aort diseksiyonu ve anevrizması gelişimi ile genetik faktörlerin ilişkisi

advertisement
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KALP–DAMAR CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
AORT DİSEKSİYONU VE ANEVRİZMASI
GELİŞİMİ İLE GENETİK FAKTÖRLERİN
İLİŞKİSİ
TIPTA UZMANLIK TEZİ
Dr. Rifat ÖZMEN
KAYSERİ–2015
1
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KALP–DAMAR CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
AORT DİSEKSİYONU VE ANEVRİZMASI
GELİŞİMİ İLE GENETİK FAKTÖRLERİN
İLİŞKİSİ
TIPTA UZMANLIK TEZİ
Dr. Rifat ÖZMEN
Danışman
Prof. Dr. Ömer Naci EMİROĞULLARI
KAYSERİ–2015
2
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerini bana aktaran, her türlü desteğini
esirgemeyen, tez çalışmamda yol gösteren, tez danışmanım Prof. Dr Ömer Naci
Emiroğulları’na teşekkür ederim.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerahisi Anabilim Dalı’nda
yetişmemde katkıları olan, bilgi ve deneyimleri ile bizlere yol gösteren Anabilim Dalı
başkanımız Prof. Dr Yiğit Akçalı’ya, emekli öğretim üyemiz Prof. Dr Hüsnü Cemal
Kahraman’a, sayın hocalarım Prof. Dr Kutay Taşdemir’e, Prof. Dr Hakan Ceyran’a,
Çalışmamızda genetik incelemeleri yapan Tıbbi biyoloji ve genetik ABD öğretim üyesi
Yrd. Doç. Dr Elif Funda Şahin’e,
Varlıkları ile bizlere yol gösteren, emek, bilgi, destek ve varlıları ile bizlere ağabeylik
yapan Yrd. Doç Dr Aydın Tunçay ve Öğr. Gör. Dr Faruk Serhatlıoğlu ağabeylerime,
Uzmanlık eğitimim dönemdeki benden önce uzman olan ve halen birlikte çalıştığım
asistan arkadaşlarıma,
Birlikte ortak mesai yaptığımız çalışma arkadaşlarıma,
Kardeşim kadar sevdiğim, Selim köşker ve Kadir Öztürk’e;
Bu uzun ve yorucu yolda yeterince zaman ayıramadığım, bana her daim desteğini
hissettiren, hayatımda vazgeçilmez yeri olan biricik eşim Sevgi’ye, gelişleri ile
hayatımıza renk katan canım kızlarımız Nimet ve Zehra’ya;
Son olarak rahmetli anneme, canım babama, kardeşim Mehmet’e, Şengül Ablamıza ve
kayınvalidem Hanife AKTAŞ’a bana destek oldukları için teşekkür ederim.
Rifat ÖZMEN,
Nisan 2015, KAYSERİ
i
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR ..................................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... ii
KISALTMALAR ........................................................................................................... iv
TABLOLAR LİSTESİ ................................................................................................... vi
ÖZET.............................................................................................................................. vii
ABSTRACT .................................................................................................................... ix
1. GİRİŞ ve AMAÇ ......................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER .................................................................................................... 2
2.1. AORT DİSEKSİYONLARINDA SINIFLANDIRMA .......................................... 4
2.2. AORT DİSEKSİYONLARINDA VE ANEVRİZMALARINDA GENETİK ...... 5
2.2.1. Sendromik Aort Anevrizmaları ....................................................................... 5
2.2.1.1. Marfan Sendromu (MS) ............................................................................ 6
2.2.1.2. Loeys-Dietz Sendromu (LDS) .................................................................. 6
2.2.1.3. Anevrizmatik Osteoartrit Sendromu (AOS).............................................. 7
2.2.1.4. Arteriyel Tortiyozite Sendromu (ATS) ..................................................... 7
2.2.1.5. Ehler Danlos Sendromu Tip 4 (EDS TİP4)............................................... 7
2.2.1.6. Tgf Beta-2 Mutasyonu .............................................................................. 8
2.2.2. Non Sendromik Aort Anevrizmaları................................................................ 8
2.2.2.1. MYH 11 Mutasyonu ................................................................................. 9
2.2.2.2. Acta 2 Mutasyonu ..................................................................................... 9
2.2.2.3. MYLK Mutasyonu .................................................................................... 9
2.3. OTOZOMAL DOMİNANT POLİKİSTİK BÖBREK HASTALIĞI .................... 9
2.4. ANJİOTENSİN CONVERTİNG ENZİMİ (ACE) ve ACE GEN
POLİMORFİZMİ ........................................................................................................ 10
2.5. MTHFR C677T MUTASYONU.......................................................................... 11
2.6. PLAZMİNOJEN AKTİVATÖR İNHİBİTÖR-1(PAI-1) ve GENETİK
MUTASYONU ........................................................................................................... 12
ii
2.7. NİTRİK OKSİT SENTEZİ VE NİTRİK OKSİT SENTAZ GEN
POLİMORFİZMİ ........................................................................................................ 13
3. HASTALAR VE YÖNTEMLER ............................................................................. 16
3.1. DNA İZOLASYONU........................................................................................... 17
3.2. ÇALIŞMA PROĞRAMI ...................................................................................... 18
4. BULGULAR .............................................................................................................. 23
5. TARTIŞMA ............................................................................................................... 30
6. SONUÇLAR .............................................................................................................. 38
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 39
TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................. 56
iii
KISALTMALAR
AAA
: Abdominal Aort Anevrizması
ACE
: “Anjiotensin Converting Enzimi”
AG
: Aminoguanidinin
ANP
: Atrial natriüretik peptit
AOS
: Anevrizmatik Osteoartritik Sendrom
AT
: Angiotensin
ATS
: Arteryel Tortiyozite Sendromu
DNA
: Deoksiribonükleik asid
EDS
: Ehler-Danlos Sendromu
EKGF
: Endotelial Kaynaklı Gevşetici Faktörü
eNOS
: Endotelial Nitrik Oksit Sentaz
EVE
: Endojen Vasküler Elastaz
FBN-1
: Fibrillin-1
GLUT
: Glukoz Transporter
iNOS
: İmmunolojik Nitrik Oksit Sentaz
KAH
: Koroner Arter Hastalığı
KF
: kistik fibrozis
LDS
: Loeys-Dietz sendromu
MHZK
: Miyozin hafifi zincir kinaz
MMP
: matriks metalloproteinaz
MS
: Marfan sendromu
MTHFR
: Metilen Tetrahidrofolat Redüktaz
nNOS
: Nöronal Nitrik Oksit Sentaz
NO
: Nitrik oksid
NOS
: Nitrik Oksit Sentaz
NOS
: Nitrik Oksit Sentaz
OD
: Otozomal Dominant
OR
: Otozomal Resesif
PAI-1
: Plazminojen aktivitör inhibitör-1
PAN
: Poliarteritis Nodosa
PDA
: Patetnt Duktus Arteriozus
iv
PKBH
: Polikistik Böbrek Hastalığı
SLE
: Sistemik Lupus Eritamatosus
SVH
: Serebrovasküler Hastalıklar
TAAA
: Torakoabdominal aort anevrizmasi
TGF
: “Transforming Growth Faktör”
t-PA
: “Doku palzminojen aktivatörü”
u-PA
: Ürokinaz Tip Plazminojen Aktivatörü
v
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1. Çalışma Grubu Yaş ve Cinsiyet Ortalamaları .................................................. 23
Tablo 2. Çalışma grubunun genetik faktörlerle ilişkisi .................................................. 26
Tablo 3. Diseksiyon grubunun genetik faktörlerle ilişkisi ............................................. 29
vi
AORT DİSEKSİYONU VE ANEVRİZMASI GELİŞİMİ İLE GENETİK
FAKTÖRLERİN İLİŞKİSİ
ÖZET
Amaç: Aort diseksiyonları ve anevrizmaları farklı hastalıklar olmakla birlikte uygun
tedavi ve takipleri yapılmaması halinde mortalite ve morbiditeleri yüksektir.
Çalışmamızda; aort diseksiyonu ya da anevrizması ile kliniğimizde takip ve tedavi
edilen hastaları inceleyerek diseksiyon ve anevrizma gelişimi ile anjiotensin converting
enzimi (ACE) ve ACE gen polimorfizmi, metilen tetrahidrofolat redüktaz (MTHFR)
C677t gen mutasyonu, plazminojen aktivatör inhibitör-1 4G/5G (PAİ-1 4G/5G) gen
mutasyonu, nitrik oksit sentaz (NOS3) intron 4 ve NOS3 G894T gen polimorfizmi
arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntemler: Çalışmamıza Nisan 2009- Temmuz 2014 tarihleri arasında
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı’nda aort
diseksiyonu ve anevrizması tanısı ile takip ve tedavi edilmiş, 38’i aort diseksiyonu ve
67’si aort aenvrizması olan 105 hasta dahil edildi. Diseksiyon grubu Stanford
sınıflamasına göre Stanford tip A ve Stanford tip B olmak üzere iki gruba ayrıldı.
Çalışma grubu, bilgisayarlı tomografi ve/veya ekokardiyografi ile diseksiyon flebi
saptananlar ve aortun herhangi bir segmentinde normal çapın transvers ölçümde iki
yada daha fazla katına çıkanlar hastalardan oluşturuldu. Kontrol grubu ise, çekilen
torakoabdominal bilgisayarlı tomografi ile aort anevrizması yada diseksiyonu
saptanmayan sağlıklı gönüllülerden oluşturuldu. Marfan Sendromu, Behçet hastalığı
gibi anevrizma oluşumuna sebep olabilecek hastalık anamnezi olanlar, sendromik
fenotipe sahip bireyler çalışma dışında bırakıldı. İstatistiksel analizde Pearson Chi-kare
testi, Shapiro-Wilk testi, tek Yönlü Varyans Analizi, Tukey testi, Mann-Whitney U testi
kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamızda, diseksiyon ve anevrizma hastaları genetik polimorfizm
açısından incelendiğinde; diseksiyon grubu ile kontrol grubu arasında NOS3İ 4B/4B
gen polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmış olup, diseksiyon
grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda NOS3İ 4B/4B gen polimorfizmi
tespit edilmiştir. Anevrizma grubunda ise, kontrol grubuna kıyasla NOS3İ 4B/4A gen
vii
polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmış olup, anevrizma
grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda NOS3İ 4B/4A gen polimorfizmi
tespit edilmiştir. ACE I/D gen polimorfizmi anevrizma grubunda, D/D polimorfizmi ise
diseksiyon grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda görülmesine rağmen
gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. PAİ-1 4G/5G gen
polimorfizmi, MTHFR C677T gen mutasyonu ve NOS3G gen polimorfizmi yönünden
kontrol ve hasta grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmemiştir.
Sonuçlar: Yaptığımız çalışma ile; farklı hastalıklar olmakla birlikte uygun tedavi ve
takipleri yapılmadığında; mortalite ve morbiditesi yüksek olan diseksiyon ve anevrizma
hastalarının oluşumunda genetik faktörlerin önemini inceledik. Literatürde NOS 3İ gen
polimorfizmi ile aort diseksiyonu yada anevrizma gelişimi ile ilgili çalışma
bulunmamaktadır.
Çalışmamız sonucunda NOS3İ 4B/4B gen polimorfizminin
diseksiyon gelişimine, NOS3İ 4B/4A gen polimorfizminin ise anevrizma gelişimine
katkısının olduğunu saptadık. PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi, MTHFR C677T gen
mutasyonu ve NOS3G gen polimorfizmi ile diseksiyon ya da anevrizma gelişimine
katkısı olmadığını saptadık. Bu durumun etnisiteyle ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Aort anevrizması, aort diseksiyonu, genetik
viii
RELATIONSHIP BETWEEN GENETIC FACTORS AND
DEVELOPMENT OF AORTIC DISSECTION AND ANEURYSM
ABSTRACT
Objective: Although aortic dissection and aneurysms are distinct disorders, both have
high mortality and morbidity if not managed appropriately. In our study, it was aimed to
investigate relationships between development of aortic dissection and aneurysm and
angiotensin
converting
enzyme
(ACE)
and
ACE
gene
polymorphism,
methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) C677t gene mutation, plasminogen
activator inhibitor-1 4G/5G (PAI-1 4G/5G) gene mutation, nitric oxide synthase
(NOS3) intron 4 and NOS3 G894T gene polymorphism by reviewing patients with
aortic dissection and aneurysm who were managed in our clinic.
Patients and Methods: The study recruited 105 patients including 38 patients with
aortic dissection and 67 patients with aortic aneurysm who managed in Cardiovascular
Surgery department of Erciyes University, Medicine School between April, 2009 and
July, 2014. The dissection group was stratified into two subgroups as Standford type A
and Stanford type B based on Stanford classification system. The study group consisted
of patients with dissection flap detected by computed tomography and/or
echocardiography and those with aortic diameter ≥2 of normal in any segment in the
measurement of transverse diameter. Healthy volunteers without aortic aneurysm or
dissection on computed tomography were employed as control group. Patients with
disorders such as Marfan syndrome or Behçet's disease that may cause aneurysm and
those with syndromic phenotype were excluded. Statistical analyses were performed by
using Pearson chi-square test, Shapiro-Wilk test, one-way variance of analysis, Tukey
test and Mann Whitney U test.
Results: When the patients with dissection and aneurysm were evaluated regarding
genetic polymorphism, it was seen that there was statistical significant difference in
NOS3I 4B/4B gene polymorphism between dissection and control groups with higher
BOS3I 4B/4B gene polymorphism rate in dissection group. In aneurysm group,
significantly higher rate of NOS3I 4B/A gene polymorphism was detected when
compared to controls. When compared to controls, higher ACE I/D gene polymorphism
ix
rate was detected in the aneurysm group while higher D/D polymorphism rate was
detected in dissection group; however, the differences didn't reach statistical
significance. No significant differences were detected in PAI-1 4G/5G gene
polymorphism, MTHFR C677T gene mutation and NOS3G gene polymorphism among
groups.
Conclusions: In the present study, we evaluated value of genetic factors in the
development of aortic dissection and aneurysm which have high mortality and
morbidity if not managed appropriately. To best of our knowledge, there is no study
investigating relationship between NOS3I gene polymorphism and development of
aortic dissection or aneurysm. Based on results obtained, we found that NOS3I 4B/4B
gene polymorphism contributes to development of dissection whereas NOS3I 4B/4A
gene polymorphism to development of aneurysm. We also found that PAI-1 4G/5G
gene polymorphism MTHFR C67T gene mutation and NOS3G gene polymorphism had
no involvement in the development of aortic dissection or aneurysm. We think that this
finding is related to ethnicity.
Keywords: Aortic aneurysm, aortic dissection, genetic
x
1. GİRİŞ ve AMAÇ
Aort diseksiyonları ve anevrizmaları farklı hastalıklar olmakla birlikte uygun tedavi ve
takipleri yapılmadığında; mortalite ve morbiditesi yüksektir. Aort anevrizmaları sıklıkla
dejenerasyon zemininde oluşmakla birlikte, diseksiyon, bağ dokusu hastalığı, künt
travma, aortit, mikotik enfeksiyon veya konjenital anomaliler gibi nedenlerden dolayı da
görülebilmektedir.
Aort diseksiyonu, aortik intimada oluşan yırtılma ve bu yırtılmayı takiben ilerleyen kan
akımının aort boyunca media tabakasını ayırması ve yalancı lümen oluşturması ile
karakterize bir patolojidir.
Literatür incelendiğinde;
aort diseksiyonu ve anevrizmalarının gelişimi ile genetik
faktörlerin ilişkisini inceleyen çalışmalar mevcuttur.
Biz kesitsel olarak yapmış olduğumuz bu çalışma ile; kliniğimizde aort anevrizması ve
aort diseksiyonu saptayarak takip ve tedavisini yaptığımız hastalarda; anevrizma ve
diseksiyon gelişimi ile ACE gen polimorfizmi, MTHFR C677T gen mutasyonu, PAİ-1
4G/5G gen mutasyonu, NOS3 İntron 4 ve NOS3 G894T gen polimorfizmi arasındaki
ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
1
2. GENEL BİLGİLER
Anevrizma; aortanın herhangi bir segmentinde, hastanın yaşı ve vücut yüzeyine göre
olması gereken normal çapın iki katı üzerinde anormal ve geri dönüşümsüz bir
genişleme göstermesidir (1). Aort anevrizmaları sıklıkla dejenerasyon zemininde
oluşmakla birlikte, diseksiyon, bağ dokusu hastalığı, künt travma, aortit, mikotik
enfeksiyon veya konjenital anomaliler gibi nedenlerden dolayı da görülebilmektedir.
