ULUSLARARASI GELİŞMELER IŞIĞINDA TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU RAPOR NO: 72 HAZİRAN 2016 BİLGESAM YAYINLARI RAPOR NO: 72 Kütüphane Katalog Bilgileri: Yayın Adı: Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Yazar: Prof. Dr. Atilla SANDIKLI, Sibel KARABEL ISBN: 978-605-9963-21-3 Sayfa Sayısı: 70 Kapak Tasarımı: Sertaç DURMAZ Baskı & Cilt: Gülmat Matbaacılık Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 1NE 4 Zeytinburnu / İstanbul Tel: 0212 577 79 77 Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Wise Men Center for Strategic Studies Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10 Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36 Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 www.bilgesam.org [email protected] YAYINLARI Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90 Copyright © BİLGESAM HAZİRAN 2016 Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. BİLGE ADAMLAR KURULU Başkan Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral) Başkan Yardımcıları İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi) Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı) Kurul Üyeleri Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali) Özdem SANBERK (E. Büyükelçi) Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi) Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi) Ümit PAMİR (E. Büyükelçi) A. Oğuz ÇELİKKOL (Dr., E. Büyükelçi) Ahmet Ünal ÇEVİKÖZ (E. Büyükelçi) Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral) Oktar ATAMAN (E. Orgeneral) Emin Murat BİLGEL (E. Oramiral) Sabahattin ERGİN (E. Koramiral) Nur VERGİN (Prof. Dr.) Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.) Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.) İlter TURAN (Prof. Dr.) Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.) Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) Sami KOHEN (Gazeteci-Yazar) SUNUŞ Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu ve politikaları tarihsel olarak değerlendirildiğinde, kültürel ve coğrafi bakımdan yakınlığı nedeniyle Orta Doğu’daki barış ve istikrarın yansımalarının uygulanan politikalara etki ettiği görülmektedir. Dönemsel olarak Orta Doğu’da yaşanan Hatay ve Musul Meseleleri, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşları gibi gelişmelerden çıkarılan dersler doğrultusunda Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik uygulamaları genel itibariyle; ihtiyatlı, sorunların parçası olmayan ve taraf tutmayan, gerçekçi ve dengeci bir çizgide seyretmiştir. Bu kapsamda, uluslararası ilişkiler ortamında son 20 yıldaki gelişmeler, özellikle Orta Doğu’da 2010’da başlayan dönüşüm süreci küresel ve bölgesel dengeleri yeniden şekillendirmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu ve politika öncelikleri; tarihsel deneyimlerden elde edilen öngörü ve hem küresel hem de Orta Doğu’ya yönelik dinamiklerin değişen düzeniyle birlikte değerlendirilerek gözden geçirilmeyi zorunlu kılmaktadır. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu ve stratejilerini dönemsel olarak inceleyerek geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak ve karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi” adlı raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Prof. Dr. Atilla Sandıklı ve BİLGESAM Uzmanı Sibel Karabel tarafından hazırlanan rapor 13 Mayıs 2016 tarihinde icra edilen 25. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda gözden geçirilmiş ve yayına hazırlanmıştır. Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Sibel Karabel’e rapora değerli görüş ve önerileriyle katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli vakitlerini sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu ve (E) Büyükelçi Oğuz Çelikkol olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na ve emeği geçen BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim. Prof. Dr. Atilla SANDIKLI BİLGESAM Başkanı Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi YÖNETİCİ ÖZETİ Orta Doğu tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde, gerek jeopolitik konumu gerekse stratejik önemi bakımdan uluslararası konjonktürde küresel ve bölgesel güçlerin odak noktası olmuştur. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan ticaret yollarının kavşak noktasında bulunması bölgeye jeopolitik değer kazandırırken, sahip olduğu petrol rezervleri bölgenin stratejik önemine işaret etmektedir. Diğer taraftan Orta Doğu, kadim medeniyetlerin ve kültürlerin buluştuğu çok kültürlü ve coğrafi özellikleriyle kendine özgü dinamikleri olan bir bölge olarak öne çıkmaktadır. Orta Doğu’nun jeopolitik konumu ve hemen her dönem güç mücadelelerine sahne olması, diğer küresel ve bölgesel aktörlerin güvenlik ve refahını etkileyecek potansiyel riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, bölgede süregelen çatışma ve istikrarsızlıkların yansımaları Orta Doğu bölgesini dünya çapında öncelikli bir yere taşımıştır. Son çeyrek yüzyılda uluslararası düzlemde meydana gelen sistem düzeyindeki dönüşüm ve eşlik eden küreselleşme olgusu uluslararası sistemin yapılanmasını bütünüyle değiştirme potansiyelindedir. Bunun yanı sıra, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle başlangıçta oluşan tek kutuplu düzlemde, beş önemli gelişmenin uluslararası sistemi derinden etkilediği gözlemlenmiştir. Bunlar; 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de meydana gelen terör saldırıları; 2008 yılında yaşanan Finansal Kriz; Rusya’nın küresel bir aktör olarak yakın çevresinde siyasi ve askeri varlığını artırması; 2010 yılında Tunus’ta başlayarak tüm Arap dünyasına yayılan Arap Baharı; dünya ekonomisinin ve dolayısıyla ABD’nin küresel stratejilerinin ağırlık merkezinin Asya Pasifik’e kaymasıdır. Arap Baharı bölgeyi derinden etkilemiş ve Orta Doğu’da yönetim değişikliklerine varan siyasi bir dönüşüm sürecini başlatmıştır. Aynı zamanda, diğer devletlerin dış politika vizyonlarını, oluşan yeni konjonktüre göre adapte etme gerekliliği Arap Baharı’nın etkinlik alanını bölge sınırlarının dışına taşımaktadır. Arap Baharı ile birlikte, Orta Doğu genelindeki bu değişim süreci küresel konjonktürde bölgenin önemini artırmıştır. Orta Doğu’nun artan önemi ve değişen dengeleri, Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu ve politikalarında önemli değişikliklere neden olmuştur. Bu gelişmeler küresel ve bölgesel aktörler ile Türk kamuoyunda tartışılmaya başlanmış ve sorgulanmıştır. Bu kapsamda, kimi çevreler Türkiye’nin düzen kurucu güç söylemi perspektifinde Orta Doğu’da etkinliğini kuvvetlendirmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu iddialı vizyon ve politikanın aksine kimi çevreler ise, bölgeyi yeniden şekillendirmeye çalışan bir anlayışın Türkiye’yi Orta Doğu’daki sorunların parçası haline getireceğini ifade etmektedir. 3 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi “Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi” başlıklı raporun temel amacı Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik tarihsel vizyonunu dönemler halinde inceleyerek mevcut deneyimlerin sonuçlarını irdelemek ve böylelikle Orta Doğu’da gelişen yeni konjonktür çerçevesinde oluşturulan politika ve stratejilerin araştırılması suretiyle geleceğe yönelik bir analiz yapmaktır. Üç bölüm halinde yazılan raporun ilk kısmında, kuruluşundan itibaren Türkiye’nin dış politika vizyonu ve bu vizyon içinde Orta Doğu’nun yeri tarihsel dönemlere ayrılarak incelenmektedir. Kapsamı itibariyle 19232002 dönemleri arasını ele alan bu bölümde, Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarının hangi prensiplere dayandığı ve nasıl seyrettiği üzerinde durulmaktadır. Bölümün analiz ve değerlendirmesinde; tarihsel deneyimlerinden elde edilen çıkarımlarla, Türk dış politikasının geleceğine yönelik dikkate alınması gereken hedefler ve prensipler belirlenmeye çalışılmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümü, 2002-2015 dönemi arası Türk dış politika vizyonunu ve Orta Doğu’ya yönelik uygulamalarını incelemektedir. Bu bağlamda, son dönem uluslararası ilişkiler ortamında meydana gelen değişimleri analiz etmek amacıyla uluslararası ilişkiler literatüründe, küresel ortamda ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler değerlendirilmiştir. Çizilen bu tabloda, Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu, birbirinden farklılıklar gösteren 2002-2009 ve 2009-2015 yılları arası dönemlere ayrılarak incelenmektedir. Bölümün analiz ve değerlendirme kısmında, Türkiye’nin Orta Doğu vizyonuna etki eden birbiriyle içiçe geçmiş üç unsura vurgu yapılmaktadır. Bu unsurlar; Türkiye’nin iç politikasındaki değişimlerin Orta Doğu vizyonuna etkisi, Orta Doğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin iç ve Orta Doğu politikasına etkileri ve uluslararası ilişkiler ortamındaki gelişmelerin Orta Doğu’ya etkileridir. Sonuç ve Öneriler bölümünde her iki bölümün inceleme, analiz ve değerlendirmeleri dikkate alınarak geleceğe yönelik katkılar sağlayabilecek hususlar vurgulanmaktadır. Bu bölümde elde edilen bulgular özetlenecek olursa ortaya çıkan tablo şu şekildedir: Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, 2000’li yılların başında politika oluşum süreçleri ve uygulamaları kuruluş hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygundur. