptırdığı Medrese’nin inşası da tamamlanmıştı50. Fahreddin Ali’nin bugüne bir kopyası ulaşabilen ve 1264, 1265, 1280 yıllarında tanzim edilmiş vakfiyesinin51 de, bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Aksarayî52, azledildiği yıllarda kendisine karşı olanlar tarafından malları konusunda tartışmalar çıkarıldığını belirtmektedir. Fahreddin Ali de hem bu tartışmalar, hem de vezirlikten uzaklaştırılması sebebiyle malları üzerinde bir tehdit oluştuğunu görmüş; doğabilecek tehditleri gidermek için de, emlâklarının düzenlenmesi işleri ile meşgul olmuştur. 1274 yılına kadar süren evindeki hapislik hayatı, Fahreddin Ali’nin Moğol Kağanı’nın yanına giderek ona çeşitli hediyeler ve yüklü miktarda para vermesi ve vezirlik menşuruyla Anadolu’ya dönmesiyle son bulmuştur53. Böylece, Fahreddin Ali yeniden vezir olurken, oğulları da Denizli, Afyon ve çevresinin subaşılığını elde etmişlerdir. 49 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.175., Aksarayî, a.g.e., s.71-72., Turan, a.g.e., s.534. Kaymaz, a.g.e., s.134. 50 1271 yılında Sivas’da tamamlanan üç eser vardır. Bunlardan Çifte Minareli Medrese Moğol Veziri Cüveyni’ye, Buruciye Medresesi Anadolu Moğol Valisi Muzaffer Burucerdi’ye, Gök Medrese ise Fahreddin Ali’ye aittir. Anadolu’ya kısa bir süre gelen ünlü Moğol veziri Cüveyni’nin ve Anadolu Moğol Valisi Burucerdi’nin eserleri yanında büyüklük ve gösteriş bakımından yarışabilecek bir eser olan Gök Medrese, Fahreddin Ali’nin Moğollara karşı bir güç gösterisi olarak nitelendirilebilir. 51 Bayram- Karabacak, a.g.m. 52 Aksarayî, a.g.e., s.72. 53 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.175., Aksarayî, a.g.e., s.72-73., Turgal, a.g.e., s.77., Turan, a.g.e., s. 534. Kaymaz, a.g.e., s.136. Vezirliği kazanan Fahreddin Ali’nin Abaga Han’a her yıl 200 altın para ve 700 at tahsis etmesi de kararlaştırılmıştır. 20 1276 yılında, Elbistan yakınlarında gerçekleşen savaşta Memlük Sultanı Baybars, Moğol-Selçuk ordusunu yenmiş; Baybars, Kayseri’ye girip adına hutbe okutmuştur. Bu savaşta Moğollar yanında yer alan Selçuklu Sultanı ve vezir Fahreddin Ali, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile birlikte Tokat’a kaçarak Moğol Kağanı’nın gelmesini beklemiştir. Moğolların bütün Anadolu’yu tekrar yakıp yıkmasına neden olacak bu olayda, Baybars’ın yanında seyahat eden tarihçisi Kadı İbn Abdi’z-zahir, önemli bir bilgi vermektedir ki bu Fahreddin Ali’nin zenginliğini ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Kadı54, okuma yazma bilmediğini söylediği Fahreddin Ali’nin, Kayseri’deki medresesinde (Sahibiye Medresesi) yer alan otak ve çadırlara, en büyük hükümdarların dahi sahip olamayacağını; onun kendisine ait ikda’larından başka, günlük gelirlerinin 7000 sultanî dirhem olduğunu ve her zaman arkasında 200 kölesinin beklediğini belirtmektedir. Bu savaşta Moğollarca ihaneti tespit edilen Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman öldürülmüştür. Onun ölümünün ardından Fahreddin Ali, adeta tek adam olarak yıkılan devleti ayakta tutmaya çalışmıştır55. 1277 yılında ortaya çıkan Karamanlı-Cimri isyanı sırasında, Moğol Kağanı yanında bulunan Fahreddin Ali, Afyon’dan gelerek Konya’yı savunan iki oğlunu bu savaş sırasında kaybetmiştir56. İki oğlu da Konya’daki Sahip Ata Türbesi’nde yatmaktadırlar. Oğullarının ölümü sonrası yapımını istediği anlaşılan türbe ise 1283 yılında yenilenmiştir. Moğolların ağır mali tahakkümü altında ezilen Selçuk devletini neredeyse tek başına 54 yöneten Fahreddin Ali, vergilerin artması ve hazinenin bunu Faruk Sümer, Yabanlu Pazar, Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük B ir Fuar, İstanbul 1985, s. 87. 55 Turan, a.g.e., s.558. 56 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.239. 21 karşılayamayacak durumda olmasından ötürü, söz konusu vergilerin bir kısmını kendi hazinesinden ödemek zorunda kalmıştır. Geyhatu’nun 1285 yılında Erzincan’ı yaylak ve kışlak olarak kullanmak istemesi ve bunun için gerekli para ve erzak teminini sadece Fahreddin Ali’nin üstlenmiş, diğer divan üyelerinden hiçbiri ona bu para temininde yardım etmemiştir. Bunun nedeni Moğollar tarafından divan üyelerine sorulduğunda “Divan ferman ve menşûrlarda sade onun imzası var, bu yüzden ordu masraflarını da yalnızca kendisine ait olması”57 gerektiği cevabı verilmiştir. Bu, diğer divan üyeleri ile Fahreddin Ali arasındaki açık anlaşmazlığın bir göstergesidir. Yaklaşık 35 yıl, tüm divan kararlarını neredeyse tek başına alan ve imzalayan Fahreddin Ali’nin siyasi ve ekonomik bu gücü, anlaşılan, diğer yöneticiler arasında bir düşmanlık ve kıskançlık oluşturmuştur. Tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre Fahreddin Ali bu yıllarda çok fazla para ve mal kaybetmiştir. Örneğin, sadece bir seferde Karahisar’dan 400.000 dirhem kadar bir parayı Moğollara vermek zorunda kalmıştır58. 1288 yılında Moğolların malî baskıları sebebiyle, Fahreddin Ali ile Moğolların Anadolu’daki işlerini yürüten Mücirüddin Emir-Şah’ın araları açılmıştır. Moğollar, bunun üzerine Fahreddin Ali’yi azledip, yerine Fahreddin Kazvini’yi vezir yapmışlardır59. Bu siyasi gelişmelerin yanı sıra hasta olan yaşlı vezir, Akşehir’in Nadir Köyü’nde 25 Şubat 1288 yılında ölmüştür60. 57 Aksarayî, a.g.e., s.115., Turan, a.g.e., s.587. 58 Aksarayî, a.g.e., s.115., Turan, a.g.e., s.587. 59 Aksarayî, a.g.e., s.118-119., Turgal, a.g.e., s.85., Turan, a.g.e., s. 591-592. 60 Bu tarihi Aksarayî ve Müneccimbaşı doğru verir. Aksarayî, a.g.e., s.119., Turgal, a.g.e., s.85., Osman Turan’da vezirin ölümün bu tarih olarak kabul eder. Turan, a.g.e., s. 591-592. Anonim Selçuknâme ise 25 Şevval yerine 5 Şevval olarak vermiş bu ayın 20. günü de cenazenin Konya’ya 22 Anadolu Selçuklu Devletinin yaklaşık 35 yıllık dönemine vezir olarak siyasi hayatına, bani olarak da kültür ve sanat ortamına damgasını vuran Sahip Ata Fahreddin Ali’nin hayatının önemli bir kısmı bilinmezliklerle doludur. Fahreddin Ali’nin öncelikle nereli olduğu konusunda bazı tartışmalar vardır. N.Kaymaz61, Anadolulu olarak bilinen62 Fahreddin Ali’nin buraya eskiden göçmüş bir İranlı aileden gelmiş olabileceğini belirtmektedir. Bu düşünceyi destekleyen bilgilerden biri de Fahreddin Ali’nin vezir olduktan sonra, divana ait yazıların tamamını Arapça’dan Farsça’ya çevirtmesidir63. Fahreddin Ali’nin okuma-yazma bilmemesine64 rağmen böyle bir uygulamada bulunması, onun aslen İranlı olduğu yolundaki söylemleri güçlendirmektedir. İ.H.Uzunçarşılı65, Selçuklularda vezaret makamına geçecek kişinin kalem erbabı veya katiplikten yetişmesi gerektiğini; bunların dışında, erbab-ı seyf denilen kılıç erbabı ümera arasından da vezir tayin edilebildiğini belirtmektedir. Uzunçarşılı66, Fahreddin Ali’yi, Müîniddin Süleyman ve Sadeddin Köpek ile birlikte kılıç erbab-ı ümerâ arasında zikreder. Nitekim, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan Emir-i Dâd (Adliye Bakanlığı)’lık da daha çok askeri kişiliklere verilen bir makamdır. Bu anlamda, Fahreddin Ali’nin asker kökenli olduğu söylenebilir. getirildiğini belirtmiştir. Ölüm yılını doğru veren Anonim Selçuknâme, vezirin ishalden öldüğünü söylemektedir. Anonim Selçuknâme, a.g.e., s.49. 61 Kaymaz, a.g.e., s.134, dpnt. 139. 62 Aksarayî, a.g.e., s.121., Turan, a.g.e., s.492., Uğur- Koman, a.g.e., s.24., Bayram- Karabacak, a.g.m., s. 52. 63 Aksarayî, a.g.e., s.48., Turan, a.g.e., s.493. 64 Aksarayî, a.g.e., s.47., Arap kaynakları, Kalkaşandî, el-Ömerî ‘de Sahip Ata’nın okuma yazması olmadığını belirtirler.Bkz., Turan, a.g.e., s.493. 65 Uzunçarşılı, a.g.e., s.91. 66 Uzunçarşılı, a.g.e., s.91, dpnt. 5. 23 Uzunçarşılı67, Fahreddin Ali’yi Anadolu Selçuklu vezirlerinin en zengini olarak belirtir. Gerçekten de Fahreddin Ali’den bahseden tarihi kaynaklar68, onun zenginliği konusunda hemfikirdiler. Bilindiği gibi onun yaptırdığı ilk eser 1246 tarihli İshaklı han’dır. Selçuklu dönemi hanlarının banilerine bakıldığında sultan veya vezir, atabey, pervane gibi üst düzey saray görevlilerinden oluştuğunu görmekteyiz. Fahreddin Ali, bu hanı yaptırdığında Emir-i Dâd’dır. Böylesi bir prestij yapısını yaptıracak kadar büyük maddi birikime, henüz devlet kademesinin ilk basamağında ulaşmış olması Fahreddin Ali’nin, devlet yönetiminden önce de hatırı sayılır bir zenginliğe sahip olduğunu göstermektedir. Devlet kademesinde yükseldikçe zenginliğinin de arttığı açıktır. Nitekim, onun son yaptırdığı eser olan Sivas Gök Medrese, maddi imkanı ile eş değer bir görkemi sergiler niteliktedir. İsmi Afyon olarak değiştirilene kadar Sahib-i Karahisar şeklinde bilinen bölge, Fahreddin Ali ve oğullarının yıllarca – neredeyse devletten bağımsız- yönetiminde kalmış, bölgenin tüm vergileri vezirin hazinesine akmıştır. Bu da, vezirin zenginliğini besleyen en önemli kaynaklardan birini oluşturmuştur. Dönemin diğer bir önemli ismi Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman da, Tokat ve çevresinde, oğullarına bırakabileceği, bu türden yarı bağımsız bir güç oluşturmuştu. Bu durum, temlik yoluyla elde edilmiş büyük arazilerin, emirlere, hem ekonomik, hem de oğullarına devredebileceği büyük bir siyasi güç sağladığını göstermektedir. 67 İ.H.Uzunçarşılı, a.g.e., s.92. 68 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 240-241., Aksarayî, a.g.e., s.115., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 46-47., Turan, a.g.e., s.492., Kaymaz, a.g.e., s.134 dpnt. 139., Sümer, a.g.e., s.87. 24 Tarihi kaynaklar69, Fahreddin Ali’nin hayır müesseselerinin çokluğu konusunda da aynı düşünceyi paylaşmaktadırlar. Bu çalışmanın konusunu teşkil eden ve büyük bir kısmı günümüze ulaşamayan, cami, medrese, hânikah, türbe, han, hamam, çeşme, kaplıca, buz-hane gibi çeşitli yapılar ve onların vakıfları, Fahreddin Ali’nin Ortaçağ sanat ve kültür ortamına bani olarak özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurduğunu göstermektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi, 12711274 yıllarında vezirlik görevinden azledildiği günleri hayır eserlerinin tamiri, vakıf ve emlâkının vakfiye işleri ile geçiren Fahreddin Ali’nin, bu konuya çok önem verdiği görülmektedir. Vezirlikten azledilip hapsedildiği günlerde oğlu Nusrettin, Abaka Handan babasının hapisten çıkarılması, malları ve emlâkına zarar gelmeyeceğine dair güvence almıştır70. Aksarayî71, azledildiği günlerde Fahreddin Ali’nin hayır malları ve gayri menkulleri konusunda rakipleri tarafından, bazı tartışmalar çıkartıldığını belirtmektedir. Tarihi kaynaklardan nakledilen bu iki bilgi, evinde geçirdiği bu dönemde, Fahreddin Ali’nin malları konusunda oldukça endişelendiğini göstermektedir. Fahreddin Ali’nin mallarının ve gayri menkullerinin teminatı için iki yolu seçtiği görülmektedir. Birincisi, oğlu tarafından Abaka Han’dan alınan mallarına herhangi bir saldırı olmayacağına dair güvence; ikincisi söz konusu mallarını ve gayri menkullerini vakıf kurumu içine alarak kanuni bir teminat altına almaktır. 69 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 240-241., Aksarayî, a.g.e., s.115., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 46-47., Turan, a.g.e., s.492., Kaymaz, a.g.e., s.134 dpnt. 139., Sümer, a.g.e., s.87. 70 Arap tarihçisi Yunini’den atıfla Kaymaz., a.g.e., s.134, dpnt. 138. 71 Aksarayî, a.g.e., s.72. 25 İslam hukukuna göre, vakıf kurumu içine dahil olan mallar ve gayri menkuller, vergiden ve müsadere72den muafiyet kazanıyordu73. Fahreddin Ali de, azledildiği yıllarda mallarını vakıf kurumu içine almaya çalışmıştır. 1280 yılında tamamlanan tek vakfiyesinin de bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu yolla Fahreddin Ali, vakıf kurumu içine aldığı mallarını hukuki bir teminat altına almış oluyordu. Fahreddin Ali’nin yaptırdığı eserlerin mevcut olanın dışında günümüze ulaşamayan başka vakfiye kayıtlarının da olduğu muhakkaktır. Ortaçağ’da bir kişiyi vakıf kurmaya iten başlıca nedenlerden biri, Allah rızası için amel işleme ve bu salih amelleri kendisinden sonra gelenlere miras bırakma arzusudur74. Vakıf kurumu, Ortaçağ’da, bugünkü kamu sektörünün yerine getirdiği pek çok hizmeti üstlenmiştir. Bu anlamda vakıf, devlet yöneticilerinin ekonomik politikaları açısından da çok önemliydi. Bunların dışında bazı kişisel sebepler de vardır. Baninin vergiden ve müsadereden muafiyetin dışında; erkek çocuğun aşırı israfta bulunmasının önüne geçebilmek, ilim adamlarına vakıf gelirlerine bağlanmış kürsüler tahsis ederek onların bağlılığını kazanabilmek, bu yolla da halk arasındaki desteğinin zeminini mümkün olduğunca genişletebilmek75 gibi sebepleri de bulunmaktadır. Bu anlamda, Fahreddin Ali’nin de dinsel inançlarının yanı sıra, gerek devrin ekonomik politikaları, gerekse sahip olduğu malları korumak ve vergiden muafiyet gibi bir 72 Malın veya gayri menkulün sultan tarafından herhangi bir gerekçe olmaksızın ele geçirilmesi. Bkz.F.Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1962, s.879. 73 G.Makdisi (Çeviren: A.H.Çavuşoğlu-H.T.Başoğlu), Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, İstanbul 2004, s.86. 74 Makdisi, a.g.e., s.86-87. 75 Makdisi, a.g.e., s. 86-87. 26 takım kişisel sebeplerden ötürü ona “Ebu’l Hayrat” ünvanı kazandıran hayır tesislerini yaptırdığı anlaşılmaktadır. Ariflerin Menkıbeleri76’nde, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mevlana Celaleddin Rumî’nin özel sohbetlerinde sıklıkla bulunduğu belirtilmektedir. Ancak, burada yer alan ifadelerin bazıları77 Mevlana ile Fahreddin Ali’nin ilişkilerinin, devrin diğer önemli şahsiyetleri -örneğin Pervane Müiniddin Süleyman- kadar iyi olmadığını belirtmektedir. S.Bayram ile A.H.Karabacak78, Sahip Ata’nın vakfiyesini konu alan makalelerinde, Fahreddin Ali’nin Şafiî olduğunu ifade etmektedirler. Bu açıklamaya temel teşkil eden sebep; vakfiyedeki, Sivas Gök Medresesi müderrisi’nin öncelikle Şafiî olması gerektiğine dair bilgi olmalıdır79. Ancak bizce, bu yöresel inançlar göz önünde bulundurularak yapılan bir uygulama olmalıdır. Nitekim vakfiyedeki “…bu medrese bir mezhep ehline has olmayıp, herhangi mezhep ehline açık bulunması…”80 şeklindeki açık ifade de bu durumu açıklar niteliktedir. Ayrıca son yıllarda yayınlanan bir çalışma81, Eşarî ve dolayısıyla Şafiî geleneğinin, Anadolu medreselerinin eğitim-öğretim tedrisatında Maturidî ve Hanefi geleneğine göre, daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Vakfiyeyi onaylayan Ebu Bekir bin Ahmed Urmevî82’nin Şafiî geleneğinin Anadolu’daki en önemli ismi Fahreddin Razî’nin 76 Ahmet Eflaki, a.g.e., s.124-125, 485-486, 531-532. 77 Mevlana, Fahreddin Ali için bir seferinde “dertsiz ve gafil biri, uyanık ruhlu değil, manâ aleminden de habersiz” ifadelerini kullanmaktadır. Bkz. Ahmet Eflaki, a.g.e., s.531-532. 78 Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 37. 79 Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 53. 80 Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 53. 81 A.Ocak, “Osmanlı Medreselerinde Eş’arî Geleneğinin Oluşmasında Selçuklu Medreselerinin Tesirleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, (Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999), Cilt: III/2, Ankara 2002, s.763-776. 82 Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 40, 52. 27 öğrencisi olması83, vakfiyedeki Şafiî müderris vurgusuna sebebiyet vermiş olabilir. Bu anlamda günümüze ulaşan bulgular, Fahreddin Ali’nin Şafiî olduğunu ortaya koyacak yoğunlukta ve kesinlikte değildir. 83 Ocak, a.g.m., s.771. 28 3-SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ 3.1- Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları İnceleme Tarihi: 20–21 Ağustos 2005, 10–11 Şubat 2007. Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin banisi olduğu Afyon-İshaklı’daki han, gerek ölçüleri gerekse planı açısından Anadolu Selçuklu döneminin en dikkat çekici yapılarından biridir. Afyon-Akşehir yolunun 28. kilometresinde, İshaklı (Sultandağı) kasabasında yer alan (Harita:1) hanın, hemen kuzeybatısında yakın tarihlere kadar bir hamam bulunmaktaydı. Uğur-Koman’ın hanın müştemilatı olduğunu belirttiği hamam’ın henüz ayakta olduğu yıllarda çizilmiş bir de planı mevcuttur (Çizim:4). Hamamın dışında Osmanlı dönemi kayıtlarında hanın bir de mektebi olduğu belirtilmektedir. Fatih dönemi tahrir kayıtlarında84, Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesine ait binalarla beraber aynı vakıf içersine alınan ve Saklu (İshaklı) daki eserleri arasında zikredilen mekteple ilgili başka bir bilgiye sahip değiliz. Söz konusu hamam ve mektebin hanla birlikte, bir külliye fikri çerçevesinde mi inşa edildiği, yoksa handan bağımsız münferit yapılar mı oldukları tartışmaya açıktır. Harita 1: Konya-Afyon Kervan Yolu ve Üzerinde Yer Alan Binalar (Kaynak: earth.google.com/) 84 F.Uzluk, a.g.e., s.42. 29 3.1.1- Han Yapı, çeşitli araştırmalarda85 bulunduğu kasabanın ismi ile “İshaklı Han/Kervansarayı” anılmıştır. Afyon-Akşehir yolunun 28. kilometresinde yer alan (Harita: 1) İshaklı (Sultandağı) kasabasında yer alan binayı, batıda, kasabayı baştanbaşa kat eden Zübeyde Hanım caddesi (Foto:1), doğu, güney ve kuzey yönden Selçuk sokağı çevrelemektedir. Han, Anadolu Selçuklu döneminde Konya’yı Afyon’a, oradan da Kütahya ve Bursa yoluyla İstanbul’a bağlayan kervan yolu üzerinde yer almaktaydı86. Doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı bina, ahır ve avlu olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır (Çizim:1). Bina, avlu ve ahır portalleri üzerinde yer alan iki farklı kitabede yer alan bilgilere göre, II. İzzeddin Keykavus döneminde, H.647/M.1249 yılında Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırılmıştır87. Foto 1: İshaklı Sahip Ata Kervansarayı, Ön Cephe (Onarım Sonrası) 85 C.Huart, Epigraphie…,s.16–17, 20–21, Nr. 11-12.; F.Sarre, Reise in…, s. 20-21.; C.Huart, Konia…, s.101-103.; K.Erdmann, a.g.e., Vol.I., s.61-62, 143-146.; Eyice, “İshaklı Kervansarayı…, s.237.; Akok, “İshaklı Kervan Sarayı…, s.5-21.; M.Kayademir, a.g.t.; H.Karpuz, “Sahip Ata’nın Yaptırdığı …, s.82- 90. 86 M.Kemal Özergin, (Anadolu Selçukluları Çağında Kervan Yolları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1959, s. 142–144.) bu yol hattını Konya’dan itibaren, Konya, Horozlu Han, Dokuzun Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı, Akşehir, Sahip Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon, Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han, Kütahya ve Bursa şeklinde belirler. 87 Binanın her iki kitabesinin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. Uğur- Koman, a.g.e., s.97–98. Huart, (Epigraphie…, s.16.) avlu kitabesinin tarihini H.607, sultanın ismini de I.İzzeddin Keykavus olarak yanlış okumuştur. 30 Burada ismi geçen şahıs Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’dir88. İki kitabeden avlu kapısında olanı (Foto:3), enine dikdörtgen formda mermer blok bir taşa işlenmiş olup, dört yönden dar bir silmeyle sınırlandırılmış sülüs hatlı üç satırdan oluşmaktadır. Burada, II. Keykavus’un unvanları dışında kapalı kısım kitabesinden farklı olarak H. Cemazi-el Ahirin 647/M. Eylül-Ekim 1249 şeklinde kesin bir tarih yer almaktadır. Enine dikdörtgen mermer bir taşa işlenmiş olan kapalı kısım portali üzerindeki (Foto:14) altı satırlık sülüs hatla yazılmış kitabede ise sadece H.647/M.1249 tarihi bulunmaktadır. Hanlarda ahır bölümünün önce, avlu bölümünün daha sonra inşa edildiği düşünülürse, Eylül-Ekim 1249’ı binanın inşasının tamamlandığı tarih olarak kabul edebiliriz. Mimarı bilinmeyen binanın, vakfiyesi de günümüze ulaşamamıştır. karşın, dönemine Buna Osmanlı ait kayıtlarından, evkaf Foto 3: İshaklı Sahip Ata Kervansarayı, Avlu Portali Kitabesi Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi, imaretinin de dâhil olduğu ve içinde vezirin İshaklı’daki han ve mektebini de içine alan bir vakfın var olduğunu öğrenmekteyiz. Hanın batısında yer alan ve yakın 88 Kitabede, hanın inşa edildiği yıllarda Emir-i Dad görevinde bulunan (bkz. bu çalışmanın Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Yaşamı bölümüne) Sahip Ata’nın bu unvanından bahsedilmemesi dikkat çekicidir. 31 tarihlere kadar ayakta olan hamamdan (Çizim:4) bu kayıtlarda bahsedilmemektedir89. Bu vakfa dair ilk bilgi, Fatih dönemi tahrir kayıtlarında bulunmaktadır. Bu kayıtta vakfın mütevellisinin Abdurrahman isminde bir şahıs olduğunu öğrenmekteyiz90. Bunun dışında belgede Akşehir ve Saklu (İshaklı)daki Sahip Ata eserlerine gelir olarak kaydedilen yerin isimleri bulunmaktadır. Binanın vakfı hakkında başka bir bilgi bulunmamaktadır Binanın geçirdiği onarımlara dair ilk bilgi R.1300/M.1884–1885 yılına aittir. Karahisarlı Sadettin Efendi tarafından gerçekleştirilen91 onarımda, ahır kısmının kubbesi yenilenmiştir. Bina, 1925 yılına kadar zahire anbarı olarak kullanılmak üzere kiraya verilmiştir92. H.Karpuz, uzun yıllar bakımsız kalan hanın, onarım öncesi kapalı kısmının tekel binası, avlusunun ise hükümet binası olarak kullanıldığını herhangi bir kaynak göstermeksizin- belirtmektedir93. Handa, 1964 yılında Akok tarafından aslî planının ortaya çıkarabilmek için sondajlar yapılmış, 1965–1975 89 Karpuz (a.g.m., s.90, Res.6) hamamın yıkılmadan önceki bir fotoğrafını ve Önge’den aldığı bir planını yayınlamıştır. Buna karşın Yılmaz Önge’nin V.Milletlerarası Türk Kongresindeki yayınlanan tebliği başka bir konudadır. Dolaysıyla rahmetli Önge’nin hamamla ilgili tespitlerine birinci elden ulaşamadık. H.Karpuz’un Önge’den naklettiği bilgilerle yetinmek zorunda kaldık. Hamamdan bu çalışmanın “Günümüze Ulaşamayan Yapılar” bölümünde ayrıntılı olarak bahsedilecektir. 90 F.N.Uzluk, a.g.e., s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın Konya’daki Darü’l-Hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme Kapısı’ndaki Darü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini üstlendiğini bilmekteyiz. (Bkz. çalışmanın bu binalarla ilgili bölümlerine) Bu bilgiler hanın, ya bağımsız ya da kendisinden bir yıl sonra yaptırılan Akşehir’deki Sahip Ata Medresesiyle birlikte ortak bir vakfının var olduğu; Osmanlı döneminde, bu vakfın mütevellisinin, aynı zamanda Konya’daki Sahip Ata eserlerinin mütevellisi olan Sahip Ata’nın torunlarından Abdurrahman olduğu anlaşılmaktadır. 91 Uğur-Koman, a.g.e., s.99. 92 Aynı yer. 93 Karpuz, a.g.m., s.84. 32 yılları arasında ise kısmi bir onarım gerçekleştirilmiştir94. Binada 2003 yılında başlatılan çalışmalarda ise öncelikle restorasyona temel teşkil edecek rölöve projesi hazırlanmış, bunun için de hanın avlu bölümünde, giriş doğu ve batı duvarlarında ve köşk mescit çevresinde, ayrıca ahır bölümünde ayakların aralarında sondajlar gerçekleştirilmiştir95. Hazırlanan rölöve projesine göre 2005 yılında restorasyona başlanılmıştır. Halen süren restorasyon çalışmalarıyla (Çizim: 3) hanın, çarşı ve çay salonu amaçlı kullanılması planlanmaktadır96. Binada ağırlıklı olarak açık kahverengi kesme taş malzeme kullanılmıştır. Kesme taş dışta, cephelerde ve her iki portalde, içte ise avlunun revak ayaklarında ve kapalı kısımda ayak ve kemerlerinde kullanılmıştır. Avlu portalinde bu açık kahverengi kesme taş ile nöbetleşe olarak sarı renkli kesme taş kullanılmıştır. Çift renkli taş kullanımı avlunun ortasındaki köşk mescitte de görülmektedir. Binada yoğun olarak spolien malzeme kullanıldığı dikkati çekmektedir. Özellikle köşk mescidin dört cephesinde ve kapısının lentosunda, çevredeki antik kalıntılardan getirilmiş spolia malzemenin kullanıldığı görülmektedir. Bunun dışında avlu portalinin iç yüzündeki lentoda spolia malzeme kullanılmıştır. Tuğla, ahır kısmının yıkılan kubbesinin pandantiflerinde, ayrıca tonoz ve duvarlarda dolgu malzemesi olarak moloz taş malzemeyle birlikte kullanılmıştır. Ahır bölümünde ayak ve kemerlerle, kemerlerin aralarındaki bölümler ve takviye kemerleri kesme taştan, duvar ve tonozlar ise kaba yonu taş malzemeden inşa edilmiştir. 94 Vakıflardaki binayla ilgili dosyada (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02) bu onarım ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın bu onarım sonrasına ait fotoğraflar incelendiğinde, tamirlerin, avlu revaklarının kuzeybatıdaki bölümünde, ahır ayaklarında, ahır taçkapısında, tonozlarında ve beden duvarlarında gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. 95 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 96 Aynı yer. 33 Bina beş kademe halinde algılanmaktadır (Çizim:2). İlk kademeyi avlu bölümünün beden duvarları oluşturur. İkinci kademeyi avlu portali, üçüncü kademeyi ahır kısmının beden duvarları ihtiva etmektedir. Dördüncü kademeyi ahır bölümünün orta sahnı oluştururken son kademe, ahır portali ve avlunun ortasındaki köşk mescitten ibarettir. Binanın ahır kısmının orta sahnında aslî halinde bulunması gereken kubbesinin aslî halinde hanın son kademesini ihtiva edeceği kuşkusuzdur. Buna karşın aydınlık kubbesinden günümüze bir iz kalmamıştır. Yaklaşık 38 x 61 m. ölçülerindeki dikdörtgen bina, avlu ve ahır olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Ahır kısmına göre daha fazla tahrip olmuş vaziyette günümüze ulaşabilen doğudaki avlu bölümü 39 x 38 m. ölçülerinde olup, kazılar sonucunda ortaya çıkarılan planı, doğu ve güney kenardaki kapalı (mekân) birimlerle, kuzey kenardaki yarı açık (revaklı) düzenlemelerden ibarettir(Çizim:2). Avlunun ortasında, akstan yaklaşık 20° güneye kaymış fevkani mescit binası yer almaktadır. Ahır bölümü 24 x 24 m. ölçülerinde olup, doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri beşik tonoz örtülü ortada olanı diğerlerinden daha enli, beş sahından oluşmaktadır (Çizim: 1). Mevcut durumuyla binanın kuzey ve doğu97 (giriş) cephesinde herhangi bir açıklığa yer verilememiş olup, batı cephesinde üç, güney cephesinde ise iki açıklık bulunmaktadır. Binadaki tüm pencere açıklıkları içten dışa doğru şevlenen mazgal biçimli olup, cephenin ortaya yakın bir bölümüne hizalanmıştır. Binanın mevcut güney cephesinin (Foto:4) büyük bölümünün onarımlarla yenilendiği, taş ve duvar dokusundaki farklılıklardan rahatlıkla anlaşılmaktadır. Yenilenen bölüm doğu köşeden itibaren 39m lik (avlunun güney cephesi) bölümdür. 97 Anlatım kolaylığı olması açısından binadaki kuzeybatı- güneydoğu yönündeki hafif çarpıklığı göz ardı ederek ana yönleri ifade edeceğiz. 34 Cephenin halini aslî koruyabilmiş olan batıdaki 24m. lik kısmında iki mazgal açıklığı bulunmaktadır. Pencerelerden batıda olanının hemen üzerinde yarım daire biçimli taş bir Foto 4: Güney Cephe (Onarım Sonrası) çörten yer almaktadır. Pencereler, bölümün tam ortasındaki yarım kare biçimli payandanın iki yanında ve eşit mesafede yer almakta olup, aynı hizadadır. Bu cephede yer alan iki payandadan batı köşede olanı binadan ¾ oranında taşıntı yapan kare biçimli, diğeri ise yarım dikdörtgen biçimlidir. Batı cephe aslî halini büyük ölçüde koruyabilmiştir (Foto:5). Cephede yer alan üç payandadan kuzey ve güney köşede olanları kare, tam aksta bulunanı dikdörtgen planlıdır. Güney köşedeki payanda Foto 5: Batı Cephe (Onarım Sonrası) büyük ölçüde tahrip olmuş, ortadaki payanda ise 1970’li yıllardaki onarımlar sırasında yenilenmiştir. Batı cephedeki üç mazgal pencere aynı hizaya sıralanmış 35 olup, bunlardan ikisi cephe aksına göre simetriktir. Diğeri ise ortadaki dikdörtgen payandanın kuzey kenarının hemen bitiminde yer almaktadır98. Cephedeki iki çörten, pencerelerin yaklaşık 50 cm. üzerinde, aynı hizada ve köşelere eşit uzaklıkta bulunmaktadır. Bunlardan kuzeyde olanı tahrip olduğu, güneyde olanının ise onarımlar sırasında yenilendiği, taş ve duvar dokusundaki farklılıklarından anlaşılmaktadır. Herhangi bir açıklığın bulunmadığı masif kuzey cephenin doğu köşesinden itibaren 39 m.lik (avlu) bölümü yaklaşık 4 m. cepheden taşıntılıdır (Foto:6). Cephenin doğudaki bu bölümünde dört payanda olup, doğu ve batı köşedekiler binadan ¾ oranında taşıntı yapan kare biçimli, ortadaki yarım daire, batı köşeye yakın olanı ise yarım dikdörtgen biçimlidir. Cephenin batıdaki bölümünde ise iki payanda vardır; bunlardan batı köşede olanı binadan ¾ oranında taşıntı yapan kare biçimli, diğeri ise yarım dikdörtgen biçimlidir. Cephenin batı bölümündeki iki çörtenden batıda olanı tam aksta 98 Foto 6: Kuzey Cephe (Onarım Sonrası) Bu pencere iç mekânda orta sahnı aydınlatmaktadır. Ancak cephede payandanın kuzey köşesine adeta sonradan açılmış gibi duran düzensiz konumu, pencerelerin ve payandaların yeri konusunda planlanma aşamasında mimar tarafından bir hata yapıldığını düşündürmektedir. Ayrıca bu durum cephe duvarlarının inşası sırasında, iç mekândaki sahınlar ve onları aydınlatacak pencereler konusunda planlamanın tam olarak yapılmadığına işaret etmektedir. 36 yer alırken diğeri taşıntılı bölümün batı duvarında bulunur. Cephenin taşıntı yapan doğudaki bölümünün önemli bir kısmı onarımlarla yenilenmiş olup, yarım daire planlı payandanın olduğu bölüm haricindeki yerlerde binanın ilk inşaatına ait üç kesme taş sırası kalabilmişken, diğer bölümler onarımlarla tamamlanmıştır. Giriş (doğu) cephesinde (Foto:1), aksta yer alan portalin dışında herhangi bir açıklık yoktur. Cephedeki dört payandadan iki köşede yer alanı binadan ¾ oranında taşıntı yapan kare biçimli, diğer ikisi yarım daire biçimlidir. Yarım daire biçimli payandalar cephede, portalin ikiye ayırdığın bölümlerin tam ortalarına yerleştirilmiştir. Bu anlamda giriş cephesinde -diğer cephelerin aksine- simetrik bir düzenleme dikkati çekmektedir. Cephe duvarları, 1970’li yıllarda yapılan onarıma kadar zeminden itibaren birkaç taş sırasına kadar yıkık durumdaydı. Bu onarım ve 2003 yılında yapılan onarımlarla cephe ve yıkık portal yükseltilmiştir. Cephenin tam aksında yer alan portal (Foto:2), bina kitlesinden 1.60 m. taşıntılıdır (Çizim:1). Portal, onarımlar öncesi kuşatma kemerine kadar yıkık durumdaydı. Yaklaşık 20 cm.lik bir kaide üzerinde yükselen portalde, açık kahve, sarı ve beyaz mermer bir arada kullanılarak plastik etki artırılmıştır. Portalin iki dış kenarında yarım daire biçimli köşe Foto 2: Avlu Portali (Onarım Sonrası) 37 sütunceleri yer alır. Bunu, içe doğru süslenmeden bırakılmış dar bir silme takip eder. İçbükey üçüncü enli bordürde, düşey konumda sıralanmış yarım yıldızlardan oluşan açık bir geometrik komposizyon bulunur. Bunu, süslenmeden bırakılmış, enli dördüncü bordür takip eder. Daha sonra içbükey dar bir silmeyle kademelenen yüzeyin, kuşatma kemerinin oturduğu sütuncelere kadar dar ve boş bir bordürle devam ettiği görülür. Başlığı bulunmayan köşe sütunceleri, süssüz ve zeminde doğrudan kaideye oturmaktadırlar. Portal kuşatma kemerinin üzerinde, simetrik olarak iki yana sıralanmış, sekiz adet gülbezek motifi bulunur. İkinci mukarnas sırasıyla başlayan gülbezeklerin üçü, dairesel biçimli olup, içinde farklı geometrik şemalar uygulanmıştır. Alttan itibaren dördüncü mukarnas sırasındaki gülbezekler ise kare çerçeve içinde birbirinin tekrarı dört küçük kareden teşkil edilmiştir. Mukarnaslı kavsaranın günümüze altı sırası ulaşabilmiştir99. Kavsara nişleri, alt sıra hariç üçgen veya yelpaze şeklinde biçimlendirilmişken, alt sıradakiler, gemi teknesi kemer ve içbükey üçgen şeklindedir. Kavsaranın altında enine dikdörtgen iki beyaz mermer taştan müteşekkil inşa kitabesi yer alır (Foto:3). Sülüs hatlı üç satırlık kitabe, dıştan enli bir silme ile çevrelenmiştir. Kitabe ile kapı kemerinin arasında, kareye yakın sarı ile koyu gri renkli taşların, yarım yuvarlak dişli kenarlarından birbirlerine geçmeli olarak tutturulduğu, düz atkılı bir tahfif bölümü yer almaktadır. Portal kütlesinin iki yanındaki mihrabiyeler son derece sade olup, güneyde olanı daha sağlam günümüze sağlam gelebilmiştir. Biri düz diğeri içbükey iki dar bordürün üstten ve iki yandan sınırladığı mihrabiyelerin üç sıradan meydan gelen mukarnaslı kavsaraları, iki yandan ince iki sütunceye oturur. Mihrabiyelerin üzerindeki bölümler, üç sıra sade kesme taş sırasından sonra, portal kavsarasının başladığı ilk sıraya kadar yükselen 99 Mevcut haliyle en üstte üç gözlü bir sıra olduğuna göre aslî halinde en fazla bir sıra daha mukarnas dizisi olması gerekir. 38 dört sıra mukarnaslarla doldurulmuştur. Portal kavsarası, bu bölümden ince bir silmeyle ayrılır. Portal açıklığının basık kemeri birbirlerine geçmeli olarak tutturulan ve iki kenarları zigzag şeklinde biçimlendirilmiş sarı ve gri renkli mermerlerden meydana gelmektedir. Sarı ve gri mermerlerin nöbetleşe dizildikleri bu düzen kapının yan sövelerinde de izlenir. Kapının iki yanında, üzengi seviyesinde, içe doğru taşıntılı yarım daire biçimli iki konsol yer alır. Basık kemerli kapıdan dâhil olunan avlu kısmı büyük ölçüde tahrip olmuştur. Günümüze ulaşabilen kısımlar, kuzey kanattaki revaklı bölümün batıdaki bir bölümü ve avlu ortasındaki köşk mescittir. Diğer bölümler temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Vakıflar tarafından restorasyona temel teşkil etmek üzere yapılan kazılar sonucunda avlunun aslî planına ilişkin bilgilere ulaşılmıştır100(Çizim:3). Buna göre, kapının hemen ardında yer alan giriş holünün kuzeyinde bir, güneyinde iki kapalı mekân yer alıyordu. Her biri avluya bağımsız kapılarla açılan mekânların Vakıfların hazırlattığı restorasyon raporunda kuzey-güney yönlü tonoz örtüye sahip oldukları belirtilmiştir101(Çizim:3, Foto:8). Foto 8: Avlunun Giriş kanadı (Onarım Sonrası) 100 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 101 Aynı yer. 39 Giriş holünün güneyinde yan yana iki mekân yer alıyorken, kuzeyde, giriş holünden sonra bir mekân ve kuzeydoğu köşedeki son revak sırası yer alır(Foto:7). Bu anlamda, hölün kuzeyinde bir kapalı, bir de yarı-açık mekân bulunur102(Foto:9). Avlunun kuzey kanadında çift sıra revaklı bir bölüm yer almaktadır. Revağın batıdan itibaren ilk üç sahnı ve bu bölümdeki ayaklar günümüze sağlam olarak ulaşmış olup, diğer kemer ayakları kazıları sonucunda ortaya çıkarılmıştır(Foto:8). Buna göre, avlunun kuzey kanadı, çift sıra halindeki kare kesitli ayakların kuzey-güney yönünde kemerlerle birbirine bağlandığı, avluya dik uzanan sivri beşik tonoz örtülü yedi sahından oluşmaktadır. Foto 8: Avlu Kuzey Kanat (Onarım Öncesi) Foto 9: Avlu Kuzey Kanat (Onarım Sonrası) Doğudaki son sahında tek ayak olup, güneyindeki ikinci sıra kemer ayağının yerinde, giriş holünün kuzeyindeki mekân yer almaktadır. Aslî halinde ayağın, mekânın kuzeybatı köşesine bir kemerle bağlandığı benzer örneklere bakarak rahatlıkla söylenebilir103. Sahınların sivri beşik tonoz örtüsü ortadan bir takviye kemeri ile desteklenmiştir. Ayak ve kemerler, kesme taş, duvar ve tonozlar ise moloz taştandır. 102 Bu tür bir uygulamaya Aksaray ve Kayseri Sultan Hanı ile Nevşehir Sarı Handa rastlamaktayız. 103 Benzer bir örnek için bakınız Aksaray Sultan Hanı avlunun güneydoğu köşesi. 40 Bu bölümün tahrip olmuş örtü ve ayakları 1970 yılındaki onarımda tamir edilmiştir104 (Foto: 8). Ayakları birbirine Foto 10: Avlu Güney Kanat (Onarım Sonrası) bağlayan sivri kemerler dıştan ikinci bir kemerle kuşatılmış olup, asıl kemer dıştakine göre daha kalındır. Ayaklar, taş kaideler (sömel) üzerinde yükselir. Gerek bu bölüm gerekse hanın sağlam olarak bugüne gelebilmiş ahır kısmında, yağmur sularının, tonoz aralarına tesadüf edecek şekilde yerleştirilmiş olan su kanalları vasıtasıyla çörtenlere iletilip tahliye edildiği anlaşılmaktadır105. Avlunun güney kanadında yer alan birimler temel seviyesine kadar yıkılmıştır (Çizim:1, Foto:10). Burada gerçekleştirilen kazılar neticesinde ortadaki eyvan olmak üzere toplam yedi mekânın bulunduğu anlaşılmıştır106 (Çizim:3). Buna göre, güneydoğu köşede yer alan ve diğerlerine göre daha enli olan dikdörtgene yakın mekânın dışındaki diğer altı mekân, birbirine hemen hemen eşit genişlikte ve kareye 104 Bu onarım sırasında bu bölümün tonozlarının üstleri sal taşlarıyla beşik çatı biçiminde kaplanmıştır. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 105 Binanın restitüsyon ve restorasyon raporunun müellifleri örtünün en dışta toprak kaplı olduğunu belirtmektedirler. Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 106 Akok (a.g.m., Planj 1) yaptığı sondajlar neticesinde hazırladığı planda, avlunun güney kanadında birbirine eşit genişlik ve derinlikte altı mekân ve diğerlerinden daha büyük doğu köşedeki mekânın var olduğunu belirtir. Buna karşın mekânların mevcut durumu 2003 kazısı neticesinde ortaya çıkarılmış planın, daha doğru ve aslına uygun olduğunu göstermektedir. 41 yakın plandadır. Ortadaki mekân, avluya eyvan şeklinde açılır. Güneybatı köşedeki mekâna batı duvarında yer alan bir açıklıktan girilir. Bunun batısındaki iki kare mekândan ilki, avluya kuzey duvarındaki bağımsız bir kapıyla açılıyorken, diğerinin, batısındaki eyvanla içten bir kapı vasıtasıyla irtibatlıdır. Eyvanın kuzeyindeki mekânın da eyvana içten bir kapıyla açıldığı düşünülürse, burada, eyvan ve iki yanındaki mekânın ortak bir işlevi yerine getirdiği söylenebilir107. Bu kanattaki diğer iki mekândan doğuda olanı, batıda yer alan mekânla içten bir kapıyla irtibatlıdır. Dolayısıyla, bu iki bölümün de ortak bir işleve sahip olduğu iddia edilebilir. Batıdaki mekân ise avluya bağımsız bir kapıyla açılan kareye yakın bir birimdir. Bu mekânın batı duvarında kalabilmiş olan tonoz başlangıcı, avlunun bu kanadındaki mekânların örtüsü hakkında fikir verir. Buna göre mekânlar, avluya dik, beşik tonozlarla örtülüdür (Çizim:3). Avluda yapılan sondajlar, zemininin kesme taş kaplı olduğunu ortaya koymuştur108. Foto 11: Köşk Mescit (Onarım Öncesi) (Ege.Ünv.Sanat Tarihi Böl. Arşivinden) 107 Ne yazık ki, binanın Vakıflardaki dosyasında yer alan bilgiler, kazılarda elde edilen bulguları detaylı olarak yansıtmamaktadır. Örneğin su tesisatıyla ilgili herhangi bir veri bu bilgiler arasında bulunmamaktadır. Hanın dışında bir hamamın bulunması temizlikle ilgili gereksinimlerin burada karşılandığını düşündürmektedir. Buna karşın kazılar sırasında elde edilmiş olan kullanım eşyalarının varlığı, mekânların fonksiyonu tespit etmek için bizlere önemli bir bilgi sunacaktı. Ancak bu bilgilerden bugün için mahrumuz. 108 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 42 Günümüze ulaşabilen Anadolu Selçuklu Hanları içinde avlu ortasında bağımsız bir bina olarak köşk mescitlerin son örneği Sahip Ata Kervansarayında bulunmaktadır109. Köşk mescit, kuzeydoğu-güneybatı yönündeki avlunun ortasına yakın bir bölümünde yer almakta olup, avlunun yatay ekseninden kıble yönüne doğru yaklaşık 20° kaydırılmıştır110(Çizim:1). Fevkâni mescit, dört yönde kemerlerle birbirine bağlanan “L” biçimli dört ayak üzerinde yükselmektedir. Zemindeki ayakları birbirine bağlayan kemerler üzerinde yükselen bir manastır tonoz, hem alt mekânın örtüsünü, hem de mescit katının zeminini oluşturur. Giriş dışında, ayakları birbirine bağlayan kemerlerin dışa bakan yüzeyi, eğri boyunca yarım yıldızların yan yana sıralanmasından müteşekkil, açık geometrik kompozisyonla süslüdür. Köşk mescidin dört köşesinde de yuvarlatılmış silmeler yer alır. Foto 12: Köşk Mescit (Onarım Sonrası) İçte ensiz ve süslemesiz bir bordür bu silmeyi takip eder. Bordürden sonra yüzey ince bir içbükey silme ile kademelenir. Sonraki bordürde dikey konumlanmış yarım yıldızlardan meydana gelen açık bir kompozisyon bulunur. Bunu aynı genişlikte boş 109 Diğer örnekler, Aksaray (1229) ve Tuzhisarı (1230) Sultan Hanları ile Ağzıkara Han (1239- 1240)dır. 110 Diğer köşk mescitlerde bu türlü bir çarpıklık yoktur. S.Ögel (Anadolu Selçuklu Sanatı Üzerine…, s. 82.) bu çarpıklığı, “…sultan hanlardakinden anlam düzeyinde farklılık oluşturmak istenmesi” şeklinde yorumlar. Ancak bizce bu durum, mimarın, binanın yönüyle kıble yönü arasındaki uyumsuzluğu geç fark etmesinden kaynaklanmış olmalıdır. Köşk mescitteki bu çarpıklık, daha önce batı cepheyi anlatırken de belirttiğimiz, hanın tasarımındaki hatalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. 43 bir bordür takip eder. Daha sonra iki içbükey ince silmeyle cephe yüzeyinde ikinci kademe teşkil edilmiştir. Bu ince silmeler altta, kuşatma kemerleriyle birleşir111. Güney hariç, diğer üç yüzün akslarında birer açıklık yer alır. Bunlardan, doğu ve batıdakiler pencere, kuzey (giriş) cephedeki kapıdır. Köşk mescidin tüm cephelerinde de dikkati çeken bir başka nokta çok sayıdaki spolia taştır. Tamamı beyaz mermer spolia taşların en dikkat çekici olanı, doğu cephede pencerenin hemen güneyinde yer alan, üstünde üçgen bir alınlığı olan ikiz pencereye benzer biçimli taştır. Doğu ve batı cephelerin akslarında yer alan benzer formdaki pencereler eş yüksekliktedir. Pencereleri, üstten ve iki yandan bordürler kuşatır: Şöyle ki en dışta yüzeyi kademelendiren ince bir silmeyi, enli süslenmeden bırakılmış bir bordür takip eder. Daha sonra içbükey bir silmeyle ikinci kez yüzeyi kademelendirir. Bordürlerle çevrelenmiş bu boyuna dikdörtgen alanın ortasında, beş sıra halinde mukarnaslı kavsara yer alır. Kavsara, pencere lentosu hizasında içe doğru çift profil yaparak sonlanır. Kavsaranın altında ise boyuna dikdörtgen pencere açıklığının taş lento ve söveleri yer alır. Kuzey cephedeki köşk mescit kapısına bugün basamakları yok olduğu için sadece cephede izleri kalabilmiş, çift kollu bir merdivenle ulaşılmaktaydı112(Foto:11). Mescit kapısı, en dışta, üç ince silmeyle kademe yapılarak cephe yüzeyinin hareketlendirildiği üç süssüz ve enli bordürle kuşatılmıştır. Mukarnaslı kavsarayı kuşatan kapı kemeri, iki yanda dairesel iki sütunceye oturmaktadır. Beş sıralı mukarnaslı kavsaranın altındaki atkı, sütuncenin üzerinde, içe doğru profilli bir taşıntı yapar. Kapı açıklığının lentosu beyaz 111 Cephelerdeki silmelerin köşk mescidin üst bölümleri yıkıldığı için nasıl tamamlandığını kesin olarak bilmiyoruz. Buna karşın diğer köşk mescit örneklerine bakarak cephe yüzeyindeki silme ve bordürlerin üst bölümde de devam ederek üç yönden kuşattıkları söylenebilir. 112 Yıkılmış olan merdiven basamaklarının, cephe yüzeyindeki izlerine bakarak yedi basamaklı olduğu anlaşılmaktadır. Onarımlarda bu tespite uygun gerçekleştirilmiştir. 44 mermerden bitkisel karakterli süslenmenin yer aldığı spolia bir friz parçasıdır. Kapı sövelerini meydana getiren taşlar, lentonun aksine sadedir. Boyuna dikdörtgen kapı açıklığından girilen kare planlı mescit mekânında, güney duvarın ortasında taş mihrap, doğu ve batı duvarlarının ortasında birer pencere açıklığı yer alır. Kapıdan sonra doğuya doğru yükselen üç basamaklı bir merdiven ve sahanlık bulunmaktadır. Burası basık kemerli bir açıklıkla girilen duvar içinden mescit damına ulaşılan ve minare işlevinin yerine getirildiği bir geçit yeriydi113. Girişin tam karşısında yer alan mihrap duvar kalınlığı içerisinde yer alır (Foto:13). Önemli ölçüde tahrip olmuş mihrabın yüzeyi, üstten ve iki yandan ince silmelerle kademelendirilmiş olan üç sade bordürle kuşatılmıştır. İki yanda ince dairesel sütuncelere oturan mukarnaslı Foto 13: Köşk Mescit Mihrabı (Onarım Öncesi) (Ege. Ünv. Sanat Tarihi Böl. Arşivi’nden) kavsara, beş sıralıdır. Mescidin taş zemini büyük ölçüde tahrip olmuştur. Mescidin mukarnaslı örtüsüne, duvarlarından dört yönde dolaşan enli bir kornişle geçilmektedir. Bu korniş, iki yandan düz ortada içbükey üç silmeden müteşekkildir. Bugün ilk üç sırası kalabilmiş mukarnaslı örtünün üst bölümleri yıkılmıştır. Akok aslî halinde yedi kademeli olan örtünün, kornişten sonra başlayıp, ikinci ve üçüncü kademede sekizgene ve son orta yıldızda da altıgen ve onikigene bölündüğünü 113 Akok, a.g.m., s.10. 45 belirtir114. Köşk mescidin zemininde kazı yapılmamış115, bu anlamda çağdaşı diğer köşk mescitlerde olduğu gibi bu bölümün şadırvan gibi bir işleve hizmet edip etmediği anlaşılamamıştır. Kapalı kısmın giriş cephesinin tam ortasında yer alan taşıntılı portal, avlu portaline göre daha sadedir (Foto:14). Portal, iç iki köşesinden yükselen yarım daire biçimli kalın silme, üstte ve yanlarda kuşatma kemerini çevrelemektedir. Dıştaki silmeyle portal yüzeyinde ikinci bir kademe teşkil edilmiş olup, silmenin ayırdığı yüzeyler süslenmeden bırakılmıştır. İçteki yarım daire biçimli silmenin sınırladığı alan içinde bulunan kavsara kemeri, bilinenlerin aksine116 mukarnaslı değildir. Boyuna dikdörtgen ve şevli taşların, portal yüzeyiyle 45°lik bir açıyla -tonoza benzer biçimde- örülerek teşkil edildiği kavsara kemeri daireseldir. Kemerin üzengi hattında iki köşede istiridye motifine benzer biçimlidir117. Kemeri teşkil eden taşların portal yüzeyiyle birleştiği yerde oluşturduğu yuvarlak kemerli alanın ortasında, enine dikdörtgen biçimli bir çerçeve içersined altı satırlık kitabe yer alır. İçbükey bir bordürün dört yönden Foto 14: Ahır Bölümü Portali 114 115 Aynı yer. Köşk mescit, örtüsüyle çapraz tonoz örtülü diğer örneklerden farklılaşmaktadır. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 116 Portal, kavsara kemerinin biçimiyle çağdaşı örnekler arsında ünik bir örnektir. 117 Bu süslemenin bir benzerini Nevşehir Sarı Han ahır portali mihrabiyelerinde görmekteyiz. 46 sınırladığı kitabenin, tarihin verildiği altıncı sırası, bu içbükey çerçevenin alt kenarına yerleştirilmiştir. Kitabenin altında geçmeli taşlardan oluşan bir sıra taş örgü bulunur. Kapının iki yanındaki mihrabiyeler son derece sade olup, dört sıradan oluşan mukarnaslı kavsara, ince bir sütunceye oturmaktadır. Mihrabiyeleri çevreleyen herhangi bir sime ya da bordür yoktur. Kapı ise kenarları dilimli farklı renkteki taşların birbirine geçmesi şeklinde nöbetleşe oluşturulduğu Foto 15: Ahır Kısmı Orta Sahnı ve dizilerek basık bir kemerle örtülüdür. Kemerin üzengisinde, iki yanda içe doğru taşıntılı yarım daire biçimli konsollar yer alır. Yaklaşık 24 x 24 m. ölçülerindeki ahır kısmı, giriş aksına dik beş sahna bölünmüştür (Çizim:1). Ortadaki diğerlerinden daha enli olan bu sahınları kare kesitli taş ayaklar ayırır. Sahınları örten sivri beşik tonozlar, hem her sıradaki dörder ayaktan birbirlerine, hem de duvarlara atılmış sivri kemerlere oturmaktadır. Ayrıca, düzenli aralıklarla atılmış takviye kemerleri de tonozu desteklemektedir (Çizim:2, Foto:16). Ahır kısmında ayaklar ve kemerler kesme taş, duvarlar ve örtü ince yonu taştandır118(Foto:16). Anadolu Selçuklu dönemi Hanlarında sık olarak görülen seki 118 Ahır kısmı duvarlarının ve örtüsünün 1960’lı yıllardaki tamir edildiği yukarıda belirtilmişti. Bu anlamda aslî halinde duvar ve örtünün hangi malzemeyle inşa edildiğini kesin olarak bilmiyoruz. Fakat ayak ve kemerlerde, cephelerdekilere benzeyen bir malzeme görülmesine karşın, örtü ve duvarlarında hiçbir kesme taşın bugüne ulaşmamış olması, aslî halinde de bu bölümlerin yonu taşlı olduğunu düşündürmektedir. 47 düzenine ait bir iz günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın Vakıfların restorasyona yönelik sondajları sırasında, ayakların oturduğu taşıntılı topuk (sömel) ve ayak aralarını bağlayan duvar kalıntılarına rastlanmış, aslî halinde burada seki düzeninin mevcut olduğu anlaşılmıştır. Sekilerin düzeni konusunda sondaj sonuçlarında net bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın proje müellifleri, sondaja ait bazı bulgulara ve dönemin benzer beş sahınlı kervansaray örneklerinden yola çıkarak sekinin, kuzeyden itibaren ikinci sırada başladığı, orta sahının iki yanında dolaşarak, son sahnın, batı duvara saplandığı yerde bittiğini ve bu haliyle U biçimli olabileceğini belirtmiştir119. Aslî halinde zeminden bir miktar yüksek olduğu bilinen bu sekilere ulaşımı sağlayacak merdivene ait bir ize sondajlar sırasında rastlanmamıştır. Ayrıca, bu döneme ait hanların ahır kısımlarında seki kenarında ya da duvar yüzeylerinde görülen yemlik ve yalaklara dair bir iz de bulunamamıştır120. Ahır kısmı genel olarak loş bir mekândır(Foto:15). Kuzey duvarda hiçbir açıklık bulunmazken, batı duvarda üç, güney duvarda iki pencere mekânı aydınlatmaktadır. Pencereler mazgal biçiminde olup, dar uzun ve içe doğru şevlidir. Üst kısımları yuvarlak biçimli bu 119 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 120 Ahır kısmında tıpkı yemlik ve yalak gibi hayvan bağlamak için herhangi bir halka veya kanca izinin kalmamış olması, tekel binası olarak kullanıldığı dönemin ve onarımların ahır kısmını aslî halinden önemli ölçüde uzaklaştırdığını göstermektedir. 48 pencereler –biri hariç- duvarların, tonoz üzengi hattı hizasında yakın bir yüksekliğe sıralanmıştır. Orta sahında yer alan pencere ise diğerlerine göre daha enli ve yüksek tutulmuştur. Orta sahnın tam ortasına denk gelen açıklıkta kare planlı bir açıklık bulunmaktadır. Bu açıklık dönemin diğer örneklerinde de sıklıkla rastlanan aydınlık feneridir. Vakıfların 1970’li yıllardaki onarımında burada, dökülmüş yerler moloz taşlarla dolgulanmış, betonarme hatıllar üzerine de demir profillerle bir konstrüksiyon yerleştirilmiştir121. Bugün bu kare alanın köşelerinde tuğladan pandantif parçaları görülmektedir. Restorasyon projesi müellifleri, aydınlık fenerinin aslî halinde kesme taştan, içte kubbe dıştan konik külah biçimli olduğunu, kubbeye de mevcut durumdan yola çıkarak tuğla pandantiflerle geçildiğini öngörmüştür122. Kervansaray, yıllarda daha Afyon ve sonraki çevresini egemenliği altına alacak Sahip Ata ailesinin bu yöredeki ilk imar faaliyetidir. bina, XIV. kadar Afyon Dolayısıyla yüzyıl ve başlarına çevresinde sürecek olan Sahip Ata Oğulları Foto 16: Ahır Bölümü Orta Sahnı 121 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu. 122 Aynı yer. Buna karşın 2005 yılındaki tesitlerimiz sırasında ahır kısmının çeşitli yerlerine gelişi- güzel atılmış olan bazı mukarnaslı kesme taş parçaları, aslî halinde kubbeye –tıpkı Aksaray Sultan Hanında olduğu gibi- mukarnaslı köşe dolgularıyla geçilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Bunun dışında aslî halinde kubbe kasnağında çeşitli sayıda pencerenin olduğu söylenebilir. 49 hükümranlığının bu çevreye yaptığı ilk yatırımdır. Sahip Ata Fahreddin Ali’nin yaptırdığı ve Eylül/Ekim 1249 yılında tamamlanan hanın, ünlü vezir tarafından, Akşehir’deki 1250’de yaptırdığı külliyesiyle aynı vakıf içerisine alındığı Osmanlı dönemi kayıtlarından anlaşılmaktadır123. Hanın bir külliye şeklinde, yakın tarihlerde yıkılan hamam ve mekteple birlikte inşa edildiği anlaşılmaktadır. Önge, yıkılmadan önce hamamın planını yayınlamıştır124 (Çizim:4). Bugüne ulaşamayan mektep ise II. Bayezid zamanında yıkılmıştır125. Her iki binadan günümüze herhangi bir başka bilgi ulaşmamıştır. Ünlü vezirin Akşehir’in bir köyünde ömrünün son yıllarını tamamladığı126 düşünülürse Afyon ve Akşehir yöresinin Sahip Ata ve ailesi için daima önemini koruduğu anlaşılmaktadır. Hanın avlu portaliyle Akşehir Sahip Ata Medresesinin portali arasındaki yakın benzerlik dikkat çekicidir. Yan bordürlerdeki yarım yıldızlar kavsarayı dıştan kuşatan dairesel madalyonlar, belli belirsiz kuşatma kemerleri, kapı açıklığının kemeri ve farklı renkte taş kullanımı, Sahip Ata’nın 1249 Eylül/Ekim’inde tamamlanan hanıyla, 1250 Nisan/Mayısına tarihlenen Medresesinde aynı ustaya görev vermiş olabileceğini düşündürmektedir. Konya’yı Akşehir yoluyla İstanbul’a bağlayan ana yollardan biri üzerinde yer alan kervansaray, yakın tarihlere kadar ayakta olduğu bilinen hamamı ile birlikte inşa edilmişti. 3.1.2- Hamam Ve Mektep Sahip Ata’nın Afyon İshaklıdaki kervansarayının kuzeybatısında yakın tarihlere kadar bir hamam mevcuttu. Nitekim H.Karpuz, 1980’li yıllarda bu hamamın 123 F.N.Uzluk, a.g.e., s.42-43. 124 Karpuz, a.g.m., Çizim 2. 125 Konyalı, Nasrettin Hoca Şehri…, s.282. 126 Bakınız bu çalışmanın “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Hayatı” başlıklı bölümü. 50 kalıntılarını tespit etmiştir127. Yapıyı 1930’lı yıllarda harap bir vaziyette gören UğurKoman, bu hamamın Hanın müştemilatı olduğunu belirtir128. H.Karpuz’un, Y.Önge’den naklettiği plana göre doğu-batı doğrultusundaki hamam, dikdörtgene yakın bir şemaya sahip olup, dört bölümden meydana gelmekteydi (Çizim:4). Kapısı doğu yönden bulunan binanın kapıdan sonra gelen ilk kısmı soyunmalık olduğu anlaşılmaktadır. Dikdörtgene yakın ve plana göre tavanla örtülü bu mekândan daha küçük ölçülerdeki, boyuna dikdörtgen ve beşik tonoz örtülü bir başka mekâna ulaşılmaktaydı. Bu mekânın ılıklık olduğu tahmin edilebilir. Buradan bir kapıyla geçilen ve duvarla iki kısma ayrılmış mekân ise sıcaklık olmalıdır. Birbirleriyle bir kapı vasıtasıyla irtibatlandırılmış bu iki bölüm, birer kubbeyle örtülüdür. Sıcaklığa kuzeyden bitişen ve batıda bir penceresi bulunan boyuna dikdörtgen planlı ve beşik tonoz örtülü bölümün ise su deposu olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın kuzey duvarının ortasında yer alan niş ise suyu ısıtan ocağın ağzı olmalıdır. Ne yazık ki bu binayla ilgili günümüze maddi bir iz kalmamıştır. Fatih dönemi tahrir kayıtlarında129 Sahip Ata’nın Saklu (İshaklı)daki eserleri arasında bir de mektepten bahsedilmektedir. Ancak binayla ilgili bir bilgiye sahip değiliz. 127 Karpuz (a.g.m., s.90, Res.6) hamamın yıkılmadan önceki bir fotoğrafını ve Önge’den aldığı bir planını yayınlamıştır. Buna karşın Yılmaz Önge’nin V.Milletlerarası Türk Kongresindeki yayınlanan tebliği başka bir konudadır. Dolaysıyla rahmetli Önge’nin hamamla ilgili tespitlerine birinci elden ulaşamadık. H.Karpuz’un Önge’den naklettiği bilgilerle yetinmek zorunda kaldık. 128 Uğur-Koman, a.g.e., s.99. 129 F.Uzluk, a.g.e., s.42. 51 Çizim 1: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı (Onarım Öncesi) Planı (Akok’tan İşlenerek) 52 Çizim 2: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı Kesitleri (VGM.Abd.Yp.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden) 53 Çizim 3: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı (Onarım Sonrası) Planı (VGM.Abd.Yp.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden) 54 Çizim 4: Afyon-İshaklı Sahip Hamamının Planları (H.Karpuz’dan) Ata Kervansarayı ve 55 3.2- Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 20–21 Ağustos 2005, 10–11 Şubat 2007. Sahip Ata’nın Akşehir’de bir külliye fikri çevresinde tertiplenmiş yapılarından günümüze medrese ve mescidi ulaşabilmiştir. Külliyenin diğer yapıları olan hânkah, matbah ve çeşmenin ise bugünkü medresenin tam karşısındaki metruk arazide yer aldığını, XX. Yüzyılı başlarına ait tespitlerden130 öğrenmekteyiz. Bugün müze olarak kullanılan medrese 1250, günümüze sadece kitabesi kalabilmiş olan hânkah ise, 1260 tarihlidir. Külliyenin diğer yapıları matbah, çeşme ve mescidin inşa tarihleri ise bilinmemektedir. Bilinen tarihlere göre külliye 1250–1260 tarihleri arasında tamamlanmıştır. Külliye, Akşehir’i, Nadir Köyüne oradan da İshaklı’ya131 bağlayan ana yolun üzerinde yer almaktadır(Harita:1) Harita 2: Sahip Ata Külliyesinin Akşehir’deki Yeri (Demiralp’ten) 130130 131 Uğur-Koman, (a.g.e., s.94.) imaretin mutfak ocağını zikredilen yerde tespit ettiklerini belirtirler. Bilindiği gibi Nadir, Sahip Ata’nın öldüğü yerdir. İshaklı’da ise bir hanı bulunmaktadır. Medresenin, Akşehir’i bu iki yere bağlaya yol üzerinde olması, Ortaçağ’da bu çevrenin sahibi olduğu anlaşılan Fahreddin Ali’nin, binalarını, belirli bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini düşündürmektedir. 56 Binanın Ortaçağ’da, Akşehir Kalesinin önemli bir noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim medresenin yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında sur kalıntılarına rastlanmıştır132. Bunun dışına Konyalı, medrese ve mescidin, “…kalenin methalinde…”133 olduğunu belirtir(Harita:2). Mescitle medresenin kuzeybatı köşesine eklenmiş, hânkah ve çeşmenin ise bu iki yapının teşkil ettiği yapı bloğunun –arada bir yol bırakacak şekilde- karşısında (batısında) yer aldığı anlaşılmaktadır. Külliyenin vakfiyesi günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın, Osmanlı dönemine ait evkaf kayıtlarından134, medresenin de dâhil olduğu ve içinde Akşehir’deki külliyenin hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi, imaretinin; ayrıca Sahip Ata’nın İshaklı’daki han ve mektebini de içine alan bir vakfın varlığını öğrenmekteyiz. 3.2.1- Medrese (Taş Medrese) Ortaçağ’da Kale’nin dışında135 ve kale kapılarından birinin karşısında yer alan medrese, birçok farklı isimle anılmıştır. Yaygın ismi “Taş Medrese”nin dışında bina, halk arasında “Halkalı”136, Osmanlı kaynaklarında ise “Halkalı” ve “Atabek 132 Yayınlara geçmemiş bu bilgiyi halen İnce Minareli Müzesi Müdürü olan ve bir önceki görevi Akşehir Taş Medresesi Müzesi Müdürlüğü olan Sn. Yusuf Benli iletmiştir. 133 Konyalı, a.g.e., s.279. 134 Uzluk, a.g.e, s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın Konya’daki Darü’l-hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme Kapısı’ndaki Dârü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini üstlendiğini bilmekteyiz. XVI yy. kayıtları için bkz. Ceylan, a.g.t., s.34. 135 Konyalı, Akşehir… s.279. 136 Sözen, a.g.e., s.22., Demiralp, a.g.e., s.57. 57 Gazi”137 gibi değişik adlarla anılmıştır. Kanunî dönemine ait Akşehir Evkaf defterlerinde ise binanın ismi, “Sahip Ata Medresesi” olarak geçmektedir138. Bugün Konya ili, Akşehir ilçesi Altunkalem Mahallesinde yer alan mescit ve medreseyi doğudan Afyon Caddesi, batıdan ise Dr.Aziz Perkun Caddesi sınırlamaktadır (Harita:2). Güneyinde müzenin bahçesi bulunan medrese ve mescidin kuzeyinde ise günümüz konutları yer almaktadır. Foto 17: Binanın XIX. yy.’daki durumu (Sarre’den) Foto 18: Onarım Sonrası bina. 137 C.Baltacı, XV-XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s.349. 138 Konyalı, a.g.e., s.285. 58 Medrese, portalin üzerinde yer alan üç satırlık kitabesi139ne göre, “Hüseyin oğlu Ali” tarafından H.Muharrem 648/ M. Nisan/Mayıs 1250140 tarihinde yaptırılmıştır. Kitabede unvanı “Emir-i Dad (Adliye Bakanı)” olarak belirtilen kişi, daha sonra vezir olacak olan Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Mescidin ise kitabesi yoktur. Mimarı bilinmeyen binanın vakfiyesi günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın, Osmanlı dönemine ait evkaf kayıtlarından, medresenin de dâhil olduğu ve içinde Akşehir’deki külliyenin hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi, imaretinin; ayrıca Sahip Ata’nın İshaklı’daki han ve mektebini de içine alan bir vakfın var olduğunu öğrenmekteyiz. Bu vakfa dair ilk kaydı, Fatih dönemi tahrir kayıtlarında bulmaktayız. Bu kayıtta medresenin müderrisinin Muhittin, vakfın mütevellisinin de Abdurrahman isminde bir şahıs Foto 20: Medresenin Kitabesi olduğunu öğrenmekteyiz141. 139 Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Demiralp, a.g.e, s.64. 140 Kitabeyi ilk kez okuyan Huart, (Konia…, s.107-110. ve Epigraphy…, s.28-34) tarihi yanlış bir şekilde H.613/M.1216 olarak tespit etmiş, yazıtta zikredilen Keykavus’unda I.İzzeddin Keykavus olabileceğini belirtmiştir. Bu yanlış tespiti, Sarre (Reisen in…,s. 22) ve Löytved (Konia…s.120-121.) Huart’ı kaynak göstererek tekrarlamıştır. Kuran (a.g.e., s.80) bu yanlışı Huart’ı kaynak göstererek tekrarlamış, M.1250 yılındaki kitabenin, binanın ikinci müdahalesine ait bir yazıt olduğunu şeklinde bir sonuç çıkarmıştır. Buna karşın kitabeyi doğru okuyan Konyalı (a.g.e., s.290), Akok (KonyaAkşehir’de Taş Medrese…, 6.), Soyman-Tongur (a.g.e., s.168-169), Samur (a.g.t., s.74.) ve Demiralp (a.g.e., s.64) medresenin M.1250 yılında yapıldığını belirtmişlerdir. 141 Uzluk,a.g.e., s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın Konya’daki Darü’l-hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme Kapısı’ndaki Darü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini üstlendiğini bilmekteyiz. 59 Bunun dışında evkaf kaydında, Akşehir ve Saklu (İshaklı)daki Sahip Ata eserlerine gelir olarak kaydedilen yerin isimleri bulunmaktadır. II. Beyazıt dönemine ait Akşehir vakıflarında ise medresenin müderrisinin ismini ve gelir yerlerini öğrenmekteyiz142. Kanunî dönemi kayıtlarından, Eğriköy ve Azarıköy’ün gelirlerinin medreseye ve Sahip Ata’nın Dâr’ül-Huffâzı’na vakfedildiği yazılıdır143. Bu dönemde medresenin müderrisi Deli Birader Mehmed bin Durmuş Efendi idi144. III. Murat dönemindeki kayıtlarda binaya, gelirleri vakfedilen yerlerin isimleri dışında, II. Beyazıt dönemine kadar hânkah olarak kullanılan binanın medreseye çevrildiği bilgisine rastlamaktayız145. Bu medrese 1522–38 yılları arasında fıkıh, kelâm ve hadis derslerin okutulduğu elli akçeli Harici medreselerden biriydi146. Mescit ve medresenin Osmanlı dönemine ait son kaydı, Konya Evkaf Defterlerinde yer alan H.1286/M.1869 tarihli binaların gelir-giderlerini gösteren belgedir. Buradaki vakfın mütevellisiyle evkaf görevlileri tarafından çıkarılan gelir-gider kayıtlarından, XVI. yüzyıldaki gelirlerinin bu yıllara kadar değişmeden geldiğini öğrenmekteyiz. Bunun dışında kayıtlar arasında müderris ve mescidin imamına ödenecek maaşların masraf cetvelinde yer alıyor olmasından, bu yıllarda her iki binanın da faal durumda olduğu anlaşılmaktadır147. Buna karşın binayı ziyaret eden ilk yabancı seyyah olan Huart, 1891 yılında binayı gördüğünde medrese ve mescit harabe halindeydi. Bu anlamda, medrese ve mescidin 1869–1891 yılları arasında bilemediğimiz bir nedenle, aslî 142 Ceylan, a.g.t., s.34. 143 Aynı yer. 144 Baltacı, a.g.e., s. 350. 145 Konyalı, a.g.e., s.282-284. 146 Baltacı, (a.g.e., s.39-40) Fatih döneminde bu tipe giren medreselerde Hidâye (Hanef-i fıkıh) derslerinin okutulduğunu belirtmektedir. 147 Uğur-Koman, a.g.e., s.93. 60 fonksiyonlarını sürdüremeyecek bir duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. UğurKoman148 1930’lı yıllarına ait tespitlerinde, medresenin uzun yıllardır tedrisattan mahrum bulunduğun belirtirken, 1922 yılına kadar binanın sadece birkaç hücresinin kullanıldığını, bu hücrelerin de diğer medreselerde okuyan öğrencilerin ikametine tahsis edildiğini belirtir. Medreseye ait 1869 tarihli gelir-gider kayıtlarında minare için de bir masraf kalemi bulunmaktadır149. Bu kayıt, medresenin Osmanlı dönemindeki ilk onarım kaydıdır. Ancak yapılan onarımın niteliği hakkında ne yazık ki bir bilgiye sahip değiliz. Bunun dışında medrese, 1910 yılında zamanın müftüsü tarafından onarılmak istenmiş, bu maksatla gerekli para tahsisi için başvurularda bulunulmuştur. Fakat müftü bu paranın çıkmasını beklemeden, yıkılmakta olan portalin taşlarını numaralandırarak sökmüş ve medresenin avlusuna istifletmiştir. Buna karşın gerekli tahsisat verilmemiş, portal söküldüğü gibi kalmıştır150. Medrese, 1950 yılında İmaret Camiinde yer alan bir takım eserlerin buraya taşınmasıyla beraber müze işlevini üstlenir. Bu tarihte başlayan onarım çalışmaları151, 8 Haziran 1965 tarihine kadar sürmüş, bu tarihte bina Arkeoloji Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Medrese 1985 yılında tescil edilip, 1989 koruma alanı kapsamına alınmıştır. Binadaki son onarım 148 Uğur-Koman, a.g.e., s.90. 149 Uğur-Koman, a.g.e., s.93. 150 Konyalı (a.g.e., s.294-295), bu taşların bir kısmının Akşehirli Rüştü Beyin Konağında ve Cumhuriyet mektebinin inşasında kullanıldığını belirtir. 151 Binanın Vakıflar’daki dosyasın (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1.) da yer alan bilgilere göre bu onarım çalışmalarında kuzey revaklarının ve ana eyvanın yenilendiğini tespit edebiliyoruz. 61 çalışmaları ise 1997–2001 yılları arasında gerçekleştirilmiştir152. Bugün bina müze olarak kullanılmakta olup, ziyarete açıktır. Binada mermer kullanımı yoğundur. Bugün, kısmen günümüze ulaşabilmiş portalde yer alan kırmızı damarlı beyaz mermer, Sarre’nin fotoğraflarında portal dışında, ön cephe eyvan, minare kaidesi ve Dârü’l-Kurrâ153 kapısında kullanılmıştır. Özellikle türbe eyvanında çift renkli mermer kullanımı dikkat çekicidir. Bunların dışında beyaz mermer ana eyvan ve avlu revaklarının sütunlarında görülmektedir. Sütunlar, Roma ve Bizans dönemine ait spolia başlıklara sahiptir. Spolia malzeme bunun dışında, Dâr’ul-Kurrâ denen mekânın kapısında da kullanılmıştır. Medrese ve mescidin duvarları moloz taştandır. Tuğla malzeme ise minare gövdesi, avlu revaklarının kemerleri, odaların tonozları, mescidin kubbe ve son cemaat mahallinde ve türbenin kubbesinde kullanılmıştır. Çini malzeme tuğla ile birlikte minare gövdesi, türbenin kubbe kasnağı ve geçiş öğeleri kubbe göbeğinde görülür. Bunların dışında onarımlar sırasında yapılan sıva raspaları sonucunda caminin mihrabının ve 152 Binanın Vakıflardaki kayıtlarına (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1.) göre 1997 onarımında şu işlemler yapılmıştır: Portalin orijinaline uygun olarak tamamlanması, mescidin kubbesinin üzerindeki muhdes eklentilerin temizlendikten sonra kurşunla kaplanması, mescidin duvarlarındaki çimento harçlı sıvaların raspa edilerek, horasan harcıyla yenilenmesi, mescit ve son cemaat yerinin orijinal döşemelerinin açığa çıkartılıp, harimin ahşap, son cemaat yerinin döşemesinin taş malzemeyle kaplanması, minaredeki eksik bölümlerin aslına uygun olarak tamamlanması, ayrıca 1. şerefe üzerine demir korkuluk yapılması, son cemaat yerindeki muhdes doğramaların sökülerek aslına uygun olarak tamamlanması. Vakıflardaki dosyada belirtilen bu bilgilerin dışında, binada, avlunun her iki yanındaki odaların duvarlarının ve türbe’nin kubbe eteğinde ve merkezinde yer alan çinili süslemelerin yenilenmesi gibi dosyada yer almayan işlemlerin, bu onarım sırasında gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. 153 Demiralp, (a.g.e., s.57.) bu mekânın sonradan eklenmiş ve Osmanlı dönemi kayıtlarında Darü’l- Kurrâ olarak zikredilen bir yer olduğunu belirtmektedir. 62 son cemaat yeri ile kuzeye açılan pencerelerin köşeliklerinde de çini malzeme bulunduğu anlaşılmıştır154. Medresenin XIX. yüzyıla ait fotoğraflarında (Foto:18) sağlam olarak tespit edilen portalin beden duvarlarını aşan bir yüksekliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak o günkü beden duvarlarının da aslî durumlarını yansıtmadığı aynı görüntülerden anlaşılabilmektedir. Onarımlar sonrası mevcut durumda ise beden duvarları, portal ve mescidin son cemaat yeri aynı yükseklikte olup ilk kademeyi meydana getirmektedirler(Çizim:6). İkinci kademeyi ana eyvan, üçüncü kademeyi türbe ve mescidin kubbeleri oluştururken, minare yüksekliği son algılanan mimari öğedir. Doğu-batı doğrultusunda uzanan medrese, dikdörtgene yakın bir şemaya sahip olup, açık avlulu ve dört eyvanlıdır (Çizim:5)155. Medresenin giriş cephesinin mescidin, kuzey güney Dârü’l-Kurrâ denilen ucuna ucuna da Foto 19: Medresesinin portali mekânın eklenmesiyle dikdörtgen şema, ters “T” biçimine dönüşmüştür. Avlunun doğu ucunda ve ana eyvanın kuzey ve güneyinde yer alan mekânlar temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Eski fotoğraflarından buraların aslî durumlarında kubbe ile örtülü oldukları anlaşılmaktadır(Çizim:7). Avlunun güney ucunda eş 154 155 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1. no.lu dosyada bulunan fotoğraflar. Giriş eyvanı günümüze ulaşamamıştır. Ancak mevcut izlerden aslî halinde var olduğu anlaşılabilmektedir. 63 genişlikte beş mekân yer alırken bunlardan ortada olanı bir eyvan olup, bilinmeyen bir tarihte daraltılarak odaya dönüştürülmüştür. Nitekim bu yöndeki revak kemerlerinden bu odanın hizasında olanı diğerlerinden daha geniştir. Avlunun güneybatı köşesinde ise batısına, bir kapıyla açılan ve sonradan eklendiği anlaşılan kareye yakın bir mekân bulunmaktadır. Giriş eyvanı ve iki yanındaki mekânlar günümüze ulaşamamıştır. Avlunun kuzey kanadında, ortadaki eyvanın doğusunda bulunan birbirinden farklı ölçülerde iki mekân ve batısında yer alan türbe mekânı ile eyvan bulunmaktadır. Kuzey cephe aynı düzlemde yer almayıp, doğu köşeden batıya doğru kademelenmektedir (Foto:23-24, Çizim:6). Bu kademelenme, cepheden taşıntı yapan kuzey eyvanının doğusundaki mekânla medresenin kuzeybatı köşesine eklenen mescit ve minareyle oluşmuştur. Cephedeki mevcut pencerelerin tamamı, kuzeydoğu köşede yer alan mescidin doğu ve kuzey duvarlarında bulunan açıklıklardır156. Mescidin kuzey ve doğu duvarlarında aynı kotta yer alan pencereler duvarların dikey Foto 21: Güney Cephe akslarında ve üst kısma yakın bir konumda yer almaktadır. Düşey dikdörtgen formlu ve lentoları sivri kemer biçiminde düzenlenmiş bu açıklıkların dışında, yine mescidin doğu duvarında, alt kotta, düşey 156 Demiralp (a.g.e., s.57, Şekil 42) ve Samur (a.g.t., s.75.) cephenin doğu köşesinde, ana eyvanın kuzeyinde yer alan mekânın kuzey duvarında da bir pencere olduğunu belirtmiş olsalar da, bu görüş, araştırmacıları hal-i hazırı yansıtmayan aslî haline ilişkin görüşleri olmalıdır. Bizde aslî halinde bu mekânın kuzey duvarında bir pencere açıklığı olduğunu düşünmekteyiz. 64 aksın güneyine kaymış vaziyette, üçüncü bir açıklık daha bulunmaktadır. Pencere düşey dikdörtgen formlu taş lentolu bir açıklıktır. Medresenin doğu cephesi (Foto:22), ana eyvan kemeri dışında yıkık olarak günümüze ulaştığından, cephenin aslî haline ilişkin bilgilerimiz çok azdır. Buna karşın medrese hakkında bilgi veren yayınlar, aslî halinde ana eyvanın iki yanındaki mekânların, kuzey duvarlarının tam düşey aksında birer pencere açıklığı olabileceğini belirtmiştir157. Güney cephede (Foto: 21), batı köşedeki mekân taşıntı yapmaktadır. Bu mekânın dışında aynı düzlemde yer alan cepheye, onarımlar sırasında çift sıra tuğla saçak ve beş adet çörten eklenmiştir. Foto 22: Medresenin doğu cephesi Bugün cephede herhangi bir açıklık bulunmamakla birlikte, Medreseyi inceleyen araştırmacılar, ana eyvanın güneyindeki mekânın güney duvarında bir pencere açıklığı olabileceğini belirtir158. 157 Sözen, a.g.e., s.23, Şekil 5., Akok, a.g.m., Planş 1., Samur, a.g.t., s.75., Demiralp, a.g.e., s.57, Şekil 42. 158 Sözen, a.g.e., s.23, Şekil 5., Akok, a.g.m., Planş 1., Samur, a.g.t., s.75., Demiralp, a.g.e., s.57, Şekil 42. 65 Batı (giriş) cephesinin, eski fotoğraflarından159 büyük kısmının kesme taş malzemeyle yapıldığı anlaşılmaktadır. Cephenin ortaya yakın bölümünde yer alan portalin güneyinde, medresenin güneybatı köşesinde yer alan mekânın kapısı dışında herhangi bir açıklık bulunmamaktadır (Foto:17). Kuzeyinde ise eski fotoğraflardan bu yöne doğru açılan bir eyvan olduğu anlaşılan, ancak son onarımlar sırasında kapatılarak bu yöndeki duvarına iki kare pencere açılan mekân ile mescidin son cemaat yeri vardır. Sivri beşik tonozla örtülü olduğu anlaşılan Foto 23: Medresenin kuzey cephesi eyvanın, Sarre’nin yayınladığı fotoğrafta (Foto:18) çift renkli taş örgüsüne sahip olduğu tespit edilmektedir. Ancak bu mekânın cepheye bakan yüzüne bir duvar örülerek bilahare kapatıldığı ve aslî fonksiyonundan uzaklaştırıldığı XIX. yy. Foto 23: Medresenin kuzey cephesi görüntülerden160 anlaşılmaktadır. Mekânın doğu duvarında bulunan kapı vasıtasıyla türbenin cenazelik katına ulaşılmaktaydı. Mescidin son cemaat yeri ise üç sütun 159 Sarre,a.g.e., Taf. XI. 160 Aynı yer. 66 üzerine oturan iki bölmeli bir açıklıktan ibarettir. Bu bölüm, cephenin diğer bölümlerinin aksine tuğla malzemeyle inşa edilmiştir161. Son cemaat yerinin doğu duvarında, duvarın düşey aksının güneyinde boyuna dikdörtgen bir pencere ile kuzeydoğu köşesinde hem harime hem de minareye açılan aynı formda bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Kuzeybatı köşede ise minare yer almaktadır. Minare, kesme taştan kare kesitli kaide üzerine tuğla silindirik gövdeden ibarettir (Foto:25-26). Kaideden gövdeye pabuç kısmı olmaksızın geçilmektedir. Kaidenin zeminden yarısına kadar olan kısmı kesme taş üst bölümü ise tuğladandır. Burada tuğlalar yatay istiflenmiş olup, her sırada ½ oranına atlamalı olarak yerleştirilmiştir. Kaidenin batı yüzünde merdiven dehlizini Foto 25: Minare (Onarım Sonrası) aydınlatan dar mazgal bir pencere bulunmaktadır. Düzensiz aralıklarla gövde üzerinde de pencereler yer almaktadır. Silindirik gövde tuğladan olup, şerefe üzerinde devam edip, onun da bir şerefe ile nihayetlenmesi döneminin açısından, nadir Anadolu örneklerden Selçuklu biridir162. Şerefelerden ilki mukarnaslı bir korniş olmadan gövdeye otururken, diğeri üç sıra mukarnaslı bir Foto 26: Minare (detay) bölüm üzerinde yer almaktadır. Sarre’nin fotoğrafında (Foto:18), şerefelerden ilkinin korkuluğunun dışarı doğru çıkma biçiminde ve bir korniş olmadan gövdeye 161 Onarımlar sırasında son cemaat yeri aslına uygun olarak tamir edilmiştir. 162 Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin…”, s.350–351. 67 bağlandığı görülmektedir. İkinci şerefe ise dışarı doğru kavis yapmakta ve üç sıra mukarnaslı bir korniş üzerine oturtmaktadır163. Genişlikleri birbirinden farklı dört yatay bordür, minarenin gövdesini dört bölüme ayırır. Kaidenin hemen üzerinden başlayıp birinci şerefeye kadar yükselen ilk bordürde boyuna gelişen ve baklava dilimlerinden olun bir kompozisyon yer alır. Burada yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki baklava motifleri turkuaz renkli çinilerle oluşturulmuştur. Bu ilk bölümü I. şerefenin altında çini mozaiklerle oluşturulmuş dar bir şerit sınırlamaktadır164. Sarre’in fotoğraflarından burada altıgen veya beşgen turkuaz ve siyah renkli çinilerden oluşan bir kompozisyonun yer aldığı anlaşılmaktadır165. I. Şerefeyi takip eden dar bordürde ise kilit örgü166 yer alır. Bu örgü I. şerefeye açılan sivri kemerli kapının üst hizasında nihayetlenmektedir. Üçüncü geniş bordürde ise yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki 45° lik açı yapan eğik çizgiler şeklinde düzenlenmiş turkuaz renkli çinilerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon vardır. Son bordürde ise birinci bordürde olduğu gibi baklava motiflerinden oluşturulmuş bir kompozisyon vardır. Ancak burada farklı olarak baklavaların ortalarında turkuaz renkli çinilerden oluşan küçük baklavalar yer almaktadır. Çift sıra kirpi saçalı bir korniş üzerine oturan II. şerefeye güney yüzünde yer alan sivri kemerli bir kapıyla ulaşılmaktadır. Minarede şerefelerde yer alan kapıların dışında üçüncü bir kapıda minarenin kaideden gövdeye geçilen kısmın hemen üzerinde doğu yüzde yer alır. Bu 163 Bugün ikinci şerefenin tuğla korkuluğu yerinde metal bir korkuluk vardır. 164 Onarımlar sırasında minarenin aslî halinde çini mozaik veya sırlı tuğla olması gereken yerleri tamamlanmıştır. Buna göre kaideden gövdeye geçilen ölümün hemen üzerinde ve I. şerefenin altında çini mozaikli iki kuşak yer almaktadır. Bu tamamlamalar kalem işi ile gerçekleştirilmiştir. 165 Samur (a.g.t., s.80) burada çinilerden oluşturulmuş bir yazı kuşağı olduğunu iddia etmişse de biz eski fotoğraflarda böyle bir veriye rastlamadık. 166 Bakırer, a.g.m., s.359. 68 kapı mescidin ve medresenin çatısına çıkışı temin ediyor olmalıdır167. Minarenin petek kısmı gövdeden daha dardır. Mevcut durumu ve Sarre’nin fotoğraflarındaki görüntüsü muhdes olduğunu düşündürmektedir168. Onarımlar sırasında kurşun külahı yenilenmiştir. Günümüz aslî durumunu kısmen koruyarak gelebilmiş olan portal (Foto:19), batı cephenin ortaya yakın bir bölümünde yer almaktadır. Kırmızı damarlı beyaz mermer malzemeden olan ve cepheden taşıntı yapmayan portalin, bugün, sadece kavsara başlangıcına kadar olan kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Sarre’nin fotoğrafı169 ve Huart’ın çiziminde170 1910 yılında Müftü Hacı Efendi tarafından tamir ettirilmek için sökülmeden171 önceki durumunu tespit edebildiğimiz portalin, mukarnaslı kavsarası kemer köşeliklerinde portal kemeri çevresindeki rozetlerle, en dıştan kuşatan bordürü sağlam olarak ayaktaydı. Bordürlerin üst kısımdaki bölümleri yıkıktır. Buna göre portali en dışta, süslemesiz düz bir silme, bunu bir kenarı kavisli daha dar bir silme takip etmektedir. Üçüncü bordürde ise kenarları yivlendirilmiş yarım yıldızların oluşturduğu boyuna gelişen bir kompozisyon yer almaktadır. Bu bordürü süslemesiz enli bir bordür takip ederken portal kemerinin oturduğu sütuncelerle bu bordür arasında ince, içbükey üç silme bulunmaktadır. Portal kemeri ince bir hat şeklinde yüzeyde algılanmakta olup, yedi sıra halindeki mukarnaslı kavsaranın kenarlarında on adet içleri farklı geometrik şekillerle süslü ve birbirinden 167 168 Demiralp, a.g.e., s.32. Demiralp, aynı yer. Minarenin 1869 yılında tamir gördüğü (Uğur-Koman, a.g.e., s.93.) düşünülürse, 1895-96 yılında binayı ziyaret eden Sarre’nin fotoğraflarındaki petek kısmının tamir sonrası görüntüsü olduğu söylenebilir. 169 Sarre, a.g.e., Taf.XII. 170 Huart, Souveniers…, s.107. 171 Konyalı, a.g.e., s.294. Müftünün kapıyı onartma işlemi gerçekleşmeyince, portalin sökülen taşları medresenin bir köşesine yığılmıştır. 69 farklı büyüklükte rozet yer almaktadır. Kavsara köşeliklerinde ise bu rozetlerden daha büyük boyutlarda iki rozet daha bulunmaktadır. Mukarnas sıralarının altında bugün portalin üstüne tek taş olarak konulmuş olan kitabe yer almaktaydı (Foto:20). Üç satırlık kitabede medresenin 1250 Nisan/Mayıs’ında Emir-i Dad Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırıldığı yazılıdır172. Yarım daire profilli sütunceler su basmana zar biçimli başlıklarla oturmaktadır. Sütuncelerin iki katlı başlıkları saksı biçimli olup süslemesizdir. İki kenarda yer alan mihrabiyeler günümüze ulaşabilmiştir. Dört sıra mukarnaslı bir kavsaraya sahip olan mihrabiyelerin köşeliklerinde ise portaldakilere benzer geometrik geçmelerden oluşan iki rozet bulunmaktadır. Mihrabiyeleri üç yönden çift sıra süslemesiz iki bordür kuşatmaktadır. Portal kapısını boyuna yerleştirilmiş ve birbirine geçmelerle bağlanan mermer blokların meydana getirdiği basık kemer örtmektedir. Kapı üzengi seviyesinde yarım daire biçimli ve profilli konsollarla içe taşıntı yapmaktadır. Basık kemerle kitabe kuşağı arasında ise birbirine yine geçmelerle bağlanan çift renkli mermerlerin meydana getirdiği atkı taşı bulunmaktadır. Gerek Huart gerekse Sarre’nin fotoğraflarında portal nişini muhdes bir ahşap kapının örttüğü görülmektedir. Bugün portal nişinden avluya doğrudan geçilmesine karşın, gerisindeki giriş eyvanının temel izleri tespit edilebilmiştir (Çizim:5)173. Giriş eyvanının her iki yanındaki mekânlar yıkılmıştır. Mevcut izlerden giriş eyvanının kuzeyinde bir güneyinde iki mekânın bulunduğu anlaşılmıştır174. Söz konusu mekânların örtüleri 172 Kitabenin transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz. Demiralp, a.g.e., s. 63-64. 173 Samur, a.g.t., s.74., Demiralp, a.g.e., s.59. 174 Kuran, a.g.e., s.81., Sözen, a.g.e., s.29., Samur, a.g.t., s.74., Demiralp, a.g.e., s.59. 70 hakkında fikir verebilecek bir iz görülmemektedir. Giriş eyvanından 8 x 17 m. ölçülerindeki avluya geçilmektedir175. Avlunun kuzey ve güney kanadında dörder silindirik sütunun taşıdığı beşer kemer gözü açıklıktan ibaret revaklar bulunmaktadır. Her revak gözü, avluya dik uzanan sivri beşik tonoz ile örtülüdür. Ancak, güney kanattaki revak gözlerinden ortadaki hariç, diğerlerinin yuvarlak beşik tonozla örtülü olduğu tespit edilmektedir. Güney ve kuzey kanattaki revakların ortalarındaki kemer açıklıkları diğerlerine göre daha geniştir. Sütun başlıklarından ikisi Bizans döneminden VI. Yüzyıla, ikisi Roma döneminden 3–4 yüzyıla ait korint kompozit taşlardır176. Revaklarda, sütunlardan hücre duvarlarına yuvarlak kemerler uzanmaktadır. Güney revağının gerisinde yaklaşık eş büyüklüklerde beş hücre sıralanmaktadır (Çizim: 6, Foto: 33). Kuzey - güney doğrultusunda uzanan hücreler, sivri beşik tonozlarla örtülüdür. Her mekânda boyuna dikdörtgen Foto 33: Avlunun güney kanadındaki mekân ve revaklar 175 Medrese planının geneline bakıldığında bazı asimetrik ve çarpık bölümler olduğu görülür. Buna karşın kimliğini bilemediğimiz mimarın, portal ile ana eyvanı aynı aksa yerleştirmek ve tam dikdörtgen ölçülerdeki avlunun da bu aksa uygun hizalanmasında azami dikkat gösterdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yan eyvanların önündeki revak açıklıklarının da eşit olmasına da çok önem ve öncelik verdiği hemen dikkati çekmektedir. 176 Akok, a.g.m., s.7. Peter Kuniholm (Dendrochronologically Dated Otoman Monuments”, in U.Baram and L.Carroll, eds., A Historical Archaeology of the Otoman Empire: Breaking New Ground, New York 2000, pp. 93-136 (127)) yaptığı dendrokronolojik analizin sonuçlarına göre, söz konusu kirişleri birbirne bağlayan ahşap hatıllarn 1197 tarihinde kesildiğini belirtmektedir. 71 formlu birer pencere ve kapı bulunmaktadır. Pencereler basık, kapılar ise yuvarlak kemerli olup, kapı kemerlerini boyna yerleştirilmiş tuğlalardan yuvarlak bir çerçeve kuşatmaktadır. Mekânların güney duvarlarının ortalarında muhdes177 birer ocak nişi yer almaktadır. Ortadaki hücrenin önündeki revak açıklığının diğerlerine göre geniş tutulmuş olması bu mekânın aslî halinde eyvan olduğunu düşündürmektedir178(Çizim:7). Foto 27: Darü’l-Kurra Kapısı Binanın güneybatı köşesindeki mekân batı cepheye bağımsız bir kapı ile açılmaktadır. Dikdörtgene yakın planlı mekân, giriş eyvanının güneyinde bulunan mekânla içten bir kapı ile irtibatlıdır. Batı cepheye açılan boyuna dikdörtgen formlu kapısının ise lento ve söveleri spolia malzemedendir. Kapı bugün molozlarla doldurularak iptal edilmiştir (Foto:27). Mekânın kuzey duvarı ile avlunun 177 178 Aynı yer. Mekânlardaki ocak nişlerinin muhdes olduğu dikkati çekmektedir. Bu kanattaki mekânlardan ortadakinin de önündeki revak açıklığının simetriğindeki eyvanınkiyle eş ve iki yanındakilerden daha büyük ölçülerde olması aslî halinde bir eyvan iken bir mekâna dönüştürüldüğünü göstermektedir. Ayrıca güney kanattaki mekânların kapı ve pencere formları, kuzey kanattakilerden farklıdır. Bu durum bizce tarihini tam olarak bilemediğimiz bir onarım sonrası gerçekleştirilmiş değişikliklerdir. Medresenin Cumhuriyetin ilk yıllarında aslî fonksiyonunu kaybetmesine rağmen, başka medreselerin öğrencilerine barınak olarak kullanıldığı düşünülürse (bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.90.), güney eyvanın mekâna dönüştürülmesi, odalarda ocak nişleri açılması, oda kapılarının yanlarına birer büyük boyutlu pencere açılması gibi müdahalelerin bu kullanım için yapıldığı söylenebilir. 72 güneybatısındaki mekânın bitiştiği yerdeki dilatasyon, bu duvarın muhdes olabileceği izlenimini uyandırmaktadır179. Araştırmacıların Dârü’l-Kurrâ veya Dârü’l-Huffâz belirttiği180 olabileceğini mekânın örtüsü yıkılmıştır. Avlunun doğu kanadını, ana eyvan ve kuzeyiyle güneyinde yer alan birer mekân teşkil etmektedir Foto 30: XIX. yy.da ana eyvan (Sarre’den) (Çizim:6). Ana eyvanın iki yanındaki mekânlar Sarre’nin fotoğrafında da (Foto:30) kapıları moloz malzemeyle doldurularak iptal edilmiş görülmektedir. Bu durum XIX.yüzyılın sonlarında bu iki mekânın kullanılamaz bir durumda olduğunu göstermektedir. Bu fotoğraflarda mekânların sivri kemerli kapılara sahip olduğu görülmektedir. Kare planlı mekânlar onarımlar sırasında Türk üçgenleriyle geçilen kubbelerle kapatılmıştır. Onarımlar sonrasında mekânların doğu, güney ve kuzey duvarlarında birer pencere açıklığı eklenmiştir. Onarımlar sırasında aslî durumuna yakın bir şekilde onarılan ana eyvan, portaldeki gibi kırmızı damarlı beyaz mermerden yapılmıştır (Foto:31). Günümüze ulaşamayan eyvanın mermer beşik tonozlu örtüsü181, 1965 onarımları sırasında tuğla malzemeden yenilenmiştir. Avluya doğru hafif taşıntı yapan eyvanın cephesinde en dışta süslemesiz ince bir bordür yer alırken, onu, enli bir bordür takip eder. Burada her birinin tepelerinde altı kollu birer 179 Demiralp (a.g.e., s.57, dipnot 240) eski müze müdüründen aldığı bilgiye göre tesisat için yapılan kazıda bu duvarın temeline ait orijinal izler tespit edildiğini belirtmektedir. 180 Mekânın örtüsünü, Kuran (a.g.e., Şekil 42) ve Akok (a.g.m., s.7, Planş 1) kubbe, Sözen (a.g.e., Şekil 5) ise sivri beşik tonozlu olarak restitüsyonlarına yansıtmışlardır. 181 Samur, a.g.t., s.74-75. 73 yıldız bulunan yarım yıldızların yer aldığı boyuna gelişen geometrik açık bir kompozisyon bulunmaktadır. Bu bordürü iki içbükey, süslemesiz dar silme takip eder. Portalin sivri kemeri yüzeyden biraz içerlek tutulmuş olup bunun köşeliklerinde, üzerinde, yıldız ve dörtgenlerden oluşan açık geometrik bir süslemenin yer aldığı iki kabara bulunmaktadır. Kemer köşelerde zar şekilli başlık ve kaideye sahip iki silindirik sütunceye oturmaktadır. Kemer üzengi seviyesinde içe doğru taşıntı yapan iki konsola sahiptir. Ana eyvana tek basamakla ulaşılmaktadır. Bugün herhangi bir açıklığa sahip olmayan ana eyvanın yüzyılın başlarına ait fotoğraflarında182 doğu duvarında boyuna dikdörtgen formlu bir pencereye sahip olduğu tespit edilmektedir. Bu görüntülerde eyvanın içinde bazı ahşap bölmeler ve bu bölmelerin kapı ile pencereleri dikkati çekmektedir. Biz, bu muhdes eklemelerin, binanın başka medreselerin öğrencilerine yatakhane görevi üstlendiği183 XX. Yüzyılın başlarına ait bir düzenleme olduğunu düşünmekteyiz. Avlunun kuzey kanadı, ortadaki eyvan ile bunun iki yanındaki ikişer mekândan ibarettir (Çizim:5). Mekânların önündeki tuğla malzemeli revaklardan eyvanın diğerlerinden daha Foto 31: Onarımlar Sonrası ana eyvan 182 Türk Tarih Kurumu arşivinden bulduğumuz bu fotoğraf yaklaşık 1910 lı yıllara aittir. 183 Uğur-Koman, a.g.e., s.90. önündeki 74 geniştir (Foto:32). Sivri beşik tonozlu revaklar mekânların duvarlarına yuvarlak kemerlerle bağlanmakta olup, revak kemerleriyle duvarlar arasında ahşap gergiler mevcuttur. Eyvan kare planlıdır ve beşik tonoz örtüye sahiptir. Mekânın batı duvarında, sağlayan türbeye bir geçişi açıklık yer almaktadır. Eyvanın önünde eyvan başlangıç kemerinin bulunduğuna dair konsol izleri bulunmaktadır184.Eyvanın doğusundaki iki mekândan doğuda olanı kareye yakın Foto 32: Onarımlar Sonrası kuzey eyvan. planlı olup, beşik tonoz örtüye sahiptir. Mekânın kapısı basık kemerlidir ve aynı aksta, üstte bir sivri kemerli pencereye sahiptir. Üç yönden tuğladan bir bordürün çevrelediği pencere, onarımlar sırasında tuğladan bir şebekeyle kapatılmıştır. Bunun batısındaki dar dikdörtgen planlı mekân, avlu ile bağlantısını sağlayan basık kemerli kapısının genişliğindedir. Mekân, bursa kemeri kesitli bir tonoz ile örtülüdür185. Eyvanın batısında türbe ve aslî halinde batı cepheye eyvan şeklinde açılan bir mekân bulunmaktadır. Söz konusu eyvan şeklindeki mekânın doğu duvarında türbenin kriptasına geçişi sağlayan açıklık yer almaktadır. Ayrıca bu mekândan güneyinde bulunan ancak günümüze 184 Demiralp, a.g.e., s.60. 185 Demiralp (a.g.e., s.60.) bu mekânın kuzeyindeki dış avluyla iç avlunun bağlantısını sağlayan dar bir dehliz izlenimini uyandırdığını belirtmektedir. Biz mekânın, herhangi bir açıklığa sahip olmaması ve dar ölçülerde olmasından ötürü depolamaya ilişkin bir birim olduğu kanaatindeyiz. 75 ulaşamayan giriş eyvanının kuzeyindeki mekâna ve son cemaat yerine geçişi sağlayan iki açıklık186 daha bulunmaktaydı (Çizim:7). Foto 35: Türbe kubbe göbeğindeki çini madalyon Foto 36: Türbe kubbe geçiş öğelerindeki sırlı tuğla süsleme. Kare planlı türbe, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür(Foto:36). Kubbe onarımlar öncesinde çamur harçla sıvalı iken, tamirler sonrasında üzerine kurşun kaplama yapılmıştır. Güney duvarında basık kemerli bir kapı ve kapının üstünde aynı düşey aksta yer almak üzere sivri kemerli bir pencere bulunmaktadır. Mekânın kuzey187 ve batı duvarlarında ise dikdörtgen kesitli birer niş yer almaktadır. Türbenin beden duvarları moloz taştan, geçiş öğeleri ve kubbesi ise tuğladandır. Yetkin, 186 Söz konusu açıklıklar, daha sonra örülerek niş haline getirilmiştir. Özellikle son cemaat yerine geçiş temin eden kapının gereği tartışmalıdır. Zira aslî halinde bir eyvan olan mekândan son cemaat yerine geçiş zor olmamalıdır. Bu kapının, Sarre’nin fotoğraflarında görüldüğü şekliyle eyvanın batı yüzünün örülerek kapatılması sonrası açılmasına lüzum hissedilmiş olmalıdır. Nitekim eyvanın güney duvarındaki açıklığın da bu müdahale sırsında tanzim edildiği düşünmekteyiz. Biz, bu düzenlemenin Sarre’nin ziyareti olan 1895’den önce olduğunu iddia ediyoruz. Uğur-Koman (a.g.e., s.90) ın haber verdiği ve binanın başta minare olmak üzere birçok bölümünde düzenlemelerin gerçekleştirildiği 1869, bu müdahaleler için uygun bir tarihtir. 187 Samur (a.g.t., s.77.) kuzey duvardaki nişin aslî halinde mescitle bağlantıyı sağlayan bir kapı olduğunu belirtmektedir. Araştırmacı, mescitten türbeye geçişi kontrol için bilahare kapatılmış ve niş haline dönüştürülmüş olabileceğini iddia etmektedir. İz mekânın batı duvarında da benzer formda bir niş bulunmasından yola çıkarak, aslî halinde niş şeklinde düzenlenen kuzey duvardaki açıklığın, bilemediğimiz bir tarihte, mescitle bağlantısının sağlanmak için kapıya tahvil edildiği, Samur’un incelemelerini yaptığı yıllara bu durumuyla ulaştığı onarımlar sonrasında da tekrar niş haline dönüştürüldüğünü düşünmekteyiz. 76 onarım öncesinde mekânın duvarlarının turkuaz ve mor renkte çinilerle kaplı olduğunu belirtir188. Türk üçgenleri şeklindeki geçiş öğelerinde yatay istiflenmiş tuğlaların aralarında turkuaz sırlı tuğlalar (Foto: 36) yer almaktadır. Burada sırsız ve sırlı tuğlalar nöbetleşe dizilerek üçgenli kuşaktaki her üçgenin ortasında bir baklava birimi meydana getirmektedir189. Kubbe eteğini, yaklaşık 50 cm. genişliğinde turkuaz ve patlıcan moru çini mozaik parçalarla oluşturulmuş örgülü kûfî yazıya benzeyen bir bordür süslemektedir (Foto:37). Burada beyaz renkte alçı zemin üzerine patlıcan moru çinilerle merkezindeki daireden, kolları, üstteki yazıya benzeyen bölüme uzayan ve aralarındaki bölümlerin ise turkuaz çini mozaiklerle doldurulduğu geometrik karakterli bir süsleme yer almaktadır. Geometrik karakterli enine gelişen bu açık kompozisyondaki boşluklara patlıcan moru çini mozaiklerle damla motifleri yerleştirilmiştir. Bu çini frizi 2/3 ü günümüze harap bir durumda ulaşabilmiştir. Kubbe yüzeyinde yer yer Foto 37: Türbe kubbe kasnağındaki çini süsleme rastlanan çini kırıkları, aslî halinde yatay istiflenmiş tuğlaların aralarında çini süsleme olduğunu göstermektedir. Kubbe göbeğinde ise turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle oluşturulmuş kapalı geometrik bir kompozisyon yer almaktadır(Foto:35). Burada merkezdeki sekiz kollu yıldızdan uzayan turkuaz renkli şeritlerin aralarda oluşturduğu sekiz adet bölüme beşgen patlıcan moru çini parçaların yerleştirilmesinden meydana gelen bir süsleme bulunmaktadır. Madalyonun çevresi turkuaz sırlı tuğlalarla oluşturulmuş iki dairesel 188 Yetkin, a.g.e., s.59. 189 Bakırer, Tuğla Kullanmı…, s.401. 77 bordürle kuşatılmıştır. Onarımla öncesi türbenin batı duvarına dik bir şekilde yan yana konumlanmış üç toprak sanduka yer alıyordu. Uğur-Koman, bu sandukaların Sahip Ata’nın ailesinden kişilere ait olabileceğini belirtmektedir190. Türbenin kripta bölümüne batısındaki eyvanın batı duvarından ulaşılmaktadır. Kapı ve merdiven yarıya kadar zemine gömülmüştür. Medrese’nin tarihi portalin üzerinde yer alan kitabeye göre 1250’dir. Mescidin ise kitabesi yoktur. Samur191, mescidi genel planı ve çini süsleme özelliklerine dayanarak yüzyılın ilk yarısına tarihlemektedir. Biz, gerek medreseyle bitişme tarzı gerekse malzeme özelliklerine dayanarak aynı inşa dönemin ait olduğunu düşünmekteyiz. Onarımların yapıldığı yıllara, büyük oranda tahrip olmuş bir şekilde ulaşan yapı bloğu, açık avlulu bir plana sahip medreseyle, onun kuzeybatı köşesine eklenmiş mescit ve minareden oluşmaktadır. Giriş cephesi, aslî halinde anıtsal portal, eyvan, iki bölümlü son cemaat yeri ve minare gibi bölümlere sahip olmasının dışında, mermer ve tuğla (bazı bölümlerinin çinili olduğu anlaşılmakta) malzemenin, aynı cephe düzenlemesinde kullanılması açısında da dikkat çekicidir. Girişin iki yanında bulunan günümüze ulaşamamış mekânların doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozlu iki mekânı ihtiva ettiği, onarım öncesine ait tespitler ve izlerden anlaşılabilmektedir (Çizim 7). Medresenin güneybatı köşesinde bulunan ve ön cepheye bağımsız bir kapı ile açılan kareye yakın planlı mekânın ise kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Bu mekânın, girişin güneyindeki mekâna açılan kapısında görülen dilatasyon, girişin muhdes olduğu ve mekânın doğusundaki avluya açılan bir 190 Uğur-Koman, (a.g.e., s.89-90.) bu üç sanduka nedeniyle halk arasında bu türbeye “Üçler” denildiğini belirtmektedir. 191 Samur, a.g.t., s. 79. 78 tahliye kapısının dışında medrese ile bağlantısı olmadığı anlaşılmaktadır. Kuran192, mekânın Dâr’ül-Kurrâ veya Dâr’ül-Huffâz olarak kullanılmış olabileceğini iddia eder ki, Osmanlı kayıtlarında da geçmektedir193. Avlunun güney kanadının yapılan müdahalelerle zaman içinde aslî halinden uzaklaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu yöndeki revak gözlerinden ortada olanının diğerlerinden geniş olması, bu açıklığın gerisindeki mekânın aslî halinde tıpkı simetriğindeki mekân gibi eyvan olduğunu ortaya koymaktadır (Çizim 7). Avlunun güney kenarındaki mekânların kapı ve pencere düzenlemelerinin diğer oda girişlerinden farklı oluşu, burada geç dönemde bir müdahale olduğunu göstermektedir. Nitekim XX. yüzyılın başlarına ait fotoğraflarda bu kullanıma ait veriler tespit edilebilmektedir. Aynı görüntülerde ana eyvanda da muhdes eklemelerin olduğu görülmektedir. Ahşaptan paravanlarla eyvanı üç gözlü bir mekâna dönüştüren bu müdahalenin güney kanattaki odalarla birlikte ve Uğur-Koman’ın ifade ettiği şekliyle, Akşehir’deki diğer medreselerin öğrencilerin ikametine tahsis edildiği yıllara ait olmalıdır. Güney kanattaki mekânlarda bulunan muhdes ocak nişleri de bu kullanımı destekler nitelikte detaylardır. Aynı görüntülerde avlunun kuzey kanadında bu türlü bir müdahale görülmemektedir. Bunun sebebi bu kanattaki mekânların azlığı ve şekilleri olmalıdır. Bu kanatta eyvanın doğusunda iki oda bulunmaktadır. Bunlardan eyvanın doğusundaki ilk mekânın, herhangi bir açıklığı bulunmayan dar bir dehliz şeklinde planlandığı görülmektedir. Bu haliyle mekânın ikamete uygun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ana eyvanın yanındaki mekânlar bugün yıkılmıştır. Mevcut izlerden bu mekânların kubbeyle örtülü ve avluya birer kapıyla irtibatlı iki mekân oldukları anlaşılmaktadır. Türbede onarımlardan önce üç sanduka vardı. Bu sandukaların kime ait olduğu 192 Kuran, a.g.e., .81. 193 Ceylan, a.g.t., s.34. 79 bilinmemektedir. Uğur-Koman194, bunların Sahip Ata’nın ailesinden kişilere ait olabileceğini belirtmektedir. Türbenin özellikle geçiş öğeleri kubbe eteği ve kubbe göbeğinde, Konya’daki Türbesi ve Mescidinde özellikle görülen süslemelerin benzerlerinin bulunduğu mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Mescidin ise Sahip Ata’nın Tahir İle Zühre Mescidi diye tanınan bina ve Konya’da birçok mescitlerde görülen plan ve süsleme özelliklerine sahip olduğu tespit edilmektedir. Mescidin hariminin kubbe eteği ve göbeği ile geçiş öğelerindeki süslemelerin kalan izlerden türbedekilere benzediği görülmektedir. Onarımlar öncesi herhangi bir sanat özelliği taşımayan yağlı boya ile kapılı mihrabının ise, yapılan raspalar sonrası çinili olduğu anlaşılmıştır. Kuzeybatı köşesinde yer alan minare ile mescidin bitişme tarzı Sahip Ata’nın Konya’daki İnce Minareli Mescit diye tanınan binadakini hatırlatmaktadır. Burada da minareye son cemaat yerinden geçilmekte ve minare, mescitle birlikte medresenin güneydoğu köşesinde yer almaktadır. 3.2.2- Mescit Medresenin kuzeybatı köşesine eklenmiş olan mescit, Türk üçgenleriyle geçilen kubbeli harim ile bunun batısındaki ortadaki kemer ile ikiye ayrılan son cemaat yerinden oluşmaktadır. Sivri beşik tonoz örtülü son cemaat yerinden bir kapı ile geçilebilen minare ise yapının kuzeydoğu köşesinde bulunmaktadır. Medresenin kuzeybatı köşesine yerleştirilmiş olan mescit, kare planlı harim ve onun batısına eklenmiş iki bölümlü bir son cemaat yerinden ibarettir (Çizim:5). İki bölümlü son cemaat yerini kuzeyden minare kaidesi güneyden türbenin eyvanı sınırlamaktadır. Son cemaat yerinde, iki sivri kemer, üç sütun üzerine oturmaktadır. Son cemaat yerinin, onarımlar sonrası tamamıyla tuğlayla tamir edilmiş olan duvar yüzeyleri 194 Uğur-Koman, a.g.e., s. 90. 80 Sarre’nin fotoğrafında sıvalıdır(Foto:28). Onarım öncesine ait bazı tespitlerde195 revağın cephesinde, duvar yüzeylerinde ve pencere sövelerinde çini süsleme bulunduğu belirtilmektedir. Foto 28: XIX. yy.da mescit (Sarre’den) Foto 29: Onarım sonrası mescit Ortadaki sütundan harim duvarına uzanan sivri bir kemer ile ikiye ayrılmış olan son cemaat yerinde, bu bölümlerden kuzeydeki kırık kemerli bir tonoz güneydeki ise beşik tonozla örtülüdür (Foto:29). Harimin batı duvarından son cemaat yerine açılan üç açıklık bulunmaktadır. Bunlardan ikisi güneydeki kemer gözünün ortaya yakın bir bölümüne, bölümüne almaktadır. duvarın aynı orta aksta Alttaki yer boyuna dikdörtgen formlu, üstteki ise sivri kemerli196 bir penceredir. Üstteki açıklık, Sarre’nin fotoğrafında doldurularak Foto 38: Onarım sonrası mescidin iç mekânı 195 Uğur-Koman, a.g.e., s.91. 196 Uğur-Koman (Aynı yer) bu pencerenin çini süslemeye sahip olduğunu tespit etmiştir. 81 kapatılmıştır. Diğer açıklık ise kuzeybatı köşede yer alan boyuna dikdörtgen forma sahip kapıdır. Mermer lento ve sövelere sahip bu kapıdan harime geçilirken, bu girişin kuzey duvarı üzerindeki kapıyla minareye ulaşılmaktadır. Kare planlı harim, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Onarımlar sonrasında kurşunla kaplanmış olan kubbenin, yapılan raspa çalışmaları sırasında çamur sıvalı ve muhdes bir tambura sahip olduğu, bunun kaldırılması sonrasında tuğla malzemeli kubbenin piramidal bir biçimde yükselen bir forma sahip olduğu anlaşılmıştır197. Aslî halinde moloz taştan olan harimin bugün duvarları sıvalı ve badanalıdır. Mekânın doğu duvarında aynı hizada, duvar aksının biraz güneyine kaymış şekilde iki pencere vardır. Bunlardan altta olanı boyuna dikdörtgen formlu zemine yükseklikte bulunmaktadır. yakın bir Foto 39: Onarım sonrası mihrap Yüzeyden biraz içerlek tutulmuş olan üstteki ise sivri kemerli olup dikdörtgen bir pano içine alınmıştır. Bununla aynı yükseklikte ve formda yer alan kuzey duvarındaki açıklık ise duvarın düşey aksında bulunmaktadır. Bu sivri kemerli pencerelerle aynı hizada, mekânın batı ve güney duvarlarında aynı formda iki niş vardır. Mekânın doğu duvarında ise son cemaat yerine açılan biri kuzeybatı köşedeki kapı, diğerleri batı duvarının ortasına aynı hizada altlı-üstlü sıralanmış iki pencereden oluşan üç açıklık yer almaktadır. Son yıllarda mekânın kuzey duvarına demir bir kirişle taşınan ahşap bir mahfil eklenmiştir. Güney duvarının ortasında yer alan 197 Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1 no.lu dosyada yer alan 8-9-10 nolu fotoğraflar. 82 mihrap onarımlara kadar yağlı boyalı idi. Onarımlar sırasında yapılan sıva raspası sonucunda orijinal mihrabın çini süslemeli olduğu anlaşılmıştır198 (Foto:38–39). Buna göre tuğla mihrabın, sivri kemerli bir kavsaraya en dışta palmet-rûmî kombinasyonuna dayanan bitkisel süslemeli bir bordürle kuşatıldığını; kavsaranın mukarnas sıralarından en üstte olanının da altıgen çini mozaik parçalardan oluşan geometrik süslemeye sahip olduğu tespit edilebilmektedir. Onarım öncesi bulunan muhdes minber ve ahşap döşeme çalışmalar neticesinde kaldırılmıştır. Mescidin kubbe eteğinde yaklaşık 50 cm.lik bir boşluk göze çarpmaktadır. Yüzeyden içerlek bu bölümün kalan bazı izlerden aslî halinde -tıpkı türbede olduğu gibi- çinili bir kuşağı ihtiva ettiği anlaşılmaktadır199. Bunun dışında, kubbede geçiş öğelerinin aslî halinde çinili olduğu kalan bazı izlerden tahmin edilebilmektedir. Kubbe göbeğinde ise nispeten sağlam kalabilmiş bir süsleme bulunmaktadır. Burada, on kollu yıldızdan gelişen, turkuaz renkli çini mozaik parçalardan oluşan geometrik bir süslemenin yer aldığı tespit edilebilmektedir. Bunların dışında, batı ve güney duvarlarda üst kotta yer alan sivri kemerli nişlerin içlerinin de, vaktiyle çinilerle süslü olduğu kalan izlerden anlaşılabilmektedir. 3.2.3- Hânkah, Matbah Ve Çeşme Bugün Taş Eserler Müzesi olarak hizmet veren Akşehir Sahip Ata Medresesinin avlusunda 1.91 x 0.63 m. ölçülerinde bir kitabe yer almaktadır. Sülüs hatla üç satır halinde yazılmış olan kitabede H.659/1260–1261 yılında Vezir Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırılmış hânkahtan bahsedilmektedir200(Foto:34). Vezir201 198 Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1 no.lu dosyada yer alan 29-30 nolu fotoğraflar. 199 Samur, a.g.e., s.79. 200 Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Demiralp, a.g.e, s.64. 83 Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından Akşehir’deki medresesinden 11 yıl sonra yaptırıldığı anlaşılan binadan herhangi bir iz günümüze ulaşmamıştır. Hânkaha dair ilk kayda Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait Karaman Evkaf Defterlerinde rastlamaktayız. Burada, “Sahip Ata Hânkah Medresesi”202 ne gelir olarak vakfolunan Akşehir ve çevresindeki köylerin isimleri bulunmaktadır203. Osmanlı dönemindeki bir başka kayıt, III. Murat dönemine aittir. Burada, hânkahın daha önceki gelirlerine Emir Yavi Medresesininkilerin eklendiği belirtilir204. Huart 1890’lı yıllardaki araştırmaları sırasında, binanın harap durumda olduğunu ifade etmekle yetinmiştir. Kitabesini okuduğu özelliklerinden Koman, XX. binanın mimari bahsetmez205. Uğur- yüzyılın başlarında, Medresenin karşısında yer alan hânkahın yıkıldığını, portaline ait taşların ise Foto 34: Hânkahın kitabesi 201 Sahip Atanın yapılarında “Ulu Vezir” tabiri ilk kez Hânkah kitabesinde görülmektedir. Sahip Ata 1258–59 yıllarında Saltanat Naibi, 1260 yılında ise Vezirlik görevine getirilmişti (Bkz. bu çalışmanın “Sahip Ata Hoca Fahreddin Ali’nin Yaşamı” bölümüne). Bu açıdan Hânkahın inşa tarihinin, Sahip Ata’nın vezirlik görevine başladığı tarihle çakışması dikkat çekicidir. 202 “Hânkah Medresesi” tabiri dikkat çekicidir. Belgedeki bu ifade ilk bakışta acaba hangi binadan bahsediliyor sorusu uyandırsa da, Osmanlı dönemi kayıtlarında, özellikle külliye düzeninde inşa ettirilmiş ve aynı vakfa ait binalar için bu tabirin sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin Sahip Ata’nın Konya Larende Kapısındaki Camisine, XVIII. Yüzyılda yapılan bir imam tayinine ait vesikada “hânkah camii” tabiri kullanılmıştır.(Bkz. Atçeken, a.g.e, s109.) Sahip Ata Camine güney yönden bitişik hânkahın mescit olarak kullanımı XX. yüzyılın başlarına aittir.(Bkz bu çalışmanın Sahip Ata Hânkahı bölümüne) Dolayısıyla buradaki kasıt camiidir. Bizce, gerek Akşehir’de gerekse Konya’da, şehirdeki diğer camilerden veya medreselerden yapıları ayırmak için bu tabirler kullanılmış olmalıdır. 203 Konyalı, a.g.e., s.284-285. 204 Konyalı, a.g.e., s.283. 205 Huart, Souvenirs…, s.111. 84 medrese bahçesinde bulunduğunu belirtirken, bu taşların medrese portalindeki gibi beyaz mermerden ve üzerlerinin geometrik süslemeli olduğunu ifade etmişlerdir206. Konyalı, 1940’lı yıllardaki tespitinde medresenin karşısında yer alan hânkahın yıkıldığını ve yerine evler yapıldığını belirtir207. Uğur-Koman’ın bahsettiği hânkaha ait süslemeli taşlar, halen müzenin bahçesinde bulunmaktadır. Hânkahın yeri olarak ifade edilen yerde ise günümüz konutları yer almaktadır. Binaya dair başka bir bilgi bugüne ulaşmamıştır. Kaynaklar, hânkahın yanında bir de matbah (mutfak) olduğunu ifade eder. Uğur-Koman, matbahın, hânkahın yanında olduğu ve o tarihte sadece ocağının kalabildiğini belirtir208. Matbaha dair Osmanlı dönemindeki tek kayıt 1890 tarihli bir evkaf zaptıdır. Kayıtta, Sahip Ata vakfından olan binanın harap durumda olduğu belirtilir209. Kaynaklarda, medresenin karşısında ve hânkahın yanında olduğu belirtilen binanın, öğrencilerin ve dervişlerin yemek ihtiyaçlarının karşılanması için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Konyalı, hânkahın yanında, üstünde iki iri balık kabartması bulunan bir çeşmeden bahseder210. Ne yazık ki bu çeşmeden de günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Günümüze ulaşamayan bu binalar, Sahip Ata’nın Akşehir’de medrese, mescit, hânkah, imaret ve çeşmeden oluşan bir külliye yaptırdığını göstermektedir. Külliyeye ait ilk binalar olan medrese ve mescit 1250 yılında yaptırılmış olup, bunlara 1260 yılında hânkah ve diğer binaların eklenmiştir. Külliyeye ait yapılar, aslî halinde yolun iki kenarında ve farklı iki yapı bloğu şeklinde yer almaktaydı. Bu türlü 206 Uğur-Koman, a.g.e, s.94. 207 Konyalı, a.g.e., s.294. 208 Uğur-Koman, a.g.e., s.94. 209 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.61. 210 Konyalı, a.g.e., s.293. 85 bir külliye düzeni, Sahip Ata’nın Kayseri’deki medresesi ve mescidinde211 de uygulanmıştır. Bugün şehir merkezinin dışında yer alan külliye, Ortaçağ’da kalenin girişinde(Harita:2)212 ve Sultandağı (İshaklı)-Akşehir-Ilgın yol güzergâhının üzerinde, önemli bir mevkide bulunmaktaydı(Harita:1). Bilindiği gibi Sahip Ata’nın hem Ilgın’da hem de İshaklı’da banisi olduğu iki yapı daha vardır213. Akşehir’deki külliyesini de dâhil ettiğimizde, bu üç yapının inşasında, yol güzergâhının bani tarafından göz önünde bulundurduğu görülmektedir. Sahip Ata’nın ömrünün son yıllarını Akşehir ile Sultandağı arasındaki Nadir Köyünde geçirmesi de bu bölgedeki emlak ve gayrimenkulleri konusunda bilgi vericidir. Sahip Ata’nın inşa tarihlerine bakarak doğudan batıya doğru önce İshaklı’daki kervansarayını (1249), sonra Akşehir’deki külliyesini (1250–1260) inşa ettirdiği görülür. Söz konusu bu iki yapının da vakfiyeleri günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın Osmanlı dönemi mahkeme kayıtlarından vakfiyelerin içeriklerine dair bilgiler bulabilmekteyiz. Bu bilgilerde, gerek Medrese’ye gelir olarak bağlanan köylerin Saklu (İshaklı)da olması, gerekse bu kayıtlarda han ve medresenin aynı ifadelerin içinde kullanılıyor olması, vakfın Osmanlı döneminde birleştirildiği ya da kuruluş aşamasında, inşa tarihleri birbirine çok yakın bu iki binanın aynı vakfiyenin içine alındığını gösterir. Osmanlı dönemi kayıtlarından ve bugün medresenin avlusunda bulunan bir kitabeden, Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin sadece medrese ve mescitten ibaret olmadığı, bunların dışında hankah, imaret (matbah) ve çeşmeden oluştuğunu öğrenmekteyiz. Konyalı, günümüze ulaşamayan külliyenin diğer yapılarına ait 211 Bkz. bu çalışmanın Kayseri “Sahibiye Medresesi ve Çeşmesi” bölümüne. 212 Konyalı, a.g.e., s. 279. 213 Bkz. bu çalışmanın katalog kısmında yer alan, “Ilgın Sahip Ata Kaplıcası” ve “İshaklı Sahip Ata Kervansarayı” başlıklı bölümler. 86 kalıntıları medresenin karşısında gördüğünü belirtmektedir214. Bu durum, külliyenin, bugünkü ismi Dr.Aziz Perkun Caddesi olan ve İshaklı’ya bağlanan ana yolun iki kenarına inşa edildiğini göstermektedir ki, aynı külliye düzeni, Sahip Ata’nın gerek Kayseri’deki gerekse Konya Larende Kapısı karşısındaki külliyelerinde de uygulanmıştır. Külliyenin Hânkahına ait kitabenin 1260 tarihli olması inşaatın 10 yıllık bir sürece yayıldığını gösterir. 214 Konyalı, a.g.e., s. 280. 87 Çizim 5: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi (Onarım Öncesi) Planı (VGM.Abd.İş.Dai.Bşk. Arşivinden İşlenerek) 88 Çizim 6: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi Kesitleri (VGM.Abd.İş.Dai.Bşk. Arşivinden İşlenerek) 89 Çizim 7: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi (Onarım Sonrası) Planı (Demiralp’ten) 90 3.3- Konya Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007. Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Konya’da bilinen en erken tarihli yapısı olan cami, güneyine eklenmiş olan hânkah, türbe ve bu üç binadan müteşekkil yapı bloğunun batısındaki hamam ile daha sonraki yıllarda bir külliye halini almıştır (Çizim: 8). Şehrin batısında yer alan yine Sahip Ata’nın yaptırdığı buzhanelerin, XIX. yy. Osmanlı resmi kayıtlarından gelir getirmesi için bu külliyeye bağlandığı anlaşılmaktadır. Külliye, bugün yıkılmış bulunan kalenin güney yönündeki kapılarından Larende (Karaman) Kapısının güneyinde yer almaktaydı(Harita:3,Çizim:8-9). Harita 3: Ortaçağ Konya’sında Kale Kapıları, Surlar ve Sahip Ata Külliyelerinin yerleri (Kaynak: earth.google.com) Kapı, Larende yolu ile Meram yollarının bağlandığı noktada bulunmaktaydı. Cami ise bu iki yolun kesiştiği köşede yer alıyordu. Cami 1258 yılında tamamlanmış 91 olup, bunun güneyine dıştan bitişen hânkah 1269/70 tarihlidir. Türbe Hânkahın kuzey eyvanı daraltılarak, hânkahla cami arasına yerleştirilmiş olup, 1283 tarihli yenileme kaydı mevcuttur. Bu binaların teşkil ettiği yapı bloğunun doğusuna, hânkahla -arada bir yol bırakacak şekilde- karşı karşıya konumlanmış (Çizim:89)olan hamamın ise kitabesi bulunmamaktadır. Buna karşın, hamamın Kırşehir Cacabey vakfiyesinde (1272) zikrediliyor olması215, bu tarihten öncesine ait olduğunu gösterir. Sahip Ata’nın, Hamamın suyunun temin için, Meram Çayı’ndan üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolunu yaptırdığı216, ayrıca hamamın yakınından geçen bu kanaldan su deposuna dolaplarla su çıkarıldığı belirtilir 217. Larende Kapısının karşısında yer alan ve 1258– 1283 tarihleri arasında tamamlanan külliyenin günümüze vakfiyesi günümüze ulaşamamıştır. Ancak H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydından218, vakfın o yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurdukları öğrenmekteyiz. Bugün, söz konusu vakfiyenin akıbeti hakkında bir bilgiye sahip değiliz. 215 Temir, a.g.e., s.116. 216 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 217 Önge, …Türk Hamamları, s.41. 218 Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Konyalı, (a.g.e., s.513-515) binaya ait olduğunu belirttiği bir vakfiye sureti yayınlamıştır. Ancak Konyalı’nın yayınladığı vakfiye suretleri camiye değil Konya Sahip Ata Medresesine aittir. Nitekim BayramKarabacak (a.g.m.) bu vakfiyenin camiye değil medreseye ait olduğunu ortaya koymuşlardır. Bunun dışında Fatih tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II.Bayezid tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönenme ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir. 92 3.3.1- Cami Aslî halini büyük ölçüde kaybetmesine karşın, günümüze ulaşabilen bölümleriyle, hem mimari hem de mimari süsleme alanlarında yeni uygulamaların görüldüğü cami, bu özellikleriyle Anadolu Selçuklu Sanatı araştırmacılarının, çalışmalarına219 en çok konu ettiği yapılardan biri olmuştur. Bina Konya kalesinin güney kapılarından Larende Kapısının hemen yakınında yer almasından dolayı Larende Cami220 olarak da tanınır. Sarre221, binayı “Energe Cami” olarak ifade etmiştir. Bu tabir, caminin güneyindeki Hânkahın isminin, bozulmuş bir söylenişi olmalıdır. Nitekim XVIII. yüzyıl Kadı Şer’iyye sicilinde bina, “Sahip Ata Hanikâh Cami” olarak kayıtlıdır. Binadan, XVIII. yüzyıla ait imam tayinlerinde de “Hânkah Camii” olarak bahsedilmiştir. Dolayısıyla 219 Huart, Epigraphie…, s.75, Nr. 49.; Sarre, Reise in Kleiasien…, s. 33, 46, 54, 56, 66-67, 127.; Löytved, Konia…, s.50-56, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.113-114.; Sarre, Denkmaeler Persischer…, s.132.; Hébrard, “Les Monuments…,s.171.; Uğur-Koman, a.g.e., s.43-45.; SoymanTongur, a.g.e., s..55-57.; K.Erdmann, “Beobachtungen auf einer Reise in Zentralanatolien im juli”, Archäologischer Anzeiger des Deutschen Archäologischen Institus, 1954, s.185.; Mayer, a.g.e, s.77.; Önder, a.g.e., s.86-90.; İ.H.Konyalı, Konya Tarihi…, s.505-515.; Ünver, a.g.m., s.201-220.; Ögel, Taş Tezyinat…,s. 53-56.; Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin..., s. 337-361.; Akok, “Konya’da Sahip Ata Hanikah…, s.5-38.; Arseven, a.g.e., s. 61-62.; Brend, a.g.m., s.160-187.; Meinecke, a.g.e., C.2, s.305-306.; Bayburtluoğlu, a.g.m.,96.; Huart Mevlevîler Beldesi..., s.115-116.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.46.; Ö.Yörükoğlu, “Sahip Ata Araştırması”, VIII.Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1981, s.899-907, Levha, 401-404.; Bakırer, Tuğla Kullanımı…, s.407-409.; H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu…, s.49-75.; O.C.Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine Selçuklu Yapılarından Bazı Örnekler” , Vakıflar Dergisi, S.XIII, Ankara 1981, s.451.; O.C.Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.10-12.; Yetkin, a.g.e., s.73.; Aslanapa, a.g.e., s.134-135.; Küçükdağ, a.g.t., s.33.; Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, s.101-110.; Ergenç, a.g.e., s.32, 41.; Atçeken, a.g.e, s.99-102, 109113.; R.Duran, Selçuklu Devri Konya Yapı Kitabeleri, Ankara 2001, s.58.; Texier, a.g.e., s. 304. 220 Löytved, a.g.e., s.50. 221 Sarre, a.g.e., s. 33, 54, 66-67,127. 93 Sarre’nin bina için kullandığı tabirin, XVIII. yüzyıla kadar giden bir geçmişi olduğu anlaşılmaktadır. Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesinde bulunan bina, kuzeyden Sahip Ata Caddesi, doğudan Taş Camii-Uzun Harmanlar Caddesi ile sınırlanmıştır. Güneyinde Sahip Ata Hankâhı bulunan binanın batısında, Arkeoloji Müzesi’nin buradan kaldırılması sonrası metruk bir alan bulunmaktadır(Harita:3, Çizim:8). Kare plana sahip bina, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim: 10). Bina, portali üzerinde yer alan, sülüs hatlı tek satırlık inşa kitabesi222 göre “Hacı Ebu bekir oğlu Hüseyin oğlu Ali” Foto 40: Sahip Ata Camii İnşa Kitabesi (R.Duran’dan) tarafından H.656/M.1258 yılında yaptırılmıştır. Kitabede, unvanı belirtilmeyen kişi Anadolu Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Bina mimarının adı ise portalin her iki yanındaki minare kaidelerinde yer alan sivri kemerli nişlerden batıda olanın, mukarnaslı kavsarasının köşeliklerine dairesel birer madalyonla işlenmiştir. Bunlardan batıda olanında “Amel-i Keluk ”, doğuda olanında ise “bin Abdullah223” yazılıdır. 222 Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz, Duran, a.g.e., s.58. 223 Sahip Ata’nın Konya Sahip Ata Medresesi ve günümüze ulaşamayan Konya’daki Nalıncı Baba (Emir Nizameddin) Türbesi veya Nizamiye Medresesinin mimarı olan Kölük bin Abdullah, Z.Sönmez (a.g.e., s.272) tarafından, muhtemelen Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen ve Hıristiyan dinini kabul eden bir Türk aileden gelmiş olmalı şeklinde değerlendirilmektedir. Sönmez, (aynı yer) 1250 yılına doğru Müslüman olduğunu belirttiği mimarın, günümüze ulaşan üç kitabesinin de Konya’da olması ve II.Bayezid Devri Tahrir Defterleri’nde, “Kölük” adını taşıyan bir mahalleden ve mülkiyeti daha sonra Sadreddin Konevî vakıfları arasında sayılan “Mimar Kölük” isimli bir bağdan söz edilmesinden dolayı Konya’da yaşamış olabileceğini belirtir. Sönmez, Ş.Uzluk’un “Yazma Anonim Karaman Tarihi”ni kaynak göstererek Kölük’ün, Mimar Yusuf bin İbn Abdulgaffar el-Cuhî’nin 94 Binanın günümüze ulaşabilmiş bir vakfiyesi bulunmamaktadır. Ancak H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında224, vakfın o yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurduğu belirtilir. Bugün, söz konusu vakfiye veya vakfiye suretinin akıbeti hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Foto 41: Sahip Ata Camii Usta Kitabesi Foto 42: Sahip Ata Camii Usta Kitabesi Cami, zaman içerisinde çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş, birçok onarım geçirmiş ve aslî halini büyük ölçüde kaybetmiştir. Tamirlerle ilgili ilk belge Konya Kadısına öğrencisi olduğunu, ayrıca bugün ortadan kalkan Felekabad Sarayının yapımında ve Konya Sarayı’nın Selamlık Köşkü’nün onarımında bulunduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilgileri doğrulayacak bilgilere bugün sahip değiliz. Bunun dışında Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinin vakfiyesinde (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.40) “…mimarın, vakıfın (baninin) azatlı (köle)larından emin kişi”lerden biri olduğunun belirtilmesi, Kölük’un Sahip Ata ile olan ilişkisi ve kimliği konusunda bilgi veren bir ifadedir. Bu cümleden olarak Kölük bin Abdullah’ın sonradan Müslüman olmuş biri olduğu söylenebilir. 224 Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Konyalı, (a.g.e., s.513-515) binaya ait olduğunu belirttiği bir vakfiye sureti yayınlamıştır. Ancak Konyalı’nın yayınladığı vakfiye suretleri camiye değil Konya Sahip Ata Medresesine aittir. Nitekim BayramKarabacak (a.g.m.) bu vakfiyenin camiye değil medreseye ait olduğunu ortaya koymuşlardır. Fatih dönemi tahrirlerinde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve vakfın mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II.Bayezid tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde ise külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğunu ortaya koyar. 95 gönderilen H.15 Rebiülahir 978/M. 16 Eylül 1570 tarihli fermandır225. Bu fermanda mütevelli Mehmet Subaşı, Divan’a başvurarak, Sahip Ata’nın Camisi ve Hamamının tamire muhtaç olduğunu belirterek tespit yapılmasını talep etmektedir. Söz konusu fermanın yer aldığı şer’iyye sicil defterinde yer alan başka bir kayıttan anlaşıldığına göre mütevelli’nin bu talebi üzerine, sur dışında olduğu belirtilen cami ve yakınındaki hamamın, tamire muhtaç olduğu tespit edildiği ve hamam için 10.000 akçe, caminin sakfı (damı), döşeği (zemini) ve duvarının tamiratı için 50.000 akçe olmak üzere toplam 60.000 akçe lâzım geldiği belirtilerek anılan paranın cami vakfı ve hamamının mahsullerinden dört yılda hâsıl olacak miktardan karşılanacağı ifade edilmiştir226. Cami tamirine ilişkin sonraki belge H.1114/M.1702 tarihli bir kadı şer’iyye sicil kaydıdır227. Bu belgede yapılan işin niteliği belirtilmeksizin caminin onarıldığı ifade edilir. Caminin bir sonraki tamiri H.1240/M.1825 yılına aittir. Caminin tamiri için padişahtan izin isteyen Konya Naibi, “Sahip Ata Caminin tamamıyla tamire muhtaç bulunduğunu, buranın tamiri için vakıf malının fazlasının kullanılmasını” talep etmiştir. Şer’iyye Sicil defterindeki H.9 Şaban/M.29 Mart tarihli kayıt, bu izin isteği ve bunun uygun görülüp gerekli keşfin yapılmasına ait Sultan II. Mahmut’un fermanını içerir228. Şer’iyye sicil defterlerindeki bir başka kayıtta229 bu ferman üzerine H.13 Şaban/M.2 Nisan 1825 tarihinde, hassa mimarlardan Lökoğlu İsmail ve yapıcı ustası es-Seyyid Hasan Usta ile bina ve çatı meselelerine vakıf bazı kişilerle birlikte mütevelli Derviş Mustafa’nın camiye 225 Y.Ceylan, Konya Ser’iyye Sicillerinden İkinci Defterde Kayıtlı Olaylar Ve Hükümleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bil. Enst. Tefsir-Hadis Anabilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1991, s.94-95. 226 Aynı yer. 227 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33. 228 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1. 229 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.23/1. 96 giderek keşif yaptıkları belirtilir. Keşif sonunda binanın doğu ve kuzey duvarları ile kıble duvarının mihraba kadar harap olduğu, sakfının ise tamamen kaldırılarak biraz yeni öz ağacı ilave edilmesi lazım geldiği, ayrıca caminin ve türbenin içinin beyaz sıva ile sıvanması gerektiğine karar verilir. Bu iş için çeşitli malzeme, ustalık ve işçilik karşılığı 20.065 kuruşa ihtiyaç olduğu tespit edilir. Bu tamirden sonra H. 21 Şaban 1264/M. 23 Temmuz 1848 tarihinde binada yeniden tamir ihtiyacı hissedildiği anlaşılmaktadır. Aynı tarihli şer’iyye sicil kaydında230, vakfın mütevellisi, mimar Mehmet Usta ve diğer bilirkişilerin, harap olduğu belirtilen Hânkah cami, Vakfın Türbesi, Çifte Hamam ve şehir dışındaki Türbek Buzhanesine giderek keşifte bulunduğu, keşfin sonunda 7918 kuruşa ihtiyaç olduğu belirtilir. Sonuç olarak Osmanlı dönemine ait şer’iyye ve kadı sicil kayıtlarından binanın, 1570, 1702, 1825 ve 1848 tarihlerinde dört kez tamir gördüğü, bunlar içinde tahsis edilen paralara bakılırsa ilkinin en kapsamlı onarım olduğu anlaşılmaktadır. Resmi kayıtların dışında Uğur-Koman231, “… kadim mescit iki defa kazaen vuku bulan harik (yıldırım düşmesi) esnasında yanmış ve mescidin ancak mihrabı yerinde kalmış…” olduğunu belirterek, bu yangınlardan sonuncusunun takriben 1878232 yılında gerçekleştiğini, o güne kadarki caminin ön cepheye kadar uzandığını, biraz çukurda kaldığını ve tavanının düz olup ortasında Beyşehir Eşrefoğlu Cami gibi bir açıklık bulunduğunu ifade etmiştir. Ahmed Tevhid Bey233 16 Temmuz 1897 yılında gördüğü camiyi “… dört köşe tulânî (boyuna), üstü müstevî(düz)…” şeklinde tasvir eder. Konyalı, asıl caminin zelzele veya yıldırım düşmesi sonucu harap olduğunu yerine bugünkü 230 Şer’iyye Sicil Defteri C. 80 (F-39), S.132/1 231 Uğur-Koman, a.g.e., s.43. 232 Uğur-Koman, (aynı yer) bu tarihi “… 94 sene maliyesine tesadüf ettiği…” şeklinde verir ki, bu tarihin H.1294 olduğu anlaşılmaktadır. 233 Ünver, a.g.m., s.206. 97 caminin yapıldığını belirtir. Bunun dışında Mimar Muzaffer Beyin yaptığı tetkiklerini aktaran yazar, caminin “…kısmen açık hava mabedi…” ne benzediğini, “…ortasında havuzlu ve üstü açık bir kısım…” bulunduğunu, “…kıble tarafının sağını ve solunu kubbeli revakların sardığını ve geniş bir dehlizinde tak kapıya uzandığını…” ifade eder234. Konyalı235 bugünkü caminin H.1288/M.1871 yılında yapıldığını, yapan ustanın isminin Muhiddin olduğunu belirterek, “…bahçede toprak tesviyesi yapılırken eski mabedin tak kapıya doğru uzanan kalın ve harçlı temellerine rastlandığını…”, caminin şimdiki durumuna o tarihte dönüştürüldüğünü ve iki defa düşen yıldırım sonucu yıkılan minarenin de tamir edildiğini, caminin yanındaki Larende Medresesi müderrisi Hacı Ali’nin ifadelerinden bize aktarmaktadır. Sarre236, Texier’in geldiği yıllarda binanın askeri depo olarak kullanıldığını belirtir ki, bu durum Konyalı’nın ifade ettiği 1871 onarımı öncesi binanın bir süre aslî fonksiyonunun dışında kullanıldığını ortaya koyar. Camide onarımlara neden olan olayları tam olarak tespit edememekteyiz. Ancak hem Uğur-Koman’ın hem de Konyalı, yıldırım düşmesiyle oluşan yangınlardan bahseder. Uğur-Koman son yangının 1878 yılında olduğunu belirtir ki, bu tarih, Konyalı’nın caminin bugünkü haline dönüştürüldüğünü belirttiği müdahaleden sonraki bir tarihtir. Ancak hem Konyalı hem de Uğur-Koman’ın ifadelerinin nakil olduğu düşünülürse bu birbirleriyle çelişen onarım ve yangın tarihlerinde bazı yanlışlıklar bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak 1570 ve 1825 tarihlerinde caminin özellikle örtüsünde duvarlarında büyük ölçekli tamiratlar gerçekleştirildiği düşünülürse Konyalı ve Uğur-Koman’ın ifade ettiği tarihlere kadar zaten büyük değişikler geçirdiği 234 Konyalı, a.g.e., s.511-512. 235 Konyalı, a.g.e., s.512. 236 Sarre, Reise in…, s.55. 98 anlaşılabilir. Özellikle 1825 onarımından önce yapılan tespitlerde caminin doğu, kuzey ve kıble duvarının mihraba kadar yıkık olduğunun belirtilmesi, daha XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde caminin büyük bir tahribata uğradığını ortaya koyar. Camide, 1944–1945 yıllarında, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından niteliği bilinmeyen bir onarım gerçekleştirilmiştir237. H.Karamağaralı, 1964 yılında bugünkü cami ile asıl caminin portali arasında kalan alanda bazı sondajlar gerçekleştirmiş; sondaj sonuçlarına ilişkin makalesinde238, binanın orijinal durumuna ilişkin tespitlerde bulunmaya çalışmıştır. Ö.Yörükoğlu, 4–20 Eylül 1974 tarihleri arasında caminin orijinal planını ortaya çıkarabilmek için avluda ve cami içinde yeniden sondaj çalışmaları gerçekleştirmiştir. Yörükoğlu’nun çalışmaları239 sonunda çok sayıda küçük buluntu ele geçirilmiştir. Caminin aslî halini belirlemek için bir başka çalışmayı 1978 yılında O.C.Tuncer240 gerçekleştirir. Karamağaralı’nın avluda tespit ettiği temellerin dışında, cami içinde de çeşitli araştırmalar gerçekleştiren Tuncer, özellikle mihrap duvarında yaptığı sıva raspası ile orijinal duvardaki tuğla örgü, mihrabın orijinal kodu gibi konuları aydınlatmış ve bu tespitlerin ışığında caminin 237 Z.Oral, “Konya’nın Tarihi Eserleri ve Bugünkü Durumları”, Konya, C.X, S.84, Konya 1945, s. 32– 40 (38) 238 Karamağaralı, a.g.m. Yazar sondajların ilk sonuçlarını Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü’nün 1973’de Konya’da düzenlediği sempozyumda “Sahip Ata Caminin Restitüsyonu Meselesi” başlıklı bildiri ile bilim dünyasına açıklamıştır. 