KARAKOÇ VE DÝÐERLERÝ

advertisement
KARAKOÇ VE DİĞERLERİ/TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru No: 27692/95, 28138/95, 28498/95)
Strazburg
15 Ekim 2002
OLAYLAR:
Sırasıyla 1959, 1952 ve 1964 doğumlu olan başvuranlar Diyarbakır'da ikamet etmektedirler.
Karakoç, işçi ve Türk Harb-İş Sendikası temsilcisidir. Alpaslan, DİSK-Genel iş Sendikası
yöneticilerindendir ve Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Akyol, Medya Güneşi adlı bir gazetenin
temsilcisidir.
27 Mayıs 1993'te başvuranlar ve çeşitli sendika, dernek ve gazetelerin temsilcisi olan yirmi bir kişi
bir araya gelerek Hükümetin güneydoğudaki politikalarını protesto eden bir basın açıklamasında
bulunmuşlardır. Karakoç ve Alpaslan sözkonusu beyana DİSK-Genel İş ve Türk Harb-İş yöneticileri
olarak, Akyol ise Medya Güneşi gazetesi temsilcisi olarak imza atmışlardır.
Başvuranlar sözkonusu açıklama ile bölücülük propagandası yaptıkları gerekçesiyle 16 Eylül
1993'te Diyarbakır DGM Savcısı tarafından sorgulanmışlar, savcının tutuklama talebi DGM hâkimi
tarafından delil yetersizliği nedeniyle aynı gün reddedilmiştir.
Savcı, 17 Eylül 1993'te mahkemenin 16 Eylül 1993 tarihli kararına itirazda bulunmuştur.
Savcının itirazı üzerine DGM hakimi O. Karadeniz başkanlığında toplanan Albay T. Gözen ve
hakim C. S. Ural'dan oluşan mahkeme heyeti, başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir.
Savcı, 24 Eylül 1993 tarihinde hazırladığı iddianame ile, Terörle Mücadele Yasasının 8/l.
maddesine dayanarak başvuranlar ve sözkonusu beyana imza atanlar hakkında bölücülük
propagandası yaptıkları gerekçesiyle ceza davası açmıştır.
20 Ekim 1993 tarihli duruşmada başvuranların avukatları DGM bünyesinde bulunan hakimler O.
Karadeniz ve C. S. Ural'ı reddetmiş, adıgeçenlerin daha önce 17 Eylül 1993 tarihinde başvuranların
tutuklanması hakkındaki kararda görüş bildirdiklerini iddia etmişlerdir.
Mahkeme, 10 Kasım 1993 tarihli karar ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yargılama usullerine
ilişkin 2845 sayılı Yasanın 26. maddesine dayanarak hakimler hakkında yapılan itirazı reddetmiştir.
23 Şubat 1994 tarihli duruşmada başvuranların tahliye talepleri reddedilmiştir. Başvuranlar 30
Mart 1994'te tahliye edilmişlerdir.
Hakim O. Karadeniz, Hakim Binbaşı M. Yüce ve Hakim C. S. Ural'dan oluşan DGM heyeti 13
Nisan 1994 tarihli kararıyla Türk ulusunun bölünmez bütünlüğünü ve devletini hedef alan bölücü
propaganda yapmak ve halk arasında ayrımcılık yaratmak suçlarından başvuranların her birini yirmi
ay hapis cezası ve 208.333.000 TL para cezasına çarptırmıştır.
Başvuranlar 17 Mayıs 1994'te Yargıtay'a başvurmuşlardır.
Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını 14 Aralık 1994'te onamıştır.
HUKUK AÇISINDAN :
I. AİHS'NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN :
Başvuranlar 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesine göre mahkum edilmeleri ile
AİHS'nin 10. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedirler.
Mahkemeye göre başvuranların mahkumiyeti, açıkça ifade özgürlüğüne yapılmış bir müdahale
anlamına gelmektedir.
A. "Kanunlar Tarafından Öngörülme" :
Sözkonusu davada, başvuranların mahkum edilmesinin Terörle Mücadele Kanununun 8.
maddesi uyarınca bir yasal dayanağı olduğu ve AİHS'nin 10/2. fıkrası kapsamında "kanunlar
tarafından öngörülme" şartını karşıladığına ilişkin bir ihtilaf mevcut değildir.
B. "Meşru amaç" :
Taraflara göre yapılan müdahale ulusal birlik ve güvenlikle ülke bütünlüğünün korunması ve
asayiş bozukluğunun ve suçun engellenmesi amaçlarını taşımaktadır. AİHM farklı bir bakış açısını
kabul edecek bir neden bulamamaktadır.