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Orta Doğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Bunun nedenleri; vizyon te- 4 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi melli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır. Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu; ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik ve esneklik prensiplerine uygun politikalar üzerine inşa edilmelidir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu pekiştirecek en tutarlı uygulama; sorunların bir parçası olmadan, sorunlara çözüm bulabilecek ve arabuluculuk icra edebilecek bir politika üretmektir. Bu politika gereği ittifaklar, kuruluş dönemi dış politika hedef ve vizyonunda olduğu gibi milli menfaatler dikkate alınarak gerçekçilik ve dengecilik prensiplerine uygun olarak oluşturulmalıdır. Daha net bir deyişle; Batı’nın ittifak sisteminin parçası olarak gerekenler yerine getirilirken, Orta Doğu devletlerinin hassasiyetleri ile tarihi ve kültürel etkileşimler göz ardı edilmemelidir. Bu iki etken arasında konjonktürel durum da dikkate alınarak optimal bir denge sağlanmalıdır. Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır. Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir. Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri daha fazla dikkate alınmalıdır. Orta Doğu’ya yönelik vizyon ve politikalar oluşturulurken bölge ülkelerinin tarih algısı ve Türkiye’den beklentileri gerçekçi olarak değerlendirilmeli, bölgesel hassasiyetler belirlenmeli, bölgedeki gelişmeler doğrultusunda sahada oluşan gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılmamalıdır. Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha 5 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskleri de dikkate alarak devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmeli ve içişlerine müdahaleden kaçınılmalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda mümkün mertebe uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır. Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde istişare mekanizmalarına daha fazla önem verilmeli ve çıkar dengeleri karşılıklı diyaloglarla kurulmaya çalışılmalıdır. Karşılıklı diyaloglarda diplomatik nezaket kurallarına uyulmalıdır. Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonizm izlenimi veren söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadeleleri ve bu mücadelede mezhep farkının kullanılmasına rağmen, Türkiye mezhebe dayalı politikalardan uzak durmalıdır. Batı ülkelerince uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle ve bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır. Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. İsrail ile ilişkilerin düzeltilme süreci hızlandırılmalıdır. Benzer şekilde uluslararası toplumun tutumu da dikkate alınarak Mısır ile ilişkiler yeniden canlandırılmalıdır. Suriye politikası bölgede meydana gelen yeni gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir. İran ile bölgesel sorunların çözümüne yönelik diyalog geliştirilmeli ve belirli bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır. Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği artıracak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır. 6 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rusya ile ilişkilerin onarılması maksadıyla Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle bir araya gelerek, bugüne kadar elde edilmiş olan Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz Uyum Harekâtı (BLACKSEA HARMONY) gibi kazanımların devam ettirilmesi ve geliştirilmesi yönünde girişimler yapılmalıdır. 7 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 8 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi TARİHSEL ARKA PLAN 1. Türkiye’nin Kuruluşundaki Dış Politika Vizyonu Türk İnkılabının dış politika hedefi başlangıçta milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni Türk devletini kurmaktı. Lozan Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra hedefi; milli egemenliğe dayanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletini medeni dünyada layık olduğu seviyeye yükseltmek ve milletin huzur, güven ve refahını sağlamaktı. Bu hedef istikametinde gerçekleştirilen dış politika uygulamalarında akılcılık, gerçekçilik, eşitlik, esneklik, uluslararası işbirliği, vizyoner dış politika, yurtta barış dünyada barış, uluslararası hukuka saygı, tutarlılık ve güvenilirlik prensiplerine dikkat edildi.1 Prensipler değişen koşullara ve çağın gereklerine süratle uyum sağlayan esnek ve dinamik uygulamalara dönüştürüldü. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren batılılaşma, bir tercih sorunu olmaktan çok dünyada tek olan uygarlığın dışında kalıp kalmama sorunuydu. Dolayısıyla, çözüm batılılaşmayı reddetmek değil, doğru olarak uygulayabilmekti. Kaldı ki Avrupa medeniyeti sadece eski Yunan ve Roma sistemleri üzerinde değil, insanlığın yarattığı tüm eski kazanımların üzerinde yükselen bir uygarlıktı. Çağdaşlaşmanın başta zihniyet değişikliği olmak üzere geniş kapsamlı bir değişim ve gelişme sorunu olduğunun bilincine varılması, Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyetini yarattı. Bu arka plan bağlamında, kuruluşundan itibaren Türkiye’nin üç kıtayı birleştiren Orta Doğu coğrafyasındaki ülkelerle ilişkilerini, hangi vizyon ve esaslar doğrultusunda şekillendirdiğini anlamak için tarihsel perspektifte bir analiz yapmak faydalı olacaktır. Bu nedenle raporun birinci bölümünde Türkiye’nin tarihsel, coğrafi ve sosyo-kültürel bağlarla etkileşim içinde bulunduğu Orta Doğu bölgesiyle ilişkileri; dönemsel olarak incelenecek, analiz edilecek ve değerlendirilecektir. Yaşanan tarihsel deneyimlerden istifade edilerek geleceğe yönelik dikkate alınması gereken hedefler ve prensipler belirlenmeye çalışılacaktır. Dış politika uygulamalarında akılcılık, gerçekçilik, eşitlik, esneklik, uluslararası işbirliği, vizyoner dış politika, yurtta barış dünyada barış, uluslararası hukuka saygı, tutarlılık ve güvenilirlik prensiplerine dikkat edildi. 2. Atatürk ve İnönü Dönemi Orta Doğu Vizyonu Hiçbir kolektif güvenlik sistemi içermeyen ve çok kutuplu olan bu dönemde,2 Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu incelendiğinde Atatürk dönemi dış politika prensiplerinin belirleyici etken olduğu görülmektedir. Bu dönemde bütünsel bir perspektifle iç ve dış politika ortamı uygun şekilde değerlendirilmiş, 1 Atilla Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2014), s. 182-183. 2 Özdem Sanberk, “Türk Dış Politikasının Dayanakları,” Stratejik Öngörü Dergisi, Sayı: 5, (İstanbul: TASAM Yayınları, 2004), s. 6. 