preeklampsili ve normal gebelerde anjiyotensin ıı tip 2 reseptör geni

advertisement
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TIBBİ BİYOLOJİ ANABİLİM DALI
PREEKLAMPSİLİ VE NORMAL GEBELERDE ANJİYOTENSİN II
TİP 2 RESEPTÖR GENİ A1675G İLE İNTERLÖKİN 4 GENİ -590
(C>T) POLİMORFİZMLERİNİN VE GENOTİP DAĞILIMLARININ
ARAŞTIRILMASI
Lütfiye ÖZPAK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMANI
Doç. Dr. Ayfer PAZARBAŞI
ADANA-2012
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TIBBİ BİYOLOJİ ANABİLİM DALI
PREEKLAMPSİLİ VE NORMAL GEBELERDE ANJİYOTENSİN II
TİP 2 RESEPTÖR GENİ A1675G İLE İNTERLÖKİN 4 GENİ -590
(C>T) POLİMORFİZMLERİNİN VE GENOTİP DAĞILIMLARININ
ARAŞTIRILMASI
Lütfiye ÖZPAK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMANI
Doç. Dr. Ayfer PAZARBAŞI
Bu tez, Çukurova Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından TF2011YL3 nolu proje
olarak desteklenmiştir.
Tez No: ………..
ADANA-2012
Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programı Çerçevesinde yürütülmüş
olan “Preeklampsili ve Normal Gebelerde Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör Geni A1675G
ile İnterlökin 4 Geni -590 (C>T) Polimorfizmlerinin ve Genotip Dağılımlarının
Araştırılması” adlı çalışma, aşağıdaki jüri tarafından Yüksek Lisans tezi olarak kabul
edilmiştir.
Tez savunma tarihi: 14.12.2012
Doç. Dr. Ayfer PAZARBAŞI
Çukurova Üniversitesi
Tıp Fak. Tıbbi Biyoloji ABD
Öğretim Üyesi
Jüri Başkanı
Prof. Dr. Fatma Tuncay ÖZGÜNEN
Çukurova Üniversitesi
Tıp Fak. Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD
Öğretim Üyesi
Üye
Prof. Dr. Mülkiye KASAP
Çukurova Üniversitesi
Tıp Fak. Tıbbi Biyoloji ABD
Öğretim Üyesi
Üye
Yukarıdaki tez, Yönetim kurulunun …………...……. tarih ve ………….sayılı
kararı ile kabul edilmiştir.
Prof.Dr. Şeref ERDOĞAN
Enstitü Müdürü
ii
TEŞEKKÜR
Yüksek lisans eğitimim boyunca ve çalışmamızın her aşamasında beni
destekleyen, yönlendiren ve motive eden, sorunların çözümüne hoşgörülü, sabırlı
yaklaşımını ve etik anlayışını örnek aldığım danışmanım sayın Doç. Dr. Ayfer
PAZARBAŞI’ na en derin saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu tez çalışmasının yürütülmesinde yardım ve desteklerini esirgemeyen, Dr.
Sabriye KOCATÜRK SEL’e, Öğr. Gör. Dr. Mehmet BertanYILMAZ’a ve yüksek
lisans eğitimime katkıda bulunan Anabilim Dalımız değerli Öğretim Üyelerinden
Prof.Dr. Mülkiye KASAP’a, Prof. Dr. Halil KASAP’a, Prof. Dr. Davut ALPTEKİN’ e,
Prof.Dr. Osman DEMİRHAN’a, Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Ümit LÜLEYAP’
a ve çalışma arkadaşlarıma tüm içtenliğimle teşekkür ederim.
Çalışmamızda, tez örneklerimizin sağlanmasında katkıda bulunan Ç.Ü. Tıp
Fakültesi Balcalı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim
dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Fatma Tuncay ÖZGÜNEN’e ve Kadın Hastalıkları ve
Doğum Anabilim dalı asistanlarına ve çalışanlarına teşekkür ederim.
İstatistik uygulamalarında yardımcı olan Uz. Bio. Nurşen KESER’ e teşekkür
ederim.
Bu tez çalışması TF.2011.YL3 numaralı proje ile Ç.Ü. Rektörlüğü Araştırma
Fonu tarafından desteklenmiştir.
Bugünlere gelmemde büyük pay sahibi olan ve manevi desteklerini esirgemeyen
sevgili annem, babam, abim, yengem ve yeğenlerime sonsuz sevgilerimi ve
teşekkürlerimi iletiyorum.
iii
İÇİNDEKİLER
KABUL VE ONAY
ii
TEŞEKKÜR
iii
İÇİNDEKİLER
iv
ŞEKİLLER DİZİNİ
vii
ÇİZELGELER DİZİNİ
ix
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
xi
ÖZET
xv
ABSTRACT
xvi
1. GİRİŞ
1
2. GENEL BİLGİ
5
2.1. Plasental Orjinli Maternal Hastalıklar
5
2.2. PIH (Gebeliğe Bağlı Hipertansiyon)
7
2.3. Helpp
7
2.4. Preeklampsi
7
2.4.1. Preeklampsinin Tanımı ve Sınıflandırılması
7
2.4.2. Preeklampsinin Tarihçesi
9
2.4.3. Preeklampside Risk Faktörleri
9
2.4.4. Preeklampsinin Etiyolojisi
11
2.4.5. Preekalmpsinin Patofizyolojisi
12
2.4.6. İnsidans, Prevalans, Mortalite ve Morbidite
15
2.4.7. Preeklampsinin Tedavisi
15
2.5. Sitokinler
16
2.5.1. Sitokinlerin Genel Özellikleri
16
2.5.2. Sitokin Ailesi ve İşlevleri
17
2.5.3. İnterlökin-4 (IL-4)
18
2.6. Renin Anjiyotensin Aldosteron Sistemi (RAAS) ve Anjiyotensin II
19
2.6.1. Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör (AT2-R) Geni Yapısal Özellikleri
20
2.6.2. AT2-R Geni Transkripsiyonu ve Ekspresyonu
20
2.7. Preeklampsinin Genetiği
22
2.7.1. Aile Çalışmaları
23
iv
2.7.2. İkiz Çalışmaları
25
2.7.3. Segregasyon Analizi
25
2.7.4. Linkaj Analizi
26
2.7.5. Asosiyasyon Çalışmaları ve Aday Genler
27
2.7.6. Çalışmalarda En Sık Rastlanan Aday Genler
28
2.7.7. Fetal Genotipin Katkısı
29
2.7.8. Paternal Genotipin Katkısı
30
2.7.9. Epigenetik Mekanizmalar
31
2.7.10. AT2-R Geni Polimorfizmleri
32
2.7.11. IL-4 Geni Polimorfizmleri
33
3. GEREÇ VE YÖNTEM
34
3.1. Araç ve Gereçler
34
3.1.1. Kimyasal Malzemeler
34
3.1.2. Cihazlar ve Teknik Malzemeler
35
3.2. Kan Örneklerinin Sağlanması
35
3.2.1. Hasta Rızası
36
3.3.Yöntem
36
3.3.1. Periferik Kandan DNA Eldesi
36
3.3.2. Agaroz Jelin Hazırlanması
37
3.3.3. Örneklerin Agaroz Jele Yüklenmesi ve Yürütülmesi
38
3.3.4. Örneklerin Poliakrilamid Jele Yüklenmesi ve Yürütülmesi
38
3.3.5. PZR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) Yönteminin
Uygulanması
40
3.3.5.1. AT2-R A1675G Polimorfizmi İçin PZR Yönteminin
Uygulanması
41
3.3.5.2. IL-4 Geni -590 C>T Polimorfizmi İçin PZR Yönteminin
Uygulanması
42
3.3.6. Restriksiyon Parça Uuznluk Polimorfizmi (RFLP) Yönteminin
Uygulanması
44
3.3.7. İstatistiksel Analiz
45
46
4. BULGULAR
4.1. Klinik Bulgular
46
v
4.2. Moleküler Bulgular
47
4.2.1. AT2-R Geni A1675G Polimorfizmi için Moleküler Genetik
Bulgular
47
4.2.2. IL-4 Geni -590 C>T Polimorfizmi için Moleküler Genetik
Bulgular
53
5. TARTIŞMA
58
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
64
KAYNAKLAR
66
EKLER
73
ÖZGEÇMİŞ
78
vi
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 1: Plasenta Kökenli, Maternal Kaynaklı Hipertansiyon Ve Proteinuri
Gibi Klinik Bulguların Eşlik Etmesi İle Meydana Gelen Hastalıklar
Şekil 2: Preeklampsi Tanı Kriterleri.
6
8
Şekil 3: Preeklampside Maternal Ve Fetal Risk Faktörleri
11
Şekil 4: Preeklampsinin Genetik, Çevresel Nedenleri Ve Patofizyolojisinde Rol
Oynayan Temel Mekanizmalar
13
Şekil 5: Renin Anjiyotensin Sisteminde ANG II Reseptörleri Ve Fonksiyonları
20
Şekil 6: AT2R Geni PZR İle Çoğaltılan 310 Baz Çiftlik Bölge
41
Şekil 7: IL-4 Geni 196 Baz Çiftlik PZR Çoğaltılan Bölge
43
Şekil 8: Kontrol Grubuna Ait Bazı Örneklerin, AT2R Geni İntron 1 Ve
Ekson 2 Arasındaki 310 Bç. Uzunluğundaki Bölgenin PZR
Yöntemi İle Çoğaltılıp Agaroz Jelde Yürütüldükten Sonra
Oluşturdukları Bant Görüntüleri
47
Şekil 9: Hasta Gruba Ait Bazı Örneklerin, AT2R Geni Geni İntron 1 Ve
Ekson 2 Arasındaki 310 Bç. Uzunluğundaki Bölgenin PZR
Yöntemi İle Çoğaltılıp Agaroz Jelde Yürütüldükten Sonra
Oluşturdukları Bant Görüntüleri
48
Şekil 10: Hasta Ve Kontrol Gruplarına Ait Bazı Örneklerin RFLP Yöntemi
İle (HYP 188 III Enzimi İle) Kesilip, Agaroz Jelde Yürütüldükten
Sonra Oluşturdukları Bant Görüntüleri
48
Şekil 11: Hasta Ve Kontrol Gruplarına Ait Bazı Örneklerin RFLP Yöntemi İle
(HYP 188 III Enzimi İle) Kesilip, Agaroz Jelde Yürütüldükten
Sonra Oluşturdukları Bant Görüntüleri
49
Şekil 12: Hasta Gruba Ait Bazı Örneklerin, IL4 Geni -590 Bölgesini İçeren
196 Baz Çifti Uzunluğundaki Bölgenin PZR Yöntemi İle Çoğaltılıp
Agaroz Jelde Yürütüldükten Sonra Oluşturdukları Bant Görüntüleri
53
Şekil 13: Hasta Ve Kontrol Gruplarına Ait Bazı Örneklerin RFLP Yöntemi İle
(Ava II Enzimi İle) Kesilip, Poliakrilamid Jelde Yürütüldükten
Sonra Oluşturdukları Bant Görüntüleri
vii
54
Şekil 14: Hasta Ve Kontrol Gruplarına Ait Bazı Örneklerin RFLP Yöntemi İle
(Ava II Enzimi İle) Kesilip, Poliakrilamid Jelde Yürütüldükten
Sonra Oluşturdukları Bant Görüntüleri
viii
54
ÇİZELGELER DİZİNİ
Çizelge 1: Sitokinler ve işlevleri
17
Çizelge 2: AT2-R geni yeri, yapısı, düzenlenmesi ve fonksiyonu
23
Çizelge 3: Preeklampsi ile ilgili yapılan aile çalışmaları, yapıldıkları yıllar,
çalışmacılar, çalışmaya ait sonuçlar ve yorumlar
24
Çizelge 4: Pereeklampsi ile ilgili yapılan linkaj çalışmaları
27
Çizelge 5: Preeklampsi ile ilgili aday genler
29
Çizelge 6: AT2R geni intron 1 ve exon 2 arasındaki bölgenin amplifikasyonu
için gerekli primer çiftleri
41
Çizelge 7: AT2R geni intron 1 ve exon 2 arasındaki bölgenin optimal
amplifikasyonlarının gerçekleşmesinde kullanılan maddeler ve miktarları42
Çizelge 8: AT2R geni intron1 ve exon 2 arasındaki bölgenin optimal
amplifikasyonlarının gerçekleştiği PCR programı ısı döngüleri
Çizelge 9: IL4 geni 5’ UTR bölgesinin amplifikasyonu için gerekli primer çiftleri
42
43
Çizelge 10: IL4 geni -590 C>T polimorfizmi için optimal amplifikasyonlarının
gerçekleşmesinde kullanılan PCR reaksiyon koşulları
44
Çizelge 11: IL4 geni -590 C>T polimorfizmi için optimal amplifikasyonlarının
gerçekleştiği PZR programı ısı döngüleri
44
Çizelge 12: AT2R geni G1675A ve IL4 geni -590 C>T polimorfizmleri için
RFLP reaksiyon koşulları
45
Çizelge 13: AT2R geni G1675A ve IL4 geni -590 C>T polimorfizmleri için
RFLP reaksiyonu ısı döngüleri.
45
Çizelge 14: Preeklampsili ve sağlıklı kontrol gruplarına ait klinik
özelliklerin ortalamaları ve p değerleri
47
Çizelge 15: Preeklamptik grubun AT2R geni 1675 bölgesi için Hyp 188 III
enzimi ile kesimi sonucunda elde edilen genotipleri
50
Çizelge 16: Kontrol grubunun AT2R geni 1675 bölgesi için Hyp 188 III
enzimi ile kesimi sonucunda elde edilen genotipleri
51
Çizelge 17: AT2R geni 1675 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait
genotip frekansları
52
ix
Çizelge 18: AT2R geni 1675 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait allel
frekansları
52
Çizelge 19: Preeklamptik grubun IL-4 geni -590 bölgesi için Ava II enzimi ile
kesimi sonucunda elde edilen genotip kodları
55
Çizelge 20: Kontrol grubunun IL-4 geni -590 bölgesi için Ava II enzimi ile
kesimi sonucunda elde edilen genotip kodları
56
Çizelge 21: IL-4 geni -590 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait
genotip frekansları
57
Çizelge 22: IL-4 geni -590 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait allel
frekansları
57
Çizelge 23: Afro-Karayip, Asya, Kafkas ve Türk populasyonlarına ait AT2R
geni 1675 bölgesi için preeklampsi ve kontrol grubu genotip
dağılımları
60
Çizelge 24: Afro-Karayip, Asya, Kafkas ve Türk populasyonlarına ait AT2R
geni 1675 bölgesi için preeklampsi ve kontrol grubu allel frekansları
60
Çizelge 25: Çalışmamız ve R.Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaya ait
IL-4 geni -590 bölgesi C>T polimorfizmi için preeklampsi ve
kontrol grubu genotip ve allel frekansları
62
Çizelge 26: Çalışmamız ve R. Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışmanın
sonuçlarının toplamına ait IL-4 geni -590 bölgesi C>T polimorfizmi
için preeklampsi ve kontrol grubu genotip ve allel frekansları
x
63
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
ADE
Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim
AGT
Anjiyotensinojen
ANG II
Anjiyotensin II
Arg
Arginin
Asp
Aspargin
AT1-R
Anjiyotensin II Tip 1 Reseptör Geni
AT2-R
Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör Geni
APS
Amonyum Persülfat
Bç/bp
Baz Çifti
ºC
Santigrat Derece
Ca
Kalsiyum
cAMP
Siklik Adenozin Monofosfat
cDNA
Komplementer Deoksiribonükleik Asit
CpG
Sitozin-fosfat-Guanin
CaCO3
Kalsiyum Karbonat
CaF
Kalsiyum Florür
cm
Santimetre
del
Delesyon
dk
Dakika
DNA
Deoksiribonükleik Asit
dNTP
Deoksi Nükleotit Tri Fosfat
EDTA
Etilen Diamin Tetra Asetik Asit
EtBr
Etidiyum Bromür
F2
Faktör 2
F5
Faktör 5 Leiden
g
Gram
G-CSF
Granülosit Koloni Uyarıcı Faktör
Gm-CSF
Granülosit-Makrofaj Koloni Uyarıcı Faktör
HIF 1α
Hipoksi Uyarıcı Faktör 1 Alfa
HLA
İnsan Lökosit Antijeni
xi
IFN γ
İnterferon Gama
IgE
İmmünoglobulin E
IL-1
İnterlökin 1
IL-1 β
İnterlökin 1 Beta
IL-2
İnterlökin 2
IL-3
İnterlökin 3
IL-4
İnterlökin 4
IL-5
İnterlökin 5
IL-6
İnterlökin 6
IL-7
İnterlökin 7
IL-8
İnterlökin 8
IL-9
İnterlökin 9
IL-10
İnterlökin 10
IL-11
İnterlökin 11
IL-12
İnterlökin 12
K
Potasyum
kDa
Kilodalton
kg
Kilogram
L
Litre
LDL
Düşük Yoğunluklu Lipoprotein
LT
Lenfotoksin
M-CSF
Monosit-Makrofaj Koloni Uyaran Faktör
MCP
Monosit Kemotatktik Protein
mg
Miligram
MgCl2
Magnezyum Klorür
MgPO4
Magnezum Fosfat
mmHg
Milimetre Civa
ml
Mililitre
μl
Mikrolitre
mM
Milimolar
M
Markır
mRNA
Mesajcı Ribonükleik Asit
xii
MTHFR
Metilentetrahidrofolat Redüktaz
M
Molar
n
Birey Sayısı
NaCl
Sodyum Klorür
ng
Nanogram
NK
Natural Killer
NHBPEP
National High Blood Presure Education Program
NOS3
Nitrik Oksit Sentetaz 3
P
Fosfat
PAGE
Poliakrilamid Jel Elektroforezi
PC12
Sıçan Feokromositom Hücre Hattı
PE
Preeklampsi
PIH
Gebeliğe Bağlı Hipertansiyon
pmol
Pikomol
PKC
Protein Kinaz C
PZR
Polimeraz Zincir Reaksiyonu
RAS
Renin Anjiyotensin Sistem
RAAS
Renin Anjiyotensin Aldosteron Sistem
RFLP
Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi
Rh
Rhesus Faktör
rpm
Dakikadaki Devir Sayısı
R3T3
Fare Fibroblast Hücre Hattı
SDS
Sodyum Dodesil Sülfat
SNP
Tek Nükleotid Polimorfizm
SERPIN B5
Serpin Peptidaz İnhibitörü B5 Grubu
TBE
Tris Borat EDTA
TE
Tris EDTA
TEMED
Tetrametilendiamin
TGF β
Transforming Büyüme Faktörü Beta
TNF α
Tümör Nekroz Faktör Alfa
TH2
T yardımcı Hücreleri
VCAM
Damar Hücresi Adezyon Molekülü
xiii
VLDL
Çok Düşük Dansiteli Lipoprotein
VSMC
Vasküler Düz Kas Hücreleri
xiv
ÖZET
Preeklampsili ve Normal Gebelerde Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör Geni A1675G
ile İnterlökin 4 Geni -590 (C>T) Polimorfizmlerinin ve Genotip Dağılımlarının
Araştırılması
Gebeliklerin yaklaşık %3-5’ inde görülen, oluşumunda maternal, plasental,
immün ve genetik faktörlerinrol oynadığı, hipertansiyon ve proteinuri ile tanısı
konulan insan gebeliğine özgü ciddi bir rahatsızlıktır. Gebeliğin fizyolojisinde yer
alan birçok biyolojik yolakta etkili pek çok genin preeklampsinin kalıtımında
çeşitli rollere sahip olduğu düşünülmektedir. Yapılan farklı tipte çok sayıda
genetik çalışma, preeklampsinin genetik kökeni ile ilgili bilmeceyi çözmek için
yeterli değildir.
Bu çalışmada 131 preeklampsili gebe ve 86 sağlıklı gebe, preeklampsi ile
anjiyotensin 2 tip II reseptör geni (AT2-R) A1675G ve interlökin 4 (IL-4) geni -590
C>T polimorfizmleri arasındaki ilişki bakımından araştırılmıştır. Ayrıca
çalışmamızda bu polimorfizmlere ait genotip ve allel frekanslarının normal ve
preeklamptik olgulardaki dağılımı incelenmiştir. Çalışma sonuçlarımıza göre
preeklamptik ve normal gebe kadınlar genotip frekansları bakımından
karşılaştırıldığında anlamlı bir fark belirlenmemiştir. AT2-R geni 1675
polimorfizmi bakımından preeklamptik kadınlarda A alleline sahip olguların,
normal gebe kadınlardan daha yüksek olduğu belirlenmiştir. (p=0.033). AG+AA
genotipleri frekansı, GG genotipi frekansı ile karşılaştırıldığında GG genotipi
preeklamptik grupta %78.5 iken, kontrol grubunda %89.5 olarak bulunmuştur.
Bu genotipler bakımından hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık
saptanmıştır (p=0.034). IL-4 geni -590 polimorfizminde genotip (p=0.456) ve allel
(p=0.310) frekansları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
saptanmamıştır
Sonuç olarak, gelecekteki çalışmalarda preeklampsi ile ilişkili olabileceği
düşünülen genler ile polimorfizmler daha geniş çalışma gruplarında
değerlendirilmelidir.
Anahtar Sözcükler: Preeklampsi, Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör Geni, İnterlökin
4 Geni, Polimorfizm
xv
ABSTRACT
Investigation of Angiotensin II Type 2 Receptor Gene A1675G and Interleukin 4
Gene -590 (C>T) Polymorphisms and Genotype Distribution in Preeclampsia and
Normal Pregnancies
Preeclampsia, specific to human pregnancies, is a serious disorder which
occurs approximately in 3-5% of all pregnancies. It is a complex disorder, in
which immune and genetic factors also take part. Preeclampsia is particularly
diagnosed with hypertension and proteinuria. The genes, which function in the
biological pathways in the physiology of pregnancy, are thought to have several
roles in the genetics of preeclampsia. Although there have been a great deal of
genetic studies, there is not sufficient data available to solve the riddle of the
genetic origins of preeclampsia.
In this study, 131 preeclamptic and 86 normotensive pregnant women were
investigated in terms of the relationship between preeclampsia and angiotensin II
type 2 receptor gene (AT2-R) A1675G / interleukin 4 (IL-4) Gene -590 (C>T)
polymorphisms. Furthermore, the distribution of genotype and allele frequencies
related to these polymorphisms in normal and preeclamptic women were also
evaluated. According to our results, there was not significant difference with respect
to genotype and allel frequencies between preeclamptic and normotensive pregnant
women. As for AT2-R gene 1675 polymorphism A allel was found significantly higher
in preeclamptic women than normotensive pregnant women (p=0.033). When
AA+AG genotype frequencies were compared to GG genotype frequency; GG
genotype was found to be 78.5% in the preeclamptic group and, 89.5% in
normotensive group. There was a significant difference in terms of these genotypes
between preeclamptic and normotensive pregnant women (p=0.034). As for IL-4
gene -590 polymorphism, there was not significant difference in terms of genotype
(p=0.456) and allele (p=0.310) frequencies.
In conclusion, broader sample size, different genes and their
polymorphisms that could be related to preeclampsia should also be investigated in
future studies.
Key Words: Preeclampsia, Angiotensin II Type 2 Receptor Gene, Interleukin 4
Gene, Polymorphism
xvi
1. GİRİŞ
Plasental kökenli maternal hastalıklardan birisi olan preeklampsi; gebeliğin
ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan, gebeliklerin yaklaşık % 7-10’ nunda görülen
maternal ve perinatal mortaliteye sebep olan ciddi bir gebelik dönemi hastalığıdır1-10.
Preeklampsinin fetal yansıması, intrauterin gelişme geriliği ve amniyotik sıvıda
azalmadır1. Klinik belirtiler açısından preeklampsinin maternal yansıması ise, gebeliğin
20. haftasından sonra ortaya çıkan hipertansiyon, bunu takip eden proteinuri ve
ödemdir1-10.
Preeklampsi için NHBPEP (National High Blood Pressure Education Program)’
ın 2000 yılında yaptıkları çalışma raporlarına göre, tanımlama ve sınıflandırma kriterleri
kullanılmaktadır. Bu rapora göre, hastalık normotensif kadınlarda 20. gebelik
haftasından sonra, kan basıncının ≥ 140/90 mm-Hg ölçülmesi ve 24 saatlik idrarda
protein atımının ≥ 300 mg olması ve eşlik eden ödem gibi klinik bulgulara sahiptir11.