Özellikle yaşlı popülasyonda görülen anevrizmalarda her zaman aterosklerotik zemin
bulunmamakta, varsa da sıklıkla aortanın medial tabakasını etkilemektedir. Bu
nedenlede “medial dejeneratif hastalık” olarak isimlendirilmektedir.
Aort diseksiyonu, aortik intimada oluşan yırtılma ve bu yırtılmayı takiben ilerleyen kan
akımının aort boyunca media tabakasını ayırması ve yalancı lümen oluşturması ile
karakterize bir patolojidir (2,3). Bu akut olay sırasında hastada anevrizma olması şart
değildir. İntimada yırtık olsun veya olmasın kan aort duvarında lokalize olarak
toplanırsa, bu intramural hematom olarak adlandırılır (4). Diseke olan aortada kanın
içinden aktığı iki adet lümen oluşur. Bunlar gerçek ve yalancı lümenlerdir. Aralarındaki
intimal membran flep olarak isimlendirilir. Diseksiyon genellikle primer başlangıç
noktasından distale doğru ilerler, distalde yeniden gerçek aort lümenine giriş yaparak
reentry dediğimiz bölgeyle sonlanabilir ya da kör bir cep şeklinde kalır (5). Çift aort
lümeni ve re-entry olsun ya da olmasın yalancı lümende anevrizmal genişleme mutlaka
vardır (6).
Anevrizma olgularının büyük kısmında neden bilinmemektedir. Bununla birlikte
Marfan sendromu(MS) gibi kalıtımsal geçiş, enfeksiyoz ajanlar, hipertansiyon, ileri yaş
ve sigara en sık sorumlu tutulan hadiselerdir (7-11). Anevrizma etyolojsinde en sık
2
izlenen sendrom MS’dur. MS, 15 numaralı kromozomdaki fibrillin genindeki defekte
bağlıdır ve otozomal dominant (OD) geçiş gösterir. MS dışında Ehlers-Danlos
sendromu (EDS), psödoksantoma elastikum, homosistinüri, Erdheim sendromu
(anuloaortik ektazi), Noonan sendromu, Klippel-Feil sendromu, frajil-x sendromu,
familyal hemorojik telenjiektazi, herediter polikistik böbrek hastalığı (PKBH), Turner
sendromu anevrizma oluşumuna yol açan sendromlardır (7).
Aort anevrizma ve diseksiyonu tüm dünyada ölüm nedenleri arasında 10.sıradadır. Ölen
hastaların %83’ü 65 yaşın üzerindedir (12). Anevrizmalı hastalarda en sık ölüm nedeni
anevrizma rüptürüdür. Türkiye’de 60-80 yaş grubunda anevrizma görülme sıklığının
%1,5 olduğu saptanmıştır. Ülkemizin verilerine göre; aort anevrizmalı hastaların %91.6
sigara içmektedir (13).
Aort diseksiyonlarına bağlı ölümler ortalama 63 yaşta iken Tip A diseksiyon ortalama
61 yaşında, tip B diseksiyonda ortalama 66 yaşında olmakta, anevrizma rüptürüne bağlı
ölümler ise 70’li yaşlarda pik yapmaktadır.
Aort diseksiyonu ve aort anevrizmaları erkeklerde kadınlara oranla 3-8 kat daha fazla
görülmektedir. Aort diseksiyonu insidansı ise anevrizma sıklığından daha nadir olmakla
birlikte yılda 5-10/1000.000 olarak saptanmıştır (12). Bickerstaff ve arkadaşlarının
Rochester Minnesota’da yaptığı çalışmada abdominal aort anevrizmalarının sıklığının
yılda 21/100.000 olarak tespit etmişlerdir (13).
Aort anevrizmalarının genetik ile ilişkisi incelenirken anevrizmalar sendromik ve nonsendromik anevrizmalar olarak iki ana gruba ayrılabilir (14). Sendromik aortik
anevrizmalar; marfan MS, Loeys-Dietz sendromu (LDS), anevrizmatik osteoartritik sendrom
(AOS), arteryel tortiyozite sendromu (ATS), EDS ve Transforming growth faktör (TGF) -beta
mutasyonu olan hastalarda gelişir (14-17). Non sendromik aort anevrizmaları; aile bireyleri
arasında birden çok kişiyi etkileyen aort anevrizmaları ve sporadik olarak ailede tek bir
bireyi etkileyen anevrizmalar olarak ikiye ayrılır. Ailesel aort anevrizmaları tipik olarak
daha erken yaşlarda görülürler. Ayrıca çap artış hızları, dislipidemi, koroner arter
hastalığı gibi risk faktörlerinden bağımsızdır (18-20). Non sendromik aort anevrizmaları
primer olarak aort kökünden torasik aortanın başlangıcına kadarki kısmını tutarlar.
Genetik olarak heterozigotturlar. Hepsi OD geçişli olan 5 genetik mutasyon
saptanmıştır. Bunlar MYH 11, TGF Beta R1 ve R2, MYLK, ACTA 2 dir.
3
Ayrıca anevrizma yada diseksiyon gelişimi ile ACE gen polimorfizmi, MTHFR C677T
gen mutasyonu, PAİ-1 4G/5G gen mutasyonu ve NOS 3G gen polimorfizmlerinin
ilişkisi araştırılmaktadır.
2.1. AORT DİSEKSİYONLARINDA SINIFLANDIRMA
Aort diseksiyonlarında klinik olarak semptomlar başladıktan sonraki iki haftalık süreye
'akut dönem' adı verilir. Tedavi edilmemiş hastalarda, ölümlerin %74'ü bu 2 haftalık
süre içinde gerçekleşir. 2 aydan sonra meydana gelmiş ise ‘kronik’, 2 hafta-2ay arasında
ise son zamanlarda sıkça kullanıldığı üzere ‘subakut diseksiyon’ denir (6).
Değişik sınıflandırmalar olmakla birlikte; De Bakey anatomik özelliklere göre yapılan
bir sınıflama iken Stanford sınıflaması fonksiyonel ve klinik bir sınıflamadır. De Bakey
sınıflamasına göre proksimal aortadan başlayıp tüm aortayı tutan diseksiyonlar Tip I,
sadece asendan aortayı tutanlar Tip II, sadece desendan aortayı tutanlar ise Tip III aort
diseksiyonları olarak adlandırılır. Eğer diseksiyon diafragmanın üzerinde kalmışsa Tip
IIIa, diafragmayı da geçip abdomen ilerliyorsa Tip IIIb adını alır. Stanford sınıflamasına
göre çıkan aortayı tutan lezyonlar Tip A, İnen aortayı tutan lezyonlar Tip B olarak
sınıflandırılır.
Şekil 1. Stanford Sınıflaması
4
DeBakey sınıflaması:
Tip I: Çıkan aorta, aortik arkus ve inen aorta
Tip II: Sadece çıkan aorta
Tip III: Sadece inen aorta
Stanford sınıflaması:
Tip A: Çıkan aorta veya Çıkan aortik arkus ve inen aorta diseksiyonları
Tip B: İnen aorta diseksiyonları
Şekil 2. Stanford ve De Bakey Sınıflamaları
(Edited by John A. Elefteriades, CRC Press, Taylor & Francis Group, 6000 Broken
Sound Parkway NW, Suite 300, Boca Raton, FL 33487-2742 © 2007, Acute Aortic
Disease, International Standard Book Number-13: 978-1-4200-1976-6 (eBook - PDF))
2.2. AORT DİSEKSİYONLARINDA VE ANEVRİZMALARINDA GENETİK
Aort anevrizmalarının genetik ile ilişkisi incelenirken anevrizmalar sendromik ve nonsendromik anevrizmalar olarak iki ana gruba ayrılabilir (14).
2.2.1. Sendromik Aort Anevrizmaları
Hipokrat Milattan önce 400 yılında ilk defa kanama ve kolay ekimoz olusumunun eşlik
ettigi Ehler-Danlos’ la klinik olarak bağlantılı sendromu tanımlamıştır. 1901 yılında
Danimarkalı dermatolog Ehler ve 1908 yılında Fransız tıp doktoru Danlos bu hastalığın
ilk klinik tanımlamasını yapmışlardır. 1896 yılında Antoni Marfan, uzun ekstremite ve
parmakları olan bir kız çocuğunda herediter konnektif doku hastalığını tanımlamış ve
yayınlamıştır (15). Bundan 50 yıl kadar sonra asenden aortada anevrizma oluşumunun
5
da tanımlanmasıyla MS tam olarak tanımlanmıştır. 2006 yılında, Loeys ve Dietz kendi
isimleriyle anılan malign arteryel dilatasyon ve yüz deformitelerinin eşlik ettiği
sendromu tanımlamışlardır (16). Bu, torasik aort anevrizmalarının genetik olarak
heterozigot geçisini gösteren ilk yayındır.
Sendromik aortik anevrizmalar; MS, LDS, AOS, ATS, EDS ve TGF-beta mutasyonu
olan hastalarda gelişir (14-17).
2.2.1.1. Marfan Sendromu (MS)
En iyi bilinen aortik anevrizma sendromudur ve fibrillin-1 (FBN-1) genindeki
heterozigot mutasyon nedeniyle oluşur. Dünya genelinde 1/5000 oranında ve her iki
cinsiyette eşit olarak
görülür. MS klinik olarak aortada anevrizma ve diseksiyon
gelişimine, kalpte mitral ve aort kapakta yetmezlik oluşumuna, gözlerde ektopia lentis
oluşumuna ve kas-iskelet sisteminde aşırı büyümeye neden olan multisistemik bir
hastalıktır.
MS tanısı Ghent kriterleri, aile öyküsü ve FBN-1 geninde mutasyon arastırılması ile
konulur. Hastaların büyük kısmında, hastalığa FBN-1 genindeki mutasyon sebep olur.
Bu gen, FBN-1 adı verilen ekstreselluler matriks proteinini kodlar (21). Günümüze
kadar 600’den fazla FBN-1 mutasyonu tanımlanmıştır. Bunlar sessiz mutasyonlar,
delesyonlar ve insersiyonlariı içermektedir (22).
2.2.1.2. Loeys-Dietz Sendromu (LDS)
Daha önceden MS’nin bir alt grubu olarak adlandırılan bu hastalar, FBN-1 geninde
mutasyon saptanmaması nedeniyle günümüzde bu isimle sınıflandırılmaktadır (23,24).
LDS, multisistemik tutumlu olan, OD geçisli bir bağ dokusu hastalığıdır (25). Hastalar
hipertelorizm, kraniosinositoz ve yarık damak gibi tipik dismorfik bulguları olanlar Tip
1 LDS, hipertelorizm, yumusak-translusent deri, kanamaya eğilim ve atrofik skar
dokusuna sahip olanlarsa Tip 2 LDS olarak sınıflandırılmaktadır. Her iki gruptada erken
ve hızlı sinus valsalva seviyesinden köken alan ve torasik aortaya kadar uzanım
gösteren aort anevrizma gelişimi vardır (26).
LDS’ye 3. Kromozom (% 75 oranında ) ve 9. Kromozomda (%25 oranında) meydana
gelen TGF-beta genindeki mutasyon sebep olur. TGF-beta reseptör-1 ve TGF beta
6
reseptör-2 genindeki mutasyonlar hücre içi sinyal iletiminde upregulasyona sebep
olmakta ve anevrizma oluşumuna sebep olmaktadır (24,26).
2.2.1.3. Anevrizmatik Osteoartrit Sendromu (AOS)
AOS, yeni tanımlanmış, OD geçişli, atipik osteoartrit ve dismorfik vücut yapısı ile aort
anevrizmasının görüldüğü bir hastalıktır. Torakoabdominal aort anevrizması (TAAA)
olan hastalarda AOS sıklığı %2’dir. AOS, 15. Kromozom üzerinde bulunan Smad-3
geninde meydana gelen mutasyon sonucunda olusur. Bu gen, hücrede sinyal iletiminde
görevli olan TGF-beta’da down regulasyona sebep olur (27). Smad-3 genindeki bu
mutasyon aort anevrizma ve diseksiyonu gelişimine, arteryel tortiyoziteye, erken
başlayan osteoartrit ve deri anomalilerine sebep olur. Esas olarak anevrizmalar sinus
valsalva seviyesinde olmakla birlikte, abdominal aortada ve / veya splenik, common
iliak, mezenterik, renal, vertebral ve pulmoner arterlerde de oluşabilir. Tüm AOS
hastalarında anevrizma gelişimine ek olarak; kadife görünümünde cilt yapısı, strialar ve
umblikal/inguinal herniler birlikte görülür.
Ayrıca tüm olgularda osteokondritis
dissekans, menüsküs bozuklukları, intervertebral disk dejenerasyonları ve erken oluşan
osteoartrit rapor edilmiştir (28). Ayrıca serebrovasküler hastalıklar (SVH), konsantrik
sol ventrikul hipertrofisi saptanmıştır. Bu hastalar, normotansif olmalarına rağmen sol
ventrikül hipertrofisi oluşur (29).
2.2.1.4. Arteriyel Tortiyozite Sendromu (ATS)
ATS, 20. Kromozomdaki SLC 2A 10 geninde mutasyonla oluşan, otozomal resesif
(OR) olarak geçişli bir hastalıktır. Bu gen, ‘’glukoz transporter’’ (GLUT) 10 isimli
proteini kodlar (30-32). GLUT 10, TGF beta’nın doğal inhibitörüdür. SLC 2A 10
geninde oluşan mutasyon TGF beta sinyalinde upregulasyona sebep olur.
Klinik olarak ATS’li hastalarda araknodaktili, eklemlerde laksisite ya da kontraktur,
hipertelorizm, yarık damak, bifid uvula, mikrognati, düşük palpabrel fissür, arteriyel
tortiyozite ve anevrizma formasyonu ile karşımıza çıkarlar (30).
2.2.1.5. Ehler Danlos Sendromu Tip 4 (EDS TİP4)
EDS Tip 4, OD geçişli bir hastalıktır. COL 3A1 geninde mutasyon sonucunda oluşur
(33). İnce, kolay ekimoz oluşumuyla karakterize translusent deri bulunur. Çocukluk
7
çağında inguinal herniler, pnömotoraks ve tekrarlayan eklem ve kalça çıkıkları
yaygındır. Vasküler anevrizma ve diseksiyon oluşumu, gastrointestinal perforasyonlar
erişkinde ortaya çıkan bulgulardır. EDS tip-4 tanısı klinik bulgular (major yada minor
tanı kriterleri), genetik yada protein testlerle konulur (34). Damar yapısının frajil olması
nedeniyle cerrahi girişimler risklidir.
Günümüze kadar COL 3A1 geninde en az 700 tip mutasyon saptanmıştır. Bu
mutasyonların büyük kısmı ‘’missed mutasyonlar’’ şeklindedir. Az bir kısmındaysa
genomik delesyonlar görülmektedir (34). Biyokimyasal testlerse, klinik olarak tanı
almış ancak mutasyon saptanamamış hastalarda deri biyopsisi ve hücre kültürü
uygulanarak konulur.
2.2.1.6. Tgf Beta-2 Mutasyonu
TGF beta 2 (1q41) geni, TAAA’na sebep olduğu tanımlanan en sık gendir. TGF beta 2
gen mutasyon taşıyıcıları torasik aort hastalıklarına yol açan benzer sendromlarla
birliktedir. Bu sendromlar aort kök anevrizmaları, SVH, arteryel tortiyozite ve iskelet
deformiteleri (pektus deformiteleri, eklem hiperfleksibilitesi, skolyoz, araknodaktili…
vb) ile birliktedir. Aort hastalıklarının ortalama ortaya çıkış yaşı 35’dir ve büyük kısmı
sinüs valsalva anevrizmaları şeklindedir. Ortalama anevrizma çaplarıda 4,7-5,4 cm
civarındadır (35).
2.2.2. Non Sendromik Aort Anevrizmaları
Non sendromik aort anevrizmaları; aile bireyleri arasında birden çok kişiyi etkileyen
aort anevrizmaları ve sporadik olarak ailede tek bir bireyi etkileyen anevrizmalar olarak
ikiye ayrılır. Bu gruptaki anevrizmalar tipik olarak daha erken yaşlarda görülürler.