9 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi belirlenen hedefler ve prensipler doğrultusunda ve değişen koşullara uyum sağlayacak şekilde hareket edilmiştir. Bu çerçevede barışçıl ve istikrara yönelik, ulusal çıkarları dikkate alan bir dış politika yürütülmüştür.3 Bu politika; Türk Milletini medeni dünyada layık olduğu seviyeye yükseltmek hedefiyle örtüşen bir anlayışla ve Lozan Antlaşması’ndan kalan sorunların çözümüne odaklanma gereğinin akılcı tahlili neticesinde şekillenmiştir.4 Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleriyle eşit şartlarda masaya oturduğu Lozan Barış Antlaşması’yla, kuruluş dönemi temel amaçlarından olan “tam bağımsızlık” hedefine ve Türkiye ile diğer egemen devletler arasında “eşitlik” prensibine hak ve kuvvet ilişkisi çerçevesinde ulaşılmıştır.5 Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye Orta Doğu’da Avrupa’nın büyük devletleriyle komşu olmuştur. Nitekim I. Dünya Savaşı’ndan sonra Suriye’nin mandateri Fransa ve Irak’ın mandateri İngiltere olduğundan, Türkiye’nin Şam ve Bağdat’la ilişkileri bu iki ülke üzerinden yürütülmüştür. Burada altının çizilmesi gereken husus ise, Türkiye’nin bu ülkelerin çıkar çatışmaları ve gruplaşmaları arasında kaldığı halde “gerçekçilik” prensibi çerçevesinde milli gücünü doğru bir şekilde yönlendirmesidir. Bu dönemde Orta Doğu’yla ilgili iki önemli sorunda iki önemli aktörle muhatap olunmuş, Irak sınırı nedeniyle İngiltere ve Hatay sorunu nedeniyle Fransa ile karşı karşıya gelinmiştir. Lozan’dan arta kalan sorunlar arasında çözülmesi en zor olanı Musul’du. Musul sorunu görüşmeler yoluyla çözümlenemeyince Lozan Antlaşması’nda belirtildiği şekilde Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiştir. Konsey ise bir komisyon oluşturarak Musul’un Irak’a bırakılmasına karar vermiştir. Türkiye’nin Cemiyet’e üye olmaması, buna mukabil İngiltere’nin Cemiyet’te etkin olması sebebiyle “gerçekçilik” prensibine göre İngiltere’ye savaş açmak gibi maceralı bir yol düşünülemezdi. Bu nedenle Musul sorununun çözümünde “uluslararası hukuka saygı” gösterilmiş ve yeniden İngiltere ile masaya oturulmuştur.6 Musul sorunu Türkiye’nin hedeflediği şekilde çözümlenmese de şartların daha elverişli olduğu dönemde Hatay’ın ilhakına zemin hazırlamıştır. Nitekim hak-kuvvet dengesi dikkate alınarak rasyonel bir yaklaşımla Lozan’da elde edilen temel kazançlar riske edilmemiş ve Irak’ın Musul petrol gelirlerinin %10’unu 25 yıl süresince Türkiye’ye ödemesi kararlaştırılmıştır.7 Böylelikle, 3 Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler, s. 67. 4 Baskın Oran, “1923-1939: Göreli Özerklik,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2001), s. 254. 5 Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler, s. 146, 113. 6 Sandıklı, A.g.e., s. 69. 7 İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye içinde, ed. Atilla Sandıklı ve Erdem Kaya, (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2014), s. 3. 10 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Türkiye’nin imkânları, zamanın koşulları ve geçmişten alınan dersler ışığında esnek bir dış politika ile Musul konusundaki uyuşmazlık çözülmüştür. Musul meselesinin çözümünden sonra İngiltere, Türkiye’ye yakınlaşmıştır. İngiltere ile ilişkilerin olumlu bir şekilde gelişme göstermesi Hatay sorununun çözümüne önemli katkılar sağlamıştır. Bu dönemde dış politikada uygulanan akılcı ve stratejik vizyon; sorunların tümüne aynı anda el atmadan, uygulamaların safhalara ayrılmasını, sorunların öncelik derecesine göre ve uygun zamanda çözülmesini esas almıştır. Hatay sorununun çözümünde başlangıçta Hatay’ın Türkiye’ye verilmesi gündeme getirilmemiş, daha çok Hatay’daki Türk toplumunun hakları üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda Hatay’ın kültürel, ekonomik ve siyasi yaşamı üzerinde etkili olunmaya çalışılmıştır. Daha sonra Hatay’ın bağımsızlığı üzerinde durulmuş, hatta gerektiğinde silahlı güç dahi savaşa sebebiyet vermeyecek şekilde barışçıl olarak kullanılmıştır. Bağımsızlığın elde edilmesinden sonra Hatay’ın Türkiye’ye katılması sağlanmıştır.8 Hatay’ın Türkiye’ye katılması Cumhuriyet’in en büyük başarılarından biri olmuştur. Mevcut koşullar gerçekçilik, akılcılık ve bilimsellik prensipleri doğrultusunda şekillendirilmiş, baskı ve uzlaşı dengesi başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Bütün politik uygulamalar uluslararası gelişmeler ile uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Esnek ve vizyoner hareket tarzı başarının anahtarı olmuştur. Böylece Atatürk, Türkiye’nin barışçı ve hukuka saygılı görünümünü bozmadan sorunu kademeli bir şekilde çözebilmiştir. Türkiye, 1926’da Suudi yönetiminin Necid ve Hicaz üzerindeki hâkimiyetini tanımış, Cidde’de bir maslahatgüzarlık açmıştır. 1929 yılında da Türkiye ile Hicaz ve Necid Krallığı (1932’den itibaren Suudi Arabistan) arasında Dostluk ve Barış Anlaşması imzalanmıştır. 1926’da İran ile Güvenlik ve Dostluk Antlaşması imzalanmış, ancak bu ülke ile süregelen sınır meselesi ve aşiretler sorunu Ocak 1932’de Tahran’da imzalanan Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Antlaşması ile çözüme kavuşmuştur. Afganistan ile Milli Mücadele sırasında kurulan dostane ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkiler sisteminde yerini almasıyla gelişmiş ve Atatürk’ün reformları Afganistan’ın batılılaşma hareketlerinde ilham kaynağı olmuştur. Bu bağlamda, Mayıs 1928’de Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır.9 İngiltere’nin 1930’da Irak’a muhtariyet vermesinden sonra Kral Faysal Ankara’yı ziyaret etmiş, bu ziyaret iki ülke arasındaki münasebetler için zemin hazırlamıştır. Türkiye’deki devrim hareketleri Mısır’da övgü ile karşılanmış ve örnek alın8 Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler, s. 99. 9 Atay Akdevelioğlu ve Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, s.207. 11 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi mıştır. Mısır’la ilk dostluk antlaşması Nisan 1937’de Ankara’da yapılmıştır. Suriye ile de Mayıs 1937’de Cenevre’de sınırların güvence altına alınmasına dair anlaşma imzalanmıştır.10 Bu dönemde Türkiye uluslararası ilişkilerde elde ettiği bağımsız ve eşit statüyü korumaya yönelik barışçıl bir politika takip etmiştir. Dönemin Türk dış politikasındaki milli egemenlik hedefi dışa kapanmayı değil eşitlik prensibi doğrultusunda uluslararası sistemin bir parçası olmayı ve işbirliğini öngörmüştür. Dolayısıyla, bir yandan bölge ve dünya barışının korunması için uluslararası sistemin içinde etkin olarak yer alınmış, diğer yandan ise eşitlik prensibi uyarınca diğer devletlerle siyasi, hukuki ve ekonomik alanlarda anlaşmalar gerçekleştirilmiş, ittifaklara girilmiştir. Bu anlayışla, Türkiye 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne katılmış, 1934 yılında Balkan Antantının kuruluşuna öncülük etmiş ve 1937 yılında Orta Doğu’da güvenlik ve barışın devamlılığı için Sadabat Paktı’nın kuruluşunda etkin sorumluluk almıştır. Sadabat Paktı ile Türkiye, İran, Irak ve Afganistan birbirlerinin içişlerine karışmamayı; sınırlarını ihlal etmemeyi ve ortak menfaatlerini ilgilendiren uluslararası konularda görüş teatisinde bulunmayı kabul etmiştir. Ayrıca akit devletler birbirlerinin kamu düzenini ve güvenliğini sarsmayı ve mevcut siyasi rejimlerini devirmeyi hedef alan eylemleri engellemeyi taahhüt etmiştir.11 Türkiye, Balkan Antantı ile batıda, Sadabat Paktı ile doğuda komşularıyla sorunlarını çözümlemiş ve çevresinde bir barış kuşağı oluşturmuştur. Bu sayede bölgesel istikrara ve barışa katkı sağlayarak güvenlik üreten bir ülke olarak saygınlık kazanmıştır. İki savaş arası dönemde gözetilen barış esasına yönelik dış politika İkinci Dünya Savaşı boyunca devam ettirilmiştir. Savaşa doğru İngiltere ve Fransa ile üçlü bir savunma paktı kurulmuş, ancak Türkiye dengeli bir tarafsızlık politikasıyla savaşa müdahil olmamıştır.12 Böylelikle belirsizliklerle dolu olan uluslararası konjonktürde milli güvenlik, gerçekçilik prensibi doğrultusunda değerlendirilmiş, diplomasi bu yaklaşım doğrultusunda yürütülmüştür. Bu çerçevede Türkiye, arz ettiği riskleri göz önünde bulundurarak savaş yıllarında Irak ve Suriye’deki gelişmelere müdahil olmamayı tercih etmiş, savaşın dışında kalmayı başarmıştır. Savaşın ardından San Francisco Konferansına katılan Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu üyeleri arasına girerek uluslararası sistemle birlikte hareket etmeye özen göstermiştir. 10 Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler, s. 93-94. 11 Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, s.365. 12 “Orta Doğu Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye (III),” Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu, 27 Ocak 2016, Erişim: 27 Ocak 2016, http://www.bilgesam.org/ incele/2305/-orta-dogu-krizindeki-gelismeler-ve-turkiye--iii-/#.VtRtIFOLTWU. 