Gebeliğe bağlı hipertansif hastalıklar tanı kriterlerine göre 5 alt grupta toplanmıştır.
Bunlar gestasyonel hipertansiyon, kronik hipertansiyon, süperempoze preeklampsi,
preeklampsi ve eklampsidir11-17. Preeklampsi kendi içinde hafif ve ağır grup olarak
ikiye ayrılır. Ağır preeklampside, kan basıncı ölçümlerinin ≥ 160mmHg/110mmHg
olması, 24 saatlik idrarda ≥ +3 proteinuri saptanması, oligüri, görme bozuklukları,
pulmoner ödem, epigastrik ağrı, karaciğer fonksiyonlarının bozulması, trombositopeni,
fetal büyüme geriliği gözlenir. Bu bulguların dışında kalan hastalar hafif preeklamptik
olarak adlandırılır. Eski çağlarda preeklampsi ve eklampsinin gebelik dönemine ait bir
hastalık olduğu bilinmiyordu. Vaquez ve Nobecart’ ın preeklampside hipertansiyonu
keşfetmesi ile preeklampsi semptomları belirlenmeye başladı12,18.
Preeklampsi için tanımlanan yüksek risk faktörleri; ilk gebelik, ileri anne yaşı,
önceki gebeliklerde preeklampsi öyküsü, obezite, hipertansiyon, diabet gibi hastalıklara
sahip olmak, Afrikan- Amerikan ırkından olmak şeklinde belirlenmiştir19-22.
Yapılan çalışmalara rağmen preeklampsinin etiyolojisi hala bilinmemektedir.
Ancak trofoblastik dokunun varlığında ortaya çıktığı için maternal ve fetal/plasental
kökenli olduğu bilinmektedir. Myometriumdaki arterlerin trofoblast invazyonunda
1
problem olan gebeliklerde azalmış plasental akım, bunun sonucunda da preeklampsi ve
intrauterin gelişme geriliği gözlenmektedir23.
Preeklampsinin tanı kriterleri belirlenmiş ve sınıflandırılmış olmasına rağmen
etiyolojisi ve patofizyolojisi hala açık değildir. Preeklampsi patofizyolojisinde rol
oynayan 2 temel mekanizma belirlenmiştir. Bunlar spiral arterlerdeki yetersiz
endovasküler sitotrofoblast invazyonu ve endotel hücre hasarıdır24,25. Preeklampsinin
etiyopatogenezinde,
plasentasyonda
maternal
vasküler
cevapta
yetersizlik
26
düşünülmektedir . Normal gebelikte, büyüyen fetüsün ihtiyaçlarını karşılamak için
elastik müsküler arterler çaplarını arttırıp yüksek akımlı düşük rezistans sistemine
geçerler, preeklampside ise bu durum gerçekleşmez27. Preeklampsideki endotel hücre
hasarını hangi faktörün başlattığı henüz netlik kazanmamıştır. Ancak endotel hücre
hasarına neden olan faktörler arasında oksidatif stres ve inflamatuvar cevap
suçlanmaktadır. İnflamatuvar sitokinlerin uyarısı ile endotel hücrelerdeki çeşitli
moleküllerin gen ekspresyonu artar5. Oksidatif stres, lipid peroksidasyonunu, protein ve
DNA hasarını indüklemektedir28-31. Son yapılan çalışmalarda preeklampsinin altında
yatan sebepler arasında genetik ve immün faktörler önemli bir yer tutmaktadır5,6.
Preeklampsi insidansı ırk, bölge ve ülkelere göre değişmekle beraber tüm
gebeliklerin yaklaşık %7-10’u civarındadır32-37. Etnik kökene bağlı olarak farklılık
göstermekte olan preeklampsi insidansı, siyahi kadınlarda %5.2, İspanyol asıllı
kadınlarda %4, yerli Amerikan kadınlarda %3.9, beyaz kadınlarda %3.8, Asyalı
kadınlarda ise %3.5‘ tur38.
Preeklampsi tanısı konur konmaz en kesin tedavi yöntemi doğumdur. Doğuma
karar verirken hastalığın ağırlık derecesi, maternal/fetal durum, gebelik yaşı, doğum
eyleminin varlığı göz önünde bulundurulur39-43.
Preeklampsi ailesel yatkınlık ile genetiğin de desteklediği multifaktoriyel bir
sendromdur. Sağlıklı bir gebelik, annenin normal savunma mekanizmasına sahip
olmasına bağlıdır44-47.
Renin
anjiyotensin
sistemi
(RAS);
su-tuz
dengesinin
ayarlanmasında,
preeklampsinin patofizyolojisinin belirlenmesinde çok önemlidir. Ayrıca normal
gebelikte damar direnci, kan basıncı, plazma volümü azaldığından dolayı RAS’ ın
uyarısı sonucu plazma renin aktivitesi, anjiyotensin II (AngII) ve aldosteron seviyesinde
artışa neden olur. Fakat preeklampsili gebeliklerde plazmada anjiyotensinojenin yüksek
2
molekül ağırlıklı formu artarken, AngII ve renin seviyesi azalır. RAS’ ın vazoaktif
elementlerindeki bu değişiklikler PE’ nin patofizyolojisinde önemli bir rol oynar. Kan
basıncı düştüğünde böbrekteki jukstaglomerüler hücreler renin salgılarlar. Renin
anjiyotensinojenden, anjiyotensin I oluşumunu uyarır. Anjiyotensin I ise anjiyotensin
dönüştürücü enzim ile anjiyotensin II’ ye dönüştürülür48-63.
Preeklampsi genetiğinin şekillenmesinde 2 temel durum vardır. Birincisi
preeklampsi esnasında genlerin eksprese oldukları yer, zaman ve ekspresyon profilleri.
İkincisi ise preeklampsili ve kontrol grubuna ait ekspresyon profilleri arasındaki
farklar64. Preeklampsi gibi multifaktoriyel hastalıklarda tek nükleotid polimorfizmlerine
(SNP) daha sık rastlanmaktadır. Çalışmalarda yer alan, bir genin promotor, enhansır,
represör, regülatör, intron, ekson ve kodon gibi belirli bir bölgesinde bulunan SNP’ deki
bir fark, direk bir biyokimyasal sonuç doğurabilir. Bu durum preeklampsinin
patofizyolojisi ve etkileri konusunda bilgi sahibi olunmasını sağlar65,66. Preeklampsi
genetiği ile ilgili aile çalışmaları, ikiz çalışmaları, segregasyon analizi, linkaj analizi,
asosiyasyon çalışmaları ve aday genlerin belirlenmesi, fetal genotipin katkısı, paternal
genotipin katkısı, epigenetik mekanizmalar gibi çalışmalar üzerine yoğunlaşmıştır64-100.
Preeklampsi ile ilgili yapılan asosiyasyon çalışmalarında 70’ ten fazla gen incelenmiş
ancak araştırmalar biyolojik hipotezlere dayanarak ve preeklampsiye olan katkıları
değerlendirilerek yaklaşık 7 gen belirlemişlerdir. Bu genler; MTHFR (Metilenhidrofolat
Redüktaz), F5 (Faktör 5 Leiden), AGT (Anjiyotensinojen), HLA (İnsan Lökosit
Antijeni), NOS3 (Nitrik Oksit sentetaz 3) , F2 (Faktör 2) ve ACE (Anjiyotensin
Dönüştürücü Enzim)’ dir64.
AT2-R geni; anjiyotensin II’ nin alt tipi olup, büyümeyi inhibe edici, damar
çapını arttırıcı, antihipertrofik ve proapoptotik etkileri mevcuttur. Normal feto-plasental
gelişim, AT2-R ve anjiyotensin II’nin diğer alt tipi olan AT1-R genlerinin düzenli
eksprese olmasını ve taşınmasını gerektirir101-105.
Savunma sisteminde yer alan sitokinlerden birisi olan interlökin 4 (IL-4),
plasental
dönemde
meydana
gelir.
IL-4
seviyesi
preeklampsiye
hassasiyeti
etkileyebilir106-110.
Bu tez çalışmasında preeklampsi ile AT2-R ve IL-4 genleri arasındaki ilişkinin
araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada preeklampsili ve normal gebelerden alınan
kanlardan izole edilen DNA örnekleri, AT2-R geni A1675G polimorfizmi ve IL-4 geni -
3
590 C>T değişimi açısından PCR-RFLP yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir. Bu
çalışma ile Türk toplumunda preeklampsi hastalığı ile bu polimorfizmler arasındaki
ilişki ve genotip dağılımları belirlenmiştir. Bu sayede IL-4 geninin -590 ve AT2-R
geninin 1675 bölgesindeki polimorfizmlerin Türk toplumundaki preeklamptik kadınlar
daki insidansı ortaya çıkarılmıştır.
4
2. GENEL BİLGİ
2.1. Plasental Orjinli Maternal Hastalıklar
Plasenta anneyle bebek arasındaki besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişini
sağlayan yapıdır. Plasenta, yeni hücre gruplarının yani dokuların oluşması için gerekli
olan besinleri ve oksijeni fötüse taşırken, atık maddeleri ayırarak annenin vücuduna
gönderir.
Normal gebelikte plasentaya maternal kan akımını sağlayan spiral arterlerde
hayati önem taşıyan değişiklikler olur. Bunlara ‘’gebeliğin fizyolojik değişiklikleri’’
denir1,2. Plasenta oluşurken ekstravillöz trofoblastlar interstisiyel ve intravasküler
invazyon yaparlar, bu invaze trofoblast hücrelerinin damara gömülmüş endotel
hücrelerine dönüşmesinin (damardaki trofoblast duvara dahil olarak vasküler endotele
penetre olur) etkisiyle damar duvar değişiklikleri ortaya çıkar. Desiduayı besleyen spiral
arterlerin damar duvarındaki düz kas ve elastik lifleri fibrinoid bir materyalle yer
değiştirirler. Bu vasküler değişikliklerle çok sayıda spiral arteriol intervillöz mesafede,
genişlemiş, birbirleriyle irtibatlı olan, çeperleri kavisli, huni şekilli damarlar haline gelir.
Vasküler düz kasın yokluğunda bu damarlar vazoaktif ajanlara kontraksiyonla cevap
veremez ve kan akımı artar1-6. Bu endovasküler invazyon myometriumda da devam eder
ve myometriumun iç 1/3 tabakasındaki spiral arterler de benzer değişikliğe uğrayarak
artmış uteroplasental akıma katkıda bulunur. Preeklampside desiduadaki damarlar
orijinal yapılarını kısmen korur, düz kas ve elastik lifler kaybolmaz, bu nedenle gereken
bu değişiklikleri gösteremediği için dolaşım yetersiz olur, plasentasyon yüzeysel ve
yetersizdir. Bu histopatolojik değişiklikler plasenta yatak biyopsilerinde gösterilmiştir7.
Bu değişmemiş damarların bazısı akut aterosis gösterir, damar obstruksiyonları ve
infarktüsler görülebilir8. Normal gebelikte olması gereken myometriumdaki spiral
arterlerdeki müsküler ve elastik yapı kaybı görülmez, bu damarlar düz kaslarını
koruyarak hormonal etkiye yanıtsız kalır, gereken değişiklikleri göstermezler. Sonuç
olarak uteroplasental dolaşım yetersizliği ortaya çıkar.
Plasenta kökenli maternal hastalıklar, plasentada meydana gelen bozukluğun
yanı sıra, eşlik eden klinik bulgulara göre farklı gruplara ayrılırlar. Maternal kaynaklı
5
olan hipertansiyon ve proteinuri gibi klinik bulguların eşlik etmesi ile şekillenen
hastalıklar 4 alt grupta toplanır1 (Şekil 1).
Şekil 1: Plasenta kökenli, maternal kaynaklı hipertansiyon ve proteinuri gibi klinik bulguların eşlik
etmesi ile meydana gelen hastalıklar1 (PIH: Gebeliğe bağlı hipertansiyon).
Gebeliğe bağlı hipertansiyon bir multiorgan hastalığıdır ve semptomlar bu
tutulumlara bağlı oluşur. Preeklampside böbrek tutulumu (proteinüri); eklampside
6
santral sinir sistemi tutulumu (nöbetler); HELLP sendromunda hemoliz, karaciğer
enzimlerinde yükseklik ve trombosit sayısında azalma ön plandadır9.
2.2. PIH (Gebeliğe Bağlı Hipertansiyon)
Gebelikte görülen hipertansiyondur. Önceden hipertansiyonu olmayan ve ilk 20
haftalık takiplerde tansiyon değerleri normal seyreden anne adaylarında saptanan
tansiyon yüksekliğinde, gebeliğin neden olduğu hipertansiyon tanısı konur10.
2.3. Hellp
Pre-eklamsi ile beraber veya proteinüri ve hipertansiyon olmadan da %20
oranında izlenir. Hastalığın teşhis kriterleri hemoliz, karaciğer enzimlerinde artış,
trombositopeni olarak belirlenmiştir9,11.
2.4. PREEKLAMPSİ
2.4.1. Preeklampsinin Tanımı ve Sınıflandırılması
Preeklampsiye ait evrensel bir tanım bulunmamakla birlikte gebelikte görülen
hipertansiyonla ilgili değişik terminoloji ve sınıflandırmalar kullanılmıştır. 2000 yılında
NHBPEP (National High Blood Pressure Education Program)’ ın çalışma raporlarına
göre yaptıkları tanımlama ve sınıflandırma kriterleri kullanılmaktadır12. Bu rapora göre,
gebelikten önce normotensif olan bir kadının gebeliğinin 20. haftasından sonra
hipertansiyon ve eşlik eden proteinuri gibi klinik bulguları taşıması ile görülen gebeliğe
özgü bir hastalıktır12. Gebeliğe bağlı hipertansif hastalıklar tanı kriterlerine göre 5 alt
grupta toplanmıştır.
1. Gestasyonel Hipertansiyon: Geçici veya gebeliğin indüklediği hipertansiyondur
(PIH). Normal kan basıncına sahip bir kadında gebeliğin 20. haftasından sonra ortaya
çıkan hipertansiyon (sistolik kan basıncı ≥140mm-Hg ve diastolik kan basıncı ≥90mmHg) , proteinurisi olmayan olgulardır13.
7
2. Kronik Hipertansiyon: Gebelikten önce kan basıncının 140/90 mm-Hg’nın üzerinde
olduğu, gebeliğin 20. haftasından sonra tansiyonun bu değerlerin de üzerine çıkması ve
doğumdan 6 hafta sonrasına kadar bu şekilde seyretmesidir13.
3.
Kronik
hipertansiyon
zemininde
gelişen
preeklampsi
(Süperempoze
preeklampsi): Kronik hipertansiyon tanısı konmuş bir gebede 20. gebelik haftasından
sonra kan basıncının yükselmesi ve buna proteinüri durumunun eklenmesidir. Kronik
hipertansif bir gebede preeklampsi gelişmesi, gebe için önemli bir tehlikedir. Kronik
hipertansif gebelerin %25 ve fazlasında kronik hipertansiyon zemininde gelişen
preeklampsi görülür14. Kronik hipertansiyonu olan gebeler, tipik olarak 24. gebelik
haftasından sonra daha da kötüleşir ve kronik hipertansiyon olmadan preeklampsi
gelişen gebelere göre daha ağır bir tablo sergileyebilirler15.
4. Preeklampsi: Preeklampsi gebeliğe özgü olarak, çoğunlukla ilk gebeliği olan
kadınlarda ve 20. haftadan sonra ortaya çıkmaktadır. Genel olarak preeklampsi tanı
kriterleri aşağıdaki Şekil 2’ de verilmiştir16.
20. gebelik haftasından sonra daha önce normal kan basıncına sahip kadınlarda, sistolik kan
basıncının 140 mm-Hg ve üzeri ve/veya diastolik kan basıncının 90 mm-Hg ve üzerinde ölçülmesi.
24 saatlik idrarda protein atımının 300 mg ve üzerinde olması.
Tek başına bir tanı kriteri olmamakla birlikte diğer klinik bulgulara eşlik eden ödem.
Şekil 2: Preeklampsi tanı kriterleri16.
Preeklampside hipertansiyon, olguların erken ve kesin bulgusudur17. Proteinüri
glomerüler hasarın göstergesi olup 24 saatlik idrarda 300 mg ve üstü protein
saptanması, 6 saatlik ara ile alınan en az 2 idrar örneğinde +1 fazla protein olması
patolojik proteinüri tanısı için yeterli bulunmaktadır16. Ödem; serum kolloid onkotik
basıncının düşmesi ve kapiller permeabilitenin artmasıyla oluşmaktadır. Ödem normal
gebe kadınlarda da görüldüğü için günümüzde tanı kriteri olmaktan çıkmıştır15.
Preeklampsi kendi içinde hafif ve ağır grup olarak ikiye ayrılır. Ağır
preeklampside, kan basıncı ölçümlerinin 160mmHg/110mmHg veya üzerinde olması,
8
24 saatlik idrarda 5gr veya üzerinde (+3 veya üzerinde) proteinuri saptanması, oligüri,
görme bozuklukları, pulmoner ödem, epigastrik ağrı, karaciğer fonksiyonlarının
bozulması, trombositopeni, fetal büyüme geriliği gözlenir. Bu bulguların dışında kalan
hastalar hafif preeklamptik olarak adlandırılır16.
5. Eklampsi: Gebelik ya da lohusalık sırasında preeklampsi kriterlerini taşıyan
hastalarda nörolojik hasar olmadan gelişen havale veya koma durumu eklampsidir.
Preeklampsinin klasik üçlüsü olan hipertansiyon, proteinuri ve ödem, hastaların %
50’sinde görülmektedir. Baş ağrısı, görme bozukluğu eklamptik nöbetlerin gelişmesi
açısından alarm semptomlarıdır17.
2.4.2. Preeklampsinin Tarihçesi
Eski çağlarda preeklampsi ve eklampsinin gebelik dönemine ait bir hastalık
olduğu bilinmiyordu. 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın başlarına doğru preeklampsi
ve eklampsi semptomları belirlenmeye başlandı. Eklampsi ve epilepsi konvülziyon
(nöbet) durumundan dolayı karıştırılıyordu. Ancak 1739’da Bossier de Sauvages
epilepsinin kronik bir hastalık olduğunu, eklampsinin ise sadece hamilelikte meydana
gelen akut nöbetlere sahip olduğunu belirlemiştir12,18. 1843’te Robert Johns bu
hastalıkta baş ağrısı, geçici görme kaybı, midede şiddetli ağrı ve vücutta ödem olduğunu
tesbit etti12. Vaquez ve Nobecart preeklampside hipertansiyonu keşfetti18. 20. yüzyılda
preeklampsi, gebeliğin 20. haftasından sonra ortaya çıkan hipertansiyon, proteinuri ve
ödem gibi klinik bulgulara sahip bir hastalık olarak sınıflandırıldı.
2000 yılında
NHBPEP (National High Blood Pressure Education Program)’ nin çalışmaları
sonucunda elde edilen preeklampsi tanı kriterleri ve sınıflandırma kabul edildi.
Preeklampsinin etiyolojisi hala tam olarak açık olmamakla birlikte tarih boyunca
hastalığın etiyolojisi, tanı kriterleri ile ilgili elde edilen bilimsel gerçekler
preeklampsinin anlaşılmasına geniş bir perspektif sunmuştur12.
2.4.3. Preeklampside Risk Faktörleri
Preeklampsi hamilelikte görülen, maternal ve fetal komplikasyonların artışı ile
bağlantılı bir sendromdur19. İleri anne yaşı, düşük sosyo-ekonomik düzey ve Afrikalı
Amerikalı ırktan olmak preeklampside risk faktörleri arasında yer almaktadır20.
9
Afrikalı-Amerikan ırkta kronik hipertansiyon prevalansı da yüksektir. Bu yüzden
preeklampsi meydana gelme olasılığı etnik köken ile de ilişkilidir şeklinde
yorumlanabilir20.
Nullipar (hiç sağlıklı doğum yapmamış) kadınların preeklampsi açısından
yüksek riske sahip oldukları belirlenmişlerdir21. Sibai ve arkadaşları çalışmalarında
4314 doğum yapmış kadından 326’sında (%7,6) preeklampsi geliştiğini gözlemlediler
ve buna gore risk faktörlerini belirlediler. İnceledikleri preeklampsi populasyonunun
%5-7’sini nullipar kadınlar oluşturmuştur. Buna göre sağlıklı nullipar kadınlarda
preeklampsi gelişimini etkileyen faktörleri; ileri anne yaşı (>35), ırk, sosyo-ekonomik
düzey, eş değişimi, kan grubu, Rh faktörü, önceki düşük öyküleri, hamilelik esnasında
sigara ve alkol kullanımı, vücut kitle indeksi, ilk gebeliklerindeki sistolik ve diastolik
kan basıncı, gebelik sırasında özellikle de 3. trimestırdaki kilo kazancı ve gestasyonel
diabet varlığı olarak belirlediler19. Birden fazla çocuğu olan kadın, eş değiştirdiğinde
preeklampsiye yakalanma riski artar. Paternal antijenlere karşı immünolojik reaksiyon
gelişmesi bu risk artışının sebebi olabilir. Preeklampsi için maternal ve fetal risk
faktörleri şekil 3’ de özetlenmiştir19, 22.
10
Şekil 3. Preeklampside maternal ve fetal risk faktörleri19,22.
2.4.4. Preeklampsinin Etyolojisi
Bu alanda yapılan pek çok çalışmaya rağmen preeklampsinin etiyolojisi hala
bilinmemektedir. Ancak trofoblastik dokunun varlığında ortaya çıktığı için maternal ve
fetal/plasental kökenli olduğu bilinmektedir. Myometriumdaki arterlerin trofoblast
tarafından invazyonunda problem olan gebeliklerde azalmış plasental akım,
bunun
sonucunda da preeklampsi ve intrauterin gelişme geriliği gözlenmektedir23.
Preeklampsinin etiyolojisinde kabul gören 4 hipotez mevcuttur.
1. Plasental iskemi: Artmış trofoblast göçü ve sınırın dışına çıkışı endotelyal
hücre disfonksiyonuna sebep olmaktadır. Bu hipoteze göre preeklampsideki zayıf
11
plasentasyon, fetal genlerin aktivitesi sonucu ortaya çıkan inflamatuvar sinyallere
maternal gen ürünlerinin doğal yollarla immün cevap geliştirmesi sonucu ortaya çıkar24.
2. Çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL) ve albuminin toksisite önleyici
aktivitesi: Preeklampside hastalık başlamadan önce serbest yağ asitlerinin dolaşımdaki
seviyesi gebelikte artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için 15-20 haftalıkken artar.
Plazma albumin seviyesi, preeklamptik kadınlarda normal gebelere göre daha düşük
seviyededir. Adipoz dokudan fazladan yağ asitlerinin karaciğere taşınması sonucu
albuminin antitoksik aktivitesi azalır ve bu durumda endotelyal hasara sebep olur24.
3. İmmün uyumsuzluk: Gebeliğin oluşması ve güvenle sürmesi maternal bir
immün tepkinin doğmasını gerekli kılmaktadır. İmmünolojik maladaptasyon sonucu
desidual lökositler ve sitotrofoblast hücreleri arasındaki etkileşim yetersizleşir, bunun
sonucunda da normal trofoblast invazyonu ve gelişimi tehlikeye girer24.
4. Genetik Yatkınlık: Maternal ve fetal genom gelişimde farklı roller üstlenir.
Paternal kalıtımda normal trofoblastik gelişim için gereklidir24. Bu konu preeklampsinin
genetiği kısmında geniş bir şekilde ele alınacaktır.
2.4.5. Preeklampsinin Patofizyolojisi
Preeklampsinin gelişimini engellemek için etiyolojisinin ve patofizyolojisinin
çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Ancak yıllardır yapılan araştırmalara rağmen
preeklampsinin patofizyolojisi tam olarak aydınlatılamamıştır.
Bunun nedenleri
arasında, hiçbir hayvan modelinin insandaki preeklampsiyi tam olarak karşılayamaması
yetersiz trofoblast invazyonuna kanıt olarak ilk trimester doku materyalinin elde
edilememesi, altta yatan temel patolojiye annenin vermiş olduğu reaksiyonun her
vakada farklı ortaya çıkması sayılabilir. Bununla birlikte gelişiminde maternal, plasental
ve paternal triadın hepsinin birden rol aldığı ve multifaktoriyel bir hastalık olduğu
bulunmuştur.