Ayrıca çap artış hızları, dislipidemi, koroner arter hastalığı gibi risk faktörlerinden
bağımsızdır (18-20). Non sendromik aort anevrizmaları primer olarak aort kökünden
torasik aortanın başlangıcına kadarki kısmını tutarlar. Genetik olarak heterozigotturlar.
Hepsi OD geçişli olan 5 genetik mutasyon saptanmıştır. Bunlar MYH 11, TGF Beta R1
ve R2, MYLK, ACTA 2 dir.
8
2.2.2.1. MYH 11 Mutasyonu
MYH 11 genindeki mutasyon (kromozm 16 p 13.11) non sendromik aort
anevrizmalarının % 2 sini oluşturmaktadır ve genellikle ‘’Patent duktus arteriozus’’ ile
ilişkilidir (36). Bu gendeki mutasyon aktin myozin etkileşimini etkilemektedir. Splite
site mutasyonu şeklinde görülür (19).
2.2.2.2. Acta 2 Mutasyonu
Aort anevrizmalarına sebep olan en sık mutasyondur ve tum ailesel aort anevrizmaların
% 10-15’ini oluşturur. Heterozigot mutasyonlardır. ACTA 2 geni düz kas hücre proteini
olan aktin alfa-2 yi kodlar. Vasküler düz kas hücrelerindeki spesifik izoformu, beta
miyozin ağır zinciri ile birlikte hücre kasılmasında görevlidir (20). ACTA 2 geni, 10.
Kromozomda (10q23.21) lokalizedir. Bu güne kadar 30’a yakın mutasyon saptanmış
olup bunların da yarısında aortik anevrizmalar görülmektedir. Anevrizmaların
oluşumunda genelikle missed mutasyonlar saptanır (20, 36-42). Bu hastalarda genelde
aort diseksiyonları da karşımıza çıkmaktadır (20). ACTA 2 mutasyonlu hastalarda aort
anevrizma rüptürü genellikle 5 cm’nin altında gelişmektedir. Bu nedenle, aort çapındaki
küçük değişiklikler saptandığında erken cerrahi girişim önerilmektedir.
Histolojik olarak, ACTA-2 mutasyonlarında vasküler düz kas hücre hiperplazisi
gösterilmiş ancak hipertrofisi saptanmamıştır (36).
2.2.2.3. MYLK Mutasyonu
MYLK geni, 3. Kromozomda ( 3q21.1) lokalizedir. Tüm aort anevrizmalarındaki
mutasyonların % 1’ni oluşturur. MYLK’daki mutasyon, miyozin hafif zincir kinazı
(MHZK) kodlar. MHZK, miyozin 2 fosforilasyonunda görevli bir kinazın
ekspresyonunu hedef almaktadır (43). MYLK mutasyonları OD kalıtım gösterir ve
haploid özellik taşır. Bu mutasyon diseksiyon oluşumuna sebep olmaktadır (44).
2.3. OTOZOMAL DOMİNANT POLİKİSTİK BÖBREK HASTALIĞI
Vakaların % 85’inde polikistik böbrek hastalığı (PKBH) geninde oluşan mutasyonla
gelişir. İntrakranial anevrizmalar, ekstermite anomalileri, aortik kök anevrizmaları ve
aort diseksiyonları, koroner arter anevrizmaları, mitral kapak prolapsusu, ve karın
9
duvarı hernileri diğer ek anomalilerdir (45-47). Diseksiyon gelişen hastalarda patolojik
incelemede kistik miksoid dejenerasyon gösterilmiştir. Ayrıca bu hastalarda primer
kollajen defektinin rolünü desteklemektedir (48). PKBH 1 ve PKBH 2 genleri polisistin
1 ve polisistin 2 proteinlerini kodlarlar. Bu proteinler kalsiyum iyonunun transportunda
görevlidirler. Her iki proteinde vasküler düz kas hücrelerinde, aorta ve diğer majör
damar
endotelinde
bulunurlar.
Bu
genlerdeki
mutasyonlar
kalsiyum
iyon
dengesizliklerine sebep olmaktadir (49,50). Ayrıca bu genlerin mutasyonu sonucunda
vasküler düz kas hücrelerinde proliferasyon ve apopitoziste artiş olduğu gösterilmiştir.
PKBH 1 ve PKBH 2 ‘ nin boş allelinin bulunduğu fare embriyolarında ölümcül
fenotiple karakterize diffüz vasküler rüptür ve hemorajiler oluştuğu gösterilmiştir (49).
2.4.
ANJİOTENSİN
CONVERTİNG
ENZİMİ
(ACE)
ve
ACE
GEN
POLİMORFİZMİ
Angiotensin (AT) I’in fizyolojik bir yolu yoktur (51,52). AT II arterioller üzerinde
direkt etkisi olan kuvvetli bir vazokonstriktördür. Ayrıca direkt olarak renin
salgılanmasını inhibe eder ve aldesteron salgılanmasını başlatır (53,54,55). AT I’in AT
II’ye dönüşümü başta akciğer olmak üzere birçok dokuda bulunan bir değiştirici
(converting) enzim aracılığı ile olur. “AT I Converting Enzimi” vasodilatör kininlerin
parçalanmasına ve AT II’nin oluşturulmasına sebep olur (56, 57, 58). AT II hücrelerin
+2
yüzeysel reseptörlerine bağlanarak Ca ’un hücreye girişini ve fosfolipid alışverişini
uyarır. ACE’nin bir parçası olduğu renin-angiotensin sistemi periferal vasküler sistemin
yapısı ve fonksiyonunda önemli etki göstermektedir. Renin-angiotensin sistemi, volüm
yetersizliği durumlarında aldosterona bağlı Na
+1
retensiyonunu sağlayarak; volümün
uygun bulunduğu hallerde de aldosterona bağlı Na
+1
retansiyonunu azaltarak dolaşan
kan miktarının sabit kalmasını temin eder. Kalp kasları üzerinde yapıcı bir etkisi
bulunmasından dolayı ve arteryel konstriksiyona sebep olup kan basıncını da
etkilenmesinden dolayı AT II hormonu kardiovasküler sistem için çok önemlidir (52,
59, 60, 61). AT II hormonunun yapımında ve fonksiyonunda görev alan genler arasında
ACE’yi kodlayan ACE geni ve iki hücre yüzeyi reseptörleri yani AT tip I ve tip II
reseptörlerini kodlayan AT1 ve AT2 genleri yer alırlar (62,63). Gittikçe artan kanıtlar
angiotensin sisteminin miyokard, yağ dokusu iskelet kası gibi birçok dokularda yerel
olarak bulunduğunu ve metobolik bir rol üstlendiğini belirtmektedir. Bu genler
10
kardiyovasküler sistemde de eksprese edilirler (64,65). Bu yerel sistemleri doku
metabolik cevabına olan etkisi ACE inhibitör tedavisinin iskemi esnasında miyokard
fonksiyon ve yaşamını korumak için niye kullanılabileceğini ortaya çıkartmaktır. Reninangiotensin sistemi genlerinin potansiyel önemi kardiovasküler sistemin egzersize olan
adaptasyonunu kontrol etmesidir (65).
İnsan ACE geninin intron 16 kısmında polimorfik insersiyon/delesyon değişkenliğinin
olduğu 15 sene önce gösterilmiştir ve iki allelden birinde fazladan bir 287-bp parçanın
olduğu saptanmıştır (109). Bu fazla fragman ACE I allelidir ve bu fragmanın olmayışı
ACE D allelidir. ACE delesyon/delesyon (D/D) genotipini taşıyan kişiler kalp dokusu,
plazma lenfositlerde ACE insersiyon/insersiyon (I/I) genotipini taşıyan kişilere nazaran
daha fazla ACE aktivitesi göstermektedirler (66). Kalp dokusundaki ACE aktivitesinin
daha fazla olması daha yüksek AT II seviyesine ve böylelikle koroner arter
hastalıklarına yol açmaktadır (67,68). Yine delesyon alleli için homozigot olan kişilerde
egzersizden sonra “atrial natriüetik peptid” (ANP) seviyesinin daha fazla olduğu yani
kalpte sodyum düzeyini arttıran peptidin çoğaldığı ve kardivasküler problemlerin
oluşma riskinin fazlalaştığı görülmüştür (69). İnsan dokularında ve özellikle iskelet
kaslarında lokal renin-angiotensin sistemlerinin bulunduğu ve bunların metabolik
görevleri olduğu hakkında yeni bulunan deliller vardır (70).
2.5. MTHFR C677T MUTASYONU
MTHFR vücudun amino asit metabolizmasında görev alan MTHFR enzimini
simgelemektedir.
Bu
enzim;
5,10-Metilentetrahidrofolatın
5-Metiltetrahidrofolat
dönüşümünü katalizlemektedir. 5-Metiltetrahidrofolat, çok aşamalı homosisteinin
metiyonin dönüşümünde kosubstrat olarak görev alır. Metiyonin daha sonra protein ve
diğer önemli bileşiklerin yapımında kullanılmaktadır (71). MTHFR geninde genetik
mutasyonların meydana gelmesi , bu enzimin üretilmesini engellemektedir ve
sonucunda kan plazmasında normalden fazla homosistein seviyesine sebep olmaktadır.
Fazla homosistein seviyesinin homosistinüri ilişkili sağlık problemelerine (oklüzif
vasküler hastalıklar, kolon kanseri, nöral tüp defekti, akut lösemi...v.b.)sebep olduğu
gözlemlenmiştir (72). Homosistinüri hastalarında MTHR geninde yaklaşık 24 adet
mutasyona rastlanmıştır. Bu mutasyonlar içerisinde; C677T ve A1298C tek nükleotit
11
polimorfizmleri, dünya genelinde birçok popülasyonda diğer mutasyonlara göre daha
yaygın olarak bulunmaktadır.
C677T varyantında MTHR geninin 677. pozisyonunda bulunan sitozin nükleotidi timin
ile yer değiştirmiştir. Bunun sonucunda MTHFR enziminde meydana gelen değişim,
enzimi termolabil bir yapıya sokar, aktivitesinin yüksek sıcaklıklarda düşmesine sebep
olur ve kandaki homosistein seviyesini arttırarak homosistinüri ilişkili problemelere
sebep olmaktadır (73).
Homosisteininemi sonucunda arteryel yapılardaki “endojen vasküler elastaz” (EVE)
miktarında artış olduğu gösterilmiştir. EVE artışına yol açan hiperhomosisteinemi aort
dokusundaki internal elastik lamina fragmantasyonuna neden olmaktadır. Bu durum
anevrizma ve aterosklerotik oklüzyon gelişimine neden olmaktadır (74).
2.6.
PLAZMİNOJEN
AKTİVATÖR
İNHİBİTÖR-1(PAI-1)
ve
GENETİK
MUTASYONU
PAI-1, plazmada plazminojen aktivasyonunun esas inhibitörüdür. Doku palzminojen
aktivatörü (t-PA) ile bileşik oluşturan tek inhibitördür. Hem t-PA’ yı hem de ürokinaz
tip plazminojen aktivatörü (u-PA)’ nü hızla inaktive eder. t-PA ve u-PA ile etkileşimi
diğer aktivatör inhibitörlerinden daha fazladır.
PAI-1, serpin ailesinin üyesidir. Tek zincir glikoprotein yapısındadır ve molekül ağırlığı
52 kD’dur. 379 amino asit içerir. Sistein rezidüsü bulundurmaz dolayısıyla disülfid
bağları yoktur. Buna karşılık metioninden zengindir. Metioninden zengin olması
nedeniyle oksidan ajanlara duyarlıdır ve bu ajanlarla geri dönüşümsüz olarak inaktive
olur. Sistein rezidülerinin olmaması ise aktif PAI-1’ in biyolojik olarak instabil
olmasına neden olur (75).
PAI-1 damar duvarı (endotelyal hücreler, düz kas hücreleri), makrofajlar, karaciğer,
dalak ve adipoz doku tarafından sentezlenir. Plazmada ve diğer biyolojik sıvılarda, aktif,
inaktif ve latent PAI-1 olmak üzere, üç boyutlu yapısı birbirinden farklı olan üç formda
bulunur.
İnsan PAI-1 geni 7. kromozom uzun kolu üzerinde (q21.3-q22) bulunmaktadır ve kistik
fibrozis (KF) lokusuna komşudur. Dokuz ekzon içeren 12.2 kb büyüklüğünde bir gendir
12
(76). En sık çalışılmış PAI-1 genetik varyantı, 4G/5G insersiyon/delesyon
polimorfizmidir. Bu polimorfizm, 4 veya 5 guanin nukleotid dizisine neden olur (4G
veya 5G) ve ortaya çıkan farklı alleller PAI-1 ifadelenmesinde değişikliklere yol açar
(77).
Fibrinolitik ve matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9) sistemlerinin her ikiside aort
diseksiyonlarına bağlı duvar remodellingi ile ilişkilidir. Majör fibrinolitik genler olan
PAI-1, t-PA, u-PA ile MMP-9 aortik diseksiyonun farklı dönemlerinde salınmaktadır.
Plazminojen aktivatörleri (PAs) makrofajlar tarafından kronik inflamatuvar alanda PAI1 ile birlikte sentez edilirler. Akut aort diseksiyonu döneminde PAI-1’in disseke aort
dokusunun media tabakasından salınımında artışa sebep olur. Diseksiyon gelişimine
bağlı oluşan duvar stresi, hematom oluşumu gibi faktörler endotel hücrelerinden ve
damar düz kas hücrelerinden PAI-1 upregülasyonuna sebep olmaktadır (78).
2.7.
NİTRİK
OKSİT
SENTEZİ
VE
NİTRİK
OKSİT
SENTAZ
GEN
POLİMORFİZMİ
Nitrik oksid (NO) lipofilik, kimyasal olarak stabil, reseptör bağımsız, bilinen en düşük
molekül ağırlıklı serbest radikal bir gazdır (79). 1980 yılında Furchgott ve Zawadzki
endotelial kaynaklı gevşetici faktörü (EKGF) keşfetmişlerdir (80). Daha sonra Palmer
ve arkadaşları EKGF’ nin kimyasal yapısının NO olduğunu ortaya koymuşlardır (81).
1987 yılında Hibbs ve arkadaşları NO’nun arginin aminoasidinden sentezlendiğini
bulmuşlardır (82).
L-arginin aminoasidinden NOS enzimi aracılığı ile sentezlenen NO, önemli bir endojen
vazodilatatördür. NO sentezine aracı olan NOS enziminin, nöronal NOS (nNOS),
immunolojik NOS (iNOS), endotelial NOS (eNOS) olmak üzere üç formu vardır
(79,83).
Endotelial NOS ve nöronal NOS devamlı aktif halde iken, iNOS devamlı aktif olarak
ortamda bulunmaz. iNOS toksik ya da enfeksiyöz uyarı ile aktif hale gelir. iNOS
kalsiyum bağımlı değildir. Fakat eNOS ve nNOS kalsiyum bağımlıdır. iNOS uyarı
sonucunda devamlı ve yüksek oranda NO sentezleyebilir. Böylece iNOS’ un sitotoksik
özelliği ortaya çıkar. eNOS ve nNOS ise küçük hacimde ve aralıklı olarak NO sentezler.
13
Bunlar NO’in moleküler iletici fonksiyonuna uygun olarak yüksek kontrol altında çalışır
(84).
NOS tarafından NO üretimi, inflamasyon ve anevrizma patojenezinde önemli bir rol
oynamaktadır (85). iNOS yoluyla olan NO üretimi birincil olarak inflamatuar hücreler
tarafından yapılır ve bu da elastini parçalayan ve ekstrasellüler matriksi bozan yüksek
NO düzeylerinin ve toksik ürünlerin oluşmasına neden olur (86). Aksine eNOS yoluyla
oluşan NO’in, vasküler sistemde vazodilatatör etkisiyle koruyucu etki yaptığı
bilinmektedir.
iNOS
tarafından
gerçekleştirilen
NO
üretiminin
seçici
bir
inhibitörü
olan
aminoguanidinin (AG) anevrizma genişlemesini sınırlandırdığı gösterilmiştir (85).
Ayrıca AAA’lı hastalarda eNOS geninin allel polimorfizmlerinde ve vasküler NO
üretiminin düşük olduğu bireylerde AAA’na yatkın olabileceği saptanmıştır (87).