12 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Türkiye Arap devletlerinin bağımsızlığını desteklemiş, 1945’te Arap Birliği’nin kuruluşunu olumlu karşılamış, ancak bu dönemde diğer taraftan Batı ittifakı içindeki konumu giderek Ankara’nın Orta Doğu genelinde ve Filistin meselesi özelindeki tutumunu belirlemeye başlamıştır. Türkiye 1946’da Suriye ve Lübnan’ın bağımsızlığını tanımış, Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir el-Huri Türkiye’yi ziyaret etmiş ve aynı yıl içinde Irak’la Türk-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması imzalanmıştır. Ankara Ürdün’ün bağımsızlığını da tanımış, 1947’de Kral Abdullah Türkiye’yi ziyaret etmiş ve iki ülke arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması imzalanmıştır. Bu dönemde Türkiye, BM Genel Kurulu’nda Filistin’e yönelik Taksim Planı’na diğer Arap devletleriyle birlikte aleyhte oy kullanmıştır. Ancak Ankara 1948’de BM’de Arap devletlerinin itiraz ettiği Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nun kuruluşunu desteklemiş, 1949’da ise İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur.13 3. 1950 – 1960 Dönemi İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Orta Doğu politikasını etkileyen küresel konjonktüre bağlı iki unsurdan söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki, uluslararası sistemin Soğuk Savaş’ın başlamasıyla iki kutuplu bir düzleme evirilmesinin yansımalarıdır. Türkiye değişen güç dengeleri içinde, Sovyet tehdidine karşı 1952 yılında NATO kanalıyla Batı ile güvenlik ittifakına girmiştir. Uluslararası işbirliği prensibiyle beraber, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren “çağdaşlaşma” hedefi politika önceliği olmaya devam etmiştir. Bu politikaya bağlı olarak, güvenlik nosyonuyla şekillenen stratejik öncelik Avrupa ile bütünleşme sürecinde etkili olmuştur. NATO’nun yanı sıra Avrupa Konseyi, OEEC (Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) ve Avrupa Topluluğu ile ilişkiler geliştirilmiştir.14 Türkiye ayrıca Batı kampında yer alma isteğini Orta Doğu’da etkinliğini artırarak vurgulamaya girişmiş ve Orta Doğu vizyonunu adeta Batılı devletlerin perspektiflerine göre şekillendirmiştir. Bu uygulama, bölgedeki hassasiyetleri dikkate almadığından, bölge ülkelerinde Türkiye’nin Batılı emperyalist ülkelerle beraber hareket ediyor algısını oluşturmuş ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Türkiye Batı kampında yer alma isteğini Orta Doğu’da etkinliğini artırarak vurgulamaya girişmiş ve Orta Doğu vizyonunu adeta Batılı devletlerin perspektiflerine göre şekillendirmiştir. Bu uygulama, bölgedeki hassasiyetleri dikkate almadığından, bölge ülkelerinde Türkiye’nin Batılı emperyalist ülkelerle beraber hareket ediyor algısını oluşturmuş ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Türkiye’nin bölge devletleriyle ilişkilerini dönüştüren bir diğer etken ise 1950’lerden itibaren Orta Doğu’daki devletlerin bağımsızlıklarını kazanmış olmalarıdır. Ankara önceki dönemde mandater yönetimlerden ötürü dolaylı ilişkiler kurduğu Suriye ve Irak’la artık doğrudan irtibata geçmiştir. Bu dönemde Mısır ve Suriye ile ilişkiler genelde gergin seyrederken diğer bölge ül13 Fırat ve Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, s. 616-617. 14 Sanberk, “Türk Dış Politikasının Dayanakları,” s. 7. 13 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi keleriyle ikili ilişkiler geliştirilmiştir. 1950’de İsrail’le elçilik düzeyinde diplomatik ilişkiler başlatılmış, Süveyş krizinin ardından ilişkiler maslahatgüzar düzeyine indirilmişse de, 1958’de İsrail Başbakanı Ben Gurion’un ziyaretiyle kurulan Çevre Paktı dâhilinde ikili işbirliği sürdürülmüştür. 1953’te Libya’da büyükelçilik açılmış, ardından karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Lübnan’la da diplomatik temaslar artmış, Başbakan Menderes ve Cumhurbaşkanı Bayar 1955’te bu ülkeyi ziyaret etmiştir. Musaddık hükümeti dönemindeki kısa süreli gerginliğin ardından, Şah Muhammed Rıza’nın iktidara geldiği 1953 darbesinden sonra İran’la ilişkilerde de gelişme kaydedilmiştir. Avrupalı devletlerin Orta Doğu’daki etkinliğinin azalmasına karşın, 1953 yılında General Eisenhower’ın başkan olmasıyla ABD’nin bölgedeki etkinliği artmaya başlamıştır. Bölgenin yeniden şekillenen siyasi görünümünün bir değerlendirilmesi yapılmış ve “Kuzey Kuşağı (Northern Tier)” teması kapsamında; Orta Doğu savunmasının Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Pakistan üzerinden gerçekleştirilmesi fikri ortaya atılmıştır.15 Bu inisiyatif çerçevesinde, Türkiye ve Irak 1955 yılında Bağdat Paktı olarak bilinen Karşılıklı İşbirliği Antlaşması’nı imzalamıştır. Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere’nin taraf olduğu Pakt, Arap devletleri ve İsrail’in tepkisini çekmiştir. Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan doğrudan karşı çıkarken; Ürdün ve Lübnan büyük ölçüde Mısır’ın etkisiyle uzak durmayı tercih etmiştir.16 İsrail ise Arapların kendisine karşı olan hasmane tutumlarını teşvik edeceği ve Arap saldırganlığını artıracağı gerekçesiyle Bağdat Paktı’na tepki göstermiştir. 1950-60 döneminde Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını Batı’nın yönlendirmesiyle şekillendirmesi ve bölge hassasiyetlerini yeterince dikkate almaması, uygulanan politikalarla ulusal çıkarlar arasında çelişkiler oluşturmuş ve istenilen sonuçların alınmamasına neden olmuştur. Örneğin, Eisenhower doktrini doğrultusunda uygulanan politikalar, Türkiye’nin önceki dönemde geliştirdiği Orta Doğu’daki ihtilaf halindeki devletler arasında taraf tutmama politikası ile çelişmiştir.17 4. 1960-1980 Dönemi 1960’lı yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu vizyonunda bir önceki döneme göre daha ihtiyatlı olma yönünde bir değişim gözlenmektedir. Önceki on yılki sü15 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” s.12; Melek Fırat ve Ömer Kürkçüoğlu, “Arap Devletleriyle İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, s. 620. 16 Fırat ve Kürkçüoğlu, “Arap Devletleriyle İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I içinde, ed. Baskın Oran, s. 626. 17 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” s. 13. 14 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi reçte, Türkiye iki kutuplu güç dengesi çerçevesinde şekillendirdiği ve kendi ulusal çıkarlarıyla değil de Batı’nın gözlüğüyle tasvir ettiği Orta Doğu perspektifinin yan etkilerini tahlil etmiştir. Bu bağlamda, göze çarpan ilk farklı uygulama Cezayir’in Fransa’ya karşı ulusal bağımsızlık mücadelesinin desteklenmesi ve hatta Fransa ile arabuluculuğun bile gündeme getirilmesidir.18 1960’larda ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan Küba füzeler krizi sonrasında; ABD’nin Türkiye’deki orta menzilli (IRBM) füzelerini Türkiye’ye haber vermeden çekmeyi kararlaştırması, Türkiye’ye yaptığı askeri ve ekonomik yardımları önemli oranda kısması Türkiye’nin Orta Doğu politikasını etkilemiştir. ABD’nin, Kıbrıs sorununda Türkiye’nin politikalarına destek vermemesi, tam tersine Yunanistan tezlerini desteklemesi Türkiye’nin ABD ile ittifak ilişkilerini sorgulamasına neden olmuştur. Nitekim önce 1964’te Johnson mektubu ve ardından 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı neticesinde Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde pürüzler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Batı ile sorunlarını dengelemek, Arap ve İslam dünyasının desteğini alabilmek için Orta Doğu ülkeleriyle sıkı ilişkiler kurulmaya çalışılmış, İslam Konferansı Örgütü’nün oluşum sürecinde yer alınmış19 ve Sovyetler Birliği’yle diyalog kurulmuştur. Orta Doğu’daki bu açılımlarla birlikte Türkiye, Avrupa ile ilişkilerini de önemsemiştir. Ankara, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) 1958 yılında kurulmasından itibaren gelişmeleri yakından takip etmiş ve 1959’da bu topluluğa üyelik için başvurmuştur. Karşılıklı müzakereler 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Hazırlık, geçiş ve son dönem aşamalarını öngören Ankara Antlaşması ile Türkiye’nin AET’ye tam üyeliği amaçlanmış ve gümrük birliği hedeflenmiştir.20 Hazırlık dönemi, 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile tamamlanmış ve geçiş dönemi başlamıştır. Gümrük Birliği, Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında kabul edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren tamamlanmıştır. Ankara Antlaşması, Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyon sürecinde ortaklık ilişkisi kurması, ilişkinin genel esaslarını belirlemesi ve bu yönde etkin bir platform oluşturması bakımından önem arz etmektedir. Avrupa ile ilişkiler geliştirilirken Orta Doğu’ya yönelik açılımlar da ihmal edilmemiştir. 1965 yılından itibaren uygulanan Orta Doğu’ya karşı çok yönlü 18 Türkmen, A.g.e.,s. 14. 