Önceden
mevcut
olan
hipertansiyon,
mikrovasküler
hastalıklar,
endokrinolojik ve koagülatif bozukluklar preeklampsi gelişimine zemin hazırlasa da,
preeklampsinin açık bir tanı testi olmaması başlangıcının ve gelişiminin tahmin
edilememesi
bu
alanda
yapılan
çalışmaları
12
zorlaştırmıştır.
Preeklampsi
patofizyolojisinde rol oynayan 2 temel mekanizma belirlenmiştir. Bunlar spiral
arterlerdeki yetersiz endovasküler sitotrofoblast
hasarıdır
24,25
invazyonu ve endotel hücre
.
Şekil 4. Preeklampsinin genetik, çevresel nedenleri ve patofizyolojisinde rol oynayan temel
mekanizmalar25.
Preeklampsinin etiyopatogenezinde, plasentasyonda maternal vasküler cevapta
yetersizlik düşünülmektedir. Plasentasyonda maternal vasküler cevap spiral arterlerin
trofoblastik dokular tarafından endovasküler invazyonu ile oluşur. Böylece spiral
arterler uteroplasental arterlere dönüşür. Bu dönüşüm iki evrede gerçekleşir. Birinci
evre ilk trimesterda görülür ve spiral arterlerin desidual segmentinde trofoblastik
invazyon oluşur. İkinci evre ise 14. gebelik haftasında başlar ve 16-18. gebelik
haftasında sonlanır. Bu durum vasküler basıncın düşmesine ve yüksek kan akımına
sebep olur26. Vasküler değişiklikler intervillöz aralıktan myometriumun üçte birlik iç
kısmına kadar uzanır. Büyüyen fetüsün ihtiyaçlarını karşılamak için elastik müsküler
arterler çaplarını arttırıp, yüksek akımlı düşük resistans sistemine geçerler.
Preeklampside bu olaylar gerçekleşmez, meydana gelen durum ‘’akut ateroz’’ olarak
adlandırılır27.
13
Vazoaktif peptidlerin anormal yıkımına bağlı olarak, dolaşımdaki prostasiklin
azalır ve tromboksan, endotelin-1, fibronektin ve trombomodulinin seviyeleri artar27.
Pek çok vasküler hastalıkta olduğu gibi preeklampside de nötrofil ve trombosit
aktivasyonu artmıştır. Tüm bu bulgular preeklampside artmış inflamatuvar yanıta bağlı
endotel hücre hasarının olduğunu göstermektedir.
Yapılan son çalışmalarda preeklampside endotelin dilatasyon fonksiyonunun
azaldığı gösterilmiştir. Endotel hücre aktivasyonuna bağlı vasküler permeabilite
artmakta ve preeklampsi bulgularından birisi olan ödem oluşmaktadır. Endotelyal hasarı
hangi faktörün başlattığı henüz netlik kazanmamıştır. Ancak ilk olarak plasental
faktörlere bağlı olarak plasental kan dolaşımının azaldığı ve bunu takiben salınan
biyokimyasal moleküllerin endotel hücre hasarına neden olduğu görüşü yaygındır28.
Preeklamptik gebelerin kanında normalden fazla sitotrofoblast hücrelerine
rastlanmıştır. Yapılan in vitro çalışmalarda bunların nötrofilleri aktive ederek
inflamatuvar yanıta ve endotel hücre hasarına neden olduğu gösterilmiştir29.
Endotel hücre hasarına neden olan faktörler arasında oksidatif stres de
suçlanmaktadır. Plasental hipoksi ve reoksijenizasyon nedeniyle oluşan oksidatif stres
plasental sitokin sentezini, nötrofil aktivasyonunu, lipid peroksidasyonunu, protein ve
DNA hasarını indüklemektedir29,30. Serbest radikaller trofoblastlarda apoptozisde artışa
yol açar. Preeklamptik gebelerin plasentalarında da apoptozisde artış olduğu
gösterilmiştir30.
Preeklampsi gelişiminde rol alan başlıca olaylardan birisi de hipertansiyondur.
Kalp debisi (kalbin bir dakikada aorta pompaladığı kan miktarıdır) ve periferik damar
direnci kan basıncını etkileyen faktörlerdir. Normal gebelerde kalp debisi 1. trimesterde
gebe olmayan kadınlara göre %30-50 oranında artar sonra artış durur ve gebeliğin
sonuna kadar aynı seviyede kalır. Normal gebelerde periferal damar direnci %25
azalırken, preeklamptiklerde artar. Periferal damar direncindeki bu artış yüksek
tansiyonun ana nedeni olarak gösterilmektedir. Artmış damar direncine; angiotensin II,
katekolaminler, vasopressin gibi endojen hormonlara karşı damar seviyesindeki
değişikliklerin neden olabileceği düşünülmektedir31.
14
2.4.6. İnsidans, Prevelans, Mortalite ve Morbidite
Gebelikte hipertansiyon sıklığı %7-10 oranında görülmekte olup halen maternal
ve fetal önemli morbidite ve mortalite nedenidir32,33. Son yıllarda hipertansif
gebeliklerdeki perinatal mortalite oranının %10’ un altında olduğu bildirilmektedir34.
Maternal mortalite gelişmiş ülkelerde de sorun olmaya devam etmekte, ABD de
maternal
mortalitenin
%17’si
gebeliğin
hipertansif
hastalıklarından
kaynaklanmaktadır33,35.
Preeklampsi insidansı ırk, bölge ve ülkelere göre değişmekle beraber
gebeliklerin yaklaşık %7-10’u civarındadır36. Eklampsi insidansı gelişmiş ülkelerde
1:2000, gelişmekte olan ülkelerde ise 1:100-1:1700 olarak bildirilmiştir37. Preeklampsi
insidansı etnik kökene bağlı olarak farklılık gösterir. Preeklampsi insidansı AfrikalıAmerikalı kadınlarda %5,2, İspanyol asıllı kadınlarda %4, yerli Amerikan kadınlarda
%3,9, beyaz kadınlarda %3,8, Asyalı kadınlarda ise %3,5‘ dir38.
Gebeliğin indüklediği hipertansif hastalıkların oranı yaşanılan coğrafyaya göre
değişiklik göstermektedir. Yapılan bir çalışmada nem oranında artış ve hava
sıcaklığında düşüş ile eklampsi oranının arttığı, ayrıca eklampsiden dolayı da ölü doğum
oranının relatif nem oranı ile korelasyon gösterdiği bildirilmiştir33.
Fetal
mortalite
oranı,
gelişmekte
olan
ülkelerde,
gelişmiş
ülkelerle
karşılaştırıldığında preeklampside 3 kat, eklampside ise 4,5 kat yüksektir39.
İlk gebeliğinde hafif preeklampsi geçiren kadının ikinci gebeliğinde preeklampsi
riski %5-7, hiç doğum yapmamış bir kadında ise %2’ dir. İlk gebeliğini ağır geçiren bir
kadının ikinci gebeliğinde ki risk %60-80’ dir40.
Preeklampsi insidansı son yıllarda artış göstermiştir. Nedenleri arasında dünya
genelinde artan obezitede, ileri yaştaki anne sayısında ve çoğul gebelik sıklığındaki artış
nedenler arasında sayılabilir. Kalp krizi, felç, trombofili, böbrek ve karaciğer yetmezliği
gibi hastalıkların hepsi preeklampsi ve eklampsi ile ilişkili olup bu hastalıklardan
etkilenmiş kadınlar mutlaka yoğun bakıma gereksinim duyarlar39.
2.4.7. Preeklampsinin Tedavisi
Gebeliğin 20. haftasından sonra meydana gelen preeklampsi anne ve çocukta
hayatı tehdit eden komplikasyonlara neden olur. Etiyolojisi ve patofizyolojisi net olarak
belli olmadığı için etkin bir tedavi yöntemi geliştirilememiştir41. Preeklampsi tanısı
15
konur konmaz kesin tadavi doğumdur. Tedavide amaç öncelikle annenin güvenliğinin
sağlanmasıdır. Doğuma karar verirken hastalığın ağırlık derecesi, maternal ve fetal
durum, gebelik yaşı, doğum eyleminin varlığı göz önünde bulundurulur41.
Düşük doz aspirin ve kalsiyum uygulamasının preeklampsinin önlenmesinde rol
oynadığı bulunmuştur. Preeklampside gebelik ilerlemiş ise (33-34 hafta) doğum
yaptırılmalıdır41.
Son yapılan metaanaliz çalışmaları, sigara içmenin preeklampsi gelişimini
engellemede önemli rolü olduğunu göstermiştir. Nikotin, nitrik oksit üretimini arttırarak
serbest radikalleri etkisiz hale getirir. Pek çok yan etkisinden dolayı klinik çalışmalar
yapılamamaktadır42.
Magnezyum eklampsi tedavisinda kullanılan
primer bir
ilaçtır. Lipid
peroksidasyonunu önleyerek, endotel hücreleri üzerinde koruyucu etki yapar43.
2.5. Sitokinler
Sitokinler,
fonksiyonlarını
doğal
sağlayan
ve
adaptif
polipeptid
immünitede
yapıdaki
görevli,
biyolojik
hücrelerin
yanıt
immün
değiştiricilerdir.
Enflamasyon, hücre büyümesi ve iyileşmesi, antijenlerin eliminasyonu, lenfositlerin
büyüme ve farklılaşmasında rol oynarlar44. Kökenlerine göre farklı isimler alırlar.
Mononükleer fagositler (monokin), lenfositler (lenfokin), lökositler (interlökin)
şeklindedirler45.
2.5.1. Sitokinlerin Genel Özellikleri
Sitokinler, doğal ve spesifik bağışıklığın effektör fazında üretilirler ve
bağışıklıktaki inflamatuvar yanıtların oluşmasını ve düzenlenmesini sağlarlar46.
Sitokin sekresyonu kısa ve kendini sınırlayıcı özelliktedir. Genellikle öncül
moleküller olarak depolanmazlar ve sentezleri yeni gen transkripsiyonu ile başlatılır44,46.
Birçok farklı hücre tipine aynı sitokinler etki edebilir, bu özelliklerinden dolayı
pleiotropiktirler. Aynı biyolojik fonksiyon farklı sitokinler tarafından yürütülebilir47.
Sitokinler polimorfiktir. Bir aktivasyon sonucunda üretilen sitokin seviyesi
bireyler arasında çok çeşitlidir ve genetik olarak kontrol edilir. Sitokin seviyesi
hastalıklara karşı hassasiyet ve direncin belirlenmesinde önem kazanmaktadır47.
16
Sitokinler, birbirlerinin sentezini etkiler. Antagonistik, additif ve sinerjik etki
gösterebilirler. Diğer polipeptid hormonlarda olduğu gibi hedef hücrenin yüzeyindeki
özel membran reseptörlerine bağlanarak etkilerini başlatırlar. Bu reseptörler
transmembran proteinlerdir. Ekstraselüler domainleri vardır, sitokinleri ve büyüme
faktörlerini tanır ve bağlarlar46.
Sitokinler ile çok geniş çeşitlilik gösteren hücre tipleri arasındaki etkileşim,
genellikle
düzenlidir.
Ancak
hastalık
durumunda
sitokinlerin
üretimindeki
düzensizlikler, hastalığın patogenezinin belirlenmesine yardımcı olabilir. Bu şartlar
altında dokularda ya da vücut sıvılarında hiç sitokin tesbit edilemez ya da düşük
miktarda sitokin tesbit edilir. Bu yüzden sitokinlerin sekresyon seviyelerinde yükselme,
hastalığın seyri veya enflamasyonla bağlantılı sitokin yolaklarındaki aktivasyonu ifade
eder47.
Sitokinlerin etki mekanizmaları, otokrin (sitokin kendisini salgılayan hücreyi
etkiler), parakrin (sitokin çevresinde bulunan komşu hücreleri etkiler) ve endokrin
(gerçek hormonlarda olduğu gibi dolaşım ile uzak mesafedeki hücreleri etkiler) olmak
üzere 3 farklı şekilde gruplandırılır.
2.5.2. Sitokin Ailesi ve İşlevleri
Sitokinler işlevlerine göre 4 gruba ayrılır. Çizelge 1’ de özetlenmiştir.
17
Çizelge 1. Sitokinler ve işlevleri46.
İŞLEVLERİ
SİTOKİNLER
Tümör nekroz faktör (TNF)
İnterlökin-1 (IL-1)
İnterlökin-6 (IL-6)
Kemokinler
Doğal immüniteye aracılık eden
sitokinler.
İnterlökin-2 (IL-2)
İnterlökin-4 (IL-4)
Transforming büyüme faktörü-β (TGF- β)
Lenfosit aktivasyonu, büyüme,
farklılaşma düzenleyicileri olarak T
lenfositlerin özel antijenleri tanımaları ile
yanıt oluşturan sitokinler.
İnterferon γ(IFNγ) (Mononükleer lenfositlerin birincil
aktivatörü)
Lenfotoksin (LT)
(Nötrofil aktivatörü)
İnterlökin-10(IL-10) (Mononükleer fagositlerin negatif
regülatörü)
İnterlökin-5(IL-5)
(Eosinofil aktivatörü)
İnterlökin-12(IL-12)
(Natural Killer (NK) ve T hücre stimülatörü)
c-kit ligand
İnterlökin-3 (Koloni stimüle eden faktör
Granulosit-makrofaj koloni stimülatör faktör (GM-CSF)
Monosit- makrofaj koloni uyaran faktör (M-CSF)
Granülosit koloni stimülatör faktör (G-CSF)
İnterlökin-7 (IL-7)
İnterlökin-9 (IL-9)
İnterlökin-11 (IL-11)
Bağışıklık sistemi aracılığı ile
enflamasyonu düzenleyen sitokin
grubudur. Antijenle uyarılmış CD4+ ve
CD8+ T lenfositler tarafından uyarılırlar
ve enflamatuar lökositleri aktive ederler.
Bu hücrelerin T hücre düzenlemesine
girmesini sağlarlar.
Primer lökositlerin büyüme ve
farklılaşmasına aracılık eden sitokinler.
2.5.3. İnterlökin-4 (IL-4)
İnterlökin-4, 20 kD ağırlığında bir glikoproteindir. Temel fizyolojik etkisi
allerjik olayları düzenlemektir. Antijenle stimüle olmuş CD4+
T lenfositlerinden
özellikle TH2 alt grubundan meydana gelirler ve B ve T lenfositlerinin büyüme, etkinlik
ve farklılaşmasından sorumludurlar. Reseptörü 130 kD ağırlığındadır46.
Aktive mast hücreleri, bazofil hücreleri ve bazı CD8+ T hücreleri de IL-4 üretir.
IL-4’ ün çeşitli hücre tipleri üzerine önemli etkileri vardır46.
IgE üretimi için IL-4 gereklidir. B hücrelerinin ağır zincir değişim hipotezine
uyan temel sitokinlerdir. IgE, allerjik reaksiyonların aracısıdır ve IL-4 üretim artışının
18
allerji gelişimininde merkezi bir rol oynadığı düşünülmektedir. IgE, helmintik
hastalıklara karşı da savunmada rol oynar46.
IL-4, T hücrelerinin büyüme ve farklılaşmasında rol oynar46.
Endotel hücreleri üzerine etki ederek, lenfosit, monosit ve özellikle eosinofillerin
bağlanmasında artışa neden olan Damar Hücresi Adezyon Molekülü-1 (VCAM)’nin
ekspresyonunu uyarır. IL-4’ e maruz kalan endotel hücreleri bir kemokin olan Monosit
Kemotaktik Protein-1 (MCP-1)’ i ve eosinofillere etkili eotoksini salgılarlar. Yani
yüksek lokal konsantrasyonlarda IL-4, monosit ve eosinofilden zengin inflamatuvar
reaksiyonları başlatır46.
IL-4, mast hücrelerinin büyüme faktörüdür. IL-3 ile birlikte mast hücre
proliferasyonunu arttırır46.
IL-4, IgE ve eosinofil aracılığı ile gelişen inflamatuvar reaksiyonlarda kritik rol
oynar46.
2.6. Renin Anjiyotensin Aldosteron Sistemi (RAAS) ve Anjiyotensin II
Renin anjiyotensin aldosteron sistemi hipovolemi ve renal iskemide aktive
olarak kan volümü, kan basıncı, kan sodyum değerleri ve intraglomerular basıncın
yükselmesini sağlayan önemli bir homeostatik mekanizmadır48. RAAS’ın biyolojik
etkinliğinden birinci derecede sorumlu olan hormon, oldukça aktif bir oktapeptid olan
anjiyotensin II’ dir. Ang II; sekiz amino asitten oluşan bir oligopeptid olup
anjiyotensinojenden iki enzimatik ayrılma ile ortaya çıkmaktadır. Anjiyotensinojen
dolaşıma karaciğer tarafından verilmektedir. Renin, böbreklerde jukstaglomerüler
aparatus
tarafından
glomerüler
hipoperfüzyon
sonucu
üretilmektedir.
Renin,
anjiyotensinojenin anjiyotensin I’ e dönüşümünü katalizlemektedir. Anjiyotensin I, aktif
olmayan bir dekapeptidtir. Anjiyotensin I, anjiyotensin dönüştürücü enzim (ADE)
tarafından anjiyotensin II (Ang II)’ ye dönüştürülmektedir. AngII’ nin de reseptörüne
bağlanması ile aldosteron salınımı gerçekleşir. Anjiyotensin II’ nin temel olarak iki
reseptörü vardır. Anjiyotensin II, Anjiyotensin II tip 1 reseptörü (AT1-R) tarafından
düzenlenen çeşitli sinyal yolaklarının aktivasyonu ile kan basıncını ve su-elektrolit
dengesini düzenler. Anjiyotensin II tip 2 reseptörü (AT2-R) ise, fetüs gelişiminde
yüksek seviyede eksprese olan bir reseptör proteindir49. Şekil 5’de renin anjiyotensin
sisteminde anjiyotensin II reseptörleri ve fonksiyonları özetlenmiştir50.
19
Şekil 5. Renin anjiyotensin sisteminde ANG II reseptörleri ve fonksiyonları50.
2.6.1. Anjiyotensin II Tip 2 Reseptör Geni (AT2-R) Yapısal Özellikleri
Ang II’ nin ikinci izoformu, AT2 reseptörüdür. Fetüs gelişimindeki mezenşimal
dokularda örneğin, uterus, adrenal bezler, feokromositom (böbrek üstü bezlerinde
görülen tümör) ve beynin bazı bölgelerinde bol miktarda bulunur49. Nöronal ve
gelişimsel roller üstlenir. AT2-R için, PC12 hücrelerinden ve rat fetüsünden izole edilen
cDNA 363 amino asitlik bir protein kodlamaktadır.
Bu proteinin molekül ağırlığı
41303 kDa’dur. İkinci sitozolik lobun N-terminal bölgesinde oldukça korunmuş
Asp141-Arg142-Tyr143 sekansını içermektedir. Bu sekans diğer G protein bağlı
reseptörlerinin de bağlanması için oldukça önemlidir49.
2.6.2. AT2-R Geni Transkripsiyonu ve Ekspresyonu
AT2-R geni ekspresyonu çoklu faktörler tarafından düzenlenir. PC12
hücrelerindeki AT2-R ekspresyonu; Ca+2 iyonoforları tarafından hücreler arası Ca+2
seviyesindeki artış ile, forbol esterleri tarafından da protein kinaz C (PKC) aktivasyonu
ile düzenlenir51. Büyüme faktörleri de (epidermal, nöral, trombosit kökenli büyüme
faktörleri) R3T3 (fare fibroblast hücre hattı), PC12 (sıçan feokromositom hücre hattı) ve
vasküler düz kas hücrelerinde (VSMC) AT2-R ekspresyonunu downregüle eder52-56.
Büyüme faktörü reseptörlerinin uyarılması, Fos ve Jun transkripsiyon faktörlerini içeren
20
Ap1 aktivatör protein kompleksinin formasyonu ile sonuçlanır. Ap1; pek çok genin
promotor bölgesinde yer alan bağlanma bölgesidir. Aynı etki forbol esterleri ile aktive
edilmiş PKC tarafından da sağlanır. Hem büyüme faktörlerinin hem de forbol
esterlerinin AT2-R mRNA ekspresyonunu baskıladığı düşünülür53. AT2-R geni
promotor bölgesinde glukokortikoid elementlere, CAAT/enhansır bağlayan proteinlere,
nükleer faktör IL-6, AP-1 ve cAMP’ ye cevap oluşturan elementlere sahiptir57.
Transkripsiyonel düzenlemeyi glukokortikoidler, sitokinler, forbol esterleri ve cAMP’
nin başlattığı düşünülmektedir. Bu yüzden AT2-R geni ekspresyonunu multiple
faktörler downregüle eder denilebilir.
R3T3 (AT2-R geninin eksprese olduğu fare fibroblast hücre hattı) ve
VSMC(vasküler düz kas hücrelerinde)’ de AT2-R geninin upregülasyonu ise, IL-1β,
insülin, insülin benzeri büyüme faktörleri ile olur58,59. Fetal mezenşimal fibroblastlarda
fazla miktarda insülin benzeri büyüme faktörü-1 ve reseptörlerinin bulunması ile AT2-R
geni yüksek seviyede eksprese olur60. PC12, R3T3 ve mezenşimal hücreler konfluent
sessiz faza ulaştığında AT2-R geni ekspresyonu önemli derecede artar52,61,62,63. Dolayısı
ile bu genin ekspresyonu büyüme durumuna bağlıdır, düzenlenmesi de ekspresyon
seviyesi ile olur. Çizelge 2’ de; AT2-R geni yeri, yapısı, düzenlenmesi ve fonksiyonu
özetlenmiştir49.
21
Çizelge 2. AT2-R geni yeri, yapısı, düzenlenmesi ve fonksiyonu49.
AT2-R
Eksprese olduğu yerler
Fetüs, beyin(nöron), myometrium, böbrek,
akciğer, kalp
Bağlandığı bileşenler
PD123319, CGP42112A
Kodladığı proteinin a.asit 363
sayısı
Bulunduğu kromozom ve X kromozomu
ekson (insan ve fare)
Fonksiyonu
Düzenlenmesi
Voltaj bağımlı K+ kanalı aktivasyonu, Ca+
kanalı ve büyüme inhibisyonu, apoptoz
indüksiyonu, vazodilatasyon
Downregülasyonu;
glukokortikoidler,
büyüme faktörleri, forbol esterleri
Upregülasyonu; insülin, insülin benzeri
büyüme faktörleri, sitokinler
2.7. Preeklampsinin Genetiği
Preeklampsi genetiğinde 2 temel soru vardır. Birincisi preeklampsi esnasında
belirli genler nerede, ne zaman ve nasıl eksprese olur ? İkincisi ise hasta ve kontrol
gruplarının ekspresyon profilleri arasında nasıl bir fark vardır ? Yapılan çalışmalar bu
iki soruya cevap bulmak amaçlı şekillenmiştir64. Bu bağlamda preeklampsi ile ilgili tüm
genom tarandığında çalışılacak aday genler çok hızlı bir şekilde tesbit edilebilmiştir.
İnsan genom çalışmalarından elde edilen bilgilere göre özellikle preeklampsi gibi
kompleks hastalıklarda diğer polimorfizmlerden ziyade tek gen polimorfizmlerine
(SNP) daha sık rastlanmaktadır65. SNP’ ler genomun kodlanan ve kodlanmayan
bölgelerinde bulunabildiği için fonksiyonelliği değişkendir. Genomda yer alan pek çok
SNP’ nin belirli biyolojik etkileri konusundaki bilgiler hala açık değildir. Çalışmalarda
yer alan bir gendeki promotor, enhansır, repressör, regülatör, intron, ekson ve
kodonlarda belirli bir bölgede bulunan belirli bir SNP direk bir biyokimyasal sonuç
doğurabilir. Bu durum çalışılan hastalığın patofizyolojisi ve etkileri konusunda bilgi
sahibi olunmasını sağlar66. Hastalık riskini arttıran fonksiyonel SNP’ lerin önemli
22
protein domainlerinin kodlayıcı gen bölgelerinde yer aldığı ve protein yapılarını
değiştirebildiği gözlenmiştir67. Fakat preeklampsi gibi kompleks hastalıklarda bilinen ya
da bilinmeyen pek çok SNP’ nin farklı roller oynadığı ve muhtemel kombinasyonları
sonucunda bir fenotip değişikliği ortaya çıkabildiği düşünülmektedir. Fonksiyonel
olmayan SNP’ ler, fonksiyonel SNP’ lere göre genom boyunca daha yaygındır.