239 Yörükoğlu, a.g.m. Ayrıca Ö.Yörükoğlu, “Sahip Ata Araştırması Buluntuları”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.217–220. Buluntular neticesinde üçayaklar, kandil kırıkları okunamayacak durumda sikkeler, bir mezar taşı ele geçirilmiştir. Bunun dışında dikkat çekici bezemeli çini parçaları bulunmuştur. Türbe’nin yakınlarında ele geçirilen kömür haline gelmiş ağaç parçaları ile çini ve kandil parçaları, camide yaşanan yangınların etkilerini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yörükoğlu, caminin avlusunun yıllarca sebze meyve yetiştirmek için ekilmesi ve şadırvan ile helâ yerinin üç kere yer değiştirmesi sonucu oluşan tahribata dikkat çeker. Yazar, avlunun kimi yerlerinde birçok küçük buluntunun doldurulduğu çukurlardan bahsederek, cami avlusunda zaman zarfında birçok müdahalede bulunulduğunu tespit etmiştir. 240 Söz konusu çizimler V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. da mevcuttur. 99 rekonstrüksiyon çizimlerini yapmıştır. Caminin aslî durumunu aydınlatmaya ilişkin bu çalışmalar dışında, V.G.M. tarafında gerçekleştirilen onarımlar, 1981 yılından günümüze kadar sürdürülmüştür. Camide 1981 yılında bahçe duvarlarının yapımı, minarenin petek, külah, seren, korkuluk ve şerefelerinin tamiri ve çeşmenin üzerine siperlik yapımı gibi çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bunun dışında camide, 1991 yılında avluya abdest musluklarının yapılması, 1994 yılında çeşitli boya ve badana işlemleri, 2003 yılında ise pencere doğramalarının yenilenmesi gibi çalışmalar nihayetlendirilmiştir241. Camide 2007 yılının ilk aylarında tekrar onarım çalışmaları başlatılmış olup, muhdes ahşap döşemesi ve duvarlardaki sıvalar kaldırılmıştır. Çalışmalar halen devam etmekte olup, bina kullanıma kapalıdır. Orijinal camiden günümüze ulaşabilen kısımlar, mihrap ve mihrabın iki yanındaki yarım yıldız kesitli gömme ayak ile çifte minaresinden biri tamamıyla yıkılmış olan portalin ön yüzüdür (Çizim: 10). Bunlardan mihrap çinili, gömme ayaklar ise kesme taştandır. Portalin zemine yakın kısımlarında Roma dönemine ait spolie mermer taşlar kullanılmıştır. Kapı kemerinde mavi ve beyaz mermer nöbetleşe olarak kullanılmışken, yazılı yan bordürler ve mukarnaslı kavsara bölümleri koyu sarı renkli kesme taştan inşa edilmiştir. Portalin iki yanındaki sivri kemerli nişler ve nişlerin üzerindeki sivri kemerli minare pencereleri beyaz mermerden, diğer kısımlar koyu sarı renkli kesme taştan inşa edilmiştir. Minarenin kaide ve gövde kısımlarında tuğla malzeme kullanılmıştır. Caminin duvarları moloz taş242, sütunları, orijinal kapı kanatları ve tavanı ise ahşaptandır. 241 242 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. O.C.Tuncer’in mihrap çevresinde yaptığı raspa sırasında duvarların orijinal kalabilmiş bölümlerinin tuğla malzemeden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Detaylı fotoğraflar için bakınız V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. 100 Orijinal caminin mihrap önünde bulunduğu söylenen243 kubbenin ise benzer örneklere bakarak tuğla ve moloz taştan olduğu rahatlıkla söylenebilir. Foto 43: Caminin XIX. yy.daki durumu. (TTK. Arşivinden) Foto 44: Cami Portalinin bugünkü durumu. Mevcut camiden daha yüksek boyutlardaki portal dışında bina, tek kademe olarak algılanmaktadır(Çizim:15). Onarımlar sırasında eklenen, doğu, batı yönlerde bugünkü camiyi kuşatan ve kuzeyde asıl caminin portaline bağlanan bir çevre duvarı bulunmaktadır. Caminin portali ile bugünkü bina arasında yaklaşık 20 m. lik bir avlu meydana gelmiştir. Çevre duvarı ile binanın doğu ve batı cepheleri arasında da yaklaşık 3 m. lik bir alan mevcuttur. Kare planlı bugünkü cami, 21 x 21 m. ölçülerindedir. On iki ahşap direkle, mihraba dik beş sahna bölünmüş olan harim, üzeri kiremitlerle kaplanmış kırma çatı ile örtülüdür. Giriş aksında yer alan orta sahın, diğerlerinden daha enlidir. Caminin kuzey bölümünde ise ahşap muhdes bir mahfil yer almaktadır(Çizim: 10). 243 Karamağaralı, a.g.m., s. 50-53. 101 Caminin, hankahın yapımıyla kapatılmış olan güney cephesinin dışındaki diğer üç cephesinde altışar pencere yer alır. Cephe akslarına göre simetrik düzenlenmiş bulunan pencereler iki sıra halinde olup, bunlardan kare formlu ve daha küçük boyutlu olanlar saçağa yakın bir yükseklikte yer alırken, düşey dikdörtgen formlu ve daha büyük ölçülerdeki diğer üç açıklık cephenin ortaya yakın bir bölümünde hizalanmıştır (Çizim:15). Her iki sıradaki pencerelerden ortada olanları, cephelerin düşey aksına denk gelirken, diğer iki açıklık simetrik olarak iki yanına eşit uzaklıkta yer almaktadır. Giriş (kuzey) cephesinde diğer cephelerden farklı olarak, düşey aksta ve alt hizada yer alan pencerenin yerini kapı almıştır. Caminin XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğraflarında244 giriş cephesinin, ahşap direklerle taşınan bir sundurma ile örtülü olduğu Foto 45: Sahip Ata Camii Portali görülmektedir. Güney cephede üç açıklık bulunmaktadır. Bunlardan biri mihrabın üzerinde yer alan kare formlu dıştan içe doğru şevlenerek açılan bir mazgal pencere iken, diğeri ikisi mihrabın doğusunda bulunan kare formlu iki açıklıktır. Bunlardan mihraba uzak olanı türbenin inşa edildiği yıllarda pencere fonksiyonunu kaybederek kapıya dönüştürülmüştür245. Orijinal caminin portali, mimari ve süsleme 244 A.S.Odabaşı-H.Özönder-H.Karpuz, Eskimeyen Meram, Konya 2000, s.9. 245 Karamağaralı, a.g.m., s.51. Yazarın söz konusu kapıya ait yayınladığı fotoğrafta (a.g.m., Resim 21) ahşap bir kapı kanadı görülmekteyse de bugün yerinde yoktur. Kapı kanadının yerine açıklık bir kilimle kapatılmıştır. 102 özellikleriyle birçok açıdan yenilikleri içermektedir (Çizim: 11, Foto:45). Cami, portalde çifte minareli kompozisyonun Anadolu’da kullanıldığı ilk örnektir. Portalin iki yanına eklenen minarelerden doğuda olanı kaide kısmına kadar yıkılmış, batıda olanının ise gövdesinin bir kısmı ve şerefe kısmı geç dönemde yenilenmiştir246. Portalin eni, yaklaşık olarak yüksekliğine eşittir247. Karamağaralı’nın 1964 yılında yaptığı sondajlar neticesinde, portal orijinal caminin esas kütlesinden ayrı bağımsız bir ünite şeklinde inşa edildiği anlaşılmıştır248(Çizim:12). Portal açıklığı, bugünkü 246 Binaya ait XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğraflarda (A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9.) bile ikinci minarenin olmayışı, batı minarenin tamamının yıkılmasının ve doğu minarenin tamirinin bu tarihlerden önceki bir zamanda gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Yörükoğlu (a.g.m., s.218) nun bugünkü caminin avlusunda ele geçirdiği çini parçalar, minare parçalarının Koman-Uğur (a.g.e. s.43)ın yıldırım düşmesiyle oluştuğunu belirttiği tahribat sonucu avluya dağıldığını göstermektedir. Söz konusu yıldırım tahribatının ne zaman olduğu bilinmemektedir. Bu yüzden minarelerin mevcut görüntüsüne ne zaman kavuştuğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Ancak 2 Nisan 1825 tarihli tamirde (Şeriyye sicid Defteri Cilt 71 (F–31), s.23/1) tek bir minareden bahsedilmesi ve minarenin külahının kurşunla kaplanacağının belirtilmesi, söz konusu tarihte bilemediğimiz bir nedenle batıdaki minarenin tamamen, diğerinin ise külahının kurşunla kaplanmasıyla yetinildiği anlaşılmaktadır. Bu anlamda doğudaki minarenin 1825 tarihinde yıkıldığını söyleyebiliriz. Batıdaki minarenin ise külah kısmına kadar sağlam olduğu, 1825 ile 1900 tarihleri arasında başka bir tesir ile mevcut görüntüsüne kavuştuğu anlaşılmaktadır. Konyalı (a.g.e., s.512) nın Larende müderrisi Hacı Ali Efendi’den naklettiği “… iki defa düşen yıldırımdan yıkılan minarenin tamir edildiği…” şeklindeki bilgi, batıdaki minarenin 1825’den sonraki ikinci bir tahribatla bugünkü durumuna kavuştuğunu ortaya koyar niteliktedir. 247 Portalin eni yandaki kısımlarla beraber 9.45 m.dir. Mevcut yüksekliği ise 9.16 m.dir. Portalin yıkılan üst bölümleri de düşünüldüğünde, aslî halinde en ve boyun eşit olduğu, böylece tam kare bir modül elde edildiği anlaşılmaktadır. Bu konudaki ayrıntılı çalışma için bkz. Tuncer , “Orantı ve Modül Üzerine…”, s.451–452. 248 Karamağaralı, a.g.e., s.51. 103 caminin girişi ile aynı akstadır. Portalin üstü geç dönemde249 ilave edilmiş, ahşaptan kırma çatılı bir sundurma ile örtülüdür. Portalin camiye bakan yüzüne, ihtimalle, Konyalı’nın bildirdiği 1871 tarihli onarım sırasında, batı minaresine çıkışı sağlayan taş bir merdiven eklenmiştir (Foto:46). Portalin iki yanındaki bölümler, dörde ayrılmış olup, simetrik bir düzenleme göstermektedir (Çizim:11). Bu bölümlerin zeminden itibaren ilki boyuna dikdörtgen çerçeveli, mukarnaslı kavsara ve sivri kemerli açıklık; ikincisi, bırakılmış ve silmelerle sınırlandırılmış enine süslenmeden Foto 46: Portalin güney yüzündeki muhdes merdiven dikdörtgen pano; üçüncüsünde düğüm motifleriyle çerçevelenmiş sivri kemerli birer pencere ve dördüncüsü ise aynı zamanda minare kaidesi olan tuğla zemin üzerine turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerle kûfî yazıların oluşturulduğu kare panodur. Yan kanatların zemininde enine yerleştirilmiş roma dönemine ait250 beyaz mermerden iki spolia parça yer alır (Foto:47). Bu taşların doğuda olanı, süslemesiz iki bordürle sınırlanmış ve iki yandaki süslemeli Foto 47: Portalin kaidesindeki spolia malzeme 249 Söz konusu sundurma Löytved (a.g.e., s.50) 1904 tarihli in fotoğrafında görülmemektedir. Dolayısıyla sundurmanın vakıfların yaptığı müdahaleler sırasında ilave edilmiş olmalıdır. 250 Akok, a.g.m., s.9., Uğur-Koman, a.g.e., s.41. 104 bölümlerin ortadaki kare bölümden daha enli tutulduğu üç kısma ayrılmıştır. Enine dikdörtgen biçimli iki yan bölüm, ortalarında baklava motiflerinin yer aldığı ve birbirlerini ½ oranında kesen dairelerden oluşmuş açık bir kompozisyonla süslenmiştir. Batıda olanı ise yine enine yerleştirilmiştir. Buradaki üç bölümden, ortadaki enine dikdörtgen saha yanlardaki kare iki sahadan daha enlidir. Ortadaki enine saha biri daha enli iki bordürle sınırlandırılmıştır. kenarlarının iki köşesi Bu ve bölüm kısa ortalarının volütlendirildiği enine Foto 48: Portaldeki çeşme nişleri dikdörtgen bir pano ile süslenmiştir. Bu bölümün alt kısmında bir delik bulunmaktadır251. Spolia taşın kare biçimli iki yan bölümde ise benzer bir süsleme bulunmaktadır. İçbükey bir bordürle sınırlanan kare sahanın ortasında baklava motifi yer alırken, köşelerdeki dört üçgen bölümde birer kuş motifi yer alır. Baklava motiflerin ortasında ise birer Medusa başı bulunur. Spolia taşların doğu ve batıya bakan yüzlerinde de aynı motifler görülür. Spolia malzemeli subasmanların üstünde dikdörtgen çerçeveli mukarnas kavsaralı nişler yer almaktadır(Foto:48). Subasmanla niş arasında enine yerleştirilmiş beyaz mermer bir taş yerleştirilmiştir. Söz konusu nişlerden batıda olanı, iki yanda ve üstte devam eden üç bordürle sınırlandırılmıştır. Bordürler süslemesiz silmelerle 251 Akok, (aynı yer) spolia malzemeli bu bölümlerin çeşmelerin hazneleri olduklarını belirtir. Bu anlamda, söz konusu deliğin zaman zaman haznenin temizlenmesi için yapılmış bir tahliye olduğu söylenebilir. 105 sınırlandırılmıştır. Bunlardan diğerlerin göre daha enli olan dıştaki bordürde enine işlenmiş, sülüs hatla Kuran-ı Kerim’de yer alan su ile ilgili ayetler doğu kenardan başlayarak ardı ardına sıralanmıştır. Bunlardan ilki Enbiya Sûresinin 30 ayetinin son cümlesidir. Sonra gelen sûreler, Furkan Sûresinin 48. ve 49. ayetleri, Nebe Sûresinin 14, 15, 16. ayetleri ve Zümer Sûresinin 21. ayeti, Dehir Sûresinin 5, 6. ayetleri ile aynı sûrenin 15, 16, 17, 18. ayetleridir. Ayetlerin tamamı su ile ilgilidir. Bordürün üst iki köşesinde içleri girift şekilde birbirine ulanmış geometrik kompozisyonla süslenmiş dairesel iki madalyon yer almaktadır. Bunun ardından gelen içbükey bordürde enine gelişen zencirek motifli açık bir kompozisyon vardır. Üçüncü bordürde birbirlerine kıvrım dallarla bağlanmış rumîlerden teşkil bitkisel, açık bir kompozisyon bulunmaktadır. Beş sıradan oluşan mukarnaslı kavsaranın her iki yanında dairesel madalyonlar içerside, batıdakinde “Amel-i Kölük”(Foto:41), doğudakinde “Bin Abdullah” (Foto:42) yazılıdır. Bunların üzerinde tek satır halinde Çiçekli Kufî hatla Enbiya Sûresinin 30. ayetinin son cümleleri yazılı bulunan bir yazıt vardır. Kavsaraların iki yanındaki sütunlar, zar başlıklı kaide ve başlığa sahiptir. Sütunların gövdeleri ise düşey olarak ve birbirini her sırada ½ oranında takip edecek şekilde yerleştirilmiş palmetlerden oluşan açık bir kompozisyonla süslüdür. Sivri kemerli açıklık iki yanda ve üstte süslenmeden bırakılmış bir bordürle kuşatılmıştır. Açıklığın üstünde tek satırlık bir yazıt yer alır. Burada İnsan Sûresinin 21. ayetinin son cümlelerini içeren Kuran-ı Kerim ayetleri yazılıdır. Yazıtı üstte ve iki yanda kuşatan kaval silme, altta, sivri kemerli açıklığın iki köşesinde düğüm yaparak iki yanından devam eden ve açıklığı kuşatan silme ile birleşerek zemine ulaşır. Doğudaki nişin batıdakinden farkı, dıştaki bordür sayısı ve usta isminin yazılı olduğu madalyonların yerinde bulunan gülbezeklerdir. Doğudaki nişi dışta sınırlayan enli iki bordürden kûfî hatla dışta olanında besmele ile Bakara Sûresinin 255. ayeti 106 Kürsî ayeti yazılıdır. Yazıtın doğu koldaki son bölümleri oldukça tahrip olmuştur. İçteki bordürde ise on kollu yıldızların etrafında kapalı poligonların yer aldığı geometrik açık bir kompozisyon yer alır. Batıdaki nişte olduğu gibi sivri kemerli açıklığın ve mukarnaslı kavsaranın üstünde kûfî hatlı tek satırlık yazıtlar vardır. Burada yer alan yazılar doğu nişindekilerle aynı ayetleri içerir. Batıdaki usta isminin yazılı olduğu madalyonların yerinde ise, iç içe halkalanan yarım poliganların birbirine ulandığı geometrik bir kompozisyonun süslediği yarım kürecikler bulunur. Portalin iki yanındaki bölümleri ortadaki daha enli olmak üzere üç bordür dolaşır. Bu bordürler yan kanattaki dört bölümü de dolaşıp altta, spolia subasmanın hemen üstünde kıvrılıp dairesel bir ilmik şeklinde nihayetlenir. Ortasında bir dairesel bir boşluk olan bu bölüm Karamağaralı tarafından su alınan bir göz olduğu ifade edilir252(Foto:53). Bu üç bordürden iki yanda dar olanları enine gelişen meandıra benzer bir motifle oluşturulmuş bir geometrik kompozisyonla süslenmiştir. Ortada ve daha enli olanı ise, düşey olarak sıralanan ve birbirine düğüm şeklinde bağlanan, baklava motifinden teşkil açık geometrik bir kompozisyondur. Bordürler ilmikten sonra sebillerin yer aldığı boyuna dikdörtgen nişleri dolaşır ve dış kenarda yükselip tekrar portale doğru devam ederek bu alanda enine dikdörtgen bir saha meydana getirir. Bu sahalar süslenmeden bırakılmıştır. Bordürler bu dikdörtgen sahadan sonra düşey olarak yan kanatların diğer iki bölümünü kat ederek saçağa ulaşır. Yan kanatlardaki bu iki kare sahadan altta olanında, bir kaval silmenin çeşitli noktalarda ilmikler ve ortada sivri kemerli bir açıklık meydana getirdiği kapalı geometrik kompozisyon bulunur. Kaval silmenin araları, yerleştirileceği alana uygun olarak kesilmiş mozaik çinilerle doldurulmuş olup; bu çinilerin büyük kısmı bugün dökülmüştür. Minareleri aydınlatan pencereleri ihtiva eden bu bölümler, her iki 252 Karamağaralı, a.g.m., s.66-67, Resim 25-26. 107 kanatta da birbirine benzemekle beraber, doğuda olanında batıdakinden farklı olarak sivri kemerli açıklığın üstünde bir düğüm motifi yer alır (Foto:49–50). Batıdaki beyaz mermerden yapılmış iken, doğuda olanının, portalin genelinde kullanılan malzemeden inşa edildiği görülmektedir253. Bu bölümün üzerindeki saha da tuğla zemin üzerine mozaik çinilerden oluşturulmuş bir bölüm vardır. Bölümü dört yönden patlıcan moru renkli mozaik çinilerden oluşan bir bordür kuşatmaktadır. Foto 49: Minare pencereleri (Doğudaki) Foto 50: Minare pencereleri (Batıdaki) Sırsız tuğlaların uzun kenarları yatay birim olarak kullanılmış, kare çini birimler bir turkuaz, bir patlıcan moru olmak üzere üst üste gelerek düşey birimleri teşkil etmiştir. Çini birimlerin kayma ve yön değiştirme düzeni ile kûfî yazılı kelimeler biçimlendirilmiştir. Aralarındaki kare mozak çinilerle oluşturulan kûfî hatlı yazılardan doğuda olanında “Ebu Bekir”, batıdakinde “Ali” yazılıdır. Yazılar kare sahaya 45° bir eğimle işlenmiş olup tekrar edilerek açık bir kompozisyon halinde işlenmiştir. Yazıların aralarındaki uygun boşluklara baklava ve haç biçimli patlıcan 253 Bu durum batıda olanının sonraki bir dönemde müdahale görmüş olabileceğini düşündürmektedir. 108 moru ve turkuaz mozaik çiniler yerleştirilmiştir. Yazılı kompozisyonların üstündeki bölümler onarımlar sırasında tuğlalarla doldurulmuş olup, bu bölümlerden minarelerin gövdesine nasıl geçildiğini bugün için tespit edememekteyiz. Portali yanlarda ve üstte254 üç bordür kuşatmaktadır. Bunlardan dışta ve diğerlerine göre daha dar olanında, merkezdeki baklava dilimli motifin çevresinde yer alan altı kollu yıldızlardan oluşturduğu açık geometrik bir kompozisyon yer alır(Foto:45, 51). Boyuna gelişen kompozisyonda altı kollu yıldızlar, her sırada bir öncekini ½ oranında keserek devam eder. Bu bordürün altta sonlandığı kısım çeşme emziğinin yuvarlatılmış kısmına denk gelmesi sebebiyle kesilmek zorunda kalmıştır. Ortadaki bordüre sülüs hatla, Besmele-i Şerif ve Fetih Sûresinin 1-13. ayetleri yazılmıştır255. Yazı batı koldan başlayarak doğu kolda sonlanmaktadır. Foto 51: Portal bordürleri Üçüncü bordür ise Divriği hariç başka bir Selçuklu portaline benzemeyen bir süsleme bulunmaktadır256. 254 Bordürlerden yazı ve dıştaki olanının üstteki kısımları yıkılmıştır. 255 Portalde görülen Kuran sûrelerinin Sahip Atanın Konya’daki medresesindekilerle benzerliği dikkat çekicidir. Örneğin, Fetih Sûresinin sadece 13. ayete kadarki kısmının kullanılması her iki binada da ortaktır. 256 Ögel, a.g.e., s.55. 109 Bu düğümler bordürün yatay ve düşey eksenlerine simetrik olarak eşit mesafelerle yerleştirilmiştir. Bu iki şeridin arasında profilli ince uzun çubuklar yer alır. Çubukların alt kısımları iki yanda, mukarnas hücresine benzer bir başlığı olan ve sütun gibi şekillendirilmiş bir biçimle sonlandırılmıştır. Sütun biçimli bu kısımlar yüzeysel işlenmiş bir geometrik süslemeye sahiptir (Foto:52). Portalin oturduğu subasman, beyaz mermerdendir. Mukarnaslı kavsara ise on dört sıralıdır. Üst kısımları sivri kemeri bir şekilde sonlanmış olan mukarnas hücreleri sade işlenmiştir. Üst sıralarda mevcuttur. sarkıt biçimli Mukarnaslı stalaktitler kavsarayı kaval silme kuşatır. Foto 52: Enli bordürdeki düğüm motifi Süslenmeden bırakılmış olan silmeler, iki yanda köşe sütuncelerine oturan portalin sivri kemerini oluşturur. Kemer ile üzerinde yer alan inşa kitabesinin arasında kalan üçgen sahalar kaval silmeler teşkil Foto 53: Çeşmenin emziği iki 110 edilmiş düğüm motifiyle doldurulmuştur (Foto:45). Düğümlerin orta noktalarında dairesel boşluklar mevcuttur. Tek satırlık inşa kitabesi257 sülüs yazı ile işlenmiştir (Foto:40). Sivri kemer ile kavsaranın arasında kalan boşluklarda yüzeyi tahrip olmuş iki dairesel rozet bulunur. Kavsarayı kemerinin oturduğu köşe sütuncelerinin başlıkları akantustur ve iki katlıdır (Foto:52). Subasmana oturan köşe sütuncelerinin silindirik gövdeleri gamalı haçlı bir meandır258la süslenmiştir. Boyuna dikdörtgen biçimli mihrabiyeler simetrik düzenlenmiştir (Foto:54). Üstte ve yanlarda, rumî ve kıvrım dallardan oluşan geometrik açık bir kompozisyonla süslü bir bordür yer alır. Beş sıralı mukarnasın, iki yanındaki dairesel madalyonlar ve zar biçimli başlıklara sahip sütunceleri süslenmeden sade bırakılmıştır. Kavsaranın altında çiçekli kûfî hatla oluşturulmuş ve üstte, altta üç ince şeritle sınırlandırılmış bir yazıt259 yer alır. Mihrabiyelerin üç dilimli gövdesine uygun olarak düzenlenmiş bu bölümün altında on kollu yıldızdan teşkil edilmiş açık geometrik bir kompozisyon bulunur. Sivri kemerli kapı açıklığı, beyaz ve mavi renkli taşların nöbetleşe dizilmesiyle oluşturulmuştur (Foto:55). Taşların kenarları, zik-zak’a benzer biçimli olup, Foto 54: Mihrabiye dişler oluşturularak birbirine kenetlenmiştir. Sivri kemeri altta ve yanda kuşatan süslemesiz profilli kaval silmeler, kemer alınlıklarında benzer bir örneğini sebilin 257 Duran, a.g.e., s.58. 258 Ögel, aynı yer. 259 Burada, Kuran-ı Kerim’in Cin Sûresinin 18. ayeti -son bölümleri eksik olarak- yazılıdır.759. Bu yazı, sadece batıdaki mihrabiye de vardır. 111 sivri kemerinin köşeliklerinde gördüğümüz köşeli geçmeler meydana getirir. Portalin kapı açıklığı sanat değeri taşımayan çift kanatlı bir kapı ile örtülüdür. Caminin orijinal ahşap kapı kanatları ise bugünkü caminin kapı açıklığı üzerinde yer almaktadır. Günümüze ancak batıda olanı ulaşabilmiş olan minare, payanda vazifesi gören küp şeklindeki bir kaideye oturur. Kaideyle pabuç arasında bir şekil ayrıntısı yoktur. Kaidenin üzerinde tuğla ile çininin beraber kullanıldığı küp şekilli Foto 55: Portal kapısı pabuç kısmı yer alır. Kaideden gövdeye geçiş pabuç kısmının üst köşelerine oturan yarım piramidal çıkıntılarla temin edilmiştir (Foto:56). Bu piramidal dört çıkıntı, kübik kütleyi takip eden ikinci bir kütle meydana getirerek, küpün sekizgene dönüşmesini ve gövdeye yumuşak bir geçişle bağlanmasını sağlar260. 260 Bakırer, a.g.m., s.346. 112 Foto 56: Minare (Batıdan) Foto 57: Minare (Kuzeyden) Gövde, yarım daire dilimi ile aynı genişlikteki prizmal çıkıntılı sahaların nöbetleşe dizildikleri on altı dilime bölünmüştür. Tuğla gövdede, sırsız tuğla şeritler üst üste ve yan yana birbirine eklene gamalı haç motiflerini biçimlendirecek şekilde düzenlenmiştir (Foto:57). Şeritler arasında kalan ince boşluklar, tuğla zemine nazaran 1–1,5 cm daha derine yerleştirilen turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle doldurulmuştur. Bu süslemenin hemen üstünde bugün çok az kısmı kalabilmiş turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş üçgen biçimli süslemeler fark edilebilmektedir. Solakyan261ın XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğrafında (Foto:43) bu çiniler daha net görülebilmektedir. Gövdenin dilimli yapısına uygun olarak her dilimde zik-zak biçimli teşkil edilmiş çinilerin, günümüze çok az bir bölümü ulaşabilmiştir. Üstte yatay turkuaz renkli bir bordürle sonlanan bu bölümün üstünde turkuaz zemin üzerine siyah çini mozaiklerle oluşturulmuş çiçekli kûfî hatlı bir bölüm yer alır. Burada esası yazı olmayıp, kimi geometrik örgünün aralarına stilize yazı biçimi verilmiş süslemeler bulunmaktadır. Bu çinilerin de büyük kısmı 261 A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9. 113 dökülmüş olup tam olarak biçimleri algılanamamaktadır. Bugün minareye giriş, geç dönemde ilave edilen taş merdivenden ulaşılan ve pabuç kısmının doğu yüzünde yer alan kapı ile sağlanmaktadır. Gövdenin şerefeye kadar olan kısmı, ayrıca şerefe ve petek muhdestir. Bu bölüm Solakyan262ın fotoğrafında da orijinal değildir; ancak malzemesi bugünkünden farklıdır. Dolayısıyla daha sonraki müdahalelerle tekrar düzenlediği anlaşılmaktadır. Şerefe altının bugünkü durumu Solakyan’ın fotoğrafındakiyle aynıdır. Üç sıra halindeki süsleme dizileri tuğladandır ve en altta kavsara biçimi verilmiş kemerli hücreler şeklinde bir bezeme vardır. Onun üstündeki iki sıra da testere dişi şeklinde bir süsleme görülür. Metal şerefe korkuluğunun son onarımlar sırasında değiştirildiği anlaşılmaktadır. Külah’ın 1825 onarımında kurşunla kaplandığını biliyoruz263. Ancak Solakyan’ın fotoğrafında kurşun külahın olmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla 1825 tarihi ile XIX. yüzyılın sonları arasındaki bir vakitte külahın tekrar değiştirildiği anlaşılmaktadır. Bugün külah son onarımlar sırasında eklenen kurşunla kaplıdır. Portalden avluya geçilir. Bugünkü cami ile portal arasında yaklaşık 8.00 m. uzunluğunda bir avlu bulunmaktadır(Çizim: 10). Avluda kuzey-güney yönünde atılmış beton bloklar dikkati çeker. Bunlar, Karamağaralı’nın 1964’te tespit ettiği, 1974 yılında Tuncer’in restorasyonlar sırasında beton 262 Aynı yer. 263 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71 (F-31), s.23/1. 114 döktürerek, mevcut avlu kotunda algılanabilmesini sağladığı caminin orijinal sahın duvarlarıdır264. Mevcut caminin kapısına, onarımlar sırasında eklenen ve üzeri alimunyum kaplamalı bir sundurma ile örtülü, camekânlı ahşap bir bölme ile ulaşılmaktadır. Mevcut caminin kapısı, portalin girişi ile aynı aksta yer alır. Giriş açıklığında, orijinal camiye ait çift kanatlı ahşap kapı yer almaktadır (Foto:58). Ceviz ağacında yapılmış olan boyuna dikdörtgen şemalı kapının yapım tekniği geçme ve kündekâri’dir. Kanatlarda, seren ve başlıklar süslenmemiştir. Orijinal bininin yerine geç dönemde yenisi eklenmiştir. Kapı kanatlarının her biri, yatay iki kayıtla üç panoya ayrılmıştır. Panolar arasındaki kayıtların üzerinde yatık baklava ve altı yapraklı çiçek motiflerinin dizilerek oluşturdukları metal nöbetleşe kuşaklar bulunur. Hakiki kündekâri ve yuvarlak satıhlı oyma teknikleriyle süslü ve üç panolu bir şemaya sahip kapı kanatlarının ölçüleri, 1.60 x 2.12 m. dir. Alt ve üst panolar yekpare levhadan, ortadaki Foto 58: Caminin orijinal kapı kanatları. panolar kündekâri’dir. Üst panolarda sülüs yazı ile tek satır halinde iki hadis yazılıdır265. Sağda “En doğru söz Allah’ın Kitabıdır”, soldakinde ise “İyiliğin en sağlamı takvadır” anlamındaki hadis-i şerif yazılı panolarda, harflerin arasındaki kimi boşluklar palmet ve rumî motifleriyle dolgulanmıştır. 264 Bkz. caminin vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) dosyasında yer alan O.C.Tuncer’in kazı sonuçlarını ve restorasyon konservasyon çalışmalarını içeren raporu. 265 Uğur-Koman, a.g.e., s.43. 115 Orta panolar kündekâri tekniğinde yapılmıştır. İki kanat birbirinin simetriğidir. Bu panolarda yüzey profilli, enli çıtalarla geometrik parçalara ayrılmıştır. Her iki kanattaki kompozisyon, bordür ve bini kaldırıldığında tek bir geometrik şemayı oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. Kompozisyonun ana motifleri, profilli çıtalarla oluşturulmuş beşgenler, üçgenler ve baklava biçimindeki dörtgenlerdir. Bu motiflerin içerisine daha küçük boyutlu beşgen, dörtgen ve üçgenler yerleştirilmiştir. Bu geometrik parçaların her birinin yüzeyine, geometrik formuna uygun olarak farklı motifler işlenmiştir. Yüzeydeki bu süslemeler, her bir geometrik parçanın kendi yüzeyinde oyularak yapılmış şeritlerle sınırlandırılır. Geometrik parçaların yüzeyinde yer alan her biri farklı formlardaki bitkisel motifler, kıvrak ve hareketli olup, ışık-gölge tesirini artırmaktadır. Bu bitkisel süslemeler üçgenlerde palmettir ve bu palmetin üst yaprağı üçgenin tepe noktasına doğru uzanır. Palmetin çanak yapraklarında düğmeler bulunur. Dörtgenlerde birbirine daire oluşturacak şekilde bağlanan ve iki ucunda birer rumî bulunan bir kompozisyon vardır. Beşgenlerde tek eksene göre simetrik düzenlenen bir palmet-rumî kombinasyonu yer alır. Alt panolar, yine yuvarlak satıhlı oyma tekniği ile düşey eksende, palmet-rûmî ve rumîlerden oluşan iki merkezli bir kompozisyonun tekrar edilerek ve enine gelişerek devam ettiği bitkisel süslemeyle işlenmiştir. Kapı kanatlarının bazı parçaları dökülmüştür. Sol kanat orta panoda 12, sağ kanat orta panoda 2 olmak üzere toplam 14 geometrik parça eksiktir. Bunlardan sol kanat orta panoda bulunan beşgenin yerine basit bir süslemeye sahip olan yenisi yerleştirilmiştir. Diğer eksik olan parçaların yerlerine ise kontrplak çakılmıştır. Onarımlar sırasında eksik olan sağ kanadın orijinal alt panosunun yerine ise, yüzeyi profilli bir ahşap parça yerleştirilmiştir. Tarihi belli olmayan kapı kanatlarının 116 süsleme ve yapım tekniğiyle camiyle aynı tarihlere ait olabileceği ifade edilmektedir266. Bugünkü camiye taş lentolu kapıdan girilir. Cami, on iki ahşap direkle, mihraba dik beş sahna bölünmüştür. Mihrap aksındaki sahın diğerlerinden daha enli tutulmuştur. Ahşap lambrilerle kaplanmış olan tavanı, birbirlerine bursa tipi kemerlerle bağlanmış olan ahşap direkler taşımaktadır (Çizim:10, Foto:59–60). Silindirik kaidelere oturan poligonal biçimli direkler son onarımlar sırasında açık sarı ve pembe renkle boyanmıştır. Mihrabın iki yanında yarısı duvara gömülü, yıldız planlı iki kargir ayak bulunmaktadır. Foto 59: Caminin iç mekânı (Güneye Bakış) Foto 60: Caminin iç mekânı (Kuzeye Bakış) Caminin giriş kanadına, 1970’li yıllarda ahşap bir mahfil ilave edilmiştir (Foto:60). Caminin kuzey kanadında ve doğu-batı doğrultusundaki mahfil, giriş üzerinde yer almakta olup, eliptik bir şemaya sahiptir. Girişin doğusundaki ahşap bir merdivenle ulaşılan mahfil, son onarımlar sırasında açık sarı ve pembe renkle boyanmıştır. Son yıllarda caminin kuzeybatı köşesine alimunyum doğramalı camekânlı müezzin bölmesi ilave edilmiştir. Caminin güney hariç diğer duvarları muhdestir267. Doğu, batı ve kuzey duvarlarının her üçünde simetrik düzenlenmiş, bir sırası tavana yakın kotta, diğeri, daha büyük ölçülerde ve duvarın ortaya yakın 266 Bozer, a.g.t., s.110. 267 Akok, a.g.m., s.6-7., Karamağaralı, a.g.m., s.50. 117 bölümüne hizalanmış üçerli iki sıra halinde altışar pencere bulunmaktadır. Pencerelerden üst sırada olanlar kare, alt sırada olanlar ise boyuna dikdörtgendir. Alt sırada olanlar üst sıradakilere göre daha büyük boyutludur. Güneybatı köşede yer alan minber ve mihrabın batısındaki vaaz kürsüsü, geç dönem ilavesi olup herhangi bir sanat değeri taşımamaktadır. Kıble duvarında ise üç açıklık vardır(Foto:59). Bunlardan mihrabın üstünde yer alanı orijinal olup, üst sıradaki pencerelerle aynı kotta ve formdadır. Diğer iki açıklık ise mihrabın doğusundadır. Bunlardan mihraba yakın olanı türbeye açılan bir pencere, diğeri ise türbenin doğudaki koridoruna açılan bir kapıdır (Foto:61). İlk yapıldığında pencere olan ve türbenin yapımı sırasında kapıya dönüştürülen açıklık, tek kanatlı ahşap bir kapı ile örtülüdür. Yapım tekniği geçme ve kündekâri olan kapının ölçüleri 0.85 x 1.78 m.dir. Bir panolu şemaya sahip kapı, hakikî kündekâri ve yuvarlak satıhlı Foto 61: Hankaha açılan kapının ahşap kanadı oyma teknikleriyle süslenmiştir. Cami içindeki halıları çalmak isteyen bir hırsız, 1981 yılında hânkah ve türbe tarafından içeri girmek için bu kapı kanadını kırmıştır268. Bu nedenle, panoda 39 adet geometrik parça olması gerekirken sadece 18’i kalabilmiştir. Kapı kanadının eski fotoğraflarında269 da 5 parçanın eksik olduğu ve bu kısımların alelade ahşap parçalarla kapatıldığı görülür. Kanattaki orijinal parçalar arasında oyma tekniğiyle işlenen ancak süslemesi çok farklı olan altıgen bir 268 Bozer, a.g.t., s.125. 269 Karamağaralı, a.g.m., s.64, Resim 21. 118 parça dikkati çeker. Bu parça caminin kapı kanatlarında olduğu gibi bu kanatta da eskiden bir onarım yapıldığını düşündürür270. Bugüne gelebilen süslemeler, özellikle alt kısımda olanlar, aşınmış ve bozulmuştur. Kapı, seren ve başlıkların geçme tekniğinde birleşmesiyle meydana gelmiştir. Seren ve başlıkların süslenmeden bırakıldığı panoda, geometrik kurgu ön plandadır. Geometrik şema, altı köşeli yıldız ve bunun etrafında radyal bir düzende sıralanmış altıgenlerden oluşmaktadır. Bu bölmelerin içleri de bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Geometrik örgüyü teşkil eden çıtalar üç profillidir. Ortadaki profil kompozisyonun bütününü dolaşır. İki yandakiler ise komşu bölmelerin çerçevesini meydana getirir. Hem yıldızlar hem de altıgenlerin içi, yuvarlak satıhlı oyma tekniğiyle, tek eksene göre simetrik palmetrumî kombinasyonlarıyla işlenmiştir. Sapları ortadaki yuvarlak bir şeklin içinden geçen yay gibi gerilmiş rumîler, yaprak uçlarından bir palmete bağlanmakta ya da bu palmeti iki taraftan sarmaktadır. Yapraklarında düğmeler görülen bu motifler, hareketli bir kompozisyon ortaya koyar. Profilli çıtalar, bitkisel motifler ve bunların oyma işçiliği caminin kapı kanatları ve Konya Beyhekim Mescidi’nin kapı kanatlarıyla büyük benzerlik gösterir. Yerleştirildiği açıklığın, türbenin inşası sırasında kapıya dönüştürülmüş bir pencere olduğu düşünülürse kapı kanadının yapımı için inşa tarihi bilinmeyen türbe’nin yenilendiği 1283 tarihi271 “termınus poste quem” olarak verilebilir. Sözkonusu kapı kanadı bugün müzeye dönüştürülen hânkahta sergilenmektedir. Bunun dışında 1981 yılındaki hırsızlık olayı esnasında, hırsızın türbeden camiye geçerken yaptığı tahribat neticesinde oluşmuş molozların 270 Bozer, a.g.t., s.126. 271 Bozer, a.g.t., s.127., Karamağaralı, (a.g.m., s.51) 1283’i türbenin inşa tarihi gibi ifade etmiştir. Buna karşılık türbedeki çini kitabedeki ifade “tecdit” yani yenilemedir.(Kitabe için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.54) Bu anlamda türbenin ve dolayısıyla ahşap kapı kanadının 1283’ten önceki bir tarihe ait olması gereklidir. 119 arasında tesadüf edilen ve XIII. yy. a tarihlene bir çift kapı kanadı vardır272. Son derece harap durumda olan kanatların sadece ortadaki madalyonu seçilebilmektedir. Söz konusu ahşap kanadın pencere kanadı olması muhtemeldir273. Giriş aksında ve güney duvarının tam ortasında yer alan mihrabın niş derinliği duvar kalınlığı içinde kalır. Çerçevesi yan duvara nazaran 10 cm.lik bir çıkıntı yapar. Muhdes ahşap döşeme nedeniyle, mihrabın zeminden itibaren 50 cm kadarlık kısmı gömülmüş vaziyettedir. Son onarımlar sırasında döşeme kaldırılmış, mihrabın orijinal yüksekliği ortaya çıkmıştır. Mihrap (Foto:62), Selçuklu çini sanatının en olgun örneklerinden biri olarak kabul edilir274. Turkuaz, patlıcan moru ve lacivert renkli çiniler ince şeritler ve küçük geometrik şekillerde, kompozisyona uygun olarak kesilmiştir. Bordürlerde beyaz harç zeminde ince hatlar olarak görülür. Mihrabın 3.10 x 4.65 m. ölçülerindeki boyuna dikdörtgen çerçevesini, iki yanda ve üstte, genişlikleri farklı üç bordür dolaşır. Bordürlerin her birini kendi içinde patlıcan moru ve düz turkuaz levha çinilerden oluşturulmuş silmeler sınırlamaktadır. Dıştaki bordürü, turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerle oluşturulmuş ve iki palmetli dalın 272 Bugün Konya Etnoğrafya Müzesinde yer ala ahşap kapı kanattan ilk defa bahseden Y.Önge (“Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme Semineri, 3-7 Haziran 1991, Seminere Sunulan Bildiri.) Bunun dışında R.Bozer (a.g.t., s.7, Resim 3) ahşap kanadı kısaca tanıtmıştır. 273 Bozer, a.g.t., s.7. 274 Yetkin, a.g.e, s.75. 120 uçları bir sonrakine bağlanmasıyla oluşan açık bir kompozisyon süslemektedir. Enine gelişen bitkisel kompozisyonda, palmetler bir turkuaz, bir patlıcan moru çinilerden teşkildir. Bordürün iki kenardaki düşey bölümlerinin köşe sütuncelerine kadar olan kısmı dökülmüş, üstteki yatay bölüm ise tamamen yok olmuştur. Düşey bölümde eksik kısımlar alçı ile doldurulmuşken, üstteki yatay kuşağın yerine son yıllarda eklemlenmiş, ortasında kartuş içerisinde Kuran-ı Kerim’den bir ayet yazılı olan enine dikdörtgen çini bir pano yerleştirilmiştir. Ortadaki içbükey bordürde, patlıcan moru ve turkuaz mozak çinilerle, uçları yarım palmetlerle nihayetlenen kıvrım dalların birbirine dolanmasıyla açık bir kompozisyon meydan getirilmiştir. Enine gelişen açık kompozisyonda, patlıcan moru ve turkuaz renkli çinilerde, her bir motif nöbetleşe kullanılmıştır. Bordürün düşey kısımlarından doğudaki, sağlam olarak günümüze gelebilmişken, batıdaki, zeminden köşe sütuncuğu hizasına kadar yok olmuştur. Bunun dışında bordürün düşey batı kenarının yatay kısmıyla birleştiği köşeye yakın bir konumda, üzerine uyuşmayan bordürdeki ve bu kompozisyonla haliyle sonradan eklendiği anlaşılan bir çini parça yer alır. Bir ters bir düz palmetlerin uçlarından Foto 62: Mihrap kıvrım dallarla birbirine bağlandığı bu ek parçadaki kompozisyonda, patlıcan moru ve turkuaz renkli mozaik çiniler kullanılmıştır. Bu kompozisyon, mihraptaki başka bir yerde görülmemektedir. Bu haliyle tarihini bilemediğimiz bir onarım sırasında 121 başka bir yerden buraya yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Löytved275in mihrap fotoğrafında bu ek parça görülmektedir. Bu anlamda, müdahalenin 1890’lı yıllardan önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Diğerlerinden daha enli olan ve iki pahlı silme ile çerçevelenmiş olan üçüncü bordür de enine gelişen açık bir geometrik kompozisyon yer almaktadır. Sütunce başlığı üzerinden başlayan bordürde lacivert çiniden ince şeritler çeşitli yönlerde kesişerek örgüyü meydana getirirler. Şeritler arasındaki çokgen formlu bölümler turkuaz çinilerle doldurulmuştur. Bu bordürün üstteki enine bölümü ile düşey kesiminin kesiştiği yerde kompozisyona uymayan bir ek vardır. Löytved’in fotoğrafında bu ek göründüğüne göre ortadaki bordürde görülen yama çinili bölümler için yaptığımız tespitleri burası için de yapabiliriz. Kavsara’nın köşeliklerinde yer alan üçgen sahalar, ana motifi altı kollu yıldız olan açık bir kompozisyon ile süslenmiştir. Burada altıgenlerin kollarını patlıcan moru çinilerin meydana getirdiği kancalı baklava276lar oluşturur. Bunların aralarındaki bölümler, çeşitli yönlerde kesişen turkuaz renkli dikdörtgen mozaik çinilerle dolgulanmıştır. Turkuaz şeritlerin aralarında kalan bazı üçgen sahalar ise patlıcan moru üçgen kesilmiş çini mozaiklerle oluşturulmuştur. Genel görünüşüyle fırıldak277 motifini hatırlatan yıldızların merkezindeki altıgenlerin içlerinde, patlıcan moru bir altı kollu yıldız daha yer alır. Merkezdeki altıgenlerin içteki yıldızdan arta kalan bölümleri beyaz alçılıdır ve böylece içteki patlıcan moru altıgen ortaya çıkarılmıştır. Bu motif, kavsara’nın üçgen köşeliklerinde bazen tam bazen yarım olarak tekrar edilmiştir. Bu bölümün üstünde yer alan ve enine dikdörtgen bir sahayı kaplayan köşelik 275 Löytved, a.g.e., s. 133, Abb. 188. 276 Yetkin, a.g.e., s.75. 277 Aynı yer. 122 tablası278dört yönden patlıcan moru bir bordürle sınırlandırılmıştır. Buraya hâkim olan şema, sekiz kollu yıldızların oluşturduğu geometrik kompozisyondur. Ancak dikdörtgen sahanın kısa kenarlarında, iki taraftan turkuaz bordürle sınırlandırılmış, enine gelişen bitkisel açık bir kompozisyon vardır. Burada uçları rûmîlerle son bulan birbirine dolanmış kıvrım dallardan oluşan şema turkuaz ve patlıcan moru çinilerle oluşturulmuştur. Tablanın geneline ise turkuaz ve patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş geometrik açık bir kompozisyon hakîmdir. Burada patlıcan moru çiniler, şeritler halinde hem merkezdeki sekizgeni, hem de onun dışta kollarını oluşturan altıgen çinileri teşkil eder. Kompozisyon, sekizgenin her bir aksına denk gelecek şekilde dış tarafa yerleştirilmiş beş kollu yıldızlar ve üçüncü bir halka olarak sekizgenin dört ana aksına birer adet yerleştirilmiş altı kollu yıldızlarla son bulur. Tabla, bu şemanın enine bir düzenle bazen tam bazen yarım bir şekilde tekrarlanmasıyla oluşturulmuştur. Altıgen ve beşgenler, turkuaz mozaik çinilerle oluşturulmuşken beşgenlerin ortasında küçük birer altıgen daha yer almaktadır. Patlıcan moru çinilerin oluşturduğu şeritlerin aralarındaki üçgen sahalar beyaz harçlı olarak bırakılmıştır. Mukarnaslı kavsara birbirine eş genişlikte altı sıradan oluşur. Dıştaki patlıcan moru içteki turkuaz renkli çinilerden oluşan iki bordürle sınırlandırılmıştır. Mukarnas sıraları, üstte sivri bir şekilde sonlanan, yayvan, üçgen sahalardan oluşur. Köşelere doğru nişlerin yayvanlıkları artar. Üstteki ilk üç sıra tek tek dizilmişken, diğer üç sırada nişler köşelerde gruplaşırlar. Ortada kenarları basamaklı üç sırada devam eden üçgen bir bölüm bulunur. Sıra araları enine patlıcan moru bordürlerle birbirinde ayrılmıştır. Özellikle köşelerdeki üçgen hücreler kendi 278 Bakırer, (… Anadolu Mihrabları, s.173, dipnot 143.) çinili mihraplarda genellikle köşelik tablası mevcut olduğunu, yalnız Sahip Ata Camine özgü olmak şartıyla tablanın geometrik kompozisyonla bezendiğini, diğer örneklerde bitkisel örgü üzerine kufî yazı şeridi yer aldığını belirtir. 123 içlerinde turkuaz şeritlerle iki, üç bazen dört bölüme ayrılmıştır. En üstteki sıra tek olmak üzere ikincisi beş, üçüncüsü dokuz, dördüncüsü sekiz diğer iki sıra dörder hücrelidir. Mukarnas sıralarda düşey aksa denk geleni farklı olmak üzere bunun iki yanında yer alanlar süsleme ve biçim olarak simetriktirler. Hücrelerdeki süslemeler düşey eksende gelişen zik-zak, beşgen, altıgen gibi değişik kompozisyonlarla süslenmiştir. Kompozisyonlarda motifler patlıcan moru, aralarındaki bölümler turkuaz renkli mozaik çinilerden oluşmaktadır. Nişlerin aralarındaki üçgen bölümler bulunduğu yere uygun olarak kesilmiş turkuaz ve patlıcan moru renkli çinilerden oluşturulmuş baklava motifleriyle süslüdür. Kavsaranın merkezinde yer alan bitkisel süslemeli üçgen dilimli sahada ise turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon yer alır. Beyaz alçı zemin, bitkisel süslemenin etrafını dekorlar. Burada, boyuna gelişen palmet-rumî kombinasyonunun değişik bir varyasyonu bulunur. Bu dilimli sahanın etrafındaki üçgen bölümler, kâşitraş (sahte mozaik) tekniğiyle üretilmiş, palmetlerden oluşan bir kompozisyonla süslüdür. Kavsara ile altındaki kısmı yanlarda ve üstte sınırlayan bordür, lüster çinilerin kesilmesiyle elde edilmiş koyu kahverengi renkli levhalardan oluşmaktadır. Bazı izlerden lüsterlerin figürlü oldukları anlaşılmaktadır. Kavsaranın altındaki kısım, altıgen ve aralarında üçgenlerden oluşan geometrik açık bir kompozisyonla süslenmiştir. Üçgenler, patlıcan moru mozaik çinilerden, bu üçgenlerin içindeki daha küçük boyutlardaki üçgenler ve altıgenler ise turkuaz mozaik çinilerden oluşmuştur. Burada, alt kısımdaki çiniler dökülmüş, yerleri onarımlar sırasında alçı ile konserve edilmiştir. Silindirik gövdeli sütunceler mihrap nişinin köşelerine yarı yarıya gömülüdür. Gövde, boyuna gelişen geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Burada patlıcan moru ince dikdörtgen mozaik çiniler dikey olarak yerleştirilmiş ve baklava dilimi oluşturacak şekilde yan yana ve üst üste dizilmişlerdir. Aralarındaki 124 bölümler yine düşey olarak yerleştirilmiş turkuaz dikdörtgen çinilerle doldurulmuştur. Sütuncelerin zar biçimli başlıkları, turkuaz renkli dörtgenler ve aralarındaki üçgen bölümler patlıcan moru mozaik çinilerle süslenmiştir. Sahip Ata Caminin aslî durumuna ilişkin çok sayıda fikir öne sürülmüştür. Bunlar çoğunlukla Karamağaralı’nın 1964 yılı sondajlarına dayanır (Çizim:10). Karamağaralı’dan önce gerek Konyalı, gerekse Uğur-Koman caminin aslî haline ilişkin bazı tespitlerde bulunmuşsa da bunlar, rivayetten veya nakillerden öteye geçmemiştir. Karamağaralı, caminin aslî halini tespit için gerçekleştirdiği sondajlarda, bugünkü binanın doğu ve batı duvarlarının eski temeller üzerine yapılmış olması ihtimalinden hareket etmiştir. Nitekim mevcut yapının kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde gerçekleştirdiği sondajlar, mevcut doğu ve batı yan duvarların, eski sahınların üzerine kurulduğunu göstermiştir (Çizim: 12). Bu haliyle taçkapı yüksekliğini de dikkate alarak en ve boy nispetlerini uygun bulmayan yazar ilk caminin daha geniş ölçülerde olması gerektiğini düşünmüştür279. Karamağaralı, bu fikirle, öncelikle eski caminin sahın açıklığını hesaplayarak mevcut yapının doğu ve batı yönlerinde birer sahın açıklığı mesafede ilk binanın dış duvarlarını aramıştır. Nitekim mevcut ahşap direklerin eski ayak veya direklerin üzerine kurulmuş olabileceğinden hareket ederek, mevcut yan sahınların genişliğini (yaklaşık 4 m.) tespit eden Karamağaralı, mevcut yapının kuzeydoğu köşesinden 4 m. uzaklıktaki eski caminin doğu dış duvarını, sondajları neticesinde tespit etmiştir280. Araştırmacı, ilk caminin batı duvarını bulabilmek için farklı bir yol deneyip, orijinal kalabilmiş olan kıble duvarının temelini dıştan açıp batıya doğru dönüş yaptığı köşeyi ortaya çıkarmıştır. Böylece ilk caminin doğu ve batı duvarlarını, 279 Karamağaralı, a.g.m., s.50. 280 Aynı yer. 125 mevcut caminin doğu ve batı duvarlarına eşit uzaklıkta olmak üzere içten 29.40 m. ölçüsünde ve toplam yedi sahından oluştuğunu tespit eden281 yazar, kuzey duvarını ise tespit edilen ilk caminin doğu ve batı duvarlarını içten takip ederek ortaya çıkarmıştır. Buna göre kuzey duvar, kıble duvarından 35 m. uzaklıkta yer almaktaydı282(Çizim: 12). Karamağaralı, portal ile orijinal kuzey duvarın nasıl bağlandığını öğrenebilmek için gerçekleştirdiği sondajlarda, taçkapı bakiyesinin, ilk caminin kuzey duvarından 3.50 m. uzaklıkta bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Kazılarda ortaya çıkan taçkapı temelleri, giriş açıklığı ile aynı hizada başlamakta, burada, batıya doğru devam edip, taçkapının batı köşesi hizasında kuzeye yönelmekteydi283. Bu haliyle taçkapının, uzunluğu 7.20 m, genişliği 9.50 m. ve yüksekliği 9.40 m. olan, camiden ayrı olarak inşa edilmiş, başlı başına bir ünite olarak tasarlandığını ortaya koymuştur. Bu tespitlere göre aslî halinde portal, Sahip Ata’nın Konya ve Sivas’taki Medreselerinin kapılarında olduğu gibi bir koridordan geçilerek binaya ulaşılabilen, ayrıca içinden hem iki yandaki merdivenlerle mahfile ve minare önündeki sahanlığa, hem de dama çıkışı temin eden kapıları barındırıyor olmalıydı. Karamağaralı, taçkapı ünitesinin çapraz tonoz veya kubbe ile örtülü olabileceğini belirtmiştir284(Çizim: 12). Bugün mihrabın iki yanında bulunan yarım yıldız biçimli ayakların, aslî halinde, karşılığında bulunması gereken parçaların benzerleri, Tuncer’in 1978 281 Karamağaralı, a.g.m., .50-51. 282 Karamağaralı, a.g.m., .50. 283 Karamağaralı, a.g.m., Şekil 2. 284 Karamağaralı, a.g.m., s.51.Benzer örneklerden Sivas Sahip Ata Medresesinin giriş koridoru aynalı tonoz, Konya Sahip Ata Medresesinin ki çapraz tonozla örtülüdür. Biz, caminin giriş koridorunun da aslî halinde kubbeden ziyade tonozla örtülü olduğunu düşünmekteyiz. 126 kazılarında ortaya çıkarılmıştı285. Bu durum, mihrap önünün, yıldız biçimli ayaklara binen kemerlerin taşıdığı bir kubbe ile örtülü olduğunu ortaya koymuştur. Bugünkü şekline büyük oranda 1871 müdahalesiyle kavuşmuş olan camide, mihrap önü kubbesinin ne zaman yıkıldığı tespit edilememiştir. Camide gerçekleştirilen onarımlara ait en detaylı kayıt 1825 tarihli şer’iyye sicilidir. Burada sakfın dört köşesinin de yeniden açılıp yenileceğinin belirtilmesine karşın, kargir olması gereken mihrap önü kubbesinden hiç bahsedilmemektedir. Bizce mihrap önü kubbesinin kaldırılmasıyla caminin küçültülmesi eş zamanlı olmuş olmalıdır. Zira mihrap önü kubbesine ait yıldız ayakların parçaları bugünkü avluda kazılar sonucunda ele geçirilmiştir. Bugünkü bilgilerimizle kesin olarak tespit edemesek de biz, 1825 onarım kayıtlarında286 diğer detayların ayrıntılı olarak anlatılmasına karşın mihrap önü kubbesinin varlığından dahi söz edilmemesinden dolayı, 1825 yılından önce yıkılmış olabileceğini tahmin etmekteyiz. Ser’iyye sicil kaydında çatısının tamamen açıldığının ifade edilmesi, binanın kubbeli olmadığını düşündürmektedir. Ayrıca Konyalı ve Uğur-Koman287’ın XIX. yüzyıla ait ilettikleri rivayet ve nakillerin hiçbirinde kubbenin olmaması da, caminin kubbeli halinin çoktan hatıralardan silindiğine işaret eder niteliktedir. Bunun dışında Karamağaralı, aslî halinde caminin orta sahnında küçük bir avlu mahiyetinde bir açıklık da bulunduğunu belirtmiştir(Çizim: 12). Konyalı288 ve Uğur-Koman289, görgü tanıklıklarının şahitliğine dayanarak, caminin bugünkü 285 Bkz. caminin vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) dosyasında yer alan Tuncer’in kazı sonuçlarını ve restorasyon konservasyon çalışmalarını içeren raporu. Ayrıca Karamağaralı, a.g.m., s. 61, Resim 18. 286 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1. 287 Konyalı, a.g.e., s.512., Uğur-Koman, a.g.e., s.43. 288 Konyalı, a.g.e., s.512. 289 Uğur-Koman, a.g.e., s.43. 127 şekline kavuşmadan önce altı havuzlu üstü açık bir bölüm olduğu belirtmektedir. Binanın tamiri ile ilgili olarak 1825 tarihli Şer’iyye Sicili’nde “…ekseni derunu cami olan karlık tamiri için 1600 kuruş…”290 şeklinde bir tabir vardır ki, bu kışın kar saklanan ve benzerini Beyşehir Eşrefoğlu Camiinde de gördüğümüz bir kar kuyusu olmalıdır. “Karluk Kuyusu”nun, 1825 tarihinde tamire ihtiyacı olsa bile ayakta olduğu kayıttaki ifadelerden anlaşılmaktadır. Karamağaralı, caminin aslî halinde doğu ve batı cephelerde birer kapısının daha yer alması gerektiğini belirtir(Çizim: 12). Ayrıca herhangi delil göstermeksizin, bu ölçüdeki caminin bir de Emir Mahfelinin olması gerektiğini ifade eder291. Bunun dışında, caminin üst kısımda bulunan pencerelerle aydınlatıldığını ifade eden Karamağaralı, aslî haline ön cephede, tıpkı Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinde olduğu gibi portalin iki yanında pencerelerin bulunması gerektiğini belirtir292. Caminin orijinal pencereleri, mihrabın doğusunda bulunan ve biri türbenin yapımında kapıya dönüştürülmüş, diğeri bilinmeyen bir tarihte örülmüş, üçüncüsü ise mihrabın üzerinde yer alan diğerlerine göre daha küçük ölçekli penceredir. Bizce, onarımlarla bugünkü görüntüsüne kavuşmuş mevcut pencereler, orijinal pencerelerin konum ve ölçüleri dikkate alarak yapılmış olmalıdır. Orijinal kalabilmiş olan mihrabın üstündeki açıklık ile mihrabın doğusundaki boyuna dikdörtgen açıklıklar – sonradan müdahale görmüş olsa bile- mevcut doğu ve batı pencereleri ile form, ölçü ve duvarda yer alış düzenleri açısından benzeşmektedir. Dolayısıyla aslî halinde pencereler, caminin güney, doğu ve batı duvarlarında, biri üst sırada ve daha küçük 290 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1. 291 Karamağaralı, a.g.m., s.51. 292 Aynı yer. 128 ölçülerde olmak üzere iki sıra halinde ve muhtemelen mazgal biçimli olarak yer almaktaydılar. Ön cephede de portalin iki yanında pencerelerin olması muhtemeldir. Karamağaralı sondajları sırasında, yanmış ahşap parçalarına rastlamıştır. Gerek Konyalı ve Uğur-Koman’ın nakilleri gerekse şer’iyye sicil kayıtlarındaki onarıma ait bilgiler, caminin onarım öncesi yapısının ahşap direkler üzerine oturan ahşap kirişlemeli bir tavana sahip olduğunu göstermektedir. Caminin 2 Nisan 1825 tarihli şer’iyye sicilinde bulunan tamir kayıtlarında en dikkat çekici nokta “kel evvel (daha önceki gibi)” tabiridir. Burada caminin eski yapısını koruyarak “… harap sakfı tamamen açılıp, çarkuşeler (dört köşe) kaldırılarak biraz cedit öz ağacı…” ile tamir edilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Kayıtta “… sakfı mezbura yüz elli öz ağacı lazım olduğu”293 ifade edilir. Bu bilgi tavanın yatay ve düşeyde sıralanmış ahşap kirişlerle teşkil edildiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla caminin 1825 tarihli onarım öncesinde de ahşap direkli ve kirişlemeli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ahşap tavan aslî halinde ahşap direklerle taşınıyor olmalıydı. Nitekim şer’iyye sicilinde “… on adet yuvarlama dikme…” ihtiyacından bahsedilmesi bu duruma karine teşkil eder. Önge294, caminin çakma stiliyle yapılmış, stalâktit başlıklı eski ahşap direklerinden ikisinin yakın zamanlara kadar hankahın kapısını örten sundurmayı taşıdığını ifade eder. Bugün camideki sütun sayısı 12’dir. Caminin yukarıda açıklanmaya çalışılan aslî hali düşünüldüğünde, daha fazla sütuna sahip olduğu açıktır. Bu durum, söz konusu onarımda ya kısmi bir müdahale gerçekleştirildiği, ya da caminin o yıllardaki ölçüsünün bugünkü mevcut ölçüsüne yakın olduğunu gösterir. Bir başka ihtimal ise, mevcut camideki sütunların eklenecek 293 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1. 294 Y.Önge, “Anadolu’da Mimari Sanatında Ahşap Stalâktitli Sütun Başlıkları”, Önasya, C. IV, S.37, Ankara 1968, s.11. 129 olanlarla beraber yeterli sayıyı ulaşabilir olmasıdır. Bunu açıklığa kavuşturmak ne yazık ki bu bilgilerimizle mümkün değildir. Bu hususta, özellikle 1570 tarihinde gerçekleştirilen kapsamlı onarımın niteliğine dair bilgilerimizin eksikliği konuyu aydınlatabilmemize engel teşkil etmektedir. Söz konusu onarımda “…camiin sakfında, döşeğinde ve damında…”295 bazı tamiratlar gerçekleştirildiğinin dışında herhangi bir bilgi ne yazık ki yoktur. Binanın 1702 yılındaki onarımın296içeriği hususunda ise hiçbir bilgiye sahip değiliz. Konyalı’nın tarihini 1871, Uğur-Koman’ın 1878–1879 olarak verdiği, son onarım konusundaki bilgilerimiz sarih olmayıp, nakillere dayanmaktadır. Konyalı, onarımı gerçekleştiren Muhyiddin Ustanın sağ olduğunu belirterek, eski caminin ortasında havuzlu ve üstü açık bir kısım olduğunu, kubbe tarafının sağını ve solunu kubbeli revakların sardığını ve geniş bir dehlizle de taçkapıya ulaşıldığını belirtir297. Biz 1825 yılındaki onarımda karlık kuyusunun tamir edildiğini yukarıda ifade etmiştik. Dolayıyla Konyalı’nın bu naklinin doğru olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kubbeli revaklar konusunda herhangi bir kayıt veya delile rastlamadık. Konyalı onarımlara, iki defa düşen yıldırımın sebep olduğunu ifade eder. Fakat bunların hangi tarihlerde gerçekleştiği belli değildir. Karamağaralı’nın sondajlarında, yanmış ahşap parçaları bulduğunu düşünürsek, yangının ve ona sebep olabilecek yıldırım felaketinin doğru olduğu söylenebilir. Bu felaketlerin 1825, 1848 ve 1871 müdahalelerinden hangisinin öncesinde gerçekleştiğini ise tespit edememekteyiz. Karamağaralı, kubbeyi taşıyan ayakların arasındaki mesafenin, kemerler için belli bir yüksekliği zorunlu kılmasından yola çıkarak, mihrap önündeki kemerin 295 Ceylan, a.g.t., s.94-95. 296 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33. 297 Konyalı, a.g.e., s.512. 130 açıklığını ölçmüş ve buradan da orta sahnın yüksekliğini hesaplamıştır298. Yazar orta sahnın tavan kaplamasına kadar yüksekliğinin 8 m. yi aştığını, diğer sahınların yüksekliğinin yanlara doğru eğimli bir kirişleme ile azaldığını belirtmiştir (Çizim: 14). Bunun dışında Karamağaralı, Kayseri Hunat Külliyesi, Sivas Sahip Ata Medresesi ve Sivas Çifte Minareli Medrese gibi örneklere bakarak, caminin ön cephesinin dendanlı olabileceğini ifade eder299. Bizim bu konuda bir tespitimiz bulunmamaktadır. Minarenin 1825 de külahının kurşunla kaplandığını belirtmiştik. Şer’iyye sicilinde, “…minare-i şerifin külahı üzerine kurşun…”300 kaplanacağından bahsedilmesi, ikinci minareden hiç bahsedilmemesi 1825 tarihine gelindiğinde doğu minaresinin çoktan yıkıldığına işaret eder. Texier yaptığı çizimde taçkapıyı iki minareli resmetmiştir301. Ancak camiyi iki minareli gördüğüne dair bir bilgi yoktur. Şer’iyye sicilinde, yeni minber, iki çift yeni ahşap kapı ve ser-mahfil lazım olduğu, ayrıca cami tabanındaki tuğla döşemenin ihya edilmesi gerektiği ifade edilir302. Caminin 1825 onarımına ilişkin kayıtlarında “…tamire muhtaç duvarların eskiden olduğu gibi yarısına kadar taş, arasına sıva…”303 yapılması gerektiği ifade edilir. Bu durum caminin aslî halinde, belli bir seviyeye kadar taş olduğunu gösterir. Binadaki bazı özeliklerin, Anadolu Selçuklu Mimarisi için ilkleri barındırdığı görülmektedir. Bunlardan biri, ilk defa bu binada görülen çifte minare uygulamasıdır. Daha sonraki yıllarda Sivas’taki Sahip Ata ve Çifte Minareli Medreselerinde 298 Karamağaralı, a.g.m., s.51, Şekil 5-6. 299 Karamağaralı, a.g.m., s.51. 300 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1. 301 Texier, a.g.e., s.304. 302 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1. 303 Aynı yer. 131 görülecek olan çifte minare uygulaması, Kölük’ün Anadolu Selçuklu Mimarisinin ön cephe düzenlemesi ve tasarımına getirdiği önemli bir yeniliktir. Bugüne ulaşabilmiş olan minarede görülen dilimli gövde ise, bu tip gövdeye sahip minarelerin ilki olması açısından dikkati çekicidir304. Cami, sebillerin ön cephe tasarımına eklenmesi açısından da bir ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bir başka husus ise caminin, bilinen en eski ahşap destekli cami oluşudur305. Yapı harimin planı başta olmak üzere, örtü sistemi, mukarnaslı kavsarası, ahşap giriş ve türbe kapısı ile mihrabı dikkate alındığında Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Cami (1296–99) ile büyük benzerlikler göstermektedir. Sahip Ata Caminin aslî hali ve tarihi dikkate alındığında, Anadolu Selçuklu dönemine ait bilinen ahşap camilerin en büyük olan Eşrefoğlu Caminin, birçok açıdan Sahip Ata Cami örnek alınarak yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Büyük tahribata uğramış olmasına karşın, günümüze ulaşabilmiş olan caminin kapı kanadı, süslemelerinin yanı sıra hem geçme hem de hakiki kündekâri tekniği uygulanan kapıların, Anadolu’da bilinen en erken tarihli örneği olması açısından da dikkate değerdir306. Anadolu Selçuklu çiniciliğinin seçkin örneklerinden biri olan mihrapta, süsleme ve tasarım açısından oldukça gelişmiş işçiliğin yanı sıra, kâşitraş üçgen bölümler ve lüster çinilerin kesilmesiyle oluşturulmuş bordür gibi çok sık görülmeyen iki uygulamaya bulmaktayız. Banisi Sahip Ata Fahreddin Ali’nin, Saltanat Naibi olduğu 1258 yılında yaptırdığı caminin, onun bu görevinin bir hatırası olarak, hem siyasi hem de bani kişiliği için çok önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. 304 Bakırer, “…Tuğla Minarelerin…”, s.348–349. 305 Karamağaralı, a.g.m., s.52. 306 Bozer, a.g.t., s.125. 132 3.3.2- Hânkah Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Larende Kapısı karşısında yer alan külliyesinin camiden sonra yaptırılan ikinci binasıdır. Anadolu Selçuklu Mimarisinin hânkah, tekke, zaviye türünün en olgun ve gelişmiş örneklerinden biri olan yapı, birçok çalışmaya307 konu olmuştur. Günümüze kadar Tekke308, Hânkah Medresesi309 gibi çeşitli isimlerle bilinen bina, kitabesinde Foto 63: Sahip Ata Hânkahı (Ön cephe) Foto 64: (Onarım Öncesi) (VGM. Arşv.den) Hângah olarak anılmaktadır. Bunun dışında bina çeşitli tarihlerde, kuzeyinde yer alan külliyenin ilk yapısı cami ile birlikte anılmıştır. Nitekim XVIII. yüzyıl Kadı Şer’iyye sicilinde, “Sahip Ata Hânkah Cami”, XVIII. yüzyıla ait bir imam tayininde 307 Huart, Epigraphie..., s.76–77, Nr. 50.; Huart, Konia…, s.176–178, Nr. 36.; Sarre, Reise in Kleiasien…, s. 55.; Löytved, Konia…, s.63-64, Nr.56-55.; Sarre, Denkmaeler Persischer…, s.130131.; Uğur-Koman, a.g.e., s.46-51.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.57.; Önder, a.g.e., s.92-93.; Konyalı, a.g.e., s.927-934.; Ünver, a.g.m., 207.; Yetkin, a.g.e., s.76.; Akok, “Konya’da Sahip Ata Hanikah…, s.5-38.; Arseven, a.g.e., s. 63.; Meinecke, a.g.e., C.2, s.305-306.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.115116.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.113.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.467-468.; Karamağaralı, a.g.m., s.49-75.; Önge, a.g.m., s.281-292.; Tuncer, a.g.e., s.113-114.; Küçükdağ, a.g.e., s.68.; Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, 106.; Tuş, a.g.t., s.170-171.; Ergenç, a.g.t., s.32, 41.; Atçeken, a.g.e., s.102-103, 109-113.; Duran, a.g.e., s.61. 308 Ünver, (a.g.m., s.207.) Binayı 16 Temmuz 1897 tarihinde ziyaret eden Ahmed Tevhid Bey, binadan “tekke” olarak bahseder ve son zamanlarda “mescid” olarak anıldığını kaydeder. Ayrıca Lale döneminde binanın Halveti tekkesi olarak kullanıldığını (Küçükdağ, a.g.t., s.68) bilmekteyiz. 309 Atçeken, (a.g.m., s.106.) Konya Şer’iyye sicil defterlerindeki 1644 tarihli bir kayıtta, binadan Hânkah medresesi olarak bahsedildiğini kaydeder. 133 ise “Hânkah Camii” şeklinde isimlendirilmiştir310. Bunların dışında binanın 1930’lu yıllarda Sahip Ata Mahallesinin mescidi olarak kullanıldığını biliyoruz311. Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesinde bulunan bina, kuzeyden Sahip Ata Camisi, doğudan Taş Camii-Uzun Harmanlar Caddesi ile sınırlanmıştır (Foto:63-64). Güneyinde Fahreddin Ali Sokağı bulunan binanın batısında, Arkeoloji Müzesi’nin buradan kaldırılması sonrası metruk bir alan bulunmaktadır (Harita:3, Çizim:8-9). Dikdörtgen yakın bir plana sahip Foto 65: İnşa Kitabesi (Duran’dan) olan bina, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim: 13).Portal üzerindeki kitabe, içbükey silmeli, yüzeyde bir miktar içerlek tutulmuş, üç dilimli kemerden ibaret bir kartuşla sınırlandırılmıştır. Bu kartuş içersinde yer alan sülüs hatlı sekiz satırlık inşa kitabesi312nden anlaşıldığı kadarıyla bina, “Hacı Ebu Bekir oğlu Hüseyin oğlu Ali” tarafından H.668/M.1269–70 310 Atçeken, a.g.e., 109. Buradaki imam tayininin camiye yapılmış olması muhtemeldir. Ancak bu tayinin sonradan eklenmiş mihrabıyla mescit olarak kullanılmış olan Hânkah’a da yapılmış olabileceği ihtimal dâhilindedir. Bunların dışında Uğur-Koman’ın, 1930’lu yıllarda yapıda namaz kılındığını, hatta kuzey eyvanının önüne bayanların teravih namazlarını kılabilmesi için ahşaptan bir mahfil yaptırıldığını belirtmesi yakın tarihlere kadar binanın cami olarak kullanıldığına işaret etmektedir. 311 312 Uğur-Koman, a.g.e., s.50. Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Duran, a.g.e., s. 61. Binanın tarihi konusunda araştırmacılar iki ye bölünmüştür. Konyalı (a.g.e., s.928-929.), Huart (Epigraphy…s.77) ve Sarre (Reise in Kleinasien… s.55), kitabedeki tarihi H.668/M.1269–1270 şeklinde doğru okumuştur. Buna karşın, Löytved (a.g.e., s.63), Koman- Uğur (a.g.e., s.46-47), Önder, (a.g.e., s.92), Önge (a.g.m., s.281) ve Bakırer (a.g.e., s.467), kitabedeki tarihin belirtildiği kısımda yer alan ve Arapçada “altmış” anlamına gelen ( )ﺳﺘﻴﻦkelimesini, (“ ) ﺳﺒﻌﻴﻦyetmiş” şeklinde yanlış okuyarak, hânkahın H. 669/M.1279-1280 tarihlerinde inşa edildiğini ifade etmişlerdir. Kitabeyi okuyan Sn. Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman, tarihin ancak H.668 şeklinde okunabileceğini belirtmiştir. Kendisine yardımlarından ötürü teşekkür ederiz. Bu ve ileride zikredilecek olan kimi mimari detaylar sebeple, binanın tarihini H.668/M.1269–1270 olarak kabul edeceğiz. 134 yılında yaptırılmıştır (Foto:66). Kitabede, unvanı belirtilmeyen kişi, Anadolu Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Binanın mimarı ise bilinmemektedir. Binanın, günümüze ulaşabilmiş bir vakfiyesi bulunmamaktadır. Ancak H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında313, vakfın o yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurdukları belirtilir. Akıbeti hakkında bugün herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız vakfiyenin XVIII. yüzyılın ortalarında mütevellilerin ellerinde oldukları anlaşılmaktadır. Hânkaha ait kaydını bulduğumuz en eski belge Fatih tahririnde yer alır314. Burada külliyenin cami, büyük hankâh ve türbesinin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Diğer belge ise H.1074/M.1664 tarihine aittir. Burada Hânkaha tayin edilen Mevlana Mehmed Efendi’nin vakıf malından verdiği bir borç üzerine açılan dava anlatılmaktadır315. Binanın Lale devrine ait şer’iyye sicil kayıtlarından Halvetî tekkesi olarak kullanıldığını bilmekteyiz. Aynı Şer’iyye Sicil kaydında diğer 313 Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Fatih tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II. Bayezid tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler, külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret eder. Hânkaha H.1074/M.1644 tarihinde evkaf mütevellisi tarafından yapılan bir ödemenin yol açtığı bir alacak davası, külliyenin vakfına ilişkin XVII. yüzyıla ait bir kaydını oluşturmaktadır. Başka bir şer’iyye sicil kaydında ise H.1103/M.1691 tarihinde vakfın arazileriyle ilgili itilaflı bir arazi davasına ait kayıt buluyoruz.(Bkz. Atçeken, a.g.e., s.108.) XVII. yüzyıla ilişkin bir başka şer’iyye sicil kaydında ise Mehmed oğlu Ahmed isimli kişinin hem Hânkah ve Dârü’l-Hadis’in hem de Akşehir’deki Çelikli (Taş ) Medrese’nin mütevellisi olduğu yazılıdır. (Bkz. Atçeken, a.g.m., s.106) Bu bilgiler vakfın ve günümüze ulaşmayan vakfiyenin varlığına işaret eder. 314 Konyalı, a.g.e., s.512. 315 Şer’iyye Sicil Defteri C.12, S.123/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.108. 135 görevlilerden başka binada, “ders-i âm atamalarının” da yapıldığının belirtilmesi aynı zamanda üst düzey müderrisler tarafından ders okutulduğunu da göstermektedir316. Hânkah, zaman içerisinde bazı dış etkenlerle tahrip olup çeşitli onarımlar geçirmesine karşın aslî halini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Binanın Osmanlı dönemindeki tamirlerine ilişkin tek belge H.21 Şaban 1264/M. 23 Temmuz 1848 tarihi taşımaktadır. Yapılan işlemler hakkında bilgi verilmeyen Şer’iyye Sicil kaydında317, binanın, vakfın Türbesi, Hamamı ve Buzhane’si ile birlikte onarım gördüğü yazılıdır. Binadaki bir sonraki onarım 1960’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir. Bu onarımda, sondajlarda ortaya çıkarılan yıkık köşe odalarının temelleri, muhdes duvarlarla konserve edilmiş, ayrıca binanın kubbe ve tonozlarının üstündeki toprak tabakalar kaldırılmış, tuğla döşemedeki eksiklikler tamamlanmış, aydınlık feneri onarılmış, ön cephedeki dükkânların dondurularak koruma altına alınması sağlanmıştır318. Binada, 1976 yılında, Vakıflardaki dosyasında sonuçlandırılmasına dair herhangi bir gerçekleştirilmiştir. bilgiyi Binada bulamadığımız 1981–82 bir yıllarında konservasyon tekrar çalışması başlatılan onarım çalışmalarında özellikle portalin eriyen taşları, süslemesiz taşlarla yenilenmiş, üzerine geçici bir örtü yapılması; 1983–84 yıllarında ise muhdes giriş tonozunun yıkılarak yeniden tuğla ile örülmesi ve dış yüzünün taş olarak düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Binanın, açık hava sergi alanına dönüştürülmesi amacıyla 1998– 316 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68. Larende’de XIX. yüzyılda bir medreseden bahsedilmektedir. Faal durumda olan ve 18 odası olduğu belirtilen (Tuş, a.g.t., s.155) binanın son müderrislerinden Kiçi Muhsineli Hacı Ali Efendi Sahip Ata Caminin eski haline ilişkin rivayetlerini Konyalı (a.g.e., s.512) aktarmaktadır. Bu binanın Hânkah mı yoksa onun dışındaki başka bir medreseyi mi ifade ettiğini, bugünkü bilgilerimizle tespit edememekteyiz. 317 Şer’iyye Sicil Defteri C.80 (F-39), s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113. 318 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. 136 99 yıllarında başlatılan çalışmalarda, öncelikle çevre düzenleme projeleri hazırlanmıştır. Bu amaçla binada derz, tuğla, çini analizleri gerçekleştirilmiştir. Konunun uzmanları tarafından hazırlanan birçok raporda öne çıkan sorunlardan biri olan ve binanın özellikle güney ve batı yönlerindeki temel duvarlarını tehdit eden nemi gidermek için uygun bir su yalıtımının ve temel takviyesinin yapılması istenmiştir. Bunun dışında muhtelif onarımlarda kullanılan çimentonun tuzlanma gerçekleştirmesi sonucunda çinilerin bulundukları duvardan blok halinde ayrıldıkları tespit edilmiştir. Bu çinilerden 437 adet toplanarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne teslim edilmiş; 2003 yılında söz konusu çinilerin bir envanteri çıkarılmıştır. Bunun dışında asıl duvarların çıkarılması amacıyla yeniden sondajlar gerçekleştirilmiş, bu arada Önge’nin 1960’lı yıllarda yaptırdığı muhdes duvarlarda yıkılmıştır319. Restorasyon ve konservasyon çalışmaları sürdürülürken 02.08.2005 tarihinde çalışmaları devam ettiren ehliyetsiz kişilerin ihmali sonucu hânkahın duvarlarındaki çiniler sökülerek zemindeki boşlukları doldurmak için dolgu malzemesi olarak kullanılmıştır. Büyük bir tahribata sebep olan olayla ilgili adli sürecin devam etmesi nedeniyle bina, 2007 Ocak ayına kadar mühürlü ve kullanıma kapalı kalmış olup, restorasyon işlemlerin tamamlandığı bu tarihten sonra ziyarete açılmıştır. Binanın restorasyon öncesi günümüze ulaşabilmiş kısımları portal, iç avlu ve eyvanlardı. Köşe odaları yıkılmış, ancak sondajlarla temelleri ortaya çıkarılmıştı (Çizim: 13). Portalin iki yanındaki dükkânlar ise onarımlar sırasında mevcut temel duvarlarına göre yenilenmiştir320. Portalde kullanılan açık sarı renkli kesme taş, Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesi ve Camisinde de gördüğümüz, Konyalı’nın 319 V.G.M. Abd. Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bizim çalışmamız için geldiğimiz Eylül 2005 tarihinde bina, bu adli olay sebebiyle kapalıydı. 320 V.G.M. Abd. Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. 137 “Kiçi Muhsinenin yumuşak taşı”321 şeklinde tarif edip Sille civarından çıkarıldığını belirttiği taşla inşa edilmiştir. Bunun dışında kesme taş, köşe odalarının kapıları ve eyvan kemerlerinin üzengi seviyesinin altındaki kısımlarında görülür. Beden duvarları kaba yonu taştandır. Tuğla ise eyvan tonozları, iç avluyu örten kubbe ve giriş eyvanının örtüsünde görülür. Bunun dışında tuğla malzeme, hânkah ile cami arasında kalan ve türbeye geçişi sağlayan dar koridorun beden duvarlarında görülmektedir. Kapı üstlerindeki pencerelerin şebeke ve alınlıklarında, kubbe kasnağındaki kûfî karakterli süslemede, iç mekân duvarlarının eyvan kemerlerinin altında kalan kısımlarında çini malzeme kullanılmıştır. Bina üç kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 15). İlk kademeyi, ana eksenlerde yer alan eyvanların alaturka kiremitlerle örtülü olan beden duvarları oluşturur. İkinci kademeyi portal, üçüncü kademeyi ise iç avlunun kubbesi teşkil etmektedir. Foto 66:XIX. yy.da Portal (A.Odabaşı’ndan) 321 Konyalı, a.g.e., s.512. Foto 67: Portal 138 Onarımlar sırasında yapılan ve kuzeydeki camiyi batı yönde kat eden çevre duvarı, hânkahı batı, güney, doğu yönlerinden kuşatır. Hânkah, kapalı avlulu ve üç eyvanlı plan şemasına sahiptir (Çizim: 13). Binanın kuzey ve güney aksında bulunan eyvanlar, eş genişlikte olup kuzey-güney doğrultusundaki sivri beşik tonozlarla örtülüdürler. Doğu ve batı aksında yer alan giriş eyvanı ile ana eyvan ise doğu batı doğrultulu sivri beşik tonozlara sahiptir. İç avlunun ara yönlerinde yer alan mekânlar ise temel duvarlarına kadar yıkılmıştır. Bunun dışında giriş eyvanının kuzey ve güneyinde, kuzey güney doğrultulu dikdörtgen planlı üçer mekân bulunmaktadır. Simetrik planlı bu mekânlar, temel duvarına kadar yıkılmış olup, sondajlarla ortaya çıkarılmış322, son onarımlar sırasında asli durumuna göre yenilenmiştir (Foto:68-69). Boyuna dikdörtgen şemalı mekânlardan ortada olanı, giriş eyvanına açılan dar bir dehliz biçimindedir. Bu mekân giriş eyvanıyla birleştiği noktada bir çapraz tonoz meydana getirmektedir. Bu üçlü mekânlardan doğu ve batıda olanlar ise giriş eyvanına açılmayıp, kuzeydeki avluya, güneydeki ise batısındaki mekâna açılmaktadır. Hânkahın kuzey eyvanının daraltılmasıyla cami ile arasına sonradan yerleştirilen türbeye, kuzey-güney doğrultulu ve bir ucu camiye, bir ucu hânkaha açılan dar koridor vasıtasıyla ulaşılmaktadır. Bu koridora hânkahın kuzeydoğu çapraz ekseninde yer alan kapıyla geçilmektedir. Bunların dışında, binanın ön cephesinde portalin iki yanına eş büyüklükte ve simetrik biçimde sıralanmış olan dört mekân yer almaktadır (Foto:63-64). Derinliği az, basık kemerli ve birer eyvan biçimindeki mekânlar külliyeye dâhil olan dükkânlardır323 (Çizim: 14). 322 V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. 323 Önge, a.g.m., s.282. 139 Foto 68:Giriş koridorunun kuzeyindeki mekânlar Foto 69: Giriş koridorunun kuzeyindeki (Onarım Öncesi) mekânlar (Onarım Sonrası) Onarımlar öncesi binanın çapraz eksenlerindeki ve giriş eyvanının iki yanındaki mekânların temel seviyesine kadar yıkılmasından ötürü, cepheler, aslî görüntüsünden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Güneyde, iki yanındaki mekânların yıkılmasından ötürü cepheden öne çıkmış gibi görünen kütlenin üzerinde düşey aksa göre simetrik bir şekilde konumlandırılmış boyuna dikdörtgen formlu iki pencere bulunmaktadır(Foto:72–73). Batı cephede de iki yanındaki mekânların yıkılmasından ötürü öne çıkmış gibi görünen kütlenin üzerinde üç pencere yer almaktadır(Foto:70– 71). Kütlenin düşey aksına aynı hizada sıralanmış olan pencerelerden alttaki ve üstteki boyuna dikdörtgen formdadır. Ortadaki açıklık ise dairesel formlu (okuli) olup, onarımlar sonrası sivri kemerli alçı şebekeyle kapatılmıştır. Kuzey cephenin büyük kısmını türbe bölümü oluşturmaktadır. Cephenin türbenin dışında kalan doğu ve batıdaki kısımları ise temel seviyesine kadar yıkılmış olup, onarımlar sırasında tamamlanmıştır. Batı (ön) da cephenin ortasındaki portal ve iki yanında simetrik olarak düzenlenmiş, derinliği az, basık kemerli, eyvan şeklinde dört mekân bulunmaktadır (Çizim:14, Foto:63–64). 140 Foto 70:Batı Cephe (Onarım Öncesi)(VGM.Arşv) Foto 71:Batı Cephe (Onarım Öncesi) Onarımlar öncesi bu mekânların temel seviyesindeki duvarları, çamur sıva ve kireç badanayla konserve edilmiş, 2007 onarımlar sonrasında aslî haline göre tamamlanmıştır. Bu nişlerden biri, XX. yy. başlarında ahşap bir sundurma ile örtülüydü ve basit bir türbeye dönüştürülmüştü (Foto:66). Uğur-Koman324 burada yatan şahsın Sahip Ata’nın oğullarının oğullarıyla beraber öldürülen Emineddin Mikail olduğunu belirtir. Foto 72:Güney Cephe (Onarım Öncesi)(VGM.Arşv) Foto 73: (Onarım Sonrası) Bu türbe, caddenin düzenlenmesi sırasında kaldırılmıştır. Onarımlar sırasında dükkân mekânlarının içleri temizlenmiş üst bölümleri tuğla ile tamamlanmıştır. Bunlardan portalin güneyinde olanları, biri demir diğeri alimunyum doğramalı kapılarla kapatılmıştır. Hem çapraz eksenlerdeki mekânlar, hem de giriş koridorunun iki 324 Uğur-Koman, a.g.e., s.47. 141 yanındaki mekânlar 2007 onarımlarıyla, asli durumuna göre tamamlanarak yenilenmiştir. Portalin üstü 1940’lı yıllara kadar ahşaptan, kırma çatılı ve mukarnas başlıklı iki ahşap sütuna325 oturan bir sundurma ile örtülüydü. Onarımlar sırasında bu sundurma kaldırılmıştır326. Yaklaşık 7.00 m. yüksekliğindeki portalin Foto 74: Güney Cephe üst kısımları tamir sırasında yenilenmiştir. Boyuna dikdörtgen portali, yanlarda ve üstte beş bordür kuşatmaktadır(Foto:67). Dıştaki iki bordürün üst kısımdaki bölümleri yıkılmış, tamirler sırasında süslemesiz olarak yenilenmiştir. Bordürler birbirlerinden süslemesiz dar silmelerle ayrılmaktadır. En dıştaki bordürde, enine gelişen açık bir kompozisyon yer almaktadır. Buradaki geometrik kompozisyon, kenarlarda yarım ortada tam olmak üzere beş kollu ve altı kollu yıldızlardan oluşur. Yivli şeritlerin oluşturduğu yıldızlar, bir altı bir beş kollu yıldız sıralanmıştır. Bunu takip eden, diğerlerine göre daha enli bordürde, oniki kollu yıldızların oluşturduğu enine gelişen açık bir kompozisyon bulunmaktadır. Oniki yıldızların aralarındaki boşluklar iki kenarda yarım yıldızlar ve beş kenarlı çokgenlerle doldurulmuştur. Takip eden dar bordürde, baklava şekline benzer düğümlerin, kompozisyonu tam ortadan ikiye böldüğü enine gelişen bir kompozisyon bulunmaktadır. Dördüncü 325 Önge (a.g.m., s.282, dipnot 12) bu sütunların Sahip Ata Caminin XIX. yüzyıldaki yangından kurtarılabilmiş olan ahşap desteklerinden ikisi idi. Önge sundurma ile kaldırılan bu sütunların akıbetinin ne olduğunun bilinmediğini ifade etmektedir. 326 V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bu fotoğraf için bkz. VGM.’deki binanın dia ve fotoğraf arşivi. 142 bordürde yine enine gelişen palmet-rûmî kompozisyonu bulunur. Bir ters bir düz olarak yerleştirilmiş palmetler, kollarından gelişen kıvrım dallarla birbirine bağlanır. İçbükey son bordür, zeminden köşe sütuncuğuna kadar yer alır. Burada yivli kaytanların çeşitli noktalarda çokgenleri teşkil ettiği enine gelişen geometrik açık bir kompozisyon vardır. Sivri kemerli portal kuşatma kemerini, palmet-rûmî kombinasyonundan gelişen bitkisel açık bir kompozisyon süsler. Süslemesiz dar iki silme ile sınırlandırılmış olan kuşatma kemerini üstte enli süslemesiz sivri bir kemer kuşatır. Kuşatma kemeri, saksı biçimli çift kat başlığa ve altta zar biçimli kaidelere sahip sütuncelere oturur. Sütuncenin gövdesi, palmet-rûmî kombinasyonundan gelişen bitkisel açık bir kompozisyonla süslüdür. Başlıklarda ise boyuna yerleştirilmiş akantus yaprakları vardır. Kuşatma kemerinin üstündeki bölüm, süslenmeden bırakılmıştır. Portalin dik aksına gelen noktada yüzeyden bir miktar içerlek tutulmuş ve içbükey dar bir silmeyle sınırlandırılmış olan inşa kitabesi bulunmaktadır. Üç dilimli kemerden oluşan bir kartuş içersindeki sülüs hatlı sekiz satırlık inşa kitabesinde327 binanın, “Hacı Ebu bekir oğlu Hüseyin oğlu Ali” tarafından H.668/M.1269–70 yılında yaptırıldığı ifade edilir(Foto:65). Kitabenin altında kalan kısım boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olup, portalin basık kemerli kapısını içine de alan bu çerçeve dışta süslemesiz daha enli, altta içbükey dar bir silmeden müteşekkildir. Giriş açıklığının basık kemeri ise, boyuna yerleştirilmiş dikdörtgen taşların yan yana dizilmesiyle oluşturulmuş olup, önemli bir kısmının yenilendiği taşların doku ve renk farklılığından anlaşılabilmektedir328. Kapı basık 327 Kitabenin doğru olarak Arapça yazılışı ve Türkçe okunuşu için bkz. Duran, a.g.e., s. 61. Bina tarihi ile ilgili tartışma için bakınız dpnt.6. 328 Solakyan’ın XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğrafı (Odabaşı-Özönder-Karpuz, a.g.e., s.10).nda portalin görüntüsünün bugünküyle benzeşmesi, yenilenmenin daha önceki yıllarda gerçekleştirildiğini düşündürmektedir. 143 kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı üç dilimli kesitli ve kabaca işlenmiştir. Bugün kapıyı örten çift kanatlı ahşap kapı sanat değeri taşımayıp, geç dönemde ilave edilmiştir. Kapının metal zıvanaları ise üstte, yarım daire kesitli taş yuvalara bağlanır. Kapıdan zemini taş döşeli, beşik tonoz örtülü, doğu-batı doğrultulu bölüme geçilir (Çizim: 13). Yaklaşık 9.50 m. uzunluğundaki giriş eyvanının tam ortasında, örtü, çapraz tonoza dönüşmektedir (Foto:75). Çapraz tonoz örtülü bölümün kuzey duvarında, üstünde, sivri kemerli bir pencere bulunan boyuna dikdörtgen bir kapı yer almaktadır. Bu kapının simetriğinde, güney duvarda ise, zeminden yaklaşık 1.00 m. yükseklikte, boyuna dikdörtgen formlu bir pencere bulunur. Önge, 1965 yılında burada yaptığı sıva raspasında pencerenin, simetriğindeki gibi, üstü pencereli bir kapı açıklığı olduğunu tespit etmiş, giriş eyvanının aydınlatılmasının daha önce tonoz sırtına açılmış tepe pencereleri ile sağlanmışken, kapının pencereye dönüştürülmesi sonrası, bu tepe açıklıklarının kapatıldığını ifade Foto 75: Giriş Koridoru (Onarım Sonrası) etmiştir329. Giriş eyvanı duvarlarının, güney duvara nispeten daha orijinal kalabilmiş olan kuzey duvarına bakarak, kapı üstündeki pencerenin başladığı seviyeye kadar kesme taş, bunun üst kısmının tuğla malzemeli olduğu anlaşılmaktadır. Giriş eyvanının kuzey ve güneyindeki mekânlar 329 Önge, a.g.m., s.283. 144 temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Önge330nin yaptığı sondajlar sonucunda, aslî halinde, bu bölümün her biri kuzey-güney doğrultulu ve simetrik olarak düzenlenmiş üç birimden oluştuğu anlaşılmıştır(Foto:68-69). Bu üçlü mekân gruplarından ortada olanları, uzunlamasına dar bir koridor şeklinde yukarıda zikredilen kapılar vasıtasıyla giriş koridoruna bağlanmaktadır. Bu mekânların giriş eyvanının tonozuna bağlanış şeklinden sivri beşik tonozla örtülü oldukları anlaşılmaktadır. Vakıfların sondajları neticesinde bu koridorlardan güneyde olanının sonraki bir müdahaleyle ortadan kaldırılmış olduğu tespit edilmiştir331. Bu koridorların doğu ve batısında, aynı doğrultuda uzanan, ancak daha enli iki mekân daha bulunmaktadır. Sondajlar neticesinde bu mekânlardan doğuda olanlarının, ortadaki koridorlara, batıdakilerin ise -güneydeki iç avluya332, kuzeydeki333 türbe koridoruna- birer kapıyla açıldığı tespit edilmiştir. Mevcut izlerden bu mekânların da sivri beşik tonoz örtüye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Giriş koridorunun iki yanındaki mekânlar, bu tespitler ışığında son onarımlarla yenilenmiştir (Foto:69– 74). Giriş eyvanından basık kemerli bir kapıyla binanın iç avlusuna girilir (Foto:76). Avlunun Foto 76: Avlu (Onarım Öncesi) (VGM.Arşivinden) 330 331 Aynı yer. V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bizce kapısının pencereye dönüştürülmesi sırasında, güney koridoru da ortadan kaldırılmış olmalıdır. 332 Önge restitüsyon teklifinde (a.g.m., Şekil 1) güneybatıdaki mekânın doğrudan avluya değil, dar tonozlu bir mekâna açıldığını belirtmiştir. 333 Kuzeybatı’daki mekânın hem türbenin doğusundaki koridoruna, hem de bu koridoru hânkahın orta mekânına bağlayan koridora açılan iki kapısı vardır. Söz konusu iki kapıyı, binanın mühürlü olması vesilesiyle göremediğimizden, orijinallikleri hususunda bir tespitte bulunamadık. 145 yönlerinde, avluya bakan duvarlarının köşeleri pahlı diyagonal kapılar bulunur. Bu kapılar, eyvanların arasında kalan mekânlara girişi sağlar. Bunlardan kuzeydoğu köşede olanı türbenin doğusundaki bölüme geçişi sağlayan bir ara mekândır. Diğer kapılar temel seviyesine kadar yıkılmış olup, son onarımlarla kapılar ve gerisindeki köşe mekânları yenilenmiştir. Kuzey, güney ve batı yönlerde farklı derinliklerde, sivri beşik tonozlu üç eyvan ile genişletilmiş olan kare planlı iç avlu, köşe üçgenleriyle duvarlara oturtulmuş tuğladan bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin merkezinde bugün dairevi bir açıklık yer alır. Bunun düz bir dam örtüsü ile kapalı olduğu eski fotoğraflardan334 anlaşılmaktadır. Bunun yerine XX. yüzyıl başlarında, bağdadî tekniğinde, sekizgen prizma biçiminde, pencereli bir fener inşa edilmiştir. Onarımlar sırasında bu açıklık ahşap konstrüksiyonlu bir camekânla kapatılmıştır335. Kubbede tam tuğlalar yatay olarak istiflenmiştir. Tuğlalar her yatay sırada ½ tuğla boyu kaydırılarak aralarına, dik olarak istiflenen ve bir turkuaz bir patlıcan moru sıralar halinde düzenlenmiş olan zikzak süslemeler yer almaktadır(Foto:84-86). Kubbe kasnağında örgülü kufî hatla336, “El- Mülkilillah” (Mülk Allah’ındır) yazısı tekrar ederek dolaşır(Foto:83). Yazı, zeminindeki turkuaz çini mozaiklerin üzerine siyah çini mozaik parçalarıyla teşkil edilmiştir. Vakıfların araştırmaları sırasında 334 Önge, a.g.m., Resim 2. 335 V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. 336 Z.Şimşir, “Konya’daki Selçuklu Çini Dekorasyonunda Kûfî ve Ma’kılî Yazı”, I.Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, Bildiriler (11-13 Ekim 2000), C.II, Konya 2001, s.311-331 (323-324). 146 üstteki muhdes ahşap kaplamanın altında orijinal taş döşeme ve aydınlık fenerinin düşey aksına denk gelen sekizgen havuz ortaya çıkarılmıştır337(Foto:77). Avlunun çapraz eksenlere denk gelen kapılardan kuzeydoğu’da olanı hariç tamamı molozlarla örülüydü. Avluya diyagonal biçimde açılan kapılar aynı form ve ölçüdedir. Üstten ve iki yandan sivri kemerli bir kuşatma kemeri ile çevrili olan kapıların üzerinde tuğladan sivri kemerli birer pencere bulunmaktadır. Turkuaz çini mozaiklerle oluşturulmuş kafesli birer şebekeye sahip açıklıkların, köşeliklerinde çevresini patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş bir bordürün sınırladığı geometrik kompozisyon yer alır(Foto:87-88). Şebekede, çapraz eksenler boyunca sıralanan altı kollu yıldızların ve aralarında ince çini mozaik şeritlerin bulunduğu açık bir kompozisyon bulunur. Patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş bordür şebekeyi sınırlar. Kompozisyon, patlıcan moru altı kollu yıldızların araları turkuaz çini Foto 77: Havuz (Onarım Sonrası) mozaiklerle doldurularak oluşturulmuştur. Bu alçı panolar son onarımlar sırasında tamamen yenilenmiştir. Güneybatı ve kuzeybatı köşe odalar 2007 onarımları sırasında, duvarları camekânla kaplı ve düz tavan örtülü bir şekilde yenilenmiştir. 337 V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. nolu dosyadaki plan ve fotoğraflar. Havuza gelen suyun giriş ve çıkış yönlerini ne yazık ki bugün için bilemiyoruz. 147 Foto 78: Kuzey Eyvanı (Onarım Öncesi) (VGM.Arşivinden) Foto 79: Kuzey Eyvanı (Onarım Sonrası) İç avlunun orijinal döşemesinden birer tuğla boyu yükseltilmiş olan eyvanların, orijinal altıgen tuğla döşemesi sondajlar neticesinde ortaya çıkarılmıştı338. Eyvan kemerleri dışta yüzeyden bir miktar taşıntılı kuşatma kemerleriyle çevrelenmiştir. Eyvan duvarları zeminden tonoz üzengilerine kadar kısımları çinilidir. Kompozisyon, dışta siyah çini bordürlerle sınırlanmış olan ve her bir sırada, ½ oranında kaydırılarak yerleştirilmiş olan yeşil altıgen çini plakalardan oluşmaktadır (Foto:81). Foto 80: Güney Eyvanı (Onarım Sonrası) 338 Önge, a.g.m., s.283. Foto 81: Mihrap (Onarım Sonrası) 148 Güney eyvanı iki pencere ile aydınlatılmaktadır(Foto:80). Güney duvarında yer alan boyuna dikdörtgen formlu iki pencere339, eyvanın düşey aksına göre simetrik olarak yerleştirilmiştir. Düşey aksın tam ortasına yer alan mihrap duvar kalınlığı içinde kalır ve çerçevesi mekâna doğru taşıntı yapmaz. Alçı mihrap, altıgen çini yüzeyine uygun bir boşluk oluşturularak yerleştirilmiştir(Foto:81). Tepeliği bulunmayan mihrabın, nişi prizmatik üç dilime ayrılmıştır. Köşelikleri balıksırtı motifinin yer aldığı bir bordür çevreler. Köşelikler, boş bırakılmış olup, altta yer alan çini plakalar görülebilmektedir. Mihrabı üstte ve yanlarda birbirinden farklı genişlikte üç bordür dolaşır. Dıştaki oluk silmeli olup, dış kenarını ince bir şerit, iç kenarını ince kaval bir silme sınırlar. Diğer bordürü ise meandır motifli bir silme kuşatır. Yüksek kabartma halindeki nesih yazının süslediği bordürde, hükümdarların vasıflarını metheden ve birkaç kelimeden meydana gelen kompozisyon tekrarlanarak bordürü dolaşır340. Giriş eyvanının karşısına denk gelen batı eyvanı, en derin eyvan olup, düşey aksına aynı hizaya sıralanmış, üstteki dairesel olmak üzere Foto 82: Batı Eyvanı (Onarım Sonrası) üç pencereyle aydınlatılmıştır. Pencerelerden ortada olanı sivri kemerli köşe odaları üzerindekilere benzer, kafes tekniğindeki çinili bir şebekeyle örtülüdür(Foto:82). Üstteki dairevi pencere son onarımlar sırasında 339 Önge (a.g.m., s.284), yerinde yaptığı tespitler neticesinde pencerelerin, yan yana iki küçük dairevî açıklığın genişletilmesiyle oluşturulduğunun açık olduğunu belirtmektedir. 340 Mihrabı Önge (a.g.m., s.284) süsleme ve yazı özellikleri ile XVI. yüzyıla tarihlerken, Ö.Bakırer, (…Anadolu Mihrabları…s. 189-190.) bina ile çağdaş olduğunu belirtir. 149 dikdörtgen bir açıklığa dönüştürülmüştür. Alttaki boyuna dikdörtgen açıklığın ise orijinalliğini koruyabildiği anlaşılmaktadır. Bu eyvanın, güney341 ve kuzey duvarlarının ortaya yakın bölümlerinde birer dikdörtgen niş yer almaktaydı. Bu nişler onarımlar sırasında kaldırılmıştır Foto 83: Kubbe kasnağındaki çini bordür Foto 84: Kubbe yüzeyindeki süsleme Kuzey’deki eyvan derinliği en az olan eyvandır(Foto:78–79). Eyvanın kuzey duvarında düşey aksa aynı hizada sıralanmış iki pencere bulunur342. Dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan sivri kemerli açıklık, patlıcan moru ve turkuaz çini mozaiklerle oluşturulmuş kafes tekniğinde bir şebekeye sahiptir. Şebekede beş köşeli bir yıldızın etrafında gelişen geometrik açık bir kompozisyon yer alır. Çeşitli yönlerde birbirlerine bağlanan beşgenlerin oluşturduğu girift kompozisyonda (Foto:85), ortada yer alan ongen ve onun ortasındaki beş kollu yıldız, patlıcan moru çinilerle Foto 85: Kuzey eyvandaki çinili pencere şebekesi (Onarım Sonrası) 341 Önge (a.g.m., s.284) bunlardan güneyde olanının, aslî halinde bir mihrap olduğunu; ancak, gerek güneyindeki mekânların yıkılması gerekse, iç avlunun diğer eyvanlarla birlikte bir mescit haline dönüştürülmesi sonrası, dolap olarak kullanılan kuzeydeki ile birlikte kapatılıp iptal edildiğini ifade etmektedir. 342 Bu pencere 1981 yılında bir hırsızın buradan geçmeye çalışması sırasında tahrip olmuştur. 150 oluşturulmuş kompozisyonda diğer kısımlarının farklı algılanması sağlanmıştır. Kafesli şebekeyi dışta patlıcan moru çinili bir bordür ve en dışta dama ve çifte ok başı343 şekilli iki ince şerit sınırlamaktadır. Bu şeritlerde zemin turkuaz, motifler patlıcan moru çinilerle teşkil edilmiştir. Dıştaki bordür, kemerin kilit noktasında yukarı doğru, dikdörtgen çerçeveye kadar uzatılarak patlıcan moru dört ilmikle taçlandırılmıştır. Sivri kemerin köşelikleri, altı yapraklı rozetlere benzeyen turkuaz renkli çini mozaik motifler ve aralarındaki üçgen sahaların patlıcan moru çinilerle doldurulduğu geometrik açık bir kompozisyon ile dekore edilmiştir. Dikdörtgen panoyu dışta dört yönden iki bordür kuşatır. Patlıcan moru ince silmelerle sınırlandırılmış bordürlerden dışta olanı, patlıcan moru ince çini şeritlerin çeşitli yönlerde birbirini keserek oluşturduğu bölümlerin beşgen kesilmiş turkuaz renkli çinilerle doldurulduğu geometrik açık bir kompozisyonla süslenmiştir. İçteki bordür ise daha dardır ve düz turkuaz çinilerle dekore edilmiştir. Eyvanın diğer penceresi ise üstteki Foto 86: Avlu Kubbesi (Onarım Sonrası) ile aynı aksta yer alır. Boyuna dikdörtgen formlu pencere XIX. yüzyılda, ahşaptan basit bir şebekeye sahipken, XX. yüzyılın başında bunun yerine metal parmaklıklı şebeke takılmıştır344. Eyvanın zemininde türbenin mumyalığına inen bir merdiven boşluğu yer alır. İç avlu ile eyvanların mescit olarak kullanıldığı yıllarda bu eyvan, kadınların namaz 343 Yetkin, a.g.e., s.76. 344 Önge, a.g.m., s.284. 151 kılması için bir mahfile dönüştürülmüş olup, bunun avluya bakan yüzüne, üst kısmı geometrik bir şebekeye sahip ahşap bir bölme yerleştirilmiş, bunun girişi de kuzeydoğu köşede yer alan kemerli bir kapı vasıtasıyla sağlanmıştı345. Günümüze kısmen ayakta ulaşabilmiş binada, giriş eyvanının iki yanındaki mekânlar ve iç avlunun çapraz eksenlerinde yer alan köşe odaları temel seviyesine kadar yıkılmıştır (Çizim:13). Bunlardan kuzey ve güney batı köşe odalarının, avluya diyagonal kapılarla açılan, boyuna dikdörtgen iki mekân olduğu yapılan sondajlar sonucunda anlaşılmıştır. Önge346, araştırmaları sırasında kubbe bingileri ile bunların aralarında tespit ettiği sağır birer pencerenin varlığına işaret eden tuğla kalıntılara dayanarak bu iki mekânın kubbe ile örtülü olduğunu belirtir. Gerek mekânların dikdörtgen planlı olması, gerekse yeterli verinin bulunmaması nedeniyle bu görüşe iştirak edemeyeceğiz. Foto 87: Köşe odalarının kapıları üzerinde yer alan çinili pencere şebekesi (Onarım Sonrası) Foto 88: Aynı pencerenin XIX. yy’daki durumu (Solakyan’dan) Kuzeydoğu köşedeki kapı, türbeye geçişi sağlayan dehlizli bir koridora açılır. Önge347, güneydoğu köşe odanın kapısının da simetriğindeki mekân gibi, dar dehlizli 345 Aynı yer. 346 Önge, a.g.m., s.285. 347 Önge, (a.g.m., s.285, Şekil 1.) güneydoğu köşedeki kapının açıldığını söylediği aralığın simetriğindeki dehlizli koridor gibi bir tepe penceresi ile aydınlatılan veya havalandırılan bir yer olduğunu belirtir. 152 bir koridora açıldığını belirtir. Buna karşın Vakıfların sondajlar fotoğraflarında bu mekânın varlığına işaret edecek bir mimari detay görülmemektedir. Bu anlamda, iç avlunun güneydoğu köşesindeki mekânın ölçüleri ve planı tam olarak bilinmemektedir. Sondajlar neticesinde, giriş eyvanının güneyinde yer alan mekânların, doğusundaki kare, batısındaki dikdörtgen olmak üzere iki birimden oluştuğu anlaşılmıştır. Ancak bu durumun bir müdahale neticesinde oluştuğu anlaşılmaktadır. Zira bugün pencere olan giriş eyvanının güney duvarındaki açıklığın aslî halinde bir kapı olduğu ve eyvandan gerisindeki dar dehliz biçimli bir koridora açıldığı anlaşılmaktadır. Giriş eyvanının güney duvarında yer alan kimi tonoz kalıntıları da buradaki dar mekânın varlığına işaret eder. Bu durumda giriş eyvanının güneyinde, –tıpkı kuzey bölümdekiler gibi- ortadaki dehliz biçimli koridorun doğu ve batısında yer alan üçlü mekân grubu olduğu düşünülmelidir. Güney bölümdeki sondajlarla ortaya çıkarılan iki mekânlı mevcut durum ise giriş eyvanının güney duvarında yer alan kapının pencereye dönüştürülmesi ile eş zamanlı bir müdahaleyle gerçekleştirilmiş olmalıdır. Önge, giriş eyvanının iki yanındaki birimlerin simetrik planlamasından yola çıkarak, güneydoğu köşedeki kapının -tıpkı kuzeydoğu köşedeki gibi- koridor şeklinde dar bir aralığa açıldığı, oradan bilahare, giriş eyvanın güneyindeki mekânlara içten bir kapı ile bağlandığını düşünmüştür ki, bu, planında azami ölçüde simetriye riayet edilen bina için doğru bir yaklaşımdır. Yukarıda da belirtildiği gibi, kuzey bölümde, ortada tonozlu dehliz şeklindeki bir koridorla giriş eyvanına açılan ve bunun iki yanında boyuna dikdörtgen iki mekân bulunan üç mekânlı bir bölüm bulunduğu sondajlarla ortaya çıkarılmıştır. Bu mekânlardan doğudakinin ortadaki koridora, batıdakinin ise türbeye geçişi sağlayan tonozlu bir aralığa açıldığı anlaşılmıştır. Söz konusu mekânın batı duvarında türbenin 153 doğusundaki mekânla irtibatlanan diğer bir açıklık görülüyorsa da bunun türbenin hânkaha eklenmesi sırasında oluşmuş bir dilatasyon aralığı olduğu anlaşılmaktadır348. Portalin üzerinin, Berggren’in XIX. yüzyıla ait fotoğrafında349 görüldüğü gibi daha önce düz damlı olduğu, bilahare, XX. yüzyılın başlarında üzeri üçgen alınlıklı ahşap sundurma ile örtüldüğü anlaşılmaktadır(Foto:64). Güney eyvandaki mihrap (Foto:81), Öney350 tarafından binayla çağdaş olarak tarihlenir. Buna karşın yer aldığı duvardaki çinilerle mihrabın ilişkisi muhdes olduğunu düşündürür. Zira mihrabın açık bırakılmış olan tepeliğinden duvarda yer alan çiniler görülmektedir. Mihrabı ve çinileri eş zamanlı bir tasarımının sonucu olarak düşünsek bile söz konusu bölümdeki çinilerin, mihrabın genel süsleme programına uygun bir düzenle yer alması beklenirdi. Buna karşın çiniler herhangi bir düzen fikri göstermeksizin tepelik yüzeyinde yer almaktadır. Bizce mihrap muhdestir ve binanın “hânkah cami”351 şeklinde anılarak aslî fonksiyonunun dışında mescit olarak kullanılmaya başlandığı döneme ait olmalıdır. Buna karşın, söz konusu mihrabın yapımına kadar batı eyvanının güney duvarındaki nişin, sınırlı sayıdaki hânkah kadrosunun ibadet görevlerini yerine getirmesine yettiği söylenebilir. Ancak, binanın tamamıyla mescit olarak kullanılmaya başlandığı tarihlerde ise bu eyvan yetmemiş, kıbleye yönelişi ve ibadet mekânına iç avluyu da dâhil etme isteği ile muhdes mihrabın güney eyvanına eklendiği anlaşılmaktadır. Nitekim kuzey eyvanının önüne kadınların teravih namazını kılabilmesi için ahşap bir bölme 348 Önge (a.g.m., s.285) türbenin hankahtan önce yapıldığını düşündüğü için bu dilatasyon aralığını hânkahın türbeye eklenmesi sırasında oluştuğunu belirtmiştir. Adli sürecin devam etmesi nedeniyle söz konusu duvarı yerinde tespit edemedik. 349 Önge, a.g.m., Resim 2. 350 Öney, a.g.e., s.189-190. 351 Binaya yapılan bir imam tayini vesilesiyle, “hânkah cami” tabiri ile karşılaşmaktayız. Şer’iyye Sicil Defteri C.48, s.246/2 ‘den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109. 154 yapılması da binanın hânkah kadrosunun dışındaki, mahalle halkına da mescit olarak hizmet verdiğini göstermektedir. Sondajlar neticesinde, iç avlunun düşey aksında aydınlık fenerinin tam altında bir havuz tespit edilmiştir(Foto:77). Sekizgen planlı havuzun batı eyvanı ve giriş eyvanı ile bağlantılı olduğu sondajlar neticesinde ortaya çıkarılmıştır. Ancak suyun nereden getirilip nereden tahliye edildiğine dair bir bilgimiz yoktur. Hânkahta, Sahip Ata’nın Konya ve Sivas’taki medreselerinde de görülen avlu ortasının havuzla değerlendirilme fikri dışında diğer bir ortak özellik de, oda kapılarının üstünde yer alan, köşeleri çinilerle süslenmiş olan pencerelerdir(Foto:87). Pencerelerin köşeliklerinde yer alan çini süsleme, Konya Sahip Ata Medresesindekilerle aynıdır. Bir başka benzerlik, binanın orta mekânını örten kubbenin piramidal yapısı ile kubbe kasnağındaki süsleme ve yazının içeriğiyle ilgilidir. Dışta kübik kaidesinden itibaren kademelenerek, piramidal bir şekilde incelerek yükselen ve farklı yönlerde tuğladan iki dış sırası kuşak ile çevrelenmiş olan kubbelerin kasnağında yer alan çini süsleme ve süslemenin arasında tekrar edilen yazı aynıdır. Bugün sekizgen bir aydınlık feneri ile örtülü olan kubbenin merkezinde bugün dairevi bir açıklık bulunmaktadır. Onarım öncesi fotoğraflarda352 ahşaptan, sekizgen bir bağdadi tekniğinde bir pencereli bir fener ile kapalı olduğu anlaşılan açıklığın, XIX. yy.daki fotoğraflarda353 düz dam ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Kubbe son onarımlar sonrasında kurşunla kaplanmıştır. Binanın tarihi ile ilgili olarak araştırmacılar arasında itilaf bulunduğunu; kitabedeki tarih kısmını bir grup araştırmacının 1279–80, bir grup araştırmacının ise 352 V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. 353 Önge, a.g.m., Resim 2. 155 1269–1270 olarak okuduğunu belirtmiştik354. Bu durum, hânkah ile onun kuzey eyvanına yerleştirilen türbenin mimari ilişkisinin değerlendirilmesinde de yanlış yorumlara yol açmıştır. Biz kitabedeki tarih kısmını konunun uzmanlarının görüşlerini alarak H.668/M.1269–1270 olarak tespit ettik355. Önge, binanın tarihini 1279–80 olarak tespit etmesinden ötürü, hânkahın giriş eyvanının kuzeybatı köşesindeki mekân ile bunun batısında yer alan ve türbenin doğusundaki mekânın bitiştiği yerdeki dilatasyonu, hânkahın türbeye eklenmesinden ötürü oluştuğunu belirtir356. Bugün, dilatasyonun ortadan kaldırılması sebebiyle bu hususta kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Ancak Önge’nin planı üzerinden yapılacak tespite göre durum tam tersi gözükmektedir. Binanın sondajlarla, güney, batı ve kuzey cephelerinin dış çizgileri ortaya çıkarılmıştır. Buna göre iç avlunun kuzeybatı köşesindeki mekânın kuzey duvarı ile giriş eyvanının kuzeyindeki mekânların kuzey duvarlarının hemen hemen aynı doğrultuda olduğu görülmektedir. Bu iki mekânın arasındaki binanın en dar eyvanı olan kuzey eyvanının, türbe çıkarıldığı zaman, hem söz konusu kuzey çizgiyi tamamlayan hem de diğer iki eyvanın derinliğine yakın bir ölçüye ulaştığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla türbenin, cami ile hânkahın arasına, kuzey cephesinin ortaya yakın bir bölümüne ve bu yöndeki eyvanı daraltarak daha sonradan eklendiği tespit edilmektedir. Külliyenin ikinci binası olan ve 1269–70 tarihinde inşa edilen Hânkah, gerek ön cephesindeki dükkânlar gerekse 1277 yılında kuzeyine eklenen türbe ile Sahip Ata’nın Larende Kapısının karşısında yaptırdığı külliyenin en önemli parçalarından birini oluşturmaktadır. D. Kuban357ın yaygın zaviye tipolojisi içinde yer 354 Bkz. dipnot 6. 355 Aynı yer. 356 Önge, a.g.m., s.285. 357 Kuban vd., Selçuklu Çağında… s.211. 156 alınamayacağını ve anıtsal ve törensel bir Sünni tekkesi olduğunu belirttiği yapının, bu ifadeye karşın ilk inşaat döneminde hangi tarikat mensuplarını barındırdığını mevcut bilgilerimizle tespit edememekteyiz. Buna karşın Lale devrinde binanın, Halvetî tekkesi olarak kullanıldığını şer’iyye sicil kayıtlarından öğrenmekteyiz358. Kitabesinde “…suffa ehli muttaki kullarına mesken”359 şeklinde tarif edilen bina, XVI. yüzyılda, dönemin meşhur âlimlerinden Konyalı Abdurrahman bin İbrahim’in şeyhlik yaptığı bir zaviyeydi360. Bina zaman içerisinde birbirine yakın bina düzenlemelerine sahip olan tekke, hânkah, zaviye gibi çeşitli yapı isimleri ile anılmıştır. Eyice361nin zaviyeli camiler tipinin doğuşu ve gelişiminin öncüsü olarak bahsettiği bina, gerek planındaki simetrik anlayış, gerekse ölçüleri ile Anadolu Selçuklu dönemi tekke ve hânkahları arasında en dikkat çekici olanlarından birini teşkil etmektedir. 3.3.3- Hamam Vezir Fahreddin Ali’nin Larende Kapısının karşısında yer alan külliyesinin bir parçası olarak inşa edilen bina, Anadolu Selçuklu dönemi içersinde bilinen çifte hamamlarının en büyüğüdür. Bina simetrik planıyla, dönemin hamam mimarisine ilişkin çalışmalara çok sık konu edilmiştir362. “Sultan”363, “Hamam-ı Sultanî”, 358 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68. 359 Duran, a.g.e., s.61. 360 Uğur-Koman, a.g.e., s.50. 361 S.Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Mecmuası, 23. cilt, No. 1-2, Ekim 1962-Şubat 1963, s.3-80 (21). 362 Glück, a.g.m., s.129-133.; Ünver, “Konya’da Selçuklular Zamanındaki…, s.83-86.; Önder, a.g.e., s.93.; Konyalı, a.g.e., s.1069.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.29.; Küçükdağ, a.g.t., s.69.; Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, s.101-110.; Ergenç, a.g.t., s.43.; Önge, …Türk Hamamları, s.229-236.; Atçeken, a.g.e., s.105, 107-113. 363 Bina ilk olarak 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde (Temir, a.g.e, s.116) Sultan Hamamı ismiyle zikredilen bina, daha sonra, Fatih Tahririnde (Konyalı, a.g.e., s.1069.), 1570 tarihli tamir kaydında (Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.11/5, 12/6’den nakleden Y.Ceylan, a.g.t., s.94-95.) 1691 tarihli 157 “Larende”, “Larende Kapısı Hamamı” gibi çeşitli isimlerle bilinen bina, Konyalı’nın ziyaret ettiği yıllarda “Şifa Sultan Hamamı” ismiyle anılıyordu. Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesindeki bina, batıdan, Taş CamiiUzun Harmanlar Caddesi güneyden Sultan Hamamı Sokağı ile sınırlanmıştır. Kuzey ve doğudan günümüz yapılarıyla sınırlandırılmış olan bina, külliyeye bağlı hânkahının doğusunda yer almaktadır (Harita:3, Çizim:8). Enine dikdörtgen plana sahip bina, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim:17). Kitabesi bulunmayan binanın, tarihi ve banisini kesin olarak tespit edememekteyiz. Buna karşın, Cacabey vakfiyesinde bahsedilmesinden364 ötürü 1272 tarihini bina için terminus poste quem olarak kabul edebiliriz. Binanın, Fatih tahririnde gelirlerinin Sahip Ata Vakfına bağlı olduğunun belirtilmesi ve 1570 yılındaki onarımın Sahip Ata Vakfının mütevellisi eliyle gerçekleştirilmiş olmasından; ayrıca Ilgın’daki kaplıcası ile benzerliklerinden ötürü banisinin Sahip Ata Fahreddin Ali olduğu anlaşılmaktadır. Binanın mimarı bilinmemektedir. Sahip Ata Külliyesinin günümüze ulaşamamış vakfiyesinin varlığından, H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında365, vakfın o yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurdukları bilgisiyle haberdar onarım kaydında (Oğuzoğlu, a.g.t., s.29), Lale devrindeki bir Şer’iyye Sicil kaydında (Küçükdağ, a.g.t., s.69) ve XIX. yüzyıla ait bir tamir kaydında (Şer’iyye Sicil Defteri C.80., S.132/1’den nakleden, Atçeken, a.g.e., s.113.) bu isimle anılmaktadır. 364 Temir, a.g.e., s.116. Binanın inşası için Ünver (a.g.m., s.84) 1279 tarihini önerirken, Konyalı (a.g.e., s.1069.) ve Önge (a.g.e., s.230.) 1258-1279 tarih aralığını önerir. 365 Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında Fatih tahririnde hamamın gelirlerinin Sahip Ata Vakfına bağlı olduğundan bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. II.Bayezid tahririnde ise vakfın mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönenme ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir. 158 olmaktayız. Ancak, bugün söz konusu vakfiye veya vakfiye suretinin akıbeti hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Aslî halini büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmış olan hamam, zaman içerisinde birçok onarım geçirmiştir. Tamirlere ilişkin ilk belge, Konya Kadısına gönderilen H.15 Rebiülahir 978/M. 16 Eylül 1570 tarihli fermandır366. Bu fermanda, mütevelli Mehmet Subaşı Divan’a başvurarak, ceddi Sahip Ata’nın Camisi ve Hamamının tamire muhtaç olduğunu ve bu konuda tespitin yapılmasını talep etmektedir. Söz konusu fermanın yer aldığı şer’iyye sicil defterindeki başka bir kayıttan, mütevelli’nin bu talebi üzerine, sur dışında olduğu belirtilen cami ve yakınındaki hamamın tamire ilişkin tespitlerin gerçekleştirildiğini öğrenmekteyiz. Kayıtta, hamam için 10.000 akçe lâzım geldiği belirtilerek anılan paranın, cami vakfı ve hamamın mahsullerinden dört yılda hâsıl olacak miktardan karşılanacağı ifade edilmiştir. Binanın bu yazışmalardan sonra onarıldığı, 1571 tarihli bir kayıttan367 anlaşılmaktadır. Bu kayıtta ayrıca, binanın 10.500 akçe karşılığında kiraya verildiği de yazılıdır. Konya Şer’iyye Sicil Defterlerindeki diğer bir kayıttan368 binanın, 8 Cemâziye’l-âhir 1102/ M. 8 Şubat 1691 tarihinde su yolunun onarıldığını öğrenmekteyiz. Binanın Lale devrinde faal ve kullanılabilir durumda olduğunu bir başka sicil kaydından369 öğrenebilmekteyiz. Dolayısıyla külliyenin diğer binaları gibi hamamın da, 26 Aralık 1706 tarihinde Konya’da yaşanan büyük depremden370 etkilenmediği anlaşılmaktadır. Hamamda, Osmanlı döneminde gerçekleştirilen son 366 Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.11/5, 12/6’den nakleden Ceylan, a.g.t, s.94–95. 367 Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.178’den nakleden Ergenç, a.g.t., s.43. 368 Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.14, s.47, 81’den nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.29. 369 Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.30, s.102 ve C.15, s. 44’den nakleden Küçükdağ, a.g.t., s.69. 370 N.N.Ambraseyss-C.F.Finkel, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas, A Historical Review, 1500-1800, İstanbul 1995, s.98. 159 onarım 1848 tarihlidir. Şer’iyye Sicil Kaydında371, külliyenin diğer binaları Hankah Cami, Vakfın Türbesi ve Türbek Buzhanesi ile birlikte hamamın, 7918 kuruş karşılığında onarıldığı yazılıdır. Hamamın 1930’lı yılların başında faal durumda olduğunu belirten Uğur-Koman372, erkekler kısmının güneyi ile kadınlar kısmının kuzeyine isabet eden bazı soğuklu ve sıcaklık kısımlarının, tadil edilerek, erkekler kısmının soyunma mahallinden ayrı bir kapı ile girilen bir keçehane olarak kullanıldığını ifade etmiş, bu durumu gösteren planını da yayınlamıştır. C.E.Arseven373, “Konya’da Keçeçiler Hamamı” ismiyle binayı incelemiş, hamamın, sadece erkekler kısmı ile keçehanesini gösteren bir planını yayınlamıştır. Keçehane’nin ne zaman binaya eklendiğini tespit edemiyoruz. Cumhuriyet döneminde yapılan tek onarım, 1960–62 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Bu restorasyon sırasında374 keçehanenin muhdes duvarları kaldırılmış, ayrıca her iki kısmın soyunmalık kısımlarının ara duvarlarıyla doğu duvarları sabit kalmak üzere, diğer duvarları yeniden inşa edilmiş ve bu bölümlerin ortası aydınlık fenerli, betonarme bir tavanla örtülmüştür. Bu arada, iç ve dış sıvalar, döşemeler ve dam kaplamaları, su ile elektrik tesisatları yenilenmiştir. Tamirlerden sonra bina, bugün kiralama yöntemiyle kullanıma açık ve faal bir durumdadır. Hamamın duvarları moloz taştan, kemer, tonoz, kubbe ve geçiş öğeleri tuğladan inşa edilmiştir. İç mekânda bütün yüzeyler sıvalı iken, batı cephe dışındaki diğer cephelerin sıvaları dökülmüştür. Soyunmalık kısımları ve külhan betonarme tavanlı olup, soyunmalık kısımları kiremitle örtülü kırma çatıya sahiptir. Damın 371 Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.80, s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113. 372 Uğur-Koman, a.g.e., s.77, 39. resim. 373 Arseven, a.g.e., s.527, Şekil 1050. 374 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 160 örtüsü çimento şaptır375. Soğukluk ve sıcaklık kubbeleri tuğladan poligonal kasnaklara çevrilmiş, üzerileri çimento şaplı, basık külahla örtülmüştür. Işıklıkların üzerlerinde, madeni çerçeveli piramidal cam muhafazalar bulunmaktadır. Bina üç kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 18). Birinci kademeyi soğukluk ve sıcaklık kısımları, külhan ise ikinci kademeyi teşkil etmektedir. Son kademeyi ise kırma çatılı soyunmalık kısmı oluşturmaktadır. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alanı kaplayan binada, kuzeydeki erkekler kısmı ile güneydeki kadınlar kısmı simetrik bir anlayışla planlanmıştır. Buna göre, her iki Foto 89: Sahip Ata Hamamının Batı Cephesi kısımda da girişten sonra gelen batıdaki kare planlı soyunmalıktan dar bir kapı ile elips biçimli ve kubbeyle örtülü aralık kısmına, oradan da daha büyük ölçülerdeki kare planlı soğukluğa geçilmektedir. helâlara ve sıcaklık kısımlarına Soğukluktan, Foto 90: Kuzey Cephe ayrı kapılarla ulaşılmaktadır. Sıcaklık bölümleri merkezî kubbeli bir hacim etrafında aksiyal bir şekilde tertiplenmiş dört eyvan ve bunların aralarındaki köşe halvetlerinden oluşmaktadır. Kuzey-güney doğrultulu bir sivri beşik tonoz ile örtülü külhan ise binanın doğu cephesi boyunca uzanmaktadır. 375 Önge, a.g.e., s.230. 161 Hamamın kuzey cephesinde toplam dört açıklık bulunmaktadır (Foto:90). Üç açıklılığın yer aldığı cephenin batı yarısı doğu bölümüne göre daha yüksektir ve bu haliyle cephe iki kademe halinde algılanmaktadır. Onarımlar sırasında cephenin yüksek olan batı yarısı sıvanmış ve boyanmışken diğer bölümlerin sıvasız olduğu görülmektedir. Cephenin batı köşeye yakın bir bölümünde yer alan üç açıklıktan doğuda olanı muhdes servis kapısıdır. Boyuna dikdörtgen taş lentolu bu açıklığın batısında, cephenin ortaya yakın bir bölümüne aynı hizada sıralanmış iki pencere bulunmaktadır. Boyuna dikdörtgen formlu bu açıklıklar dört yönden taş bir çerçeve içine alınmıştır. Açıklıklar, birbirlerine köşeleri pahlanmış kare biçimli demir lokmalarla tutturulmuş yan ve alt sövelerle lentoların duvar kalınlıkları içine yerleştirilmiş olan demir bir şebekeyle kapatılmıştır. Dördüncü açıklık cephenin köşesinde yer alıp, boyuna doğu dikdörtgen Foto 91: Güney Cephe biçimlidir. Doğu cephede sonradan oluştuğu anlaşılan düzensiz üç açıklık görülmektedir. Güney cephede tek bir açıklık bulunur (Foto:91). Boyuna dikdörtgen formlu kapı açıklığı batı köşeye yakın bir konumdadır. Cephenin doğu yarısında doğu ve batı köşeye eş mesafede ve ortaya yakın bir bölümde iki çörten yer alır. Cephenin doğu Foto 92: Erkekler Kısmının Kapısı 162 bölümü sıvasızdır. Batı cephede toplam altı açıklık vardır(Foto:89). Bunlardan boyuna dikdörtgen formlu ve kuzey köşeye yakın olanı hamamın erkekler kısmı kapısıdır. Diğer beş açıklık ise kuzey cephedekilerle aynı hizada, eş ölçülerde ve formdadır. Hamamın kadınlar ve erkekler bölümlerine iki ayrı kapı ile girilmektedir (Çizim: 17). Batı cephede bulunan erkekler kısmının kapısı (Foto:92) boyuna dikdörtgen biçimli olup, muhdes çift kanatlı bir kapı ile örtülüdür. Kapıyı yanlarda ve üstte dıştaki daha enli ve düz içteki daha dar ve içbükey iki silme dolaşmaktadır. Kapının üstünde alimunyumdan bir sundurma vardır. Herhangi bir süsleme unsurunun bulunmadığı kapıda, açıklığın hemen üzerinde hamamın “Şifa Sultan Hamamı” şeklinde isminin yer aldığı tanıtıcı bir levha vardır. Kapıdan iki basamakla bir aralığa, oradan da üç basamakla binaya girilir. Binaya girişte ahşap çift kanatlı bir kapı daha yer alır. Kapıdan sonraki ilk mekân olan kare planlı soyunmalık(Foto:93), ikisi kuzey, ikisi de batı cephede olmak üzere toplam dört pencere ve betonarme tavanın ortasındaki aydınlatılmaktadır. aydınlık Mekânın feneriyle ortasında, aydınlık fenerinin tam düşey aksında kare planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Taş şadırvanın ortasında silindir biçimli bir sütunun üzerine oturan oniki kollu fıskiyesi yer alır. Son yıllarda mekânın dört Foto 93: Erkekler kısmının Soyunmalık bölümü duvarınında önüne yaklaşık 1.50 m. genişliğinde ahşap soyunma kabinleri ve raflar eklenmiştir. Mekânın güney ve kuzey kenarına dört, batı kenarına da üç olmak üzere toplam onbir ahşap kabin yapılmış; ayrıca asma kat inşa edilip bu kata da aynı sayıda 163 bölmeler inşa edilmiştir. Bu asma kata mekânın kuzeybatı köşesinde yer alan onbir basamaklı ahşap merdivenle ulaşılmaktadır. Mekânın doğu kısmında ise hamam için gerekli malzemenin yer aldığı ahşap raflar bulunmaktadır. Mekânın kuzeydoğu köşesinde yer alan kapıdan üç adet taş basamakla dışarı çıkılır. Bu, muhdes376 bir servis kapısıdır. Önge, her iki kısmın soyunmalık bölümlerinin aslî halinde, direklere oturan birer ahşap tavanla örtülü olduğu belirtir. Bu bölümlerin, bugüne aynen ulaşabilen doğu duvarları ile ortak ara duvarlarının bir kubbeyi taşıyacak ölçüde olmamasına ve bu duvarlar üzerinde de hiçbir köşe bingisi izine rastlanılmamasına işaret eden Önge377, her iki kısmın soyunmalık mekânlarının da ortadaki şadırvanın çevresinde sıralanan ahşap direklere oturan ahşap kirişlemeli bir tavanla örtüldükleri ve bu ahşap tavanın 1960 onarımları sırasında kaldırıldığını belirtir. Hamamın tüm iç kapıları duvar kalınlığı boyunca devam eden, dar sivri kemerli açıklıklar şeklindedir. Açıklıklar alimunyum doğramalı kapılarla kapatılmaktadır. Soyunmalıktan dikdörtgen planlı ve elips biçimli bir kubbeyle örtülü aralığa geçilir. Tam düşey aksında yer alan dairesel planlı bir tepe penceresiyle aydınlatılan kubbe, köşe üçgenleriyle duvara Foto 94: Ilıklıktan soğukluğa geçilen kapı oturtulmuştur. Köşe üçgenlerinin arasında kalan bölümlerin, doğu ve batı aksa denk gelen kısımlarında, yüzeyden 7–8 cm. içerlek tutulmuş sivri 376 Önge, a.g.e., s.229. 377 Önge (a.g.e., s.21.), Kastamonu Vakıf Hanı ve Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Hamamlarının benzer biçimde soyunmalık bölümlerine sahip olduğunu belirtir. 164 kemerli nişler bulunmaktadır. Aralığın kuzeydoğu köşesindeki kapıdan soğukluk kısmına geçilir (Foto:94). Kare planlı mekân, kubbeyle örtülü olup, köşelerdeki üçgen bölümler doğrudan duvarlara oturmaktadır. Köşe üçgenlerinin arasında, akslara denk gelen bölümlerde, yüzeyden içerlek tutulmuş sivri kemerli nişler yer alır. Hamamın bölümlerin içinde en büyük kubbeli mekân olan soğukluk, kubbesinin merkezindeki diğerlerine göre büyük dairesel planlı ışık gözü ve bunun çevresinde yer alan kare planlı üç açıklıkla aydınlatılır. Mekânın kuzey yarısında zeminden yaklaşık 1.00 m. yükseklikte muhdes bir havuz bulunur. Batı kenarında yer alan dört basamaklı bir merdivenle ulaşılan havuz günümüz fayanslarıyla kaplıdır. Soğukluğun doğu duvarından sıcaklığa, güneydoğu köşesinden başka bir kapıyla da tuvalet kısmına geçilir. Kare planlı tuvalet, aralık ve soğuklukla aynı örtü tertibatına sahiptir. Kubbenin ortasında dairesel bir ışıklık bulunur. Mekânın batı yarısına muhdes üç bölümlü bir kabin eklenmiştir. Soğukluk kısmının doğu duvarında, akstan biraz güneye kaymış bir kapı ile sıcaklık kısmına geçilir. Sıcaklık, merkezi bir mekân çevresinde aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların arasında kalan ve ara yönlere denk gelen noktalardaki köşe halvetlerinden ibarettir (Foto:95-96). Foto 95: Sıcaklık kısmı Foto 96: Sıcaklık kısmı Sivri beşik tonozlu eyvanlar altıgen, köşe üçgenleriyle duvara oturmuş kubbelerle örtülü olan halvet hücreleri ise kubbelerin merkezindeki dairesel planlı tepe 165 ışıklıklarıyla aydınlatılmaktadır. Halvet hücrelerine binanın diğer iç kapılarıyla aynı biçimdeki köşe kapılarıyla girilir. Sıcaklığın merkezi kubbesi köşe halvetlerinin kapıları üstünden itibaren genişleyerek yukarıya doğru yükselen ve ters üçgen biçimli bingilerin yardımıyla eyvan tonozlarına oturmaktadır (Çizim: 18). Merkezi kubbenin ortasında dairesel biçimli bir ışıklık ve çevresinde dıştan içe şevlenen mazgal biçimli dört ışık gözü bulunur. Kubbenin altında sekizgen göbek taşı yer vardır. Batıdaki eyvanı dışında, diğerlerinin önüne iki açıklığı bulunan muhdes bir duvar örülmüş, halvet hücreleri ve eyvanların duvarlarının ortalarına denk gelen bölümlerine birer kurna yerleştirilmiştir. Batı eyvanında zeminden yaklaşık 30 cm. yüksekliğinde bir muhdes seki bulunur. Halvet hücrelerinde 10 m. genişliğinde ve zeminden 15 cm. yüksekte bir seki dolaşmakta, duvarların ortasına denk gelen bölümlerde birer kurna yer almaktadır. Doğudaki eyvanının doğu duvarında, boyuna dikdörtgen biçimli zeminden 1.50. m yükseklikte, gerisindeki su deposuna açılan bir pencere bulunmaktadır. Foto 97: Binanın batı ve güney cepheleri Foto 98: Kadınlar kısmının kapısı Her iki bölümü ayıran duvara göre erkekler kısmının simetriği olan kadınlar kısmına, güney cephenin batı köşesine yakın bir kısımda bulunan kapıyla girilir (Çizim:17, Foto:97-98). Boyuna dikdörtgen biçimli kapı üç yönden enli bir bordürle kuşatılmıştır. Kapının üst tarafında hamamın ismini ve kadınlar bölümü olduğunu 166 belirten bir tabela bulunur. Açıklığı çift kanatlı, geç dönemde ilave edildiğini anlaşın ahşap bir kapı örter. Kapıdan yedi basamaklı taş merdivenle soyunmalık bölümüne girilir. Kare planlı soyunmalık (Foto:99), güney duvarınki betonarme aydınlık üç pencere ve tavanın ortasındaki feneriyle aydınlatılır. Mekânın ortasında, aydınlık fenerinin tam düşey aksında kare planlı bir Foto 99:Kadınlar kısmı soyunmalık bölümü şadırvan bulunur. Taş şadırvanın ortasında silindir biçimli bir sütunun üzerine oturan oniki kollu fıskiyesi vardır. Mekânın içindeki muhdes kabin sayıları ve formları erkekler kısmının soyunmalık bölümüyle aynıdır. Önge, mekânın erkekler kısmında olduğu gibi aslî halinde ahşap direklere oturan birer ahşap tavanla örtülü olduğunu378, bu ahşap tavanın 1960 onarımları sırasında kaldırılarak yerine bugünkü betonarme tavanın yapıldığını belirtir. Foto 100:Kadınlar kısmı aralık bölümü 378 Önge, a.g.e., s.21. Foto 101:Kadınlar kısmı soğukluk bölümü 167 Soyunmalığın kuzeydoğu köşesine yakın bir kısımdan aralığa geçilir (Foto:100). Aralık dikdörtgen planlı ve elips biçimli bir kubbeyle örtülüdür. Mekânı örten kubbe, erkekler kısmının aralığına örten kubbeden daha basıktır. Tam düşey aksında yer alan dairesel planlı bir tepe penceresiyle aydınlatılan kubbe, köşe üçgenleriyle duvara oturtulmuştur. Aralığın güneydoğu köşesindeki kapıyla soğukluk kısmına geçilir (Foto:101). Kare planlı mekân, köşe üçgenleriyle duvara oturtulmuş kubbeyle örtülüdür. Köşe üçgenlerinin arasında, akslara denk gelen bölümlerde yüzeyden içerlek tutulmuş sivri kemerli nişler yer alır. Soğukluk, kubbesinin merkezindeki dairesel planlı ve diğerlerine göre daha büyük ışık gözü ve bunun çevresinde yer alan kare planlı iki açıklıkla aydınlatılmaktadır. Mekânın güney, batı ve kuzey duvarlında 30 cm. yüksekliğinde, 15 cm. genişliğinde taş bir seki yer alır. Soğukluğun doğu duvarından sıcaklığa, kuzeydoğu köşesinden başka bir kapıyla da tuvalet kısmına geçilir. Kare planlı tuvalet, aralık ve soğuklukla aynı örtü tertibatına sahiptir. Kubbenin ortasında dairesel bir ışıklık bulunur. Mekânın doğu yarısına muhdes ve üç bölümlü bir kabin eklenmiştir. Soğukluk kısmının doğu duvarında tam aksta bulunan bir kapı ile sıcaklık kısmına geçilir. Sıcaklık merkezi bir mekân çevresinde aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların arasında kalan ve ara yönlere denk gelen noktalardaki köşe halvetlerinden ibarettir. Sivri beşik tonozlu eyvanlar altıgen, köşe üçgenleriyle duvara oturmuş kubbelerle örtülü olan halvet hücreleri ise kubbelerin merkezindeki dairesel planlı tepe ışıklıklarıyla aydınlatılmaktadır. 168 Foto 102:Kadınlar kısmı sıcaklık bölümü Foto 103:Kadınlar kısmı sıcaklık bölümü Halvet hücrelerine binanın diğer iç kapılarıyla aynı biçimdeki köşe kapılarından girilir. Bu kapılardan kuzeydoğu ve güneydoğu köşede olanları örülerek iptal edilmiştir. Sıcaklığın merkezi kubbesi(Foto:102-103), köşe halvetlerinin kapıları üstünden itibaren genişleyerek yukarıya doğru yükselen ve ters üçgen biçimli bingilerin yardımıyla eyvan tonozlarına oturtulmuştur (Çizim:18). Merkezi kubbenin ortasında dairesel biçimli bir ışıklık bulunur. Kubbenin altında kare biçimli bir göbek taşı yer alır. Erkekle kısmının aksine buradaki eyvanların önünde bölme duvarları bulunmaz. Halvet hücreleri ve eyvanların duvarlarının ortalarına denk gelen bölümlerine dairesel biçimli birer kurna yerleştirilmiştir. Eyvan ve hücrelerinde zeminden yaklaşık 10 cm. yüksekliğinde ve 30 cm. genişliğinde bir muhdes seki bulunur. Halvet hücrelerini, 10 m. genişliğinde ve zeminden 15 cm. yüksekte bir seki dolaşmakta, duvarların ortasına denk gelen bölümlerde ise birer kurna yer alır. Doğudaki eyvanının doğu duvarında, boyuna dikdörtgen biçimli zeminden 1.50. m yükseklikte, gerisindeki su deposuna açılan bir pencere bulunur. Hamamın doğusunda yer alan kuzey-güney doğrultusundaki sivri beşik tonozlu külhan doğu cepheden 1.00 m. taşıntı yapan ve ortasında sivri kemerli bir ocak nişi bulunan payanda ile desteklenmiştir (Çizim:17, Foto:104). Sivri beşik tonozla örtülü su deposunun altında bulunan külhanın zeminindeki ocak ağzının 169 açıldığı kısma onbir basamakla inilmektedir. Ocak kapağı açıldığında külhancıyı yakmaması için yapılmış379 bir alev bacası, ocak nişinden itibaren binanın damına doğru yükselmektedir. Uğur-Koman380, yıllarda binanın 1930’lu keçehanesi olduğunu belirtir. Önge’nin 1960 onarımı sırasında kaldırıldığını belirttiği381 bu keçehane, UğurKoman’ın tespitleri C.E.Arseven382in yayınladığı ve Foto 104: Külhan plandan anlaşıldığı kadarıyla erkekler ve kadınlar hamamının bir kısmının üzerine inşa edilmiş muhdes bir bölümdür. Buna göre keçehane, erkekler bölümünün tuvaleti, sıcaklığın güneybatı halvet hücresi ve güney eyvanını; kadınlar kısmının ise aralık, tuvalet, sıcaklığın kuzeybatı, kuzeydoğu halvet hücreleri, kuzey eyvanı ile merkezi kubbeli bölümün bir kısmını işgal ediyordu. Bu bölüme erkekler hamamının soyunmalığından girilmekte ve aralıktan bir kapı ile birbirine paralel iki uzun dikdörtgen planlı bölüme geçilmekteydi. Bu bölümler, su deposuna paralel iki uzun dikdörtgen planlı, üçüncü bir mekâna açılmaktaydı. Arseven’in planındaki işaretlemelerinden, kadınlar kısmının aralığının keçecilerin soyunma yeri, uzun dikdörtgen planlı bölümler ise keçe dövülen yerler olduğu anlaşılmaktadır. Planda, kadınlar kısmı sıcaklığının merkezi kubbeli mekânına doğru uzayan kısımda da 379 Önge, a.g.e., s.27. 380 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 381 Önge, a.g.e., s.230. 382 Arseven, a.g.e., s.527, Şekil 1050. 170 keçecilerin yıkandığı belirtilir383. Keçehanenin ne zaman ilave edildiğini bilemiyoruz. Önge384, kesin olarak bilinemese de bu müdahalenin XVII-XVIII yüzyıllarda gerçekleştirilmiş olabileceğini belirtir. Anadolu’da keçeciliğinin yaygın olduğu, hamamlardaki özel bölümlerde de keçelerin pişirildiği bilinmektedir385. Sahip Ata Hamamında da kesin olarak bilemediğimiz bir tarihte keçe yapımına başlandığı; bunun için de binanın bazı bölümlerinin tadil edildiği anlaşılmaktadır. Sahip Ata Hamamının su ihtiyacının, Meram Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolundan karşılandığı, ayrıca hamamın pis sularını toplayan kanalın da, batı taraftaki vakıf arsasından geçtiği bilinmektedir386. Önge387, hamamın yakınından geçen bu kanaldan su deposuna dolaplarla su çıkarıldığını belirtir. Vezir Sahip Ata’nın Larende Kapısının karşısındaki külliyesine gelir sağlamak için yapıldığı anlaşılan hamamın, 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde zikredilmiş olması, bu tarihten önce, büyük bir ihtimalle de hemen batısında yer alan 1269–70 tarihli külliyenin hânkahıyla eş zamanlı olarak inşa edildiğini göstermektedir. Anadolu Selçuklu dönemine ait bilinen çifte hamamlarının en büyüğü olan bina, köşe halvetli merkezi mekân şemasının uygulanması ve simetrik planı açısından dikkat çekicidir. 