Yapılan başka bir çalışmada ise serebral anevrizma formasyonunda, AG kullanılarak
yapılan NO inhibisyonu ile anlamlı azalma olduğu gösterilmiştir ve yüksek kan
basıncıyla da ilişkili bulunmuştur (88).
Kawasaki Hastalığı; çocukluk çağında görülen, koroner arter anevrizmalarıyla
karakterize vasküler inflamatuar hastalıktır. Bu hastalık, artmış NO düzeyi ile uyumlu
artmış üriner nitrit/nitrat ve iNOS kofaktörleriyle birliktelik gösterir. Kawasaki
hastalığında NO metabolitlerinin artan değeri, hastalığın şiddeti, seyri ve abdominal
aorta içindeki retrograt holodiastolik akım ile korelasyon gösterir (88). Bu bulgular
NO’in anevrizma oluşumundaki rolünün önemini göstermektedir.
eNOS geni kromozom 7q35-36’da lokalizedir ve 21 kb’lık 26 exon içerir (89). Bu
gende meydana gelebilecek bir varyasyon NOS enziminde fonksiyon değişikliklerine
yol açar ve devamında bir hastalık proçesi gelişebilir (90). DNA daki eNOS geni
varyasyonları ile vasküler hastalıklar arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için yapılmış
pek çok araştırma mevcuttur. Bugüne kadar koroner arter hastalığı, miyokard enfaktüsü,
hipertansiyon, inme ve renal hastalıklar gibi pek çok vasküler bozukluk eNOS geni
polimorfizmi ile ilişkili bulunmuştur (89). Ancak araştırma sonuçları ırklar arasında
değişkenlik gösterdiğinden spesifik genetik varyantların sadece belli ırklara özgü
olduğu düşünülebilir. eNOS geninin, yakın bir zamanda fonksiyonel olarak polimorfik
olduğu gösterilmiştir (91). Bu gen için çeşitli polimorfizmler tanımlanmış ve bu
14
polimorfizmlerin NOS sentezinde ve salınımında düzensizliğe, bunun sonucunda da
defektif vazodilatasyona neden olarak damar duvarının zayıflaması ile anevrizma
gelişimine zemin hazırlamaktadır (89).
15
3. HASTALAR VE YÖNTEMLER
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı’nın 07.04.2009 tarih ve 09/202 sayılı etik
kurul kararının ardından çalışmamıza başlandı. Çalışmamıza Nisan 2009- Temmuz
2014 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi
Anabilim Dalı’nda aort diseksiyonu ve anevrizması tanısı ile takip ve tedavi edilmiş,
38’i aort diseksiyonu ve 67’si aort aenvrizması olan 105 hasta dahil edildi. Diseksiyon
grubu Stanford sınıflamasına göre Stanford tip A ve Stanford tip B olmak üzere iki
gruba ayrıldı. Aort anevrizma ve diseksiyonu tanıları bilgisayarlı tomografi ve
ekokardiyografi ile konuldu. Diseksiyon flebi saptananlar ile aortun herhangi bir
segmentinde normal çapın transvers ölçümde iki yada daha fazla katına çıkanlar çalışma
grubuna dahil edildiler.
Kontrol grubu ise çekilen torokoabdominal bilgisayarlı tomografi yada transtorasik
ekokardiyografi ile aort anevrizması yada diseksiyonu saptanmayan 60 sağlıklı bireyden
oluşturuldu. MS, Behçet hastalığı gibi anevrizma oluşumuna sebep olabilecek hastalık
anamnezi olanlar, sendromik fenotipe sahip bireyler çalışma dışında bırakıldı.
Vacutainer ile alınan kan örneklerine el ile dokunulmamaya, eldiven ile çalışılmaya ve
numunenin iğne ile aktarılmamasına özen gösterildi. Her denekten alınan 5 ml kan
örneği 1/100 hacimde 0.5 mmol / L sodyum EDTA içeren tüp içinde +4 °C de
çalışmaya girinceye kadar saklandı.
İstatistiksel analiz SPSS.15 paket programı ile yapıldı. p değerinin < 0.05 olması
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Verilerin karşılaştırılmasında Pearson Chi-kare
16
testi kullanıldı. Olgular kontrol, anevrzima ve diseksiyon olmak üzere üç gruba ayrıldı.
Diseksiyon tanısı alan hastalar Stanford sınıflamasına göre Stanford tip A ve Stanford
tip B olmak üzere iki gruba ayrıldı. İstatistiksel analizde kontrol, hasta ve diseksiyon
grupları kendi içerisinde karşılaştırıldı. Daha sonra Stanford tip A ve Stanford tip B
diseksiyonu olan hastalar kendi içerisinde kıyaslandı ve istatistiksel değerlendirilmesi
yapıldı. Veriler IBM SPSS Statistics 21.0 istatistik paket programında değerlendirildi.
Özet istatistik olarak birim sayısı (n), yüzde (%), ortalama±standart sapma ( ̅
),
medyan (25.persentil-75.persentil) değerleri verildi. Sayısal değişkenlerin normal
dağılımı Shapiro-Wilk testi ile değerlendirildi. Gruplar arası karşılaştırmalar Tek Yönlü
Varyans Analizi, fark bulunması durumunda çoklu karşılaştırmaları ise Tukey testi ile
yapıldı. İki grup karşılaştırmalarında Mann-Whitney U testi kullanıldı. Kategorik
değişkenlerin karşılaştırılmasında ki-kare testinin exact yöntemi kullanıldı. p<0.05
değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
3.1. DNA İZOLASYONU
(İzolasyona başlamadan önce ısıtıcı blok 70 ⁰C' ye ayarlandı ve örnek sayısı x 100 µl
kadar elution Buffer 70 ⁰C 'de bekletildi)
1.
Ependorf tüpe 200 µl kan eklendi.
2.
200 µl Binding Buffer kan üzerine eklendi.
3.
40 µl Proteinase K eklendi.
4.
Vortex yapıldı.
5.
70 ⁰C' de 10 dk bekletildi.
6.
100 µl izopropanol eklendi.
7.
Kolonlu tüpe alındı.
8.
8000 g de 1 dk santrifüj edildi.
9.
500 µl İnhibitör Removal Buffer eklendi.
10. 8000 g de 1 dk santrifüj edildi.
17
11. 500 µl Wash Buffer eklendi.
12. 8000 g de 1 dk santrifüj edildi.
13. 500 µl Wash Buffer eklendi.
14. 8000 g de 1 dk santrifüj edildi.
15. Toplama tüpü değiştirilir ve max devirde 30 sn santrüfüj edildi.
16. Örnekler isim yazılı tüplere alındı.
17. 100 µl elution Buffer eklendi.
18. 3dk oda sıcaklığında bekletildi.
19. 8000 g de 1 dk santrifüj edildi.
20. -80 ⁰C 'ye kaldırıldı.
3.2. ÇALIŞMA PROĞRAMI
MTHFR C677T
10xPCR tamponu
5 µl
MgCl2 (1,5mM)
3 µl
dNTP (2,5mM)
3 µl
Primer forward (10pm)
3 µl
Primer reverse (10pm)
3 µl
Taq DNA polimeraz ( 1U/ml)
0,5 µl
DNA
2 µl
PCR PROGRAMI
94oC
2 dk
94oC
30 sn
62oC
30 sn
72oC
30 sn
72oC
7 dk
40 devir
18
RLFP
Buffer
2,5 µl
Hinf I enzimi (2,5U)
0,5 µl
DH2O
7 µl
PCR ürünü
15 µl
37oC’de 1 gece inkübe edilir
Çalışılan
Enzimi
PCR
Normal
Heterozigot
198 bç
MTHFR
Hinf I
C677T
198 bç
198 bç
175 bç
23 bç
PAI-1 4G/5G
10xPCR tamponu
5 µl
MgCl2 (1,5mM)
3 µl
dNTP (2,5mM)
2 µl
Primer forward (10pm)
1 µl
Primer reverse (10pm)
1 µl
Taq DNA polimeraz ( 1U/ml)
0,5 µl
DNA
2 µl
PCR PROGRAMI
94oC
3 dk
94oC
30 sn
60oC
30 sn
72oC
30 sn
72oC
1 dk
30 devir
19
Homozigot
175 bç
23 bç
RLFP
Buffer
2,5 µl
Bsl I enzimi (2,5U)
0,5 µl
DH2O
7 µl
PCR ürünü
15 µl
56oC’de 1 gece inkübe edilir
Çalışılan
Enzimi
PCR
Normal
Heterozigot
98 bç
PAI-1
Bsl I
4G/5G
98 bç
98 bç
77 bç
22 bç
NOS3 İntron 4
10xPCR tamponu
5 µl
MgCl2 (1,5mM)
3 µl
dNTP (2,5mM)
3 µl
Primer forward (10pm)
3 µl
Primer reverse (10pm)
3 µl
Taq DNA polimeraz ( 1U/ml)
0,5 µl
DNA
2 µl
PCR PROGRAMI
94oC
5 dk
94oC
1 dk
56oC
1 dk
72oC
1 dk
72oC
7 dk
35 devir
20
Homozigot
77 bç
22 bç
DEĞERLENDİRME
4b/4b genotipi
420 baz çifti
4b/4a genotipi
420+393 baz çifti
4a/4a genotipi
393 baz çifti
Çalışılan
Enzimi
NOS3
PCR
Normal
-
intron 4
420
NOS3 G894T
10xPCR tamponu
5 µl
MgCl2 (1,5mM)
3 µl
dNTP (2,5mM)
4 µl
Primer forward (10pm)
3 µl
Primer reverse (10pm)
3 µl
Taq DNA polimeraz ( 1U/ml)
0,5 µl
DNA
2 µl
PCR PROGRAMI
95oC
5 dk
95oC
1 dk
60oC
1 dk
70oC
1 dk
70oC
7 dk
30 devir
RLFP
Buffer
2,5 µl
Mbo I enzimi (2,5U)
0,5 µl
DH2O
7 µl
PCR ürünü
15 µl
37oC’de 1 gece inkübe edilir
21
Heterozigot
420
393
Homozigot
393
Çalışılan
Enzimi
PCR
Normal
Heterozigot
206
NOS3
Mbo I
G894T
206
206
119
87
Homozigot
119
87
ACE I/D
10xPCR tamponu
5 µl
MgCl2 (1,5mM)
3 µl
dNTP (2,5mM)
3 µl
Primer forward (10pm)
3 µl
Primer reverse (10pm)
3 µl
Taq DNA polimeraz ( 1U/ml)
0,5 µl
DNA
2 µl
PCR PROGRAMI
94oC
5 dk
94oC
1 dk
57oC
1 dk
72oC
2 dk
70oC
10 dk
30 devir
DEĞERLENDİRME
I/I genotipi
490 baz çifti
I/D genotipi
490+190 baz çifti
D/D genotipi
190 baz çifti
Çalışılan
Enzimi
PCR
Normal
ACE
-
-
490
22
Heterozigot
490
190
Homozigot
190
4. BULGULAR
Çalışmamızda olgular; kontrol, anevrizma ve diseksiyon grubu olarak üç sınıfa ayrıldı.
Diseksiyon grubu ise Stanford sınıflamasına göre tip A ve tip B olmak üzere iki gruba
ayrıldı. Çalışmaya, 67’si anevrizma, 38’i diseksiyon olan 105 hasta ve 60 sağlıklı
kontrol grubu dahil edildi. Anevrizma grubunun yaş ortalaması 62,97±11,35, diseksiyon
grubunun yaş ortalaması 55,02±10,72 ve kontrol grubunun yaş ortalaması 56,3±11,2 yıl
olarak bulundu. Yaş yönünden hastalar incelendiğinde anevrizma grubunun yaş
ortalaması diseksiyon ve kontrol gruplarından daha yüksek olup ortaya çıkan bu fark
istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001). Yaş; gruplara göre farklı bulunmasına
rağmen diğer değişkenler ile ilişkisinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Cinsiyet
yönünden hastalar incelendiğinde, kontrol grubunda kadın sayısı 19 (%31.7) , erkek
sayısı 41 (%68.3); anevrizma grubunda kadın sayısı 10 (14.9), erkek sayısı 57 (%85.1);
diseksiyon grubunda kadın sayısı 10 (%26.3), erkek sayısı 28 ( %73.7) olup, gruplar
istatistiksel olarak benzerdi (p>0.05). Çalışma grubunun yaş ve cinsiyet yönünden
dağılımı Tablo 1 ‘de verilmiştir.
Tablo 1. Çalışma Grubu Yaş ve Cinsiyet Ortalamaları
Kadın
Cinsiyet
Erkek
Yaş (yıl)
Ort. ±Ss
Kontrol
Grubu
n(%)
19
(31.7)
41
(68.3)
Anevrizma
Grubu
n(%)
10
(14.9)
57
(85.1)
Diseksiyon
Grubu
n(%)
10
(26.3)
28
(73.7)
56,3±11,2
62,97±11,35
55,02±10,72
23
p
p=0.77
p<0.001
Çalışma grubu PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi yönünden incelendiğinde;
kontrol
grubunda 13 (%21.7), anevrizma grubunda 23 ( %34.3) ve diseksiyon grubunda 11
(%28.9) hastada PAİ-1 4G/5G geni normal, kontrol grubunda 32 (%53.3), anevrizma
grubunda 32 (%47.8) ve diseksiyon grubunda 18 (%47.4) hastada PAİ-1 4G/5G geni
heterozigot,
kontrol grubunda 15 (%25.0), anevrizma grubunda 12 (%17.9) ve
diseksiyon grubunda 9 (%23.7) hastada PAİ-1 4G/5G geni homozigot olarak bulundu.
PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi yönünden hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Olguların PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi
yönünden dağılımı Tablo:2’de verilmiştir.
Çalışma grubu ACE gen polimorfizmi yönünden incelediğinde; kontrol grubunda 15
(%25.0), anevrizma grubunda 13 ( %14.9) ve diseksiyon grubunda 9 (%23.7) hastada
I/I; kontrol grubunda 27 (%45.0), anevrizma grubunda 34 (%50.7) ve diseksiyon
grubunda 11 (%28.9) hastada I/D; kontrol grubunda 18 (%30.0), anevrizma grubunda
20 (%29.9) ve diseksiyon grubunda 18 (%47.4) hastada D/D ACE gen polimorfizmi
saptandı. I/D gen polimorfizmi anevrizma grubunda, D/D polimorfizmi ise diseksiyon
grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda görülmesine rağmen istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).
Olguların ACE Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:2’de verilmiştir.
Çalışma grubu NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A gen polimorfizmi yönünden incelediğinde;
kontrol grubunda 50 (%83.3), anevrizma grubunda 45 ( %67.2) ve diseksiyon grubunda
32 (%84.2) hastada 4B/4B; kontrol grubunda 14 (%23.3), anevrizma grubunda 22
(%32.8) ve diseksiyon grubunda 6 (%15.8) hastada 4B/4A polimorfizmi saptandı.
Diseksiyon grubunda NOS3İ 4B/4B polimorfizmi yönünden kontrol grubuna oranla
istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05).
Anevrizma grubunda kontrol grubuna göre NOS3İ 4B/4A Polimorfizmi yönünden
istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05).
Olguların NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:2’de
verilmiştir.
24
Çalışma grubu NOS3G gen polimorfizmi incelendiğinde; kontrol grubunda 29 (%48.3),
anevrizma grubunda 35( %52.2) ve diseksiyon grubunda 22 (%57.9) hastada GG;
kontrol grubunda 23 (%38.3), anevrizma grubunda 29 (%43.3) ve diseksiyon grubunda
12 (%31.6) hastada GT; kontrol grubunda 8 (%13.3), anevrizma grubunda 3 (%24.5) ve
diseksiyon grubunda 4 (%47.4) hastada TT polimorfizmi saptandı. Kontrol ve hasta
grupları arasında NOS3G gen polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmadı (p>0.05).
Olguların NOS3G Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:2’de verilmişti
Çalışma grubu MTHFR C677T gen polimorfizmi yönünden incelendiğinde; kontrol
grubunda 24 (%40), anevrizma grubunda 31 (%46.3)
ve diseksiyon grubunda 16
(%42.1) hasta MTHFR C677T geni normal olarak saptandı.
Kontrol grubunda 34 (%56.7), anevrizma grubunda 34 (%50.7) ve diseksiyon grubunda
20 (%52.6) hastada MTHFR C677T geni heterozigot olarak saptandı.