Fonksiyonel olmayan bu SNP’ ler hastalığa sebebiyet veren olaylar için asosiyasyon ve
linkaj analizi çalışmalarında genetik marker olarak kullanılabilmektedir64.
2.7.1. Aile Çalışmaları
Preeklampsi ile ilgili yapılan ilk çalışmalar, aile çalışmalarıdır. Preeklampsiye
ait ilk ipuçları bu çalışmalarla tesbit edimiştir5. Preeklampsili bir gebelik sonucu doğan
kız çocuğunun, normal bir gebelikten dünyaya gelen kız çocuğuna göre preeklampsiye
yakalanma olasılığı 3 kat daha fazladır8. Yapılan aile çalışmaları çizelge 3’te
özetlenmiştir64.
23
Çizelge 3. Preeklampsi ile ilgili yapılan aile çalışmaları, yapıldıkları yıllar, çalışmacılar,
çalışmaya ait sonuçlar ve yorumlar.
Çalışmanın
Yapıldığı
Yıl
Yazar
Sonuç ve Yorum
1873
Elliot64
Eklampsili anne ve 4 kızını incelemiş, kızlardan 3’nün
eklampsiden öldüğünü tesbit etmiş.
1940
Tillman64
66 eklamptik vaka incelemiş. Bu vakalardan 2’sinin annesinin ve
3’nün de kız kardeşlerinin eklampsiye sahip olduğunu bulmuş.
Preeklampsili 100 kadın incelemiş. Bu kadınlardan 28’nin
1960
Humphries64 kızlarının da preeklampsiye yakalandığını bulmuş.
1961
Adams ve
Finlaysan64
1986
Chesley69
et. al.
1979
Cooper and
Liston70
1981
2004
2007
Sutherland71
et. al.
Nilsson68
Alexander72
İncelediği eklamptik vakaların %48’nin kız kardeşlerinin de ilk
gebeliklerinde eklempsiye sahip olduklarını bulmuş.
147 kız kardeş, 248 kız çocuğu, 74 kız torun, 131 gelin gebelerle
ilgili bilgi toplanmış. Çalışmaya ait verilerin 0.25 olarak
varsayılan gen sıklığına sahip tek gen modeli ile neredeyse
uyuştuğu tesbit edilmiş.
Preeklamptik vakaları şiddetine göre sınıflandırmıştır. İncelediği
preeklampsili annelerin %33’ünün normal, %40’ının orta
şiddette, %27’sinin ise şiddetli preeklampsiye sahip olduğunu
bulmuş. Bu vakaların kız kardeşlerinin ise %25’nin normal,
%36’sının orta şiddette %34’nün ise şiddetli preeklampsiye sahip
olduğunu bulmuş.
Preeklampsili anne ve kızlarını, yakın akrabaları ile kıyaslayarak
incelemiş. Şiddetli preeklampsiye sahip 158 anne ve 160
preeklampsili yakın akrabasını incelemiş. Bu 160 yakın akrabanın
%14’ünde şiddetli preeklampsi gözlenmiş.
1987-1997 yılları arasında meyadana gelen 1.188.207 doğumdan
32.824 (%2,8) ‘nin preeklampsili olduğunu bulmuş.
Preeklampsili bu vakaların 418’inin öz kız kardeş, 23’nün anne
aynı baba farklı üvey kız kardeş, 18’nin de baba aynı anne farklı
üvey kız kardeş olduğunu, 17’sinin ise anne-kız olduğunu tesbit
etmiş.
Preeklampside anne fetüs ilişkisi ve babanın rolünü incelemiş.
Preeklampsili bir kadından dünyaya gelen erkek ve kız çocukların
yüksek risk grubunda olduğunu belirlemiş. Preeklampside
maternel geçişe göre az da olsa paternal geçişinde önemli
olduğunu tesbit etmiş.
Not: Yukarıda ki tabloda yer alan ilk 4 çalışma 64 nolu kaynakta yer alan ve ulaşılamayan kaynaklar
olduğu için, 64 nolu kaynak refere edilmiştir.
24
2.7.2. İkiz Çalışmaları
Kalıtımın incelenen hastalığa katkısı İkiz çalışmaları ile belirlenmeye
çalışılmıştır. O’Shaugnessy ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 4 çift tek yumurta ikizi
anneler bir grupta, bir adet de tek yumurta üçüzü anneler diğer grupta yer aldı. Ancak
bu çalışmada tek yumurta ikizi veya üçüzü olma durumunun, preeklampsinin kalıtımına
olan katkısı belirlenemedi73.
Avusturalya’da yapılan bir çalışmada daha geniş bir ikiz topluluğu incelenmiştir.
Çalışma ile uyumlu çeşitli derecelerden akraba olan tek ve çift yumurta ikizi kadınlar,
eşleri tek yumurta ikizi olan kadınlar, kendileri ve eşleri dizigotik ikiz olan kadınların
bu topluluğun incelenmesi ile preeklampsinin maternal kaynaklı olduğu tesbit
edilmiştir74.
Thornton ve Onwude, Lachmeijer ve arkadaşları, Salone Ros ve arkadaşlarının
yürüttükleri preeklampsili ikiz çalışmalarından elde ettikleri bilgilerden yola çıkarak
genel olarak preeklampsi sıklığının % 50’den daha az olduğunu belirlemişlerdir75.
Monozigotik ikizlerde, ikizlerin her ikisinde de preeklampsi gelişme oranı
dizigotik ikizlere kıyasla daha yüksektir 76,77.
Yapılan tüm bu çalışmalarla preeklampsinin kalıtım modelinin çok farklılık
gösterdiği tesbit edilmiştir. Preeklampsinin fenotipi mendeliyan, tek genli dominant
kalıtım ve multifaktoriyel kalıtıma sahip olabileceği ortaya konmuştur64.
2.7.3. Segregasyon Analizi
Segregasyon analizi çalışmaları hastalıklara yatkınlığı oluşturan olası monogenik
veya mendeliyan mekanizmaların doğasını araştırmaktadır78. Chesley eklampsi ile ilgili
yaptığı segregasyon çalışmalarında, öncelikle eklampsi tarihini değerlendirerek geçen
birkaç jenerasyona kadar eklasmpsiden ölenlerin sayısının yüksek olduğunu
belirlemiştir. Populasyonda yaygın olarak bulunan preekalmpsiye ait genin nasıl lethal
hale
geldiği
bilinmemekteydi.
Preeklampsili
bir
goril
pedigrisi
haricinde,
preeklampsinin primatların atasında meydana geldiğine dair bir kanıt bulunamamıştır69.
Lethal bir genin populasyonda yaygın olarak bulunması, doğal seleksiyona uğramamış
olması veya sık sık yeni mutasyonlar meydana gelmesine ya da diğer genlere göre
pozitif seçilimine bağlıdır64.
25
Yapılan yeni çalışmalarda preeklampsiye sahip olan ve olmayan kadınlar
incelenerek populasyonda yaygın olarak bulunan ve pereeklampsiye sebep olan alleller
ve bu allelerdeki mutasyon sıklığı belirlenmeye çalışılmıştır64. Oudejans ve arkadaşları
daha önce yapılan segregasyon analizi çalışmalarını da değerlendirerek Hollandalı
kadınlarda plasental preeklampsi ile bağlantılı olan hassas bölgeleri tesbit etmişlerdir.
Bu bölgeleri epigenetik açıdan değerlendirerek, preeklampsinin tarihteki yüksek
mortalite durumuna rağmen nasıl varlığını sürdürdüğü konusunda yeni bilgiler elde
edilmiştir. Ancak bu çalışmada belirlenen hassas bölgelerin diğer populasyonlarla
uyumlu olmaması nedeniyle diğer populasyonlarca doğrulanmamıştır79.
Yapılan segregasyon çalışmaları preeklampsinin anneden fetüse resesif bir gen
ile geçtiğini desteklemektedir. Preeklampsi epigenetik açıdan değerlendirildiğinde de
poligenik bir kalıtım şekline sahip olduğu bulunmuştur64.
Kompleks hastalıklarda genetik ilişkiyi kurabilmek ve haritalama yapabilmek
için linkaj (pozisyonel yaklaşım) ve asosiyasyon (fonksiyonel yaklaşım) çalışmaları
kullanılır. Asosiyasyon çalışmalarının üstünlüğü ve tercih edilme nedeni, finansal ve
lojistik açıdan kısmen daha kolay olması ve linkaj çalışmalarında ki gibi çok fazla hasta
ve kontrol grubuna, geniş aile pedigrilerine ihtiyaç duyulmamasıdır64.
2.7.4. Linkaj Analizi
Kompleks hastalıkların genetik nedenlerini araştırmaya yönelik diğer bir
yaklaşım da linkaj çalışmalarıdır. Mendel ilkelerine bağlı davranış özelliği gösteren
genetik geçiş materyali farklı kromozomlar üzerinde oturmuş genler ile olurken aynı
kromozomda bulunan genler ile geçiş gösteren nitelikler Mendel yasalarına uymaz. İşte
aynı kromozom üzerinde bulunan genlere bağlı (linked) genler ve bu olguya da bağlantı
(linkaj) denir. Gen sıklığı ve penetransı gibi genetik parametrelerin belirlenmesi için
linkaj çalışmalarında lod skorlamalarına gereksinim vardır78.
Linkaj analizi öncelikle Lod skor analizinde de kullanılacak uygun bir model
belirlemeyi gerektirir. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler ile birlikte linkaj çalışmaları
ile geniş bir genom taranmıştır. Kompleks hastalıklar için muhtemel kromozomlar ve
kromozom bölgeleri belirlenmiş ve uygun modellere karar verilmiştir. Preeklampsi ile
ilgili pek çok linkaj çalışması yapılmıştır. Bu çalışmalar çizelge 4’te özetlenmiştir64.
26
Çizelge 4. Pereeklampsi ile ilgili yapılan linkaj çalışmaları64.
Çalışmanın
Yapıldığı
Yazar
Kalıtım Modeli
Sonuç
Yıl
Harrison et.al. 80
1997
1999
Arngrimson et. al.
2000
Moses et.al. 82
81
Lachmeijer et.al. 83
2001
4 farklı model
4q’ da linkaj
Dominant
2p13’de linkaj
Pek
çok
noktada Kromozom 2 ve
parametreler dışında
11q23-24’de linkaj
Çeşitli noktalarda
Kromozom 12,10q ve
22q
2003
Laivuori et.al. 84
Çeşitli noktalarda
2p25 ve 9p13
2006
Kalmyrzaevet.al. 85
Parametreler
Kromozom 2’de linkaj
dahilinde 2 noktada
Johnson et.al. 86
2007
Çeşitli noktalarda
5q ve 13q’da linkaj
2.7.5. Asosiyasyon Çalışmaları ve Aday Genler
Genetik asosiyasyon çalışmaları bir grup hasta ve sağlıklı kontrol bireylerde
genlerin allelik sıklıklarının karşılaştırılması esasına dayanmaktadır. Diğer bir deyişle
asosiyasyon çalışmaları küçük etkili genleri kuvvetli bir şekilde tanımlamaya verilen
addır87.
Genetik asosiyasyon çalışmaları bir hastalığın fenotipindeki spesifik bir genin
veya ilişkili pek çok genin fonksiyonuna bakılarak hipoteze katılımına karar verilmesi
ile başlar. Bu aday genler, protein ürünlerinin biyokimyasal olaylardaki etkisi
değerlendirilerek tipik olarak belirlenir. Hasta ve kontrol gruplarından DNA örnekleri
toplanır.
Her bir populasyondan toplanan örnekler, fonksiyonel gen varyantları
açısından genotiplendirilir ve ki-kare testi yapılır. Spesifik gen varyantları ve
preeklampsi arasındaki ilişki ile ilgili sonuçlar kaydedilir. Kaydedilen bu bilgiler
ışığında preeklampsideki hasta-kontrol asosiyasyon çalışmaları yürütülür.
Bu
çalışmalar ile araştırılan genin bir marker ya da hastalık nedeni bir gen ya da hastalığa
yatkınlık oluşturan bir gen olup olmadığı belirlenebilir64.
27
2.7.6. Çalışmalarda En Sık Rastlanan Aday Genler
Sitokin ailesi, anjiyotensinojen ve trombofili genlerini içeren pek çok çalışma
yapılmış ve preeklampsi patofizyolojisi ile ilgili aday genler belirlenmeye çalışılmıştır6.
Asosiyasyon çalışmalarında 70’ den fazla gen incelenmiştir. Bu genlerden biride TNF-α
(Tümör Nekrozis Faktör α)’ dır. Preeklampside endotel hücre fonksiyonunu
etkilemesinden dolayı hastalığın patofizyolojisinin anlaşılmasına destek olacağı
düşünülen sitokin ailesinden TNF-α pek çok populasyonda çalışılmıştır. Türk
populasyonunda yapılan bir çalışmada TNF-α genine ait iki polimorfik bölge açısından,
preeklamptik grup ile kontrol grubu arasında önemli bir farklılık elde edilmiştir. Ancak
diğer populasyonlarda yapılan çalışmalarda preeklampsi ile ilişkisi bulunamaması
nedeniyle aday genler arasında yer almamaktadır5. Ancak araştırmacılar biyolojik
hipotezlere dayanarak ve preeklampsiye olan katkılarını değerlendirerek yaklaşık 7 gen
belirlemişlerdir. Bu genler ve preeklampsi ile ilişkileri çizelge 5’ te özetlenmiştir64.
28
Çizelge 5. Preeklampsi ile ilgili aday genler64.
Aday gen ve yeri
Temel
polimorfizm
çalışması
Çalışma
Sayısı
C677T
27
Preeklampsi
ile biyolojik
ilişkisi
Vasküler
hastalıklar
Leiden
21
Trombofili
M235T
17
Kan
basıncının
düzenlenmesi
Çeşitli
çalışmalar
14
Bağışıklık
sistemi
Glu298Asp
16
Vasküler
endotelyum
fonksiyonu
G20210A
12
MTHFR
(Metilentetrahidrofolat
redüktaz)
1p36.3
F5 (Faktör 5)
1q23
AGT
(Anjiyotensinojen)
1q42-q43
HLA
( İnsan lökosit antijeni)
6p21.3
NOS3
(Nitrik Oksit sentetaz 3)
7q36
F2
(Faktör 2)
11p11-q12
ACE
(Anjiyotensin
dönüştürücü enzim)
17q23
İntron 16’da
insersiyon ve
delesyon
13
Çalışmalardan elde edilen
önemli veriler
Yanlızca 6 çalışmada önemli bir
ilişki elde edilmiş.
Kan
koagülasyonu
Yalnızca 5 çalışmada önemli bir
ilişki bulunmuş.
Hipertansiyona yatkınlık
sağlayan en önemli gen AGT ve
moleküler varyantları olarak
belirlenmiş.
Yapılan çalışmaların yarısında
anne-fetüs ve anne-baba-fetüs
arasında genotiplendirme
bakımından önemli ilişkiler
elde edilmiş.
Yalnızca 6 çalışmada
haplotipler ve diğer
polimorfizmler açısından ilişki
bulunmuş.
Yalnızca 2 çalışmada önemli bir
ilişki elde edilmiş.
Kan
basıncının
düzenlenmesi
Yalnızca 5 çalışmada önemli bir
ilişki elde edilmiş ve 2 büyük
meta-analiz yapılmış.
2.7.7. Fetal Genotipin Katkısı
Preeklamsi için önerilen birkaç mekanizmadan biri de, ‘’fetüs annenin
sağlayabileceğinden daha fazla kan dolaşımına ihtiyaç duyar, bu durum da annede
hipertansiyona neden olur’’ şeklindedir. Diğer potansiyel mekanizmalar ise genomik
imprinting, gestasyonel süre ya da anne ve fetal genom arasında uyumsuzluğu (Rh
uyuşmazlığı) içerir. Bu yüzden maternal ve fetal genetik etkileşim hamilelikte pek çok
komplikasyon ve hastalık için kritik olarak değerlendirilir88.
Preeklampsi fenotipinin oluşmasında hem maternal hem de fetal genotipin
katkısı olduğu muhtemeldir. Fakat hastalığın fenotipinin ortaya çıkmasında farklı
bileşenlerin de, farklı derecelerde katkısı vardır. Preeklampsi ile ilgili aday gen
çalışmalarına bakıldığında, maternal genotipin fetal genotipten daha fazla çalışıldığı
29
görülmektedir. Hamilelik sürecinde maternal ve fetal genotipin birbirleri ile ilişkili ya
da birbirlerinden bağımsız preeklampsi meydana gelmesine nasıl katkı sağladıkları ile
ilgili soru işaretleri araştırmacıları bu konuda çalışma yapmaya yönlendirmiştir64.
Romero ve arkadaşları maternal ve fetal genotipin birbirleri ile ilşkili olduğu ve
gen ürünlerinin plasentada karıştığını bulmuşlardır. Bu durum üreme başarısı ile ilgili
olduğu gibi gebelikte görülen spesifik hastalıkların hem fetüsü hem de anneyi
etkileyeceğine kanıt oluşturmaktadır89.
2.7.8. Paternal Genotipin Katkısı
Fetal genotip, maternal ve paternal genotipin kombinasyonundan oluşur. Bu
yüzden fetüste yer alan paternal genler preeklampsinin patofizyolojisinde önemli rol
oynar. Paternal genler plasentasyonda da anahtar rol oynar, fetüste meydana gelen
trofoblast hareketliliğinde ve plasentasyondaki anormallikler paternal kökenlidir90,91.
Takimoto ve arkadaşlarının preeklampsi durumu sergileyen transgenik farelerle yaptığı
çalışmada, baba tarafından kalıtılan renin geninin yüksek seviyede ekspresyonu ile
plasentasyonda fazla miktarda bulunmasının, maternal sirkülasyonda da fazla miktarda
bulunmasına neden olduğu belirlenmiştir.
Bu durumda annede hipertansiyon,
proteinuri ve gebeliğin son dönemlerinde kasılmalara neden olduğu tesbit edilmiştir91.
Utah populasyonunda yapılan bir kohort çalışmasında 1947-1957 yılları arasında
preeklampsili gebelikten meydana gelmiş 298 erkek ve 237 kadın incelenmiştir. Daha
sonra 1970-1992 yılları arasında 298 erkek bireyin babası olduğu 947 çocuk ve 237
bireyin annesi olduğu 830 çocuk incelenmiştir. Bu yıllar arasında sağlıklı annelerden
dünyaya gelen 1973 erkek ve 1658 kadın kontrol grubunu oluşturmuştur. 947 erkek
bireyin babası olduğu doğumdan 26 (%2,7) ve 1973 kontrol grubundan da 26 (%1,3)
preeklampsili gebelik meydana gelmiştir. 830 kadından 39 (%4,7) ve 1658 kadından 32
(%1,9) preeklampsili doğum meydana gelmiş. Bu çalışmaya göre preeklampsili bir
gebelikten dünyaya gelmiş bir babanın çocuğunun normal gebelikten doğmuş bir
babanın çocuğuna göre preeklamptik bir gebelikten doğma riski iki kat daha yüksektir.
Annesi preeklampsili olan bir annenin çocuğunun preeklampsili bir doğum
gerçekleştirme riski annesi preeklampsili olmayan bir çocuğa göre 2,5 kat daha fazladır.
Annesi preeklampsili olan bir annenin çocuğunun ise babası preeklampsili bir
doğumdan meydana gelmiş bir babanın çocuğuna göre, preeklamptik bir doğuma neden
30
olma riski 2 kat daha fazladır90. Elde edilen bu bulgular Norveç’te geniş bir populasyon
ile yapılan çalışmalar ile de uyum göstermektedir92.
Preeklampsi kalıtımında maternal genotip kadar paternal genotipin de önemli bir
role sahip olduğu pek çok çalışmayla desteklenmektedir.
2.7.9. Epigenetik Mekanizmalar
Epigenetik; DNA sekansında herhangi bir değişiklik olmaksızın gen ifadesindeki
kalıtsal değişiklikler sonucu farklı fenotiplerin ortaya çıkmasıdır. Damgalanma ise;
DNA metilasyonu ile sürdürülen bir olay olup bazı genlerin sadece maternal genomda,
bazılarının da sadece paternal genomda ifadelenmesidir93.
Preeklampsinin patogenezinin anlaşılması, hastalığın gelişimindeki epigenetik
mekanizmaların aydınlatılması ile mümkün olabilmektedir. Epigenetik orijinli erken
gamet oluşumu plasental defektlerin meydana gelmesinde dolayısı ile preeklampsi
riskinin artışında yeterli etkiye sahip olabilir94.
Gebe bir fare modeli üzerinde yapılan çalışmada p57-Kip2 geninin
damgalanmasının önlenmesi sonucunda hipertansiyon ve proteinuri meydana geldiği
gözlenmiştir95.
Fakat bu modelde preeklamptik insanlarda gözlenen semptomların
tamamı gözlenmez. Farelerdeki transkripsiyon ile ilgili son analizler sonucunda
preeklampsi benzeri semptomların zamanla geliştiği konusunda bulgular elde
edilmiştir96.
Preeklampside damgalanmayan genler
için
de epigenetik
değişiklikler
mümkündür. Yapılan son çalışmalarda Serpın B5 (Serpin peptidaz inhibitörü B5 grubu)
ve Serpın A3 (Serpin peptidaz inhibitörü A3 grubu)’ ün promotor bölgelerindeki
metilasyonda değişiklikler gözlenmiştir.
Preeklamptik vakalarda SERPIN B5’ in
promotor bölgesindeki metilasyonda azalma olduğu belirlenmiştir.
SERPIN A3 ‘ün ekspresyon seviyesindeki artışın ise yetersiz trofoblastik invazyona
sebep olduğu belirlenmiştir 97,98.
Anormal metilasyon paneli preeklampsi patogenezinde çok yaygın bir durumdur.
Aslında preeklampsi hücre proliferasyonu, farklılaşması ve invazyonunu içeren
süreçlere bağlı olan bir uzun dönem hastalığıdır. Bir promotor demetilasyonu
transkripsiyon faktörlerinin kromatine girişini mümkün kılar. Yapılan çalışmalarda
HIF1α
geninin
bağlanma
bölgesinde
31
CpG
metilasyonu
yokluğunda
gen
transkripsiyonuna izin verilir. Bu yüzden PE‘ nin meydana getirdiği hipoksik çevrede
bu transkripsiyon faktörlerinin promotöre bağlanması daha kolay olur97.
Sonuç olarak genom çapında araştırılan epigenetik değişiklikler plasental
hastalıkların başında gelen PE’nin patofizyolojisinin belirlenmesinde yeni temel
mekanizmadır97,99,100.
2.7.10. AT2-R Geni Polimorfizmleri
Preeklampsi, etiyolojisi hala bilinmeyen heterojen sebeplere dayalı bir hastalık
olmasına rağmen, hastalığın etiyolojisini yönlendirecek önemli genetik bileşenlere
sahiptir101.
Renin anjiyotensin sistem (RAS); su-tuz dengesinin ayarlanmasında,
preeklampsinin patofizyolojisinin belirlenmesinde çok önemlidir102. RAS’ın bütün
önemli bileşenleri plasenta ve uterusta mevcuttur. Ayrıca normal gebelikte damar
direnci, kan basıncı, plazma volümü azaldığından dolayı RAS’ ın uyarısı sonucu plazma
renin aktivitesi, anjiyotensin II ve aldosteron seviyesinde artışa neden olur. Fakat
preeklampsili gebeliklerde plazmada anjiyotensinojenin yüksek molekül ağırlıklı formu
artarken, AngII
ve renin seviyesi azalır. RAS’ ın vazoaktif elementlerindeki bu
değişiklikler PE’ nin patofizyolojisinde önemli bir rol oynar. RAS’ın son etkin maddesi
anjiyotensin II’ dir103. AT2-R geni; anjiyotensin II’ nin alt tipi olup, büyümeyi inhibe
edici, damar çapını arttırıcı, antihipertrofik ve proapoptotik etkileri mevcuttur. Normal
feto-plasental gelişim, AT1-R ve anjiyotensin II’nin diğer alt tipi olan AT1-R genlerinin
düzenli eksprese olmasını ve taşınmasını gerektirir. Pek çok çalışmada hipertansiyonlu
gebeliklerde,
AT1-R
ve
AT2-R
genlerinin
ekspresyonunun
tetiklenebileceği
düşünülmektedir104. Akbar ve arkadaşları X kromozomu üzerinde bulunan AT2-R
genine ait 1675 G/A ve 1332 G/A bölgelerini içeren polimorfizm çalışması
yapmışlardır. Bu bölgeleri, transkripsiyon ve translasyon başlama noktalarına yakın
olmaları ve hipertansif hastalıklarla da ilişkili olmaları nedeniyle çalışmalarında tercih
etmişlerdir. Bu çalışma Afrokarayipli, Kafkas ve Asyalı, preeklampsili, eklampsili ve
sağlıklı kadınlar arasında yapılmıştır. Afrokarayipli PE’ li gebelerde, sağlıklı kontrol
gruba göre 1675 G/A bölgesinde GG homozigot genotipe sahip olma oranı çok daha
fazla bulunmuştur. Ancak Kafkas ve Asya kökenli kadınlarda bu bölgede önemli bir
farklılık gözlenmemiştir102. Aynı polimorfik bölge (AT2R G/A) dört haftalık
kullanımından sonra düşük tansiyon ve renal vazodilatasyon meydana getiren bir ilacın
32
etkileri araştırılırken de çalışılmıştır. Bu çalışma sonucunda AT2R 1675 G/A
polimorfizminin AT1R’nin etkilerini inhibe ederek aldosteron seviyesini baskıladığı
bulunmuştur105.