19 Ramazan Gözen, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Gelişim ve Etkenleri,” Erişim: 25 Ocak 2016, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354821 20 Atilla Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi ve Avrupa Birliği (İstanbul: Beta Yayınları, 2008), s. 243. 15 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi açılım politikası doğrultusunda; Arap ülkeleriyle, kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda taraf tutulmadan ve paktlarla bölünmeye mahal vermeden ikili ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiştir.21 Nitekim bu politikanın kazanımları Mısır, Irak, Tunus ve Suudi Arabistan ile ekonomik, kültürel ve siyasi alanlarda ikili ilişkilerin geliştirilmesi şeklinde tezahür etmiştir. Burada altının çizilmesi gereken husus; Orta Doğu politikasının eşitlik, denge ve karşılıklı saygı prensiplerine uygun, Türkiye’nin kendine özgü çıkarları doğrultusunda şekillendirildiğinde daha olumlu sonuçların alındığının ortaya çıkmasıdır. Bu akılcı uygulamaların bölgenin istikrarına da katkısı olduğunu söylemek mümkündür. Orta Doğu’ya karşı çok yönlü açılım politikası doğrultusunda; Arap ülkeleriyle, kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda taraf tutulmadan ve paktlarla bölünmeye mahal vermeden ikili ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. 1960-80 döneminde Türkiye’nin değişen Orta Doğu politikası, İsrail-Filistin ihtilafındaki tutumuna da yansımış, Ankara hareket tarzını Arap devletlerinin Kıbrıs meselesindeki tutumunu da göz önünde bulundurarak belirlemeye başlamıştır. Bu nedenle Ankara, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarında Arap devletlerinden yana bir tutum sergilemiş, ABD’nin Türkiye’deki üsleri İsrail’e destek vermek amacıyla kullanmasına izin vermemiştir. Türkiye 1967 savaşında Mısır, Suriye ve Ürdün’e Kızılay vasıtasıyla yiyecek yardımı yapmış, 1973 savaşında ise Arap devletlerine askeri malzeme taşıyan Sovyet uçaklarına hava sahasını açmıştır. Ankara 1976’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanımış ve 1979’da FKÖ’nün Ankara’da temsilcilik açmasına müsaade etmiştir. Bu dönemde Orta Doğu coğrafyasında güçler dengesindeki yeni oluşumlar, Türkiye’nin ikili ilişkilerini de etkilemiştir. 1960’lı yıllarda Orta Doğu’da etkinliği artan ve sosyalizm ile Arap milliyetçiliği temeline dayanan Baas hareketi 1970’li yıllara gelindiğinde Irak ve Suriye’ye yayılmıştır.22 Bu ülkelerdeki Baas iktidarlarının SSCB ile ilişkilerini geliştirmeye başlaması ve Mısır’daki Enver Sedat yönetiminin öncekinden farklı olarak Sovyetler Birliği ile ilişkilerini sınırlandırması doğal olarak Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini etkilemiştir. Bu kapsamda, Batı’ya yakınlaşan Mısır ile ilişkiler geliştirilirken, Suriye ve Irak ile ilişkiler olumsuz yönde seyretmiştir. 1970’lerdeki petrol krizi ve sonrasındaki gelişmeler, Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerinde ekonomik boyutu ön plana çıkarmıştır. Türkiye, petrol ihtiyacını karşılayabilmek için başta Irak olmak üzere petrol zengini ülkelerle ilişkilerini geliştirmiş, bu dönemde Türkiye-Irak petrol boru hattı inşa edilmiştir. Ancak Türkiye, yeterli finansal ve endüstriyel kapasitesi olmadığı için artan petrol fiyatları sayesinde zenginleşen Orta Doğu’ya ihracatını yeterli oranda artıramamıştır.23 21 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” s. 15. 22 Oğuz Çelikkol, İçimizdeki Komşu Suriye (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2015), s. 34. 23 Gözen, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Gelişim ve Etkenleri,” Erişim: 25 Ocak 2016, 16 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 1979 yılında bölgedeki güç dengelerini etkileyecek önemli bir gelişme olarak “İran Devrimi” gerçekleşmiştir. İran’da Şii esaslara uygun yeni bir devlet sistemi oluşturulmuş ve bu sistemin bölgeye ve hatta tüm İslam dünyasına ihracı noktasında açıklamalar yapılmıştır. Türkiye-İran arasında rejim ihracı noktasında karşılıklı olarak artan güvensizlik, Türkiye’nin İran’a doğrudan bir tepki vermekten imtina etmesi sayesinde aşılmıştır. Tahran’da kurulan yeni rejimi tanıyan Türkiye bu dönemde İran’a ambargo uygulayan ABD’nin tek taraflı yaptırımlarını uygulamamış, İran’la ticari ilişkilerini sürdürmüştür.24 Bu gelişme, dış politika uygulamalarının çok boyutluluk ve denge prensipleri doğrultusunda, milli menfaatlerle bağdaştırılarak ülkenin menfaatleri perspektifinde değerlendirildiğine işaret etmektedir. 5. 1980-2000 Dönemi 1979’daki İran Devrimi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve 1980’lerde İran-Irak Savaşı; ABD, Batı dünyası ve Türkiye’nin Orta Doğu’yla daha fazla ilgilenmesine neden oldu. Bu dönemde Türkiye’nin Orta Doğu politikasına ilişkin tutumu; PKK terör örgütü ile mücadelesinde güvenlik eksenli ve Turgut Özal iktidarı boyunca ekonomik yaklaşımlar doğrultusunda şekillenmiştir. 1980 yılında başlayan ve sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı boyunca Türkiye, “milli menfaatler” doğrultusunda değerlendirme yaparak tarafsızlığını ilan etmiş, doğrudan savaşın tarafı olmamaya özen göstermiştir. Türkiye’nin “aktif tarafsızlık” olarak nitelendirilebilecek bu politikası; Körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini, İran ve Irak’la siyasal ve ekonomik bağlantıların sürdürülmesini sağlamıştır. Bu bağlamda, İran-Irak Savaşı esnasında İslam Konferansı Örgütü tarafından oluşturulan Arabuluculuk Heyeti’nde Türkiye’nin üstlendiği rol dikkat çekicidir. İran’da Irak’ın ve Irak’ta İran’ın çıkarlarının korunmasının Türkiye tarafından gerçekleştirilmesinin bu devletler tarafından istenmiş olması, Türkiye’nin Orta Doğu’da sürdürmüş olduğu tarafsızlık politikasının gerçekçi ve akılcı yönlerini gözler önüne sermiştir.25 Bu dönemde, Sovyetlerin Afganistan’ı işgaliyle başlayan yayılmacı tutumuna karşı Batı’nın aktif caydırıcılık mücadelesinde; Türkiye NATO ittifakının güneydoğu kanadı olarak yer almıştır. ABD Başkanı Carter, hem Sovyetler Birliği’nin hem de İran’ın bölgeye yayılmasını önlemek amacıyla petrol zengini Körfez ülkelerine yapılacak herhangi bir saldırıya, gerekirse silah kullanmak dâhil her türlü karşılığı vereceğini ilan etmiş, bölge ülkelerinden de dahttps://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354821. 24 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” s. 19. 25 Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu, “Orta Doğu Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye (III).” 17 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi yanışma ve işbirliği içinde olmalarını istemiştir. Bu süreçte Türkiye jeopolitik konumunun da etkisiyle, tehditlere karşı bölge ülkeleriyle daha sıkı ilişkiler geliştirmiştir.26 Küresel gelişmelere ek olarak; Türkiye’de 1980 askeri müdahalesi sonrasında istikrar ve güvenlik ortamının sağlanması ve Turgut Özal’ın iktidara gelmesi Türkiye’nin Orta Doğu vizyonuna etki etmiştir. Özal’ın, Batılı değerlerle Orta Doğu ile tarihi ve kültürel bağları sentezlemeyi amaçlayan politikaları Türkiye-Orta Doğu ilişkilerine ivme kazandırmıştır. Liberal bir vizyonla, bölge ülkeleri arasında barış ve istikrarın yerleştirilmesi amacıyla Avrupa’dakine benzer bir bölgesel ekonomik ve ticari işbirliğinin oluşturulması için gayret sarf edilmiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) içindeki katılımı üst düzeye çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, İKÖ’nün Kazablanka Zirvesi’ne katılmış ve bu zirvede Türkiye İSEDAK’ın (İslam Konferansı Örgütü Ülkeleri Arası Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nin) başkanlığını almıştır. Türkiye, bölgesel dengeleri de göz önünde bulundurarak bir yandan Irak’la iyi ilişkiler geliştirmiş, Suudi Arabistan ve Kuveyt ile İran’ın devrim ihracı politikalarına karşı işbirliği yapmıştır. Öte yandan, bu gelişmelere rağmen İran ile iyi ilişkiler zeminini muhafaza etmiştir.27 1980’li yıllardan başlayarak Türkiye’nin Orta Doğu vizyonunda güvenlik boyutunun ağırlığını artıran faktör PKK terör örgütü ile mücadelesi ve Sovyetler Birliği, İran, Suriye ve Irak’ın örgüte destek vermeleridir. 