C. "Demokratik Bir Toplum için Zaruret" :
1. Tarafların görüşleri:
Hükümete göre, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesinde yapılan değişikliklerin ardından
Devlet Güvenlik Mahkemesi davayı re'sen ele almış ve başvuranlara uygulanacak cezaların değişmesi
neticesinde mahkumiyet kararını tekrar gözden geçirmiştir.
Başvuranlar, çoğulcu demokratik bir sistemde sendikaların kendilerine ülkenin sosyal ve politik
meseleleriyle ilgili olarak görüş bildirmelerine imkân tanıdığını belirtmekte, sözkonusu bildiride Kürt
kökenli vatandaşlara yapılan ekonomik ve idari baskılara ilişkin düşünceleri dile getirdiklerini, anılan
beyana imza atan diğer şahısların kamu düzenini bozma, bölücülük yapma veya buna benzer
niyetlerinin asla olmadığını ileri sürmektedirler. Başvuranlar ayrıca, haklarında verilen mahkumiyet
kararları ile düşünce ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunu ileri sürmektedirler
2. AİHM'nin değerlendirmesi:
Mahkeme bu anlamda temel prensiplerle ilgili içtihatları hatırlatmaktadır. (Bkz. 23 Nisan 1992
tarihli Castells-İspanya kararları, seri:A no:236, 46; Zana kararı, s.2547-2548, 51; Fressoz ve RoireFransa kararı no:29183/95, 45, AİHM 1999-I;Ceylan-Türkiye no:23556/94, 32, AİHM 1999-IV; ÖztürkTürkiye no:22479/93, 64, AİHM 1999-VI; son olarak, Seher Karataş-Türkiye kararı no:33179/96, 37, 9
Temmuz 2002).
(i) İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun,
ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir, maddenin 2.
paragrafı uyarınca, bu kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren "bilgiler" ve "fikirler" için
değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, "demokratik
bir toplumun" olmazsa olmazı çokseslilik, tolerans ve hoşgörünün gerekleridir. 10. maddede belirtilen
şekilde bu özgürlük, ancak dikkatle tespit edilmesi ve harfiyen uyulması gereken bazı istisnalara
tabidir.
(ii) 10. maddenin 2. fıkrasında belirtilen anlamda "zaruri" sıfatı "acil bir sosyal ihtiyaç"
anlamındadır. Akit Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi konusunda
belli bir marja sahiptir. Ancak yasalar ve bağımsız mahkemeler tarafından verilen kararlar aracılığıyla
uygulanan bu marj Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir "sınırlamanın"
Sözleşme'nin 10. maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı
konusunda nihai kararı verme yetkisini haizdir.
(iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan ifadeler ve bunların
ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere, davanın bütünü içinde incelemelidir. İlk olarak
müdahalenin "meşru amaçlar ile orantılı" olup olmadığı ve anılan müdahalenin meşruiyeti için ulusal
otoriteler tarafından gösterilen gerekçelerin "ilgili ve yeterli" olup olmadığı tespit edilmelidir.
Mahkeme bunu yaparken, ulusal otoritelerin 10. madde kapsamındaki ilkelere uygun davrandığı ve
müdahalenin olayla ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayalı oldukları
konusunda olumlu kanaate varmalıdır.
AİHM, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla hazırlanan bir basın bildirisi nedeniyle yapılan
müdahalelerde basının, bir siyasi demokrasinin düzgün şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin
temel görevinin de dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir, (diğer kararların yanı sıra bkz., 8
Temmuz 1986 tarihli Lingens - Avusturya kararı, A Serisi, No. 103. s. 26/41; ve yukarıda anılan Fressoz
ve Roite kararı, 45). Basının anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra, halkın da
bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının
öğrenilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır
(bkz. yukarıda anılan Lingens kararı, s. 26/42).
Bu konuda AİHM, söz konusu basın açıklamasında yer alan eleştirilerin hedefinin Hükümet
tarafından yürütülen politikalar olduğunu belirtmiştir. Basın açıklamasını yapanlara göre Hükümet
"köy yıkmaktan", "katliam ve yargısız infazlardan" ve "keyfi gözaltılar"dan suçludur. Buna benzer somut
olayların mağduru olan kişilerin isimlerinin zikredilmesi ile bu sert eleştirilerin yabana atılmayacak
nitelikte olduğu kanıtlanmaktadır. Basın açıklamasına imza atanlar, kamuoyunun menfaati için olayları
gündeme getirmişler ve bireysel hakların bekçisi olan basını demokratik görevleri yerine getirmeye
davet etmişlerdir.