2.7.11. IL-4 Geni Polimorfizmleri
Preeklampsi ailesel yatkınlık ve genetik geçiş sergileyen multifaktoriyel bir
sendromdur. Başarılı bir gebelik, annenin genetik olarak başarılı bir savunma
mekanizmasına sahip olmasına bağlıdır106. Savunma sisteminde yer alan sitokinlerden
birisi olan interlökin 4 (IL-4), fetomaternal dönemde meydana gelir. Bu dönemde IL-4
seviyesinde artış söz konusudur. Düşük ile sonuçlanan gebelikler incelendiğinde, IL-4
seviyesinde azalma olduğu gözlemlenmiştir107. IL-4 seviyesi, preeklampsiye hassasiyeti
etkileyebilir. Gebelik esnasında desidual hücrelerdeki IL4 ekspresyonu azaldığında,
spontan düşükler meydana gelmiştir. IL4’ ün aşırı eksprese olması da fetüsün gelişimi
için olumsuz koşullar yaratmaktadır. Fraser ve arkadaşları IL-4 genine ait -590 C/T
bölgesini içeren bir polimorfizm çalışması yapmış ve bu bölgenin preeklampsi ile
ilişkili olup olmadığını araştırmışlardır. Sağlıklı kontrol grup ile preeklamptik grubu
karşılaştırdıklarında, preeklamptik grupta TT homozigot genotipe daha fazla
rastlamışlardır108. Yapılan başka bir çalışmada aynı polimorfik bölgenin (IL-4, -590
C/T) atopik allerji için büyük risk faktörü teşkil ettiği bulunmuştur109. Bir grup astım
hastası ile yapılan çalışmada IL-4 TC (-590), IL-4 GT (-1098) ve IL-4 GA (+1902)
polimorfik bölgeler çalışılmış ve IL-4 geni promotor bölgesinde yer alan -590, -33, 1098 bölgelerinin broşial astım ile güçlü bir korelasyona sahip olduğu bulunmuştur110.
IL-4 geni -590 C/T polimorfizm çalışmasının Türk toplumunda daha önce çalışılmaması
bizi bu çalışmayı yapmaya yönlendirmiştir.
33
3. GEREÇ VE YÖNTEM
3.1 Araç ve Gereçler
Bu çalışmada kullanılan kimyasal maddeler, cihazlar, teknik malzemeler ve
temin edildikleri firmalar aşağıda belirtilmiştir.
3.1.1. Kimyasal Malzemeler
§ Taq DNA polimeraz enzimi (BioLabs)
§ Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) tamponu (BioLabs)
§ Primerler
§ dNTPs (dATP, dTTP, dCTP, dGTP) (Sigma)
§ Restriksiyon enzimleri AvaII ve Hpy188III (BioLabs)
§ Etidiyum bromid (Sigma)
§ Agaroz (Sigma)
§ Akrilamid (Sigma)
§ N,N’-Metilen-bis-Akrilamid (Sigma)
§ Amonyum persülfat (APS) (Sigma)
§ Tris-baz (Sigma)
§ Borik asit (Sigma)
§ Etilen diamin tetra asetik asit (EDTA) (Sigma)
§ Sodyum klorür (NaCl) (Merck)
§ Tetrametil etilen diamin (TEMED) (Sigma)
§ Bromfenol mavisi (Merck)
§ Magnezyum Klorür
§ Tris-HCl
§ TritonX100 (Sigma)
§ Sükroz (Merck)
§ Proteinaz-K (Sigma)
§ Sodyum dodesil sülfat (SDS) (Sigma)
§ Etil alkol (Merck)
§ Distile ve bidistile su
34
3.1.2. Cihazlar ve Teknik Malzemeler
§ Soğutmalı santrifüj (Universal 16R)
§ Mikrosantrifüj (Techne force 16)
§ Su banyoları (Grant)
§ Hassas Terazi (Sartorius)
§ Terazi (Shimadzu 321-33557)
§ pH metre (İnolab)
§ UV jel görüntüleme sistemi (UVI tec)
§ Otomatik pipetler (Gilson, Biohit, Socorex)
§ Vorteks (Nüve NM 110)
§ Etüv (Dedeoğlu)
§ Elektroforez güç kaynağı (EC3000-90)
§ Yatay elektroforez sistemi (Biogen)
§ Dikey elektroforez sistemi (Biolab)
§ PZR cihazı (Thermal cycler Ependorf Mastercycler)
§ Nanodrop (IMPLEN)
§ Buzdolabı (Arçelik)
§ Deepfreez (Siemens, Bosch)
§ Otoklav (Trans)
3.2 Kan Örneklerinin Sağlanması
Çalışma grupları Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Doğum Anabilim
Dalı Doğum Ünitesi, Doğum Servisi ve Polikinliğinde takip edilen preeklampsi tanısı
konulmuş hastalardan ve herhangi bir hastalık tanısı almamış normal gebelerden
oluşturuldu. Kronik hipertansiyona sahip gebeler çalışmaya dahil edilmedi. Hasta grubu
P1,P2,P3 olarak, kontrol grubu K1, K2, K3 olarak kodlandırıldı.
Bu kişilerden EDTA’ lı tüplere kan alındı. Tüpler alt üst edilerek kanların
pıhtılaşması önlendi ve kan örnekleri DNA izolasyonunda kullanıldı.
35
3.2.1. Hasta Rızası
Bu çalışmada yer alan tüm hastaların Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik
Kurulları Araştırma Projesi Bilgi ve Taahhüt Formunda belirtilen kurallara uygun
olarak hazırlanmış DNA Çalışması Onam Formlarını doldurmaları sağlandı.
3.3. Yöntem
3.3.1. Periferik Kandan DNA Eldesi
Biyolojik örneklerden genomik DNA’ nın
izolasyonu moleküler tanı
yöntemlerinin uygulanmasında gerekli ilk adımdır.
Periferik kandan DNA eldesi için Miller ve arkadaşlarının geliştirdiği salting out
(tuzla çöktürme) yöntemi modifiye edilerek uygulandı.
1.
1,5 ml lik ependorf tüp içerisine iyice alt üst edilmiş kan örneğinden 700 µl,
eritrosit lizis (Ek-1.1) solüsyonundan da 700µl konulup dikkatlice alt üst
edilerek 3-5 dk. oda ısısında bekletildi. 4500 rpm.de 5 dk. santrifüj edildi.
Santrifüj işleminden sonra süpernatant kısmı atıldı.
2.
Elde edilen pellet üzerine 700µl eritrosit lizis solüsyonu eklendi. Tüp
kuvvetlice çalkalanarak pellet çözdürüldü. 4500 rpm.de 5 dk. santrifüj
edildi. Santrifüj işleminden sonra süpernatant kısmı atıldı.
3.
Pellet üzerine 1000 µl (1ml) fizyolojik tampon (Ek-1.2) eklenerek
çözdürüldü. 4500 rpm.de 5 dk. santrifüj edildi. Santrifüj işleminden sonra
süpernatant kısmı atıldı.
4.
Pellet üzerine 300 µl TE-9 (Ek-1.3) tamponu ilave edilerek çözdürüldü.
Bunun üzerine 100 µl SDS (Ek-1.4) ile 20 µl Proteinaz-K (Ek-1.5) ilave
edildi. Vorteks üzerinde tüp içeriği iyice karıştırıldı. 1-2 saat 65 ºC de
benmaride tutuldu. 20 dk aralıklarla tüp alt üst edildi.
5.
İnkübasyon sonunda tüp içersine 200 µl 6M NaCl (Ek-1.6) ilave edildi.
Oluşan beyaz görünümlü yapıyı dağıtmak için tüp kuvvetlice çalkalanıp
13500 rpm.de 7 dk. santrifüj edildi.
6.
Santrifüj sonunda süpernatant başka bir tüpe alınıp pellet atıldı. Süpernatant
tekrar 13500 rpm.de 7 dk. santrifüj edildi.
36
7.
Yine süpernatant başka bir tüpe alınıp pellet atıldı. Tuzdan arınmış olan
süpernatantın üzerine 900 µl %100’ lük etil alkol (Ek-1.7) eklendi. Tüp
iyice karıştırıldı. Bu aşamada DNA ipliksi yapıda görülebilmektedir.
8.
Tüp içeriği 13500 rpm.de 7 dk. santrifüj edildi. Süpernatant atıldı.
9.
Tüpün dibine yapışan DNA’ yı kaldırmak için 1000 µl %70’ lik etil alkol
(Ek-1.7) eklendi. 13500 rpm.de 7 dk. santrifüj edildi. Süpernatant atıldı. Bu
işlem bir kez daha tekrar edildi.
10. Süpernatant döküldükten sonra tüp ters çevrilip DNA’ nın tüpe yapışması
ve alkolün uçması için 15 dk. beklendi.
11. DNA’nın büyüklüğüne göre 50-100 µl TE (Tris-EDTA) (Ek-1.8) konuldu.
12. DNaz aktivitesini ortadan kaldırmak için 70-80 ºC de benmaride 10-15 dk.
inkübasyona bırakıldı.
13. DNA örnekleri kullanılıncaya kadar +4 ºC de muhafaza edildi. Uzun süreli
saklamak için ise -20 ºC ye alındı.
3.3.2. Agaroz Jelin Hazırlanması
PZR sonrasında elde edilen ürünlerin varlığını kontrol etmek için kolay ve hızlı
hazırlanması sebebi ile agaroz jellerden yararlanıldı. Genellikle %2 oranında agaroz jel
hazırlandı.
1.
Çalışmaya başlamadan önce jel kabı iyice temizlenip kurutulduktan sonra
jel dökme kalıbına yerleştirildi. Bu kalıp düzgün bir yüzeye kondu.
Kuyucuk
oluşturmak
için
kullanılan
taraklar
düzgünce
yerlerine
yerleştirildi.
2.
Jel dökme kabının boyutları ve jelin kalınlığı dikkate alınarak hesaplama
yapıldı. 8x9 cm boyutundaki jel kabına %2 konsantrasyonunda jel dökmek
için erlenmayerde 1gr agaroz tartılıp, 50 ml 1 x TBE solüsyonu (Ek-2.1)
mikrodalga fırın içinde agaroz iyice eriyinceye kadar ısıtıldı.
3.
Jelin içine 3 µl stok EtBr (Etidiyum Bromür) solüsyonundan (Ek-2.2) ilave
edildi.
4.
Agaroz çözeltisi, sıcaklığı 45-50 ºC’ye (el yakmayacak sıcaklığa) gelinceye
kadar soğutuldu.
37
5.
Ilık agaroz çözeltesi hava kabarcığı oluşmamasına dikkat edilerek jel kabına
döküldü.
6.
Jelin oda sıcaklığında yaklaşık 30-45 dk. polimerize olması için beklendi.
7.
Jel elektroforez tankına alındı, üzerini örtecek kadar 1 x TBE tamponu ilave
edildi. Taraklar dikkatlice çekilerek, yükleme yapılacak kuyuların oluşması
ile jel hazır hale getirildi.
3.3.3. Örneklerin Agaroz Jele Yüklenmesi ve Yürütülmesi
Kontrol edilmek istenen DNA örnekleri jel yükleme tamponu (Loading dye) (Ek2.3) ile birlikte yüklendi.
Jel Yükleme ( veya DNA yükleme) Tamponu
§ Örneğin yoğunluğunu arttırarak DNA’ nın kuyucuğa düzgün olarak
damlamasını sağlar.
§ Örneği renklendirerek kuyulara yüklenme işlemini basitleştirir.
§ Elektriksel alanda göç hareketinin takip edilmesini kolaylaştırır. Jelin
sağındaki veya solundaki ilk kuyuya moleküler ağırlığı bilinen marker
DNA’dan 5 μl yüklendi. Mikropipet ile 5 μl PZR ürünü ile 1 μl Bromfenol
mavisi içeren 6X yükleme tamponu karıştırıldı. Toplamı 6 μl olan karışım
kuyucuklara yüklendi. 100 voltta 60 dakika elektrik akımına maruz
bırakılarak yürütüldü.
§ Jel UVI doc cihazında ultraviyole ışık altında görüntülendi ve jel görüntüleri
diskete kaydedildi.
3.3.4. Örneklerin Poliakrilamid Jele Yüklenmesi ve Yürütülmesi
Akrilamidin polimerizasyonu ile hazırlanan poliakrilamid jel elektroforezi
(PAGE), küçük ya da orta boydaki (yaklaşık 1 milyon dalton kadar) nükleik asitler ve
proteinler için yüksek ayrıştırma gücüne sahiptir.
38
%8 ‘lik poliakrilamid jeli hazırlamak için gerekli ön hazırlıklar:
§ %40’ luk stok poliakrilamid çözeltisi (Ek3.3) hazırlandı.
§ %25’ lik amonyum persülfat (APS) çözeltisi (Ek3.4) hazırlandı.
§ 10X TBE stok tamponu (Ek3.5) hazırlanıp otoklavda steril edildikten sonra
kullanıldı.
§ Dikey elektroforez cihazı ve cam malzemeler temizlenip saf sudan
geçirildikten sonra, cam malzemeler %70 ‘lik alkolle yıkanıp, kurutuldu.
§ Camların arasına sızdırmayı önlemek üzere vazelinlenmiş 1mm kalınlığında
ki spacerler (aralık yapıcı) aynı hizada olacak şekilde yerleştirildi.
§ Arasına spacer konulmuş camlar aparata yerleştirildi ve vidaları sıkıştırıldı.
§ 12 kuyuluk tarak %70’lik alkolle silinerek camların arasına yerleştirildi.
%8’ lik poliakrilamid jeli hazırlamak üzere;
Akrilamid-Bisakrilamid stok solüsyonu %40 (29:1)
1,6 ml.
Bidistile su
5,6 ml.
10X TBE tamponu
0,8 ml.
%25 APS
50 µl.
TEMED
6-8 µl.
§ TEMED eklenmeden önce hazırlanan karışımın havası alındı. TEMED
eklendikten sonra mümkün olduğunca hızlı bir şekilde karışım enjektöre
çekilip, camların arasına hava kabarcığı kalmayacak şekilde enjekte edildi.
Çünkü TEMED polimerizasyonu başlatan katalizördür.
§ Polimerizasyon için 15-20 dk beklendi.
§ Polimerizasyon gerçekleştikten sonra aparat tankın içine yerleştirildi.
§ Jelin alt ve üst sınırlarına temas edecek şekilde jel tankına 1x TBE tamponu
eklendi.
§ Tarak düzgün bir şekilde çekildi ve tampon çekilmiş enjektörle kuyular jel
kalıntılarından kurtulmak için yıkandı.
§ İlk iki kuyu hariç her kuyuya 1µl yükleme tamponu ve 5 µl kesim ürünü
karıştırılarak uygulandı. İlk iki kuyudan birine 50 bp’ lık markır DNA ve
39
ikincisine ise kesim reaksiyonu gerçekleşip gerçekleşmediğini kontrol etmek
amacıyla PZR ürünü yüklendi.
§ Tankın kapağı kapatıldı ve güç kaynağı çalıştırıldı.
Akım ile örnekler
istenilen miktarda yürütüldükten sonra güç kaynağı kapatıldı.
3.3.5. PZR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) Yönteminin Uygulanması
PZR, herhangi bir organizmaya ait genomik DNA‘ daki dizisi bilinen herhangi
bir bölgenin çoğaltılmasını (amplifikasyonunu) sağlayan basit ama çok başarılı bir invitro DNA sentez yöntemidir.
PZR reaksiyonunun hazırlanmasında temel olarak sırasıyla şu basamaklar
izlendi.
§ PZR mixinde kulanılacak çözelti ve DNA miktarları için gerekli hesaplamalar
yapıldı.
§ Reaksiyonda kullanılacak DNA’ lar ve çözeltiler -20 ºC’ den alınıp
çözdürüldü.
§ 200 µl’lik PCR tüpleri üzerine örnek kodu yazılarak hazırlandı.
§ Tüm DNA örnekleri ve çözeltiler önce vortekslendi, daha sonra tüpün
duvarındaki tüm damlaları toplamak amacıyla kısa bir süre santrifüj edildi.
§ Reaksiyon hacmini tamamlamak için steril su kullanıldı.
§ PZR mixi hazırlamak için 200 µl lik PCR tüpüne hesaplanan miktarlarda PZR
tamponu, forward ve reverse primerler, dNTP mix ve Taq polimeraz eklendi.
§ Kısa bir vorteks ve santrifüj yapıldı.
§ Kodlanmış her bir PZR tüpüne hesap edilen miktarlarda su ve kodunu
taşıdıkları DNA eklendi.
§ PZR mixi tüplere eşit olarak dağıtıldı.
§ Tüplerin her biri önce vortekslenip sonra santrifüj edildi.
§ Daha sonra önceden programlanmış termal cycler’ a yerleştirildi ve cihaz
çalıştırıldı.
40
3.3.5.1. AT2R Geni A1675G Polimorfizmi için PCR Yönteminin Uygulanması
Çalışmamızda AT2R (Angiotensin 2 Tip II Reseptör Geni)’ nin intron1 ve exon 2
arasındaki bölgeyi çoğaltmak için Akbar ve arkadaşlarının102 çalışmalarında
kullandıkları 20 ve 21 baz çifti uzunluğundaki primer dizileri seçilmiştir. Seçilen primer
dizileri aşağıda gösterilmiştir (Çizelge 6 ). AT2R geni PZR ile çoğaltılan 310 baz çiftlik
bölge şekil 6’ da yer almaktadır.
Çizelge 6.
AT2R geni intron1 ve exon 2 arasındaki bölgenin amplifikasyonu için gerekli primer
çiftleri102.
Primer
5’-AGAGATCTGGTGCTATTACG-3’
20 baz çifti
Forward
Primer
Reverse
5’-CACTTGAAGACTTACTGGTTG-3’
21 baz çifti
206
bç.
104
bç.
Şekil 6. AT2R geni PZR ile çoğaltılan 310 baz çiftlik bölge.
Örneklerimizin uygun amplifikasyon koşullarını saptamak için çeşitli denemeler
yapıldı. Primerlerin, Taq polimerazın, dNTP’nin farklı konsantrasyonları ile PZR
programında farklı ısı döngüleri ve annealing (yapışma) ısıları denendi; her denemede
sadece bir değişken dışındakiler sabit tutuldu. Optimal amplifikasyonun gerçekleştiği
koşullar bütün PZR reaksiyonları için kullanıldı (Çizelge 8).
PZR reaksiyonunu gerçekleştirmek için kullanılan malzemelerin tümü ticari
olarak satın alınmıştır (Çizelge 7). Amplifiye olan ürünler ileriki çalışmalarda
kullanılmak üzere +4 ºC de saklandı.
41
Çizelge 7: AT2R geni intron1 ve exon 2 arasındaki bölgenin optimal amplifikasyonlarının
gerçekleşmesinde kullanılan maddeler ve miktarları
Kullanılan Miktar
Final
Reaksiyon Karışımı
(µl)
Konsantrasyonu
10 x PZR Tamponu
2,5 µl
1x PZR Tamponu
dNTP
0,25 µl
25 mM
Primer F
1 µl
10 pmol
Primer R
1 µl
10 pmol
Taq Polimeraz Enzimi
0,25 µl
0,05 U/ µl
4 µl
100-200 ng
Genomik DNA (1/10)
sulandırılmış
Bidistile su
16 µl
Toplam hacim
25 µl
Çizelge 8. AT2R geni intron1 ve exon 2 arasındaki bölgenin optimal amplifikasyonlarının gerçekleştiği
PCR programı ısı döngüleri
Döngüler
Sıcaklık
Süre
1.Ön Denatürasyon
95.0 ºC
5 dk
2.Denatürasyon
94.0 ºC
45 sn
55.0 ºC
1 dk
72.0 ºC
1 dk
3.Yapışma
(Annealing)
4.Sentez
(Extension)
5.Toplam Döngü
Sayısı
35
(2. Döngüden itibaren)
6.Final Uzama
72 ºC
7 dk
7.Saklama
4 ºC
Uzun süre
Örneklerin amplifikasyonu ve elde edilen bantların kontrolü 3.3.3’ te anlatıldığı
gibi %2’ lik agaroz jelde yürütülerek kontrol edildi.
3.3.5.2. IL4 Geni -590 C>T Polimorfizmi için PZR Yönteminin Uygulanması
Çalışmamızda IL4 (Interlökin 4) 5’ UTR bölgesini çoğaltmak için R. Fraser ve
arkadaşlarının108 çalışmalarında kullandıkları primer dizileri seçilmiştir. Seçilen primer
42
dizileri aşağıda gösterilmiştir (Çizelge 9 ). IL-4 geni 196 baz çiftlik PZR çoğaltılan
bölge şekil 7’ de yer almaktadır.
Çizelge 9. IL4 geni 5’ UTR bölgesinin amplifikasyonu için gerekli primer çiftleri108.
Primer
Forward
5’-TAAACTTGGGAGAACATGGT-3’
20 baz çifti
5’-TGGGGAAAGATAGAGTAATA-3’
20 baz çifti
Primer
Reverse
174
bç.
22
bç.
Şekil 7. IL-4 geni 196 baz çiftlik PZR çoğaltılan bölge.
Örneklerimizin uygun amplifikasyon koşullarını saptamak için çeşitli denemeler
yapıldı. Primerlerin, Taq polimerazın, dNTP’nin farklı konsantrasyonları ile PZR
programında farklı ısı döngüleri ve annealing (yapışma ısıları) denendi; her denemede
sadece bir değişken dışındakiler sabit tutuldu. Optimal amplifikasyon 2 farklı annealing
ısısının kullanıldığı touchdown PZR ile elde edildi ve bu koşullar bütün PZR
reaksiyonları için uygulandı (Çizelge 10, 11).
Amplifiye olan ürünler ileriki çalışmalarda kullanılmak üzere +4 ºC de saklandı.
43
Çizelge 10: IL4 geni -590 C>T polimorfizmi için optimal amplifikasyonlarının gerçekleşmesinde
kullanılan PCR reaksiyon koşulları.
Kullanılan Miktar
Final
(µl)
Konsantrasyonu
10 x PCR Tamponu
2,5 µl
1x PZR Tamponu
dNTP
0,25 µl
25 mM
Primer F
1 µl
10 pmol
Primer R
1 µl
10 pmol
Reaksiyon Karışımı
Taq Polimeraz Enzimi
0,25 µl
0,05 U/ µl
4 µl
100-200 ng
Genomik DNA (1/10)
sulandırılmış
Bidistile su
16 µl
Toplam hacim
25 µl
Çizelge 11. IL4 geni -590 C>T polimorfizmi için optimal amplifikasyonlarının gerçekleştiği PZR
programı ısı döngüleri.
Döngüler
Sıcaklık 1
Sıcaklık 2
Süre 1
Süre 2
1.Ön Denatürasyon
94 ºC
94ºC
1 dk
3 dk
2.Denatürasyon
94 ºC
94 ºC
45 sn
1 dk
3.Yapışma(Annealing)
48 ºC
50 ºC
45 sn
45 sn
4.Sentez(Extension)
72 ºC
72 ºC
45 sn
45 sn
40
40
6.Final Uzama
72 ºC
72 ºC
5 dk
5 dk
7.Saklama
4 ºC
4 ºC
Uzun
Uzun
süre
süre
5. Toplam Döngü Sayısı
(2. Döngüden itibaren)
Örneklerin amplifikasyonu ve elde edilen bantların kontrolü 3.3.3’ te anlatıldığı
gibi %2’ lik agaroz jelde yürütülerek kontrol edildi.