Kontrol grubunda 2(%3.3), anevrizma grubunda 2(% 3.0) ve diseksiyon grubunda 2
(%3.6) hasta MTHFR C677T geni homozigot olarak saptandı.
MTHFR C677T gen polimorfizmi yönünden kontrol ve hasta grupları arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Olguların MTHFR C677T
Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:2’de verilmiştir.
25
Tablo 2. Çalışma grubunun genetik faktörlerle ilişkisi
Normal
Pai-1
Heterozigot
4G\5G
Homozigot
I/I
ACE
I/D
D/D
4B/4B
NOS3İ
4B/4A
GG
NOS3G
GT
TT
Normal
MTHFR
C677T
Heterozigot
Homozigot
Kontrol
Anevrizma
Diseksiyon
n(%)
n(%)
n(%)
13
23
11
(21.7)
(34.3)
(28.9)
32
32
18
(53.3)
(47.8)
(47.4)
15
12
9
(25.0)
(17.9)
(23.7)
15
13
9
(25.0)
(19.4)
(23.7)
27
34
11
(45.0)
(50.7)
(28.9)
18
20
18
(30.0)
(29.9)
(47.4)
50
45
32
(83.3)
(67.2)
(84.2)
10
22
6
(16.7)
(32.8)
(15.8)
29
35
22
(48.3)
(52.2)
(57.9)
23
29
12
(38.3)
(43.3)
(31.6)
8
3
4
(13.3)
(4.5)
(10.5)
24
31
16
(40.0)
(46.3)
(42.1)
34
34
20
(56.7)
(50.7)
(52.6)
2
2
2
(3.3)
(3.0)
(3.6)
26
p
p=0.590
p=0.219
P=0.048
P=0.395
P=0.948
Diseksiyon grubu Stanford tip A ve tip B alt grupları olarak PAİ-1 4G\5G gen
polimorfizmi açısından
incelendiğinde; Stanford Tip A diseksiyon grubunda 9 (
%27.3), Stanford tip B diseksiyon grubunda 2 (%40.0) hastada PAİ-1 4G\5G geni
normal; Stanford Tip A diseksiyon grubunda 15 ( %45.5), Stanford tip B diseksiyon
grubunda 3 (%60.0) hastada PAİ-1 4G\5G geni heterozigot; Stanford Tip A diseksiyon
grubunda 9 ( %27.3) hastada PAİ-1 4G\5G geni homozigot olarak saptandı. Stanford
tip B diseksiyon grubunda PAİ-1 4G\5G
geninde homozigot gen polimorfizmi
saptanmadı. PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi yönünden Stanford Tip A ve Tip B
diseksiyonu olan hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı
(p>0.05). Diseksiyon olgularının PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı
Tablo:3’de verilmiştir.
Diseksiyon grubu Stanford tip A ve tip B alt grupları olarak ACE gen polimorfizmi
açısından incelendiğinde; Stanford Tip A diseksiyon grubunda 9 ( %27.3) hastada I/I
gen polimorfizmi saptandı. Stanford tip B diseksiyon grubunda I/I gen polimorfizmi
saptanmadı. Stanford Tip A diseksiyon grubunda 9 ( %27.3), Stanford tip B diseksiyon
grubunda 2 (%40.0) hastada I/D gen polimorfizmi; Stanford Tip A diseksiyon grubunda
15 ( %45.3), Stanford tip B diseksiyon grubunda 3 (%60) hastada D/D gen polimorfizmi
saptandı. Stanford Tip A diseksiyon grubunda Stanford B grubuna kıyasla I/I, I/D ve
D/D polimorfizmi daha yüksek sayıda saptanmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmadı (p>0.05).
Diseksiyon olgularının ACE Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:3’de
verilmiştir.
Diseksiyon grubu Stanford tip A ve tip B alt grupları olarak NOS 3İ gen polimorfizmi
açısından incelendiğinde; Stanford Tip A diseksiyon grubunda 27 ( %81.8), Stanford tip
B diseksiyon grubunda 5 (%100) hastada NOS3İ 4B/4B gen polimorfizmi saptandı.
Stanford Tip A diseksiyon grubunda 6 ( %18.2) hastada NOS3İ 4B/4A gen
polimorfizmi saptandı. Stanford tip B diseksiyon grubunda NOS3İ 4B/4A gen
polimorfizmi saptanmadı. Stanford Tip A ve Tip B diseksiyonu olan hastalar arasında
NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A gen polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmadı (p>0.05).
27
Diseksiyon olgularının NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı
Tablo:3’de verilmiştir.
NOS3G gen polimorfizmi; Stanford Tip A diseksiyon grubunda 18 ( %54.4), Stanford
tip B diseksiyon grubunda 4(%0.513) hastada GG; Stanford Tip A diseksiyon grubunda
11 ( %33.3), Stanford tip B diseksiyon grubunda 1(%20.0) hastada GT; Stanford Tip A
diseksiyon grubunda 4 ( %12.1) hastada TT gen Polimorfizmi saptandı. Stanford tip B
diseksiyon grubunda TT gen polimorfizmi saptanmadı.
NOS3G gen Polimorfizmi yönünden Stanford Tip A ve Tip B diseksiyonu olan hastalar
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Diseksiyon
olgularının NOS3G Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:3’de verilmiştir.
Diseksiyon grubu Stanford tip A ve tip B alt grupları olarak MTHFR C677T gen
polimorfizmi açısından incelendiğinde; Stanford tip A diseksiyonu olan 14 (%42.4) ve
Stanford Tip B diseksiyonu olan 2 (%40.0) hastada MTHFR C677T geni normal olarak
saptandı.
Stanford tip A diseksiyonu olan 17 (%51.5) ve Stanford Tip B diseksiyonu olan 3
(%60.0) hastada MTHFR C677T geni heterozigot olarak saptandı.
Stanford tip A diseksiyonu olan 2 (%6.1) hastada MTHFR C677T geni homozigot
olarak saptandı. Stanford tip B diseksiyonlu hasta grubunda homozigot gen
polimorfizmi saptanmadı.
MTHFR C677T gen polimorfizmi yönünden diseksiyon alt grupları arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Diseksiyon olgularının MTHFR C677T
Gen Polimorfizmi yönünden dağılımı Tablo:3’de verilmiştir.
28
Tablo 3. Diseksiyon grubunun genetik faktörlerle ilişkisi
DİSEKSİYON TİPİ
PAİ
NORMAL
4G\5G
HETEROZİGOT
HOMOZİGOT
ACE
I/I
I/D
D/D
NOS3İ
4B/4B
4B/4A
NOS3G
GG
GT
TT
MTHFR
NORMAL
C677T
HETEROZİGOT
HOMOZİGOT
STANFORD
STANFORD
TİP A
TİP B
n(%)
n(%)
9
2
(27.3)
(40.0)
15
3
(45.5)
(60.0)
9
0
(27.3)
(0.0)
9
0
(27.3)
(0.0)
9
2
(27.3)
(40.0)
15
3
(45.5)
(60.09
27
5
(81.8)
(100)
6
0
(18.2)
(0.0)
18
4
(54.7)
(80.0)
11
1
(33.3)
(20.0)
4
0
(12.1)
(0.0)
14
2
(42.4)
(40.0)
17
3
(51.5)
(60.0)
2
0
(6.1)
(0.0)
29
P
p=0.567
P=0.567
P=0.570
P=0.529
P=1.000
5. TARTIŞMA
Aort anevrizma ve diseksiyonu tüm dünyada ölüm nedenleri arasında 10.sıradadır. Ölen
hastaların %83’ü 65 yaşın üzerindedir (87). Aort anevrizma ve diseksiyonlarının
gelişimi için riskin belirlenebilmesi, birçok hayatın kurtarılabilmesine ve sağlık
harcamalarında önemli kazançlara neden olabilecektir.
Aort anevrizma ve diseksiyonlarının etyolojisi multifaktöriyeldir. Anevrizma ve
diseksiyon oluşumu genetik ve çevresel faktörlerden etkilenir. AAA etiyolojisini
belirlemek için yapılan iki istatistiksel çalışmada AAA’nın major gen etkisi ile ortaya
çıkabileceği bildirmektedir (92). Benzer şeklide Shibamura ve ark. 233 aile üzerinde
yaptıkları çalışmada AAA ile iki gen (19q13 ve 4q31) arasında ilişkili olabileceğini
bildirmektedirler (93). AAA patogenezindeki genetik komponentin ortaya konabilmesi
için birçok araştırmacı aday gen kavramını benimsemiştir. Bu yaklaşım asıl olarak
anevrizma formasyonunda ve inflamatuar yanıtta rol oynayan anahtar enzimleri
kodlayan genleri içerir. Bu konuda literatürdeki araştırmaları incelediğimizde aday gen
olarak; elastin ve elastaz, kollojen ve kollojenaz ( MMP -1,-8 ve -13), metalloproteinaz
doku inhibitörleri, PAİ-1, interlökinler, ACE, MTHFR, NOS, platelet aktifleştirici
faktör,
insan
lökosit
antijenleri,
ve
inflamatuar
reseptörlerin
araştırıldıkları
görülmektedir. Bu araştırmalar incelendiğinde Jones ve ark MMP-9 polymorfizmini (C1562T) araştırdıkları 414 AAA’lı, 172 periferik vasküler hastalıklı ve 203 sağlıklı
kontol hastasında anevrizmalı grupta T allelinin anlamlı derecede fazla olduğunu
bildirmektedirler (94). Yine MMP’nin doku inhibitörleri üzerine yapılan iki çalışmada
AAA’lı hastaların allel frekansının kontrol grubundan anlamlı olarak farklı olduğunu
bildirmektedir (94, 95). PAI-1 damar duvarı (endotelyal hücreler, düz kas hücreleri),
30
makrofajlar, karaciğer, dalak ve adipoz doku tarafından sentezlenir. Plazmada ve diğer
biyolojik sıvılarda, aktif, inaktif ve latent PAI-1 olmak üzere, üç boyutlu yapısı
birbirinden farklı olan üç formda bulunur.
İnsan PAI-1 geni 7. kromozom uzun kolu üzerinde (q21.3-q22) bulunmaktadır ve KF
lokusuna komşudur. Dokuz ekzon içeren 12.2 kb büyüklüğünde bir gendir (96). En sık
çalışılmış PAI-1 genetik varyantı, 4G/5G insersiyon/delesyon polimorfizmidir. Bu
polimorfizm, 4 veya 5 guanin nukleotid dizisine neden olur (4G veya 5G) ve ortaya
çıkan farklı alleller PAI-1 ifadelenmesinde değişikliklere yol açar (77).
Louwrens ve arkadaşlarının yapmış oldukları hücre kültürü çalışmasında; abdominal
aorta düz kas hücrelerinin IL-1 beta ile sitümilasyonu sonucu t-PA ve u-PA
seviyelerinde azalma olduğunu göstermişlerdir. Yine bu çalışmada PAİ-1 4G/5G yada
4G/4G polimorfizmleri ile AAA arasında ilişki saptamamışlardır. Dawson ve
arkadaşlarının yapmış oldukları benzer bir çalışmada; PAİ-1 4G/4G gen polimorfizmli
hücrelerdeki PAİ-1 seviyelerinde artış olduğunu göstermişlerdir. Japonya, İskoçya ve
Yeni Zelanda’da yapılan çalışmalarda AAA ile PAİ-1 4G/4G gen polimorfizmlerinin
etnisiteler arasında farklılık gösterdiği saptanmıştır. Japon toplumunda AAA’lı
bireylerde PAİ-1 4G/4G gen polimorfizminin daha düşük olduğu saptanmıştır. İskoçya
ve Yeni Zelanda’da ise farklı etnik gruplarda AAA ile PAİ-1 4G/4G gen polimorfizmi
farklı sıklıkta saptanmıştır.
Jeremy I ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir çalışmada; PAİ-1 4G/5G gen
polimorfizmi ile AAA gelişimi arasında bir ilişki saptamadıklarını bildirmişlerdir. Yine
aynı çalışmada PAİ-1 4G/4G gen polimorfizmini anevrizma grubunda daha yüksek
oranda saptadıklarını bildirmişlerdir. (97)
Ericson ve arkadaşları, Jones ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmada anevrizma
çapındaki artış hızının PAİ-1 5G/5G geni olan bireylerde daha hızlı olduğunu
saptamışlardır. Yine Jones ve arkadaşları; PAİ-1 4G/5G geni ile anevrizma gelişimi
arasında ilişki olmadığını yayınlamışlardır (98).
Bizim çalışmamızda PAİ-1 4G/5G geni kontrol grubunda 13 (%21.7), anevrizma
grubunda 23 ( %34.3) ve diseksiyon grubunda 11 (%28.9) hastada normal, kontrol
grubunda 32 (%53.3), anevrizma grubunda 32 (%47.8) ve diseksiyon grubunda 18
31
(%47.4) hastada heterozigot, kontrol grubunda 15 (%25.0), anevrizma grubunda 12
(%17.9) ve diseksiyon grubunda 9 (%23.7) hastada homozigot olarak bulundu. PAİ-1
4G/5G Gen Polimorfizmi yönünden hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı. Bu durum literature ile karşılaştırıldığında, Louwrens ve
arkadaşları, Jones ve arkadaşları, Jeremy I ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmaları
destekler nitelikteydi.
ACE kodlayan gende insersiyon/delesyon (I/D) polimorfizminin varlığını araştıran
çalışmalar literatürde bulunmaktadır. İnsan ACE geninin intron 16 kısmında polimorfik
insersiyon/delesyon değişkenliğinin olduğu gösterilmiş ve iki allelden birinde fazladan
bir 287-bp parçanın olduğu saptanmıştır (99). Bu fazla fragman ACE I allelidir ve bu
fragmanın olmayışı ACE D allelidir. ACE delesyon/delesyon (D/D) genotipini taşıyan
kişiler kalp dokusu, plazma lenfositlerde ACE insersiyon/insersiyon (I/I) genotipini
taşıyan kişilere nazaran daha fazla ACE aktivitesi göstermektedirler (100). Kalp
dokusundaki ACE aktivitesinin daha fazla olması daha yüksek angiotensin II seviyesine
ve böylelikle koroner arter hastalıklarına yol açmaktadır (101,102).
ACE I/D gen polimorfizmi ile aort anevrizmaları arasındaki ilişki bazı araştırmalarla
incelenmiştir. İnflamatuar proseslerin ve metalloproteinazlar gibi proteolitik enzimlerin
aort anevrizmalarının patogenezinde rol oynayabileceği belirlenmiştir (103,104). Ayrıca
aort duvarının aterosklerozunun da anevrizma gelişimine katkıda bulunduğu
bilinmektedir (105). ACE DD genotipindeki hastalarda plazma ve kardiyak dokularda
ACE aktivitesi artmakta ve bu da yüksek anjiyotensin II seviyesine neden olarak
kardiyak ve vasküler dokularda remodelingle sonuçlanmaktadır (106,107). Pek çok
çalışma ile anjiyotensin II nin düz kas hücrelerinin proliferasyonu ve migrasyonunu
arttırarak vasküler remodelinge neden olduğu gösterilmiştir (108,109,110). Ayrıca, ACE
ateromatöz plaklar gibi aktif lezyonlarda fazlaca exprese edilmektedir (111). Aort
anevrizmaları ayrıca damar duvarındaki kollajen ve elastin gibi yapısal proteinlerin
yıkımı ile karakterizedir (112,113,114). Kollajen ve elastinin yıkımından T lenfositleri
ve makrofajların neden olduğu inflamatuar proses (115,116,117) ile bu hücrelerden
salınan proteolitik enzimler sorumlu tutulmuştur (104). Bunun da ötesinde, ACE DD
genotipine sahip bireylerin T lenfositlerinde yüksek ACE seviyeleri tespit edilmiştir
(118). Fatini ve arkadaşları 250 birey üzerinde yaptıkları araştırmada, ACE DD
genotipinin abdominal aort anevrizmaları için bağımsız bir risk faktörü olabileceğini
32
ortaya koymuşlardır (119). Pola ve arkadaşları da 236 birey üzerinde yaptıkları
incelemede benzer sonuçlar elde etmişler ve normotansif abdominal aort anevrizması
olan grupta ACE DD genotipini daha yüksek oranda tespit etmişlerdir (120). Hamano
ve arkadaşları ise 328 birey üzerinde yaptıkları araştırmada abdominal aort
anevrizmaları ile ACE DD genotipi arasında bir ilişki saptamadıklarını bildirmişlerdir
(121). Yeung ve arkadaşları ise abdomnal aort anevrizmalı bir grup hastayı yıllık
ultrasonografik incelemeyle takip etmişler ve ACE I/D gen polimorfizmi ile aort
anevrizması expansiyon hızı arasında bir korelasyon olmadığını tespit etmişlerdir (122).