1984’ten PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın yakalandığı 1999 yılına kadar devam eden aktif mücadelede Türkiye, kuzey Irak’taki Kürt liderler ile ilişkilerini geliştirerek PKK’ya karşı operasyonlarda işbirliği yapmıştır. Ayrıca ABD ile işbirliğini ilerleterek süreç içinde bölgedeki etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Suriye, Irak, İran ve Sovyetler Birliği’nin örgüte lojistik ve mühimmat; bazı Avrupa ülkelerinin kamuoyu desteği sağlamasına rağmen Türkiye, bu ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini zedelememeye özen göstermiştir. Türkiye’nin izlediği bu politika; içeride terörle mücadeleyi ve Kuzey Irak’ta sınır ötesi operasyonları; dış ilişkilerde ise ekonomi, diplomasi ve kültür ögelerini esas alıyordu.28 Türkiye’nin izlediği bu iç-dış politika dengesinde dikkate değer husus; bölgedeki hedef ve çıkarlarını belirlerken içinde bulunduğu ittifakların da beklentilerine özen göstermesidir. 1990’lı yıllara gelindiğinde Soğuk Savaş’ın bitmesiyle uluslararası sistem bir dönüşüm daha geçirmiştir. Oluşan kuvvetler denkleminde, SSCB’nin dağıl26 Gözen, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Gelişim ve Etkenleri” 27 Gözen, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Gelişim ve Etkenleri.” 28 Sanberk, “Türk Dış Politikasının Dayanakları,” s. 9. 18 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi masıyla iki kutuplu güçler dengesi yerini ABD’nin liderliğinde tek kutuplu bir düzene bırakmıştır. İki kutuplu düzende bloklar arası politika oluşturma zorunluluğu biçimsel olarak ortadan kalkınca, Türkiye’nin yeni oluşan bu küresel tabloda hareket alanının genişlediği ileri sürülebilir. Fakat 1990’lı yılların başından 2000’lerin ilk yıllarına kadar geçen zaman aralığında ülkede yaşanan ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlıklar ve koalisyon hükümetlerinin kırılgan durumu gibi bazı iç politika gelişmeleri, dış politikada sürdürülebilir bir etkinlik sağlanmasını engellemiştir.29 Bu dönemde, ABD’nin dış politika çerçevesinde Orta Doğu’ya ilgisinin arttığı gözlenmektedir. ABD, gerek petrol kaygısı gerekse İsrail’in güvenlik tehdidi algısıyla 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgaline karşı aktif rol oynamış, BM Güvenlik Konseyi’nin kararıyla Irak’a harekât başlatılmıştır. Kuveyt Savaşı’nda Türkiye’nin tutumu ise “milli menfaat” perspektifinde, temkinli ve savaşa fiili olarak katılmayı öngörmeyen bir politika olmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’a karşı aldığı kararlar; ABD’nin bölgeye en büyük askeri yığınağını yapması; Sovyetler Birliği’nin açık desteği; Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan dâhil 13 Arap Devleti’nin ABD yanında yer alması Türkiye’nin Körfez Savaşı politikasında çok önemli bir rol oynamıştır. Batı ile Doğu arasında köprü olarak değerlendirilen Türkiye, Körfez koalisyonuna destek vererek hem Batılı müttefiklerine hem de koalisyona katılan Arap devletlerine güvenilir bir dost imajı vermeye çalışmıştır.30 Bu kapsamda, Birinci Körfez Savaşı’nda İncirlik Üssü’nü müttefik uçaklarına savaş görevine katılmama şartıyla açmış ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatmıştır.31 Türkiye’nin istikrarlı dış politikası Körfez Krizi sırasında kilit ülkelerden biri olmasında etkin olmuş, aynı zamanda farklı siyasi rejim ve ideolojilere sahip Arap ülkeleriyle ticaretine olumlu yansımıştır. Bu dönemden itibaren, Türkiye diplomatik tercihini bölge ülkelerine yöneltmiş, bölgede barış ve işbirliği kuşağı oluşturma önceliğini uygulamaya koymuştur.32 Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Arap devletleri ile İsrail arasında başlayan barış sürecinde Türkiye, denge politikası gereği hem İsrail hem de Arap ülkeleriyle yakın ilişki içinde bulunmaya özen göstermiştir. Bu kapsamda, İsrail ile diplomatik ilişkiler büyükelçilik seviyesine yükseltilmiştir. Diğer taraftan Türkiye, Filistin Devleti’nin kurulmasına da destek vermiştir. Türkiye’nin istikrarlı dış politikası Körfez Krizi sırasında kilit ülkelerden biri olmasında etkin olmuş, aynı zamanda farklı siyasi rejim ve ideolojilere sahip Arap ülkeleriyle ticaretine olumlu yansımıştır. 1998 yılında Suriye’de bulunan PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan, Türkiye’nin askeri ve diplomatik baskıları neticesinde sınır dışı edilmiştir. 29 Sanberk, A.g.e., s. 12. 30 Gözen, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Gelişim ve Etkenleri.” 31 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası,” s. 23. 32 Sanberk, “Türk Dış Politikasının Dayanakları,” s. 8-9. 19 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasından sonra terör olayları büyük oranda sona ermiştir. Türkiye’nin bütünlüğünü ve güvenliğini doğrudan tehdit eden teröre karşı uyguladığı yöntem; hak-kuvvet dengesi çerçevesinde gücün barışçıl yollarla kullanılarak, Suriye’nin PKK’ya verdiği desteğin kesilmesidir. Bu yöntem sayesinde, Suriye ile herhangi bir çatışmaya neden olmadan PKK terör örgütüne verilen destek engellenmiştir. 1999 yılında Bülent Ecevit’in Başbakan ve İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk dış politika vizyonunda “bölge merkezli dış politika” stratejisi benimsenmiştir. Bu stratejinin temeli; komşularla ve yakın bölgelerle iyi ilişkiler ve dayanışmaya öncelik vererek, bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturmak, kendi konumundan güç alarak Batı’ya ve başka bölgelere açılmaktır. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin çok boyutlu jeopolitik konumuna vurgu yapılarak, bu konumun avantajlarının dengeli bir platformda işlerlik kazanması gerektiğinin altı çizilmiştir.33 Bu eksende, özellikle AB ile ilişkiler hızla gelişmiş; ülke içinde özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi konularında ileriye dönük atılımlar yapılmıştır. Bölge merkezli perspektifle komşularla ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirilerek Türkiye’nin etrafında bir barış kuşağı oluşturulması için girişimlerde bulunulmuştur. Orta Asya ile var olan ilişkiler sürdürülürken, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika’ya yönelik açılımlar gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri tam üyelik müzakerelerine giden yolda hızla derinlik kazanmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in Türkiye için öngördüğü “komşularına, bölgesine ve dünyaya katkı verme potansiyeli olan aktif ve yapıcı dış politika vizyonunun” önemli katkılarıyla Türkiye-Avrupa Birliği ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde dönüm noktaları yaşanmıştır. İsmail Cem’in “Avrupa’nın geleceğine katkı sağlama potansiyeli yüksek ülke olma” misyonu, Türkiye-AB ilişkilerine yansımış ve Avrupa ile bütünleşme sürecine olumlu etki etmiştir.34 1987 yılında Avrupa Topluluğu’na tam üyelik müracaatında bulunan Türkiye’ye, 1999 Helsinki Zirvesi’nde Avrupa Birliği üyelerince adaylık statüsü verilmiştir. Helsinki Zirvesi’yle AB’nin genişleme stratejisine katılan Türkiye; insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme konularında “AB Uyum Paketleri” adı altında birtakım anayasal, yasal ve idari değişiklikler yapmıştır.35 İç politikadaki Batılı değerler sistemiyle oluşan bu dinamizm, dış politika vizyon 33 Bülent Ecevit, “Bölge-Merkezli Dış Politika,” Yeni Türkiye Dergisi: Türk Dış Politikası Özel Sayısı, Sayı: 3, Yıl: 1, (Ankara: Mart-Nisan 1995), s. 64. 34 Fuat Keyman, “İsmail Cem ve Türkiye’nin Dış Politika Vizyonu,” Radikal, 2 Şubat 2007, Erişim: 15 Mart 2016, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6001. 35 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt III içinde, ed. Baskın Oran, s. 347-348. 20 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi ve reflekslerini de doğrudan etkilemiştir. Türkiye’nin NATO dâhil olmak üzere Batı’nın hemen tüm kurumlarına üye olması, aynı zamanda Orta Doğu ülkelerinin içişlerine karışmaktan ve taraf tutmaktan kaçınmış olması bölgede belirli bir ağırlık kazanmasını sağlamıştır.36 Bunun yanı sıra, AB süreci kapsamında gerçekleştirilen reformlarla devlet yapısının çağcıl değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılması, özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisinin yerleşmesi dış politika hedefleriyle örtüşmekteydi. Bölge merkezli dış politika stratejisi çerçevesinde, Türkiye etrafında barış kuşağı oluşturulması için komşu ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmekteydi. Bu kapsamda, Yunanistan ile güvenlik artırıcı tedbirlerle iki ülke arasında etkileşim artırılarak diğer alanlardaki işbirliğine temel oluşturulmuştur.37 Çok boyutlu dış politika çerçevesinde, Orta Doğu bölgesinden başlamak üzere Afrika ve Latin Amerika açılımları gerçekleştirilmiştir. Türk dış politikasına Latin Amerika boyutu bu dönemde kazandırılmış ve bu konuda bir “Eylem Planı” uygulamaya konmuştur.38 Aynı şekilde, Orta Asya açılımlarına devam ederken, Doğu Asya ve özellikle Çin ile 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren resmi ziyaretlerde önceki dönemlere göre önemli artış görülmektedir.39 Türkiye-Afrika ilişkilerinde ise 1998 yılından itibaren bir dönüşüm yaşanmış, İsmail Cem döneminde “Afrika’ya açılım” politikası dâhilinde bir Eylem Planı hazırlanarak ilişkilerin geliştirilmesi öngörülmüştür. Bu bağlamda, siyasi ve ticari temasların artması ileriki dönemlerdeki Türkiye’nin Afrika politikalarına temel teşkil edecek niteliktedir.40 Çok yönlü dış politika stratejisinin bir diğer ayağı da, ekonomik açılımlarla karşılıklı bağımlılık yaratmak suretiyle hem dış ödemeler dengesinin sağlanması hem de siyasi ilişkilerin geliştirilmesiydi. Gerçekleştirilen yapısal reformlarla ekonomik krizin olumsuz etkileri azaltılmış, ekonomik istikrar sağlanmış ve kalkınmanın önü açılmıştır.41 Yakalanan iyileşme ve istikrarla 36 Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu, “Orta Doğu Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye (III).” 