3.3.6. Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi (RFLP Restriction Lenght
Fragment Polymorphism) Yönteminin Uygulanması
Agaroz jel elektorforeziyle AT2R polimorfizmi ve IL4 geni -590 C>T
polimorfizmi için amplifikasyon kontrolü yapılan örnekler HYP 188 III ve Ava II
44
restriksiyon endonükleaz enzimleri ile kesim reaksiyonuna alındı. Kesim reaksiyonları
için çizelge 12’de belirlenen oranlarda reaksiyon bileşenleri hazırlandı.
Çizelge 12: AT2R geni G1675A ve IL4 geni -590 C>T polimorfizmleri için RFLP reaksiyon koşulları.
Reaksiyon Karışımı
Kullanılan Miktar (µl)
Tampon
2,5 µl
Restriksiyon Enzimi
0,5µl
Amplifiye ürün
10 µl
(PCR ürünü)
Steril Bidistile su
7 µl
Toplam Hacim
20 µl
Reaksiyon Isısı
37 ºC
Reaksiyon Süresi
17 saat
Amplifiye olmuş örneklerin kesim reaksiyonu HYP 188 III ve Ava II
restriksiyon endonükleazlar ile çizelge 13’ te belirlenen ısı döngülerine göre
gerçekleştirildi.
Çizelge 13. AT2R geni G1675A ve IL4 geni -590 C>T polimorfizmleri için RFLP reaksiyonu ısı
döngüleri.
Döngüler
Sıcaklık
Süre
1.Kesim
reaksiyonu
2.Enzim
İnaktivasyonu
37 ºC
17 saat
- 20 ºC
1 saat
Enzim inaktivasyonundan sonra kesim ürünleri Bromfenol mavisi içeren 6X
yükleme tamponu (EK 2.3) ile karıştırılarak agaroz ve poliakrilamid jellere uygulamaya
hazır hale getirildi. Bunun için 6X yükleme tamponundan 1 µl alınıp 5 µl kesim ürünü
ile karıştırıldı.
3.3.7. İstatiksel Analiz
SPSS 11.5 Ki kare (χ2) testi kullanılarak analiz edilmiştir.
45
4. BULGULAR
Yaptığımız çalışmada 131 preeklampsili gebe ve 86 sağlıklı gebeden
Anjiyotensin 2 tip II Reseptör Geni A1675G polimorfizmi ve İnterlökin 4 Geni
-590 C>T polimorfizmlerinin genotip dağılımları araştırıldı. Çalışmaya dahil edilen tüm
gebelerde sistolik ve diastolik kan basıncı ve idrardaki protein miktarı ölçüldü. Ayrıca
yapılan anketlerle hasta ve kontrol grubunun gebelik yaşı, gebelik haftası, gebelik sayısı
ve ağırlıkları kaydedildi. Tüm gebelerden alınan kanlardan elde edilen DNA örnekleri
PCR–RFLP yöntemi kullanılarak, araştırılan polimorfizmlerin genotip dağılımları
belirlendi ve elde edilen verilerden istatistiksel analiz yapıldı.
4.1. Klinik Bulgular
Çalışılan hasta grubunun belirlenmesinde; NHBPEP (National High Blood
Pressure Education Program)’ ın çalışma raporlarına göre 20. gebelik haftasından sonra
daha önce normal kan basıncına sahip kadınlarda, sistolik kan basıncının ≥140 mmHg,
diastolik kan basıncının ≥ 90 mmHg olarak ölçülmesi ve 24 saatlik idrarda 300 mg ve
üstü protein saptanması, 6 saatlik ara ile alınan en az 2 idrar örneğinde +1 ya da daha
fazla protein olması şeklinde belirlenen kriterler dikkate alınmıştır. Ayrıca kronik
hipertansiyonu olan hastalar çalışmaya dahil edilmemiştir.
Hasta ve kontrol grubuna ait yaş, ağırlık, gebelik sayısı, gebelik haftası, sistolik
ve diastolik kan basıncı değerlerinin ortalamaları alındı. Sağlıklı kontrol grubu ile
preeklampsili gebe gruba ait klinik bulguların karşılaştırılmasında t-testi uygulandı.
Analiz sonuçlarına göre gruplar arasında klinik bulgular açısından istatistiksel olarak
farklılık olduğu saptandı (p<0,05, Çizelge-14). Hasta olan gruba ait kan basıncı
değerleri preeklampsi kriterleri ile uyum göstermektedir. Hasta grubunda kontrol
grubuna göre yaşın ve gebelik haftasının daha düşük olduğu, ağırlığın ise daha yüksek
olduğu belirlenmiştir. Gebelik sayısı açısından bir farklılık gözlenmemiştir.
46
Çizelge 14. Preeklampsili ve sağlıklı kontrol grubuna ait klinik özelliklerin ortalamaları ve p değerleri.
Klinik Bulgular
Preeklampsi (%) Kontrol (%)
P değeri
Yaş Ortalaması
30.12
32.82
<0.05
Ağırlık Ortalaması
81.03
77.03
<0.05
Gebelik Sayısı
2.59
2.33
>0.05
Gebelik Haftası
34.16
37.15
<0.05
Diastolik Kan Basıncı
100.27
77.02
<0.05
Sistolik Kan Basıncı
156.86
119.12
<0.05
4.2. Moleküler Bulgular
4.2.1 AT2R Geni A1675G Polimorfizmi İçin Moleküler Genetik Bulgular
AT2R geni 1675 bölgesinin 310 baz çiftlik kısmı PZR yöntemi ile çoğaltıldı ve
% 2’ lik agaroz jelde yürütüldü. Çalışılan hasta ve kontrollerden bazılarının PZR
yöntemi ile çoğaltılmış AT2R geni intron 1 ve ekson 2 arasındaki 310 baz çifti
uzunluğundaki bant görüntüleri şekil 8 ve 9’ da gösterilmiştir.
Şekil 8. Kontrol grubuna ait bazı örneklerin, AT2R geni intron 1 ve ekson 2 arasında ki 310 bç.
uzunluğunda ki bölgenin PZR yöntemi ile çoğaltılıp agaroz jelde yürütüldükten sonra
oluşturdukları bant görüntüleri. M: Markır DNA, B: Blank.
47
Şekil 9. Hasta gruba ait bazı örneklerin, AT2R geni intron 1 ve ekson 2 arasında ki 310 bç. uzunluğunda
ki bölgenin PZR yöntemi ile çoğaltılıp agaroz jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant
görüntüleri. M: Markır DNA, B: Blank, Bantlar 310 bp. büyüklüğündedir.
AT2R geninin 1675 polimorfizmini içeren 310 bç.’ lik bölgesi PZR yöntemi
kullanılarak çoğaltıldıktan sonra RFLP yöntemi kullanılarak HYP 188 III restriksiyon
enzimi ile kesildi. Kesim reaksiyonu sonucunda adeninden
guanine (A>G) nükleotit
değişimi olmayan homozigot bireylerde (AA genotipli) 310 bç’ lik tek bant, tek
allelinde nükleotit değişimi olan heterozigot bireylerde (AG genotipli) 310, 206, 104
bç’ lik üç bant, her iki allelinde nükleotit değişimi görülen bireylerde de (GG genotipli)
206, 104 bç’ lik 2 bant görülmüştür. (Şekil 10,11.)
Şekil 10. Hasta ve kontrol gruplarına ait bazı örneklerin RFLP yöntemi ile (HYP 188 III enzimi ile)
kesilip, agaroz jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant görüntüleri. M: Markır DNA, AA,
AG, GG: genotipler.
48
Şekil 11. Hasta ve kontrol gruplarına ait bazı örneklerin RFLP yöntemi ile (HYP 188 III enzimi ile)
kesilip, agaroz jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant görüntüleri. M: Markır DNA, AA,
AG, GG: genotipler. 104 bç.’lik bant bu jel görüntüsünde, soluk olmasından dolayı
görünmemektedir.
Çalışmamızda yer alan 131 preeklampsili gebe kadının AT2R geni A1675G
polimorfizmi açısından RFLP yöntemi ile analizi sonucunda 63’ ünün AG, 39’ nun AA,
28’nin GG genotipine sahip olduğu belirlenmiştir. Çalışılan hastalardan bir tanesinden
ise sonuç elde edilememiştir. Çalışmamızda 86 normal gebeden oluşan kontrol
grubunun ise 43’nün AG, 34’nün AA, 9’ nun GG genotipine sahip olduğu
belirlenmiştir. Hasta ve kontrol grubuna ait bireylerin genotipleri çizelge 15 ve 16 ‘te
verilmiştir.
49
Çizelge 15. Preeklamptik grubun AT2R geni 1675 bölgesi için Hyp 188 III enzimi ile kesimi sonucunda
elde edilen genotip kodları.
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
No
1675
No
1675
No
1675
No
1675
No
1675
P1
GG
P27
AA
P53
AA
P79
AG
P105
AA
P2
AA
P28
GG
P54
AA
P80
AG
P106
AG
P3
GG
P29
AA
P55
AA
P81
GG
P107
AA
P4
AG
P30
AG
P56
AG
P82
AG
P108
AG
P5
GG
P31
AG
P57
AA
P83
AG
P109
AG
P6
AG
P32
AG
P58
AG
P84
GG
P110
AG
P7
GG
P33
AA
P59
GG
P85
AG
P111
AG
P8
GG
P34
AG
P60
AG
P86
AG
P112
AG
P9
AG
P35
AG
P61
AA
P87
AG
P113
AG
P10
AG
P36
AG
P62
AG
P88
AG
P114
GG
P11
AG
P37
AG
P63
AA
P89
AA
P115
GG
P12
AG
P38
AG
P64
AA
P90
AA
P116
AA
P13
AA
P39
AG
P65
AA
P91
AA
P117
AG
P14
GG
P40
AG
P66
AA
P92
GG
P118
AG
P15
AG
P41
AG
P67
AA
P93
AG
P119
AG
P16
GG
P42
GG
P68
GG
P94
AA
P120
AG
P17
GG
P43
AA
P69
AG
P95
GG
P121
AG
P18
GG
P44
AA
P70
AG
P96
AA
P122
AG
P19
AA
P45
GG
P71
AA
P97
AA
P123
AG
P20
GG
P46
AA
P72
AG
P98
AA
P124
AA
P21
AA
P47
AG
P73
GG
P99
AG
P125
AG
P22
AG
P48
AG
P74
AG
P100
AG
P126
GG
P23
AA
P49
AG
P75
AG
P101
AG
P127
AA
P24
AG
P50
GG
P76
AA
P102
AA
P128
GG
P25
AA
P51
AA
P77
AG
P103
AA
P129
AG
P26
AG
P52
GG
P78
GG
P104
GG
P130
AG
50
Çizelge 16. Kontrol grubunun AT2R geni 1675 bölgesi için Hyp 188 III enzimi ile kesimi sonucunda elde
edilen genotip kodları.
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
Hasta
AT2R
No
1675
No
1675
No
1675
No
1675
K1
AG
K23
AG
K45
AA
K67
AA
K2
AA
K24
AG
K46
GG
K68
AG
K3
AA
K25
AA
K47
AG
K69
AG
K4
AG
K26
AA
K48
AA
K70
AG
K5
AG
K27
AG
K49
AG
K71
AA
K6
AG
K28
AG
K50
AA
K72
AG
K7
AG
K29
GG
K51
AG
K73
AG
K8
AG
K30
AG
K52
AA
K74
AG
K9
AA
K31
AA
K53
AA
K75
AG
K10
GG
K32
AG
K54
AG
K76
AG
K11
AA
K33
GG
K55
AG
K77
AG
K12
GG
K34
AG
K56
AG
K78
AA
K13
AG
K35
AA
K57
AA
K79
AG
K14
AA
K36
AG
K58
AA
K80
AA
K15
AG
K37
AA
K59
AA
K81
AA
K16
AA
K38
AA
K60
AG
K82
AA
K17
AG
K39
GG
K61
AG
K83
AG
K18
AG
K40
AG
K62
AA
K84
AG
K19
AA
K41
AA
K63
GG
K85
AG
K20
AA
K42
AA
K64
AG
K86
GG
K21
AA
K43
AG
K65
AA
K22
AA
K44
AG
K66
GG
AT2R geni A1675G polimorfizminin genotip dağılımları ve allel frekansları
SPSS 11.5 Ki kare (χ2) testi kullanılarak analiz edilmiştir. (Çizelge 17-18). Hasta ve
kontrol grupları arasında genotip dağılımları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamıştır (p=0.07). Ancak AA ve AG genotipleri birlikte değerlendirildiğinde
GG genotipine bakıldığında, hasta grupta kontrol grubuna göre anlamlı bir fark
bulunmuştur (p=0.034). Allel frekansları karşılaştırıldığında ise, her iki grup arasında
istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p=0.033). G alleline preeklamptik grupta
51
kontrol grubuna kıyasla daha fazla rastlanması, G allelinin hastalığa yakalanma riski ile
yakından ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
Çizelge 17. AT2R geni 1675 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait genotip frekansları (n: birey
sayısı)
Genotip Frekansları
Kodominant Model
Dominant
Resesif
AG+GG
AG+AA
AA
GG
AA
GG
AG
n
n
n
n
n
%
%
%
%
%
Preeklampsi
39
28
63
91
102
(n:130)
30
21.5
48.5
70
78.5
Kontrol
34
9
43
52
77
(n:86)
39.5
60.5
89.5
0.147
0.034
χ2
10.5
50
0.07
Testi
Çizelge 18. AT2R geni 1675 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait allel frekansları (n: birey sayısı)
Allel Frekansları
A
G
n
n
%
%
Preeklampsi
141
119
(n:130)
54.2
45.8
Kontrol
111
61
(n:86)
64.5
35.5
χ2
0.033
Testi
52
4.2.2. IL4 Geni -590 C>T Polimorfizmi İçin Moleküler Genetik Bulgular
IL4 geni -590 bölgesini içeren 196 baz çiftlik kısmı PZR yöntemi ile çoğaltıldı
ve % 2’ lik agaroz jelde yürütüldü. Çalışılan hasta ve kontrollerden bazılarının PZR
yöntemi ile çoğaltılmış IL-4 geni -590 bölgesine ait 196 baz çifti uzunluğunda ki
bölgenin bant görüntüleri Şekil 12’ de gösterilmiştir.
Şekil 12. Hasta gruba ait bazı örneklerin, IL4 geni -590 bölgesini içeren 196 baz çifti uzunluğundaki
bölgenin PZR yöntemi ile çoğaltılıp agaroz jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant
görüntüleri. M: Markır DNA.
IL4 geni -590 bölgesine ait 196 bç.’ lik bölge PZR yöntemi kullanılarak
çoğaltıldıktan sonra RFLP yöntemi kullanılarak Ava II restriksiyon enzimi ile kesildi.
Kesim reaksiyonu sonucunda sitozin
timin (C>T) nükleotit değişimi olmayan
homozigot bireylerde (CC genotipli) 174, 22 bç’ lik iki bant, tek allelinde nükleotit
değişimi olan heterozigot bireylerde (CT genotipli) 196, 174, 22 bç’ lik üç bant, her iki
allelinde nükleotit değişimi görülen bireylerde de (TT genotipli) 196 bç’ lik tek bant
oluşmuştur. (Şekil 13,14) CT genotipli bireylerde 196 bç.’lik ve 174bç.’lik bantlar
birbirine yakın olduğu için agaroz jelde ayrılmamalarından dolayı kesim ürünleri
poliakrilamid jel elektroforezinde yürütülerek bant görüntüsü elde edildi. (Şekil 13,14)
Ancak CT ve TT genotipli bireylerde görülmesi beklenen 22 bç.’lik bant, çok küçük
olmasından dolayı, P92 numaralı hasta örneği haricinde diğer örneklerde (Şekil 13),
hem poliakrilamid ve hem de agaroz jel görüntüsünde görülememiştir. (Şekil 13,14)
53
Şekil 13. Hasta ve kontrol gruplarına ait bazı örneklerin RFLP yöntemi ile (Ava II enzimi ile) kesilip,
poliakrilamid jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant görüntüleri. M: Markır DNA, CC,
CT, TT: genotipler.
Şekil 14. Hasta ve kontrol gruplarına ait bazı örneklerin RFLP yöntemi ile (Ava II enzimi ile) kesilip,
poliakrilamid jelde yürütüldükten sonra oluşturdukları bant görüntüleri. M: Markır DNA, CC,
CT, TT: genotipler.
Çalışmamızda yer alan 131 preeklampsili gebe kadının IL-4 geni -590 C>T
polimorfizmi açısından RFLP yöntemi ile analizi sonucunda 89’ unun CC, 34’ nün CT,
5’inin TT genotipine sahip olduğu belirlenmiştir. Çalışılan hastalardan üç tanesinden ise
54
sonuç elde edilememiştir. Çalışmamızda 86 normal gebeden oluşan kontrol grubunun
ise 63’ünün CC, 21’ inin CT, birinin TT genotipine sahip olduğu belirlenmiştir.
Preeklampsili gruptan P75, P119, P122 ve kontrol grubundan K26 numaralı örneklerden
sonuç alınamamıştır. Hasta ve kontrol grubuna ait bireylerin genotipleri çizelge 19 ve
20‘ de verilmiştir.
Çizelge 19. Preeklamptik grubun IL-4 geni -590 bölgesi için Ava II enzimi ile kesimi sonucunda elde
edilen genotip kodları.
Hasta
IL-4
Hasta
IL-4
Hasta
IL-4
Hasta
IL-4
Hasta
IL-4
No
-590
No
-590
No
-590
No
-590
No
-590
P1
CC
P27
CT
P54
CC
P80
CT
P106
CT
P2
CC
P28
CC
P55
CT
P81
CT
P107
CT
P3
CC
P29
CC
P56
CC
P82
CC
P108
CT
P4
CC
P30
CC
P57
CC
P83
CT
P109
CC
P5
CC
P31
CC
P58
CC
P84
CC
P110
CC
P6
CT
P32
CC
P59
CC
P85
CC
P111
CT
P7
CC
P33
CC
P60
CC
P86
CC
P112
CT
P8
CC
P34
CT
P61
CT
P87
CC
P113
CC
P9
CT
P35
CC
P62
CC
P88
CC
P114
CT
P10
CC
P36
CC
P63
CC
P89
CT
P115
CC
P11
CC
P37
CC
P64
CC
P90
CT
P116
CC
P12
CT
P38
CC
P65
CC
P91
CC
P117
CC
P13
CC
P39
CT
P66
CT
P92
CT
P118
CT
P14
CC
P40
CT
P67
CC
P93
TT
P119
P15
CT
P41
CC
P68
CT
P94
CC
P120
CC
P16
CC
P42
CC
P69
CC
P95
TT
P121
CT
P17
CT
P43
CC
P70
CC
P96
TT
P122
P18
CC
P44
CC
P71
CC
P97
CC
P123
CC
P19
CC
P45
CC
P72
CC
P98
CC
P124
CC
P20
CT
P46
CT
P73
CC
P99
CT
P125
CC
P21
CC
P47
CC
P74
CC
P100
CC
P126
CT
P22
CC
P48
CT
P75
P101
TT
P127
CC
P23
CC
P50
CC
P76
CC
P102
CC
P128
CC
P24
CC
P51
CC
P77
CC
P103
CC
P129
CC
P25
CC
P52
CT
P78
CC
P104
CC
P130
CC
P26
CC
P53
TT
P79
CC
P105
CC
P131
CT
55
Çizelge 20. Kontrol grubunun IL-4 geni -590 bölgesi için Ava II enzimi ile kesimi sonucunda elde edilen
genotip kodları.
Kontrol
IL-4
Kontrol
IL-4
Kontrol
IL-4
Kontrol
IL-4
No
-590
No
-590
No
-590
No
-590
K1
CC
K23
CC
K45
CC
K67
CC
K2
CT
K24
CC
K46
CC
K68
CC
K3
CT
K25
CC
K47
CT
K69
CC
K4
CC
K26
K48
CC
K70
CC
K5
CC
K27
CC
K49
CT
K71
CC
K6
CC
K28
CT
K50
CC
K72
CC
K7
CT
K29
CC
K51
CC
K73
CT
K8
TT
K30
CC
K52
CC
K74
CC
K9
CC
K31
CC
K53
CC
K75
CC
K10
CC
K32
CC
K54
CT
K76
CC
K11
CT
K33
CT
K55
CT
K77
CC
K12
CT
K34
CC
K56
CC
K78
CT
K13
CC
K35
CC
K57
CC
K79
CC
K14
CC
K36
CC
K58
CC
K80
CC
K15
CC
K37
CC
K59
CC
K81
CC
K16
CT
K38
CT
K60
CC
K82
CT
K17
CC
K39
CC
K61
CC
K83
CC
K18
CC
K40
CC
K62
CT
K84
CC
K19
CC
K41
CC
K63
CC
K85
CT
K20
CC
K42
CC
K64
CC
K86
CC
K21
CC
K43
CT
K65
CC
K22
CT
K44
CT
K66
CC
IL-4 geni -590 C>T polimorfizminin genotip dağılımları ve allel frekansları
SPSS 11.5 Ki kare (χ2) testi kullanılarak analiz edilmiştir. (Çizelge 21, 22). Hasta ve
kontrol grupları arasında genotip dağılımları ve allel frekansları açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05).
56
Çizelge 21. IL-4 geni -590 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait genotip frekansları.
birey sayısı)
(n:
Genotip Frekansları
CT+CC
CT+TT
TT
CC
n
n
n
%
%
%
%
89
5
34
123
39
(n:128)
69.5
3.9
26.6
96.1
30.5
Kontrol
63
1
21
84
22
(n:85)
74.1
1.2
24.7
98.8
25.9
0.238
0.468
CC
TT
CT
n
n
%
Preeklampsi
χ2
0.456
Testi
Çizelge 22. IL-4 geni -590 bölgesi için hasta ve kontrol gruplarına ait allel frekansları. (n: birey sayısı)
Allel Frekansları
C
T
n
n
%
%
Preeklampsi
212
44
(n:128)
82.8
17.2
Kontrol
147
23
(n:85)
86.5
13.5
χ2
0.310
Testi
57
5. TARTIŞMA
Preeklampsi, etiyolojisi ve patofizyolojisi hala bilinmeyen heterojen sebeplere
dayalı bir hastalık olmasına rağmen, hastalığın etiyolojisini yönlendirecek önemli
immün faktörler ve genetik bileşenlere sahiptir101. Asosiyasyon çalışmalarında 70’ ten
fazla gen incelenmiş, ancak araştırmacılar biyolojik hipotezlere dayanarak ve
preeklampsiye olan katkılarını değerlendirerek yaklaşık 7 gen belirlemişlerdir. Yapılan
yeni çalışmalarda preeklampsiye sahip olan ve olmayan kadınlar incelenerek
populasyonda yaygın olarak bulunan ve pereeklampsiye sebep olan alleller ve bu
allelerdeki mutasyon sıklığı belirlenmeye çalışılmıştır79. Bu çalışmada fetomaternal
dönemde meydana gelen sitokinlerden birisi olan IL-4 ve RAS’ın vazoaktif
elementlerinden birisi olan AT2--R genlerinin genotip dağılımları ve allel frekansları
incelenmiştir.
Renin
anjiyotensin
sistemi
(RAS);
su-tuz
dengesinin
preeklampsinin patofizyolojisinin belirlenmesinde çok önemlidir
102
ayarlanmasında,
. RAS’ın bütün
önemli bileşenleri, plasenta ve uterusta mevcuttur. Ayrıca normal gebelikte damar
direnci, kan basıncı, plazma volümü azaldığından dolayı RAS’ ın uyarısı sonucu plazma
renin aktivitesi, anjiyotensin II (AngII) ve aldosteron seviyesinde artışa neden olur.
Fakat preeklampsili gebeliklerde plazmada anjiyotensinojenin yüksek molekül ağırlıklı
formu artarken, plazma seviyesinde AngII ve renin seviyesi azalır. RAS’ ın vazoaktif
elementlerindeki bu değişiklikler PE’ nin patofizyolojisinde önemli bir rol oynar.