383 Aynı yer. 384 Önge, a.g.e., s.28. 385 H.Gürçay, “Keçe ve Keçecilik”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara 1967, s.21–32 (22). 386 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 387 Önge, a.g.e., s.41. 171 3.3.4- Türbe Sahip Ata’nın kendisi dışında oğulları kızları ve torunlarının yer aldığı türbe, Anadolu Selçuklu Çini Sanatının en gelişmiş örneklerinin yer aldığı süslemesiyle dikkat çekicidir388. Sahip Ata’nın Larende Kapısındaki külliyesinin en son inşa edilen binası olan türbe, hânkahın kuzey eyvanı ile caminin güney cephesinin doğu yarısı arasında teşkil edilmiş boşluğa yerleştirilmiştir. Türbe’nin doğusundaki koridor, birer kapıyla hânkaha ve camiye bağlantıyı sağlamaktadır. Dikdörtgen planlı yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanır(Çizim: 8-9). Türbenin inşa kitabesi yoktur. Ancak türbe ile doğusundaki koridoru ayıran sivri kemerin batı yüzünde, Kuran-ı Kerim’den ayetlerin yer aldığı yazıtın sonuna, binanın H.682 Muharrem/M. Nisan 1283 tarihinde yenilendiğini ifade eden bir kitabe bulunur389. Nesih yazılı kitabe, kemer alnında yer almakta olup turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerden müteşekkildir. Bugüne, yenileme tarihi ulaşabilen 388 binanın, ilk inşaatının 1277–1278 tarihlerinde gerçekleştirildiği C.Huart, Epigraphie…, s.78, Nr. 51.; Löytved, Konia…, s.66-68, Nr.61-72.; Sarre, Denkmaeler Persischer…, Abb. 184.; Uğur-Koman, a.g.e., s.52-60.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.55-57.; Mayer, a.g.e., s.59.; Önder, a.g.e., s.91-93.; Konyalı, a.g.e., s.719-727.; Ünver, a.g.m., 206-207.; Arık, “…Türbe Biçimleri”, s.57-100.; Taşkın, a.g.m., s.249-251.; Yetkin, a.g.e., s.73.; Akok, “Konya’da Sahip Ata Hanikah…, s.5-38.; Meinecke, a.g.e., C.2, s.364-375.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.115116.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.475-477.; Önge, “…Sahip Ata Hânkah, s.281-292.; Aslanapa, a.g.e., s.166-167.; Atçeken, “Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…”, s.101-110.; Önkal, a.g.e., s.364-373.; Atçeken, a.g.e., s.103-105.; Şimşir, a.g.m., s.324-325. 389 Kitabe metini transkripsiyonu ve Türkçesi için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.54. Metindeki “tecdit” (yenileme) tabiri binanın daha önceki bir tarihte inşa edildiği, bilahare yenilendiğini göstermektedir. Binanın inşa tarihi ve adı geçen yenilemeyi gerektiren sebepleri bugün için tespit edememekteyiz. Uğur-Koman, (aynı yer) kitabede kullanılan kimi ifadelerden bu yenilemenin sadece türbeyi ihtiva etmemesi gerektiğini belirtirken, Konyalı, (a.g.e., s.721) bu ifadeyle sadece türbenin kastedildiğini ifade eder. 172 anlaşılmaktadır390. Türbedeki toplam altı sandukanın, üzerindeki yazıtlardan, Sahip Ata Fahreddin Ali, oğulları, kızları ve torunlarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Mimarı bilinmeyen binanın, günümüze ulaşabilmiş bir vakfiyesi de bulunmamaktadır. Ancak H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında391, vakfın o yıllardaki 390 Türbenin tarihini Huart (a.g.e., s.78), Meinecke, (a.g.e., s.366) 1277 olarak verirken, Arık (a.g.m., s.79) 1268, Önkal (a.g.e., s.372) ve Uğur-Koman (a.g.e., s.54) ise tarih vermeden, oğullarının ölüme üzerine yapıldığını belirtirler. Buna karşın Löytved (a.g.e., s.66) ve Aslanapa(a.g.e., s.167), aslında yenileme tarihi olan 1283’ü inşa tarihi olarak vermektedir. Türbede bulunan Sahip Ata’nın küçük oğluna ait sandukanın üzerinde yer alan tarih, H.21 Zilhecce 675/M. 26 Mayıs 1277’dir. Anadolu Selçuklu Tarihinde “Cimri” hadisesi olarak bilinen ve Karamanoğullarının Konya’yı işgal ettiği olay esnasında, Sahip Ata’nın iki oğlu, Abaka Han’ın yanında olan babalarının yerine, başkenti savunmak üzere harekete geçmişti. İki taraf arasında gerçekleşen savaşı Cimri ve Karamanoğulları kazanmış, Sahip Ata’nın iki oğlu öldürülmüştü. Yapılan bu savaşı Anonim Selçuknâme, (a.g.e., s.39) 21 Zilhecce 677 olarak vermektedir. Buna karşın eseri günümüze kazandıran Feridun Nafiz Uzluk (a.g.e. s.39, dipnot *) bu tarihin yanlış olduğunu belirterek, ele geçen Cimri’ye ait sikkelerin tarihinin H.675 olduğunu, dolayısıyla anılan olayın 21 Zilhecce 675 olacağını belirtir. O.Turan (a.g.e., s.565) ise savaşın tarihini vermemesine karşın, Cimrinin savaştan sonra gittiği Konya’ya ulaştığı tarihi 676 yılı başı/ Haziran 1277 olarak verir ki, gerek sandukalardaki gerekse Uzluk’ta verilen Mayıs 1277 tarihine uygun düşmektedir. Bunun dışında türbe’nin çeşitli bölümlerinde yer alan ve şehitliğin faziletlerini anlatan ayet ve hadisler, anılan olaya vurgu yapar niteliktedir. Ayrıca, külliyenin günümüze ulaşamayan vakfiyesinin (bkz. Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111.) tarihinin de 1278 olması, külliyenin son yapısı olan türbenin, 1277-1278 arasında inşa edilmiş olabileceğini göstermektedir. 391 Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Fatih tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II. Bayezid tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir. Hânkaha H.1074/M.1644 tarihinde evkaf mütevellisi tarafından yapılan bir ödemenin yol açtığı bir alacak davası, külliyenin vakfına ilişkin XVII. yüzyıla ait bir kaydını oluşturmaktadır. Başka bir şer’iyye sicil kaydında ise H.1103/M.1691 tarihinde vakfın arazileriyle ilgili itilaflı bir arazi davasına ait kayıt buluyoruz. (Bkz. Atçeken, a.g.e., s.108.) XVII. yüzyıla ilişkin bir başka şer’iyye sicil kaydında ise Mehmed oğlu Ahmed isimli kişinin hem Hânkah ve Dârü’l-Hadis’in hem de Akşehir’deki Çelikli (Taş) Medrese’nin mütevellisi olduğu yazılıdır. (Bkz. Atçeken, a.g.m., s.106) Bu bilgiler vakfın ve günümüze ulaşmayan vakfiyenin varlığına işaret etmektedir. 173 mütevellilerinin, türbenin dâhil olduğu külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurdukları belirtilir. Vakfiyenin akıbeti hakkında bugün bilgiye sahip değiliz. Türbe’nin Osmanlı dönemine ait en eski kaydı Fatih tahririnde yer almaktadır392. Burada külliyenin cami, büyük hânkah ve türbesinin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Türbe, zaman içerisinde bazı dış etkenlerle tahrip olup çeşitli onarımlar geçirmesine karşın aslî halini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Binanın Osmanlı dönemindeki tamirlerine ilişkin ilk belge H. 13 Şaban 1240/M. 2 Nisan 1825 tarihi taşımamaktadır. Bu belgede, camideki büyük onarıma karşın, türbenin sadece duvarlarının beyaz sıva ile kaplanması istenmektedir393. Diğer belge ise 21 Şaban 1264/M.23 Temmuz 1848 tarihine ait şer’iyye sicil kaydıdır394. Yapılan işlemler hakkında bilgi verilmeyen belgede, Vakfın Türbesi’nin, Hânkah Camii, Hamam ve Buzhane ile birlikte onarım gördüğü yazılıdır. Vakıflardaki kayıtlara göre Cumhuriyet döneminde Hânkah’taki uzun ve sürekli onarım faaliyetine karşın, türbede herhangi bir işlemin gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır. Vakıfların yetersiz kayıtlarından 1964–65 yıllarında hânkahla birlikte türbenin kubbesinin yenilendiğini öğrenmekteyiz. Buna karşın, türbenin sahipsizliği ve bakımsızlığı uzun yıllar sürmüş, külliyenin diğer binaları olan cami, hânkah ve hamam defalarca onarım görmesine karşın binada yeterli koruyucu tedbirler alınmamıştır. Nitekim 14 Mayıs 1981’de metruk hânkahın penceresinden 392 Konyalı, a.g.e., s.512. 393 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.23/1. 394 Şer’iyye Sicil Defteri C.80 (F-39), s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113. 174 türbeye giren hırsız, buradaki kapının örülü olmasından ötürü camiye geçemeyeceğini anlayınca, çinili pencere kafeslerini tahrip ederek kendisine yol açmış, büyük bir tahribata neden olmuştur395. Bu ve kayıtlara geçmemiş diğer tahribatlarla türbenin çinileri dökülmeye başlamış, 2003 yılında dökülen çinilerin envanteri çıkarılması gereği hissedilmiştir. Burada 167 adet parça çininin yanı sıra, üçayaklar ve çanak çömlek kırıklarının bulunması, türbenin zaman içinde atık depo gibi kullanılmış olmasını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu çalışma esnasında duvardan kalıp halinde ayrılmış olan çini plakaları396 oldukları yerde muhafaza edilmesi uygun görülmüştür397. Bu tarihten sonra hânkah ve türbenin onarımına temel teşkil etmek üzere çeşitli harç ve sıva analizleri yaptırılmış; daha sonra da bir onarım projesi hazırlatılmıştır. Restorasyon ve konservasyon çalışmaları sürdürülürken 02.08.2005 tarihinde, hânkahta çalışmaları devam ettiren ehliyetsiz kişilerin eliyle, hânkahın ve türbenin duvarlarındaki çiniler sökülerek zemindeki boşlukları doldurmak için dolgu malzemesi olarak kullanılmıştır. Adli bir takibata 395 Önge, a.g.m., s.284, dipnot 16. Y.Önge, bir başka tebliğinde (“Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme Semineri, İstanbul, 3-7 Haziran 1991, Seminere Sunulan Bildiri.) tahribat sırasında nereye ait olduğu bilinmeyen bir ahşap kapı veya pencere kanadının varlığından haber olunduğunu belirtmiştir. Çift kanatlı olan kapı/pencere kanadı son derece harap durumda olup sadece ortasındaki madalyon seçilebilmektedir. R.Bozer, (a.g.t., s.4, Resim 3-4.) şeması anlaşılamayan eserin bir pencere kanadına ait olabileceğini belirtir. Sn. Bozer, yaptığımız sözlü mülakatta, madalyonlu tipin XIII. yüzyılda daha çok pencere kanatlarında görüldüğünü ifade etmiştir. 396 Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) Hânkahın onarımına ilişkin çeşitli analiz raporlarını içeren bir çalışma çok dikkat çekici bir gerçeği ortaya koymaktadır. Burada hânkah ve türbede yer alan çinilerin önceki müdahaleler sırasında çimento harç kullanımı sebebiyle plakalar halinde yerinden ayrıldığı belirtilmektedir. Bu durum tarihini bilemediğimiz yıllarda yapılan müdahalelerin yanlışlığını ortaya koyarken, bir başka açıklı durum, bu müdahalelerin Vakıflarda kaydının olmamasıdır. 397 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. Dosyadaki konuyla ilgili raporda Sanat Tarihçisi E.Altıntaş ve arkadaşları, yapının güvenliğinin yeterli olmamasından dolayı çinilerinin çalınması konusunda duydukları endişeyi vurgulamaktadır. 175 neden olan bu olay sonrası, restorasyon çalışmalarına yeniden başlanmış, türbe, hânkahla birlikte çalışmaların tamamlandığı 2007 ocak ayından itibaren kullanıma açılmıştır. Türbenin, kripta kısmı tamamen, sandukaların bulunduğu kısım ise, zeminden 2.5 m. ye kadarki bölümü yonu taş malzemeyle inşa edilmiştir. Duvarların üst bölümleri ve kubbe ise tuğladandır. Kubbe dıştan kurşuna kaplıdır. Türbenin doğusundaki koridor, alt pencereleri seviyesine kadar yonu taş, üst bölümlerin tuğladan inşa edilmiştir. Mekânın doğu cephesindeki mevcut görüntüsünden tuğla ve taş bölümlerin yatay ahşap bir hatılla ayrıldığı anlaşılmaktadır. Çini, türbenin koridorun kapı ve pencere seviyesinin üst kısmında, sanduka bölümünde ise zeminden pencerelere kadarki kısmı ile pencere şebekeleri ve kubbenin ortasındaki dairesel bölümde kullanılmıştır. Bina iki kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 16). Beden duvarları ilk, kubbe ise ikinci kademeyi oluşturmaktadır. Türbe bölümü kubbe ile doğusundaki koridor ise kiremitle kaplı bir kırma çatıyla örtülüdür. Bina, kare planlı kubbeli ana mekân ile bunun eyvan tarzında bir kemerle açıldığı ve doğusuna bitiştirilmiş doğubatı doğrultulu tonozlu bir koridordan müteşekkildir. Bu dehliz biçimindeki koridor, hânkah ve cami ile kuzey ve güney ucunda yer alan birer kapı vasıtasıyla irtibatlıdır. Kubbeli kısmın altında, hânkahın bu yöndeki eyvanının kuzey duvarından yedi basamaklı bir merdivenle inilen, kuzey-güney yönlü ve sivri beşik tonoz örtülü mezar hücresi bölümü yer alır. Türbe’nin kare planlı ana mekânının kuzey duvarı camiye, güney duvarı ise hânkaha bitişmiştir (Çizim: 9). Doğu yönden sivri bir kemerle koridora açılan bu mekân, batı yönden üç açıklıkla aydınlatılmıştır. Batı cephenin ortasında düşey aksa göre hizalanan açıklıklardan üstteki boyuna dikdörtgen formlu iken, ortadaki akstan 176 biraz kuzeye kaymış bir mazgal penceredir. Altta yer alan ise diğerlerinden daha enli olup boyuna dikdörtgen formlu bir kapıdır. Türbenin dıştan doğu cephesini teşkil eden, dar koridorun doğu duvarında toplam dört pencere bulunmaktadır (Foto:112). Bunlardan üçü üstte, saçağa yakın bir kotta yer alırken diğerlerinden daha büyük boyuttaki boyuna dikdörtgen formlu dördüncü pencere alt kottadır. Üstteki üç pencereden ortadaki tam düşey aksa denk gelmekte; diğer ikisi ise düşey aksa göre simetrik ve birbirine eşit mesafede bu açıklığın iki yanında yer almaktadır. Her üç pencere de dairesel formda olup, forma uygun olarak dıştan Foto 105: Sahip Ata Türbesi (Onarım Öncesi) metal bir şebeke ile kapatılmıştır398. Alttaki yer alan ve cephenin düşey aksında yer alan boyuna dikdörtgen formlu açıklık ise muhdes tek kanatlı ahşap bir kanat ile örtülüdür399. Türbenin hânkaha bakan güney cephesinde ise cephenin ortasına, düşey aksa göre sıralanmış iki pencere açıklığı vardır(Foto:113-120). Bunlardan boyuna dikdörtgen formlu olup üstte olanı, alt kenarının ortasına yerleştirilmiş sivri kemerli bir açıklıktan ibarettir. Pencere, çini mozaiklerden oluşturulmuş geometrik bir kompozisyona sahip, kafesli bir şebeke ile kapatılmıştır. Alttaki ise üstteki ile aynı hizada ve boyuna dikdörtgen 398 Pencerelerin dairesel biçimli mevcut dış görünüşünün muhdes, aslî halinde dıştan içe doğru şevlenen mazgal biçimli bir açıklık olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim son onarımlarda bu forma uygun olarak restore edilmişlerdir. 399 Söz konusu ahşap kapı kanadı için ayrıntılı bilgi bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Cami bölümüne. 177 formda, yan söveleri türbeye doğru şevli bir açıklıktır. Açıklık, geç dönemde ilave olunmuş, geometrik kompozisyona sahip ahşap bir şebeke ile kapatılmıştır. Türbenin kuzey duvarının ortasında yer alan açıklık düşey aksta ve türbenin alt seviyesindeki diğer pencerelerle aynı hizada olup boyuna dikdörtgen formdadır. Camiye açılan ve türbeye doğru yan söveleri şevlendirilmiş pencere, caminin bu yöndeki açıklığının türbenin yapılışı sırasında değiştirilerek yeniden düzenlenmesiyle oluşmuştur (Foto:113).Türbenin doğusundaki dehliz biçimli dar koridor, hânkah ve cami ile birer kapı vasıtasıyla irtibatlı olup, her iki binadan Foto 106: Onarım öncesi çinilerin durumu türbeyi geçişi sağlayan bir ön bölüm şeklinde tasarlanmıştır(Çizim:13, Foto:107-108). Koridoru hânkaha bağlayan diyagonal kapı, tonozlu bir aralığa açılır. Koridora ise bu aralıktan ikinci bir kapı ile ulaşılır. Bu durum, hânkahla türbenin, söz konusu tonozlu aralıkla bilinçli bir şekilde kopartıldığını göstermektedir. Ayrıca koridorun çok zengin çini süslemesine karşın, bu ön bölümün süslemesiz oluşu, mekân tasarımındaki Foto 107: Onarım sonrası koridor bölümü bilinçli bir ayrıma da işaret eder. Dar tepe pencereleri ile aydınlatılan bu hazırlık mekânı doğu duvarındaki bir kapı vasıtasıyla hânkahın giriş eyvanının kuzeyindeki mekân grubu ile irtibatlandırılmıştır. Koridorun camiye açılan kapısı düz atkılıdır. Hânkaha açılan 178 kapısı ise sivri kemerlidir. Bu kapının koridora bakan yüzü tamamen çinilerle süslüdür. Kapıyı üstte ve iki yanda enli bir bordür dolaşır. Burada turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle teşkil edilmiş, açık geometrik süsleme bulunmaktadır. İç içe geçmiş altıgen ve beşgenlerden oluşan kompozisyonu düz turkuaz renkli dar iki silme sınırlamaktadır. Kapının yan sövelerini kaplayan süslemeyi dışta patlıcan moru ve turkuaz çinilerden oluşan iri bir zencirek motifi sınırlar. Zeminden itibaren yukarıda doğru yükselen motif, kemerin üzengi hattı seviyesinde ikiye ayrılmaktadır. Bir kolu kemer eğrisini takip eden Foto 108: Onarım sonrası koridor kapısı motifin, diğer kolu dik olarak yükselip, üstteki yazıtı kuşatarak aşağıya inmekte ve diğer yan söveye bağlanmaktadır. Zencirek motifli silmenin yan sövelerden itibaren kemer eğrisini takip eden kolu kemerin kilit taşı hizasında birbirini kesip, kemer köşeliklerini sınırlamaktadır. Zencirek motifinin sınırladığı ve kapının yan sövelerini kaplayan bordür, patlıcan moru mozaik çinilerden kıvrık bir dal üzerinde ters ve düz yerleştirilmiş küçük palmetlerle süslenmiştir. Uçlarından iki yöne doğru çıkan sapların zarif rumîlerle nihayetlendiği süslemede, aralardaki boşluklar, turkuaz çini mozaiklerle doldurulmuştur. Zencirek motifli bordürün yan sövelerden yükselen iki kolu kemerin kilit taşının hizasında birbirini kestikleri bölümde üçgen bir alan oluşmuştur(Foto:108). Burada turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle 179 bitkisel bir süsleme görülür. Süslemenim beyaz alçı zemini, kontur halinde görülür. Kemer köşeliklerinde ise patlıcan moru çini mozaiklerden kıvrık bir dal üzerinde zarif kıvrımlı rumîlerden açık bitkisel bir kompozisyon yer alır. Kompozisyonda boşluklar turkuaz çini mozaiklerle dolgulanmıştır. Bu bölümün üzerinde tek satırlık sülüs hatlı bir yazıt400 bulunur. Yazılar patlıcan moru, aradaki boşluklar ise turkuaz çini mozaiklerle oluşturulmuştur. Koridorun güney ile doğu duvarlarında, kapı ve aynı hizadaki doğu duvardaki pencerenin üstünden başlamak üzere tuğla ve çiniden oluşan bir süsleme yer almaktadır. Söz konusu bölümü dört yandan bir bordür sınırlamaktadır. Bordür, patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş palmet-rumî kombinasyonuna dayalı bitkisel açık bir kompozisyonla süslenmiştir (Foto:112). Foto 109: Koridorun batı duvarındaki çiniler Foto 110: Koridorun batı duvarındaki çiniler Bordürde arada kalan boşluklar turkuaz çinilerle doldurulmuştur. Bordürün sınırladığı alan içerisinde ise sırsız tuğlalar ve aralardaki çinilerle oluşturulmuş bir süsleme yer almaktadır. Burada sırsız tuğlaların uzun kenarları yatay, çini birimlerin uzun kenarları düşey birim olarak kullanılmıştır (Foto:112). 400 Uğur-Koman, a.g.e., s.52. 180 Foto 111: Türbe kubbesinden Foto 112: Koridorun doğu duvarındaki çinilerden Düşey konumlanmış tuğlalar her sırada bir birim kalınlığında iki yana kayarak ve belirli sıralarda yön değiştirerek kûfî yazı ile “Ali”ve “Allah” kelimelerini biçimlendirir (Foto:112). Kelimeler arasında oluşan boşluklara baklava biçiminde kesilmiş turkuaz çiniler yerleştirilmiştir. Ayrıca çapraz şekilde yerleştirilmiş olan yarım tuğlalar zemini doldurur401. Doğu ve güney yönde tekrar ederek sıralanan süslemede yazılar Ma’kıli402 hat ile teşkil edilmiştir. Ortadaki eşkenar dörtgenin etrafında dörder “Ali” isminin tekrarından oluşan kompozisyonda turkuaz ve patlıcan moru çinilerden oluşan yazının kalınlığı ile sırsız yatay tuğlaların oluşturduğu boşluk birbirine eşittir. Günümüzde düz ahşap bir çatı ile örtülü olan koridorun örtüsünün aslî halinde yıldız tonoz olduğu belirtilir403. Foto 113: Sandukalar (Doğudan) 401 Bakırer, a.g.e., s.476-477. 402 Şimşir, a.g.m., s.324. 403 Önge, a.g.m., s.285. Foto 114: Sandukalar (Batıdan) 181 Kare planlı asıl türbe bölümü, doğusundaki koridora eyvan tarzında sivri bir kemerle açılır (Çizim:13, Foto:109). Kemerin iç ve iki yan yüzü çinilerle süslenmiştir. Kemerin koridora bakan yüzü ve köşe dolguları dekoratif şerit ve geçmelerle dekore edilmiştir. Kemer kavsi boyunca uzanan en dıştaki eğimli silme, turkuaz zemin üzerinde patlıcan moru mozaik çinilerden oluşturulmuş ve üç bölümlü palmetlerle süslenmiştir(Foto:109). Bu palmetlerden biri tamamen patlıcan moru çiniden, diğerleri ise aynı renkli çiniyle sadece konturları çizilerek hazırlanmış ve bordür üzerinde münavebeli bir şekilde sıralanmıştır. İkinci ve üçüncü bordürler rumî geçmelerinden oluşur. Kemer kavsinin köşelerindeki üçgen sahalar ise bulunduğu satıhtan taşıntılı ve ağaç dalı geçmesi denilen, turkuaz ve patlıcan moru renkli çinilerden girift bir geçme ile süslenmiştir. Kemer karnı ise iki kenarda ince bir silme ile sınırlanan geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Kemer içi turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden kesilmiş şeritler ve çokgenlerden oluşan geometrik açık bir kompozisyonla tezyin edilmiştir. Burada, çokgenlerin birbirleriyle kesişmesinden ve baklava motifleriyle birleşmesinden meydana gelen girift bir örgü vardır. Bu onikigen geçmelerin içindeki sekizgen sahada, kazıma tekniği ile yapılmış ve lotus palmetlerin zıt istikamette yönelmelerinden meydana gelmiş zarif bir dolgu vardır. Zemindeki sır kazınmış örnek, koyu mor kısmıyla bırakılmıştır404. Ayrıca kemerin içinde iki tarafta karşılıklı olmak üzere oniki kenarlı birer çini levha yer almaktadır. Kemerin türbeye bakan yüzünü dıştan sınırlayan bordür koridora bakan yüzdekiyle aynıdır. Bunu takip eden kemer kavsine uygun frizde, Kuran-ı Kerimden ayetler ve türbenin yenilendiğini belirten kitabe yer alır (Foto:115). 404 Yetkin, a.g.e., s.78. 182 Foto 115: Koridora açılan eyvan kemeri Foto 116: Eyvan kemerinden detay Turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle oluşturulmuş olan tek satırlık sülüs hatlı yazı frizinde, güneyden başlayarak önce Kuran-ı Kerim’in Ali İmran Sûresinin 169. ve 170. ve Nisa Sûresinin 100. ayetleri ile hadisler yer alır405. Yazı frizi, inşa kitabesi ile nihayetlenmektedir406. Söz konusu yazı frizinin, kilit noktasında ve üzengi seviyelerinde dairesel biçimli birer rozet bulunur. Kemerin üçgen köşelikleri kabartma yuvarlak silmelerin kesişerek meydana getirdiği madalyonlar ve geometrik geçmelerden meydana getirilmiştir. Kıvrım dallarından oluşan bitkisel bir kompozisyonla süslü olan silme, üçgenin alt köşesinden iki kol halinde çıkmakta ve önce altı köşeli daha sonra ortada oniki köşeli ve son olarak elips biçimli bir alan oluşturacak şekilde kesişerek sahayı kat etmekte, kemerin kilit noktasına ulaşmaktadır. Silmenin ve bu sahaların aralarındaki bölümler palmetler rumîler ve kıvrım dallarıyla süslenmiştir. Söz konusu motifler patlıcan moru, zemin ise turkuaz renkli çini mozaiklere oluşturulmuştur. Oniki köşeli sahanın ortasında turkuaz renkli çiniden yüzeyden taşıntılı yarım küre biçimli kabara bulunmaktadır. Oniki köşeli sahanın geri kalan bölümü ortadaki kabaranın çevresinde yer alan 405 Ayet ve hadislerin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Önkal, a.g.e., s.366. Ayet ve hadislerin şehitlik ve gaza konularını içermesi dikkat çekicidir. 406 Kitabenin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Uğur-Koman, a.g.e., s.54. 183 palmet-rumî kombinasyonundan oluşan bitkisel bir süsleme yer almaktadır (Foto:116). Foto 117: Güney duvardaki çinili pencere Foto 118: Kubbe göbeğindeki çini madalyon Türbenin kare planlı asıl mekânının duvarları, zeminden yaklaşık 2,5 m. ye kadar olan kısımları turkuaz renkli altıgen çinilerle süslenmiştir (Foto:105, 113-114). Her sırada ½ oranında birbirini takip ederek oluşturulmuş kompozisyonu, dışta patlıcan moru çini mozaik bir bordür sınırlandırmıştır. Onarımlar öncesi çinilerin bazı bölümleri blok halinde duvardan ayrılmıştı (Foto:106). Kare planlı ve kubbe ile örtülü mekânın duvarları çinili bölüme kadar kesme taş, üst bölümü tuğladır. Tuğlalar yatay konumlanmış ve her sırada ½ oranında birbirini takip ederek sıralanmıştır. Geçiş öğesini oluşturan üçgen sahaları ise turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerden kesilmiş palmetlerin dik olarak konumlandığı kapalı bir kompozisyon süslemektedir. Geçiş öğelerinin ana akslara denk gelen bölümlerinde, doğuda ve batıda boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış sivri kemerli birer pencere yer almaktadır(Foto:119). Bunlardan doğuda olanı sağır niş halinde iken batıdaki çini mozaik parçalardan oluşturulmuş ajurlu birer şebekeye sahiptir. Boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan sivri kemerli açıklığı, dışta turkuaz zemin üzerine patlıcan moru palmetlerle oluşturulmuş bir bordürle sınırlandırmış, bordürün sınırlandığı alan ise patlıcan moru ve turkuaz çini 184 mozaiklerden meydana getirilmiş ve çokgenlerin kesişmesinden oluşan geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Batı duvarda bu açıklığın dışında iki pencere açıklığı daha yer alır(Çizim:16, Foto:114). Bunlardan üstte olanı düşey akstan biraz kuzeye kaymış, sivri kemerli bir mazgal penceredir. Altta olanı ise düşey aksta yer alan boyuna dikdörtgen bir açıklıktır. Güney duvarda ise düşey aksa sıralanmış olan iki açıklık vardır(Foto:107). Üstte olan pencere 1981 yılındaki hırsızlık olayına407 kadar sağlam olarak gelebilmişken, bu olay sırasında önemli ölçüde tahribata uğramıştır(Foto:117). Açıklık üstte ve iki yanda turkuaz zemin üzerine geometrik bir bordürle sınırlandırılmıştır. Boyuna dikdörtgen açıklığın ortasına yerleştirilmiş olan sivri kemerli bölüm dışta turkuaz zemin üzerine, patlıcan moru kare çini mozaiklerden oluşan bir bordürle sınırlandırılmıştır. Daha sonraki bordür bir ters bir düz olarak yerleştirilmiş olan palmetler ve aralarındaki kıvrım dallardan müteşekkil bitkisel açık bir kompozisyonla süslenmiştir. Bu bordürde zemin turkuaz, motif patlıcan moru çinilerden oluşturulmuştur. En içteki ince bordürde ise rumîlerden oluşan bir süsleme vardır. Açıklığı kaplayan ajurlu şebeke ise turkuaz renkli çinilerden oluşan ve sekiz köşeli yıldızdan gelişen geometrik açık bir kompozisyona sahiptir. Düşey aksta yer alan sekiz kollu yıldızlar ve yandaki boşluklarda yer alan dört köşeli yıldızlarda, motif, zemine kazılmak suretiyle yapılmıştır. Sivri kemerin köşeliklerinde kıvrım dallardan ve rumîlerden oluşan bitkisel bir süsleme bulunur. Burada zemin turkuaz, motif patlıcan moru çinilerden oluşmuştur. Bunun üstünde ise sülüs hatlı tek satırlık bir yazıt vardır. Turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden oluşturulmuş yazıtta Firdevsî Tusî’den bir beyit yer alır408. Yazıtın tam ortasında bitkisel dekorlu dairesel bir madalyon yer alır. Güney duvarda bulunan 407 Söz konusu olayın geniş açıklaması için bakınız dipnot 404. 408 Beyitin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Uğur-Koman, a.g.e., s.56. 185 açıklıklardan altta olanı ise üstteki ile aynı hizada ve boyuna dikdörtgen formda, yan sövelerinin türbeye doğru şevlendirildiği bir açıklıktır. Mekânın batı duvarında düşey aksa hizalanmış açıklıklardan üstte olanı, yukarıda zikrettiğimiz geçiş öğeleri ile aynı seviyede yer alan boyuna dikdörtgen formlu bir penceredir. Ortadaki açıklık akstan biraz kuzeye kaymış bir mazgal penceredir. Altta yer alan pencere ise diğerlerinden daha geniş, boyuna dikdörtgen bir açıklıktır. Güney duvarının ortasında, düşey aksa ve türbenin alt seviyesindeki diğer pencerelerle aynı hizada yer alan açıklık, boyuna dikdörtgen formdadır(Foto:114). Camiye açılan ve türbeye doğru yan söveleri şevlendirilmiş pencere, caminin, bu yöndeki açıklığının, türbenin yapımı sırasında düzenlenmesiyle oluşmuştur. Kubbe kasnağını, örgülü kûfî hatla oluşturulmuş çini mozaik bir kuşak süslemektedir. Enli kuşağı altta ve üstte dar iki silme sınırlandırmaktadır. zemin üzerine Bordürde, patlıcan turkuaz moru çini mozaiklerle rumîlerden oluşan bir süsleme yer almaktadır. Enli kuşakta ise turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerle örgülü kûfî hatla Kuran-ı Kerim’in Al-i İmran Sûresi yazılıdır. Güneyden başlayan yazıda, Besmele-i Şerif’ten sonra Al-i İmran Sûresinin 18. ayetinin tamamı, 19. ayetinin Foto 119: Kubbe kasnağındaki çinili bordür 186 ise ilk durak yerine kadar; ayrıca 26. ve 27. ayetlerin tamamı ve 28. ayetin ilk durak yerine kadarki kısmı yer almaktadır409. Kûfî örgü, turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerle oluşturulmuştur (Foto:119). Kuşağın alt kenarına sıralanmış yazının harflerinden çıkarak, üstte, palmetlerle nihayetlenen ve kıvrım dallarından oluşan kompozisyonun ortadaki düğüm noktalarında, beyaz alçıdan altı köşeli yıldızlar bulunmaktadır. Kubbe yüzeyi, tam tuğlaların balıksırtı tarzında süslenmesiyle örülüdür. Kubbenin ortasında ise dairesel bir madalyon yer alır. Ortadaki çiçekli kûfî hatla oluşturulmuş yazının çevresini enli bir bordür kuşatır. Bordürü, turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerden kesilen palmetlerin bir ters Foto120: Sandukalardan detay (Kuzeyden) bir düz olarak yerleştirilmesiyle oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon süslemektedir. Madalyonun merkezi turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaik parçalarla oluşturulmuştur. Madalyonda örgülü kûfî hatla, merkezdeki beş kollu yıldızın kollarının uzatıldığı beş hat üzerinde “Muhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali” isimleri yazılıdır. Harflerin uçları rumî motifleriyle süslenmiştir410(Foto:118). Türbede üçerli iki sıra halinde ve doğu-batı doğrultulu sıralanmış altı sanduka yer almaktadır (Foto:113-114, 120). Güneybatı köşede ve diğerlerinden daha yüksek 409 Ayetlerin Arapça transkripsiyonu için bkz., Şimşir, a.g.m., s.324-325. Şimşir, (a.g.m., s.325.) yazının tasarlanan ölçüye sığmadığı için yazı kuşağının sonundaki iki harfin üst üste alındığını ve örgülü bölümün ortasındaki yayların kesişmesinden oluşan altı köşeli yıldız yerine zorunluluktan ötürü dört köşeli yıldız yapıldığını belirtir. 410 Yazıların transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Şimşir, a.g.m., s.324. Bu bölümü Uğur- Koman (a.g.e., 56.) Kuran-ı Kerim’in İsa Sûresinin 84. ayeti olarak okumuş, Löytved (a.g.e., s.67.) ise burada beş kez “Elhamdülillah” duasının tekrar edilerek yer aldığını belirtmiştir. 187 olan 2.30 m. boyunda ve 0.80 m. genişliğindeki sanduka Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’ye aittir. Tamamıyla çini kaplı sandukada, çiniler tek renk sırlı, düz levha ve kabartma yazılı çiniler olmak üzere üç farklı tiptedir. Enine dikdörtgen formlu lahdin doğu yüzünde, turkuaz zemin üzerine patlıcan moru kabartmalı çinilerle bir hadis vardır. Bu yazıtın altında Besmele-i şerif ile başlayan yazıtta, Ayet’ül-Kürsi’nin 256. ayetin sonuna kadar ki bölümü sandukanın etrafını dolaşır. Bittiği yerden itibaren Amener-Resulu ayeti 286. ayetin sonuna kadar devam eder. Ayetlerin bittiği yerden itibaren bir dua bulunmaktadır.411. Batı yüzünde ise aynı şekilde ölünün kimliğini tanıtan bir yazıt vardır412. Sandukanın kaidesi, yüksekliğinin üçte ikisine kadar turkuaz levha çinilerle kaplıdır. Bunların üzerinde patlıcan moru kabartma çinilerden kitabe kuşağı yer alır. Sandukanın üst kısmında ise kaidedeki yerleşme düzeni görülür413. Sahip Ata’nın sandukasının doğusundaki ikinci lahit, çinilerin renk ve lahit üzerindeki yerleşme düzeni bakımından birincisi ile aynıdır. Baş ve ayakucundaki kitabelerin büyük kısmı dökülmüştür. Sandukanın başucundan başlayan Ayet’ül Kürsî, Bakara Sûresinin 256. ayetine kadar ve sonra Ali-İmran Sûresinin 18. ayeti ile devam eder. Bu sûrenin 19. ayetinin durak yerinde sonlanan yazı Nisa Sûresinin 100. ayeti ile durak yerinden başlayıp sonuna kadar sürer. 411 Hadisin, ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.57. 412 Hadisin transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Taşkın, a.g.m., s.249. Burada Sahip Ata’nın ölüm tarihi olarak H. 684 yılı Şevval/M. Kasım-Aralık 1285 sonları verilmektedir. Ancak biz Sahip Ata’nın ölüm tarihini Aksarayî (a.g.e., s.119.) ve Müneccimbaşı (Turgal, a.g.e., s.85.) dan 25 Şevval 687/.M22 Kasım 1288 olarak öğrenmekteyiz. Turan, (a.g.e., s. 591-592.) da vezirin ölümün bu tarih olarak kabul eder. Anonim Selçuknâme (a.g.e., s.49.) ise 5 Şevval 687’de ishalden öldüğünü belirttiği vezirin bu ayın 20. günü cenazesinin Konya’ya getirildiğini ifade etmiştir.. Tarihi kaynaklarda bu denli kesin olarak belirtilen göre ölüm tarihinin, sanduka’da bir yazım hatası sebebiyle farklı yazıldığı anlaşılmaktadır. Önkal, a.g.e.,s.370, Taşkın, a.g.m., s.249., Yetkin, a.g.e., s.80. 413 Taşkın, a.g.m., s.249. 188 Burada yatan kişinin Sahip Ata’nın büyük oğlu Taceddin Hüseyin olduğu tahmin edilmektedir414. Bunun doğusundaki sanduka da, ilk ikisi ile aynı tipte ve süsleme düzenindedir. Sandukanın baş (doğu) yüzünde yer alan kitabenin ilk iki satırı dökülmüştür415. Ayak (batı) ucunda ise yatan şahsın ne zaman öldüğünü belirten beş satırlık tarih yazıtı bulunmaktadır ki bu kişi, ağabeyi ile aynı savaşta ölen Nusrettin Hasan’dır. Yazıtta burada yatan kişinin H.675 senesinin Zilheccesinin 21. Cuma günü öldüğü belirtilir ki bu tarih, kaynaklarda her iki kardeşin Karamanoğulları ve Cimri ile yaptıkları savaşın tarihidir. Kuzeydeki ikinci sırada yer alan sandukalardan Sahip Ata’nın lahdi ile aynı hizada olanının, başucunda kitabe yoktur. Ayakucundaki dört satırlık kitabesinden burada yatan kişinin H.691 Şaban /M.1292 Mayıs’ta ölen Sahip Ata’nın kızı Melike Hatun olduğunu öğrenmekteyiz416. Sanduka’nın kaide kısmının günümüze kalabilen çini parçalarından, örgülü kûfî ile Ayetü’l-Kürsi yazılı bir yazı bordürünün yer aldığı tespit edilebilmektedir417. Sandukanın üst kısmı, üzeri turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden kesilmiş girift bir geometrik geçme ile kaplıdır. Bu geometrik örgülü bölümü, kıvrık dallarla birbirine bağlanmış ve rumîlerden oluşan bir çerçeveyle sınırlandırmıştır. Sandukanın kaidesindeki örgülü kûfî yazılı kabartma bordürün alt kısmında, bir zamanlar lotus-palmet frizi dolanmaktadır418. Bu frizin altında, çini mozaik tekniğinde, geometrik geçmelerin arasında bitkisel motiflerin de yer aldığı daha geniş bir bordür vardır. Burada 414 Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.58. Sahip Atanın büyük oğlu Taceddin Hüseyin, H.675/M. 1277 yılında Akşehir’in Kozağaç köyünde Cimri ve Karamanoğulları ile savaşarak öldüğünü bilmekteyiz. (Turan, a.g.e., s.565.) 415 Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Önkal, a.g.e., s.371. 416 Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.59. 417 Taşkın, a.g.m., s.250. 418 Aynı yer. 189 geometrik açık bir kompozisyon yer almaktadır. Oniki köşeli yıldızların köşeleri bir uzun bir kısa olarak uzatılmış, kısa kenarların uçları palmetlerle nihayetlendirilmiştir. Burada değişik ve Selçuklu dönemi için ünik olan419, üçgenlerle birleşen yıldızların uçlarının yuvarlak hatlı rumîlerle taçlandırılmış olmasıdır. Bu sandukanın doğusundaki beşinci sanduka’da herhangi bir kitabe yoktur. Ancak Ahmet Tevhid, H.1313/M.1896 yılında bu yazıtı okumuştur420. Buna göre, burada yatan şahsın Sahip Ata’nın torunu (Taceddin Hüseyin’in oğlu) Şemseddin Mehmed olduğunu ve H.686 Cemaziyeli’nin başlarında öldüğü anlaşılmaktadır421. Altıncı sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir. Bu sandukanın çinileri dökülmüştür. Türbenin kripta kısmına, hânkahın kuzey eyvanında yer alan yedi basamaklı bir merdivenle ulaşılır (Çizim:16). Sivri beşik tonoz örtülü ve 6.20 x 5.30 m. ölçülerindeki mekânda, mumyaları bozulmuş ve dağınık iskeletler haline gelmiş yedi adet ceset bulunmaktadır. Türbede altı sanduka olmasına karşın kripta kısmında yedi cenaze bulunması dikkat çekicidir. Yedinci cesedin kime ait olduğunu ve buraya nasıl konulduğunu bilinmemektedir422. Batı duvarda cephe aksına göre simetrik konumlanmış iki, doğu duvarında ise dikey aksın ortasında yer alan bir havalandırma penceresi yer almaktadır. Konyalı, II. Dünya Savaşına kadar Sahip Ata’nın 419 Yetkin, a.g.e., s.81. 420 Ünver, a.g.m., s.207. 421 Buradaki yatan kişi olan Sahip Atanın torunu Şemseddin Mehmet M. 1287 yılında Germiyanlılarla yaptığı savaşta ölmüştür. (Turan, a.g.e., s.590.) Kaynaklardaki ile kitabedeki tarih bu anlamda uyuşmakta, dolayısıyla, burada yatan kişinin de Şemseddin Mehmed olduğu anlaşılmaktadır. 422 Konyalı, tabip Ebu Bekir’in Sahip Ata’nın oğlu Nusreddin Hasan’a yazdığı mektuptan, Sahip Ata’nın daha önce ölen iki oğlu daha olduğunu ve isimlerinin Şücaeddin Günak ve Şemseddin Kayser olduğunu öğrenmekteyiz. Bu bilgiyi Ravzat Al-Kuttab ve Hadikat Al- Albab’tan aktaran Önkal (a.g.e., s.368), burada yatan yedinci kişinin Sahip Ata’nın daha önce ölen oğullarından biri olabileceğini belirtir. 190 mumyasının sağlam ve yerinde olduğunu ancak İtalyanlar tarafından çalındığını rivayet etmektedir423. Sahip Ata’nın bir aile türbesi şeklinde inşa ettirdiği anlaşılan yapının inşa kitabesi bulunmamaktadır. Buna karşın çinili yenileme kitabesine göre 1283 tarihinde “tecdit” olunmuştur. Uğur-Koman424, “tecdit” kelimesinin buradaki kullanılışının, yapılan yenilemenin sadece türbeyi değil, hânkahı da kapsadığını ifade ettiğini belirtir. Konyalı425 ise yenilemenin sadece türbeyi kapsadığını belirtir. Hânkah ve türbede yer alan ajurlu çini pencerelerin çini süsleme açısından birbiriyle benzediği açıktır. Ancak çini süslemede kullanılan teknik ve süslemelerin, farklı birçok Selçuklu yapısında kullanıldığı düşünüldüğünde, bu benzerliğin tek başına hânkahla türbenin aynı tarihte inşa edildiği veya yenilendiğini göstermeye yetmeyeceği açıktır. Türbenin 1981 yılında maruz kaldığı hırsızlık olayı sırasında ortaya çıkan ahşap kanadın, bir pencereye ait olabileceğini belirtmiştik426. Mevcut pencere açıklıkları düşünüldüğünde ahşap kanadın ya türbenin kuzey duvarındaki pencereyi, ya da koridorun doğu duvarındaki açıklığı kapattığı anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilerimizle türbenin 1283’ten önce yapıldığı kesindir. Türbede yatan kişilerin ölüm tarihleri incelendiğinde en erken tarihli sanduka 1277’de ölen Sahip Ata’nın iki oğlu Taceddin Hüseyin ve Nusrettin Hasan’a aittir. Bu anlamda binanın, Sahip Atanın oğullarının ölüm tarihi 1277 ile yenileme tarihi olan 1283 423 Konyalı, (a.g.e, s.727.) Konyalı, kripta kısmında Sahip Atanın üstü açık, Mısır tabutları biçiminde itina ile yapılmış bir tabutu olduğunu ifade eder. Cesetlerin dağınık bir vaziyette yer aldığını belirttiği kriptanın, rutubetten etkilendiğini belirten Konyalı, Sahip Ata’nın tabutundan anlaşıldığı kadarıyla “ufak tefek” olduğunu zikretmektedir. 424 Uğur-Koman, a.g.e., s.54. 425 Konyalı, a.g.e., s.721-722. 426 Bakınız. 395. dipnot 191 arasında başlanıp tamamlandığı söylenebilir. Başka bir ihtimal de türbenin, güneyindeki hânkah ile eş zamanlı olarak tasarlanıp bitirildiği, 1283’te gerçekleştirilen yenileme ile mevcut görüntüsüne kavuşmuş olabileceğidir. Ancak her iki binanın birleşme tarzı incelendiğinde, türbenin, hânkahın kuzey eyvanının bir bölümü üzerine konumlandığı, kriptaya iniş merdiveninin, hânkahın eyvanını bir anlamda işlevsiz hale getirdiği, ayrıca asimetrik bir plana yol açtığı görülmektedir. Hânkahın planlanışında özellikle giriş eyvanının iki yanındaki mekân grubu, iç avlu ve çevresindeki eyvan ve odaların mekân kuruluşu son derece simetrik bir biçimleniş göstermektedir. Bu simetrik planı bozan kuzey eyvanıdır. Bu eyvanının kuzeyindeki türbe olmaksızın, binanın kuzey cephesine kadar olan derinliği hesaplandığında, diğer eyvanlarla eşit bir ölçüye ulaştığı; dolayısıyla simetrik bir planın ortaya çıktığı görülür. Bu durum türbenin hânkahın kuzey eyvanına sonradan ilave edildiğini, iki binanın eş zamanlı bir tasarımın ürünü olmadığını göstermektedir. Biz mevcut veriler ışığında türbenin Sahip Ata’nın oğullarının ölümü üzerine 1277–78 yıllarında inşa edilmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Bugün akıbeti hakkında bir bilgiye sahip olmadığımız, ancak varlığını XIX. yüzyıla ait bir şer’iyye sicilinden öğrendiğimiz külliyenin vakfiyesinin de 1278 tarihli olması, Sahip Ata’nın, Larende kapısının karşısındaki külliyesine anılan tarihlerde bazı eklemeler gerçekleştirdiğini gösterir. Ünlü vezir külliyesinin son binası olan türbenin tamamlanmasıyla birlikte, buradaki binaların tüm gelirlerinin belirli bir malî düzenleme ihtiyacının doğması sebebiyle vakfiyeye son şeklini bu tarihte verilmiş olabilir. Ancak bugünkü bilgilerimizle bunları doğrulama şansımız ne yazık ki bulunmamaktadır. Bizce, 1283’te gerçekleştirilen yenileme, türbeyi Anadolu Selçuklu Çini Sanatının en olgun örneklerinin sergilendiği bir yapı olma hüviyeti kazandıran müdahaledir. Oğullarının ani ölümü üzerine hızlı bir inşaat ile binaya ilk 192 şeklinin verildiği söylenebilir. Nitekim türbenin, hânkah ve caminin planını zorlayan tasarımı bu aceleciliğe de işaret eder. Buna karşın son derece görkemli çini süslemesi, özenli ve zaman gerektirecek bir işçiliğin ürünüdür ve türbeye ikinci bir müdahaleyle gerçekleşmiş olmalıdır. Nitekim yenileme kitabesi de çini süslemenin en güzel örneğinin verildiği türbenin koridora açıldığı kemer üzerinde yer alır. Dolayısıyla, 1283 yenilemesi türbenin, bazı tasarıma yönelik değişikliklerinin yanı sıra, daha çok çini süslemeye ilişkin eklemelerin yapıldığı tarih olmalıdır. Külliye, Larende (Karaman) yolu ile Meram yolunun kesiştiği köşede, Konya Kalesinin güney kapılarından olan Larende kapısı karşısında yer almaktaydı427(Harita:3, Çizim:8). Külliyenin ilk yapısı olan cami, bu yöndeki sur dışı yerleşimlerinin ilkini teşkil etmekteydi. Burada, XVI. yüzyılda “Hoca Sâhib” adıyla bir mahallenin bulunması428 külliyenin, aynı isimle anılacak bir mahalle teşekkülüne sebebiyet verdiğini gösterir. Söz konusu mahallenin “Sahib Ata” adıyla XVII. yüzyılda da var olduğunu Osmanlı kayıtlarından tespit edebilmekteyiz429. Bu anlamda, külliyenin bulunduğu alanın, önemli bir yol güzergâhında yer aldığı ve bu önemini Osmanlı döneminde de koruduğu anlaşılmaktadır. Nitekim XVI. yüzyıl kayıtlarında, Karaman-Adana yolundan, Larende Kapısından başlayan bir cadde ile şehrin Bedesten’ine ulaşılıyor430 olması külliyenin konumunun bu yıllarda da önemini koruduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Konya’nın XVII. yüzyıla ait şer’iyye sicil kayıtlarında, Larende de ticaret yapan Acem topluluğundan 427 U.Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci (11–15 yy.), İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987, s.56. 428 Ergenç, a.g.e., s.47. 429 Oğuzoğlu, a.g.t., s.46. 430 Ergenç, a.g.e, s.34. 193 bahsedilmesi431, bu alanın, şehrin önemli ticari merkezlerinden biri olma vasfını sürdürdüğünü gösterir. Hânkahın ön cephesindeki nişlerin de bir zamanlar dükkân olarak değerlendirdiği düşünülürse, külliyenin, Larende Kapısı ve çevresinde, Ortaçağ’dan başlayarak XVIII. yy.a kadar ticari ve dini bir alanın teşekkül etmesine neden olduğu ortaya çıkmaktadır. 431 Konya Şer’iyye Sicil 26/193 ve 18/359’dan nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.133, dipnot 113. 194 Çizim 8: Konya Sahip Ata Külliyesi Vaziyet Planı (H.Karamağaralı’dan) 195 Çizim 9: Konya Sahip Ata Camii, Hânkahı ve Türbesinin Planı (VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 196 Çizim 10: Konya Sahip Ata Camii Planı (Kazı Sonrası Durum) (H.Karamağaralı’dan) 197 Çizim 11: Konya Sahip Ata Camii Portali (O.C.Tuncer’den) 198 Çizim 12: Konya Sahip Ata Camii Asli Planı (H.Karamağaralı’dan) 199 Çizim 13: Konya Sahip Ata Hânkahı ve Türbesinin Planı (VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 200 Çizim 14: Konya Sahip Ata Hânkahı Ön Cephe Elevasyonu (O.C.Tuncer’den) 201 Çizim 15: Konya Sahip Ata Camii, Hânkahı ve Türbesinin Kesitleri (VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 202 Çizim 16: Konya Sahip Ata Türbesinin Kesitleri (VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 203 Çizim 17: Konya Sahip Ata Hamamı Planı (VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden İşlenerek ) 204 Çizim 18: Konya Sahip Ata Hamamı a-a Kesiti 205 3.4- Konya Sultan Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007. Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin tarihi Alâeddin Tepesinin eteklerine inşa ettirdiği medrese, mektep, mescit ve minare’den oluşan külliye, mimari ve süsleme alanlarındaki gerek kimi yeni denemeler, gerekse XIII. yy. Selçuklu Mimarisinin en olgun örneklerini bünyesinde barındırır. Vakfiyesinde “mescit, medrese ve minareden oluşan imaret”432 olarak tanımlanan külliye, Osmanlı dönemi tahrir defterlerinde433 “medrese-i dârü’l-hadîs maa mescid ve minâre ve mektephâne-i Sahib” şeklinde isimlendirilmektedir. Medrese aslî durumuna yakın bir halde günümüze ulaşmışken, mescit, son onarımlarla orijinal durumuna göre yenilenmiştir. Osmanlı kaydında geçen “mektephane” ise külliyenin ilk inşaatına ait olmayıp, daha sonra medreseye eklenmiştir. Külliye, Konya İçkalesi’nin batısındaki Sultan Kapısı yakınlarında yer almaktaydı (Harita:3). Nitekim vakfiyesin434de külliyenin yeri “…Sultan Kapısı yolunda Odun pazarı yakınında ve hendek hizasında” şeklinde belirlenmiştir. 3.4.1- Medrese (İnce Minareli Medrese) Ortaçağ Sanat Tarihi yazıcılığımızın en önemli yapılarından biri olan medrese, bu önemine paralel olarak da Anadolu Selçuklu dönemi çalışmalarına435 en 432 Bayram-Karabacak, a.g.m., 38. 433 Atçeken, a.g.e., s.252-253. 434 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38. 435 W.J.Hamilton, Reseraches in …, s.205.; Huart, Epigraphie…, s.65, Nr. 36.; Sarre, Reise in…, s.56, 184.; Löytved, Konia…, s.69-73, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.114-116.; Sarre, Denkmaeler Persischer..., s.133-134.; Hébrard, “Les Monuments…, s.178-179.; Hébrard, “Les Monuments Seldjoucides..., s.166-171.; Uğur-Koman, a.g.e., s.61-73.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.44- 206 fazla konu edilen binalardan biri olmuştur. Günümüzde “İnce Minareli Medrese” olarak bilinen binanın, ne kadar zamandır bu isimle anıldığını kesin olarak bilememekteyiz. Bina, H.1293/1876 tarihli tamir kaydı436na göre o yıllarda “Sahip Ata Dârü’l-Hadis” i olarak anılıyordu. Buna karşın, 1840 yıllarda Konya’yı gezen Hamilton437 binadan “İnce Minareli Medrese” şeklinde bahseder. Bu durum, tamir gibi resmi kayıtlarda hâlâ orijinal ismiyle zikrediliyor olsa bile binanın, XIX. yüzyılın başlarından itibaren halk arasında zarif minaresinden dolayı bugünkü ismi ile anıldığını ortaya koymaktadır. Bugün, Selçuklu ilçesi Beyhekim Mahallesinde bulunan bina, doğudan Alâeddin Keykubat Caddesi, batı, güney ve kuzeyden ise İnce Minare sokağı ile sınırlanmıştır. Kareye yakın plana sahip medrese, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır Foto 121: Konya Sahip Ata (İnce Minareli) Medrese (Çizim:19, Foto:121). 45.; Aslanapa, “İnce Minareli…, s.12-13.; Konyalı, a.g.e., s.802-818; Ünver, a.g.m., s.201-220.; Ögel, …Taş Tezyinatı, s. 52-54.; Kuran, a.g.e., s.54-55.; Akok, “Konya’da İnce Minareli…, s.5-36.; Sözen, a.g.e., s.69-74.; Dilaver, a.g.m., s.17-29.; Önder, a.g.e.; Yetkin, a.g.e., s.84-91.; Arseven, a.g.e., s.6366.; Brend, a.g.m., s.160-187.; Meinecke, a.g.e., s.313-320.; Akok, “Konya’da Restore Edilme…, s.41-69.; Bayburtluoğlu, “…Önyüz Düzeni”, s.100-101.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.104.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.33.; Bayram-Karabacak, a.g.m., s.31-61; Bakırer, ...Tuğla Kullanımı, s.422-427.; Ünal, …Taçkapılar; Bakırer, “…Tuğla Kullanımı”, s.77-84.; Tuncer, “Mimar Kölük…, s.109-118; Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.10-12.; Aslanapa, a.g.e., s.138.; Küçükdağ, a.g.t., s.49, 136, 137.; Tuş, a.g.t., s.170-171.; Ergenç, a.g.e., s.43.; Atçeken, a.g.e.; Arabacı, a.g.e., Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli..., s.37-47., Kuban vd., Selçuklu Çağında…, s.170-172. 436 Uğur-Koman, a.g.e., s.69-70. 437 Hamilton, a.g.e., s.205. 207 Binanın günümüze ulaşabilmiş bir kitabesi yoktur438. Bu sebeple kesin tarihi de bilinmemektedir439. Buna karşın vakfiyesinden440 hareketle 1261–1262 yılları 438 Bu bina dışında Sahip Ata yapılarının tümünde inşa kitabesi portalin üzerinde yer almaktadır. Binanın görkemli portalinde usta kitabesi olmasına karşın inşa kitabesinin olmaması ilginçtir. Bilindiği gibi portalin süslemesine hâkim olan ayetlerin üst bölümde bulunması gereken bölümleri eksiktir. Bu da portalin üst bölümünün bilinmeyen bir tarihte yıkıldığına işaret eder. Eğer durum böyleyse aslî halinde kitabenin Sahip Ata’nın Sivas ve Kayseri’deki medreseleri ile Konya’daki Caminde olduğu gibi portalin üst bölümünde yer aldığı söylenebilir. İ.H.Konyalı, (“Konya’da Çalınan Eserler”, Yeni Konya, S. 6575) yüzyılın başında medrese’nin kitabeli çinilerinin Alman Konsolosluğuna taşındığını belirtir. Konyalı (Konya Tarihi..., s.810) kitabenin, minarenin kaidesinde ve çinili bir bordür şeklinde olduğunu belirtir. Ancak Anadolu Selçuklu döneminden, minare kaidesinde çinili kitabe bulunan bir örnek bize ulaşmamıştır. Minarenin kaide kısmının üzerindeki tuğla bölümde çerçeve içine alınmış yatay dikdörtgen bir bölüm bulunmaktadır. Sadece doğu ve güney kısımda dolaşan bu çerçeveli bölümün, XIX. yy.a ait fotoğraflarda minarenin diğer bölümlerine göre farklı renkte olduğu görülmektedir. Bizce Konyalı’nın çalındığını belirttiği “kitabeli çinilerin” burada yer almış olması gerekir. Ancak çinilerin üzerinde binanın künyesi niteliğinde bazı bilgiler mi, yoksa örneklerini Anadolu’da gördüğümüz dekoratif amaçlı kûfî karakterli yazılar mı yer alıyordu bunu bilemiyoruz. Bu sorular, çalınan çinilerin ortaya çıkacağı güne kadar cevapsız kalacaktır. 439 Binanın inşa tarihi ile ilgili çeşitli iddialar olsa da, yaygın kanaat, 1258–1265 zaman dilimi içersinde yapıldığı şeklindedir. Bina için Löytved (a.g.e., s.69) 1252-1285, Sarre (a.g.e., s.134), XIII.yy. ikinci yarısı, Uğur-Koman (a.g.e., s.73), 1263-1264, Arseven (a.g.e., s.63) 1262, Sözen (a.g.e., s.69), 1260-1265, Kuran (a.g.e., s.55), 1258-1279, Meiecke (a.g.e., s.313), 1264-1265, Aslanapa (a.g.e., s.138) 1260-65, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) 1258, Ögel, (a.g.e., s. 52) 1258, Tuncer, (a.g.e., s.10) 1258, Kuban (a.g.e., s.170) 1260-1272 tarihlerini vermişlerdir. 440 Binanın vakfiyesinde H.660 Ramazan/M.1262 Temmuz, H.663 Şaban/M.1265 Mayıs, H. 4 Cemaziye’l-ahiri 664/13 Mart 1266 ve H.666 Recep/M. 1268 Mart tarihlerinde üç ayrı düzenleme kaydı vardır. Günümüze ulaşabilmiş Anadolu Selçuklu vakfiyelerini incelediğimizde, bina ile vakfiye tarihleri arasında her zaman doğrusal bir ilişki görememekteyiz. Örneğin Cacaoğlu vakfiyesinde medrese ile vakfiyenin tarihleri 1272’dir. Buna karşın Sivas Keykavus Şifahanesi ve Sahip Ata Medresesinde bina tarihi ile vakfiye tarihleri farklıdır. Şifahane’de bina 1217, vakfiye 1220 tarihli iken, Sahip Ata Medresesinde bina 1271, vakfiyesinde ise en erkeni 1280 olmak üzere üç farklı tarih vardır. Yine Ertokuş’un vakfiyesi 1271 iken medresesi 1223 tarihlidir. Celaleddin Karatay’ın medresesinin tarihi 1251 iken vakfiyesi 1253, Kayseri’deki hanının tarihi 1241 iken vakfiyesi 1247’dir. Dolayısıyla günümüze ulaşan Anadolu Selçuklu dönemi vakfiyelerinden hiçbiri, binadan önce düzenlenmemiştir. Başka bir deyişle vakfiyeler binadan sonra tanzim edilmektedir. Bu anlamda Konya Sahip Ata Medresesi için “1262 Temmuz” tarihini terminus poste quem olarak kabul edebiliriz. Bunun dışında vakfiyede geçen (a.g.m., s.38) “bina ve tesis ettiği imaret” şeklinde, 1262 Temmuz’unda, yani vakfiyenin yazıldığı tarihte binanın tamamlandığını düşündürten bir ifadenin 208 arasında yapıldığı söylenebilir. Binanın banisi, vakfiyesinde441 “Ali bin-i Hüseyin ElHac Ebu Bekir Konevî” şeklinde anılan Anadolu Selçuklu Devleti veziri Sahip Ata Hoca Fahreddin Ali’dir. Portali süsleyen yazı bordürünün üstte saçak yaptığı bölümün hemen altında, her iki yanda, birer dairesel madalyonun içinde bina mimarının adı yazılıdır. Kuzeydeki madalyonda “Amel-i- Kelûk”, güneydekinde ise “bin Abdullah” yazmaktadır442. Binanın günümüze ulaşabilmiş vakfiyesi orijinal mevcudiyeti bu fikrimizi destekler mahiyettedir. Vakfiyede medrese ile ilgili herhangi bir mimari betimleme olmamasına karşın “birbirine bitişik bulunan Medrese ve Mescid ve minare” şeklinde, külliyenin vaziyet planını gösteren bir ifadeye rastlanmaktadır. Bu ibareye göre, vakfiyenin yazıldığı tarih olan 1262 Temmuz’unda, külliyenin inşaatının tamamlanmış olması gerekir. Bu da binanın tarihi için düşündüğümüz “1262 Temmuz’u öncesi” fikrimizi destekler niteliktedir. Bunun dışında bilindiği gibi Sahip Ata 1261 yılında ülkenin genel veziri olmuştur (Bkz. bu çalışmanın “Sahip Ata Hoca Fahreddin Ali’nin Yaşamı” bölümüne). Sahip Ata, daha önce ülkenin batı yarısına hükmeden II.İzzeddin Keykavus’un veziri iken Pervane Muiniddin Süleyman ile anlaşarak, bu tarihte, kardeşini Moğolların yardımıyla tahttan uzaklaştırarak hem doğu hem de batı kısmının hakimi olan IV.Rükneddin Kılıçarslan’ın vezirliğini üstlenmiştir. Vakfiyede Sahip Ata’nın unvanlarının sıralandığı bölümde (a.g.m., s.38) “…doğu ve batı vezirlerinin hâkimi” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Vezirin yeni görevi ve unvanına vurgu yapıldığı anlaşılan bu ifadenin, vakfiyede özellikle vurgulanması, medresenin, bu yeni atamanın bir hatırası veya anısına yapılmış olabileceğini düşündürtmektedir. Buradan yola çıkarak, atama ile medresenin inşa tarihlerinin birbirine çok yakın olduğu söylenebilir. Bu da 1261–1262 zaman aralığına işaret etmektedir. 441 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38. 442 Sahip Ata’nın Konya Sahip Ata Camiini ve günümüze ulaşamayan Konya’daki Nalıncı Baba (Emir Nizameddin) Türbesi veya Nizamiye Medresesinin mimarı olan Kölük bin Abdullah, Z.Sönmez (…Sanatçılar, s.272) tarafından, muhtemelen Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen ve Hıristiyan dinini kabul eden bir Türk aileden gelmiş olmalı şeklinde değerlendirilmektedir. Sönmez, (aynı yer) 1250 yılına doğru Müslüman olduğunu belirttiği mimarın, günümüze ulaşan üç kitabensin de Konya’da olması ve II.Bayezid Devri Tahrir Defterleri’nde “Kölük” adını taşıyan mahalleden ve mülkiyeti daha sonra Sadreddin Konevî vakıfları arasında sayılan “Mimar Kölük Bağı”ndan söz edilmesinden dolayı Konya’da yaşamış olabileceğini belirtmiştir. Sönmez, Ş.Uzluk’un “Yazma Anonim Karaman Tarihi”ni kaynak göstererek Kölük’ün, Mimar Yusuf bin ibni Abdulgaffar elCuhî’nin öğrencisi olduğunu, ayrıca bugün ortadan kalkan Felekabad Sarayının yapımında ve Konya Sarayı’nın Selamlık Köşkü’nün onarımında bulunduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilgileri doğrulayacak bilgilere bugün sahip değiliz. Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidinin vakfiyesinde (a.g.e., s.40) “…mimarın, vakfın (baninin) azatlılarından (köle) emin kişi”lerden biri olduğunun 209 olmayıp, 1899 yılına ait kopya nüshadır. İlk tanzim tarihi, H.660 Ramazan’ın ilk 10 günü /20–30 Temmuz 1262 olan vakfiye443, H.663 Şaban/Mayıs 1265, H. 4 Cemaziye’l-ahiri 664/M.13 Mart 1266 ve H.666 Recep/M. Mart 1268 yıllarında yapılan ilavelerle son halini almış, 1899 de ise Gök Medrese vakfiyesi ile birlikte aynı deftere kaydedilerek tek nüsha haline getirilmiştir. Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla beraber çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş ve bu sebeple de birçok onarım geçirmiştir. İnşasından XX. yüzyılın başlarına kadar geçen zaman zarfında, medresenin giriş koridoru ile ana eyvan ve kubbeli iç avlusunun, medreseye bitişik mescidin de önü revaklı, kubbeli harimi ile minaresinin, çeşitli onarımlar sayesinde aslî halini kısmen de olsa Foto 122: Medresenin XIX.yy’daki durumu koruyabildiği, XIX. yüzyılın sonlarına ait bazı (Sarre’den) fotoğraflardan444 anlaşılabilmektedir. Binaya ait XIX. yy öncesi Osmanlı dönemi kayıtları çoğunlukla, vakfın gelirlerine ait evkaf bilgileri445 ile müderris ve imam belirtilmesi, Kölük’ün Sahip Ata ile olan ilişkisi ve kimliği konusunda bilgi veren bir ifadedir. Bu cümleden olarak Kölük bin Abdullah’ın sonradan Müslüman olmuş biri olduğu söylenebilir. ( Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız bu çalışmanın “Değerlendirm”e bölümü) 443 Vakfiyeye göre vakıf hayatta iken mütevelli kendisi olacak, tevliyat ve nezaret hakkı olarak evkaf gelirinin 1/3’ini alacaktır. Ayrıca gelirlerden her ay 30 dirhem, mimara verilecektir. 444 Löytved, a.g.e., s.134-135, Abb.189-190. Hebrard, Les Monuments… s.178-179 445 Medrese ile ilgili ilk bilgi H.881/M.1476 tarihine aittir. Burada “Vakf-ı dârü’l-hadis ve mescidi maa minare ve mektephâne-i Hoca Fahreddin sahib-i Sultan Alâeddin…” (Ankara Eski Kayıtlar Arşivi, Defter No.: 255’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.252.) şeklinde tanımlanan medresenin, hadis 210 tayinleri446 ile ilgili bilgilerinden oluşmakta; tamirlere ait bir bilgiye rastlanmamaktadır. Konya’da 26 Aralık 1706 günü yaşanan büyük deprem447den binanın önemli ölçüde etkilendiği anlaşılmaktadır. Zira binanın bildiğimiz ilk tamiri448 H.1126/M.1714 tarihinde gerçekleştirilmiştir449. Medrese’deki tamirlere ilişkin bilebildiğimiz ikinci belge H.27 Cemaziye’l-ahiri 1226/M.18 Temmuz 1811 tarihine aittir. Bu onarımda avluyu örten büyük kubbenin ve ana eyvanın iki yanındaki kubbenin bazı yerleri, mescidin saçak ve damının üzerileri tamir edilmiş, ahşap dershane sıvanmış, duvarları ihya olunmuş, diğer hücrelerin de kapıları yenilenmiştir450. Daha sonraki onarım belgesi H.1293/M.1876 yılına aittir. Konya okutan hocasının genel gelirin üçte birini aldığı yazılıdır. II. Bayezid dönemine ait Konya tahrir defterinde ise “Vakf-ı medrese-i dârü’l-hadis maa mescid, minare ve mektephâne-i Sahib…” (Ankara Kuyud-i Kadime arşive defter No.: 255’den nakleden Konyalı, a.g.e., s.815-816) olarak tanımlanan binanın, iki muidi bir müezzini ve imamı olduğu yazılıdır. III. Murat’ın H.992/M.1584 tarihli Karaman İli vakıf kayıtlarında binadan “Vakf-ı medrese-i dârü’l-hadîs maa mescid der cenb-i kapan, inşa sahib-i âzam Fahreddin Al bin Hüseyin, vezir-i Sultan Alâeddin es Selçukî der nefs-i Konya” (Ankara Kuyud-i Kadime arşive defter No.: 255’den nakleden Konyalı, a.g.e., s.816.) şeklinde bahsedilmektedir. Kanuni dönemi, H.927/M.1520-21 tarihli evkaf defterinde ise Dârü’l-hadîs ve mescidin muallim ve müstahdemlerinin gündelikleri yazılıdır (Konyalı, a.g.e., s. 817). Bina, Konya Şer’iyye Sicillerinin XVI. yüzyıl kayıtlarında (Ergenç, a.g.e., s.43) “Darü’l-Hadis Medresesi” adıyla ve faal durumda olduğu bildirilmektedir. Bunlar dışında XVII. Yüzyıla ait Şer’iye Sicillerinde (Oğuzoğlu, a.g.t., s.33) faal durumdaki Dârü’l-Hâdis medresesinden bahsedilmekte ayrıca mescidin imamının maaşına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Küçükdağ (a.g.t., s.49), Lale devrinde medresenin “sahn”a yükseltildiğini belirterek Osmanlı ülkesinin en üst düzey medreselerinden biri haline geldiğini ifade etmiştir. 446 Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 253-256. 447 Ambraseyss-Finkel, a.g.m., s..98. 448 Kuniholm (a.g.m., s.125-126.) medresenin güney odalarından aldığı ahşap bir parçanın dendrokronolojik analizlere göre kesim tarihinin 1549 olduğunu belirtmektedir. Bu analizin sonuçlarını doğru olarak kabul edersek binanın bu tarihte, şu an bizim yazılı kaydını tespit edemediğimiz bir onarım geçirdiği ortaya çıkmaktadır. 449 Kadı Şeriyye Sicillerinden nakleden Küçükdağ, (a.g.t., s.49), tamirin niteliğine ilişkin bilgi vermemektedir. 450 Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 256-257. 211 eşrafından Tahir Paşa’nın Evkaf muhasebeciliği sırasında gerçekleştirilen müdahalenin niteliğine ait bir bilgimiz yoktur. Müdahaleyi Mahbup Efendi isimli bir şairin şiirinden öğrenmekteyiz451. Ancak bu şiirde tamir sırasında yapılan işlemlere ilişkin bilgi yoktur. Konya valisi Ferit Paşa’nın emriyle H.1317/M.1899 yılında gerçekleştirilen onarımda ise ana eyvana dıştan batıdan iki, güneyden bir takviye payandası yapılarak sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır452. Minare, H.15 Şaban 1319 /M. 27 Kasım 1901 Çarşamba günü yıldırım isabet etmesi nedeniyle birinci şerefesine kadar yıkılmış, bu sırada, batısındaki mescidin kubbesini de tahrip etmiştir453. Mevlana Müzesi Arşivi’ndeki bir belgeye göre 1910 yılında dönemin valisi Arif Paşa’nın onarım için sadrazamlık makamına “tamir ve ihya için acil” başvurusu olmuştur454. Bu başvurunun nasıl sonuçlandığına ilişkin bir bilgimiz yoktur. Konya’daki yerel bir gazetede çıkan 1922 tarihli bir haber o yıllarda binanın harap 451 Uğur-Koman, a.g.e., s.69-70. Bu manzum metinde Tahir Bey’in harap durumdaki Darü’l-Hadisi tamir ettirdiği söylenmekte ancak yapılan işler konusunda bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın UğurKoman, (a.g.e., s.64-65) medresenin muhdes ahşap kapısının bu onarım sırasında yapılmış olabileceğini herhangi bir kaynak göstermeksizin belirtmektedir. 452 Arabacı (a.g.e., s.148-149) İrade-i Vakıf’taki Keşif defterlerine dayanarak medrese ve mescidin 1900 tarihinde tamir edildiğini ifade etmektedir. Ancak, Arabacı onarımın içeriğine ilişkin bilgi vermemektedir. Bu konuda şer-i sicillerinde bir bilgi bulunmamasına (Atçeken, a.g.e., s.257) karşın, Uğur-Koman (a.g.e., s.70) da tamiratta neler yapıldığına dair bilgiler bulabilmekteyiz. Binanın bir önceki onarımda müdahale gören ana eyvanın iki yanındaki kubbeli mekânların, aradan geçen 23 yıl içinde tamamen tahrip olup yıkıldığı ve buna neden olan durumun, artık ana eyvanı da tehdit eder duruma geldiği ve onarımın da bu nedenle gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, binanın batı bölümü ile ilgili statik bir probleme işaret etmektedir. Bu problemin sebebini bugünkü bilgilerimizle tespit edememekteyiz. Konyalı (a.g.e., s.812) 1944 yılında ana eyvanın batı duvarında oluşan çatlaklardan bahsetmesi buradaki problemin bir önceki yüzyıldan kaldığını ve 1899 onarımının çok etkili olmadığını ortaya koymaktadır. 453 Uğur-Koman, a.g.e., s.69, Konyalı, a.g.e., s.811. Her iki yazarda bu kesin tarihi nereden naklettiklerini belirtmemektedir. Bu konuda Soyman-Tongur, (a.g.e., s.45) 1899 tarihini verir. Ancak 25 Aralık 1900 tarihli mescit imamının tayini (Atçeken, a.g.e., s.256) ile ilgili belge, bu iddianın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. 454 Mevlana Müzesi Arşivi No:12/2’den nakleden Arabacı, a.g.e., s.149. 212 durumda olduğunu göstermektedir455. Dolayısıyla medresenin 1901’deki yıkımdan sonra bir tamir görmediği anlaşılmaktadır. Uzluk456, Cumhuriyetin ilk yıllarında isim vermeden- bir üst düzey görevlinin medreseyi yıktırmak istediğini belirtmiştir. Uğur-Koman457, 1929 yılında harap durumdaki mescit ve son cemaat yeri duvarlarının tamamen yıkıldığını ifade eder. Mevcut bilgilerden 1930’lı yıllara kadar binanın bu harap durumunu koruduğu görülür. Atatürk’ün Konya gezisinden sonra, içinde medresenin de bulunduğu birçok eski eserin tamir edilmesine ilişkin talimatı, uzun yıllar sürecek olan restorasyon çalışmalarının başlangıcını oluşturmuştur458. 455 Babalık, 27 Şaban 1340/25 Nisan 1338/1922, s.877’den nakleden Arabacı, a.g.e., s.149. Bu haberde “Darü’l-Hadis’in kubbesinin senelerden beri akmakta olduğu” belirtilmekte ve eğitimöğretimin yapılamamakta olduğu ifade edilmektedir. Arabacı (aynı yer) medresenin bu yıllarda silah deposu olarak kullanıldığını o yıllara ait bir hatırattan nakletmektedir. Medresenin silah deposu olarak kullanılmasının yeni olmadığını, 1910 yıllarına kadar uzandığını Konya’daki İntibah gazetesinde çıkan bir haberle öğrenmekteyiz. Buna göre bir gayri Müslim “İnce Minare Camiinde bulunan cephaneliği” havaya uçurmak istemiştir. İntibah, 25 Mart 1335, S.5, s.4’den nakleden Arabacı (aynı yer). 456 F.N.Uzluk, “Konya Abideleri Nasıl Yıkıldı”, Yeni Konya, 5 Kasım 1951, s.2. İ.Aczi Kendi (Konya Mezar Folkloru, Konya 1959, s.18) ise olayı şöyle aktarmaktadır. “Bundan 36 yıl önce (1923) İnce Minare ardına ev yaptıran bir zat, evinin önünü açmak için o vaktin belediyesin göz yummasıyla bu mimari eserin iki tarafındaki çinilerle süslü hücreleri yıktırdığı halde kimse seslenmiyor. İş minareye yaklaşınca o vakit Babalık Gazetesinde çıkan bir yazı üzerine yıkım durdurulmuş fakat ne çare ki hücreler gitmişti.” Hem Uzluk’un hem de Kendî’nin ifadelerinden yerel ve Avrupa’daki gazetelerde olayla ilgili yapılan duyuruların etkili olduğu ve bu vahim olaydan vazgeçildiği anlaşılmaktadır. Burada bizi asıl ilgilendiren medrese odalarının çini ile süslü olduğuna dair bilgidir. Bu bilgi, aynı zamanda 1923 yıllarına kadar medrese odalarının ayakta da olduğunu göstermektedir. Nitekim Arabacı’ nın (a.g.e., s.150-151, dnt. 620) Merkez Emlâk Esas Defteri’nden naklettiği bilgiler XX. yüzyılın başlarında medrese odalarının ve mescidin ayakta olduğunu gösterir niteliktedir. Defterde “Mescid-i Şerif’in 1, medresenin ise 8 müştemilatı” olduğu bildirilmektedir. Buradaki “8” sayısının avlunun iki yanındaki medrese odalarının toplam sayısına işaret ettiği kolaylıkla söylenebilir. 457 Uğur-Koman, a.g.e., s.69. Konyalı (a.g.e., s.811) ise bu 1929 yılındaki yıkımın bir “tecavüz” neticesinde olduğunu belirtir. Ancak bunun kimin tarafından ve nasıl gerçekleştirildiği konusunda bilgi vermez. 458 Z.Oral, “Konya’nın Tarihi Eserleri…, s.32, 36–37. 213 Dönemin Konya Müzesi Müdürü Oral459 1930–1945 yılları arasında binada gerçekleştirilen onarımların masraflarına ilişkin bilgiler vermektedir. Ancak Oral, onarımın binanın nerelerinde gerçekleştirildiğini belirtmez; sadece masraf cetvellerini verir. Bu konuda Medresenin Vakıflardaki dosyasında460 da bilgi yoktur. Foto 123: Medresenin XX. yy. başlarındaki durumu (G.Bell’den) Foto 124: Medresenin XX. yy. başlarında durumu (E.Hebrard’dan) Niteliğini bilemediğimiz bu müdahaleler neticesinde medrese, 1956 yılında Konya Müzesi Selçuklu Devri Taş ve Ahşap Eserler Seksiyonu olarak hizmete açılmıştır. Binanın bu yıllara ait fotoğraflarından ana eyvanın iki yanındaki mekânların ve güney kanattaki medrese odalarının tamamen yıkılmış olduğu; ayrıca 1901 yılında minare ile beraber yıkılan mescitten geriye de sadece mihrabın kalabildiği görülmektedir (Çizim:19). Dolayısıyla 1930–1956 yılları arasında medresenin portal ve iç mekân onarımı dışında; ne medresenin ne de mescidin yıkılmış bölümlerine herhangi bir müdahalede bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Binada 1972 yılından itibaren yeniden onarım çalışmaları başlamıştır. Bu onarımda medrese odaları, mescit ve köşe odalarının yeniden inşası amaçlanmıştır. Bu onarımın öncesinde yapılan tespit raporlarında, portalde zeminden 2 m. yüksekliğe kadar varan rutubet izlerine özellikle değinilmiş, bina zeminin su ile 459 Oral, a.g.m., s.38-39. 460 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 214 temasının kesilmesi yolunda önlemler teklif edilmiştir461. Uzun yıllar süren bu onarımda mescit ve yıkılan medrese odaları yeniden inşa edilmiş (Çizim:21), minarenin aslî haline uygun tamamlanması düşünülmüş ancak statik kaygılar sebebiyle bundan vazgeçilmiştir462. Çeşitli çevre düzenlemeleri neticesinde bina bugünkü görüntüsüne kavuşmuştur. Medrese açık olup, halen Konya Müzesi Selçuklu Devri Taş ve Ahşap Eserler Seksiyonu olarak hizmet vermektedir. Medresenin günümüze onarım görmeden ulaşabilen kısımlarından portal, minare kaidesi ve ön cephesinin sarıya yakın düzgün kesme taştan yapıldığı anlaşılmaktadır. Cephelerden kısmen aslî halini koruyabilen batı cephede ise köşelerde yonu taşı ve araları kireç harçlı derzle örülü olmak üzere, moloz taş kullanılmıştır463. Geçen yüzyıla ait bazı fotoğraf ve bilgilerden anlaşıldığına göre kuzey ve güney kesimlerde bulunan odalar moloz taştan yapılmıştı. İç mekânda odaların kapı seviyesi, ana eyvan ve yanındaki iki odanın örtüye kadarki bölümleri kesme taş, onun üzerindeki bölümleri ve kubbe tuğla malzemedendir. Tuğla malzeme, bunun dışında ana eyvan ve yanındaki iki mekânın örtülerinde ve minarenin, kaidesi dışındaki bölümlerinde kullanılmıştır. İç mekânın zemini ve avlunun ortasındaki havuz kesme taştandır. Minare basamaklarının, kaide kısmına 461 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. daki 1980 tarihli rapor. Anılan raporda 1930–1956 yılları arasındaki onarımlarda bu rutubet tehlikesine karşın duvarlar boyunca toprağın açılarak çürümüş ahşap hatıl boşluklarının doldurulduğu ve temellerin dış yüzlerinin sikalı şapla sıvandığı; ayrıca dam kenarlarına oluk ve borular konarak yağmur suyunun zemine verilmesi sağlandığı belirtilmektedir. Ancak raporda önceki onarımda alınan tüm bu önlemlerin rutubet sorununun çözümüne yeterli olmadığı ifade edilmektedir. Burada belirtilen portalde ve minare kaidesindeki rutubetin neden olduğu çürümelerin XIX. yüzyıldan beri sürdüğü; bu yıllardaki onarımlarda bu sorunun çözümüne ilişkin müdahalelerde bulunulduğu, o yıllara ait fotoğraflarda rahatlıkla görülebilmektedir. Nitekim Sarre ve Löytved’in fotoğraflarında özellikle portalin kemer üzengisinden itibaren alt kısımlarındaki taşların yenilendiği renk farkından anlaşılabilmektedir. 462 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 463 Akok, a.g.m., s.9. 215 denk gelenleri taş, onun üzerinde bulunanları tuğladandır464. Medreseye bitişik olan ve 1920’li yıllarda yıkılan mescidin, “duvarlarının yarısına kadar çinili” olduğu rivayet edilir465. Bunun dışında oda kapılarının üzerindeki pencerelerde, kubbe kasnağında ve yelpaze şekilli geçişlerinde, ana eyvan kemerinin avluya bakan yüzünde ve minarede çini malzeme kullanılmıştır. Mescidin yıkılmış görüntülerinden kubbesinin tuğladan, son cemaat yerinin ise taş olduğu anlaşılmaktadır. Mescidin günümüze ulaşan mihrabı ise tuğladandır. Medrese, kapalı bir koridordan geçilerek girilen, aksiyal bir ana eyvan ve çevresindeki hücrelerle çevrilmiş kubbeli bir iç avludan ibarettir (Çizim:19). Kapalı avlulu ve tek eyvanlı medresenin tam bir kareyi ihtiva eden havuzlu orta mekânı kubbe ile örtülüdür. Avlunun kuzey ve güney kenarlarında simetrik dörder mekân yer alır. Giriş aksının tam karşısındaki sivri beşik tonozlu eyvanın kuzey ve güney yanında XIX. yy.a ait görüntülerden kubbeli iki mekânın bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu iki mekânın kubbelerin geçiş öğesi Türk üçgeni iken (Foto:127) orta mekânın kubbesinde, düz yüzeyli pandantiflerin çinilerle dört eş parçaya bölünmesiyle elde edilmiş yelpaze biçimli pandantifler bulunmaktadır(Foto:141-142). Dıştan medreseye ilk bakışta hâkim olan iki ünite, piramidal biçimli kubbe ve taşıntılı portaldir. Beden duvarlarını aşan yükseklikteki portalin, kuzey yanında bir mekân olmasına karşın güney yanının boş olması asimetrik bir görüntüye sebep olmuştur. Portal güney cepheden yaklaşık 5.50 m. taşıntılıdır ve bu boyutta cepheden taşan bir portal örneği çağdaşları arasında yoktur. Eyvana 1899 onarımında466 dıştan bitiştirilen payandalardan(Foto:125), son onarımlar sonrasında batıda olan ikisi 464 Akok, a.g.m., s.12. 465 Konyalı, a.g.e., s.811. 466 Söz konusu onarım ile ilgili detaylı açıklama için bkz. dipnot 452. 216 kalmış, güneyde olanı medresenin güneybatı köşesindeki mekânın restorasyonu467 sırasında kaldırılmıştır (Çizim:21). Foto 125: Güney cephe (Onarım Öncesi) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden) Foto 126: Güney cephe (Onarım Sonrası) Medresenin cepheleri asimetrik bir düzendedir. Kuzey cephe ön cepheye dik olarak bağlanmamaktadır ve bu sebeple planda kısmen bir yamukluk tespit edilmektedir. Cepheler, taşıntılı portal dışında süsleme açısından sadedir. Medresenin beden duvarları dört kademe halinde algılanmaktadır. Medrese odalarını ihtiva eden kuzey ve güney kenardaki bölümler ilk, eyvanın iki yanındaki kubbeli birimler ikinci, eyvan ve portal üçüncü kademeyi oluşturmaktadır. Binada beden duvarlarından sonra kuzey ve güneybatı köşelerdeki odaların kubbeleri ve daha sonra avlu kubbesi ile aydınlık feneri bir üst kademeyi oluşturmaktadır. Son onarımlar sırasında cephelerin tamamı yenilenmiş, giriş cephesindeki portal ve minarenin dışında aslî özelliklerini kısmen de olsa günümüze kadar koruyabilmiş başka bir öğe kalmamıştır. Güney cephenin (Foto:125, 127), batı köşesinden itibaren doğuya doğru yaklaşık 7.00 m. lik bölümü, cepheden 1.50 m. kadar taşıntılı yapmaktadır468. 467 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 217 Taşıntılı bölümün ortasında, zemine yakın bir seviyeden başlayıp beden duvarının orta yakın bölümünde sonlanan düşey dikdörtgen formda taş lentolu bir pencere bulunmaktadır469. Süslenmeden bırakılmış, içte ince, dıştaki daha enli iki bordür ile çevrelenen pencerenin üstünde tuğladan sivri bir tahfif kemeri yer almaktadır. Tahfif kemerinin ortası altıgenlerden oluşan bir alçı şebeke ile kaplı iken pencere açıklığı birbirlerine demir lokmalarla tutturulmuş, yan sövelerde sekiz, lento ve alt sövelerde yer alan altı demir çubuğun oluşturduğu bir şebeke ile kapatılmıştır. Cephenin doğu bölümünde, beden duvarının orta kısmına yakın bir yükseklikte, aksa göre simetrik düzenlenmiş ve birbirine eş mesafede dört mazgal pencere bulunmaktadır470. Düşey dikdörtgen formlu pencerelerin lentosu sivri kemerlidir. Pencereler, çevresi kesme taştan düşey dikdörtgen bir pano içine alınmış; bu panonun içine yerleştirilmiş demir bir şebekeyle de kapatılmıştır. Pencerelerin üstünde, saçağın hemen altına yerleştirilmiş iki taş çörten471, bölümün eksenine göre simetrik bir konumla yer almaktadır. Muhdes çörtenlerden doğu köşeye yakın olanı 1. ve 2. pencerenin, batı köşeye yakın olanı ise 3. ve 4. pencerenin ortasına denk gelecek bir şekilde yerleştirilmiştir. Çörtenlerin etrafı tıpkı mazgal pencereler gibi kesme taş bir pano ile 468 Bu taşıntı son restorasyonlar sırasında gerçekleştirilmiştir. Buna karşın gerek binanın yıkılmadan önceki planını veren Sarre de gerekse konuyla ilgili diğer yayınlarda güney cephe tek düzlem halinde verilmiştir. Biz onarımdaki bu tasarrufun hatalı olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim bu yüzden avlunun güney kanadındaki odalar, simetriğindeki kuzey kanadındaki odalardan daha dar restore edilmek zorunda kalmıştır ki Löytved’in planında bu iki kanattaki odaların genişlikleri arasında böylesi bir farklılık görülmemektedir. 469 Löytved’in planında burada bir pencere açıklığı görülmemektedir. Pencere, restorasyon sırasında eklenmiştir. 470 Restorasyon sırasında yapılan bu pencereler Löytved’in planında bulunmaktadır. 471 Medresenin aslî durumunda çörtenlerin bulunup bulunmadığını bugün için bilememekteyiz. Ancak binanın su alması dolayısıyla oluşan kimi problemleri, ayrıca Löytved’in fotoğraflarında ön cephede – orijinalliği tartışmalı olsa bile- çörtenler görülüyor olması sebebiyle, biz aslî halinde de medrese ve mescidin çeşitli yerlerinde çörtenlerin olması gerektiğini düşünmekteyiz. 218 çerçevelenmiştir. Cephenin saçak altları, köşeleri ve pencere bordürleri portaldakine benzer açık sarı renkli kesme taştan iken, diğer bölümler moloz taştandır. Bugün cephenin doğu bölümünün hemen önünde doğu-batı doğrultusunda uzanan ve bodrum kata indiği söylenen üstü kapalı bir bölüm bulunmaktadır472. Doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozla örtülü bu mekân, kuzey duvarında dört mazgal pencereyle aydınlatılmıştır. Söz konusu mekânın kuzey duvarındaki açıklıklarından beslenen bir sarnıç olduğu anlaşılmaktadır. Binanın kubbeli orta mekânının güney cephesinde ise ortaya yakın bir bölümde ve birbirine yakın mesafede iki düşey dikdörtgen pencere yer almaktadır. Cephenin aksına göre asimetrik düzenlenmiş olan pencerelerin, bugün, onarım öncesi fotoğraflardaki durumunu aynen koruduğu herhangi bir müdahale görmediği anlaşılmaktadır. Söz konusu bölümün duvarlarının, V.G.M.473 de bulunan 1940’lı yıllara ait eski fotoğraflarında (Foto:125) bazı yerlerinin tuğla474, bazı yerlerinin moloz taşlı olarak örülü olduğu, son onarımlarda bu halinin korunduğu görülmektedir. Ayrıca bu fotoğraflarda, bugün cephenin taşıntılı bölümünü ihtiva eden kesimde, ana eyvanı güney yönünden destekleyen bir payandanın var olduğu görülmektedir. Son onarımlarda bu payandanın kaldırılmıştır. 472 Bu türlü tonozlu bir mahzen Karatay Medresesinde de bulunmaktadır. 473 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 474 Bizce bu tuğla bölümler de aslî durumu yansıtmamaktadır. Bunlar, 1899 onarımının ilavesi olmalıdır. 219 Foto 127: Güneybatı köşe oda (Onarım Öncesi) Foto 128: Batı cephe (Onarım Sonrası) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden) Batı cephe (Foto:128) diğer cepheler gibi büyük ölçüde onarım görmüştür. Pencere söveleri cephenin köşeleri ve saçak altları açık renkli kesme taştan, diğer bölümler moloz taştan inşa edilmiştir. Cephenin orta kısmında 1899 onarımında yapılan iki takviye payandası bulunmaktadır. Payandaların olduğu cephenin bu bölümünün duvarlarındaki moloz taş örgünün bir kısmının daha eski yıllara ait olduğu derzlerdeki renk ve doku farklılığından anlaşılmaktadır. Cephede toplam beş pencere açıklığı bulunmaktadır. Bunlardan tam aksta ve iki payandanın arasında yer alan pencere dışındakiler son onarımlar sırasında eklenmiştir. Aksta yer alan düşey dikdörtgen bu açıklık, kuzey ve güneyinde yer alan iki pencere ile aynı hizada bulunur. Kuzey ve güneydeki pencereler, güney cephenin taşıntılı bölümünde yer alan ve onarım sırasında inşa edilmiş olan pencere ile aynı formdadır. Bu pencerelerin her ikisinin de hemen üzerinde, aynı aksta sivri kemerli ve daha küçük boyutlarda açıklıklar bulunmaktadır. Üstte ve yanlarda tuğladan bir silme ile çerçeve içine alınmış bu pencerelerin ortası altıgenlerden oluşturulmuş alçıdan bir şebeke ile kapatılmıştır. Aksta yer alan pencerenin lentosunun hemen üzerinde yatay olarak konumlanmış bir ahşap parça bulunur. 220 Foto 129: Kuzey cephe (Onarım Öncesi) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden) Foto 130: Kuzey Cephe (Onarım Sonrası) Kuzey cephe (Foto:129-130), taşıntı yapan mescit sebebiyle iki bölüm halinde algılanır. Cephenin doğu yarısında toplam iki pencere bulunmaktadır. Cepheden taşıntı yapan mescidin batı cephesindeki pencere akstan güneye doğru kaymış ve üst kesime yakın bir konumda olup, sivri kemer biçimlidir. Ortası altıgenlerden oluşan bir alçı şebeke ile kapalı olan pencere iki yanda ve üstten tuğla bir çerçeve içine alınmıştır. Aynı hizada ve aynı formda olan diğer pencere taşıntılı bölümün kuzey cephesinde yer alır. Söz konusu kuzey cephenin son Foto 131: Kuzey Cephe (Onarım Öncesi) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden) onarımlar sırasında doğu yarısı –mescidin son cemaat kısmını ihtiva etmektedir- beyaza yakın bir renkteki kesme taştan diğer yarısı -mescidin kuzey cephesini oluşturmaktadır- diğer cephelerde de gördüğümüz moloz taş ile inşa edilmiştir. Moloz taşlı bölümün saçak altlarında ve köşelerinde kesme taş kullanılmıştır. Binanın kuzey cephesinin batı yarısında toplam üç pencere bulunur. Bunlardan ikisi doğu köşeye yakındır. Birbirine yakın konumdaki bu iki 221 açıklık, dıştan içe doğru şevlenen mazgal pencere şeklindedir. Güney cephedeki olanlarla aynı formdaki mazgal pencerelerin üzerinde muhdes bir çörten yer almaktadır. Cephenin batı köşesine yakın konumda olanı ise diğerlerinden daha büyük boyutlarda ve batı cephesindekilerle aynı formdadır. Kubbeli orta avlunun kuzey cephesinde bulunan iki pencere ise güney cephedekilerle aynı formda ve konumda yer almaktadır. Giriş (doğu) cephesinde tamamıyla asimetrik bir düzenleme söz konusudur (Foto:121). Cephenin kuzey yarısı, portal, minare, son cemaat yeri gibi bölümleri ihtiva ederken portalin güney kısmı tamamen boş bırakılmıştır. Ayrıca portal ve onun kuzeyindeki birimlerin olduğu kuzey bölüm, cephenin diğer kısmından yaklaşık 5.00 m. kadar taşıntı yapmaktadır. Dolayısıyla cephede tüm görüntü Foto 132: Giriş (Doğu) Cephesi kuzey yarıda yoğunlaşmış, güney yarısı ikinci planda kalmıştır. Portal birçok Selçuklu yapısının aksine giriş cephesinin ekseninde yer almamaktadır. Sadece medresenin doğu cephesi ele alınsa –mescidin doğu cephesi göz ardı edilirse- bile portal yine de akstan kuzeye doğru kaymış bir durumdadır. Ayrıca portal, cephede yüksek ve gösterişli minarenin gölgesinde ikinci planda kalmıştır. Portal güney yönünden bakıldığında cepheden 5.30 m ileri taşıntı yapmışken, kuzeyden, cephenin kuzey yarısındaki son cemaat yeri, minare gibi diğer birimleriyle aynı düzlemde, neredeyse hiç taşıntı yapmayan bir görüntüye sahiptir. 222 Portale kuzey yönünden eklenen mektephâne475nin Osmanlı dönemi eki olduğunu düşünsek bile minare ile portal arasındaki yamuk planlı açıklığın asimetrik bir durum ortaya çıkaracağı kuşkusuzdur. Tüm bu durum, portalin cepheden bağımsız, adeta heykel gibi, sonradan eklenmiş bir kütle gibi algılanmasına neden olur. Nitekim portalin kuzey ve/veya güney yüzünden başlayıp cephenin diğer bölümlerini dolaşan ve böylelikle cephenin bir bütün halinde algılanmasını sağlayacak herhangi bir bordürde yoktur. Bu nedenle cephe ve portalin bir bütün halinde algılanmasında mimarın çok da başarılı olmadığı söylenebilir476. Cephede tüm vurgu portal ve minare üzerine yoğunlaşmaktadır. Son onarımlarla şekillenen cephenin mevcut görüntüsü, XIX. yüzyıla ait fotoğraflardaki durumuna çok yakındır. Son onarımda eklenen son cemaat yeri ve portal ile minare arasındaki bölüm beyaz kesme taştandır. Portal ve minare ise açık sarı renkli kesme taştandır. Onarım sırasında eklenen kuzeydoğu köşedeki bölümde düşey dikdörtgen bir kapı açıklığı ve üstündeki pencere ile bunların güneyinde yer alan, ortadaki sütunla ikiye ayrılmış camekânlı bir açıklık bulunur. Bunun güneyinde minare kaidesi yer almaktadır. Minare ile portal arasında ise onarımda eklenen bölüm yer alır ki bunun ortaya yakın bölümünde düşey dikdörtgen iki pencere açıklığı bulunmaktadır. 475 Sarre (a.g.e., Abb. 190–191) nin planında ve fotoğrafında mektephâne görülmektedir. 476 Oysaki diğer Sahip Ata medreselerinin cephe düzenlemelerinde en önemli bölümü giriş cephesi ile portalin birbiriyle uyumu ve simetrik düzenlemesi oluşturmaktadır. Sahip Ata’nın Konya’daki medresenin giriş cephesindeki uyumsuzluğa en önemli gösterge, cephenin günümüze asıl halini bütünüyle koruyabilmiş iki birimi olan portal ile minare su basmanı arasındaki kod farkıdır. Oysaki diğer Sahip Ata medreselerinde su basman kodu giriş cephesinin tamamında eş seviyede olup aralarında da bir bordür veya silme vasıtasıyla organik ilişki tesis edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Burada su basmanın yüksek tutulduğu görülmektedir. XIX. yüzyıl fotoğraflarında da su almasından ötürü portalin kimi yerlerinde oluşmuş renk ve doku farklılıkları dikkati çekmektedir. Ayrıca sonraki onarımlarda da binanın su almasından ötürü daimi bir problem yaşadığı görülmektedir. Bu durum mimarın binanın su alması problemine karşı bir çözüm arayışı olabilir. Ama ne yazık ki bu önlemin de çare olmadığı görülmektedir. 223 Bu bölümün süslemesiyle güneyinde Anadolu ise Selçuklu döneminin en seçkin örneklerinden biri olan portal yer almaktadır. Portalin cephenin diğer bölümleriyle bağlanış şekli ayrı bir mimari ünite olarak Kuzey tasarlandığını ve güney düşündürür. yüzlerinin süslenmeden boş bırakılmış olması portalin başlı başına bir kitle olarak cepheden öne çıktığını Foto 133: Portal göstermektedir477.Portali süslemesine hâkim olan unsur yazıdır (Çizim:22,Foto:133). Yazılar, biri portalin kuzey kenarından başlayarak yükselen ve yıkılmış olan üst bölümden aşağıya inerek kapının kilit taşı hizasında ikinci bir düğümle devam ederek güney sövesinde son bulan, diğer ise kapının kuzey sövesinde başlayıp yükselerek üst bölümdeki düğümün altından geçerek portalin güney bordüründe nihayetlenen Kuran ayetleridir. Portal süslemesinin bu ana kompozisyonunu, iki yanda ve -yıkılmış olsa da- üstte, biri diğerlerine göre daha enli üç bordür sınırlamaktadır. Bu bordürlerden en dışta olanı zemindeki kare biçimli bir kaideden çıkan iki kaval silmeden oluşmaktadır. Profilli bu silmeler, yatay eksene yakın bir yerde girift bir motif oluşturarak yükselişini sürdürür. Plastik etkili bu motif, birbirine kolları girift bir şekilde bağlanmış yatay konumla iki palmetten oluşur. Bu motif, hem yan yüzlere hem de içteki enli bordüre taşıntı yapan bir iriliktedir. Bunu içte takip eden enli bordürde 477 Akok, a.g.e., s.10. 224 boyuna gelişen bir kompozisyon yer alır. Burada yan yana iki rumîden çıkan kollar S şeklinde aşağıya doğru uzamakta, bu sırada hem karşısındaki rumîden çıkan kolla ortada daha dar bir düğüm, hem de altta bir sonraki rumî ikilisinin ortada meydana getirdiği düğümü de içine alacak daha geniş ikinci bir düğümü oluşturmaktadır. Bunu takip eden dar bordürde ise düşey konumlu meandır motifi ile oluşturulmuş bir kompozisyon yer almaktadır. Meandır motifli dar bordür onu takip eden enli yazı bordürünü en altta yatay olarak da sınırlamıştır. Bu bordürü takip eden enli bordürlerde ise portalin ana süsleme unsurunu oluşturan yazı çerçeveleri bulunmaktadır. Güney ve kuzeyden yükselen yazı şeritleri üstte kesintiye uğrayıp daha sonra kapının tam dik aksında birbirlerini kat ederek ve ortada bir düğüm yaparak iki kol halinde aşağıya uzanmaktadır. Kapı kemerinin kilit taşı –aynı zamanda kapının düşey aksı- hizasında bir düğüm daha yapan yazı şeritleri, kapının sivri kemerini takip ederek sövelerde nihayetlenmektedirler. Sülüs hatlı iki yazı kuşağından ilki güney bordürde başlamaktadır. Zeminden yukarı doğru devam eden yazı Besmele-i Şerif ile başlamakta ve devamında Fetih Sûresi yer almaktadır. Güney bordürünün alttaki başlangıç kısımları zamanla tahrip olmuştur478. Sûrenin 6. 478 Binanın zemininden aldığı su yüzünden oluşan bir rutubet sorunu olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu problemden en fazla zarar gören yerlerden biri de ‘portal’dir. Binanın XIX. yüzyıla ait fotoğraflarında portalin kimi yerlerinde görülen renk farklılıkları rutubet sorununun başlangıçtan itibaren yaşandığını; bunu gidermek için onarımlar sırasında portalin tahrip olan bazı taşlarının yenilendiğini göstermektedir. Özellikle yazı kuşaklarının kapı kemerinin yan sövelerindeki başlangıç ve bitiş bölümlerinde görülen eksikler kapıdaki rutubetten oluşan zararları gidermek amaçlı yapılan müdahalelerin XIX. yüzyılın öncesine gittiğine işaret etmektedir. 225 ayeti son bulmadan bordür üstte saçağa dayanmaktadır. Sûrenin saçağın altındaki düğüm yaparak aşağıya iki şerit halinde uzanan kollardan güneydekinden itibaren devam ettiği görülür. Burada sûre 10. ayetten itibaren devam etmektedir. Dolayısıyla sûrenin 6 ile 10. ayetlerinin arasındaki bölümlerinin portalin yıkılmış üst bölümünde devam ediyor olması gerekir. Yazı şeritlerinin, üstte kapının tam dik aksında birbirini kat ederek ve ortada bir düğüm yaparak iki kol halinde aşağıya uzandığını belirtmiştik. Fetih Sûresi, bu iki şeritten güneydekinde devam etmektedir. Portalin yan bordürleri ve üstte saçağın altındaki düğümlü bölümü ile orta bölümünün zemini arasında yaklaşık 10 cm.ye varan bir derinlik farkı vardır. Dolayısıyla yazı şeritleri bu düğümlü bölümden orta bölüme geçişte kimi yerlerde 90 dereceye yakın bir eğimle orta bölümün Foto 134: Portalden detay zeminine ulaşmaktadır. Bu durum, oluşturulan ışık gölge oyunlarıyla daha güçlü plastik etki bırakmaktadır (Foto:134). Portalin, diğer Anadolu Selçuklu medreselerinde görmeye alışık olduğumuz yarım daire biçimli mukarnaslı bir bölümü yoktur. Burada onun yerini, konturları sepetkulpu kemer etkisi veren bir bölüm almıştır. Yazı şeritleri, orta bölümden bu bölüme de yüksek bir eğimle geçmektedirler. Fetih Sûresi kapının, kilit taşının –ki burası portalin tam düşey aksına denk gelmekte-479 üstünde ikinci bir düğümle kuzey sövede 13. ayetle nihayetlenmektedir480. Diğer yazı şeridi, kapının kuzey lentosundan ve ilk iki ayeti 479 Bu durum mimarın, portalde ne kadar kesin bir simetrik anlayışa sahip olduğunu göstermektedir. 480 Sûredeki eksik kısımlardan yazı şeridinin söveyi takip ederek eşiğe kadar devam ettiği söylenebilir. 226 eksik olarak üçüncü ayetten başlayan481 Yasin Sûresidir. Kilit taşının üzerindeki düğümden sonra kuzeydeki kol olarak yükselen yazı şeridi saçağın altındaki ikinci düğümde 13. ayette kesilmektedir. Portalin güney bordüründe 19. ayetten itibaren devam eden sûre aşağıya doğru devam etmekte ve 31. ayette nihayetlenmektedir482. Yazı şeritlerini takip eden içbükey bölümde yan yana iki sütun yer alır. Bir bölümü duvara gömülü olan sütunlar aşağı doğru incelmekte ve kum saatine benzer483 bir motifle zemine oturmaktadır. Sütunların gövde ve başlıklarında, birbirini ½ oranında takip ederek düşey konumla yerleştirilmiş ve şematik palmet motiflerinden oluşturulmuş kompozisyon yer alır (Foto:135). üzerinde üstte stilize 481 Sütunların Foto 135: Portalden detay Yasin Sûresinin üçüncü ayetten başlaması da tahribat sonucu oluşan bozulma ve onun neticesinde gerçekleştirilen onarımlar sayesinde olmuş olmalıdır. Aslî halinde Sûrenin birinci ayetten ve büyük ihtimalle eşik seviyesinden itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yazı şeritlerinin lentolardaki kollarının birbirine eşit olmayan seviyelerde başlaması ve/veya nihayetlenmesi portalin tamamında kesin simetrik kurallara uyan mimarın gerçekleştireceği bir uygulama olmasa gerektir. 482 Uğur-Koman (a.g.e., s.62) Sûrenin 32. ayetini içeren bölümün tahrip olduğunu, aslî halinde bu kısmın olduğunu belirtmektedir . Bizce de mevcut izler bu durumu doğrular niteliktedir. 483 Ögel, a.g.e., s.52. Bu motifin benzerlerini Sahip Ata’nın Konya’daki Camiinde, Sivas’taki Medresesinde de görmekteyiz. Bu motif aynı zamanda perde püskülüne benzemektedir. 227 bir palmetten çıkan iki kaval silmenin ortada birbirini çapraz kat ederek altta, daha şematize bir palmeti oluşturduğu dikine yerleştirilmiş motif bulunmaktadır. Motif, oldukça yüksek bir kabartmaya sahiptir; özellikle üstteki stilize palmet, portal zemininden ileri doğru fırlamış gibi algılanmaktadır. Bu motifin zemini, boyuna gelişen ve kıvrım dallarından oluşmuş sathî –bu haliyle motifi öne çıkartan- bir kompozisyon ile işlenmiştir. Motifin üzerinde, yatay eksenin hemen üzerinde başlayıp üst bölümü çepeçevre dolaşan bir kaval silme yer alır. Silmenin üzerinde, tek sıralı palmetlerin birbirlerine çapraz kollar vasıtasıyla bağlandığı boyuna gelişmiş bir kompozisyon vardır. Foto 136: Portalden detay Yatay eksenin hemen üzerinde enine dikdörtgen bir kaideden başlayarak yükselen silme, üstte yuvarlak kemerli dört sahaya ve ortadaki madalyona benzeyen yarım daire şekilli bölümü kat ederek diğer kenarda nihayetlenir484. Söz konusu madalyon biçimli bölüm, kapının düşey aksında aynı zamanda yazı şeritlerinin düğüm yaptığı yassı satıhtır. Bu madalyon biçimli bölümün kuzey ve güneyindeki ikiz kemerli bölümlerin altında iki dairesel madalyon485 yer alır. Bu dairesel sahaların içinde mimarın adı yazılıdır. Madalyonların altında, her iki yanda yer almak üzere, alt kısımları üçgen biçimli 484 Portalin üst kısmının aslî halinde nasıl tamamlandığına dair çeşitli öneriler bulunmaktadır. Bunlardan Akok (a.g.m., s.35, Res.24), yıkılmış olan üst bölümün, bir kolları yan bordürden gelişen yazı şeritlerinin, diğer kolları ile düğümlü bölüme inen iki sivri kemerden oluştuğunu düşünmüştür. Tuncer (a.g.e., s.11) ise yan bordürleri üstte tamamlamakla yetinmiştir. Akok’un hayali tamamlamalarıyla portal beden duvarlarının çok üstünde neredeyse kubbeyi gölgeleyecek bir yüksekliğe sahip olacaktı. 485 Kuzeyde “Amel-i Kölük”, güneyde ise “bin Abdullah” yazılıdır. 228 sonlanan bir şema görülür. Buradaki şema, profilli silmelerin çeşitli ilmikler yaparak oluşturduğu iki motifin birleşmesinden meydana gelmiştir486. Söz konusu şemayı sathî işlenmiş boyuna gelişen ve kıvrım dallar geçmesinden oluşan bir bordür sınırlamaktadır. Bu bordür aşağıda köşe sütununa kadar inmektedir. Söz konusu yan bordürler ikiz sütunlarla aynı hizadadır. Saksı biçimli çift kat başlığı bulunan sütun, eşik hizasında zemine oturmaktadır. Sütunun gövdesi, profilli silmelerle birbirine bağlanan ve ½ oranında birbirini takip ederek yükselen palmetlerden oluşan bitkisel bir kompozisyon ile süslenmiştir. Portalin merkezinde yer alan ve konturlarıyla sepetkulplu bir kemeri andıran bölümün iki köşesinde yüksek kabartma halinde işlenmiş bir motif487 bulunur(Foto:137). Motif prizmatik bir kaideden çıkar. Sapı hilal biçimli bir halkaya tutturulmuş olan motif, simetrik olarak iki yanda da yer almış yaprak çiftlerinden oluşur. Bu yaprakların arasında yer yer haşhaş veya meyve biçimli motifler bulunur. Motif üstte zambağa benzeyen üç yapraklı bir palmetle sonlanır. Her iki köşedeki motifin, içinde bulundukları eğimli zemin sebebiyle üst kısımları hafifçe öne doğru eğiktir. Yüksek kabartma olarak işlenmiş motif, bu nedenle neredeyse zemine sonradan yerleştirilmiş gibi algılanır. 486 Uğur-Koman (a.g.e., s.64) bu şeklin kufî hatla “Muhammed” şeklinde okunabileceğini belirtmektedir. Söz konusu şeklin benzerlerini Konya Sahip Ata Cami, Konya Karatay Medresesi, Aksaray Sultan Hanı (avlu) kapılarında görmekteyiz. Sahip Ata Camiindeki örnekte profilli silmelerin aralarındaki bölümlerde çini plakalar görülmektedir. İki eserin de mimarı olan Kölük burada çini süslemeyi tercih etmemiştir. Uğur-Koman (a.g.e., s.63)ın “onun seciyesi sadelik içinde bir azamettir” şeklinde tarif ettiği portalde, kendi içindeki ahengin ve güçlü plastik etkinin tesirini hafifletebilecek her türlü ayrıntıdan kaçınıldığı görülür. 487 Söz konusu motif enginar olarak da isimlendirilmiştir. 229 Motiflerin bulunduğu iki köşedeki prizmatik üçgen sahalar, söz konusu motifi de sınırlayacak biçimde düşey eksen üzerinde gelişen ve palmet-rumî kompozisyonundan oluşan bordürlerle kaplıdır. Sathî işlenmiş bordürler bu özelliğiyle yüksek kabartmalı motifin daha fazla öne çıkmasına sebep olmaktadırlar. Kapının iki yanında, gereken sahayı mihrabiye boyuna üstte ve olması dikdörtgen iki yanda meandır motifli bir silme dolaşır. Girinti yapmayan silme, üstte sivri kemerli bir biçimle sonlanmaktadır. Sivri kemerli kapının iki köşesindeki üçgen sahalar yüksek kabartma olarak tasarlanmış ancak iç bölümleri Foto 137: Portalden detay süslenmeden bırakılmıştır. Bu üçgen sahaların ortasında süslenmeden bırakılmış birer küre bulunur488. Genel olarak portalde kompozisyon, sathî işlenmiş süsleme ile karşıtlık teşkil edecek şekilde düzenlenmiş plastik şekillerle kurulmuştur(Çizim:22). Ancak yoğun olan yüzeysel süslemelerdir. Yüksek kabartmalar ise çok ölçülü bir tezat ve denge oluşturur489. 488 Ögel (a.g.e., s.53) bu kürelerin yüzeylerinin kazınmış veya bitmemiş olabileceğini belirtmektedir. 489 Ögel, (aynı yer) buradaki esas başarının, “…portalin önemli bir kısmı küçük sahalara ayrılmış olmasına rağmen gerek yazı şeridinin toplayıcı rolü, gerekse her motifi sınırlayan çerçevelerin dağılma intibaına yol açmamasından” kaynaklandığını belirtir. 230 Medrese, bugün sanat değeri taşımayan, çift kanatlı metal bir kapı ile örtülüdür. Kapıdan sonra 3.75 x 3.75 m. ölçülerindeki giriş koridoruna dâhil olunmaktadır. Çapraz tonoz örtülü mekânın kuzey ve güney duvarlarının ortaya yakın bölümünde 70 cm. derinliğinde sivri kemerli nişler bulunur. Nişlerin sivri kemerlerinin üzerinde birer sivri tahfif kemeri vardır. Bu bölümden iç avluya, tam giriş aksında yer alan sivri kemerli bir kapı ile geçilir. Kapının üzengi hizasında içe doğru taşıntı yapan profilli konsollar bulunmaktadır. Bugün kapının koridora bakan yüzünde, kapı kemerinin üst iki köşesinde yer alan zıvana yuvaları muhdestir490. Kapı söz konusu zıvanalara oturtulmuş iki kanatlı demir kapı ile örtülüdür. Kapının avluya bakan yüzü ise iç mekân duvarlarının yüzeyinden taşıntı yapan dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. İki yanda ve üstte devam eden bordürlerden dışta olanı enlidir. Onu takip eden dar bordür ise içbükey kavislidir. Kapının sivri kemerinin üzerinde tahfif görüntüsü verilmiş bir kemer vardır. Kapının üzengi hattının üstündeki ile altındaki bölümlerin taşları arasında farklılıklar dikkati çeker. Dıştaki enli bordürün üzengi hattının altında sathî işlenmiş, şematize bir sütun motifi vardır. Motifin üst kısımda devam etmemesi ayrıca üst bölümdeki taşlarla alt kısımdaki taşlar arasındaki malzeme farkı, üst bölümün restorasyon sırasında yenilendiğini düşündürmektedir491. Bunun dışında kapının aslî halini koruduğu anlaşılan alt bölümlerindeki taş malzeme ile iç avlunun zeminden kapı lentoları seviyesine kadarki taş kaplamaları arasında da farklılıklar dikkati çekmektedir. Medresenin 490 Kapının zıvana yuvalarından başka üzengi seviyesinden itibaren alt kısımdaki bölümlerinin de onarımlar sırasında yenilendiği anlaşılmaktadır. 491 Binanın Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59) yer alan bir raporda da, bu farklılığa dikkat çekilerek gerçekleştirilen bu müdahalelerin müze teknisyenlerince hatırlandığı belirtilmektedir. Bu bilgi kapıdaki müdahalenin medresenin müze haline getirildiği 1936–56 yılları arasında onarımda gerçekleştirilmiş olabileceğini akla getirmektedir. 231 Vakıflardaki dosyasında bu bölümde de taş kaplamaların yenilendiğine dair bilgiler bulunmaktadır492. Binanın avlusu tam kare ölçülerdedir (Çizim:19). İç mekânda her birim simetrik ölçülere uygun inşa edilmiştir (Foto:138). Avlunun ortasındaki havuz, karenin tam merkezine yerleştirilmiştir. Avlunun kuzey ve güney kenarında yer alan Foto 138: İç Avlu kapı ve pencereler aksa göre simetrik yerleştirilmiştir. Kesin simetrik ve geometrik düzen, ayrıca çini süslemesinin ölçülü tutarlı kullanım, iç mekânda hafiflik ve ferahlık etkisi bırakmaktadır. Avluyu örten yüksek kubbenin üst kısmında bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Havuz ile aydınlık fenerinin düşey aksta yer almaları iç mekândaki simetrik anlayışı vurgular niteliktedir (Çizim:20). Son onarımlarda yenilenen sekizgen aydınlık feneri her köşenin ortasına yerleştirilmiş bir pencere ile aydınlatılmıştır. Kubbe yüzeyi sırsız tuğla ve çinilerle oluşturulmuş geometrik bir kompozisyon ile süslenmiştir. Söz konusu kompozisyon düşey ve yatay zikzaklar ile onların aralarında uzanan kırık çizgi dizileri, baklava ve X biçimli motiflerle oluşturulmuştur493. Kompozisyonun yer aldığı zemini oluşturan sırsız tuğlalar uzun kenarları ile yatay, süslemeyi meydana getiren turkuaz ve patlıcan moru renkli çiniler ise yine uzun kenarlarıyla düşey olarak yerleştirilmiştir. Buradaki kompozisyonun ana şemasını düşey olarak 492 Bkz. Medresenin Vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59) dosyasında yer alan tarihsiz tespit raporunda medresenin müze haline getirilmesi sırasında bu yenilemenin yapıldığı ifade edilmektedir. 493 Bakırer, a.g.e., s.426-427. 232 yerleştirilmiş zikzaklar oluşturur. Patlıcan moru renkli düşey zikzaklar, aynı zamanda yatay zikzaklarla bağlanır. Yatay ve düşey zikzakların aralarındaki bölümlerde turkuaz renkli çinilerden oluşturulmuş baklava motifleri vardır. Bu motifin her kenarının dik olarak uzatılmasıyla ilginç bir motif elde edilmiştir. Kompozisyondaki boşluklar ağırlıklı olarak turkuaz renkli daha küçük ölçüdeki baklava motifleriyle dolgulanmıştır (Foto:139–140). Foto 139: Avlu kubbesinden detay Foto 140: Kubbe eteğindeki çini süsleme Kubbe eteğinde çiçekli kûfî ile “Elmülkilillah” (Mülk Allah’ındır) lafzının tekrarıyla teşkil edilmiş bir yazı bordürü vardır(Foto:140). Kompozisyon altta ve üstte ince bir bordürle sınırlandırılmıştır. Aradaki bölüm ise turkuaz renkli çinilerden oluşturulan zeminin üzerine patlıcan moru renkli çini mozaiklerden çiçekli kûfî yazı yer almaktadır. Kubbeye, yüzeyi çinili bordürlerle dört eşit parçaya ayrılmış olan yelpaze biçimli pandantiflerle geçilmiştir. Pandantifleri eşkenar üçgen alanlara bölen çini bordürlerde turkuaz zemin üzerine siyah renkli çinilerle teşkil edilmiş palmetlerden oluşan bir süsleme yer alır. Pandantiflerin bu dilimli yapısı sebebiyle kasnak yirmigene dönüşmüştür. Kasnak enine gelişen çinili bir kompozisyonla süslüdür. Buradaki açık kompozisyon, birbirlerine dairesel kıvrım dallarla bağlanan palmet ve rumîlerden oluşur. Süslemede zemin turkuaz renkli çinilerden motifler ise siyah renkli çinilerden meydana getirilmiştir. 233 İç mekânın kuzey ve güney duvarlarında kare planlı iki pencere yer almaktadır. Düşey eksene göre simetrik olarak aynı hizada bulunan açıklıklar yatay eksenin hemen üzerinde yer almaktadırlar. Beden duvarlarının tuğla yapısına uygun bir şekilde devam eden yarım tuğlaların yatay ve düşey konumlu olarak yerleştirilmesiyle örülen pencereler, dışta dar, içte daha enli süslemesiz bordür ile dört yönden çevrelenmektedir. Giriş (doğu) duvarında pencereler ile aynı hizada ve aynı formda iki sağır niş yer almaktadır. Hem sağır nişler hem de pencereler bulundukları duvarın tam ortasında bulunur. Açıklıkların ve nişlerin pandantiflere olan uzaklıkları eşit olup, bu anlamda kesin bir simetrik biçimlenme vardır (Çizim:20). Aydınlık fenerinin tam düşey aksında yer alan kare planlı havuz, yaklaşık 30 cm. derinliktedir ve ortasında muhdes bir fıskiyesi bulunmaktadır494. Son onarımlar sırasında batı eyvanının zeminin altından geçen ve havuza su getiren yaklaşık 30 cm. genişliğindeki suyolu ortaya çıkartılarak üzeri camekânla kapatılarak koruma altına alınmıştır. Burada su getiren ve götüren seramik künklerin iki yanı ve üstünün blok kesme taşlarla kapandığı görülmektedir. Bu taşların üzerinde de muhtemelen eyvan zemini495 yer almaktaydı (Foto:141). Giriş Foto 141: Batı eyvanı aksında yer alan eyvana üç basamaklı ve iki kollu bir merdivenle çıkılmaktadır. Sivri beşik tonozla örtülü eyvanın kuzey, güney ve batı duvarında boyuna dikdörtgen 494 Havuzun kesme taş malzemesinin yapısı onarımlarda yenilendiği göstermektedir. 495 Bugün taş olan eyvan zemini Uğur-Koman (a.g.e., s.67) tespitleri sırasında tahta ile kaplı idi. Ancak eyvan zemininin aslî halinde de taş olduğu rahatlıkla söylenebilir. 234 biçimli birer pencere yer alır. Güneydeki pencerenin yerinde Löytved’in planında496 bir mihrap görülmektedir. Eyvanın sivri beşik kemerinin üzengi hattına kadar olan kısmı kesme taş, –bugün üzeri beyaz badana ile boyanmıştır- üzerindeki kısımlar tuğla malzeme ile oluşturulmuştur. Eyvanda yatay istiflenmiş yarım tuğlaların, birbirini ½ oranında takip ettiği bir düzenleme görülmektedir. Eyvanda çini kullanımı sadece kemerin iç ve avluya bakan yüzlerinde görülürken, tonoz yüzeyinde bulunmaz. Kare kesilmiş turkuaz renkli mozaik çiniler, yatay istiflenmiş tuğlaların derz aralarına denk gelecek bölümlerde yer alır (Foto:141). Avlunun güney ve kuzey yanında dörder kapı açıklığı almaktadır(Çizim:20). yer Kapılar, bulundukları cephe aksının her iki yanına simetrik olarak hizalanmıştır. Avlunun zeminden itibaren Foto 142: Avlunun güney kanadındaki mekânlar kapıların lentolarına kadar olan bölümlerinin kesme taş olduğunu ve bu taşların onarımlar sırasında yenilendiğini belirtmiştik. Kapıların lento ve sövelerindeki Uğur-Koman497’ın “gök mermer” olarak tasvir ettiği mermer ile duvarlardaki taş arasında belirgin bir fark izlenmektedir. Kapı lentolarının üzerinden itibaren tuğla bölüm başlar. Her kapının üzerinde sivri kemerli birer pencere yer alır(Foto:143). Yatay istiflenmiş yarım tuğlalardan oluşan pencerelerin ortası, onarım sırasında eklenen geometrik örgülü bir vitray ile örtülüdür. Pencerelerin alınlık kısımlarında ise turkuaz ve siyah mozaik 496 Löytved, a.g.e., Abb.190. 497 Uğur-Koman, a.g.e., s.64. 235 çinilerden meydana getirilmiş geometrik ve bitkisel kompozisyonlar bulunur. Alınlığın üzerindeki enine dikdörtgen kartuş içerisinde ise; altta, turkuaz renkli çini zemin üzerine siyah mozaik çinilerle çiçekli ve kufî hatla oluşturulmuş yazı kartuşu, onun üstünde ise boyuna gelişen ve dört ara yönde yer alan palmetlerden çıkan şeritlerin ortada dörtgen saha oluşturduğu bir bölüm görülür. Bunların da üstünde, merkezde, yer alan daha büyük ölçüdeki bir palmete bağlandığı bitkisel açık bir kompozisyon yer alır. Yazılar, eyvanın iki yanındaki mekân ve kuzey ile güney kenarlardaki toplam sekiz mekânda birbirini takip ederek işlenmiştir. Eyvanın kuzeyindeki mekânın kapısında Besmele-i Şerif ile başlayıp, kuzeyindeki mekânın kapısında sonlanan çiçekli kufî ile ve Bakara Sûresinin 255. ayeti olan Ayet-el-Kürsî yazılıdır498. Çiçekli kufîli yazıda, kimi harfler üstündeki bitkisel süslemeye bağlanarak yazı ile bitkisel kompozisyon arasında bir bütünlük oluşturulmak istenmiştir499. Her kartuşta yazı değişmiş, fakat üzerindeki bitkisel süsleme tekrar edilmiştir. Bunun dışında pencerelerin alınlıklarında, turkuaz mozaik çini zemin üzerine siyah ve patlıcan moru mozaik çinilerle oluşturulmuş geometrik ve bitkisel süslemeler görülür. 498 Şimşir, “…Ma’kılî Yazı”, s.325–326. 499 Konyalı, (a.g.e., s.808-809) “… Hattat, yazı ahengine ve insicamına o kadar dikkat etmiştir ki bazen bir panoda bitmeyen bir kelimenin harflerini diğer panoya almak mecburiyeti duymuştur” diyerek, sûrenin 10 kapı arasında nasıl bölüştürüldüğüne işaret etmektedir. 236 Foto 143: Mekan kapıları ve pencerelerinden detay Foto 144: pencerelerden detay Alınlıklardaki süslemeler farklı tiptedir. Bu alınlık süslemeleri, orta mekânın kuzey ve güney kenarına simetrik olarak yerleştirilmiş pencerelerin paralellerinde birbirini tekrar eden şekilde oluşturulmuştur. Dolayısıyla, eyvanın iki yanındaki mekânın, giriş bölümün iki yanındaki sivri kemerli nişlerin ve kuzey ile güney kenarda karşılıklı olarak yer alan mekânların pencerelerin alınlıklarındaki süslemeler birbirinin aynısıdır (Foto:143-144). Bu durum mimarın iç mekânda uyguladığı kesin simetrik kaidelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu süslemeleri tek tek ele alırsak, eyvanın iki yanındaki kapıların üzerindeki pencerelerin alınlıklarında, merkezdeki patlıcan moru altıgenleri, turkuaz renkli kırık hatların çeşitli noktalarda kesişmesiyle, çevresinde, yine altıgen oluşturacak şekilde sardığı enine gelişen açık bir kompozisyon görülür. Kuzey ve güney kanattaki batıdan itibaren ilk mekânların ve giriş bölümünün her iki yanındaki nişlerin alınlıklarındaki açık kompozisyonda ise patlıcan moru altı kollu yıldızlar ve yıldızların aralarındaki bölümlerin turkuaz renkli çeşitli yönlerden yıldızlara bağlanan üç kollu ara motifler bulunmaktadır. Kuzey ve güney kanatta batıdan itibaren ikinci mekânların alınlıklarında ise 237 merkezindeki patlıcan moru renkli dairesel madalyonun çevresinde gelişen bir çarkıfelek motifi kompozisyonun ana motifini oluşturur. Enine gelişen bu açık kompozisyonda motif alınlıktaki üçgen bölümde ½ oranında birbirini takip edecek şekilde yerleştirilmiştir. Kuzey ve güney kenardaki batıdan itibaren üçüncü mekânların pencere alınlıklarındaki enine gelişen açık kompozisyonda, merkezinde patlıcan moru renkli dairesel bir madalyon bulunan turkuaz renkli altı kollu yıldızlar, ½ oranında birbirini takip edecek şekilde yerleştirilmiştir. Kuzey ve güney kanatta karşılıklı olarak yer alan doğudan itibaren ilk mekânın alınlıklarında ise kazayağı kompozisyonun ana motifini oluşturur. Enine gelişen açık kompozisyonda, motif bir ters bir düz olarak yerleştirilmiş, aralardaki boşluklara patlıcan moru altıgen yıldızlar yerleştirilmiştir. Avlunun güney kenarında yer alıp aslî halinde dört ayrı kapıyla avluya açılan mekân500, bugün, doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri bir beşik tonozla örtülüdür(Foto:145). Onarım öncesi fotoğraflarda501 bu mekânların kapıya kadar yıkılmış olduğunu görmekteyiz. Löytved’in planında502 ise bu mekân kuzey-güney doğrultusunda uzanan dört bağımsız birimden oluşmaktadır. Uğur-Koman503, “…bu mekânların her birinin, biri sokağa diğeri sahna açılır iki kapısı bulunduğunu” belirtir. Bu anlamda Uğur-Koman’ın tespitte bulunduğu yıllarda, henüz dört bağımsız birimden oluşan aslî özelliğini korusa bile önemli ölçüde müdahaleye uğradığı anlaşılmaktadır. 500 Bugün söz konusu dört odadan sadece batıda olanından mekâna geçilebilmektedir. Diğer mekânların kapıları Medresenin müzeye dönüştürülmesi sırasında teşhir için camekânlı bölümlere dönüştürülmüştür. 501 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. 502 Löytved, a.g.e., Abb.190. 503 Uğur-Koman, a.g.e., s.66. 238 Nitekim Uğur-Koman504 “…mururu zamanla bunlar yıkılmış ve yerlerine üstleri direklerle örtülü adî hücreler yapılmıştır” diyerek mekânların geçirdiği değişimi ifade eder. Löytved’in planından da anlaşılacağı üzere avlunun güney ve kuzey kanadında toplam sekiz hücre yer almakta idi. Nitekim XX. yüzyılın başlarına ait Merkez Emlak defterinde binanın “Mescid-i Şerif’in 1, medresenin ise 8 müştemilatı”505 olduğu bilgisi de bunu doğrular niteliktedir. Medrese odalarının aslî halinde yapısı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda Uzluk’un506 “…bu mimari eserin iki tarafındaki çinilerle süslü Foto 145: Avlu Güney kanadındaki oda hücrelerini yıktırdı…” şeklinde ilettiği bilginin dışında herhangi bir bilgimiz yoktur. Avlunun kuzeyindeki mekânların aslî durumları konusunda da bilgimiz sınırlıdır. Simetriğindeki mekânlar gibi avluya dört kapı ile açılan kuzey kanattaki mekânlar bugün, doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri beşik tonoz örtülü kare iki mekândan507 ibarettir. Bunlardan batıda olanı batısındaki mekâna içten bir kapı ile açılmakta, aynı zamanda iki mekânı ayıran duvar üzerinde kapatılmış vaziyette bir pencere dikkati çekmektedir. Aynı şekilde kapatılmış bir pencere de güney kanattaki mekânı batısındaki kubbeli mekândan ayıran duvarın üzerinde yer almaktadır. Bir kapalı mekândan kapalı diğer bir mekâna pencere açılması mantıklı değildir. Bu kapatılmış pencereler binanın kuzey ve 504 Uğur-Koman, aynı yer. 505 Arabacı, a.g.e., s.150-151, dnt. 620. 506 Bu konudaki geniş açıklamalar için bkz. 22. dipnot. 507 İki kapıya sahip olan söz konusu iki mekân avluya doğu ve batı köşelerdeki kapılarla açılmaktadır. Diğer kapıları camekânla kapatılarak teşhir amaçlı kullanılmaktadır. 239 güneybatı köşelerinde yer alan ve onarıma kadar sadece kubbe geçiş öğelerinin bazı bölümleri kalabilmiş olan mekânların, harap durumda oldukları zamana ait olmalıdır. Dolayısıyla eyvanın güney ve kuzeyindeki mekânlarda yer alan bu açıklıklar, batısında kapalı bir mekânın olmadığı ve tarihini bilemediğimiz bir onarım sırasında yapılmış olmalıdır. Löytved’in planında da bu mazgal pencereler yoktur. Kuzey kanattaki odaların aslî halinde dört bağımsız mekân oldukları Löytved’in planında açıkça görülmektedir. Mevcut durum onarımlar sayesinde oluşmuştur. Bu kanattaki mekânlardan batıda olanının doğu duvarında tuğladan sivri kemerli bir niş/ocak görülmektedir. Söz konusu mekân iki mazgal pencere ile aydınlatılır. Bu nişin özgünlüğü konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Bu kanattaki diğer mekân pencere açıklığına sahip değildir. Bu mekânın kuzeyinde mescit bulunduğu için orijinalinde de pencere açıklığına sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Eyvanın her iki yanındaki mekânların XX. yüzyılın başına büyük ölçüde harap bir olduğu, sadece Türk üçgeni geçiş öğelerinin bazı parçalarının kalabildiği o yıllara ait fotoğraflardan508 (Foto:125, 127) görülmektedir. Bu bölümlerin, Löytved’in planında509 da, Türk üçgenleriyle geçilmiş kubbeli ve kare planlı iki mekân olduğu tespit edilmektedir. Söz konusu iki mekân son onarımlarda kare planlı ve Türk üçgenleriyle geçilen kubbe ile örtülü olarak restore edilmiştir. Onarım sırasında, güneybatı köşedeki mekânın batı ve güney duvarlarına, kuzeybatı köşedeki mekânın kuzey ve batı duvarlarına birer pencere eklenmiştir. Löytved’in planında ise bu pencereler yoktur. Ayrıca bu iki mekândan doğusundaki mekânlara açılan kapı veya pencere de görülmemektedir. Dolayısıyla restorasyonlar sırasında kapatılan 508 Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59 nolu dosyadaki binaya ait fotoğraflar. 509 Löytved, a.g.e., Abb.190. 240 mazgal pencerelerin, Löytved’in geldiği 1850’li yıllardan sonra eklenmiş muhdes açıklıklar olduğu anlaşılmaktadır. Medresenin kuzeydoğu köşesinde ve minare ile portal arasında yer alan dikdörtgene yakın mekân, avluya bir kapı ile açılmaktadır(Foto:132). Dikdörtgen mekânın kuzeydoğu bölümünde minare kaidesi yer almaktadır. Mekân, doğu duvarındaki iki pencere ile aydınlatılmaktadır. Bu bölüm son onarımlar sırasında yeniden inşa edilmiştir. Binanın XIX. yüzyıla ait fotoğraflarında var olduğu görülen mekânın(Foto:123-124), mescit ve minarenin yıkıldığı XX. yüzyılın başlarına ait görüntülerde de ayakta olduğu ancak 1940 ve 1950’li yıllara ait fotoğraflarda yıkıldığı tespit edilmektedir. Medrese ile ilgili önemli tartışmalardan birisi bu mekânın muhdes olup olmadığı ile ilgilidir. Uğur-Koman510, müderris odası şeklinde isimlendirdiği mekânın sonradan ilave olduğunu belirtir. Sözen511, kapının bütün özelliklerini yansıtabilmek için mimarın, özellikle kapının iki yanına mekân koymadığını ifade eder. Akok512da portal kitlesinin bilinçli bir şekilde iki yanının boş bırakıldığını, dolayısıyla aslî halinde bu bölümlerde mekân bulunmadığını belirtir. Kuban513, aslî halinde, portalin kuzeyinde bir mekân olmasının ön cephe simetrisine aykırı bir durum olacağından bahseder. Söz konusu mekânın özgünlüğü konusundaki tartışmalar genellikle, portalin güneyinde de bir mekân olması veya olmaması üzerinden yapılmıştır. Gerçektende gösterişli portalin aslî halinde bu ölçüde taşıntılı olup olmamasının başlıca ölçütü kuzey ve güneyinde mekânlardır. Bu konuda, 510 Uğur-Koman (a.g.e., s.66) bu mekâna üç basamakla girildiğini belirtir. Bu bilgi, bugün eşit seviyedeki avlu ve mekânın 1930’lu yıllardaki zemin kodunun farklı olduğunu göstermektedir. 511 Sözen, a.g.e., s.72. 512 Akok, a.g.m., s.10. 513 Kuban, a.g.e., s.170. 241 araştırmacılar aslî halinde portalin kuzeyinde bir mekân olması halinde güneyinde de bir mekânın olması gerektiğini ifade eder. Bunun aksi bir durum olması halinde ön cephenin simetrisinde büyük bir çarpıklığa neden olacağı açıktır. Bilhassa iç mekânda kesin simetrik kurallara uyan mimarın bu kadar iddialı bir portalin yer aldığı cephede bu çapta bir düzensizliği uygulamış olması akla yakın gelmemektedir. Portalin kuzeyindeki mekâna avludan, sivri kemerli nişin ortasına sonradan açıldığı her halinden belli bir açıklıkla dâhil olunur. Mekânın minarenin varlığından dolayı oluşmuş U planlı yapısı diğer medrese odalarının düzenleriyle tezat bir durum oluşturur. Ayrıca mekânın kapısı da medresenin diğer oda kapı düzenlemesinden farklı; nişin ortasına bir açıklık oluşturarak düzenlenmiş olduğu dikkati çeker. Eski fotoğraflarından söz konusu müderris odasının düz çatılı olduğu görülmektedir ki bu da, binanın mimari anlayışına aykırı bir başka durumdur. Medresenin vakfiyesinde514 binayla ilgili olarak medrese, mescit ve minareden bahsedilmektedir. Oysaki Sahip Ata’nın bir başka eseri olan Sivas Sahip Ata Medresesinin vakfiyesinde515 ise medresenin yazlık, kışlık odaları ve abdestliği, minare ve mescidiyle beraber zikredilmektedir. En eskisi 1476 yılına ait Osmanlı kayıtlarında binadan “Vakf-ı dârü’l-hadis ve mescidi maa minare ve mektephâne-i Hoca Fahreddin sahib-i Sultan Alâeddin…”516 şeklinde bahsedilmesi ve vakfiyedeki mescit, medrese (Dârü’l-Hadis) ve minareden oluşan birimlere bir de mektephâne eklenmiş olması dikkat çekicidir. Bu durum XV. yüzyılda görülen lüzum üzerine binaya, mektephâne bölümünün eklenmiş olabileceğini; söz konusu mekânın da bu bölüm olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Bilahare mekân müderris odasına dönüştürülmüş olabilir. Bize göre bu 514 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.39. 515 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 516 (Ankara Eski Kayıtlar Arşivi, Defter No.: 255’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.252.) 242 mekân Osmanlı döneminde ilave olunmuştur. Dolaysıyla aslî halinde portalin iki yanında mekân bulunmamakta; Sözen’in de belirttiği gibi mimar, muhteşem portali daha fazla öne çıkarmak için cepheden taşıntılı bir düzenlemeyi tercih etmiştir. Medrese bu haliyle örneğini başka bir Anadolu Selçuklu binasında göremediğimiz bir ön cephe ve giriş düzenlemesine sahiptir. Bu haliyle portal ve ardındaki kare planlı giriş koridoru adeta binadan bağımsız bir kütle hissi uyandırmaktadır. Ancak özellikle ön cephenin portalin güneyindeki kısımlarında görülen renk ve doku farklılıkları, cephenin portalin aksine bu sade görüntüsünün aslî halini yansıtmadığını, zaman içerisinde gördüğü müdahalelerle bugünkü durumuna kavuştuğunu göstermektedir. Binanın en dikkat çeken özelliklerinden biri de iç ve dış mekân arasındaki tasarım farklılığıdır. Simetrik kaidelere uygun mekân düzenlemeleri ve tuğla üzerine çini ile abartıya kaçmadan kendi içinde uyumlu ve orantılı süslemeye sahip bir iç mekâna karşın dış mekânda özellikle portalde ortaya çıkan plastik karakterli, yenilikçi süslemeler tezat oluşturur. 3.4.2- Mescit Mescit ve minare, medresenin kuzeydoğu köşesine dıştan eklemlenmiştir. Mescit, önünde iki veya üç gözlü bir son cemaat yeri ve kubbeli kübik bir harimden oluşurken517, aslî halinde iki şerefeli olan silindirik gövdeli minare ise günümüzde tek şerefeli olarak mescidin güneydoğu köşesinde yer alır (Çizim:21). Mescidin, aslî halini kısmen de olsa koruyabildiği, XIX. yüzyılın sonlarına ait bazı fotoğraflardan518 517 Burada medrese ve mescit ile ilgili yapılacak olan mimari tarifler, mescit ve minare yıkılmadan önce binanın planını çıkarmış olan Sarre (a.g.e., Abb.190) nin tespitlerine dayalı olarak yapılacaktır. Nitekim binada gerçekleştirilen son restorasyon da bu tespitlere dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. 518 Löytved, a.g.e., s.134-135, Abb.189-190. Hebrard, Les Monuments… s.178–179 243 anlaşılabilmektedir. Minare, H.15 Şaban 1319 /M. 27 Kasım 1901 Çarşamba günü yıldırım isabet etmesi nedeniyle birinci şerefesine kadar yıkılmış, bu sırada, batısındaki mescidin kubbesini de tahrip etmiştir519. Uğur-Koman520, 1929 yılında harap durumdaki mescidin son cemaat yeri duvarlarının tamamen yıkıldığını ifade eder. Mevcut bilgilerden 1930’lı yıllara kadar binanın bu harap durumunu koruduğu görülür. 1930–1956 yılları arasında medresenin portal ve iç mekân onarımı dışında, ne medresenin ne de mescidin yıkılmış bölümlerine herhangi bir müdahalede bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Mescidin yıkılmış görüntülerinden (Foto:146) kubbesinin tuğladan, son cemaat yerinin ise taş olduğu anlaşılmaktadır. Mescidin günümüze ulaşan mihrabı tuğladır. Mescide giriş, doğu yönünden olup son cemaat yerinin girişi ile hemen hemen aynı aksta yer alan bir kapı ile harime geçilir (Çizim:21). Mescidin güneydoğu köşesindeki minarenin girişi ise son cemaat Foto 146: Mescidin XX. başlarındaki durumu (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden) 519 Uğur-Koman, a.g.e., s.69, Konyalı, a.g.e., s.811. Her iki yazarda bu kesin tarihi nereden naklettiklerini belirtmemektedirler. Bu konuda Soyman-Tongur, (a.g.e., s.45) 1899 tarihini verir. Ancak 25 Aralık 1900 tarihli mescit imamının tayini (Atçeken, a.g.e., s.256) ile ilgili belge, bu iddianın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. 520 Uğur-Koman, a.g.e., s.69. Konyalı (a.g.e., s.811) ise bu 1929 yılındaki yıkımın bir “tecavüz” neticesinde olduğunu belirtir. Ancak bunun kimin tarafından ve nasıl gerçekleştirildiği konusunda bilgi vermez. 244 yerine açılmaktadır. Mescitte ilk kademeyi son cemaat yeri, ikinci kademeyi harimin beden duvarları, üçüncü kademeyi ise harimin kubbesi oluşturmaktadır. Aslî halinde iki şerefeli olan minare (Foto:122) ise hem medreseyi hem de mescidi aşan yüksekliği ile külliyenin son kademesini oluşturan birimini ihtiva ediyordu. Mescidin son cemaat bölümü ile harimi son onarımda yeniden inşa edilmişken, mescidin kuzeydoğu köşesinde yer alan minare ise, 1901 yılında yıldırım isabet etmesi521 nedeniyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır (Foto:123-124). Yıkılmadan önce yaklaşık 55 m. yüksekliğindeki522 minareyi tahrip olmadan önce gören Huart523, “…minare’nin kubbeden (mescit) çok yüksek” olduğunu vurgularken, “…yapısında meydana gelen bir yanılma sonucu doğuya doğru eğik” olduğunu belirtir. Bu eğilmenin bir takım statik problemlerin dışında, minare ile çevresindeki binaların yükseklikleri arasındaki büyük farktan dolayı oluştuğu anlaşılmaktadır. Kare kaide ve dilimli bir gövdeye sahip minarenin yıkılmadan önce iki şerefe ile üç bölüme ayrılmış bir gövdeye sahip olduğu eski fotoğraflardan524 tespit edilmektedir(Foto:122). Söz konusu fotoğraflardan, gövdenin birbirinden farklı süslemeye sahip üç bölüme ayrıldığı ve aşağıdan yukarı doğru incelen bir yapısı olduğu anlaşılmaktadır. İki şerefeden birincisinin alt kısmı sıvalıdır. Bu durum, minarenin 1901’den önce de bir onarım gördüğünü göstermektedir. Ancak mevcut bilgilerimizle bu onarımın ne zaman gerçekleştiğini bilmiyoruz. Minarenin kaidesi, portalde kullanılan açık sarı renkli kesme taştan yapılmışken, diğer bölümleri tuğladandır. Minare basamaklarının, kaideye kadar olan kısmı kesme taş, üst bölümleri tuğla malzemedendir. 521 Uğur-Koman, a.g.e., s. 69. 522 Konyalı, a.g.e., s. 811. 523 Huart, Mevleviler Beldesi…, s.104. 524 Löytved, a.g.e., Abb. 189. 245 Minare (Foto:147), portal ile mescidin son cemaat yeri arasında bulunur. Minareye bugün, son cemaat yerinden ulaşılabilmektedir. Kare planlı kaidenin doğu yüzünde kapalı bir geometrik bir bulunmaktadır. kompozisyon Burada boyuna dikdörtgen bir sahayı meydana getiren kalın silme, oluştururken aynı dıştaki zamanda panoyu yatay eksende, köşelerde düğüm ve Foto 147: Minare (Onarım sonrası) geçmelerle birbirine bağlandığı ve içteki iki sivri kemerli sahayı kat ettiği görülmektedir. Sivri kemerli sahanın ortasında isemerkezde bulunan, dik eksen üzerinde, üst üste konumlanmış palmetlerden rumîlerin çıktığı, boyuna gelişmiş, açık bir bitkisel kompozisyon yer alır (Foto:148). Burada dikkati çeken palmetlerin alttan yukarıya doğru gittikçe daha kabarık işlenmesidir. Alttan itibaren gitgide daha kabarık işlenen palmetlerden yatay eksende olanı, diğerlerine göre daha büyük ve tepesine doğru eğilmiş525 bir şekilde işlenmiş, esas itibarıyla sathî bir bitkisel süsleme olan kompozisyonun en dikkat çekici noktasını oluşturmuştur. 525 Portalde görülen sathi zemin üzerine plastik karakterli motiflerle kompozisyon teşkil etme anlayışını burada da görmekteyiz. 246 Bu kompozisyonun üzerinde, boyuna dikdörtgen formlu minare penceresi yer alır. Pencere dıştan içe doğru kalın süslemesiz silmelerle kuşatılmış, en içteki silmenin üst kısmı, kemerli bir şekilde sonlandırılmıştır. Kare planlı pabuç kısmında üst üste iki yatay düzenlenmiş bölüm yer alır. Altta, yatay istiflenmiş tuğlaların oluşturduğu zemin, üstten, alttan ve yanlardan silme ile sınırlandırılmıştır. Kartuşta, her yüzünde ikişer tane olmak üzere turkuaz sırlı tuğlaların yatay olarak beş yerleştirilmesiyle sıra teşkil halinde edilmiş baklava dilimi motifli bir süsleme vardır. Bunun üzerinde yer alan daha dar kartuşun içi süslemesizdir. Dört yönden çift sıra silme ile sınırlandırılmış olan kartuş, sadece Foto 148: Minare kaidesinden doğu ve güney yüzde devam eder. Pabucun diğer yüzleri süslemesiz düz tuğla satıhlar halindedir. Konyalı bu kartuşun bir zamanlar çinilerle süslü olduğunu ve bunların çalındığını belirtir. Konyalı’nın belki de -kitabesi bulunmayan- külliyenin inşa kitabesinin bulunduğunu söylediği526 bölümün XIX. yüzyıla ait fotoğraflarından527, çinili olduğuna ait bir iz görülmemektedir. Ancak resimlerden kartuşun sıvalı olduğu anlaşılmaktadır. Sekiz dilimli gövdenin oturduğu bölüm köşelerde yer alan prizmatik üçgenlerle onikigene dönüştürülmüştür. Gövdenin ilk 526 Konyalı, a.g.e., s. 810. 527 Löytved, a.g.e., Abb. 190. 