AİHM, teröre karşı yapılan mücadelenin zorluklarını küçümsememektedir. Bu bağlamda
Mahkeme, basın temsilcisi ve sendika yöneticileri olarak görüşlerini bildiren başvuranların Türk siyasi
yaşamındaki etkin görevleri çerçevesinde ne halkı şiddete ve ayaklanmaya teşvik ettiklerini, ne de
orduyu hedef gösterdiklerini belirtmiştir (Bkz, Zana-Türkiye davası, 57-56; Sürek-Türkiye (n:1), 62-65,
ve Sürek (no:3), 40-42). Aksine, temel hakların ihlaline neden olacak somut olaylardan kamuoyunu
haberdar etme görevini yerine getirmişlerdir.
Ayrıca, AİHM, başvuranlara verilen 83.333.333 TL'lık para ve 10 ay ağır hapis cezalarının
ağırlığını hatırlatarak, başvuranların cezaları her ne kadar DGM'nin 16 Kasım 1995 tarihli kararı ile
ertelenmiş olsa da başvuranların kendilerine karşı açılan dava nedeniyle değişik tarihlerde
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını hatırlatmıştır.
Sonuç olarak, başvuranlara verilen mahkumiyet kararı meşru amaçlarla orantısız olup
demokratik bir toplum için gereklilik teşkil etmemektedir.
Bu durumda AİHS'nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
II. AİHS'NİN 6/1. MADDESİNİN İLHAL EDİLMESİNE İLİŞKİN :
Başvuranlar AİHS'nin 6/1. maddesi uyarınca, şikâyetlerinin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından görülmediğini ileri sürmüşlerdir.
Başvuranlar, Diyarbakır DGM'nin bünyesinde asker kökenli bir hakimin bulunması ve gözaltına
ilişkin 17 Eylül 1993 tarihli tutuklama kararına imza atan hakimlerin daha sonra aleyhlerinde açılan
kamu davasında da görüş bildirmeleri nedeniyle bu mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını
iddia etmişlerdir. Başvuranlar bu konuda, Incal-Türkiye davasına atıfta bulunmuşlardır (9 Haziran
1998 tarihli karar).
Hükümet, tutuklama kararının esasa ilişkin bir karar ile aynı olmadığını, bu kararın
yargılamanın bir aşamasında ek bir önlem olarak verildiğini ve benzer bir önlem alan hakimlerin
sanığın tutuklanmasını gerekçelendirmek için delillerin yeterli olup olmadığını incelemeleri
gerektiğini belirtmiştir.
AİHM, AİHS'nin 6/1 maddesine göre bir mahkemenin "bağımsız" olup olmadığına karar
verilebilmesi için; üyelerinin atanma şeklinin, görev sürelerinin, dış baskılara karşı korunmalarının ve
bağımsızlık görünümü sergileyip sergilemediklerinin dikkate alınması gerektiği görüşünü
tekrarlamıştır (Bkz. diğer birçok makamlar arasında, 25.02.1997 tarihli Findlay İngiltere'ye karşı
hükmü, Raporlar 1997-1, s. 281. prg.73 ve anılan Incal Kararı, s.1571, 65).
AİHS'nin 6/l maddesi uyarınca "tarafsızlık" konusunda karar verilirken uygulanacak iki kriter
vardır: Birincisi; belli bir davada belli bir yargıcın kişisel kanaatinin kararı belirleyip belirlemediğinin,
ikincisi ise; hakimin yasal konumunun, tarafsızlığı konusundaki şüpheleri uzak tutmak için yeterli
garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır, (Bkz. 20.05.1998 tarihli Gautrin ve diğerleri Fransa'ya
karşı kararı (Raporlar 1998-111, s. 1030-1031/58).
Sözkonusu davada ikinci kriterin uygulanması gerektiği konusunda tartışma yoktur. Bir
makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin var olup olmadığına
karar verilirken, bu makamın tarafsız olmadığını iddia edenlerin dayandığı nokta önemlidir.
AİHM, başvuranların mahkemenin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığına dair
endişelerinin iki nedene bağlı olduğunu belirtmiştir: (1) Diyarbakır DGM hakimleri tutuklama
kararını vermeleri ile birlikte dava esasına ilişkin görüşlerini zaten açıklamışlardır. Aynı hakimler
daha sonra başvuranlar aleyhinde açılan davanın esası hakkında değerlendirmede bulunmuşlardır.