RAS’ın son etkin maddesi anjiyotensin II’ dir103. AT2-R geni; anjiyotensin II’ nin
reseptörlerinden birisi olup, büyümeyi inhibe edici, damar çapını arttırıcı, antihipertrofik
ve proapoptotik etkileri mevcuttur. Normal feto-plasental gelişim, AT2-R ve
anjiyotensin II’nin diğer alt tipi olan AT1-R genlerinin düzenli eksprese olmasını ve
taşınmasını gerektirir. Pek çok çalışmada hipertansiyonlu gebeliklerde, AT1-R ve AT2R genlerinin ekspresyonunun tetiklenebileceği düşünülmektedir104. Çalışmamızda yer
alan AT2-R geni A1675G polimorfizmi ile ilgili Türk populasyonuna ait başka bir
çalışma bulunmayıp, literatüre girmiş diğer populasyonlara ait çeşitli çalışmalar
bulunmaktadır.
Literatürde, AT2R geni A1675G polimorfizmini preeklampsi ile
ilişkilendiren bir çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma Akbar102 ve arkadaşlarının 3 farklı
58
etnik gruptan (Afro- Karayip, Asya ve Kafkas) 236’ sı preeklampsili, 426’ sı sağlıklı
toplam 662 gebe kadın ile yapılan çalışmadır. Bu çalışmaya göre Afro-Karayip
populasyonuna ait örneklerde AT2R geni 1675 pozisyonunda GG genotipi ile
preeklamptik gebelik arasında önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05, Çizelge 23).
Kafkas populasyonunda ise preeklampsili gebelerde GG genotipi frekansı normal
gebelere göre yaklaşık 2 kat daha fazladır ancak bu farklılığın önemli olup olmadığını
belirlemek için çalışılan hasta sayısı yeterli değildir. Asya populasyonuna ait normal ve
preeklampsili gebelerde genotip dağılımları arasında önemli bir faklılık bulunamamıştır
(p>0.05, Çizelge 23). Çalışmamızda da Akbar102 ve arkadaşlarının çalıştığı Asya ve
Kafkas populasyonu ile uyumlu olarak genotip dağılımları bakımından hasta ve kontrol
grubu
arasında
anlamlı
bir
farklılık
bulunamamıştır
(p>0.05,
Çizelge
23).
Çalışmamızdaki hastalar da dahil bu dört populasyona ait tüm elde edilen veriler
toplandığında genotip dağılımı açısından önemli bir farklılık bulunmuştur (p=0.033,
Çizelge 23). Asya ve Kafkas populasyonlarında allel frekansı açısından önemli bir
farklılık bulunamamıştır (p>0.05, Çizelge 24). Afro-Karayip populasyonunda p
değerinin 0.05’ e yakın olması nedeniyle (p=0.049, Çizelge 24) allel frekansı açısından
anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Çalışmamızda da Afro-Karayip populasyonu ile
uyumlu olarak G allelinin preeklamptik grupta kontrol grubuna kıyasla daha yüksek
frekansta bulunması ve p değerinin 0.05’ten küçük (p=0.033, Çizelge 24)
olması
nedeniyle allel frekansı bakımından önemli bir farklılık bulunmuştur. Bu durumda G
alleline sahip olmanın, preeklampsiye yakalanma riskinde artışa neden olabileceği
düşünülebilir. Çalışmamızda ki hastalar da dahil bu dört populasyona ait tüm elde edilen
veriler toplandığında allel frekansı açısından önemli bir farklılık bulunamamıştır
(p=0.149, Çizelge 24). Bu dört populasyonda genotip ve allel frekansları açısından
farklılık olması preeklampsi ve AT2R geni arasında bölgesel ve etnik farklılıkların
olabileceğini hatırlatmaktadır. Ayrıca hasta ve kontrol grubuna ait birey sayısının
arttırılması, sonuçları güçlendirecektir.
59
Çizelge 23. Afro-Karayip, Asya, Kafkas ve Türk populasyonlarına ait AT2R geni 1675 bölgesi için
preeklampsi ve kontrol grubu genotip dağılımları. (n: birey sayısı)
Preeklampsi n (%)
n
Afro-
Asya
Kafkas
Türk
Toplam
Genotip Frekansı
AA
AG
GG
9
67
Karayip
122
47
130
Kontrol n (%)
25
33
(13.4)
30
(37.3) (49.3)
64
28
(24.6)
7
(52.5) (23.0)
27
13
(14.9)
39
(57.4) (27.7)
63
28
(30)
85
(48.5) (21.5)
179
102
(23,2)
(48.9) (27.8)
366
Genotip Frekansı
n
119
AA
AG
GG
14
73
32
χ2
0.005
189
(11.8) (61.3) (26.9)
42
99
48
118
(22.2) (52.4) (25.4)
28
73
17
0.606
0.175
(23.5) (61.7) (14.8)
34
43
9
86
506
(39.5)
118
(50)
288
(10.5)
106
0.07
0.033
(23.3) (56.9) (20.9)
Çizelge 24. Afro-Karayip, Asya, Kafkas ve Türk populasyonlarına ait AT2R geni 1675 bölgesi için
preeklampsi ve kontrol grublarının allel frekansları. (n: birey sayısı)
Preeklampsi n (%)
n
Afro-
67
Karayip
Asya
122
Kafkas
47
Türk
Toplam
130
366
Allel Frekansı
A
G
Kontrol n (%)
n
43
91
(32.1)
124
(67.9)
120
(50.8)
(49.2)
41
53
(43.6)
(56.4)
141
119
(54.2)
(45.8)
349
383
(47.7)
(52.3)
119
189
118
86
506
Allel Frekansı
A
G
101
137
(42.4)
183
(57.6)
195
(48.4)
(51.6)
129
107
(54.7)
(45.3)
111
61
(64.5)
(35.5)
524
500
(51.2)
(48.8)
χ2
0.049
0.558
0.070
0.033
0.149
Takeda-Matsubara104 ve arkadaşları farelerin umblikal kord ve plasentalarındaki
kan damarlarında hamilelik döneminde kan basıncının düzenlenmesinde AT2R geni
ekspresyonunun önemli faktörlerden birisi olduğunu bildirmişlerdir. Nishimura ve
arkadaşları111 yaptıkları çalışmada ekson 2 eksikliğinin düşük seviyedeki anormal
mRNA splayzingine bağlı olduğunu bulmuşlardır. Bu olayda 1675G alleli taşıyıcısı
60
olmakla, AT2-R’ nin düşük seviyede eksprese olması ile ilişkili olduğu konusunda
çıkarımda bulunmuşlardır. Wernecke ve arkadaşları112 ise tam tersi olarak bir mRNA
splayzing kalıbı değişikliğinin AT2R 1675G polimorfizmi ile bağlantılı olmadığını
ancak AT2R geni ekspresyon seviyesinin yükselmesi ile ilişki olduğunu bulmuşlardır.
AT2R geni 1675. pozisyonda GG genotipi taşınması ile ilişkili AT2R geninin
ekspresyonundaki değişiklik gebelik esnasında feto plasental ünitede birbirinin
antagonisti olarak çalışan AT1-AT2 reseptörleri arasındaki dengeyi bozmaktadır. Bu
yüzden gebeliğin ilk yarısında anjiyotensin II’ nin etkileri AT2 reseptörü aracılığı ile
olmaktadır. AT2 reseptörü etkisi ile anjiyogenez ve hücre proliferasyonu azalır ve
apoptozis artar. Bu olaylar da preekalmpside gözlenen hatalı plasentasyon ve spiral
arterlerin yeniden oluşumunun tamamlanamamasına neden olur102. Çalışmamızda elde
ettiğimiz sonuçlar, Wernecke ve arkadaşlarının112 elde ettiği sonuçlar ile uyumlu olup,
G allelinin preeklampsiye yatkınlıkta belirleyici bir genetik faktör olduğunu
düşündürmektedir.
Sağlıklı bir gebelik annenin normal bir savunma mekanizmasına bağlıdır106.
İnterlökin 4 (IL-4), fetomaternal dönemde anti-inflamatuvar sistemde yer alan
sitokinlerden birisidir. Bu dönemde IL-4 seviyesinde artış söz konusudur. Düşük ile
sonuçlanan
gebelikler
incelendiğinde,
IL-4
seviyesinde
azalma
olduğu
gözlemlenmiştir107. IL-4 seviyesi preeklampsi meydana gelmesinde risk artışına neden
olabilir.
Yapılan
çalışmalarda,
gebelik
esnasında
desidual
hücrelerdeki
IL4
ekspresyonunun azalması ile spontan düşükler meydana geldiği gözlenmiştir. IL4’ ün
aşırı eksprese olması da fetüsün gelişimi için olumsuz koşullar yaratmaktadır.
Çalışmamızda yer alan IL-4 geni -590 C/T polimorfizminin preeklampsi ile ilişkisi daha
önce R. Fraser ve arkadaşları108 tarafından araştırılmıştır. Fraser ve arkadaşları, bu
çalışmayı 146 sağlıklı, 117 preeklampsili toplam 263 gebe ile yapmışlardır. Bu
çalışmanın sonuçlarına göre p değerinin 0.05’ e yakın olması nedeniyle, IL-4 geni -590
C/T tek nükleotid polimorfizmi ile preeklampsiye eğilim yönünde önemli bir ilişki
bulunmuştur (p=0.055, Çizelge 25). Özellikle -590 pozisyonunda ki TT genotipi
frekansının, preeklamptik grupta kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu
belirlenmiştir (Çizelge 25). Çalışmamızda da -590 pozisyonunda TT genotipi oranı,
Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışma ile uyumlu olarak, preeklamptik grupta kontrol
grubuna göre daha fazla bulunmuştur ancak istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık elde
61
edilememiştir (p=0.456, Çizelge 25). Bunun nedeni çalışmada yeterli sayıda hasta ve
kontrol bulunmaması olabilir (Çizelge 25). Çalışmamızda, Fraser ve arkadaşlarının
çalışması ile uyumlu olarak CC genotipi frekansının, preeklamptik grupta kontrol
grubuna göre daha düşük olduğu belirlenmiştir. Ancak CT heterozigot genotipi oranı
her iki grupta da birbirine yakın bulunmuştur. CC ve CT genotiplerinin preekalmpsiye
yatkınlıkta veya korunmada rol oynamadığı düşünülmektedir. Hem çalışmamızda hem
de Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada108 allel frekansı açısından önemli bir
farklılık bulunamamıştır (p>0.05, Çizelge 25). Her iki çalışmada da allel frekansı
oranları birbiri ile uyumlu olup, C alleli kontrol grubunda daha yüksek oranda
gözlenirken, T allelinin preeklamptik gruptaki oranı daha yüksektir (Çizelge 25). Bu
durum, T allelinin preeklampsiye yatkınlıkla ilişkisi olabileceğini düşündürmektedir.
Çizelge 25. Çalışmamız ve R.Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaya ait IL-4 geni -590 bölgesi C>T
polimorfizmi için preeklampsi ve kontrol grubu genotip ve allel frekansları. (n: birey sayısı)
Genotip Frekansı n (%)
n
Preeklampsi
Çalışmamız
Kontrol
Çalışmamız
Preeklampsi
128
85
117
Fraser
Kontrol
Fraser
146
CC
CT
TT
89
34
5
(69.5) (26.6) (3.9)
63
21
1
Allel Frekansı n (%)
χ2
0.456
(74.1) (24.7) (1.2)
78
29
10
37
3
(72.6) (25.3) (2.1)
T
212
44
χ2
(82.8) (17.2)
0.310
147
23
(86.5) (13.5)
185
(66.7) (24.8) (8.5)
106
C
49
(79.1) (20.9)
0.055
249
43
0.062
(85.3) (14.7)
Fraser ve arkadaşlarının çalışmasına ait veriler ile çalışmamıza ait verileri
birleştirip değerlendirdiğimizde preklamptik grup ile kontrol grubu arasında genotip
oranları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç elde edilmiştir (p=0.045, Çizelge
26). Her iki çalışmaya ait CC, CT ve TT genotip oranları toplamı hem çalışmamız hem
de Fraser ve arkadaşlarının çalışma sonuçlarındaki genotip oranları ile uyumludur.
Dolayısı ile bir çelişki bulunmamaktadır. Aynı şekilde her iki çalışmanın allel frekansı
verilerinin toplamı değerlendirildiğinde, p değerinin 0.05’ e yakın olması nedeni ile
anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p=0.052, Çizelge 26). Her iki çalışma sonuçlarının
birlikte değerlendirilmesi ile istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunması, hasta ve
62
kontrol grubuna ait birey sayısının arttırılması ile sonuçların güçlenebileceğini
düşündürmektedir.
Çizelge 26. Çalışmamız ve R. Fraser ve arkadaşlarının yaptığı çalışmanın sonuçlarının toplamına ait IL-4
geni -590 bölgesi C>T polimorfizmi için preeklampsi ve kontrol grupları genotip ve allel
frekansları. (n: birey sayısı)
Genotip Frekansı n (%)
n
CC
CT
TT
167
63
Allel Frekansı n (%)
χ2
C
T
15
397
93
(6.1)
(81)
(19)
χ2
Preeklampsi
Çalışmamız
+
245
(68.2) (25.7)
Fraser
169
Çalışmamız
+
0.052
0.045
Kontrol
231
58
(73.2) (25.1)
4
396
66
(1.7)
(85.7)
(14.3)
Fraser
63
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışmada Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Doğum Ana Bilim
Dalı polikliniklerinde takip edilen 131 preeklampsili gebe ve 86 sağlıklı gebe
Anjiyotensin 2 tip II Reseptör Geni A1675G polimorfizmi ve İnterlökin 4 Geni
-590 C>T polimorfizmleri açısından moleküler genetik yöntemlerle değerlendirildi ve
genotip dağılımları belirlendi. Elde edilen sonuçlar aşağıda belirtilmiştir.
1. Hasta ve kontrol grubuna ait yaş, ağırlık, gebelik haftası, sistolik ve diastolik
kan basıncı değerleri bakımından istatistiksel olarak farklılık olduğu saptandı (p<0.05).
2. AT2-R geni 1675 polimorfizminde genotip frekansları bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p=0.07). Ancak allel frekansları
bakımından anlamlı bir farklılık elde edilmiştir (p=0.033).
3. Hasta ve kontrol grubu arasında GG genotipi frekansı açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Ancak GG genotipi oranının preeklamptik
grupta (% 21.5) kontrol grubuna (%10.5) kıyasla daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu
durum GG genotipinin preeklampsi ile ilişkili olabileceğini düşündürebilir fakat
çalışılan sayının arttırılması gerekir.
4. G alleli oranının preeklamptik grupta (%45.8) kontrol grubuna (%35.5)
kıyasla daha yüksek bulunması ve istatistiksel olarak da anlamlı bir farklılık elde
edilmesi, G allelinin hastalığa yakalanma riskiyle yakından ilişkili olabileceğini
düşündürmektedir.
5. Dominant modelde AG+GG, AA genotip frekansı preeklamptik grupta %70
iken, kontrol grubunda %60.5 olarak bulunmuştur. Bu modelde istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p=0.147). AG+AA toplamının, GG genotipi ile
karşılaştırıldığı resesif modelde genotip frekansı preeklamptik grupta %78.5 iken,
kontrol grubunda %89.5 olarak bulunmuştur. Resesif modelde hasta ve kontrol grubu
arasında anlamlı bir farklılık saptanmıştır (p=0.034).
6. IL-4 geni -590 polimorfizminde genotip (p=0.456) ve allel (p=0.310)
frekansları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır.
7. TT genotipi oranı genel olarak hem hasta grubunda hemde kontrol grubunda
diğer genotiplere oranla (CT, CC) daha düşük olarak bulunmuştur. T alleline rastlanma
64
sıklığının, C alleline oranla daha düşük olduğu belirlenmiştir. Bu durum, Türk
toplumunda C allel frekansı, T allel frekansına göre daha yüksektir şeklinde
yorumlanabilir.
8. Dominant modelde CT+TT, CC genotip dağılımı hasta grubunda %30.5 iken,
kontrol grubunda %25.9 olarak bulunmuştur. Resesif modelde CT+CC, TT genotip
dağılımı hasta grubunda %96.1 iken, kontrol grubunda %98.8’ dir. Hasta ve kontrol
grubu arasında dominant (p=0.468) ve resesif (p=0.238) modelde istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık saptanmamıştır.
AT2-R geni 1675 ve IL-4 geni -590 C>T polimorfizmlerinin preeklampsi ile
ilişkisi üzerine yapılan çalışmalarda genotip ve allel frekansları arasında populasyonlara
özgü farklılıklar elde edilmiştir. Farklılıkların yanı sıra farklı populasyonlara ait
birbirini destekleyen benzer bulgularda elde edilmiştir. Bizim çalışmamızda da diğer
çalışmalarla uyumlu ve farklı sonuçlar bulunmuştur. Bu polimorfizmler ile preeklampsi
arasındaki ilişki hakkında kesin bir yargıya varmak için örneklem sayısının daha geniş
bir aralıkta olması gerekmektedir.
65
KAYNAKLAR
1.
Eva ML, Smets A, Allerdien VA, Attie TJI, Go B, John MG, Van VB, Cees BM, Oudejans A.
Novel biomarkers in preeclampsia. Clinica Chimica Acta, 2006; 364: 22 – 32
2.
Brosens JJ, Pijnenborg R, Brosens IA. The myometrial junctional zone spiral arteries in normal
and abnormal pregnancies. Am J Obst Gynecol 2002; 187: 16– 23.
3.
Pijnenborg R, Roberston WB, Brosens I, Dixon G. Trophoblastic invasion and the
establishment of haemochorial placentation in man and laboratory animals. Placenta 1981; 2: 71–
91.
4.
Prefumo F, Sebire NJ, Thilaganathan B. Decreased endovascular trophoblast invasion in first
trimester pregnancies with high-resistance uterine artery Doppler indices. Hum. Reprod 2004; 19:
206–9.
5.
Pazarbaşi A, Kasap M, Güzel AI, Kasap H, Onbaşioğlu M, Ozbakir B, Demirkazik
A, Ozgünen FT, Gürtunç E. Polymorphisms in the tumor necrosis factor-alpha gene in Turkish
women with pre-eclampsia and eclampsia. Acta Med Okayama. 2007;61(3):153-60.
6.
Bereketoğlu C, Kasap M, Pazarbaşı A. Studies on Angiotensin-converting enzyme
insertion/deletion polymorphism and genotype distributions in Turkish preeclampsia patients. J
Pregnancy. 2012;108-206.
7.
Meekins JW, Pijnenborg R, Hanssens M, van Assche A, McFadyen IR. A study of placental
bed spiral arteries and trophoblast invasion in normal and severe pre-eclamptic pregnancies. Brit J
Obstet Gynaecol 1994; 101: 669–74.
8.
Alexander BT, Bennett WA, Khalil RA, Granger JP. Preeclampsia: linking placental ischemia
with cardiovascular–renal dysfunction. News Physiol Sci. 2001;16:282– 6.
9.
Ökten F, Şen S. Gebelikte hipertansif hastalıklar, pre-eklampsi, eklampsi ve hellp sendoromu’nda
obstetrik anestezi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, 2002; 55(1): 73-84
10.
Gebelikte Hipertansiyon ve Preeklampsi
Erişim: (http://www.gebelik.org/dosyalar/preeklampsi.html) 2012.
Erişim Tarihi: 19.06.2012
11.
Mandy J. Bell, A Historical Overview of Preeclampsia-Eclampsia. Journal of Obstetetric
Gynecology Neonatal Nurs. 2010; 39(5): 510–518.
12.
Sibai N, Caritis SN. Prevention of pre-eclampsia with low dose aspirin in healthy nulliparaus
pregnant women. Eng J. Med, 1993; 329: 1213
13.
Şen C, Madazlı R, Ocak V. Gebelikte Hipertansiyon/Tanım ve Sınıflandırma. Perinatoloji
Dergisi. 1993; 1: 7-10,
14.
Sibai BM, Lindheimer M, Hauth J, Caritis S, et al. Risk factors for preeclampsia, abrubtio
placenta, and adverse neonatal outcomes among women with chronic hypertension. N Eng J Med
1998; 339-667.
15.
Cunningham FG, Mac Donald PC, Gant NF, et al. Hypertensive Disorders in Pregnancy .
Williams Obstetrics. 21th. Ed. Appleton & Lange , 2001 ; 567-618.
66
16.
Schroeder BM. Practice Bulletin Diagnosis and management of preeclampsia and eclampsia. Am
Fam Physician. 2002; 66(2): 330-331
17.
Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, Cushman WC, Green LA, Izzo Jr JL, Jones DW,
Materson BJ, Oparil S, Wright Jr JT, Roccella EJ. Seventh Report of the Joint National
Committee on Prevention, Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Pressure.
Hypertension. 2003; 42: 1206-1252
18.
Chesley LC. Hypertensive disorders in pregnancy. NY: Appleton-Century- Crofts .1978.
19.
Sibai BM, Ewell M, Levine RJ, Klebanoff MA, Esterlitz J, Catalano PM, Goldenberg RL,
Joffe G. Risk factors associated with nulliparous women preeclampsia in healthy. American
Journal of Obstetrics and Gynecology. 1997; 5(177): 1003-1010
20.
Rinehart BK, Terrone DA, Lagoo-Deenadayalan S, Barber WH, Hale b EA, Martin Jr JN,
Bennett WA. Expression of the placental cytokines tumor necrosis factor α, interleukin 1β, and
interleukin 10 is increased in preeclampsia. American Journal of Obstetrics and Gynecology.
1999; 4(185): 915-920
21.
Sibai BM, Gordon T, Thorn E, Caritis SN, Klebanoff M, McNellis D. Risk factors for
preeclampsia in healthy nulliparous women: a prospective multicenter study. American Journal of
Obstetrics and Gynecology 1995;172: 642-8.
22.
Hauth JC, Ewell MG, Levine RJ, Esterlitz JR, Sibai B, Curet LB, Catalan PM, Morris CD.
Pregnancy outcomes in healthy nulliparas who developed hypertension. Obstetetric Gynecology
2000; 95: 24.
23.
Dennis EJ, Mc Farland KF, Hester LL. The Preeclampsia- eclampsia Syndrome. Obstetrics and
Gynecology. 4th. Ed. Philadelphia. 1982; 455-474.
24.
Dekker G, Sukcharoen N. Etiology of Preeclampsia. J Med Assoc Thai. 2004; 87(3): S96-103
25.
Hairong Xu, Shatenstein B, Luo ZC, Wei S, Fraser W. Role of nutirition in the risk of
preeclampsia. Nutrition in clinic. 2009; 67(11): 639-657
26.
Leduc L , Weeler JM, Kirshon B. Coagulation profile in severe preeclampsia. Obstet Gynecol.
1992; 79: 8 -14
27.
Zhou Y, Damsky CH, Fisher SJ. Preeclampsia is associated with failure of human
cytotrophoblasts. J Clin Invest. 1997; 99(9): 2152–2164
28.
Lucilla P. Endothelial dysfunction in pre-eclampsia. Pharmacological reports. 2006; 58: 69-74
29.
Redman CWG, Sargent IL. The pathogenesis of pre-eclampsia. Gynecol Obstet Fertil 2001; 29:
518-22
30.
Zusterzeel PL,Rutten H , Roelofs HM, Peters WH, Steegers EA. Protein carbonyls in decidua
and placenta of pre-eclamtic woman as markers for oxidative stree. Placenta 2001; 22: 213-219
31.
Peterson H. Genetic studies of pre-eclampsia. Stockholm, Sweden, 2010.
32.
Gary C, Norman FG, Kenneth JL, Larry CG, Jonh CH, Katharine DW. Williams Obstetrics,
th
21 . Ed. 2001; 567-618.
33.
Özdemir İ, Kemik Gül Ö, Yücel O. Preeklampsi, Eklampsi ve HELLP Sendromunda Maternal
Morbidite ve Mortalite Nedenleri. Düzce Tıp Fakültesi Dergisi. 2003; 3: 5-9.
67
34.
Sibai BM. Preeclampsia-Eclampsia. Current Problems in Obstetrics and Gynecology and
Fertility. 1990; 13: 1-45.
35.
Ray JG, Burrows RF, Burrows EA, Vermeulen MJ. Mos Hıp: McMaster outcome study of
hypertension in pregnancy. Early Hum Dev. 2001; 64: 129-143
36.
Magdy SM, Akolisa A, David G. Preeclampsia and antioxidant nutrients: Decreased plasma
levels of reduced ascorbic acid, α-Tocopherol and betacarotene in women with preeclampsia. Am
J Obstet Gynecol. 1994; 171:150-7.
37.
Douglas KA, Redman CWG. Eclampsia in the United Kingdom. Br Med J 1994; 309: 1395.
38.