Kalay ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada, 16 aort diseksiyonu olan hastayı
incelemişler ve 13 hastda ACE DD, 3 hasta da ACE I/D gen polimorfizmi
saptamışlardır (123).
Bizim çalışmamızda Fatini ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmanın aksine, kontrol
grubuna oranla anevrizma grubunda I/D gen polimorfizmi diseksiyon grubunda D/D
polimorfizmi yüksek oranda bulundu. Anevrizma grubundan elde edilen veriler, D/D
gen polimorfizmi yönünden Hamano ve arkadaşları’nın yapmış olduğu çalışmayı
destekler nitelikteydi.
Ayrıca çalışmamızdan elde ettiğimiz verilerde istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamakla birlikte; diseksiyon grubunda D/D gen polimorfizmi yönünden Kalay ve
arkadaşları’nın yapmış olduğu çalışmayı destekler nitelikteydi. İstatistiksel fark
saptanmaması hasta sayımızın az olması ile ilişkilendirildi.
Stanford Tip B diseksiyon grubunda Stanford A grubuna kıyasla I/D ve D/D
polimorfizmi daha yüksek oranda saptanmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmadı. Bu durum yine hasta sayımızın az olmasına bağlandı.
Endotel damar yapısının korunmasında en önemli homeostatik düzenleyicidir. Endotel
sağlıkta ve hastalıkta kalp ve damar işlevlerinin devamlılığını sağlayan önemli bir
organdır. Endotelin en önemli görevleri vazodilatasyonun sağlanması, düz kas hücre
büyümesinin ve inflamatuar yanıtın baskılanmasıdır. Bu görevler büyük ölçüde en
önemli endotelyal vazodilatatör olan NO tarafından sağlanmaktadır (124).
Endotelden düzenli olarak salınan ve eNOS enzimi tarafından sentezlenen nitrik oksitin,
düzenli bir vazodilatasyon sağlayarak vasküler yatakta koruyucu etki gösterdiği
33
bilinmektedir (125). Düzensiz salınan nitrik oksit damar duvarında zayıflıklara ve
hasara neden olarak anevrizma gelişimine yol açtığı da düşünülmektedir (126). NO
sentezinin düzensizliği, ekstrasellüler matriksin önemli bir yapı taşı olan elastin
proteininin miktarını değiştirmek sureti ile damar duvarının zayıflamasına neden
olmaktadır (125).
Nitrik oksitin anevrizmal hastalıklarda belirgin bir rol oynadığını gösteren kanıtlar
giderek artmaktadır (127). İnsan aort anevrizmalarında nitrik oksitin major metaboliti
olan nitrik düzeyleri normal aortlara göre yedi kat artmıştır ve nitrit bu
konsantrasyonlarda invitro olarak elastini parçalayacak derecededir (128).
Jason M. Johanning’in yaptığı çalışmada, ratlarda deneysel olarak oluşturulan
anevrizmaların NO inhibitörleri verilerek engellendiği gösterilmiştir (129).
eNOS geninin ekson, intron ve promotor bölgelerinde pek çok polimorfizim
tanımlanmıştır. Fakat bu bulgular ülkelere göre farklılıklar göstermiştir (125,130).
Bugüne kadar eNOS geni polimorfizimleri ile ilgili en çok çalışma ekson 7’deki
Glu298Asp (G894T) polimorfizmi ve intron 4’deki VNTR polimorfizmidir. Bunların
her ikisi de koroner arter hastalığı, koroner spazm, hipertansiyon ve bazı vaskülitler gibi
pek çok damarsal patolojilerin gelişiminde katkıda bulunduğu gösterilmiştir (125, 130133).
Cinzia Fatini ve arkadaşları, eNOS Glu298Asp (G894T) polimorfizminin abdominal
aort anevrizmasına yatkınlık oluşturan bir faktör olduğunu bildirmiştir (133). eNOS
Glu298Asp (G894T) polimorfizminde; eNOS fonksiyonu bozulmakta ve yeterli nitrik
oksit üretilememektedir (133, 134, 135, 136). Cinzia Fatini ve arkadaşlarının aynı
çalışmada araştırdığı diğer bir polimorfizm olan intron 4 VNTR polimorfizmindeyse
hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı bir fark saptamamışlardır (133).
eNOS’u kodlayan gen aort anevrizmaları için aday bir gen olarak ileri sürülmüştür ve
bu genin polimorfik varyantları enzimin salınımı ve fonksiyonel aktivitesini
etkilemektedir. Veldman ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada eNOS geninin exon 7
bölgesinde Glu298Asp (G894T) polimorfizmi azalmış bazal nitrik oksit üretimiyle
ilişkili bulunmuştur (136).
34
Tsudaka ve arkadaşları intron 4 VNTR polimorfizmi ile plazma NO metabolitleri
düzeyi arasındaki ilişkiyi sağlıklı erişkinlerde araştırmış ve a genotip sahibi deneklerin
plazma NO metabolitlerinin düzeyini b genotip sahibi deneklerden anlamlı şekilde daha
düşük bulmuşlardır (137). Moon ve arkadaşları ise Glu298Asp (G894T) polimorfizmi
ile plazma NO metabolitleri arasında bir ilişkinin olmadığını ileri sürmüşlerdir (138).
eNOS ekson 7 polimorfizminin işlevsel sonucu tam olarak bilinmemektedir. Bu
polimorfizmde; eNOS sentezindeki değişiklikler, NO sentezini değiştirmek yolu ile
anevrizma gelişimine katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Yapılan deneysel
çalışmalarda eNOS yokluğunda damarsal remodeling bozulduğu ve damar duvar
kalınlığı arttığı gösterilmiştir (139).
Lieratür incelendiğinde eNOS genin değişik polimorfizimleri ile vasküler hastalıkların
ilişkisini inceleyen yayınlara ulaşılmaktadır. Literatürde NOS 3G (G894T) ile ilgili
yayınlar olmakla birlikte NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A gen polimorfizmi ile anevrizma ve
diseksiyon gelişimi inceleyen yayınlara rastlanmamıştır. Bu nendenle çalışmamızda her
iki gen polimorfizmini ayrı ayrı inceledik.
Diseksiyon grubunda NOS3İ 4B/4B polimorfizmi, anevrizma grubunda da NOS3İ
4B/4A polimorfizmi yönünden kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark
saptandı. Verilerimiz doğrultusunda; anevrizma ve diseksiyon gelişimi ile NOS3İ gen
polimorfizmi arasında ilişki olduğunu düşünmekteyiz.
Stanford Tip A ve Tip B diseksiyonu olan hastalar arasında NOS3İ 4B/4B ve 4B/4A
gen polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
Çalışmamızda kontrol ve hasta grupları NOS3G gen polimorfizmi açısından
incelendiğinde, Cinzia Fatini ve arkadaşları’nın aksine çalışmamızda istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı. Ancak çalışmamız literatürde bulunan Moon ve
arkadaşları’nın çalışmasını destekler nitelikteydi.
Folat metabolizmasının önemli bir enzimi olan MTHFR ile ilglili literatürde bulunan
çalışmalarda, MTHFR geninin polimorfik varyantları hiperhomosisteinemi, vasküler
patolojiler, nöral tüp defektleri, demans, perinatal mortalite, mental bozukluklar,
nörodejeneratif bozukluklar, migren ve kanser ile ilişkili olduğu saptanmıştır (140).
35
İnsan MTHFR enziminin aktivitesini belirleyen bu genin sıkça görülen bir mutasyonu
mevcuttur. Bu mutasyonun sonucu oluşan termolabil MTHFR’nin aktivitesi azalır.
Azalan
MTHFR
aktivitesi,
5-metil
tetrahidrofolat
seviyesinde
azalmaya
ve
homosisteinin metiyonine dönüşememesi nedeniyle plazma homosistein seviyesinde
artmaya neden olur (141,142). MTHFR’nin C677T polimorfizminin, kardiovasküler
hastalıklar, inme, nöral tüp defektleri, Down sendromu, meme ve endometrial kanser
gibi hastalıklarda bir risk faktörü olduğu açıklanmıştır (143,144,145).
Strauss ve ark.nın yaptığı çalışmada MTHFR 677T alleli taşıyıcılarında abdominal aort
anevrizması riskinin arttığını bildirlimiştir (146). C677T mutasyonunda, MTHFR
aktivitesi, homozigot mutant TT genotipinde, heterozigot CT ve homozigot normal CC
genotiplerine göre azalırken, homosistein seviyesi önemli oranda
yükseldiği
bildirilmektedir (147).
McAndrew ve ark. yaptığı çalışmada Afrikalı Amerikalılarda MTHFR 677 gen
polimorfizminin düşük oranda saptandığı ancak Frosst ve ark. çalışmasında ise Fransız
Kanadalılarda daha da düşük oranda olduğu tespit edilmiştir (148,149). Lamorte ve ark.
bir çalışmasında Kafkas erkeklerde termolabil düşük aktiviteli MTHFR gen
polimorfizmine rastlanmış ve bu durum Kafkas erkeklerindeki yüksek düzey (% 4.5-%
7) AAA görülme sıklığı ile paralel bulunmuştur. Aynı durum Afrikalı Amerikalılarda
incelendiğinde düşük orandaki MTHFR 677 polimorfizminin düşük orandaki (% 1.5)
AAA görülme sıklığı ile paralel olduğu bulunmuştur (150). Ülkemiz için Ali Sazcı ve
ark. tarafından sağlıklı popülasyonda yapılan bir çalışmada MTHFR CT genotipi %
42,9 CC genotipi % 47,4 TT genotipi % 9.6 olarak bildirilmiştir (151). Yine ülkemizde
Yılmaz ve ark. tarafından koroner arter hastalarında MTHFR 677 polimorfizmi için
yapılan bir çalışmada ise; hasta grubunun % 50,6 oranında CC genotipli, % 40,5
oranında CT genotipli, % 8,9 oranında TT genotipli olduğu; kontrol grubunun ise %
46,2 oranında CC genotipli, % 47,3 oranında CT genotipli ve % 6,5 oranında TT
genotipli olduğu bildirilmiştir (152).
İsrail’de karotis aterosklerozlu hastalar kullanılarak yapılan bir çalışmada İsrail
populasyonunda da Türk populasyonunda olduğu gibi hasta ve kontrol grupları
arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmamasına rağmen genotip frekansları
tamamen farklılık göstermektedir. Ancak bu farklılığın değişik toplumlarda farklı
36
olabileceğinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Benzer çalışmalar İspanya (153)
,Pakistan (154) ,Amerika (155) toplumlarında da yapılmış ve her toplum için farklı
genotip frekansları bulunmasına rağmen 677 CT polimorfizmi için hasta ve kontrol
grupları arasındaki farklar bizim çalışmamızda olduğu gibi istatistiksel olarak anlamsız
bulunmuştur. 677 CT polimorfizmi ile ilgili olarak Japonya’da yapılan benzer
çalışmalarda bizim bulgularımızdan farklı olarak ateroskleroz ile arasındaki ilişkinin
istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Kluijtmans ve Whitehead bu çalışmaları
toparlamış ve ortalama olarak, KAH hasta grubunun % 34.6’sının CC genotipli, %
45.6’sının CT genotipli, % 19.8’inin TT genotipli; kontrol grubunun % 42.6’sının CC
genotipli, % 46.4’ünün CT genotipli ve % 11’inin TT genotipli olduğunu tespit
etmişlerdir. Bu çalışmalardaki her grubun elde ettiği genotip frekansları farklılık
göstermesine rağmen buldukları sonuçlar hepsinde de istatistiksel olarak anlamlıdır
(156). Genotip frekanslarının farklı olması seçilen hasta ve kontrol gruplarının
farklılığından kaynaklanıyor olabilir. Sonuç olarak, MTHFR 677 CT polimorfizminin
Japonya toplumu için bir risk faktörü olduğu kanıtlanmıştır. Ancak yapılan diğer
çalışmalara göre, bu polimorfizm Polonya, İspanya, Hollanda, Pakistan, Amerika, Arap
ve Türk toplumları için risk faktörü oluşturmadığı ileri sürülmektedir (153-157).
Bizim calismamizda MTHFR C677T gen polimorfizmi yönünden kontrol ve hasta
grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Bu durum literatur
bilgilerini desteklemektedir. Bu durum etnisiteye bağlı olduğu düşünülmektedir.
Sonuç
olarak,
mortalite
ve
morbiditesi
yüksek
olan
aort
diseksiyonu
ve
anevrizmalarının etyolojisinde önemli yer tutan genetik sebeplerle ilgili daha geniş
örneklem grubuna sahip çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Aile öyküsünde aort
diseksiyonu ya da anevrizması olan hastaların aile bireylerinin genetik hastalık
yönünden taranmasını önermekteyiz.
37
6. SONUÇLAR
1-PAİ-1 4G/5G Gen Polimorfizmi ile anevrizma ve diseksiyon gelişimi arasında ilişki
saptanmadı.
2-ACE gen polimorfizmi incelendiğinde; I/D gen polimorfizmi anevrizma grubunda,
D/D polimorfizmi ise diseksiyon grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda
saptandı. Ancak istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
3-Diseksiyon grubunda NOS3İ 4B/4B polimorfizmi, anevrizma grubunda NOS3İ4B/4A
polimorfizminde istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı.
4-NOS3G gen polimorfizmi yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
5-MTHFR C677T gen polimorfizmi yönünden kontrol ve hasta grupları arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
38
KAYNAKLAR
1.
Parodi JC, Palmaz JC, Barone HD. Transfemoral intraluminal graft implantation
for abdominal aortic aneurysms. Ann Vasc Surg. 1991; 5: 491–499.
2.
Kirali K, Mansuroglu D, Orneroglu SN and et al. Five year experience in aortic
root replacement with the flanged composite graft. Ann Thorac Surg. 2002;
73:1130-7.
3.
Darçın OT, Andac MH. Akut Aort Diseksiyonlannda Cerrahi Yaklasın. Türkiye
Klinikleri J Cardiovascular Surgery. 2004;5:5-11.
4.
Robbins RC, McManus RP, Mitchell RSet al: Manangment of patients with
intramural hematoma of the Thoracic aorta. Circulation, suppl. II, 1993; 88:1.
5.
Murray CA, Edwards JE et al: The morphology of ascending aortic aneurysms.
De Bakey ME, beall AC Jr, Cooley DA et al: Dissecting aneursym of the aorta.
Surg Clin North Am. 1966; 46:1045.
6.
Burcliell HB; Aortic dissection (dissecting hematoma; dissecting aneurysmof the
aorta). Circulation. 1955; 12: 1068.
7.
Hurley JV. Dissecting aneurysm of the aorta. Histological appearances and an
hypothesis of pathogenesis. Australas Ann Med. 1959; 8:297–306.
8.
Campa JS, Greenhalgh RM, Powell JT: Elastin degradation in abdominal aortic
aneurysms. Atherosclerosis. 1987:65:13-21.
9.
Baxter BT, McGee GS, Shively VP, et al: Elastin content, cross links and m RNA
in normal and aneurysmal human aorta. J Vasc Surg. 1992; 16:192-200.
10.
Busuttil RW, Cardenas A: Collegenase activity in human aorta. Arch Surg. 1980;
115:1373-8.
11.
Rizzo RT, McCarthy WJ, Dixit SN, et al: Collegen types and matrix protein
content in human abdominal aortic aneurysms. J Vasc Surg. 1989; 10:35-73.
39
12.
Svensson LG, Crawford ES: Aortic dissection and aortic aneurysm surgery:
clinical observations, experimental investigations and statistical analyses. Part III
Curr Probl Surg. 1993; 30:1-172.
13.
Soysal M. Yaşlı popülasyonda abdominal aort anevrizması sıklığının ve
kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisinin belirlenmesi. İstanbul Tabip Odası
Mec. 1995.
14.
El-Hamamsy I, Yacoub MH. Cellular and molecular mechanisms of thoracic
aortic aneurysms. Nat Rev Cardiol. 2009;6:771-786.
15.
Gott VL. Antoine Marfan and his syndrome: one hundred years later. Md Med J.