37 Atilla Sandıklı ve Erdem Kaya, “Teoriler Işığında Türk Yunan İlişkilerinde Ege Sorunu,” Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri içinde, ed. Atilla Sandıklı, (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2012). 38 Sami Kohen, “Dış Politikada Latin Rüzgârı,” AB Haber, 11 Şubat 2015, Erişim: 17 Mart 2016, http://www.abhaber.com/dis-politikada-latin-ruzgari/. 39 Selçuk Çolakoğlu, “Türkiye-Çin İlişkileri: Tek Taraflı Aşk mı?,” Ortadoğu Analiz, Sayı: 45, Cilt: 4 (Eylül 2012): s. 56. 40 İsa Afacan, “Türk Dış Politikasında Afrika Açılımı,” Ortadoğu Analiz, Ekim 2012,Cilt 4, Erişim: 18 Mart 2016, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2012105_o. analizekim.pdf. 41 Nuri Yeşilyurt, “Orta Doğu’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne 21 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi kişi başı gelirin artması, AB ile entegrasyon sürecine olumlu yansımıştır. Bu süreçte Orta Doğu ülkelerinin de Türkiye’ye bakışı değişmiş ve Türkiye’nin bölgedeki saygınlığı artmaya başlamıştır. Bu dönemde Suriye ile ilişkilerde karşılıklı üst düzey ziyaretler yapılmış, iki ülke arasında diyalog ortamı gelişmiştir. Bu elverişli ortamda gerçekleştirilen protokollerle ikili ekonomik ilişkiler canlandırılmıştır. 1999 sonrasında PKK’nın ateşkes ilan etmesiyle bölgede oluşan görece istikrarlı ortamda Türkiye, Irak’la da ticari ilişkilerini geliştirmiştir. “Komşu ve Çevre Ülkelerle Ticareti Geliştirme Stratejisi” sayesinde Arap ülkeleriyle ticaret hacmi artmıştır.42 Batı bloku içinde yer alınması ve Türkiye’nin Orta Doğu vizyon ve politikasını bu normlara uygun olarak geliştirirken; söz konusu ülkelerle ilişkilerde bu politikalara karşı tutumlarının da dikkate alınması önem arz etmektedir. 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan saldırılar sonucu ABD, dış politika söylemini ‘teröre karşı küresel savaş’ üzerine revize etmiştir. Küresel ve bölgesel dengeleri önemli ölçüde etkileyen bu retorik çerçevesinde ABD, Ekim 2001’de Afganistan’a müdahale gerçekleştirmiş ve 2003’te ise Irak’ı işgal etmiştir. Türkiye, ABD’nin Afganistan müdahalesi sırasında koalisyon güçleri içinde yer almış, hava sahasını ve iki askeri hava alanını ABD nakliye uçaklarına açmıştır. Ancak Türkiye sıcak çatışmalara girmemeye özen göstermiştir. 6. Analiz ve Değerlendirme Tarihsel süreç içinde Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, Türkiye’nin uluslararası ilişkiler vizyonunun, küresel ve bölgesel uluslararası ilişkiler ortamının ve Türkiye’deki iç siyasal gelişmelerin etkili olduğu görülmektedir. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren Batı’ya atfettiği ‘çağdaşlaşma’ temelli politika önceliğinin Orta Doğu vizyonunda tarihsel açıdan belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünü etkileyen bu birleştirici unsur bir yandan Batılı normları iç politikasına uyarlamasına ve dolayısıyla bölgede model bir ülke olarak etkinliğinin artmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’nin dış politika vizyonu çerçevesinde Batı bloku içinde yer alması Türkiye’nin gücüne, güvenliğine ve Orta Doğu vizyonuna olumlu katkılar sağlamaktadır. Öte taraftan ise, Orta Doğu ülkelerinin bu ilişkileri ve bölgeye yönelik geliştirilen politikaları nasıl algıladıkları ve değerlendirdikleri dikkate alınmazsa olumsuz etki de yapabilmektedir. Dolayısıyla, Batı bloku içinde yer alınması ve Türkiye’nin Orta Doğu vizyon ve politikasını bu normlara uygun Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt III içinde, ed. Baskın Oran, s. 403. 42 Yeşilyurt, A.g.e., s. 401-403. 22 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi olarak geliştirirken; söz konusu ülkelerle ilişkilerde bu politikalara karşı tutumlarının da dikkate alınması önem arz etmektedir. Bu hassas dengeler İran, Irak, Afganistan ve Türkiye arasında gerçekleştirilen ve Orta Doğu’da güvenlik ve barışın devamlılığını amaçlayan Sadabat Paktı girişiminde olduğu gibi olumlu sonuçlar vermiştir. Bunun yanı sıra, bölge ülkeleri tarafından “sömürgeci Batı’yla işbirliği” imajı uyandırdığı gerekçesiyle kutuplaşmalara yol açan Bağdat Paktı, beklentilerin tersine Türkiye’nin Orta Doğu’daki etkinliğine ve bölgesel güç dengelerine olumsuz etki etmiştir. Tüm bunlara ek olarak, ilk işaretlerini 1970’li yıllarda vermeye başlayan Türk dış politikasında Orta Doğu yönünde “eksen kayması” tartışmaları, Türkiye’nin uluslararası ilişkiler vizyonunda dengecilik ve çok boyutluluk unsurlarının önemine işaret etmektedir. Türkiye’nin Batı bağlantısı, hem Orta Doğu ülkelerinin hem Batılı müttefiklerinin algı ve beklentileriyle harmanlanan bir denklem içerisinde yer aldığında, Türkiye’nin milli menfaatlerine optimum düzeyde hizmet edecektir. Bu noktada, vurgulanması gereken bir husus da güç-politika-çıkar düzleminde gözetilmesi gereken dengelerdir. Nitekim, güç olduğundan fazla değerlendirildiğinde bölgesel ve küresel güçler tarafından ‘revizyonist’ eğilimli bir tehdit algısı olarak betimlenebilmektedir. Dikkat çeken bir örnek ise; 1980’li yıllarda iç ekonomik yapılanmadaki hız ve küresel ekonomiyle yakalanan entegrasyon, Türk dış politikasının önceliklerinde de değişime sebep olmuştur. Oluşan özgüvenle “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk Dünyası” gibi söylemler, revizyonist algı uyandırarak hem Batı ile hem de Orta Doğu bölgesindeki ülkelerle ilişkilere olumsuz etki yapmıştır. Soğuk Savaş’taki bloklaşmanın en keskin olduğu sıkı iki kutuplu sistemde Orta Doğu’daki rekabetin parçası olmadan ve taraf tutulmadan izlenen politikalar; Türkiye’yi sorunların parçası değil çözüm arayışında aranılan aktör konumuna taşımıştır. Küresel ve bölgesel uluslararası ilişkiler ortamındaki bir takım gelişmeler de Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonuna şekil veren unsurlardandır. Bütünsel bir yaklaşımla değerlendirildiğinde, II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve hatta Soğuk Savaşın belirli safhaları gibi kırılma noktalarının Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonuna dönüştürücü etki ettiği görülmektedir. II. Dünya Savaşı’nda oluşan belirsiz ve istikrasız uluslararası ortamı barış ve istikrar alanına dönüştürmek gayesiyle tercih edilen diplomatik yaklaşımlar, Soğuk Savaş’taki bloklaşmanın en keskin olduğu sıkı iki kutuplu sistemde Orta Doğu’daki rekabetin parçası olmadan ve taraf tutulmadan izlenen politikalar; Türkiye’yi sorunların parçası değil çözüm arayışında aranılan aktör konumuna taşımıştır. Bununla beraber, 1960’lı yıllarda Batı ile yaşanan sorunlara, farklı açılımlarla ve çok boyutlu bir dış politika anlayışla yaklaşılmıştır. Bu bağlamda, Orta 23 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Türkiye’de Batılı normların ve değerlerin yerleşmesi demokratik ve çağcıl devlet anlayışını kuvvetlendirmektedir. Bu normlardan uzaklaşması halinde saygınlığının azalması ve Türkiye’yi Orta Doğu’daki sorunların bir parçası haline getirmesi muhtemeldir. Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını tamamen Batılı müttefiklerinin beklentileri doğrultusunda geliştirmesi de bölge ülkelerinin hassasiyetleri nedeniyle olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. 24 Doğu ile ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda Türkiye, Batılı ülkelerin bölgeyle olan ihtilaflarında ve Arap ülkelerinin aralarındaki sorunlarda tarafsız kalmaya özen göstermiştir. 