247 şerefeye kadar olan kısmı turkuaz çinilerden oluşan kaval silmelerle sekize ayrılmıştır (Foto:149). Bu bölümlerin dördü üçgen prizma, dördü ise yarım daire planlı olarak düzenlenmiştir. Bu bölümlerde yer alan geometrik açık kompozisyonlar boyuna gelişir. Buradaki kırık çizgi, zikzak ve baklava motifleri, çini kabaraların her sırada bir kabara genişliğinde kaydırılmasıyla biçimlendirilmiştir528. Motifleri patlıcan moru ve turkuaz renkli prizmatik çini mozaik parçalar teşkil eder. Birinci şerefe altının, XIX. yüzyıl ortalarına ait fotoğraflarından kadarıyla sıvalı belirtmiştik. Vakıfların yıllardan anlaşıldığı olduğunu itibaren 1930’lu başlayan onarımları sırasında bu sıvalı tabaka kaldırılmış, asli halinde çini Foto 149: Minare gövdesinden detay mozaiklerden oluşan bir süslemeye sahip olduğu anlaşılmıştır. Kalabilmiş bazı çini parçalarından anlaşıldığı kadarıyla, altta ve üstte enine dikdörtgen iki çini bordürün sınırladığı alanda, bitkisel dekorlu ve turkuaz zemin üzerine siyah dekorlu çini mozaik çinilerden oluşan bir süsleme görülmektedir. Üstteki enine dikdörtgen çinili bordürün üzerinde sivri kemerli niş biçimli bir çini bordür daha bulunmaktadır. Buradaki sivri kemerli nişlerin dış konturunu turkuaz renkli bir silme dolaşırken, içte kafes taklidi bir geometrik bir kompozisyon yer almaktadır. Nitekim eski fotoğraflardan (Foto:122) üstteki şerefenin altının mukarnaslı bölümünün altında da bu şekilde çinili bir kısmın olduğu 528 Bakırer, a.g.e., s.425. Buradaki motifin benzeri medresenin avlu kubbesinde görülür. Ayrıca bir başka Sahip Ata eseri olan Sivas Sahip Ata Medresesinin minarelerinde de bu kompozisyon bulunmaktadır. 248 görülür. Löytved529in fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla, gövdenin birinci şerefenin üzerindeki bölümü sekiz dilimlidir. Dilimlerin arasında ise kaval silmeler yer almaktadır. Löytved530in çizimine göre bu bölümde kaval silmelerin arasındaki dilimli bölümlerin üzerinde boyuna gelişmiş zikzak ve baklava motiflerinden oluşan açık bir kompozisyon vardır. Burada süslemelerin çinilerle oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Gövdenin diğerlerine göre daha kısa olan üçüncü bölümünün ise enine gelişen ve zikzak motiflerinden oluşan açık bir kompozisyonla süslüydü. Burada kaval silmeler bulunmamaktadır. Uğur-Koman531, şerefelerin geometrik kompozisyonlu taş korkuluklarının olduğunu belirtir. Eski fotoğraflardan ikinci şerefenin altının mukarnaslı olduğu görülür. Uğur-Koman532, şerefe kapılarının batı yönde olduğunu belirtir. Minarenin gövdesindeki mevcut mazgal pencere ise kuzey yüzde bulunmaktadır. Son onarımlarla XIX. yüzyıldaki görüntüsüne uygun bir biçimde yeniden inşa edilen mescit, kare planlı kubbeli harim ve ona doğu yönden bitişmiş enine dikdörtgen planlı bir son cemaat yerinden oluşmaktadır (Çizim:21, Foto:150-151). Foto 150: Mescit (Onarım Sonrası) 529 Löytved, a.g.e., Abb. 189. 530 Löytved, a.g.e., Abb. 193. 531 Uğur-Koman, a.g.e., s. 68. 532 Uğur-Koman, aynı yer. Foto 151: Mescit ön cephe (Onarım Sonrası) 249 Düz çatılı son cemaat yerine, doğu cephenin kuzey köşesine yakın boyuna dikdörtgen bir kapı ile girilmektedir. Kapının üzerinde aynı aksta boyuna dikdörtgen bir pencere açıklığı yer almaktadır. Saçağın altında muhdes bir çörten vardır. Mescide bu kapı ile aynı aksta yer alan diğer bir açıklıkla ulaşılmaktadır. Son cemaat yerinin giriş (doğu) cephesinde, ortadaki bir sütunla ikiye ayrılmış boyuna dikdörtgen iki pencere açıklığı bulunmaktadır. Minarenin kapısı son cemaat yerine açılmaktadır. Son cemaat yeri, onarımlar sırasında Löytved’in planı ve fotoğraflarına533 uygun olarak yenilenmiştir. Löytved’in fotoğraflarında son cemaat yeri ön yüzünün, iki boyuna dikdörtgen açıklıktan meydana geldiği, bu açıklıkların üzerinin de düz bir atkıyla geçildiği tespit edilmektedir. Ancak bugün minarenin pabuç kısmında yer alan bir mimari detay aslî halinde son cemaat yerinin farklı biçimde bir örtüye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Pabuç kısmında yer alan ve kuzeye doğru açıldığı anlaşılan bir kemer başlangıcı, son cemaat yerinin aslî halinde, iki kemerle biçimlendirilmiş bir ön yüz düzenlemesine sahip olduğuna işaret etmektedir534. Nitekim 18 Temmuz 1811 tarihinde gerçekleştirilen tamirde “…mescidin saçak ve damının üzerlerinin tamir edildiğini”535 öğrenmekteyiz ki, bu müdahale sırasında mescitle beraber son cemaat yerinin de Löytved’in planında tespit ettiğimiz şekline dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Ortadaki sütundan yan duvarlara atılmış iki kemerli açıklığa sahip olduğu anlaşılan son cemaat yerinin üzerinin, aslî halinde düz çatılı olduğu söylenebilir. Nitekim son cemaat yerini örten bu çatının bitişen bölümlerinin pabuç kısmı üzerindeki izlerini bugün görebilmek mümkündür. Bu durum, son cemaat yerinin aslî halinde bugünkü yüksekliğini aşan 533 Löytved, a.g.e., Abb. 189, 190. 534 Sahip Ata’nın Akşehir’deki medresesinde bulunan mescidin son cemaat yerinin de bu türden bir düzenlemeye sahip olduğunu biliyoruz. 535 Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 256-257. 250 bir kotta sonlandığını gösterir. Dolayısıyla Löytved ve Sarre gibi seyyahların binayı ziyaret ettiği yıllarda onarımlarla son cemaat yerinin aslî görüntüsünden farklı bir duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. Minare ve mescidin yıkılmasından sonraki yıllara ait fotoğraflarda son cemaat yerinin batı duvarında, üst kotta düzenli ahşap kiriş yuvaları dikkati çekmektedir. İzler son cemaat bölümünde bir ahşap konstrüksiyonun varlığını düşündürtse de bunu destekleyecek başka bir veri yoktur. Vakıfların 1940‘lı yıllara ait fotoğraflarında, artık sadece güney ve batı duvarının temel seviyesindeki bölümleri kalabilmiş son cemaat yerinin, kesme taşla inşa edilmiş olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, kiriş izlerinin de bugün bilemediğimiz bir onarım sırasında yapılmış başka bir eklenti olduğu, aslî halinde son cemaat yerinin düzgün kesme taşla inşa edildiğini söyleyebiliriz. Mescidin, kare planlı hariminin, XIX. yüzyıl fotoğraflarında kasnaksız536 bir kubbe ile örtülü olduğu görülür (Foto:122). Löytved’in planında537 pandantifle geçilmiş bir kubbeyle örtülü harimin doğu duvarına açılmış bir pencere ile aydınlatıldığını tespit etmekteyiz. Buna karşın mescidin yıkıldıktan sonraki yıllara ait fotoğraflarında, kuzey ve batı duvarlarında da birer pencere yer aldığı görülür. Onarımlar sonrasında yenilenen harimin batı ve kuzey duvarlarına iki pencere yerleştirilmiştir. Minarenin tesiri ile önce tahrip olan daha sonra da bakımsızlıktan ve diğer dış tesirlerle tamamen yıkılan mescitten günümüze sadece tuğla mihrabı kalabilmişti. Yatay istiflenmiş yarım tuğlalarla oluşturulmuş sivri kemerli mihrabın iki kenar bordürü mevcuttur. Bordürler üstte devam etmemektedir. Tuğlaların üzerinde sıva kalıntıları olmasına karşın herhangi bir süsleme görülmemektedir. Bu 536 Katoğlu (a.g.m., s.87), tek kubbeli mescitleri incelediği makalesinde, konumuz olan mescidin de aralarında bulunduğu yapıların ortak özelliklerinden birinin de kubbelerinin, kasnaksız olarak duvarların içine gömülü bir şekilde inşa edilmesi olduğunu belirtmiştir. 537 Löytved, a.g.e., Abb. 190. 251 durum medresenin son derece görkemli taş ve çini süslemesiyle tezat oluşturan bir durumdur. Aslî halinde mescit mihrabının zengin bir çini dekorasyona sahip olduğunu söyleyebilir. Nitekim Uğur-Koman ve Konyalı’nın, mescidin yıkılmadan önceki durumuna ilişkin verdikleri bilgiler bunu doğrular niteliktedir. UğurKoman538, “…mescidin bir metre yüksekliğine kadar çini tuğlalarla kaplanmış idi” derken, Konyalı539, harim duvarlarının çinili olması dışında, “… kıble duvarına güzel sülüs ile yazılan levhaların izleri yer yer göze çarpar” diyerek kalem işi süslemelerin varlığını düşündürtecek bilgiler sunmaktadır. Ancak bu bilgileri kanıtlayabileceğimiz günümüze ulaşabilen başka bir veri bulunmamaktadır. Mescidin, 1900 tarihine kadar faaliyette olduğunu, bu yıla ait bir imam tayini vesilesiyle öğrenmekteyiz540. Çeşitli onarımlar ve müdahalelerle aslî işlevini XX. yüzyıl başlarına kadar sürdürdüğü anlaşılan mescidin tarihi konusunda kitabesinin günümüze ulaşmaması sebebiyle kesin bir bilgimiz yoktur. Bu konuda, Osmanlı dönemine ait bütün şerî sicil ve tahrir kayıtlarında medrese ile beraber anılan mescidin, vakfiyesinde de bu şekilde zikredilmesi541, mescidin sonradan ilave edilmiş olabileceği yolundaki iddiaları542 ortadan kaldırmaktadır. Vakfiyesinde “…birbirine bitişik bulunan Medrese ve mescit ve minare”543 şeklinde açık bir ifade ile bahsedilen mescidin, medrese aynı tarihte inşa edildiğini düşünmekteyiz. Nitekim minarenin pabuç kısmında görülen son cemaat yerine ait parça, aslî halinde minare 538 Uğur-Koman, a.g.e., s. 69. 539 Konyalı, a.g.e., s. 811. 540 Atçeken, a.g.e., s. 256. 541 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38-39. 542 Kuban, (a.g.e., s.170, dpnt. 20.) yanına küçük bir mescit eklenmiş medrese örneği olmadığını belirterek mescidin sonradan ilave edildiğini ifade eder. Mescitli medreseler konusunda akla ilk gelen örnek Akşehir Taş Medrese Mescidi’dir. 543 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.39. 252 ile son cemaat yerinin (ve dolayısıyla mescit) aynı inşaat programının ait olduklarını gösterir niteliktedir. Medresenin 1261–1262 tarihlerinde yapılmış olabileceğini belirtmiştik544. Biz mescidin de bu tarihler arasına ait olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim P.Kuniholm, minareden aldığı ahşap bir parçaya uyguladığı dendrokronolojik analize göre, söz konusu ahşap parçanın kesim tarihinin 1259 olduğunu belirtir545. Yapıda kullanacak olan ahşabın yapımdan bir iki yıl önce kesildiğini düşünürsek bu analizin sonucunun da bizim öngördüğümüz tarihe uygun olduğu ortaya çıkmaktadır. Külliye, Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Vakfiyesinde “Sultan Kapısı yolunda Odun pazarı yakınında ve hendek hizasında” şeklinde tarif olunan bina, gerek ticari gerekse saray gibi kamu yapılarının bulunduğu çok önemli bir alanı işgal etmekteydi. Dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü Ahmedek tepenin batısında yer almaktaydı546. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz547(Harita:3). Vakfiyede geçen Sultan kapısı’nın şehrin kuzeyinde olduğu ve Karatay Medresesine açıldığını Karatay vakfiyesinden548 öğrenmekteyiz. Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapı Sultan kapısıydı. Bu durum, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine kurulduğunu göstermektedir. U.Tanyeli549, XIII. yüzyılın ikinci yarısında, Konya’daki yapılaşmanın surların dışına taşmaya başladığını belirtir. Sahip Ata Medresesinin 1260’lı yıllarda, sur içinde, önemli ekonomik ve politik bir alanda inşa 544 Geniş tartışma için bakınız dipnot 449. 545 Kuniholm, a.g.m., s.125. 546 Tanyeli, a.g.t., s. 55. 547 Turan, “Karatay…, s. 81. 548 Turan, aynı yer. 549 Tanyeli, a.g.t., s.56. 253 edilebilmiş olması, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin siyasi ve ekonomik gücüne işaret eder. Sahip Ata’nın ülkenin genel veziri olduğu yıllara denk gelen550 külliye, şehrin önemli bir alanında inşa edilmiş olması, hem banisinin siyasi kariyerindeki yeni rütbesinin bir hatırası, hem de mimarının yepyeni denemelere giriştiği bir başyapıt olarak Konya’nın Ortaçağ dokusu içerisindeki yerini almıştır. 550 Bu konudaki geniş tartışma için bakınız dipnot 449. 254 Çizim 19: Konya Sahip Ata Medresesi Planı (Onarım Öncesi) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 255 Çizim 20: Konya Sahip Ata Medresesi Kesitleri (Onarım Öncesi) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 256 Çizim 21: Konya Sahip Ata Medresesi Planı (Onarım Sonrası) (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden) 257 Çizim 22: Konya Sahip Ata Medresesi Portali (Tuncer’den) 258 3.5- Konya Çeşme Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007. Konya Beyhekim Mahallesinde bulunan ve “Dön Baba Tekkesi”, “Tahir İle Zühre Mescidi”, “Arzu İle Kanber Tekkesi” gibi değişik isimlerle tanınan mescit, Osmanlı dönemi kayıtlarından Sahip Ata’ya ait külliyenin yapılarından biri olduğu anlaşılmaktadır. Fatih dönemi Konya evkaf defterlerinde Sahip Ata’ya ait “Dârü’lHuffâz”, “Mescit” ve “Çeşme”den bahsedilir. Kayıtta, bu eserlerin Çeşme Kapısı civarında olduğu yazılıdır551. II. Bayezid devri evkaf kayıtlarında bu binalarla ilgili daha ayrıntılı bilgiler vardır. Burada, Dârü’l-Huffâz’ın Karamanoğulları devrinde yıkılmasından ötürü vakfın gelirlerinin Konya Sahib Ata Dârü’l-Hadisi’nin (İnce Minareli Medrese) müderrisine tahsis edildiği; gelirleri Dâr’ül-Hadis’e devredilen vakfa ait binaların ise, Dârü’l-Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i Sahip) müteşekkil olduğu ifade edilmektedir552. Kayıtlarda yer alan Dârü’l-Huffâz ve Kırk Çeşme isimli yapılardan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Söz konusu külliye, Orta Çağ’da Konya Dış Kale Surlarının içinde, kalenin batı yöndeki kapılarından Çeşme Kapısının yakınlarında yer alıyordu (Harita:3). Diğer yapıları günümüze ulaşamadığından külliyeye ait binaların nasıl konumlandığını tespit edememekteyiz. 551 Konyalı, (a.g.e., s.518.) nın naklettiği bu evkaf kayıtlarında binalara vakfedilen Konya’daki arazi isimleri de yer almaktadır. 552 Aynı yer. Önkal (a.g.e., s.434.) sadece, kayıtta yer alan “Sahip” tabirinden yola çıkarak binanın Sahip Ata Fahreddin Ali’ye mal edilemeyeceğini belirtir. Konyalı’nın bildirdiği kayıtta vakfın mütevellisi olarak Abdurrahman isimli bir kişi zikredilir. Bu kişinin II.Bayezid tahririnde, Larende Kapısının karşısındaki Sahip Ata külliyesinin vakfının da mütevellisi olduğunu görüyoruz.(Bkz. Bu çalışmanın Sahip Ata Cami bölümüne) Bu durum, “…Sahip evladından Abdurrahman…” ın mütevellisi olduğu bu iki külliyenin de Fahreddin Ali’ye aidiyetini, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. 259 3.5.1- Mescit (Tahir İle Zühre Mescidi) Beyhekim Mahallesinde bulunan mescit553, “Dön Baba Tekkesi”, “Tahir İle Zühre Mescidi”, “Arzu İle Kanber Tekkesi” gibi değişik isimlerle tanınmaktadır554. Bina, bugün, Meram İlçesi, Beyhekim Mahallesinde, Gazi Lisesinin kuzeyindedir. Batıdan, İmam Bağavi Sokağı, güneyden ise Muzaffer Hamit Sokağının sınırladığı bina, bu iki sokağın kesiştiği köşede yer alır (Harita:3). Binanın doğusunda ve kuzeyinde günümüz konutları bulunur. Binanın kitabesi bulunmadığı için banisi, tarihi ve mimarına ilişkin kesin bilgilerimiz de yoktur. Buna karşın Fatih dönemi Konya evkaf defterlerinde, Sahip Ata’ya ait bir Dârü’l-Huffâz, Mescit ve Çeşme’den bahsedilir ve bu eserlerin Çeşme Kapısı civarında olduğu yazılıdır555. İncelediğimiz mescidin de kalenin çeşme kapısı civarında olması, söz konusu binanın Sahip Ata’ya aidiyetini ortaya koyar. Sahip Ata’nın diğer binaları, ayrıca Konya ve çevresindeki benzer tipteki mescitler de dikkate alındığında XIII. Yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlendirilebilir556. Dikdörtgene yakın planlı bina doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim: 23). 553 M.Önder, a.g.e., s.194.; Konyalı, a.g.e., s.516-519.; Katoğlu, a.g.m., s.81-100.; Dilaver, a.g.m., s.17-28.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.469-473.; Akmaydalı, “Konya-Merkez Tahir İle Zühre…, s.101-121.; Yetkin, a.g.e., s.104-105.; Tuncoku, a.g.t.; Önkal, a.g.e., s.434-435.; Atçeken, a.g.e., s.156-157. 554 Konyalı, (a.g.e., s.517.) bu isimlerin yeni olduğunu, hatta bu isimlerin bir veya birkaçını uyduran kişinin de yakın zamana kadar hayatta olduğunu belirtir. 555 Konyalı, (a.g.e., s.518.) nın naklettiği bu evkaf kayıtlarında binalara vakfedilen Konya’daki arazi isimleri de yer almaktadır. 556 Binayı, Öney, (a.g.e., s.98.) ve Akmaydalı (a.g.m., s.101.) XIII yy. sonu XIV. yy. başına; Katoğlu (a.g.m., s.85.) XIII. Yüzyılın son 25-30 yılı içinde; Bakırer, (a.g.e., s.469.) 1280, Yetkin, (a.g.e., s.105) XIII. Yüzyılın sonları, Konyalı, a.g.e., s.517.) XIII. yüzyıla tarihlemektedir. 260 Aslî halini büyük ölçüde korumuş olan binanın, Osmanlı döneminde geçirdiği tamirlere ilişkin herhangi bir kayda rastlamamaktadır. Cumhuriyet döneminde ise bina kapsamlı iki onarım geçirmiştir. Konyalı557, 1944 yılında incelediği binanın uzun süredir ibadete kapalı olduğunu belirtir. Vakıflardaki ilgili dosyada 1958 yılında gerçekleştirildiği belirtilen onarımın niteliğine ilişkin herhangi bir kayıt yoktur558. Bina 1986 yılında kamulaştırılarak çevresindeki konutlar yıkılmıştır559. V.G.M. tarafından 1991 yılında kapsamlı bir onarım faaliyeti gerçekleştirilen560 bina, bugün kullanılabilir durumda ve ibadete açıktır. Binanın beden duvarları, -kuzey cephe hariç; bu cephede, moloz taş yerine düzgün blok taşlar kullanılmıştır- zeminden 2.00 m. seviyeye kadar moloz taş örgülüdür. Bunun üzerinde tuğla malzeme yer alır. Bunun dışında tuğla, mescit ve 557 Konyalı, (a.g.e., s.517) binanın mülkiyetinin Sütçü Mehmet isimli bir şahsın elinde olduğunu, 1884 yılında şahsın kayınpederi tarafından satın alındığını ve o yıldan 1944’e kadar ibadete kapalı olduğunu belirtmektedir. 558 Bu müdahaleyle ilgili bilgilerimiz 1991 onarımına ilişkin raporlarda yer alan bazı tespitler ve Akmaydalı’nın verdiği bilgilerle sınırlıdır. Buna göre, 1958 onarımında, beden duvarını nihayetlendiren bir taş silme eklenmiş (Akmaydalı, a.g.m., s.101), çatıya beton dökülmüştür (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42.01.01/54 numaralı dosyada yer alan ve 1991 yılına ait onarıma ilişkin raporlarda yapılan tespitler.) 559 560 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. Bu onarımda (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54.) harimin kubbesinin eksik tuğla bölümleri tamamlanmış, damı, çamur sıva üzerine kurşun ile kaplanmış, yonu taşından saçak kornişleri yenilenmiş, cephelerdeki boşalan derzler, aslına uygun olarak doldurulmuş, son cemaat yerinden dama çıkışı temin eden merdivenin orijinal tuğla basamaklarından eksik olanları tamamlanmış ve bu merdivenin üzerine dama çıkış kapağı eklenmiş, ayrıca doğu cephedeki çinili kapının eksik bölümleri sıva ile tamamlanıp, ahşap saçak ile korunması sağlanmış, kubbe geçiş öğelerinin eksik derzleri tamamlanmış, hem harim hem de son cemaat yerinin geçiş öğelerine kadar olan bölümleri sıvaları yapılmış, türbe ve son cemaat yerinin zemini traverten ile kaplanmış harimin ise orijinal tuğlaların eksik kısımları tamamlanmış, mescidin kuzeydeki muhdes kapısı iptal edilerek pencereye dönüştürülmüş, harim ve son cemaat yerindeki mihrapların eksik bölümleri aslına uygun olarak alçı ile tamamlanmış, avlu döşemesi yenilenip, avludaki yağmur sularını drene edecek düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. 261 türbenin kubbesiyle son cemaat yerinin örtüsünde kullanılmıştır. Mescidin orijinal zemin döşemesinin de tuğla olduğunu onarımlar561 sırasındaki tespit edilmiştir. Ayrıca, giriş kapısının iki kenarındaki süsleme kuşağında tuğla ile geometrik bir düzenleme vardır. Çini malzeme ise alçı mihrap, mescit kubbe göbeğindeki madalyonda ve son cemaat yerinin tonozunun göbeğinde ve kapının bordürlerinde kullanılmıştır. Bina iki kademe halinde algılanmaktadır. İlk kademeyi beden duvarları oluştururken, ikinci kademeyi mescidin ve türbenin örtüleri oluşturur. Hem mescidin hem de türbenin kubbesi, doğrudan beden duvarına oturmaktadır. Onarımlar sırasında kurşunla kaplanmış olan mescidin kubbesinde, daha önceki yıllara ait fotoğraflardan, tek sıra halinde ve yatay eksen boyunca sıralanmış, “S” profilli dişlerin yer aldığı görülmektedir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alanı kaplayan bina, tek kubbeli ve kare planlı mescide kuzeydoğudan eklenmiş tonozlu son cemaat yeri ile güneydoğu yönünde eklenmiş kubbeli mekândan ibarettir. Cephelerdeki tuğlalar, yatay olarak ve her sırada ½ oranında atlamalı olarak sıralanmıştır. Tuğla cepheler, üstte taş bir silmeyle nihayetlenir. Binanın güney cephesinde herhangi bir açıklık bulunmaz (Foto:152-153). Zeminden 2.00. m. seviyeye kadar moloz taşın, bunun üzerinde de tuğla malzemenin kullanıldığı562 cephenin, zeminden itibaren ilk sırasında, iki monolit blok mermer taş, iki köşede yer alır. Cephenin düşey aksına göre asimetrik konumlu, birbirinden farklı büyüklüklerde ve biri doğu, diğeri batı köşeye yakın konumda iki sağır sivri kemer bulunur. Bunlardan doğu köşeye yakın olanı, cephenin ortasına denk gelen bir konumda, 561 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. 562 Vakıflardaki dosyasında yer alan eski fotoğraflarında, cephenin saçağa yakın üst kısımlarında tek sıra halinde düzenli kiriş yuvaları görülmektedir. Binanın diğer cephelerinde de görülen bu kirişler, binaya geç dönemde dıştan bitişmiş binaların varlığını düşündürmektedir. 262 diğeri, moloz taş örgünün arasında yer almaktadır. Bu kemerin alt hizasında cepheyi yatay olarak kat eden tuğla bir hatıl kuşağı vardır. Kemerlerin tuğlaları, cephedeki düzenin aksine düşey olarak istiflenmiştir. Foto 152: Konya Sahip Ata Mescidi (Güney ve doğu cephe, onarım sonrası) Foto 153: Binanın onarım öncesi güney ve doğu cepheleri (VGM. Arşivinden) Güney cephedeki gibi alt kısımları belli bir seviyeye kadar moloz taş onun üzerindeki kısımları tuğla örgülü olan batı cephede, tek açıklık vardır (Çizim:26, Foto:154-155). Cephenin düşey aksında ve moloz taş örgünün bittiği kotta yer alan boyuna dikdörtgen formlu pencere sivri kemerlidir. Pencere üstte ve yanda boyuna dizilmiş tuğla bir kuşak ile çerçeve içine alınmıştır. Uçları sövelerine ve lentosuna tutturulmuş metal bir şebekeyle kapatılmış olan pencere onarım sırasında beyaz badana ile boyanmıştır. Foto 154: Batı cephe (Onarım Sonrası) Foto 155: Batı ve güney cephe (Onarım Sonrası) 263 Kuzey cephenin (Foto:156-157), zeminden yaklaşık 1.75 m. yüksekliğe kadarki bölümü, büyük blok taşlarla örülmüştür. Üst bölüm tuğla malzemedendir. Batı köşesinden itibaren yaklaşık 6. 00 m. lik kısmı, cephenin diğer bölümünden 1.50 m. kadar içerlek tutulmuştur. Masif tutulan doğusundaki bölümün aksine, bu kısımda üç pencere açıklığı bulunur. Bu bölümün düşey aksından biraz doğuya kaymış olarak ve aynı hizadaki üç pencereden altta olanı onarımlar sırasında pencereye dönüştürülmüş olan bir kapıdır563. Boyuna dikdörtgen formlu açıklığı, dört yönden enli taş bir silme kuşatır. Pencere onarımlar sırasında metal şebekeyle kapatılmıştır. Pencerenin üzerinde yuvarlak kemerli bir açıklık yer alır. Cephe yüzeyinden bir miktar içerlek tutulmuş olan pencere açıklığını, boyuna dizilmiş bir sıra tuğla kuşatmaktadır. Pencere açıklığını, onarımlar sırasında boyanmış olan metal bir şebeke örtmektedir. Bu açıklığın üzerinde, doğu cephedeki ile aynı form ve ölçülerde bir pencere yer almaktadır. Bu pencere doğu cephedekinden farklı olarak dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Pencere açıklığı, cephe yüzeyinden 5 cm. içerlek tutuluştur. Foto 156: Kuzey cephe (Onarım Sonrası) Foto 157: Kuzey ve batı cephe (Onarım Öncesi) Doğu (giriş) cephe (Foto:158), kuzey cephede olduğu gibi zeminden belli bir seviyeye kadar büyük blok taşlarla, onun üzerindeki bölümleri ise tuğla 563 Aynı dosya. 264 ile inşa edilmiştir. Cephede düşey aksa göre simetrik, köşelere ve birbirlerine eşit uzaklıkta sivri kemerli iki açıklık bulunur. Bunlardan güneyde olanı sivri kemerli bir penceredir. Beyaz badana ile boyanmış metal bir şebekeyeörtülü olan pencere, sivri kemer kavsine uygun boyuna tek sıra tuğla bir Foto 158: Ön (Doğu) cephe (Onarım Sonrası) bordürle kuşatılmıştır. En dışta boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan pencerenin üzerinde, binanın adını, yapım ve restore tarihini belirten bir tabela bulunmaktadır. Pencerenin üçgen alınlıkları, turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Pencerenin tam alt hizasında boyuna dikdörtgen biçimli taş lentolu bir kapı bulunmaktadır. Bugün tek kanatlı demir bir kapı ile örtülü olan kapı, onarımlar sırasında örülerek kapatılmıştır. Cephenin kuzeyinde yer alan ve diğerine göre daha büyük ölçülerdeki sivri kemerli açıklık dıştan boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Bu çerçeve içindeki bölüm cephenin yüzeyinden 5 cm. içerlek tutulmuştur. Bir sıra boyuna yerleştirilmiş tuğla dizisiyle kuşatılmış olan açıklığın üzengi hattından itibaren üst kısmı, ahşap bölmeli cam bir panoyla örtülmüş, alt kısmı ise tuğla ile örülerek doldurulmuştur. Onarım öncesi fotoğraflarından çok daha açık bir şekilde görülebileceği gibi564 aslî halinde sivri kemerli bir açıklık olan bu bölümün(Foto:159), sebebini ve tarihini bilemediğimiz bir müdahaleyle, esas yerinden alınan çini portalin üzerine yerleştirilmesi için alt kısmının tuğla ile 564 Bakınız, aynı dosyada yer alan onarım öncesine ait fotoğraflar. 265 doldurularak iptal edildiği anlaşılmaktadır. Portalin aslî halinde, son cemaat yerinden mescide girilen kapı üzerinde yer aldığı, sebebini bilemediğimiz bir nedenle565, portalin buradan son cemaat yerinin doğu yüzündeki sivri kemerli açıklığının üzerine taşındığı anlaşılmaktadır (Foto:160). Foto 159: Portal (Onarım Öncesi) 565 Foto 160: Portal (Onarım Sonrası) Tuncoku, (a.g.t., s.90-92.) portalin bugünkü yerine taşınmasıyla ilgili olarak dört ihtimalden bahseder. İlk ihtimal olarak portalin bugünkü yerinde olabileceğini, ikinci ihtimal olarak geç tarihte aslına uygun olarak bugünkü yerinde yeniden yapılmış olabileceğini, üçüncü olarak da mescidin kapısından bugünkü yerine taşınmış olabileceğinden bahseden Tuncoku, son olarak yıkılan Darü’lHüffaz kapısının buraya taşınması ihtimali üzerinde durur. Yazar, bunlar arasında en güçlü ihtimalin üçüncü olasılık oğlunu belirterek, mevcut portalin aslî halinde mescit kapısında yer aldığını ve mescidin artık kullanılmadığı bir dönemde bugünkü yerine taşınmış olabileceğinden bahseder. Biz, günümüze birkaç parçası kalabilmiş olan portalin, aslî halinde mescidin girişi üzerinde yer aldığını, mescidin kuzeydeki penceresinin kapıya dönüştürüldüğü müdahale sırasında, bugünkü yerine taşınmış olabileceğini düşünmekteyiz. 266 Bu kapının yerleştirilebilmesi için, son cemaat yerinin sivri kemerli açıklığı da tuğlayla örülerek doldurulmuştur. Sonradan örülmüş olan bu bölümün ortasında yer alan ve cepheden bir miktar taşıntı yapan portalin üzeri, onarım sırasında ahşap bir sundurmayla örtülmüştür. Sadece süsleme bordürlerinin bir kısmı günümüze kalabilmiş olan portalin diğer kısımları onarım sırasında alçı malzemeyle yeniden yapılmış, orijinal kalabilen süsleme bordürleri bu muhdes kapının üzerine yerleştirilmiştir. Onarımlar sonrası portal, basık kemerli bir kapı açıklığıyla, onu yanlardan kuşatan ve dışta olanı enli ve düz, içte olanı içbükey iki bordürden oluşur. Portalin orijinal kalabilen kısımları kuzey yan bordürlere yerleştirilmiştir (Foto:161). Orijinal portal tuğladandır ve günümüze kısımlarından bordürün, ulaşabilen dıştaki enli beşgenlerden müteşekkil geometrik bir Foto 161: Portal detay (Onarım Sonrası) kompozisyona sahip olduğu görülür. Beşgenler, turkuaz renkli dikdörtgen kesilmiş çini mozaiklerden, bunların ortasındaki daha küçük boyutlu beşgenler ise patlıcan moru çinilerden teşkil edilmiştir. Orijinal portalin içbükey biçimli diğer bordürünün günümüze ulaşabilen kısımlarından aynı şemanın tekrar edildiği anlaşılmaktadır. Bugün, basık kemerli kapı açıklığının alınlığında, orijinal portale ait bir takım parçalar bulunmasına karşın, şemanın aslî halini anlayabilmemiz mevcut parçalarla mümkün görünmemektedir. 267 Basık kemerli kapı açıklığından son cemaat yerine566 geçilir. Kuzey-güney doğrultusundaki dikdörtgen planlı son cemaat yeri, basık bir tonozla örtülüdür (Çizim:23, Foto:162). Güney duvarında zeminden 15 cm. yükseklikte alçı mihrap yer alır (Foto:163). Mihrap nişinin alt kısmına sonradan boyuna dikdörtgen formlu bir hacet penceresi açılmıştır. Aslî halinde çinili567 olduğu belirtilen mihrap Foto 162: Giriş bölümü tonozu onarımlar sırasında yenilenmiştir. Mihrap, beş sıra mukarnas dizisine sahip sivri kemer formlu kavsara ve alttaki boyuna dikdörtgen bölümden oluşur. Mekânın batı duvarında iki açıklık vardır. Bunlardan güneyde olanı sivri kemerli bir penceredir ve güney kenarının bir kısmı türbe denilen mekânla mescidi ayıran duvarın arasında kalmıştır568. Pencere, onarımlar sırasında ahşap doğramalı bir çerçeve ile örtülmüştür. Foto 163: Giriş bölümündeki mihrap Bu duvardaki ikinci açıklık kapı açıklığıdır. Boyuna dikdörtgen formlu kapının üstünde basık kemerli bir açıklık yer alır. Onarımlar sonrasında pencere ahşap 566 Bu mekândan Konyalı (a.g.e., s.516.) ve Katoğlu (a.g.m., s.85) son cemaat yeri olarak bahsederken Önder (a.g.e., s.157.) bu bölümü dehliz şeklinde isimlendirmiştir. Dilaver (a.g.m., s.20) ise bu bölümü son cemaat yeri olarak isimlendirmenin yanlış olacağını, Batı Anadolu Beylikleri devrinde karakteristiğini bulacak olan son cemaat mekânı için öncü birer giriş bölümü olduğunu belirtir. 567 Akmaydalı, a.g.m., s.102. 568 Planından da anlaşılacağı gibi türbe ile son cemaat yerinin ortak duvarının batı köşesi pencereyi kapatmaması için pahlanmıştır. Ancak bu önem bile pencerenin bir bölümünün duvar içinde kalmasını engelleyememiştir. 268 doğramalı bir çerçeve, kapı açıklığı ise çift kanatlı bir kapı ile örtülmüştür569. Onarım öncesi fotoğraflarında, bu iki açıklığın cephenin aksına göre simetrik düzenlenmiş aynı formda ve fakat kuzeyde olanı daha geniş ölçülerde olduğu görülmektedir. Buna göre bu iki açıklığın üstte sivri kemerli bir pencere, altta ise boyuna dikdörtgen formlu bir kapı olmak üzere iki kısımdan oluştuğu ve bu iki bölümü ahşap bir hatılın ayırdığı görülmektedir570. Hatılın üst kısmı tuğla, alt kısmı ise kaba yonu taş malzemeyle oluşturulmuştur. Üstteki pencereleri boyuna dizilmiş tek sıra tuğla bir çerçeve dolaşmaktadır. Bu iki açıklıktan kuzeyde olanı, yani mescide giriş kapısının eşik taşı, onarımlar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Konyalı, bu kapının, binanın 1944 yılındaki kullanıcısı tarafından kapatıldığını ve son cemaat yerinin bir kiler haline getirildiğini belirtmektedir571. Mekânın batı duvarında dama çıkışı sağlayan boyun dikdörtgen formlu bir açıklık yer almaktadır. Dama ulaşımı sağladığı anlaşılan merdiven duvar kalınlığı içinde yer almakta olup, onarılar sırasında yenilenmiştir. Onarım öncesi fotoğraflarından bu açıklığın hemen altında mekânın tüm duvarlarını dolaşan ahşap bir hatıl görülmektedir. Onarımlar sırasında bu hatılın alt kısmı beyaz badanayla boyanmış, üst kısmı tuğlayla örülerek tamir edilmiştir. Güney duvarda bu hatılın üst kısmında kalmak üzere, sağır bir sivri kemer bulunmaktadır. Sivri kemeri oluşturan tuğlalar tek sıra halinde düşey olarak sıralanmıştır. Mekânın doğu bölümünün ise aslî halinde dışa bir sivri kemerli açıldığı, bilahare portalin buraya taşınması sırasında örülerek kapatıldığı mevcut dilatasyon izlerinden anlaşılmaktadır. Mekânın duvarlarındaki tuğla örgü, tuğlaların yatay olarak dizilmesi ve her sırada 569 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. 570 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada yer alan fotoğraflar. 571 Konyalı, a.g.e., s.516. Bu kapının kapatılmasıyla mescidin kuzey duvarındaki pencerenin kapıya dönüştürülmesi işlemi aynı tarihte yapıldığı anlaşılmaktadır. Binanın orijinal çinili kapısının sökülerek son cemaat yerinin doğu duvarına taşınması işlemi de Konyalı’nın bahsettiği bu müdahale sırasında gerçekleştirilmiş olmalıdır. 269 yarım tuğla boyu kayırılmasıyla oluşturulmuştur. Buna karşın mekânın tonoz örtüsündeki tuğla örgü daha farklı bir düzendedir. Dört yönden iki sıra düz silmenin sınırladığı tonoz örtüde örgü, tuğlaların hem yatay hem de düşey sıralanmasıyla elde edilmiştir. Tuğlalar, her sırada bir tuğla kalınlığı ve düşey derz arası genişliğinde sağa, sola kayarak yükselir. Tuğlaların kayma ve yön değiştirme düzeniyle balıksırtı örgüde içice baklavalar biçimlenmiştir. Tonoz göbeğindeki geometrik motif, ilk baklava sırası patlıcan moru, bunu çerçeveleyen ikincisi ise turkuaz sırlı çinilerden biçimlendirilmiştir572. Son cemaat yerinin batı duvarındaki açıklıktan mescit kısmına geçilir. Kare planlı mescit, Türk üçgenleriyle geçilen kubbeyle örtülüdür (Çizim:23, Foto:164). Mescit duvarlarının geçiş öğesiyle örtüsü tuğla, beden duvarları kaba yonu taştandır. Geçiş öğesinin alt hizasından itibaren ahşap bir hatıl iki Foto 164: Mescit kubbe geçiş öğeleri bölümün sınırlarını belirlemektedir. Geçiş öğelerinin ana akslara denk gelen bölümlerinde, güneyde ve doğuda sivri kemerli sağır birer niş, batı ve kuzeyde ise yine sivri kemerli birer pencere bulunur (Çizim:25). Nişleri ve pencereleri, üstten ve her iki yönden boyuna dizilmiş tuğla bir çerçeve kuşatır. Pencereler onarımlar sırasında cam bir şebekeyle kapatılmıştır. Geçiş öğesindeki tuğla örgü, cephe ve son cemaat yerindekiyle aynıdır. Onarımlar sırasında mekânın orijinal kare tuğla döşemesine ait izler ortaya çıkarılmış573, daha sonra üstü ahşap döşemeyle kaplanmıştır. Mekânın batı duvarında aksa göre asimetrik 572 Bakırer, a.g.e., s.472. 573 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada yer alan fotoğraflar. 270 düzenlenmiş, kuzeydeki diğerlerine göre daha enli üç açıklık yer alır. Bu açıklardan güneyde ve ortada yer alan aynı ölçü ve formda olup, birincisi mescide diğeri son cemaat yerine açılan iki penceredir. Kuzeydeki üçüncü açıklık ise son cemaat yerinden mescide geçilen kapıdır. Bu açıklıklar bugün ahşap çerçeveli şebekelerle örtülüdür. Mekânın kuzey duvarında, tam aksta, sivri kemerli düşey dikdörtgen bir pencere yer alır. Bu açıklık, 1991 onarımına kadar dışa açılan bir kapı olup, tamirler sırasında pencereye Mescidin güney dönüştürülmüştür574. duvarının ortasında yüzeyden taşıntılı mihrap bulunur (Foto:165). Boyuna dikdörtgen formlu mihrap, alçı ve çini malzemedendir. Mihrabın harap olmuş bölümleri, onarımlar sırasında alçı ile tamamlanmıştır. Bu anlamda, mihrabın yatay Foto 165: Mihrap eksene göre alt bölümü tamamıyla yenidir. Orijinal mihraptan kalabilen bölümler ise mukarnaslı kavrasanın ilk üç sırası ve köşelikleri, ayrıca iki yandan ve üstten kuşatan bordürlerin mihrabın üst yarısındaki kısımlarıdır. Mihrabı yanlarda ve üstte dört bordür kuşatır. Dıştaki dar bordürden günümüze batı kenarının üst bölümündeki parçaları kalabilmiştir. Burada altıgen turkuaz çinilerle 574 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. Gerek açıklığın dış cephedeki mevcut durumu, gerekse Konyalı (a.g.e., s.516) nın verdiği bilgilerden, aslî halinde pencere olan açıklığın kapıya dönüştürülme işleminin geç dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır. Biz bu pencereden kapıya düştürülme işleminin Konyalı’nın bildirdiği ve mescit kapısının kapatılarak son cemaat yerinin kilere dönüştürüldüğü müdahale sırasında gerçekleştirildiğini düşünmekteyiz. Nitekim onarım öncesine kadar ayakta olan ve binanın doğu cephesini kapatan konutun varlığı da düşünüldüğünde binaya girişi sağlayabilecek tek açıklığın kuzey cephedeki bu açıklık olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle açıklığın aslî halinde pencere olduğunu düşünmekteyiz. 271 aralarındaki üçgen biçimli patlıcan moru renkli çinilerden oluşturulmuş, boyuna gelişmiş, geometrik açık bir kompozisyon yer alır. Bunu izleyen içbükey bordürün üstte enine ve yanlardaki boyuna kısımların üst kesimlerdeki parçaları, günümüze ulaşabilmiştir. Yanlarda geometrik karakterli, iki ince silmeyle sınırlananbordür, beşgenler geçmesinden oluşan boyuna geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Üçüncü bordürü, dıştan iki silme kuşatmaktadır. Bunlardan dışta olanı süslemesiz dar bir silme olup, ölçülerdeki içteki silmeyi ise beşgenlerden oluşan boyuna bir kompozisyonla, birbirlerine uç kısımlarından bağlanmış rumîlerden oluşan diğer bir kompozisyon birbirini takip ederek tezyin etmektedir. Diğerlerin göre daha enli bordürü, aralarda beşgen ve beş kollu yıldızlardan oluşan ve boyuna gelişen geometrik bir kompozisyon süslemektedir. Beşgen ve beş kollu yıldız şeklindeki alçı boşluklar turkuaz renkli çini mozaik çinilerle doldurulmuştur. Kompozisyonu oluşturan silmenin üzeri ise kabartma halinde işlenmiş gülbezekler, rumîler ve beşgenler geçmesinden oluşan kompozisyonla süslenmiş olup, bu farklı şemalar, alçı silmenin oluşturduğu beşgenlerin her koluna biri gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Son bordürde içbükey saha boyuna gelişen ve beşgenler geçmesinden oluşan geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Üçgen biçimli kavsaranın kenarları beşgenlerden teşkil edilmiş geometrik bir kompozisyona tezyin edilmiştir. Bu bölümle, prizmatik üçgen biçimli mukarnaslı nişlerin arası, kavsaranın üçgen şekline uygun, turkuaz renkli çini mozaik parçalarla doldurulmuştur. Kavsaranın üstten dört sırası, sağlam olarak günümüze ulaşabilmiş, diğer bölümleri onarımlar sırasında tamamlanmıştır. Kavsara, üstteki ilk sırasında bir, ikinci sırasında beş, üçüncü sırada yedi son sırada ise 9 adet sivri kemerli nişten oluşur. Aslî halinde niş dizilerini enine çini bordürlerin ayırdığı, kalabilen izlerden anlaşılabilmektedir. Mescidin kubbesinde son cemaat yerinin tonozundakine benzer bir tuğla örgü vardır. Yatay ve düşey 272 olarak sıralanmış tuğlaların kısa kenarları düşey birim olarak kullanılmış, her yatay sırada bir tuğla kalınlığı ve bir düşey derz aralığı genişliğinde sağa ve sola yükselerek belirli sıralarda yön değiştirip yatay yönde kırık çizgileri biçimlendirir. Burada kubbe merkezinden kasnağa kadar içice oniki kırık çizgili çember dizilidir (Foto:166). Kubbenin merkezinde dairesel çinili bir madalyon vardır. Foto 166: Mescidin kubbesi Foto 167: Kubbe merkezindeki madalyon Madalyonu dışta patlıcan moru dairesel bir bordür sınırlamaktadır. Madalyonun ortasında ise beyaz zemin üzerine, turkuaz renkli çini mozaik parçalarla oluşturulmuş, kûfî hatlı bir yazı vardır. Merkezde bir beşgen oluşturacak şekilde düzenlenen bu yazı kompozisyonunda, Allah ve dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) isimleri yer almaktadır (Foto:167). Yazı kompozisyonun aralarında kalabilmiş rûmîler ve palmetlerden, aslî halinde yazıların aralarının bitkisel süslemelerle dolgulandığı anlaşılmaktadır. Mescidin onarımları sırasında, geç döneme ait künk parçalarıyla karşılaşılmıştır575. Bu veri, havuz ihtimalini düşündürüyorsa da, buna dair bir veriye rastlanmamıştır. Vakıfların onarım öncesi raporlarında bina zemininde nemin oluşturduğu tahribat sıklıkla vurgulanır576. Bizce, 575 576 Tuncoku, a.g.t., s.53, 97, Fig.17f. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada bulunan 1991 tarihli rapor. 273 bu künkler, Osmanlı döneminde binanın bu sıkıntısını gidermek için alınan önlemlerin bir parçası olmalıdır. Mescidin doğusundaki kare planlı mekân, kubbeyle örtülüdür (Çizim:23, Foto:169). Mekânın Türk üçgenleriyle geçilen kubbesi, mescidin örtüsünden daha sivridir. Mekânın dört duvarında, yaklaşık 30 cm. derinlikte sivri kemerli dört niş yer alır. Duvarlar zeminden niş kemerlerinin üzengi noktasına kadar moloz taş, geçişler ve kubbe tuğla örgülüdür. Kubbedeki örgü düzeni mescidinkiyle aynıdır. Mekânın her duvarında her biri farklı kotlarda ahşap hatıllar yer alır. Onarımlar sırasında moloz taşlı bölüm beyaz badanayla boyanmıştır ayrıca zemini de betonla kaplanmıştır. Mekânın güney duvarında herhangi bir açıklık bulunmazken, kuzey duvarında, son cemaat yerinin mihrabının ortasına sonradan açılmış boyuna dikdörtgen bir pencere yer alır. Doğu ve batı duvarlarında ise karşılıklı birer açıklık vardır. Bunlardan batıda olan ve düşey akstan biraz güneye kaymış vaziyetteki açıklık, bugün mekâna girişi sağlayan kapıdır. Boyuna dikdörtgen biçimli bu açıklığın üzerinde, sivri kemerli bir pencere bulunmaktadır. Mekânın doğu duvarında, tam aksta yer alan açıklığın ise aslî halinde batıdakiyle benzer bir düzenlemeye sahip olduğu, alttaki boyuna dikdörtgen kapının onarımlar sırasında kapatıldığı, üstteki sivri kemerli açıklığın ise onarımlar sırasında muhdes bir şebekeyle tamir edilerek günümüze ulaştığı görülmektedir. Mekânda doğu-batı doğrultulu yan yana iki ahşap sanduka yer almakta olup (Foto:168), kimlere ait olduğu bilinmemektedir577. Türbe diye nitelenen bu mekânın kripta bölümü yoktur. 577 Konyalı (a.g.e., s.517) burada, “…Selçuk paralarının üstüne şîr ile Hurşîdi koyduran hükümdarla sevgilisinin medfun olduğu…” rivayetini Ahmed Tevhid’den aktarmaktadır. 274 Foto 168: Mescidin doğusundaki mekanda yer alan sandukalar Foto 169: Mescidin doğusundaki mekanın örtüsü Bugün Tahir İle Zühre Mescidi olarak bilinen ve kitabesi günümüze ulaşamayan binanın banisi, tarihi ve mimarına ilişkin kesin bilgilerimizin bulunmamaktadır. Fatih ve II. Bayezid dönemine ait Konya evkaf defterlerinde, Çeşme Kapısı civarındaki Dâr’ül-Huffâz, Çeşme ve Mescitten müteşekkil külliyenin Sahip Ata’ya aidiyetinden bahsedilir578. Osmanlı dönemine ait bu kayıtlardan, Dâr’ül-Huffâz’ın Karamanoğulları tarafından yıkıldığını ve külliyeye ait Çeşme (Kırk Çeşme-i sahip) nin de bu yöndeki kale kapılarından birine ismini (Çeşme Kapısı) verdiği tespit edilmektedir579. Bugün Tahir İle Zühre Mescidi olarak tanınan binanın, konumu itibariyle, kayıtlarda Çeşme Kapısı civarında olduğu söylenen külliyenin mescidinin olduğu anlaşılmaktadır. Kitabe ve vakfiyesi günümüze ulaşmayan bina, Sahip Ata’nın diğer binaları, ayrıca Konya ve çevresinde yer alan benzer plan şemasındaki diğer mescitler de dikkate alındığında XIII. Yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlendirilebilir580. 578 Konyalı, a.g.e., s.518. 579 Aynı yer. 580 Binayı, Öney, (a.g.e., s.98.) ve Akmaydalı (a.g.m., s.101.) XIII yy. sonu XIV. yy. başına; Katoğlu (a.g.m., s.85.) XIII. Yüzyılın son 25-30 yılı içinde; Bakırer, (a.g.e., s.469.) 1280, Yetkin, (a.g.e., s.105) XIII. Yüzyılın sonları, Konyalı, (a.g.e., s.517.) ise XIII. yüzyıla tarihlemektedir. Kuniholm 275 Binanın girişi, 1958 yılındaki ilk onarımı öncesi kuzey cepheden sağlanmaktaydı. Onarım öncesi fotoğraflarından bu açıklığın sonradan oluşturulduğu rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Ayrıca doğu cephedeki çini portalin varlığı da bu açıklığın muhdes olduğunu ortaya koymaktadır. Konyalı 1940’lı yıllarda, son cemaat yerinin depo olarak kullanıldığını, binanın da uzun bir süredir mescit işlevini yitirdiğini belirtmektedir581. Biz girişin kuzey cephesine alınması işleminin, Konyalı’nın bahsettiği bu yıllarda gerçekleştirilmiş olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim binaya doğu yönden bitişmiş olup, onarım sırasında istimlâk edilen edilerek yıkılan ev, bu cepheyi ve portali kullanılamaz hale getirmekteydi. Dolayısıyla bu konutun yapıldığı ve Konyalı’nın verdiği bilgiye göre son cemaat yerinin de depo haline getirildiği yıllarda, binaya girişin de kuzey cepheden sağlanmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Doğu cephedeki sivri kemerli açıklığın kuzey kenarında bulunan çini portalin onarım öncesi fotoğraflarından ve mevcut izlerden buraya sonradan yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bugün portalin üzerinde yer aldığı bölümün de, aslî halinde kemerli bir açıklık olup, bilahare üzengi seviyesine kadar tuğlayla doldurulduğu, mevcut dilatasyon izlerinden tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla portal de sivri kemerli açıklığın kapatılması sırasında buraya getirilmiş olmalıdır. Portal aslî halinde, son cemaat yerinden mescide geçişi sağlayan açıklığın üzerinde bulunuyordu (Çizim:24). Nitekim portal ve bu açıklığın genişlikleri birbirine eşittir. Portalin doğu cephedeki bugünkü yerine ne zaman taşındığı bilinmemektedir. Bu verilerden aslî halinde doğu cephede sivri kemerli bir açıklığın olduğunu ve bu tonozlu ön bölümden portale ulaşıldığını anlamaktayız. Bu ön bölümün güney (a.g.m., s.127.), mescit ve kuzeydeki kapıdan aldığı ahşap parçaların dendrokronolojik analize göre 1233 tarihinde kesildiğini belirtmektedir. 581 Konyalı, a.g.e., s.517. 276 duvarında bulunan mihrap, namaz kılınan bir yer olduğunu göstermektedir. Son cemaat yeri olarak isimlendirdiğimiz bu ön bölümde, saf düzeni açısından uygunsuzluk dikkati çeker. Zira son cemaat yerinin, uygun bir saf düzeni oluşturulabilmesi için doğu-batı olması gereken doğrultusu, kuzey-güney yönlüdür. Bu, namaz kılınabilmesi için sıkıntı doğuracak bir durum olmasına karşın, biz, yine de bu tonozlu ön bölümün son cemaat yeri olarak kullanıldığını düşünmekteyiz. Güney duvarındaki mihrabın ortasına açılan pencere, geç dönemde, mescitle beraber son cemaat yerinin artık namaz kılınan bir yer olmadığını gösterir. İçinde iki sanduka bulunan mekân türbe olarak isimlendirilir. Kriptası olmayan mekânın içindeki sandukaların kime ait olduğu bilinmemekle birlikte Konyalı, sandukaların geç tarihte buraya konulduğunu belirtir582. Bu mekânın aslî halinde türbe fonksiyonuna sahip olduğunu gösteren herhangi bir delil yoktur. Binanın doğu cephesinde yer alan ve üzerinde bir de sivri kemerli pencere bulunan, örülerek kapatılmış kapı, mevcut yol kodunun yükselmesi sebebiyle, kriptaya açılan bir kapı gibi bir görüntü doğursa da bu kapı mekâna açılmaktadır. Ayrıca, mescidin aslî halinde bir külliye içinde yer aldığı düşünülürse, kriptasının olmayan bu mekânın, külliyenin diğer binaları olan Dâr’ül-Huffâz ve Çeşmeyle birlikte değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünmekteyiz. 582 Aynı yer. 277 3.5.2- Dârü’l-Huffâz ve Çeşme Fatih dönemi Konya evkaf defterlerinde Sahip Ata’ya ait Dâr’ül-Huffâz, Mescit ve Çeşme’nin, kalenin Çeşme Kapısı civarında olduğu yazılıdır583. II. Bayezid devri evkaf kayıtlarında bu binalarla ilgili daha ayrıntılı bilgiler vardır. Burada, Dâr’ül-Huffâz’ın Karamanoğulları devrinde yıkılmasından ötürü vakıf gelirlerinin Sahip Ata Dâr’ül-Hadisinin müderrisine tahsis edildiği belirtilmektedir. Kayıtta, gelirleri Sahip Ata’nın Konya’daki Dâr’ül-Hadisine devredilen vakfa ait binaların, Dâr’ül-Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i sahip) oluştuğu ifade edilir584. Konyalı Karamanoğulları döneminde Dârü’l-Huffâz ve çeşmelerin yıkıldığını, bu yüzden gelirlerinin Osmanlı döneminde Sahip Ata’nın Konya’daki diğer eserlerine aktarıldığını belirtmektedir585. Kayıtlarda yer alan Dâr’ül-Huffâz ve Kırk Çeşme isimli yapılardan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Kayıtlarda Tarihi Konya Kalesinin Çeşme Kapısında olduğu belirtilen mescidin Konya’da, Tahir İle Zühre Türbesi veya Dönbaba Mescidi olarak bilinen yapı olduğu anlaşılmaktadır586. Dârü’l-Huffâz’a dair herhangi bir maddi delil ise ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Vakıf kayıtlarında mescit ve çeşmeyle beraber anılıyor olması, binanın bir külliye düzeninde inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Dârü’lHuffâz’ın mescide göre nasıl konumlandığını bugün için kesin olarak bilemiyoruz. 583 Uzluk, a.g.e., s.15. 584 Konyalı, a.g.e., s.518. Önkal (a.g.e., s.434.) sadece, kayıtta yer alan “Sahip” tabirinden yola çıkarak binanın Sahip Ata Fahreddin Ali’ye mal edilemeyeceğini belirtir. Konyalı’nın bildirdiği kayıtta vakfın mütevellisi olarak Abdurrahman isimli bir kişi zikredilir. Bu kişinin II.Bayezid tahririnde, Larende Kapısının karşısındaki Sahip Ata külliyesinin vakfının da mütevellisi olduğunu görüyoruz.(Bkz. Bu çalışmanın Sahip Ata Cami bölümüne) Bu durum, “…Sahip evladından Abdurrahman…” ın mütevellisi olduğu bu iki külliyenin de Fahreddin Ali’ye aidiyetini, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. 585 Konyalı, a.g.e., s.952. 586 Bu konuyla ilgili ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın “Konya Sahip Ata Mescidi” bölümüne. 278 Buna karşın Sahip Ata’nın Konya’daki ve Akşehir’deki külliyelerine bakıldığında bitişik bir düzende yer aldıkları görülür. Eğer durum böyle ise Dâr’ül-Huffâz’ın, mescide, tamamıyla sağır güney cephesine bitişik şekilde konumlandığını iddia etmek akla en yakın ihtimal olarak karşımıza çıkmaktadır. Külliyenin çeşmesinin ise nerede olabileceğini dair bir veri yoktur. Ortaçağ’da Dârü’l-Huffâz, Mescit, Çeşme’den müteşekkil külliye, Sahip Ata’nın diğer eserleri gibi kale kapılarından birinin yakınında çok ve önemli bir konumdaydı. Dolayısıyla Sahip Ata Mescidinin, “Mahalle Mescidi” olduğu yolundaki değerlendirmelerin587 tam aksine, inşa edildiği dönemde şehrin önemli mevkiini işgal eden külliyenin yapılarından biri olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu durum, kubbeli kübik mescitler şeklinde gruplanan yapıların asli durumlarını yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek bir sonuçtur. 587 Kuban, a.g.e., s.151. 279 Çizim 23: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi Planı (Onarım Sonrası) (H.Akmaydalı’dan) 280 Çizim 24: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi Planı (Restitüsyon) (H.Akmaydalı’dan) 281 Çizim 25: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi a-a Kesiti (H.Akmaydalı’dan) 282 Çizim 26: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi (Batı cephe elevasyonu) (H.Akmaydalı’dan) 283 3.6- Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Ocak 2006. Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Kayseri’deki Kalesinin kuzey kapısının karşısında yer alan külliyesinden günümüze, medrese ve çeşme gelebilmişken, mescidi, XX. yy. başlarındaki yol çalışmaları sırasında yıkılmıştır. Çeşme, önceleri mescitle beraber medresenin karşısında yer alırken, anılan çalışmalar sırasında kaldırılarak medresenin ön cephesindeki bugünkü yerine taşınmıştır. Bu anlamda külliyenin, aralarında bir yol geçecek şekilde, karşılıklı konumlanmış iki yapı bloğundan oluştuğu anlaşılmaktadır. Ortaçağ’da külliyenin güneyinde Dış Kale surlarının, kuzeydeki ilave bölümü bulunmaktaydı. Ayrıca şehrin önemli ticari ve sosyal merkezlerinden At (Bugünkü Cumhuriyet) Meydanı külliyenin güneyinde bulunuyordu. Kalenin kuzeybatı kapılarından Odunpazarı (Meydan) Kapısı külliyenin güneybatısında yer almaktaydı (Harita:4). Harita 4: Kayseri Kalesi Surları, Kale Kapıları ve Sahip Ata Külliyesinin Yeri. (Kaynak: earth.google.com/) 284 3.6.1- Medrese (Sahibiye Medresesi) Diğer Sahip Ata eserlerinde olduğu gibi bu bina da çok sayıda incelemeye588 konu olmuştur. Halk arasında “Sahabiye Medresesi” olarak da anılan bina XVI. yüzyıl’a ait bir evkaf kaydında589 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye” ismiyle anılmaktadır. Medrese, şehir merkezinde, tarihi kalenin kuzeyinde Sahabiye Mahallesinde yer almaktadır. Güneyden Ahmet Paşa Caddesi, batıdan İstasyon Caddesi doğudan ise Mete Caddesi ile sınırlanan binanın kuzeyinde bir Roma Tapınağı590 bulunmaktadır. Güney-kuzey doğrultusunda uzanan bina, dikdörtgene yakın bir plana sahiptir. Kapının sivri kemerli kuşatma kemerinin üstünde yer alan çift satırlık mermer kitabesine591 göre, III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, H.666/M.1267 yılında Hüseyin oğlu Sahip Ali tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla beraber zamanla tahrip olmuş ve kimi bölümleri çeşitli onarımlarla yenilenmiştir. Binadan ilk bahseden, 1277 yılında Memlük Sultanı Baybars’ın Anadolu seferine katılan tarihçi Kadı Muhyiddin İbn Abdüz-Zahir’dir. Kayseri’yi tasvir ettiği bölümde Sahip Ata’nın zenginliğini ifade ederken“… Medresesinde otak ve çadırlarından bazılarını gördüm ki bunlar en 588 Halil Edhem, a.g.e., s.120-128.; Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie I…, s.64-66, (Pl: XV-XVI); Uğur-Koman, a.g.e., s.102-104; Ögel, …Taş Tezyinatı, s. 56-57; Akok, “Kayseri’de Gevher Nesibe…, s.133-142; Kuran, a.g.e., s.88-90; Sözen, a.g.e., s.29-33; Sümer, a.g.e., s.86-87; Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi… s.12-14.; Ahmed Nazif, a.g.e.; Tuncer, Kayseri Sahip...; Özırmak, a.g.t., s.81-82.; Karagöz, a.g.t., s.96-97.; İnbaşı, a.g.e., s.59.; Eravşar, a.g.t., s.252-254. 589 590 Özırmak, a.g.t., s.81-82. Roma dönemine ait bu anıtta, mezar taşından anlaşıldığı kadarıyla H.1317/M.1899, H.1318/M.1900 tarihli, Mesut ve Ayşe Hatun isimli iki şahsın mezarı bulunmaktadır. 591 Kitabenin Arapça yazılışı, transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Halil Edhem, a.g.e., s.121. 285 büyük hükümdarların sahip olamayacağı şeylerdir”592 şeklinde binadan bahsetmiştir. Külliyenin vakfiyesi günümüze ulaşamamasına karşın, XVI. yüzyıl’a ait bir evkaf kaydında593 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye” başlığı altında binaya tahsis edilen gelirlerinden bahsedilmesi, kayıp bir vakfiyesi olduğunu ortaya koymaktadır. Mütevellisi Abdüllatif Efendi’nin 24 Temmuz 1702’de Abdülselim Efendi’yi müderrisliğe teklif ettiğine dair belge594, binada XVIII. yüzyılda eğitim-öğretimin sürdüğüne işaret etmektedir. Binadaki onarıma ilişkin ilk belge yine XVIII. yüzyılın başlarına aittir. Bu belgede595 4 Ekim 1726 tarihinde “…medresenin harap olduğu ve müderris olan Mahmud kendi hevâ ve hevesine uyub ta’mir ve terhimi ve ta’lim ve tedrisi terk…” ettiği belirtilmektedir. Bu belge binanın XVIII. yüzyılın başlarında harap durumda olduğu ve tamire muhtaç olduğunu kanıtlar niteliktedir. Söz konusu onarımın, Kayseri ve çevresinde 9 Mayıs 1717 günü büyük bir yıkıma yol açan depremin596 hemen ardından gelmesi dikkat çekicidir. Bu depremin binada önemli tahribatlara yol açtığı anlaşılmaktadır. Ancak bu belgede mescitten ve çeşmeden bahsedilmemesi dikkat çekicidir. Medreseye dair bu yüzyıldaki diğer evkaf 592 Sümer, a.g.e., s.86-87. 593 Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre binanın 1500 yılında yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı defterde binanın yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye Mescidi”nin 1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl Başbakanlık Tahrir Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe gelir vakıf olarak verildiğini belirtmektedir. 594 Karagöz, a.g.t., s.96. 595 Aynı yer. 596 Ambraseyss-Finkel, a.g.e., s.101–103. Bu depremin Kayseri’deki birçok tarihi eserin yıkımına sebep olduğunu biliyoruz. Bunlardan biri 1722–1723 yıllarına ait bir onarım kitabesi bulunan Kayseri Ulu Camii’dir. 286 kayıtlarında597 müderris ve mütevelli tayini konularına ait bilgiler bulabilmekteyiz. Ahmed Nazif Efendi’nin 1900’lü yılların başında yayınladığı Mir’at-ı Kayseriyye (Kayseri Tarihi)598 isimli eserinde binadan “… çoğu kısmı harap bir halde olup talebenin ikâmetine elverişli olabilen ancak on iki odası kalmıştır.” şeklinde bahsetmesi, ayrıca, mütevellisi ve müderrisinin ismini de zikretmesi, medresenin harap durumda olduğunu ancak eğitimin devam ettiğini belirtmektedir. UğurKoman599, medresenin perişan bir durumda olduğunu belirtirken, “…hücre, eyvanların kubbeleri, tavanları çökmüş, avlusunun üç cihetinde bulunan revaklar kâmilen mahvünâbut olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Halil Edhem “Kayseriyye Şehri”600 isimli eserinde binanın harap durumda olduğunu ifade ederken, girişin önünde de bir takım duvarlar ve evlerden söz etmektedir. Binanın, Vakıflardaki onarım öncesi fotoğraflarında özellikle doğu ve batı cephelerindeki yenileme izleri, bugün kayıtlarına ulaşamamış olmamıza rağmen binada çeşitli onarımların gerçekleştiğini göstermektedir. Y.Akyurt601, bina için “…müzeler mimarı macit tarafından tamir edilmiş ise de asarî atikanın tamir kaidesince eksik tamir etmiş ve adeta tahrip eylemiştir” derken yüzyılın başlarında gerçekleştirilen ancak başarılı olamamış bir onarımdan bahseder. Buna karşın, binadaki en kapsamlı onarım Vakıflar Genel Müdürlüğünce602 1960’lı ve 1970’li yıllarda gerçekleştirilmiştir. Bir 597 Karagöz, (a.g.t., s.97.) 30 Nisan 1729 tarihli bu belgede, mütevellilik konusunun geniş tartışmalara yol açtığı ve bu sebeple birkaç kez el değiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu durum ve mütevellilik gibi doğrudan baninin ve onun ailesine ait bir görevin medresenin müderrisine verilmesi, bu tarihlerde binanın vakıf şartlarının artık unutulduğu ve bir anlamda sahipsiz olduğuna işaret etmektedir. 598 Ahmed Nazif, a.g.e., s.36. 599 Uğur-Koman, a.g.e., s.102-103. 600 Eldem, a.g.e., s.121. 601 Y.Akyurt, Kayseri Şehri ve Civarı, Kayseri 1946, s.20. 602 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosyada binada, 1968 yılında portalin üst kesimleri tamamlanmış, eski izlerine göre revakların ayak ve kemerleri tamamlanmış, 287 süre Öğretmenler Lokali olarak kullanılan bina, restorasyon çalışmalar sonunda bugün, kitapçılar çarşısı olarak kullanılmaktadır. Medresenin cephelerinde sarı bazalt ince yonu taşları kullanılmıştır. Onarım öncesi fotoğraflarından, revaklarının ve eyvan yüzeylerinin kesme taş ve hücre odaları ile bölme duvarlarının içinde de moloz taş örgünün bulunduğu görülür. Duvarların iç dolguları bol kireç harç ve kırma taşlıdır. Tonozlarda dolgu olarak tuğla malzeme kullanılmıştır. Medresenin ve çeşmenin kitabe taşları ise beyaz mermerdendir. Sahibiye Medresesi, açık avlulu ve dört eyvanlı plan şemasına uygun olarak tek katlı inşa edilmiştir (Çizim: 27). Dikdörtgene yakın planlı bina, sağır ve kalın dış duvarları ile prizmatik bir kütle halindedir. Ön cephede (Çizim: 29) hiçbir açıklığın bulunmaması, diğer cephelerdeki açıklıkların ise dar mazgal biçiminde açıklıklar olması binaya sağır bir kütle görüntüsü verir603. Ana eyvan ve portalin, dışta en yüksek bölümler olarak algılandığı yapıda, dikdörtgen avlunun -ana eyvan tarafı hariç- üç tarafını, dört köşeli on iki ayağın taşıdığı revaklar kuşatmakta ve bunların gerisinde de çeşitli ölçülerdeki hücreler sıralanmaktadır. Revaklar tamamen ortadan kalkmış ancak ayakların mevcut izlerine göre 1960’lı yıllarda tekrar inşa edilmiştir604. Ön cephenin iki köşesindeki dairesel planlı iki payanda ve sağır dış hücrelerin yıkılan tonoz ve damları onarılmıştır. Bunun dışında güneydoğu köşedeki mekânda hafriyat yapılmış ve helâ olarak kullanılan bu hacmin onarımı gerçekleştirilmiştir. Vakıfların 1970’li yıllarda gerçekleştirdiği onarımlarda, dama çıkış merdiveni, ana eyvanın batısındaki mekânın kubbesi betonarme olarak yeniden yapılmış ve ana eyvanın doğusundaki mekânın dam örtüsü de yenilenmiştir. Bunların dışında binadaki pencerelerin onarımı, sıva yapılması ve cephelerdeki dökülen taşların yenilenmesi gibi çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 603 Tuncer (a.g.e., s.23), yol kodunun giderek yükselmesi, ayrıca cephelerin üst kısımlarının yıkılmış olmasının, yapıda yatay bir etkiye neden olduğunu, ancak bu etkinin avluda yerini düşeye bıraktığını belirtir. 604 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 288 duvarlarıyla bina bir Ortaçağ Kervansarayını hatırlatır605. Bina ön yüz dışında tek kütle halinde algılanırken, bu cephede (Çizim: 29) taşıntılı portal ikinci kademeyi oluşturmaktadır. Avlunun planı (Çizim:27), kenarları arasındaki 10–20 cm. lik farklılık sebebiyle tam bir dikdörtgen değildir ve bu durum binanın planına da yansır. Yan eyvanlar, avlu ekseninden 0.90 m. güneye kaymıştır606. Revak Foto 170: Kayseri Sahibiye Medresesi (Ön Cephe) kemerlerinin doğu ve batı kenarlardaki kuruluşu, simetrik düzende olmasına rağmen eyvanların kuzeyinde bulunanların, diğer revak açıklıklarına göre daha geniş tutulduğu görülür. Revakların derinlikleri, yüksekliklerine göre çok dardır. Bu durum, odalar önünde gölgelik oluşturmaktan ziyade, avluda bir mimari düzen kurmak isteğiyle oluşturulmuş olmalıdır607. Hücrelerin aksine revaklar avluya dik tonozlarla örtülüdür (Çizim: 28). Çift sıralı geometrik bir süsleme çerçevesi yanlarda, üstte ve altta giriş cephesini dolaşırken, diğer cephelerde608, böyle bir süslemenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Masif güney (ön) cepheyi yanlarda, altta ve üstte, halat örgülü, profilli bir silme kuşatır (Çizim: 29, Foto:170, (Foto:176). Bu süsleme kuşağı, halat örgüye 605 Tuncer, a.g.e., s.20.; Ögel, a.ge., s.36., ve Kuran, (a.g.e., s.89) yapının “…muhkem bir kale” yi andırdığını ifade eder. 606 Tuncer (a.g.e., s.17), bu durumun ayaklar arasındaki mesafelerin eşit olmamasına yol açtığını belirtir. 607 608 Akok, a.g.m., s.140. Bugün batı cephenin üst kesiminde bu süsleme bulunmasına rağmen, cephenin onarım öncesi fotoğraflarından (Tuncer, a.g.e., Foto: 5) burada böyle bir süsleme kuşağının bulunmadığı anlaşılmaktadır. 289 benzer motifli kalın şerit ve onu altta ve üstte sınırlayan süslenmeden bırakılmış kaval silmeden oluşmaktadır. Portali de iki yanda kuşatan bu silme, aynı zamanda iki köşedeki payandayı da dolaşır. Cephenin tam ortasında yer alan portal, cepheyi iki eşit parçaya böler. Portalin iki yanındaki alanların tam ortalarında da simetrik, aslan başlı çörtenler yer alır. İki köşedeki payanda, tam ortadaki portal ve aralarındaki süsleme şeridi ile aksta yer alan çörtenlerden oluşan ön cephe düzeni Sahip Ata binalarındaki simetrik tasarım anlayışını yansıtır. Binada sadece ön cephenin iki köşesinde yer alan payandalar kare kaideye oturmaktadır. Köşe pahlarıyla sekizgene dönüşen kaideden silindirik gövdeye geçilmektedir. Gövdenin alt, üst ve binaya bağlandığı iki köşesinde cepheyi tamamen kuşatan süsleme şeridi bulunur. Payandalardaki süsleme şeridi cephedekiyle aynı olmakla birlikte, bağımsız, kapalı bir kompozisyon ile üstte tamamlanır. Bu durum portal için de geçerlidir. Dolayısıyla süsleme şeridi portal, payanda ve onların aralarındaki bölümlerde birbirine bağlanmadan, her bölüm için farklı tasarlanmıştır. Payandaların üst noktada nasıl sonlandığını bugün için bilememekteyiz609. Ön cephe bugün, üstte süsleme şeridi ile nihayetlenir. Cephe duvarları ile portalin bugünkü yükseklikleri Anadolu Selçuklu Medreselerinin ön cephe düzenlerinde çok sık da görülmeyen bir uyumsuzluğu gösterir. Tuncer610, restitüsyon önerisinde bu uyumsuzluğu, beden duvarını süsleme şeridinden sonraki enli bir kuşak ve onun üzerindeki dendan sırası ile yükselterek, dengelemeye çalışmıştır. Ön yüzde süsleme çerçeveleri zeminden 0.20 m. yukarıda 609 Tuncer (a.g.e., s.57, Çizim: 10-11), restitüsyon önerisinde payandaları, üst noktada mevcut süsleme kuşağından sonra bir düz ve sonra süslemeli iki silme ve onun üzerine yerleştirilmiş birer konik külahla sonlandırmıştır. 610 Tuncer (a.g.e., s.57, Çizim: 11) beden duvarlarının bu şekilde olmasıyla bugün dıştan algılanabilen avlu ile eyvanların kalkan duvarlarının gizlenmesinin de sağlanabileceğini belirtmektedir. 290 başlar. Böylece temel duvarı da görüntüye dâhil edilerek, ön cephenin yatay etkisinde etkili olmuştur611. Batı cephede toplam yedi pencere açıklığı (Foto:171). Bunlar şevlenen mazgal bulunur dıştan içe biçimindeki açıklıklardır. Pencereler cephede aynı hizada fakat asimetrik olarak Foto 171: Batı Cephe yer alırken kuzeyden itibaren üçü, birbirine eşit mesafede ve cephenin kuzey yarısında bulunurken, diğer dört açıklık yine birbirine eşit mesafelerde ve güney yarıdadırlar. Cephede bulunan iki aslan başlı çörtenden kuzey yarıda bulunanı cephenin ortasına yakın bir konumdayken, diğeri cephenin güney yarısının ortasında bulunur. Güney yarıdaki çörten, onarım sırasında yenilenmiştir. Ayrıca cephenin güneybatı köşeye yakın bölümünün üst kesimi onarım sırasında, tıpkı ön cephedeki süsleme şeridine benzer bir saçakla sonlandırılmıştır. Bunun dışında cephedeki bazı taşların onarım sırasında yenilendiği anlaşılmaktadır612. Kuzey cephede (Foto:172) kapatılmış kapı ve/veya pencere izleri, yenilenmiş taş kaplamalar ve tamamlanmış derz izleri ile aslî halinden oldukça uzak bir görünümdedir. Bugün biri cephenin tam ortasında, diğer ikisi de doğu ve batı yarılarının ortasına denk gelen üç açıklık bulunmaktadır. Ayrıca doğu köşeye yakın açıklığın doğu yanında kapatılmış bir açıklık daha mevcuttur. Bu açıklıklar bugün Kitapçılar Çarşı olarak kullanılan medresenin, yan kapıları olarak işlev görmektedir. 611 Tuncer, a.g.e., s.24. 612 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 291 Açıklıklara alimunyum doğramalı çerçeveler eklenmiştir. Bu düşey dikdörtgen formlu açıklıklardan batıda ve ortada olanı dışta içbükey süslenmeden bırakılmış bir silme ile kuşatılmıştır. Diğer açıklığı alimunyum kapı tamamen örtmüştür. Tuncer613, bu açıklıkların muhdes olduğunu belirtir. Ne yazık ki bu açıklıkların özgünlüğü konusunda yorum yapabilmemizi sağlayacak bir veri bulunmamaktadır614. Foto 172: Kuzey Cephe Foto 173: Doğu Cephe Doğu cephede (Foto:173) toplam altı pencere açıklığı vardır. Bu açıklıklar, asimetrik olarak üçerli iki grup halinde cephenin kuzey ve güney yarılarının aksa yakın bölümlerinde, birbirlerine eşit mesafelerde, aynı hizada yer almaktadır. Pencereler dıştan içe şevlenen mazgal biçimdedir. Güneybatı köşedeki pencerenin hemen güneyinde bugün kapatılmış bir muhdes kapı açıklığı da bulunmaktadır615. Vakıflardaki onarım öncesi fotoğraflarda616 doğu cepheye dıştan bitiştirilmiş, daha sonra kaldırılmış bazı bina kalıntılarına ait sıva ve kiriş izleri görülmektedir. Bunun 613 614 Tuncer, a.g.e., s.19. Açıklıkların bugünkü durum ve yol kodu düşünüldüğünde kapı görevi gördüğü söylenebilir. Ancak, binanın kuzeyinde bir Roma Tapınağının bulunuyor olması kuzey cephede -hem de- üç adet kapının yapılmış olamayacağını düşündürmektedir. Bu anlamda bizce de açıklıklar muhdestir. Bilinmeyen bir müdahale sırasında –büyük ihtimalle Osmanlı döneminde- bu açıklıklar meydana getirilmiş olmalıdır. 615 Yerli halkla yaptığımız sözlü mülakattan bu muhdes kapının, açıldığı binanın bu yöndeki mekânının tuvalet olarak kullanılmasını sağladığı ve onarım öncesine kadar bu işlevi sürdürdüğü anlaşılmıştır. 616 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 292 dışında bugün binaya doğu yönden bitişmiş olan çeyrek daire planlı bir bina kalıntısı dikkati çekmektedir (Çizim: 27). Medresenin ön cephesi ile aynı hizada yer alan bu kalıntının önüne, sonradan külliyenin çeşmesi yerleştirilmiştir. Fonksiyonu tespit edilemeyen bu kalıntının içerisinde sekiz adet, yuvarlak kemerli niş bulunmaktadır. Bu kalıntıyı dışta -doğu yönde- tek bir pencere aydınlatmaktadır. Ayrıca kalıntının medreseyle bitiştiği köşede bir mihrap kalıntısı yer alır617. Mihrabın önündeki bölüm, tek kişinin namaz kılabileceği genişliktedir. Bugün, -medrese gibi- kitapçılar çarşısı olarak işlev gören bina kalıntısının, onarım öncesi fotoğraflarından ve Akok’un618 verdiğe bilgilerden, yuvarlak kemerli çeyrek daire planlı ve içinde bir takım nişleri de ihtiva eden bir yapı olduğu anlaşılmaktadır (Foto:174–175). Medrese ile aynı tarihlerde onarılan kalıntının restorasyonunu yapan Erol Yurdakul buranın divanhane olabileceğini belirtir619. Foto 174: Doğu Cephedeki kalıntı 617 Foto 175: Doğu Cephedeki kalıntı Bu mihrap kalıntısını, bugün önü kapatılarak iptal edildiği için tespit edememekteyiz. Tuncer (a.g.e., Çizim: 2) in planında bu kalıntıyı tespit edebilmekteyiz. 618 Akok (a.g.m., s.142.), binada “…Bu binada mihraplı, nişli ve kırma duvarlı bir takım bölmeler görülmektedir” bulunduğunu belirtir. 619 Tuncer, (Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.13, dpnt.:2), de Yurdakul’un bu iddiasını –hiçbir neden belirtmeksizin- dile getirirken, burası ile ilgili projelerin V.G.M arşivinde yer aldığını belirtmesine rağmen, V.G.M.arşivinde medrese ve bu yapı kalıntısı ile birtakım elektrik projeleri dışında ciddi bir çizime rastlanmamıştır. 293 Tuncer620 ise Sahip Ata’nın diğer medreselerinin Hânkah, Darü’l-Ziyafe, İmaret gibi yapılarla beraber inşa edildiğinden yola çıkarak medreseyle aynı tapu içinde yer alan bu kalıntının aynı inşa inşaat dönemine ait olabileceğini, çeşmenin de buraya bu sebeple taşınmış olabileceğini ifade eder. Bu kalıntının medreseyle ilişkisi bir yana mevcut durumuyla aslî planından çok farklı olduğu açıktır. Nitekim kalıntının ön cephesinin doğu yönde devam ettiğini gösterir izler günümüze kalabilmiştir. Dolayısıyla çeyrek daire planlı hali ile bilinen hiçbir yapı tipine benzemeyen kalıntının –hangi dönemde yapılmış olursa olsun- bugün, aslî halinden çok farklı bir duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. V.G.M fotoğraflarından621 ön cephesindeki kiriş yuvası izleri, kalıntının geçen yüzyılın ortalarında artık fonksiyonunu kaybettiğini ve dıştan konutların bitiştiğini göstermektedir. Kalıntı, medreseyle malzeme açısından benzerlik taşır. Ancak her iki yapıda Kayseri yöresinde çok sık kullanılan bir malzemeyle inşa edilmiş olması, aynı döneme ait olduklarını söylemek için yeterli kanıtı oluşturmaz. Kalıntının özellikle dairesel doğu bölümünün temelinde görülen kimi büyük blok taşlara, yapımında başta Kayseri Kalesi ve medresenin kuzeyindeki Roma mezar anıtı olmak üzere birçok binada rastlamak mümkündür. Ayrıca kalıntının medreseyle bitişme noktalarındaki düzensizlik bir organik ilişkiyi işaret etmez. Kalıntının güney cephesinde yer alan mihrabın gerek formu gerekse gerisindeki namaz kılma alanının çok dar oluşu, muhdes olduğuna işaret etmektedir. Nitekim mihrabın önündeki alanın –daha sonradan bir duvarla bölünmesine rağmenmedresenin doğu kanadındaki, dışarı kapı açılarak tuvalete dönüştürülmüş mekâna çok yakın oluşu bu nizamsızlığı gösterir niteliktedir. Bu anlamda kalıntının, tahrir defterlerinde bahsi geçen Sahip Ata Mescidi olma ihtimali bulunmamaktadır. Ancak 620 Tuncer, “Kayseri Sahip Ata…”, s.49-50. 621 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 294 biz kalıntının, bugün, çeşitli müdahalelerle aslî özelliklerini kaybetmiş geç döneme ait bir bina olduğunu düşünmekteyiz. Bu binanın aslî halinde hangi fonksiyona ait olabileceğine dair bir bilgiye sahip olamadık. Bir zamanlar yıkılan mescit ile beraber medresenin karşısında yer alan çeşme ise yol çalışmaları sırasında bu kalıntının ön cephesine taşınmıştır622. Medresenin en süslü bölümü kuşkusuz portaldir (Foto:178). Binadan taşıntılı portalin üst bölümü yıkık olduğu için onarım sırasında yenilenmiştir. Portalin yan yüzlerinin beden duvarı ile birleştiği köşesi, giriş cephesinde de görülen zencirek motifi ile süslenmiştir(Foto:177). Böylece cephe ile portal arasında bir uyum sağlanmak istenmiştir. Ancak bu motif portalin üst bölümünün yıkılmasından ötürü beden duvarından daha aşağıda bir noktada kesilmiştir. Aslî halinde bu motifin portalin üst kesimine kadar devam ettiği tahmin edilebilir. Onarım öncesi fotoğraflarda623 görülen su basman bugün yol kodunun altında kalmıştır. Portal de su basmandan sonra süslemesiz olarak bırakılmış bir bölüm vardır. Dıştan itibaren portal kütlesinin iki köşesinde dairesel yarım payeler bulunmaktadır. Foto 176: Ön cepheden detay Foto 177: Ön cephedeki bordürden detay Payeleri oluşturan taşlar kalın zikzak yivlerle süslenmiş624, olup sarmal bir süsleme oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Bu bitkisel bordürü enli geometrik bir bordür 622 Bakınız 601. dipnot. 623 Kuran, a.g.e., Resim: 229. 624 Benzerleri Konya Alâeddin Cami portalinde bulunmaktadır. 295 takip eder. Kırık çizgilerle oluşturulan sonsuz karakterli enine gelişen kompozisyon, kaytanlarla ikiye ayrılmış çokgenlerden müteşekkildir. Bu bordürden sonra içbükey dar silme gelir. Burada çeşitli ilmikler yapan kırık iki hat, iki kenara paralel uzanır. Portalin kuşatma kemerini dışta ters U şeklinde saran bu beşli çerçevelerin hemen altında tek parçalık inşa kitabesi yer alır. Sülüs hatlı ve iki satır halindeki inşa kitabesine625 göre binanın H.666/M.1267 yılında III. Keyhüsrev zamanında Hüseyin oğlu Sahip Ali tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır (Foto:180). Kemer köşeliklerinde tahrip olmuş iki kabara626 bulunur. Kemer alınlığı, haçvari düzenle627 sıralanmış bir rumî sistemi ile süslüdür. Kemer, köşe sütuncelerine kadar inmez. Sivri kemerin kırık formu sonraki bir müdahaleyle oluştuğunu gösterir628(Foto:179). 625 Eldem, a.g.e., s.121. 626 Gabriel (a.g.e., s.65), bu kabaraların Sünniler tarafından tahrip edilmiş iki arslan başının kalıntıları olduğunu belirtmektedir. Biz, yarım küre biçiminde bu kabaraların doğal nedenlerle aşındığını düşünmekteyiz. 627 628 Ögel, a.g.e., s.57. Portalin geçen yüzyılın başlarına ait fotoğraflarından kuşatma kemerinin bu şekilde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla kemerin bu gayri nizamsızlığı onarım öncesi oluşmuştur. Ancak kemerdeki bu müdahalenin ne zaman gerçekleştiğini bugün için bilememekteyiz. 296 Foto 178: Portal Foto 179: Portalden detay Nitekim kemer alınlığının aslî haline ilişkin bazı izler de portal yüzeyinde izlenebilmektedir. Kemerin bu gayri nizamsız hali yedi sıra halindeki mukarnaslı kavsaranın da uzamasına neden olmuştur. Nitekim mukarnaslı bölümün en üst sırası ile altındaki sıra arasındaki uyumsuzluk dikkati çekmektedir. Kuşatma kemerindeki bu düzensizlik ayrıca kavsaranın kazayağı motifi ile süslü yüzeyini de etkilemiştir. Yeniden düzenlendiği anlaşılan bu bölümde taşlar kompozisyonun gerektirdiği sıra içinde birbirini takip etmemektedir. Konsolvari, sivri kemerli nişler halindeki mukarnasların altında, yanlarda ikişer, cephede dört adet, yayvanlaşmış sepetkulplu kemerler içinde kapalı palmet-rumî kompozisyonu bulunan bir bordür bulunmaktadır. Bu bordürün altında, yanlarda da devam eden ve kırık hatlı çizgilerden oluşan dar geometrik bir bordür ve nesih yazılı bir yazı şeridi yer alır. 297 Foto 180: İnşa Kitabesi Foto 181: Sütunce başlıklarında yer alan figür Köşe sütuncelerinin bitiminde başlayan ve yanlarda mihrabiyelerin üzerinde de devam eden bu yazı şeridinde ilim yapmanın fazileti ile ilgili bir hadis629 yazılıdır. Mihrabiyelerin üzerinde kırık hatlı çizgilerin ortada tam, yanlarda on iki kollu yıldızların oluşturduğu geometrik kompozisyonlu bir bölüm bulunmaktadır (Foto:182). Basık sivri kemerli mihrabiyeleri dışta ters U şeklinde bitkisel süslemeli bir şerit çevreler. Mihrabiyelerden doğuda olanının kemer alınlığı, köşeleri -tahrip olmuş- iki batıdakinin kabara kemer ile süslü köşeliği iken, kazayağı motifli ile süslüdür. Her iki mihrabiyenin çerçeve şeridinde de birbirine grift şekilde ulanmış bir rumî kompozisyonu görülürken, kavsara yüzeylerinin, doğuda olanında kazayağı, batıdakinde ise üst kesimde bir rumî ile sonlanan kırık hatlı çizgilerden oluşan geometrik bir süsleme dikkati çekmektedir. Portalin süslemesiz Foto 182: Mihrabiye 629 Eldem, a.g.e., s.120. bırakılan alt bölümüne uygun olarak 298 mihrabiyelerin alt bölümü de sade bırakılmıştır. Köşe sütunceleri silindirik gövdeli ve iki kat halinde akantüs başlıklara sahiptir. Sütuncelerin gövdeleri, kırık hatlı çizgilerin beş kollu yıldızlar oluşturduğu ve bu geometrik örgünün zemininin rumîlerle doldurulduğu bir kompozisyonla süslenmiştir. Sütuncelerden batıda olanının gövdesi tahrip olmuştur. Gövdenin üzerinde yastık şeklinde tasarlanmış ve batıda olanı balıksırtı, doğuda olanı halat biçimli süslemeler bulunur. Çift kat halindeki başlıklar, dışa doğru zarif bir taşıntı yaparlar. Başlıkların güneyde ve birbirlerine bakan yüzeylerinin üst bölümündeki volütlerin arasında insan/arslan başı630 motifi bulunur (Foto:181). Kapı kemerinin üzerinde zikzak şeklindeki taşlardan oluşturulan yatay bir kuşak yer alır. Sade bırakılmış bu bordürün altında kapı açıklığı yer alır. Birbirinden şekillerde farklı kesilmiş konumda oluşturulan geometrik taşların dik yerleştirilmesiyle basık kemerli kapı açıklığını, uçları spirallerle sonlanan içice geçmiş dairelerden oluşan bir Foto 183: Giriş eyvanından detay. friz kuşatmaktadır. Bu frizin sövelerde de devam ettiği günümüze ulaşabilen izlerden anlaşılmaktadır. İşlemeli birer taş herhangi bir kompozisyona bağlı olmaksızın kapı sövelerinin iç yüzlerinde yer alır. Yakın tarihlere ait çift kanatlı ahşap bir kapı açıklığı örter. Portalden, sivri beşik tonozlu giriş eyvanına geçilir. İki yanında derinliği az sivri kemerli birer niş bulunan giriş eyvanının avluya bakan yüzünü, benzerine ön cephede rastladığımız kalın bir silme dolaşır. Giriş eyvanının avluya bakan yüzünde ve eyvan kemerinin birbirine 630 Ögel (a.g.e., s.57, Şek.38), bu motifi aslan başı olarak zikretmektedir. 299 bakan yüzlerini zeminden tepeye kadar dolaşan bu kalın silme (Foto:183), iki yanda zencirek motifi ile aralarındaki daha yüzeysel işlenmiş ve başka tür bir zencirekten oluşur. Giriş eyvanı avluya açılırken yanlarda daralmakta, böylelikle revak ayaklarına bağlanabilmektedir. Boyuna dikdörtgen biçimindeki avluya, girişin tam karşısındaki ana eyvan ve bundan biraz daha küçük boyutlardaki yan eyvanlar hâkimdir (Çizim: 28). Onarım öncesinde sadece ayaklarının kökleri kalabilmiş revaklar, onarım sırasında yeniden inşa edilmiştir (Çizim: 30). Ana eyvan hariç avluyu üç yönden dolaşan sivri beşik tonozlu revak, her üç kenarda kare planlı dört ayağın birbirlerine ve mekânların avlu duvarlarına kemerlerle bağlanmasıyla oluşmuştur. Revak iki yanda beş, giriş kanadında üç gözlüdür (Foto:184). Yan eyvanlara rastlayan revak açıklıkları, diğerlerine göre daha geniş tutulmuştur. Revak açıklıkları, yan eyvanlara rastlayan bölümler dışında birbirine eşit ölçüdedir. Ancak yan eyvanların kuzeyindeki odalara rastlayan revak açıklıkları diğerlerine göre daha büyük tutulmuş ölçüleriyle farklılık gösterir. Binayla ilgili çalışmalarda çeşitli verilen planlarda631, iki yan ve giriş bölümlerindeki odaların sayısıyla ilgili farklı tespitler Foto 184: Avlu revaklarından detay (Giriş Eyvanına doğru) görülür. Giriş eyvanın batısında kalan bölümü Gabriel, iki kapılı tek bir mekân, Akok, güneybatı köşeye 631 Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40; Akok, a.g.m., Planj 1; Tuncer, a.g.e., s.18; Çizim:2; Kuran, a.g.e., s.88, Şekil 48; Sözen, a.g.e., s.30, Şekil 6. Bu çalışmalar içinde Tuncer’in tespitleri, restorasyon çalışmalarında bulunması sebebiyle daha detaylı ve doğru bilgileri içermektedir. 300 kadar uzanan ve üç kapı ile avluya açılan, enine dikdörtgen planlı uzun tek mekân olarak göstermiştir. Buna karşın Sözen bu bölümü, batı eyvanından güneye doğru uzanarak L biçimli bir uzun mekâna doğudan bitişen daha küçük tek mekân olarak belirtmiştir. Tuncer ise bu bölümü, üç kapının açıldığı biri diğerlerine göre daha büyük boyutlu üç mekân olarak göstermiştir. Ayrıca Sözen ve Gabriel bu bölümü iki kapılı olarak gösterirken diğer araştırmacılar üç kapı ile avluya açıldığını belirtmişlerdir. Bugünkü mevcut durumda, giriş eyvanının batısında her biri, birer kapı ile avluya açılan üç ayrı mekân bulunmaktadır. Bunlardan ortada olanı kitapçıların deposu olarak kullanıldığı için kapalı vaziyettedir. Kapılardan632 doğudan itibaren ilk ikisi, esas yüzeyden az taşıntılı bir kütle halindedir. Birbirinden farklı geometrik şekillerde kesilmiş taşların ikişer ikişer yerleştirilmesiyle oluşturulan basık kemerli kapı açıklığı, dikdörtgen biçiminde hazırlanan yüzeysel dar-ince bir kademe halindeki bordürle kuşatılarak çerçevelenmiştir. Kapının basık kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı çeyrek daire kesitli kabaca işlenmiş basit bir profil görünüşündedir. Bu yöndeki kapılardan batıda olanı ise genel şema olarak aynı olmakla birlikte, farklı olarak yuvarlak kemerli dar ve ince bir kademe halindeki bordürle çerçeve içine alındığı görülür. Bu üç mekândan doğudan itibaren ilk ikisi doğu-batı yönlü beşik tonoz ile örtülüdür. Doğuda olan 632 Binanın iç kapılarının onarım sırasında neredeyse tamamen yenilendiği mevcut izlerden ve onarım öncesi fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Ancak yine onarım öncesi fotoğraflardan anlaşıldığına göre sağlam kalabilmiş kapılar, bugünkü durumlarına paralel bir şemadadırlar. Yine binayı onarım öncesi gören Akok (a.g.m., Planj: 7, Res: 27-28.) un çizdiği kapı formları da onarım sonrasındaki durumları ile paralellik arz etmektedir. Bu anlamda, iç kapıların yenilenmiş durumunun aslî hallerine uygun olduğunu kabul etmek gerekir. 301 mekân diğerine633 göre daha enlidir. Güneybatı köşedeki mekân ise kuzey-güney ve doğu-batı yönlü birbirine dik konumda iki beşik tonozla örtülüdür (Çizim:30). Batı eyvanının güneyinde kalan iki mekân634, ikişer kapı ile avluya açılmakta ve ikişer pencere ile aydınlatılmaktadır (Foto:185). Kuzeygüney yönlü sivri beşik tonoz örtüye sahip mekânlardan güneyde olanı, ortadaki bir takviye kemeri ile desteklenmektedir. Bu iki mekânın kapıları da basık kemerlidir. Basık Foto 185: Avlunun batı kanadı kemerin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı çeyrek daire kesitli kabaca işlenmiş basit bir profilli görünüştedir. Kapılar dikdörtgen biçiminde hazırlanan yüzeysel dar-ince bir kademe halindeki bordürle kuşatılarak çerçevelenmiştir. Her iki mekânda da kapılarla aynı aksta yer alan pencereler, yanlardan ve alt kenarlardan duvarın pahlanarak, dıştan içe doğru genişletilmesiyle oluşturulmuş, boyuna dikdörtgen formda, dar mazgal biçimindedir. Bu bölümdeki mekânlardan güneyde olanının ortaya yakın bir bölümünde doğu-batı yönlü bir takviye kemeri yer alır. Batı eyvanı kuzey-güney doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozla örtülü olup dikdörtgene yakın bir plana sahiptir. Mekân, iki yan duvarının batıya doğru derinleştikçe daralmasından dolayı 633 Bugün depo olarak kullanılan ortada mekân kapalı durumdadır. Bu yüzden mekânın içine girip inceleme imkânı bulunamamıştır. 634 Batı eyvanının güneyinde kalan mekânlar Sözen (a.g.e., s.30, Şekil 6) tarafından giriş eyvanının batısındaki mekândan itibaren “L” planlı uzun tek mekân olarak verilmişken, Kuran (a.g.e., s.88, Şekil 48), Gabriel (a.g.e., s.65, Fig:40), Tuncer (a.g.e., s.18; Çizim:2), Akok (a.g.m., Planj 1) da iki mekân olarak gösterilmiştir. 302 tam bir dikdörtgen forma sahip değildir. Onarım öncesi fotoğraflarından635 anlaşıldığı kadarıyla batı eyvanı, önüne duvar örülerek bir mekâna dönüştürülmüştü. Fotoğraflardan, örülen bu duvara alt kotta ortada kapı ve yanlarda kare formlu iki pencere olmak üzere üç açıklık, üstte ise ahşap şebekeye sahip kare formlu pencere açıldığı görülmektedir. Ayrıca duvar yüzeyine baca deliği de açılarak eyvanın, bir yaşama birimi haline dönüştürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bugün dükkân olarak kullanılan eyvanın girişine alimünyum doğramalı bir camekân yerleştirilmiştir636 (Çizim: 28). Eyvanın kuzeyindeki üç mekân kuzey-güney doğrultulu sivri beşik tonoz ile örtülüdür. (Foto:185) Bu üç birimin kapısı da esas yüzeyden az taşıntılı bir kütle halinde düzenlenmiştir. Birbirinden farklı geometrik şekillerde kesilmiş taşların ikişer ikişer yerleştirilmesiyle oluşturulan basık kemerli kapı açıklığı, diğer oda kapıları kuruluşlarıyla aynı düzendedir. Onarım öncesi fotoğraflarından637, kapıların üzerinde kare planlı pencereleri bulunduğu görülmektedir. Bu pencereler bugün kapatılmıştır. Mekânların batı cephesinde kapılarla aynı aksta mazgal pencereler vardır. Gabriel ve Sözen, planlarında(Çizim:30)638, mekânın kuzeye yakın bölümünde bir takviye kemeri göstermişken diğer araştırmacılar buna işaret etmemişlerdir. Bugün bu üç mekân, birbirinden bağımsız üç ayrı birim halindedir. 635 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 636 Akok (a.g.m., s.142), restorasyon öncesi tespitlerinde bölme duvarları ile yan eyvanların malzeme deposu baş eyvanın toplantı salonu haline getirildiğini belirtmektedir. Yukarıda söylendiği gibi restorasyon öncesi medrese bir süre Öğretmenler Lokali olarak kullanılmıştı. Söz konusu müdahalelerin de bu kullanım sırasında gerçekleştirildiği söylenebilir. 637 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. Sahip Ata’nın Sivas’taki ve Konya’daki medreselerinde oda kapılarının üzerinde yer alan pencereler şeması görülürken Sahibiye medresesinde bu durum sadece batı eyvanının kuzeyindeki üçlü mekân grubunda rastlanmaktadır. 638 Gabriel, a.g.e., a.g.e., s.74, Şekil 40., Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6. 303 Ancak bu üç mekânın aslî durumuna ilişkin Kuran639 dışında diğer araştırmacılar640 burasının tek uzun bir koğuş şeklinde değerlendirmişlerdir. Kuran, burasının her biri mazgal pencere ve kapıya sahip üç ayrı mekândan oluştuğunu belirtirken,641 her mekânın batı duvarında birer niş olduğunu planında göstermiştir. Ancak bugün nişler ortadan kalkmıştır. Ana eyvanın iki yanındaki kareye yakın planlı mekânlardan batıda olanı kubbe ile örtülüdür. Tromplarla geçilen kubbenin zamanla yıkılan bölümleri Vakıfların onarımı642 sırasında yenilenmiştir. Mekânın kapısı batı kanattakilerle aynı düzende olup, kuzey duvarında muhdes bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Ana eyvanın doğusundaki mekân ise ortaya yakın bir bölüme doğu-batı yönlü atılmış takviye kemeriyle ikiye bölünmüş, kuzey-güney yönlü sivri beşik tonoz örtüye sahiptir643. Basık kemerli kapısı, diğer oda kapılarıyla aynı düzendedir. Mekânın güney duvarında muhdes kapı ve pencere açıklıkları bulunmaktadır. Pencere açıklığı daha sonraki bir tarihte doldurularak iptal edilmiş iken muhdes kapı halen kullanılmaktadır. Bugün dükkân olarak kullanılan sivri beşik tonozlu ana eyvanın girişine alimünyum doğramalı bir camekân yerleştirilmiştir. Kareye yakın planlı mekânın güney yüzünü, iki yanda geometrik iki bordür süslemektedir. Dışta olanı boyuna gelişen ve yarım yıldızlardan teşkil edilmiştir. İçte olanı ise yine boyuna gelişen ve 639 Kuran, a.g.e., s.89. 640 Gabriel, a.g.e., s.74, Şekil 40.; Akok, a.g.m., Plan 1.; Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6.; Tuncer, a.g.e., s.19, Çizim2. 641 Akok, a.g.m., Plan 1. 642 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 643 Eravşar (a.g.t., s.253-254) eski kartpostallarda bu mekânın tıpkı simetriğindeki mekân gibi kubbeli olduğunun göründüğünü belirtir. 304 çokgenler geçmesinden müteşekkil geometrik açık bir kompozisyondur (Foto:186– 187). Foto 186: Ana eyvan Foto 187: Ana eyvan bordürü Doğu eyvanının kuzeyindeki mekân dikdörtgen planlı kuzey-güney yönlü tek644 uzun bir birim halindedir (Foto:188). Dükkân düzenlemeleri sırasında bu birim bağımsız üç ayrı mekâna dönüştürülmüştür. Bu mekân tıpkı batıdaki paralelinde olduğu gibi aslî halinde üç kapı açıklığı ile avluya açılmakta ve dar mazgal pencerelerle aydınlatılmaktaydı (Çizim:30). Kapı düzenlemeleri batı kanadındakilerle paraleldir. Doğu eyvanı batı’daki paraleli gibi kuzey-güney doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozla örtülü olup dikdörtgene yakın bir plana sahiptir(Çizim:30). Mekân, iki yan duvarının batıya doğru derinleştikçe daralmasından dolayı tam bir dikdörtgen forma sahip değildir. Onarım öncesi fotoğraflarından645 anlaşıldığı kadarıyla doğu 644 Akok (a.g.m., Planj 1) ve Kuran (a.g.e., s.88, Şekil 48) bu bölümü iki oda şeklinde göstermişlerdir. Ancak biz restorasyonda bulunan Tuncer (a.g.e., s.18, Çizim 2)in tespitlerinin doğru olacağı düşüncesiyle mekânı tek uzun bir birim olarak düşünmekteyiz. Gabriel (a.g.e., s.74, Şekil 40) ve Sözen (a.g.e., s.32, Şekil 6) in planlarında takviye kemeri şeklinde gösterilen yerlerin Akok ve Kuran’ın planlarında mekânı ikiye ayıran duvar olarak gösterilmesi dikkat çekicidir. Bu durum Akok ve Kuran’ın mekânı bölen muhdes duvarın orijinal gibi görmesine neden olduğu anlaşılıyor. Tuncer ise takviye kemerine planında işaret etmemiştir. 645 Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. 305 eyvanı, önüne duvar örülerek bir mekâna dönüştürülmüştü. Fotoğraflardan, örülen bu duvara alt kotta ortada kapı ve yanlarda kare formlu iki pencere olmak üzere üç açıklık, üstte ise ahşap şebekeye sahip kare formlu pencere açıldığı görülmektedir. Ayrıca duvar yüzeyine baca deliği de açılarak eyvanın, bir yaşama birimi haline dönüştürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bugün dükkân olarak kullanılan eyvanın girişine alimünyum doğramalı bir camekân yerleştirilmiştir. Doğu eyvanının güneyindeki bölüm, Gabriel646 tarafından güney duvarına kadar uzanan tek uzun bir mekân, Akok647 tarafından giriş eyvanına kadar uzanan L planlı tek bir mekân, Sözen648 tarafından, giriş eyvanının Foto 188: Avlu doğu kanadı doğusundaki küçük odaya kadar uzanan L planlı bir bölüm, Kuran649 tarafından eşit ölçülerde iki dikdörtgen planlı birim halinde verilmişken, Tuncer650 tarafından üç kapı ile avluya açılan tek bir mekân olarak plana yansıtılmıştır. Bugünkü durumuyla bu bölüm, Tuncer’in belirttiği gibi üç ayrı kapı ile avluya açılan ve üç mazgal pencere ile aydınlatılan bir birim halindedir(Çizim:27). Kuzey-güney yönlü sivri beşik tonoz örtüyü, güneye yakın bölümde bir takviye kemeri desteklemektedir. Mekânın güneye yakın bölümüne sonradan bir kapı açılarak doğudan giriş sağlanmıştır651. Bu kapı onarım 646 Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40. 647 Akok a.g.m., Planj 1. 648 Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6. 649 Kuran a.g.e., s.88, Şekil 48. 650 Tuncer, a.g.e., s.19, Çizim 2. 651 Söz konusu kapının açıldığı mekân bir süre tuvalet olarak işlev görmüştür. Bu kapının da bu işlev nedeniyle sonradan açıldığı anlaşılmaktadır. Medrese de bütün oda pencerelerinin kapı aksında yer 306 sırasında örülerek kapatılmıştır. Mekânın dört kapısı da medresenin diğer oda kapılarıyla aynı düzendedir. Pencereler ise dıştan içe şevlenen dar mazgal açıklık şeklindedir. Giriş eyvanının doğusundaki mekânlar araştırmacılar tarafından farklı şekillerde plana yansıtılmıştır. Gabriel652 burayı iki kapı ile avluya açılan kare planlı tek mekân olarak vermişken, Akok653 doğu eyvanının giriş eyvanına kadar L planlı tek mekân olarak plana yansıtmıştır. Sözen654, doğu eyvanından sonra L planlı uzun birime batı yönde eklenen tek kapılı bir mekân olarak gösterirken Kuran655 bu bölümü medresenin güneydoğu köşesinden giriş eyvanına kadar uzanan enine dikdörtgen planlı tek mekân olarak vermiştir. Araştırmacılardan Tuncer dışındakiler, giriş eyvanının doğusundaki mekânları, iki kapı ile avluya açıldığını belirtmişlerdir. Tuncer656 ise bu bölümü üç ayrı kapı ile avluya açılan üç bağımsız mekân olarak vermiştir. Bunlardan, güneydoğu köşede olanı enine dikdörtgen planlıdır ve doğubatı doğrultusunda uzanan bir beşik tonoz ile örtülüdür. Bu mekânın batısındaki birim de merdiven kütlesi yer alır. Üçüncü ve giriş eyvanının doğusundaki mekân ise boyuna dikdörtgen planlı ve kuzey-güney yönlü beşik tonozla örtülüdür. Bugünkü durum, Tuncer’in belirttiği şekildedir (Çizim:30). Ortadaki merdiven kütlesini, Tuncer dışında tespit eden olmamıştır. Buradaki durum, muhdes eklentilerin onarım sırasında kaldırılmasıyla ortaya çıkartılabilmiştir. Onarım sırasında bu duruma alması ve bu kapı açıklığının da avlu kapısının aksına denk gelmesi nedeniyle, burada aslî durumda, mevcut pencereden kapıya dönüştürüldüğünü düşündürtmektedir. Bu kapının da pencere olduğu düşünülürse, mekânın, batıdaki paraleli gibi dört kapı ile avluya açılan ve dört pencere ile aydınlatılan bir mekân olduğu anlaşılmaktadır. 652 Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40. 653 Akok a.g.m., Planj 1. 654 Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6. 655 Kuran a.g.e., s.88, Şekil 48. 656 Tuncer, a.g.e., s.19, Çizim 2. 307 şahitlik eden Tuncer’de diğer yazarlardan farklı olarak bu mekânın merdiven kütlesini ihtiva ettiğini tespit edebilmiştir. Bu merdivenin, damın gerektiğinde temizliği için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mekânın kapısı diğerleriyle aynı düzendedir. Ortadaki mekân kapalı ve kullanılmazken, diğer ikisi mekân bugün dükkân olarak kullanılmaktadır. Avlunun ortasındaki havuz muhdestir657. Medresede giriş eyvanından başlayarak yan kanatlarının üzerini örten sivri beşik tonoz, duvara paralel bir şekilde uzanmaktadır658 (Çizim: 27). Tonozun mekânlara bağlı kalmaksızın devam etmesi, bölme duvarlarının istenildiği yere koyulabilme ve istenildiğinde kaldırılarak farklı bir mekân tasarımı elde edilebilmesine imkân sağlamıştır. Mekânların binayla ilgili neredeyse tüm yayınlarda farklı şekillerde verilmesi, XX. yüzyıl içersinde de birimlerin kolaylıkla farklı biçimlere dönüştürülebildiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla medrese odalarının, zaman içinde geçirdiği müdahalelerle aslî halinden uzaklaşıp bugünkü asimetrik görüntüsüne ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır659. Medrese odaları bugün -özellikle doğu eyvanının iki yanındaki ve batı eyvanının kuzeyindeki mekânlar- uzun birer koğuş şeklindeki görüntüsü ile örneğini, diğer Anadolu Selçuklu Medreselerinde bulamadığımız bir şemadadır. Odaların bu şeması, barınma açısından daha az mekân anlamına gelmektedir. Medresenin bu görüntüsüyle Ahmet Nazif Efendi’nin XX. 657 Tuncer (a.g.e., s.53) V.G.M. restoratörlerinden Yusuf Erdoğan’ın binanın onarımı sırasında yerinde yaptığı tespitlere dayanarak havuzun muhdes olduğunu belirtmektedir. Ancak diğer Sahip Ata binalarında da olduğu gibi burada da aslî halinde bir havuz bulunduğunu düşünmek yanlış olmaz kanaatindeyiz. 658 659 Tuncer, a.g.e., s.56-57., Eravşar, a.g.t., s.253. Bu değişime kanıt olarak merdiven kütlesinin yer aldığı mekânın, onarım öncesine ait tüm yayınlarda (bkz. Gabriel, a.g.e., Fig:40., Akok, Planj 1., Kuran, a.g.e., Şekil 48., Sözen, a.g.e., Şekil 6) aslî durumundan farklı verilmesine karşın orijinal durumun, onarım sırasında mekân içindeki moloz dolgunun kaldırılması neticesinde ortaya çıkmasını örnek verebiliriz. 308 yy.ın başlarında “…talebenin ikametine elverişli olabilen ancak on iki oda…”660 şeklinde tasvir ettiği durumundan daha az sayıda odayı ihtiva etmektedir. Dolaysıyla bugün medrese odaları, XX. yy.ın başındaki durumundan bile farklı bir görünümdedir. Sivas Sahip Ata Medresesinde de güney eyvanının kuzeyindeki ve kuzey eyvanının güneyindeki bugün dar uzun koğuş şeklindeki mekânların, aslî durumlarında her biri farklı kapılara sahip bağımsız birer mekân oldukları anlaşılmıştır661. Bizce Sahibiye Medresesinde de mekânlar aslî durumlarında, bugünkü görüntünün aksine, her biri farklı bir kapıyla avluya açılan bağımsız mekânlardı (Çizim:30). Sahip Ata’nın Konya’daki Dâr’ül Hadis’inde odalar farklı kapılarla avluya açılan bağımsız mekânlardır662. Bugün Sahibiye medresesinde oda kapılarının üzerinde pencere açıklığı bulunmamaktadır. Ancak restorasyon öncesi fotoğraflarda663 kapıların üzerinde kare kesitli pencereler dikkati çekmektedir. Binada, aslî halinde tıpkı Konya ve Sivas’taki Sahip Ata medreselerinde olduğu gibi mekân kapılarının üzerinde pencerelere sahip olduğu söylenebilir. Kapı üstlerindeki pencereler, medrese mekânlarının bağımsız birimler olma ihtimalini artırır. Bu bakımdan medresenin mevcut planıyla, “odaların biçimlendirilmesinde yeni bir tipi içerdiğine” ilişkin yorum664 da bizce doğru değildir. Bunun dışında “burada kullanılışını bilemediğimiz değişik bir mekân boyutlaması vardır” diyerek avlunun iki yanındaki odaların uzun koğuş şeklinde 660 661 Ahmet Nazif, a.g.e., s.36. Sivas Sahip Ata Medresesi’nde ancak her biri bağımsız kapılara sahip odalarla, vakfiyedeki personel sayısının barınabileceği oda sayısının uygun bir sayıya ulaşabileceği anlaşılmaktadır Bkz. bu çalışmanın ilgili bölümü. 662 Ne yazık ki iki yan kanattaki odalar restorasyonda uzun koğuş şeklinde düzenlenmiştir. Bakınız bu çalışmanın ilgili bölümü. 663 Tuncer, a.g.e., s.55, Foto 16. 664 Sözen., a.g.e., s.33. 309 olduğunu kabul eden D.Kuban665, binanın hangi mezhebe tahsis edildiğini bilemediği değişik bir programla inşa edildiğini belirtir. Bu yorum, medrese odalarının yapısını doğru analiz etmeyen bir yaklaşımı içerir. Bizce yapının iç bölümünün aslî halinde, değişik bir şekil olarak uzun odalardan değil, diğer Sahip Ata medreselerinde de görüldüğü şekilde bağımsız mekânlardan müteşekkildi. Odaların bugünkü durumu zaman içerisinde ihtiyaca göre gerçekleştirilmiş çeşitli müdahalelerin neticesiyle oluşmuştur. Binanın günümüze vakfiye belgesinin de ulaşamaması sebebiyle fonksiyonu ve biçimlenişi konusunda kesin yargılara varmak mümkün görünmemektedir. Ancak mevcut izlerden bazı yorumlarda bulunabilir. Medresenin yan kanatlarındaki odalar, her biri ayrı kapıya sahip bağımsız birimlerden oluşurken giriş kanadının iki köşesindekiler, ikili kapılarla avluya açılan L biçimli mekânlar olmalıdır(Çizim:30). Mekânların pencere açıklığına sahip olmaması servis ile ilgili birimler olduklarını düşündürmektedir. Yine giriş kanadındaki mekânlardan merdiven kütlesinin yer aldığı birimin simetriğinde bir benzerinin daha olduğu söylenebilir. Yine giriş kanadında eyvanın iki yanında eş ölçülerde bağımsız iki birimin olduğu anlaşılmaktadır. Bu türlü bir düzenleme Sahip Ata’nın yapılarına hâkim olan simetrik anlayışa da uygundur. Ancak bunların ispatı bugün için mümkün görünmemektedir. Eravşar666 geçmiş yıllara ait bir kartpostalda bu mekânı kubbeli olarak tespit etmiş olmasına rağmen bunu da ispat edebilmek bugün için mümkün değildir. Ana eyvanın iki yanındaki mekânların muhdes pencere açıklıkları bir yana bırakılırsa kapıları dışında hiçbir açıklığa sahip olmaması ilginçtir. Bugün medresenin dıştan basık bir görünüş arz ettiğini ve bu haliyle bir kervansarayı andırdığın yukarıda belirtmiştik. Ancak beden duvarlarının orijinal 665 D.Kuban vd., a.g.e., s.183. 666 Eravşar, a.g.t., s.253-254. 310 yüksekliğinin altında olduğu açıktır ve yayvan görünüş asıl beden duvarı yüksekliğiyle ortadan kalkacağı anlaşılabilmektedir. Sahip Ata yapılarının tipik özelliği olan ön cephe tasarımı ve simetrik anlayış burada da karşımıza çıkmaktadır. Ön cephede portalin iki yanındaki bölümler birbirine eş genişliktedir. Ayrıca çörtenler için seçilen yer ve cephedeki süsleme tasarımı bu simetrik anlayışı yansıtır niteliktedir. 3.6.2- Çeşme Bugün binanın doğusundaki, yarım daire planlı muhdes kalıntının önünde yer alan çeşme, üzerindeki üç satırlık kitabesine667 göre H.665 Sefer/M.1266 Kasım yılında Hüseyin oğlu Sahip Ali tarafından yaptırılmıştır. Dolayısıyla çeşme, medreseden önce tamamlanmıştır. Medresenin karşısındaki yoldan XX. yüzyılın ortalarında, bugünkü yerine taşınan668 çeşmenin, VGM. Arşivindeki fotoğraflarından, onarım öncesinde de mevcut yerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Uğur-Koman669 1934 yılında yayınladıkları eserlerinde, çeşmenin medresenin karşısında olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla çeşmenin bugünkü yerine nakli, geçen yüzyılın başlarında gerçekleşmiş olmalıdır. Geçen yüzyılın başında yayınladığı eserinde 667 Kitabenin Arapça yazılışı, transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Halil Edhem, a.g.e., s.121. 668 Eravşar, (a.g.t., s.254.) çeşmenin önceleri bağımsız bir haldeyken XX.yüzyılın ortalarında bugünkü yerine taşındığını ifade eder. Ahmed Nazif, (a.g.e., s.36) çeşmenin medresenin karşı tarafında bulunduğunu belirtmektedir. Tuncer, (a.g.e., s.35) “…mescidin yıktırılıp meydana katıldığını ve çeşmenin ise şimdiki yerine alındığını” belirtir. Bu bilgilerden bugün ortadan kalkan mescidin ve çeşmenin medresenin giriş cephesinin karşısında yer aldığı anlaşılmaktadır. Ancak, yazarlar bu bilgileri nereden aldıklarını belirtmemektedirler. Uğur-Koman, (a.g.e., s.102) çeşmenin medresenin tam karşısında yer aldığını ifade ederken, mescidin çeşmenin arkasında olduğunu rivayet etmektedir. Sözen, (a.g.e., s.29) çeşmenin mescit ile beraber medresenin karşısında yer aldığını, bu bölümün, meydan haline getirilmesinden sonra çeşmenin kaldırılarak bugünkü yerine taşındığını ifade etmektedir. 669 Uğur-Koman, a.g.e., s.102. 311 Ahmed Nazif Efendi670, çeşmenin, Kayseri’nin içilebilen sularından olduğunu belirtir. Yaşlı Kayserililer, çeşme suyunun “değerli” olduğunu, şehirdeki diğer değerli suyun Gülük Caminin önünde yer aldığını ve “sıtma suyu” olarak bilindiğini ifade ederler671. Dolayısıyla çeşmenin, yeni yerinde de bir süre işlevini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Ancak bugün işlevini yitirmiştir. Çeşmenin alınlığının iki köşesindeki dışa taşkın kabaraların672 ve bazı taşların onarım sırasında eklendiği tespit edilmektedir Blok kesme taşlardan inşa edilen, enine dikdörtgen planlı çeşme (Foto:189), kare formlu iki büyük ayağa oturan yuvarlak kemer ve onun sınırladığı çeşme Foto 189: Çeşme aynasından oluşur. Üstte ve iki yanda çift sıra silmenin kuşattığı kemer alınlığının iki köşesinde muhdes kabaralar yer almaktadır. Çift sıra silmenin düşey sırasından doğuda olanı, en altta ucu kıvrılarak dairesel bir biçimde sonlanmıştır673. Yuvarlak kemerin kilit taşı bir yaprak motifi ile süslüdür. Çeşme aynasının ortaya yakın bölümünde beyaz mermerden üç kesme taş bulunmaktadır. Bunlardan altta olan ikisi, her iki taşta da aynısı bulunan ve ucu bir 670 671 Ahmed Nazif, a.g.e., s.36. Yerel halkla yaptığımız sözlü mülakat, çeşmenin XX. yy.da bir süre kullanıldığı ortaya koymaktadır 672 Onarım öncesi fotoğraflarda (Tuncer, a.g.m., Foto: 14) bu kabaraların yerinde dairesel boşluklar görülür. 673 Bu şema Konya Sahip Ata Camiinin çeşmesini hatırlatmaktadır. Ancak Konya’daki yapıda çeşme portal kompozisyonu içinde tasarlandığı için Kayseri’deki müstakil çeşme kuruluşundan farklılık arz eder. Konya’daki çeşmede su ucu yuvarlatılmış küçük delikten temin ediliyordu. Kayseri’deki çeşmede ise böylesi bir kullanım için uygun bir boşluk bulunmadığı, suyun bugün ortadan kalkmış musluk lüle gibi elemanlar vasıtasıyla elde edildiği anlaşılmaktadır. 312 rumî ile sonlanan bitkisel motifle bezelidir. Üstte ise beyaz mermerden kitabe taşı yer almaktadır. 3.6.3- Mescit Sahip Ata’nın Kayseri’deki bugün mevcut medresesinin gelirlerinin bildirildiği XVI. yüzyıl’a ait evkaf defterlerinde674 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye” başlığı altında medrese ve çeşmenin dışında bir de mescidinden söz edilir. Orijinal vakfiyesi bugüne ulaşmayan, ancak Osmanlı dönemi kayıtlarından aynı vakıf kaydı içerisine alındığı anlaşılan bu üç yapıdan medrese ve çeşme günümüze ulaşmasına rağmen mescide dair bir iz bugüne ulaşmamıştır. Uğur-Koman ve Ahmet Nazif, çeşmenin ve mescidin, medresenin karşısında yer aldığını, mescidin çeşmenin arkasında bulunduğunu belirtir675. Gerçekten de bugün medresenin giriş cephesinde yer alan çeşmenin, bulunduğu yere intizamsız yerleştirildiği görülmektedir. Çeşmenin bu durumu, aslî yerinden bugünkü yerine taşındığını göstermektedir. Mescit ve çeşmenin medresenin karşısında yer aldığına dair XIX. yy. ve XX. başlarına ilişkin bilgilerin, medresenin konumu düşünüldüğünde doğru olduğu ortaya 674 Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre 1500 yılında medresenin yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı defterde binanın yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye Mescidi”nin 1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl Başbakanlık Tahrir Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe gelir vakıf olarak verildiğini belirtmektedir. 675 Uğur-Koman, a.g.e., s.102.; Ahmed Nazif, a.g.e., s.36. Bunların dışında, Eravşar, (a.g.t., s.254.) herhangi bir kaynak belirtmeksizin çeşmenin önceleri bağımsız bir haldeyken XX.yüzyılın ortalarında bugünkü yerine taşındığını ifade etmektedir. Tuncer, (Kayseri Sahip Ata...., s.35) “…mescidin yıktırılıp meydana katıldığını ve çeşmenin ise şimdiki yerine alındığını” ifade etmektedir. Bu bilgilerden bugün ortadan kalkan mescidin ve çeşmenin medresenin güney cephesinin karşısında yer aldığı anlaşılmaktadır. Sözen, (Anadolu Medreseleri…, s.29) çeşmenin mescit ile beraber medresenin karşısında yer aldığını, bu bölümün, meydan haline getirilmesinden sonra çeşmenin kaldırılarak bugünkü yerine taşındığını ifade etmektedir. 313 çıkmaktadır. Nitekim medresenin güney ve batı cephelerinin, Ortaçağ’da da kaleye açılan önemli yol güzergâhlarına açıldığını, kuzeyinde ise bir Roma Tapınağı yer aldığı görülmektedir. Dolayısıyla çeşme ve mescidin, medreseye bitişik olarak inşa edilmesi mümkün görünmemektedir. Nitekim Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesinde mescit, minare ve medreseyi aynı plan içinde tasarlayan ortak tasarım anlayışının getirdiği asimetrik ön cephe ve plandaki diğer geometrik aksaklıklar, Kayseri’deki medresede görülmemektedir. Çeşmenin, XX. yy. başlarına gerçekleştirilen meydan düzenlemeleri sırasında bugünkü yerine taşındığını, aslî özelliklerini kaybeden mescidin ise tamamen ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Eldem676 ve Ahmed Nazif677’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa mescit ve medrese karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Bu iki bina arasında kalan yol, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun pazarı veya Meydan denilen kalenin kuzeydoğu kapısı da her iki binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı678 (Harita:4). Mescidin, çeşme ve medreseyle beraber şehrin önemli bir yerinde bir külliye düzeniyle inşa edildiği anlaşılmaktadır. Mescidin planı veya süslemelerine ilişkin bir bilgi ne yazık ki bulunmamaktadır. Eldem679 ve Ahmed Nazif680’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa mescit ve medrese karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Bu tasarımın bir benzerine Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinde rastlamaktayız. Medreseyi kuzeyden, halen ayakta olan Roma Tapınağının, batı yönden de 676 Halil Edhem, a.g.e., s.121. 677 Ahmed Nazif, a.g.e., s..36. 678 Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı. 679 Halil Edhem, a.g.e., s.121. 680 Ahmed Nazif, a.g.e., s..36. 314 Ortaçağ’da da aynı güzergâhta yer aldığı anlaşılan yolun sınırladığı düşünülürse ön cephenin diğer cephelerin aksine neden süsleme ve simetri açılarından farklılık arz ettiği anlaşılabilir. Binanın ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin kuzeydoğu kapısı da binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı681. Binanın Moğol tahakkümünün en ağır yaşandığı yıllarda, özellikle, böylesi bir merkezde yapılmış olması anlamlıdır. Şehrin kuzeydoğu bölümünde XIII. yüzyıl başlarında herhangi bir yapılaşma görülmüyordu682. Bu alandaki surları yaptıran I.Alâeddin Keykubat’ın sebebiyet verdiği kentsel gelişim, Moğol istilası ve halkın burada katledilmesiyle kesintiye uğratmıştı683. Sahip Ata’nın medresesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra –Hacı Kılıç Cami-Medresesi hariç tutulursayapılan ilk medrese olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Sahibiye Medresesinin, Moğol yıkımının ardından tekrar canlanmaya başlayan şehrin kuzeydoğu bölümünde, gerek kale kapılarına, gerekse meydana olan yakınlığı ile önemli bir konuma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Sahip Ata’nın daha önceki yıllara ait Konya’daki Dâr’ül Hadisi ve Camiinde görülen yoğun çini süsleme, portal yanında minare kullanımı veya farklı portal tasarımları gibi yeniliklerin aksine, binada, klasik Selçuklu medrese tipinin plan ve süsleme tasarımlarının uygulandığını görmekteyiz. Tuncer684, Sahibiye Medresesindeki bu klasik Selçuklu tarzının, yüzyılın üçüncü çeyreğindeki İlhanlı tahakkümüne karşı, Selçuklu Devleti’nin artık çözülmeye başlayan maddi ve manevi varlığını yeniden vurgulamak isteğinin bir sonucu 681 Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı. 682 Eravşar, a.g.t., s.254. 683 Aynı yer. 684 Tuncer, a.g.e., s.39-40. 315 olduğunu belirtir. Ancak bu konuda, kimliğini bilemediğimiz mimarın etkisini göz ardı eden bir yorumun çok doğru olamayacağı düşüncesindeyiz. 316 Çizim 27: Kayseri Sahibiye Medresesi Planı (Mevcut Durum) (VGM.Abd.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden) 317 Çizim 28: Kayseri Sahibiye Medresesi Kesitleri (VGM.Abd.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden) 318 Çizim 29: Kayseri Sahibiye Medresesi Ön Cephe Elevasyonu (O.C.Tuncer’den) 319 Çizim 30: Kayseri Sahibiye Medresesi Planı (Restitüsyon) (O.C.Tuncer’den) 320 3.7.Konya-Ilgın’daki Sahip Ata Yapıları İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005. Konya’nın Ilgın İlçesindeki Sahip Ata yapısı, Ortaçağ’dan günümüze ulaşabilmiş ender kaplıcalardan biridir. Bugüne bağımsız bir bina şeklinde gelen kaplıca, aslî halinde kuzeyindeki hanla beraber inşa edilmişti. Osmanlı dönemine ait bir kuyud-u atik kaydında “…kaplıca ve civarındaki han ve zaviye” ye gelir olarak kaydedilen bazı köy isimleri yer almaktadır685. Belgedeki ifadelerden, han ve zaviyenin kaplıcayla beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği”ni öğrenmekteyiz. Önge’nin yayınladığı686 resim ve plandan, hanın, kaplıcaya kuzeydoğu köşeden bitişen ve ihtimalle doğu-batı doğrultulu bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Kaplıca, han ve zaviyeden müteşekkil külliye, Ortaçağ’da Akşehir’i Konya’ya bağlayan ana yolun üzerinde, bugünkü Ilgın ilçe merkezinin 2,5 km. güneybatısında yer almaktadır (Harita:1). 3.7.1- Kaplıca Eski Türkçede “kaplıca” anlamına gelen Ilgın, Selçuklu ve Karamanoğulları döneminde Farsça olan ve “Sıcak Su”687 anlamındaki “Ab-ı Germ” şeklinde anılmaktaydı688. Bina, bu isimlerden ötürü “Abı-Germ Kaplıcası” olarak da tanınmaktadır689. 685 Uğur-Koman, a.g.e., s.84. 686 Önge, …Hamamları, Resim 1, Şekil 1. 687 F.Devellioğlu, a.g.e., s. 341. 688 İbni Bibi, a.g.e., C.I. s. 367., C.II, S.150, 212., Abû’l-Faraç Tarihi, a.g.e., C.II, s.486., Eflakî, a.g.e., C.I, s.134., Turan, a.g..e., s.223, 274, 293, 355, 451, 460, 483, 559, 566, 590, 603. Anadolu’yu XIII. Yüzyılın ortalarında ziyaret eden St. Quentin’li Seyyah Rahip Simon (Simon de St. Quentin a.g.e., s.49.) ise burasının “Labigarme” şeklinde anıldığını belirtir. 321 Ilıca Mahallesinde yer alan bina, batısında bulunan yaklaşık 50 m.lik bir tepenin yamacına inşa edilmiştir. Binanın kuzeyinden ise Fatih Altay Caddesi geçmektedir. Enine dikdörtgen plana sahip bina, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve iki ayrı kısımdan oluşan çifte kaplıcadır. Bugün kadınlar kısmı portali üzerinde yer alan ve iki sivri kemerli bölüm içinde, her bölümde beşer satırlık Arapça kitabesine690 göre bina, H.666/M.1267 yılında Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Kitabenin sivri kemerli bölümünün aralarındaki kemer yüzeyinde, dairesel bir madalyonun hemen altında “Amel-i Kaluyan”691 tabiriyle, mimarın ismi yer alır. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi, 689 Eflakî, aynı yer. 690690 Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, Anadolu’da XIII-XIV. yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995, s.280. Türkçe okunuşu ise şöyledir: (sağdan sola 1.yazıt) es-sultanî Amera bi imêrati hâzihi'l-hammetil mübêrakete fi eyyâm-i devleti's-sultani'l-âzam Gıyasü'ddünya ve'd-dîn ebu'l- feth Keyhüsrev b. Kılıçarslan.Burhan-u emiri'l- mü'minin (2. yazıt): Amel-i Kaluyan (3.yazıt): el-Mülkilillah Es-sâhibü'l âzam ebu'l hayrât ve'l- berekât salâhu'l- âlem, Ali bin el- Hüseyin tekabbelallah a'melühü fi târîhi sene sitte sittîn sitte mie Transkripsiyonu ise şöyledir; Bu Ilıcanın binasının yapılmasını devletinin günlerinde, müminlerinin emirinin delili din ve dünyanın yardımcısı büyük sultan fetih babası Kılıçarslan oğlu Keyhüsrev tarafından emredildi. Kaluyan’ın eseri Hayırlar ve bereketler sahibi büyük vezir Ali bin Hüseyin Allah amellerini kabul etsin, sene 666. ( Arş Gör. İsmail. Hacıoğlu, Sn. Doç Dr. Hicabi Kırlangıç ve Doç Derya Örs’e yardımlarından ötürü teşekkür ederim.) 691 Burada ifade edilen Kaluyan el-Konevî, bilindiği gibi Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinin de mimarıdır. 322 binanın I. Alâeddin Keykubat döneminde inşa edilmiş olduğunu belirtir692. Bu konuyla ilgili olarak önce Y. Akyurt693, sonra S. Ünver694 en son olarak da O.Özdemir695, bugün kayıp olan ve adı geçen sultanın dönemine ait bir kitabeden bahsetmişler, binanın ilk inşaatının I.Keykubat dönemine indiğini ifade etmiştir. Kayıp olan bu kitabe Gaffar Totaysalgır tarafından görülmüş ve bir kopyası alınabilmiştir. “Ab-ı Germ” ifadesiyle sonlanan ve H.633/M.1236 yılında “…bu temiz şifa yerini…” , “Cemaleddin” isimli birinin yaptırdığı yazılı Arapça beş satırlık kitabe696nin, I.Keykubat’ın saltanat yıllarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Bunların dışında soğukluk bölümünün revağının kuzey duvarında XIX. yüzyıla ait bir tamir kitabesi697 bulunur. Şair Sermet isimli biri tarafından yazılan Osmanlıca kitabede, tamirin H.1254/M.1838 de, Ilgın eşrafından Hacı Numan Efendi tarafından gerçekleştirildiği manzum bir anlatımla on satırda ifade edilmiştir. Bunun dışında revağın güney duvarında, 1951 yılında yapılan onarıma ait Latin harflerinden oluşan bir yazıt vardır698. Binanın vakfiyesi günümüze ulaşmamıştır. Buna karşın Uğur- 692 Evliya Çelebi, a.g.e., 3. Kitap, s.15., Katip Çelebi, a.g.e., s.619. Hem Evliya hem Katip Çelebi, I.Keykubat’ın yakalandığı nikriz hastalığının şifalı sularla tedavi olması dolayısıyla burada bir kaplıca yaptırdığını belirtirler. Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) nin Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu kaplıcaya sık sık geldiğini belirten ifadeleri, binanın Selçuklu döneminde yüksek tabakanın oldukça rağbet ettiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. 693 Akyurt, Resimli Türk Abideleri…, 1. cilt, s.62-63. 694 S.Ünver, Selçuk Tababeti, Ankara 1940, s.101–103. 695 Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz O.Özdemir, Ilgın Kaplıcasının Tarihçesi, Konya 1959, s.10–11. 696 Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, a.g.e., s.280., Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. T.Samur, Ilgın’da Türk Devri Yapıları, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985, s.25-26. 697 Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, a.g.e., s.280., Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. T.Samur, a.g.t., s.26-27. 698 Burada “Yüksek Mimar Bekir Güzey’in önerisine göre Müzeyyen Çevikel tarafından restore edilmiştir. 1951.” ifadesi yer almaktadır. 323 Koman, “Göstere” isimli köyün gelirlerinin bir kısmının, kaplıca ve ona bitişik olan han699a gelir olarak kaydedilmiş olduğuna dair bir Osmanlı kaydından bahseder700. Bunun dışında belgede, “Kidanî” isimli bir zaviyeye tahsis edilen gelirlere ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Bugün bu zaviyeden günümüze bir iz kalmamıştır. Buna karşın kaplıca yakınlarında, halk arasında “Handevî-Kandevî” ismiyle bilinen bir türbe mevcuttur. Uğur-Koman’ın bahsettiği belgede bu zaviyenin, han ve kaplıcayla beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği”nin belirtilmesi, söz konusu yapıların bir külliye şeklinde tasarlandığını göstermektedir. Bu belge, aslî halinde bir külliye düzeni şeklinde tasarlanan yapıların bir vakfiyesi olduğunu ancak günümüze ulaşamadığını ortaya koymaktadır. Binayı birçok yerli ve yabancı seyyah incelemiş ve tanıtmıştır. Bunların ilki XVII. yüzyılda Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi’dir. Evliya Çelebi, Ilgın’ın batısında, Sultan Alâeddin’in nikriz hastalığına şifa bulduğu ve bu yüzden muhtasar bir kubbe, camekân ve havuzdan oluşan bina inşa ettirip, buraya aslan başlı oluklardan su getirttiğinden bahseder701. Kâtip Çelebi’deki ifadeler de benzerdir. Buna göre Kâtip Çelebi, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat tarafından kaplıcanın kâgir kubbe ve içindeki havuza iki mevziden aslanağızlı lülelerden su akan heyeti gusül bina ettirdiğini ifade eder702. Ünlü coğrafyacı binanın tarihini H.660 olarak tespit etmiştir. Binayla ilgili XVII. yüzyıla ait bir başka bilgi de IV. Murat’ın Bağdat seferi sırasında 699 Bu han günümüze ulaşamamıştır. Ancak Önge (a.g.e., Resim 1 Şekil 1) nin yayınladığı resim ve çizimde, ayrıca Uğur-Koman(a.g.e., s.84)in ifadelerinden, hanın, kaplıcaya kuzeybatı uçta ve ona dik bir şekilde konumlandığını anlamaktayız. 700 Uğur-Koman, a.g.e., s.84. 701 Evliya Çelebî, a.g.e., s.15. 702 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 619. 324 burayı ziyaret etmesiyle ilgilidir703. Buna göre, IV. Murat 1638’de Bağdat’a giderken kaplıca önünde otağını kurdurduğu ve burada bir köşk inşa ettirdiği belirtilir. Ancak Osmanlı kayıtlarında yer alan han gibi, bu köşke dair de herhangi bir iz günümüze ulaşamamıştır. Binayı XIX. yüzyılda ilk ziyaret eden Hamilton olmuştur. Seyyah 1842’de tespit ettiği binayı harap durumda bulmuş, antik dönem taşlarından inşa edildiğini belirttiği binanın eksik olarak kitabesini okumuş ve yayınlamıştır704. C.Huart ise antik devirlere ait binanın, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde tamir edildiğini belirtir. Seyyah, Kâtip Çelebi’ye atıf yaparak binanın, Sultan Alâeddin döneminde kubbesinin oturtulduğunu belirtirken, Kâtip Çelebinin verdiği H.660 tarihini yanlış bulur, ancak kendisi bir tarih zikretmez705. F.Sarre’nin 1895 yılındaki incelemeleri sırasında bina çalışır durumdaydı. Nitekim Sarre, kaplıcanın kadınlar için ayrılmış günü binayı ziyaret etmek istemiş, bu yüzden içeri girememiştir. Erkekler bölümü için yazar herhangi bir bilgi vermemektedir. Sarre, Selçuklu yapısı olduğunu belirttiği binanın duvarlarında, birçok Bizans dönemine ait taşlar bulunduğunu ifade eder706. Kaplıca zaman içerisinde birçok tamir ve müdahale geçirmiştir. Bunlardan ilki Şaban H.1070/Mayıs M. 1660 tarihlidir707. Bu onarımda yapılan müdahalelerin niteliği ne yazık ki kayıtlarda yer almaz. Binadaki ikinci müdahale 1838 yılında Ilgın eşrafından Hacı Numan Efendi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu tamiri gösteren kitabe kadınlar kısmının girişinin güney revağının kuzey duvarında yer almaktadır. 703 Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin “Ravzatü’l-Ebrar” isimli eserinden aktaran, Özdemir, a.g.e., s.15. 704 W.J.Hamilton, Researches …, s.187-188. 705 C.Huart, Konia…, s. 121. 706 F.Sarre, Reisen in…, s. 23. 707 Konya Şer’iyye Sicili 10/276’den nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.94. Bu belgede, Ilgın’daki hamam için “ benna, neccar ve seng-traş ve ırgad ve lağımcı ve kereste ve taş ve kireç…” istendiği belirtir. 325 Kitabedeki ifadelerde yer almamasına karşın, bugün kadınlar kısmının girişinde yer alan revağın bu müdahalede sırasında eklendiği anlaşılmaktadır708. Kaplıca 1906 yılında Maarif Nezaretine devredilmiş, dönemin Konya Maarif Müdür Hulusi Beyin teşebbüsü ile tamir olunmuş, bu müdahale sırasında erkekler kısmı ilave edilmiştir709. Daha sonra Vakıfların mülkiyetine geçen kaplıca Ilgın Belediyesi ile Vakıflar Genel Müdürlü arasında dava konusu olmuştur. Ilgın ve çevresinde 1931 yılında bir deprem olduğu bilinmektedir, bu deprem ile zarar gören kaplıca, 4.10.1939 tarihine kadar kapalı kalmıştır710. Binanın 1930-1940’lı yıllar arasında değişik onarım projeleri hazırlanmış ancak uygulanamamıştır. Kaplıcanın 1950 yılında başlayıp 1951 yılında tamamlanan tamiri en kapsamlı olanıdır. Kadınlar kısmı giriş revağının güney duvarında yer alan kitabe bu onarıma işaret eder. Onarımda, kadınlar kısmının soğuk su havuzu ile soyunma yerleri değiştirilmiş, sıcaklık kısmının havuzu yenilenmiştir. Erkekler kısmında ise soyunma kısmında ayrı kabinler şeklinde düzenlenmiş odalar kaldırılarak bir koridor haline getirilmiş, sıcaklık kısmındaki havuz yenilenmiştir711. Kaplıcanın, 1966 yılında eski eser tescili yapılmış, 1991 yılında ise koruma alanı olarak kabul edilmiştir. Binadaki son onarım, 1984–86 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu onarımda, iç ve dış duvarlarıyla kubbelerde sıva raspası yapılarak üzerindeki muhdes eklentiler kaldırılmış, aslına göre onarılmıştır. Ayrıca döşeme, kurna, sıcak su havuzlarının orijinal kotları tespit edilerek aslî duruma göre yenilemeler yapılmıştır. Kadınlar kısmının girişinde kemer aralarında yer alan camekânlar kaldırılarak demir parmaklık yapılmış, batı cephede ihata duvarı ve drenaj ile elektrik tesisatı tamamen yenilenmiştir. Son olarak 2000 yılında yapılan 708 Önge, a.g.e., s.281. 709 Uğur-Koman, a.g.e., s.84-85. 710 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3. 711 Özdemir, a.g.e., s. 15-17. 326 tamirde712, ahşap pencere ve kapıların doğramaları pvc esaslı doğramalarla değiştirilmiştir. Kaplıca, tamirlerden sonra, kiralama yöntemiyle kullanıma açık ve faal bir durumdadır. Binanın çevresine son yıllarda, belediyeye ait olan konaklamaya mahsus tesisler yapılmıştır. Binayı onarımlar öncesi ziyaret eden birçok araştırmacı duvarlar arasında yoğun miktarda spolia malzeme görüldüğünü belirtirler713. Bugün duvarların tamamı beyaz badana ile boyalı olduğundan bunları tespit edememekteyiz. Onarım işlemleri sırasında çekilen fotoğraflardan714 beden duvarlarının genellikle moloz taş yer yer de düzdün kesme taşla inşa edildiği görülür. Soyunma ve sıcaklık kısmının kubbeleri bugün betonla kaplıdır. Ancak onarım sırasındaki fotoğraflardan bunların asli halinde tuğla malzemeye sahip oldukları anlaşılmaktadır. Su deposunun tonozu ise moloz taştır. Kadınlar kısmının girişi önündeki muhdes revak kubbeleri tuğladandır. Sonradan eklenen erkekler kısmında, alt yapı moloz taş, örtü ise tuğla malzemedendir. Binadaki mekânların döşemeleri mermerdendir. Ayrıca binanın içte ve dışta tüm duvarları sıvalıdır. Bina iki kademe halindedir. İlk kademeyi beden duvarları oluşturur (Çizim:32). Beden duvarlarının kadınlar ve erkekler kısımlarının girişlerinin üstüne denk gelen bölümleri, diğer kısımlardan biraz daha yüksektir. Süslemesiz dar bir silmeyle sonlanan beden duvarlarından sonra mekânların örtüleri ikinci kademeyi ihtiva eder. Aslî halinde doğrudan duvarlara oturduğu, onarım sırasındaki raspalardan anlaşılan kubbelere, tamirler esnasına poligonal kasnaklar eklenmiş, kubbelerde nem sebebiyle ortaya çıkan çatlamaların bu yolla önlenmesine çalışılmıştır. 712 V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3. 713 Hamilton, a.g.e., s.187-188., Huart, a.g.e. s. 121., Sarre, a.g.e., s. 23. 714 Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3. no.lu dosyadaki fotoğraflar. 327 Foto 190: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası Foto 191: Kaplıca ön cephesi (Onarım Sonrası) (Onarım Öncesi) (VGM.Arşivi’nden) Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bina, yan yana iki kısımdan ibaret bir çifte kaplıcadır (Çizim:31, Foto:190– 191). Güney kuzeydeki kısım bölüm ise erkeklere, kadınlara mahsustur. Binanın kuzey, güney ve Foto 192: Doğu cephenin erkekler kısmına denk gelen kısmı batı cephelerinde herhangi bir açıklığa yer verilmemiş, sağır tutulmuştur. Her iki bölümün de giriş cephesini teşkil eden doğu cephede ise toplam on dört açıklık bulunmaktadır (Çizim:33, Foto:192). Bunlardan onüçü cephenin güney yarısında yer alır. Cephenin ortaya yakın bölümüne aynı hizada ve üçerli gruplar halinde sıralanmış olan açıklıklardan güneydoğu köşede olanı, erkekler kısmının kapısıdır. Bu bölümdeki diğer oniki açıklık ise üçerli gruplar halinde aynı hizada ve cephenin ortaya yakın bölümüne hizalanmış olup, boyuna dikdörtgen formda, lentoları basık kemer şeklinde düzenlenmiş pencerelerdir (Foto:192). Pencereleri ve kapıyı, üstten lentoların formuna uygun bir çerçeve kuşatmaktadır. Cephenin kuzeydeki bölümünün güney yarısını kadınlar kısmının girişini kapatan revaklı kısım 328 oluştururken, cephenin kalan bölümünden yaklaşık 1 m. daha içerlek tutulmuş olan kuzeydeki kısmın ortasında bir pencere açıklığı bulunmaktadır(Foto:191). Duvarın ortaya yakın bölümünde ve düşey aksta hizalanmış olan açıklık, cephedeki diğer pencereler gibi boyuna dikdörtgen formlu ve lentosu basık kemer şekillidir. Onarımdan önce, kadınlar kısmının girişinde yer alan revaklı bölümün kuzey ve güney kenarları kapalıydı. Revağın üstü, doğuda kare kesitli taş ayaklarla yan duvarlara ve bunları birbirine bağlayan kemerlerle, üçgen biçimli köşe bingilerine oturtulmuş üç kubbe ile örtülüydü. Giriş aksına rastlayan orta bölüm ve bunun kubbesi diğerlerinden daha büyüktü. Onarımlar sonrası bu üç gözlü revak kısmının da önüne boyuna dikdörtgen formlu ahşap bir paravan eklenmiştir. Üzerinde bayanlar mahsus bölüm olduğunu belirten bir yazı bulunan bu paravanın, sadece revağın gözlerinden güneydekiyle aynı aksta basit bir açıklığı bulunmakta olup, diğer bölümleri kapalıdır. Çifte Kaplıca’nın güneydeki bölümünü teşkil eden erkekler kısmına, güneydoğu köşedeki kapıdan girilir (Çizim:31, Foto:192). Kapıdan sonraki giriş bölümü 1984 onarımında eklenmiştir715. Kapıdan sonraki “L” biçimli bu giriş bölümü düz tavanlıdır. Girişten sonraki batı bölümde toplam 10 adet soyunma kabini bulunur(Foto:193). “L” biçimli bölümün uzun –kuzey-kenarı ise sağlı sollu elbise askılarının yer aldığı uzun bir koridordur. Koridorun sonundaki bir kapıdan soyunmalık kısmına geçilir. Bu kısım da, 1984 onarımında eklenmiş bir bölümdür. Kuzey-güney doğrultulu dar uzun bir koridor halindeki bölümde, elbise asmak için düzenlenmiş askılar ve oturma tabureleri bulunmaktadır. Bu koridorun kuzey 715 Önge (a.g.e., s.279.) in incelediği yıllarda, erkekler kısmına, kadınlar kısmı girişinin önündeki revaktan bir kapı ile ulaşılmaktaydı. Onarım sırasında bu ara kapı kapatılarak, erkekler kısmına güneydoğu köşedeki münferit bir kapıdan geçit verilmiştir. 