1998; 47:247-52.
16.
Loeys BL, Schwarze U, Holm T, et al. Aneurysm syndromes caused by mutations
in the TGF-beta receptor. N Engl J Med. 2006;355:788-98.
17.
Milewicz DM, Guo DC, Tran-Fadulu V, et al. Genetic basis of thoracic aortic
aneurysms and dissections: focus on smooth muscle cell contractile dysfunction.
Annu Rev Genomics Hum Genet. 2008;9:283-302.
18.
Coady MA, Davies RR, Roberts M, et al. Familial patterns of thoracic aortic
aneurysms. Arch Surg. 1999;134:361-7.
19.
Milewicz DM, Carlson AA, Regalado ES. Genetic testing in aortic aneurysm
disease: PRO. Cardiol Clin. 2010;28:191-7.
20.
Guo DC, Pannu H, Tran-Fadulu V, et al. Mutations in smooth muscle alpha-actin
(ACTA2) lead to thoracic aortic aneurysms and dissections. Nat Genet 2007;
39:1488-93.
21.
Bolar N, Van Laer L, Loeys BL. Marfan syndrome: from gene to therapy. Curr
Opin Pediatr 2012;24:498-504.
22.
Halliday DJ, Hutchinson S, Lonie L, et al. Twelve novel FBN1 mutations in
Marfan syndrome and Marfan related phenotypes test the feasibility of FBN1
mutation testing in clinical practice. J Med Genet 2002;39:589-93.
40
23.
Bunton TE, Biery NJ, Myers L, et al. Phenotypic alteration of vascular smooth
muscle cells precedes elastolysis in a mouse model of Marfan syndrome. Circ Res
2001; 88:37-43.
24.
Loeys BL, Chen J, Neptune ER, et al. A syndrome of altered cardiovascular,
craniofacial, neurocognitive and skeletal development caused by mutations in
TGFBR1 or TGFBR2. Nat Genet 2005; 37:275 81.
25.
El-Hamamsy I, Yacoub MH. Cellular and molecular mechanisms of thoracic
aortic aneurysms. Nat Rev Cardiol 2009;6:771-86.
26.
Van Hemelrijk C, Renard M, Loeys B. The Loeys-Dietz syndrome: an update for
the clinician. Curr Opin Cardiol 2010;25:546-51.
27.
Regalado ES, Guo DC, Villamizar C, et al. Exome sequencing identifies SMAD3
mutations as a cause of familial thoracic aortic aneurysm and dissection with
intracranial and other arterial aneurysms. Circ Res. 2011;109:680-6
28.
Van de Laar IM, Oldenburg RA, Pals G, et al. Mutations in SMAD3 cause a
syndromic form of aortic aneurysms and dissections with early-onset
osteoarthritis. Nat Genet 2011;43:121-6.
29.
Van der Linde D, van de Laar IM, Bertoli-Avella AM, et al. Aggressive
cardiovascular phenotype of aneurysms osteoarthritis syndrome caused by
pathogenic SMAD3 variants. J. Am Coll Cardiol. 2012;60:397-403.
30.
Coucke PJ, Willaert A, Wessels MW, et al. Mutations in the facilitative glucose
transporter GLUT10 alter angiogenesis and cause arterial tortuosity syndrome.
Nat Genet. 2006;38:452-7.
31.
Coucke PJ, Wessels MW, Van Acker P, et al. Homozygosity mapping of a gene
for arterial tortuosity syndrome to chromosome 20q13. J Med Genet. 2003;
40:747-51.
32.
Wessels MW, Catsman-Berrevoets CE, Mancini GM, et al. Three new families
with arterial tortuosity syndrome. Am J Med Genet A. 2004;131:134-43.
41
33.
Germain DP. Ehlers-Danlos syndrome type IV. Orphanet J Rare Dis. 2007;2:32.
34.
Pepin M, Schwarze U, Superti-Furga A, et al. Clinical and genetic features of
Ehlers-Danlos syndrome type IV, the vascular type. N Engl J Med 2000;342:67380.
35.
Boileau C, Guo DC, Hanna N, et al. TGFB2 mutations cause familial thoracic
aortic aneurysms and dissections associated with mild systemic features of Marfan
syndrome. Nat Genet 2012;44:916-21.
36.
Guo DC, Papke CL, Tran-Fadulu V, et al. Mutations in smooth muscle alpha-actin
(ACTA2) cause coronary artery disease, stroke, and Moyamoya disease, along
with thoracic aortic disease. Am J Hum Genet. 2009;84:617-27.
37.
Hoffjan S, Waldmüller S, Blankenfeldt W, et al. Three novel mutations in the
ACTA2 gene in German patients with thoracic aortic aneurysms and dissections.
Eur J Hum Genet 2011;19:520-4.
38.
Yoo EH, Choi SH, Jang SY, et al. Clinical, pathological, and genetic analysis of a
Korean family with thoracic aortic aneurysms and dissections carrying a novel
Asp26Tyr mutation. Ann Clin Lab Sci. 2010;40:278-84.
39.
Disabella E, Grasso M, Gambarin FI, et al. Risk of dissection in thoracic
aneurysms associated with mutations of smooth muscle alpha-actin 2 (ACTA2).
Heart. 2011;97:321-6.
40.
Renard M, Callewaert B, Baetens M, et al. Novel MYH11 and ACTA2 mutations
reveal a role for enhanced TGFbeta signaling in FTAAD. Int J Cardiol.
2013;165:314-21.
41.
Milewicz DM, Østergaard JR, Ala-Kokko LM, et al. De novo ACTA2 mutation
causes a novel syndrome of multisystemic smooth muscle dysfunction. Am J Med
Genet. A 2010;152A:2437-43.
42
42.
Morisaki H, Akutsu K, Ogino H, et al. Mutation of ACTA2 gene as an important
cause of familial and nonfamilial nonsyndromatic thoracic aortic aneurysm and/
or dissection (TAAD). Hum Mutat. 2009;30:1406-11.
43.
Kamm KE, Stull JT. Dedicated myosin light chain kinases with diverse cellular
functions. J Biol Chem. 2001;276:4527-30.
44.
Wang L, Guo DC, Cao J, et al. Mutations in myosin light chain kinase cause
familial aortic dissections. Am J Hum Genet. 2010;87:701-7.
45.
Martin LJ, Ramachandran V, Cripe LH and et al., “Evidence in favor of linkage to
human chromosomal regions 18q, 5q and 13q for bicuspid aortic valve and
associated cardiovascular malformations,” Human Genetics, 2007; 121(2):275–
284.
46.
Hateboer N, Dijk MAV, Bogdanova N and et al., “Comparison of phonotypes of
polycystic kidney disease types 1 and 2, Lancet, 1999;353:103–107.
47.
Romão EA, Moysés Neto M, Teixeira SR, Muglia VF, Vieira-Neto OM and
Dantas M., “Renal and extrarenal manifestations of autosomal dominant
polycystic kidney disease,” Brazilian Journal of Medical and Biological Research,
2006:39(4): 533–538.
48.
Tahvanainen E, Tahvanainen P, Kääriäinen H and Höckerstedt K, “Polycystic
liver and kidney diseases,” Annals of Medicine, 2005: 37(8):546–555.
49.
Vanmaele R, Witbreuk M, De Broe M, Van Schil P and Lins R. “Abdominal
aortic aneurysm and polycystic kidneys [12],” Nephron. 1995;69(1)107–108.
50.
Bichet D, Peters D, Patel AJ, Delmas P and Honoré E, “Cardiovascular
polycystins: insights from autosomal dominant polycystic kidney disease and
transgenic animal models,” Trends in Cardiovascular Medicine, 2006; 16(8):292–
298.
51.
Kem D.C., Brown R.D.: Renin-from beginning to end. N. Engl. J. Med., 1990;
323: 1136-37.
43
52.
Rosendorf C., The renin-angiotensin system and vascular hypertrophy. J. Am.
Coll. Cardiol., 1996;28:803-812.
53.
Boynes J., Dominichzak M.H.: Medical Biochemistry. Harcourt Brace and
Company Limited, London, 1999; 55-67.
54.
DzauVJ. Circulating as. local renin-angiotensin system in cardiovascular
homeostasis. Circulation. 1998;77 (suppl 1):I4-13,
55.
Fyhrquist F., Dessypris A., Immonen I.: Marathon run: effects on plasma renin
activity, renin subsrate, angiotensin converting enzyme, and cortisol. Horm.
Metab. Res., 1983;15(2):96-9.
56.
Uflacker R, Robison J. Endovascular treatment of abdominal aortic aneurysms: a
review. Eur Radiol 2001;11:739–53.
57.
Lawrence DD, Charnsangavej C, Wright KC, Gianturco C, Wallace S.
Percutaneus endovascular graft: Experimental evaluation. Radiology 1987;
163:357-360.
58.
Parodi JC, Palmaz JC, Barone HD. Transfemoral intraluminal graft implantation
for abdominal aortic aneurysms. Ann Vasc Surg. 1991;5: 491–499.
59.
Oren I, Brook JG, Gershoni-Baruch R, Kepten I, Linn S, Wolfovitz E. The D
allele of the angiotensin converting enzyme gene contributes towards blood LDL
cholesterol levels and the presence of hypertension. Atherosclerosis, 1999;
145(2):267-71.
60.
Platini P. Bongiovi S., Mario L., Mormino P., Raule G., Pessina A.C. Effects of
ACE inhibition on endurance exercise hamodynamics in trained subjecs with mild
hypertension. Eur. J. Clin. Pharmacol. 1995;48:435-439.
61.
Unger T., Mattfeldt T., Lamberty V. and et al.: Effect of early anset angiotensin
converting enzyme inihbition on myorcardial capillaries. Hyertension, 1992;
20:478-82.
44
62.
Kaysuya T., Horiuchi M., Koike G., Dzau V.J. Cloning and characterization of
human angiotensin II type 2 receptor gene and its polymorphism. Circulation,
1995;92: Suppl I-282.
63.
Rigat b., Hubert C., Corvol P., Soubrier F.: PCR dedection of the
insertion/deletion polymorphism of the human angiotensin converting enzyme
gene (DCP1) (dipeptidyl carboxypeptidase 1). Nucleic Acid Res. 1992;
20(6):1433.
64.
Karjalainen J., Kujila U.M., Stolt A., Mantysaari M., Vitasalo M., Kainulainen K.,
Kontula K.: Angiotensinogen gene M235T polymorphism predicts left ventricular
hypertrophy in endurance athletes. J. Am. Coll. Cardiol., 1999;34(2):494-9.
65.
Rigat b., Hubert C., Alhenc-Geals F., Cambien F., Corvol P., Soubrier F. An
insertion/deletion polymorphism in the angiotensin I-converting enzyme gene
accounting for half the variance of serum enzyme lecels. .j. clin. Invest., 1990;
86:1343-1346.
66.
Montgomery H.E., Marshall R., Hemingway H., Myerson S., Clarkson P., Dollary
C., Holliman D.E., Jubb M., World M., Thomas E.L., Brynes A.E., Saeed N.,
Barnard M., Bell J., Prasad K., Rayson M., Talmud P., Humphries S.E.: Human
gene for physical performance. Nature, 1998;393(6682):221-2.
67.
Reynolds M.V., Bristow M.R.: Angiotensin converting enzyme DD genotype in
patients with ishemic or idiopathic dilated cardiomyopathy. Lancet, 1993;
342(8879):1073.
68.
Tiret L., Kee F., Poirer O., Nicaud V., Lecerf L., Evans A., Cambou JP., Arveiler
D., Luc G., Amouyel P., Cambien F.: Deletion polymorphism in angiotensin
converting enzyme gene associated with parental history of myocardial
infarctioan. Lancet, 1993;341:991-92.
69.
Friedl W., Mair J., Pichler M., Paulweber B., Sandhofer F., Puschendorf B.:
Insertion/deletion polymorphism in the angiotensin converting enzyme geneis
associated with atrial natriuretic peptid activity after exercise. Clin. Chim. Acta.,
1998; 22, 274(2):199-211.
45
70.
Hamilton M.T., Booth F.W.: Skeletal muscle adaption to exercise: a century of
progress. J. Appl. Physiol., 2000;88(1):327-31.
71.
Goyette, Sumner, Milos, et al., Human methylenetetrahydrofolate reductase:
isolation of cDNA, mapping and mutation identification, Nature Genetics, 1994;
7(2):195-200.
72.
Genetic home reference, NIH Resources, MTHFR, January 2008.
73.
Sibani S, Christensen B, O'Ferrall E, Saadi I, Hiou-Tim F, Rosenblatt DS, Rozen
R. "Characterization of six novel mutations in the methylenetetrahydrofolate
reductase (MTHFR) gene in patients with homocystinuria". Hum. Mutat. 2000; 15
(3): 280–7.
74.
Jones
G
T,
Harris
E
L,
Philips
LV
and
Van
Rij
A
M:
The
methylenetetrahydrofolate reductase C677T polymorphism does not associate
with susceptibility to abdominal aortic aneurysm. Eur J Vasc Endovasc Surg.
2005; 30:137-142.
75.
Van Meijer M, Pannekoek H. Structure of plasminogen activator inhibitor 1 (PAI1) and its function in fibrinolysis: an update. Fibrinolysis 1995;9:263–276.
76.
Klinger KW, Winqvist R, Riccio A, et al: Plasminogen activator inhibitor type 1
gene is located at region q21.3-q22 of chromosome 7 and genetically linked with
cystic fibrosis. Proc Natl Acad Sci USA 1987;84:8548-8552.
77.
Dawson SJ, Wiman B, Hamsten A, Green F, Humphries SE, Henney AM. The
two allele sequences of a common polymorphism in the promoter of the
plasminogen activator inhibitor-1 (PAI-1) gene respond differently to interleukin-I
in HepG2 cells. J Biol Chem 1993;268:1039-45;.
78.
Schneiderman J, Bordin G M, Adar R et al: Patterns of expression of fibrinolyic
genes and matrix metalloproteinase-9 in dissecting aortic aneurysms . American
journal of pathology. 1998:152(3).
79.
Broderick JP, Brott TG, Tomsick T: Intracerebral Hemorrhage More than twice as
common as subarachnoid hemorrhage. J Neurosurg. 1993;78:88–191.
46
80.
Furchgott RF, Zawadzki JV. The obligatory role of endothelial cells in the
relaxation of arterial smooth muscle by acetylcholine. Nature. 1980;288:373-6
81.
Palmer R M J, Ashton D S, Moncada S: Vascular endothelial cells synthesized
nitric oxide from L-arginine. Nature.1988;333:644-6.
82.
Iadecola C: Nitric Oxide Participates in the Cerebrovasodilatation Elicited From
Cerebellar Fastigial Nucleus. Am J Physiol Nov. 1992;263:1156-61.
83.
Kim JU, Chang HK, Lee SS and et al. Endothelial nitric oxide synthase gene
polymorphisms in Behçet’s disease and rheumatic diseases with vasculitis. Ann
Rheum Dis. 62:1083-1087.
84.
Jan M. Friedman, Fred J Dill, Michael R. Hayden, Barbara C. McGillivray.
Genetik. The National Medical Series for Independent Study. Türkçe çeviri, editör
Ferda Özkınay, Cihangir Özkınay. Saray Tıp Kitabevleri, Bornova İzmir. 1995.
85.
Jason M, Johanning MD, Peter J, Armstrong MD, David P, Franklin MD: Nitric
oxide in experimental aneursym formation: Early events and consequences of
nitric oxide inhibition. Ann Vasc Surg. 2002;16:65-72.
86.
Paik DC, Ramey WG, Dillon J: The nitrite/elastin reaction: implications for in
vivo dejenerative effects. Connect Tissue Res 1997;36:241-251.
87.
Kotani K, Shimomura T, Murakami F, Ikawa S, Kanaoka Y, Ohgi S, Adachi K,
Nanba E. Allele frequency of human endothelial nitric oxide synthase gene
polymorphism in abdominal aortic aneurysm. Intern Med. 2000;39:537-9.
88.
Lizuka T, Oishi K, Sasaki M, et al. Nitric oxide and aneurysm formation in
Kavasaki disease. Acta Paediatr 1986:470-473.
89.
Vini G, Khurana MD, PhD; Youvraj R, Sohni PhD; Wells I. Mangrum: Endotelial
nitric oxide synthase T-786C Single nucleotide polymorphism. A Putative genetic
marker differentiating small versus large ruptured intracranial aneurysms. Stroce
November. 2003; 2555-2559
47
90.