(2) Mahkeme heyetindeki hakimlerden biri askeri makamlara bağlıdır. Bu bağlamda sorunun iki
açıdan incelenmesi gerekmektedir:
1. Diyarbakır DGM'nin başvuranlar hakkında verdiği tutuklama kararıyla ilgili olarak :
Bu koşullarda, AİHM, tutuklama kararını veren hakim heyetinin davanın esasını da karara
bağlaması nedeniyle başvuranların endişe duyduklarını belirtmiştir.
AİHM, Türk Ceza Kanununun 104. maddesine göre, tutuklama kararı verecek olan hakim(ler)in,
suçun işlendiğine dair kuvvetli emareler bulunduğuna kanaat getirmeleri gerektiğini belirtmiştir.
DGM tarafından verilen tutuklama kararının davanın esasına ilişkin kararla aynı olmadığı bir
gerçektir. Hakimlerin kuvvetli emarelerin varlığını tespit etmek için, ilk olarak savcı tarafından
hazırlanan iddianamenin gerçek veriler üzerinde kurulduğundan emin olmaları gerekmektedir.
Bazı koşullarda, davanın karar aşamasında değişik bir sonuç alınmaktadır. Bu açıdan AİHM,
askeri hakimin varlığına ayrı bir önem vermektedir: DGM bünyesinde görev alan O. Karadeniz
(mahkeme başkanı), askeri hakim T. Gözen ve C.D. Ural, 17 Eylül 1993 tarihinde, henüz başvuranlar
hakkında kamu davası açılmadan tutuklama kararını vermişlerdir. Bu karara göre, söz konusu
konuşmada suç işlendiğine dair kuvvetli emareler bulunduğu gerekçesiyle başvuranların
tutuklanmasına karar verilmiştir.
AİHM, adıgeçen hakimlerin başvuranların mahkumiyet kararlarına da imza attıklarını ve
tutuklama kararının gerekçeleri ile 13 Nisan 1994 tarihli kararın gerekçeleri arasında herhangi bir fark
bulunmadığını belirtmiştir. Halbuki hakimlerin görevi, suça ilişkin kuvvetli emarelerin bulunup
bulunmadığının tespiti sırasında kendilerine sunulan delilleri değerlendirmektir. Bu konuda
hakimlerin değerlendirmeleri ile davanın sonuçlandırılması arasında çok ince bir fark oluşmuştur.
Ayrıca, aynı mahkeme başkanı, O Karadeniz, 16 Kasım 1995 tarihli erteleme kararı ile de başvuranları
mahkum etmiştir. AİHM, yukarıda anılan unsurların, başvuranların Diyarbakır DGM'nin bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme olmadığına dair endişelerini doğruladığı sonucuna varmıştır.
2. Diyarbakır DGM bünyesinde görev alan askeri hakim hakkında :
AİHM, 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar - Türkiye kararındaki şikâyetlerin benzerlerinin ileri
sürüldüğünü hatırlatmıştır. AİHM, DGM'de görev alan askeri hakimlerin statüsünün bağımsızlık ve
tarafsızlıkları konusunda tartışma yarattığı sonucuna varmış ve bu hakimlerin orduda görevli
olmaları nedeniyle amirlerinden emir aldıklarını, askeri disipline tabi olduklarını ve atamalarına
ilişkin kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve ordu tarafından alındığını vurgulamıştır.
AİHM, Türk yasalarının AİHS'ne uygun biçimde değiştirildiğini belirtmiştir (Bkz, Sadak ve
diğerleri-Türkiye davası, no: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, 34 ve 38). Ancak görevinin
konuyla ilgili koşulların değerlendirilmesiyle sınırlı olduğunu ifade etmiş ve olay tarihinden itibaren
bazı değişikliklerin yapılması nedeniyle mevcut davadaki şikâyetlerin geçerliliğini yitirmediği
sonucuna varmıştır.
AİHM, görevinin Diyarbakır DGM'nin işleyiş şeklinin başvuranların adil yargılanma hakkını
ihlal edip etmediğini, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde başvuranların kendilerini yargılayan
mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin haklı bir endişelerinin olup olmadığını tespit etmek
olduğunu belirtmektedir. (Bkz. yukarıda anılan Incal Kararı, 70; ve yukarıda anılan Çıraklar kararı,
38).