329 ucundaki düz atkılı kapıdan kuzey-güney doğrultulu boyuna dikdörtgen formda ve beşik tonoz örtülü bir bölüme geçilir. Bu bölümün güney, doğu ve batı duvarında düz atkılı üç kapı açıklığı yer alır. Bunlardan batıda yer alan kapıdan, soğukluk kısmına geçilirken, doğudaki kapı bugün kapalı vaziyettedir716. Batıdaki kapıdan soğukluk kısmına geçilir. Mekân, doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 1.50 m. derinliğinde iki sivri beşi tonozun desteklediği, köşe üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür (Foto:194). Foto 193: Erkekler kısmı soyunmalık bölümü Foto 194: Erkekler kısmı soğukluk bölümü Bu ve sıcaklık kısmının kubbelerinin yükleri, köşelerdeki üçgen satıhlar aracılığıyla duvarlar ve tonozlarca karşılanmıştır. Biri kubbe merkezinde diğerleri çevresinde bir altıgen oluşturacak şekilde dizilmiş dairesel biçimli yedi ışık gözü burayı aydınlatır. Zemini ve 1 m.ye kadar duvarları mermer kaplı mekânın, giriş hariç diğer duvarlarında 1 00 m. genişliğinde sekiler bulunur. Güney ve kuzey duvarlarda üçer mermer kurna yer alır. Giriş bölümünün güney duvarındaki kapıdan sıcaklık kısmına geçilir (Çizim: 31). Sıcaklık iki bölümden teşkildir. Bunlardan batıdaki kısmın ortasında kare planlı bir havuz vardır. Mekân, güney ve kuzeydeki sivri kemerlerle desteklenen ve üçgen satıhlarla geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Buranın zemini ve duvarlarının 1 m.ye kadar olan kısmı mermerle kaplı olup, 1 m. genişliğinde sekiler 716 Bu kapı kadınlar kısmının girişinden geçilerek ulaşılan eski kapıdır. Önge (a.g.e., Şekil 1) kapıyı, erkekler kısmına geçilen kapı olarak tespit etmektedir. 330 yer alır. Kubbede bir sekizgen oluşturacak şekilde dizilmiş sekiz ışık gözü bulunur. Sıcaklığın batıdaki ikinci bölümü, seki şeklinde yüksek tutulmuş olup, doğu duvarındaki yaklaşık 3.00 m. açıklığındaki bir teğet kemerle doğusundaki bölüme açılır. Buranın üzeri de tıpkı doğusundaki mekân gibi, kuzey ve güneyden sivri beşik tonozlarca desteklenen bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin ortasında bir ışık gözü yer almaktadır. Kadınlar kısmına giriş doğudaki üç gözlü revaklı bölümden sağlanmaktadır (Çizim:31, Foto:195). Bugün bu revaklı kısmın önünde bir paravan yer almakta, buradan revaklı kısma geçilmektedir. Foto 195: Kadınlar kısmı girişi (Onarım çalışmaları) Revaklı kısım, iki serbest ayaktan, kuzey, güney ve batı duvarlara bağlanan sivri kemerlerle teşkil edilmiş üç bölümlü bir mekândır. Kubbe ile örtülü bu üç gözden ortadaki, hem daha enli hem de örtüsü diğerlerinden daha büyük ölçülerdedir. Güneydeki revak gözü ile onun kuzeyindeki bölümün kemeri doldurularak kapatılmış, yeni ihdas edilen duvarın ortasına da bağlantıyı sağlayacak bir kapı açılmıştır. Güneydeki revak gözü kaplıca idaresince kullanılan bir odaya dönüştürülmüştür. Revağın iç ve dış tüm duvarları beyaz badanalıdır. Foto 196: 1838 onarım kitabesi Foto 197: 1951 onarım kitabesi 331 Kuzey duvarında 1838 tarihli(Foto:196), güney duvarında ise 1951 tarihli (Foto:197) iki onarım kitabesi yer alır. Revağın ortadaki gözünde portal bulunur(Foto:198). Portalin aslî halinde dıştan, dört profilli silmeyle çevrelenmiş boyuna dikdörtgen formda olduğu, mevcut izlerden anlaşılabilmektedir. Yüzeyden yaklaşık 25 cm. içerlek tutulmuş olan kavsara bölümünde, üstte, dört yönden ince bir silmeyle belirlenmiş olan enine dikdörtgen bir saha bulunur. Bunun altında, bir kısmı dikdörtgen bölümün içine de girmiş bir şekilde, kitabelerin yer aldığı kısım yer alır. Portalin yatay ekseninin biraz sütünde yer alan, bu yan yana iki bölüm, üç dilimli iki sivri kemerden oluşmaktadır. Bulundukları yüzeyden yaklaşık 10 cm. içerlek tutulan bu sivri kemerli nişlerin içlerine, kemer formuna uygun, kitabe717 taşları (Foto:199) yerleştirilmiştir. Sivri kemerlerin arasındaki yüzeyde, ortasında bir yonca yaprağı bulunan dairesel bir madalyon ve hemen altında dikdörtgen bir kartuşun içinde “Amel-i Kaluyan” imzasıyla, usta kitabesi Foto 198: Kadınlar kısmı portali 717 Foto 199: İnşa ve usta kitabeleri Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Önge, a.g.e., s.280. Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. Samur, a.g..t., s. 25–26. 332 Bulunur(Foto:199). Portalin düşey aksında, sivri kemerli bir lentoya sahip kapı açıklığı yer almaktadır. Bu kapıdan kadınlar kısmının soğukluk kısmına geçilir. Kare planlı soyunmalık köşe üçgenleriyle duvara oturan ve eteği sade profilli bir silmeyle süslenmiş bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin merkezinde herhangi bir düzen arz etmeksizin yerleştirilmiş dairesel biçimli Foto 200: Kadınlar kısmı soyunmalık bölümü yedi ışık gözü bulunur. Bunun dışında her biri yaklaşık 15 cm. olan ve kubbe merkezinden radyal biçimde dağılarak kubbe eteğine doğru dağılan ince şeritler kubbeyi süslemektedir. Bu şeritler kubbe yüzeyinden içerlek tutulmuştur. Kubbe eteğinde kuzey, batı ve doğu kenarların akslarına denk gelen noktalarda sağır, ikiz sivri kemerli nişler bulunur. Boyuna dikdörtgen bir panoyla dört yönden çevrelenmiş olan ikiz sivri kemerli nişler, bulundukları yüzeyden bir miktar içerlek tutulmuştur. Soğukluğun doğu duvarında ise üç pencere açıklığı bulunmaktadır. Bunlardan kapının tam üstüne denk gelen noktadaki açıklık, formu bozulmuş sivri kemerli bir açıklıktır ve yanındaki iki pencereden daha üst bir noktada –üçgen geçiş öğelerinin arasında- yer almaktadır (Foto:200). Bu açıklık, üç yönden –alt kenarı hariç- dikdörtgen bir pano içine alınmıştır. Panonun üst kenarında tek sıra halinde sekiz adet mukarnaslı niş bulunmaktadır. Mazgal biçimli açıklığın yapılan onarımlar sırasında formu bozulmuştur. Bu duvardaki diğer iki açıklık, aksa göre simetrik ve aynı hizada yerleştirilmiş olup, üstteki pencereden 10 cm. daha aşağıdadır. Pencerelerden bugün demir bir kapakla kapatılmış olan kuzeydekinin, lentosu yuvarlak kemerli, 333 güneydekinin ise basık kemer biçimlidir. Mazgal biçimli iki açıklıkta da herhangi bir süsleme unsuruna rastlanmamaktadır. Mekânın üç duvarında mermerden sekiler yer almaktadır. Ayrıca mekânın merkezinde sonradan ilave edilmiş mermer bir çeşme bulunmaktadır. Mekânın güneydoğu köşesinde, onarımlar sırasında bir niş açılarak bugün tuvalet olarak kullanılan bir bölüm teşkil edilmiştir. Bu mekânın kuzey duvarında, akstan biraz doğuya kaymış düz atkılı bir kapı vasıtasıyla sıcaklık bölümüne Foto 201: Soyunmalık kubbesinden detay geçilir. Sıcaklık köşe üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür (Çizim:31). Kubbe eteği, yaklaşık 10 cm genişliğinde bir silmeyle sınırlandırılmıştır. Silme, düzenli aralıklarla sıralanmış ve uçları yukarı doğru olan üçgen biçiminde profillerle hareketlendirilmiştir. Kubbe, merkezde olanı, daha büyük ölçülerde olmak üzere, herhangi bir düzen arz etmeksizin kubbe göbeği çevresine yerleştirilmiş, dairesel biçimli dokuz ışık gözü ile aydınlatılmıştır (Foto:200). Doğu’da, tam aksta ve duvarın ortaya yakın bir bölümünde, bugün kapatılmış vaziyette boyuna dikdörtgen formlu, lentosu basık kemer biçimli mazgal bir pencere yer alır. Mekânın kuzey duvarlarının ortaya yakın bölümlerinde ve tam aksa denk gelen bölümlerde, tıpkı soğukluk bölümünde olduğu gibi ikiz, kemerli nişler bulunur. Burada da dikdörtgen bir kartuşun alt kenarına oturtulan kemerler, soğukluk kısmından farklı olarak daha büyük ölçülerde ve kemerler sivri yerine yuvarlaktır. Mekânın tüm duvarlarında, aynı hizada ve birbirlerine eşit uzaklıkta, zeminden yaklaşık 1 m yükseklikte nişler yer alır. 334 Foto 202: Sıcaklık kısmı Foto 203: Sıcaklık kısmındaki nişlerden Mekânın güney duvarında dört, diğer duvarlarda altışar adet lentoları sivri kemer biçimli niş bulunmakta olup, her biri 10 cm. derinliğindedir. Sıcaklığın giriş duvarı hariç diğer duvarlarında mermer yıkanma sekileri mevcut olup, bunlar onarımlar sırasında birer mermer paravanla bölünüp her bir bölüme, birer muhdes kurna yerleştirilmiştir. Mekânın zemininde, ortada kare planlı bir havuz yer almaktadır. Onarımlara kadar sıcaklığın batısında bulunan kuzey-güney doğrultusunda ve sivri beşik tonoz örtülü su deposu, tamirler sırasında kaplıcanın batısına –tepeden gelen yağmur sularının yaptığı tahribatı önlemek için- yapılan istinat duvarının inşası sırasında kapatılmış, erkekler kısmının güneyine yeni bir su deposu inşa edilmiştir. Eski deponun tonozunun ortasında kare kesitli bir ışık gözü ve kuzeybatı köşesinde bir kapı açıklığı bulunmaktaydı718. Ilgın’ın XIII. Yüzyılda ve daha öncesinde Ab-ı Germ, yani sıcak su şeklinde anılıyor olması, burada çok eski tarihlerden beri sağlık tesisleri olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Eflakî’de, Mevlana’nın burada sık sık yıkanmaya geldiğini belirtmektedir719. Gerek Kâtip Çelebi gerekse Evliya Çelebi720’nin burada I. Alâeddin Keykubat tarafından yaptırılmış bir kaplıcanın var olduğunu belirtmeleri, 718 Önge, a.g.e., s.279., Şekil 1. 719 Eflakî, a.g.e., C.I, s.134. 720 Evliya Çelebî, a.g.e., s.15., Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 619. 335 ayrıca bu bilgiyi doğrulayan bir kitabenin de varlığı, binanın Sahip Ata imarının öncesine giden bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Söz konusu kitabede, I. Alâeddin Keykubat zamanında Cemaleddin isimli biri tarafından H.633/M.1236 tarihinde “…bu temiz şifa yeri…”nin yaptırıldığı yazılıdır721. Burada bahsedilen Cemaleddin isimli şahsa dair bir bilgiyi, devrin yazılı kaynaklarından ne yazık ki tespit edemedik722. Bu anlamda binanın ilk inşasının 1236 tarihinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sahip Ata’nın 1267 tarihli müdahalesini gösteren kitabesinin, üzerinde yer aldığı portalle olan uyumsuzluğu da bu tarihten önceki inşaatı gösteren bir başka kanıttır. Burada kapı açıklığının üzerindeki alanı dolduran çift kemer gözünden ibaret kitabelerin, bulundukları portal yüzeyi ve portali çevreleyen dar silmelerle uyumsuzluğu kitabelerin ve portalin iki farklı tarihe ait olduğunu gösterir723. Bu anlamda portalin, 1236 inşaatına ait olduğunu, 1267724’de ise Sahip Ata müdahalesini gösteren kitabelerin yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Binadaki bir sonraki müdahale –XVII. yüzyıldaki niteliği bilinmeyen bir onarımdan sonra- Müftü Hacı Numan Efendi tarafından gerçekleştirilen 1838 onarımıdır. Kitabesi mevcut olan bu onarım sırasında, kadınlar kısmının önündeki revaklı bölüm eklenmiştir. Nitekim bu revaklı bölüm, portalin güney kenarını kısmen kapatmakta, aradaki dilatasyon rahatlıkla izlenebilmektedir. Binada daha sonra 1906’da bir müdahale daha yaşanmış, bu onarım sırasında erkekler kısmı ilave edilmiştir. 721 Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz Özdemir, a.g.e., s.10–11. 722 Bu konuda kesin bilgilerimiz olmamasına karşın, şimdilik, bahsi geçen Cemaleddin’in, 1210 tarihli Akıncı Mescidi’nin banisi Emir-i Şikâr Cemaleddin İshak bin Emir Ali olma ihtimalini vurgulamakla iktifa edeceğiz. 723 Mevcut kitabelerin üzerinde enine dikdörtgen bir saha dikkati çekmektedir ki, biz 1236 tarihli ilk kitabenin buraya yerleştirilmiş olabileceğini düşünmekteyiz. 724 III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkış tarihi olan 1267, Sahip Ata’nın dört yaşındaki yeni sultanın yetersizliğinden dolayı Pervane Muineddin Süleyman ile birlikte devletin kontrolünü tamamen eline geçirmesi dolayısıyla çok önemli bir tarihtir. 336 Kadınlar kısmının güneyine eklenen ve aralık, soyunmalık ve sıcaklık bölümlerinden oluşan erkekler kısmı, XX. yüzyıl içersinde çeşitli müdahaleler geçirmiştir. 3.7.2- Han ve Zaviye Uğur-Koman, Ilgın’daki Kaplıcasının yakınlarında bulunan bir handan bahseder725. Önge’nin planında726 kuzeydoğu köşeden kaplıcaya bitişik olduğu gösterilen binaya dair herhangi bir iz günümüze ulaşamamıştır. Osmanlı dönemine ait bir kuyud-u atik kaydında “…kaplıca ve civarındaki han”a gelir olarak kaydedilen bazı köy isimleri yer almaktadır727. Belgedeki ifadelerden, hanın kaplıcayla beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği” anlaşılmaktadır. Önge’nin yayınladığı resim ve plandan hanın, kaplıcaya kuzeydoğu köşeden bitişen ve ihtimalle doğu-batı doğrultulu bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Erdmann, UğurKoman’a atıf yaparak handan bahseder, ancak ayrıntılı bir bilgi vermez728. Zaviye hakkındaki yegâne bilgi ise Osmanlı dönemine ait bir resmi kayıttaki, kaplıcanın, yakınında bir han ve Kidanî isimli bir zaviye ile birlikte inşa edildiğini ilişkindir. Uğur-Koman729 “Göstere” isimli köyün gelirlerinin bir kısmının, söz konusu kaplıca ve ona bitişik han ile zaviyeye vakfedildiğini belirtir. Bunun dışında söz konusu zaviyeye dair bir bilgiye sahip değiliz. 725 Uğur-Koman, a.g.e., s.84. 726 Önge, …Hamamları, Resim 1, Şekil 1. 727 Uğur-Koman, a.g.e., s.84. 728 Erdmann, a.g.e., Katalog-Text, s.199. Ayrıca H.Crane, (“Notes on Salduq… s.37) ise Erdmann’a atıf yaparak, ayakta bulunmadığını belirttiği binanın 1265 tarihli olduğunu ifade etmiştir. 729 Uğur-Koman, a.g.e., s.84. 337 Mevcut izler ve tarihi bilgiler ışığında Sahip Ata imarı sonrasında soyunmalık, sıcaklık ve su deposundan ibaret olduğu anlaşılan kaplıcanın, XX. yüzyıl Foto 204: Günümüze ulaşamayan hanın, kaplıcanın kuzeydoğu köşesindeki kalıntısı (Önge’den) müdahaleleriyle bugünkü görüntüsüne kavuştuğu anlaşılmaktadır. Önge günümüze ulaşamayan hanın son kalıntılarını görebilmiş (Foto:204) planında yerini işaretlemiştir730. Buna göre, hanın kaplıcaya kuzeydoğu uçta ve ona dik bir şekilde konumlandığını anlamaktayız. Bu anlamda kaplıcanın, diğer Sahip Ata eserleri gibi han ve zaviyeyle birlikte bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmaktadır. 730 Önge, a.g.e., Resim 1, Şekil 1. 338 Çizim 31: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası Planı (Önge’den) 339 Çizim 32: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası a-a Kesiti (VGM. Abd. Yp.İş.Dai.BşkArşivi’nden) 340 Çizim 33: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası Ön Cephe Elevasyonu (VGM. Abd. Yp.İş.Dai.BşkArşivi’nden) 341 3.8- Sivas’taki Sahip Ata Külliyesi İnceleme Tarihi: 29–30 Ekim 2005. Sahip Ata’nın Sivas’ta günümüze ulaşabilen tek binası vardır. Bu bina, aslî halinde, çeşme ve yakınındaki Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu) ile birlikte bir külliye fikri çevresinde tertiplenmiştir. Günümüze XIX. yy. ait bir kopyası ulaşabilmiş vakfiyesinde külliye, “... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında ilim adamlarının oturmalarına mahsus yazlık, kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ, diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir mescidi müştemil, Medrese-i Sahibiyye-i Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir medrese bina etti. Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı731” şeklinde tarif edilir. Dârü’l-Ziyafet’den günümüze herhangi bir iz kalmamış, medrese ve ön cephesinde yer alan çeşme, aslî halini büyük ölçüde koruyarak bugüne ulaşabilmiştir. Külliyenin yapılarından çeşme, medresenin ön cephesinde yer alırken, günümüze ulaşamayan Dârü’l-Ziyafet’in, medresenin muhtemelen doğusunda ve bağımsız bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde külliyenin yeri, “…kale kapusu karşısında…” şeklinde belirtilir732. “Kale Kapısı”733 diye bilinen bu kapı, şehre güney yönünden girişi sağlamaktaydı (Harita: 5). 731 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 732 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 733 Can M. Hersek, “Sivas”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.273–277 (277), Şekil 8. 342 Harita 5: Sahip Ata Külliyesinin yeri (Hersek’ten) 3.8.1- Medrese (Gök Medrese) Bina, Anadolu Selçuklu dönemine ait medreseler arasında gerek ön cephe düzeni, gerek süsleme programı gibi açılardan dikkat çekici özelliklere sahiptir. Bu durum medrese’ye, Anadolu Selçuklu dönemi çalışmalarına734 en fazla konu edilen binalardan biri olma özelliğini de kazandırmıştır. 734 Grenard, a.g.m., s.549-558; Mendel, a.g.e., s.122-124., Fig. 6.; Berchem-Halil Ethem, a.g.e., s.18; Jerphanion, a.g.e., s. 81-85; R.Nafiz Edgüer-İ.H.Uzunçarşılı, a.g.e., s.120-122; Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie II…, s.155-161; Uğur-Koman, a.g.e., s.107-119; Oktay, a.g.m., s.113-115; E.Diez, a.g.m., s.99-104; O.Turan, “Selçuklular Zamanında Sivas Şehri”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, C.IX, S.3-4, Ankara 1951,s. 447-457; Arseven, Türk Sanatı Tarihi…, s.130-132; Mayer, a.g.e., s.78-79; Ögel, “Bir Selçuk Portalleri Grubu…, s.115-119; T.T.Rice, The Seljuks, London 1961, s.130-132; Rogers, “The Çifte Minare…, s.63-85; Erdoğan, a.g.m., s.163, 187.; Ögel, …Taş Tezyinatı, s.150-151; Önge, “Anadolu’da Bilinen En…, s.16, 25; Özdural, a.g.t.; Kuran, a.g.e., s.92-96; Sözen, a.g.e., C.I, s.40-48; Bakırer, …Tuğla Minareler”, s.180-182; Yetkin, a.g.e., s.84-91.; Rogers, “Seljuk Architectural…, s.13-27; Meinecke, a.g.e., C.2, s.438-446.; Bayburtluoğlu, “…Önyüz Düzeni”, s.67-106; Bakırer, 343 Vakfiyesinde “Medrese-i Sâhibiyye-i Fahriyye”735, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde ise “Kızıl Medrese”736 isimleriyle anılan bina, 1700’lü yıllardan sonra -çinilerinden ötürü olsa gerek- Gök Medrese737 olarak anılmaya başlanmıştır. Bina, Sivas ili merkez Kaleardı Mahallesinde, Topraktepe olarak bilinen eski kalenin doğu eteklerinde bulunmaktadır. Kuzey ve doğu yönden Gök Medrese Sokak, batı yönünden ise Üçlerbey sokağının sınırladığı binanın, güneyinde bir park yer alır. Güneydoğu’ya738 meyilli bir arazi üstünde doğu-batı doğrultusunda uzanan bina, dikdörtgen bir plana sahiptir. Bina, kapı açıklığının üstündeki sülüs hatlı kitabesine739 göre III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, H.670/M.1271 yılının Muharrem/Ağustos ayında, Sahip Ata Tuğla Kullanımı, s.447-454; Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine..., s.449-458; Bayram-Karabacak, a.g.m., s.31-61; Sözen, “Sivas Gök Medrese...”, s.93-100; Ünal, a.g.e., s.31.; Tuncer, “Birkaç Selçuklu Taçkapısında…”, s.61-76; Önge, “Konya ve Çevresindeki…”, s.95-108; Tuncer, “Mimar Kölük...”, s.109-118; Eflakî, a.g.e., C.2, s.610; Bilget, a.g.e; Aslanapa, a.g.e., s. 72.; Hersek, a.g.t., s.169-214; Kucur, a.g.t., s.12-13, 36-37.; Bilget, a.g.m., s.607-616; Evliya Çelebi, s.122-123; Demirel, a.g.e.; Y.Kahya vd., a.g.m., s.441-449; Hersek, “Sivas’taki Selçuklu Dönemi …”, s.387-395; D.Kuban vd., a.g.e., s.185-191; Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese ….”, s.121-139. 735 736 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.36, 53. Evliya Çelebi, (a.g.e., s.122-123.) de “…Evvelâ cümleden Kızıl Medrese derler bir medrese-i ibretnümâdır kim diyâr-ı İslâmiyyede eyle bir dâr-ı ulûm ne binâ olunmuşdur veya olunur.” şeklinde tanımladığı bina ile ilgili sınırlı bilgiler vardır. Yazlık ve kışlık kullanımları olan odalardan söz eden yazar, oda sayısı olarak seksen rakamını vermektedir. 737 Binanın bulunduğu mahallenin 1454-1455 tarihli tahrir kaydına göre, Mahalle-i Mescid-i Medrese, 1519-1520 tarihinde Medrese-i Sahip ve 1700 lü yıllardan sonra Gök Medrese Mahallesi olarak anılmış olması (Demirel, a.g.e., s.71.), isminin de aynı şekilde bir değişim geçirdiğini düşündürmektedir. 738 Binanın bulunduğu arazi, hem kuzeyden güneye hem de doğuya doğru meyillidir. Nitekim ön (batı) cephe ile doğu cephe arasında yaklaşık 2.00 m.lik bir kot farkı vardır. Kuzeyden güneye ise 0.30-0.40 m.lik bir meyil vardır. Bkz., Tuncer, “Sahip Ata (Gök)...”, s.129. 739 Kitabenin Arapça okunuşu, Transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Hersek, a.g.t., s.190- 191. Yazarın kimi yerlerde bazı okuma ve yazım hataları mevcuttur. Buna göre Kitabenin ilk kelimesi olan “Ammera” tabirini “Emera” şeklinde yanlış okumuştur. Ayrıca “azam” tabirini de “ezan” şeklinde yanlış okumuştur. 344 Fahreddin bin Ali bin Hüseyin tarafından yaptırılmıştır. Portalin iki yanındaki köşe sütunlarının üzerinde yer alan sekizgen formlu mermer iki panodan güneydekinde, “Amele-El Üstâd”, kuzeydekinde ise “Kâluyânü’l-Konevî” yazılıdır740. Mevlevi kaynaklarından Eflakî741de, Mevlana’nın dostu olarak bahsedilen Kâluyan’ın, üstad düzeyine bu yapıda ulaştığı iddia edilir742. Binanın vakfiyesi bugüne gelebilmiştir. Binanın genel özelliklerinin de tanımlandığı743 vakfiyenin aslı elimizde bulunmayıp 1899 da kopya edilen nüshası günümüze ulaşmıştır. Vakfiyede, Mayıs 1264 de tesis edilen vakfiyeye, 1265 ve 1280 yıllarında ilaveler yapıldığı, 1280 yılında ise her üçünün de tek nüsha haline dönüştürüldüğü ve Konya Kadısı Ebu Bekr bin Ahmed Urmevi tarafından onaylandığı belirtilmektedir744. Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla beraber deprem745 ve diğer dış etkenlerle tahrip olmuş, bu sebeple birçok onarım geçirmiştir. Evliya Çelebi’nin 1650 yılında bina için “felek nice yerlerini bozmuş”746 şeklinde yaptığı tanımlama, binanın XVII. yüzyıldaki harap durumuna işaret eder. Binanın geçirdiği onarımlara 740 741 Aynı yer. Eflakî,(a.g.e., s.610.) Kâluyan için “... Resim sanatında ve tasvirde eşi ve benzeri yoktur...” ifadesini kullanır. 742 Sözen, “Sivas Gök...”, s.94.; Tuncer, “Mimar Kölük...”, s.111. 743 “... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında ilim adamlarının oturmalarına mahsus yazlık, kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ, diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir mescidi müştemil, Medrese-i Sahibiyye-i Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir medrese bina etti. Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı.” Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 744 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.32. 745 Sivas ve çevresinin 1668, 1695, 1754 ve 1794 yıllarındaki depremlerle tahrip olduğunu bilmekteyiz (Bkz.. Ambraseyss-Finkel, a.g.e., s.77-83, 95). Bu depremlerin binaya yaptığın tahribatın ölçüsünü bugün için tespit edememekteyiz. Buna karşın, binanın, Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:58-01-16) bulunan ve Prof.Dr.Müfit Yorulmaz’ ait statik raporuna göre, kuzeydoğu kuleyi oluşturan taşların oldukları yerde döndüğü, bunun da ancak bir deprem etkisiyle oluşabileceği belirtilmektedir. 746 Evliya Çelebi, a.g.e., s.123. 345 ilişkin en erken yazılı belge, H. Zilhecce1131 / M. Ekim 1719 yılına aittir. Sultan tarafından Sivas Beylerbeyi ve Kadısına gönderilen fermanda, medresenin minarelerinin bazı bölümleri ile şerefelerinin onarımının gerçekleştirilmesi isteği yazılıdır747. Binanın, H.1239/M.1824 yılının Nisan ayında geçirdiği onarım hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahibiz. Söz konusu onarımın748, müftü Sarı Hatîb Zâde ve müderris Seyit Abdullah Efendi tarafından yaptırıldığı, ana eyvan’ın doldurulan bölümü üzerine konulmuş bir kitabeden anlaşılmaktadır749. Bu onarımlarda, yıkılmış ana eyvan ve iki yanındaki mekânların avluya bakan kesimlerinin bir duvar örülerek binanın dışında bırakılmıştır. Bunun dışında, onarımda medresenin bir bölümüne ahşap üst kat ilave edilmiştir750. Ayrıca, avlunun kuzeybatı bölümündeki revaklar ve arkasındaki mekânlar da bu onarımda sökülerek yeniden örülmüştür751. Bina, 1904’te Sivas Valisi Reşit Akif Paşa zamanında, Evkaf tarafından bir kez daha niteliği bugün 747 Erdoğan, a.g.m., s.164, 187. Fermanda, beş vakit ezan okunamadığından bahsedilerek, minarelerin tamir edilmesi gerektiği belirtilir. Bunun dışında konuyla ilgili olarak, Hurufat defterlerinde (Aktaran Demirel, a.g.e., s.71.) 1717 tarihindeki, medrese’nin mescidi için hatip tayin edilmesi ve böylece burada Cuma namazı kılınabilmesi hususunda bir belge ile karşılaşmaktayız. Bu iki belge, XVIII. yüzyılın başlarında özellikle mescidin işler hale getirilmesine çalışıldığına işaret etmektedir. Ayrıca, Osmanlı dönemi boyunca Gök Medrese Mahallesinde, ikinci bir mescit ya da caminin yapılmaması da, medrese mescidinin, mahalle halkının bu ihtiyacını karşıladığını göstermektedir. 748 Yukarıda bahsi geçen ve etkisi İstanbul’da bile hissedilen 1794 tarihli depremin 1824 onarımına yakın bir tarih olması dikkat çekicidir. Binada, depremin etkisiyle oluşmuş tahribatın giderilmesi için bir onarım ihtiyacı hissedilmiş olabileceği akla yakın gelmektedir. 749 Söz konusu kitabenin Arapça metni, transkripsiyonu ve Türkçe anlamı için bkz Edgüer- Uzunçarşılı, a.g.e., s.116, 120. 750 Aynı yer. Söz konusu üst kat ilavesinin, binanın hangi bölümlerine gerçekleştirildiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Gabriel, (a.g.e., Resim LIV/1)in yayınladığı 1930’lı yıllara ait bir fotoğraftan, kuzey eyvanın batısındaki bölümün ve doğu kanadın tamamında üst kat bulunduğu görülmektedir. Bilget (a.g.e., Resim 6) in yayınladığı XX. yy. başlarına ait başka bir fotoğraftan ise giriş bölümünün üzerinde yer alan ikinci kata ait odaları görebilmekteyiz. 751 Özdural, a.g.t., s.80-81. 346 için bilinemeyen bir şekilde onarılmıştır752. Özdural’a753 göre, bugün ortadan kalkmış muhdes ahşap giriş kapısı ve havuz bu müdahaleler sırasında ilave edilmiştir. Bir dönem askeri depo ve daha sonra İmam Hatip Okulu olarak kullanılan bina, 1Aralık 1926’da Müze haline getirilmiştir754. Sedat Çetintaş755ın, Temmuz 1937’de restorasyonuna yönelik yapıda temizlik çalışmaları gerçekleştirdiği, Milli Eğitim Bakanlığına yazdığı bir rapordan öğrenilmektedir. Bina, Ekim 1944’te bazı çalışmalar gerçekleştirilerek756, kamulaştırılmıştır. Daha sonra, müze yönetimi tarafından 1951757 ve 1960758 yıllarında binada, bazı küçük ölçekli müdahaleler gerçekleştirilmiştir. Müzenin, restorasyonu biten Buruciye Medresesine taşınmasıyla, 1967 yılında yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslim edilen binada, O.C.Tuncer759 tarafından 1978–79 yıllarında kazı çalışmaları gerçekleştirilmiş; çıkan 752 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.120. Mendel (a.g.e.,s.123, Fig.6)in 1908 yılında yayınladığı bir fotoğrafta medresenin kapı nişinin ortasında küçük bir boşluk bırakılarak örüldüğü görülmektedir. Bu müdahalenin de paşanın yaptırdığı onarıma ait olduğu anlaşılmaktadır. 753 Özdural, a.g.t., s.81-82. 754 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.117. 755 Bu çalışmalar sırasında, muhdes havuzun çevresindeki demir tırabzanlı duvar kaldırılmış; ana eyvanın üzerindeki iki katlı ev yıkılmış, bu sırada kalıntılar arasında mihraba ait parçalar tespit edilmiş; ele geçirilen 162 parça süsleme taş avluya istiflenmiştir. Ayrıca, kuzeybatı bölümün üst katındaki geç dönem ilaveleri kaldırılmış; dershanenin kerpiç bölme duvarları kaldırılıp tonoz ve kubbe ortaya çıkarılmış (burada sıva altında herhangi bir çini süsleme ile karşılaşılmamış); ana eyvanın güneyindeki odanın üzerindeki geç dönem evi yıkılmış; güneybatı köşedeki odanın ikinci katı kaldırılmıştır. Bakınız, Özdural, a.g.t., s.82-83. 756 Bu çalışmalar sırasında giriş cephesinin önü kazılarak taş döşeme ortaya çıkarılmış, ayrıca binanın temeli için tehlikeli olmaya başlayan çeşme de kapatılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83. 757 Müze müdürü tarafından kuzey eyvanın doğusundaki mekânlardan doğu taraftaki iki mekânın bölme duvarı arasına ocak yeri açılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83. 758 Bu onarımda, batı kanadın çatısı onarılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83. 759 Tuncer, a.g.m., s.123-128. Bu çalışmalar sırasında, onarım düşüncesiyle kaldırılan çatı, ödeneğin kesilmesi nedeniyle birkaç yıl açık kalmış, bu nedenle binanın hem malzeme hem de taşıyıcı sisteminde ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Ayrıca her taşın yağlı boya ile numaralandırılması, 347 sonuçlar neticesinde rölöve ve restitüsyon projeleri hazırlanarak korumaya yönelik bazı müdahalelerde bulunulmuştur. Aynı araştırmacı, 1990 yılında bu kez, binanın çevresinde760 bazı sondaj çalışmaları gerçekleştirmiştir. Çeşitli onarım projeleri, bürokratik prosedürlerin uzunluğu sebebiyle uygulanamamış; bina belediye tarafından 1994 yılında, yap-işlet-devret modelinde onarılmak üzere Vakıflar’dan geçici bir süreliğine devralınmıştır. Bu amaçla bakım ve onarımdan sorumlu bir vakıf kurulmuştur761. Onarım çalışmaları öncesi binada bir temizlik çalışması gerçekleştirilmiş762. Ancak bu çalışmanın gerekli izinler alınmadan yapılmış olması, onarımın gecikmesine yol açmıştır. Sivas Gök Medrese Vakfının talebi üzerine 1997–98 yıllarında İ.T.Ü tarafından fotogrametik belgeleme, malzeme analizleri ile hasar tespitlerini içeren geniş çaplı bir çalışma başlatılmıştır. Ancak çalışmaların sonuçsuz kalması üzerine, 2004 yılında bina tekrar Vakıflara devredilmiştir. Bu tarihten sonra, önceki yıllarda hazırlanan onarım ve restorasyon projelerine dayanarak yeni bir onarım çalışmasına başlatılmış 763 olup, söz konusu çalışmalar halen sürdürülmektedir. malzeme üzerinde geriye dönüşü zor bir tahribat oluşturmuştur. Bu dönemde yapılan saç levha kaplı çatı örtü ise avlu cephesinin taş yüzeyleri üzerinde pas lekeleri oluşmasına sebebiyet vermiştir. 760 Tuncer, (a.g.m., s.129) binada gerçekleştirdiği sondajlar neticesinde, giriş bölümünün özgün döşeme kodunu; çeşme yalağının ilk durumunu; kuzeydoğu köşe payandasının temelini ve doğu kanadın sonlandığı sınırı tespit etmiştir. 761 Kahya vd., a.g.m., s.444. 762 Bilget., “Sivas Gök...”, s.607-611. Bu temizlik çalışmalarında, çok sayıda süslemeli taş parçaları ele geçirilmiş, mekân içleri temizlenmiş, avlunun özgün döşeme seviyesi tespit edilmiş, revaklardaki sütunların kaideleri açığa çıkarılmıştır. 763 Konu için görüştüğümüz Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden Esin Serttaş, binanın temelinde rastlanan suyun drene edilememesi halinde yapılacak tüm çalışmaların sonuçsuz kalacağını; bunun için öncelikle bu işlemin gerçekleştirilmesini daha sonra taşıyıcı sistemin sağlamlaştırılması ve yan eyvan çinilerini tutan keçe ve iskelenin yenilenmesi gibi önlemlerin uygulamaya geçirilmesinin planlandığını aktarmıştır. 348 Bina, kaba yonu moloz taşla inşa edilmiştir. Dış ve iç yüzeylerde, kaplama taşı olarak kesme taş; portalin bezemeli yüzeylerinde mavi-gri kalker taş ile dönüşümlü olmak üzere ve ana eyvanın günümüze ulaşabilmiş temel taşlarında764 beyaz mermer taş; dış cephelerde ve mekânın avlu duvarlarında kalker; revaklarda ise kireçtaşı kullanılmıştır. Tuğla malzeme ise portalin iki yanındaki minarede ve mekânların örtü sistemlerinde görülmektedir. Medrese, açık avlulu ve dört eyvanlı plan şemasına uygun olarak tek katlı inşa edilmiştir (Çizim:34). Dikdörtgene yakın şema, güney cephenin doğu tarafındaki taşıntılı bölüm sebebiyle yamuk bir plana dönüşmektedir. Giriş cephesinin iki köşesi ile güney ve kuzey cephelerde değişen sayılarda dairesel Foto 205: Sivas Sahip Ata Medresesi (Kuban’dan) planlı payandalar bulunmaktadır765. Dikdörtgen planlı avlunun akslara denk gelen bölümlerinde birer eyvan yer alır. Avlunun uzun kenarlarında bulunan mekânlar, aksa göre asimetrik bir düzenle yerleştirilmiştir ve önlerinde birer revak vardır. Revakların eyvanlara denk gelen bölümleri daha geniş ve yüksek tutulmuş olup, bu eyvanların iki yanında avluya bağımsız kapılarla açılan mekânlar tonoz örtülüdür. Giriş eyvanının her iki yanında kubbeli iki mekân bulunurken, cephenin köşelerindeki iki mekân, birbirine 764 Yerinde yaptığımız tespitlerde mermer blokların birbirine demir kenetlerle, harçsız bir şekilde bağlandığı görülmüştür. 765 Bugün yıkılmış durumdaki doğu cephede yapılan kazılar sonucunda payanda bulunmadığı anlaşılmaktadır. Kuzeydoğu’daki mevcut poligonal payandanın ise tam köşeye denk gelmediği; kuzey duvarın, payandayı aştıktan sonra doğuya doğru devam ettiği anlaşılmıştır. 349 göre asimetrik yerleştirilmiş tonoz örtülü mekânlardır. Bugün, doğu cephenin avluya bakan yüzü bir duvarla kapatılmıştır. Yapılan kazılar sonucunda766 doğu kanadın, ortada olanı daha enli ve eyvan biçimli bir mekân ile bunun kuzeyinde ve güneyinde yer alanının enine dikdörtgen planlı iki mekândan oluştuğu anlaşılmıştır (Çizim:37). Bina ön yüz dışında beden duvarından ibaret tek kütle halindeki algılanırken, ön bölümdeki kubbeli mekânlar ikinci, taşıntılı portal üçüncü, çifte minare ise dördüncü kademeyi teşkil etmektedir (Foto:205). Giriş cephesini, yanlarda, üstte ve altta üç sıralı bir bordür dolaşırken, diğer cephelerde böyle bir süsleme bulunmaz. Foto 206: Kuzey Cephe Foto 207: Kuzey Cephe (Onarım sonrası) Onarım Öncesi (VGM. Arşivi) Medresenin cepheleri, akslar dikkate alındığında asimetrik bir düzendedir. Güneydoğuya meyilli bir arazi üzerinde yer alan binada, kuzey ve güney cepheler ön cepheye dik olarak bağlanmamakta; gerek bu nedenden, gerekse güney cephenin doğu bölümündeki taşıntılı bölüm yüzünden yamuk bir plan oluşmaktadır. Süsleme ve tasarım düzeniyle yapıya hâkim durumdaki ön cephe, asimetrik pencere ve payanda kuruluşlu kuzey ve güney cephelerle karşıtlık meydana getirmektedir. 766 Bkz., Tuncer, a.g.m. 350 Masif görünümlü kuzey cephe(Foto:206–207), payandalar ve pencerelerle hareketlendirilmiştir. Cephe, dört payanda ile hemen hemen birbirine eşit üç aralığa bölünmüştür. Payandalardan batı köşede olanının tamamı ile bunun doğusundakinin yarısı süslenmiş; diğerleri sade bırakılmıştır. Batıdan itibaren ilk üç payanda yarım daire kesitli iken dördüncüsü poligonal planlıdır. Cephe aksına göre asimetrik olarak düzenlenen pencereler, iki sıra halindedir. Pencere açıklıkları onarımlar sırasında doldurularak kapatılmıştır. Kuzeybatı köşede yer alan payanda, binanın, gerek mimari strüktürü gerekse süslemesi açısında günümüze aslî halinde gelebilmiş tek destek kulesidir (Foto:208). Yüksek kabartmalarla süslenmiş ve ¾ oranında köşeye bağlanan, yarım daire planlı payanda, iki bordürle üç bölüme ayrılmıştır. Bugün bir kısmı Foto 208: Kuzeybatı köşedeki payanda toprağın altında kalmış olan kaide kısmı, küçük sivri kemerlerden oluşan bir kuşakla süslüdür. Bu kemerlerin sağlam kalabilenlerinden anlaşıldığına göre, iç kısımları hayat ağacı motifi; kemer araları ise palmet-rumî kombinasyonu ile bezenmiştir. Kaideden orta bölüme kadarki ikinci kuşak, yüzeysel bitkisel dekorlu bir zemin üzerine, yüksek kabartma ve çift tabaka halinde, ters ve düz olarak işlenmiş dokuz sıra palmetlerle süslenmiştir. Payanda tepeliğine kadarki son bölüm ise, üç bölümlü kemerciklerin yedi sıra üst üste sıralanmasıyla oluşturulmuştur. Bu payandanın doğusunda kalan cephenin ilk bölümünde toplam dört pencere bulunur. Bunlardan üst sırada olanlar, cephenin üst bölümünün yaklaşık 2.00 m. aşağısında yer almakta 351 olup, sağır teğet kemerli bu üç pencereden kuzeybatıdan itibaren ilk ikisi taş, üçüncüsü ise tuğla malzemeyle doldurularak kapatılmıştır. Profilli ince iki silme ile kuşatılan pencerelerin, taş alınlıklı kısmının ortasında çarkıfelek motifli bir rozet yer alır. Bu bölümün alt sırasındaki pencere, ikinci payandanın biraz batısında, zeminin yaklaşık 2.50 m. yukarısında bulunur. Üzeri sıvanarak tamamen kapatılmış açıklığın, tespit edilememekle beraber, cephedeki diğer pencerelerden hareketle sivri kemerli dar bir mazgal şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Alt bölümde pencere ile aynı hizada köşedeki payandanın hemen doğusunda yer alan açıklığın ise bir pencere değildir767. Çift sıra silme ile çerçeve içine alınmış dikdörtgen nişin, alt kenarının ortasına yerleştirilmiş, üstte üç dilimli bir kemerle biten, düşey dikdörtgen formda dar bir açıklık oluşturulduğu; ancak bilinmeyen bir tarihte bu açıklığın doldurularak kapatıldığı anlaşılmaktadır. Bu nişin, arkasındaki ıslak mekâna açıldığı düşünülürse, aslî halinde bir çeşme olduğu söylenebilir768. İkinci payanda, 1/3 oranında süslenmiştir. Kaideden itibaren 2.00 m. lik süslü bölümde, beş sıra palmet-rumî kombinasyonundan müteşekkil bir süsleme yer alır. Bu payanda ile üçüncü payanda arasındaki cephenin orta bölümünde, altta ve üstte iki sıra halinde toplam altı adet pencere vardır. Üst sıradaki üç pencereden ikisi, çift sıra silme ile kuşatılmış olup, 767 Özdural (a.g.t., s.14), bu nişi pencere olarak adlandırmıştır. 768 Medresenin vakfiyesinde (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.55.) iki çeşmeden bahsedilir. Bunlardan biri, ön cephede yer alan ve üzerindeki kitabeyle varlığı sabit çeşmedir. Diğerinin ise, bugüne parçaları ulaşmış ve Önge (“Anadolu’da Bilinen...”, s.16) tarafından, restitüsyonu yapılarak yayınlanan avlunun ortasındaki havuz olabileceği gibi, bahsi geçen sağır niş olabileceği dikkate alınmalıdır. Bu nişin arkasındaki abdesthâne için vakfiyede (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56), “...Ilkid veya bezir yağından orayı aydınlatmaya kâfi kandil asılmasının...”istenmesi, mekânın pencerelerle yeterince aydınlatılmadığını düşündürtür. Bu anlamda, nişin pencere olmadığı; abdest mekânından dışarıya açılan bir çeşme olabileceği akla gelmektedir. Ayrıca söz konusu nişin, taşların birbirine bağlanma şekliyle, hiç de sonradan kapatılarak nişe dönüştürülmüş bir pencere açıklığı izlenimi vermediği mevcut görüntüsüyle de tespit edilebilmektedir. 352 sağır teğet kemerlidir. Taş alınlıklı bölümün ortasında çarkıfelek motifli bir rozet yer alır. Pencerelerin alınlık kısmının altındaki bölüm moloz taş malzeme ile doldurulmuştur. Ortada olan pencere ise enli bir silme ile çerçevelenmiş, orta bölümü moloz taşla doldurulmuştur. Üst bölümdeki pencerelerden ortada ve bunun doğusundaki iki açıklığın alt kısmında, duvarın sonradan yarılarak yerleştirilmesiyle teşkil edildiği anlaşılan birer muhdes çörten bulunmaktadır. Alt sıradaki üç pencereden iki yanda olanı, sivri kemerli dar mazgal pencere şeklindeyken, ortadaki, biri dar, diğeri enli iki bordürle çerçevelenmiş dikdörtgen nişin alt kenarının ortasına yerleştirilmiş sivri kemerli bir pencereden ibarettir. Süslenmeden bırakılmış silindirik üçüncü ve poligonal dördüncü payandanın arasında, toplam yedi pencere vardır. Üst sıradaki üç pencereden, üçüncü payandaya yakın olan ilk ikisi, çift sıra silme ile kuşatılmış olup sağır teğet kemerlidir. Taş alınlıklı kısmın altındaki bölümler moloz taşla doldurulmuştur. Bu iki pencereden payandaya yakın olanının aşağısında muhdes bir çörten vardır. Üst sıradaki üçüncü pencere diğer iki pencerenin daha alt seviyesinde ve sivri kemer alınlıklı mazgal bir pencere biçimindedir. Alt sıradaki üç pencereden batıdan itibaren ilk ikisi sivri kemerli mazgal pencere iken, üçüncüsü, biri dar diğeri enli iki bordürle çerçevelenmiş ve dikdörtgen nişin alt kenarının ortasına yerleştirilmiş sivri kemerli bir açıklıktır. Mevcut izlerden, bu pencerenin, daha sonraki bir dönemde, ahşap çerçeve içine alındığı ve demir şebeke eklendiği anlaşılmaktadır. Bugün, cephenin doğu köşesini teşkil eden poligonal planlı payandadan sonra duvarın doğuya doğru devam ettiği yapılan kazılarla769 ortaya çıkarılmıştır. Bu payandanın bazı taşların aslî yerlerinden deprem tesiriyle oynadığı 769 Tuncer, a.g.m., s.129. 353 tespit edilmektedir770. Son onarımlarla cephe duvarının üstüne iki sıra tuğla örülmüş, avlunun kuzey yanındaki mekânların üzerini örten sac örtü de buna oturtulmuştur. Foto 209:Doğu cephe Onarım öncesi(VGM.Arşv) Foto 210: Doğu cephe (Onarım Sonrası) Doğu cephe tamimiyle yıkılmıştır (Foto:209-210). Kazılar neticesinde771 ortaya çıkan temel izlerinden doğu sınır saptanabilmektedir. Temel izlerinden anlaşıldığı kadarıyla duvar örgüsü, harç kullanmadan demir kenetlerle birbirine bağlanan beyaz mermer bloklardan teşkil Foto 211:Doğu cephe Onarım öncesi(VGM.Arşv) Foto 212: Doğu cephe (Onarım Sonrası) edilmiştir. Binanın güneydoğu köşesi kazılarla ortaya çıkartılmış; güney duvarın bu köşeden sonra doğuya doğru devam ettiği tespit edilmiştir772. Cephenin kuzey köşesinde de aynı izlerin varlığı, söz konusu duvarların binayı doğu yönünde kuşatan 770 Bakınız 745. dipnot. Ayrıca, Özdural, a.g.t., s.16. 771 Bkz. Tuncer, ag.m., s.129.; Özdural, a.g.t., s.17-18. 772 Tuncer, a.g.m., s.129. 354 bir çevre duvarına ait olabileceğini; vakfiyede773 bahsi geçen Dârü’l-Ziyafet gibi günümüze ulaşamamış müştemilat binaların da, bu duvarla sınırlı alan içerisinde bulunmuş olabileceğini düşündürmüştür774. Kazılar sonucunda775 doğu cephede takviye payandası bulunmadığı anlaşılmıştır. Güney cephe doğu yönüne doğru 2.00 m. meyillidir776. Doğu köşesi tahrip olmuş, ancak kazılar777 sonucunda temel izleri ortaya çıkarılmış cephe, dört payanda ile hemen hemen birbirine eş büyüklükte üç bölüme ayrılmıştır (Foto:213–214). Buna göre cephede batıda bir, ortadaki bölümde dört, doğudaki bölümde üç olmak üzere kapatılmış vaziyette toplam sekiz pencere bulunmaktadır. Cephe aksına göre asimetrik düzenlenmiş pencereler cephenin alt yarısında aşağı yukarı aynı hizada yer almaktadır. Cephenin doğu köşesinin bugünkü sınırları ile bitmediği, güney yönünde doğru açılarak devam ettiği binanın doğu sınırı ile birleştiği anlaşılmaktadır. Tuncer778, 1990 kazılar sonucunda binanın güneydoğu köşesinden doğu yönüne – tıpkı kuzeydoğu köşede olduğu gibi- devam eden bir duvar tespit etmiş; söz konusu duvarın, binayı bu yönde kuşatan bir çevre duvarı veya başka bir yapı bakiyesine ait kalıntılar olabileceği belirtmiştir. Cephedeki dört payandadan üçü dairesel, bugün binanın güneydoğu köşesini oluşturan payanda ise poligonal planlıdır. Bu payanda ile batısındaki yarım daire planlı desteğin arasındaki ilk bölüm, cepheden 2.45 m. lik 773 Bayram-Karabacak, a.g.m., s..53. 774 Tuncer, a.g.m., s.129. 775 Tuncer (aynı yer.), doğu cephede destek olmamasının, medreseye doğu yönünde bitişik bazı binaların varlığına delil teşkil ettiğini belirtir. 776 Bakınız 738. dipnot. 777 Tuncer, a.g.m., s.129. 778 Aynı yer. 355 bir çıkıntı yapmaktadır779. Bu bölümün üst kesimi büyük ölçüde tahrip olmuş, son onarımlar sırasında, bu yöndeki mekânların üzerini kapatmak için yapılan örtüyle cephenin diğer bölümleri, eş seviyeye getirilmiştir. Foto 213:Güney cephe Onarım öncesi Foto 214: Güney cephe (Onarım Sonrası) (VGM.Arşv) Bugün kesme taş malzemenin büyük ölçüde döküldüğü –sadece payanda ve söz konusu bölümün köşelerinde kısmen kalabildiği- tespit edilen bölümün alt seviyesinde, moloz taşla doldurularak kapatılmış ve geç dönemde ahşap bir çerçeve780 içine alınmış, boyuna dikdörtgen üç pencere açıklığı vardır. Birbirlerine eş uzaklıktaki açıklıklardan, doğudaki iki pencerenin arasında, daha üst kotta muhdes bir çörten bulunur. Cephenin orta bölümünün doğu köşesinde, taşıntılı bölümün batı dış köşesi ile ikinci bölümün doğu köşesinde yer alan781 ve cepheden ¼ oranında 779 Uzunçarşılı, (a.g.e., s.117) “…Medresenin cenup cihetinde bir bostan mevcuttur. Burası vaktiyle medreseye ait bir hamam arsası imiş…” şeklinde bir bilgi vermektedir. Cephedeki çarpıklığın bu yapı ile olan ilişkisinden oluştuğu düşünülebilir. Ancak bu yönde yapılan kazılarda böyle bir yapının varlığına veya taşıntılı bölümle organik bağına ait herhangi bir ize rastlanmamıştır. Bkz. Tuncer, a.g.m., s.129-130. Bu durumun, medresenin arazi-parsel olanakları sebebiyle oluştuğunu düşünmekteyiz. 780 Özdural (a.g.t., s.22), pencerelerde bir zamanlar mevcut demir şebekeye ait yuvaları tespit etmiştir. Ancak bu şebekeye ait günümüze bir iz ulaşamamıştır. 781 Güney cephede payandalar arasındaki mesafenin kuzey cepheye göre daha yakın olduğu görülmektedir. Bunun, arazinin doğu yönüne doğru meyilli ve taşıntılı bölüm gibi güney cephede görülen statik zorunluluklar sebebiyle oluştuğu anlaşılmaktadır. 356 verilmiş süslemesiz payanda konik bir külahla782 sonlanmaktadır. Bölümün alt yarısında birbirinden eş olmayan uzaklıklarda ve farklı büyüklükte, hemen hemen aynı hizada, moloz taşla doldurularak kapatılmış dört pencere783 yer alırken, üst yarısında, doğudaki saçak seviyesinde diğer ikisi bir hizada ve cephenin ortaya yakın bölümünde birbirine eş mesafede üç muhdes çörten bulunmaktadır. Cephenin doğu bölümü diğerlerine göre daha masif karakterlidir. Cephedeki diğer pencerelerle hemen hemen aynı hizadaki boyuna dikdörtgen formlu pencerenin açıklığı moloz taş malzemeyle kapatılmıştır. Güneybatı köşedeki payanda784 tıpkı simetriğindeki – kuzeybatı köşedeki payanda- gibi zengin bir dekorasyona sahiptir. Simetriğindeki payanda da görülen süsleme kompozisyonu ve tasarım bu payanda da tekrarlanmıştır. Batı cephe, binanın hem tasarım hem süsleme açısından en görkemli bölümüdür (Çizim:35, Foto:216). Anadolu Selçuklu Mimarisinde ön cephe tasarımı açısından zirve785 kabul edilen batı cepheye, mutlak bir simetri hâkimdir. Portalin iki yanındaki minare kaideleri hariç tutulursa, cephe, biri ortadaki portal kuruluşu olmak üzere üç eş birime ayrılmıştır. Klasik Selçuklu portallerinde görülen en ve boy 782 Söz konusu payandanın malzeme ve strüktür açısından herhangi bir müdahaleye uğramadığı ve günümüze özgün olarak ulaştığı anlaşılmaktadır. Payandanın konik bir külahla sonlanması, bugün üst bölümleri yıkılmış binadaki diğer payandaların da bu tür bir külahla nihayetlendiğini düşündürmektedir. 783 Pencerelerden, bölümün iki köşesinde yer alan açıklıkların payandalara olan yakınlığı ve neredeyse zorlayarak açılmış olması, medresenin iç mekân ve dış cephe tasarımı arasındaki uyumsuzluğunu gösterir. Nitekim bu türlü bir zorlama kuzey cephede batıdan itibaren dördüncü payandanın hemen doğusuna açılmış pencere açıklığında da görülmektedir. 784 Özdural (a.g.t., s.23), güney cephedeki doğudan itibaren üçüncü payandanın kaide kısmında süslemenin başladığını –tıpkı kuzey cephedeki simetriğindeki payanda gibi- ancak devam ettirilmediğini belirtir. Ancak biz incelemelerimiz sırasında böyle bir tespitte bulunmadık. Yan cephelerde yer alan ve süslemenin başladığı ancak tamamlanamadığı payandalar, tasarımın ön cepheyle sınırlı olmadığı, yan cephelerdeki payandalarında süslenmesinin düşünüldüğü, ancak inşaat sürecindeki zamanla ilgili problemler yüzünden gerçekleştirilemediğine işaret etmektedir. 785 Tuncer, “Birkaç Selçuklu…”, s.64–65. 357 arasındaki 2/3 oran, burada kesin bir ölçüde sağlanmıştır. Kuzeydeki çeşme dışında iki yan bölümde de kesin simetri göze çarpmakta, kapı ve minare kaidelerinin her bir süsleme unsurundaki paralellikle bu kesin simetrik anlayış bütünlemektedir. Ayrıca portaldeki çift renkli mermer kullanımıyla oluşturulan ışık-gölge etkisi, süslemeleri daha güçlü bir plastik etkiyle yansıtırken, portalin iki yanında yükselen minarelerdeki çini kullanımı da bu etkiyi artırmaktadır. Tek şerefeli tuğla minareler portale iki yandan üçte bir oranında nüfuz eder. Portalin iki yanında ve cephenin orta kısmında bulunan, simetrik olarak düzenlenmiş boyuna dikdörtgen pencereler aynalı sağır kemerlidir ve dıştan süslemesiz786 bir bordürle çerçevelenmiştir (Foto:215-216). Foto 215: Ön (batı) cephe Foto 216: Ön (batı) cephe Aynalı kemerlerin ortasında süslemeli birer kabara bulunmaktadır. Pencereler, bilinmeyen bir tarihte mermer ve tuğlayla doldurularak kapatılmıştır787. Yine simetrik olarak portale daha yakın bir konumda yer alan büyük boyutlu pencereler eşik hizasındadır. Boyuna dikdörtgen formlu açıklıkları üstte, iki yanda sütuncelere binen, mukarnas kavsaralı bir sivri kemer kuşatmaktadır. Güneydeki pencerede kuzeydekinin aksine- sivri kemerli alınlığın iki kenarında gülbezek motifleri yer 786 Açıklıklardan, güneydeki pencerenin alt lentosunda geometrik süslü mermer bir parça bulunur. Bunun dışında kuzey ve güneydeki bölümlerde yer alan pencereleri üç yönden kuşatan bordür süslemesizdir. 787 Söz konusu iki pencerenin yakın tarihlere kadar açık olduğu son onarımlar sırasında doldurularak kapatıldığı anlaşılmaktadır. 358 alırken, sivri kemerli bölümün üstünde de beyaz mermerden bir yazıt788 bulunur. Yine güney bölümdeki pencereyi üç yönden kuşatan mermer bordürde, bitkisel karakterli yarım bırakılmış, bir süslemeye vardır. Bu bölümde payandaya ve cephenin alt kısmına yakın konumda üst kısmı dilimli mazgal biçiminde bir pencere789 bulunmaktadır. Batı cephede, simetriyi bozan iki unsur, bahsi geçen mazgal pencere ve kuzey bölümdeki çeşme’dir. Cephenin her iki bölümündeki kenar süslemelerinde farklılık görülür. Güneyde, dört yandan bölümü çepeçevre dolaşan çift sıra bordüre karşın, kuzeyde sadece üst bölümde –üstelik güneydekinden farklı bir süslemeye sahip- süsleme kuşağının yer alır. Güneyde biri enli diğeri daha dar iki bordür üstte ve iki yan kenarı kuşatırken, alt kenarda, sadece dıştaki dar bordür, buradaki büyük boyutlu pencereyi de üç yönden kuşatarak kompozisyonu teşkil eder. Bordürler boyuna olmakla birlikte buradaki süslemeler enine gelişen bir şekilde kompozisyona sahiptir. Burada Anadolu Selçuklu dönemi için karakteristik palmetrûmî kombinasyonuna dayalı bir süsleme vardır. Bu kenar süslemelerinin payandaya yakın kenarında ve üst kenarla birleştiği köşede kesintiler görülür. Bu kesintilerin tıpkı bu bölümdeki pencerenin bordüründe olduğu gibi aşınmadan oluşmadığı, yapım sırasında eksik bırakıldığı mevcut izlerden790 anlaşılmaktadır. Cephenin kuzey 788 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.117. 789 Burada mimarın, pencerenin açıldığı uzun tonozlu mekânın yeterince aydınlatılamadığı kanaatiyle ön cephenin simetrisini bozma pahasına bir açıklık oluşturduğu anlaşılmaktadır. 790 Bu kesintiler, süslemenin cephenin üzerine iskele kurularak bulunduğu yerde oluşturulduğuna işaret etmektedir. Nitekim H.Karamağaralı, (“Erzurum’daki Hatuniye Medresesinin Tarihi ve Bânisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi III, Ankara 1971, s.209–247)de, Erzurum Çifte Minareli Medresesi’ndeki durumdan yola çıkarak, Selçuklu ve onu takip eden dönemlerde, süslemenin yerde değil örgü ve kaplama tamamlandıktan sonra yerinde işlendiğini belirterek, bu konuda tamamlanamamış cephe süslemelerine en iyi örneklerden birinin Bursa Yeşil Cami olduğunu kaydetmektedir. Karamağaralı, a.g.m., s.211. Sivas Çifte Minareli Medrese portal bordürlerinde de yarım bırakılmış süslemeler görmekteyiz. 359 bölümünde ise iki yan ve alt kenarda bordür bulunmaz. Üst kenarda ise mukarnas kavsaralı bir frizin hemen altında bitkisel karakterli biri enli diğeri dar iki bordür vardır. Bu bordürlerdeki süslemelerin, güney bölümdeki bordür süslemelerinden farklı bir karakterde olmakla birlikte yine enine gelişmiş bir palmet-rûmî kombinasyonundan oluştuğu görülür. Mukarnaslı friz791 sadece kuzey bölümde karşımıza çıkar. Bu durum, giriş cephesinde süsleme ve mimarinin geneline hâkim simetriye, bordürlerin sayıları ve süslemeleri konusunda çok da uyulmadığını gösterir792. 791 Giriş cephesinin iki yan bölümünün saçak yükseklikleri kontrol edildiğinde, güney kesimin daha düşük seviyede bulunduğu, bu durumun tahribat sonucu zamanla oluştuğu, aslî halinde ise güney kesiminde tıpkı kuzeydeki gibi mukarnaslı bir frizle sonlandığı rahatlıkla söylenebilir. Aynı durumu Sivas’taki Çifte Minareli Medrese de görmekteyiz. Giriş cephesinin güneyi mukarnaslı bir friz ile sonlanırken kuzey kesimide üst bölümün yıkılmasından ötürü bu friz görülmez. Kanaatimizce giriş cephesi, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) nun, belirttiği gibi dendanlı olarak düzenlenmemiş, dendan sadece portalin üzerinde yer almıştır. Nitekim çeşitli zamanlardaki kazı ve sondajları neticesinde sadece bir dendanın –portal eşiğinde- ele geçirilmesi de bu duruma karine teşkil eder. 792 Nitekim aynı tarihli Sivas Çifte Minareli Medresenin giriş cephesinde, portalin iki kenarındaki gerek payanda süslemeleri, gerekse bordür sayısı ve bordür süslemelerinde asimetrik bir düzenleme ile karşılaşmaktayız. 360 Foto 217: Portal Foto 218: Portal yan kanatlarından detay Portalde (Foto:217) beyaz mermer malzeme nedeniyle ışık-gölge etkisi, genel görünüme katkıda bulunur793. Silindirik gövdeli minarelerin altında tuğladan iki kare kaide kısmı yer alır. Bu bölümü mermer kaide bölümünden, portalin en üst yatay çerçeve kısmından inen bir şerit ayırır (Foto:218). Üst kesimleri sivri kemer şeklindeki kare sahalardan oluşan bu bordür portalin dış bordürü olmayıp, üst ve yan satıhları kat eden portal çerçevelerine eşlik eder. İki kaide kısmı portalden farklı olarak mavi mermerden yapılmıştır. Portal kaideleri iki yanda kalın kaval silme ile sınırlandırılmıştır. 793 Ögel (a.g.e., s.58.), portalin, yan kanatlarının daraltılması sebebiyle “Konya Sahip Ata Camiindeki ehemmiyetini yitirdiğini” belirtir. 361 Bu silmeler, zeminden itibaren sivri kemerli bir saha içinde, altta boyuna dikdörtgen bir bölüm oluşturmaktadır. Bu bölümün içinde altta sekiz kollu mermer bir saha içinde yazı794 ve onun üstünde kalker taş malzemeden hayat ağacı795 motifi bulunur (Foto:219). Burada rûmîli üçgen saptan yapraklar, simetrik olarak çifter çifter çıkar. En alt yaprak, ucu, rûmî yaprağının dairesel kısmına benzeyen bozuk796 şekilli bir palmettir. Ondan sonraki yapraklar arasında nar meyvesine benzeyen bir motif görülür. Üst kısımdaki yapraklar arasında da benzer motifler bulunur. Ortadaki kartalın her iki yanında, narların hemen üzerinde kuş motifleri yer alır. Foto 219: Hayat Ağacı motifi 794 Güneydeki sekiz kollu pano içinde “kefurû li-yezlikuneke bi absârihim” şeklinde Zuhruf Sûresinin son ayeti, kuzeydeki panoda ise “lemma semai’uz ismuhu le huz’zikr ve yekulûne lehu’l mecnun” şeklinde Kalem Sûresinin 52.ayeti yazılıdır. 795 Anadolu Selçuklu Sanatında sıklıkla görülen hayat ağacı motifi, Erzurum Çifte Minareli Medrese (XIII. Yüzyılın sonları, ağacın altında ejder çifti vardır), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310, ağacın altında aslan çifti vardır), Kayseri Döner Kümbet (1276-77, ağacın altında aslan çifti vardır) de görülür. Divriği Ulu Camii (1229) ve Niğde Hüdavent Hatun Türbesi (1312) nde ise bitkisel zemin üzerinde işlenmiş kartallarda, zeminin hayat ağacını temsil ettiği söylenmektedir. Bkz., G.Öney, a.g.e., s. 44. 796 Ögel, a.g.e., s.58. 362 Heraldik duruşlu kartal, tek başlı797 olup ayakları ile yaprağa tutunur. Kaval silmeler bu bölümün üstünde, köşelerde “L” şekilli ortada sekiz kollu yıldız oluşturacak şekilde bir kompozisyon meydana getirir. Yıldızın ortasında sivri kemerli bir açıklık bulunmaktır ki burası merdiveni aydınlatan pencerelerdir798. Kaval silmeler bu bölümün üstünde enine dikdörtgen bir saha teşkil eder. Burada tek satır halinde bir yazıt799 vardır. Kaval silmeler yazıtın üstünde, ortadaki iri palmete iki kenarda bağlanan yarım bırakılmış rûmîlerden oluşan, yüksek kabartma olarak işlenmiş bir kompozisyon oluşturur. Palmetin tepe yaprağı içinde küçük bir palmet daha yer almaktadır. Esas itibariyle kaval silmelerin kaidelerdeki süslemelerin tamamını meydana getirmesi bu yan bölümleri bir bütün yapar800. Simetrik portal kaidesinin iç yüzleri esasında ön yüzlerinin tekrarı gibidir. Üstte iri kaval silmeli yanlarda yarım iki rûmî ve ortada palmetten oluşan kompozisyon, zemine kadar iç yüzleri sınırlayan profilli iki bordür oluşturur ve altta –tıpkı ön yüzde olduğu gibi- perde püskülü motifi ile sona erer. Palmet- rûmî kompozisyonun altındaki boyuna dikdörtgen sahada, tepe Foto 220: Portalin iç yüzleri noktasında bir palmet bulunan teğet kemerli bir kompozisyon vardır. Bu kemerin altında enine dikdörtgen formlu ve beyaz mermer 797 Ögel (a.g.e., s.58), bunun insan başı olduğunu belirtmektedir. 798 Kuzeydeki minare penceresi bilinmeyen bir tarihte kapatılmıştır. 799 Güneydeki yazıtta, “Kâlen nebî aleyhis’selam men hayyere… hayrallahu celle celâluhu innî dâfi …ani’l” yazılı iken bunun devamı olarak kuzeydeki yazıtta “kabir ve eşeddühu… ve bi kuvveti… yemşi afvenlehu zunub” şeklinde bir hadis yazılıdır. 800 Ögel, a.g.e., s.58. 363 malzemeli –söz konusu sahadaki mavi renkli mermer malzemeden farklı olarak- bir bordür yer alır. Bu bordürde çiçekli kûfî hatla bir yazıt801 bulunur. Yazı bordürünün altında teğet kemerli bir saha bulunur. Zemine kadar inen bu uzun sahanın ortaya yakın bir kısmındaki, beyaz mermer malzemeli ve sekiz kollu yıldız panonun içinde bir yazıt802 vardır. Foto 221: Minare kaidesi süslemesinden detay Foto 222: Minare pabucundan detay Portalin iki yanında yükselen minarelerin 1719 yılında, şerefeden itibaren yenilendiğini belirtmiştik803. Bunun dışında Tuncer804, girişin iki yanındaki mekânların kubbelerinde yaptığı sondajlarda, minarelere ait çeşitli sırlı tuğla ve mukarnaslı parçalar ele geçirmiştir. Dolayısıyla, bugünkü güdük görünüşlü minarelerin şerefeden itibaren üst kısmının muhdes olduğu anlaşılmaktadır. Portalin dendanlı üst kısmı ile aynı hizada sonlanan minare kaidelerinin, ön ve yan yüzleri benzer süslemeye sahipken doğuya bakan arka yüzleri süslenmeden bırakılmıştır. Boyuna dikdörtgen kaidenin, ön ve yan yüzleri iki eşit kare sahaya bölünmüştür (Foto:221). Söz konusu alanlardan üstte olanında iç kısmındaki süslemeleri 801 Portal kaidelerinin her iki iç yüzündeki enine dikdörtgen yazı bordürlerinde “Allahu Ekber La İlahe İllallahû” ibaresi bulunmaktadır. 802 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118. 803 Bakınız 747. dipnot. 804 Tuncer, a.g.m., s. 125. 364 dökülmüş madalyonlar805 yer alır. Ayrıca mevcut izlerden, her iki kare bölümü dört yönden kuşatan bitkisel karakterli çini bir bordür olduğu tespit edilmektedir. Bu bölümde yarım tuğlaların uzun kenarları yatay birim olarak kullanılmış ve düşey derz aralarına çiniler, uzun kenarları gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Her yatay sırada birimler, altta ve üstteki yatay derz aralarına sarkarlar. Çini birimler bir atlamalı sıralarda üst üste gelir806. Pabuç kısmının dört ana yönüne gelen noktalarında bugün içleri tahrip olmuş kare sahalar mevcuttur807. Söz konusu kare sahalardan güney minarenin doğu yüzde olanı günümüze sağlam gelebilmiştir. Burada teğet kemerli bir şema vardır. Kemerin iç yüzü bitkisel karakterli bir süsleme ile düzenlenmişken, kemer, beşgen çini mozaik parçalardan oluşturulmuştur. Kare sahanın kemer dışındaki bölümleri ise mevcut izlerden niteliği tam olarak anlaşılamayan geometrik karakterli çini Foto 223: Minare gövdesinden detay 805 Minare kaidesinin bu kompozisyonuna en yakın örnekler Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerinde bulabilmekteyiz. Bu iki örnekle, bina arasındaki fark, kaidedeki saha, ortası madalyonlu tek kare bölümle oluşturulmuştur. Erzurum’daki örnekte madalyonlar daha sağlam günümüze gelebilmiştir. Madalyonların ortasındaki sahada çini mozaik süsleme ile oluşturulmuş bir yazı kompozisyonu yer almaktadır. Dolayısıyla Gök Medresenin minare kaidesindeki madalyonların içlerinde de çini mozaik ile oluşturulmuş yazı kompozisyonları olduğu söylenebilir. Erzurum ve Sivas Çifte Minareli Medresenin minare kaidelerinin arka yüzünde sırlı tuğla ile oluşturulmuş kûfî yazı bulunmaktadır. Minare kaidesindeki yazı ile süslemenin erken bir örneğini ise Konya Sahip Ata Camiinde görebilmekteyiz. 806 Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.448. 807 Pabuç kısmındaki bu kare bölümlerin benzerlerini Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde de görebilmekteyiz. Erzurum’daki örnek Gök Medrese ile birebir aynı iken, Sivas Çifte Minareli Medresede, pabuç kısmındaki kare bölümler yan yana sıralanmış durumdadır. 365 süslemelerle doldurulmuştur (Foto:222). Burada turkuaz ve lacivert çini mozaik parçalar kullanılmıştır. Silindirik gövde kısımlarında, sırlı sekiz kaval silme arasına nöbetleşe dizilen dört üçgen prizma ve dört yarım daire planlı dilimin yüzeylerinde, çinilerle oluşturulmuş kırık çizgiler ve baklavalar yinelenerek yükselmektedir808. Kaval silmelerde turkuaz renkli yüzeylerde ise patlıcan moru ve turkuaz renkli kare çini mozaik parçalar kullanılmıştır (Foto:223). Muhdes şerefe ve petek kısımları ile gövdeyi ayıran bileziğin, tıpkı Sivas Çifte Minareli Medrese de olduğu gibi çinili olması muhtemeldir. Minare kaidelerini portal bloğundan üstü sivri kemere dönüştürülmüş kare dilimlerden oluşan bir bordür ayırır. Portali çevreleyen beş bordürden en dışta olanı (Foto:225), dendanların altındaki üst yatay kısmı ve minare kaidesinin altını dolaştıktan sonra köşede kıvrılıp portal blokunun iç yan satıhlarını kat eder. Portal bordürlerinin en dışta olanında, palmetlerden oluşan bitkisel dekorlu zemin üzerine iç içe dairevi poligonlardan oluşturulmuş bir geometrik kompozisyon yer alır. Burada poligonlardan ancak yarısı kesite girer809. Foto 224: Portal ön yüzü 808 Bakırer, a.g.e., s.453. 809 Ögel, a.g.e., s.59. Foto 225: Portal bordürleri 366 Boyuna doğru yerleştirilmesine karşın enine gelişen bu bordürden sonraki ikinci çerçevede, üç yuvarlak bölümlü kemercikler arasına karşılıklı alınlık yapan yarım rûmî çiftleri sıralanır. Kemerciklerin orta bölümünün tepesinde palmetler vardır ve bunlardan sağ ve sola ayrılan spiral kıvrım dallar, rûmîlerin altından geçip tekrar tepe palmetinde sonuçlanırlar810. Bordür zemininde yer alan bitkisel süsleme, üstteki palmet-rûmî kombinasyonunu daha plastik bir etki ile ortaya çıkarmaktadır. Portalin diğer üç811 –ilk ikisine göre daha dar- bordürü içbükey bir profilasyona sahip olup, boyuna gelişen bir kompozisyonla süslenmiştir. Bu üç çerçevede kompozisyonlarda, yüksek kabartma şeklinde oyulmuş palmet ve rûmîlerin, bazen kıvrım dallar bazen de dik eksenlere göre simetrik şekilde düzenlendiği görülür. Buradaki kıvrım dalların ucundaki palmetler, antik dönem örneklerini hatırlatacak kadar ayrıntılı verilmiştir812. Portal profilasyonu ve portali kuşatan bordürlerde görülen süslemeler Anadolu’daki kimi benzer örneklerinden813 daha ayrıntılı işleniş ve mermer malzeme kullanımıyla daha gösterişli bir görünüm arz eder. Biri ince diğeri daha kalın iki köşe sütuncesinde, palmet motifinden gelişen süslemeler görülür. İnce olan köşe sütuncesinde süslemeler daha yüzeysel işlenmişken, kalın olanında daha taşkın 810 Ögel, “Bir Selçuk Portalleri Grubu…”, s.115. 811 Portalin dıştan itibaren ilk iki çerçevesinin portalin üst kesimindeki bölümleri bugün yıkılmıştır. Diğer üç çerçeve ise sağlamdır. 812 813 Ögel, a.g.m., s.115. Portal çerçevelerinden özellikle dıştan itibaren ikincisi Erzurum Çifte Minareli Medrese ve Beyşehir Eşrefoğlu Cami portallerinin bordürlerinde görülen süslemeyle birebir benzer. Bunun dışında Gök Medresenin portal profilasyonu Erzurum Çifte Minareli Medrese portali ile çok yakın benzerlikler gösterir. Rogers, (The Çifte Minare Medrese…, s.73.) Çifte Minareli Medresenin portal süslemelerinin ve profilasyonunun Gök Medresede denenmiş uygulamalar olduğunu belirtir. Bu konudaki geniş tartışma için bkz. Rogers, a.g.m., s.73-79. 367 motifler göze çarpar. Köşe sütuncelerinin iki kademeli ve akantus yapraklı başlıklarının üzerinde, iki yanda usta kitabeleri814 mevcuttur. Portalin iki yanındaki ongen mihrabiye nişlerini dışta U şeklinde bitkisel karakterli bir bordür kuşatır (Foto:226). Mihrabiyelerin boyuna dikdörtgen dış çerçevesi mukarnasın üstünde bir düğüm oluşturarak iki yanda bitkisel süslemeli sütuncelere oturur. Mukarnaslı kavsaranın köşelerinde birer gülbezek motifi yer vardır. Kavsaranın altındaki geometrik karakterli kuşak ve onun da altındaki ongen yüzey, geometrik Foto 226: Mihrabiye geçmelerle süslenmiştir815. Mihrabiyelerin üzerini güneydekinden itibaren başlayıp kapı kemerini dolaşıp kuzeydeki mihrabiyede son bulan, enine gelişen palmet-rûmî kompozisyonundan oluşmuş bir süsleme bordürü dolaşır. Bu bordürün üstünde ise –yine güneydeki mihrabiyeden başlayarak kapı kemerini dolaşıp kuzeydeki mihrabiyede son bulan- binanın inşa kitabesi yer alır. Sülüs hatla yazılmış kitabe816 tek satır olarak işlenmiştir. Portalin mukarnaslı 814 Güneydeki yazıtta “Amel-i Üstad”, kuzeydekinde “Kâluyan el-Kunevî” yazılıdır. 815 Ögel (a.g.m., s.115.), “…köşe sütunları ve mukarnasları ile bu küçük nişler portali en miniature tekrarlar.” diyerek benzerliği vurgulamaktadır. Bunun dışında Çifte Minareli Medrese ile Gök Medresenin mihrabiye nişlerini ayrıntılı bir şekilde tartışan Rogers (a.g.m., s.75-76), her iki medresedeki eliptik görünüşlü mihrabiyelerin on kenarlı olmasından ve buradaki her birimin olağanüstü uyumundan bahsederek, her iki yapının karşılaştırdığı Konya’daki örneklerle arasındaki farklılığı ortaya koymaya çalışmıştır. 816 Binada iki inşa kitabesi vardır. Kapı kemerinin üzerinde yer alanında hangi sultan zamanında kim tarafından yaptırıldığı ve kaç tarihli olduğuna dair bilgi vardır. Kitabe için bkz. Hersek, Fetihten Osmanlı…, s.190. Buna göre medrese 9 Ağustos 1271 tarihinde III. Gıyaseddin Keyhüsrev 368 kavsarasını kuşatıp iki yanda köşe sütuncelerine oturan teğet kemer, bir yazı frizi817 ile süslüdür. Mukarnaslı kavsara on dört sıralıdır ve derin, yelpaze şeklinde dilimlenmiş hücreciklere sahiptir818. Kavsaranın en alt sırasında, bir atlamalı olarak yerleştirilmiş ve kemerli bir çerçeve içine alınmış ve yüzeyleri süslenmeden bırakılmış kabaralardan oluşan friz yer alır. Portal kemeri ile mukarnaslı kavsara arasındaki satıhlar, bitkisel karakterli süsleme ile doldurulmuştur. Kavsaranın ve portal kemerinin köşelerinde boş küre yerleri bulunur. Söz konusu kürelerin çevresinde, merkezden radyal biçimde dağılan bir palmet sistemi görülür. Portal kuşatma kemerinin üstünde ikinci inşa kitabesi bulunur819. Bugün portalin üzerinde biri güney, diğeri kuzey uçta yer almak üzere iki dendan bulunur. Dendanların ön yüzleri tek eksene göre düzenlenmiş kapalı kompozisyonda ve bitkisel karakterli bir süslemeye sahiptir. Bir parçası da kazılar820 sonucunda ele geçirilen dendanların aslî hallerinde bütün portalin üzerinde bitişik olarak821 yer aldıkları anlaşılmaktadır. döneminde Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Burada Sahip Ata’nın vezirlik unvanından bahsedilmemiştir. 817 Burada “Amene Resulu” ile başlayan Bakara Sûresi’nin son ayetleri yazılıdır. 818 Ögel, a.g.m., s.115. 819 Sülüs hatla yazılmış tek satırlık kitabede (bkz. Hersek, a.g.t., s.191.) binanın III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırıldığına dair bilgi vardır. 820 Tuncer, a.g.m., s.129. 821 Mevcut dendanların yan yüzlerinin işlenmemiş olması ve birleşme yerlerine işaret eden izlerin bulunması bitişik olarak yer aldıklarını göstermektedir. Özdural, a.g.t, s.36. 369 Kapı nişi basık kemerli olup, kemer köşeliklerindeki üçgen bölümler kıvrım dallardan oluşan sonsuz karakterli bitkisel bir süsleme ile dolgulanmıştır. Kapı kemeri, zemine kadar inen, düşey konumla ve zikzak şeklinde geçmelerle birbirine tutturulmuş taşlardan oluşur. Üzerinde süsleme yoktur822. Burada, iki farklı (mavi ve beyaz) mermer kullanımı, hem bitkisel köşelikleri, hem dekorlu de kemer hayvan başlarından oluşan üzengi Foto 227: Kapı köşeliğindeki figürlü süsleme noktalarındaki koyu renkli kalker taşından figüratif süslemeyle zıtlık meydana getirilmiş; böylece süslemelerin daha öne çıkması sağlanmıştır. Kilit taşı tahrip olmuştur. Üzengi taşlarında yer alan süsleme, geniş bir yaprağın üzerindeki hayvan başlarından oluşur. Yuvarlak dilimli yaprağın içindeki hayvan başları girift bir şekilde düzenlenmiş olup, koç, domuz, aslan, yılan, ejder gibi hayvan başları görülmektedir823. 822 Ünal (…Taçkapılar, s.47, dpnt.9), “…iki renkli taşın kullanıldığı kapı kemerlerinde süslemenin görülmediğini” belirterek, bunun, “… taşların iki renkli oluşunun süslemeyi gölgelemesi” nedeniyle tercih edilmediğini kaydetmektedir. Ünal ayrıca, Gök Medrese’deki kapı kemerinin paralellerinin Amasya Bimarhane, Karaman İbrahim Bey İmareti, Karaman Nefiszâde Mescidi, Niğde Ak Medrese ve Karaman Nefise Hatun Medresesi gibi XIV. yy. örneklerinde bulabildiğimizi belirtmektedir. 823 Buradaki hayvan başlarının burç işaretlerini simgelediği yolundaki geniş tartışma için bkz. Diez, a.g.m. Anadolu’daki burç ve hayvan tasvirleri, Cizre Köprüsü (1164), Erzurum Emir Saltuk Kümbeti (XII.yy), Kayseri Karatay Han (1249), Denizli Ak Han (1253-54), Niğde Sungur Bey (1335) ve Bünyan Ulu Camii (XIV.yy) nde görülmektedir. Bkz. Öney, a.g.e., s.53-54. Bu hayvanların Türklerin on iki hayvanlı takvimlerinde de yer aldığı konusundaki tartışma için bkz. O.Turan, On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul 1941. Ayrıca on iki hayvanlı Türk takviminin orijini konusundaki yeni bir çalışma için bkz. A.Vovin, “Some Thougts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal Cycle”, Central Asiatic Journal, Vol. 48/1 Weisbaden 2004, s.119-132. 370 Portalden, doğu-batı doğrultusunda uzanan, boyuna dikdörtgen planlı ve yıldız tonoz örtüye sahip giriş eyvanına geçilir (Çizim:34). Üzeri beyaz badanalı, yıldız tonoz824 örtünün ortasında sarkıt biçiminde bir göbek yer alır. Giriş eyvanının taş kaplamalı zemini avluya doğru 0.24 m. meyilli825 olup, buradan birer kapı vasıtasıyla güney ve kuzey yanındaki kare planlı iki mekâna geçilmektedir. Foto 228: Mescidin mihrabı ve geçiş öğeleri Foto 229: Mescit kubbe kasnağındaki çini pano Bunlardan güneyde olanı mescittir ve medresenin en yüksek mekânını oluşturmaktadır. Kare planlı mescit, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür(Foto:228). Duvarları, kapı ve zemini taş, pencereleri mermerden, kubbe ve kubbeye geçiş sistemleri ise tuğla malzemedendir. Kuzey kenarının ortaya yakın bir bölümünde yer alan kapının aksından biraz batıya kaymış bir konumda mihrap yer alır. Doğu duvarında, eksende ve aynı hizada iki pencere bulunur. Batıda ise, biri güney köşeye diğeri kuzey köşeye yakın konumda iki açıklık vardır ki bunlardan güneyde olanı girişe bakan bir pencere, kuzeyde olanı ise güneydeki minareye çıkış kapısıdır. Boyuna dikdörtgen formlu kapı, üstte ve yanlarda süslenmeden bırakılmış iki bordürle kuşatılmıştır. Kapı nişinin basık kemeri tıpkı portalde olduğu gibi düşey 824 Söz konusu yıldız tonozu A.T.Yavuz, a.g.e., s.34. de üç hatla dört yüze ayrılan yıldız tonozlar grubunda zikretmiştir. Bu tonozun benzer örneklerini Sivas Keykavus Darüşşifası, Divriği Ulu Camii, Tuzhisar Sultan Hanı, Alara Hanı, Karatay Han ve Erzurum Çifte Minareli Medresede görebilmekteyiz. Yavuz, a.g.e., s.34. 825 Özdural, a.g.t., s.36. 371 konumla ve zikzak şeklinde geçmelerle birbirine tutturulmuş taşlardan oluşur. Kemerin hemen üzerinde tek satır halinde sülüs hatla bir yazıt bulunmaktadır826. Mekânın duvarlarında, altta koyu gri renkte üstte ise daha açık renkte iki kat sıva bulunmaktadır. İkinci kat sıvanın üzerinde yeşil renkli bir boya vardır. Kubbenin üzeri de bilinmeyen bir tarihte açık sarı renk ile boyanmış olup, kubbe göbeğindeki kalem işi süslemeler de geç döneme aittir827. Mekânın doğu duvarında yer alan iki pencereden üstte olanı sivri kemerli olup bugün kapatılmış durumdadır. Altta olanı ise boyuna dikdörtgen formludur ve avluya açılmaktadır. Avluya bakan yüzünde boyuna dikdörtgen pencereyi, dışta biri içbükey ve süslemesiz diğeri daha dar ve palmet-rumî kompozisyonla süslenmiş iki bordür kuşatır. İki yanda bitkisel süslemeli başlıklara sahip sütunlara oturan sivri kemer yüzeysel kavsara işlenmiştir. Mukarnas kesitli nişçiklerle üçgen doldurulmuştur. Pencere açıklığının hemen üzerinde bir kabara vardır. Pencerenin sivri Foto 230: Mescit kubbe geçiş öğelerinden detay kemerinin üzerinde tek satırlık bir hadis yazıtı yer alır828. Pencerenin lento ve alt sövelerinde yedişer, yan 826 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir. “Karrehun” kelimesi “kar’etü’l “ şeklinde yanlış okunmuştur. 827 Bu müdahalenin minarelerin dolayısıyla mescidin tekrar işlerlik kazandırılmasına çalışılan 1719 yılı onarım sırasında yapıldığı söylenebilir. Ancak mekânın duvarları ile kubbenin farklı renkteki boyaları farklı yıllara ait müdahalelerle oluşturulduklarını düşündürmektedir. 828 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118. 372 sövelerinde ise onbirer adet, bir zamanlar mevcut olan demir şebekeye ait yuvalar görülür. Alt sövenin, geometrik yıldızlardan oluşan bir süslemeye sahip kesme taştan oluşması dikkat çekicidir. Mekânın duvarlarında, alt kotta, düzenli yuvalar mevcuttur829. Portal önündeki kazılar sırasında830 ele geçirilmiş olan beyaz mermer dendan parçası, mekân içinde gelişi-güzel bir şekilde atılmıştır. Giriş aksında yer alan mihrabın niş derinliği duvar içerisinde kalır ve çerçevesi duvar yüzeyinden biraz çıkıntı yapar831. Turkuaz ve manganez moru renkte çinilerle süslenmiş mihrabın, süslemesinin dökülmüş yerleri, yeşil renge boyanmıştır. Çiniler, bordürlerdeki bitkisel tezyinata ve yazının harflerine uygun olarak kesilmiştir. Boyuna dikdörtgen formlu mihrabın, tepeliği, kemeri, alınlığı ve sütunceleri yoktur. Mihrabı, en dışta palmetli kıvrım dal ve bunla eklenen yarım palmetlerden oluşan bir süsleme bordürü kuşatır. Patlıcan moru renkte çinilerden oluşan içbükey dar silmeden sonra, düşey olarak sıralanmış palmetlerin diplerinden çıkan kıvrım dallardan oluşan bir bordür yer alır. Turkuaz ve manganez moru renkli çinilerden oluşan geniş silmede, zemindeki bitkisel süslemenin üzerinde kufî hatla Âyetü’l-Kürsî yazılıdır(Foto:228). Harflerin uçları ve araları palmet ve rumîlerle doldurulmuştur. Yazı kuşağının üst iki köşesinde altı kollu yıldız kompozisyonundan gelişen geometrik karakterli bir madalyon bulunur. Yazı bordüründen sonra palmet-rumî kombinasyonundan gelişen iki bordür artarda sıralanmıştır. Mihrap köşeliğinin üst bölümünde ise kûfî yazıyla Âyetü’l-Kürsî yazılıdır. Mihrabın yanında sanat özelliği bulunmayan geç döneme ait bir ahşap malzemeli bir minber vardır. 829 Bu yuvaların zeminle pencerelerin ve merdiven kapısının arasındaki bölümde yer alması, burada bir zamanlar mevcut olan ve ahşap zeminin üstünde yer alan iskeleye ait olabileceğini düşündürmektedir. 830 Tuncer, a.g.m., s. 129. 831 Bakırer, …Anadolu Mihrabları, s.179. 373 Kubbeye, Türk üçgenleriyle geçilir(Foto:230). Üçgenler, birinin tabanı aşağı, diğeri yukarı yerleştirilmek suretiyle biçimlendirilmiştir. Üçgenler, yatay şekilde yerleştirilmiş tuğlalardan oluşmuştur. Tuğlaların derz araları, turkuaz ve mor renkte küçük kare çinilerin meydana getirdiği baklavalar ve zikzak hatlara benzer bir takım geometrik motiflerle süslenmiştir. Bu süslemeler, her üçgende farklı ve bir kompozisyon anlayışı gözetmeksizin yapılmıştır. Üçgenlerin kenarları ise iç içe yerleştirilmiş palmetlerden oluşan turkuaz ve mor çinili bir şerit ile çevrilmiştir. Kasnağın batı yüzünün ortasında turkuaz ve mor çinilerden oluşturulmuş sivri kemerli sağır kare bir niş bulunur (Foto:229). Kemerin içindeki yüzeyde rumî ve kıvrım dallardan oluşan kapalı kompozisyonda bitkisel bir süsleme yer alır. Bu bitkisel kompozisyonu çevreleyen sivri kemer, artarda rumî ve kıvrım dallardan oluşan iki süsleme bordüründen oluşur. Kemerin köşeliklerinde ise altı kollu çiçekleri hatırlatan bir süsleme vardır. Türk üçgenlerini üstte sınırlayan bordür ise iki farklı tip palmetden oluşan bir bitkisel süslemeye sahiptir. Bu bordürün üzerinde ise beyaz zemin üzerine turkuaz çinilerden oluşturulmuş, birbirlerine spiral uçlarla bağlanan madalyonlardan ve bu madalyonların çevresiyle içerisine dağılmış vaziyetteki palmet, rumî ve kıvrım dallardan oluşan bir süsleme kuşağı yer alır. Bu bitkisel fonun üzerinde üç farklı hadisin yer aldığı manganez moru renkli çinilerden oluşan bir yazı kuşağı vardır. Harflerin aralarına ve uçlarına palmetler yerleştirilmiştir. Bu yazı kuşağını alttan ve üstten palmet ve Rumîlerin, kıvrım dala bağlandığı ince birer bitkisel bordür kuşatır. Kubbede yatay istiflenmiş sırsız tuğlaların yatay derz aralarına, turkuaz şerit çiniler, düşey derz aralarına ise iki yanına düşey konumlanmış turkuaz dikdörtgen ve patlıcan moru kare çiniler yerleştirilmiştir. Zikzak motifine benzer kompozisyonlar oluşturulan kubbede, 374 süsleme sadece alt kısımlarda görülmekte olup, diğer kısımlardaki çinilerin sırları aşınmıştır. Giriş eyvanının kuzeyindeki dikdörtgen planlı mekân (Çizim:34), bazı yazarlar832 tarafından Dârü’l-Kurrâ, bazıları833 tarafından dershane olarak isimlendirilmiştir. Doğu-batı doğrultusundaki dikdörtgen planlı mekân batıya atılmış bir sivri kemerle kareye dönüştürülmüştür. Doğudaki bu kare birim pandantiflerle geçilen bir kubbe ile örtülmüştür. Mekân mescit ile eş derinlikte olmakla beraber, daha dar tutulmuştur. Güneyde bulunan kapı, mescit girişinin tam karşısındadır. Batı duvarında, güney köşeye yakın konumda, kuzey minareye çıkış kapısı, kuzey köşede ise bir pencere bulunur. Doğu duvarının ortaya yakın bölümünde aynı aksa yerleştirilmiş iki pencere vardır. Bunlardan üstte olanı, dar ve daha küçük ölçülerdedir. Mescit girişinin bir kopyası niteliğindeki mekânın boyuna dikdörtgen formlu kapısı, üstte ve yanlarda süslenmeden bırakılmış iki bordürle kuşatılmıştır. Kapı nişinin basık kemeri tıpkı portal de olduğu gibi düşey konumla ve zikzak şeklinde geçmelerle birbirine tutturulmuş taşlardan oluşur. Kemerin hemen üzerinde tek satır halinde sülüs hatla bir yazıt yer alır834. Mekânın duvarları beyaz badanalıdır. Boyaların kısmen döküldüğü noktalardan anlaşıldığı kadarıyla, kemer ve kubbenin tuğladan diğer bölümlerin moloz taştan oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Avluya açılan doğu duvarındaki iki pencereden üstte olanı, 1960’lı yıllarda yapılan onarım sırasında, kubbenin çevresinin tuğlalarla örülmesi dolayısıyla bugün fonksiyonsuz bir 832 Özdural, a.g.t., s.56, Kuran, a.g.e., s.93. Medresenin vakfiyesinde Darü’l-Kurrâ’ya dair herhangi bir ibare bulunmamasına rağmen, yazarların, mekanın kapısında yer alan ve Kurân okuma ile ilgili bir hadisin yer aldığı yazıttan hareketle böyle bir isimlendirmeye gittikleri anlaşılmaktadır. 833 834 Sözen, a.g.e., s.45, Hersek, a.g.t., s.170. Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir. “Efdal” ve “karrehun” kelimeleri “Efzal” ve “kar’etü’l “ şeklinde yanlış okunmuştur. 375 hale dönüştürülmüştür. Altta olan büyük boyutlu pencere ise boyuna dikdörtgen formludur ve avluya açılmaktadır. Pencere, beyaz mermer malzemeli giriş cephesinden, koyu renkli kalker taşından malzemesiyle ayrılır. Mescidin avluya bakan penceresi ile aynı kuruluş ve süsleme özelliklerine sahip açıklığın, avluya bakan yüzünde boyuna dikdörtgen pencereyi, dışta biri içbükey ve süslemesiz diğeri daha dar ve palmet-rumî kompozisyonla süslenmiş iki bordür kuşatır. İki yanda bitkisel süslemeli başlıklara sahip sütunlara oturan sivri kemer yüzeysel işlenmiştir. Mukarnaslı kavsarası, üçgen kesitli nişçiklerle doldurulmuştur. Pencere açıklığının hemen üzerinde bir kabara yer alır. Pencerenin sivri kemerinin üzerinde tek satırlık bir hadis yazıtı bulunur835. Pencerenin lento ve alt sövelerinde yedişer, yan sövelerinde ise on birer adet, bir zamanlar mevcut olan demir şebekeye ait yuvalar görülür. Mekânın taş döşemesinin orijinal olmadığı tespit edilebilmektedir. Mescidin kubbesinde olduğu gibi bu mekânın örtüsünün de 1719 onarımında yenilenmeye ihtiyaç duyacak şekilde daha önce tahrip olduğu; bu ve diğer onarımlarla aslî özelliklerini Foto 231: Abdesthane kaybetmiş bir şekilde günümüze ulaştığı anlaşılmaktadır. Bugün duvarlardaki beyaz badana sebebiyle çini dekorasyona olup olmadığına dair bir tespitte bulunamamaktayız. Ancak boyanın bazı dökülmüş kısımlarından anlayabildiğimiz 835 Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir. “Efdalüddinil” ve “ver’ul” kelimeleri “Efzalü’l’” ve “fıkh “ şeklinde yanlış okunmuştur. 376 kadarıyla, en azından mescitte görülen ölçülerde bir dekorasyonun bulunmadığını söyleyebiliriz. Medresenin en yüksek iki mekânı olan mescit ve Darü’l-Kurra ile giriş eyvanının üstünün, Tuncer836in yaptığı kazılar sonrasında kubbelerin birbirine bakan yüzlerinde, kasnakların düz levha çinileri ile kaplı olduğu anlaşılmıştır. Medresenin kuzeybatı köşesinde yer alan kareye yakın planlı mekân kimi yazarlar837 tarafından tuvalet, kimileri838 tarafından abdesthane tarafından isimlendirilmiştir.Bugün örtü sistemi yıkılmış olup, son onarımlar sırasında ahşap bir konstrüksiyonla kapatılmıştır. Mescit ve dershane mekânlarının daha derin tutulması nedeniyle, abdesthâne mekânının girişi, doğrudan değil, avludan dar uzun bir dehlizle sağlanmaktadır839. Nitekim mekânın kapı teşkilatına ait olabilecek izlere avludan yaklaşık 1.60 m. içerde karşılaşmaktayız. Tuncer840, kapının sol sövesini, eşiğini ve kırılmış lentosunu tespit etmiştir. Kapının hemen kuzeyinde, mekânın doğu bölümüne yakın bir noktada, moloz taştan bir duvar kalıntısı dikkat çeker. Bu duvar, mekânın doğu duvarı ile arasında kuzey-güney doğrultusunda dar uzun bir bölüm oluşturmaktadır. Tuncer841 kazılar sırasında bu birimin kapısına ait eşiği ve mil yuvasını ortaya çıkarmıştır. Söz konusu alan basamakları yok olmuş bir merdiven 836 Tuncer, a.g.m., s.127. Giriş bölümünün üstü ile ilgili bilgileri, medresenin iki katlı olduğuna dair iddiaları ayrıntılı bir şekilde tartışacağımız bölümde ele alacağız. 837 Özdural, a.g.t., s.56-57. 838 Kahya vd., a.g.m., s.447. Tuvalet tabirinin tek bir fonksiyonu, abdesthane’nin ise tuvaletle beraber abdest alma eyleminin de gerçekleştirilebileceği yer olması bakımından biz ikinci tabiri kullanmayı tercih edeceğiz. 839 Güneybatı köşedeki mekânda da aynı durum karşımıza çıkmaktadır ki, burada giriş avluya diyagonal bir şekilde açılmaktadır. Her iki mekândaki bu zorlama kapı girişleri tasarımdaki bir hata olarak görülebilir. 840 Tuncer, (a.g.m., s.125)de mevcut izlerden, medresenin diğer iç kapılarında olduğu gibi bu mekanın kapısının üzerinde de ortadan kalkmış bir pencere yer alması gerektiğini belirtmektedir. 841 Tuncer, (aynı yer) kapının mevcut izlerden içe doğru açıldığının anlaşıldığını belirtmektedir. 377 alanıdır842. Tuncer843, basamakların sahanlıktan sonra doğuya doğru dönerek devam ettiğini, nitekim abdesthâneye, doğu yönünde bitişik olan mekânın tonozunun altında kalmış altı basamağın da bu duruma delil teşkil ettiğini belirtmektedir. Söz konusu moloz duvarın merdiven kütlesini abdesthâneden kopardığı tespit edilebilmektedir. Her iki birimin farklı girişlere sahip olması da farklı işlevlere hizmet veren farklı üniteler olduklarını doğrular niteliktedir. Bu haliyle mekânların farklı örtülere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Abdesthanenin merdiven bölümü hariç tutulursa kareye yakın bir plana sahip olduğu, bu anlamda, büyük bir ihtimalle kubbe veya çapraz bir tonozla örtülü olduğu; merdiven bölümünün ise doğu duvarına paralel kuzeyyönünde bir tonozla örtülü olduğu tahmin edilebilir. Abdesthane mekânının, kuzeyden güneye doğru ¾ ünü kaplayan taş platform, birbirinden taş bloklarla ayrılmış dört kabin ile biri batı duvarına ulaşan, diğeri kabinlerin önünden dolaşarak kuzey bölümünden tahliye olduğu anlaşılan iki bağımsız su kanalından oluşmaktadır (Foto:229). Bu platform, zeminden844 her biri yaklaşık 20 cm. yüksekliğindeki iki kademe halinde yükseltilmiştir. Buradaki iki farklı kanaldan birinin temiz su, diğerinin pis su kanalı olması gerekmektedir. Tuncer ve Kahya çalışmalarında, temiz suyun, mekâna batı yönden bitişik olan çeşme tarafından gelerek, buradan kuzeye yöneldiğine işaret eder. Tuncer ve Kahya845, ayrıca pis su kanalını kuzey yönündeki 842 843 Tuncer, aynı yer, Özdural, a.g.t., s.57. Tuncer, a.g.m., s.125. Bu basamakları mevcut onarım müdahaleleri sebebiyle tespit edememekteyiz. Ancak aynı tespiti onarım öncesi çalışmasında Özdural (a.g.t., s.57) da yapmaktadır. Ancak Özdural aslî halinde burada –en azından doğudaki mekânın tonoz seviyesine kadar- ahşap, bu noktadan sonra taş bir merdivenin olabileceğini düşünmektedir. Her iki yazar arasındaki bir diğer anlaşmazlık noktası da merdivenin nereye ulaştığı konusundadır ki, Tuncer, merdivenin, ikinci kata ulaşımı, Özdural ise çatıya çıkışı sağladığını belirtmektedirler. 844 Tuncer, (a.g.m., s.125) kazıları sırasında döşemenin 1.10 m. dolduğunu belirtiyor. Bu muhdes döşeme kaldırdıktan sonra avlu kodunun yakalanabildiğini belirtmektedir. 845 Tuncer, aynı yer. Kahya vd., a.g.m., s.447. 378 kabinlerin önündeki bölüm olarak belirlemiştir. Kahya846, henüz musluğun gündelik yaşama girmediği bir dönemde, mekândaki her kabinde sürekli akan bir temizlenme suyu savağı bulunduğunu belirterek, abdesthânenin temiz su-pis su kanallarıyla iyi çözülmüş bir tasarıma sahip olduğunu ifade eder. Tuncer847, mekânın girişindeki kazıları sırasında geç döneme ait birbirine paralel ve üst üste iki künk tespit etmiştir. Bu künklerin avlunun ortasındaki havuza ulaşan, oradan da, ana eyvanın güneyindeki odanın girişini kat ederek binanın dışına ulaşan su tesisatına ait parçalar olduğu bugünkü kanal izlerinden anlaşılabilmektedir. Bu anlamda, binada giriş cephesindeki çeşmeden, bitişiğindeki abdesthaneye oradan da avlunun ortasındaki havuza ulaşıp, burada değerlendirildikten sonra avlunun doğu yarısını kat ederek medresenin doğu cephesine ulaşan geniş ölçekli bir su tesisatını görmekteyiz. Su kaynağı tam olarak tespit edilemese de yukarıdaki su kanalı istikameti düşünüldüğünde, çeşme yönünden geldiği tahmin edilebilir. Nitekim Tuncer848in kazı sonrası çeşmeye ait fotoğrafında alt kotta –büyük ihtimalle çeşmeden abdesthâneye giren kanal ile aynı kotta- geç döneme ait bir su borusu görülür. Binanın, geçen yüzyılın başlarına kadar kullanıldığı düşünülürse, su tesisatının da işlerliğinin ihya devam edilerek, ettirildiği söylenebilir. Bu anlamda, fotoğraftaki Foto 232: Avlunun kuzey kanadı borunun da, yenilenme sırasında orijinal künklerin yerine konulan boru olduğu anlaşılmaktadır. 846 Kahya vd., aynı yer. 847 Tuncer, a.g.m., s.125. 848 Tuncer, a.g.m., Resim:21. 379 Medresenin kuzey kanadı (Foto:232), ortadaki beşik tonozlu eyvan ile bunun batısında üç, doğusunda ise üç ayrı girişe sahip ancak bugün durumu ile tek bir mekândan ibarettir (Çizim:36). Eyvanın batısındaki üç mekânın kapı kuruluşunda düzensizlik gözeçarpmaktadır. Ayrıca avlunun revaklara bakan duvarlarında görülen, üstte ve yanlarda devam eden bitkisel süslemeli çift sıra bordürün bu bölümde kesintiye uğradığı dikkati çeker. Dolayısıyla bu duvarın yenilendiği anlaşılmaktadır849. Nitekim buradaki bazı süslemeli taşlar ters veya dikine yerleştirilmiştir. Bu bölümdeki üç mekân da kuzey-güney doğrultulu olup sivri beşik tonozla örtülüdür. Bunlardan batıda olanına, boyuna dikdörtgen formlu ve taş lentolu bir kapı vasıtasıyla girilir. Lentonun üstünde kare formlu bir açıklık yer alır. Bu açıklığın üzerinde sülüs hatla yazılmış bir kitabe850 bulunur. Kitabenin üzerinde ise alttaki açıklığın bulunduğu aksın biraz doğusuna kaymış bir şekilde yer alan kare bir açıklık daha bulunur. Kapının bu acemice kuruluşunun orijinal olmadığını, kitabenin konumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kitabe taşı, diğer bölümlerdeki iç kapılarda kapı genişliğini ortalayacak bir biçimde yerleştirilmişken, burada, kapının doğu kenarını geçip neredeyse doğusundaki mekânın kitabesiyle birleşecek ölçüde düzensiz bir şekilde konumlanmaktadır. Ayrıca binanın diğer iç kapılarında, kapı ve onun üzerindeki sivri kemerli pencere kompozisyonu gözlenirken bu bölümdeki kapılarda gerek pencerenin konumu gerekse formu açısından bariz bir farklılık ve düzensizlik tespit edilmektedir. Nitekim bu bölümdeki üç mekândan ortada olanın da kapısı aynı şekilde farklılık arz etmektedir. Boyuna dikdörtgen dar bir açıklıktan ibaret kapının ortaya yakın bir yerine lento gelişi-güzel bir şekilde yerleştirilmiştir. 849 Tuncer, (a.g.m., s.125.) bu bölümün oda önlerinde, revak altındaki muhdes sekileri söktürdüğünü belirtir. 850 Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119. 380 Bu haliyle açıklığın lento altındaki bölümü kapı, üst kısmı ise pencere olarak değerlendirilmiştir. Pencerenin üzerinde tek satırlık sülüs hatlı bir kitabe851 yer alır. Buradaki açıklık, orijinal kapı ve pencere kuruluşuna ait yüksekliğini korumuş ancak gerek kapının gerekse pencerenin formu müdahale sırasında değiştirilmiştir. Bu bölümün batıdaki son kapısında ise, boyuna dikdörtgen dar bir açıklık ve üzerinde tek satırlık sülüs hatlı bir kitabe852 yer alır. Doğudaki mekânın kuzey duvarında, kapatılmış bir mazgal pencere bulunur. Doğu duvarında ise doldurularak kapatılmış bir niş vardır853. Mekânın batı duvarında ise doğusundaki mekâna açılan ancak bugün kapatılmış bir açıklık bulunur854. Bu bölümün doğusundaki mekânın kuzey duvarında kapatılmış bir pencere yer alır. Pencere, arkasına denk gelen payandanın varlığı sebebiyle biraz batıya kaymıştır. Mekânın kuzey ve batı duvarında iki kapatılmış niş görülür855. Batıdaki son mekânın kuzey duvarında mazgal bir pencere, batı duvarında ise kapatılmış bir niş bulunur. Doğu duvarında ise kuzey eyvanına geçişi sağlayan bugün kapatılmış bir açıklık856 vardır. Kuzey eyvan (Foto:233), gerek tonoz ve duvarlarının sırlı kaplamalarıyla gerekse revaka bakan duvarlarının taş süslemeleri ile farklı bir tasarım ortaya koymaktadır. Foto 233: Kuzey eyvanı 851 Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer. 852 Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer. 853 Özdural, (a.g.t., s.58) söz konusu nişi orijinal baca deliği olarak değerlendirmekte ve 1960’lı yıllarda bu odanın kömür deposu olarak kullanıldığını belirtmektedir. 854 Özdural, (aynı yer) kapatılmış bu açıklığın da orijinal olmadığını ifade etmektedir. 855 Özdural, (aynı yer) kuzeydeki nişlerden doğuda olanının baca deliği olduğunu iddia etmektedir. 856 Özdural, (a.g.m., s.59) bu açıklığın orijinal olmadığını belirtmektedir. 381 Mekânın kuzey cephesindeki pencere bugün kapatılmış vaziyettedir. Kuzey-güney yönünde uzanan sivri beşik tonoz örtülü mekânın, revaka bakan yüzü özenli bir taş işçiliğine sahiptir. Kilit taşında düğümlenen meandır motifinin süslediği sivri kemeri, yanlardan ve üstten yarım yıldız motifli dar bir silme sınırlamaktadır. Kemer karnını altta ve iki yanda zar biçimli başlıklara binen bitkisel süslemeye sahip bir kuşak ve onu dış yüzde ve içte iki meandır motifli silme kuşatmaktadır. Bugün eyvanın içi çinilerin dökülmesini önlemek için yapılmış olan keçe ve keçeyi tutan ahşap konstrüksiyon ile kapatılmış durumdadır. Dolayısıyla tonoz karnını ve duvarlarını inceleyebilmek mümkün olamamaktadır. Mekânın eski fotoğraflarından tonoz yüzeyi ve duvarlarının çini mozaik parçalarla çok ahenkli bir şekilde dekore edilmiş olduğunu tespit etmekteyiz(Foto:234–235). Foto 234: Kuzey eyvan (Onarım Öncesi) (VGM.Arşv) Foto 235: Kuzey eyvan (Onarım Öncesi) (VGM.Arşv) Tonoz yüzeyi turkuaz, lacivert ve sırsız tuğlalardan kesilmiş parçalarla meydana getirilmiş sekiz köşeli yıldızlardan gelişen geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir (Foto:234). Yıldızlardan çıkan ışınların kesişmesi ile beş köşeli yıldızlar, beşgenler ve sekizgenler gibi diğer geometrik kapalı şekiller meydana getirilmiştir. Bu sahalara 382 turkuaz zemin üzerine lacivert çiniden kesilmiş sekiz köşeli yıldızlar ve değişik bir palmet şekli yerleştirilmiştir857. Eyvan tonozunun etrafı, turkuaz ve mor renkte çinilerden kesilmiş küçük ok başı şekillerin iç içe girmesi ile ortaya çıkan ince bir şeritle çevrilmiştir. Bu şerit tam eyvan tepesinde iki taraftan içe dönerek ve bir kanal gibi çukurlaşarak eyvan tonozunun tam ortasında büyük yuvarlak bir madalyon meydana getirmektedir. Madalyonun etrafı içe doğru uzanan ve mor çinilerden kesilmiş çifte kıvrım dallı iki bordürle çevrelenmiştir. Bu madalyonun ortasında patlıcan moru renkli çinilerden oluşan beş kollu bir yıldızın kollarının uzayarak çiçekli kûfi harflere858 dönüştüğü tespit edilmektedir (Foto:235). Eyvanın kuzey duvarında ise yine sekiz köşeli yıldızlardan çıkan ışınların gamalı haçlar meydana getirdiği görülmektedir. Yıldızların içinde mor renkte mozaik çiniden kesilmiş ve küçük palmetlerle sonuçlanan daha küçük sekiz köşeli yıldızlar bulunur. Burada süsleme, turkuaz ve mor çinilerden teşkil edilmiştir. Eyvanın arka duvarını tonoz kemeri boyunca lacivert palmet ve turkuaz lotusların kendi aralarında birleşmesinden meydana gelen bir şerit çevreler. Kuzey duvardaki bugün kapatılmış pencerenin çevresi de çiniyle süslüdür. Pencerenin etrafını turkuaz zemin üzerine lacivert 857 Yetkin, (a.g.e., s.88.) bu palmetin Selçuklu dönemi için ünik bir örnek olduğunu belirtmektedir. 858 Yetkin, (a.g.e., s.89) bu madalyonun ortasındaki harflerin okunamadığı belirtmektedir. N.Akgül, (Anadolu Selçuklu Dönemi Mimarisinde Sırlı Kaplama Kullanımı, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2000, s.424) güney eyvan tonozundaki madalyonun içinde de kûfî yazılı bir bölüm olduğunu ve burada da Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn yani dört halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) nin isimlerinin bulunduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bugün tahrip olan kuzey eyvanda da bu isimlerin yazılı olduğu tahmin edilebilir. Sahip Ata’nın eserlerinde sıklıkla düğümler madalyonlara rastlanmaktadır. İçerisi kûfî yazılı madalyonların benzer örneklerini Sahip Ata eserleri içinde Konya Tahir ile Zühre Mescidi ve Sahip Ata Türbesinde bulmaktayız. 383 çiniden kesilmiş üç yapraklı palmetlerin ince dallarla zikzak yapacak şekilde birleşmesiyle meydana gelmiş bir bordür çevirir859. Eyvanın doğusunda ise avluya üç kapı ile açılan enine dikdörtgen formda bir mekân bulunur (Çizim:34). Mekân doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri bir beşik tonoz örtüye sahiptir. Bu mekâna açılan kapıların –eyvanın batısındaki mekânların aksine- büyük ölçüde aslî hallerini korudukları görülür. Nitekim kuzey kanadın revaka bakan tüm duvarlarında devam eden ve palmet-rûmî kompozisyonundan oluşan süslemenin bu bölümde büyük ölçüde değişmeden günümüze ulaşabildiğini tespit edebilmekteyiz. Revaka açılan kapıların çevresini dolaşarak devam eden süsleme, bu bölümün doğu köşesinde altta ve iki yandan dolaşarak sonlanır. Mekânın kapılarından batıda olanı bugün boyuna dikdörtgen formda dar bir açıklık halindedir. Ancak üstte sivri kemerle sonlanan bu açıklığın, orijinalinde, tıpkı güney kanattaki ve hemen doğusundaki kapıda olduğu gibi üstte sivri kemerli bir pencere altta bileşik kaş kemerli bir kapıdan oluştuğu, ancak, kapının kaş kemerinin yıkılmasından ötürü bugünkü görüntünün oluştuğu anlaşılmaktadır. Kapıyı üstte ve iki yanda bitkisel bir kuşak çevreler. Sivri kemerin üstünde tek satırlık bir yazıt860 yer alır. Bunun doğusundaki kapı kuruluşu ise bileşik kaş kemerli bir kapı açıklığın üzerinde sivri kemerli bir pencere açıklığından oluşur. Bileşik kaş kemerin iki köşesinde yüzeysel işlenmiş iki gülbezek motifi vardır. Yine pencerenin üzerinde tek satırlık bir yazıt861 bulunur. Bu, kuzey kanatta orijinal kalabilmiş tek kapı açıklığıdır. Doğudaki kapının ise kapı kemeri tahrip olmuştur ve bu sebeple boyuna dikdörtgen bir görünüştedir. 859 Yetkin, a.g.e., s.91. 860 Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119. 861 Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer. 384 Üstte yine yazıt862 bulunur. Bu mekânın kuzey duvarında girişlerin tam aksında yer alan üç mazgal pencere vardır. Ortadaki pencere, dıştaki payanda tarafından kısmen kapatılmıştır. Bugün mekânın içinde Tuncer’in kazılar sırasında bulduğu bir mihrap kalıntısı yer almaktadır. Ayrıca mekânın doğu duvarında medresenin kuzeydoğu köşesindeki mekâna açılan ve geç dönemde açılmış bir kapı açıklığına ait izler bulunur. Bu kapı sonradan örülerek doldurulmuştur863. Ayrıca kuzey duvarda bugünkü beyaz badananın altından negatif izleri görülebilen ve yine geç döneme ait olduğu anlaşılan nişler görülür. Burada, kapıların tam karşısına denk gelecek şekilde pencerelerin yerleştirildiği ve bu anlamda özel bir tasarım kaygısı dikkati çeker. Buranın aslî halinde tek bir mekân mı, yoksa her birinin birer kapıyla avluya açıldığı, üç ayrı birimden mi oluştuğu tam olarak aydınlatılamamıştı. Ancak Kahya864 ve arkadaşlarının mekânda yaptığı sondajlar sırasında bölme duvarlarına ait izler tespit edilebilmiş ve burasının üç bağımsız birimden oluştuğu anlaşılmıştır (Çizim:37). Tuncer865, bu bölümde yaptığı araştırmalar sırasında sıva altında iki farklı tonoz izine rastlamıştır. Bu durum, mekânın bilinmeyen bir dönemde müdahaleye uğradığını, orijinal örtülerin yıkılmasını müteakip ikinci tonozun yapıldığını, bu tonozun da yine bilinmeyen bir dönemde yıkıldığını gösterir. Bu anlamda mekânın bölme duvarlarının da bu müdahalelere neden olan tahribatlar sırasında yıkıldığı ve onarımlar sırasında da aslî durumuna göre değil de mevcut duruma uygun düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu 862 Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer. 863 Dönemin diğer medrese örnekleri incelendiğinde köşe odalara açılan bu türlü bir iç kapıya ait örneğin bulunmadığını görmekteyiz. Bu anlamda kapı muhdestir. Ancak ne türlü bir ihtiyaç için ve ne zaman açıldığını tespit edememekteyiz. 864 Kahya vd., a.g.m., s.446-447. 865 Tuncer, a.g.m., s.125. 385 durum herhalde 1823 veya 1909 müdahaleleri sırasındaki ihtiyaca binaen gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla bu mekânın aslî halinde kuzey-güney doğrultusunda uzanan, her birinin avluya farklı kapılarla açıldığı ve kuzey duvarlarının ortasında birer mazgal pencerenin yer aldığı üç farklı birimden ibaretti866. Foto 236: Doğu eyvan Foto 237: Doğu eyvan Medresenin doğu kanadı binanın en tahrip olmuş alanıdır867(Çizim:34, Foto:236237). Medresenin doğu sınırı kazılarla868 tespit edilebilmiştir. Tuncer, binanın kuzey duvarının doğu köşedeki payanda ile sonlanmadığı, söz konusu duvarın doğuya doğru devam ettiğini ortaya çıkarmıştır869. Doğu duvarında yapılan kazılar, burada, 866 Kahya vd., a.g.m., s.448. Buna karşılık, Tuncer (a.g.m., s.125), 1978 de anılan yerde kazı gerçekleştirmiş ve herhangi bir bölme duvarına rastlamadığını belirtmiştir. Tuncer, V.G.M. için hazırladığı restitüsyon projesinde de bu bölümü tek tonozlu bir hacim olarak değerlendirmiştir. 867 Medrese, doğuya doğru meyillidir. Tuncer (a.g.m., s.129), kodun en düşük olduğu doğu bölümde, beden duvarlarının yüksekte kaldıkça daha kolay yıkılmış olabileceğini belirtirken, ayrıca doğu (ana) eyvanın iki yanındaki büyük mekânların da bu hasarı yıkımı kolaylaştırmış olabileceğini ifade etmektedir. 868 Tuncer, a.g.m., s.126, Özdural, a.g.t., s.18-20, Kahya vd., a.g.m., s.448. 869 Tuncer, (a.g.m., s.129) kuzeydoğu köşedeki payandanın doğuya doğru kırılarak devam ettiğini gösteren temel duvarındaki örgü köklerini tespit etmiş, ayrıca payandanın alışılmışın dışında köşe desteği değil de ara destek şeklinde yapıda yer aldığını belirtmektedir. Tuncer, kuzey duvarın devam ederek vakfiyede bahsi geçen Darü’l- Ziyafet veya hamam gibi binaları da içine alan bir bahçe duvarı olabileceğini ifade etmektedir. 386 diğer bölümlerin aksine hiç destek olmadığını göstermiştir870. Güney kanadın, doğu köşede, bu bölümdeki payandayı aştıktan sonra devam ettiği mevcut izlerden anlaşılmaktadır871. Müftü ve müderris Abdullah Efendi tarafından 1239/1823 yılı Mayıs’ında yaptırılan onarım, medresenin Omsalı döneminde gördüğü en kapsamlı müdahaledir. Bu müdahalede, yıkılmış olan ana eyvan ve yan mekânlarının oluşturduğu doğu kanat bir duvar örülerek yapının dışında bırakılmış ve bu işlem ana eyvanın olduğu bölüme konulan bir onarım kitabesiyle872 belgelenmiştir. Gabriel’in873 fotoğrafları ve Ergüder ile Uzunçarşılı874nın verdiği bilgilerden onarımla yapının dışında bırakılan doğu kanadın kimi ahşap birimlerle yakın tarihlere kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim doğu kanatta, özellikle ana eyvanın iki yanındaki mekânlarda görülen izler, bu geç dönem kullanımına işaret eder. Doğu kanadın bugün örülü olan avluya bakan yüzünde mavi ve beyaz mermer 870 Tuncer, (a.g.m., s.129) arazi kodunun burada en düşük seviyede olduğunu belirtmektedir. Tuncer, doğu duvarının diğer üç kanattan daha yüksek olmasına karşın hiçbir ara desteği olmamasının, binaya (doğudan) bitişik bugün ortadan kalkmış kimi yapıların destek sağlamış olabileceğine işaret etmektedir. 871 Tuncer, (a.g.m., s.129) güney duvarın tıpkı kuzey duvar gibi doğuya doğru devam ederek çevre duvarını tamamladığını belirtmektedir 872 Hersek, (a.g.t., s.195) İkinci satırdaki “Keennehu bina” tabirini “kânehû benâhâ” şeklinde yanlış okumuştur. Ana eyvanda bu kitabenin dışında nereden getirildiği bilinmeyen, ancak, 1823 onarımında buraya yerleştirildiği anlaşılan iki kitabe daha vardır. Bunlardan birincisi iki satırlıktır. Bkz. Hersek, (a.g.t., s192-193) ilk satırın sonundaki “ilen nebi… …Ekrem…” ibaresi ve ikinci satırdaki ilk kelime olan “Kavvâmü’d” den sonra “eyyami” kelimesini eksik okumuştur. Bunun dışında bu satırdaki “hayral-lâhü” tabiri de eksik okunmuştur. Söz konusu kitabelerin ana eyvanının yıkılışından önce de burada bulunduğu, bilhare, 1823 onarımında da gelişi-güzel bir şekilde burada konduğu anlaşılmaktadır. Kitabelerden medresenin, Ağustos 1271 yılında Ali bin El-Hüseyin tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Bunların dışında ana eyvanın güneyindeki mekânının avluya bakan duvarında “alâ külli bâbin min abul cenneti mektup” şeklinde bir hadisin yazılı olduğu bir kitabe bulunmaktadır. Ana eyvanın kuzeyindeki mekânın bugün kapalı olan kapısının sivri kemerinin hemen üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı olan bir kitabe yer alır. 873 Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1. 874 Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119-120. 387 malzeme kullanılmıştır. Binanın kuzeydoğu köşesindeki mekânın kapısı bugün kapatılmış durumdadır. Boyuna dikdörtgen bir açıklığın üzerindeki sivri kemerli çerçeve ve onun üzerindeki kitabe kompozisyonu, yan kanatlardaki kapı düzenini hatırlatır. Bu kapalı kapının ardındaki (ana eyvanın kuzeyindeki) mekân eyvan duvarına paralel uzanan bir duvarla ikiye bölünmüştür. Tuncer’in875 kazılarıyla ortaya çıkarılan bu moloz taştan duvarın güneyindeki dar bölüm, bir aralıktır (Foto:211). Taş döşemeye sahip bu aralık, kuzeyindeki bölümü kareye dönüştürmüştür. Bugün aralıktan gerisindeki kare mekâna geçişi sağlayan kapının batı duvardaki söve izleri görülebilmektedir. Kazılar sırasında kapının eşiği ortaya çıkarılmıştır876. Bu aralığın gerisindeki kare mekân’ın batı duvarında geç döneme ait kapatılmış durumda pencere ve ocak izleri görülür. Ayrıca bugün, hem kuzey hem de batı duvarda bu geç dönem kullanımına ait sıva izleri bulunmaktadır. Buradaki kazılar sırasında bol sayıda çini parçası ele geçmiştir. Bunlar arasında blok olarak yüzükoyun olarak bulunmuş üzeri mozaik çini ile süslenmiş bir kitle dikkat çekicidir. Mavi ve siyah renkte mozaik çinilerin yer aldığı 1.40 m. eninde 0.50 m. yüksekliğindeki bu blok kütle, Tuncer877 tarafından bir sanduka kaidesi olarak isimlendirilmiştir. Bu anlamda mekân, Tuncer tarafından Türbe olarak nitelendirilmiştir. Kazılar sırasında bulunan çinilerin bulunuş şekli mekânın duvarlarının asli halinde çini ile kaplı olduğunu göstermektedir. Medresenin, eyvanları ve mescidi dışında çini kaplamalı başka bir mekânı yoktur. Bu anlamda mekân medrese içinde çok özel bir bölümü ihtiva ediyor olmalıdır. Tuncer’in kazılar sırasında ele geçirdiği ve sanduka kaidesi878 olması muhtemel buluntu da göz önünde 875 Tuncer, a.g.m., s.126. 876 Tuncer, aynı yer. 877 Tuncer, aynı yer. 878 Tuncer., a.g.m., Resim: 9. 388 bulundurulduğunda buranın aslî halinde türbe mekânını ihtiva ettiği söylenebilir879. Mekânın güneyindeki ara holün benzerini Sivas Buruciye Medresesinin ana eyvanının yanındaki mekânlarda görmekteyiz. Buruciye’deki bu dar birimler merdiven olarak değerlendirilmiştir. Ancak burada merdivene ait olabilecek bir iz bulunamamıştır880. Bu anlamda, burasının bir geçiş bölümü olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Sahip Ata Medresesinde ana eyvanın kuzeyindeki mekân küçük bir ara bölümü ve onun gerisindeki kubbe ile örtülü olduğu söylenebilecek bir kare mekândan ibarettir. Gabriel’in fotoğraflarında881 rahatlıkla görülebilen bina kalıntıları ise bugüne bazı sıva ve ocak izleri ulaşabilmiş geç döneme ait verilerdir. Tuncer’in tespit ettiği sanduka izi kare mekânın, duvarları çinilerle süslenmiş bir türbe882 mekânı olarak düzenlendiğine işaret eder. Bu mekândaki dar koridorun, medresenin doğusunda bir zamanlar yer alması muhtemel ve vakfiyede sözü geçen Dârû’l-Ziyafet gibi bir bina ile ilişkiyi sağladığına dair yorumlar883 bulunmakla birlikte, kazılar sonucunda böylesi bir veri tespit edilmemiştir. 879 Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde ana eyvanın her iki yanında yer alan türbe mekânlarına Konya Karatay Medresesi (1251) (Ana eyvanın güneyinde) ve Sinop Süleyman Pervane Medresesi (1262) (Ana eyvanın doğusunda)nde görülmektedir. Kırşehir Cacabey Medresesi (1272) ve Akşehir Taş Medrese (1250) nin yan eyvanlarının güneyinde türbe mekânları yer almaktadır. 880 Tuncer., a.g.m., s.126. 881 Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1. 882 Bilindiği gibi Sahip Ata’nın türbesi Konya’daki Sahip Ata Türbesi (1285) nde bulunmaktadır. Sivas’taki 1271 tarihli medresesindeki mekânlardan birinin türbe yeri olarak düzenlenmesi, Sahip Ata’nın bu görkemli binasında kendisi için bir mezar yeri tasarladığını düşündürmektedir. Vezirin Akşehir’deki medresesi (1250) nde de bir türbe mekânı bulunmaktadır. Bilindiği gibi vezirin oğullarının Karamanlılar tarafından öldürülmesi üzerine (Bkz. Bu çalışmanın Sahip Ata’nın Hayatı bölümüne) Konya’daki külliyesine bir türbe mekânı eklenmiştir. Sahip Ata’yı derinden etkilediği anlaşılan bu olayın vezirin gömülmek istediği yeri de değiştirmesine neden olduğu anlaşılmaktadır. Böylece 1271’de Sivas’taki medresesinde planlanan mezar yerinin, oğullarının yanına gömülmek isteği ile değiştiği ve Konya’daki Türbesi olarak belirlendiği söylenebilir. 883 C.M.Hersek., a.g.t., s.201. 389 Doğu eyvanının olduğu saha bugün batı duvarındaki üç kapatılmış açıklık ve temel seviyesinde günümüze ulaşabilmiş doğu, kuzey, güney duvarlarından ibarettir (Çizim:34). Batı duvarı moloz taş malzemelidir ve bazı yerlerinde gelişi-güzel şekilde yerleştirilmiş süslemeli taşlar bulunmaktadır. Mevcut durumuyla duvarın yapısı ve kapatılmış üç açıklık sonraki döneme ait bir düzenlemenin varlığını ortaya koymaktadır. Nitekim eyvanın diğer üç duvarının beyaz mermerden inşa edilmesine rağmen batı duvarının bu yapısı sonraki dönemde yapılmış bir müdahaleye işaret eder. Doğu duvarındaki üç açıklık Gabriel’in fotoğraflarında görülen geç dönem binalarıyla çağdaş kalıntılar olmalıdır. Sadece eyvanda değil bütün bir doğu kanatta gerçekleştirilen bu müdahalelerin 1824 ve 1904 müdahalelerine yakın tarihlerde oluştuğu söylenebilir. Düşey dikdörtgen formda ve ahşap lentolu bu üç açıklık daha sonraki bir dönemde kapatılmıştır. Ana eyvan olduğu anlaşılan doğu eyvanının avluya bakan cephesinin aslî düzenlemesine ilişkin mevcut durumdan yola çıkarak bazı tespitler yapılabilir. Sütuncelerin özgün yerinde olduğu düşünülürse kemer üzengi seviyesinde eyvanı dolaşan süslemenin eyvan içinde bir açıklığın çevresini dolaştığı iddia edilebilir. Ayrıca bir zamanlar eyvan kemerini oluşturduğu anlaşılan süslemenin başlangıç taşları da, doğu eyvan duvarı üzerinde mevcuttur. Bunun dışında süslemeyi tamamlayacak kimi mermer taşlar da –kilit taşı da dâhil- arazide dağınık bir vaziyette yer alır884. Y.Kahya vd.885, eyvan kemerinin etrafında dikdörtgen bir çerçeve oluşturan süsleme bandını, köşe başlangıçlarıyla beraber restitüe etmişlerdir. Ana eyvan’ın XIX. yüzyıldaki onarımı sırasında yüzeye gelişi güzel yerleştirilmiş olan kitabelerden üstten itibaren ilk satırda, medreseyi yaptıranın 884 Y.Kahya vd.., a.g.m., s.448. 885 Y.Kahya vd.., aynı yer. 390 “Büyük Sahip” olduğu belirtilir886. İkinci satırda887 Sahip Ata’nın unvanları zikredilirken burada Cimri Hadisesi sonrası Moğol Hanı tarafından verilen “Kavvâmü’d devlet/mülk (Mülkün devletin dayanağı)” ve “Fahreddin (Dinin Şerefi)” unvanları zikredilir. Son satırda ise sultanın –isim vermeden- unvanları zikredilir888. Kahya vd889, buradaki mevcut kitabenin eyvan kemeriyle üst çerçeve arasında yer aldığının, benzerlerine bakılarak ileri sürülebileceğini, mevcut kûfî yazı bandının ise üzengi seviyesinde dolaşan ve bezeme şeridi üzerinde ve onunla birlikte eyvanın içini ve büyük olasılıkla mevcut bir açıklığın çevresini dolaştığını belirtir. S.Çetintaş’ın 1937 raporunda eyvanın güney duvarı üzerinde yer aldığı belirtilen mihrap kalıntısı, bugün kuzey kanat odalarından birinin içersine atılmış şekilde bulunmaktadır. Tuncer890 bunun Şahne kümbetine ait olabileceğini belirtir. Çokgen planlı, mukarnas örtülü mihrap kalıntısı içinde en dikkat çekici parça büyük bir hayat ağacını oluşturan taşlardır. Bu parçalar mihrap çokgeninin üç kenarını teşkil eder. Y.Kahya ve arkadaşları891 mihrabın mevcut durumu ve çevreye atılmış vaziyetteki 886 Kitabenin Arapça Yazılışı için bkz. Hersek, a.g.t., s.192. Türkçe okunuşu; Ümira bi,inşâi hâzihi’l-medreseti’l-mübareketi tekarruben ilâ’l-l’ahi te’âlâ es-sâhibû’l - a’zam eddüstürl-mu’azzam Mevlâ ilen nebi… ekrem Transkripsiyonu ise “Bu mübarek medrese büyük sahip, büyük düstur sahibi Allahü Tealaya yaklaşmak üzere inşasını emretti” şeklindedir. 887 Kitabenin Arapça Yazılışı için bkz. Hersek, a.g.t., s.192. Türkçe okunuşu; Kavvâmü’d eyyami devleti’l-kahirati ve nizamü’l-milleti’z zâhirati ebül-hayrâti ve’t-tâ’âti ve’lhasenâti fahru’d-devleti ve’d-dînî Alî bin el-Hüseyin hayralahü ehsene’l-lâhü ‘akıbetehü fî gurretti muharremin sene seb’ine ve sittemieh. Transkripsiyonu ise; Galip gelen kavimlerin günlerinde, temiz milletin düzeni, iyiliklerin hayırların babası dinin ve devletin şerefi Ali bin El-Hüseyin Allah hayırlarını kabul etsin muharrem ayının parlaklığında Allah onun sonunu güzelleştirsin sene 670 (1271 Ağustos) 888 Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. Hersek, a.g.t., s.193. 889 Y.Kahya vd., aynı yer. 890 Tuncer., a.g.m., s.124, Resim: 3. 891 Y.Kahya vd., Çizim: 9. 391 diğer parçalarından yola çıkarak bir restitüsyonunu yapmışlardır. Ö.Bakırer’e892 göre XIII. yy’ın son çeyreğinden itibaren geometrik ve bitkisel kompozisyonların beraber kullanıldığı mihrap örnekleriyle karşılaşmaktayız. Bunun dışında mihrap kalıntısındaki hayat ağacı ile portaldeki hayat ağacı betimlemesi arasında görülen üslupsal benzerlik bu kalıntının binaya ait olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu anlamda, bina tarihi ile mihrabın süsleme özellikleri paralellik arz etmektedir. A.Özdural893 yaptığı temizlik çalışmaları sırasında eyvanda çini kırıkları ve künk parçalarına rastlamıştır. Medresenin yan eyvanları ve mescidinin çinili olduğu düşünülürse ana eyvanının da çinili olduğu varsayılabilir. Ayrıca künk parçalarının da bu mekânda su ile ilgili -belki de bir havuz- bir birimin varlığına işaret ettiği söylenebilir. Binanın güneydoğu köşesi ve ana eyvanın güneyinde yer alan mekân, bugün avluya sivri kemerli bir kapı ile açılan, güney ve doğu duvarlarının ancak temel seviyesindeki izlerle tespit edilebildiği, enine dikdörtgen formda bir kalıntıdan ibarettir (Çizim:34, Foto:209). Mekânın batı duvarında yer yer geç döneme ait olduğu anlaşılan sıva ve badana izleri görülür. Kuzey duvarının hemen güneyinde avludan –havuzdan- gelen atık suyun bina dışına tahliyesini sağlayan künk yuvası tespit edilmektedir. Bu künkün mekânın kapısının altından giriş yaptığı anlaşılmaktadır. Mekânda tıpkı ana eyvanın kuzeyindeki mekân gibi bir bölme duvarı olup olmadığına yönelik çalışmalar894 buranın bölüntüsüz, tek mekân olarak tasarlandığını ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, mekânın sivri beşik bir tonoz ile örtülmüş olabileceğini düşünülebiliriz. Mekânın batı duvarındaki sıva izlerinin 892 Bakırer., a.g.e., s.110. 893 Özdural., a.g.t., s.20. 894 Tuncer., a.g.m., s.126., Özdural., a.g.t., s.20. 392 Gabriel’895in fotoğraflarındaki bina kalıntılarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın güney duvarı ve güneydoğu köşesi oldukça tahrip olmuştur. Tuncer896 geç dönemde konut olarak kullanıldığı anlaşılan bu mekânın, vakfiyede belirtilen kütüphane olabileceğini ifade etmiştir. Güney kanadın (Foto:238) doğudaki ilk mekânına, kuzey kanattaki odaların girişlerine benzer şekilde üstte sivri kemerli pencere, altta kapıdan oluşan giriş düzenlemesine sahip iki kapıdan girilir (Çizim:34). Foto 238: Avlunun güney kanadı Bunlardan doğuda olan kapı, biri güney kanadın avluya bakan duvarını çepeçevre dolaşan, diğeri de üstte yazı bordürünü ve iki yanda kapıyı çevreleyen iki süsleme bordürüyle çevrelenmiştir. Palmet-rûmî kombinasyonundan oluşan bitkisel süslemeli bordürlerin büyük bölümü tahrip olmuştur. Mekânın kapısı ile üzerindeki sivri kemerli pencereyi ayıran taş lento ve kapının kemeri bileşik kaş kemerli olduğu anlaşılan kemeri bugün yıkılmış durumdadır. Pencerenin üzerinde yine tek satırlık bir yazıt897 yer alır. Batıdaki kapı ise aynı kuruluş özelliklerine sahip ancak daha sağlam durumdadır. Kapının üzerindeki sivri kemerli pencere tuğlayla doldurulmuştur. Kapıyı diğer kapılarda da görülen, bitkisel süslemeli iki bordür kuşağı çevreler. Pencerenin üzerinde ise tek satırlık sülüs bir yazıt898 bulunur. Kareye yakın ölçülerde ve iki kapı ile avluya açılan 895 Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1. 896 Tuncer, a.g.m., s.130. 897 Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118. 898 Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer. 393 bu mekânın örtüsü yıkılmıştır. Güney duvarında kapatılmış vaziyetteki iki pencere vardır. Ayrıca doğu ve batı duvarlarında restorasyonlar sırasında kapatılmış, nişler mevcuttur. Kahya vd.899 yaptıkları sondaj çalışmaları neticesinde, mekânın aslî halinde iki ayrı mekânı ihtiva ettiğini gösterir bölme duvarının temel kalıntılarına tespit etmişlerdir. Söz konusu bu iki mekânın yıkılan örtülerinin de sivri beşik tonozlu ve kuzey-güney doğrultulu olduğu söylenebilir. Bu mekânın batısındaki kuzey-güney doğrultulu ve sivri beşik tonozlu mekânın kapısı, günümüze sağlam ulaşabilmiştir. Avlu odalarının kapılarıyla –kapı kemeri burada sepetkulpu şeklindedir- aynı kuruluş özelliklerine sahip kapının üzerindeki pencere tuğlayla doldurulmuştur. Pencerenin üzerinde tek satırlık bir yazıt900 bulunur. Mekânın batı duvarında kapatılmış iki niş vardır. Doğusundaki mekâna bugün kapatılmış bir kapı ile ulaşılır. Ancak bizce bu kapı da muhdestir901. Mekânın güney duvarında restorasyon sırasında kapatılmış bir pencere yer alır. Güney eyvanının doğusundaki bu üç mekân, son restorasyon çalışmaları sırasında –tıpkı kuzey eyvanının doğusundaki mekân grubu ve güney eyvanının batısındaki mekân gibi- ahşap bir konstrüksiyon ile koruma altına alınmıştır. Foto 239: Güney eyvandaki çinilerden detay 899 Y.Kahya vd., a.g.m., s. 446-447. 900 Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118. 901 Özdural., a.g.t., s.63. Foto 240: Güney eyvandaki çinilerden detay 394 Güney eyvanı kuzeyindekine birebir benzer kuruluş ve süsleme özelliklerine sahiptir902. Eyvanın çini süslemelerle kaplı tonozu, keçe ve onu tutan ahşap bir konstrüksiyon ile koruma altına alınmıştır(Foto:239-240). Özdural903, buradaki tonoz yüzeyindeki ayrılmanın kuzey eyvanına göre daha fazla olduğunu belirtir. Eyvanın güney duvarındaki pencere sonradan kapatılmıştır. Bunun ne zaman gerçekleştiği bilinmemektedir. Ancak bu pencerenin tam arkasında, 2/3 oranında açıklığı kapatacak şekilde cephede yer alan payanda bulunmaktadır. Bu durumda, eğer bu kapatma işlemi geç dönemde yapıldığı ise, onu büyük oranda kapatacak olan payanda da sonraki bir dönemin eseri mi? Bugün bu sorunun cevabını tam olarak veremesek de şunu söyleyebiliriz. Eğer medresenin güney cephesinin doğu kesiminin sınırları günümüze ulaşan şekilde ise, cephenin, kırılma yaptığı bu noktada strüktürel bir ihtiyaçtan dolayı buraya bir payanda yapılması doğaldır. Nitekim payandanın malzemesi de orijinal olduğunu gösterir. Bizce bu payandanın eyvanın penceresini kapatır şekilde cephede yer alması, medresenin güney bölümünün arazi-parsel sınırları sebebiyle bu şekilde bir kırılma yaptığı ve bu zorlamanın oluşturacağı strüktürel kaygının tam kırılma yapan noktaya bir payanda yapma gerekliliği doğurması sebebiyle oluşmuştur. Bu zorunlulukta, eyvanın penceresinin büyük oranda kapatılmasına sebebiyet vermiş olmalıdır. Bu durum kuşkusuz bir planlama hatasıdır. Eyvanın batısındaki doğu-batı doğrultulu mekân enine dikdörtgen formda olup, sivri beşik tonozla örtülüdür. Bu mekân avluya dört kapı ile açılır. Güney duvar üzerinde kapatılmış durumda dört pencere yer alırken batı duvarda sivri kemerli bir 902 Buradaki çini ve taş süsleme kuzey eyvanı ile birebir aynı özelliklere sahip olduğundan yeniden bir anlatıma gidilmemiştir. 903 Özdural., a.g.t., s.64. 395 pencere açıklığı bulunur. Batı duvarın üst kotunda bugün kapatılmış bir pencere daha bulunur. Mekânın dört kapısı da medrese odalarının girişlerine uygun bir şema içindedir. Ancak bunlardan doğuda olan 1. si sepetkulplu, 2. si bileşik kaş, 3. sü basık kemerli ve en batıda olan 4. kapı, taş lentoludur. Kapılardan batıda olanının sonraki bir dönemde müdahale gördüğü, diğer kapı kemerlerinin ise medresenin diğer odalarında görebildiğimiz tipte ve ilk inşaat dönemine ait olduğu söylenebilir. Hepsinin de kapıları üzerinde yer alan pencereleri tuğlayla doldurularak kapatılmıştır. Hem kuzey hem de güney kanat odalarının kapı kuruluşlarını kuşatan süsleme bordürleri burada da karşımıza çıkar904. Her bir kapının –en batıdaki kapı hariç- üzerinde tek satırlık birer yazıt905 bulunur. Tuncer906, burada bölme duvarlarına ait hiçbir iz bulunmadığını dolayısıyla buranın tek bir mekân olduğunu belirtirken, Kahya907, ara duvarların beden duvarlarına saplanması olası noktalarında yaptıkları sondajlar neticesinde bölme duvarların oturduğu temel duvarlarının ortaya çıktığını ifade etmektedir. Biz de aslî halinde bu bölümün, tıpkı kuzeybatı bölümdeki odalarda olduğu gibi her birine ayrı bir kapıyla ulaşılan, dört mekândan ibaret olduğunu düşünmekteyiz (Çizim:37). Tuncer908, bu uzun mekânın iki farklı kotta tonoz izi olduğunu, bunlardan üstte olanının mescit kubbesiyle organik bağa daha uygun olduğunu belirtir. Dolaysıyla bugünkü tonozun yeni olduğu anlaşılmaktadır. 904 Hersek, (a.g.t., s.187) bazı hücre kapılarının çerçevelerinde kalmış olan çini parçalarından bahseder. Özdural (a.g.t., s.75) bunlardan bir tanesini güneybatı köşe odanın kapısı üzerindeki çerçeve de olduğunu belirtmektedir. 905 Yan kanatlarda yer alan odaların üzerindeki yazıtlar, eğitim ile ilgili hadisleri içermektedir. Güney eyvanın batısındaki odaların yazıtları için bkz. Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118. 906 Tuncer., a.g.m., s.125. 907 Kahya vd., a.g.m., s.447. 908 Tuncer., a.g.m., s.125. 396 Ancak mescit kubbesinin de 1719 yılındaki onarımda yenilendiği909 düşünülürse, üstteki tonozunda orijinal olmadığı dolayısıyla, bu bölümde birden fazla inşaat dönemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu, özellikle mekânın batı duvarında gözlenebilen farklı sıva kalıntıları kanıtlar910. Avlunun kuzey ve güney kanatları revaklıdır. Revaklar yedi açıklıklıdır ve ortada eyvanlara denk gelen gözleri daha geniş tutulmuştur (Çizim:34, 36). Kare bir kaide üzerine oturan revak sütunlarının911 monolitik veya silindirik şekilde yapılmış gövdelerinin bazıları kalkerden, bazıları da mermerdendir. Bazılarında başlığa yakın demir bilezikler bulunur. Kuzey kanattaki revağın sütun başlıkları birbirinden farklıdır. Foto 241: Revağın güney kanadından detay Bunlardan batıdan itibaren 1. ve 6. olanı palmet ve yaprak motiflerinden oluşan bir süslemeye sahiptir. Bozulmuş da olsa palmet-yaprak süslemesine sahip 5. sütunun başlığının aralarında rûmî motifine de rastlanır. Bunların dışında kalan sütun başlıkları süslemesizdir. Sütun başlıklarının üzerinde ahşaptan kornişler yer almaktadır. Özdural912, bu 909 Bu onarımda Cuma namazlarının kılınabilmesi için minarelerin şerefelerin yenilenmesi gerektiğini bilmekteyiz. (Bakınız 747. dipnot) Bunun dışında Tuncer, (a.g.m., s. 127) yıkılan minarelerin kubbeye zarar verdiğini, nitekim kubbenin çevresindeki temizlik çalışmaları sırasında minareye ait parçalara rastlandığını belirtmektedir. Dolayısıyla, bu müdahale sırasında yıkılan minarelerin dışında, minarelerin yıkılırken zarar verdiği kubbelerin de yenilendiği anlaşılmaktadır. 910 Özdural., a.g.t., s.67. 911 Sütunların oturduğu kaidelerin bazılarında ters şekilde konmuş sütun başlıklarına rastlanmıştır. Bkz. Bilget, a.g.m., Resim:7. 912 Özdural., a.g.t., s.42. 397 kanattaki revakların yenilendiğini belirtir. Nitekim kuzey eyvanının batısındaki odaların avluya bakan duvarlarının ve revak cephesindeki saçakların üzerindeki süsleme bordürünün yenilendiğini913 biliyoruz. Dolayısıyla bu bölümünün de aynı zamanda müdahaleye uğradığı söylenebilir. Güney revak batıdan itibaren yekpare kum taşından ilk sütun dışında, mermerden tek parça halinde silindirik formda yedi sütundan oluşur. Bunlardan doğudan itibaren ilki sekizgen gövdeli diğerleri silindirik gövdelidir. Ortadaki eyvana denk gelen gözün iki yanındaki sütunun başlıkları stalâktitli iken diğerleri palmet ve iri yapraklı bir süslemeye sahiptir. Beyaz mermer malzemeli revak kemerlerinin üstündeki saçak kısmında bütün avluyu dolaşan bir süsleme kornişi yer alır. Enine gelişen süslemenin ana motifi iri palmetlerdir. Palmetleri aralarındaki lotuslardan çıkan kollar birbirine bağlar. Bu enli bordürün üzerinde zikzak motiflerinden oluşan dar bir bordür daha yer alır. Bu süsleme bordürleri revakların dışında batı ve doğu cephenin avluya bakan yüzlerinde de devam eder. Kuzey revağın batı kesimindeki kimi süslemeli taşların aslî yerinde olmadığı gelişi-güzel yerleştirildiği; dolayısıyla burada geç dönemde bir müdahale yaşandığını tespit edilmektedir. Kuzey revağın doğu bölümünde ve güney revağın tamamında portaldekine benzer içbükey dairesel boşluklar bulunmaktadır. Bunların, revak kemerlerin iki köşesine bir düzen fikri gözeterek ve süsleme kaygısıyla yapıldığı anlaşılmaktadır914. 