Caughey A, Aaron B, Naomi E, A Eugene, Gabriel J. Maternal Ethnicity, Paternal Ethnicity,
and Parental Ethnic Discordance: Predictors of Preeclampsia. Obstetrics Gynecology. 2005;
1(106): 156-161.
39.
Duley L. The global impact of pre-eclampsia and eclampsia. Semin Perinatal. 2009; 33:130-137.
40.
Lain KY, Roberts JM. Contemporary
Preeclampsia. Jama. 2002; 287: 31-83.
41.
Sağkan O. Gebelikte Hipertansiyon. Turkiye Klinikleri J Cardiology. 1996; 4: 9-165.
42.
Van Pampus MG, Aarnoudse JG. Long-Term outcomes after preeclampsia. Clınıcal Obstetrıcs
and Gynecology. 2005; 48(2 ) : 489-494.
43.
Futagami S, Tatsuguchı A, Hıratsuka A, Shındo T, Horie A, Hamamoto T, Ueki N, Kusunoki
M, Mıyake K, Gudıs K, Tsukuı T, Sakamato C. Monocyte chemoattractant protein 1 and CD40
ligation have a synergistic effect on vascular endothelial growth factor production through
cylooxygenase 2 upregulation in gastric cancer. J Gastroenterol. 2008; 43: 216-224.
44.
Nororiha IL, Niemir Z. Stein H, Waldher R. Cytokines and grawth factors in renal disease.
Nephrol Dial Transplant. 1995; 10: 775-786.
45.
Abbas AK, Lictman AH. Cellular and Moleculer Immunology. 5th. Ed. Saunders. 2003; 243-275.
46.
Güner Y, Özmen D, Bayındır O. Sitokinler .T Klin J Med. 1997; 17
47.
Robert V, Descotes HJ. Immunotoxicology, Pathology and Therapeutic Applications Cytokines
in Human Health. France. 2007; 113-135
48.
Selçuk Y, San A, Bakan E, Yiğitoğlu R. Plasma atrial natriuretic peptide and its relation to the
renin-angiotensin-aldosterone system in patients with chronic renal failure. Nephrol Dial
Transplant. 1991; 6: 557-561.
49.
Matsubara H. Diseases Pathophysiological Role of Angiotensin II Type 2 Receptor in
Cardiovascular and Renal. Journal of the American Heart Association. 1998; 83:1182-1191.
Baudin B. Polymorphism in Angiotensin II Receptor Genes and Hypertension. Exp Physiol. 2005;
7: 277-282
50.
Concepts of the Pathogenesis and Management of
51.
Kizima K, Matsubara H, Murasawa S, Maruyama K, Ohkubo N, Mori Y, Inada M.
Regulation of angiotensin II type 2 receptor gene by the protein kinase C–calcium pathway.
Hypertension. 1996; 27: 529 –534.
52.
Kizima K, Matsubara H, Murasawa S, Maruyama K, Mori Y, Inada M. Gene transcription of
angiotensin II type 2 receptor is repressed by growth factors and glucocorticoids in PC12 cells.
Biochem Biophys Res Commun. 1995; 216: 359 –366.
68
53.
Murasawa S, Matsubara H, Kijima K, Maruyama K, Ohkubo N, Mori Y, lwasaka T, Inada
M. Down-regulation by cAMP of angiotensin II type 2 receptor gene expression in PC12 cells.
Hypertens Res. 1996;19: 271–279.
54.
Ichiki T, Kambayashi Y, Inagami T. Multiple growth factors modulate mRNA expression of
angiotensin II type-2 receptor in R3T3 cells. Circ Res. 1995; 77: 1070 –1076.
55.
Dudley DT, Summerfelt RM. Characterization of angiotensin II (AT2) binding sites in R3T3
cells. Regul Pept. 1933; 44: 199 –206.
56.
Kambayashi Y, Bardhan S, Inagami T. Peptide growth factors markedly decrease the ligand
binding of angiotensin II type 2 receptor in rat cultured vascular smooth muscle cells. Biochem
Biophys Res Commun. 1993; 194: 478–482.
57.
Ichiki T, Inagami T. Transcriptional regulation of the mouse angiotensin II type 2 receptor gene.
Hypertension. 1995; 25: 720 –725.
58.
Ichiki T, Kambayashi Y, Inagami T. Differential inducibility of angiotensin II AT2 receptor
between SHR and WKY vascular smooth muscle cells. Kidney Int Suppl. 1996; 55: S14 –S17.
59.
Kambayashi Y, Ichild T, Inagami T. Insulin and insulin-like growth factors induce expression of
angiotensin type-2 receptor in vascular smooth muscle cells. Eur J Biochem. 1996;239:558 –565.
60.
Bondy CA, Werner H, Roberts CT, LeRoith D. Cellular pattern of insulin-like growth factor-I
and type I IGF receptor gene expression in early organogenesis: comparison with IGF-II gene
expression. Mol Endocrinol. 1990; 4: 1386 –1398.
61.
Horiuchi M, Koike J, Yamada T, Mukoyama M, Nakajima M, Dzau VJ. The growthdependent expression of angiotensin II type 2 receptor is regulated by transcription factors
interferon regulatory factor-1 and -2. J Biol Chem. 1995; 270: 20225–20230.
62.
Horiuchi M, Yamada T, Hayashida W, Dzau VJ. Interferon regulatory factor-1 up-regulates
angiotensin II type 2 receptor and induces apoptosis. J Biol Chem. 1997; 272: 11952–11958.
63.
Goto M, Mukoyama M, Suga S, Matsumoto T, Nakagawa M, Ishibashi R, Kasahara M,
Sugawara A, Tanaka I, Nakao K. Growth-dependent induction of angiotensin II type 2 receptor
in rat mesangial cells. Hypertension. 1997; 30: 358 –362.
64.
Ward K and Lındheımer MD. Chesley’s Hypertensive Disorders in Pregnancy. Chapter 4
Genetic Factors in the Etiology of Preeclampsia/Eclampsia. 3th. Ed. 2009; 51-61.
65.
Adams KM, Eschenbach DA. The genetic contribution towards preterm delivery. Semin Fetal
Neonatal Med. 2004; 9: 445–452.
66.
Orsi NM, Gopichandran N, Simpson NA. Genetics of preterm labour. Best Pract Res Clin
Obstet Gynaecol. 2007; 21: 757–772.
67.
Pennell CE, Jacobsson B, Williams SM, Buus RM, Muglia LJ, Dolan SM, Morken NH,
Ozcelik H, Lye SJ. Genetic epidemiological studies of preterm birth: Guidelines for research. Am
J Obstet Gynecol. 2007; 196(2): 107-18.
68.
Nilsson E, Salonen Ros H, Cnattingius S, Lichtenstein P. The importance of genetic and
enviromental effects for pre-eclampsia and gestational hypertansion: a family study. BJOG. 2004;
111(3): 6-200.
69
69.
Chesley LC, Cooper DW. Genetics of hypertension in pregnancy: possible single gene control of
pre-eclampsia and eclampsia in the descendants of eclamptic women. Br J Obstet Gynaecol, 1986;
93: 898-908.
70.
Cooper DW, Liston WA. Genetic control of severe preeclampsia. J Med Genet. 1979; 16: 409–
416.
71.
Sutherland A, Cooper DW, Howie PW, Liston WA, MacGillivray I. The indicence of severe
pre-eclampsia amongst mothers and mothers-in-law of pre-eclamptics and controls. Br J Obstet
Gynaecol. 1981; 88: 785–791.
72.
Alexander BT. Prenatal influences and endothelial dysfunction: a link between reduced placental
perfusion and preeclampsia. Hypertension. 2007; 49: 775–776.
73.
O’Shaughnessy KM, Ferraro F, Fu B, Downing S, Morris NH. Identification of monozygotic
twins that are concordant for preeclampsia. Am J Obstet Gynecol. 2000; 182: 1156–1157.
74.
Treloar SA, Cooper DW, Brennecke SP, Grehan MM, Martin NG. An Australian twin study
of the genetic basis of preeclampsia and eclampsia. Am J Obstet Gynecol. 2001;184: 374–381.
75.
Chappell S, Morgan L. Searching for genetic clues to the causes of pre-eclampsia. Clin (Lond).
2006; 110: 443–458.
76.
Artunç B. Preeaklampsi patolojisinde paternal etki. Uzmalık tezi, Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul, 2009.
77.
Ros HSS, Lichtenstein P, Lipworth L, Cnattingius S. Genetic effects on the liability of
developing of preeclampsia and gestational hypertension. Am J Med Genet, 2000; 91: 256-60.
78.
Vardar E. Obsesif Kompulsif Bozukluğun Genetiği. Klinik Psikofarmakoloji. 2000; 10(3): 153159.
79.
Oudejans CB, van Dijk M, Oosterkamp M, Lachmeijer A, Blankenstein MA. Genetics of
preeclampsia: paradigm shifts. Hum Genet. 2007; 120: 607–612.
80.
Harrison GA, Humphrey KE, Jones N, Jones N, Badenhop R, Guo G, Elakis G, Kaye
JA, Turner RJ, Grehan M, Wilton AN, Brennecke SP, Cooper DW. A genomewide linkage
study of preeclampsia/eclampsia reveals evidence for a candidate region on 4q. Am J Hum Genet.
1997; 60: 1158–1167.
81.
Arngrimsson R, Sigurardottir S, Frigge ML, Bjarnadóttir RI, Jónsson T, Stefánsson
H, Baldursdóttir A, Einarsdóttir AS, Palsson B, Snorradóttir S, Lachmeijer AM, Nicolae
D, Kong A, Bragason BT, Gulcher JR, Geirsson RT, Stefánsson K. A genomewide scan
reveals a maternal susceptibility locus for preeclampsia on chromosome 2p13. Hum Mol Genet.
1999; 8: 1799–1805.
82.
Moses EK, Lade JA, Guo G, Wilton AN, Grehan M, Freed K, Borg A, Terwilliger JD, North
R, Cooper DW, Brennecke SP. A genome scan in families from Australia and New Zealand
confirms the presence of a maternal susceptibility locus for pre-eclampsia, on chromosome2. Am J
Hum Genet. 2000; 67: 1581–1585.
83.
Lachmeijer AM, Arngrimsson R, Bastiaans EJ, Frigge ML, Pals G, Sigurdardóttir
S, Stéfansson H, Pálsson B, Nicolae D, Kong A, Aarnoudse JG, Gulcher JR,Dekker GA, ten
Kate LP, Stéfansson K. A genome- wide scan for preeclampsia in the Netherlands. Eur J Hum
Genet. 2001; 9:758–764.
70
84.
Laivuori H, Lahermo P, Ollikainen V, Laivuori H, Lahermo P, Ollikainen V, Widen
E, Häivä-Mällinen L, Sundström H, Laitinen T, Kaaja R, Ylikorkala O, Kere J.
Susceptibility loci for preeclampsia on chromosomes 2p25 and 9p13 in Finnish families. Am J
Hum Genet. 2003; 72: 168–177.
85.
Kalmyrzaev B, Aldashev A, Khalmatov M, Polupanov A, Jumagulova A, Mamanova
L, Wilkins MR, Town M. Genomewide scan for premature hypertension supports linkage to
chromosome 2 in a large Kyrgyz family. Hypertension. 2006; 48: 908–913.
86.
Johnson MP, Fitzpatrick E, Dyer TD, Jowett JB, Brennecke SP, Blangero J, Moses EK.
Identification of two novel quantitative trait loci for pre-eclampsia susceptibility on chromosomes
5q and 13q using a variance components- based linkage approach. Mol Hum Reprod. 2007; 13: 761.
87.
Şizofreni ve Asosiyasyon
Erişim:(http://zehirlenme.blogspot.com/2011/01/sizofreni-ve-asosiyasyon.html )2012.
Erişim tarihi: 11.04.2012
88.
Parimi N, Tromp G, Kuivaniemi H, Nien JK, Gomez R, Romero R, Goddard KA. Analytical
approaches to detect maternal/fetal genotype incompatibilities that increase risk of pre-eclampsia.
BMC Med Genet. 2008; 3; 9-60.
89.
Romero R, Espinoza J, Gotsch F, Kusanovic JP, Friel LA, Erez O, Mazaki-Tovi S, Than
NG, Hassan S, Tromp G. The use of highdimensional biology (genomics, transcriptomics,
proteomics, and metabolomics) to understand the preterm parturition syndrome. BJOG. 2006;
113(3): 118–135.
90.
Esplin MS, Fausett MB, Fraser A, Kerber R, Mineau G, Carrillo J, Varner MW. Paternal and
Maternal Components of the Predisposition to Preeclampsia N Engl J Med. 2001; 344:867-872.
91.
Takimoto E, Ishida J, Sugiyama F, Horiguchi H, Murakami K, Fukamizu A. Hypertension
induced in pregnant mice by placental renin and maternal angiotensinogen. Science. 1996; 274: 8995.
92.
Lie RT, Rasmussen S, Brunborg H, Gjessing HK, Lie-Nielsen E, Irgens LM. Fetal and
maternal contributions to risk of pre-eclampsia: population based study. BMJ. 1998; 316:7-1343.
93.
Albert B, Johnson A, Levis J, Raff M, Roberts K, Walter P. Hücrenin Moleküler Biyolojisi. 4.
Baskı, Ankara: Tüba Yayınları, 2008.
94.
Wang, JX, Knottnerus AM, Schuit G, Norman RJ, Chan A, Dekker GA. Surgically obtained
sperm, and risk of gestational hypertension and pre-eclampsia. Lancet. 2002; 359: 673–674.
95.
Kanayama N, Takahashi, K, Matsuura T, Sugimura, M, Kobayashi T, Moniwa N, Tomita
M, Nakayama K. Deficiency in p57Kip2 expression induces preeclampsia-like symptoms in
mice. Mol. Hum. Reprod. 2002; 8: 1129–1135.
96.
Knox KS, Baker JC. Genome-wide expression profiling of placentas in the p57Kip2 model of
pre-eclampsia. Mol. Hum. Reprod. 2007; 13: 251–263.
97.
S.T. Chelbi, D. Vaiman. Genetic and epigenetic factors contribute to the onset of preeclampsia.
Molecular and Cellular Endocrinology. 2008; 282: 120–129.
98.
Chelbi ST, Mondon F, Jammes H, Buffat C, Mignot TM, Tost J, Busato F, Gut I, Rebourcet
R, Laissue P, Tsatsaris V, Goffinet F, Rigourd V, Carbonne B, Ferre F, Vaiman D.
Expressional and epigenetic alterations of placental serine protease inhibitors: SERPINA3 is a
potential marker of preeclampsia. Hypertension. 2007; 49: 76–83.
71
99.
Liang G, Salem CE, Yu MC, Nguyen HD, Gonzales FA, Nguyen TT, Nichols PW, Jones PA.
DNA methylation differences associated with tumor tissues identified by genome scanning
analysis. Genomics. 1998;53: 260–268.
100.
Weber M, Davies JJ, Wittig D, Oakeley EJ, Haase M, Lam WL, Schubeler D. Chromosomewide and promoter-specific analyses identify sites of differential DNA methylation in normal and
transformed human cells. Nat. Genet. 2005; 37: 853–862.
101.
Ros HS, Lichtenstein P, Lipworth L, Cnattingius S. Genetic effects on the liability of
developing pre-eclampsia and gestational hypertension. Am J Med Genet. 2000;/91:/ 60 -256.
102.
Akbar SA, Khawaja NP, Brown PR, Tayyeb R, Bamfo J, Nicolaides KH. Angiotensin II type
1 and 2 receptors gene polymorphisms in pre-eclampsia and normal pregnancy in three different
populations. Acta Obstet Gynecol Scand. 2009;88(5): 11 -606.
103.
Renin Anjiyotensin Sistemi
Erişim:(http://tr.wikipedia.org/wiki/Renin-anjiotensin_sistemi)2012
Erişim Tarihi: 09.10.2012
104.
Takeda-Matsubara Y, Iwai M, Cui T, Shiuchi T, Liu H, Okumura M, Ito M, Horiuchi M.
Roles of angiotensin type 1 and 2 receptors in pregnancy-associated blood pressure change. Am J
Hypertens. 2004;17: 49-68.
105.
David Z.I. Cherney, Vesta Lai, Judith A. Miller, James W. Scholey and Heather N. The
angiotensin II receptor type 2 polymorphism influences haemodynamic function and circulating
RAS mediators in normotensive humans Reich Nephrol Dial Transplant. 2010; 12: 6-4093.
106.
Lachmeijer AMA, Dekker GA, Pals G, Aarnoudse JG, ten Kate LP, Argrinmsson R.
Searching for preeclampsia genes: the current position. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol. 2002;
105: 94–113.
107.
Piccinni MP, Beloni L, Livi C, Maggi E, Scarselli G, Romagnani S. Defective production of
both leukaemia inhibitory factor and type 2 T-helper cytokines by decidual T cells in unexplained
recurrent abortions. Nat Med. 1998; 4: 4–1020.
108.
Fraser R, Walker JJ, Ekbote UV, Martin KL, McShane P, Orsi NM. Interleukin-4 -590
(C>T), toll-like receptor-2 +2258 (G>A) and matrix metalloproteinase-9 -1562 (C>T)
polymorphisms in pre-eclampsia. BJOG. 2008; 115(8): 6-1052.
109.
de Guia RM, Ramos JD. -590C/T IL4 single-nucleotide polymorphism as a genetic factor of
atopic allergy. Int J Mol Epidemiol Genet. 2010; 1(1): 67-73.
110.
Amirzargar AA, Movahedi M, Rezaei N, Moradi B, Dorkhosh S, Mahloji M, Mahdaviani
SA. Polymorphisms in IL4 and IL4RA Confer Susceptibility to Asthma J Investig Allergol Clin
Immunol 2009; 19(6): 433-438.
111.
Nishimura H, Yerkes E, Hohenfeliner K, Miyazaki YMa J, Hunley T, Yoshida H, Ichiki
T, Threadgill D, Hogan BM, Fogo A, Inagami T, Ichikawa I. Tole of the angiotensin type 2
receptor gene in congenital anomalies of the kidney and urinary tract, CAKUT of mice and men.
Molecular Cell. 1999;3:110.
112.
Warnecke C, Mugrauer P, Surder D, Erdmann J, Schubert C, Regitz-Zagrosek V. Intronic
ANG II type 2 receptor gene polymorphism 1675 G/A modulates receptor protein expression but
not mRNA splicing. Am J Physiol Regul Integr Comp Physiol. 2005; 289:35-1729.
72
EKLER
ÇALIŞMALARDA KULLANILAN KİMYASAL VE
SOLÜSYONLARIN HAZIRLANMASI
Kullanılan kimyasal ve solüsyonların hazırlanmasında kaynak olarak “Molecular
Cloning”140 esas alınmıştır.
Hazırlanan solüsyonlar genel olarak konsantre stoklar halindedir. Çalışma
konsantrasyonlarını elde etmek için stoklardan belli oranlarda alınarak seyreltilir.
Konsantrasyon dönüştürmelerinde basitçe şu formülden yararlanılabilir.
M1 X V1 = M2 X V2
M1 = Hazırlanan stok konsantrasyon (M, N veya %)
V1 = Stoktan alınması gereken miktar (v)
M2 = Çalışma (son) konsantrasyonu (M, N veya %)
V2 = Hazırlanacak olan çözelti (çalışma çözeltisi) miktarı (v)
73
EK-1. DNA Eldesi Solüsyonları
1.1 Eritrosit Lizis Tamponu (pH=7,5) 1 Litre için;
0,32 M Sükroz Sükroz = 109,563 gr
10 mM Tris-HCl (pH=7,5) Tris-HCl = 1,211 gr
5mM MgCl2 MgCl2 = 1,015 gr
%1 Triton X 100 Triton X 100 = 10 gr
1 litre için gereken malzemeler belirtilen oranlarda tartılıp, son hacim 1000 ml olacak
şekilde bidistile su ile çözdürülüp otoklavlandı. pH = 7,5 olarak ayarlandı. Triton X
otoklavlanmadan sonra ilave edildi.
1.2. Fizyolojik Tampon (pH=7,5) 1 Litre için
0,075 M NaCl NaCl = 4,383 gr
0,025 M EDTA EDTA = 9,305 gr
1 litre için gereken malzemeler belirtilen oranlarda tartılıp, son hacim 1000 ml olacak
şekilde bidistile su ile çözdürülüp otoklavlandı. pH = 7,5 olarak ayarlandı
1.3. TE-9 (pH=9) 1 Litre için
500 mM Tris baz Tris baz = 60,5 gr
20 mM EDTA EDTA = 7,44 gr
10 mM NaCl NaCl = 0,58 gr
1 litre için gereken malzemeler belirtilen oranlarda tartılıp, son hacim 1000 ml
olacak şekilde bidistile su ile çözdürülüp otoklavlandı. pH = 9 olarak ayarlandı.
1.4. %10’luk SDS
20 ml için;
2 gr SDS tartılıp, üzerine bir miktar (20 ml’den az) saf su ilave edilip iyice
çözdürüldü. Son hacim 20 ml olacak şekilde ayarlandı.
1.5. Proteinaz-K (10mg/ml)
100 ml için;
74
10 gr PK tartılır, üzerine bir miktar (100 ml’den az) saf su ilave edilip iyice
çözdürüldü. Son hacim 100 ml olacak şekilde ayarlandı.
1.6. 6 M NaCl
1 litre için;
321.4 gr NaCI tartılıp, üzerine bir miktar (1000 ml’den az) bidistile su ilave
edilip iyice çözdürülüp son hacim 1000 ml olacak şekilde ayarlandı.
1.7. % 70 Etil Alkol
100 ml için;
70 ml etil alkol (absolut) ve 30 ml bidistile su ilave edildi.
1.8. TE tamponu (Tris/EDTA) (pH= 8 )
10 mM Tris-Cl (pH=8)
0,1 mM EDTA (pH=8)
1 litre için gereken malzemeler belirtilen oranlarda tartılıp, son hacim 1000 ml
olacak şekilde bidistile su ile çözdürülüp otoklavlandı. pH = 8 olarak ayarlandı.
75
EK-2. Elektroforez Analiz Solüsyonları
2.1. 1 X TBE (1 litre için)
100 ml 10 X TBE stok solüsyonu
900 ml bidistile su
2.2. Etidyum bromid solüsyonu (10 mg/ml)
0,1 gr etidyum bromid
10 ml bidistile su içinde çözünüp ışık almayan bir cam içinde buzdolabında
muhafaza edildi.
2.3. DNA Yükleme Tamponu (Loading dye) (6X)
40 gr sükroz
0,25 gr bromfenol mavisi
100 ml olacak şekilde bidistile su içinde çözündü. Ependorf tüplerine
paylaştırılarak buzdolabında muhafaza edildi.
76
EK-3 Elektroforez Analiz Solüsyonları
3.3. %40 (29:1) Stok Akrilamid / bisakrilamid solüsyonu
38,6 gr Akrilamid
1,4 gr bisakrilamid
Tartılıp bir miktar bidistile su ile çözdürülüp üzeri 100 ml ye tamamlandı.
3.4. %25 Amonyum persülfat
0,25 gr APS
1 ml olacak şekilde bidistile su içinde çözündü. Buzdolabında saklandı.
3.5. 10 X TBE (Tris-Borik asit-EDTA) Stok solüsyonu
108 gr Tris baz ( 890 mM )
55 gr borik asit ( 890 mM)
40 ml 0,5 M EDTA, pH 8.0 (20 mM)
Bir miktar bidistile su içinde çözündükten sonra pH 8.0 olarak ayarlanıp
solüsyon 1 litreye tamamlandı.
77
ÖZGEÇMİŞ
1986’da Kayseri’de doğdu. İlk, orta ve lise öğretimini Kayseri’ de tamamladı.
Lisans eğitimini 2005-2009 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Biyoloji bölümünde tamamladı. 2009 yılında Çukurova Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı yüksek lisans programına başladı.
30 Mayıs - 7 Haziran 2011 tarihinde Çukurova Üniversitesi TIBDAM’ın
düzenlediği ‘’Deney Hayvanları Kullanımı’’ kursuna katıldı. 4 - 8 Haziran 2012
tarihinde TÜBİTAK MAM GMBE tarafından düzenlenen " Embriyonik Kök Hücre
Kültürü Uygulamalı Eğitimi’’ kursuna katıldı. 13-16 Eylül 2012 tarihinde Eskişehir
Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin düzenlediği ‘’1st International Certificate
Program on Predictive and Personalized Medicine Healthcare in Daily Modern
Medicine and Pharmacy’’ isimli sertifika programına katıldı.
78
Download