Bu konuda, AİHM, başvuranlar gibi sivil olan Sn. Incal'ın ve Çıraklar'ın davalarında varılan
sonuca varılmaması için herhangi bir neden görmemiştir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal
birliği zedelemeye yönelik propaganda yapmak suçundan DGM'de yargılanan başvuranların, askeri
hakim bir üyesi bulunan bir heyet tarafından yargılanma konusunda endişe içinde olmaları anlaşılır
bir husustur. Bu itibarla, DGM'nin yargılama sırasında davanın özü ile herhangi bir ilişkisi olmayan
hususlardan gereksiz yere etkilenebileceğini düşünmek için yeterli sebepleri mevcuttur. Bir başka
deyişle, başvuranların mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin korkularının haklı sebebe
dayandığı kabul edilebilir.
Yukarıda anılan nedenlerden dolayı AİHM, AİHS'nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği kararına
varmıştır.
III. AİHS'NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI ÜZERİNE :
AlHS'nin 41. maddesinde yer alan unsurlar :
A. Tazminat:
Alpaslan, verilen mahkumiyet kararı ile gelir kaybına uğradığı gerekçesiyle 11.567,- Amerikan
Doları (USD) talep etmektedir. Bu iddiasına dayanak olarak Kasım 1994 ve Ocak 1996 tarihleri
arasında 506.683.204 TL. gelir kaybına uğradığını gösteren belgeleri ibraz etmiş, bu miktarın 11.567,USD ye karşılık geldiğini ifade etmiştir. Başvuran ayrıca manevi tazminat olarak 15.000,-USD talep
etmektedir.
Karakoç, verilen mahkumiyet kararı ile gelir kaybına uğradığı gerekçesiyle 13.693,- USD talep
etmektedir. Bu meyanda Türk Harb-İş genel sekreteri ile yapılan sözleşmeye dayanarak mahkum
olduğu yedi ay boyunca 43.788.541,- TL. gelir kaybına uğradığını belirtmiştir. Karakoç sözleşmesinin l
Haziran 1995 tarihinde tek taraflı olarak feshedildiğini ekleyerek manevi tazminat olarak 20.00,- USD
talep etmektedir.
Akyol, olayların meydana geldiği dönemde çalışmadığını dile getirerek manevi tazminatın
miktarı konusundaki takdiri AİHM'ye bırakmış, manevi tazminat miktarı olarak 15.000,-USD talep
etmiştir.
Hükümete göre talep edilen miktarlar aşırı ve gerçekçi değildir.
AİHM, AİHS'nin 41. maddesine dayanarak başvuranların her birine uğramış oldukları manevi
zararın tazminine ilişkin 7.500,- Euro (EURO) ödenmesini kararlaştırmıştır.
B. Masraf ve harcamalar:
Başvuranlar Türk makamları ve Sözleşme kurumları önünde temsil edilirken yaptıkları masraf ve
harcamalar için 6.200,- USD avukatlık ücreti olarak ise 160.000.000,- TL.talep etmişlerdir.
Hükümet, bu miktarları aşırı olarak nitelendirmektedir.
Masraf ve harcamalara ilişkin olarak Avrupa Konseyinin adli yardım miktarı olan 564,06,-Euro
(3.700,- FF) düşülerek başvuranlara 6.000,- Euro ödenmesini kararlaştırmıştır.
C. Temerrüt Faizi:
AİHM, belirtilen sürenin bitiminden ödeme tarihine kadar geçecek süre için, yukarıda anılan
meblağlara Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı basit faize tabi
tutulacağını ve bunlara %3 'lük bir artış uygulanacağını belirtmektedir.
BU SEBEPLERDEN DOLAYI MAHKEME OYBİRLİĞİYLE,
1. AİHS'nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
2. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin yapılan
şikâyet uyarınca AİHS'nin 6/l maddesinin ihlal edildiğine ;
3. a) Savunmacı Hükümetin başvuranlara AİHS'nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği
tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek KDV, pul, harç ve masraflar nedeniyle kesinti
yapılmaksızın, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden TL'sına çevrilmek üzere;
i) Başvuranların herbirine manevi tazminat olarak 7.500,- (yedi bin beşyüz) Euro ödenmesine,
ii) Avrupa Konseyi tarafından verilen 564.06,- (beşyüzaltmışdört Euro altı santim) Euro'luk adli
yardım miktarı düşülmek ve doğrudan veya dolaylı her türlü vergiden muaf olmak üzere, masraf ve
harcamalar için 6.000,- (altıbin) Euro'nun davalı Devlet tarafından ödenmesine;
b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin bitiminden ödeme tarihine kadar geçecek süre için Avrupa
Merkez Bankasının belirlemiş olduğu yıllık % 3'lük faizin ödenmesine;
4. Adil tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM'nin iç tüzüğünün 77/2 ve 3. maddelerine uygun
olarak 15 Ekim 2002 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
Download