913 914 Tuncer, a.g.m., s.125. Buradaki süslemeler, Anadolu’da Divriği Emir Kemareddin Türbesi (1196) ve Bayburt Kalesi (XIII. yy)nde görülen ve “baçini” adı verilen içbükey taş boşluklara çini veya seramik yerleştirilerek oluşturulan süslemeleri akla getirmektedir. Buradaki ve portaldeki küresel boşluklarda yaptığımız incelemelerde çini veya seramik kalıntısına rastlamadık. Ancak bunların binanın geçirdiği müdahaleler sırasında veya zamanla düşmüş olabileceğini düşünülebiliriz. Çağının en önemli çini veya süsleme unsurlarının kullanıldığı böylesi bir binada bu süsleme tarzının da kullanılmış olabileceği rahatlıkla söylenebilir. 398 Dikdörtgen avlunun zeminde yapılan temizlik çalışmaları915, asli halinde sal taşlarlıyla kaplı olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalarda avlu ile revak arasında 8 cm, revak ile eyvanların eşiği arasında da 6 cm.lik bir kot farkı olduğu tespit edilmiştir916. Bugün avlunun ortasında altıgen ve muhdes olduğu anlaşılan bir havuz yer almaktadır. Ancak yıkık ana eyvanın taşları arasında bulunan ve Y.Önge917 tarafından bir restitüsyon önerisi ile bilim dünyasına tanıtılan orijinal havuzun, 5.60 m. çapında olduğu –bu haliyle Anadolulu Selçuklu döneminin en büyük havuzu olma özelliğini taşımaktadır- ve 22 parçadan oluştuğu anlaşılmıştır. Poligonal ve 22 köşeli havuz918, dıştan 5.60 m., içten 5.04 m. çapında ve dış kenarları 56.5 cm., iç kenarı ise 42 cm. yüksekliğindedir. Havuzun 80 cm. genişliğindeki her bir yüzü iki parçadan oluşmakta ve köşelerden itibaren de yarım aks daha uzamaktadır. Taşların üst kenarlarındaki izler, bu parçaların demir kenetlerle birbirine bağlandığını göstermektedir. İç yüzdeki ters stalâktit dilimleri dışta, daha sade bir şekilde üçgen prizma ve silindirik dilimler halinde tekrarlanmaktadır. Dış yüzlerin alt hizalarındaki izler havuzun etrafında bir seki döşemesinin olduğunu göstermiştir919. Tartışmalı konulardan biri binanın ikinci katı olup olmasıyla ilgilidir. İkinci kat iddiasına temel teşkil edilen en önemli argüman, kuşatma duvarlarının yaklaşık 10.00 m. ye varan yüksekliğidir. Bu konudaki iddiaların en eskisi Gabriel’e aittir. Gabriel, aslî halinde iki katlı olduğunu söylediği binanın, muhtemelen Timur döneminde yıkıldığı ve daha sonraki bir dönemde bugünkü görüntüsüne kavuştuğunu belirtir. 915 Bilget., (a.g.m., s.610., Resim:7) bu çalışmaları sırasında avluyu çepeçevre saran muhdes kanalları da sökerek kaldırmıştır. 916 Bilget, aynı yer. 917 Y.Önge, “Anadolu’da Bilinen…”, s.16. 918 Kahya vd, (a.g.m., s.449.) yaptıkları restitüsyon önerisinde havuzun içten onikigen dıştan yirmidörtgen biçime daha uygun olduğunu belirtmektedirler. 919 Bilget, Gök Medrese…, s.11. 399 Gabriel920 kesitinde, ikinci katın saçak kotunu göstermiş ve ana eyvanı da aynı saçak hizasına kadar yükseltmiştir. İkinci kat konusunda bir diğer görüş O.C.Tuncer’e aittir. Binada uzun yıllar çalışmalarda bulunan Tuncer921, tuvalet mekânının doğusundaki merdiven kalıntısını ve giriş eyvanının üzerindeki çinili odaları yaptığı kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkarmıştır. Yazar, tıpkı Gabriel gibi binanın aslî halinde iki katlı olduğunu; bu durumu merdiven kütlesinin ve giriş eyvanının üzerindeki odaların kanıtladığını belirtmiştir. Yazar922, yan eyvanların üst kattaki galeriyi kesen bir yükseklikte olması dolayısıyla oluşan problemi, üst kat galerisinin yan eyvanlara rastlayan bölümlerinde merdiven bulunduğunu belirterek çözümlemeye çalışmıştır. M. Sözen923 ise sadece ana eyvan ve iki yanındaki mekânların iki katlı olabileceğini belirtir. A.Kuran924, binanın aslî halinde tek katlı olduğunu belirtirken ikinci kat hususundaki kuşkularını dile getirmiş, binanın kuşatma duvarlarının ve üst pencerelerinin tonoz yüksekliklerini de aşan bir kotta olmasını, medresenin XIII. ın ilk yarısına ait bir han veya medresenin kalıntısı üzerine inşa edilmiş olabileceği ile açıklamaya çalışmıştır. C.M.Hersek925, binayla ilgili uzun tahlilinde binanın genel olarak tek katlı olduğunu belirtirken, yalnızca Buruciye Medresesindeki gibi ana eyvana komşu hacimlerin iki 920 Gabriel, a.g.e., s.157-158., Fig. 99. 921 Tuncer, a.g.m. 922 Tuncer ile yaptığımız sözlü mülakatta, kuzey kanattaki merdivenin güney kanatta da bir paraleli olması gerektiğini belirtmiştir. Ancak kazılar neticesinde böylesi bir kalıntıya rastlanmadığını hem yayınları hem de kendisinden sözlü olarak öğrendik. Yazar ayrıca –yine yayınladığı resimlerde gözükmemesine rağmen- mescidin üst kotta olan ve avluya bakan bugün kapalı pencerenin üzerinden giriş eyvanın üzerinde yer aldığını düşündüğü odaya geçişi sağlayacak bir merdivenden bahsetmektedir. Tuncer üst katta, yan kanatlarla giriş bölümü arasındaki bağlantının bu şekilde sağlanmış olabileceğini düşünmektedir. 923 Sözen, a.g.e., s.47. 924 Kuran, a.g.e., s.95-96. 925 Hersek, a.g.t., s.209. Yazar üst kottaki pencerelerin muhdes olabileceğini belirtmektedir. 400 katlı olabileceğini ifade eder. Bilget926 ise, bu konudaki yorumları sıralamakla yetinir. Binayla ilgili en son ve ayrıntılı araştırmayı yapan Y. Kahya ve arkadaşları927 bina üzerinde yaptıkları çalışmalar neticesinde binanın iki katlı olduğu yolundaki yorumlara kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini belirtmişlerdir. Özdural928 da binanın tek katlı olduğunu ifade eder. Foto 242:Giriş eyvanı (Onarım Öncesi)(VGM’den)Foto 243: Giriş eyvanı (Onarım Sonrası) Bu konuda tespitleri yorumlamadan önce Tuncer’in kazılar neticesinde giriş eyvanı üzerinde, elde ettiği bulguları değerlendirmek istiyoruz. Tuncer, giriş eyvanının üzerindeki alanda yaptığı çalışmalarda mescit ve Dârü’l-Kurrâ kubbe kasnaklarının birbirine bakan yüzlerinde çini mozaik duvar kaplaması tespit etmiştir929. Ayrıca çalışmalarda, tam eyvanın üzerine denk gelen bölümde, güneyde iç içe iki oda ve kuzeyinde bir kapalı alan oluşturacak şekilde duvar kalıntıları ile ocak ve tandır olduğunu belirttiği izler ele geçirilmiştir930. Tuncer931, giriş eyvanının üzerindeki bu bölümün ahşap dikmeli, eliböğründelerle taşınan saçaklı bir örtüye sahip olduğunu 926 Bilget, a.g.e, s.34-35, 12. dipnot. 927 Y.Kahya vd. (a.g.m., s.447.), tonozların torak örtüsünün orijinalliği, kuzey ve güney cephedeki mimari düzenin tek katlı olması ve dış duvarların yükseltilmesinin benzer örneklerinin bulunmasından yola çıkarak binanın iki katlı olamayacağını belirtmişlerdir. 928 Özdural, a.g.t. 929 Tuncer, a.g.m., s.127. 930 Tuncer, aynı yer. 931 Tuncer, a.g.m., s.131, 15. dipnot. 401 belirtir. Bu bulgular, iki kubbe arasında özel bir mekân tahsis edildiği ve ikamet edildiğini göstermektedir. Nitekim bulgular arasında alçı raf parçalarına da rastlanmıştır932. Tuncer’in kazıları sırasında ele geçen minareye ait parçaların varlığı bu bölümün orijinalliği hususunda kuşku uyandırmaktadır. Zira XVIII. Yüzyılın başlarında yenilen minarenin kubbelere zarar verecek şekilde yıkıldığı bu nedenle mescitte Cuma namazının kılınamadığını biliyoruz933. Dolayısıyla minarenin bu tahribatı sırasında, giriş eyvanı üzerinde yer alan bu odaların ve eliböğründelerle taşınan avluya bakan yarı açık bölümün zarar görmemiş olması imkânsızdır. Ayrıca kubbelerin yenilendiğine dair sıva ve boya izleri de kasnaktaki çinilerin orijinalliği hususunda şüpheler uyandırmaktadır. Bizce buradaki düzenleme, XVIII. Yüzyıldan sonraki bir dönemde oluşturulmuştur. Çinilerin varlığı Selçuklu dönemini düşündürtüyorsa da, çini yönünden zengin binanın dökülmüş çini parçalarının, burada sonradan kullanılmış olması pekâlâ mümkündür. Buradaki geç dönem müdahalesini ortaya koyan bir başka veri ise Kahya934nın çalışmaları sırasında burada ele geçirdiği ve Osmanlı dönemine ait olduğunu belirttiği yeşil renkli kiremit parçalarıdır. Bu durum, kubbelerin Osmanlı döneminde tamamıyla yenilendiği, bu anlamda kubbelerin arasındaki bölümlerin de bu müdahale sırasında ihdas edildiğini ortaya koymaktadır. İkinci kat iddialarının açıklığa kavuşturması gereken birinci problem, merdiven konusudur. Binada tespit edilebilen tek merdiven kalıntısı, tuvalet mekânının doğusundaki aralıkta yer alan, Özdural935’ın 1966–67 yılları arasındaki tespiti ve 932 Bu buluntuların varlığını Tuncer (a.g.m., s.127, 10. dipnot) in makalesinden haberdar olabiliyoruz. Ancak niteliği hangi döneme ait olduğu konusunda herhangi bir bilgi makalede verilmemiştir. 933 Bakınız 747. dipnot. 934 Kahya vd., a.g.m., s.448. 935 Özdural, a.g.t., s.69. 402 Tuncer936in 1978 yılı çalışmalarındaki izlenimleriyle doğruladığı tavan örtüsüne yakın kotta bulunanıdır. Binada merdiven kalıntısı olabilecek başka bir kalıntıya rastlanmamıştır. Bulunan merdiven ikinci katın varlığı için yeterli bir delil teşkil etmez. Zira binadaki yan eyvan tonozları hücre tonozlarına göre 1.45 m. yüksektedir. Diğer bir deyişle yan eyvan tonozları, muhtemel bir üst kat galerisini kesintiye uğratmaktadır. Bu anlamda, binanın üst katı var ise birden fazla merdivene ihtiyaç vardır. Tuncer937, yan eyvanlara rastlayan bölümlerde de merdivenler olabileceğinden bahseder. Bizce bu, zorlama bir önermedir, zira maddi bir delil yoktur. İkinci kat ile ilgili iddiaların bir başka dayanak noktası da Evliya Çelebi’nin ifadeleridir. Evliya938, “…fevkanî ve tahtanî seksen odadan…” eder. Burada belirtilen oda sayısı inandırıcı olmamakla –zira Anadolu’da bu büyüklükte bir medrese bulunmamaktadır- birlikte üst ve alt kat ifadelerini doğru olarak kabul edebiliriz. Nitekim binanın muhdes ahşap üst katını gösteren bir fotoğrafta939 yayınlanmıştır. Ancak bu bölümlerin Osmanlı dönemi eki olduğu ve alt kat ile uyumsuzluğu, görüntülerde hemen fark edilmektedir. Ayrıca binanın avluya bakan tüm cephelerini saçak hizasında dolaşan süslü silmenin (Çizim:36) orijinalliği, bunun üzerinde yer alabilecek bir üst katın varlığına imkân tanımamaktadır. Ayrıca, Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde taş alt katın üzerine ahşap bir üst katın bulunduğu bir örneğin günümüze ulaşmadığı düşünülürse, Evliya’nın bahsettiği üst katın bir Osmanlı dönemi eki olduğu rahatlıkla söylenebilir. 936 Tuncer, ag.m., s.125. 937 O.C.Tuncer, yaptığımız sözlü mülakatta, bu sorunun ancak tonoz sırtlarına dayanmış merdivenlerle çözülmüş olabileceğini belirtmiştir. 938 Evliya Çelebi, a.g.e., s.123. 939 Bilget, a.g.e., s.35, Resim: 6. 403 İkinci kat iddiaları ile ilgili önemli bir tartışma da kuşatma duvarlarının yüksekliği ve tonoz yüksekliklerinin üzerinde yer alan pencerelerdir. Kuran940, bu durumu binanın eski bir yapı bakiyesi üzerine kurulmuş olması ihtimaliyle açıklar. Bu iddia kuzey ve güney kanattaki yüksek pencere ve kuşatma duvarlarını açıklamak için üretilmiş bir hipotezdir. Bu iddia doğru ise kuzey ve güney kanatlarla doğu ve batı kenarların birleşme noktalarında bariz bir uyumsuzluk olması gerekir. Ancak binanın köşelerinde bu türlü bir uyumsuzluk görülmez. Hersek941, üst kottaki pencerelerin muhdes olduğunu belirtir. Ancak farklı kotlarda yer almasına rağmen söz konusu pencerelerin gerek form gerekse malzeme açısından son derece özenli ve orijinal olduğu rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Bizce, pencere ve kuşatma duvarları, tıpkı Sivas Çifte Minareli ve Buruciye Medresesinde olduğu gibi yapıyı görkemli göstermek kaygısıyla yüksek tutulmuş olmalıdır. Yapının iki katlı olmadığı yolundaki en önemli göstergelerden biri de giriş cephesindeki kubbelerin ve –eğer Tuncer’in iddiası doğru ise- ana eyvanın kuzeyindeki mekânın kubbesinin üst katı keseceğidir. Binanın başlangıçta iki katlı olduğu daha sonradan –muhtemelen Timur istilası sırasında- yıkılarak, tek katlı olarak yeniden onarıldığı yolundaki iddia ise yine üst kata çıkış merdivenlerinin –en azından izini görebilmemiz beklenirdibulunmaması dolayısıyla geçersiz kalmaktadır. Üst katın deprem neticesinde yıkıldığı yolunda bazı görüşler de mevcuttur. Ancak, depremin sadece üst kata zarar verirken minarelerde dâhil olmak üzere alt katı hiçbir şekilde tahrip etmemiş olmasını açıklamak da pek mümkün değildir. 940 Kuran, a.g.e., s.96. 941 Hersek, a.g.t., s.205. 404 Bize göre bina tek katlı inşa edilmiştir. Tonoz seviyelerini aşan yükseklikteki üst pencereler ve kuşatma duvarları ise, binayı daha görkemli göstermek amacıyla inşa edilmiştir. Binanın çeşitli bölümlerinde, orantılı ön cephe tasarımına hiç de uymayacak kimi inşaat hataları dikkati eder. Güney cephedeki çarpıklık, ayrıca güney ve kuzey cephelerdeki takviye kemerlerine denk geldiği için kaydırılmış mazgal pencereler bunlardan bazılarıdır. Kanımızca bu durum binanın hızlı bir inşa süreci yaşaması ile ilişkilidir. Nitekim bu hızlı inşaattan doğan eksikleri, payandalarının süslemesinde açıkça görülmektedir: Ön cephedeki payandalar tamamen süslenmişken, kuzey cephenin batı köşesindeki ilk payanda kaideye kadar işlenmiş, binadaki diğer payandalar ise hiç süslenmeden bırakılmıştır. Burada, payandaların tamamının süslenmesi planlanmışken ancak bazılarının dekorasyonunun gerçekleştirilebildiği anlaşılmaktadır. Aynı durum ön cephedeki bordür süslemelerinde de görülmektedir. Binanın vakfiyesinde mekânların işlevlerine yönelik önemli bilgiler mevcuttur. Bunlardan mescit ve abdesthanenin942 yerlerini tespit edebiliyoruz. Vakfiyede iki çeşmeden bahsedilmektedir ki, bunlardan birincisi kuşkusuz giriş cephesinde yer almaktadır. İkincisinin ise avlu ortasında bulunan ve günümüze parçaları ulaşabilmiş havuz olma ihtimali mevcut olmakla birlikte, vakfiyede musluk olarak bildirilen943 ve abdesthanenin kuzey cephesindeki, bugün kapatılmış durumda olan niş olarak tespit ettiğimiz944 çeşme olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Vakfiyede 942 Binanın kuzeybatı köşesindeki abdesthanenin Anadolu’daki en yakın örneği Sinop Süleyman Pervane Medresesidir. Erken dönem için ise Diyarbakır Zinciriye Medresesini örnek verebiliriz. Tuvalet’in her üç binada da giriş bölümündeki büyük mekânlardan birini işgal ettiği görülmektedir. 943 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56. 944 Bu konudaki geniş tartışma için bakınız 768. dipnot. 405 belirtilen mutfak945’ın yerini tespit etmek mümkün değildir. Vakfiyede geçen kütüphane’nin yeri konusunda da çeşitli düşünceler mevcuttur. Özdural946, güneybatı köşe odanın uygun olacağını düşünürken, Hersek947, ana eyvanın iki yanındaki mekânlardan herhangi birinin kütüphane olabileceğini belirtmektedir. Bizce kütüphanenin talebe hücrelerinin yakınında olması gerekliliği vardır. Bu anlamda kütüphane için en uygun yer Özdural’ın işaret ettiği güneybatı köşe olabilir. Tuncer’in kazıları sırasında bulduğu ve sanduka kaidesi olarak bahsettiği veri, ana eyvanın kuzeyindeki mekânın türbe olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Ancak bu konuda, gerek Tuncer’in makalesi, gerekse Vakıflardaki arşiv, söz konusu buluntuyu yeterince değerlendirmemizi sağlayacak resim ve bilgiden maalesef yoksundur. Bu anlamda Tuncer’in iddiasına ihtiyatla yaklaşırken, gerek çini gerek taş dekorasyonu ile Sahip Ata’nın en görkemli binası olan binanın içinde banisi tarafından bilhassa istenmiş bir türbe mekânının olabileceğini göz ardı etmemekteyiz. Tuncer, mekânın içinde bol sayıda çini tespit etmiştir. Bu veri, mekânın çok özel bir yer olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bu anlamda yeterli veri olmamasına karşın bu mekânın –büyük ihtimalle Sahip Ata’nın Konya’daki türbe’ye gömülmesinden sonra başka bir fonksiyona kavuşmuş ve bu yüzden önemli bir şekil 945 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56. Vakfiyedeki Darü’l-Ziyafet anlatımların da burada özel günlerde yemek hazırlandığına dair bilgiler mevcuttur. Medresenin çevresindeki bu binada yemek pişirmekle ilgili işlemlerin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Çalışmamızın konularından olan Sahip Atanın Akşehir’deki medresenin karşısında bir zamanlar yer alan ve XIX. Yüzyıla ait bir evkaf belgesinde de bahsi geçen bir imaretin varlığını biliyoruz. Evkaf belgesinde (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.61) binanın, matbah (mutfak) diye anılması imaret olduğunu düşündürmektedir. Mutfağın, Akşehir’deki Medrese’den müstakil inşa edildiğini, bu anlamda Sivas Sahip Ata Medresesindeki Darü’l-Ziyafetle paralellik arz ettiği görülmektedir. Bu anlamda, Akşehir’deki binanın mutfak olarak anılması Sivas’taki Darü’l-Ziyafet’in de bu türlü bir fonksiyon gördüğüne işaret etmektedir. 946 Özdural, (a.g.t., s.75.) kapısındaki çini çerçeve dolayısıyla burasının diğer talebe hücrelerinden farklı bir işleve, muhtemelen kütüphane fonksiyonu görmüş olabileceğini belirtmektedir. 947 Hersek, a.g.t., s.200. 406 değişikliği geçirmiş- bir türbe mekânı olma ihtimalinden söz edebiliriz. Binadaki ders okutulmak üzere diğer Anadolu Selçuklu medreselerinde olduğu gibi eyvanların kullanıldığını düşünmek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Bunun dışında kapısındaki kitabeden Dâr’ül-Kurrâ olduğu anlaşılan giriş eyvanının kuzeyindeki mekânın da, bilhassa kışın derslerin gerçekleştirildiği yer olduğu söylenebilir. Kışlık dershane olarak uygun bölümlerden biri de herhalde ana eyvanın güneyindeki mekândır948. Binanın kuzey ve güney kanadındaki mekânlarında talebe hücresi olarak işlev gördüğünü; vakfiyede bahsi geçen müderris, muîd ve fukahanın da buralarda kaldığını düşünmek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Ancak hoca ve talebe mekânlarını bina içinde ayrıntılı olarak949 belirleyebilmek pek mümkün görünmemektedir. Binanın sürekli bakımı için bir mimar tahsis edilmesi de çok dikkat çekicidir. Vakfiyede sık sık geçen Dârü’l-Ziyafet, bizce medresenin dışında müstakil bir binaydı. Doğu cephenin iki köşesinde yapılan sondaj çalışmaları950 binanın doğuya doğru devam ettiğini göstermiştir. Gerek bu duvarlar gerekse binanın doğu cephesinde payanda bulunmayışı, medreseye doğu yönünden bitişmiş bir bina ihtimalini akla getirmektedir. Bu anlamda, vakfiyedeki açık ifadelerden951 948 Kuran (a.g.e.,s.134-135), Anadolu Selçuklu Medreselerinde kışlık dershane mekânları çoğunlukla ana eyvanın iki yanındaki birimleri ihtiva ettiğini belirtmektedir. 949 Bu konuda bazı araştırmacılar, oda sayısı ile vakfiyede sürekli kalması belirtilen kişi sayısına dayalı oransal bir tahmin yapmaya çalışmıştır. Ancak vakfiyede kesin kişi sayısı belirtilmediği ve kiminin daimi kiminin geçici kalacağı belirtildiği için bu tahlillerin çok sağlıklı olamayacağı kanaatindeyiz. Bu konudaki bir görüş için bkz. Özdural, a.g.t., s.75-76. 950 Tuncer, a.g.m., s.126, Hersek, a.g.t., s.202. 951 Bayram-Karabacak, (a.g.m., s.53, 56.) Vakfiyede “mezkur medrese yakınındaki” Darü’l-Ziyafet’te, otuz kişiye yemek verileceği ifade edilmektedir. İbni Batuta (Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî (Çev., İnceleme ve Notlar: a.Sait Aykut), İbn Battûta Seyahatnâmesi, C.I, İstanbul 2000, s.416), Sivas’da bir Dar-ül Siyade (Seyyidler Konağı)ndan bahsetmektedir. Seyyah, “…medrese tarzında inşa edilmiş bu büyük binada peygamber soyundan gelen misafirlerin ağırlandığı”ndan ve “Nakîbüleşrâf’ın bu konakta oturduğu”ndan bahsederek, “misafir kalan şerife, kaldığı sürece 407 medresenin yakınında olduğu anlaşılan Dârü’l-Ziyafet’in, medreseye doğudan bitişmiş bir bina olabileceği söylenebilir. Bina, gerek XIII. yüzyıl Selçuklu Sanatı, gerekse XIV. yüzyıldaki kimi örnekleri etkilemesi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Gök Medrese bazı yazarlar tarafından, cephe tasarımında doruk noktası olarak kabul edilir952. Portal ve iki yanındaki bölümün ilişkisi başka hiçbir Selçuklu yapısında olmadığı kadar eşit ve dengelidir. Keskin simetri portalin iki yanındaki bölümler arasında da hemen dikkati çeker. Bu iki bölüm arasındaki pencereler, iki köşedeki payandalar ve cepheyi dolaşan bordürler bu simetriye uygun düzenlenmişlerdir. Portal tek başına incelendiğinde de aynı simetri göze çarpar. Burada hem minarenin eklenmesiyle oluşacak taçkapı kurgusu, hem de tek başına portalin geometrik ölçülerinde tam bir uyum sağlanabilmiştir953. Portalde görülen süslemeler hem çağdaşı hem de sonraki döneme ait binaları derin bir şekilde etkilemiştir. Bunlardan en yakın örnek Erzurum Çifte Minareli Medrese’dir ki M.Rogers954, bu binanın portalinde daha önce Sivas Sahip Ata Medresesi’nde denenen birçok süsleme elemanının bulunduğunu belirtir. Çerçeve örneklerinin büyük bir kısmı ve köşe sütunceleriyle Sahip Ata Medresesine benzer başka bir bina da Beyşehir Eşrefoğlu Camiidir. Gök Medrese’nin portal süslemesinin etkilerinin görüldüğü geç dönem yapılarından birisi ise Karaman yiyeceği, içeceği mumu ve kullanacağı eşyasının verildiği”ni, ayrıca “giderken de yol harçlığının verildiği”ni ifade etmektedir. Batûta’nın bahsettiği binanın vakfiyede geçen Darü’l- Ziyafet olup olmadığını bugün için bilmiyoruz. Ancak Batuta’nın Medreseden hiç bahsetmemesi, onun uzun uzun anlattığı binanın Darü’l-Ziyafet olamayacağını düşündürmektedir. Zira vakfiyede Darü’l-Ziyafet’in medrese yakınında olduğu açıkça belirtilmiştir. 952 Tuncer, “Birkaç Selçuklu Taçkapısında…”, s.65. 953 Tuncer, a.g.m., s.63-64. 954 Rogers, a.g.m.,s.73. 408 Hatuniye Medresesidir955. Sahip Ata Medresesi’nde bitkisel ve geometrik süslemenin ortak kullanıldığı kompozisyonlardaki en önemli yenilik 1–7 cm.956 arasında değişen derinliklerdeki motiflerdir. Bu kabarık motifler, mermer malzemenin de etkisiyle derin bir ışık-gölge tesirine yol açmaktadır. Ön cephede çeşme kullanımının Konya Sahip Ata Cami gibi erken örnekleri olmasına rağmen Sivas Sahip Ata Medresesi’nde ilk defa ön yüz programının simetrik kaygılarının içinde tasarlanarak yapı bünyesine dâhil edilen bir eleman olarak görüyoruz957. Portalin iki yanına minare ekleme geleneği ilk defa Konya Sahip Ata Camiinde958 görülür. Sivas Sahip Ata Medresesi’nin dışında Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde ve Niğde Sungur Camiinde görülen minarelerin portal dışında öne cephe tasarımını da doğrudan etkilediği görülmektedir. Sivas Çifte Minareli Medrese’de görülen portal ile minare yüksekliği arasındaki uyumsuzluk Sivas Sahip Ata Medresesi’nde görülmez. Ayrıca Sivas Sahip Ata Medresesi’nde mermer malzemeden tuğla malzemeye geçiş son derece başarıyla uygulanmıştır. Minare gövdelerindeki tuğla ve çini süsleme açısından Sivas Çifte Minareli Medrese ile Sivas Sahip Ata Medresesi’nde arasında büyük benzerlikler görülür. Minare kaidelerindeki çini madalyonlar ve pabuç kısmındaki kare formlu çini panolar, dilimli gövde uygulaması açısından her iki bina arasında büyük paralellikler vardır. Payandaların medrese 955 956 Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.118–119. Rogers, (a.g.m., s.79-80.) bu kabarık motiflerin Gök Medrese ve Erzurum Çifte Minareli Medreseden başka Amasya Bimarhane, Amasya Turumtay Türbesi, Niğde Hüdavent Hatun ve Divriği Külliyesinde görüldüğünü belirtmektedir. Bu binalardan Divriği dışındakiler XIII. yy. sonu veya XIV.yy. başına ait binalardır. Rogers, bu düzenli sayılabilecek kronolojinin dışına çıkan Divriği’nin ise kişisel bir stili ihtiva ettiğini ifade etmektedir. 957 Sivas Sahip Ata Medresesi’nden sonra bu kullanım yaygınlaşmıştır. Bunlardan Beyşehir Eşrefoğlu Cami, Afyon Çay Taş Medresesi, Erzurum Hatuniye Medresesi gibi birkaç örnek olarak sayılabilir. 958 Konya Sahip Ata Camiindeki minarelerin sayısı hakkındaki tartışma için bkz. Tuncer, “Orantı ve Modül…”, s.456. 409 binalarının köşelerinde kullanılması yüzyılın ikinci yarısında karşımıza çıkmaktadır. Kayseri Bünyan Ulu Cami’nde süslenmeden bırakılmış payandaların yerini daha sonra Kayseri Sahibiye Medresesi’ndeki cepheyi süsleyen bordürlerin doğal bir uzantısı olarak devam eden süslü payandalar almaya başlamıştır. Bu gelişim içinde Sahip Ata Medresesi ve Sivas Çifte Minareli Medrese payandanın tamamının süslendiği iki örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahip Ata Medresesinde alttaki palmet motifiyle süslü zeminin üzerinde, üstte, palmet-rûmî kombinasyonundan oluşan ikinci bir süsleme daha bulunmaktadır. Böylece çift katlı denilebilecek kabarık bir süsleme elde edilmiştir. Sivas Çifte Minareli Medresenin payandaları ise gövdedeki geometrik süslemenin dışında Sivas Sahip Ata Medresesi’nden, silindirik gövdenin alt kesimde yivli dilimlere dönüşmesi ile farklılık arz eder. Ancak payandalarının tamamının süslenmesi ile bu iki örnek öne çıkmaktadır. Bu arada dilimli gövdeleriyle Sivas Buruciye Medresesi de ilginç bir örneği oluşturmaktadır. Ancak payandaların süslendiği örnekler içinde, ön cephesi dışında diğer cephelerinde payanda bulunan sadece Sahip Ata Medresesi’dir. Ön cephenin dışındaki payandaların da süslenmesinin tasarlandığını, hatta kuzey cephedeki bir örneğin kaide kısmının süslü olduğu ancak hızlı inşaatın bir sonucu olarak süslemenin tamamlanmadığını daha önce belirtmiştik. Bu yönüyle de Sahip Ata Medresesi diğer örneklerden farklılık arz eder. Sivas’ta aynı yıl (1271) da tamamlanan üç bina gerek kentin sosyo-kültürel tarihi, gerekse Ortaçağ mimarlık tarihi için ilginç örneklerdir. Bilindiği gibi bu binalardan Çifte Minareli Medrese ünlü Moğol Veziri Cüveynî’nin, vergilerin tanzimi için Anadolu’da kaldığı günlerde yaptırdığı bir eserdir. Buruciye Medresesi bir Moğol beyi olan Muzaffer Burucerdi’nin bir eseridir. Söz konusu iki bina İzzeddin Keykavus Şifahanesinin de bulunduğu Ortaçağ Sivas’ının merkezini 410 oluşturan bir alanda yer almaktadır. Çifte Minareli Medrese, Şifahanenin hemen karşısında yer alırken onu gölgede bırakan ölçüleriyle dikkati çeker. E.S.Wolper959, Çifte Minareli Medresenin özellikle bu dar alanda inşa edildiğini, Şifahaneyi ölçüleriyle geride bırakan binanın aynı zamanda Selçuklu’dan İlhanlılara geçen kontrol düşüncesini de yansıttığını belirtir. Wolper, Çifte Minareli’nin kitabesinde Selçuklu Sultanının isminin geçmemesinin de bu durumla ilişkili olduğunu ifade eder. Selçuklu veziri Sahip Ata’nın yaptırdığı Medrese ise bu iki binadan farklı olarak, şehrin güney kapısının karşısında yer alır(Harita:5). Bu duruma göre şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır960. M.Cezar961, Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatının Ulu Cami ve çevresinden güneye Sivas Sahip Ata Medresesi ve çevresine yayıldığını belirtir. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde Medrese-i Sahip mahallesi ismiyle anılıyor olması, binanın bu alanda yeni bir yerleşimi alanının gelişimine sebebiyet verdiğini göstermektedir. Wolper962 Sahip Ata Medresesinin yerinin farklı oluşunu, Sahip Ata’nın şehirde yeni bir merkez oluşturma gayreti olarak yorumlar. Vakfiye963de “ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim müesseselerinin harap olmaya yüz tutması” ısrarla vurgulanmıştır. Ayrıca medresede istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini hususunda ayrıntılı bilgiler964 mevcuttur. Vakfiyede, “Şafii müderris tayini” veya “alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” yolundaki 959 E.S.Wolper, a.g.m., s.43. 960 Wolper, a.g.m., s.45. 961 M.Cezar, The Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and the Ottoman Construction System, İstanbul 1983, s.49-51. 962 Wolper, a.g.m., s.43. 963 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 964 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53, 55, 56. Sivas Sahip Ata Medresesi’nin vakfiyesinde ilim adamlarına gösterilen bu iltifata karşın, Sahip Atanın Konya İmaret vakfiyesinde bu türlü ifadelere rastlamamaktayız. 411 bilgiler965, baninin, Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına966 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadeleri olarak yorumlamak gerekir. Bu anlamda Sahip Ata’nın, medresenin hemen yakınında Dâr-ı Ziyafet (Konuklar Yurdu) yaptırması da şehirdeki ilim adamlarına verdiği önemi gösterir. Wolper967, Sahip Ata’nın Selçuklu merkezi otoritesinin zayıflamasıyla çok etkili olmaya başlayan ulema sınıfının desteğini sağlamak için Anadolu’da çok çeşitli tesisleri olduğunu ifade eder. Bu fikre ihtiyatla yaklaşmamıza rağmen Sivas’taki hayır yapımı şeklinde ortaya çıkan güç savaşında, Sahip Ata’nın Moğol Beylerine karşın ulema sınıfının desteğini almak istemesi de çok mantıklıdır. 3.8.2- Çeşme Medresenin ön (batı) cephesinde, kuzey yarısının ortaya yakın bir bölümünde yer alan çeşme (Çizim:35, Foto:244), buradaki pencere ile aynı aksta ve bölümün iki kenarını ortalayacak bir şekilde alt kesime yerleştirilmiştir. Üç lüleli bir ayna taşına sahip çeşmenin, iki farklı taş (mermer ve kalker) ile oluşturulmuş üç dilimli kemerinin köşelerinde, profilli geometrik geçmelerden oluşan bir bölüm vardır. Sahip Ata Camisinin kapı kemeri köşeliklerine benzeyen motif, profilli beyaz mermerden kaval silmelerle teşkil edilmiş olup, geometrik şemanın boşlukları, mavi 965 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. Bizce vakfiyedeki “alevi” tabiri Osmanlı döneminde orijinal nüsha kopya edilirken eklenmiş olmalıdır. Zira Anadolu’da Aleviliğin bugünkü yapısı ve anlamıyla XV. yy. sonu XVI. yy başlarından itibaren kullanıldığını biliyoruz. Bu konudaki geniş bilgi için bkz. A.Y.Ocak, “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve Nusayriler”, Tarikat ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler, İstanbul, 1999, s.386. 966 M.Demir, (Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir 1996, s.217–227.) Sivas’ta erken dönemlerden itibaren farklı Müslümanlık inanışlarının görüldüğünü belirtmektedir. 967 Wolper, a.g.m., s.44. 412 renkli mermerle doldurulmuştur. Bu bölümün üstünde kalkerden iki satırlık kitabesi968 yer alır. Üzerinde tarih bulunmayan beyaz mermerden kitabede III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Çeşmeyi iki yanda ve üstte çift sıra süslemeli bordür kuşatır. Dıştaki bordürde merkezdeki kürecikler etrafında gelişmiş geometrik bir süsleme görülürken, içtekinde yüzeysel işlenmiş palmet-rûmî sisteminden oluşmuş, enine gelişen bir bitkisel süsleme969 bulunur. Söz konusu bordür, medresenin öne cephesini iki yandan, alttan ve üstten sınırlayan süslemenin bir parçası olup, çeşmeyi sınırladıktan sonra, devam ederek, cepheyi alt kenarda çevrelemektedir. İşlerliğini bugün kaybetmiş gerçekleştirilen olan kazılar çeşmede soncunda orijinal yalağın, mevcut kodun 1.62 cm. altında olduğu tespit edilmiştir. Tuncer970in fotoğrafında, alt kotta – büyük ihtimalle çeşmeden Foto 244: Çeşme abdesthâneye giren kanal ile aynı kotta- geç döneme ait bir su borusu dikkati çeker. Binanın, geçen yüzyılın başlarına kadar kullanıldığı düşünülürse, su tesisatının da eski kanallarının ihya edilerek işlerliğinin devam ettirildiği söylenebilir. Bu anlamda, resimdeki boru da, yenilenme sırasında 968 Kitabenin Arapça okunuşu, Transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Hersek, a.g.t., s.193- 194. 969 Ögel, (Anadolu Selçuklularının Taş…, s.61) burada görülen bitkisel motifi çifte kanat olarak adlandırılan süslemeye benzetmektedir. 970 Tuncer, (a.g.m., s.129, Resim 21.) in yaptığı kazılarda çeşme yalağının bugünkü kottan1.62 m. ve özgün kapı eşiğinden de 0.98 m. daha aşağıda olduğu anlaşılmıştır. Gabriel’in 1930’lu yıllara ait fotoğraflarında (a.g.e., Resim LIII/2) akar vaziyette görülen çeşmenin yalak kodunun da orijinal kotu ihtiva etmediği anlaşılmaktadır. 413 orijinal çörtenlerin yerine konulan boru olmalıdır. Bu durum, binada giriş cephesindeki çeşmeden, bitişiğindeki abdesthaneye oradan da avlunun ortasındaki havuza ulaşıp, burada değerlendirildikten sonra avlunun doğu yarısını kat ederek medresenin doğu cephesine ulaşan geniş ölçekli bir su tesisatının varlığını ortaya koyar. 3.8.3- Dârü’l-Ziyâfet (Konuklar Yurdu) Sahip Ata’nın Sivas’taki medresesinin vakfiyesinde, “…bu medresenin haricinde bir de Dâr-ı Ziyafet” yaptırdığı ifade edilmiştir971. Vakfiyede kaydolan gelirlerin “… medrese, mescit, iki minare, iki çeşmenin ve Dâr-ı Ziyafetin yararına sarf edilmesi”972 adı geçen binanın Sahip Ata’nın Sivas Kalesinin güney Kale Kapısının karşısında yer alan külliyesine ait bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyede, Dârü’l-Ziyafet’te seyyidlerden ve fukahadan oluşacak otuz kişiye her gün için mütevelli, müsrif ve müderrisin yaptıracağı, yemekler dağıtılması istenmektedir. Bu binada özel günlerde hangi yemeğin dağıtılacağına dair ayrıntılı bilgilerin yer aldığı vakfiyede, bünyesinde yer alan mutfağın çeşitli ihtiyaçları ayrıntılı olarak belirtilmiştir973. Vakfiyede yeri, “Medresenin haricinde”974 şeklinde tarif edilen Dârı-Ziyafet’in bağımsız bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Ancak binadan günümüze herhangi bir kalıntı ulaşmamıştır. Dolayısıyla binanın planına dar bir bilgi yoktur. Buna karşın, medresenin doğu cephesinin iki köşesinde yapılan sondaj çalışmaları975 binanın doğuya doğru devam ettiğini göstermiştir. Gerek bu duvarlar gerekse binanın 971 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 972 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.55. 973 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56. 974 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 975 Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese İle…, s.126, Hersek, a.g.t., s.202. 414 doğu cephesinde –diğer cephelerin aksine- payanda bulunmayışı, medreseye doğu yönünden bitişmiş bir bina ihtimalini akla getirmektedir. Bu anlamda, vakfiyedeki açık ifadelerden976 medresenin yakınında olduğu anlaşılan Dârü’l-Ziyafet’in, medreseye doğudan bitişmiş bir bina olabileceği söylenebilir. Ancak söz konusu iddianın doğruluğunun tespiti için bu bölümde gerçekleştirilecek kazı ve sondaj çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Sahip Ata’nın medrese, mescit ve çeşmeden oluşan külliyesinde bir de Dârü’l-Ziyafet yer alıyor olması, ibadet ve eğitim gibi işlevlerin yanında, barınma ve yemek gibi ihtiyaçların da aynı külliye içinde karşılandığını göstermesi açısından önemlidir. Vakfiyede, bu ihtiyaçların neler olduğu ve nasıl giderileceğine dair çok ayrıntılı ifadelerin bulunuyor olması, bir Ortaçağ hayır ve eğitim müessesinde bu konuların ne denli önemsendiğini göstermesi açısından kayda değerdir. Ayrıca, Vakfiyede, “Şafii müderris tayini” veya “alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” yolundaki bilgiler977, baninin, Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına978 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadeler olarak yorumlamak mümkündür. Bu anlamda Sahip Ata’nın, 976 Bayram-Karabacak, (a.g.m., s.53, 56.) Vakfiyede “mezkur medrese yakınındaki” Darü’l-Ziyafette, otuz kişiye yemek verileceği ifade edilmektedir. İbni Batuta (a.g.e., C.I., s.416), Sivas’da bir Dar-ül Siyade (Seyyidler Konağı)ndan bahsetmektedir. Seyyah, “…medrese tarzında inşa edilmiş bu büyük binada peygamber soyundan gelen misafirlerin ağırlandığı”ndan ve “Nakîbüleşrâf’ın bu konakta oturduğu”ndan bahsederek, “misafir kalan şerife kaldığı sürece yiyeceği, içeceği mumu ve kullanacağı eşyasının verildiği”ni, ayrıca “giderken de yol harçlığının verildiği”ni ifade etmektedir. Batûta’nın bahsettiği binanın vakfiyede geçen Darü’l-Ziyafet olup olmadığını bugün için bilmiyoruz. Ancak Batuta’nın Sivas Sahip Ata Medresesi’nden hiç bahsetmemesi, onun uzun uzun anlattığı binanın Darü’l-Ziyafet olamayacağını düşündürtür. Zira vakfiyede Darü’l-Ziyafetin medrese yakınında olduğu açıkça belirtilmiştir. 977 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 978 Demir, (a.g.t., s.217–227.) Sivas’ta erken dönemlerden itibaren farklı Müslümanlık inanışlarının görüldüğünü belirtmektedir. 415 medresenin hemen yakınında Dârü’l Ziyafet (Konuklar Yurdu) yaptırması da şehirdeki ilim adamlarına verdiği önemi göstermesi açısından çok önemlidir. Sivas’taki vakfiyesinde, şehir içinde Sahip Ata’nın bir de hanı olduğu tespit edilmektedir979. Hakkında, günümüze maddi veya yazılı herhangi bir delilin ulaşmadığı binanın, bir şehir içi hanı olduğu anlaşılmaktadır. 979 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.35. 416 Çizim 34: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi Planı (Onarım Sonrası) (V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden İşlenerek) 417 Çizim 35: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi, ön cephe elevasyonu (V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden) 418 Çizim 36: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi a-a kesiti (V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden İşlenerek) 419 Çizim 37: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi Planı (Restitüsyon) (C.M.Hersek’ten) 420 3.9- Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005. Sahip Ata’nın en az bilinen980 binaları Konya’daki Buzhane’leridir. “Havzan Buzhanesi” 981 “Tekli Buzhane982” ve “Yahdan983” gibi değişik isimlerle anılan binalar, bugün, aynı isimli caddenin iki ucunda yer almaktadır. Güneyden de aynı isimli caddenin sınırladığı Buzhanelerin doğusunda demiryolu, batısında Kürşatlar Sokak, kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır. Buzhaneler, Ortaçağda Kale’nin 980 Uğur-Koman, a.g.e., s.78-80.; Konyalı, …Konya Tarihi, s.267-268.; N.İlhan, “Le Buzhane’ de Konya”, Fifth International Congress of Turkish Art (21-2 Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432.; Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına…”, s.101-110.; H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Tarafından Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, Sanat Tarihi Dergisi, S.IX, İzmir 1998, s.43-59(45-47).; Bu makale daha önce aynı kişi tarafından bildiri olarak sunulmuştu. H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Tarafından Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, I. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları Sempozyumu (Bildiriler İzmir 1997), Atçeken, a.g.e., s.110, 113. 981 Uğur-Koman (a.g.e., s.77, 80) Meram Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir Irmağı adı verilen suyolunun, Sahip Ata tarafından yaptırıldığını belirtirken, bu su yoluyla, buzhanelerin ve Sahip Ata Hamamının su ihtiyacının temin edildiği ifade etmektedirler. Havzan bu su taksimatının yapıldığı bölümde yer alan ve bağlarıyla tanınan bir yerdir. Konyalı (a.g.e., s. 985), Konya kalesinin batısına Havzan (suların toplandığı yer) adının verildiğini, Meram suyunun şehir ırmağı yoluyla Havzan’daki kubbe’de toplanıp, toprak künklerle şehrin çeşitli semtlerine dağıtıldığını belirtir. Bu kubbenin bir zelzelede çöktüğünü kaydeden Konyalı, Havzan’dan 22 künkle semtlere su taksim edildiğini gördüğünü, Havzan’ı (Su kubbesi) I. Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığını, ancak kitabe olmadığı için yapıldığı tarihin kesin olarak bilinemediğini ifade etmektedir. 982 Bu isim, yakınındaki diğer buzhane ile binayı ayırabilmek için konulmuştur. Biz de diğer buzhaneden ayırabilmek için bu ismi kullanacağız. 983 Konyalı (a.g.e., s.268) Yahdan isminin eski vesikalarda buzluk, çok kere Farsça (Yahdan) şeklinde geçtiğini belirtirken, meselâ Ankara Kuyud-ı Kadime (eskiden yazılmış) arşivinde bulunan hicrî 881 miladî 1476 tarihli Konya defterinde Beyhekim Mescidi’nin evkafı yazılırken (Zemin derpiş-i Yahdan) denildiğini ifade etmektedir. Konyalı ayrıca, buzluk ve buzhanelere (Yahistan) da denildiğini, bu kelimenin halk dilinde Yasıyan, Yahsiyan şeklini aldığını ve Akşehir’in Yasyan Köyünün hemen üstündeki dağda tabii bir buz mağarası bulunduğu için böyle adlandırıldığını söylemektedir. 421 dışında, batıda şehre uzak bir mesafede yer alıyorlardı (Harita:3). Kitabesi984 bulunmayan binaların, tarihi ve banisini kesin olarak tespit edememekteyiz. Buzhanelerle ilgi en eski belge, H.1201/M.1787 tarihli Konya Şeriyye Sicil kaydıdır. Burada Sahip Ata Vakfına ait buzhanelerin zorla işgal etmesi dolayısıyla, vakfın mütevellilerin Ömer oğlu Ali’ye açtığı dava konu edilmektedir985. Diğer belge 21 Şaban 1264/M.23 Temmuz 1848 tarihlidir. Burada, Sahip Ata Külliyesine ait “…Hânkah Camii, Vakfın Türbesi, Çifte Hamam ve Türbek Buzhanesinin onarımı için vakfın mütevellileri, diğer bilirkişiler ve mimar Mehmed Usta’nın harap olan kısımlarının keşifte…” bulunulduğundan bahsedilmektedir986. Bu belge, binanın Osmanlı devrindeki tek onarım kaydıdır. Ancak, bu müdahalenin niteliği konusunda belgede bir bilgi yoktur. Bu bilgiler, buzhanelerin Larende kapısının karşısında bulunan Sahip Atanın külliyesinin vakfına ait olduğunu ve tıpkı Sahip Ata Hamamı gibi vakfa gelir temin ettiği anlaşılmaktadır. Biz bu anlamda buzhaneleri, vakfın günümüze ulaşamayan vakfiyesinin tarihi (1278)987 ile binaların banisi Sahip Ata’nın Konya’daki ilk eseri olan Camisinin tarihi (1258) arasındaki bir zaman dilimine ait olduğunu düşünmekteyiz. 984 İlhan (a.g.m., s.424), 1 x 5 m. ölçülerinde beş parçaya bölünmüş bulunduğunu belirttiği bir kitabeden bahseder. M.Önder’den naklettiği bilgilerden 1964 de Müze’de bulunduğunu belirttiği kitabenin üzerinde “Alâeddin” ismi okunabilmekteymiş. Bahsedilen bu kitabeden günümüze ne yazık ki herhangi bir parça ulaşmamıştır. Yasa (a.g.t., s.428) Sivas Şifahane vakfiyesinde Konya’da, Reşüddin Alişar bin Hasan ait buzluklardan bahsedildiğini belirtirken, vakfiyede sözü geçen binaların havzandaki buzhaneler olduğunu ve tarihlerinin de 1218-19 yılı öncesine gideceğini ifade etmiştir. 985 Konya Şeriyye Sicili C.65, s.21/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109-110. 986 Konya Şeriyye Sicili C.80, s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.m., s.101. 987 Günümüze ulaşamayan bu vakfiyenin varlığından 1863 tarihli bir Şer’iyye Sicilinden haberdar oluyoruz. Bu belgeden, Sahip Ata Vakfının mütevellileri olan Derviş Osman Oğullarının o tarihe kadar 1278 tarihli vakfiyeyi ellerinde bulundurduklarını öğrenmekteyiz. Bkz Atçeken, a.g.e., s.110. 422 Her iki binada, 1939 yılında Vakıflar İdaresi tarafından Derviş Kalın’dan 800 liraya çevresiyle birlikte satın alınmıştır988. Bir süre ofis idaresi tarafından patates üretilmiş olan buzhaneler, 1980’li yıllarda çevresindeki inşaat faaliyetleri sırasında yıkılma tehlikesi geçirmiştir. Konya Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmalar Merkezi tarafından989, Konya Belediyesinin yardımlarıyla 1995 yılında restore edilen buzhanelerden tekli olanı bugün kapalı durumda olup, kullanılmazken, çiftli buzhane, özel bir şahıs tarafından kiralanarak, kültür mantarı üretimi için kullanılmaktadır. 3.9.1- Tekli Buzhane Bina, Buzhane caddesinin doğu ucunda yer almaktadır. Güneyden de aynı isimli caddenin sınırladığı binanın, doğusunda demiryolu, batısında Kürşatlar Sokak, kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır (Foto:245–246). Foto 245: Tekli buzhane doğu ve kuzey cephe Foto 246: Tekli buzhane üstten Bina moloz taştan inşa edilmiş olup, içteki takviye kemerlerinde kesme taş, kuzey ve güney cephedeki açıklıkların lentolarında beyaz mermer kullanılmıştır. Bugünkü yol kodunun yaklaşık 1 m. üzerindedir. Beşik tonoz örtülü ve tek kademe halinde 988 H.Karpuz, “Akademik Sayfalar”, Merhaba Gazetesi, C.6, Yıl 16, Konya, 3 Mayıs 2006, s.11. 989 H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi…”, s.45–47. 423 algılanan binanın üzeri zamanla toprak dolmuştur. Bina kapalı olup, kullanılmamaktadır. Foto 247: Tekli buzhane doğu cephe Foto 248: Tekli buzhane batı cephe Bina, doğu batı doğrultusunda uzanan boyuna dikdörtgen formlu bir sivri beşik tonozla örtülüdür (Çizim:38). Bugünkü yol kodu, sivri beşik tonozun üzengi seviyesinde olup, bu sebeple, kuzey ve güney cepheler tamamen doğu cephenin de büyü bir kısmı yok kodunun altında kalmıştır. Tonoz eğrisinin üzeri ise toprak dolmuştur (Çizim:39). Buna karşın iç mekân görüntüsünden kuzey ve güney cephelerin herhangi bir açıklığa sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Batı cephede ise cephenin tam aksında boyuna dikdörtgen formlu bir açıklık yer alır (Foto:248). Tonozun üst seviyesinden başlayan açıklığın lentosu beyaz mermerdendir. Bugün demir bir parmaklıkla kapatılmış olan açıklıktan, havuzlarda dondurulan buzlar bina içine atılmakta, daha sonra, içeriye, ışığın ve ısının girmemesi için çamurla örülerek kapatılmaktaydı990. Doğu (giriş) cephesindeki, akstan güneye kaymış durumda açıklık boyuna dikdörtgen formlu olup, taş lentoludur (Foto:247). Demir bir parmaklıkla kapatılmış olan kapının alt bölümünde yer alan blok bir taş, açıklığın yarıya yakın kısmını içten kapatmıştır. 990 İlhan, a.g.m., s.424.; Uğur-Koman, a.g.e., s.79; Konyalı, a.g.e., s.268. 424 Foto 249: Tekli buzhane iç mekân (doğuya doğru) Foto 250: Tekli buzhane iç mekân (batıya doğru) Kapı eşiğinden, bina zeminine 12 basamaklı merdivenle ulaşılmaktadır. Binanın giriş duvarına içten bitişmiş merdiven kütlesi taş malzemedendir(Foto:249). Zemin, kalınlığı 25–30 cm. olan taş bir döşemeye sahiptir. Binanın sivri beşik tonozu, birbirlerine ve doğu-batı duvarlara uzaklığı 5 m. olan iki takviye kemeri ile desteklenmiştir(Foto:250). Kesme taştan ve kalınlıkları 90–100 cm. olan takviye kemerlerinin onarımlar sırasında eklendiği veya yenilendiği malzeme farklılığından anlaşılmaktadır991. Binanın kuzeybatı köşesinde, zeminde, kare formlu bir kuyu bulunmaktadır. Bu kuyu, buzlardan sızan suların tahliyesi için yapılmıştır992. İlhan, binanın güneyinde bir ark bulunduğunu, bu arkın çiftli buzhaneyle bağlantısının olduğunu belirtir993. Bugün, bu arkın yerinde asfalt yol bulunmaktadır. Bunun dışında İlhan, binanın batısında yaklaşık 25 x 20 m. ölçülerinde dairesel formlu bir havuzdan bahsetmektedir (Çizim:39). İlhan’ın, fotoğraf ve çizimlerle tespitini yaptığı 991 Takviye kemerlerinin sonradan eklenmiş olduğunun 1930’lı yıllarda Uğur-Koman, (a.g.e., s.78.) tarafından da tespit edilmesi, bu müdahalenin XIX. Yüzyılda yapılmış olabileceğini düşündürmektedir. 992 İlhan, a.g.m., s. 425. Bahsedilen arkı, meram çayından ayrılan bir kol (Sahip Ata Irmağı) beslemekteydi. 993 Aynı yer. 425 bu havuzların, su kanalları veya yağmur suları ile doldurulup, kışın dondurulması yoluyla buz temin edilen bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu havuzdan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Havuzun yerinde asfalt bir yol bulunmaktadır. 3.9.2- Çiftli Buzhane Bina, Buzhane caddesinin batı ucunda yer almaktadır. Güneyinde günümüz konutlarının yer aldığı binanın, doğusunda aynı isimli cadde, batısında bir park, kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır. Foto 251: Çiftli buzhane doğu (giriş) cephesi Foto 252: Çiftli buzhane batı cephesi Bina moloz taştan inşa edilmiş olup, içteki takviye kemerlerinde kesme taş, kuzey ve güney cephedeki açıklıkların lentolarında beyaz mermer kullanılmıştır. Bugünkü yol kodunun yaklaşık 2 m. üzerinde yer alan beşik tonoz örtülü bina, iki kademe halinde algılanmakta olup, üzeri zamanla toprak dolmuştur. İlk kademe binanın tonoz örtüsü olup, ikinci kademe batı ve doğu cephelerin onarımlar sırasında yükseltilmiş olan beden duvarlarıdır. 426 Foto 253: Çiftli buzhane güney cephe Foto 254: Çiftli buzhane kuzey cephe Bina iki bölümden oluşmaktadır. Her iki bölümde, birbirine paralel ve doğu batı doğrultusunda uzanan boyuna dikdörtgen formlu sivri beşik tonozla örtülüdür (Çizim:40). Bugünkü yol kodu yükseldiği ve binanın büyük bir kısmı toprak altında kaldığı için cephelerin yalnızca 1 m. lik kısmı görülebilmektedir. Tonoz eğrisinin üzeri ise toprak dolmuştur. Kuzey (Foto:254)ve güney (Foto: 253)cepheler, birbirine eşit mesafelerde ve 15 x 15 cm. ölçülerinde kare formlu açıklıklar dışında herhangi bir açıklığa sahip değildir. Batı cephede (Foto:252) ise aksa göre simetrik, eş ölçülerde, boyuna dikdörtgen formlu iki açıklık yer almaktadır. Tonozun üst seviyesinden başlayan açıklıklar, onarımlar sırasında basit sundurmalarla kapatılmıştır. Demir bir parmaklıkla kapatılmış olan açıklıktan, havuzlarda dondurulan buzlar bina içine atılmakta, daha sonra, içeriye, ışığın ve ısının girmemesi için çamurla örülerek kapatılmaktaydı 994. Binanın doğu (giriş) cephesinde (Foto:251), aksa göre simetrik konumlandırılmış boyuna dikdörtgen formlu ve taş lentolu iki kapı bulunmaktadır. Kapılara 12 basamaklı iki ayrı merdivenle ulaşılmaktadır. Lentosu beyaz mermerden olan açıklıklar, bugün demir kapılarla kapatılmaktadır. 994 İlhan, a.g.m., s.424.; Uğur-Koman, a.g.e., s.79; Konyalı, a.g.e., s.268. 427 Foto 255: Çiftli buzhane iç mekân Foto 256: Çiftli buzhane iç mekân İki bölümde de kapı eşiğinden üç basamakla bir sahanlığa, oradan da zemine, oniki basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır (Foto:257). Binanın giriş duvarına içten bitişmiş merdiven kütleleri taş malzemedendir. Zemin, kalınlığı 25–30 cm. olan taş bir döşemeye sahiptir. Binanın iki bölümünde de sivri beşik tonozlu örtü, birbirlerine ve doğu-batı duvarlara uzaklığı 5 m. olan ikişer takviye kemeri ile desteklenmiştir (Çizim:41, Foto:255–256). Kesme taştan ve kalınlıkları 90–100 cm. olan takviye kemerlerinin onarımlar sırasında eklenmiş olduğu malzeme farklılığından anlaşılmaktadır995. Binanın her iki bölümünün kuzeybatı köşelerinde, zeminde, kare formlu Foto 257: Çiftli buzhane merdiven kuyular bulunmaktadır. Bu kuyular, buzlardan sızan suların tahliyesi için 995 Takviye kemerlerinin sonradan eklenmiş olduğunun 1930’lı yıllarda Uğur-Koman, (a.g.e., s.78.) tarafından da tespit düşündürmektedir. edilmesi, bu müdahalenin XIX. Yüzyılda yapılmış olabileceğini 428 yapılmıştır996. İlhan, binanın kuzeyinde bir ark bulunduğunu, bu arkın tekli buzhaneyle bağlantısının olduğunu belirtir997. Bugün, bu arkın yerinde boş bir arazi yer alır. Bunun dışında İlhan, binanın batısındaki bir havuzdan eder. İlhan’ın, fotoğraf ve çizimlerle tespitini yaptığı bu havuzların, su kanalları veya yağmur suları ile doldurulup, kışın dondurulması yoluyla buz temin edilen yer olduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu havuzdan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır (Çizim:40). Havuzun yerinde apartmanlar bulunmaktadır. Buzhanelerin, Ortaçağ’da kalenin batısında, şehir duvarlarının dışında, tekli ve çiftli olmak üzere, birbirlerine bağlı arklar ve havuzlarla bir kompleks şeklinde tasarlandığı anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşamayan ve Meram Çayının bir kolu ile beslenen bu arkın, iki buzhaneyi birbirine bağladığı, iki buzhanenin batısında yer alan havuzlara da su temin ettiği bilinmektedir. Osmanlı dönemi kayıtlarından Sahip Ata Vakfına ait binalar olduklarını tespit ettiğimiz buzhanelerin, aslî halinde Sivas Şifahane vakfiyesinde ismi geçen ve Kayserili Reşüddin Alişar bin Hasan ait buzluklar olduğunu belirten Yasa998, konumuz olan binaların inşa tarihlerinin 1218–19 öncesine gitmiş olabileceğini belirtir. Yasa, Alişar bin Hasan’a ait bu buzluklarla, konumuz olan binalarla ilişkisini ne şekilde kurduğunu çalışmasında belirtmez 999. Biz, bu iddiaya şüpheyle yaklaşmaktayız. İlhan, binaya ait beş parçaya ayrılmış bir kitabeden söz etmekte, üzerinde de “Alâeddin” isminin rahatlıkla okunabildiğini belirtir1000. Ancak yazar 996 İlhan, a.g.m., s. 425. Bahsedilen arkı, meram çayından ayrılan bir kol (Sahip Ata Irmağı) beslemekteydi. 997 Aynı yer. 998 Bakınız 984. dipnot. 999 Yasa, a.g.t., s.428. 1000 İlhan (a.g.m., s.424.) .) ın bahsettiği bu kitabelerin, Konyalı (a.g.e., s.985) de resmini yayınladığı ve bir çeşme üzerinde yer alan iki kitabe parçaları olduklarını tahmin ediyoruz. Konyalı bu kitabe 429 buzhanelerle ilgili Fransızca makalesinde bu kitabeden ne bir resim ne de başka bir kayıt bulunmakta ki, bu durum, İlhan’ın bildirdiği bilginin, kendisinin tespiti değil, bir nakil olduğunu düşündürtmektedir. Dolayısıyla binanın Sahip Ata öncesine inen bir geçmişi olduğunu dair elimizde kesin bir belge yoktur. Buna karşılık, Sahip Ata’nın, Meram Çayının bir kolunu, üzeri açık bir arkla şehre getirerek, böylece hem şehre, hem de hamam, çeşme ve buzhanelerine su temin etmek maksadıyla çok ciddi bir imar faaliyetine giriştiğini bilmekteyiz. Biz, buzhanelerin, bu geniş imar faaliyetlerinin bir parçası olarak vakfın diğer binalarıyla beraber Sahip Ata tarafından yaptırıldığını düşünmekteyiz. parçaları üzerinde “Alâeddin” isminin okunabildiğini belirtip, tarihinin 617–618 (M.1220) olabileceğini ifade etmiştir. Konyalı (a.g.e., s.983-991.) nın verdiği bilgilerden, kalıntıları XX. Yüzyılın başlarına kadar gelebilen ve I.Keykubat dönemine ait Meram Çayının bir kolu üzerine yapılmış kubbeli bir maksemin varlığını biliyoruz. Bu anlamda İlhan’ın buzhaneye ait olduğunu belirttiği, I.Alâeddin Keykubat dönemine ait kitabe parçasının da, konumuz olan buzhanelere değil, Keykubat’ın bu çevrede yaptırdığı diğer su yapılarına ait kitabe parçaları olduklarını tahmin ediyoruz. Sahip Ata’nın Havzan bölgesinde gerçekleştirdiği imar faaliyetleri, Keykubat’ın çalışmalarına ilave düzenlemeler olmalıdır. 430 Çizim 38: Konya Sahip Ata (Tekli) Buzhanesi Planı (Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek) 431 Çizim 39: Konya Sahip Ata (Tekli) Buzhanesi a-a Kesiti (Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek) 432 Çizim 40: Konya Sahip Ata (Çiftli) Buzhanesi Planı (Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek) 433 Çizim 41: Konya Sahip Ata (Çiftli) Buzhanesi Kesiti (Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek) 434 3.10- Konya’da Sahip Ata’nın Evleri, Sikâyesi Ve Su Arkları Konyalı, Konya dış kale batı kapılarından Çeşme Kapısının, Kadı Çeşmesi olarak bilinen mevkiinde Sahip Ata’nın bir Sikayesi olduğunu belirtir1001. Sahip Ata’nın Konya’daki Hamamının su ihtiyacının, Meram Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolundan karşılandığı bilinmektedir1002. Uğur-Koman, bu arklardan Sikâyeye gelen suların, künkler vasıtasıyla çeşmelere dağıtıldığını belirtmektedir. İsminden ötürü suyu toplayan ve dağıtan bir tür maksem olduğu anlaşılan Sikâyenin, Sahip Ata’nın Konya’da suyla ilgili gerçekleştirdiği inşa faaliyetinin bir parçası olmalıdır. Uğur-Koman Meram Çayından ayrılan bir kısım suyun “dört okka” mahalline uzunca bir arkın ulaştırdığını, bu arkın halk arasında hâlâ “Sahip Ata Irmağı” ismiyle anıldığını, bu ark vasıtasıyla bağ ve bahçelerin de sulandığını, bu vesileyle Sahibin adının her gün hayırla anıldığını belirtir1003. Y. Önge1004, bu yolla Sahip Ata’nın Larende Kapısı karşısındaki hamamına da su sağlandığını belirtir. Sahip Ata, günümüze ulaşamayan bu su tesisatını, sadece banisi olduğu hamam veya çeşmelere su sağlamak için değil, şehrin önemli bir kısmına ve zirai faaliyetlere su temin için gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu veriler Ortaçağ’da bir vezirin, ülkenin başkentinin su sıkıntısını gidermek için tek başına bir girişimde bulunduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Fatih dönemi evkaf kayıtlarında dış kalenin çeşme kapısındaki çeşmesinin yanında Sahibin evleri 1001 Konyalı, a.g.e., s.1002. 1002 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 1003 Uğur-Koman, a.g.e., s.80. 1004 Önge, a.g.e., s.41. olduğunu ve bunların harap durumda olduğu 435 belirtilmektedir1005. Bunun dışında Konya Dârü’l-Hadisi’nin vakfiyesinde, gelirlerinin medreseye bırakıldığı, Atar Armağanşah mahallesinde bulunan, “Ermanhane” adıyla bilinen iki katlı ve on odadan müteşekkil bir binadan bahsedilmektedir1006. T.Baykara, bu binaların Ermenilerin kaldıkları hanlar olduklarını belirtir1007. Ne yazık ki bu binayla ilgili başka bir bilgiye sahip değiliz. 1005 Uzluk, a.g.e., s.15. 1006 Bayram- Karabacak, a.g.m., s.39. 1007 T.Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya Şehri, Ankara 1985, s.45–46. 436 4- KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME Külliye, Sahip Ata yapılarına genel olarak bakıldığında aslî hallerinde bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği görülmektedir. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk eser olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki hamamla birlikte inşa edilmişti1008. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş olan mescidin dışında, bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah ve Matbahla birlikte bir külliye teşkil ediyordu. Ilgın’daki kaplıca ise kuzeybatısına eklenmiş han ile birlikte, KonyaAkşehir yolunun üzerindeki Sahip Ata manzumesiydi. Sahip Ata’nın Konya’daki yapılarından Larende Kapısı karşısında yer alan ve Camii, Hânkah, Türbe, Hamam’dan oluşan külliyesi, şehrin en önemli yapı topluluklarından birini oluşturduğu malumdur. Bunun dışında, Sultan Kapısı yolunda, Odun Pazarı yakınındaki Medrese ve Mescitten oluşan bir başka külliyesi “İnce Minareli Medrese ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir. Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları zamanında yıkılan Dâr’ul-Huffâz ve Çeşmeyle1009 birlikte bir külliyeyi teşkil etmekteydi (Harita:3). Kalenin kuzey yöndeki Odunpazarı Kapısının karşısında yer alan medresesi, XX. yüzyılın başlarına kadar ayakta olan mescidi ve bugün medresenin ön cephesinde bulunan çeşmesinden oluşan binalar topluluğu1010, Sahip Ata’nın Kayseri’deki külliyesini oluşturmaktaydı 1008 Fatih dönemi kayıtlarında (Uzluk, Fatih Devrinde… s.42–43. ) hanın bir de mektebi olduğundan bahsedilir, Ancak bu binaya dair bir bilgiye sahip değiliz. Bu kayıtlarda, hanın Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesiyle beraber anılması, birbirine yakın tarihlerde inşa edilmiş bu iki külliyenin gelirlerinin, Osmanlı döneminde aynı vakfın içine alındığını göstermektedir. 1009 II.Bayezid devri evkaf kayıtlarını inceleyen Konyalı, (a.g.e., s.518.) kayıtta külliyenin, Darü’l- Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i sahip) ibaret olduğu ifade edilmektedir 1010 Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre medresenin 1500 yılında yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı defterde 437 (Harita:4). Sahip Ata’nın son külliyesi Sivas’ta olup, Medrese, Mescid ve Dârü’lZiyafet’ten (Konuklar Yurdu) teşekkül etmekteydi1011(Harita:5). Sahip Ata’nın Ortaçağ şehirleri içindeki yapıları, çok önemli ve işlek bir konuma sahip olup, bunların dışındaki İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir dışında yer alan binaları ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip Ata’nın ilk eseri olan Han (1249), Konya- Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır. Özergin, bu güzergahı (Harita:1) Konya’dan itibaren İstanbul’a kadar, Konya, Horozlu Han, Dokuzun Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı, Akşehir, Sahip Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon, Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han, Kütahya ve Bursa şeklinde belirler1012. Akşehir’deki Sahip Ata Medresesi Akşehir’i, Nadir Köyüne oradan da İshaklı’ya1013 bağlayan ana yolun üzerinde yer alır. Ilgın’daki Kaplıcası ise Ortaçağ döneminde Akşehir’i Konya’ya bağlayan ana yolun üzerinde bulunmaktaydı. Bu yol hattının üzerinde Sahip Ata’nın Hanı dışında, Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de binalarını belirli bir yol güzergâhlarını gözeterek inşa ettirdiğini göstermektedir. Bu yapılar, binanın yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye Mescidi”nin 1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl Başbakanlık Tahrir Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe gelir vakıf olarak verildiğini belirtmektedir. 1011 Vakfiyedeki “... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında ilim adamlarının oturmalarına mahsus yazlık, kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ, diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir mescidi müştemil, Medrese-i Sahibiyye-i Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir medrese bina etti. Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı.” (BayramKarabacak, a.g.m., s.53.) şeklindeki bilgiler külliyeye ait yapıları ortaya koymaktadır. 1012 Özergin, a.g.t., s. 142–144. 1013 Bilindiği gibi Nadir Köyü, Sahip Ata’nın öldüğü yerdir. İshaklı’da ise bir hanı bulunmaktadır. Medresenin, Akşehir’i bu iki yere bağlaya yol üzerinde olması, Ortaçağ’da bu çevrenin sahibi olduğu anlaşılan Fahreddin Ali’nin, binalarını, belirli bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini düşündürmektedir. 438 çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Örneğin Han, İshaklı kasabasının teşekkülünde birincil rol oynamıştır. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu döneminde Mevlana gibi önemli şahsiyetlerin şifa bulmak için geldiği1014, kasabanın o yıllardaki en önemli tesisiydi. Bu önemini Osmanlı döneminde de sürdüren bina, IV. Murat tarafından Bağdat seferi sırasında ziyaret edilmiş, ayrıca yakınına da bir köşk inşa ettirilmişti1015. Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları kale kapıları karşısında yer almaktaydı. Konya’daki üç külliyesinden biri Larende Kapısı, diğeri Çeşme Kapısı karşısında bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten oluşan üçüncü külliyesi ise Sultan Kapısı yolundaydı (Harita:3). Cami, Medrese, Türbe, Hânkah ve Hamam’dan teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliyesi ise, 1258–1283 yılları arasında yirmibeş sene içinde tamamlanmıştır. Hamam ve XIX. yy.da gelirleri manzumeye bağlanan Buzhane, külliyenin masraflarını karşılıyordu. Külliye dâhil yapılar, aynı mahalle çevresinde yer almakta olup, XV. Yüzyıl kayıtlarından anlaşıldığına göre, “Hoca Sahip” isminde bir mahallenin teşekkülüne sebebiyet vermiştir1016. Hânkahın, ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde dükkân olarak kullanılıyordu ve bu haliyle külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren yapılarıyla Larende Kapısı civarının en önemli sosyal ve kültürel merkezi; ayrıca sur dışı yerleşmenin Konya’daki en çarpıcı örneklerinden birini teşkil etmekteydi. Medrese ve Mescitten oluşan külliyesi ise Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Vakfiyesinde “Sultan Kapısı yolunda 1014 Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) nin Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu kaplıcaya sık sık geldiğini belirten ifadeleri, binanın Selçuklu döneminde yüksek tabakanın oldukça rağbet ettiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. 1015 Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin “Ravzatü’l-Ebrar” isimli eserinden aktaran, Özdemir, a.g.e., s.15. 1016 Ergenç, a.g.e., s.45. 439 Odun Pazarı yakınında ve hendek hizasında”1017 şeklinde tarif olunan bina, gerek ticari gerekse kamu yapılarının bulunduğu çok önemli bir alanda yer alıyordu (Harita:3). Külliye, dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü Ahmedek tepesinin batısındaydı1018. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz1019. Vakfiyede ifade edilen Sultan Kapısı, şehrin kuzeyinde olup, Karatay Medresesine açılmaktaydı1020. Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapı, Sultan kapısı idi. Bu durum, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine kurulduğunu gösterir. Ortaçağ’da dış kalenin batı kapılarından Çeşme Kapısı yakınlarında (Harita:3) olduğu belirtilen1021, Konya’daki diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffâz Mescid ve Çeşme’den müteşekkildi. Söz konusu kale kapısının da aynı isimle anılıyor olması, buradaki Sahip Ata yapılarının önemine işaret eder. Ayrıca yine Çeşme Kapısı civarında Sahip Ata’nın Sikayesi olduğu bilinmektedir. Sahip Ata şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere, Meram Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolunu yaptırmıştı1022. Ünlü vezirin Larende Kapısı karşısındaki hamamına da buradan su temin edilmekteydi1023. İsminden ötürü suyu toplayan ve dağıtan bir işlevi olduğu anlaşılan Sikaye’nin de Sahip Ata’nın şehirde yaptırdığı suyla ilgili inşa faaliyetlerinin bir parçası olmalıdır. Bunların dışında Fatih dönemi evkaf 1017 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38. 1018 U.Tanyeli, a.g.e., s. 55. 1019 O.Turan, “…Karatay…”, s.81. 1020 Turan, aynı yer. 1021 Konyalı, a.g.e., s.518. 1022 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 1023 Önge, a.g.e., s.41. 440 kayıtlarında, bu civarda, Sahibin evleri olduğunun da ifade edilmesi 1024, ünlü vezirin bu çevredeki yatırımlarının yoğunluğuna işaret eder. Mevcut izler, Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin de Ortaçağda, şehrin önemli bir noktasında bulunduğunu gösterir (Harita:2). Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında sur kalıntılarına rastlanmıştır1025. Ayrıca, Konyalı, medrese ve mescidin, “…kalenin methalinde…”1026 olduğunu belirtir. Eldem1027 ve Ahmed Nazif1028’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesinin mescit ve medresesi karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Medresenin ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin kuzeydoğu kapısı da binanın hemen güneybatısında bulunmaktaydı1029(Harita:4). Bu durum, külliyenin, şehir meydanının ve önemli ticari merkezlerden birinin yakınında yer aldığını gösterir. Şehrin kuzeydoğu bölümünde XIII. yüzyıl başlarında herhangi bir yapılaşma görülmüyordu1030. Bu alandaki surları yaptıran I.Alâeddin Keykubat’ın sebebiyet verdiği kentsel gelişim, Moğol istilası ve halkın burada katledilmesiyle kesintiye uğramıştı1031. Sahip Ata’nın külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra –Hacı Kılıç Cami-Medresesi hariç tutulursa- inşa edilen ilk yapı topluluğu olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Sahibiye Külliyesinin Moğol yıkımının ardından tekrar canlanmaya başlayan şehrin kuzeydoğu bölümünde, gerek 1024 Uzluk, a.g.e., s.15. 1025 Yayınlara geçmemiş bu bilgiyi halen İnce Minareli Müzesi Müdürü olan ve bir önceki görevi Akşehir Taş Medresesi Müzesi Müdürlüğü olan Sn. Yusuf Benli iletmiştir. 1026 Konyalı, a.g.e., s.279. 1027 Eldem, a.g.e., s.121. 1028 Ahmed Nazif, a.g.e., s..36. 1029 Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı. 1030 Eravşar, a.g.t., s.254. 1031 Aynı yer. 441 kale kapılarına, gerekse meydana olan yakınlığı ile önemli bir yeri işgal ettiği anlaşılmaktadır. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki ifadeye göre dış surun güney yöndeki kapılarından birinin karşısında yer alıyordu (Harita:5). Bu duruma göre şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır1032. Wolper1033 Sahip Ata Medresesinin yerinin farklı oluşunu, Sahip Ata’nın şehirde yeni bir merkez oluşturma gayreti olarak yorumlar. Vakfiye1034de “ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim müesseselerinin harap olmaya yüz tutması” ısrarla vurgulanmıştır. Ayrıca medresede istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini hususunda ayrıntılı bilgiler1035 mevcuttur. Vakfiyede, “Şafii müderris tayini” veya “alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması”1036 gibi Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına1037 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadeler yer almaktadır. Sahip Ata’nın, külliye dâhilinde bir de Dâr-ı Ziyafet (Konuklar Yurdu) yaptırması, Şifahane ve çevresindeki medreselerin dışında, şehrin bu kesiminde ilim adamlarının barınıp medresesinde ders vereceği yeni bir dini çekim merkezi oluşturma isteği olarak yorumlanabilir. M.Cezar1038, Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatının Ulu Cami ve çevresinden, güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve çevresine yayıldığını belirtmektedir. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde “Medrese-i 1032 Wolper, a.g.m., s.45. 1033 Wolper, a.g.m., s.43. 1034 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. 1035 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53, 55, 56. 1036 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. Bizce vakfiyedeki “alevi” tabiri Osmanlı döneminde orijinal nüsha kopya edilirken eklenmiş olmalıdır. Zira Anadolu’da Aleviliğin bugünkü yapısı ve anlamıyla XV. yy. sonu XVI. yy başlarından itibaren kullanıldığını biliyoruz. Bu konudaki geniş bilgi için bkz. Ocak, “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve …, s.386. 1037 Demir, a.g.t., s.217–227. 1038 M.Cezar, a.g.e, s.49-51. 442 Sahip Mahallesi” ismiyle anılıyor olması1039, medresenin bu alanda yeni bir yerleşimin gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir. Wolper1040, Sahip Ata’nın Selçuklu merkezi otoritesinin zayıflamasıyla çok etkili olmaya başlayan ulema sınıfının desteğini sağlamak için Anadolu’da çok çeşitli tesisler yaptırdığını ifade eder. Bu fikre ihtiyatla yaklaşmamıza rağmen 1271’de Sivas’taki hayır yapımı şeklinde ortaya çıkan güç savaşında, Sahip Ata’nın Moğol Beylerine karşın ulema sınıfının desteğini almak istemiş olması fikri çok da uzak görünmemektedir. “Manzume, Heyet”1041 şeklinde de tanımlanan ve çeşitli fonksiyonel yapı birimlerinin bir arada planlanıp inşa edildiği sosyal kuruluşlar1042 olan külliyeler, Anadolu Selçuklu devrinin erken tarihlerinden itibaren görülmeye başlanır. Anadolu öncesi, Gazne’deki saray-şehir olarak adlandırılan ve içinde cami, saray ve köşklerle birçok yapıyı bünyesinde barındıran Leşker-i Bazar (XI. yy.) ile Karahanlıların Tirmiz kentindeki cami, medrese ve türbe’den teşekkül eden Hâkim Tirmizi Külliyesi (XI. yy.)1043, erken örnekleri oluşturmaktadır. Anadolu’da ise Mardin’deki Artuklu eseri Emineddin Külliyesi (1108-1123) en erken külliyedir1044. Cami ve Medresenin aynı avluyu paylaştığı külliyede, Dârüşşifa, Hamam ve Çeşme gibi diğer yapıların ise organik bir bütünlük içinde tasarlandığı görülmektedir1045. Kayseri’deki Kölük Külliyesinde ise cami ve medrese (XII. yy.)1046 tam bir organik bütünlük içinde tasarlanmış, bu yapıların dışına bir de hamam inşa edilmiştir. Vakfiyesine göre 1039 Demirel, a.g.e., s.71. 1040 Wolper, a.g.m., s.44. 1041 M.Katoğlu, “XIII. Yüzyıl Anadolu Türk Mimarisinde Külliye”, Belleten, C.XXXI, S.121–124, Ankara 1967, s.335–344 (335). 1042 G.Cantay, Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu, Ankara 2002, s.1. 1043 Cantay, a.g.e., s.7-8. 1044 Cantay, a.g.e., s.17. 1045 A.Altun, Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1969, s.68, 133. 1046 E.Yurdakul, Kayseri Külük Camii ve Medresesi, Ankara 1996, s.4 443 1202 tarihli1047, İplikçi Camii ve Altunapa Medresesinden teşekkül eden külliye ile Kayseri’deki Ulu Camii ile Melik Gazi Medresesi (1206)1048nden oluşan külliye ise, birbirine bitişik kütle tertibinin erken örnekleridir. Ortak avlu etrafında tertiplenen cami ve medrese uygulamasının olgun örneklerinden biri de Kayseri Hacı Kılıç Külliyesi (1249)1049dir. Kayseri’deki Gevher Nesibe Sultanın, Medrese ve Dârüşşifa’dan oluşan külliyesi (1205)1050 ile Divriği’deki Ulu cami ve Dârüşşifa’dan teşekkül eden külliye (1228–1229)1051 farklı iki yapı tipinin aynı plan tertibi içinde uygulandığı diğer örneklerdir. Kayseri’deki Huand Hatun Külliyesi (1238)1052 ise cami, medrese, türbe ve hamamdan oluşan dört farklı yapı tipini bünyesinde barındırması açısından önemlidir. Külliyede, hamam erken tarihli olup, diğer yapılar aynı inşaat dönemine aittir. Sahip Ata’nın en erken tarihli yapısı olan Han, yakın tarihlerde yıkılan batısındaki hamamla birlikte inşa edilmişti. Akşehir’deki külliyesi ise 1250 tarihli medrese ve mescit’e, 1260/61 tarihinde –günümüze sadece kitabesi ulaşabilmiş- hânkah ve çeşmenin eklenmesiyle teşekkül etmiştir. Külliyenin Osmanlı dönemi kayıtlarından anlaşıldığına göre bir de Matbahı (Aşevi-mutfak) bulunuyordu. Konyalı, günümüze ulaşamamış Hânkah ve Çeşmenin, medresenin tam karşısında yer aldığını1053 ve aralarından Akşehir’i, Nadir Köyüne oradan da İshaklıya bağlayan ana caddenin geçtiğini belirtir. Konyalı, medresenin karşısındaki çeşmenin halen 1047 Konyalı, Konya Tarihi …, s.819-821. 1048 Halil Edhem,a.g.e., s.52. 1049 G.Öney, “Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi”, Belleten, C.XXX, S.118, Ankara 1966, s.377- 387. 1050 Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.66-67 1051 Y.Önge, “Bugünkü Bilgilerimiz Işığı Altında Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası”, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Ankara 1978, s.33-50. 1052 H.Karamağaralı, “Kayseri’deki Hunad Camisinin Restitüsyonu ve Hunad Manzumesinin Kronolojisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.XXI, s.199-243. 1053 Konyalı, Akşehir…, s.293. 444 mevcut, Hânkah’ın ise tamamen yok olduğunu, yerine konutlar yapıldığını belirtir1054. Konyalı’nın Akşehir’deki Külliyenin konumuna dair aktardıkları, karşılıklı konumlanmış ve iki ayrı kütle halinde tertiplenmiş bir düzeni tarif etmektedir. Buna benzer bir düzenlemeyi Sahip Ata’nın Kayseri’deki, medrese, mescit ve çeşmeden oluşan külliyesinde bulmaktayız. Eldem1055 ve Ahmed Nazif1056’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa mescit ve medrese karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Uğur-Koman, 1930’lı yılların başında çeşmenin medresenin karşısında olduğunu tespit etmiş, bu çeşmenin gerisinde de bir zamanlar mescidin bulunduğunu ifade etmiştir1057. Bu bilgiler Kayseri’deki külliyenin, Kalenin Odun Pazarı Kapısı karşısında, gerisindeki meydana doğru devam eden yolun iki kenarına, iki ayrı yapı bloğu halinde konumlandığına işaret eder. Külliyeye ait medresenin ve çeşmenin mevcut kitabeleri, iki ayrı tarihe işaret etse de, bu tarihlerin bir yıl arayla olması, beraber tasarlandıklarını, sadece bitiş sürelerinin farklı olduğunu gösterir. Sahip Ata’nın, Konya’da Larende Kapısı karşısındaki külliyesi 1258–1283 tarihleri arasında tamamlanmış olup, binalar, ilki cami olmak üzere, farklı tarihlerde eklemlenerek manzumeyi teşkil etmiştir. Külliyenin ilk binası olan cami 1258 tarihlidir. Caminin güneyinde yer alan ve camiyle içten bir kapı vasıtasıyla irtibatlı hânkah ise 1269– 701058 tarihlidir. Sadece yenileme tarihi (1283) mevcut türbe ise, hânkahın kuzey eyvanına –tespitlerimize göre1059- 1277–1278 tarihinde eklenmiştir. Türbe, Hânkahla cami arasında bulunmakta olup, dar bir koridor, her üç yapıyı da birbiriyle 1054 Aynı yer. 1055 Eldem, a.g.e., s.121. 1056 Ahmed Nazif, a.g.e., s..36. 1057 Uğur-Koman, a.g.e., s.102. 1058 Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne. 1059 Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi bölümüne. 445 irtibatlandırmaktadır. Hamam, hânkahın karşısında yer almakta, aralarından bir yol uzanmaktadır. Külliyenin diğer yapılarından bağımsız bir kütle olarak inşa edilmiş hamam, 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde1060 zikrediliyor olmasına bakılırsa, bu tarihten önce, muhtemelen hânkahla birlikte, 1269–701061 tarihlerinde inşa edilmiş olmalıdır. Havzan yolunda bulunan buzhaneler ise işlevleri dolayısıyla diğer binaların uzağında Şehir Irmağı (Sahip Ata Irmağı) yakınlarına inşa edilmiştir1062. Sahip Ata’nın Konya’daki Çeşme Kapısı civarındaki külliyesinin yapılarından sadece mescit günümüze ulaşabildiği için düzeni konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Sahip Ata’nın Konya’daki Mescit ve Medreseden oluşan (İnce Minareli) külliyesi ile Sivas’taki Medrese, Çeşme, Mescit ve Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu) den teşekkül etmiş külliyesi aynı kütle tertibi içinde yer almaktadır. Tarihi Konya Kalesinin Sultan Kapısı yolundaki (İnce Minareli) külliye, kapalı avlulu medrese ve ona kuzeybatı köşede eklenmiş mescitten mürekkeptir. Sivas’ta güney Kale Kapısının karşısındaki külliye ise bünyesinde, çeşme, mescit gibi farklı işlevdeki birimleri ihtiva eden medrese ve buna doğu yönden eklendiği anlaşılan1063 Dârü’l-Ziyafet’den teşekkül etmektedir. Aynı kütle tertibi içinde yer alan Sahip Ata külliyeleri içinde Ilgın’daki Kaplıcayı da zikredebiliriz. Bir vakitler, kaplıcanın kuzeybatı köşesine eklenmiş vaziyette konumlanmış, ancak günümüze ulaşamamış hanın, XX. yüzyılın ortalarına ait fotoğraflarında1064 kaplıcanın duvarındaki bitişme izleri görülebilmektedir. Bu anlamda han ve kaplıcanın aynı kütle tertibi içinde konumlandığı söylenebilir. 1060 Temir, a.g.e., s.116 1061 Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hamamı bölümüne 1062 Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Tekli Buzhaneleri ve Konya Sahip Ata Çiftli Buzhanesi bölümlerine. 1063 Darü’l-Ziyafet konusundaki tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne 1064 Önge, … Hamamları, s.283, Resim 1. 446 Osmanlı külliyelerinin, inşa edildikleri yıllarda vakfiyelerinde “imaret” kelimesi ile tanımlandığını biliyoruz1065. Sahip Ata yapılarından Konya Sultan Kapısı yolundaki külliyenin, vakfiyesinde “… odun pazarı yakınında hendek hizasında bina ve tesis ettiği imâretin…”1066 şeklinde tanımlanması, bu tabirin Selçuklu döneminde de kullanıldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Camiler, Az sayıdaki Sahip Ata Camisinin, bazıları günümüze ulaşamamış, mevcut camiler ise orijinal durumlarını büyük ölçüde yitirerek bugüne gelebilmişlerdir. Bugüne ulaşabilen Konya’daki cami dışında, Sahip Ata’nın Kayseri’deki ve Konya’daki Medresesine bitişik vaziyette iki mescidi daha olduğunu tespit etmekteyiz. Kayseri’deki binanın varlığını Osmanlı dönemine ait resmi kayıtlardan1067 tespit edebilmemize karşın, aslî özelliklerine dair bir bilgimiz yoktur. Konya’daki (İnce Minareli) mescidi ise henüz ayakta olduğu XIX. yüzyıldaki tespitlerle1068 tanımlayabiliyoruz. Söz konusu bina, bugün bu tespitlere göre onarılmıştır. Konya Larende Kapısı karşısındaki 1258 tarihli cami, mihrap aksı boyunca ortadaki daha geniş olmak üzere beş sahna ayrılmış dikdörtgen planlı bir şemaya sahiptir (Çizim:10). Ahşap çatılı cami 12 ahşap direğe oturmaktadır. Cami, zaman içerisinde çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş, birçok onarım geçirmiş ve aslî halini büyük ölçüde kaybetmiştir. Binanın Osmanlı dönemi resmi kayıtlarına göre 1065 Cantay, a.g.e., s.1 v.d. 1066 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38. 1067 Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre “Sahibiye Mescidi”nin 1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. Ayrıca Eldem, (a.g.e., s.121). ve Ahmed Nazif, (a.g.e., s..36) mescidin XX. yüzyılın başlarında medresenin karşısında olduğu bilgisini iletmektedir. 1068 Hamilton, Reseraches…, s.205.; Huart, Epigraphie…, s.65, Nr. 36.; Sarre, Reise in…, s.56, 184.; Löytved, Konia…, s.69-73, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.114-116.; Sarre, Denkmaeler Persischer…, s.133-134.; Hébrard, “Les Monuments…”, s.178-179.; Hébrard, “Les Monuments Seldjoucides…” s.166-171. 447 15701069, 17021070, 18251071, 18481072 tarihlerinde dört kez onarım geçirdiği tespit edilmektedir. Bu onarımlardan en kapsamlı olanı 1848 tarihli olup, bu onarımda, mihrap duvarına kadar olan duvarları ve damı yenilenmiştir1073. Bu resmi kayıtların dışında, Konyalı’nın aktardığı1074 1871 tarihli bir onarım daha bulunmaktadır ki, camii, bugünkü durumunu bu müdahaleyle kazanmıştır. H.Karamağaralı1075nın, 1964 yılında gerçekleştirdiği sondaj çalışmaları neticesinde, orijinalinde caminin, bugünkü mevcut binadan, kuzey ve güney yönde birer sahın daha geniş olduğu, portalden bir dehlizle camiye ulaşıldığı ve parçaları kazılar sırasında ele geçirilen ayaklarının üzerinde yükselen bir mihrap önü kubbesi bulunduğu anlaşılmıştır (Çizim:12). Sondajlar neticesinde ele geçirilen yanmış ahşap parçalarından anlaşıldığına göre aslî halinde camii, ahşap direkler üzerine oturan kirişlerle örtülüydü. Y.Önge, bir zamanlar Sahip Ata Hânkahının portali önündeki ahşap sundurmayı taşıyan ve stalâktitli başlığa sahip ahşap sütunların, yanan caminin orijinal destekleri olabileceğini belirtir1076. Karamağaralı, orta sahnın ortasında üstü fenerle örtülü, şadırvanlı bir kesimin bulunması gerektiğini belirtir1077. İncelediğimiz 1848 tarihli onarım kaydında1078 ise “karlık kuyusu”nun ihyasına yönelik bir harcama kalemi mevcuttur. Dolayısıyla Sahip Ata Caminin aslî halinde, şadırvan yerine tıpkı Beyşehir Eşrefoğlu Caminde olduğu gibi karlık kuyusu tabir edilen bir bölümü 1069 Ceylan, a.g.t., s.94–95. 1070 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33. 1071 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1. 1072 Şer’iyye Sicil Defteri C. 80 (F-39), S.132/1 1073 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1. 1074 Konyalı, Konya Tarihi...., s.511-512. 1075 H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin…”, s.49–75. 1076 Y.Önge, “….Ahşap Stalâktitli Sütun Başlıkları”, s.11. 1077 Karamağaralı, a.g.m., s.51. 1078 Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1. 448 bulunduğu anlaşılmaktadır. Konya Sahip Ata Camisi, mevcut mihrap aksı boyunca uzanan, ortadaki daha enli beş sahınlı planıyla basilikal plan şemasındadır. Buna karşın aslî halinde cami, mihrap aksı boyunca uzanan, ortadaki diğerlerinden daha enli yedi sahna bölünmüş, mihrap önü kubbeli ve orta sahnın ortasına denk gelen bölümde bir karlık kuyusu bulunan şemaya sahip olup, bu haliyle köşklü camiler grubundadır. Anadolu’da Erzurum Ulu (1179)1079 ve Kale Camii (1179)1080, Kayseri Ulu Camii (1205)1081, Kölük Camii (1210)1082, Huant Hatun (1238) 1083 ve Hacı Kılıç (1249)1084, Akşehir Ulu (1213)1085, Konya Alâeddin (Batı Bölümü) (1220)1086, Develi Ulu (1281)1087 ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii (1297–99)1088 lerinde bu plan şemasına rastlanır. Konya Sahip Ata Camii, ahşap taşıyıcılı Anadolu Selçuklu Camilerinin içinde bilinen en eski tarihli yapıdır1089. Ahşap sütunlu cami tipinin, Orta Asya’ya uzanan bir geçmişi olduğu bilinmektedir1090. Bilinen ahşap çatılı camilerden Afyon 1079 H.Karamağaralı, “Erzurum Ulu Camisi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, S.III, 1981, s.137–177. 1080 N.Çam, “Erzurum’da Kale Camii”, Vakıflar Dergisi, S.XX, Ankara 1988, s.289–310. 1081 Gabriel, Monuments Turcs ‘Anatolie, I…, s.32–36 1082 Gabriel, a.g.e., s.36-38. 1083 Karamağaralı, “Kayseri’deki Hunad Camiinin…”, s.199–243. 1084 G.Öney, “Kayseri Hacı Kılıç …”, s.377–390. 1085 Demiralp, a.g.e., s.9-16. 1086 H.Karamağaralı, “Konya Ulu Camii”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, (I.Restorasyon Semineri Özel Sayısı), Ankara 1982, s.121–132. 1087 T.Özgüç-M.Akok, “Develi Abideleri”, Belleten, C.XIX, S.75, Ankara 1955, s.377-384. 1088 M.Akok, “Konya Beyşehirinde Eşrefoğlu Camii ve Türbesi”, Türk Etnografya Dergisi, S.XV, Ankara 1976, s.5-34. 1089 Karamağaralı, “Sahip Ata Camii…”, s.52.; Y.Önge, “Anadolu’da XIII-XIV. Yüzyılın Nakışlı Ahşap Camilerinden Bir Örnek: Beyşehir Köşk Köyü Mescidi”, Vakıflar Dergisi, S.IX, S.291297(291).; A.Kuran, “Anadolu’da Ahşap Sütunlu Selçuklu Mimarisi”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1993, s.179-186(182). 1090 K.Otto-Dorn, Seldschukische Holsäulenmoscheen in Kleinasien”, Aus der Welt der İslamichen Kunst, Festschrift für Ernst Kühnel, Berlin 1959, s.59–88 449 Ulu Camii (1272)1091 ve Sivrihisar Ulu Camii (1274)1092, mihrap duvarına paralel uzanan bir plan şemasına sahipken, Sahip Ata Camiiyle birlikte, Ankara Arslanhane Camii(1289–1290)1093 ve Beyşehir Eşrefoğlu Caminde (1297–99)1094, mihrap aksı boyunca uzanan dikdörtgen planlı bir iç mekân düzenlemesi vardır. Bunlar arasında Beyşehir Eşrefoğlu Camisinin gerek sahın adedi, düzeni, gerek mihrap önü kubbesi ve süslemedeki birçok detayı, Sahip Ata Camisinin aslî haliyle büyük benzerlikler göstermektedir. Bu benzerlik, Sahip Ata Camisinde sondajlar neticesinde1095 bir parçası ele geçirilen mihrap önü kubbesini taşıyan ayaklar, Önge’nin orijinal camiye ait olduğunu belirttiği stalâktitli başlıklara sahip ahşap sütunlar1096 gibi detaylarda da karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Eşrefoğlu Camiinin mihrabının yan bordürlerinde görülen geçmelerden oluşan düzenlemenin Sahip Ata Camii portalinin yan bordürüyle neredeyse birebir olması, söz konusu iki yapı arasında önemli bir etkileşim olduğuna işaret etmektedir. Mescitler; Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesine bitişik Mescidi, Konya’da bugün “Tahir İle Zühre” ismiyle bilinen Mescidi ve yine Konya’daki Medresesine bitişik Mescidi benzer planda olup, söz konusu yapılar, kübik alt yapının kubbeyle olduğu örtülü bir harim ve kapı açıklığının da bulunduğu tarafa yerleştirilmiş iki veya üç bölümlü giriş mekânından ibarettir. Kare planlı kübik bir mekânın kubbeyle örtüldüğü camiler, Anadolu’da ilk kez Konya ve Akşehir çevresinde görülmeye başlanmıştır. S.Dilaver, bu tip yapıların Anadolu öncesi orijini 1091 Otto-Dorn, a.g.e., s.59-64. 1092 K.Otto-Dorn, “Die Ulu Dschami in Sivrihisar”, Anadolu (Anatolia), IX, (1965), Ankara 1967, s.161–168. 1093 G.Öney, Ankara’da Türk Devri Dini ve Sosyal Yapıları, Ankara 1971, s.20–24. 1094 Akok, a.g.m., s.5-34. 1095 Karamağaralı, a.g.m., s.61, Resim 18. 1096 Önge, “…Stalaktitli Sütun Başlıkları”, s.11. 450 için kare planlı kubbeli mezar yapılarını gösterir1097. En erken örneği için bugünkü Türkmenistan’daki Şir Kebir Türbesi (IX-X.yy)1098, daha geç tarih için Kazvin Mescid-i Haydariye Türbesi (XII. yy. ilk yarısı)1099ni örnek veren Dilaver, XIX. yy. a kadar bu tip mezar anıtlarına Anadolu’da rastlanılmamasına karşın, Konya ve Akşehir’de yoğunlaşan mescitlere örnek teşkil ettiğini belirtir1100. Bizim tespit edebildiğimiz kübik alt yapının kubbeyle örtülü olduğu en erken tarihli cami/mescit Barsiyan’daki Mescid-i Cuma (1100-1104)1101 dır. Anadolu’da toplam 27 adet tek kubbeli kübik mescit bulunmakta olup, bunların bazıları şunlardır: Konya Beşarebey (Ferhuniye) Mescidi (1213-1214), Konya Hacı Ferruh (Taş Mescid) (1215), Konya Erdemşah Mescidi (1220), Konya Şeker Furuş Mescidi (1220), Akşehir Altınkalem Mescidi (1223), Akşehir Ferruhşah Mescidi (1224), Akşehir Güdük Minare Mescidi (1227), Alanya Akşebe Sultan Mescidi (1230), Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi (1235), Konya Karatay Mescidi (1238), Konya Sırçalı Mescit (XIII. yy. ikinci yarısı), Harput Arap Baba Mescidi (1279-1280)1102. Dilaver, bu plan tipindeki binaların çoğunlukla müstakil binalar olduğunu belirtirken, aralarında külliyenin bir parçası şeklinde inşa edilenler bulunmasına karşın, yapıların ait oldukları yapı grubu bünyesi içinde planlanmadıklarını iddia eder. Ancak Sahip Ata’nın üç mescidi de külliye tertibi içinde düzenlenmiş olup, bunlardan Konya’daki (İnce Minareli) 1097 S.Dilaver, “Anadolu’daki Tek Kubbeli …”, s. 17-18. 1098 G.A.Pugachenkova, Puti Razvitia Arkhitekturui Yujnogo Turkmenistana, Moskova 1958, s.168 vd. 1099 A.U.Pope, A Survey of Persian Art: From Prehistoric Times to the Present, Vol 4, London, 1938– 39, s.313-316. 1100 Dilaver, a.g.m., s.17-18. 1101 A.Godard, L’Art de L’Iran, Paris 1962, s.341, 343, Fig.214. 1102 Anadolu’daki kubbeli kübik mescitlerin genel bir değerlendirme için bkz. M.Katoğlu, “13.Yüzyıl Konya’sında Bir Cami …”, s.81-100.; Dilaver, a.g.m. 451 Mescidinin günümüze ulaşabilmiş vakfiyesindeki ifadeler1103, Odun Pazarı karşısındaki Sahip Ata binalarının ortak bir tasarımın ürünü olduklarını ortaya koyar. Söz konusu yapı grubunu ait yapılardan Alanya-Akşebe Sultan Mescidi, Konya Beyhekim Mescidi ve Harput Arap Baba Mescidinde kubbeli harime türbe mekânının eklendiği görülür. Dilaver, türbe mekânı bulunan bu mescitler içinde Konya Sahip Ata Mescidi (Tahir İle Zühre Mescidi) ni de zikreder1104. Buna karşın yaptığımız tespitler sonucunda, mescidin türbe olarak nitelenen mekânının kriptasının olmadığı, burada mevcut sandukaların ise geç dönemde buraya getirildiği1105 anlaşılmıştır. Biz, külliyenin yıkılan diğer binası Dârü’l-Hüffaz’la birlikte değerlendirildiğinde bu mekânın fonksiyonuna dair daha doğru sonuçlara ulaşılabileceğini düşünmekteyiz. İster Konya Hacı Ferruh Mescidi veya Konya Beyhekim Mescidinde olduğu gibi kapalı, isterse Konya Sırçalı Mescit, Akşehir Sahip Ata Mescidi veya Konya Sahip Ata Mescidindeki gibi revak şeklinde olsun, bu gruba giren tüm yapılarda çoğunlukla tonozla örtülü bir giriş bölümü bulunur. Bazıları kapı açıklığının bulunduğu tarafa yerleştirilen ve tek veya birkaç bölümlü giriş mekânı1106, Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki mescitlerinde, ortadaki ayaktan köşelere atılmış kemerlerle iki bölümlü, Konya Çeşme Kapısındaki Mescidinde ise tonozla örtülü tek bir mekân şeklindedir. Söz konusu bölüm, Erken Osmanlı Dönemi Mescitlerindeki manasından ziyade, son cemaat yeri bölümü için 1103 “…birbirine bitişik bulunan Medrese ve Mescid ve Minarenin yararına vakfetti” (Bayram- Karabacak, a.g.m., s.39.) şeklinde ifade ortak bir tasarıma işaret eder niteliktedir. 1104 Dilaver, a.g.m., s.19. 1105 Konyalı, Konya Tarihi…”, s.517. 1106 Bu ön bölümü, Dilaver (a.g.m., s..20.), “giriş bölümü” şeklinde, Katoğlu (a.g.m., s.86.) ise önce “giriş holü”, sonra “son cemaat yeri” tabiriyle tanımlamış, ayrıca burayı, Önder’in “dehliz”, Konyalı ile Sarre’nin de “son cemaat yeri” biçiminde değerlendirdiklerini aktarmıştır. 452 öncü nitelik taşıyan bir giriş mekânıdır1107. Nitekim bu gruba ait çoğu mescidin giriş mekânında mihrap nişi bulunmayıp, Konya Mescidi gibi mihrap nişi var olan örneklerde ise yön, giriş mekânında saf oluşturmak için uygun değildir. Tahir İle Zühre ismiyle halk arasında tanınan binanın bu giriş bölümü geniş bir kemerle eyvan şeklinde dışarı açılmakta, mescit mekânına ise aslî halinde iki kemer gözüyle bağlanmaktadır. Binanın son onarımlar sonucunda bu giriş bölümünün dışarı bakan cephesine taşınan tuğla portal de, aslî halinde bugün mescide girilen kapının üzerinde yer almaktaydı1108. Akşehir ve Sahip Ata’nın medreseye bitişik Konya’daki diğer Mescidinde ise söz konusu giriş mekânına minare kapısı açılır. Akşehir’deki mescidin giriş bölümünün, güneyinde yer alan türbe eyvanının açılıyor olması, bu mekânların, namaz kılma eylemi için son derece elverişsiz bir tasarıma sahip olduklarını göstermektedir. Bazı yazarlar, Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki mescitlerinin de içinde bulunduğu bu plan tipine giren binalar için “Mahalle Mescidi” şeklindeki değerlendirmelerde1109 bulunmaktadır. Biz Sahip Ata Mescidini, inşa edildiği dönemde şehrin önemli mevkiini işgal eden külliyenin yapılarından biri olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu durum, kubbeli kübik mescitler şeklinde gruplanan yapıların asli durumlarını yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek bir sonuçtur. Bu tipe giren Konya Hoca Hasan, Sırçalı ve Zenburi Mescitlerinde görülen giriş bölümünün bir köşesinde yer alan ve kapısı bu mekâna açılan minare uygulamasına, Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki Mescitlerinde de rastlanır. Her iki yapıda da döneminin olgun iki minare örneği, mescitle birlikte, külliyelerin diğer binası olan 1107 1108 Karamağaralı, a.g.t., s.25., Dilaver, s.20. Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Mescidi başlıklı bölümüne. 1109 D.Kuban vd., a.g.e., s.151. 453 medreseyle aynı tasarımda yer almış olup, yatay karakterdeki ön cephe düzenlemesini düşey bir etkiyle dengelemişlerdir. Söz konusu iki yapı, bu hususiyetleri ile diğer kubbeli kübik mescitlerden ayrılmaktadır. Bu tip mescitlerdeki başka bir ortak benzerlik ise dönemin gelişmiş çini uygulamalarının izlendiği mihraplarıdır. Konya Beyhekim ve Sırçalı Mescitlerin çinili mihraplarının benzerlerine, Sahip Ata’nın Konya ve Akşehir’deki Mescitlerinde de rastlanır. Günümüze ulaşabilen bazı izler çininin, mihrap dışında son cemaat yerinde ve kubbe eteklerinde de kullanıldığını göstermektedir. Tuğla malzemenin ağırlıklı olarak kullanıldığı bu yapı grubuna ait yapılarda kubbeye genellikle Türk üçgenleriyle geçilmesi başka bir ortak özelliktir. Kubbe kasnaklarının akslara denk gelen bölümlerinde, sivri kemer biçimli sağır nişler ya da pencere açıklıkları bulunmaktadır. Sahip Ata’nın Kayseri’deki günümüze ulaşamayan mescidinin mimari özellikleri hakkında ne yazık ki bir bilgiye sahip değiliz1110. Sivas’taki Medresesinin giriş eyvanının güneyinde kalan mekân, medrese öğrencilerinin namaz kılması için inşa edilmişken, zamanla bir mahalle mescidi hüviyetini kazandığı, imam tayinlerine dair Osmanlı dönemi kayıtlardan1111 anlaşılabilmektedir. Medreseler, kuşkusuz Sahip Ata’nın inşa ettirdiği en görkemli yapılardır. Ünlü vezirin Akşehir, Konya, Kayseri ve Sivas’ta inşa ettirdiği dört medrese, Ortaçağ Eğitim yapıları içinde, gerek plan ve kütle itibariyle gerekse süslemeleriyle dikkat çekici hususiyetlere sahiptir. Söz konusu dört yapıdan, sadece Konya’da olanının ihtisas (Dârü’l Hadis) alanına dair bilgilerimiz1112 mevcuttur. Bu yapılardan, Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreseler, açık avlulu ve dört eyvanlı plan şemasına 1110 Mescitle ilgili ayrıntılı tartışma için bakınız bu çalışmanın Kayseri’deki Külliyesi bölümüne. 1111 Demirel, a.g.e., s.71. 1112 Söz konusu bina, Osmanlı dönemi tahrir defterlerinde “…medrese-i dârü’l-hadîs…” (bkz. Atçeken, a.g.e., s.252-253.) şeklinde anılmaktadır. 454 sahipken, Konya’daki Medresesi, kapalı avlulu tek eyvanlı bir plan düzenlemesiyle teşkil olunmuştur. İslam Mimarisi Eğitim Kurumlarının öncüsü olarak Nizamiye Medreseleri kabul edilmekle birlikte, bu yapının öncesinde de eğitim binalarının mevcut olduğu; nitekim Gazne Hükümdarı Sultan I.Mesud’un Nişapur’da birçok medrese inşa ettirdiği bilinmektedir1113. Godard’ın Hargird Nizamiyesi’nde gerçekleştirdiği kazılar, söz konusu yapının, ana akslara yerleştirilmiş birer eyvan ve bunların aralarına sıralanmış hücrelerde meydana geldiğini ortaya koymuştur1114. Medreseleri düzenli ve sistemli bir devlet teşekkülü haline gelmesini sağlayan Bağdat’taki Nizamiye Medresesi hakkında, son yıllarda yayınlanan ve devrin yazılı kaynaklarına dayanan bazı yayınlar vasıtasıyla daha fazla bilgi sahibiyiz. Söz konusu bina iki katlı ve en az iki eyvanlı olup, eyvanların aralarındaki odalar, kuttap (yazıcı), kütüphane, hamam depo, kiler ve öğrenci hücrelerini ihtiva etmekteydi1115. Büyük Selçuklulardan itibaren Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de bazı istisnalar dışında devam eden dört eyvanlı medrese şemasının orijinine dair 1113 Kuran, a.g.e., s.5. 1114 Kuran, a.g.e., s.6. 1115 M.Asad Talas (Çev. S.Cihan), (Nizamiye Medresesi ve İslâm’da Eğitim-Öğretim, Samsun 2000, s.41–46.), devrin İbn Esir ve Makrızi ve İbn Hallikan gibi yazılı kaynakları dışında, Nizamiye Medresesinin planı esas alınarak 1357 yılında yaptırılan Mercan bin Abdullah’ın medresesine dayanarak Nizamiye Medresesi hakkında şu bilgileri verir: Bağdat’taki Dicle’nin doğu kenarındaki, şehrin en büyük çarşılarından biri olan Suk’s-Selâse’nin yakınlarında bulunan ve 10.12.1067 tarihinde açılış yapılan bina, iki katlı, alt katta girerken sağda iki odaya sahip olup, birincisi kûttap olarak kullanılırdı. Daha sonra kuyunun solunda esas salon ve kurucusunun mezarı, üst kata çıkan merdiven, uzun bir galeri, kütüphane olarak kullanılan bir oda ve diğerleri de pansiyonerlere ayrılmıştı. Dersler, pansiyonerlere salon da veriliyordu. Kare şeklinde ve büyük bir bahçe ile çevrili olan Nizamiye’nin birçok geniş konferans salonları ve dershaneleri, depo erzak kileri olarak kullanılan odaları ve zemin katta bir hamamı ve bir de mutfağı vardı. Bir de minaresi bulunduğu belirtilen binanın, kapıdan sonra bir giriş eyvanına sahip olduğu ve bu eyvanın 1930 lu yıllara kadar minareyle beraber mevcut olduğu yayındaki ifadelerden anlaşılmaktadır. 455 farklı görüşler ileri sürülmüştür1116. Anadolu Selçuklu Medreseleri daha çok açık avlulu olmak üzere kapalı ve açık avlulu başlıca iki şekilde tasarlanmıştır. Açık avlulu medreselerde, avlu iki, üç veya dört yönden revaklarla kuşatılmış olup, genellikle ana akslara yerleştirilmiş eyvanlar yerleştirilmiştir. Bu gruba giren binaların genellikle giriş açıklığının karşısına denk gelen eyvanı, yazlık dershane işlevi taşırdı. Mekân ve revaklar çoğunlukla tonoz örtülüydüler1117. İçinde Sahip Ata’nın Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreselerinin de yer aldığı bu gruba ait bazı binalar şunlardır: Seyitgazi/Battal Gazi Medresesi (1207–8 ?), Kayseri Seraceddin Medresesi (1238–9), Antalya İmaret Medresesi (XIII. yy.ın ilk yarısı), Kayseri Avgunu Medresesi (XIII. yy.ın ilk yarısı)1118. Tek katlı bu binaların dışında kısmen veya tamamen iki katlı açık avlulu medreseler ise şunlardır: Sivas Buruciye Medresesi (1271), Sivas Çifte Minareli Medrese (1271)1119, Erzurum Çifte Minareli Medrese (1290–95)1120. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinin de kısmen veya tamamen iki katlı olduğu yolunda iddialar bulunmakla birlikte, yaptığımız tespitler1121 binanın tek katlı inşa edildiğini, kuşatma duvarlarının tonoz seviyelerini de aşan yüksekliklerinin ise, binayı daha görkemli göstermek amacıyla tasarlandığını 1116 Dört eyvanlı medrese şemasının orijini Van Berchem Suriye, Mezopotamya ve Kalde’de arar, bkz. Kuran, a.g.e., s.6.; Creswell, şemanın Ortaçağ Kahire Evlerinden alındığını belirtir, bkz. K.A.Creswell, The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1959, s.120.; Godard, şemanın menşeini Horasan evlerinde arar ve medreselerdeki her eyvanın bir mezhebe ayrıldığını ifade eder, bkz. A.Godárd, “Origine de la Madrasa, de la Mosguée et du Caravansérail á QuatreIwans”, Ars Islamica, C.XV-XVI, 1951, s.1-9., Kuran (a.g.e., s.7-10.) Kahire evlerinin iki eyvanlı olduğunu, Horasan Evlerinin ise ancak kapalı avlulu medreselere öncülük yapabileceğini belirterek, açık avlulu medreselerin menşeinin Budist Vihara’larına dayandığını ifade etmektedir. 1117 Açık Avlulu medreseler için ayrıntılı bilgi için bkz. Kuran, a.g.e., Sözen, a.g.e. 1118 Sözen, a.g.e., s.6-33. 1119 Sözen, a.g.e., s.49-58. 1120 Karamağaralı, “Erzurum Hatuniye…” 1121 Sivas Sahip Ata Medresesinin üst katı konusundaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas Sahip Ata Külliyesi bölümüne. 456 ortaya koymuştur. Avlu, üç Sahip Ata Medresesinde de boyuna dikdörtgen biçimli olup, Sivas ve Akşehir’deki Medreselerde iki yandan, Kayseri’deki Medresede ise ana eyvanın olduğu kenar hariç üç yönden revaklarla sınırlanmıştır. Genellikle spolia sütun ve sütun başlıklarına (özellikle Sivas ve Akşehir’deki Medreselerde) oturan revak kemerlerinin, yan eyvanlara denk gelen gözleri daha geniştir. Sahip Ata Medreselerinde portal, ana eyvan ve avlu aynı aks üzerinde yer alır. Sivas ve Kayseri’deki Medreselerde, yine bu aks üzerinde yer almak üzere bir havuzun bulunduğu dikkati çeker. Sivas Sahip Ata Medresesinin avlusunun ortasında altıgen ve muhdes olduğu anlaşılan bir havuz yer alır. Ancak yıkık ana eyvanın taşları arasında bulunan ve Y.Önge1122 tarafından tamamlanarak restitüsyon önerisi ile bilim dünyasına tanıtılan orijinal havuzun, bu haliyle Anadolulu Selçuklu döneminin en büyük havuzu olma özelliğini taşıdığı anlaşılmıştır. Poligonal ve yirmiiki köşeli1123 havuz, dıştan 5.60 m., içten 5.04 m. çapında ve dış kenarları 56.5 cm., iç kenarı ise 42 cm. yüksekliğindedir. Havuzun 80 cm. genişliğindeki her bir yüzü iki parçadan oluşmakta ve köşelerden itibaren de yarım aks daha uzamaktadır. Taşların üst kenarlarındaki izler, bu parçaların demir kenetlerle birbirine bağlandığını göstermektedir. İç yüzde ters stalâktit dilimleri dışta da daha sade bir şekilde üçgen prizma ve silindirik dilimler halinde tekrarlanmaktadır. Dış yüzlerin alt hizalarındaki izler havuzun etrafında bir seki döşemesinin olduğunu göstermektedir1124. Anadolu’da avlu ortasında havuzu bulunan medreselere örnek olarak Diyarbakır Zinciriye (1198), Isparta Atabey Ertokuş (1224), Divriği Dârüşşifası (1229), Konya 1122 Y.Önge, “…En Büyük Selçuklu Havuzu”, s.16, 25. 1123 Y.Kahya vd, ( “Sivas Gök Medrese ….”, s.449.) yaptıkları restitüsyon önerisinde havuzun içten onikigen dıştan yirmidörtgen biçime daha uygun olduğunu belirtmektedirler. 1124 Bilget, a.g.e., s.11. 457 Karatay (1251) ve Sahip Ata Medresesi verilebilir1125. Kayseri’deki Medresenin avlusunda bulunan mevcut havuz, muhdestir. Açık avlulu Sahip Ata Medreseleri içinde avlu döşemesine dair bilgi edinebildiğimiz yapı Sivas’taki medresedir. Burada yapılan sondaj ve temizlik çalışmalarında1126 avlunun sal taşlarıyla döşendiği anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın açık avlulu medreselerinin ana eyvan cephelerinde, portaldeki kompozisyonun benzeri süsleme bordürlerinin yer aldığı görülür. Her ne kadar Sivas’takini yıkılması sebebiyle izleyemesek de, Sahip Ata Medreselerinde, ana eyvana avlu kotundan birkaç basamakla ulaşılmaktaydı. Söz konusu yapıların ana eyvanlarında mihrap nişi görülmez ve orijinalinde bina dışına açılan pencere gibi bir açıklığa sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Ana eyvanın iki yanında yer alan mekânlar, Akşehir ve Sivas’taki Medreselerde büyük ölçüde tahrip olmuşken Kayseri’deki Sahip Ata Medresesinde geç dönem müdahalesiyle aslî özelliklerini kaybettiği dikkati çeker. Kazılar neticesinde Sivas’taki binanın ana eyvanın kuzeyindeki mekâna dar dikdörtgen bir aralıktan girildiği anlaşılmıştır. Tuncer, kare planlı mekânın içinde bir yüzü mozaik çinilerle kaplı tuğla bir kalıntıya rastlamış, bu kalıntının sanduka tabanı olduğunu, dolayısıyla, mekânın da türbe fonksiyonu taşıdığını ileri sürmüştür1127. Ana eyvanın güneyindeki mekân ise bölüntüsüz enine dikdörtgen bir mekândır ve örtü sistemine dair herhangi bir ize rastlanmamıştır. Kayseri’deki Medresenin ana eyvanın iki yanındaki mekânlardan, batıda olanı tromplarla geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Doğudaki ise ortaya yakın bir bölüme doğu-batı yönlü atılmış takviye kemeriyle ikiye bölünmüş, kuzey-güney doğrultulu sivri beşik tonoz örtüye sahiptir. Akşehir’deki Medresenin ana eyvanın iki yanındaki 1125 Söz konusu örnekler için bkz. Kuran, a.g.e. 1126 Bilget, “Sivas Gök Medrese ….”, s.610, Resim 7. 1127 Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese …”, s. 126. 458 odalar yıkılmış ve aslî durumlarına ilişkin bir bilgi günümüze ulaşamamıştır. Yan eyvanlar akslarda yer alıp, eşit genişliktedir. Akşehir’deki Medresenin güney eyvanı bugün bir oda ölçüsündedir, ancak bu durumun daha sonraki bir müdahaleyle meydana geldiği rahatlıkla söylenebilir1128. Sahip Ata’nın Kayseri ve Sivas’taki Medreselerinde, avluya iki, üç veya dört münferit kapı ile açılan ancak tek tonozla örtülü birimler dikkati çeker. Kayseri’deki binanın doğu ve batı eyvanlarının her iki yanında; Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin ise güney eyvanının batısı ve kuzey eyvanının doğusundaki mekânlar bu şekilde bir düzenlemeyle günümüze ulaşmıştır. Ancak gerek Kayseri1129, gerekse Sivas’taki1130 Medresede daha önce gerçekleştirilen sondajların sonuçları ve bizim yerinde yaptığımız tespitler, bu mekânların aslî durumunda, her birinin, avluya ayrı kapıyla açılan, bağımsız mekânlar halinde tasarlandıklarını ortaya koymuştur. Sahip Ata’nın gerek açık gerekse kapalı avlulu medreseleri, ayrıca Konya’daki Hânkahında görülen ortak bir hususiyet oda kapılarıdır. Muhtelif kemer biçimlerine sahip boyuna dikdörtgen kapı kuruluşlarıyla aynı aksta, üstte, sivri kemer biçimli pencere açıklıkları yer alır. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinde kapı ve üstündeki pencere, en dışta, üç yönden bir süsleme bordürüyle kuşatılmıştır. Ayrıca kapının üzerinde, ayet veya hadis içerikli bir yazıtın yer aldığı görülür. Pencere alınlıkları Konya Sahip Ata Medresesi ve Hânkahında olduğu gibi bazen mozaik çinilerle süslüdür. Sivas’ta da bazı kapı açıklarında çini kalıntılarının bulunuyor olması, birçok müdahaleye maruz kalan binanın kapı ve yukarısındaki pencerelerinde çini süslemenin kullanıldığı göstermektedir. Akşehir ve Kayseri’deki binaların oda kapıları son onarımlar sırasında değişmiş olsa bile, eski 1128 Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Akşehir’deki Külliyesi bölümüne. 1129 Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Kayseri Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne. 1130 Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas’taki Külliyesi bölümüne. 459 fotoğraflarından, aslî halinde, boyuna dikdörtgen bir kapı ve onunla aynı aksta olmak üzere üstündeki pencereden müteşekkil bir düzenlemenin varlığı tespit edilebilmektedir. Bu türlü kapı düzenlemesine Bosra Gümüştekin Medresesi (1135– 1136)1131, Atabey Ertokuş Medresesi (1224)1132, Afyon Çay Taş Medresesi (1278)1133 gibi örneklerde rastlamaktayız. Odalarda ocak nişi sadece Akşehir’deki Medrese görülür ki, bunlarında muhdes olduğu form ve biçimlerinden anlaşılabilmektedir. Sahip Ata Medreselerinde fonksiyonu tespit edilebilen mekân çok azdır. Sivas’taki Medresenin giriş eyvanının iki yanındaki mekânların kapılarındaki yazıtlardan, güneydekinin Mescit, kuzeydekinin Dârü’l-Kurrâ olduğu tespit edilebilmektedir. Kare planlı ve kubbeyle örtülü her iki mekânda kubbeye geçişler, yelpaze biçimli pandantiflerle sağlanmış olup, kubbe kasnaklarının akslara denk gelen bölümlerine sivri kemerli sağır nişler yerleştirilmiştir. Her iki mekânda, giriş cephesine ve avluya birer pencereyle açılmakta, batı duvarlarındaki kapılar vasıtasıyla minarelere ulaşılabilmektedir. Anadolu Selçuklu Mimarisinin en seçkin çini örneklerinin görüldüğü mescidin mihrabı, özgün halini büyük ölçüde korurken, ahşap minberi geç dönem ilavesidir. İmam tayini ile ilgili XVIII. Yüzyıla ait resmi bir kayıt1134, mescidin o tarihlerde vakit namazları dışında Cuma namazlarının da kılınabildiği bir mahalle mescidi hüviyeti kazandığını ortaya koymaktadır. Akşehir’deki Medresenin güneybatı köşesinde yer alan ve ön cepheye bağımsız bir kapı ile açılan mekân, bazı araştırmacılar tarafından Dârü’l-Kurrâ olarak isimlendirilmiştir1135. Mekânın ön cepheye açılan kapısı, bilinmeyen bir tarihte doldurularak kapatılmış, örtüsü ise 1131 Kuran, a.g.e., Resim 1. 1132 Kuran, a.g.e., Resim 84. 1133 Kuran, a.g.e., Resim 126. 1134 M.Erdoğan, a.g.m., s. 164, 187. 1135 Kuran, a.g.e., s.82. Demiralp ise (a.g.e., s.57.) bu mekânın sonradan eklenmiş ve Osmanlı dönemi kayıtlarından itibaren Dar’ul-Kurrâ olarak zikredilen bir yer olduğunu belirtmektedir 460 yıkılmıştır. Son yıllarda gerçekleştirilen kazılar1136 Sivas’taki Medresenin kuzeybatı köşesindeki mekânın, abdesthane olduğunu ortaya koymuştur. Mekânın, kuzeyden güneye doğru ¾ ünü kaplayan taş platform, birbirinden taş bloklarla ayrılmış dört kabin ile biri batı duvarına ulaşan, diğeri kabinlerin önünden dolaşarak kuzey bölümünden tahliye olduğu anlaşılan iki bağımsız su kanalından teşekkül etmektedir. Bu platform, zeminden1137 her biri yaklaşık 20 cm. yüksekliğindeki iki kademe halinde yükseltilmiştir. Buradaki iki farklı kanaldan birinin temiz su, diğerinin pis su kanalı işlevini gördüğü anlaşılmaktadır. Nitekim kazı çalışmaları da, temiz suyun, mekâna batı yönden bitişik olan çeşme tarafından gelerek, buradan kuzeye yöneldiğini ortaya koymuştur. Tuncer ve Kahya1138, pis su kanalını kuzeydeki kabinlerin önünden geçen bölüm olarak belirlemiştir. Henüz musluğun gündelik yaşama girmediği bir dönemde, mekândaki her kabinde, sürekli akan bir temizlenme suyu savağının bulunuyor olması, abdesthanenin temiz su ve pis su kanallarıyla iyi çözülmüş bir tasarıma sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Abdesthane mekânı bulunan Anadolu’daki diğer medreseler, Diyarbakır Zinciriye Medresesi (1191)1139 ve Sinop Süleyman Pervane Medresesi1140dir. Tuvalet’in her üç binada da giriş bölümündeki büyük mekânlardan birinde yer aldığı görülmektedir. Akşehir’deki Medresenin kuzey eyvanının batısında yer alan mekân türbe mekânıdır. Batısında bulunan eyvanın, doğu duvarındaki kapıdan kriptasına geçilen türbe, kare planlı ve kubbeli bir mekândır. Türbenin içinde herhangi bir sanduka veya mezar bulunmamaktadır. Sivas’taki binanın kuzeydoğu köşesinde yer alan ve dar 1136 Tuncer, “Sahip Ata…”, s.125.; Kahya vd., a.g.m., s.447. 1137 Tuncer, a.g.m., s.125. 1138 Tuncer, a.g.m., s.125.; Kahya vd., a.g.m., s.447. 1139 Kuran, a.g.e., s.28-30. 1140 Kuran, a.g.e., s.86-88. 461 dikdörtgen bir aralıktan girilen mekânda, içinde bir yüzü mozaik çinilerle kaplı tuğla bir kalıntıya rastlanmıştır. Tuncer, bu kalıntının sanduka tabanı olduğunu, mekânın da türbe olduğunu iddia etmiştir1141. Sahip Ata’nın kapalı avlulu tek medresesi Konya’daki binadır. Bina, kubbeli avlunun her iki yanına sıralanmış dörder mekân ve binadan taşıntı yapan portalle aynı aks üzerindeki ana eyvandan müteşekkildir(Çizim:21). Bugün, portalin kuzeyinde bulunan mekân muhdestir. Ana eyvanın iki yanındaki mekânın kubbeli ve kare planlı olduğu tespit edilebilmektedir1142. Kitabesi bulunmayan bina, 1261–1262 tarihlerinde inşa edilmiştir1143. Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde tek katlı, tek veya iki eyvanlı kapalı avlulu medreseler şunlardır: Konya Ali Gav Medresesi (XIII. yy. ilk çeyreği), Afyon Boyalıköy-Sincanlı Medresesi (XIII. yy. ilk yarısı), Atabey Ertokuş Medresesi (1224), Konya Karatay Medresesi (1251–52), Afyon Çay Taş Medresesi (1278–79)1144. Kuran, XIII. yy.ın ilk yarısına ait Boyalıköy, Ali Gav ve Ertokuş Medreselerinin kapalı avlulu medreseler içinde ilk alt grubu oluşturduğunu belirterek, bu gruba ait binalarda kubbenin duvarlar yerine kolonlar üzerinde yükseldiği, ana eyvanın iki yanında kare hacimler bulunduğunu, ayrıca bu binaların, portal, bir hol ve hole bağlı ön odalardan müteşekkil ilk bölüm ve gerisindeki medresenin eyvan ve avlu gibi diğer ünitelerini içeren iki ayrı kısımdan teşekkül ettiğini ifade etmektedir1145. Kuran bu binaların ön bölümündeki odaların aşhane gibi bir işlev taşımış olabileceğini belirtir. Yazar, yüzyılın ikinci yarısına ait binalardan Konya Karatay, Sahip Ata, Afyon Çay Taş Medreselerinin ise ikinci alt grubunu 1141 Tuncer, a.g.m., s.126. 1142 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne. 1143 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne. 1144 Kuran, a.g.e., s.44-59. 1145 Kuran, a.g.e., s.60. 462 ihtiva ettiğini belirterek, ortak hususiyetlerinin yarım-küre biçimli kubbeler olduğunu, kubbelerin de yelpaze biçimli pandantiflere oturduğunu ifade etmiştir1146. Karatay Medresesi dışındaki binalar simetrik planlı olup, bu binada, portal ana eyvanın ekseninde değil, köşededir. Kubbe yüzeyinin çeşitli geometrik örgüler teşkil edecek şekilde sırlı tuğlalarla süslenmesi, öğrenci odalarının yukarısında pencereyi de ihtiva eden kapı düzenlemesi ve bu kapıların üzerindeki pencere alınlıklarında yer alan çini mozaik süsleme, bu üç yapıda görülen ortak hususiyetlerdir. Kare planlı havuz, portal ve ana eyvanla aynı aks üzerinde yer almakta olup, kubbenin muhdes aydınlık fenerinin de tam düşey aksında bulunmaktadır. Bugün muhdes bir fıskiyesi bulunan havuzun, son onarımlar neticesinde batı eyvanının zeminin altından geçerek ulaşan suyolu ortaya çıkartılarak üzeri camekânla kapatılmış ve koruma altına alınmıştır. Havuzun benzer örnekleri olarak Diyarbakır Zinciriye (1198), Isparta Atabey Ertokuş (1224), Divriği Dârüşşifası (1229), Konya Karatay (1251) ve Sivas Sahip Ata Medresesi verilebilir1147. Hânkah, Sahip Ata’nın yaptırdığı ve günümüze ulaşabilen tek tarikat yapısı Konya’daki Hânkah’tır. Kitabesinde 1269–70 yıllarında yaptırılan ve “…Allah’ın Sâlih kullarına menzil ve sûffa ehli müttâki kullarına mesken olmak için…” inşa ettirildiği yazılı bina, dönemin tekke ve hânkahlarının en simetriği ve büyüğü1148 olarak dikkati çekmektedir. Dikdörtgen plana sahip binanın ön cephesinde dükkân olduğu anlaşılan eş derinlikte beş niş yer almakta olup, kapıdan sonra uzun tonozlu bir koridora girilmektedir(Çizim:13). Koridorun iki yanında simetrik olarak yerleştirilmiş, ancak günümüze temel seviyesinde izleri ulaşabilmiş mekânlar yer 1146 Kuran, a.g.e., s.62-63. 1147 Söz konusu örnekler için bkz. Kuran, a.g.e. 1148 Y.Önge, “…Sahip Ata Hânkahı”, s. 285. 463 alır. Koridor bir kapıyla kubbeli avluya açılmaktadır. Ortasında bir havuz buluna merkezdeki avlunun ana akslarında –doğudaki giriş koridoru olmak üzere- üç eyvan yer almakta olup, aksiyal eyvanların arasında kalan, pahlanmış köşelerden, üstünde sivri kemerli birer pencereye sahip kapılarla girilen ve mevcut izlerden kubbe veya tonozla örtülü olduğu anlaşılan1149 mekânlar bulunmaktadır. Eyvanlardan kuzeyde olanının diğerlerine göre derinliği daha azdır ki, bu durumun türbenin yerleştirilmesi sırasında teşekkül ettiği açıktır. Türbenin doğusundaki koridor birer kapı vasıtasıyla cami ve hânkaha açılmakta olup, böylece cami-türbe, türbe-hânkah bağlantısını sağlamaktadır. Güney eyvanının duvarına yerleştirilmiş olan mihrap dönemine ait olmayıp sonradan, muhtemelen XVI. yy.dan sonra1150 ilave edilmiş olmalıdır. Tıpkı Konya Sahip Ata Medresesinde olduğu gibi giriş aksında ve kubbe aydınlık fenerinin düşey aksında yer alan havuz sekizgen planlıdır ve kazılar neticesinde toprak künkler vasıtasıyla batı eyvanından buraya su getirildiği anlaşılmaktadır. Anadolu’daki tarikat yapılarının Orta Asya konut tipinden geliştiğini belirten Tanman-Parlak, yapıların tasarımında, iklim özelliklerinin önemli tesiri olduğunu, Mısır ve Suriye’de açık avlulu örneklerin kapalı avlulu örnekler kadar bulunduğunu, buna karşın Orta Asya tarikat yapılarında, kapalı avlulu-eyvanlı tasarımın hâkim olduğunu ifade etmiştir1151. Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi Tarikat yapılarını beş grup halinde incelenebilir. Bunlar içinde en yoğun grubu içinde Sahip Ata Hânkahının da bulunduğu kapalı avlulu eyvanlı tip oluşturmaktadır. Bu gruba giren tarikat yapılarından bazıları şunlardır: Konya-Ilgın Dediği Dede Tekkesi (1180), Konya Ali Gav Zaviyesi (XII. yy. başı- XIII. yy. sonu), Afyon Boyalıköy-Sincanlı Hânkahı 1149 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne. 1150 Önge, a.g.m., s.284. Ayrıca bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne. 1151 B.Tanman-S.Parlak, “Tarikat Yapıları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı (Mimarlık ve Sanat) 2, Ankara 2006, s.391–419 (391–392). 464 (XIII. yy. ilk çeyreği), Kayseri Şeyh Turesan Zaviyesi (1236–46), Tokat Ebu Şems Hânkahı (1288), Tokat Hoca Sünbül Baba Zaviyesi (1291–92), Tokat Halef Gazi Hânkahı (1291–92), Niksar Çöreği Büyük Tekkesi (XIII. yy. sonu- XIV. yy. başı)1152. Bunlar içinde Niksar’daki Çöreği Büyük Tekkesi ortasında havuzu bulunan kubbeli merkezi avluya, üç yönden açılan eyvanlardan müteşekkil planıyla, Sahip Ata Hânkahına en yakın örnektir. Tokat Gök Medrese’nin yakınlarında bulunan ve hânkah olabileceği belirtilen bir kalıntı ise kubbeyle örtülü merkezi avluya açılan dört eyvan ve bunların aralarındaki köşe odalarından müteşekkildir1153. Sahip Ata Hânkahı, simetrik tasarımı, birbirinden farklı zamanda inşa edilmesine karşın, türbehânkah ilişkisinin aynı plan içinde doğru bir şekilde çözülmüş olması ve büyük ölçüleriyle dikkat çekicidir. Yapının belirli bir tarikat ehli için yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Lale devrine ait Şer’iyye Sicil kayıtlarından binanın, Halvetî tekkesi olarak kullanıldığını bilmekteyiz1154. Aynı Şer’iyye Sicil kaydında diğer görevlilerden başka binada, “ders-i âm atamalarının” da yapıldığının belirtilmesi, yapıda, üst düzey müderrisler tarafından ders okutulduğunu göstermektedir1155. Anadolu’nun XIII. yüzyıldaki sosyal hayatına, ikinci yarısından itibaren tarikat liderlerinin ve dini camianın tesiri büyük olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rûmî, Sadreddin Konevî, Hacı Bektaş-ı Veli gibi dini liderlerin yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerek saray ve çevresinde, gerekse kamuoyu üzerindeki etkisi artmıştır. Günümüze ulaşan tarikat yapıların büyük kısmının yüzyılın ikinci yarısına ait olması, emir ve vezirlerin, dini liderlerin bu gücünden faydalanmak isteğini düşündürmektedir. Dönemin kudretli veziri Sahip Ata’nın da bu bağlamda, hem 1152 Tanman-Parlak, a.g.m. 1153 Aynı yer. 1154 Y.Küçükdağ, a.g.t., s.68 1155 Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68. 465 Konya’daki Hânkahı, hem de Sivas’ta günümüze ulaşamayan Darü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu) ile tarikat mensupları için bina inşa ettirdiği ortaya çıkmaktadır. Hamam, Sahip Ata’nın günümüze ulaşabilen tek hamamı, Konya’da Larende Kapısı karşısındaki külliyesine dâhil binadır. Binanın inşa tarihi bilinmemekle birlikte, 1272 tarihli Cacabey Vakfiyesinde zikredilmesi, bu tarihten önce, bizim tahminimize göre külliyenin Hânkahı ile birlikte 1269–70 tarihlerinde inşa edilmiş olmalıdır1156. Çifte hamam şeklinde tertiplenmiş bina, aradaki ortak duvar boyunca ve her iki kısımda ardı ardına sıralan soyunmalık, aralık, soğukluk ve sıcaklık mekânlarıyla, bunların sonunda da ortak olarak yer alan sıcak su deposu ve külhandan ibarettir (Çizim:17). Tarihi bilinen en eski çifte hamam Kayseri Külük ve Sultan Hamamlarıdır. Ancak bu yapılar harap durumda oldukları için plan ve kompozisyonları net olarak bilinememektedir. Kayseri Huant Hatun Hamamı (1235– 38)1157, Tokat Pervane (1275)1158 ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamı (1295–96)1159 çifte hamam şeklinde tertiplenmiş Anadolu’daki diğer örneklerdir. Bu yapılar içinde, Sahip Ata Hamamı, her iki kısmın birbirine eşit ve simetrik tutulduğu plan şemasına sahip tek örnektir1160. S.Eyice, sıcaklık ve halvet hücrelerini dikkate alan tipolojisinde hamamları altı sınıfta incelemiştir1161. Sahip Ata Hamamı, Eyice’nin, Haçvârî dört eyvanlı ve köşe hücreli tip olarak isimlendirdiği, kubbeyle örtülü merkezî bir mekân etrafında aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların 1156 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hamamı bölümüne. 1157 H.Karamağaralı, “Hunad Câmiinin …”, s.213–216. 1158 Önge, …Hamamları, s.246. 1159 Önge, a.g.e., s.262. 1160 B.Erhat, “Hamamlar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.457–465 (459). 1161 S.Eyice, “İznik’de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, C.XI, S.15, İstanbul 1960, s.99–119 (108–109). 466 aralarındaki köşe halvetlerinden meydana gelen şemaya sahip hamamlar grubuna dâhildir. Bu şemaya sahip diğer Anadolu Selçuklu dönemi hamamları için, Ani Menuçehr (1064–1110)1162, Mardin Sitti Radviyye (1176–1185)1163, Divriği Bekir Çavuş (1228)1164, Kayseri Huant (1235–38)1165, Mardin Yeni Kapı (1258– 1285/86)1166 ve Beyşehir Eşrefoğlu (1295–96)1167 Hamamları zikredilebilir. Kare planlı ve ahşap tavanlı soyunmalık mekânlarının en erken tarihli örneği Sahip Ata Hamamı’dır. Binada 1956–62 yıllarında gerçekleştirilen onarımlar sırasında bu ahşap direkler kaldırılarak yerlerine bugünkü betonarme örtü konmuştur. Bu tipteki soyunmalık mekânları, Tokat Pervane ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamlarında görülmektedir. Sahip Ata Hamamının aralık mekânı bitişiğindeki helâ, ayrı örtüler taşıyan bitişik iki hacim şeklinde tasarlanması açısından Kayseri Huant Hamamı (Erkekler Kısmı), Tokat Pervane Hamamı ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamıyla benzerlik göstermektedir. Yıkanmaktan ziyade dinlenme ve bekleme yeri olarak kullanıldığı anlaşılan soğukluk mekânının en büyük ölçülerde olan örnekleri Sahip Ata ve Eşrefoğlu Hamamlarıdır. Kubbeyle örtü merkezî bir mekân etrafında aksiyal bir şekilde tertiplenmiş sivri beşik tonoz örtülü eyvan ve köşe halvetlerden müteşekkil sıcaklık mekânının benzerine, Ani’deki Hamamlar, Mardin Sitti Radiveyye, Yeni Kapı, Divriği Bekir Çavuş, Kayseri Huant, Tokat Pervane ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamlarında rastlanmaktadır. Orijinal örtüsü belli olmasına karşın sivri beşik tonoz örtüye sahip olduğu anlaşılan külhan, erkek ve kadınlar kısmı sıcaklığının batısında yer alır. Zemini su deposu hizasında olup, cehennemlik 1162 Önge, a.g.e., s.112. 1163 Önge, a.g.e., s.122. 1164 Önge, a.g.e., s.179. 1165 Karamağaralı, a.g.m., s.213-216. 1166 Önge, a.g.e., s.249. 1167 Önge, a.g.e., s.262. 467 seviyesindeki ocak ağzının açıldığı kısma basamaklarla inilir. Erkekler ve kadınlar kısmı sıcaklıkları boyunca uzanan su deposu tonoz sırtına açılmış tepe ışıklıklarıyla aydınlatılmıştır. Sahip Ata Hamamının pis sularının toplayan kanal binanın batısında yakın tarihlere kadar mevcuttu1168. Hamamın su ihtiyacının ise Meram’daki Çay’dan Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen bir kanal vasıtasıyla temin edildiği bilinmektedir1169. Bina XIX. yüzyılda soğukluk ve sıcaklık kısımlarına yapılan eklemelerle, keçehane olarak kullanılmış1170, 1960’lı yıllardaki onarımlarda, bu eklemeler kaldırılarak bugünkü durumuna kavuşmuştur. Sahip Ata Hamamının, 1295–96 tarihli Beyşehir Eşrefoğlu Hamamıyla plan açısından benzerliği dikkat çekicidir. Eşrefoğlu Camisinin, Konya Sahip Ata Camisi ile olan plan ve süsleme benzerlikleri de dikkate alınırsa, bu yakınlığın, külliyenin diğer yapılarını da kapsadığı ortaya çıkmaktadır. Kaplıca, Sahip Ata’nın eski bir yapı bakiyesi üzerine inşa ettirdiği 1267 tarihli kaplıca, Selçuklu döneminde “sıcak su” anlamındaki “Ab-ı Germ” ismiyle tanınan, Konya’nın Ilgın ilçesinde yer almaktadır. Sahip Ata Kaplıcasında yer yer görülen devşirme malzeme, binanın Antik dönemden kalan bir yapı üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Bugün nerede olduğu bilinmeyen ancak daha önce okunup yayınlanmış olan bir kitabe, 1236 yılında Cemaleddin isminde bir kişi tarafından inşa ettirilmiş binanın, 1267 tarihinde Sahip Ata tarafından yeniden yaptırıldığını ortaya koymaktadır. Nitekim bugün, Sahip Ata’nın kitabesiyle, üzerinde bulunduğu portalin birbiriyle uyuşmayan, intizamsız şekli bu duruma işaret etmektedir1171. Ayrıca gerek 1168 Uğur-Koman, a.g.e., s.77. 1169 Aynı yer. 1170 Önge, a.g.e., s.230-231. 1171 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Ilgın Sahip Ata Kaplıcası bölümüne. 468 Selçuklu gerekse Osmanlı dönemine ait kayıtlar1172, yapının Alâeddin Keykubat dönemine aidiyetini vurgulamaktadır. Kaplıca, orijinalinde günümüze ulaşamayan han ile birlikte külliye düzeni şeklinde tertiplenmiştir. Binanın 1838 ve 1909 yıllarındaki onarımları sırasında, güneydeki erkekler kısmı ilave edilmiştir. Selçuklu döneminden kalan orijinal kaplıca, kare planlı soyunmalık ve sıcaklık kısımlarıyla bunların batısında yer alan su deposundan ibarettir(Çizim:31). Bina, Selçuklu döneminden kalan Kütahya Yoncalı Kaplıcası (1233)1173 ve Samsun Havza Eski Kaplıca (1266–1267)1174 da olduğu gibi havuzlu ve sıcaklık kısımlarından oluşan iki bölüm halinde, basit bir planlamaya sahiptir. Bu yapılarda, soyunmalık kısmından arada bir mekân olmaksızın doğrudan havuzlu sıcaklık kısmına geçilmektedir. Bu anlamda, hamamlarda görülen ılıklık ve soğukluk gibi ara mekânlara kaplıcalarda rastlanılmaz. Ayrıca bu binalar, doğal sıcak sularla beslendikleri için hamamlarda görülen külhan, odunluk, cehennemlik gibi bölümlerde bulunmaz1175. Binanın kuzeyinde olduğu anlaşılan günümüze ulaşamayan hanın, kaplıcaya gelen hastaların barınması için tesis edildiği anlaşılmaktadır. Kervansaray, Sahip Ata’nın 1249 yılında yaptırdığı ilk eseri olan bugünkü İshaklı ilçe merkezindeki kervansaray, ünlü vezirin kültür hayatımıza kazandırdığı eserler arasında günümüze ulaşabilen tek han binasıdır. Afyon-Akşehir yolunun 28. kilometresinde yer alan bina, Anadolu Selçuklu döneminde Konya’yı Afyon’a, oradan da Kütahya ve Bursa yoluyla İstanbul’a bağlayan kervan yolu üzerinde yer 1172 Evliya Çelebi, a.g.e., 3. Kitap, s.15., Katip Çelebi, a.g.e., s.619. Hem Evliya hem Katip Çelebi, I.Keykubat’ın yakalandığı nikriz hastalığının şifalı sularla tedavi olması dolayısıyla burada bir kaplıca yaptırdığını belirtirler. Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) ise Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu kaplıcaya sık sık geldiğini ifade etmektedir. 