Tajouri L, Martin V, Ovcaric M, et al. İnvestigation of inducible nitric oxide
synthase gene (NOS2A) polimorphism in a multible sclerosis population. Brain
Res Bull. 2004;64:9-13.
91.
Suvara K Wattanapitayakul, Michael J. Mihm: Therapeutic implications of human
endothelial nitric oxide synthase gene polymorphism. Trends in Pharmacological
Sciences. 2001;22(7).
92.
Verloes A, Sakalihasan N, Koulischer L, Limet R. Aneurysms of the abdominal
aorta: familial and genetic aspects in three hundred thirteen pedigrees. J Vasc
Surg. 1995; 21(4):646-655.
93.
McMillan WD, tamarina NA, Cipollone M et al. Size matters. The relationship
between MMP-9 expression and aortic diameter. Circulation 1997;96:2228-2232.
94.
Jones GT, Phillips VL, Harris EL, Rossaak JI, van Rij AM. Functional matrix
metalloproteinase-9 polymorphism (C-1562T) associated with abdominal aortic
aneurysm. J Vasc Surg. 2003; 38(6):1363-1367
95.
Ogata T, Shıbamura H, Tromp G, Sınha M, Goddard K, Sakalıhasan N. Genetic
analysis of polymorphisms in biologically relevant candidate genes in patients
with abdominal aortic aneurysms. J Vasc Surg. 2005;41:1036-1042.
96.
Daily PO, Trueblood W, Stinson EB, et al. Management of acute aortic
dissections. Ann Thorac Surg 1970; 10:237-47.
97.
Jeremy I. Rossaak, MBBCh, André M. van Rij, FRACS, MD, Gregory T. Jones,
PhD, and Eugenie L. Harris, PhD. Association of the 4G/5G polymorphism in the
promoter region of plasminogen activator inhibitor-1 with abdominal aortic
aneurysms. Vasc Surg. 2000;31:1026-32.
98.
Katarzyna Oszajca, Konrad Wron´ski, Gra_zyna Janiszewska, Małgorzata
Bien´kiewicz, Jacek Bartkowiak, Janusz Szemraj. The study of t-PA, u-PA and
PAI-1 genes polymorphisms in patients with abdominal aortic aneurysm. Mol
Biol Rep. 2014;41:2859–2864.
48
99.
Kaysuya T., Horiuchi M., Koike G., Dzau V.J. Cloning and characterization of
human angiotensin II type 2 receptor gene and its polymorphism. Circulation, 92
Suppl:I-282, 1995.
100. Montgomery H.E., Marshall R., Hemingway H., Myerson S., Clarkson P., Dollary
C., Holliman D.E., Jubb M., World M., Thomas E.L., Brynes A.E., Saeed N.,
Barnard M., Bell J., Prasad K., Rayson M., Talmud P., Humphries S.E.: Human
gene for physical performance. Nature, 1998;393(6682):221-2.
101. Reynolds M.V., Bristow M.R.: Angiotensin converting enzyme DD genotype in
patients with ishemic or idiopathic dilated cardiomyopathy. Lancet, 1993;
342(8879):1073.
102. Tiret L., Kee F., Poirer O and et al. Cambien F.: Deletion polymorphism
inangiotensin converting enzyme gene associated with parental history of
myocardial infarctioan. Lancet, 1993; 341:991-92.
103. Kock AE, Haines GK, Rizzo RJ et al. Human abdominal aortic aneurysms.
Immunophenotypic analysis suggesting an immunomediated response. Am J Path
1990; 137: 1199-1213.
104. McMillan WD, tamarina NA, Cipollone M et al. Size matters. The relationship
between MMP-9 expression and aortic diameter. Circulation 1997; 96: 22282232.
105. Reed d, reed C, Stemmermann G, Hayashi T. Are aortic aneurysms caused by
atherosclerosis ? Circulation 1992;85:205-211.
106. Rigat B, hubert C, alhenc-Gelas F et al. An insertion/deletion polymorphism in
the angiotensin I-converting enzyme gene accounting for half the variance of
serum enzyme levels. J Clin Invest. 1990;86:1343-1346.
107. Danser AHJ, Schalekamp MADH, Bax WA et al. Angiotensin-converting enzyme
in the human heart: effect of the deletion/insertion polymorphism. Circulation
1995; 92:1387-1388.
49
108. Mıı S, Ware JA, Mallette SA, Kent KC. Effect of angiotensin II on human
vascular smooth muscle cell growth. J sur gres 1994;57:174-178.
109. Makita S, Nakamura M, Yoshida h, Hiramori K. Effects of angiotensin II receptor
blocker on angiotensin II stimulated DNA synthesis of cultured human aortic
smooth muscle cells. Life Sci. 1995;56:383-388.
110. Dzau VJ. The role of mechanical and humoral factors in growth regulation of
vascular smooth muscle and cardiac myocytes. Curr Opin Nephrol Hypertens
1993;2:27-32.
111. Ohishi M, Ueda M, Rakugi H et al. Enhanced expression of angiotensinconverting enzyme is associated with progression of coronary atherosclerosis in
humans. J hypertens. 1997;15:1295-1302.
112. Glagov S. Morphology of kollagen and elastin fibers in atherosclerotic lesions.
Adv exp Med Biol 1975;82:767-773.
113. Sumner DS, Hokansen DE, Strandness DE. Stres-strain charactheristics and
collagen-elastin content of abdominal aortic aneurysms. Surg gynecol obstet
1970;130:459-466.
114. Campa JS, Greenhalgh RM, Powell JT. Elastin degradation in abdominal aortic
aneurysms. Atherosclerosis 1987;65:13-21.
115. Munro JM, Van Der Walt JD, Munro CS, Chalmers JAC, Cox EL. An
immunohistochemical analysis of human aortic fatty streaks. Hum Pathol
1987;18:375-380.
116. Rizzo RJ, Mccarthy WJ, Dixit SN et al. Collagen types and matrix protein content
in human abdominal aortic aneurysms. J Vasc surg 1989;10:365-373.
117. Powell J, Greenhalgh RM. Cellular, enzymatic and genetic factors in the
pathogenesis of abdominal aortic aneurysms. J Vasc Surg 1989;9:297-304.
50
118. Costerousse O, Allegrini J, Lopez M, Alhenc-gelas F. Angiotensin I-converting
enzyme in human circulating mononuclear cells: genetic polymorphism of
expression in T-lymphosytes. Biochem j 1993; 290: 33-40.
119. Fatini C., Pratesi G., Sofi F., Gensini F., Sticchi E., Lari B., pulli R., Dorigo W.,
Azas L., Pratesi C., Gensini G.F., Abbate R. ACE DD Genotype: A Predisposing
Factor for Abdominal Aortic Aneurysm. Eur J Vasc Endovasc Surg, 2005;29:227232 .
120. Pola R., Gaetani E., Santoliquido A., Gerardino L., Cattani P., Serricchio M.,
Tondi P., Flore R., Grande M., Carbonin P., Fadda G., Pola P. Abdominal aoertic
Aneurysm in Normotensive Patients: association with Angiotensin-converting
Enzyme Gene Polymorphism. Eur J Vasc Endovasc Surg, 2001;21, 445-449.
121. Hamano K., Ohishi M., Ueda M., Katoh T., Zempo N., Fujimura Y., Okamura A.,
Rakugi H., Higaki J., Ogihara T., Esato K. Deletion Polymorphism in the Gene
for Angiotensin-concerting Enzyme is not a Risk Factor Predisposing to
Abdominal Aortic Aneurysm. Eur J Vasc Surg, 1999;18, 158-161.
122. Yeung J.M.C., Heeley M., Gray S., Lingam M.K., Manning G., Nash J.R.,
Donnely R. Does the Anjiotensin-Converting Enzyme (ACE) Gene polymorphism
affect Rate of Abdominal Aortic Aneurysm Expansion?. Eur J Vasc Endovasc
Surg, 2002;24:69-71.
123. Kalay N, Çağlayan O, Akkaya H, et al. The Deletion Polymorphism of the
Angiotensin-concerting Enzyme Gene Is Associated With Acute Aortic
Dissection. Tohoku J. Exp. Med, 2009;219(1):33-37.
124. Loscalzo J, Welch G.Nitric oxide and its role in the cardiovasculer system. Prog
Cardiovasc Dis (USA) 1995; 38 (2): 87-104
125. Kim JU, Chang HK, Lee SS, et al. Endothelial nitric oxide synthase gene
polymorphisms in Behçet’s disease and rheumatic diseases with vasculitis. Ann
Rheum Dis 62: 1083-1087.
51
126. Vini G, Khurana MD, PhD; Youvraj R, Sohni PhD; Wells I. Mangrum: Endotelial
nitric oxide synthase T-786C Single nucleotide polymorphism. A Putative genetic
marker differentiating small versus large ruptured intracranial aneurysms. Stroce
November 2003; 2555-2559.
127. Johanning JM, Franklin DP, Man DC, et al. İnhibition of inducible nitric oxide
synthase limits nitric oxide production and experimental aneurysm expansion. J
Vasc Surg 2001; 33:579-586
128. Paik DC, Ramey WG, Dillon J: The nitrite/elastin reaction: implications for in
vivo dejenerative effects. Connect Tissue Res 1997;36:241- 251.
129. Lizuka T, Oishi K, Sasaki M, et al. Nitric oxide and aneurysm formation in
Kavasaki disease. Acta Paediatr 1986:470-473.
130. Suvara K Wattanapitayakul, Michael J. Mihm: Therapeutic implications of human
endothelial nitric oxide synthase gene polymorphism. Trends in Pharmacological
Sciences 2001;22(7).
131. Stangl K, Cascorbi I, Laule M, Klein T, Stangl V, Rost S, Wernecke KD, Felix
SB: High CA repeat numbers in intron 13 of the endothelial nitric oxide synthase
gene and increased risk of coronary artery disease. Pharmacogenetics 2000;10:
133–140.
132. Nakayama M, Yasue H, Yoshimura M, Shimasaki Y, Kugiyama K, Ogawa H,
Motoyama T: T-786-
-flanking region of the endothelial
nitric oxide synthase gene is associated with coronary spasm. Circulation. 1999;9:
2864–2870.
133. Cinzia Fatini, MD,PhD, Francesco Sofi, MD, Elena Sticchi, BS, Paola Bolli, BS,
Ilaria Setsini, BS, Michela Falciani, MD, Leonidas Azas, MD, Giovanni Pratesi,
MD. eNOS G894T polymorphism as a mild predisposing factor for abdominal
aortic aneurysm. J Vasc Surg 2005; 42:415-9.
134. Wang XL, Wang J. Endothelial nitric oxide synthase gene sequence variations and
vascular disease Mol Genet Metab 2000;70:241-251.
52
135. Oemar BS, Tschudi MR, Godoy N, Brovkovich V, Malinski T, Lüscher TF.
Reduced endothelial nitric oxide synthase expression and production in human
atherosclerosis. Circulation 1998;97:2494-2498.
136. Veldman BA, Spiering W, Doevendas PA, Vervoort G, Kron AA, deLeeuw PW,
et al.The Glu298Asp polymorphism of the NOS 3 gene as a determinant of the
baseline production of nitric oxide. J Hypertens 2002;20:2023-7
137. Tsukada T, Yokoyama K, Arai T, Takemoto F, Hara S, Yamada A: Evidence of
association of the eNOS gene polymorphism with plasma NO metabolite levels in
humans. Biochem Biophys Res Commun 1998;245:190-193.
138. Moon J, Suin Y, Kim E, Shin C, Jo SA, Jo I: Lack of evidence for contribution of
Glu298Asp (G894T) polimorphism of endothelial nitric oxide synthhase gene to
plasma nitric oxide levels. Thrombosis Res 2002;107: 129–134.
139. Rudic RD, Shesely EG, Maeda N, Smithies O, Segal SS, Sessa WC. Direct
evidence for the importance of endothelium-derived nitric oxide in vascular
remodelling. J Clin İnvest 1998; 101:731-6
140. Ilhan N, Kucuksu M, Kaman D, Ilhan N, Ozbay Y. The 677 C/T MTHFR
polymorphism is associated with essential hypertension, coronary artery disease,
and higher homocysteine levels. Arch Med Res.39(1):125-30 ,2008.
141. Friedman G, Goldschmidt N, Friedlander Y, et al. Common mutation A1298C in
human methylenetetrahydrofolate reductase gene: Association with plasma total
homocysteine and folate concentrations. J Nutr; 1999;129:656-1661.
142. Goyette P, Rozen R. The thermolabile variant 677CT can further reduce activity
when expressed in cis with severe mutations for human methylenetetrahydrofolate
reductase. Hum Mutat. 2000;16:132-138.
143. Schmitz C, Lindpainter K, Verhoef P, et al. Genetic polymorphism of
methylenetetrahydrofolate reductase and myocardial infarction. Circulation;
1996;94:1812-1814.
53
144. Bova I, Chapman J, Sylantiev C, et al. The A677C methylenetetrahydrofolate
reductase gene polymorphism and carotid atherosclerosis. Stroke; 1999;30:21802182.
145. Kang S, Wong PWK, Susmano A, et al. Thermolabile methylenetetrahydrofolate
reductase: An ınherited risk factor for coronary artery disease. J Hum Genet;
1991; 48:536-545.
146. Bailey LB, Duhaney RL, Maneval DR, et al. VitaminB-12 status is inversely
associated with plasma homocysteine in young women with C677T and/or
A1298C methylenetetrahydrofolate reductase polymorphisms. J Nutr, 2002;
132:24665-24709.
147. Frosst P., Blom H, Milos R., Goyette P., Sheppard C., Matthews R.G. et al. A
candidate genetic risk factor for vascular disease: a common mutation in
methylenetetrahydrofolate reductase. Nature Genet. 1995;10: 111-113.
148. Mcandrew P.E., Brandt J.T., Pearl D.K., Prıor T.W. The incidence of the gene for
thermolabile methylene tetrahydrofolate reductase in African Americans. Thromb.
Res. 15, 1996;83(2): 195-198.
149. Lamorte w.w. Scott t.e. Menzoıan j.o. Racial differences in the incidence of
femoral bypass and abdominal aortic aneurysmectomy in Massachusetts:
relationship to cardiovascular risk factors. J. Vasc. Surg. 1995;21(3): 422-431.
150. Sazci, A. Ergul, E. Kaya,G. et al. Genotype and allele frequencies of the
polymorphic methylenetetrahydrofolate reductase gene in Turkey. Cell Biochem
Funct; 2005;23:51–4.
151. Yilmaz H, Isbir S, Agachan B, Ergen A, Faesak B, Isbir T. C677T Mutation
ofmethylentetrahydrofolate reductase gene and serum homocysteine levels in
Turkish patients with coronary disease. Cell Biochemistry Function, 2005.
152. Bova I, Chapman J, Sylantiev C, Korczyn AD, Bornstein NM. The A677V
Methylentetrahydrofolate
reductase
gene
polymorphism
Atherosclerosis. American Heart Association, 1999;2180-2182.
54
and
Carotid
153. Perwaiz MI, Tasneem F, Siddiqa P, Farzana Y, Frossard PM et al. Lack of
association methylentetrahydrofolate reductase 677C>T mutation with coronary
artery disease in Pakistani population. Journel of Moleculer and Genetic
Medicine, 1 (1):0-0. Amerika 2005.
154. Keku T, Millikan R, Worley K, Winkel S, Eaton A, Biscocho L, Martin C,Sandler
R. 5,10- Methylentetrahydrofolate reductase codon 677 and 1298 polymorphisms
and colon cancer in African Americans and Whites. Cancer Epidemiolgy,
Biomarkers&Prevention,; 2002;11:1611- 1621.
155. Kluijtmans LAJ, Whitehead AS. Methylentetrahydrofolate reductase genotypes
and predisposition to atherotrombotic disease. European Heart Journal, 2001;
22:294-299.
156. Khaled
KA,
Wyngaard
CA,
Dzmiri
N.
Prevalence
and
role
of
methylentetrahydrofolate reductase 677 CT and 1298 AC polymorphisms in
coronary artery disease. Arch Pathol Lab Med. 2003;127:1349-1352.
157. McCully KS. Vascular pathology of homocysteinemia: implications for the
pathogenesis of arteriosclerosis. Am J Pathol; 1969;56:111-28.
55
Download