1173 Önge, a.g.e., s.274. 1174 Erhat, a.g.m., s.464. 1175 Aynı yer. 469 almaktaydı1176(Harita:1). Ahır ve avlu olmak üzere iki kısımdan müteşekkil han, yakın tarihlere kadar ayakta olan kuzeybatısındaki hamamla birlikte inşa edilmiştir(Çizim:4). Ortasında akstan 20° güneye kaydırılmış vaziyette bir köşk mescidi bulunan avlunun, güney kenarında, birbirinden farklı ölçülerde yedi mekân bulunurken, kuzey kanadı çift sıra revaklı bir düzenlemeye sahiptir. Revakların doğudaki son sırası diğerlerinin aksine çift değil, tek ayaktan oluşup, ikinci ayağın yerinde giriş holünün kuzeyindeki mekânın duvarı yer alır. Kapıdan sonraki giriş holünün güneyinde iki, kuzeyinde ise bir mekân bulunur. Kare planlı ahır (kapalı) kısmı ise giriş aksına dik ortadaki daha enli beş sahna bölünmüştür(Çizim:1). Ortadaki diğerlerinden daha enli olan bu sahınları kare kesitli taş ayaklar ayırır. Sahınları örten sivri beşik tonozlar, hem her sıradaki dörder ayaktan birbirlerine, hem de duvarlara atılmış sivri kemerlere oturmaktadır. Ayrıca düzenli aralıklarla atılmış takviye kemerleri de, tonozları desteklemektedir. Anadolu Selçuklu Kervansarayları, yalnız barınak kısmı olanlar ve hem barınak hem de servis mekânlarına sahip hanlar şeklinde iki temel gruba ayrılmakta1177 olup, ikinci grup en fazla sayıda binayı1178 1176 Özergin, (a.g.t., s. 142–144.) bu yol hattını Konya’dan itibaren, Konya, Horozlu Han, Dokuzun Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı, Akşehir, Sahip Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon, Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han, Kütahya ve Bursa şeklinde belirler. 1177 A.T.Yavuz, “Kervansaraylar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.435–445 (438). 1178 K.Erdmann, (a.g.e.,) a göre bu gruba giren binalar şunlardır: Alay Han (Aksaray-Nevşehir) (1192), Altınapa Han (Konya-Beyşehir) (1201-2), Kuruçeşme Hanı (Konya-Beyşehir) (1207-10), Kızılören Hanı (Konya-Beyşehir) (1207-10)Dokuzun Derbent Hanı (Konya-Akşehir) (1210), Hekim Han (Malatya-Sivas) (1219), Pınarbaşı Han (Denizli- Isparta) (1220), Ertokuş Hanı (EğirdirGelendost) (1223), Kadın Hanı (Konya-Akşehir) (1223), Aksaray Sultan Hanı (Konya-Aksaray) (1229), Çardak Han (Denizli-Dinar) (1230), Tuzhisarı Sultan Hanı (Kayseri-Sivas) (1231), Sadedin Hanı (Konya-Aksaray) (1235-36), Ağzıkara Han (Konya-Kayseri) (1237-46), Susuz Han (AntalyaBurdur) (1237-46), Sarı Han (Aksaray-Kayseri) (1237-46), Eğirdir Han (Antalya- Isparta) (1238), Tahtoba Han (Sivas-Tokat) (1238-46), İncir Han (Isparta-Burdur) (1238-49), Hatun Han (Tokat-Zile) (1239), Çekereksu Han (Kayseri-Amasya) (1239-40), Çincinli Sultan Hanı (Kayseri-Sivas) (1239-40), 470 ihtiva eden grubu teşkil etmektedir. Sahip Ata Hanı, avlu düzenlemesi açısından Sarı Han (1237–46), Aksaray ve Tuzhisarı (1230) Sultan Hanlarıyla açık bir benzerlik göstermekte olup, avlunun bir kenarı çeşitli genişlikte kapalı mekânlardan diğer kenarı ise çift sıra revaklı olarak düzenlenmiştir. Ayrıca revak sırasının köşedeki son ayağının tek sıra halinde düzenlenmesi ve ikinci ayağın yerine bir mekân yerleştirilmesi bu dört handa da tespit edilmektedir. Söz konusu kapalı mekânların temel seviyesinde tahrip olması nedeniyle, işlevleri konusunda herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak hanın dışında bir hamam1179 bulunması, en azından temizlenmeyle ilgili gereksinimlerin han dışında giderildiğini ortaya koyar. Avlunun ortasında L planlı dört ayağın üzerinde yükselen iki katlı köşk mescidin1180 Anadolu’daki diğer örnekleri Aksaray Sultan Hanı (1229) ve Tuzhisarı Sultan Hanı (1230) ile Ağzıkara (Aksaray-Nevşehir) Han (1239–1240)1181da görülür. Ancak Sahip Ata Hanının köşk mescidi farklı örtü biçimiyle diğerlerinden ayrılır. Ahır (kapalı) kısmı, aksa paralel beş sahına bölünmüş olup tam kare ölçülerdedir. Bu planın benzerini Horozlu Han (1246–49) da görmekteyiz. Orta sahnın merkezinde yer alan kubbe1182 yıkılmış, köşelerdeki tuğla geçiş öğelerinin izleri günümüze Karatay Han (Kayseri-Elbistan) (1241), Horozlu Han (Konya-Aksaray) (1246-49), Sahip Ata Kervansarayı (Konya-Afyon) (1249), Durak Han (Vezirköprü-Boyabat) (1266), Kesikköprü Han (Aksaray-Kayseri) (1268), Çay Han (Aksaray-Afyon) (1278), Obruk Han (Konya-Aksaray), (XIII. yy. ilk yarısı), Çakıl Han (Bor-Aksaray) (XIII. yy). 1179 Hanın dışında hamam örnekleri Ağzıkara (1237–46), Karatay (1241), İncir (1238–49), ve Alara (1231) Hanlarda görmekteyiz. Bkz. Yavuz, a.g.m., s.440. 1180 Köşk Mescitler konusundaki ayrıntılı bilgi için bkz. Y.Önge, “Anadolu Türk Mimarisinde Köşk- Mescit Geleneği”, Önasya, C.5, S.52, Ankara 1952, s.9–11. 1181 Erdmann, a.g.e. 1182 Kapalı kısmın ortasında kubbe bulunan diğer örnekler şunlardır: Aksaray Sultan Hanı (1229), Tuzhisarı Sultan Hanı (1230), Sadedin Hanı (1235–36), Susuz Han (1237–46), Sarı Han (1237–46), Ağzıkara Han (1237–46),Karatay Han (1241), Horozlu Han (1246–49), Obruk Han (XIII. yy. ilk yarısı), Çay Taş Han (1278). Ayrıntılı bilgi için bkz. Erdmann, a.g.e. 471 ulaşabilmiştir. Buna karşın 2005 yılındaki tespitlerimiz sırasında ahır kısmının çeşitli yerlerine gelişi-güzel atılmış olan bazı mukarnaslı kesme taş parçaları, aslî halinde kubbeye, Aksaray Sultan Hanı (1229) nda olduğu gibi mukarnaslı köşe dolgularıyla geçilmiş olabileceğini düşündürür. Bunun dışında aslî halinde kubbe kasnağında çeşitli sayıda pencerenin olduğu da söylenebilir. Yavuz, hanların yoksul, din adamı, hacı gibi ayrıcalıklı kişilerin bedava konaklayacağı yer olmanın dışında, yolculardan alınan ücretlerle bani ve ailesine gelir temin edilen ticari yapılar olduğunu bildirir1183. Söz konusu gelirin bazı durumlarda baninin diğer hayır kurumlarına vakfedildiğini görmekteyiz. Nitekim Osmanlı dönemi kayıtlarında1184, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Eylül/Ekim 1249 yılında tamamlanan Hanının, Akşehir’de 1250’de yaptırdığı külliyesiyle aynı vakıf içerisine alındığı, hanın gelirlerinin de bu külliyeye vakfedildiği tespit edilebilmektedir. Türbeler, Sahip Ata’nın çeşitli yapıları içinde münferit mezar yapıları bulunmakla beraber, kendisinin ve ailesinin gömülü olduğu türbe binası, Konya’daki Larende Kapısı karşısındaki külliyesinde bulunmaktadır. Cami ile hânkahın arasına inşa edilmiş yapının inşa tarihi bulunmamasına karşın 1277–78 tarihlerinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır1185. Eyvan kemerinin üzerindeki çinili kitabe ise 1283’deki yenilemeyi (tecdit) işaret etmektedir. Kübik gövde üzerine bir kubbesi olan türbeler tipindeki yapının sivri beşik tonozlu bir kripta kısmı bulunmaktadır(Çizim:9). Eserin en yakın benzeri, Develi Seyd-i Şerif Türbesi (1276)1186dir. Sahip Ata Türbesinin sandukaların bulunduğu kısmın doğusunda, 1183 Yavuz, a.g.m., s.443, 445. 1184 F.N.Uzluk, a.g.e., s.42-43. 1185 Türbenin tarihi konusundaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi bölümüne. 1186 H.Erkiletlioğlu, Kayseri Kitabeleri, Kayseri 2001, s.77. 472 türbeyi hem hânkaha hem de camiye bağlayan bir ön bölüm bulunmaktadır. Anadolu’da önünde eyvan ya da koridor gibi ön bölüm bulunan türbeler daha çok XIV. yy. da görülmekte olup, bunların dikkat çekenleri, Kırşehir Âşık Paşa Türbesi (1333)1187, Manisa Saruhan Bey Türbesi (1345)1188 ve Bursa Abdal Mehmed Türbesi (1450)1189dir. Türbenin kripta kısmına hânkahın kuzey eyvanında yer alan yedi basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Sivri beşik tonoz örtülü ve 6.20 x 5.30 m. ölçülerindeki mekânda, mumyaları bozulmuş ve dağınık iskeletler haline gelmiş yedi adet ceset bulunmaktadır. Asıl türbe mekânında ise altı sanduka bulunmakta olup, kripta bölümündeki yedinci cesedin kimliği bilinmemektedir. Buradaki sandukalar, Sahip Ata Fahreddin Ali (ölümü 1288), oğlu Taceddin Hüseyin (ölümü 1277), Nusrettin Hasan (ölümü 1277), Kızı Melike Hatun (1292), torunu Şemseddin Mehmet’e (1288) ait olup, altıncı sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir1190. Buradaki sandukalar, 1277 ile 1292 arasında değişen farklı ölüm tarihlerine ait olup bir aile türbesinin varlığına işaret etmektedir. Gerek sandukalar gerek, kubbe kasnağı ve göbeği, ayrıca ön bölümün duvarları ve buraya açılan eyvan kemeri, Anadolu Selçuklu çini sanatının en seçkin örnekleriyle süslenmiştir. Ön bölümün doğu duvarını, mak’ıli hatla yazılmış turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş “Ali” kelimesi süslemektedir. Sanduka bölümünden ön bölüme eyvan şeklinde açılan kemerin her iki yüzü de turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle çeşitli ayet ve hadislerle dekore edilmiştir. Kubbe kasnağını çiçekli kûfî hatla çini mozaik çinilerle oluşturulmuş bir ayet süslerken, kubbe göbeğinde, çini mozaik 1187 Arık, “Erken Devir …”, s.78. 1188 Arık, a.g.m., s.79. 1189 Aynı yer. 1190 Sandukalardaki kitabe, ayet ve duaların transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur- Koman, a.g.e., s.58-59. 473 çinilerden müteşekkil, “Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali” kelimeleri dairesel bir madalyon içinde yer almaktadır. Kubbe kasnağının akslarında sivri kemerli pencere biçimli nişler yer almakta olup, bunlardan güneyde olanının hemen altında yakın tarihlerde tahrip edilmiş mozaik çinilerden kafes tekniğinde ve turkuaz renkli çinilerden oluşan bir pencere yer almaktadır. Türbenin hânkahtan sonra ve kuzey eyvanının bir kısmen daraltılarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu türlü bir uygulama Kayseri’deki Huant Hatun Külliyesi(1238)1191nde karşımıza çıkmaktadır ki, burada caminin kuzeybatıdaki birkaç ayak sırası kaldırılarak burada oluşturulan küçük avlunun içerisine türbe yerleştirilmiştir. Huant Hatun Türbesi, tıpkı Sahip Ata Türbesi gibi, külliyenin diğer iki binasının arasında yer almakta ve içten kapılar vasıtasıyla bağlantıyı sağlamaktadır. Bunun dışında Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesinin bir mekânı türbe olarak tasarlanmıştır. Binanın kuzey eyvanının batısında yer alan kare planlı mekân kubbeyle örtülüdür. Türbenin cenazelik kısmına, medresenin giriş cephesinde ve türbenin batısında bulunan eyvan biçimli mekânın doğu duvarında yer alan bir açıklıktan girilmektedir. Beşik tonozlu kriptada, kimliği bilinmeyen üç mezar vardır. Türbenin asıl mekânının örtüsü, geçiş öğesi ve göbeğinde Konya’daki türbenin benzeri çini ve sırlı tuğla ile süslemeler yer almaktadır. O.C.Tuncer, bir başka Sahip Ata yapısı olan Sivas’taki Medresede, ana eyvanın kuzeyindeki mekânın, güney duvarına yakın bir konumda tespit edilen ve sanduka kaidesi olarak tarif ettiği kalıntının varlığından ötürü türbe mekânı olabileceğini belirtir1192. Bu iddiayı destekleyecek başka bir veri yoktur, ancak dönemin birçok medresesinin1193, 1191 H.Karamağaralı, “Huant Hatun…” 1192 Tuncer, “Sivas Gök Medrese…”, s.126. 1193 İçinde bir türbe mekânını da ihtiva eden medreseler şunlardır: Kayseri Gıyasiye Medresesi (1205), Atabey Ertokuş Medresesi (1223), Kayseri Afgunlu Medresesi (XIII. yy. ilk yarısı), Konya Karatay 474 odalarından birinin türbe olarak tanzim edildiğini görülmektedir. Dolayısıyla Sahip Ata’nın da 1277–78 yılarında oğullarının ölümü üzerine inşa ettirdiği türbe binasından önce, diğer binalarında türbe şeklinde tanzim edilmiş mekânlar bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak Akşehir’de görüldüğü gibi, baninin başka bir türbeye defnedilmesiyle bu mekânların, ya baninin soyundan gelenler ya da tanınmış din büyüklerine tahsis edildiği görülmektedir. Buzhaneler, Sahip Ata’nın Konya’ya kazandırdığı bir diğer eser, Anadolu Selçuklu dönemi için çok az örneği günümüze ulaşabilmiş bir yapı türü olan buzhanelerdir. Kitabesi günümüze ulaşamayan binanın XVIII. ve XIX. yüzyıla ait resmi kayıtlardan1194, Sahip Ata vakfına ait yapılardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Sahip Ata’nın Ortaçağ Konya’sının su ihtiyacı ile ilgili önemli yatırımları bulunmaktaydı. Bunlardan biri kalenin batı kapılarından Çeşme Kapısı yakınlarında yer alan Sikâyenin, su dağıtan bir tür maksem görevi gördüğü, ayrıca Meram Çayının suyunu kendi ismiyle anılan (Sahip Ata Irmağı) arklar yoluyla şehre getirdiği bilinmektedir1195. Şehrin güneybatısında bulunan ve suyun toplandığı yer anlamındaki Havzan mahallesine giden yol üzerindeki iki buzhane de, Sahip Ata’nın su ile ilgili bu yatırımının bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Uğur-Koman, buzhanelerin gerisinde havuzlar bulunduğunu, bunların binaların yakınından geçen Medresesi (1251–1252), Kırşehir Cacabey Medresesi (1272–73), Afyon Çay Taş Medrese (1278), Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291), bkz. Kuran, a.g.e. 1194 İlk kayıt XVIII. yy.a aittir ve Sahip Ata Vakfına ait buzhanenin zorla kullanımına aittir. Bkz. Konya Şer’iyye Sicili C.65, s.21/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109-110. İkinci belge XIX. yy.a aittir ve Sahip Ata’nın Larende Kapısı karşısındaki külliyesine ait yapılarla birlikte aynı vakıf içinde zikredilen buzhanenin tamirini konu etmektedir. Bkz. Konya Şeriyye Sicili C.80, s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.m., s.101. 1195 Uğur-Koman, a.g.e., s.77-80.; Konyalı, Konya Tarihi…, s.267-268, 1002-1004. 475 ve Şehir Irmağı tabir olunan arktan doldurulduğunu belirtir1196. Kışın, havuzlarda donan buzlar, binalara üstten doldurulup, ağzı çamur harçla örülüp kapatılmakta, yazın ihtiyaca binaen açılmaktaydı. Bugün İstasyon Caddesinin yakınlarında bulunan iki buzhane birbirine yaklaşık 100 m. mesafeyle konumlanmış olup (Harita:3), XX. yy. başında iki binanın arasında yaptıranı belli olmayan bir de çeşme bulunmaktaydı1197. Buzhaneler, aynı plana sahip olup, doğu-batı doğrultusunda uzanan boyuna dikdörtgen formlu ve sivri beşik tonoz örtüleri, iki takviye kemeri ile desteklenmektedir(Çizim:38). Binaların zeminine kaplarından sonra gelen oniki basamaklı taş merdivenlerle ulaşılmaktadır. Buzhanelerden batıda olanı yan yana iki tonoz örtülü mekândan oluşmaktadır(Çizim:40). Doğudaki tekli buzhane bakımsız ve herhangi bir işleve hizmet etmemekte, diğeri ise bugün mantar üretimi için kullanılmaktadır. Anadolu dışı buzhane örneği çok azdır. Merv’deki iki buzhane Sahip Ata’nın binalarının aksine dairesel bir plana sahiptir1198. Selçuklu dönemine ait, Sivas Keykavus Şifahanesi vakfiyesinden Konya’da bulunduğunu öğrendiğimiz, Reisiddin Alişar İbn-i Hasan Kayserî’nin buzhanesini bilmekteyiz1199. Anadolu’da ise Akşehir merkeze bağlı Yasyan Köyü’nde, köyün hemen üzerinde doğal bir buz mağarası vardı. Bu tür bir doğal buz/kar deposu Harput’ta yer alır. Osmanlı döneminde İstanbul Sirkeci’de bulunan ve Yalova’dan getirilen buzların saklandığı “Karhane-i/Buzhane-i Amire” isimli özel soğuk hava depoları, sarayın buz ihtiyacını 1196 Uğur-Koman, a.g.e., s.78-79. 1197 N.İlhan, s. 424., Fig. 1. 1198 Merv’deki Büyük Buzhane ve İkinci Buzhane için bkz Y.Sayan, Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XVI. yy), Ankara 1999, s.139-140, Çizim 54a, 54b, Resim 255-257. 1199 Konyalı, a.g.e., s.268. 476 karşılamaktaydı. Ayrıca İstanbul Ok Meydanında kar kuyuları, saklama amaçlı kullanılmaktaydı1200. Portaller, kuşkusuz, Sahip Ata yapılarının en ilgi çekici bölümlerini oluşturmaktaydı. Gerek tasarımı ve kompozisyonunda gerekse süslemesinde görülen yeni denemeler, Sahip Ata yapılarında girişe anıtsal bir görünüm sağlama endişesinin var olduğunu gösterir. Anadolu Selçuklu mimarisinde bazı istisnaların1201 dışında portal, ön cephenin ortasına yerleştirilmiştir. Çalışmamıza konu olan Sahip Ata yapılarından İshaklı’daki hanı (ahır ve avlu kapısı), Konya’daki Camii ile Kayseri ve Sivas’taki Medresede portalin, giriş cephesinin ortasında yer aldığı görülür. Hanın ahır ve avlu kapılarında, portalin iki yanındaki bölümlerin ölçüleri 5–10 cm.lik bir şaşma ile birbirini tutmaktadır. Konya’daki Camide ise H.Karamağaralı’nın1202 kazı sonuçlarına göre, aslî halinde portalin her iki yanında kalan bölüm birbirine eşit ölçülerdedir. Sivas’taki Medresenin ön cephesiyle portali arasında ise daha kesin bir matematik ilişki dikkati çekmektedir. Yaklaşık 12.00 m. enindeki portalin her iki yanındaki bölüm 8.00 m.dir. Portal kütlesi, iki minare payandası ve kapı açıklığından oluşan üç eşit parçaya bölünmüş olup, bu parçaların her biri 4.00 m., yani cephenin portal dışında kalan yan bölümlerinden her birinin yarı ölçüsündedir. Bu durum binanın ön cephesinde tesadüfü aşan matematiksel bir oranın1203 varlığına işaret eder. Sahip Ata’nın Konya ve Akşehir’deki medreselerinde, ön cephe tasarımına mescitlerin katılmış olması, cephenin, portalin her iki yanındaki kısımlarının ölçüleri 1200 1201 İlhan, a.g.m., s.423. Kayseri Külük Camisi, Huant Hatun Camisi, Ağzıkara Hanı, Malatya Ulu Camisinde portal cephenin ortasında yer almaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ünal,…Taçkapılar, s.17. 1202 H.Karamağaralı, “Konya Sâhip Atâ Câmiinin Restiüsyonu…”, s.70, Şekil 3. 1203 Bu konudaki ayrıntılı bir çalışma için bkz. O.C.Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine…”, s.452–453. 477 arasında bir uyumsuzluğa sebebiyet vermiştir. Nitekim Konya’daki medresede kuzeybatı köşesine eklenmiş mescit göz ardı edilirse, ön cephede portalin her iki yanındaki bölümün hemen hemen birbirine eşit ölçülerde olduğu tespit edilmektedir. Sahip Ata’nın Ilgın’daki Hamamı, Konya’daki Mescidi ve Hânkahında, bazen portallerin bazen de ön cephelerin zaman içersinde gördükleri müdahaleler, bu konuda sağlıklı bir analiz yapmamıza olanak vermemektedir. Portal ve ön cepheleri günümüze orijinal haliyle ulaşabilmiş olan Kayseri ve Sivas’taki Sahip Ata medreselerinde, cepheyi dört yandan çerçeveleyen bordürlerin, portali de iki yandan sınırlaması, ortak bir tasarıma işaret etmektedir. Kayseri Sahibiye Medresesinde ön cepheyi dolaşan zencirek motifli bordür, portalin cepheyle bitiştiği köşeleri sınırladığı gibi, altta, subasman kodunu da belirlemiştir. Kayseri Sahibiye Medresesi, Konya Sahip Ata Hânkahı veya Konya Sahip Ata Medresesinde, portal ve ön cephe aynı cins malzemeye sahipken, Sahip Ata’nın Konya’daki Camisinde, Akşehir ve Sivas’taki Medresesinde ön cephe taş, portal beyaz mermerden inşa edilmiştir. Bu üç yapıda -Akşehir’deki harap durumda olanı göz ardı edilirse- portal, cepheyi ikinci planda bırakan anıtsal bir heykel hüviyetindedirler. Konya Sahip Ata Camisi ve Sivas Sahip Ata Medresesinde, portalde beyaz ve mavi mermer, cephenin diğer bölümlerine koyu sarı renkli kesme taş ve portalin iki yanındaki minare kaideleri ve minarelerde tuğla olmak üzere üç farklı cinste malzeme kullanılmasına karşın, birbiriyle uyumlu bir kompozisyon elde edilebilmiştir. Ön cephenin ortasına kurulmuş olsun olmasın, incelemeye aldığımız çeşitli türdeki Sahip Ata yapılarında portal, medreselerde ana eyvan, hanlarda köşk mescit ve ahır kapısı, camide orta sahınla aynı aks üzerinde yer alır. Sahip Ata’nın medreselerinde ve hânkahında portal, avlu ve ana eyvan şaşmaz bir şekilde aynı doğrultu üzerinde yer almakta olup, Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreselerin portallerinde görülen bazı süslemelerin 478 ana eyvanlarda da tekrarlandığı görülmektedir. Aynı durum, İshaklı’daki handa, avlu portaliyle aynı aks üzerinde yer alan köşk mescit için de geçerlidir. Buraya konu ettiğimiz binaların portalleri, birbirinden farklı genişliklere sahiptir1204. Genişlikler, hem kronolojik hem de bölgesel olarak bir uyum göstermezler. Nitekim Konya’daki 1258 tarihli camide ölçü 9.45 m. iken, 1267 tarihli Kayseri’deki medresede 6.85 m. düşmekte, 1271 tarihli Sivas’taki medresede ise 12.34 m. ye çıkmaktadır. Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi dışındaki1205 tüm yapıların portalleri cepheden taşıntılıdır. Konya’daki Camii ve Medresenin portali dışındakiler, 1.00 m. ile 2.00 m. arasında değişen ölçülerde cepheden taşıntı yaparken, caminin portali 7.10 m., medresenin portali 5.46 m. taşıntılıdır. Her iki yapının ustasının aynı kişi olması, bu –adeta- cepheden fırlayan portal tasarımının Kölük bin Abdullah’ın özel tasarrufu olduğunu göstermektedir. Anadolu Selçuklu Mimarisinde Erzurum Yakutiye ve Çifte Minareli Medrese dışında, portal yan yüzlerinin süslendiği diğer örnek1206 Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesidir. Yan yüzlerde portalde benzerleri görülen, kaval silmelerle sınırlanmış alan içersinde sivri kemerli bir bölüm ve onun ortasında sekiz kollu yıldız içersinde yerleştirilmiş, bir yazı levhası dikkati çekmektedir. Ayrıca yan yüzlerin üst bölümünde, simetriğini ön yüzde bulduğumuz palmet-rûmi kombinasyonuna dayalı bir süsleme yer alır. Portal kaide kodu, kuşkusuz ön yüz subasmanıyla ilgilidir. Sahip Ata yapıları arasında ön cephesi ve portali aslî haline yakın bir durumda olan iki yapıdan Kayseri’deki medrese de portal kaidesi, ön cephenin zencirek motifli çerçevesinin yaklaşık 40 cm. alında bulunur. Portalin iki 1204 Portal genişlikleri şöyledir: İshaklı’daki handa ahır kapısı 5.95 m., avlu kapısı 7.30 m., Akşehir’deki Medrese 4.50 m., Konya’daki Camii 9.45m., Hânkah 5.77 m., Medrese 6.20 m. Kayseri’deki Medrese 6.85 m, Sivas’taki Medresede ise 12.34 m. dir. 1205 Aslî konumundan farklı bir yere taşınmış olan Ilgın’daki Hamam ve Konya’daki Mescit bu konudaki değerlendirmenin dışında bırakılmıştır. 1206 Ünal, a.g.e., s.17, dpnt.2. 479 dış köşesinde bulunan sütuncelerin kare kesitli kaideleri, subasmanın üst noktasını ihtiva eder. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinde ise -dönemin diğer yapılarında çok az görülen bir şekilde1207-, iç mekân döşeme koduyla, portal ve ön cephe kaidesi arasında bir uyum gözlenir. Portallerin yüksekliklerini, -biri dışında- üst kısımlarının yıkılmaları sebebiyle net olarak tespit edememekteyiz. Aslî halini kısmen muhafaza edebilen Sivas Sahip Ata Medresesinde ise üstteki son sıra süslemesiz bordür ve iki köşede yer alan dendan bugüne gelebilmiştir. Bu anlamda portalin üst bölümünün, minare kaidelerini alttan dolaşan dar süslemesiz bir bordürle sonlandığı ve onun üzerinde de bir dendan sırası yer aldığı anlaşılmaktadır. Portalin üst kesiminde yer aldığı anlaşılan ve medresenin mescit mekânında atılmış vaziyette bulduğumuz sivri kemerli boyuna dikdörtgen formlu dendanın Sivas Buruciye Medresesi ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii dendanlarıyla biçim ve süsleme açısından benzerlik gösterdiği görülmektedir. Sahip Ata yapılarında1208, portal kanatları arasında kalan giriş açıklığının çeşitli kavsara biçimleriyle örtülüdür. Sahip Ata yapılarının portal kavsaraları, kronolojik ve bölgesel olarak bir düzen göstermez. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahının portal kavsarası, genellikle han portallerinde görülen sivri kemer tonozlu biçime sahiptir. Tonozun bitimiyle kapı kemeri arasında kalan düz bölüm, genellikle kitabe levhası için ayrılmıştır1209. Hânkahta da bu bölümde üç dilimli kitabe levhası yer alır. Sahip Ata yapılarında portali, mukarnaslı kavsara biçiminde olanlar en büyük grubu oluşturur. İshaklı’daki Han (Avlu kapısı), Akşehir’deki Medrese, 1207 Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi …, s.78. 1208 Portalleri günümüze aslî halini kaybetmiş ve yayınlardan orijinal özelliklerini tespit edemediğimiz Ilgın Hamamı, Konya Sahip Ata Mescidi ve Konya Sahip Ata Hamamını bu konudaki değerlendirmenin dışında bırakıyoruz. 1209 Kavsarası bu biçimde olan dönemin diğer yapıları için bkz. Ünal, a.g.e., s.35, dpnt.8. 480 Konya’daki Camii, Kayseri ve Sivas’taki Medresesin portal kavsaraları mukarnaslıdır. Bunlardan, İshaklı’daki Han (Avlu kapısı), Akşehir’de ve Kayseri’deki Medresenin kavsarası 7 sıra mukarnaslı iken, Konya’daki Camii (Çizim:11)ve Sivas’taki Medresesinin portali (Çizim:35) 14 sıra mukarnaslıdır. Mukarnas sıralarının araları, ya kesme taş sıralarının eklenti yerleri ya da bu eklenti yerlerine, enine ince düz bir silme daha işlenerek ayırım daha açık bir hale getirilmiştir. Mukarnas hücreleri genellikle yelpaze dilimleri şeklinde olup, Konya Sahip Ata Camiinde bu dilimler eğri hatlar halinde değil, düşey hatlar halinde belirlenmiştir. Sivas Sahip Ata Medresesinde mukarnas dişlerinin bazıları küçük palmetlerle süslenmişken, Kayseri Sahibiye Medresesinde ise (Çizim:29) mukarnasın en alt sırası, içi bitkisel örneklerle işlenmiş teğet kemerli nişler şeklinde düzenlenmiştir. Sahip Ata Hanı (ahır kapısı) portalinin kavsarası ise diğerlerinden farklı olup, başka bir grubu oluşturur. Hanın ahır kapısında, ana niş cephe yüzeyinin daralması sonucu yuvarlak kemer tonozlu kavsaranın basıklaştığı ve içeri doğru daraldığı görülür. Anadolu’da en yakın örneklerini Şarapsa ve İncir Han’da gördüğümüz bu kavsara tipinde, yarım daire kavsara kemeriyle alttaki dikdörtgen levha arasındaki bölümler ya istiridye kabuğu ya da tromp biçimli köşe dolgularıyla doldurulmuştur. Konya Sahip Ata Medresesinde ise çok farklı bir düzenleme söz konusudur (Çizim:21). Portalin, yazının hâkim olduğu tasarımın dışında, kavsarası da Anadolu’da görülmeyen1210 bir hüviyettedir. Sepet kuplu kemer biçimindeki kavsara yüzeysel tutulmuştur. Portal, bina cephesinden yaklaşık 5.50 m. taşıntı yapmasına karşın, kavsaranın bu denli sığ olması ilginçtir. Bu durum, portalle iç 1210 Ünal (a.g.e., s.36.) bu kavsaranın benzerleri olarak Kırşehir Aşık Paşa Türbesi, Afyon Çay Han, Selçuk İsa Bey Camii portallerini zikreder. Ancak Çay Han ile Âşık Paşa Türbesi kavsaraları derin tutulmuş yarım daire biçimli bir niş halindeyken, Selçuk İsa Bey Camisinde kavsara sığ tutulmuş sivri kemerli bir niş biçimindedir. 481 mekân arasında tonozlu bir giriş eyvanı oluşmasına sebebiyet vermiştir. Aynı ustanın diğer eseri olan Konya Sahip Ata Camiinde portal, cepheden yaklaşık 7.00 m. taşıntılıdır ve kavsara 14 sıralı bir mukarnastan oluşur. Her iki eser, dönemin diğer eserlerinden, cepheden taşıntı yapan tasarımlarıyla farklılaşır. Kölük bin Abdullah kısa bir arayla yaptığı bu iki eserden cami portalinde, geleneksel mukarnaslı kavsara biçimini kullanırken, çifte minareli yeni bir tasarımı denemiş; medrese de ise bu kez çifte minare tasarımı yerine, portal yüzeyini yazının şekillendirdiği yeni bir kompozisyonu denemiştir. Bizce medrese portalindeki kavsara biçiminin sebebi de bu yazı tasarımıyla ilgilidir. Zira portalin iki kenar çerçevesinden yükselip yukarıda bir düğüm yaptıktan sonra kavsaraya inen iki yazı şeridinin, kavsaranın biçimine uygun bir şekilde devam edebilmesi ancak böylesi hafif bir oyuntu ile mümkün olabilecekti. Aksi takdirde derin tutulmuş bir kavsara nişinde yazının aşağıya doğru devam edebilmesi çok güç olacaktı. Kavsara nişinin iki köşesindeki boşluklar oyuntunun biçimine uygun bitkisel bir süslemeyle dolduruluştur. Selçuk İsa Bey Camii, Antalya Şarapsa Han, Sahip Ata Han (Ahır) ve Antalya İncir Han portallerinin kavsara köşelikleri de gerek istiridye biçimli gerekse tromp biçimli köşeliklerle dolgulanmıştır. Ancak burada farklı olan durum, zemindeki yüzeysel dekorun üstünde yer alan köşelerdeki bitkisel motifin, kavsara kemerinin üzerinden taşan, adeta çift katlı oyma hissi uyandıran plastik etkisidir. Sahip Ata yapılarının, Konya’daki Medrese dışında portallerinde kuşatma kemeri vardır. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk iki yapı olan İshaklı’daki Han (avlu kapısı) ve Akşehir’deki Medresenin kuşatma kemerleri, portaldeki diğer özellikler gibi birbiriyle benzer biçimdedir. Her iki portalde de cephe yüzeyiyle aynı seviyedeki kuşatma kemeri, kesme taşların yerleştiriliş şekliyle belirlenmiş ince bir çizgi halindedir. Sahip Ata Hanının ahır kapısında ise portal, iç çerçevesinin dar 482 tutulması nedeniyle, kuşatma kemeri portal çerçevesi tarafından kesintiye uğramaktadır. Aynı durum Kayseri Sahibiye Medresesinde de görülmektedir. Anca burada esas dikkati çeken kuşatma kemerinin formudur. Kemer eğrisine uymayacak şekilde kırık hatlardan müteşekkil mevcut formun, tarihini tespit edemediğimiz onarımlar sırasında oluştuğu anlaşılmaktadır1211. Kuşatma kemerinde oluşmuş bu deformasyon, mukarnasta da bir bozukluğa yol açmıştır. Konya Hânkahının kuşatma kemeri, sivri kemer tonozlu kavsarayı dıştan sınırlar ve bu haliyle diğerlerinden ayrılır. Konya’daki Caminin kuşatma kemeri ise köşelerde birer düğüm yapan iki kaval silme meydana getirir. Benzerlerini Divriği Ulu Camii (kuzey kapısı), Konya II. Kılıçarslan Türbesi gibi öneklerde gördüğümüz bu şemada, silmelerin süslenmediği görülür. Sivas Sahip Ata Medresesi portalinde Konya Sahip Ata Camiinde olduğu gibi 14 sıralı mukarnası dıştan sivri bir kuşatma kemeri örter. İki yanda köşe sütuncelerine oturan kuşatma kemerinin içi, diğer Sahip Ata yapılarından farklı olarak Kuran-ı Kerim’den bir ayetle süslenmiştir1212. Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresede içleri bitkisel motiflerle süslü kuşatma kemeri, Konya’daki Camide ve İshaklı’daki hanın ahır portalinde süslenmeden bırakılmıştır. Handa ve Akşehir’deki Medresenin birbirinin adeta kopyası niteliğindeki iki kapıda ise bir çizgi biçimindeki kuşatma kemerinin çevresinde, içleri geometrik motiflerle süslenmiş rozetler yer almaktadır. Kayseri’deki Medrese ve Konya’daki Caminin kuşatma kemeri köşeliklerinde rozet veya madalyonlar yer alır. Ancak köşeliklerin zemini boş bırakılmıştır. Konya’daki Medresenin kavsara köşeliklerinde ise Sahip Ata Caminin merdiven pencerelerini çevreleyen, kufî yazıyı andıran geometrik geçmelerden oluşan bir süsleme yer alır. Buna karşın, Sivas’taki Medresenin, hem 1211 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Kayseri’deki Külliyesi bölümüne. 1212 Kuşatma kemeri üzerinde ayet frizi yer alan diğer örnek Karaman Hatuniye Medresesidir. 483 mukarnasla kuşatma kemeri arası, hem de kemer köşelikleri bitkisel süslemeyle doldurulmuştur. Ayrıca her iki bölümün köşeliklerinde daire biçimli birer boşluk bulunmaktadır. Köşe sütuncukları, genellikle taçkapı çıkıntısının iç köşelerine yerleştirilmesine karşın bazı örneklerde, taçkapının iki dış köşesinde de bulunduğu örneklere rastlamaktayız. Sahip Ata yapılarından İshaklı’daki Hanın avlu kapısında, Kayseri Sahibiye Medresesi ve Konya Sahip Ata Medresesi portallerinin dış köşelerinde bu tür birer sütunce yer alır. Handa, zar başlıklı bir kaide üzerinde yükselen, daire profilli ve üzerinde geometrik geçmelerden müteşekkil bir süsleme yer alırken, Kayseri Sahibiye Medresesindeki köşe sütuncesi burmalı bir gövdeye sahiptir. Konya Sahip Ata Medresesinde ise zar başlıklı bir kaide üzerinde yükselen üç kaval silmeden oluşan sütunce, portalin yatay ekseninde bir düğüm motifi meydana getirmektedir. Portalin hem dış süsleme bordürüne hem de yan yüzüne doğru taşıntı yapan bu motif, iç içe geçmiş stilize üç palmetten oluşur. Portal çıkıntısının iki iç köşesinde bulunan ve cepheden 2/3 oranında verilen köşe sütunceleri ise genellikle daire profilli olup, geometrik veya bitkisel süslemeye sahiptir. Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi, Konya’daki Camisi, Sivas’taki Medresesi ve Konya’daki Hânkahında, köşe sütunceleri zar başlıklı kaidelere otururken, İshaklı’daki Han (her iki kapıda) Kayseri ve Konya’daki Medreselerde ise, doğrudan, portal kaidesi üzerinde yer alır. Tamamı daire profilli olan Sahip Ata yapılarından Akşehir’deki Medrese ve İshaklı’daki Handa (her iki kapıda) sütunce gövdeleri süslenmemiştir. Konya’daki Camide geçmelerden oluşan geometrik bir süsleme, Konya, Kayseri, Sivas’taki Medrese ve Konya’daki Hânkahın sütunce gövdelerinde ise bitkisel süsleme görülmektedir. Konya’daki Camide çeşitli yönlerdeki yivler aracılığıyla meydana getirilen geometrik geçmeler, yoğun bir 484 kompozisyon arz etmelerine karşın, yüzeyseldir1213. Bitkisel süslemenin yer aldığı Kayseri, Sivas, Konya’daki Medrese ve Konya’daki Hânkahın köşe sütuncelerinde ise birbirine benzer bir kompozisyon görülür. Konya ve Sivas’taki Medresede boyuna dizilmiş palmetlerden oluşan bir kompozisyon yer alırken, Hânkahta palmetrumî kombinasyonuna dayalı bir şema tespit edilmektedir. Kayseri Sahibiye Medresesinde ise altı kollu yıldızlardan oluşan geometrik kompozisyonun, araları rumîlerden müteşekkil bir zemin üzerinde bulunur. Sahip Ata Hanının ahır kapısında bezemesiz sütunceler, tabla şekilli başlıklara sahiptir. Diğer Sahip Ata yapılarının köşe sütuncelerinin başlıkları iki kademeli olup, bunlardan Konya’daki Hânkahta, her iki kademede konik biçimlidir. Kayseri Sahibiye Medresesinde kompozit başlığın ikinci kademesinin üst kısmında iyonik sütun başlıklarının helezonlarını hatırlatan1214 kıvrımlar vardır ve her yüzde ikişerden dört adettir. Helezonlar arasına, her yüzde birer adet olmak üzere aslan figürü işlenmiştir. Konya’daki Camide her iki kademesi de kenger yapraklarıyla süslü bir başlık vardır. Konya ve Sivas’taki Medreselerin, alt kademeleri konik, üst kademesi yıldız benzeri profilli prizmatik biçimli sütun başlıkları, her iki kısımda çeşitli palmet örnekleriyle süslenmiştir1215. Mukarnaslı kavsaraya sahip olmayan Sahip Ata yapılarında portal nişinin az taşıntılı olması nedeniyle mihrabiyeye, ya çok yüzeysel (Konya’daki Medrese, İshaklı’daki Hanın ahır kapısı) veya hiç yer verilmediği (Konya’daki Hânkahın portali) görülmektedir. Mihrabiye profilleri Sahip Ata Hanının iki kapısı, Akşehir’deki Medrese ve Konya’daki Camii de üç kenarlı iken, Sivas Sahip Ata Medresesinde beş kenarlı, Kayseri Sahibiye Medresesinde yarım daire profillidir. 1213 Ünal, a.g.e., s.57-58. 1214 Ünal, a.g.e., s.67. 1215 Aynı yer. 485 Bunlardan Konya’daki Camii ve Sivas’taki Medresede, profil kenarları üçgen biçimlidir. Mihrabiyeye sahip örneklerin tamamı mukarnas kavsaralı olup, Sahip Ata Hanının iki kapısı, Akşehir ve Kayseri’deki Medreselerde 4 sıralı, Konya’daki Cami ve Sivas’taki Medresede mihrabiye 5 sıralıdır. Sivas’taki kavsaranın tepe noktası düğüm yaparak nihayetlenir. Sadece Kayseri’deki Medresenin portali kuşatma kemerine sahip olup içi geometrik bir kompozisyonla süslüdür. Ayrıca kemer köşelikleri de aynı süslemeyle bezenmiştir. Kavsarayı iki yönden kavrayan köşe sütunceleri, Sivas’taki Medrese hariç süslemesizdir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise bitkisel karakterli bir süsleme söz konusudur. Sütunce başlıkları -yine Sivas’taki binanın dışında- zar başlıklı olup, buradaki mihrabiye çift kademeli kompozit biçimli bir başlığa sahiptir. Konya’daki Camii, Kayseri ve Sivas’taki Medresenin mihrabiyelerini, iki yandan ve üstten bitkisel bir kompozisyonun yer aldığı bordür çevreler. Konya’daki Camii ve Sivas’taki Medresenin mukarnaslı kavsaralarının son sırasının altında bir yazı bordürü yer alır. Diğerlerinin aksine bu iki binada yazı bordürünün altındaki bölümlerde süslenmiş olup, camide ongen yıldızlardan oluşan geometrik açık bir kompozisyon, medresede ise boyuna dizilmiş palmetlerden oluşan bitkisel bir şema bulunur. Sahip Ata’nın, orijinalliğini kaybetmiş Konya’daki Buzhaneleri, Hamam ve Mescidi bir yana bırakılırsa kapı açıklıkları, genel olarak iki grup halinde sınıflandırılabilir. İlk grup (Akşehir, Kayseri, Sivas’taki Medreseler, İshaklı’daki Hanın iki kapısı ve Konya’daki Hânkah) basık kemerli olanlardır. Bu binalardan, Sivas ve Akşehir’deki Medrese ile İshaklı’daki Hanın kapı kemeri, çift renkli (mavibeyaz) ve zigzag biçiminde birbirine geçen taşlardan müteşekkildir. Diğer grubu 486 teşkil eden Konya’daki Medrese ve Camii ile Ilgın’daki Kaplıcanın1216 kapıları sivri kemerli olup, farklı geometrik şekillerde kesilmiş taşların ikişer ikişer yerleştirilmesiyle teşkil edilmiştir. Akşehir’deki Medrese, İshaklı Hanının iki kapısı ve Konya’daki Hânkahın basık kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı çeyrek daire kesitli veya üç dilimli kabaca işlenmiş basit bir profil görünüşündedir. Sivas Sahip Ata Medresesi portal nişinin üzengi taşlarında ise geniş bir yaprağın üzerinde kıvrım dallarıyla birbirine bağlanmış ve her iki kenarda dokuzar hayvan başından müteşekkil bir kompozisyon yer almaktadır1217. Sadece Kayseri Sahip Ata Medresesinin lento ve sövelerinin yarıya kadar olan kısmı geometrik karakterli bir süslemeye sahip olup1218, Konya Sahip Ata Medresesinde, portalin tasarımına hâkim olan iki yazı şeridinin kapı lentosu ve sövelerinin yarıya kadar1219 olan kısmını kat ederek nihayetlendiği görülmektedir. Sahip Ata yapılarının portal kapı nişi kemer köşelikleri süslenmesinde farklı düzenlemeler mevcut olup, Konya’daki Medresede iki kabara, Camide ise kaval silmelerden oluşan geometrik karakterli bir geçme kompozisyonu1220 vardır. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise iki ayrı pano halinde ve kıvrım dallarından oluşan bitkisel bir kompozisyon kapı köşeliklerini süslemektedir. 1216 Ilgın Kaplıcasının portalini, yapılan onarımlar sırasında aslî halini büyük ölçüde kaybettiği için değerlendirmeye almadık. Ancak biz, en azından kapı nişinin orijinalliğini koruduğunu düşünüyoruz. Bu binanın dışındaki sivri kemerli kapıya sahip iki yapının da aynı ustanın (Kölük bin Abdullah) eseri olması, bu konudaki usta tercihini düşündürtmektedir. 1217 Giriş kapısının üzengi taşları üzerinde geniş bir yaprağın yer aldığı diğer iki örnek Beyşehir Eşrefoğlu Camisi ve Karaman Hatuniye Medresesidir. 1218 Ünal (a.g.e., s.50.) kapı ve söveleri süslenmiş eserlerin –Divriği yapıları hariç tutulursa- tamamının Kayseri’de bulunduğunu belirtir. 1219 Bugün kapının iki sövesindeki ayetlerin de eksik kısımlarının bulunuyor olması, aslî halinde yazı şeritlerinin sövelerde zemine kadar indiğini gösterir. 1220 Bu kompozisyonun bir benzerini, Sivas Sahip Ata Medresesi Çeşmesinin kemer köşeliklerinde görmekteyiz. 487 Sahip Ata portallerinin yan kanatlarındaki bordür sayıları, erken tarihlilerden geç tarihli örneklere doğru düzenli bir artış gösterir. Bu kronolojik değişim, bordür süslemelerinde de gözlenir1221. Sahip Ata’nın ilk iki yapısı İshaklı’daki Han (avlu kapısı) ve Akşehir’deki Medrese portalinde üçer süsleme bordürü yer alır. Enli bordürlerden sadece en dışta olanında, –bordürün portale bakan her iki yüzünü, silme gibi sınırlayan bir biçimde- yarım yıldızların1222 boyuna dizilmesiyle oluşan geometrik açık bir süsleme şeridi bulunurken, diğer bordürler süslenmemiştir. İshaklı Hanın ahır kapısında ise iki bordür bulunmakta olup, ikisi de süslenmemiştir. Kölük bin Abdullah’ın Konya’da Sahip Ata için yaptırdığı iki eseri Cami ve Medresede bordür sayısı, yüzyılın ilk yarısındaki örnekler gibi üç adettir, ancak burada yeni bir düzenleme söz konusudur. Larende Kapısının karşısında yer alan caminin portalinde, en dıştaki kıvrım dallarından oluşan geometrik açık kompozisyonla süslü ince bordürden sonra, ortada daha geniş ve Besmele-i Şerif ile birlikte Fetih Sûresinin 13. ayetine kadarki kısmının bulunduğu yazı şeridi yer alır. İçteki bordür ise benzer bir örneğini sadece Divriği Ulu Camiinde bulduğumuz bir şemadadır. Burada biri rumîli bir kıvrım dal diğeri açık bir geometrik kompozisyona sahip iki şerit, çeşitli noktalarda düğümler yaparak kat ederler. Bu düğümler bordürün yatay ve düşey eksenlerine simetrik olarak eşit mesafelerle yerleştirilmiştir. Bu iki şeridin arasındaki profilli ince uzun 1221 H.Karamağaralı (Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dinî Mimarlık Eserlerinin Plan ve Form Özellikleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara (Tarihsiz), s.55.) daha önce istisnaî bir iki örnek dışında üç süsleme şeridi bulunmasına karşın, XIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bordürlerin incelenerek, beşe ulaştığını belirtir. Yazar, ayrıca bu dönemde önceki dönemin yıldız kompozisyonu ağırlıklı süslemesinin geometrik ağ, halat örgüsü ve rumîye yerini terk ettiğini ifade etmektedir. Sahip Ata yapılarında bu değişim rahatlıkla izlenebilmektedir. 1222 Yarım yıldızlardan oluşan süslemeye XIII. yy. da çok sık rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarına, Ak Han Avlu Portali, Aksaray Sultan Hanı Avlu Portali, Alay Han Portalinde rastlanmaktadır. 488 çubukların alt kısımları, iki yanda, mukarnas hücresine benzer bir başlığı olan ve sütun gibi şekillendirilmiş bir biçimle sonlandırılmıştır. Sütun biçimli bu kısımlar yüzeysel işlenmiş bir geometrik süslemeye sahiptir. Burada içte olanı içbükey, dışta olanı düz iki ince bordür, hem yatay eksenler boyunca Kölük eserlerinin karakteristiği olan düğümleri oluştururken, aynı zamanda ortalarından geçen, kaval silmelerden müteşekkil ince çubuğun yardımıyla, portalin düşey karakterini vurgulamaktadır. Sahip Ata’nın Sultan Kapısı karşısında yer alan medresesinde ise Kölük bin Abdullah Anadolu’da başka bir örneği bulunmayan yeni bir düzenlemeye girişmiştir. Portalin tasarımına, her iki yan kanattan başlayan iki ayet damgasını vurmaktadır. Portal bordürlerindeki diğer süsleme ayrıntıları, en geniş bordürü teşkil eden iki yazı şeridine göre düzenlenmiştir. Portalin iki dış köşesinde yer alan üç kaval silmeden oluşan sütunce, tıpkı camide olduğu gibi portalin yatay ekseninde girift bir düşüm oluşturarak yükselir. Ancak buradaki düğümlerin formu farklıdır1223. Formu değiştirilmiş olsa bile ortasından ince çubuklar geçen düğüm fikrinin bu iki Kölük eserinde de kullanıldığını görmekteyiz. En dıştaki bordürde, boyuna dizilmiş ve kıvrım dallarının birbirine bağladı iki yana açılmış rumîlerden oluşan bitkisel bir süsleme bulunur. Bu bitkisel dar bordürle, yazı bordürü arasında daha dar ve meandır motifinden müteşekkil bir şerit bulunur. Buradaki süsleme o kadar yüzeysel işlenmiştir ki, uzaktan yazı ve bitkisel bordürü birbirinden ayıran dar bir silme gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Enli yazı bordürünün yüzeyi, diğerlerinden daha içerlek tutularak girift yazı şeridinin daha plastik algılanması sağlanmıştır. Portalin üst bölümü yıkıldığı için yazı bordürünün üst bölümde nasıl devam ettiği net olarak 1223 Brend (a.g.m., s.174, Fig. 15. ) bir yazmadan yola çıkarak, bu düğümün Ermeni sanatından alınmış olabileceğini ifade eder. Bir şekil benzerliğinden yola çıkarak böylesi bir sonuca ulaşmak çok da bilimsel bir yaklaşım olmasa gerekir. 489 anlaşılamamaktadır1224(Çizim:22). Ancak portalin tam düşey aksında bir düğüm yaparak aşağıya indiği mevcut haliyle tespit edilebilmektedir. Daha sonra iki kol halinde kavsaraya inen ve kavsaranın eğimine uygun bir şekilde devam eden yazı bordürleri, yine tam düşey aksta ikinci düğümü yaparak kapı sövelerinde nihayetlenir. Yazı bordürünü içten çerçevelen ince şerit ise saç örgüsü biçimlidir. Kavsara üzengi seviyesinde zar başlıklı bir kaideye oturan bu bordür üstte çift dilimli dairesel bir bölümü kat ettikten sonra, yazı bordürlerinin üstte, ilk düğüm yaptığı yerde sonlanır. Bu ince şerit, başlı başına bir bordür olmaktan çok, tıpkı meandır motifli bordür gibi yazı şeritlerini sınırlayan bir hüviyete sahiptir. Bu şeridin altında, benzerini portal kavsara kemerinin iki iç köşesinde gördüğümüz; üst kısmı yelpaze şeklinde açılmış, alt kısmı ise üç dilimli iki palmet motifinden oluşan bitkisel bir süsleme yer alır. Bu iki palmetten çıkan iki kaval silme, ortada çapraz şekilde birbirini kat ederek bir tür düğüm yapmaktadır. Yüzeysel bitkisel dekorlu bir zemin üzerinde yer alan bu plastik etkili bitkisel motifin taç kısmı, hafifçe yukarı doğru kalkıktır ve aynı kavsara iç köşelerindeki motifler gibi adeta üçüncü boyut kazanmaktadırlar. Bu motifin altında ise tek kademeli bir başlığa sahip ve gövdeleri alta doğru incelen iki sütunce yer alır. Yarıya kadar duvara gömülü bu sütuncelerin alt kısımları perde püskülüne benzeyen bir motifle nihayetlenir1225. Sahip Ata’nın birbirine yakın tarihli iki yapısı Kayseri’deki Medresesi ve Konya’daki Hânkahının 1224 Sivas Çifte Minareli Medresenin cephesinde küçük bir örneği bulunan portalin, bu minyatür örneğine bakılarak yıkılan üst kesimi için bir tahminde bulunmak mümkündür. Bkz bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi bölümüne. 1225 Bu motifin benzerine Sivas Çifte Minareli Medrese portalinin kavsara şeridinin ve Sivas Sahip Ata Medresesi portalinin iki yan kanadının çerçeve şeritlerinin uç kısmında rastlamaktayız. Bu motif adı geçen iki örnekte de birer adet iken, Konya Sahip Ata Medresesinde iki yanda ikişer adet olması ilginçtir. Biz perde motifinin Ortaçağda taşıdığı tematik anlamı da göz önünde bulundurarak, iki ayetin portalde yer alması nedeniyle iki adet olduğunu düşünmekteyiz. 490 kapılarında ise Kölük’ün iki eserinde görülen yeni gelişmelerden habersiz, yüzyılın ilk yarısındaki süsleme ve tasarım özellikleri dikkati çeker. Kayser Sahibiye Medresesi portalinin yan kanatlarını, iki köşede burmalı sütuncelerin sınırladığı dört bordür süsler. En dışta olan bordür, yatay eksen boyunca sıralanmış ve mukarnas dizilerinden1226 müteşekkil bir süsleme kompozisyonuna sahiptir. Rumî ve kıvrım dallardan müteşekkil, enine bitkisel kompozisyona sahip ikinci bordürle, geometrik geçmelerden oluşan üçüncü bordür ve dar, içbükey son bordür, diğer Sahip Ata yapılarından daha çok benzerlerini Kayseri yapılarında1227 bulabileceğimiz bir süslemeye sahiptir. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı da, Sahibiye Medresesinde görülen üslubu devam ettirdiği görülür. Portalin yan kanatlarını teşkil eden dört bordürden, içteki dar olanı, kıvrım dallardan müteşekkil açık bir bitkisel kompozisyonla, diğer üçü ise ongen yıldız kompozisyonlarından oluşan geometrik bir tasarıma sahiptir. Sivas’taki Medresede ise Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresenin, yüzyılın ilk yarısına ait binaları hatırlatan bordür düzenlemelerinin aksine, Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata yapılarında gerçekleştiği yeni düzenlemeleri hatırlatan –hatta geliştiren- bir yaklaşım söz konusudur. Bu binada bordür sayısının beşe çıkması dışında, bitkisel bordürlerdeki süslemelerin oldukça iri ve plastik etkili olması açısından bir yenilik görülür. Bordürlerden en dışta olanı çokgen geçmelerinden müteşekkil açık geometrik bir kompozisyondur. İkinci bordürde palmet-rumî kombinasyonun bilinen bir varyasyonu görülür. Ancak burada farklı olan kompozisyonun alttaki kıvrım dallardan oluşan bir zemin üzerinde yer alıyor olması ve çift katlı bir görünüm arz etmesidir. Üçüncü ve dördüncü dar 1226 Aksaray Sultan Hanı (avlu), Konya Sırçalı ve Karatay Medreseleri portallerinin yan kanatlarında bu süsleme bordürünün kullanıldığı görülmektedir. 1227 Kayseri Sahibiye Medresesiyle açık bir benzerlik hemen yakınındaki 1249 tarihli Hacı Kılıç Medresesi arasında görülür. 491 bordürler boyuna hizalanmış, aralarındaki kıvrım dallara sağlı sollu sıralanmış palmetlerden teşkildir. Beşinci ve son bordürde düşey eksen boyunca sıralanmış palmetler ve onları iki yandan saran rumîlerden oluşan bitkisel açık bir kompozisyon bulunur. Motiflerin irileşmesi, bordür sayılarının artması dışında Sivas Sahip Ata Medresesinin portal tasarımı, klasik özellikler gösterir. Mukarnaslı kavsara, basık kemerli kapı nişi, portalin küçük bir kopyası niteliğindeki mihrabiyeler, bilinen şemaların tekrar niteliğindedir. Buna karşın Sivas’taki Medresenin portali, Anadolu’da ilk kez Konya’da Kölük bin Abdullah eliyle gerçekleştirilen ve taçkapıya iki yandan eklenen çifte minareli şema geleneğinin, 13 yıl sonra yine bir Sahip Ata yapısında ve geliştirilmiş bir örnekle yeniden ortaya çıkması açısından dikkat çekicidir. Anadolu’da portalin yanında çifte minare uygulaması beş yapıda görülür: Konya Sahip Ata Camii, Sivas Sahip Ata Medresesi, Sivas Çifte Minareli Medrese, Erzurum Hatuniye Medresesi ve Niğde Sungur Bey Camii. Konya Çeşme Kapısı karşısındaki külliyesinin mescidinin portali, günümüze kuzey bordürünün bir kısmı kalabilmiştir. Geometrik geçmelerden müteşekkil bordürde, turkuaz beşgen çinilerin ortalarında patlıcan moru dairesel biçimli çini mozaikler yer almaktadır. Akşehir Güdük Minare Mescidi (1226)1228nin portali tıpkı, Konya Sahip Ata Mescidinde olduğu gibi çinilidir. Çifte minare geleneği, aslında İslâm mimarisinde erken dönemlerden beri kullanılan bir uygulamadır. Abbasi Halifesi El-Mansur 754–58 tarihleri arasında, Mescid-i Haram’a iki minare ekletmiştir1229. Nahcivan’daki 1186 tarihli Mümine Hatun yapılar kompleksine ait XIX. yüzyıla ait bir gravür, külliyenin anıtsal girişinin 1228 Yetkin, a.g.e., s.61-62. 1229 J.Bloom, (“The Minaret Before the Saljûgs”, The Art of the Saljûgs in Iran and Anatolia, (Ed. R.Hillenbrand), California 1994, s.12–17(14).) bu eklemenin mahiyeti hakkında bir izahat getirmemektedir. 492 her iki yanında birer minare olduğunu göstermektedir1230. Gravürde, bugüne ulaşamayan iki minarenin, portale bitişmediği, iki bağımsız eleman gibi girişin her iki yanında yer aldığı görülmektedir. Talas’taki XII. Yüzyıl başlarına ait Ayşe Bibi Türbesinin giriş cephelerinin köşelerinde günümüze bir bölümü kalabilmiş iki minare bulunmaktadır1231. Melikşah döneminde yapımına başlanıp, daha sonra eklemelerle genişletilen İsfahan Mescid-i Cumasında portalin iki yanında yer alan çifte minare XIV. yüzyıl sonlarına aittir1232. Yaptığımız incelemeler sonucunda Anadolu dışında XIII. yüzyıla veya öncesine ait çifte minareli başka bir örnek tespit edemedik. Buna karşın XIV.-XV. Yüzyıllara ait yapılarda çifte minare kullanımının, bugünkü İran coğrafyasında büyük bir artış gösterdiği görülmektedir. İsfahan’daki 1315–16 tarihli Ahtaryan Mescid-i Cuması1233, Abarguh’daki Mescid-i Nizamiye (1325)1234, Kum’daki isimsiz Medrese (1325)1235, İsfahan’daki Do Minar Külliyesi (1330– 40)1236 ve Ahmed Yesevî Türbesi1237 bunlardan bazılarıdır. Anadolu’da ise 1176– 1186 tarihli Mardin Ulu Camii ve 1204 tarihli Kızıltepe Dunaysır Camiinin günümüze ulaşamamış iki minaresi bulunmaktaydı1238. Ancak tüm bu örnekler, Sahip Ata yapılarında görüldüğü gibi portalin iki yanında yer almayıp, revaklı avlularının birer köşesine yerleştirilmişti. İran’daki XIV 1230 O.Aslanapa, Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s.132, Resim 91. 1231 Aslanapa, a.g.e., s.213-216. 1232 Pope, a.g.e., 364. 1233 D.N.Wilber, The Architecture os Islamic Iran (The Il Khânid Period), Princeton 1955, s.141–145, Pl. 91, 93. 1234 Wilber, a.g.e., s.167, Pl. 157. 1235 Wilber, a.g.e., s.167, Pl. 156. 1236 Wilber, a.g.e., s.169-171, Pl. 163. 1237 Aslanapa, a.g.e., s.262-263. 1238 Günümüze ulaşamayan bu iki yapının çifte minareleri için bkz. A.Altun, “Mardin Ulu Camii ve Çifte Minareleri Üzerine Birkaç Not”, Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara 1971, s.191–201. 493 ve XV. Yüzyıl örnekleri bir yana bırakılırsa, bu şemanın, ya eyvan şeklindeki girişin iki yanında kule şeklinde yükselen ancak portalle organik bir bütünlük arz etmeyen, ya da avlu veya kare yapının iki köşesinde uygulandığı görülür. Çifte minare uygulamasının tespit edebildiğimiz ilk örneği olan Nahcivan Mümine Hatun Külliyesindeki minarelerin, eyvan biçimli girişle organik bir bütünlük yerine, bağımsız iki kule biçimli olduğu görülmektedir. Yine Talas’taki Ayşe Bibi Türbesi’nde de minareler, kare yapının iki köşesinde yer alırken, portalle bir bağlantısı bulunmaz. “Minâr” veya “Manara” kelimesi İslam ülkelerinde her türlü kule manasını taşıyordu ve aynı zamanda Asya’da İslamiyet öncesinde, gözetleme kulesi veya zafer takı’nı ifade etmek için de kullanılıyordu1239. Bu anlamda, anıtsal girişleri iki yanındaki kule veya minareyle taçlandırmanın, hangi manayı ifade ederse etsin Asya’da bir geçmişi olduğu bilinmektedir. Ancak minareyi portal ünitesiyle bütünleştiren ve ön cephe tasarım içinde değerlendiren yeni uygulama, Anadolu’da karşımıza çıkmaktadır1240. Bu uygulamanın ilk örneği olan Sahip Ata Camiinde, minarelerden biri günümüze ulaşabilmiştir. Buna karşın bina, mevcut merdiven kovası ve penceresiyle çifte minareli olarak tasarlandığı açıktır. Her biri yaklaşık 1,5 m. enindeki iki yan kanatla birlikte, portal yüksekliği ve genişliğinin ölçüleri birbirine eşittir. Altta iki spolia mermer parçanın üzerinde yükselen iki yan kanat, simetrik olarak tanzim edilmiş olup, kaidenin üzerinde, portalin küçük bir modeli şeklinde tasarlanmış çeşme bölümü yer alır. Çeşmelerin üzerinde, kaval silmelerden müteşekkil ve geometrik geçmelerin ortada sivri kemerli bir açıklık oluşturduğu minare sahanlık penceresi yer alır. Aralarına taşa kakma tekniğiyle çini şeritlerin yerleştirildiği beyaz mermerden bu bölümün üstünde minare kaidesi bulunur. Tuğla 1239 S.Eyice, “Minâre”, M.E. B. İslâm Ansiklopedisi, 8. Cilt, İstanbul 1960, s.323–335 (323–324). 1240 Eyice, a.g.m., s.330. 494 malzemeli bu bölümün yüzeyinde çini mozaik parçalardan oluşan kûfî karakterli birer yazı vardır. Yazılar, doğuya doğru 45° eğik şekilde tanzim edilmiş olup, batıdakinde “Ebu Bekir” doğudakinde “Ali” isimleri tekrarlanarak işlenmiştir. Portalin ilk bordürüne dıştan bitişik, ince ve 4 profilli bir silme en üstte portal çerçevesini oluşturduktan sonra, minare kaidesini ve altındaki minare penceresini iç kenar boyunca sınırlar. Bordür, pencere ile altındaki çeşme haznesinin arasında kalan dikdörtgen boşluğu da sınırladıktan sonra çeşmeyi iç kenarı boyunca hizalar ve kaidenin hemen üzerinde daire biçimli olarak sonlanır. Ucu iki yanda dairesel bir biçimde sonlanan bu bordür, portal ile iki yan kanadını bütünleştirdiği gibi, aynı şema içinde algılanmasını da sağlamaktadır. Bunun dışında bordür, sarımtrak kalker kesme taş, beyaz mermer ve tuğla malzemenin bir arada kullanıldığı yan kanatlarda, farkı malzeme kullanımından dolayı meydana gelebilecek bir uyumsuzluğu da giderir. Buna karşın, çifte minare kullanımının Anadolu’daki bu ilk örneğinde kaideden gövdeye geçişte bazı uyumsuzluklar görülür. Bu problemlerin diğer Sahip Ata eseri olan Sivas’taki Medresede giderildiği görülür. Sivas Sahip Ata Medresesinde bu teknik kusurların giderilmesi dışında, yan kanat ve portal çıkıntısı arasındaki oranlar açısından da mükemmellik sağlanmıştır. Örneğin iki yan kanadın toplam genişliği, portalin enine eşittir. Yan kanatların eklenmesi, portalin eni ve boyunu birbirine eşitler1241. Silindirik gövdeli minarelerin altında tuğladan iki kare kaide kısmı bulunur. Bu bölümü, mermer kaideden, portalin en üst yatay çerçeve kısmından inen bir şerit ayırır. Üst kesimleri, sivri kemer şeklinde tertiplenmiş kare sahaları teşkil eden bu bordür, portalin dış bordürü olmayıp, üst ve yan satıhları kat eden portal çerçevelerine eşlik eder. İki kaide kısmı portalden farklı olarak mavi 1241 Ögel (a.g.e., s.58.), portal yan kanatlarının daraltılması sebebiyle “Konya Sahip Ata Camiindeki ehemmiyetini yitirdiğini” belirtmektedir. 495 renkli mermerden yapılmıştır. Portal kaideleri iki yanda kalın kaval silmeyle sınırlandırılmıştır. Bordür, zeminden itibaren sivri kemerli bir saha içinde, altta boyuna dikdörtgen bir bölüm oluşturmakta; bunun içinde de altta sekiz kollu mermer bir saha içinde Zuhruf Sûresi ve Kalem Sûresinden birer ayetin bulunduğu yazı panosu ve onun üstünde de kalker taş malzemeden hayat ağacı1242 motifi bulunmaktadır. Burada rumîli üçgen saptan, yapraklar simetrik olarak çifterli şekilde çıkar. En alt yaprak, rûmî yaprağının dairesel kısmına benzeyen bozuk1243 şekilli bir palmettir. Ondan sonraki yapraklar arasında nar meyvesine benzeyen motif görülür. Üst kısımdaki yapraklar arasında da nara benzeyen motifler bulunur. Ortadaki kartalın her iki yanında, narların hemen üzerinde kuş motifleri yer alır. Heraldik duruşlu kartal, tek başlıdır1244 ve ayakları ile yaprağa tutunmaktadır. Kaval silmeler, alttaki dikdörtgen bölümden sonra, köşelerde “L” şekilli ve ortada sekiz kollu yıldız oluşturacak şekilde tanzim edilmiş bir kompozisyon meydana getirir. Yıldızın ortasındaki sivri kemerli bir açıklık bulunmaktır ki burası merdiveni aydınlatan penceredir1245. Kaval silmeler bu bölümden sonra enine dikdörtgen bir saha oluşturur. Burada, tek satır halinde bir hadis yazıtı bulunmaktadır. Kaval silmeler, yazıtın üstünde ortadaki iri palmete iki kenarda bağlanan ve yarım rûmîlerden müteşekkil, yüksek kabartma halinde işlenmiş bir kompozisyon oluşturmaktadır.1246 1242 Anadolu Selçuklu Sanatında sıklıkla görülen hayat ağacı motifi, Erzurum Çifte Minareli Medrese (XIII. Yüzyılın sonları, ağacın altında ejder çifti vardır), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310, ağacın altında aslan çifti vardır), Kayseri Döner Kümbet (1276–77), ağacın altında aslan çifti vardır) de görülür. Divriği Ulu Camii (1229) ve Niğde Hüdavent Hatun Türbesi (1312) nde ise bitkisel zemin üzerinde işlenmiş kartallarda, zeminin hayat ağacını temsil ettiği söylenmektedir. Bkz., G.Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi…, s. 44. 1243 Ögel, a.g.e., s.58. 1244 Ögel (a.g.e., s.58), bunun insan başı olduğunu belirtmektedir. 1245 Kuzeydeki minare penceresi bilinmeyen bir tarihte kapatılmıştır. 1246 Bu motifin benzerine Divriği Darü’ş-Şifâ’sı sütun başlıklarının biri üzerinde rastlamaktayız. 496 Palmetin tepe yaprağı içinde küçük bir palmet daha yer almaktadır. Esas itibariyle, kaval silmelerin kaidelerdeki süslemelerin tamamını meydana getirmesi, bu yan bölümleri bir bütün yapar. Simetrik portal kaidesinin iç yüzleri, ön yüzlerinin tekrarı gibidir. Üstte iri kaval silmeli, yanlarda, yarım iki rûmî ve ortada palmetten oluşan kompozisyon, zemine kadar yan yüzleri sınırlayan profilli iki bordür oluşturur ve altta –tıpkı ön yüzde olduğu gibi- perde püskülüne benzeyen bir motifle sona erer. Palmet- rûmî kompozisyonun altındaki boyuna dikdörtgen sahada, tepe noktasında bir palmet bulunan teğet kemerli bir kompozisyon bulunmaktadır. Bu kemerin altında enine dikdörtgen beyaz mermer malzemeli –söz konusu sahadaki mavi renkli bir mermer malzemeden farklı olarak- bir bordür yer almaktadır. Bu bordürde çiçekli kûfî hatla Kelime-i Tevhid yazılıdır. Yazı bordürünün altında teğet kemerli bir saha bulunur. Zemine kadar inen bu uzun sahanın ortaya yakın bir kısmında, beyaz mermer malzemeli sekiz kollu yıldız panonun içinde bir başka yazı panosu bulunmaktadır. Portalde, portal çıkıntısı beyaz, yan kanatlar mavi mermerden, minare ve minare kaidesi tuğladan yapılmıştır. Mimar Kaluyan El Konevî, portalin yan kanadı haline gelen çifte minare şemasını uygularken bu malzeme seçimini bilinçli uyguladığı anlaşılmaktadır. Mimar, ön cephede farklı malzemelerden dolayı, bağımsız elemanlar gibi duran portal, yan kanatlar ve minareyi bitkisel süslemeli bordürlerle aynı tasarım içinde uyumlu bir şekilde düzenleyebilmiştir. Sivas’taki çifte minare düzenlemesi, Anadolu’daki diğer örneklerden olgun düzenlemesiyle farklılaşır. Sivas Çifte Minareli Medresede minareler portalin üzerinden yükselir, yan kanat olarak portal kompozisyonuna katılmaz. Niğde Sungur Bey Camisinde büyük ölçüde yıprandığı için portalin iki yan kanadındaki minarelerin tasarıma nasıl katıldığı anlaşılamamaktadır. Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese de ise minare, portalin iki yan kanadı şeklinde yükseldiği görülmekle birlikte, Sivas Sahip Ata 497 Medresesindeki gibi farklı malzemeyle yan kanatların vurgulandığı ve taçkapı bordürlerinin kompozisyona katıldığı bir düzenleme yoktur. Ancak Sivas’taki birçok düzenlemenin Erzurum’da tekrar edildiğine bakılırsa, Sivas’taki Medreseden etkilendiği açıktır. Bu anlamda, Sahip Ata’nın Konya’daki Camii ve Sivas’taki Medresesi, Anadolu’daki çifte minareli yapılara model olduğu gibi, diğerlerinden daha olgun örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ön Cephe, Anadolu Selçuklu Mimarisinde, XIII. yüzyılın ilk yarısında ön yüz kompozisyonunu tek başına temsil eden taçkapılara, yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşme, süslemeli pencere, niş, dayanaklar ve köşe kulelerinin eklendiği görülür1247. Yüzyılın ilk yarısında genellikle, düz işçilik gösteren ön cephe, ikinci yarıda çeşme, niş vb. elemanlarla zengin bir görünüm kazanmaya başlamıştır1248. Biri dışında tamamı XIII. yüzyılın ikinci yarısına ait Sahip Ata yapıları, bu yeni tasarım anlayışının, farklı yapı türlerinde öncülüğünü yapmışlardır. Sahip Ata yapılarının Ortaçağ’da, gelişen şehir dokuları içinde işgal ettikleri konum, bu yeni önyüz tasarımında etkili olmuştur. Ortaçağ’da, Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi kalenin güney Kale Kapısı, Kayseri’deki Medresesi kale’nin kuzey kapısı, Konya’daki Medresesi Sultan Kapısı, Camii Larende Kapısı, Mescidi Çeşme Kapısı yakınına yer almaktaydı1249. Yapıların bulunduğu alanlar, Anadolu Selçuklu şehirlerinin en önemli alanlarıydı. Bu anlamda, yapıların ilk fark edilecek yeri olan ön cephelerinin tasarımına, diğer bölümlerden daha fazla titizlik gösterilmiştir. Sahip Ata yapıları portallerinde, bazı farklılıklar dışında, kendi içinde geometrik bir sistem ve oranın yakalanmaya çalışıldığını yukarıda ifade etmeye çalışmıştık. Ön cephede, portalin iki 1247 Bayburtluoğlu, a.g.m., s.76. 1248 Bayburtluoğlu, a.g.m., s.82. 1249 Akşehir Sahip Ata Medresesinin de şehrin bugüne ulaşamayan kale kapılarından biri karşısında olduğu bilinmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Akşehir Sahip Ata Medresesi bölümüne. 498 yanındaki alanları ifade eden yan kanatların da böylesi bir oranla inşa edildiği görülmektedir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi oranları açısından en gelişmiş örnektir. Binanın ön cephesinde (Çizim:35), portalle, yan kanatların her birinin genişliği aynı ölçülerdedir. Klasik Selçuklu portallerinde görülen en ve boy arasındaki 2/3 oranı burada kesin bir ölçüde sağlanmış, dolayısıyla, ön cephe üç eşit parçaya ayrılmıştır. Kayseri Sahip Ata Medresesinde portal, avlu ve ana eyvan aksında olmasına karşın, ön cephenin 11 cm. kadar doğusuna kaymıştır (Çizim:29). Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinde portal, yapı kütlesinin ekseninde olmasına karşın, kuzeybatısına eklenmiş mescit sebebiyle ön cephede kuzeye doğru kaymış durumdadır. Sahip Ata’nın ilk medresesi olan Akşehir’deki yapıda da tıpkı Konya’daki Medresede olduğu gibi kuzeybatısındaki mescidin varlığından ötürü portalin ön cephe aksından kaydığı görülür. Konya’daki yapının portali, mescit göz ardı edildiğinde hemen hemen ana eksende yer almasına karşın, Akşehir’deki medresenin portali ne mescitle ne de mescit olmadan ön cephenin aksında yer almaz. Buna karşın tüm Sahip Ata yapılarında portal, avlu ve ana eyvanın aynı aks üzerinde bulunmasına azami dikkat gösterilmiştir. Konya’daki Sahip Ata Hânkahının portali – mevcut durumuyla- ön cephe aksından güneye kaymıştır (Çizim:14). Bu binada karşılaştığımız yeni bir durum, portalin güneyindeki 2, kuzeyindeki 3 adet basık kemerli derin niştir. Devrinde dükkân olarak kullanıldığı anlaşılan bu nişler, dini bir yapının ön cephesinde ticari amaçlara yönelik bir düzenleme yapılması açısından dikkat çekicidir. İshaklı’daki Hanın ön cephesinde portalin yan kanatları birbirine eşit ölçülerdedir. Buna karşın yan kantların her biri dairesel payandalarla eşit olmayan iki parçaya ayrılmıştır. Bu konuda, Sahip Ata’nın Konya’daki Camisi, Mescidi, Hamamı, Buzhanesi ve Ilgın’daki Kaplıcasını, ön cepheleri günümüze aslî haliyle ulaşamadığından değerlendiremiyoruz. Anadolu Selçuklu dönemi eserlerinde 499 özellikle hanlarda, yapı ön cephe görünümünü etkileyen ve kale etkisi uyandıran payandalar, XIII. yüzyılın ilk yarısında kare veya dikdörtgen, yüzyılın ortalarından itibaren daire kesitlidir. Yüzyılın ikinci yarısında dilimlenmeye ve süslenmeye başlayan payandalar, özellikle 1270’lerden sonra ön cephe kompozisyonunun değişmez bir öğesi olmuştur1250. İshaklı’daki Sahip Ata Hanının -yüzyılın ilk yarısına ait çağdaşı diğer örneklerde olduğu gibi-, köşelerde kare, cephelerin ortalarına denk gelen noktalarda dairesel planlı payandalar görülür. Sahip Ata’nın Konya’daki Camisinde yapılan kazı ve sondajlar neticesinde payanda temeli olabilecek bir ize rastlanmamıştır1251. Konya’daki Medrese ve Hânkah’ta ayrıca Akşehir’deki Medresede de payandaya dair bir iz yoktur. Kayseri Sahip Ata Medresesinde ise merkezi, duvar köşesiyle çakışan, dairesel planlı iki payanda ön cephenin köşelerinde yer alır. Payandanın kare planlı oturtmalığı, ön cephe çerçeve şeridi hizasında sekizgene dönüşmüştür. Dairesel planlı gövdenin cepheyle bitiştiği köşelerde, ön cephenin tamamını süsleyen halat örgülü süslemenin yer alır. Yan kanatları altta, üstte ve iki yanda kuşatan profilli bu silme, iki payandayı, üstte ve altta dairesel forma uygun olarak dolaştıktan sonra, iki yanda cephenin silmelerine bitişik olarak sınırlar. Silme ve payandanın, binanın diğer cephelerinde kullanılmaması, bilinçli bir tercihe işaret etmektedir. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinde kuzey ve güneyde dört, giriş cephesinde iki payanda yer alırken, doğu cephede payanda bulunmadığı görülür1252. Tamamı dairesel planlı payandalardan, sadece ön cephenin iki köşesinde 1250 Baybutrluoğlu, a.g.m., s.80. 1251 Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.56. 1252 Harap durumdaki doğu cephenin aslî durumuna ilişkin tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne. 500 yer alanlar süslenmiştir1253. Yüksek kabartmalarla süslenmiş ve ¾ oranında köşeye bağlanan, yarım daire planlı payandalar, aynı bezemeye sahip olup, iki silmeyle üç bölüme ayrılmıştır. Payandanın bugün bir kısmı toprağın altında kalmış olan kaide kısmı, küçük sivri kemerlerden oluşan bir kuşakla süslenmiştir. Bu kemerlerin sağlam kalabilenlerinden anlaşıldığına göre, iç kısımları hayat ağacı motifi; kemer araları ise palmet-rumî kombinasyonu ile süslenmiştir. Kaideden orta bölüme kadarki ikinci kuşakta ise, dokuz sıra halinde bitkisel bir süsleme görülür. Kompozisyon, lotus palmetlerden teşkil edilmiş olup, palmetler lotuslara göre daha yüksek kabartma halinde işlenmiştir. Payanda tepeliğine kadarki son bölümde ise, üç dilimli kemerler yedi sıra halinde ve baklava dilimi oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Sivas’ta 1271 tarihinde tamamlanan Çifte Minare ve Buruciye Medreselerinin ön cephelerinde yer alan payandalar Sahip Ata Medresesindeki dairesel kesitli köşe kulelerinin aksine dilimlidir. Süslemeler, Sahip Ata Medresesinde geleneksel palmet ve rumî kombinasyonuna dayanırken, Sivas’ın 1271 tarihli diğer iki yapısında köşe kuleleri “demet payeler”1254 biçimindedir. Ön cephede görülen profilli veya düz silmeler, subasman taçkapı ve destekler arasında bir pano oluştururlar1255. Bu anlamda bir düzenleme, Sahip Ata yapılarından sadece ikisinde görülür. Kayseri Sahip Ata Medresesinin ön cephesinde görülen kaval silmelerden oluşan halat örgüye benzer biçimli çerçeve, içerisindeki daha ince profilli ikinci bir silmeyi çevreler. Portali iki yanda sınırlayan bu süsleme, yan kanatları, alttan üstten ve iki yandan çerçevelerken, cephenin iki köşesindeki payandaları da kuşatır. Süslemenin benzerine, Konya 1253 Kuzey cephede batıdan itibaren ikinci payandanın sadece zeminden 1 m.ye kadarki bölümünün süslendiği diğer bölümlerinin sade bırakıldığı görülür. Bu durum ilk aşamada diğer payandaların da süslenmek üzere tasarlandığı, ancak hızlı inşaatın bir sonucu olsa gerek bahsedilen payanda ve geri kalanının süslenmesinden vazgeçildiği anlaşılmaktadır. 1254 Ögel, a.g.e., s.65-67. 1255 Tuncer, a.g.e., s.58. 501 Küçük Karatay (Kemaliye) Medresesi (1250–51)1256nin portalinde rastlamaktayız. Sivas Sahip Ata Medresesinde, portali ve yan kanatları çevreleyen süsleme bordürlerinin, ön cephede yer alan çeşme ve pencere gibi diğer unsurları da dolaştığı, böylece ön cephenin bir bütün olarak algılandığı bir kompozisyonla karşılaşılır (Çizim:35). Her iki yan kanadı iki yanda, üstte ve altta dolaşan bordürlerin süslemelerinde farklılık görülmektedir. Yan kanadın güney bölümünde, dört yandan bölümü çepeçevre dolaşan çift sıra bordüre karşın, kuzeyde sadece üst bölümde – üstelik güneydekinden farklı bir süslemeye sahip- süsleme bordürü yer alır. Güneyde biri enli diğeri daha dar iki bordür, üst ve iki yan kenarı kuşatırken, alt kenarda, dıştaki dar bordürün, alttaki pencereyi de kuşatacak şekilde düzenlendiği görülür. Bordürler boyuna olmakla birlikte buradaki süslemeler enine gelişen bir şekilde teşkil edilmiştir. Bordürlerde, palmet-rûmî kombinasyonundan gelişen bir süsleme vardır. Cephenin kuzey bölümünün iki yan ve alt kenarında bordür bulunmadığı görülmektedir. Üst kenarda ise mukarnas kavsaralı bir frizin hemen altında, bitkisel karakterli biri enli diğeri dar iki bordür bulunur. Bu bordürlerdeki süslemelerin, güney bölümdeki bordür süslemelerinden farklı bir karakterde olmakla birlikte yine enine gelişmiş bir palmet-rûmî kombinasyonundan oluştuğu görülür. Ayrıca mukarnaslı friz1257 sadece kuzey bölümde karşımıza çıkar. Bu durum, giriş 1256 Konya Küçük Karatay Medresesinin günümüze ulaşamayan portalinin eski bir fotoğrafı için bkz. Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.108, Resim 262. 1257 Giriş cephesinin iki yan bölümünün saçak yükseklikleri kontrol edildiğinde, güney kesimin daha düşük seviyede bulunduğu, bu durumun tahribat sonucu zamanla oluştuğu, aslî halinde ise güney kesiminde tıpkı kuzeydeki gibi mukarnaslı bir frizle sonlandığı rahatlıkla söylenebilir. Aynı durumu Sivas’taki Çifte Minareli Medrese de görmekteyiz. Giriş cephesinin güneyi mukarnaslı bir friz ile sonlanırken kuzey kesimin üst bölümünün yıkılması sonucu friz görülmemektedir. Kanaatimizce giriş cephesi, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) nun, belirttiği gibi dendanlı olarak düzenlenmemiş, dendan sadece portalin üzerinde yer almıştır. Nitekim çeşitli zamanlardaki kazı ve sondajları neticesinde sadece bir dendan ele geçirilmesi de bu duruma karine teşkil eder. 502 cephesinde süsleme ve mimarinin geneline hâkim simetriye, bordürlerin sayıları ve süslemeleri konusunda çok da uyulmadığını gösterir1258. Buna karşın ön cepheyi tüm elemanlarıyla bir bütün olarak algılayan anlayışın tasarıma hâkim olduğu açıkça görülmektedir. Bu anlayışın 1291’lere tarihlenen Erzurum Çifte Minareli Medresesinde kaval silmelerden oluşan profilli bir silmeyle, 1271 tarihli Sivas Çifte Minareli Medresede bitkisel karakterli enli bir bordürle, aynı tarihli Sivas’taki Buruciye Medresesinde ise üzerinde Kuran-ı Kerim’den ayetler bulunan yazı bordürüyle sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Çeşme, Ön cephenin yan kanatlarda yer alan önemli unsurlardan biri de çeşmelerdir. Erzurum Sivas ve Kayseri yöresindeki eserlerde ve XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanan çeşme, genellikle taçkapının bir yanına yerleştirildiği, çoğunlukla basit silme veya dekoratif bordürlerle çerçevelendiği bir nişle belirlenmiştir1259. Portal üzerinde yer alan çeşme örneğinin tek örnek, Konya Sahip Ata Camisinde bulunmaktadır (Çizim:11). Portali ve iki yan kanadını çevreleyen bitkisel bordür, altta, subasman seviyesinde yuvarlatılmış bir şekilde nihayetlenir. Ortası delikli bu bölüm çeşmenin emziğidir. Çeşmenin haznesi ise portalin yan kanatların da yer alan sivri kemerli ve mukarnaslı açıklıkların gerisinde yer alır. Portalin basık kemerinin küçük bir modeli şeklindeki bu açıklıları, en dışta su ve temizlik ilgili ayetlerin yer aldığı yazı bordürleri kuşatır. Burada, çeşmenin portal kütlesinin içinde tasarlanıp, değerlendirilmesi açısından başarılı ve daha sonraki yıllarda başka bir örneğini göremediğimiz bir uygulama söz konusudur. Ön cephede çeşme uygulamasının başka bir örneği, cephe yan kanatlarında yer alan ve 1258 Nitekim aynı tarihli Sivas Çifte Minareli Medresenin giriş cephesinde, portalin iki kenarındaki gerek payanda süslemeleri, gerekse bordür sayısı ve bordür süslemelerinde asimetrik bir düzenleme ile karşılaşmaktayız. 1259 Bayburtluoğlu, a.g.m., s.83. 503 portalin küçük bir modeli niteliğindeki bağımsız çeşmelerdir. Bu tip çeşmelere sahip yapılardan bazıları Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291), Tokat Mahperi Hatun Hanı (1238-46) ve Beyşehir Eşrefoğlu Camisi (1296-99) dir. Aslî halinde yıkılan Kayseri Sahibiye Mescidinin cephesinde yer aldığı anlaşılan çeşme1260, bugün Sahip Ata Medresesinin doğusunda bulunmaktadır. Üç profilli silmeyle çevrelenen dikdörtgen planlı ve üstü yarım daire biçimli bir örtülü nişin kemer karnında kitabe taşı yer alır. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin ön cephesinde yer alan çeşme ise bugün orijinal yerindedir. En dışta bitkisel bir süsleme bordürüyle çerçeve içine alınmış olan çeşme üç dilimli bir kemere sahiptir. Kemer köşelikleri, benzerini Konya Sahip Ata Camiinde gördüğümüz geçmelerden oluşan geometrik bir motifle süslenmiştir. En üstte çift satır halinde kitabesi yer alan çeşmenin, üç dilimli kemerinin ortasında, su temin edilen üç delik bulunmaktadır. Çeşmenin arkasında kalan mekân, medresenin abdesthanesidir. Yapıda gerçekleştirilen kazılar neticesinde çeşmeye getirilen suyun, içerde abdesthanede kullandıktan sonra, avlu ortasındaki çeşmeye götürüldüğü ve buralarda kullanıldığı anlaşılmıştır. Pencereler; Ön cephede XIII. yüzyılın erken dönemlerinden mazgal biçimli veya dikdörtgen çerçeveli, sivri kemerli pencereler görülürken, süslemeli ve boyutları büyütülmüş açıklıkların yüzyılın ikinci yarısından itibaren arttığı tespit edilmektedir1261. Sahip Ata’nın 1249 tarihli İshaklı Hanında ön cephede mazgal biçimli pencereler görülürken 1271 tarihli Sivas’taki Medresesindeki büyük boyutlu pencereler arasında bu değişim rahatlıkla tespit edilir. H.Karamağaralı, Konya Sahip Ata Camisinde aslî halinde bir mahfil katı bulunması gerektiğini bu yüzden ön 1260 Bu konudaki geniş tartışma için bkz. bu çalışmanın Kayseri Külliyesi bölümüne. Ayrıca Sahip Ata’nın Akşehir’de yıkılan Hânkahının bir zamanlar cephesinde yer alan bir çeşmenin varlığından da haberdarız. Bakınız bu çalışmanın Akşehir Külliyesi bölümüne. 1261 Bayburtluoğlu, a.g.m., s.83-84. 504 cephede üst kotta pencereler olabileceğini belirtmiştir.1262 Sahip Ata’nın Kayseri’deki Medresesinin ön cephesi masif tutulmuş, Konya’daki Medresesinde ise portalin kuzeyindeki mekânın muhdes açıklıkları bir yana bırakılırsa, pencere açıklığı bulunmamaktadır. Sivas’taki Medresede ise ön cephede dört pencere açıklığı yer alır. Bunlardan altta ve daha büyük boyutlu olanları, girişin iki yanındaki mescit ve Dâr’ul Kurrâ mekânlarına açılmaktadır. Üstte ve daha küçük boyutlu olanlar ise bugün kapatılarak iptal edilmiştir. Alt ve üst kottaki açıklıklar simetrik olarak yerleştirilmiş olup, alttaki büyük pencerelerden mescit mekânına açılanı üzerinde, eğitimle ilgili hadisin yer aldığı bir yazı bordürü bulunur. Bunun simetriğinde süslemesiz bir bordür, açıklığı çerçevelemektedir. Ön cephenin yan kanatlarından güneyde olanında alt kotta bir mazgal bir pencere yer alır ki, bu, simetrik anlayışı bozan tek öğedir. Ancak bu açıklığın gerisindeki mekânın aydınlatılması konusu, mimarı zorladığı ve simetriyi bozma pahasına böylesi bir düzenlemenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Ön cephesinde bu tür bir pencere düzenlemesinin bulunduğu dönemin diğer yapıları arasında, Amasya Bimarhane (1308–9), Sivas Çifte Minareli (1291) ve Buruciye Medreseleri (1271), Karaman Hatuniye Medresesi (1382) ile Beyşehir Eşrefoğlu Camisini (1296–99) sayabiliriz. Bunlardan Sivas’taki Buruciye Medresesinde pencerelerin yerleştirilişi konusunda simetrik kaidelere daha kesinlikle uyulduğu görülürken, Çifte Minareli Medresede pencere dışında cephede yer alan nişlerin, simetriyi bozduğu tespit edilmektedir. Minare, Minare, Anadolu’dan önce şekillenmiş ve bir gelişme geçirmiş, doğu ve batı İslâm ülkelerinde yerli malzeme ve mimari üslupları aksettiren bir çeşitlilikle inşa edilmiştir. Anadolu’daki XIII. yüzyıl minarelerine genel olarak bakıldığında, ilk yarıya ait minarelerin genellikle yapıdan bağımsız, ikinci 1262 Karamağaralı, “Sahip Ata Cami’nin Restitüsyonu…”, s.49. 505 çeyreğindeki bazı örneklerin yapının herhangi bir köşesine eklendiği, ancak yapı ile tam manasıyla kaynaştırılamadığı görülmektedir. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde ise portal kompozisyonu ile birlikte tasarlanan minarelerin yapıyla bütünleştiği tespit edilmektedir1263. Sahip Ata’nın yaptırdığı eserler içinde minareli dört örnek bulunmaktadır. Bunlardan Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Konya Sahip Ata Medresesindekiler, yapının bir kenarına eklenen minarelerdir. Konya Sahip Ata Camisi ve Sivas Sahip Ata Medresesinde ise portal kütlesinin iki yanına bitişen minareler söz konusudur. Dört minarede dikdörtgen prizma şeklinde kaidelere otururken, bunlardan Konya’daki Camide ve Sivas’taki Medresede, portalin yan kanatlarını ihtiva eden payandalar, kaide vazifesini görür ve portal kütlesiyle aynı yüksekliktedir. Dört minareden Akşehir’deki Medresenin kaidesi, kesme taş başlayıp, üst kısmı tuğlayla sonlanmıştır. Konya Sahip Ata Camii ve Medresesinde ise minare kaideleri yapıyla aynı cins taştan inşa edilmiştir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise portalin beyaz mermeriyle bir karşıtlık oluşturacak şekilde minare kaidelerinde gri renkli mermer kullanılmış olup, böylece, minare kaidelerinin cephedeki konumu daha belirgin hale getirilmiştir. Akşehir’deki Medresenin minaresinde pabuç kullanılmadan gövdeye geçilmişken, Sahip Ata’nın Konya’daki Camii ve Medresesinde ve Sivas’taki Medresesinde minarelerin pabuç kısmı, üst köşeleri çıkıntılı küp şeklindedir. Burada yarım piramidal dört çıkıntı, kübik kütleyi takip eden ikinci bir kütle meydana getirir, böylece küpün sekizgene dönüşmesini ve gövdeye yumuşak bir geçişle bağlantısını sağlar. Sahip Ata Camiinde ise bu ikinci kütlenin köşeleri pahlıdır1264. Anadolu Selçuklu Mimarisinin klasik çağı olarak nitelendirilebilecek olan XIII. yüzyılda, ilk yarısındaki silindirik gövdeli minarelere 1263 Bakırer “XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerin…”, s.361. 1264 Bakırer, a.g.m., s.346. 506 nispetle ikinci yarısında, dilimli ve prizmal çıkıntılı eklemeler yapılarak daha önce görülmeyen çokgen şekilli gövdeler meydana getirilmiştir1265. Bugünkü İran coğrafyasında bulunan Türk eserleri incelendiğinde çokgen gövdeli minareye sadece Jar Kurgan’ı örnek verebiliriz1266. Sahip Ata’nın yüzyılın ilk yarısına ait Akşehir’deki Medresesinde gövde silindiriktir. Konya’daki Sahip Ata Camisinin minare gövdesi ise onaltı dilimlidir. Burada üç yarım daire dilimini, aynı genişlikte bir prizmal bir çıkıntı takip eder. Konya ve Sivas’taki Medresede ise sekiz dairesel dilimi, bunların aralarındaki girintileri dolduran ince kaval silmelerle ayrılmıştır. Dilimlerin hepsi dairesel olmayıp, bir prizmal çıkıntı, bir daire dilimi olarak sıralanır ve aralarında geniş kaval silmeler yer alır. Anadolu Selçuklu Mimarisinde çifte şerefeli üç yapı vardır1267. Bunlardan ikisi Sahip Ata’nın baniliğini yaptığı Akşehir ve Konya’daki medreselerin minareleridir. Bugün çift şerefeli olarak onarılan Akşehir’deki Medresenin minaresinin, geçen yüzyıla ait fotoğraflarından1268 tuğladan iki şerefesi olduğunu tespit etmekteyiz. Söz konusu fotoğraflardan ilk şerefenin kesilerek örüldüğü ikinci şerefenin ise üç kademe yapan tuğla kirpi saçaklı olduğu anlaşılmaktadır. Gövdenin şerefelerle ayrılan bölümlerinin farklı süslemelere sahip olduğu tespit edilebilmektedir. Şerefe kapılarından ilki güneye diğeri güneybatıya 1265 Bakırer (a.g.m.,s.349.), minare gövdelerindeki bu değişimi, bir zevk değişikliği veya yeni bir modanın hakîm olması şeklinde değerlendirirken, bu konudaki temel belirleyicinin, bölgesel özelliklerden ziyade, yapan ve yaptıranın seçimi olarak açıklar. 1266 Bakırer (a.g.m., s.350.), İran’da bu tip minarenin tek örnekle sınırlı kaldığını, buna karşın XI. Yüzyıldan itibaren bölgede çokgen dilimli gövdelere sahip türbelerin yaygın olduğunu belirtir. Bakırer bu anlamda bir orijin aramak gerekirse, minarelerden ziyade türbelerin gösterilebileceğini, Anadolu’daki oluşumda direkt etki aramak yerine bazı elemanların seçilip değiştirilerek kullanıldığı fikrini benimsemenin doğru olacağını ifade eder. 1267 Y.Önge, (“Çift Şerefeli Selçuklu Minareleri”, Önasya, C.5, S.50, Ankara 1969, s.10–11, 22.) Konya Hatuniye Mescidi, Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Konya Sahip Ata Medresesinin minaresinin çift şerefeli olduğunu belirtir. 1268 Sarre, Reisen in…,Taf XII. 507 açılmaktadır. Şerefe altlarının orijinal süslemesi hakkında fotoğraflardan bizlere ulaşan tek iz, şerefenin gövdeye bağlandığı kısımdaki konkav biçimli çinidir. Konya’daki Medresenin minaresi, 1901 yılında ilk şerefeye kadar yıkılmıştır. Binanın XIX. yüzyıla ait fotoğraflarından geometrik bezemeli taş korkuluklara sahip çift şerefesi olduğu görülmektedir. Fotoğraflarda sıvayla bezenmiş ilk şerefenin altının, yakın tarihlerde yapılan onarımlarla kare ve dikdörtgen çinilerle süslü olduğu tespit edilmiştir. Eski fotoğraflarından ikinci şerefe altının da çinili bir kuşak üstünde, üç sıra stalâktitli çinilerle süslü olduğu görülmektedir. Y.Önge, çift şerefeli minarelerde, iki şerefe arasındaki bölümün uzunluğunun, pabuçla ilk şerefe arasındaki kısmın uzunluğunun iki katı olduğunu ve bu matematiksel oranın üç yapıda da mevcut olduğunu belirtir1269. Sivas’taki Medrese ve Konya’daki Camiinin tek şerefesi olup, bunlar muhdestir. Petek kısmının orijinal durumunu bildiğimiz tek Sahip Ata yapısı Konya’daki Medresedir. Binanın XIX. yüzyıla ait görüntülerinde petek kısmının, gövdeden daha ince, ancak yine sekiz dilimli ve çapraz yönde düzenlenmiş çinilerle süslü olduğu görülmektedir. Külah ve âlemleri orijinal gelebilmiş Sahip Ata minaresi yoktur. Sözen, Akşehir’deki minarenin yatay ön cephe görünümünü, düşey bir çizgiyle dengelediğini belirtir1270. Benzer durum, medrese ve mescidin aynı tasarım içinde değerlendirildiği Sahip Ata’nın Konya’daki Sultan Kapısı karşısında yer alan külliyesinde de görülmektedir. Burada, mescitle medrese arasındaki minare, ön cephenin yatay etkisini düşey bir çizgiyle dengeler. Bakırer, XIII. yüzyılın ilk ve ikinci yarısına ait minarelerin süslemeleri arasında hem şekil, malzeme teknik hem de konum olarak farklılıklar olduğunu 1269 Önge, a.g.m., s.22. 1270 Sözen, Anadolu Medreseleri…, s.27. 508 belirtir1271. Kesme taştan kaideleri bulunan minareler içinde özel bir süsleme alanı belirlenmiş dört yapı vardır. Bu yapılar, Sahip Ata’nın Konya’daki Cami, Medresesi ve Sivas’taki Medresesi ile Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nin minareleridir. Söz konusu minarelerden üçü, portalin yan kanatlarında yer alırken, ön cephede bağımsız bir şekilde konumlanan diğer minare, Konya Sahip Ata Medresesindedir. Burada, kaidenin doğu yüzünde kapalı geometrik bir kompozisyon bulunur. Boyuna dikdörtgen bir sahayı meydana getiren kalın silmenin, dıştaki panoyu oluştururken aynı zamanda yatay eksende, köşelerde düğüm ve geçmelerle birbirine bağlandığı ve içteki iki sivri kemerli sahayı kat ettiği görülür. Sivri kemerli sahanın ortasında ise merkezde bulunan, dik eksen üzerinde, üst üste konumlanmış palmetlerden rumîlerin çıktığı boyuna gelişmiş, açık bir bitkisel kompozisyon yer almaktadır. Burada dikkat çeken nokta palmetlerin alttan yukarıya doğru gittikçe daha kabarık işlenmesidir. Alttan itibaren gitgide daha kabarık işlenen palmetlerden yatay eksende olanı diğerlerine göre daha büyük ve tepesine doğru eğilmiş1272 bir şekilde işlenmiş, esas itibarıyla sathî bir bitkisel süsleme olan kompozisyonun en dikkat çekici noktasını oluşturmuştur. Portalin yan kanatları şeklinde konumlanmış minarelerde ise taçkapıyla beraber tasarlanmalarından ötürü, portal cephesindeki süslemenin kaidelere taşındığı ve böylece kompozisyonun birbiriyle kaynaştığı görülür. Konya’daki Sahip Ata Camisinde, zeminden yukarıya doğru, tabanda devşirme lahit taşları, çeşme pencereleri ve geometrik geçmelerden müteşekkil sivri kemerli minare penceresi1273, portalin dış bordürüyle içte sınırlanmış, böylece aynı tasarım içerisine 1271 1272 Bakırer, a.g.m., s.361. Portalde görülen sathi zemin üzerine plastik karakterli motiflerle kompozisyon teşkil etme anlayışını burada da görmekteyiz. 1273 Aynı geometrik şema, Kölük bin Abdullah’ın diğer eseri Konya Sahip Ata Medresesinin kavsara köşeliklerinde de yer almaktadır. 509 dâhil edilmiştir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise ucu iki yanda perde motifiyle nihayetlenmiş iki kaval silme, iki minarenin kaidesini de boyuna dikdörtgen bir kartuşun içersine almıştır. Bu silmeler üstte, ortadaki palmete iki yandan bağlanan yarım rumîlerden müteşekkil bitkisel kompozisyonun iki ucuna bağlanır. Bu bitkisel şemanın altında bir yazı kartuşu, onun da altında, minare pencerelerini ihtiva eden ve ortadaki sekiz kollu yıldız şemasından oluşan geometrik kompozisyon bulunur. En altta ise hayat ağacı motifiyle, ortasında dairesel bir kartuş içinde hadis-i şerif yazılı, sekiz kollu yıldız kompozisyonu yer alır. Akşehir Sahip Ata Medresesinde ise süslemesiz kaidenin alt kısmı devşirme mermer taşlardan üst kısmı ise tuğladandır. Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi hariç minarelerin pabuçları tuğladandır. Konya Sahip Ata Camindeki kare planlı pabucun ön cepheye bakan yüzü, turkuaz çinilerle meydana getirilmiş ve yüzeye 45° lik açıyla yerleştirilmiş bir yazı kompozisyonuyla süslemiştir. Bu yazı kompozisyonlarının diğer örneğine, Sivas Çifte Minareli Medresenin minarelerinin medreseye bakan yüzlerinde rastlamaktayız. Konya Sahip Ata Medresesinin tuğla pabuç kısmında ise enine dikdörtgen bir pano bulunur. Konyalı, burada bir zamanlar çinili bir kitabenin yer aldığını, ancak XX. yüzyılın başlarında sökülerek çalındığını belirtir1274. Anadolu’da kitabeli diğer minare örneği, Konya Hatuniye Mescididir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise pabucun ön ve yan yüzlerinin, içinde, dairesel panoların bulunduğu kare bölümlere ayrılmıştır. Günümüze büyük ölçüde tahrip olmuş bir vaziyette ulaşan pabuçta, hem ortadaki dairesel bölümlerin, hem de onu kuşatan enli bordürlerin çinili olduğu anlaşılmaktadır. Benzer bir modelini Erzurum Çifte Minareli Medresesinde gördüğümüz kompozisyonda, ortadaki dairesel madalyon ve 1274 Konyalı, a.g.e., s. 810. Bu konudaki ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi bölümüne. 510 çevresindeki bordürün çinilerden müteşekkil olduğu tespit edilmektedir. Sivas Sahip Ata Medrese, Erzurum Çifte Minareli Medrese ve Sivas Çifte Minareli Medresesinde, pabuçtan köşelerdeki üçgen biçimli prizmatik çıkıntılarla gövdeye geçilen bölümde, sivri kemerli küçük nişler dikkati çeker. Yüzeyi turkuaz ve siyah çinilerden oluşan bitkisel karakterli kompozisyonlarla süslü bu nişler, Erzurum Çifte Minareli ve Sivas Sahip Ata Medresesinde ana akslara birer gelecek şekilde dörder adet, Sivas Çifte Minareli Medresede sekiz adettir. Sahip Ata’nın Konya’daki ve Sivas’taki Medresesinde minarelerin dilimli gövdeleri, turkuaz renkli mozaik çinilerden oluşan kabarık silmelerle birbirinden ayrılmıştır. Dilimlerin yüzeyi ise hem bu iki bina, hem de Akşehir’deki Sahip Ata Medresesinde, turkuaz ve siyah çinilerden oluşan zigzag ve zigzag geçmeleri veya baklava dilimlerinden müteşekkil geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Konya Sahip Ata Camiinde ise üçgen kesitli turkuaz mozaik çiniler, gövdenin yüzeyini süslemektedir. Şerefe altlarında, Konya’daki Camide üçgen kesitli levha çinilerden oluşan bir kompozisyon görülürken, Konya’daki Medresede –kalabilen izlerden- kare veya dikdörtgen levha çinilerden oluşan bir şema yer alır. Sivas ve Akşehir Sahip Ata Medreselerinde ise orijinal şerefe altlarının süslemelerine ilişkin bilgiye sahip değiliz. Mimarını belirleyebildiğimiz dört Sahip Ata Yapısı bulunmaktadır. Bunlardan Konya’daki Sahip Ata Camii ve Medresesi Kölük bin Abdullah’ın, Ilgın’daki Kaplıca ve Sivas’taki Medrese Kaluyan el-Konevî’nin eseridir. Anadolu Selçuklu Mimarisinin en önemli sanatçılarından olan Mimar Kölük bin Abdullah’ın, bu iki Sahip Ata binasının dışında, 1927 yılında yıkılmış1275 olan 1237 tarihli Nizamiye Medresesi(Nalıncı Baba Türbesi-Tekkesi) nin mimarı olduğu günümüze 1275 Sönmez, a.g.e., s.270. 511 ulaşabilen kitabesinden1276 anlaşılmaktadır. Ş.Uzluk1277, Yazma Anonim Karaman Tarihi’ni kaynak göstererek günümüze ulaşamayan Konya yakınlarındaki Felekabat Sarayı’nın inşası ve Konya Alâeddin Köşkü’nün tamirini de Kölük’e mal eder. Uzluk, aynı yazmaya dayanarak Kölük’ün, II. Kılıçarslan Türbesi’nin mimarı olan El Cuhî’nin öğrencisi olduğunu belirtir1278. L.Mayer, mimarın ismi konusunda Kelûl, Kalûs, Malluk şeklinde değişik önerilerde bulunmaktadır1279. Ancak mevcut iki usta kitabesinde de “Amel-i Kölük”, “bin Abdullah” tabiri rahatlıkla okunabilmektedir. Bu yanlış okuma Kölük’ün, Antalya Surlarını tamir eden Kelükyan bin Sinbad ve Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi ve Ilgın’daki Kaplıcasını yapan Kaluyan el Konevî ile karıştırılmasına sebep olmuştur. Tuncer, Divan-ı Lûgat-i Türk’te “Kelük” veya “Kaluyan” sözcüklerine rastlanmamasına karşın, E.Esin’den naklettiği bilgiye göre Külüg/Kölük tabirinin kahraman ve cesur anlamına gelen Türkçe bir tabir olduğunu belirtir1280. Konyalı, Kölük ve Kaluyan’ın aynı kişi olduklarını, Hıristiyan olduğu yıllarda Kaluyan ismini kullandığını ve Antalya Surlarını imal ettiğini, Müslüman olduktan sonra ise Kölük ismiyle, Sahip Ata Camiini ve Medresesini yaptığını ifade etmektedir1281. Sönmez, Antalya Surlarında ismi geçen Kaluyan bin Sinbad’ın, mimardan ziyade, inşaatın mutemet adamlarından biri olabileceğini belirtir1282 ki, bu, 1276 Kitabenin Arapça okunuşu için bkz. Konyalı, Konya Tarihi…, s.884. 1277 Ş.Uzluk, “Felekâbât Sarayı Konya’nın Neresinde İdi, Kim İnşa Ettirdi, Çatısını Hangi Mimar Çattı?” VII. Türk Tarih Kongresi (25–29 Eylül 1970), Kongreye Sunulan Bildiriler, C.I, Ankara 1972, s.374–381. (380-381) 1278 Aynı yer. 1279 Mayer, a.g.e., s.77. 1280 O.C.Tuncer, “Mimar Kölük …”, s. 110–111. 1281 Konyalı, a.g.e., s.726. Buna karşın, 1256’da Bünyan Ulu Camiinde Kaluyan ismini, 1258’de ise Konya Sahip Ata Camisinde Kölük bin Abdullah ismini kullanan şahsın, 1271’de tekrar fikrini değiştirerek Sivas Sahip Ata Medresesinde Kaluyan ismine dönmesi çok da mümkün görünmemektedir. 1282 Sönmez, a.g.e., s.272. 512 anılan kişinin farklı bir şahsiyet olduğunu ortaya koyan bir tespittir. Mimar Kölük bin Abdullah’ın Selçuklu Mimarisinde ortaya çıkışı gibi dini ve milliyeti konusundaki bilgiler de net değildir. Genellikle ihtida etmiş gayri Müslimlerin kullandığı “bin Abdullah” ismi, mimarın Hıristiyan kökenli olduğunu düşündürür. Ayrıca Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidinin vakfiyesinde “…mimarın, vakfın azatlılarından emin kişi” lerden biri olduğunun belirtilmesi, Kölük’ün sonradan Müslümanlığı kabul etmiş biri olduğu yolundaki görüşleri güçlendirir. Buna karşın Sönmez, Külük veya Kölük tabirinin Eski Türkçede cesur veya kahraman şeklinde bir karşılığı olduğunu, bu anlamda ünlü mimarın Türk kökenli bir geçmişe sahip olabileceğini belirtir. Sönmez, ailesi Anadolu’ya Selçuklulardan önce gelen ve aslen Türk kökenli olan Kölük’ün, 1250’li yıların başında Müslümanlığı seçerek yeni ismiyle yapıtlarına imza attığını belirtir1283. Uzluk, El Cuhî’nin Konya Köşkü’nün ilk mimarı olduğunu, Kölük’ün ise I.Keykubat döneminde ustasının eserini yenilediğini ifade etmiştir1284. Bu bilgilere, kaynağını birinci elden tetkik edememizden ötürü şüpheyle yaklaşmaktayız. Ne zaman Müslüman olduğu konusu tartışmalı olsa bile Kölük’ün, Kuran-ı Kerim’den ayetleri özellikle portal cephelerinde kullanma konusunda çok yetenekli olduğu açıktır. Nitekim Konya’da inşa ettiği Medrese’nin portalindeki tasarım, sadece Anadolu’da değil, diğer İslam coğrafyasında da benzer örneği bulunmayan mükemmeliyettedir. Burada Fetih ve Yasin Sûrelerinden oluşan iki yazı bordürü, Kölük eserlerinin vazgeçilmez öğesi olan düğümleri çeşitli noktalarda yineleyerek, kompozisyonun ana belirleyicisi olmuştur. Mimarın bilinen ikinci binası Konya Sahip Ata Camisi, Anadolu’daki bilinen ilk çifte minareli portal uygulamasının görüldüğü yepyeni bir tasarıma sahiptir. Tuncer, bu uygulamanın ilk 1283 Aynı yer. 1284 Uzluk, a.g.m., s. 380-381 513 örneği olan Nahcivan’daki Mümine Hatun Külliyesini Kölük’ün mutlaka görmüş olabileceğini belirtirken, ünlü mimarın bu tasarımı aynen eserine taşımadığını, Mümine Hatun’da portalin iki yanında bağımsız iki kule gibi duran minarelerin, Konya Sahip Ata Camiinde ön cephe kompozisyonuyla tamamen bütünleştiğini ifade etmiştir1285. Gerçekten kompozisyonuyla bu de denli Anadolu bütünleştiği öncesinde bir yapı çifte minarenin bulunmamaktadır. portal İran coğrafyasındaki bu tip uygulamaların XIV. yüzyıla ait olması, tasarımın tamamıyla Anadolu’ya özgü ve ilk kez Kölük eliyle uygulanmış olduğuna, buradan İran coğrafyasına taşınmış olabileceğini gösterir. Bu uygulamanın Anadolu’daki diğer örnekleri aradan 13 yıl geçtikten sonra Sivas’ta ortaya çıkmıştır. Aradan geçen 13 yıllık süre içinde Sahip Ata’nın Kayseri’deki Medresesinde, Konya’daki Camii veya Medresede görülen uygulamalardan herhangi birinin tercih edilmemiş olması, tasarım konusundaki bu tasarrufun baniden ziyade mimara ait olduğunu düşündürmektedir. Sahip Ata’nın 1267 tarihli Kayseri’deki Medresesi ve 1269 tarihli Konya’daki Hânkahında görülen ön cephe ve portal tasarımı, Kölük’ün iki eserinden daha çok, yüzyılın ilk yarısına ait örnekleri hatırlatan bir şemaya sahiptir. Buna karşın, 1271 tarihli Sivas Sahip Ata ve Çifte Minareli Medreselerin ön cephe ve portallerinde, Kölük’ün Konya’daki Camiinde meydana getirdiği yeni şemayı tekrar eden bir uygulama görülür. Bu benzerlikten ötürü kimi araştırmacılar, Sivas Sahip Ata Medresesinin mimarı Kaluyan’ın, Kölük’ün öğrencisi olabileceğini iddia etmişlerdir1286. Aralarındaki ilişkiyi kesin olarak bilemesek de Kaluyan el Konevî’nin, Anadolu’da ilk kez Kölük eliyle uygulanan bir tasarımı –belki de o dönemde çok sevilen bir mimari modayı- benimseyip, kendi eserine uyguladığı 1285 Tuncer, a.g.m., s. 112. 1286 Aynı yer. 514 kesindir. B.Brend, Sahip Ata’nın 1258’den önce de Kölük’le çalışmış olabileceğini belirtir1287. Sahip Ata’nın ilk iki eseri olan 1249 tarihli İshaklı Han ve 1250 tarihli Akşehir’deki Medrese ile Kölük’ün hem 1237 tarihli Nizamiye Medresesi hem de 1258 tarihli Camideki portal kompozisyonları yan yana getirildiğinde, han ve medresenin farklı bir mimarın eseri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Kölük’ün -günümüze ulaşabilen yapılar içinde- Sahip Ata için yaptığı ilk eser bizce, Konya Sahip Ata Camisi olmalıdır. Sahip Ata’nın çalıştığı diğer mimar olan Kaluyan el-Konevî’nin, ne zaman doğduğu, dini ve milliyeti konuları tartışmalıdır. Eflakî, Mevlana’nın yakın dostu olduğunu belirttiği Kâluyan’ın “... Resim sanatında ve tasvirde eşi ve benzeri olmayan Rum asıllı bir sanatçı...” olduğunu ifade eder. Menakib el-Arifin’de Kaluyan’ın ağzından nakledilen başka bir hikâye, ünlü mimarın resim sanatına olan ilgisi kadar, sonradan Müslüman olduğunu da ortaya koyar1288. Sahip Ata’nın Ilgın’daki Kaplıcası ve Sivas’taki Medresesinin mimarı olan Kaluyan’ın, Eflakî’nin ifadelerinden nakkaşlıkta da yetenekli olduğu anlaşılmaktadır. Yetkin, bu ifadelerden yola çıkarak, Sahip Ata’nın 1283’te yenilenen Türbesinin ve Kayseri Külük Camisi mihrabının da Kaluyan’ın eseri olabileceğini belirtir1289. Kayseri’deki 1256 tarihli Bünyan Ulu Camisinin mimarı olan Kaluyan bin Karabuda ile Kaluyan el- 1287 Brend, (a.g.m., s. 160-163) Kölük’ün Konya’daki eserlerinde baskın bir Ermeni etkisi olduğunu, bu etkilerin Sahip Ata’nın ilk eserleri olan Han ve Akşehir’deki Medresenin portallerinde de görüldüğünü ifade ederek, söz konusu iki yapının mimarının Kölük olabileceğini ifade etmiştir. Sadece Kölük portalleriyle Han ve Medresenin portallerinin resimlerine bakarak dahi bu iki yapının farklı elden çıkmış olduğu rahatlıkla söylenebilir. 1288 Eflakî, a.g.e., s.610. 1289 Yetkin, a.g.e., s.180-182. Sönmez (a.g.e., s.283.) Türbe’nin Kaluyan’ın eseri olduğu yolundaki 515 Konevî’nin aynı kişi olması konusunda araştırmacılar görüş birliğinde değildir1290. Kaluyan’ın bilinen ilk eseri, Sahip Ata’nın, mevcut kaplıcayı tamir ettirip ona Han ekleyerek külliye olarak inşa ettirdiği Ilgın’daki yapılarıdır. Han günümüze ulaşamamıştır. Kaplıca da Osmanlı dönemindeki ilavelerle, aslî halinden uzaklaşmıştır. Binanın mimarı, kadınlar kısmı soyunmalığına açılan kapı üzerindeki usta kitabesinde “Amel-i Kaluyan” şeklinde ifade edilmektedir. Buna karşın, inşa ettiği diğer bina olan Sivas Sahip Ata Medresesinde ünlü mimar, “Amel-i Üstad”, “Kaluyan el- Konevî” olarak anılmaktadır. Anadolu’da Kaluyan’dan başka “Üstad” – mimar olarak- unvanını kullanan üç usta bulunmaktadır: Divriği Kale Camii’nin ustası Maragalı Hasan bin Firuz, Niğde Alâeddin Camisinin iki ustası Sıddık ve Gazi kardeşler1291. Bayburtluoğlu, O.Turan’ın yayınladığı bir Selçuklu vesikasına dayanarak, Sultan tarafından belli alanlarda uzman kişilere, bazı ayrıcalıklar tanıyan ve büyük “mansıb”lardan biri olan “Sultan üstad’lığının verildiğini, bu unvanın verildiği kimselerin “irşad” ve “talim” gibi görevleri bulunduğunu belirtir1292. Kaluyan’ın 1267 tarihli Kaplıca’da sadece “amel-i” unvanını kullanmasına karşın, 1271 tarihli Medresede “üstad” unvanıyla anılıyor olması, bu yüksek onurlandırmanın, anılan tarihler arasında ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yapılmış olabileceğini düşündürtür. Ön cephesinde, kesin simetrik kuralların uygulandığı binanın, kendi içinde eşit oranlara bölünmüş olan portali, hem çifte minareli tipin olgun bir örneği, hem de dönemin süsleme kataloguna ait tüm motiflerin ustalıkla uygulandığı bir başyapıttır. Kaluyan, Kölük’ün çifte minareli tipini uygularken, onun eserlerinin adeta bir simgesi olan geçmeli düğümlerin bir 1290 Sönmez (a.g.e., s.282.) ve Tuncer (a.g.m., s. 110) bu iki mimarın aynı kişiler olduğunu belirtirken, Bayburtluoğlu (a.g.e., s.112) ve Mayer (a.g.e., s.78-79.) farklı kişiler olduğunu ifade etmiştir. 1291 Bayburtluoğlu, a.g.e., s. 83. 1292 Bayburtluoğlu, a.g.e., s. 85. 516 benzerini, cephedeki çeşmenin kemer alınlığında tekrarlamıştır. Kaluyan’ın bilinen bir öğrencisi yoktur. Ancak onun Sivas’ta Sahip Ata için yaptığı Medrese, özellikle portaliyle daha sonraki yapılara örnek teşkil etmiştir. Beyşehir’deki 1296–99 tarihli Eşrefoğlu Caminin portalinde, çerçeve örneklerinin büyük bir kısmı, köşe sütunceleri, kapı kemerlerinin köşe ve kilit taşları, Kaluyan’ın Sivas’taki eseriyle büyük benzerlikler taşır. Karaman’daki 1381/2 tarihli Hatuniye Medresesi portali ise Sivas Sahip Ata Medresesi portaliyle daha açık benzerlikler gösterir. Hoca Numan bin Ali isimli mimarın eseri olan yapının portalinin çerçeve, köşe sütunları, mihrabiyeleri neredeyse Sahip Ata Medresesiyle birebir aynıdır. Sahip Ata Medresesinin kapı üzengi taşlarının üzerinde yer alan ve bir yaprağın üstünde hayvan başlarıyla teşkil edilmiş kompozisyon, Hatuniye Medresesinde sadece geniş bir yaprakla yetinilerek tekrar edilmiştir. Çift renkli taş uygulaması da Sahip Ata Medresesini hatırlatır. Yapıda çifte minareli uygulama dışında, Kaluyan eserindeki tüm portal detaylarının taklit edildiği bir uygulama söz konusudur1293. Bu örnekler, Kölükle başlayıp, Kaluyan’ın geliştirdiği plastik etkisi yüksek özel mimari üslubun, XIII. yüzyılın sonlarında ve XIV. yüzyılda farklı mimar ve banilerce benimsenip devam ettirildiğini ortaya koymaktadır. Üstat ünvanıyla, öğrenci yetiştirmekle de mükellef olduğu anlaşılan Kaluyan’ın, Anadolu’da birçok öğrencisi olduğu; bunlardan Karaman Hatuniye Medresesi ve Beyşehir Eşrefoğlu Camilerinin mimarının da Kaluyan okulundan yetiştiği anlaşılmaktadır. Kitabeler, Sahip Ata yapılarına ait kitabeler, gerek bulundukları yer, gerekse içerik olarak farklılık gösterir. İnşa kitabeleri genelde enine dikdörtgen formlu – çoğunlukla beyaz mermer malzemeli- olup, Konya Sahip Ata Hânkahı ve Ilgın Kaplıcasının kitabeleri, üst kısmı üç dilimli kemer şeklinde nihayetlenen boyuna 1293 Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.118. 517 dikdörtgen bir formda sahiptir1294. Ilgın’da bu form ikiz kemer şeklinde düzenlenmiş olup, iki kemer nişinin arasında bulunan yüzeyin alt kısmına usta kitabesi işlenmiştir. Sahip Ata’nın erken tarihli yapıları olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medresenin kitabeleri, portallerinin mukarnaslı kavsaralarının son sırasının altında yer alırken, Konya’daki Camisi, Kayseri ve Sivas’ta yer alan daha sonraki tarihli yapılarında, inşa kitabelerinin portal kemerinin üstünde bulunduğu görülmektedir. Ilgın Hanının kapalı kısmı ve Konya Hânkahında ise portalin sivri tonoz biçimli kemerlerinin ortasında inşa kitabesine yer verilmiştir. Usta kitabelerinin bulundukları yer de birbirinden farklılık gösterir. Ilgın’daki Kaplıcada inşa kitabelerinin bulunduğu kemerler arasına sıkıştırılmış usta kitabesi, Konya Sahip Ata Medresesinde, portalin üstteki saçaklı bölümünün hemen altında dairesel iki madalyonun içinde verilmiştir. Kölük bin Abdullah’ın imzası, Konya’daki Camide, portal yüzeyi yerine yan kanatlardaki çeşme nişinin kemer köşeliklerindedir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise Kaluyan el-Konevî’nin imzası, portal sütuncelerinin üzerinde yer alır. Sivas’taki Medresede inşa ve usta kitabesinin dışında, bugün, onarılan ana eyvanın üzerinde kitabelere de rastlamaktayız. Söz konusu kitabenin orijinalinde nerede yer aldığını kesin olarak bilememekteyiz. Ancak büyüklüğü dikkate alınırsa ana eyvan kemer alınlığında yer alması muhtemeldir. Malzeme-Teknik, Sahip Ata yapılarında görülen inşa malzemesi, düzgün kesme taş, ince ve kaba yonu taş ile moloz taşın dışında tuğla, mermer ve ahşap şeklinde olup, taşın ağırlıklı olarak tercih edildiği tespit edilmektedir. Binaların beden duvarlarında ağırlıklı olarak taşa yer verilirken, mermer de sıklıkla kullanılmıştır. Kubbe, geçiş elemanları, tonoz, kemer, pencere alınlıkları, minare gövdelerinde ağırlıklı olarak tuğla; kitabe, bazı portal kavsara ve kapı 1294 Bu formda bir başka kitabeyi Konya Sırçalı Medrese de görmekteyiz. 518 kemerleriyle, çeşme, çeşme hazneleri, sütun başlıkları ve gövdelerinde mermer, bazı cami örtü, destekleyici sistemlerinde ve kapı kanadında ahşap malzeme kullanılmıştır. Düzgün kesme taş, Sahip Ata Hanının tüm cephe duvarlarında, portalde ayrıca revak ayak ve kemerlerinde görülür. Sarımtrak kesme taş, portalde ve kapalı kısım revak kemerlerinde, daha açık tondaki kesme taşla birlikte nöbetleşe uygulanmıştır. Akşehir’deki Medresesinde sadece minare kaidesinde kesme taş kullanımı vardır. Sahip Ata’nın Konya’daki Cami ve Medresesinde aynı tip kesme taş kullanılmış olup, söz konusu malzeme sarıya yakın renkte Konya yapılarında sıklıkla rastladığımız yerli bir taştır. Camide sadece portal nişi ve yan kanatlarında kesme taş görülürken, medresede portal ve ön cephenin dışında, minare kaidesinde, havuzda ve avlunun oda kapılarının lento seviyesine kadarki kısmında, kesme taş malzeme kullanılmıştır. Hânkahta, kitabe ve kapı kemeri de dâhil olmak üzere portalde, ayrıca ön cephede, Hamamda kadın ve erkekler kısmı kapılarının lento ve sövelerinde, Kaplıcada ise sadece portalde kesme taş kullanılmıştır. Sahibiye Medresesinde Kayseri yapılarında sıklıkla rastlanan koyu kahve renkte bazalt türünden bir taş kullanılmış olup, malzeme bunun dışında, cephe duvarları, saçaklar, payandalar, -kitabe dışında- portalde, ayrıca revak ayak ve kemerleriyle eyvan cephelerinde görülür. Sivas’taki Medresenin portal dışında ön cephe beden duvarları ve saçakta, ayrıca kuzey ve güney cephelerinde koyu renkli bir kesme taş türünün kullanıldığı görülmektedir. Kaba yonu taş, İshaklı’daki Han’da kapalı kısmın tonoz örtüsünde ve avlu revaklarının tonoz örtüsünde, Konya’daki Sahip Ata Mescidinin beden duvarlarının 519 zeminden 1.50 m. ye kadar olan kısmında ve Konya’daki iki buzhanenin beden duvarlarında kullanılmıştır. Moloz taş, Akşehir’deki Medresenin yenilenen güney ve batı cephesinde ve medrese odalarının beden duvarlarında, Ilgın Kaplıcasında mekânların beden duvarlarında, Konya’daki Hânkahta giriş koridorunun iki yanındaki mekânlarda, türbe mekânının örtüye kadar olan bölümlerinde, Kayseri, Sivas ve Konya’daki Medreselerin odalarının beden duvarlarında kullanılmıştır. Sahip Ata yapılarında mermerin çok yoğun bir şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Ünlü vezirin ilk eserinden itibaren görülmeye başlanan mermer, bazı yapılarda, portal, ön cephe, çeşme, havuz, kitabe gibi özel bölümlerde kullanıldığı gibi, Akşehir ve Sivas’taki Medreselerinde yapının ağırlıklı yapı malzemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahip Ata yapılarında görülen bir başka hususiyet de mermer malzemenin özellikle portalde çift renkli olarak uygulanmasıdır. İlk yapısı olan İshaklı’daki Han’da avlu portali, koyu ve açık sarı mermerin nöbetleşe kullanılmasıyla teşkil olunmuştur. Avlu ortasındaki köşk mescidin mihrap ve örtüsünde de mermer malzemeye rastlanmaktadır. Akşehir’deki Medresesinde ise ön cephe portal, kitabe, revak sütunları ve ana eyvan cephesi kırmızı damarlı beyaz ve gri renkli mermer malzemenin nöbetleşe dizilmesiyle oluşturulmuştur. Hamam ve Kaplıcada ise mermer daha çok sıcaklık ve ılıklık da oturma sekileri ve zemin döşemesinde kullanılmıştır. Sahip Ata’nın Konya’daki yapılarında mermer, sadece Camide görülür. Bu yapıda, portalin basık kapı kemerinde ve minare kaidesinin altındaki geometrik örgülü panoda beyaz ve koyu gri renkte mermer kullanılmıştır. Kayseri’deki Medresesinde çeşme ve medrese kitabe taşları dışında şehrin Ortaçağ yapılarının genel karakteristiğine uygun olarak mermer malzeme kullanılmazken, 520 ünlü vezirin Sivas’taki Medresesi mermerin en yoğun uygulandığı binasıdır. Yan kanatlarıyla birlikte portal, ön ve kuzey cephedeki pencerelerin lento ve sövelerinde, avlu revak cepheleri, saçağı ve ayaklarında, havuzda, mescit ve Dârü’l-Kurrâ’nın avluyla, ön cepheye bakan pencerelerinde, abdesthane mekânındaki kabinlerde, ayrıca ana eyvan temel duvarları ve avluya bakan kapatılmış batı cephesinde beyaz mermer malzeme kullanılmıştır. Portalde mermer beyaz ve mavi olmak üzere çift renkte kullanılmış olup, portal nişinde beyaz, minare kaidesinin oturduğu yan kanatlarında ağırlıklı olarak mavi mermer kullanılarak bir karşıtlık oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı uygulama basık biçimli kapı kemerinde de görülmekte olup, kapı kemerini teşkil eden testere biçimli taşların biri beyaz diğeri mavi renkte mermerdendir. Sahip Ata yapılarında Antik döneme ait birçok devşirme mermer malzeme de kullanılmıştır. İshaklı’daki Han’da avlu portali kapısının iç yüzünde, köşk mescidin güney ve doğu cephelerinde kesme taş örgünün arasına gelişigüzel yerleştirilmiş bir şekilde, ayrıca köşk mescit kapı lentosunda; Akşehir’deki Medresenin revak sütun başlarında ve Mescidinin son cemaat yeri sütunlarında; Sahip Ata Camisinde portalin iki yan kanadının kaidelerinde ve Sivas Sahip Ata Medresesinin revak sütun başlıklarında devşirme malzeme kullanılmıştır. Tuğla malzeme, genellikle kubbeler, geçiş elemanları, kemerler ve pencere alınlıkları, minare gövdeleri ve saçaklarda tercih edilmiştir. Akşehir’deki Medresede mescit son cemaat cephe ve örtüsünde, minarenin kaidesinin yarısını da içine alacak şekilde tamamında, avlu revak kemerlerinde ve örtüsünde, mescit ve türbe kubbelerinde; Kaplıcada örtü ve geçiş elemanlarında, Konya Sahip Ata Camisinde minarede, Hânkahta, ön cephede nişlerin kemerlerinde, giriş eyvanı duvarlarının kapı 521 seviyesinin üzerindeki bölümü ve tonoz örtüsünde, avlu ve türbe kubbesinde ayrıca geçiş elemanlarında, avluya açılan kapıların üzerindeki pencerenin sivri kemelerinde, eyvanların örtülerinde; Konya’daki Mescidinin beden duvarlarının zeminden yaklaşık 1.50 m. den sonraki kısmında, kubbe ve geçiş elemanlarında, pencerelerde ve son cemaat yeri kemer ve örtüsünde; Konya’daki Medresesinde minarenin kaide dışındaki bölümlerinde, mescidin son cemaat yeri kubbe ve mihrabında, medrese oda kapılarının üzerindeki pencerelerin kemerlerinde, avluyu örten kubbe ve geçiş elemanlarında, Sivas’taki Medresede minarelerde, mescit ve Dârü’l-Kurrâ mekânlarının kubbe ve geçiş elemanlarında, medrese odalarının bazılarının örtüsünde tuğla malzemenin kullanılmıştır. Sahip Ata yapılarında ahşap, Konya’daki Caminin dışında sık kullanılmış bir malzeme değildir. Günümüzdeki büyük ölçüde değişmiş durumuna karşın, caminin örtü ve destekleyici sistemlerinde, ayrıca kapı kanatlarında ahşap malzeme kullanılmıştır. Konya’daki Hamamın soyunmalık kısmının, aslî halinde ahşap örtü ve destekleyici sistemlere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunların dışında, bu malzemeye Akşehir ve Sivas’taki Medreselerin revak kemerlerini, sütun başlıklarından itibaren birbirine bağlayan yatay gergilerde rastlamaktayız. Süsleme, Sahip Ata yapıları süsleyen taş, çini ve sırlı tuğla, ahşap süsleme dönemin en çarpıcı karakteristik özelliklerini taşır. Sahip Ata yapılarında, hem geometrik hem de bitkisel ve figürlü süsleme, zengin bir repertuarla yerini alırken, dönemin bezeme karakterinde yaşanan değişiklikler, ünlü vezirin yapılarında izlenebilmektedir. Tasarım açısından çifte minare gibi yenilikleri Anadolu Selçuklu Mimarisine sunan Sahip Ata yapıları, süsleme açısından da, özellikle XIII. yy. ikinci yarısında yaşanan bazı değişimlerin görülmesi, ayrıca sonraki dönem yapılarını etkilemesi açısından çok önemli bir yere sahiptir. 522 Sahip Ata’nın tüm yapılarında, yoğunluğu her eserde farklı olsa da süslemeye yer verilmiş olup, bunların içinde özellikle medreseler zengin çini ve taş süslemeleriyle öne çıkar. Taş süsleme, ağılıklı olarak ön cephede, münhasıran portalde görülürken, çini süsleme, mihrap, pencere alınlıkları, kubbe kasnağı ve göbeği, eyvan duvarları ve tonozları gibi iç mekân bölümlerinde, ayrıca minarelerin şerefe altlarında ve gövdelerinde; ahşap, kapı kanatlarında, sırlı tuğla uygulamaları ise daha çok kubbe yüzeyi ve geçiş öğelerinde görülür. Taş süsleme, Sahip Ata’nın erken yapılarında sadece portalde görülürken, Sivas’taki Medresesi gibi daha geç tarihli binalarda, revak cepheleri ve saçaklarının da ağırlıklı süslemesini teşkil etmiştir. İshaklı Han (1249) ve Akşehir’deki Medrese (1250) Sahip Ata’nın ilk iki eseri olup, portallerinin tasarım ve süsleme programı adeta aynı elden çıkmış denilecek kadar birbirine benzerdir. Ögel1295in Kayseri Çifte Medrese (1205), Evdir Han (1210–19) ve Alay Han (1219–36)ı dâhil ettiği ve arkaik tip diye nitelediği erken tarihli Anadolu Selçuklu portallerinde görülen süsleme repertuarı ve kompozisyonuna bu iki Sahip Ata yapısında da rastlanır. Bu yapıların portallerinde bordür sayısı hem az hem de süsleme olan bordür boş çerçevelerden sonra başlar. Hem Handa hem de Akşehir’deki Medresede tek süsleme bordürü bulunmakta olup, yarım yıldızlardan oluşan enine gelişen açık bir kompozisyona sahiptir. Söz konusu süslemeyi Hanın köşk mescidinin, ayakları birbirine bağlayan kemer yüzeylerinde, Medresede ise ana eyvanı iki yanda kuşatan bordürde görülmektedir. Anadolu’da çok yaygın bir kullanıma sahip olan bu süsleme, erken dönem yapılarından Alay Hanın ve Aksaray Sultan Hanı (1236-38) nın portalinin en dıştaki süsleme bordüründe, karşımıza çıkmaktadır1296. Sahip Ata’nın bu erken iki 1295 Ögel, …Taş Tezyinatı, s.139. 1296 Alay Hanın portali için bkz Ögel,a.g.e., Resim 3, 3a. 523 yapısında görülen bir başka süsleme unsuru da dairesel madalyon/rozetlerdir. Bu motif, Akşehir’deki Medrese ve Hanın portallerinin kavsara kenarında -her bir kavsara sırasına bir tane gelecek şekilde- ve köşeliklerinde yer almakta olup, her biri farklı ölçülerde ve dairesel formdaki madalyon/rozetlerin içleri geometrik kompozisyonlarla süslüdür. Bu motifin, Anadolu’daki benzer örneklerini Aksaray Sultan Hanı1297, Kayseri Çifte Medrese1298 portallerinde bulabilmekteyiz. İshaklı’daki Hanın kapalı kısım portalinde portal kavsara kemerinin köşeliklerinin, istiridye benzeri bir motifle doldurulduğu görülür. Bu süslemenin benzerlerini Anadolu’da Antalya Şarapsa Han (1236–45)1299, İncir Han (1238–39)1300 portallerinin kavsara köşeliklerinde görmekteyiz. Bordür sayısı üçü geçmeyen ve geometrik süslemenin ağırlıklı olduğu bu portaller, yüzyılı ikinci çeyreğinden itibaren, bordür sayısı artan bitkisel ve geometrik süslemenin beraber kullanıldığı örneklere yerlerini bırakır. Bu portallerde zemini bir ağ gibi kaplayan geometrik süsleme ağırlıklı olmakla birlikte bitkisel süslemelerin de bordür ve kuşatma kemerlerindeki yüzeyleri süslemeye başladığı görülür. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı ve Kayseri’deki Medresesi, portallerinde hem bitkisel hem geometrik karakterli süslemelerin yer aldığı örneklerdendir. Hânkahın portalini süsleyen yan bordürlerden enli olanında, merkezdeki on kollu yıldızın çevresindeki yarım yıldızlardan oluşan bir şema görülürken diğer bordürlerde, yıldız örneği, kol sayısı azalarak daha basit bir kompozisyonla karşımıza çıkar. Oniki kollu yıldız şemasından müteşekkil bordürleri Kayseri Huant 1297 Aksaray Sultan Han portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 16. 1298 Kayseri Çifte Medrese (Şifahane) portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 4. 1299 Şarapsa Han portali için bkz. Ünal, …Taçkapılar, Resim 35. 1300 İncir Han portali için bkz. Ünal, a.g.e., Resim 44. 524 Hatun Cami (Batı) (1238)1301 Karatay Han (1241)1302, Konya Sırçalı Medrese (1243)1303 de bulabilmekteyiz. Hânkahta yer alan ensiz bordürlerden birinde, şeridi boyuna kat eden kaytanların kapalı şekiller haline dönüştüğü görülür. Bu kompozisyonun benzer örneklerini Sahip Ata’nın Kayseri’deki Medresesi dışında, yine Konya Sırçalı Medresede1304 ve Niğde Hüdavend Hatun Kümbeti (1312– 1313)1305 nde bulmaktayız. Kayseri’deki Sahibiye Medresesinin dış bordürünü teşkil eden mukarnas şeridinin Anadolu’daki diğer örnekleri XIII. yy. sonu XIV. yy. başlarına aittir1306. Nitekim Sivas Sahip Ata Medresesi (1271)nde de portal dışında, ön cephenin saçak altı süslemesi mukarnaslı bir bordürdür. Sahip Ata Camiinde bitkisel bir şeritle düğümlenerek yükselen geometrik bordürde, yarım oniki kollu yıldız geçmelerinden müteşekkil bir şema vardır. Belirli aralıklarla birbirine keserek düğümler oluşturan bu iki bordürün ortasından kaval bir silme geçmektedir. Bu şemanın benzer bir örneği Sivas Çifte Minareli Medresede (1271)1307 bulunmaktadır. Sahip Ata Camii portalinin muhtelif yerlerinde düğüm motifine rastlanır. Portal kemeri köşeliklerinde dairesel biçimli, kapı kemeri, mihrabiye kemerleri ve pencere nişi kemerinin köşeliklerinde ise altıgen biçim alan bu düğümler, portali, dönemin diğer örnekleri içinde ayırt eden başlıca özelliktir. Birbirini çaprazlama kat eden silme veya bordürlerden oluşan düğümlere, daha önceki Selçuklu yapılarında da 1301 Kayseri Huant Hatun Cami için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 148. 1302 Karatay Han portali için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 134. 1303 Konya Sırçalı Medrese için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 137. 1304 Konya Sırçalı Medrese için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 120. 1305 Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 121. 1306 Benzer örnekler Sivas Çifte Minareli Medrese (1271), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310), Milas Firuz Bey Camisi (1394), Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti (1312–1313)dir. Bkz. Ünal, a.g.e., s.93. 1307 Sivas Çifte Minareli Medrese portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 93. 525 rastlanır. Konya Alâeddin Cami (1220) portali ve mihrabiyesinde1308, Divriği Ulu Cami (1229) doğu portalinde1309, Karatay Han giriş eyvanı cephesinde1310, Konya Karatay Medresesi Portalinde1311, Sivas Çifte Minareli Medrese yan bordürlerinde1312, Amasya Bimarhane (1308–1309)1313 portali yan bordürlerinde ve Sahip Ata’nın Konya ile Sivas’taki Medreselerinde bu düğüm motifinin farklı varyasyonlarına rastlayabilmekteyiz. Anadolu dışında özellikle düğüm motifinin bugünkü Suriye coğrafyasındaki eserlerde sıklıkla kullanıldığını biliyoruz1314. Bunun dışında Asya coğrafyasında, Gazne Sultan Alâeddin Minaresi (1149)1315nin gövdesinde, Zevvare Cami (1153), Kazvin Mescid-i Haydarî (XII. yy. ilk yarısı)1316 mihrabında, Tahran Beyazıd-ı Bistamî Künbedi (XIII. yy. sonları-XIV. yy. başları)1317 mihrabı, Salmas Mir-i Hatun Türbesi (XIV. yy. başları)1318 portalinde düğüm motifinin varyasyonlarıyla karşılaşmaktayız. Dolayısıyla hem Anadolu öncesi hem de Anadolu’daki Sahip Ata Camiinden önce yapılmış binalarda bu motifle karşılaşmaktayız. Ancak hem Anadolu’da hem Anadolu dışındaki örneklerde, birbirini kat eden kaval silmelerle teşkil olunan düğümlerin, portal tasarımının başlıca amili olduğu başka bir yapıya rastlanmamaktadır. Bu motifin Konya’daki Sahip Ata Medresesinin hem portalinde hem de minare kaidesinde de kullanılması, 1308 Konya Alâeddin Cami portali ve mihrabiyesi için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 9,15. 1309 Divriği Ulu Cami doğu portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 24. 1310 Karatay Han giriş eyvanı cephesi için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 53. 1311 Konya Karatay Medresesi portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 62. 1312 Sivas Çifte Minareli Medrese portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 93. 1313 Amaya Bimarhane portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 116a. 1314 Bu yapıların bazılarının çizimleri için bkz Ögel, a.g.e., Levha LXIX. 1315 Pope, a.g.e., s.96, Fig.98. 1316 Pope, A Survey Of Persian…, s.316. 1317 Pope, a.g.e., s. 393. 1318 Pope, a.g.e., s. 344. 526 her iki binanın mimarı olan Kölük bin Abdullah’ın özel tercihi olarak değerlendirmek gerekir. Daha sonraki yıllarda Kayseri Külük Cami Mihrabı (XIII. yy. sonları)1319 ve Beyşehir Eşrefoğlu Cami mihrabında (1297–99)1320da görülmesi, bu motifin sadece taş süslemede değil, çini dekorasyonda da tercih edilerek kullanıldığına işaret eder. Caminin portal yan kanatlarında minare kaidesinin hemen altında, sivri kemerli minare penceresinin etrafını beyaz mermerden kaval silmelerden oluşan ve kûfî yazı benzeri kapalı geometrik bir kompozisyon süslemektedir. Günümüze çok az bir kısmı kalabilmiş olmasına karşın kaval silmelerin aralarına taşa kakılarak yerleştirilmiş olan çini mozaik parçalar bulunur. Kölük’un diğer eseri olan Sahip Ata Medresesinde bu kompozisyonun bir benzeri kavsara köşeliklerinde görülmektedir. Sahip Ata Camii portalini süsleyen bordürler arasında en geniş olanı, içinde Kuran-ı Kerim’den bir ayet yazılı olanıdır. Bu durum, yazının portal tasarımına hâkimiyeti açısından yeni bir adımdır. Yazı bordürleri portal dışında, yan kanatlardaki sebil pencerelerinin üzerinde de bulunur. Ancak bu anlamdaki gerçek yenilik, camiden 3–4 yıl sonra yine Kölük tarafından inşa edilecek olan Konya Sahip Ata Medresesinde gerçekleştirilecektir. Kölük bin Abdullah kısa arayla yaptığı bu iki eserden cami portalinde, geleneksel mukarnaslı kavsara biçimini kullanırken, medresede, portal yüzeyini, yazı tasarımının şekillendirdiği yeni bir kompozisyonu denemiştir. İki yan bordürde, iki ayrı kol halinde yer alan Fetih ve Yasin Sûreleri saçak altında birbirlerinin altından geçerek, birinci düğüm yapar ve kavsaranın hafif oyuntusuna iner. Kapının düşey aksı boyunca kavsarayı kat eden iki bordür, tam kapı nişinin kilit taşı üzerinde ikinci düğümü yaparak, yine iki kol halinde kapı sövelerinde nihayetlenir. Bu, Anadolu’da yazının tasarıma hâkim 1319 Yetkin, a.g.e., s.32, Resim 2. 1320 Yetkin, a.g.e., s.125, Resim 74. 527 olduğu yepyeni bir uygulamadır ve bir daha denenmemiştir. Kavsara, klasik Selçuklu kapılarında görülen mukarnaslı tipten farklıdır. Portaldeki yeni kavsara biçiminin sebebi yazı tasarımıyla ilgilidir. Zira portalin iki kenar çerçevesinden yükselip yukarıda bir düğüm yaptıktan sonra kavsaraya inen iki yazı şeridinin, kavsaranın biçimine uygun bir şekilde devam edebilmesi ancak böylesi hafif bir oyuntu ile mümkün olabilecekti. Aksi takdirde derin tutulmuş bir kavsara nişinden yazının aşağıya doğru devam edebilmesi çok güç olacaktı. Kavsara nişinin iki köşesindeki boşluklar oyuntunun biçimine uygun bitkisel bir süslemeyle dolduruluştur. Selçuk İsa Bey Camii, Antalya Şarapsa Han, Sahip Ata Han (Ahır) ve Antalya İncir Han portallerinin kavsara köşelikleri de gerek istiridye biçimli gerekse tromp biçimli köşeliklerle dolgulanmıştır1321. Ancak burada farklı olan durum, köşelerdeki bitkisel motifin kavsara kemerinin üzerinden taşan ve zeminindeki yüzeysel dekorun üzerinde, adeta çift katlı oyma hissi uyandıran plastik etkisidir. Bu plastik etkiyi üç kaval silmeden müteşekkil portal kavsara köşeliklerinin, yatay aksta birbirine dolanarak teşkil ettiği ve grift bir palmeti andıran motifte de görülebilmektedir. Medrese portalinde, dar bitkisel bir bordürde yer almasına karşın bunun, son derece yüzeysel ve ikincil kaldığı hemen fark edilmektedir. Portalde her unsur birbiriyle o kadar iyi kaynaşmıştır ki herhangi birini çıkarmak tasarımın tamamını etkileyeceğinden bu mümkün değildir1322. Sahip Ata’nın Konya’daki Camii ve Medresesi, Ögel’in Klasik Selçuklu portali diye nitelediği ve mukarnaslı kavsaraya sahip, yan bordürlerine geometrik şemanın hâkim olduğu tipin dışında, yepyeni bir uygulamadır. Bu iki Sahip Ata portali daha sonraki yıllarda aynen kopya edilemese de her unsuru farklı portal şemalarında tekrarlanarak kullanılmış, özellikle yüzyılın 1321 Anadolu dışı örnekler için bakınız 1313 ve 1314. dipnotlar. 1322 Ögel, a.g.e., s.142. 528 üçüncü çeyreğine ait portallerin süsleme karakterini önemli ölçüde etkilemiştir. Sahip Ata’nın sonraki iki eseri olan Kayseri’deki Medrese (1267) ve Konya’daki Hânkah (1269)ta yüksek kabartmalı bezeme veya yazının kompozisyona ağırlığı gibi yenilikleri izleyemeyiz. Kayseri’deki Medresenin ön cephesinde, kaval silmelerden oluşan halat örgüye benzer biçimli çerçeve, içerisindeki daha ince profilli ikinci bir silmeyi çevreler. Benzerine, Konya Küçük Karatay (Kemaliye) Medresesi(125051)1323 nin portalinde rastladığımız bu süslemenin yüksek kabartma halinde işlenmiş olması, Kölük eserlerini akla getirse de, sadece portal bile, Kölük’ün iki eserinde görülen yeni gelişmelere kayıtsız, yüzyılın ilk yarısındaki süsleme ve tasarım özelliklerinin varlığına işaret eder. Kayseri Sahibiye Medresesi portalinin yan kanatlarını, iki köşede burmalı sütuncelerin sınırladığı dört bordür süsler. En dışta olan bordür, yatay eksen boyunca sıralanmış ve mukarnas dizilerinden1324 müteşekkil bir süsleme kompozisyonuna sahiptir. Rumî ve kıvrım dallardan müteşekkil, enine bitkisel bir kompozisyona sahip ikinci bordürle, geometrik geçmelerden oluşan üçüncü bordür ve dar, içbükey son bordür, diğer Sahip Ata yapılarından daha çok benzerlerini, Kayseri yapılarında1325 bulabileceğimiz bir kompozisyon sunmaktadır. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı da, Sahibiye Medresesinde görülen üslubu devam ettirir. Portalin yan kanatlarını teşkil eden dört bordürden, içteki dar olanı, kıvrım dallardan müteşekkil açık bir bitkisel kompozisyonla, diğer üçü ise ongen yıldız kompozisyonlarından oluşan geometrik bir tasarıma sahiptir. Sivas’taki Medresede ise Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresenin, yüzyılın ilk yarısına 1323 Konya Küçük Karatay Medresesinin günümüze ulaşamayan portalinin eski bir fotoğrafı için bkz. Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.108, Resim 262. 1324 Aksaray Sultan Hanı (avlu), Konya Sırçalı ve Karatay Medreseleri portallerinin yan kanatlarında bu süsleme bordürünün kullanıldığı görülmektedir. 1325 Sahibiye Medresesiyle yakın benzerlik hemen yakınındaki 1249 tarihli Hacı Kılıç Medresesi arasında görülür. 529 ait binaları hatırlatan bordür düzenlemelerinin aksine, Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata yapılarında gerçekleştirdiği yeni düzenlemeleri geliştiren bir yaklaşım söz konusudur. Bu binada, bordür sayısının beşe çıkması dışında, ağırlıklı olarak bitkisel olan bordürlerdeki süslemelerin oldukça iri ve plastik etkili olması açısından bir yenilik görülür. En dıştaki çokgen geçmelerinden oluşan açık geometrik bir kompozisyondur. İkinci bordürde palmet-rumî kombinasyonun bilinen bir varyasyonu görülür. Ancak buradaki farklılık, kompozisyonun, alttaki kıvrım dallardan oluşan bir zemin üzerinde yer alması ve çift katlı bir görünüm arz etmesidir. Üçüncü ve dördüncü dar bordürler, boyuna hizalanmış, aralarındaki kıvrım dallara sağlı sollu sıralanmış palmetlerden müteşekkildir. Beşinci ve son bordürde düşey eksen boyunca sıralanış palmetler ve onları iki yandan saran rumîlerden oluşan bitkisel açık bir kompozisyon bulunur. Portal yan kanatlarını hem farklı bir renkte mermerle inşa edilmesi hem de iki kaval silmenin minare kaidelerinden altından itibaren, iri bitkisel, geometrik ve figüratif kompozisyonlar teşkil ederek altta perde püskülü benzeri biçimindeki bir motifle nihayetlenmesi açısından farklılık oluşturur. Bu haliyle yan kanatlar, kendi içinde özel bir tasarıma sahip, fakat aynı zamanda portal nişi ile bütünlük arz eden bir hususiyet gösterir. Minare kaidesinin altında yer alan ve yanlarda iki rûmînin ortadaki palmete bağlandığı bitkisel kompozisyonun benzerini Divriği Şifahanesi (1228–1229)1326 sütun başlıkları üzerinde görmekteyiz. Bu süslemenin altındaki sekiz kollu yıldız kompozisyonu, ortasındaki –bugün kapatılmış- pencere boşluğunu çevrelemektedir ki, çifte minareli diğer örneklerden sadece1327 Konya Sahip Ata Camisinde bu türlü 1326 1327 Divriği Şifahanesi sütun başlıkları resimleri için bkz. Sözen, a.g.e., Resim 2g. Sivas (1271) ve Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291) lerde minare kovasını aydınlatan pencereler, cephede basit dar mazgal pencereler olarak yer alırlar ve süsleme tasarımına dâhil edilmemiştir. 530 bir düzenleme görülür. Hayat Ağacı motifi tepede kartal, dallarında kuşlar ve nar motifleriyle Anadolu’da Kayseri Döner Kümbet (1276–77), Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291), Erzurum Yakutiye Medresesinde (1310)1328 görülen şemaları tekrarlar. Sivas Sahip Ata Medresesinin portalindeki hayat ağacı örneğinin, en erken tarihli olanıdır. Yan kanatları çevreleyen kaval silmelerin altta nihayetlendiği ve perde püskülüne benzeyen motif, Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinde ilk kez uygulanmış olup, Sivas’taki Medresesinde daha sonra Sivas (1271) ve Erzurum Çifte Minareli (1291) Medreselerde görülür. Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen bir başka figüratif bezeme kapı kemerinin üzengi taşları üstünde bulunmaktadır. Buradaki kompozisyon, geniş bir yaprağın üzerinde ve her iki köşede dokuzar tane hayvan başından müteşekkildir. On iki Hayvanlı Türk-Çin takviminden esinlenen bu tür figürlü taş bezemenin Anadolu’daki diğer örnekleri şunlardır: Cizre Köprüsü (1164), Erzurum Emir Saltuk Kümbeti (XII. yy.) (gövde), Karatay Han (1241) (giriş eyvanı), Ak Han (1253–54) (portal), Niğde Sungur Bey (1335) (portal)1329. Beyşehir Eşrefoğlu Cami (1297–99) ve Karaman Hatuniye Medresesi (1381-82)1330nin kapı kemerlerinin üzengi taşları üzerinde Sahip Ata Medresesindeki geniş yaprak bulunmasına karşın üzerine herhangi bir figür işlenmemiştir. Bu iki yapının Sahip Ata yapısından etkilenmeleri bununla sınırlı olmayıp, kavsara sıralarının sayısından, mihrabiye biçim ve süslemelerine, bordür süslemelerinden çift renkli mermer 1328 Diğer üç örnekte hayat ağacının altında ejder veya aslan motifleri yer alırken, Sivas Sahip Ata medresesinde yoktur. Bakınız, Öney, a.g.e., s.46.; Ayrıca Hayat Ağacı konusunda Öney, “…Hayat Ağacı Motifi”, s.25-36.; Kartallar ve Avcı kuşlar konusunda, Öney, “…Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, s.139-172. 1329 Öney, a.g.e., s.53-54. 1330 Bu iki yapının Sivas Sahip Ata Medresesi portaliyle benzerlik gösteren yönleri hususunda ayrıntılı bilgi için bkz. S.Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.115–119. 531 uygulamasına kadar varan bir etkilenme söz konusudur1331. Bunların dışında, Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinin mihrabiyelerinin dilimli biçimi Konya’daki Camisinin mihrabiyelerini hatırlatmaktadır. Sivas’taki Medresede, ön cephenin tamamı, bitkisel süslemeli bordürlerle çerçeve içine alınarak tasarıma bütünlük hissi verilmek istenmiştir. Palmet-rumî kombinasyonuna dayalı bitkisel bordürle, sadece ön cephenin üst, yan ve alt kenarlarını sınırlamakla yetinilmemiş, portalin iki yanındaki pencere ve çeşmeyi de çerçeve içine alarak tasarımda bir bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır. Üstte saçak hizasında üç sıra halinde mukarnas dizilerinden oluşan bir korniş yer alır. Cephenin köşelerindeki payandalar süslenmiş olup, ağırlıklı olarak palmet-rumî kombinasyonuna dayalı bir şema vardır. Palmet ve rumîler yüzeyden taşan, iri motifler halinde işlenmiştir. Payanda gövdesini süsleyen kompozisyonun benzeri Divriği Şifahane kapısında1332 görülür. Yazı panoları, Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesindeki kadar olmasa da yine de portalde önemli bir yer tutar. Kuran-ı Kerim’den ayetlerin işlendiği kuşatma kemerinin dışındaki yan kanatların ön ve yan yüzlerine, hadis içerikli sekizgen veya kare panolar yerleştirilmiştir. Ayrıca medrese odalarının her birinin kapısının üzerinde bir hadis veya özlü söz bulunmaktadır. Revakların avluya bakan yüzlerini üstten sınırlayan saçakta, palmet-rumî şemasının basit bir uygulaması görülmektedir. Ayrıca medrese odalarının avluya bakan duvarlarında, her bir oda kapısını çerçeveleyecek şekilde dolaşıp diğer kapıya doğru alt hizada devam eden, bitkisel süslemeli bir bordürün bulunduğu, günümüze çok az bölümü kalabilen izlerinden anlaşılabilmektedir. 1331 Aynı makale. 1332 Divriği Şifahanesi portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 21. 532 Erzurum ve Sivas Çifte Minareli Medrese, Sivas Buruciye Medresesiyle birlikte Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen sathın tamamıyla doldurulması, çift katlı tezyinat hissi veren yüksek kabartmalı işleyiş, yuvarlak profilli kademelenme ile derece derece derinlik teşkil edilmesi şeklinde özetlenebilecek yeni süsleme özellikleri, ilk kez XIII. üçüncü çeyreğinde görülen ve daha sonraki tarihli yapıları da etkileyen, yeni bir üslubun hususiyetleri olarak ortaya çıkmaktadır. Sivas Sahip Ata Medresesi de bu yeni süsleme karakterinin en başarılı örneklerinin verildiği binalardan biri olma özelliği taşımaktadır. Çini süsleme, Sahip Ata yapılarında, erken tarihli olanlardan, son inşa ettirdiği yapıya kadar görülür. Dönemin en başarılı çini uygulamalarının görüldüğü Sahip Ata yapılarında, ağırlıklı olarak levha parçalardan üretilen çini mozaikler kullanılmıştır. Başta mihraplar olmak üzere, kubbe eteği, göbeği, pencere alınlıkları, minare gövdeleri ve şerefe altları, eyvan tonozları gibi yerlerde çini mozaik tekniğindeki uygulamalara rastlamaktayız. Kullanılan renkler ağırlıklı olarak turkuaz, lacivert ve manganez morudur. Sahip Ata’nın günümüze çinili üç mihrabı ulaşabilmiştir. Bunlar, Konya’daki Cami ve Mescidi ile Sivas’taki Medresenin bir mekânını teşkil eden Mescidin mihrabıdır. Bunların dışında Akşehir’deki Medreseye bitişik Mescidin mihrabının onarımlar sırasında çinili olduğu anlaşılmıştır1333. Akşehir’deki mihrap, sivri kemerli bir kavsaraya en dışta palmet-rûmî kombinasyonuna dayanan bitkisel süslemeli bir bordürle kuşatılmış olup, kavsaranın mukarnas sıralarından en üstte olanı da altıgen çini mozaik parçalardan oluşan geometrik bir süslemeye sahiptir. Konya’daki Caminin mihrabı ise Selçuklu çini sanatının en olgun örneklerinden biri olarak kabul 1333 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne. 533 edilir1334. Dikdörtgen mihrap nişini, iki yandan turkuaz ve lacivert çinilerden kesilmiş, çift rumîli kıvrık dallı iki bordür kuşatmakta, kademeden sonra ise geometrik geçmelerden müteşekkil geometrik bir kompozisyonu ihtiva eden üçüncü bordür yer almaktadır. Zar başlıklı köşe sütunceleri baklava dilimleri oluşturacak şekilde turkuaz ve patlıcan moru çinilerle süslenmiştir. Kavsara altını, altıgen turkuaz çinilerden oluşan bir kompozisyon süslemekte olup, altıgenlerin aralarındaki üçgen sahalar, patlıcan moru üçgen çini mozaiklerle doldurulmuştur. Kavsaranın üstünde enine dikdörtgen bir kartuş içerisine alınan köşelik tablası, sekiz köşeli yıldızlardan gelişen bir kompozisyonla süslenmiştir. Sekiz köşeli yıldızların aralarında altıgen ve beşgen turkuaz renkteki çini mozaikler yer alır. Ö.Bakırer, çinili mihraplarda genellikle köşelik tablası mevcut olduğunu, yalnız Sahip Ata Camine özgü olmak şartıyla tablanın geometrik kompozisyonla bezendiğini, diğer örneklerde bitkisel örgü üzerine kufî yazı şeridi yer aldığını belirtir1335. Kavsara’nın köşeliklerinde yer alan üçgen sahalar, ana motifi, altı kollu yıldız olan açık bir kompozisyonla süslenmiştir. Burada altıgenlerin kollarını, patlıcan moru çinilerin meydana getirdiği kancalı baklavalar1336 teşkil eder. Mukarnaslı kavsara, birbirine eş genişlikte altı sıradan oluşur. Hücrelerdeki süslemeler düşey eksende gelişen zik-zak beşgen, altıgen gibi değişik kompozisyonlarla süslenmiştir. Kompozisyonlarda motifler patlıcan moru, aralarındaki bölümler turkuaz renkli mozaik çinilerden oluşur. Nişlerin aralarındaki üçgen bölümler bulunduğu yere uygun olarak kesilmiş turkuaz ve patlıcan moru renkli çinilerden oluşturulmuş baklava motifleriyle süslüdür. Kavsaranın merkezinde yer alan bitkisel süslemeli üçgen dilimli sahada ise turkuaz 1334 Ş.Yetkin, Anadolu’da Türk Çini Sanatının,,,, s.75. 1335 Ö.Bakırer, …Anadolu Mihrabları, s.173, 143. dipnot. 1336 Yetkin, a.g.e., s.75. 534 zemin üzerine patlıcan moru çinilerden oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon yer alır. Bu dilimli sahanın etrafındaki üçgen bölümler, kâşitraş (sahte mozaik) tekniğiyle üretilmiş, palmetlerden oluşan bir kompozisyonla süslüdür. Sivas Keykavus Türbesi (1217)1337 cephesindeki usta kitabesinde de benzer bir örneğini bulduğumuz bu çini tekniğinde, zemin kazınarak çinili bölümler öne çıkarılmıştır. Kavsara ile altındaki kısmı yanlarda ve üstte sınırlayan bordür, lüster çinilerin kesilmesiyle elde edilmiş koyu kahverengi renkli levhalardan oluşmaktadır. Mevcut izler, bu lüster parçaların figürlü olduklarına işaret eder. Konya Sahip Ata Mescidinin mihrabının sadece üst kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Mihrabı yanlarda ve üstte çevreleyen bordürde, alçı yüzeyde teşkil edilmiş beşgen ve üçgen sahaların içleri, turkuaz çinilerle doldurulmuştur. Mukarnas köşelikleri kare levha çinilerle, üzerindeki saha ise patlıcan moru kare çinilerle süslenmiştir. Alçı yüzeyde oluşturulan sahalara uygun formlardaki çini mozaiklerin kakılarak yerleştirilmesiyle oluşturulan bu türlü bir uygulamaya, mescidin günümüze büyük ölçüde harap vaziyette ulaşan kapısında da rastlamaktayız. Bir diğer benzer örnek, Konya Sakahane Mescidi (XIII. yy)1338 mihrabıdır. Konya Sahip Ata Mescidi mihrabının, şema olarak en yakın örneği ise Konya İç Karaaslan Mescidi (1219–1236)1339 mihrabıdır. Sivas’taki Medresede, giriş eyvanının güneyinde kalan mescit mekânı gerek mihrabı, gerekse kubbe eteği ve kasnağındaki süslemeleriyle dikkat çekicidir. Mihrabın sadece üst kısmı günümüze ulaşabilmiş olup, çinili kompozisyona yazının hakîm olduğu dikkati çeker. Boyuna dikdörtgen formlu mihrabın, tepeliği, kemeri, alınlığı ve sütunceleri yoktur. Mihrabı en dışta palmetli kıvrım dal ve buna eklenen ve yarım palmetlerden oluşan bir 1337 Yetkin, a.g.e., s.36-40. 1338 Bakırer, a.g.e., s.177, Resim 105-106. 1339 Bakırer, a.g.e., s.176, Resim 103. 535 süsleme bordürü kuşatmaktadır. Patlıcan moru renkteki çinilerden oluşan içbükey dar silmeden sonra, düşey sıralanmış, palmetlerin diplerinden çıkan ve kıvrım dallardan oluşan bir bordür yer alır. Turkuaz ve manganez moru renkli çinilerden oluşan geniş silmede zemindeki bitkisel süslemenin üzerinde kufî ile yazılmış Âyetü’l-Kürsî yazısı bulunur. Harflerin uçları ve araları palmet ve rumîlerle doldurulmuştur. Yazı kuşağının üst iki köşesinde, altı kollu yıldız kompozisyonundan gelişen geometrik karakterli bir madalyon yer alır. Yazı bordüründen sonra palmet-rumî kombinasyonundan gelişen iki bordür ardı arda sıralanmıştır. Kûfî hatla işlenmiş yazının kompozisyona hâkim olduğu bir başka mihrap Konya Sadreddin Konevî Camii (1274)1340 mihrabıdır. Konya Sahip Ata Camisinin portalinde minare kaidesinin altında yer alan geometrik geçmelerden oluşan taş süslemenin araları, levhalardan kesilmiş mozaik dikdörtgen çinilerle dolgulanmıştır. Taşa kakma şeklinde nitelendirilen bu uygulamanın Anadolu’daki diğer örnekleri Karaman İbrahim Bey İmareti (1433) minare gövdesi ve Balat İlyas Bey Camii (1404) doğu cephenin alt sıra pencerelerinde görülür1341. Bu bölümün hemen üzerinde, sırsız tuğlaların aralarına, bir turkuaz, bir patlıcan moru kare çini birimler, üst üste gelerek düşey birimleri biçilmendir. Aralarındaki kare mozak çinilerle oluşturulan kûfî hatlı yazılardan doğuda olanında “Ebu Bekir”, batıdakinde “Ali” yazılıdır. Yazılar kare sahaya 45° bir eğimle işlenmiştir. Yazılar tekrar edilerek açık bir kompozisyon olarak işlenmiştir. Yazıların aralarındaki uygun boşluklara patlıcan moru ve turkuaz mozaik çinilerden teşkil edilmiş baklava ve haç biçimli süslemeler uygulanmıştır. Bu türlü süslemenin bir benzeri Sahip Ata’nın Türbesinin Cami ve Hânkaha geçit veren 1340 1341 Bakırer, a.g.e., s.182, Resim 111-113. Taşa kakma tekniği ve Anadolu’daki uygulamaları için bkz. B. Ersoy, “Edirne Şah Melek Camii’nin Tanıtımı ve Mimari Özellikleri Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji–Sanat Tarihi Dergisi VI, İzmir 1992, s.47–61 536 aralığın doğu duvarında bulunmaktadır. Burada aynı teknik ve renkteki çinilerle tuğla zeminin aralarına, “Ali” kelimesi tekrar edilerek yazılmıştır. Sırsız tuğlaların aralarında çinilerle oluşturulan yazı kompozisyonun bir benzerini Konya Karatay Medresesinin yelpaze şeklinde açılan pandantif yüzeylerinde de görmek mümkündür1342. Çini mozaiklerin kullanıldığı bir başka yapı elemanı minarelerdir. Minarelerdeki çini süsleme uygulamaları çoğunlukla sırlı tuğla süslemelerle karıştırılmıştır. Halbuki, XIII. yy. minarelerinde çini kullanımı ağırlıktayken, sırlı tuğlalarla yapılan süslemeler daha çok XIV. yy. eserlerinde karşımıza çıkmaktadır1343. Çini uygulamalar Akşehir Sahip Ata Mescidi Minaresinin gövdesinde ilk şerefeye kadar olan bölümde, yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki baklava motifleri turkuaz renkli çinilerle oluşturulmuştur. Bu ilk bölümü I. şerefenin altında çini mozaiklerle oluşturulmuş dar bir şerit sınırlar1344. Sarre’in fotoğraflarından burada altıgen veya beşgen turkuaz ve siyah renkli çinilerden oluşan bir kompozisyonun yer aldığı anlaşılmaktadır. İkinci bordürü ise yatay istiflenmiş tuğlaların aralarında 45° lik açı yapan ve eğik çizgiler şeklinde düzenlenmiş turkuaz renkli çinilerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon süslemektedir. Son bordürde ise birinci bordürde olduğu gibi baklava motiflerinden oluşturulmuş bir kompozisyon vardır. Ancak burada farklı olarak baklavaların ortalarında turkuaz renkli çinilerden oluşan küçük baklavalar yer almaktadır. Konya Sahip Ata Camisinde ise gövdedeki sırsız tuğla şeritler üst üste ve yan yana birbirine eklenen gamalı haç motiflerini 1342 Yetkin, a.g.e., s.179. 1343 Ayrıntılı bilgi için bkz. A.O.Uysal, “Erken Osmanlı Döneminde Sırlı Tuğlalı Minareler”, X.Türk Tarih Kongresi (Ankara 22-26 Eylül 1986) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1994, s.2349-2367 (2351). 1344 Onarımlar sırasında minarenin aslî halinde çini mozaik veya sırlı tuğla olması gereken yerleri tamamlanmıştır. Buna göre kaideden gövdeye geçilen ölümün hemen üzerinde ve I. şerefenin altında çini mozaikli iki kuşak yer almaktadır. Bu tamamlamalar kalem işi ile gerçekleştirilmiştir. 537 biçimlendirecek şekilde düzenlenmiştir. Şeritler arasında kalan ince boşluklar, tuğla zemine nazaran 1–1,5 cm daha derine yerleştirilen turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle doldurulmuştur. Bu süslemenin hemen üstünde bugün çok az kısmı kalabilmiş turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş üçgen biçimli süslemeler fark edilebilmektedir. Solakyan1345ın XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğrafında bu çiniler daha net görülebilmektedir. Gövdenin dilimli yapısına uygun olarak her dilimde zikzak biçiminde olduğu görülen çinilerin, günümüze çok az bir bölümü ulaşabilmiştir. Üstte yatay turkuaz renkli bir bordürle sonlanan bu bölümün üstünde turkuaz zemin üzerine siyah çini mozaiklerle oluşturulmuş çiçekli kûfî hatlı bir kısım bulunur. Buradaki süsleme, esasen yazı olmayıp, kimi geometrik örgünün aralarına stilize yazı biçimi verilmiş süslemeler yer alır. Gövdenin üzerindeki bu kompozisyonun benzerini, Meraga’daki Yuvarlak Kümbedin gövdesinde bulmaktayız1346. Konya Sahip Ata Medresesinin günümüze birinci şerefeye kadar olan kısmı ulaşabilmiş minaresinde ise gövde, sekiz dilimli olup, dilimleri teşkil eden kaval silmelerin üzeri, yarım daire biçimli turkuaz çini mozaik kabaralarla süslüdür. Dilimlerin arasındaki sahalar, boyuna geometrik kompozisyonlarla bezenmiştir. Buradaki kırık çizgi, zikzak ve baklava motifleri, çini kabaraların her sırada bir kabara genişliğinde kaydırılmasıyla biçimlendirilmiştir. Bu geometrik süslemenin hem medresenin kubbesinde hem de Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin minaresinin gövdesinde bulunması dikkat çekicidir. Motifleri patlıcan moru ve turkuaz renkli prizmatik çini mozaik parçalardan oluşturulmuştur. Şerefenin altını, turkuaz zemin üzerine siyah dekorlu, çini mozaikler süsler. Üstteki enine dikdörtgen çinili bordürün üzerinde sivri kemerli nişlerden oluşan bir çini bordür daha görülür. Buradaki sivri 1345 A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9. 1346 Yetkin, a.g.e., s.171. 538 kemerli nişlerin dış konturunu, turkuaz renkli bir silme dolaşırken, içte kafes taklidi bir geometrik bir kompozisyon daha yer alır. Nitekim eski fotoğraflardan, üstteki şerefenin altında da bu şekilde çinili bir kısmın olduğu fark edilebilmektedir. Sivas’taki Medresenin çifte minarelerinin gövde biçimlenişi ve süslemesi, Konya’daki Medreseyle benzerdir. Buradaki yeni uygulama ise kaide ve pabuç kısımlarındaki turkuaz ve patlıcan moru renkteki, yatay tuğlalar arasına teşkil edilen çini süslemelerdir. Boyuna dikdörtgen kaide iki kısma ayrılmış olup, her birinin ortasında dairesel bir madalyon yer alır. Mevcut izler, hem iki kare sahanın çevresini hem de madalyonların içlerinin aslî halinde turkuaz ve patlıcan moru çinilerle kaplı olduğunu göstermektedir. Madalyonları kuşatan bordürlerin geometrik bir kompozisyon olduğu mevcut izlerden anlaşılabilmektedir. Pabuç kısmındaki bu kare bölümlerin benzerlerini Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde de görebilmekteyiz. Erzurum’daki örnek Sivas Sahip Ata Medresesi ile birebir aynı iken, Sivas Çifte Minareli Medresede, pabuç kısmındaki kare bölümler yan yana sıralanmış durumdadır. Minarenin pabuç kısmının, akslara denk gelen bölümlerinde turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş, kare panolar dikkati çeker. Bu kare sahaların ortasında birer sivri kemer yer almakta olup, gerek kemerin yüzeyi ve köşeleri gerekse ortası çini mozaiklerle süslenmiştir. Sahip Ata yapılarındaki çinili bu şema, sadece minare pabuçlarında değil, kubbeli mekânların üçgenli geçiş elemanları arasında, aksa denk gelen bölümlerde de karşımıza çıkar. Sivas Sahip Ata Medresesi Mescidinin kubbesinde üçgen geçiş elemanlarının arasında, akslara denk gelen bölümlerinin batı ve güney yönlerinde kare sahanın ortasında sivri kemerli bir kompozisyon yer almakta olup, tüm saha, turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle doldurulmuştur. Bu süslemenin benzerini Sahip Ata Türbesinde de yine üçgen geçiş elemanlarının arasındaki aksa denk gelen bölümlerinden doğuda ve batıda, 539 bulmaktayız. Buradaki farklılık, çini mozaiklerden teşkil edilmiş geometrik bir kompozisyona sahip açıklık, ajurlu bir şebeke ile kapatılmıştır. Ancak bu açıklık son derece harap durumdadır. Türbenin güney duvarında tam aksta ve aynı hizada iki açıklık yer alır. Bunlardan üstte olanı geçiş bölümündeki sivri kemerli nişlerle aynı teknik ve kompozisyonla oluşturulmuştur. Açıklığı kaplayan kafes oymalı şebeke ise turkuaz renkli çinilerden oluşan ve sekiz köşeli yıldızdan gelişen geometrik açık bir kompozisyona sahiptir. Düşey aksta yer alan sekiz kollu yıldızlar ve yandaki boşluklarda yer alan dört köşeli yıldızlarda motif, zemine kazılmak suretiyle yapılmıştır. Sivri kemerin köşeliklerinde kıvrım dallardan ve rumîlerden oluşan bitkisel bir süsleme bulunur. Burada zemin turkuaz, motif patlıcan moru çinilerden oluşmuştur. Bunun üstünde ise sülüs hatlı tek satırlık bir yazıt vardır. Mozaik çinilerden oluşturulmuş kafes oyma şebekelere sahip bu türlü pencerelere Sahip Ata Hânkahında da rastlanır. Hânkahın köşe mekânlarının kapıları üstündeki sivri kemerli pencereler, çini mozaiklerle teşkil edilmiş olan kafes oyma şebekelerle kapatılmıştır. Mozaik çinilerden kesilmiş kafes oyma şebekelere sahip pencerelerin bir başka örneği Afyon Çay Taş Medresesinde de1347 görmekteyiz. Büyük ölçüde tahrip olan bu pencerelerin dışında türbeye bakan eyvanın ortasında bir diğer pencere açıklığı daha bulunup, sivri kemerli açıklığı ortadaki patlıcan moru çinilerden oluşturulmuş sekiz kollu yıldızın çevresinde gelişen geometrik bir kompozisyon kapatmaktadır. Kemerin köşelikleri ve dikdörtgen panonun çevresi yine turkuaz ve patlıcan moru çinilerden oluşan geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Gerek Sahip Ata Hânkahı köşe mekânlarında, gerekse Konya Sahip Ata Medresesinin mekân kapılarının üzerindeki pencerelerin köşeliklerinde turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle yıldız, kazayağı gibi geometrik motiflerle süslendiği görülür. Ayrıca 1347 Afyon Çay Taş Medresesi penceresi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 67. 540 Konya Sahip Ata Mescidinin ön cephede pencerenin köşeliklerinde turkuaz mozaik ve patlıcan moru çinilerden teşkil edilmiş bitkisel bir süsleme yer alır. Medresede pencerelerin köşeliklerindeki süslemenin üzerinde yine turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerle çiçekli kûfî hatla yazıtlar yer almaktadır. Sahip Ata yapılarında kubbe eteğinin, çini mozaiklerle kûfî veya nesih yazılarla süslendiği sıklıkla görülen bir uygulamadır. Konya’daki Medresenin, Hânkahın, Türbenin ve Sivas’taki Medresenin Mescidinin kubbe kasnağında turkuaz ve patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş ve Kuran-ı Kerim’den ayetler yazılı kompozisyonlar yer alır. Sivas’taki mescidin yazı karakteri nesih olup, diğer örnekler örgülü kûfî hatla teşkil edilmiştir. Harflerin uçları palmet ve rûmîlerle sonlanmış, bazen aralarda altı veya sekiz kollu yıldızlar yer almıştır. Kubbe kasnağı örgülü ve çiçekli kûfî hatla teşkil edilmiş çinili örnekler arasında en olgun örneklerden biri Konya Alâeddin Camii1348dir. Ayrıca Konya Karatay Medresesi1349 ve Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi (1235)1350 kubbe kasnağında da bu tip çini uygulamaların başarılı örnekleri görülür. Çiniyle nesih yazının teşkil edildiği Konya Karatay Medresesi eyvan kemeri1351 ise bu tip uygulamaların en başarılı örneklerindendir. Sahip Ata Türbesine güneyindeki Hânkahtan geçit veren kapının ve aralıktan türbeye açılan kemerin üzerindeki nesih yazı ise bu tipin en olgun örneklerinden biridir. Türbenin çinileri, bazı sanat tarihçiler1352 tarafından Selçuklu Çini Sanatının son ve en başarılı örnekleri olarak kabul edilir. Türbenin doğusundaki aralık bölümünün duvarlarında eğik tuğlalar arasına yerleştirilmiş turkuaz çinilerle “Ali” kelimesi 1348 Konya Alaeddin Cami kubbe kasnağı için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 12. 1349 Konya Karatay Medresesi kubbe kasnağı için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 31. 1350 Yetkin, a.g.e., s.62. 1351 Konya Karatay Medresesi eyvan kemeri için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 32. 1352 Yetkin, a.g.e., s.77. 541 işlenmişken, hânkaha açılan kapının türbeye bakan yüzü en dışta geometrik bir bordürle çevrelenmiş olan ve sivri kemerin üzerinde düğüm yapan iki bitkisel bordürün kapı lento ve sövelerini kapladığı muhteşem bir çini örneğidir. Çiniler yine turkuaz ve patlıcan moru renktedir. Kapının kitabelik yeri gibi düzenlenmiş tablasında yukarıda değindiğimiz nesih yazılı hatla Kuran-ı Kerim’den bir ayet yazılıdır. Aralıktan türbeye açılan kemerin üzeri de çinilidir. Kemerin iç yüzü oniki kollu yıldızlar geçmesinden oluşan geometrik karakterli bir kompozisyonla süslü iken, aralığa bakan yüzü bitkisel, türbeye bakan yüzü ise nesih hatlı yazılı bir kompozisyona sahiptir. Kemerin türbeye bakan yüzünde kabartma yuvarlak silmelerin köşelerde oniki dilimli bir madalyon meydana getirip, kemer boyunca ve köşelere doğru düğümler yaparak iki yöne doğru açıldığı görülür. Kıvrımlı yapraklardan müteşekkil silmeler, patlıcan moru çinilerle, oluşturulmuştur. Plastik silmenin arasında kalan sahalar turkuaz zemin üzerine mor çinilerden kesilmiş çok zarif ve ahenkli bitkisel dekorasyonla doldurulmuştur. Kemerin kilit ve üzengi noktalarında birer oniki dilimli madalyon yer alıp, ortasında turkuaz çiniden iri yuvarlak birer kabara vardır ve üzeri altın yaldızla süslüdür. Üzeri altın yaldızlı bir başka çini süsleme Konya Karatay Medresesinde1353 görülür. Sahip Ata Türbesinin sandukaların yer aldığı mekânının duvarları, geçiş öğelerine kadar turkuaz renkte altıgen çinilerle süslü iken, bu, son yıllarda dökülmüştür. Bunun benzeri çiniler, Hânkah duvarlarında yer almaktaydı. Sahip Ata ve ailesine ait sandukalar üzerinde ise tek renk sırlı düz levha çinilerin yanı sıra kabartma yazılı çini levhalar yer alır. Anadolu Selçuklu döneminde özellikle lahitlerde kitabe veya Kuran-ı Kerim’den ayetleri teşkil için kabartmalı çinilerin kullanıldığı bazı eserler şunlardır: Konya II. 1353 Öney, a.g.e., Resim 62. 542 Kılıç Arslan Türbesi (1156–1192), Konya Karaaslan Türbesi (1219–1236), Konya Mevlana Türbesi Emir Âlim Çelebi (1264–83)1354 sandukaları. Türbenin kubbesinin göbeğinde bulunan madalyonun içi zarif bir kûfî yazının geometrik geçme ve bitkisel dolgularla birleşmesiyle meydana gelmiştir. Konya Sahip Ata Mescidinin kubbesinde de benzerini gördüğümüz bu madalyonun içinde “Muhammed, Ebu Bekir, Osman, Ali” isimleri turkuaz çini mozaiklerle işlenmiştir. Anadolu’da Malatya Ulu Cami (1220)1355, Beyhekim Mescidi ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii1356 kubbelerinde gördüğümüz bu çini kompozisyonu, Sivas Sahip Ata Medresesi yan eyvanlarında olduğu gibi, kimi eserlerde farklı yerlerde karşımıza çıkabilmektedir. Her iki yan eyvanın tonozunu, ortadan ikiye bölen iki şerit, tam ortada dairesel bir madalyon meydana getirir. Büyük ölçüde tahrip olmasına karşın çiçekli kûfîli bir hatta sahip yazıda, peygamber ve dört halifenin isimleri yazılıdır. Tonozun böyle bir madalyonla süslenmesinin başka bir örneğini, Konya Sırçalı Medresesinde (1243)1357 görmekteyiz. Akşehir Sahip Ata Medresesinin türbe mekânının kubbe göbeğinde, turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerden müteşekkil bir madalyon yer alır. Ancak burada yazı yerine sekiz kollu bir yıldızdan gelişen geometrik bir kompozisyon söz konusudur. Sivas Sahip Ata Medresesi yan eyvan tonozunu kaplayan dekorasyonun esası, sekiz kollu yıldız ve çevresindeki zambağa benzeyen değişik bir palmet şeklinden müteşekkildir. Sekiz kollu yıldızlardan gelişen geçme, radyal olarak sıralanmıştır. Aralarındaki beş kollu yıldızların içine turkuaz renkte beş köşeli yıldız biçiminde kabaralar yerleştirilmiştir. Eyvanların arka duvarlarında ise merkezdeki sekiz köşeli yıldızlardan çıkan ışınların gamalı haçlar 1354 Taşkın, “…Çinili Lâhitler”, s.237–257 1355 Malatya Ulu Camii kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 18. 1356 Beyşehir Eşrefoğlu Camii kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 75. 1357 Konya Sırçalı Medresesi eyvan kemeri için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 23. 543 meydana getirdiği geometrik bir tasarım mevcuttur. Motifler turkuaz, aradaki şeritler patlıcan moru çini mozaiklerle teşkil edilmiştir. Bu kompozisyonun benzer bir örneği, Sivas Keykavus Türbesi kasnağının sathi kemer dolgularından biri içinde tuğladan yapılmış olarak görülür1358. Eyvanları süsleyen şemaları, dıştan, ok şeklinde bir palmetin, bir ters bir düz yerleştirilmesiyle oluşmuş bir bordür çevrelemektedir ki, bu süslemeyi, özellikle Sahip Ata’nın Akşehir Türbe ve Mescidi, Konya Medrese ve Hânkahı, Türbe ve Sivas Medresesinin mescidinin üçgen kubbe geçiş elemanlarını süsleyen bordürler üzerinde görmekteyiz. Konya Sahip Ata Mescidi, giriş bölümü tonozunda ise turkuaz ve patlıcan moru levhalardan kesilmiş mozaik çinilerden teşkil edilmiş geometrik bir kompozisyon görülür. Çini süslemenin görüldüğü bir başka saha da kubbe yüzeyleridir. Konya Sahip Ata Medresesi ve Hânkahının avlularını örten büyük kubbenin yüzeyinde, yatay istiflenmiş tuğlaların aralarına turkuaz ve patlıcan moru çini mozaik çinilerle teşkil edilmiş geometrik kompozisyonlar yer almaktadır. Hânkahta turkuaz ve patlıcan moru çinilerin nöbetleşe olarak zikzak sıralarını oluşturduğu bir kompozisyon bulunurken, Medresenin kubbesinde ise yatay istiflenmiş tuğlaların arasındaki düşey sıralanmış çiniler kırık çizgi dizileri, baklava ve X biçimli motifleri teşkil ederler. Beyşehir Eşrefoğlu Camisinde de1359 kubbe yüzeyinin benzeri bir çini kompozisyonla süslendiği görülmektedir. Sırlı tuğla süsleme Sahip Ata Yapılarında, bilinenin aksine az kullanılmıştır. Özellikle kubbe yüzeylerinde ve minare gövdelerinde sırlı tuğlayla teşkil edildiği söylenen süslemeler, çiniyle oluşturulmuştur1360. Sahip Ata’nın Akşehir’deki 1358 Yetkin, a.g.e., s.89. 1359 Beyşehir Eşrefoğlu Cami kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 75. 1360 Öney (a.g.e., s.95-96.) Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesi, Türbesi ve Sivas’taki Medresesinin dahilindeki mescidinde süslemelerin, ayrıca Akşehir Sahip Ata Medresesi, Konya Sahip Ata 544 Medresesinin dâhilindeki türbe mekânının kubbesinin geçiş elemanlarını teşkil eden üçgen sahaların yüzeyleri turkuaz sırlı tuğlalarla süslenmiştir. Burada yatay istiflenmiş sırsız tuğların arasında yer alan turkuaz sırlı tuğlalar, her bir üçgen sahanın ortasını dolduracak şekilde bir baklava motifi meydana getirirler. Sırlı tuğlalar baklavanın dış hatlarını dokuz yatay sırada tamamlarken, sırsız tuğlalar kompozisyon iç kısmını doldururlar. Baklava dilimi biçimli kompozisyon sahip bir başka sırlı tuğla uygulaması, Konya Sahip Ata Medresesinin kare kesitli pabuç kısmında görülür. Her bir yüzde, ikişer baklava dilimi gelecek şekilde teşkil edilmiş süsleme yatay olarak dizilmiş, turkuaz sırlı tuğlalarla meydana getirilmiştir. Sahip Ata yapılarında tuğlalar, gerek minare gibi dış mekân, gerekse kubbe yüzey ve geçiş elemanlarıyla eyvan yüzeyi pencere alınlığı gibi iç mekân bölümlerinde, hem dekorasyonun gerçekleştiği zemin hem de kompozisyonu tamamlayan bir öğe olarak yer almıştır. Kubbe yüzeyinin süslemesiz olduğu örneklerden Konya Sahip Ata Türbesinde tuğla örgü balıksırtı şeklinde olup, Konya’daki Mescidinde1361 ve Akşehir’deki Medrese dâhilindeki türbe mekânının kubbesinde ise yatay istiflenmiş bir örgü görülür. Çini süslemenin bulunduğu örneklerden Konya’daki Medrese ve Hânkahta ve Sivas’taki Medresenin dâhilindeki mescidin kubbelerinde yatay istiflenmiş tuğlalar yüzeyi teşkil ederken, Konya’daki Mescidin giriş bölümü tonozundaki tuğla örgü balıksırtı şeklindedir. Medresesi, Hânkahı ve Camisi ilse Sivas Sahip Ata Medresesi minarelerinin gövdelerindeki süslemelerin sırlı tuğlayla teşkil edildiğini belirtir ki, yerinde yaptığımız tespitler, anılan yapılardaki tezyinin çiniyle gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. 1361 Konya’daki Mescidinin kubbesinde sırlı tuğla veya çini uygulama bugün için görülmez. Ancak yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki zikzak biçimli örgüyü teşkil edecek şekilde sıralanmış dikey konumlu tuğlalar, burada aslî halinde sırlı tuğlayla bir süsleme yapıldığını zamanla döküldüğüne işaret etmektedir. 545 Sahip Ata yapılarındaki ahşap süsleme, Konya Sahip Ata Camisinde yer alan kapı ve pencere kanatlarıyla sınırlıdır. Bunlardan mevcut caminin giriş açıklığını da örten ahşap kapı kanadı, ceviz ağacından yapılmış olup boyuna dikdörtgen şemalıdır. Kapının yapım tekniği geçme ve kündekâri’dir. Seren ve başlıkları süslenmemiş olan kapı kanatlarının her biri, yatay iki kayıtla üç panoya ayrılmıştır. Hakiki kündekâri ve yuvarlak satıhlı oyma teknikleriyle süslü ve üç panolu bir şemaya sahip kapı kanatlarında alt ve üst panolar yekpare levhadan, ortadaki panolar kündekâri tekniğiyle yapılmıştır. Üst panolarda sülüs yazı ile tek satır halinde iki hadis yazılı olup, harflerin arasındaki kimi boşluklar palmet ve rumî motifleriyle dolgulanmıştır. Orta panolar kündekâri tekniğinde yapılmış olup, her iki kanattaki kompozisyon, bordür ve bini kaldırıldığında tek bir geometrik şemayı oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. Kompozisyonun ana motifleri, profilli çıtalarla oluşturulmuş beşgenler, üçgenler ve baklava biçimindeki dörtgenlerdir. Bu motiflerin içerisine daha küçük boyutlu beşgen, dörtgen ve üçgenler yerleştirilmiştir. Bu geometrik parçaların her birinin yüzeyine, geometrik formuna uygun olarak farklı bitkisel motifler işlenmiştir. Alt panolarda, yine yuvarlak satıhlı oyma tekniği ile düşey eksende palmet-rûmî ve rumîlerden oluşan iki merkezli bir kompozisyonun tekrar edilerek ve enine gelişerek devam ettiği bitkisel bir süsleme yer alır. Tarihi belli olmayan kapı kanatları, süsleme ve yapım tekniği açısından camiyle aynı tarihe ait olmalıdır1362. Camideki diğer kapı kanadı, camiden türbenin doğusundaki aralığa geçilen kapı üzerindedir. Yapım tekniği geçme ve kündekâri olan kapı, tek panolu şemaya sahip olup, hakikî kündekâri ve yuvarlak satıhlı oyma teknikleriyle süslenmiştir. Cami içindeki halıları çalmak isteyen bir hırsızın, Hânkah ve Türbe tarafından içeri 1362 R.Bozer, a.g.t., s.110. 546 girmek için bu kapı kanadını kırdığı rivayet edilir1363. Bu nedenle, panoda 39 adet geometrik parça olması gerekirken sadece 18’i kalabilmiştir. Bugüne gelebilen süslemelerden, özellikle alt kısımda olanlar, aşınmış ve bozulmuştur. Kapı, seren ve başlıklar, geçme tekniğinde birleşerek meydana gelmiştir. Seren ve başlıkların süslenmeden bırakıldığı panoda, geometrik kurgu ön plandadır. Geometrik şema, altı köşeli yıldız ve bunun etrafında radyal bir düzende sıralanmış altıgenlerden oluşmaktadır. Bu bölmelerin içleri de bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Hem yıldızlar, hem de altıgenlerin içi, yuvarlak satıhlı oyma tekniğiyle, tek eksene göre simetrik palmet-rumî kombinasyonları işlenmiştir. Profilli çıtalar, bitkisel motifler ve bunların oyma işçiliği caminin kapı kanatları ve Konya Beyhekim Mescidi’nin kapı kanatlarıyla büyük benzerlik gösterir1364. Yerleştirildiği açıklığın, türbenin inşası sırasında kapıya dönüştürülmüş bir pencere olduğu düşünülürse kapı kanadının yapımı için, inşa tarihi bilinmeyen türbe’nin yenilendiği 1283 tarihi “termınus poste quem” olarak verilebilir. Bunun dışında 1981 yılındaki hırsızlık olayı esnasında, hırsızın türbeden camiye geçerken yaptığı tahribat neticesinde molozların arasında tesadüf edilen ve XIII. yy. a tarihlene bir çift kapı kanadı vardır1365. Son derece harap durumda olan kanatların, sadece ortadaki madalyonu seçilebilmektedir. Söz konusu ahşap kanadın pencere kanadı olması muhtemeldir1366. Anadolu Selçuklu döneminde simetrik bir düzenlemeye sahip madalyonlu kapı veya pencere kanatları yüzyılın ikinci yarısında görülür. Caminin kapı kanadı ise, süslemelerinin yanı sıra hem geçme hem de hakiki kündekâri tekniğinin uygulandığı kapı kanatları arasında, 1363 Bozer, a.g.t., s.125. 1364 Aynı yer. 1365 Bugün Konya Etnoğrafya Müzesinde yer ala ahşap kapı kanattan ilk defa bahseden Y.Önge (“Konya’da Yeni Bulunan …”)dir. Bunun dışında R.Bozer (a.g.t., s.7, Resim 3) ahşap kanadı kısaca tanıtmıştır. 1366 Bozer, a.g.t., s.7. 547 Anadolu’da bilinen en erken tarihli örneği olması açısından dikkate değerdir1367. Çorum Elvan Çelebi Zaviyesi (XIII. yy sonu-XIV. yy. başı) ve Niğde Sungur Bey Camii (1335)1368 kapı kanatları hakiki kündekâri tekniğindeki kapı kanatlarının Anadolu’daki önemli temsilcilerindendir. Malzemeye dayalı bu değerlendirmelerin ışığında Sahip Ata yapılarının süslemelerinde görülen motif ve komposizyonlar için şu tespitlerde bulunulabilir. Sahip Ata’nın İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medresesinin portallerinde, erken tarihli Anadolu Selçuklu portallerinde rastlanan süslemelere benzer hususiyetler görülür. Bu yapıların portallerinde bordür sayısı hem azdır1369, hem de süsleme olan bordür, boş çerçevelerden sonra başlar. Hem Handa hem de Akşehir’deki Medresede tek süsleme bordürü bulunmakta olup, yüzyılı ilk yarısına ait örneklerde sıklıkla görülen yarım yıldızlar, süslemenin ana motifini teşkil eder. Sahip Ata’nın bu erken tarihli iki yapısında görülen bir başka süsleme unsuru da dairesel madalyon/rozetlerdir. Akşehir’deki Medrese ve Hanın portallerinin kavsara kenarlarında ve köşeliklerindeki madalyon/rozetlerin, her biri farklı ölçülerde olup içleri geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Bunların dışında, İshaklı Hanın, benzerini Erzurum Ulu Camisinde (1179) gördüğümüz mukarnaslı tonozu, süs unsuru gibi tanzim edilmiş örtülerin ilgi çekici örneklerinden biridir1370. 1367 Bozer, a.g.t., s.125. Geçme ve kündekâri tekniğindeki minberlerin XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanılmasına karşın, kapı kanatlarındaki ilk örneğin bu örnekle ortaya çıkması, daha erken tarihi örneklerin de olması gerektiğini, ancak günümüze ulaşamadığını düşündürür. 1368 R.Bozer, “Ahşap Sanatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.533–541 (536). 1369 Aksaray Sultan Hanı (1229) bu erken dönem yapıları içinde sekiz bordür ile istisnai bir durum arz eder. 1370 M.O. Arık, “…Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”, s. 174. 548 Bordür sayısı üçü geçmeyen ve geometrik süslemenin ağırlıklı olduğu portaller, yüzyılı ikinci yarısından itibaren, bordür sayısı artan, ayrıca bitkisel ve geometrik süslemenin beraber kullanıldığı örneklere yerlerini bırakır1371. Bu portallerde, zemini bir ağ gibi kaplayan geometrik süsleme ağırlıklı olmakla birlikte bitkisel süslemelerin de bordür ve kuşatma kemerlerindeki yüzeyleri süslemeye başladığı görülür. Ancak, geometrik süsleme her yapıda görüldüğü halde, bitkisel motif bulunmayan Sahip Ata eserleri de mevcuttur1372. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı ve Kayseri’deki Medresesinin portalleri, hem bitkisel hem geometrik karakterli süslemelerin yer aldığı örneklerdendir. Hânkahın portalini süsleyen yan bordürlerden enli olanında, merkezdeki on kollu yıldızın çevresindeki yarım yıldızlardan oluşan bir şema görülürken diğer bordürlerde, yıldız örneği kol sayısı azalarak daha basit bir kompozisyonla karşımıza çıkar. Düğüm motifi, Sahip Ata yapılarının ortak bir hususiyeti haline gelmiştir. Motif, hem taş mermer ve çini gibi farklı yapı malzemelerinde hem de kapı veya çeşme kemeri köşelikleri, kavsara ve mihrabiye kemerlerinin köşelikleri gibi binanın farklı bölümlerinde kullanılmıştır. Konya Sahip Ata Camiinin portalindeki bitkisel bir bordürle düğümlenerek yükselen geometrik bordür, yarım oniki kollu yıldız geçmelerinden müteşekkil bir şemaya sahiptir. Bu şema, bitkisel ve geometrik iki bordürün aynı kompozisyon içerisinde kullanılması açısından ilk uygulamadır. Bu iki bordürün arasından bir kaval silme geçmektedir ki, bu şema daha sonra, Sivas Çifte Minareli Medresenin yan bordürlerinde ve köşe kulelerinde de görülecektir. Portal açıklığını U şeklinde dolanan bu enli bordür, yan ve üst kenarı, ikişer düğüm 1371 Ancak 1228 tarihli Divriği Ulu Camii ve Şifahanesinin süsleme repertuarını ve tasarımını istisnai bir durum arz etmesi dolayısıyla bu dönem yapılarına ilişkin yorumlardan ayrı tutmak gerekir. 1372 Arık, a.g.m., s.175. 549 meydana getirerek kat eder. Caminin basık kemerli kapısının köşeliklerinde düğüm motifinin bir başka versiyonu görülür. Profilli kaval silmelerden müteşekkil bordür, kemer köşeliklerinde içice geçmiş, köşeli bir düğüm motifi oluşturur. Portal kavsara kemeri köşeliklerindeki düğüm motifi ise daireseldir. Konya’daki Sahip Ata Medresesinin portalinde düğüm motifi, geometrik veya bitkisel motif yerine, iki yazı bordürüyle uygulanmıştır. Portalin iki yan bordüründe, subasman seviyesinden başlayarak yükselen iki ayet, saçağın altından dolaşmakta, portalin tam düşey aksında birbirlerinin altından geçerek ilk düğümü oluşturur. Bu iki yazı bordürü, basık kemerli kapı nişinin kilit taşı hizasında bir düğüm daha meydana getirerek kapının sövelerinde nihayetlenir. Mimar Kölük, yazı bordürleri dışında iki yandaki portal köşe sütuncelerinde de düğüm motifini kullanmıştır. Burada, üç kaval silme halindeki sütunceler, kapının yatay ekseninde, birbiri içinden geçerek, yani bir düğüm yaparak saçağa doğru yükselir. Düğüm motifinin hem Anadolu dışı örneklerde hem de Sahip Ata yapılarından önceki Anadolu Selçuklu yapılarında sıklıkla kullanıldığını ifade etmiştik1373. Ancak düğüm motifinin süsleme tasarımını şekillendiren başlıca öğe olduğu örnekler, Sahip Ata’nın söz konusu iki yapısıdır. Medrese portalinde her bir unsur kompozisyonun vazgeçilmez bir elemanıdır, ancak düğüm motifi, daha önce denenmemiş bu tasarımın başlıca öğesidir. Sivas Sahip Ata Medresesin giriş cephesinde yer alan çeşmenin kemer köşeliklerinde Konya Sahip Ata Camisinin kapı köşeliğindeki düğüm motifinin bir tekrarı görülür. Profilli silmelerin aralarındaki farklı malzemedeki çokgen parçalar, dönemin ahşap eserlerindeki kündekâri tekniğini hatırlatır. 1373 Bakınız, bu çalışmanın Karşılaştırma ve Değerlendirme bölümüne. 550 Konya’daki Sahip Ata Türbesi’nin eyvan kemerinin köşeliğinde, bu kez çini malzemeyle, Sahip Ata Caminin kapı kemer köşeliğindeki süsleme tasarımına benzer bir kompozisyon teşkil edilmiştir. Çini mozaik parçalardan oluşan bitkisel dekorlu zeminin üzerine, yine mozaik çinilerden adeta çift katlı etkisi uyandıran yüzeyden taşkın bir kompozisyon oluşturulmuştur. Bu kompozisyonu teşkil eden bordürler tıpkı Camide olduğu gibi çeşitli noktalarda birbirini kat ederek düğüm motifini teşkil etmektedir. Sahip Ata’nın bu iki yapısındaki bir başka yenilik ise yazı bordürlerinin, portal kompozisyonlarındaki kullanımıyla ilgilidir. Sahip Ata Camii bordürlerinin en geniş olanı yazı bordürüdür. Portali U şeklinde dolaşan yazı bordürünün dışında, sebil pencerelerinin üzerinde de birer yazı kartuşu daha yer alır. Ayrıca minare kaidelerindeki tuğla yüzeyin aralarına çini mozaiklerle teşkil edilmiş olan halife isimleri, portal yüzeyindeki bir başka yazı kompozisyonudur. Ancak Medrese portalindeki yazı kullanımı, Camiyle kıyaslanamayacak ölçüde daha kapsamlıdır. Öncülü ve takipçisi bulunmayan bu tasarım, iki yan bordürden yükseldikten sonra portalin düşey aksında iki kere düğüm yaparak basık kemerli kapı nişinin sövelerinde nihayetlenen iki yazı bordürüyle tanzim edilmiştir. Bu bordürler tasarımı meydana getiren başlıca unsur olup, yukarıda bahsedildiği gibi birbirini çaprazlama dolaşarak portalin köşe veya kavsara yüzeyi gibi engebeli sahalarını kat etmektedir. Portalin dış bordürü ve kavsara yüzeyindeki yazı bordürlerinin dışındaki sahalarda, son derece yüzeysel işlenmiş bitkisel süslenmelere yer verilmiş olup, yazı kompozisyonu ve onun teşkil ettiği tasarımın aksine ikincil planda kaldığı görülür. Sahip Ata yapılarında yazı, çini ve taş gibi farklı malzemelerde süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Akşehir’deki Medresenin Türbe Mekânı, Konya’daki Medrese, Hânkah ve Türbe ile Sivas’taki Medresenin Mescit Mekânlarının kubbe kasnakları, 551 çini mozaiklerle teşkil edilmiş, çiçekli kûfî hatlı Kuran-ı Kerim’den ayetlerle süslüdür. Konya’daki Türbe ile Mescidi’nin kubbe göbeğinde ve Sivas’taki Medresenin kuzey ve güney eyvanlarının tonozları ise çini mozaiklerle ve kûfî hatla Peygamberimiz ve Dört Halifenin isimleriyle süslenmiştir. Türbenin doğu duvarında ise yine çini mozaiklerle ve kûfî hatla “Ali” kelimesi yazılıdır. Türbenin doğusundaki aralığa açılan eyvan kemeri ve Sivas’taki Medresenin Mescit Mekânının kubbe eteğini süsleyen çini mozaiklerle teşkil edilmiş nesih yazılar, Anadolu Selçuklu çini sanatının en seçkin iki örneğini teşkil etmektedir. Bunların dışında Konya’daki Medresenin ve Hânkahın mekân kapılarının üzerindeki pencerelerin ve Türbenin kafes oyma şebekeye sahip pencerelerinin köşeleri, Kuranı Kerimden ayetler ve özlü sözlerle tezyin edilmiştir. Medrese portalinde görülen bir başka yenilik, kavsara köşeliklerinde ve köşe sütuncelerinin üzerinde yer alan bitkisel karakterli motiflerin hayli kabarık, yüzeyden taşıntılı ve plastik etkili oluşudur. Özellikle kavsara köşeliklerinde yer alan bitkisel motif, palmet ve rumî kombinasyonuna dayalı son derece yüzeysel işlenmiş bir zemin üzerinde, adeta, bulunduğu yüzeyden taşacak gibi bir görüntü uyandırmaktadır. Özellikle motifin, kavsara kemerinin eğrisine denk gelen üst bölümü, bulunduğu yüzeyden taşıntı yaptığı tespit edilmektedir. Portal köşe sütuncelerinin üzerindeki bitkisel motifinde aynı şekilde işlendiği görülür. Sahip Ata’nın Konya’daki Camisinde de, özellikle, kavsara ve kapı kemeri köşeliklerinde kaval silmelerle gayet iri ve plastik etkili geometrik tezyinata rastlansa da, Medrese portalindeki bitkisel motiflerin işlenişi hemen fark edilecek başka bir tasarıma işaret etmektedir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi’nde görülen irileşmiş motiflerin öncüllerini, Konya’daki medresenin portallerinde görmekteyiz. Sivas’taki binanın portalinin yan kanatlarını süsleyen bitkisel ve geometrik kompozisyonları, en altta iki 552 perde püskülü motifiyle nihayetlenen, iri iki kaval silme teşkil etmektedir. Profilli kaval silmeler bitkisel şemanın altında bir yazı kartuşunu sınırladıktan sonra, bu sefer sekiz kollu yıldızdan müteşekkil geometrik bir kompozisyon meydana getirir. Kaval silmelerin nihayetlendiği perde püskülü biçimli motifin benzer bir örneğini Konya’daki Medresede görmekteyiz. Portal tasarımı Konya’daki Medrese gibi yenilikler içermez, mukarnas kavsaralı ve klasik şemadadır. Ancak bordür sayısı hem artmış, hem de ağırlıklı olarak bitkisel karakterlidir. Bordürler, genel itibarıyla palmet-rumî kombinasyonuna dayalı ve benzer örneklerini dönemin erken örneklerinde de bulabileceğimiz kompozisyonlarla süslüdür. Ancak buradaki palmetler ve rûmîler hayli kabarık ve bulunduğu yüzeyden taşıntılıdır. Özellikle dıştan itibaren ikinci bordürdeki bitkisel kompozisyon çift katlı oyma hissi uyandıracak ölçüde, yüzeyden taşıntılı işlenmiştir. Ön cephenin köşelerindeki payandalar üzerinde yer alan bir ters bir düz palmetlerden oluşan kompozisyonun benzerini Divriği Cami batı portalinin kavsarasında görmekteyiz, ancak Sahip Ata Medresesinde palmetler yüzeyden daha taşıntılı ve kabarık işlenmiştir. Sahip Ata Medresesinde görülen bitkisel motifler, yüzyılın üçüncü çeyreğinden başlayıp, XIV. yy. ait Karaman Hatuniye Medresesi gibi örneklere kadar uzanan yeni süsleme karakterinin temsilcisidir. Erzurum ve Sivas Çifte Minareli Medreseler, Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Amasya Turumtay Türbesi (1278–79)1374 ve Amasya Bimarhane (1308–9)1375, yüzeyden taşıntılı, kabarık bitkisel karakterli süslemelerin görüldüğü diğer binalardır. Figürlü süsleme, Sahip Ata yapılarından Sivas’taki Medresede görülür. Bunun dışındaki tek örnek Kayseri’deki Medresenin 1374 Amasya Turumtay Türbesi süslemeleri için bkz. Ünal, a.g.e., Resim 119. 1375 Amasya Bimarhane süslemeleri bkz. Ünal, a.g.e., Resim 85. köşe sütuncelerinin 553 başlıklarında yer alan aslan başlarıdır. Sivas’taki Medresenin portal yan kanatlarında görülen Hayat Ağacı motifi tepede kartal, dallarında kuşlar ve nar motifleriyle Anadolu’da Kayseri Döner Kümbet, Erzurum Çifte Minareli Medrese, Erzurum Yakutiye Medresesinde görülen şemaları tekrarlar. Öney, Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti ve Divriği Ulu Camii (doğu kapı) daki kartal figürlerinin, şematize edilmiş bir hayat ağacını temsil ettiğini belirtir1376. Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen bir başka figürlü bezeme kapı kemerinin üzengi taşları üstünde bulunmaktadır. Buradaki kompozisyon, geniş bir yaprağın üzerinde ve her iki köşede dokuzar tane hayvan başından müteşekkildir. Bu tür figürlü taş bezemenin benzerlerini, Cizre Köprüsünde, Erzurum Emir Saltuk Kümbeti gövdesinde, Karatay Han’ın giriş eyvanında, Ak Han portalinde ve Niğde Sungur Bey Camisinin portalinde görmekteyiz. Mimarlık Faaliyetleriyle Siyasi Kariyeri Arasındaki İlişki, Sahip Ata’nın ilk eseri olan İshaklı Han’ın kitabesinde baninin siyasi unvanına ait bir ibare görülmez. Hanın ahır ve avlu portallerinde yer alan her iki kapısındaki kitabede, bani için “abd el-acz (aciz kul)” ifadesi kullanılmıştır. Sahip Ata’nın ilk görevinin Emir-i Dâd (Adliye Bakanı) olduğunu biliyoruz1377. Ancak bu göreve ne zaman getirildiği net değildir. Moğol Hanı Güyük’ün tahta çıkış törenine bir önceki Emir-i Dâd Nusret’in yerine temsilci olarak gönderilmesine bakılırsa, bu tarihte göreve getirilmişti1378. Ancak bu görevlendirmenin, aynı yılın Eylül-Ekim ayında tamamlanan Handan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Sahip Ata’nın 1250 Nisan/Mayıs aylarına tarihlenen Akşehir’deki Medresesinin kitabesinde, yeni 1376 Öney, a.g.e., s.45. 1377 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., O.Turan, a.g.e., s.468. 1378 Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36, Aksarayî, a.g.e., s.31. 554 görevine ait unvanından bahsedilmektedir. Bilindiği gibi, Anadolu Selçuklu Devletin 1249–1254 yılları arasında II. Keykavus, IV. Rükneddin Kılışarslan ve II. Alâeddin Keykubat’ın ortak hükümetiyle yönetiliyordu1379. Söz konusu binaların kitabelerinde, ülkenin batı bölümüne hükmeden II. Keykavus’un zikredildiği görülür1380. Sahip Ata’nın bir sonraki görevi 1258-1259’de Hülagu’nun Bağdat seferine iştirak ettiği sırada getirildiği Saltanat Naib’liğidir1381. Bu tarihten kısa bir süre önce tamamlattığı Konya’daki Camisinde yine “abd el-acz (aciz kul)” ifadesi geçmektedir. Fahreddin Ali’nin Saltanat Naibliği görevinde uzun süre kalmadığı, bir-iki yıl sonra vezir olduğu anlaşılmaktadır. II. Keykavus ile kardeşi IV.Kılıçarslan’ın ülkeyi beraber yönettiği bu dönemde, II.Keykavus, Şemseddin Tuğraî’nin öldürülmesinden sonra kendi vezirliğine Fahreddin Ali’yi getirmiştir1382. Nitekim Sahip Ata, Akşehir’de medresesinin karşısına yaptırdığı, bugün sadece kitabesi kalabilmiş olan 1260/61 tarihli Hânkah’ın kitabesinde bu unvan ile anılır. Bu tarihten bir yıl sonra Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ve Moğol beyleri ile işbirliği yaparak, veziri olduğu II. Keykavus’un tahttan uzaklaştırılmasını sağlayan Sahip Ata, artık ülkenin doğu yarısının değil tamamının hükümdarı olan IV. Kılıçarslan’ın veziridir1383. Kitabesi bulunmayan Konya’daki Medresesinin, 1262 Temmuz tarihli vakfiyesinde1384 Sahip Ata, “doğu ve batı vezirlerinin hâkimi” şeklinde anılmaktadır ki, bizce bu ifade, anılan olayın neticesinde getirildiği yeni görevine atıf yapmaktadır. Ünlü vezir, 1379 1380 Turan, a.g.e., s.476-483. Duran (a.g.e., s.58.) dönemin kitabelerinde ortak hükümetler sırasında halifeye atfedilen unvanlarının zikredilmediğini belirtir. 1381 Aksarayî, a.g.e., s.45., N.Kaymaz, a.g.e., s.75-76. 1382 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 156., Aksarayî, a.g.e., s.47., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36., H. F. Turgal, a.g.e., s.70., O.Turan, a.g.e., s.492. 1383 Olayın gerçekleştiği tarihi Abu’l Faraç, (a.g.e., C.II, s.582.) 1261 yazı, Turan, (a.g.e., s. 495.) 1261 baharı olarak verir. 1384 Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38. 555 Kayseri’deki Medrese (1267) ve Çeşmesi (1266) ile Ilgın’daki Kaplıca (1267)sının kitabelerinde, daha önce olmayan bir ifadeyle anılır. Vezirliğinin üzerinden altı yıl geçen Hüseyin oğlu Ali’den, bu üç eserde “Sahip” olarak bahsedilir. Nitekim 1261 yılına ait Akşehir’deki Hânkahında vezirlik unvanından bahsedilen bani, 1266 yılından itibaren daha prestijli ve önemli bir unvan olduğu anlaşılan “Sahibü’l Âzam” şeklinde anıldığı görülmektedir. Söz konusu yılda, IV.Kılıçarslan Moğollar tarafından öldürülüp, III. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkarılmıştır. Fahreddin Ali, 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkarılmasında birincil bir yol oynamış, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkenin gerçek hâkimi haline gelmiştir1385. Sahip Ata, 1269/70 tarihli Konya’daki Hânkahının kitabesinde, abd el-acz (aciz kul)” ifadesiyle anılır. Bu binada tıpkı külliyenin diğer eseri olan camide olduğu gibi, baninin ne vezirliğinden ne de sahipliğinden bahsedilir1386. Sahip Atanın son yapısı olan Sivas’taki Medresede ise büyük vezir (Sahip) unvanından başka o güne kadar yaptırdığı hayır eserlerinin bir karşılığı olarak “Ebu’l Hayrat (hayırlar babası)” olarak da anılmaya başlanmıştır. Bu binada ilginç bir nokta, portal üzerindeki inşa kitabesinde tarih bulunmasına karşın, aynı lakap ve unvanların zikredildiği Çeşme kitabesinde tarih atmaya lüzum görülmemiştir. Kayseri’deki Külliyesinde hem Çeşmede hem de Medrese de tarih bulunur. Ancak bu iki kitabede tarihler farklı olduğu gibi aslî halinde, Çeşme de bugünkü durumun aksine, bir zamanlar ayakta olan ve medresenin karşısında yer alan mescidin cephesi üzerinde yer almaktaydı1387. Sahip Ata’ya 1277 yılında vukû 1385 Aksarayî, a.g.e., s. 62, 65. 1386 Brend (a.g.m., s.165) Konya Larende Kapısı karşısında yer alan binaların kitabelerinde unvan zikredilmemesini bir tevazu olarak yorumlar ve bu durumun bani tarafından başkente daha uygun düşecek bir yaklaşık olarak düşünüldüğünü belirtir. 1387 Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Kayseri Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne. 556 bulan Cimri hadisesi sebebiyle, Moğol Hanı Abaka tarafından “Niyabet-i Hazret” makamının yanı sıra, “Kavamü’l Mülk” unvanı da verilmiştir1388. Sahip Ata’nın bu hadise sırasında ölen oğulları ve daha sonra kendisinin de defnedildiği türbe, 1283 yılında tecdit (yenileme) edilmiştir. Türbenin ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. Ancak külliyenin gerek -kaybolan- vakfiyesinin 1278 tarihli1389 olması, gerekse oğullarının 1277 yılında ölmesi, külliyenin son binası olan türbenin bu tarihler arasında inşa edildiğini düşündürmektedir1390. Sahip Ata’nın 1249 den ölümü olan 1288 yılına kadar süren 39 yıllık devlet göreviyle, bani olarak sürdürdüğü mimari faaliyetler arasında ilgi çekici bir yakınlık bulunmaktadır. Fırtınalı siyasi kariyeri sırasında getirildiği makamların veya verilen unvanlarının, inşa ettirdiği binaların kitabelerinde veya vakfiyelerde bilinçli bir şekilde zikredildiği görülür. Kronolojik olarak siyasi basamaklarda yükselişiyle, inşa ettirdiği binaların büyüklüğü veya zenginliği doğru orantılı olarak artmıştır. Daha da önemlisi, siyasi kariyerinin her basamağıyla aynı tarihlere denk gelen bir binasının olması dikkat çekicidir. Ancak ünlü vezirin tüm binalarının günümüze ulaşamaması dışında, mevcut bazı binalarının da kitabe veya vakfiyelerinin bulunmaması, bu iddiayı sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel teşkil etmektedir. 1388 İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.239. 1389 Bu bilgiyi 1839 tarihli bir şer’iyye sicil kaydından öğrenmekteyiz (bkz. Atçeken, a.g.e., s.110.). Bu tarihten sonra Sahip Ata Külliyesinin vakfiyesine nerede olduğu bilinmemektedir. 1390 Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi bölümüne. 557 5- SONUÇ Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden biri de Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, bu süreç içinde, birçok görkemli yapının da baniliğini yapmıştır. Anadolu Selçuklu emir veya vezirlerinin yaptırdığı ve bugüne ulaşabilen yapı sayısı çok azdır. Genel yapı toplamı içinde bu yönetici kesiminin inşa ettirdiği bina sayısı, sultan binalarından daha fazla olmasına karşın, emir veya vezirlerin tek tek banisi olduğu yapı âdeti en fazla iki veya üçtür. Örneğin ünlü vezir Celaleddin Karatay’ın bugüne gelebilen sadece üç yapısı bilinmektedir. Sahip Ata, baniliğini üstlendiği bugün mevcut onüç, ayrıca varlığını kaynaklardan öğrenebildiğimiz, ancak günümüze ulaşamayan onbir yapısıyla, bu yönetici grubunun içinde en fazla eser bırakan kişidir ve bu anlamda kitabelerde zikredilen “Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” ünvanını da hak etmektedir. Ünlü vezir, ülkenin Moğol tahakkümü altında olduğu yıllarda görev yapmıştır. Siyasi karmaşalarla dolu bu yıllarda, Moğol baskısıyla ülkelerinden kaçıp Anadolu’ya gelen Orta Doğu’nun en yetenekli sanatçılarının, Yakın Doğu’nun tüm mimari ve süsleme repertuvarının yepyeni bir sentezle yorumlanıp kendi gelişimini sağlamaya çalıştığı bir kültür-sanat ortamı mevcuttur. Ekonomik sebepler nedeniyle, yüzyılın ikinci yarısında banilik veya patronajlık, sultanlardan, vezir veya emirlere geçmiştir. Bilindiği gibi I.Alâeddin Keykubat, tahta yeni çıktığı zaman ekonomik olarak sultanın gücünü tehdit edecek boyutlarda güçlenmiş vezirlerini ortadan kaldırarak bu soylu tabakanın tahakkümüne engel olmuştur. Ancak özellikle Kösedağ savaşı ve Moğol egemenliği, sultanın şahsında merkezî idarenin zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Yüzyılın ikinci 558 yarısından itibaren sultan, simgesel bir niteliğe bürünmüş, devlet, esasen Moğol yönetiminin görevlendirdiği vezir veya emirlerin eline geçmiştir. Yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren bu gruba, Moğol beyleri de katılmıştır. Vezirlerin temlik yoluyla arazi sahibi olmaları, özellikle II. Keykavus döneminden itibaren artış gösterir. Arazi ve toprak mülkiyetinin merkezi idareden emirlere geçişi, doğrudan ekonomik gücün el değişimine neden olmuş; dolayısıyla, hem siyasi hem de ekonomik gelişmeler, ülkenin idari yapısına egemen bir grubun teşekkülüne sebebiyet vermiştir. Bu kişilerden, belki de en önemlilerinden biri de Sahip Ata’dır. Sahip Ata’ya ait ilk mimarlık ürünleri, Afyon ve Akşehir çevresinde bulunmaktadır. Afyon-İshaklı kazasındaki Hanı (1249) ve Akşehir’deki Medresesi (1250), XIV. yüzyılın ilk başlarına kadar küçük bir derebeylik olarak varlığını sürdürecek olan Sahip Ata ve oğulları hâkimiyetinin bölgedeki ilk inşa faaliyetidir. Ünlü vezirin ömrünün son günlerini de Akşehir’le İshaklı arasındaki Nadir Köyü’nde tamamlaması, bu bölgenin kendisi ve ailesi için önemini ortaya koyar. Bu hâkimiyet, bugünkü Afyon’un, geçen yüzyılın başlarına kadar Karahisar-ı Sahip olarak anılmasına neden olmuştur. Sahip Ata yapılarının kronolojik bir sıra izleyerek coğrafi dağılımına bakıldığında, batıdan doğuya doğru bir seyir izlediği ortaya çıkmaktadır. Tarih olarak Afyon ve Akşehir’deki iki yapısını, Konya’daki eserleri izler. Larende Kapısı karşısındaki Camii, 1258 tarihlidir ve zaman içinde eklenen diğer binalarla, burada bir külliye teşekkül etmiştir. Ünlü vezirin şehrin su ihtiyacına karşılamak için arklar, sikâyeler (maksem) yaptırmış olması da, Selçuklu başkentinin kamusal gereksinimlerini, bizzat üstlendiğini de göstermesi açısından önemlidir. Sahip Ata’nın Kayseri ve Sivas’taki inşa etkinlikleri, ülkenin tamamen Moğol egemenliği altına girdiği yıllara rastlar. Bir parelelelik kurmak düşüncesiyle incelenirse bu 559 durum, Moğol tahakkümü sonrası, Sivas, Erzurum gibi şehirlerde kamusal binaların diğer şehirlere nazaran sayısal çokluk kazanmasına paralel bir gelişme olarak örneklenebilir. Sahip Ata’nın yaklaşık kırk yıllık devlet göreviyle, bani olarak sürdürdüğü mimari faaliyetler arasında ilgi çekici bir bağlantı tesbit edilmektedir. Fırtınalı siyasi kariyeri sırasında, getirildiği makamların veya verilen unvanların, binalarının kitabelerinde veya vakfiyelerinde bilinçli bir şekilde yer aldığı görülür. Ünlü vezirin, siyasi kariyerinin her basamağıyla aynı tarihlere denk gelen bir binasının olması dikkat çekicidir. Örneğin 1250 tarihli Akşehir’deki Medresesinin kitabesinde, onun, Emir-i Dâd görevine atıf yapılır. Günümüze sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Akşehir’deki Hânkahında ise vezirlik ünvanı zikredilmektedir. Sahip Ata, Anadolu Selçuklu tarihinde ilk ve son kez gerçekleşen iki sultanlı ve tabii ki iki vezirli yönetim sırasında, önce ülkenin batı yarısını yöneten II. Keykavus’a hizmet vermiş; daha sonra, kardeşini yenerek tek başına ülkede hâkimiyet tesis eden IV. Kılıçarslan’ın vezirini de saf dışı bırakarak bu makamı ele geçirmiştir. Konya İmaret (İnce Minareli Medrese) Vakfiyesinde Sahip Ata “…doğu ve batı vezirlerinin hâkimi…” şeklinde anılırki, bu ifade, kanaatimizce, ülkenin ikiye bölünüp, kardeşler tarafından yönetildiği ve daha sonra birinin tek başına ülkeye hâkim olduğu siyasi gelişmeye atıf yapmaktadır. Bizce, 1261–1262 yılları arasındaki bu gelişme, kitabesi bulunmayan medresenin tarihi konusunda da fikir vericidir. Ünlü vezir, Kayseri’deki Medrese (1267) ve Çeşmesi (1266) ile Ilgın’daki Kaplıcasının (1267) kitabelerinde, daha önce olmayan bir ifadeyle anılır. Vezirliğinin üzerinden altı yıl geçen Hüseyin oğlu Ali, bu üç eserde “Sahip” olarak bahsedilmektedir. Akşehir’deki Hânkahında vezirlik unvanından bahsedilen Sahip Ata, 1266 yılından itibaren, daha prestijli ve önemli bir unvan olduğu anlaşılan “Sahibü’l Âzam” şeklinde anılmaya başlanmıştır. 560 Anılan tarihlerde, IV. Kılıçarslan Moğollar tarafından öldürülüp, III. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkarılmıştır. Fahreddin Ali, 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta çıkarılmasında birincil bir yol oynamış, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkenin gerçek hâkimi haline gelmiştir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinde ise büyük vezir (Sahip) unvanından başka o güne kadar yaptırdığı hayır eserlerinin bir karşılığı olarak “ebu’l hayrat (hayırlar babası)” tabiriyle anılmaya başlanmıştır. Sahip Ata, 1277 yılında vukû bulan Cimri hadisesi sebebiyle, Moğol Hanı Abaka tarafından Niyabet-i Hazret makamına getirilmiş, yanı sıra, “Kavamü’l Mülk(Devletin Dayanağı)” unvanı verilmiştir. Buna karşın, Sahip Ata’nın tüm binalarının günümüze ulaşamaması ve mevcut bazı binalarının da kitabe veya vakfiyelerinin bulunmaması, bu durumu sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel teşkil etmektedir. Sahip Ata yapılarının bugünkü durumlarına bakılarak, bağımsız-münferit binalar oldukları düşünülebilir. Buna karşın çalışmalarımız neticesinde, yapıların aslî hallerinde, bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk eser olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki hamamla birlikte inşa edilmişti. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş olan mescidin dışında, bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah, Matbah (Mutfak) ve Çeşmesiyle birlikte bir külliye teşekkülü içinde yer alıyordu. Ilgın’daki kaplıca ise kuzeybatısına eklenmiş han ile birlikte, Konya-Akşehir yolunun üzerindeki Sahip Ata manzumesini oluşturuyordu. Sahip Ata’nın Konya’daki yapılarından Larende Kapısı karşısında yer alan ve Camii, Hankâh, Türbe, Hamam’dan müteşekkil külliyesi, şehrin en önemli yapı topluluklarından birini oluşturduğu bilinir. Bunun dışında, Sultan Kapısı yolunda ve Odun Pazarı yakınında bulunan, Medrese ve Mescitten müteşekkil diğer külliyesi, “İnce Minareli Medrese 561 ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir. Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları zamanında yıkılan Dâr’ul-Huffaz ve Çeşmeyle birlikte, Konya Kalesinin Çeşme Kapısı yakınında bir başka Sahip Ata Külliyesini oluşturmaktaydı. Kalenin kuzey kapılarından Odun Pazarı Kapısı’nın karşısında yer alan ve medrese, yıkılmış olan mescit ile çeşmeden oluşan binalar topluluğu, Sahip Ata’nın Kayseri’deki külliyesini teşkil ediyordu. Sahip Ata’nın son külliyesi Sivas’ta olup, Medrese, Mescid, Çeşme ve Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu)den müteşekkildi. Sahip Ata’nın yapıları, Ortaçağ şehirleri içinde çok önemli ve işlek bir konuma sahip olup, İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir dışında yer alan binaları ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip Ata’nın ilk eseri olan Han (1249), Konya-Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır. Akşehir’deki Sahip Ata Medresesi, Akşehir’i, Nadir Köyü’ne oradan da İshaklı’ya bağlayan ana yolun üzerinde yer almaktadır. Ilgın’daki Kaplıcası ise Akşehir’i Konya’ya bağlayan güzergâh üzerinde bulunmaktadır. Bu yol hattı üzerinde, Sahip Ata’nın Hanı dışında, Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de binalarını belirli bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini kanıtlamaktadır. Bu yapılar, çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Örneğin Han, İshaklı kasabasının teşekkülünde birincil rol oynamıştır. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu döneminde Mevlana gibi önemli şahsiyetlerinin de şifa bulmak için geldiği, kasabanın o yıllardaki en önemli sağlık tesisiydi. Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları ise kale kapıları karşısında yer almaktaydı. Konya’daki üç külliyesinden biri Larende Kapısı, diğeri Çeşme Kapısı karşısında bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten oluşan üçüncü külliyesi ise Sultan Kapısı yolundaydı. Cami, Medrese, Türbe, 562 Hankâh ve Hamam’dan teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliye, zamanla burada “Hoca Sahip” isminde bir mahallenin teşekkülüne sebebiyet vermiştir. Hankâhın, ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde dükkân olarak kullanılıyordu ve bu haliyle külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren yapılarıyla Larende Kapısı civarının en önemli sosyal ve kültürel merkezi; ayrıca sur dışı yerleşmenin Konya’daki en çarpıcı örneklerinden biriydi. Ünlü vezirin Medrese ve Mescitten oluşan külliyesi ise Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Külliye, dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü Ahmedek tepesinin batısında yer almaktaydı. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz. Vakfiyede bahsedilen Sultan Kapısı, Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapıydı. Bu veriler, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine kurulduğuna işaret etmektedir. Ortaçağ’da kalenin, Çeşme Kapısı yakınlarında olduğu belirtilen Konya’daki diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffaz Mescid ve Çeşme’den oluşmaktaydı. Söz konusu kale kapısının, külliyenin “Kırk Çeşme” veya “Sahip Ata Çeşmeleri” şeklinde anılan çeşmesiyle, aynı isimle bilinmesi, buradaki Sahip Ata yapılarının önemine işaret etmektedir. Mevcut izler Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin de şehrin Ortaçağda önemli bir noktasında bulunduğunu gösterir. Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında, sur kalıntılarına rastlanmıştır. Konyalı da, medrese ve mescidin, “…kalenin methalinde(girişinde)…” olduğunu belirtir. Eldem ve Ahmed Nazif’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesinin, mescit ve medresesi karşılıklı konumlanmıştı ve iki yapının arasından yol geçiyordu. Medresenin ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı ve Meydan isimli kalenin kuzeydoğu kapısı da 563 binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı. Bu durum, külliyenin, şehir meydanının ve önemli ticari merkezlerden birinin yakınında yer aldığını gösterir. Sahip Ata’nın külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra inşa edilen ilk yapılardan biri olma özelliğini de taşımaktadır. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki ifadeye göre dış surun güney yöndeki kapılarından birinin karşısında yer alıyordu. Bu duruma göre, şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır. Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatı, Ulu Cami ve çevresinden, güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve çevresine yayılmıştır. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde “Medrese-i Sahip Mahallesi” ismiyle anılıyor olması, binanın bu alandaki yeni bir yerleşimin gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir. Sahip Ata’nın banisi olduğu binalara etkisi konusunda söyleyebileceklerimiz sınırlıdır. Bu konuda değerlendirmelerimize ışık tutacak, herhangi bir yazılı belgede veriyle karşılaşmamaktayız. Sahip Ata yapıları uslup ve tasarım açısından bazı farklılıklar taşır. İlk iki yapısı olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medrese’nin portallerinin aynı elden çıkmış denilebilecek kadar birbirine benzediği görülür. Konya’daki Camii ve Medresesinde ise özellikle portal tasarımında birçok yenilikler dikkati çeker. Mimar Kölük bin Abdullah’ın bu iki eseri, hem portal süslemesi hem de çifte minare gibi uygulamaların Anadolu’daki bilinen ilk örnekleridir. Bu iki yapıda görülen yeni uygulamalara, tarih olarak daha sonraki iki Sahip Ata yapısı, Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresede rastlanmaz. Buna karşın, Sivas’taki Medrese, Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata Camiinde uyguladığı çifte minare uygulamasının, Üstad-ı Mimar Kaluyan el-Konevî’nin bazı teknik hataları da gidererek tekrar kullanıldığı bir yapıdır. Medrese, hem ön cephe tasarımındaki olgunluk, hemde portalinde yer alan, yüzeyden taşıntılı, kabarık, ağırlıklı olarak 564 bitkisel karakterli süslemesiyle dikkati çeker. Bu süsleme biçimi, XIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine ve XIV. yüzyılın ilk yarısına ait Erzurum ve Sivas’taki birçok eserde karşımıza çıkar. Bu anlamda, Sahip Ata’nın, Kölük bin Abdullah veya Kaluyan el-Konevî gibi mimarlarına, mimari ve süslemede yeni uygulamalarını gerçekleştirebileceği bir özgürlük tanıdığı, buna karşın bilinen şemaların tekrarlandığı binaların da baniliğini üstlendiğini söyleyebiliriz. Buna karşın Sahip Ata’nın, binaların yerleri konusunda çok seçici olduğu dikkati çeker. Yukarıda belirtildiği üzere Sahip Ata’nın şehir içindeki yapılarının, kale kapıları karşısında, ticari ve sosyal aktivitenin yoğun olduğu bölümlerde yer aldığı görülmektedir. Sahip Ata’nın, tarikat mensubları için inşa etirdiği binalar dikkat çekicidir. Akşehir ile Konya’daki Hânkahları ve Sivas’ta inşa ettirdiği Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu), hayır eseri yaptırma düşüncesinin dışında, yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu Selçuklu Siyasi ve Sosyal hayatına etkileri gittikçe artan din adamlarının, bu yöndeki kamuoyu gücünden faydalanma isteğiyle ilişkilidir. Nitekim dönemin bir başka kudretli veziri Pervane Süleyman’ın da Tokat’taki Hânkahı’ndan başka, Mevlana için Konya’da Medrese yaptırdğını görmekteyiz. Bu inşa faaliyeti, merkezi otoritenin zayıflamasıyla siyasi, ekonomik alanda güçlenen emir ve beylerin, halkın, sultanın, kısmen Moğol idaresinin güvenini kazanmış din adamlarının kamuoyu gücünden faydalanmak istemesi olarak yorumlanabilir. Bu anlamda, Sivas vakfiyesinde, “...ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim müesseselerinin harap olmaya yüz tutması…”nın ısrarla vurgulanması, medresede istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini hususunda ayrıntılı bilgilerin bulunması, “Şafii müderris tayini” veya “alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” gibi Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına 565 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadelerin varlığı, ayrıca da Sahip Ata’nın, külliye dâhilinde bir de Dâr-ı Ziyafet (Konuklar Yurdu) yaptırması, Keykavus Şifahanesi ve çevresindeki medreselerin dışında, şehrin bu kesiminde ilim adamlarının barınıp medresesinde ders vereceği yeni bir dinî merkezi teşekkülü oluşturma çabası olarak görülebilir. Kimi yazarlar, vezir ve emirlerin bu inşa faaliyetlerinin, görkemli mimari anıtlar yaptırarak varlıklarını sağlamlaştırma ve itibar kazanma çabası olarak yorumlar. Sahip Ata binaları, camii, mescit, medrese, han, hamam, kaplıca, türbe, hânkah ve buzhane gibi Anadolu Selçuklu Sanatına ait farklı yapı türlerinin en seçkin örneklerinden oluşur. Konya’daki Sahip Ata Camii çifte minaresiyle, o güne kadar uygulanmamış bir portal tasarımına sahiptir. Caminin aslî planına ilişkin tespitlerimiz, Anadolu’da bilinen ilk ahşap destekli eser olduğunu ortaya koymuştur. Mihrabı, Anadolu Selçuklu Sanatının en seçkin çini örneklerinden biri olan caminin, bugüne ulaşabilen kapısı da, Anadolu’daki hakiki kündekâri tekniğinde imal edilmiş ahşap kapı kanatlarının en erken tarihli örneğidir. Camii, portal tasarımı gibi birçok hususiyetiyle, daha sonra yapılmış çok sayıda esere örnek teşkil etmiştir. Sahip Ata’nın Konya’daki (İnce Minareli) Medresesinde, portal tasarımı açısından yepyeni bir uygulama ortaya konmuş olup, yazı bordürlerinin teşkil ettiği bu portalin ne öncülü ne de ardılı bulunmamaktadır. Sivas’taki (Gök) Medrese, çifte minare uygulamasının Konya Sahip Ata Camisinden sonra Anadolu’daki ikinci örneği olup, farklı renkteki mermer malzemenin son derece orantılı bir şekilde kullanıldığı portal tasarımı ve simetrik kaidelerin kesin kurallarla uygulandığı bir ön cephe kuruluşuna sahiptir. Ön cephe üç eşit parçaya ayrılmış olup, portal ve iki yanındaki bölümler, birer birimi ihtiva etmektedir. Portalin kendi içinde ayrıntılara inildiğinde de böylesi bir matematiksel bölümlenmenin olduğu tespit edilmektedir. Medresenin içindeki 566 mescidin mihrabı ve yan eyvanlarındaki çini süsleme, dönemin en olgun örneklerinden biridir. Ünlü vezirin Akşehir (Taş)ve Konya’daki (İnce Minareli) Medreseleri, medrese-mescit birleşiminin aynı kütle içinde değerlendirildiği bir kompoziyona sahip olup, minarelerinin çifte şerefeli olması açısından da ortak bir hususiyete sahiptir. Sahip Ata’nın Konya, Akşehir, Sivas’taki Medreseleri ile Konya’daki Camisinin minareleri, yayınlarda zikredilenlerinin aksine sırlı tuğlayla değil çini malzemeyle süslüdür. Sahip Ata’nın hem kapalı hem de açık avlulu plan şemasında medreseleri bulunmaktadır. Medreselerin, avlu ortasında havuz, mekân kapılarının üstlerinde sivri kemerli pencere düzenlemesi gibi ortak hususiyetleri dikkati çekmektedir. Konya’daki Sahip Ata Hânkahı, dönemin tarikat yapıları içinde, planındaki simetrik anlayış ve ölçüleri açısından en dikkat çekici eserlerden biridir. Hem Hânkah hem de onun kuzey eyvanına sonradan yerleştirilmiş olan türbedeki çini dekorasyon, dönemin en seçkin örneklerini ihtiva etmektedir. Konya’daki Sahip Ata (Tahir ile Zühre) Mescidi, kubbeli kübik mescitler şeklinde Anadolu Selçuklu Sanatı çalışmalarına konu edilmiş yapı grubuna dâhildir. Bazı çalışmalarda, “Mahalle Mescidi” şeklinde tanımlanmış olan yapının, çalışmalarımız neticesinde, aslî halinde, yıkılmış olan yakınındaki Dârü’l-Huffaz ve Çeşmeyle birlikte, bir külliye fikri çerçevesinde tertiplendiği anlaşılmıştır. Süsleme özellikleri açısından, İshaklı ve Akşehir’deki ilk Sahip Ata yapılarında yüzyılın ilk yarısına ait eserlerin geometrik karakterli süsleme özellikleri dikkati çeker. Konya’daki iki Kölük bin Abdullah eseri, Camii ve Medresede ise yazının portal kompozisyonuna hâkim olduğu yeni bir tasarım izlenir. Bu iki yapıdaki ortak süsleme hususiyeti ise bordürlerin birbirini çeşitli noktalarda keserek teşkil ettiği düğüm motifidir. Bu motif, Sahip Ata’nın Konya’daki Türbesinin kapısı 567 ve eyvan kemeri köşeliklerinde çini, Sivas’taki Medresesinin Çeşmesinin kemer köşeliklerinde ise mermer malzemeyle karşımıza çıkar. Dolayısıyla, Sahip Ata eserlerindeki düğüm motifi, farklı malzemelerle uygulanan ve muhtelif çeşitlemelerinin bulunduğu ortak bir süsleme özelliği olarak belirir. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı ve Kayseri’deki Medrese’sinde ise, Konya’daki Camii ve Medresesinde görülen yeni süsleme özelliklerinin aksine, yüzyılın ilk yarısına ait yapılarda dikkati çeken geometrik ve yüzeysel karakterli süslemeleri hatırlatan bir bezeme anlayışı mevcuttur. 568 ÖZET Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden biri de Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, dönemin, en görkemli yapılarından bazılarının da banisidir. Anadolu Selçuklu emir veya vezirlerinin yaptırdığı bugüne ulaşabilen yapı sayısı çok azdır. Genel yapı toplamı içinde bu yönetici kesiminin yaptırdığı bina sayısı, sultan binalarından daha fazla olmasına karşın, emir veya vezirlerin tek tek banisi olduğu yapı âdeti en fazla iki veya üçtür. Örneğin ünlü Anadolu Selçuklu veziri Celaleddin Karatay’ın bugüne sadece üç yapısı ulaşabilmiştir. Sahip Ata, baniliğini üstlendiği mevcut onüç, ayrıca, günümüze ulaşamayan, varlığını kaynaklardan öğrenebildiğimiz onbir yapısıyla, bu yönetici grubunun içinde en fazla eser bırakan kişidir ve bu anlamda “Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” unvanını da hak etmektedir. Sahip Ata’nın ilk mimari yatırımları Afyon ve Akşehir çevresindedir. Afyonİshaklı kazasındaki Hanı (1249) ve Akşehir’deki Medresesi (1250), XIV. yüzyılın ilk başlarına kadar küçük bir derebeylik olarak varlığını sürdürecek olan Sahip Ata ve oğulları hâkimiyetinin bölgedeki ilk yatırımıdır. Ünlü vezirin ömrünün son günlerini de Akşehir’le İshaklı arasındaki Nadir Köyü’nde tamamlaması, bu bölgenin kendisi ve ailesi için önemini ortaya koyar. Bu hâkimiyet, bugünkü Afyon’un, geçen yüzyılın başlarına kadar Karahisar-ı Sahip olarak anılmasına neden olmuştur. Sahip Ata yapılarının kronolojik bir sırayla coğrafi dağılımına bakıldığında, batıdan doğuya doğru bir seyir izlediği ortaya çıkmaktadır. Tarih olarak Afyon ve Akşehir’deki iki yapısını, Konya’daki eserleri izler. Konya-Larende Kapısı karşısındaki Camii, 1258 tarihlidir ve zaman içinde eklenen diğer binalarla, burada bir külliye teşekkül etmiştir. Ünlü vezirin şehrin su ihtiyacına karşılamak için arklar, 569 sikâyeler (maksem) yaptırmış olması da, Selçuklu başkentinin kamusal gereksinimleri bizzat üstlendiğini de göstermesi açısından önemlidir. Sahip Ata’nın Kayseri ve Sivas’taki mimari yatırımları, ülkenin tamamen Moğol egemenliği altına girdiği yıllara rastlar. Bu durum, Moğol tahakkümü sonrası Sivas, Erzurum gibi şehirlerde kamusal binaların diğer şehirlerdekine nazaran daha fazla sayıda olmasına paralel bir gelişmedir. Sahip Ata yapılarının bugünkü durumlarına bakılarak, tekil binalar oldukları düşünülebilir. Buna karşın çalışmalarımız neticesinde, yapıların aslî hallerinde, bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk eser olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki hamamla birlikte inşa edilmişti. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş olan mescidin dışında, bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah, Matbah (mutfak) ve Çeşmesiyle birlikte bir külliye teşekkülü içinde yer alıyordu. Ilgın’daki kaplıca ise kuzeybatısına eklenmiş han ile birlikte, Konya-Akşehir yolunun üzerindeki Sahip Ata manzumesiydi. Sahip Ata’nın, Konya’daki yapılarından Larende Kapısı karşısında yer alan ve Camii, Hankâh, Türbe ve Hamam’dan müteşekkil külliyesi, şehrin en önemli yapı topluluklarından birini oluşturduğu malumdur. Bunun dışında, Sultan Kapısı yolunda, Odun Pazarı yakınındaki Medrese ve Mescitten oluşan bir başka külliyesi ise, “İnce Minareli Medrese ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir. Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları zamanında yıkılan Dârü’l-Huffâz ve Çeşmeyle birlikte, Konya Kalesinin Çeşme Kapısı yakınında bir başka Sahip Ata Külliyesini oluşturmaktaydı. Kalenin kuzey kapılarından Odun Pazarı Kapısının karşısında yer alan medresesi, XX. yüzyılın başlarına kadar ayakta olan mescidi ve bugün medresenin ön cephesinde bulunan çeşmesiyle birlikte, Sahip Ata’nın Kayseri’deki külliyesini teşkil ediyordu. Sahip 570 Ata’nın son külliyesi Sivas’ta olup, Medrese, Mescid, Çeşme ve Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu)den müteşekkildi. Sahip Ata’nın yapıları, Ortaçağ şehirleri içinde, çok önemli ve işlek bir konuma sahip olup, İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir dışında yer alan binaları ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip Ata’nın ilk eseri olan Han (1249), Konya- Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır. Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi, kasabayı, Nadir Köyüne oradan da İshaklıya bağlayan ana yolun, Ilgın’daki Kaplıcası ise Ortaçağ döneminde Akşehir’i Konya’ya bağlayan yol hattının üzerinde yer almaktaydı. Bu yol hattında, Sahip Ata’nın Hanı dışında, Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de belirli bir yol güzergâhını dikkate alarak bina inşa ettirdiğini göstermektedir. Bu yapı kompleksleri, çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Örneğin Han, bugünkü İshaklı’nın gelişimde birincil rol oynamış, kasaba hanın çevresinde gelişmiştir. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu döneminde Mevlana gibi önemli şahsiyetlerinin de şifa bulmak için geldiği, kasabanın o yıllardaki en önemli sağlık tesisiydi. Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları kale kapıları yakınında yer almaktaydı. Selçuklu başkenti Konya’daki üç külliyesinden biri Larende Kapısı, diğeri Çeşme Kapısı karşısında bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten oluşan üçüncü külliyesi ise Sultan Kapısı yolundaydı. Cami, Medrese, Türbe, Hankâh ve Hamam’dan teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliye, 1258–1283 yılları arasında, yirmibeş sene içinde tamamlanmıştır. Külliye dâhil yapılar, aynı mahalle çevresinde yer almakta olup, burada “Hoca Sahip” isminde bir mahallenin teşekkülüne sebebiyet vermiştir. Hankâhın, ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde 571 dükkân olarak kullanılıyordu ve bu haliyle külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren yapılarıyla Larende Kapısı ve civarının en önemli sosyal-kültürel merkezi, aynı zamanda sur dışı yerleşmenin Konya’daki en çarpıcı örneklerinden biridir. Ünlü vezirin Medrese ve Mescitten oluşan külliyesi ise Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Ayrıca külliye, dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü Ahmedek tepesinin batısındaydı. Külliyenin Vakfiyesinde bahsedilen Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz. Vakfiyede bahsedilen Sultan Kapısı, Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapıydı. Bu veriler, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine kurulduğuna işaret etmektedir. Ortaçağ’da Konya Kalesinin batı yöndeki kapılarından, Çeşme Kapısı yakınlarındaki bulunan diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffâz, Mescid ve Çeşme’den oluşmaktaydı. Sahip Ata’nın günümüze ulaşamayan bu çevrede yer alan çeşmeleri kapının bu isimle anılmasına nenden olmuştur. Mevcut izler Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin de şehrin Ortaçağda önemli bir noktasında bulunduğunu gösterir. Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında, sur kalıntılarına rastlanmıştır. İ.H.Konyalı da, medrese ve mescidin, “…kalenin methalinde(girişinde)…” olduğunu belirtir. H.Eldem ve Ahmed Nazif’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesinin mescit ve medresesi karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Medresenin ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin kuzeydoğu kapısı da binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı. Bu durum, külliyenin, şehir meydanının ve önemli ticari merkezlerden birinin yakınında yer aldığını gösterir. Sahip Ata’nın külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra inşa edilen ilk yapılardan 572 biridir. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki ifadeye göre dış surun güney yöndeki kapılarından birinin karşısında yer alıyordu. Bu duruma göre, şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır. Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatı, Ulu Cami ve çevresinden, güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve çevresine yayılmıştır. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde “Medrese-i Sahip Mahallesi” ismiyle anılıyor olması, Medresenin bu alandaki yeni bir yerleşimin gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir. Sahip Ata yapıları stilistik ve tasarım açısından bazı farklılıklar taşır. İlk iki yapısı olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medrese’nin portallerinin aynı elden çıkmış denilebilecek kadar birbirine benzediği görülür. Konya’daki Camii ve Medresesinin, özellikle portal tasarımında birçok yenilikler dikkati çeker. Kölük bin Abdullah’ın bu iki yapısı, hem portal süslemesi hem de çifte minare gibi uygulamaların Anadolu’daki ilk örnekleridir. Bu iki yapıdaki yeniliklere, tarih olarak daha sonraki iki Sahip Ata yapısı olan Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresede rastlanmaz. Sivas’taki Medrese ise Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata Camiinde uyguladığı çifte minare uygulamasının, Üstad-ı Mimar Kaluyan el-Konevî tarafından, bazı teknik hataların giderilerek tekrar kullanıldığı bir yapıdır. Medrese, hem ön cephe tasarımında ulaştığı tasarım olgunluğu, hem de özellikle portaldeki yüzeyden taşıntılı, kabarık, ağırlıklı olarak bitkisel karakterli süslemesiyle dikkati çeker. Bu süsleme biçimi, XIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine ve XIV. yüzyılın ilk yarısına ait Erzurum ve Sivas’taki birçok eserde karşımıza çıkar. Bu anlamda, Sahip Ata’nın, Kölük bin Abdullah veya Kaluyan el-Konevî gibi mimarlarına, mimari ve süslemede yeni uygulamalarını gerçekleştirebileceği bir serbestlik tanıdığı, buna karşın bilinen şemaların tekrarlandığı binaların da baniliğini üstlendiğini söyleyebiliriz. 573 SUMMARY Sahip Ata Fahreddin is one of the characters who had the longest political career in Anatolian Seljuk period. Sahip Ata, who had all the important assignments during his governmental job for approximately forty years, is the patronage of some of the most important magnificent buildings. The number of buildings which the Anatolian Seljuk Emirates or viziers have ordered to be built until today is not so many. Although the numbers of the buildings which the administrator group has ordered to be built are more than the buildings of sultans, the number of buildings which the emirs or viziers have is at most two or three for each. For example, just three buildings of the famous Anatolian Seljuk Vizier Celaleddin Karatay have left today. Sahip Ata is the one who has ordered the most numerous buildings to be constructed in this administrator group with his 13 existing buildings and 11 buildings in addition to these whose existence we have learned from publications and he deserves the title ‘Ebu’l Hayrat’ (the Father of Charities). Sahip Ata’s first architectural investments were around Afyon and Akşehir. The Caravanserai in the İshaklı (1249) and the Medrese in Akşehir (1250) were the first investments of control of Sahip Ata and his sons which would last until the first years of XIV. Century. The fact that Sahip Ata died in Nadir Village which is between Akşehir and İshaklı, shows the importance of the area for him and his family. This sovereignty was the reason Afyon today was called Karahisar-ı Sahip until the end of last century. When the geographical distribution of Sahip Ata buildings is studied chronologically, it is seen that they are arranged from east to west. Chronologically, his two buildings in Afyon and Akşehir precede his buildings in Konya. His mosque at 574 Konya-Larende Gate is dated 1258 and in time with the buildings added it has become a Külliye (building complex). The fact that he had canal harks and sikaye “maksem” (Reservoir) built for the necessity of water in the city, is important because it shows he had personally undertaken the public needs of the capital of Seljuk. The architectural investments of Sahip Ata in Kayseri and Sivas were made during the years when the country was dominated by the Mongols. This situation was a result of the greater number of the public buildings in Sivas or Erzurum compared to the number of buildings in other cities after domination of Mongols. As we look at the situation of existing buildings of Sahip Ata, it’s clear that they are singulars. As a result of our work, it’s understood that those buildings were planned within an idea of a Külliye. The first work which Sahip Ata had done, the Ishakli Caravanserai, was built with a Hamam’s on its west side which was undamaged until recent years. His Medrese in Aksehir, not only the Mosque at the north-west side of it, but also consisted of Hankah, whose only inscription has remained today, Matbah (kitchen) and its Çeşme in a Külliye formation. And with its Caravanserai added on its north-west side, Kaplıca in Ilgin, was the Külliye of Sahip Ata which located between Konya and Aksehir. It is known that Külliye of Sahip Ata in front of Larende Gate in Konya which composed of Hamam’s, Türbe’s (Mausoleum), Hankah and Mosque, was one of most important group of buildings of the city. Another Külliye on the way to Sultan Gate, which contained Mescid and Medrese near Odun Pazarı (Wooden Bazaar), is undamaged today. The Mescid of Sahip Ata known today as “Tahir and Zuhre”, with its fountain and Darü’l- Huffaz (Swot School) which is demolished at the time of Karaman Emirate, composed another Külliye of Sahip Ata near the Fountain Gate of Castle of Konya. The Medrese in front of the gate of Odun Pazari, one of the north gates of the castle, with its Mescid which remained undamaged until first years 575 of XX. Century and its fountain at the front side of the school formed the Külliye of Sahip Ata in Kayseri. The last Külliye of Sahip Ata was in Sivas and it consisted of Medrese, mosque, fountain and Daru’l Ziyafet (Home for the Guests). The buildings of Sahip Ata were on very important and busy locations among the cities of middle age and his buildings that were outside the cities like İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası located on important intercity routes. The first work of Sahip Ata, The Caravanserai (1249), was between Konya- Afyon. The Medrese of Sahip Ata in Aksehir was on the road that connected the town to Nadir Village and from there to Ishakli, and the Kaplica in Ilgin located on the road which connected Aksehir to Konya in the Middle Age. The fact that except for the on this Caravanserai, he had a Külliye in Aksehir and a Kaplica in Ilgin indicates the investments of the patronage around Aksehir and Afyon and that he constructed the buildings considering a certain route. Those buildings had contributed to the development of the settlement around them. For example, The Caravanserai provided Ishakli of today to develop, and the town had grown around The Caravanserai. The Kaplica in Ilgin was the most important health center of the town of that time where an important person like Mevlana Celaleddin Rumî used to come to find cure at the Seljuk period. The famous vizier’s structures inside the city were placed near in front of the castle gates. One of the three külliye’s he had in the capital city of Seljuk, Konya, was placed in front of Larende Gate, one in front of Çeşme Gate and the last Külliye consisting of Dârü’l-Hadis (School Which Educates Theological Science) and Mosque was on the road to Sultan Gate. The Külliye at the Larende Gate consisting of Mosque, Medrese, Mausoleum, Hankah and Hamam was built in 25 years between 1258 and 1283. All the structures including the Külliye, lay out in the same neighbour and this resulted in the formation of a neighborhood called “Hoca Sahip”. The niches on the 576 front side of the Hankah were originally used as shops and altogether the Külliye with its structures that gave health, religious and commercial services was the most important socio-cultural centre around the Larende Gate and was one of the most impressive examples of settlement outside the walls of the city. The other külliye of the famous vizier, which was made up of a Medrese and a Mosque, located to the west of Alâeddin Hill. What’s more, The Külliye was to the west of Ahmedek Hill which was adjacent to the outer city wall and was a place for several military services. It’s known that in addition to the Odun Pazarı stated in the Vaqfiyye of the Külliye, there was a Buğday Pazarı (Wheat Market) in the same part of the city. Sultan Gate, stated in the Vaqffiye, was the gate where Alâeddin Hill, which was the administrative centre in the Middle Age, was connected to the city. These data point that the Külliye was positioned on one of the most important economical and political areas of the city. The other Sahip Ata Külliye located near Çeşme Gate, which was one of the gates to the west side of Konya Castle in the Middle Age, was made up of Dârü’l-Huffâz, Mosque and Fountain. Sahip Ata’s Fountains, which do not exist today, had caused the gate named Çeşme Gate. Existing trails indicate that his Külliye in Akşehir also was on an important point of the city in the Middle Age. As a matter of fact during the construction excavations near the Medrese of the Külliye, remains of city walls were encountered. Also İ. H. Konyalı indicated that the Medrese and the mosque were “…at the entrance of the castle….”. According to the information provided by H. Eldem and Ahmed Nazif concerning the beginning of the last century, the mosque and Moslem teaching school of his Külliye in Kayseri were facing each other and there was a road passing between them. The front side of Medrese was facing an area known as “At Meydanı” (Horse Square) in the Middle Age in Kayseri. Besides, Odun Pazari or Meydan which was known as the north-east gate of the castle was located to the south 577 west of the building. This situation shows that Külliye was very near to one of the most important commercial centers and city‘s square. The Külliye of Sahip Ata is one of the buildings which were built at that part of the city after the Mongol invasion. According to Sahip Ata’s testimony in his Vaqfiyye on the Külliye, which he had ordered to be built in Sivas, used to locate in front of one of the south gates on the exterior city wall. According to this situation, the first building seen by the caravans coming from south (Kayseri) would be the Medrese. The commercial life of Sivas in middle age had spread from Grand Mosque and its surroundings to the south where Sahip Ata (Gök) Medrese located. The fact that this area was mentioned “Medrese-i Sahip Mahallesi (Neighborhood of Sahip’s medrese)” on the XV. Century documents, shows that it had lead to a new development of settlement around this school. Sahip Ata’s buildings show differences in design and stylistic aspects. His first two structures, The Caravanserai at the İshaklı and Medrese in Akşehir, had portals that resemble each other so much that it can be said that they were built by the same person. His Mosque and Medrese in Konya were different, especially in the portal design. Those two buildings built by Kölük bin Abdullah were the first examples in Anatolia in both the portal decoration and two-minaret applications. These novelties are not seen in the next two Sahip Ata buildings which are the Hankah in Konya and the Medrese in Kayseri. The Medrese in Sivas is a structure in which Kölük bin Abdullah’s two-minaret design, which was used in the mosque in Konya, was applied by Üstad-ı Mimar (master of architects) Kaluyan el-Konevî with some technical repairs. This Medrese draws attention by the maturity of design of its front side and especially by the protuberant, overflowing, mostly floral themed ornament on the portal. This kind of decoration is seen on many architectural structures built in the 3rd quarter of XIII. Century and in the 1st half of XIV. Century in Erzurum and Sivas. As a 578 result it can be stated that Sahip Ata had given enough freedom to his architects like Kölük bin Abdullah and Kaluyan el-Konevî to develop new applications but also governed buildings where known schemes were used. 579 BİBLİYOGRAFYA AHMED NAZİF (Yay: M.Palamutoğlu), Mir’at-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi, Kayseri 1987. AHMET EFLAKİ (Çev.: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, C. I, Ankara 1964. AKGÜL, N., “Anadolu Selçuklu Dönemi Mimarisinde Sırlı Kaplama Kullanımı”, (Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2000. AKMAYDALI, H., “Konya-Merkez Tahir İle Zühre Mescidi”, Rölöve Restorasyon Dergisi, 3. Sayı, Ankara 1982, s.101–121. AKOK, M., Konya-Akşehir’de Taş Medrese Binası ve Restorasyon Çalışmaları, Türk Etnografya Dergisi, S. XVI, Ankara 1967, s.526. AKOK, M., “Kayseri’de Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası ve Sahabiye Medresesi Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XVII, S.1, Ankara 1968, s.133-142. AKOK, M., “Konya’da İnce Minareli Medresenin Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1970, s.5-36. AKOK, M., “Konya’da Sahip Ata Hanikah, Camiinin Röleve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XIX, S.2, Ankara 1972, s.5-38. AKOK, M., “İshaklı Kervan Sarayı”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXI, S.2, Ankara 1974, s.5-21. AKOK, M., “Konya Beyşehirinde Eşrefoğlu Camii ve Türbesi”, Türk Etnografya Dergisi, S.XV, Ankara 1976, s.5-34. 580 AKOK, M., “Konya’da Restore Edilme Yoluyla Kurtarılması Düşünülen Üç Selçuklu Eseri. Sırçalı, Karatay ve İnce Minareli Medreselerin Restorasyon Projeleri”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1977, s.41–69. KERÎMÜDDİN MAHMUD-İ AKSARAYÎ (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’lAhbâr, Ankara 2000. AKYURT, Y., Kayseri Şehri ve Civarı, Kayseri 1946. AKYURT, Y., Resimli Türk Abideleri(Türk Tarih Kurumu Arşivindeki Yazma), 1. Cilt, Konya 1940. ALTUN, A., “Mardin Ulu Camii ve Çifte Minareleri Üzerine Birkaç Not”, Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara 1971, s.191–201. ALTUN, A., Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1969. AMBRASEYSS, N.N. – FİNKEL, C.F., The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas, A Historical Review, 1500-1800, İstanbul 1995. ANONİM (Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (AlMelik-Al-Zahir (Baybars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi), Ankara 2000. ANONİM SELÇUKNÂME (Yay.: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları Devleti, Ankara 1952. ARABACI, C., Osmanlı Dönemi Konya Medreseleri, Konya 1998. ARIK, M.O., “Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia) XI, Ankara 1967, s.57–100. ARIK, M.O., “Başlangıç Devri Anadolu-Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1993, s.173–177. ARSEVEN, C.E., Türk Sanatı Tarihi, İstanbul 3. Fasikül, arihsiz (1954-59). 581 ARSEVEN, C.E., Türk Sanatı, İstanbul 1973. ASLANAPA, O., “İnce Minareli Medrese”, Ülkü, C.IX, S.105, Ankara 1946, s.1213. ASLANAPA, O., Türk Sanatı, (2.Basım), İstanbul 1989. ASLANAPA, O., Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996. ATÇEKEN, Z., “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin Osmanlılar Zamanında Tamirleri ve Caminin Bazı Bilinmeyen Yönleri”, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 6, Konya 1992, s.101-110. ATÇEKEN, Z., Konya’da Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve Kullanılması, Ankara 1998. ATÇEKEN, Z., “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli Darü’l Hadis’in Osmanlılar Zamanında Bakımı ve Kullanılması”, Yeni İpek Yolu, Konya Ticaret Odası Dergisi, Özel Sayı III, Konya 2000, s.37-47. BAKIRER, Ö., “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil Malzeme ve Tezyinat Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 337-361. BAKIRER, Ö., Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara 1981. BAKIRER, Ö., “Selçuklu Dönemi Konya Yapılarında Tuğla Kullanımı”, Konya, Ankara 1984, s.77–84. BAKIRER, Ö., Onüç ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları, (2. Baskı), Ankara 2000. BALTACI, C., XV-XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976. 582 BAYBURTLUOĞLU, Z., “Anadolu Selçuklu Devri Büyük Programlı Yapılarında Önyüz Düzeni”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.67-106. BAYBURTLUOĞLU, Z., Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum 1993. BAYKARA, T., Türkiye Selçukluları Devrinde Konya Şehri, Ankara 1985. BAYRAM, S. – KARABACAK, A.H., “Sahib Ata Fahrü’d-din Ali’nin Konya İmaret ve Sivas Gök Medrese Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, S.XVII, Ankara 1981, s. 31-61. BERCHEM, M. VAN – ETHEM, H., Materiaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum. Troisieme partie. Asie Mineure Fasc. I. Sivas et Divriği, Le Caire, 1910. BİLGET, N.B., Gök Medrese, Ankara 1989. BİLGET, N.B., “Sivas Gök Medrese 1995–1996 Yılı Çalışmaları”, VII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, (7–9 Nisan 1997) Ankara 1998, s.607–616. BLOOM, J., “The Minaret Before the Saljûgs”, The Art of the Saljûgs in Iran and Anatolia, (Ed. R.Hillenbrand), California 1994, s.12–17. BOZER, R., “Ahşap Sanatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.533–541. BOZER, R., “15. Yüzyılın Ortasına Kadar Anadolu Türk Sanatında Ahşap Kapılar”, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1992. BREND, B., “The Patronage Of Fahraddin Ali Ibn Al-Husain and the Work of Kaluk Abd Allah ın the Development of the Decoration on Portal 583 ın Thırteenth Century Anatolia”, Kunst des Orient, C.X, S.1-2, Berlin 1975, s.160-187. CANTAY, G., Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu, Ankara 2002. CEYLAN, Y., “Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden İkinci Defterde Kayıtlı Olaylar ve Hükümler”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tefsir-Hadis Anabilim Dalı, İslam Hukuku Bilim Dalı, Yayınlanmamış Yükse Lisans Tezi), Konya 1991. CEYLAN, A., “Kanûnî Zamanında Akşehir Kazâsı”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1993. CEZAR, M., The Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and the Ottoman Construction System, İstanbul 1983. CRANE, H., “Notes on Saldjug Architectural Patronage in Thirteenth Century Anatolia”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol, XXXVI, 1993, s.1-57. CRANE, H., “Materials For The Study Or Muslim Patronage In Saljuq Anatolia; The Life And Works of Jalâl-Al-Dîn Qaratâi”, (Harvard University, The Department of Fine Arts, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Harvard 1975. CRESWELL, K.A., The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1959. ÇAM, N., “Erzurum’da Kale Camii”, Vakıflar Dergisi, S.XX, Ankara 1988, s.289–310. DEMİR, M., “Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri”, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir 1996. 584 DEMİRALP, Y., Akşehir ve Köylerindeki Türk Anıtları, Ankara 1996. DEMİREL, Ö., Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara 2000. DEVELLİOĞLU, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1962. DİEZ, E., “The Zodiac Reliefs at Portal of the Gök Medrese in Siwas”, Artibus Asie, C.12, Hellerau-Dresden 1949, s.99-104. DİLAVER, S., “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin Mimarlık Tarihi Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. ncü Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.17-28. DURAN, R., Selçuklu Devri Konya Yapı Kitabeleri, Ankara 2001. ELDEM, H. E., (Haz:K. Göde), Kayseri Şehri, Ankara 1982. ERAVŞAR, O., “Ortaçağ’da Kayseri Kent Dokusunun Gelişimi”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1998. ERDMANN, K., “Beobachtungen auf einer Reise in Zentralanatolien im juli”, Archäologischer Anzeiger des Deutschen Archäologischen Institus, 1954. ERDMANN, K., Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts,Vol.I-II. Berlin 1961. ERDOĞAN, M., “Osmanlı Devrinde Anadolu Camilerinde Restorasyon Faaliyetleri”, Vakıflar Dergisi, S.VII, İstanbul 1968, s.149-205. ERGENÇ, Ö., Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı, XVI. yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995. 585 ERAT, B., “Hamamlar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.457–465. ERSOY, B., “Edirne Şah Melek Camii’nin Tanıtımı ve Mimari Özellikleri Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji – Sanat Tarihi Dergisi VI, İzmir 1992, s.47–61. EVLİYA ÇELEBİ (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, İstanbul 2004. EYİCE, S., “İznik’de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, C.XI, S.15, İstanbul 1960, s.99–119. EYİCE, S., “Minâre”, M.E. B. İslâm Ansiklopedisi, 8. Cilt, İstanbul 1960, s.323–335 (323–324). EYİCE, S., “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Mecmuası, 23. Cilt, No. 1-2, Ekim 1962-Şubat 1963, İstanbul 1963, s.3-80. EYİCE, S., “İshaklı Kervansarayı”, Türk Ansiklopedisi, C.XX, Ankara 1972, s.237. GABRİEL, A., Monuments Turcs ‘Anatolie, I, (Kayserı-Nıgde), Paris 1931. GABRİEL, A., Monuments Turcs D’Anatolie II (Amasya-Tokat-Sivas), Paris 1934. GLÜCK, H., “İslam Hamamının Menşe ve Tekamülü”, Türk Yurdu, C.19-5, S.188-27, Onaltıncı Sene (Mart 1927), Ankara 2001, s.129-133. GODÁRD, A., “Origine de la Madrasa, de la Mosguée et du Caravansérail á QuatreIwans”, Ars Islamica, C.XV-XVI, 1951, s.1-9. 586 GODARD, A., L’Art de L’Iran, Paris 1962. GORDON, T.C., “Sahib” Maddesi, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C.10, İstanbul 1967, s.66. GREGORY ABÛ’L FARAC (Bar Hebraeus), (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul), Abû’l Farac Tarihi, C.II, Ankara 1999. GRENARD, M.F., “Notes sur les Monuments du Moyen Age de Malatia, Divrighi, Sivas, Darendah, Amasia et Tokat”, Journal Asiatique, n.17, 1901, s.549-558. GÜRÇAY, H., “Keçe ve Keçecilik”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara 1967, s.21–32. HAMİLTON, W.J., Reseraches İn Asie Mineure, Pontus And Armenia With Some Account On Their Antiquities And Geology, C.1-2, London 1842. HÉBRARD, E., “Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Illustration, 25 Ağustos 1923, HÉBRARD, E., “Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Le Monde Illustre, 14 Mart 1914, Paris s.178-179. HERSEK, C.M., “Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar Sivas Şehri Anıtları”, (G.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993. HERSEK, C.M., “Sivas’taki Selçuklu Dönemi Medreselerinin Restitüsyonu ve Restorasyonu Sorunları Üzerinde Genel Bir Değerlendirme”, I.Uluslar arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya 2001, s.387-395. HERSEK, C. M., “Sivas”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.273–277. 587 HUART, C., Epigraphie Arabe d’Asie Mineure, Paris 1895. HUART, C., Konia, La Ville des Derviches Tourneurs, Souvenirs D’un Voyage en Asie Mineure, Paris 1897. HUART, C., (Çev: N.Uzel), Mevlevîler Beldesi Konya, İstanbul 1978. İBN BİBİ (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Nâme), C. I-II, Ankara 1996. İBNİ BATUTA (Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî (Çev., İnceleme ve Notlar: A.Sait Aykut), İbn Battûta Seyahatnâmesi, C.I, İstanbul 2000 İLHAN, N., “Le Buzhane’ de Konya”, Fifth International Congress of Turkish Art (21-2 Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432. İNBAŞI, M., XVI. yy’da Kayseri, Kayseri 1993. İVANOW, W., “Hoca Maddesi”, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C. 5/1, İstanbul 1967.s.550-552. JERPHANİON, G.de, Melanges d’Archeologic Anatolienne, Beyrouth 1928. KAHYA, Y. vd, “Sivas Gök Medrese Üzerine Yeni Bir Değerlendirme”, I.Uluslar arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11– 13 Ekim 2000) Konya 2001, s.441–449. KARAGÖZ, M., “XVIII. Asrın Başlarında Kayseri (1700-1730)”, (Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri 1993. KARAMAĞARALI, H., “Erzurum’daki Hatuniye Medresesinin Tarihi ve Bânisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi III, Ankara 1971, s.209–247. 588 KARAMAĞARALI, H., “Kayseri’deki Hunad Camisinin Restitüsyonu ve Hunad Manzumesinin Kronolojisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.XXI, Ankara, 1976, s.199-243. KARAMAĞARALI, H., “Erzurum Ulu Camisi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, S.III, 1981, s.137–177. KARAMAĞARALI, H., “Konya Ulu Camii”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, (I.Restorasyon Semineri Özel Sayısı), Ankara 1982, s.121–132. KARAMAĞARALI, H., “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu Hakkında Bir Deneme”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, S.III, Ankara 1982, s.49-75. KARAMAĞARALI, H., “Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dinî Mimarlık Eserlerinin Plan ve Form Özellikleri”, (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara (Tarihsiz). KARPUZ, H., “Sahip Ata’nın Yaptırdığı İshaklı Han”, Antalya 3. Selçuklu Semineri (10-11 Şubat 1989)Bildiriler, İstanbul 1989, s.82- 90. KARPUZ, H., “Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Tarafından Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, Sanat Tarihi Dergisi, S.IX, İzmir 1998, s.43-59. KARPUZ, H., “Akademik Sayfalar”, Merhaba Gazetesi, C.6, Yıl 16, Konya, 3 Mayıs 2006, s.11. KÂTİP ÇELEBİ, Cihannüma, İstanbul 1145. KATOĞLU, M., “13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara 1967, s.81-100. 589 KAYADEMİR, M., “Restoration Project of Ishaklı Caravanserai in Sultandag”, (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Restorasyon Bölümü, Yayınlanmamış Master Tezi), Ankara 1986. KAYMAZ, N., Pervane Mu’înü’d-din Süleyman, Ankara 1970. KENDİ İ.,Aczi, Konya Mezar Folkloru, Konya 1959. KONYALI, İ.H., Nasrettin Hoca Şehri Akşehir (Tarihi Turistik Kılavuz), İstanbul 1945. KONYALI, İ.H., “Konya’da Çalınan Eserler”, Yeni Konya, Koya 1955, s. 6575. KONYALI,.İ.H., Abideleri ve Kitâbeleri İle Konya Tarihi, Konya 1964. KÖYMEN, M.A., “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş Şefik”, Belgeler, C.XVI, S.19, Ankara 1993, s.1-22. KÖYMEN, M.A., Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 2004. KUBAN, D. vd., Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul 2002. KUCUR, S., “Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları –Vakfiyelere Göre-“, (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1993. KUNİHOLM, P., “Dendrochronologically Dated Otoman Monuments”, in U.Baram and L.Carroll, eds., A Historical Archaeology of the Otoman Empire: Breaking New Ground, New York 2000, pp. 93–136. KURAN, A., Anadolu Medreseleri, C.I, Ankara 1969. KURAN, A., “Anadolu’da Ahşap Sütunlu Selçuklu Mimarisi”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1993, s.179-186. 590 KÜÇÜKDAĞ, Y., “Lale Devrinde Konya”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989. LÖYTVED, J., Konia: Inschriften der Seldchukischen Bauten, Berlin 1907. MAKDİSİ, G., (Çev.: A.H.Çavuşoğlu-H.T.Başoğlu), Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, İstanbul 2004. MAYER, L.A., Islamic Arhitects and Their Works, Genevé 1956. MEİNECKE, M., Fayence-Decorationen Seldschukischer Sakralbauten in Kleinasien, C.2, Tübingen 1976. MENDEL, G., Les Monuments Seldjokides en asie Mineure, Paris 1908. MEVLANA CELALEDDİN RUMÎ (Yay. Haz.; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh, Mektuplar ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972. OCAK, A.Y., “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve Nusayriler”, Tarikat ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler, İstanbul, 1999. OCAK, A., “Osmanlı Medreselerinde Eş’arî Geleneğinin Oluşmasında Selçuklu Medreselerinin Tesirleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, (Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999), C. III/2, Ankara 2002, s.763-776. ODABAŞI, A.S. – ÖZÖNDER, H. – KARPUZ, H., Eskimeyen Meram, Konya 2000, s.9. OĞUZOĞLU, Y., “17.yy. Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma”, (Ankara Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1980. OKTAY, S., “Sivas’ta Gök Medrese”, Arkitekt, C.17, İstanbul 1948, s.113-115. 591 ORAL, Z., “Konya’nın Tarihi Eserleri ve Bugünkü Durumları”, Konya, C.X, S.84, Konya 1945, s. 32–40. OTTO-DORN, K., Seldschukische Holsäulenmoscheen in Kleinasien”, Aus der Welt der İslamichen Kunst, Festschrift für Ernst Kühnel, Berlin 1959, s.59–88. OTTO-DORN, K., “Die Ulu Dschami in Sivrihisar”, Anadolu (Anatolia), IX, (1965), Ankara 1967, s.161–168. ÖGEL, S., “Bir Selçuk Portalleri Grubu ve Karaman’daki Hatuniye Medresesi”, Yıllık Araştırmaları Dergisi II, (1957), Ankara 1958, s.115-119. ÖGEL, S., Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, Ankara 1966. ÖNDER, M., Mevlana Şehri Konya, Tarihi Kılavuz, Konya 1962. ÖNDER, M., Mevlâna Şehri Konya, (2.Baskı), Ankara 1971. ÖNEY, G., “Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi”, Belleten, C.XXXI, s.119, Ankara 1966, s.377–390. ÖNEY, G., “Anadolu Selçuklu Sanatında Hayat Ağacı Motifi”, Belleten, C.XXXII, S.125, Ankara 1968, s.25-36. ÖNEY, G., Ankara’da Türk Devri Dini ve Sosyal Yapıları, Ankara 1971. ÖNEY, G., “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.139-172. ÖNEY, G., Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, (2. baskı), Ankara 1988. ÖNGE, Y., “Anadolu Türk Mimarisinde Köşk-Mescit Geleneği”, Önasya, C.5, S.52, Ankara 1952, s.9–11. 592 ÖNGE, Y., “Anadolu’da Bilinen En Büyük Selçuklu Havuzu”, Önasya, C.3, S.25, Ankara 1967, s.16, 25. ÖNGE, Y., “Anadolu’da Mimari Sanatında Ahşap Stalâktitli Sütun Başlıkları”, Önasya, C. IV, S.37, Ankara 1968, s.11. ÖNGE, Y., “Çift Şerefeli Selçuklu Minareleri”, Önasya, C.5, S.50, Ankara 1969, s.10–11, 22. ÖNGE, Y., “Anadolu’da XIII-XIV. Yüzyılın Nakışlı Ahşap Camilerinden Bir Örnek: Beyşehir Köşk Köyü Mescidi”, Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara 1971, s.291-297. ÖNGE, Y., “Bugünkü Bilgilerimiz Işığı Altında Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası”, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Ankara 1978, s.33-50. ÖNGE, Y., “Konya Sahip Ata Hankâhı”, Suut Kemal Yetkin’e Armağan, Hacettepe Armağan Dizisi I, Ankara 1984, s.281-292. ÖNGE, Y., “Konya ve Çevresindeki Mukarnaslı Şadırvanlar”, Vakıflar Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.95-108. ÖNGE, Y., “ Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme Semineri, 3-7 Haziran 1991, (Seminere Sunulan Bildiri.) ÖNGE, Y., Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995. ÖNGE, Y., Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları, Ankara 1997. ÖNKAL, H., Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996. ÖZDEMİR, O., Ilgın Kaplıcasının Tarihçesi, Konya 1959. 593 ÖZDURAL, A., “Sivas-Gök Medrese”, (M.E.T.U Faculty of Architecture Department of Restoration, Yayınlanmamış Lisans Tezi), Ankara 1968. ÖZERGİN, M.K., “Anadolu Selçukluları Çağında Kervan Yolları”, (İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1959. ÖZGÜÇ, T. – AKOK, M., “Develi Abideleri”, Belleten, C.XIX, S.75, Ankara 1955, s.377-384. ÖZIRMAK, Y.D., Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri 1992. POPE, A.U., A Survey of Persian Art: From Prehistoric Times to the Present, Vol 4, London, 1938–39. PUGACHENKOVA, G.A., Puti Razvitia Arkhitekturui Yujnogo Turkmenistana, Moskova 1958. QUENTİN, S. DE ST., (Çev: E.Özbayoğlu), Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu (1245–1248), Alanya 2006. RIDVAN NAFİZ–İSMAİL HAKKI., Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas Şehri, İstanbul 1928 RİCE, T.T., The Seljuks, London 1961. ROGERS, J.M., “The Çifte Minare Medrese at Erzurum and Gök Medrese at Sivas”, Anatolian Studies, S.XV, London 1965, s.63-85. ROGERS, J.M., “Seljuk Architectural Decoration at Sivas”, The Art of Iran and Anatolia from the 11th to the 13th Century A.D., (Ed. W.Watson), London 1974. 594 ROGERS, J.M., “Waqf And Patronage In Seljuk Anatolia The Epigraphic Evidence”, Anatolia Studies, S.XXVI (1976), s.69-103. SAMUR, T., “Ilgın’da Türk Devri Yapıları”, (Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985. SAMUR, T., “Akşehir’de Türk Mimari Eserleri”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1990. SARRE, F., Reise in Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen zur Seldshukischen Kunst und Geographie des Landes, Berlin 1896. SARRE, F., Denkmaeler Persischer Baukunst IV: Die Seldschukischen Baudenkmaeler von Konya, Berlin 1910. SAYAN, Y., Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XVI. yy), Ankara 1999. SOYMAN, F. – TONGUR, İ., Konya Eski Eserler Kılavuzu, Konya 1944. SÖNMEZ, Z., Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara 1995. SÖZEN, M., “Sivas Gök Medrese ve Düşündürdükleri”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi 4, (I. Restorasyon Semineri 6-7 Mayıs 1982 Özel Sayı), Ankara 1982, s.93-100. SÖZEN, M., Anadolu Medreseleri, Selçuklular ve Beylikler Devri, C.I-II, İstanbul 1970. SÜMER, F., Yabanlu Pazar, Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985. ŞİMŞİR, Z., “Konya’daki Selçuklu Çini Dekorasyonunda Kûfî ve Ma’kılî Yazı”, I.Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, Bildiriler (11-13 Ekim 2000), C.II, Konya 2001, s.311-331. 595 TALAS, M.A., (Çev. S.Cihan), (Nizamiye Medresesi ve İslâm’da Eğitim-Öğretim, Samsun 2000. TANMAN, B. – PARLAK, S., “Tarikat Yapıları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı (Mimarlık ve Sanat) 2, Ankara 2006, s.391– 419. TANYELİ, U., “Anadolu Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci (11–15 yy.)”, (İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987. TAŞKIN, S., “Anadolu Selçuklularında Çinili Lâhitler”, İstanbul Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.237-257. TEMİR, A., Kırşehir Emir-i Cacaoğlu Nureddin’in 1272 tarihli ArapçaMoğolca Vakfiyesi, Ankara 1959. TEXİER, C., (Çev: A.Suat, Latin Harflerine Aktaran K.Y.Kopraman, Sadeleştiren: M.Yıldız), Küçük Asya, Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, Üçüncü Cilt, Ankara 2002. TUNCER, O.C., “Orantı ve Modül Üzerine Selçuklu Yapılarından Bazı Örnekler”, Vakıflar Dergisi, S.XIII, Ankara 1981, s.449-458. TUNCER, O.C., “Birkaç Selçuklu Taçkapısında Geometrik Araştırmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XVI, Ankara 1982, s.61-76. TUNCER, O.C., “Mimar Kölük ve Kâluyan”, Vakıflar Dergisi S.XIX, Ankara 1985, s.109–119. TUNCER, O.C., Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara 1986. TUNCER, O.C., Kayseri Sahip Ata Medresesi, Ankara 1988. 596 TUNCER, O.C., “Sahip Ata (Gök) Medrese İle İlgili Çalışmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XXVIII, Ankara 2004, s.121-139. TUNCOKU, S.S., “The Restoration Project Of A XIII Century Anatolian Seljuk "Mescid" İn Konya With The Emphassion The Materials And Related Problems”, (O.D.T.Ü. Fen Bilimler Enstitüsü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara, 1993. TURAN, O, Selçukluları Zamanında Türkiye, İstanbul 1998. TURAN, O., “Altın-aba ve Vakfiyesi”, Belleten, C. XI, S. 42, Ankara 1947, s.197-237. TURAN, O., On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul 1941. TURAN, O., “Celâleddin Karatay ve Vakfiyeleri”, Belleten, C. XII, S.45, Ankara 1948 s.17-173. TURAN, O., “Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri, Selçuk Devri Vakfiyeleri III, Belleten, C. XII, S. 45, Ocak 1948, s.17–173. TURAN, O., “Selçuklular Zamanında Sivas Şehri”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, C.IX, S.3-4, Ankara 1951,s. 447-457. TURGAL, H.F., Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935. TUŞ, M., “Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya (1756-1856)”, (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993. UĞUR, M.Ferit - KOMAN M.Mesut, Sahip Ata İle Oğullarının Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1934. 597 UYSAL, A.O., “Erken Osmanlı Döneminde Sırlı Tuğlalı Minareler”, X.Türk Tarih Kongresi (Ankara 22-26 Eylül 1986) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1994, s.2349-2367. UZLUK, F.N., “Konya Abideleri Nasıl Yıkıldı”, Yeni Konya, 5 Kasım 1951, s.2. , UZLUK, F.N., Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958. UZLUK, Ş., “Felekâbât Sarayı Konya’nın Neresinde İdi, Kim İnşa Ettirdi, Çatısını Hangi Mimar Çattı?” VII. Türk Tarih Kongresi (25–29 Eylül 1970), Kongreye Sunulan Bildiriler, C.I, Ankara 1972, s.374–381. UZUNÇARŞILI, İ.H., Osmanlı Devlet Teşkilatında Medhal, Ankara 1988, ÜNAL, R.H., Osmanlı Öncesi Anadolu-Türk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir 1982 ÜNVER, S., Selçuk Tababeti, Ankara 1940. ÜNVER, A.S., “Konya’da Selçuklular Zamanındaki Hamamlara Dair”, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi Enstitüsü 1940-41 Ders Yılı Çalışma Hulâsası VIII, İstanbul 1941, s.83-86. ÜNVER, S., “Yetmiş Yıl Önce, Konya”, Belleten, C.XXXI, S.121-124, Ankara 1964, s.201-220. VOVİN, A., “Some Thougts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal Cycle”, Central Asiatic Journal, Vol. 48/1 Weisbaden 2004, s.119-132. WİLBER, D.N., The Architecture os Islamic Iran (The Il Khânid Period), Princeton 1955. YAVUZ, A.T., Anadolu Selçuklu Mimarisinde Tonoz ve Kemer, Ankara 1983. 598 YAVUZ, A.T., “Kervansaraylar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.435–445. YETKİN, Ş., Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul 1986. YÖRÜKOĞLU, Ö., “Sahip Ata Araştırması Buluntuları”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.217–220. YÖRÜKOĞLU, Ö., “Sahip Ata Araştırması”, VIII.Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1981, s.899-907, Levha, 401-404. YURDAKUL, E., Kayseri Külük Camii ve Medresesi, Ankara 1996.