1980-1988 İran-Irak Savaşı’ndaki Türkiye’nin “aktif tarafsızlık” olarak nitelendirilebilecek tutumu, söz konusu ülkelerin Türkiye’den arabuluculuğun ötesinde kendi çıkarlarını birbirlerine karşı savunmasını isteyecek duruma getirmiştir. Gerek petrol kaynakları gerekse güvenlik ağırlıklı stratejik konumu nedeniyle Orta Doğu bölgede etkileşim halinde bulunan etkin küresel ve bölgesel aktörlerin çekim alanında yer almaktadır. Bölge dinamiklerine ve dengelerine yön veren bu aktörlerin hedef ve beklentileri ile küresel güç dengelerindeki değişimler ihtiyatlı ve akılcı bir perspektifle takip edilmelidir. Örneğin, bağımsızlıklarını kazanmadan önce Irak ve Suriye ile ilişkiler mandası altında olduğu İngiltere ve Fransa ile yürütülmüş fakat bağımsızlıklarını elde ettikten sonra Bağdat ve Şam’la ilişkiler karşılıklı olarak geliştirilmiştir. Zaman içinde küresel güçlerin tek başına hareketle Orta Doğu’da etkinliklerini artıramayacağı anlayışı diğer devletlerle işbirliğini zorunlu kılmıştır. ABD’nin Kuzey İttifakı ve Körfez Savaşları sırasında Koalisyon Güçleri yaklaşımları ve Türkiye’nin müttefikleriyle bölgedeki ittifakların dengelerini gözeten tutumu bu anlamda örnek teşkil etmektedir. Türkiye’nin özellikle Birinci Körfez Savaşı’ndaki Batı-Doğu arasındaki köprü konumu, Körfez Koalisyonuna destek veren iki taraf tarafından da güvenilir dost olarak algılanmasını sağlamıştır. Türkiye’deki iç siyasal gelişmeler de iç politika-dış politika etkileşimi doğrultusunda Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarını etkilemiştir. Türkiye’de Batılı normların ve değerlerin yerleşmesi demokratik ve çağcıl devlet anlayışını kuvvetlendirmektedir. Türkiye’yi Orta Doğu’da saygın bir devlet haline getirerek bölgedeki etki alanını genişletmektedir. Bu normlardan uzaklaşması halinde saygınlığının azalması ve Türkiye’yi Orta Doğu’daki sorunların bir parçası haline getirmesi muhtemeldir. Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını tamamen Batılı müttefiklerinin beklentileri doğrultusunda geliştirmesi de bölge ülkelerinin hassasiyetleri nedeniyle olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle iki yaklaşım arasında optimal bir denge kurulmalıdır. Bu konuda verilebilecek anlamlı bir örnek, Türkiye’de 1980’li yılların sonlarında Batılı değerlerle Orta Doğu ile tarihsel ve kültürel etkileşimleri harmanlayan liberal bir yaklaşımla hem Batılı normların içselleştirilmesi hem de Orta Doğu’da bölgesel dengelerin muhafaza edilmesi yönündeki politikalardır. Benzer şekilde, 1999-2002 arası “bölge merkezli dış politika” çerçevesinde uygulanan politikalarla, Orta Doğu bölgesinden başlamak üzere farklı bölge ve ülkelerle gerçekleştirilen açılımlarla ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirilmiştir. Bu çok boyutlu dış politika kapsamında, ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi Türkiye’nin etrafında barış kuşağının oluşturulmasında etkin rol oy- Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi namıştır. Bu şekilde, AB sürecinin insan hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi yaklaşımları gibi kazanımları optimum şekilde değerlendirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin özet olarak ifade edilmiş 2000’li yıllara kadarki Orta Doğu dış politikasından esinlenerek, ileriye yönelik bazı çıkarımlar elde edilebilir. Bunlar: Avrupa Birliği ile ilişkiler kapsamında Türkiye’de Batılı norm ve değerlerin yerleşmesi ve çağcıl devlet anlayışının gelişmesi, Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilere olumlu yansımaktadır. Orta Doğu ülkeleri nezdinde Türkiye’nin saygınlığını artırmaktadır. Orta Doğu politikaları oluşturulurken milli menfaatler doğrultusunda, Batılı müttefiklerin beklentileriyle bölge ülkelerinin hassasiyetleri arasında konjonktüre uygun optimal bir denge oluşturulmalıdır. Çok boyutlu dış politika doğrultusunda tüm Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerin her alanda geliştirilmesi, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gücüne önemli katkılar sağlamaktadır. Bölge ülkelerinin egemenliklerine saygı duyulmalı ve içişlerine karışılmamalıdır. Orta Doğu devletlerinin kamu düzenini ve güvenliğini sarsmayı, mevcut siyasi rejimleri devirmeyi hedef alan eylemleri engellemeye özen gösterilmelidir. Orta Doğu ülkeleri arasındaki sorunlarda taraf tutulmaması, taraflar arasında diyaloğun devam ettirilmesi ve gerektiğinde sorunların bir parçası olmadan, sorunların çözümünde kolaylaştırıcı roller üstlenilmesi veya arabuluculuk yapılması Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu güçlendirmektedir. Orta Doğu’da barış ve istikrarı bozucu girişimlerden ve bölgeyi bölecek paktlar veya anlaşmalardan uzak durulmasının faydalı olduğu mütalaa edilmektedir. 25 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 26 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi SON DÖNEM ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ 1. Uluslararası İlişkilerdeki Gelişmeler Uluslararası sistemde son 25 yılda çok önemli değişimler yaşanmıştır. Soğuk Savaş ve iki kutuplu sistem sona ermiş, dünya ABD öncülüğünde tek kutuplu bir sisteme doğru evirilmiştir. Bir süre sonra Rusya, Çin, AB, Hindistan ve Brezilya gibi güçler sistemi çok kutuplu bir yapıya dönüştürmeye başlamıştır. Günümüzde ABD öncülüğünde Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın dâhil olduğu çok önderli bir sistemden söz etmek mümkündür. Bu grup, meşruiyetini devam ettirmek için dünyanın değişik bölgelerinde yer alan gelişmekte olan devletleri G-20 ile sisteme dâhil etmektedir. Uluslararası ilişkilerde sadece sistem düzeyinde değil, aktörler düzeyinde de önemli değişim yaşanmıştır. Günümüzde aktör olarak devletler hala önemini korurken, devlet dışı aktörler de uluslararası sistem içinde etkinliğini artırmaktadır. Devletlerin yanı sıra hükümetler arası örgütler, uluslararası hükümet dışı örgütler, çok uluslu şirketler, medya, uluslararası baskı grupları ve küresel elitler de aktör olarak uluslararası sistem içinde yer almaktadır. Terör örgütleri küreselleşmenin yarattığı imkânlardan ve hassasiyetlerden istifade ederek gelişip, uluslararası sisteme ve meşru aktörleri olan devletlere meydan okumaktadır. Küresel dengesizlikleri, dini, etnik ve ideolojik hassasiyetleri istismar eden küresel terör, zamanımızın en önemli tehditlerinden biri haline evirilmiştir. Terörle mücadelede başarılı olunması için küresel işbirliğine ihtiyaç artmıştır. Gelişen teknoloji ile birlikte ulaşım, haberleşme ve bilgi sistemlerindeki gelişmeler de uluslararası ilişkiler ortamını derinden etkilemektedir. Bu değişim aktörler arasında siyasi, ekonomik, ticari, sosyal etkileşimi artırmakta ve karşılıklı bağımlılığı kuvvetlendirmektedir. Ayrıca uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun gelişmesine paralel olarak ulusal egemenlik mutlak olmaktan çıkmaktadır. Terör örgütleri küreselleşmenin yarattığı imkânlardan ve hassasiyetlerden istifade ederek gelişip, uluslararası sisteme ve meşru aktörleri olan devletlere meydan okumaktadır. Uluslararası sistem devletlerin işbirliğine dayanmakta, işbirliği maksadıyla oluşturulan kurum ve kurallar devletlerin karar alma ve uygulama esaslarını derinden etkilemektedir. Bu çerçevede devletler ulusal hukuk kuralları ve evrensel normlara aynı anda uymak durumunda kalmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da iç ve dış politika ayrımı artık önemini yitirmektedir. Uluslararası ilişkiler ortamında yaşanan değişimleri tanımlamak, anlamlandırmak, açıklamak, yorumlamak, geleceğe ait öngörülerde bulunmak ve politika önerileri geliştirmek için birçok teori geliştirilmiştir. Son yıllarda geliştirilen teoriler; uluslararası ilişkilerin sadece rasyonel yaklaşımlarla açıklanamaya- 27 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi cağı, kimlik, kültür, söylem, korku, şöhret, onur, adalet gibi normatif kavramların da dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Yeni yaklaşımlar çerçevesinde geliştirilen insani müdahale kavramı ve bu kapsamda icra edilen askeri operasyonlar devletlerin iç işlerine müdahale edilmemesi ilkesini tartışılabilir duruma getirmiştir. Ancak bu müdahaleler devlet otoritesini ortadan kaldırmakta ve terör örgütlerinin hızla gelişmesine uygun ortam yaratmaktadır. Tartışmalar insani müdahale kavramını, koruma sorumluluğu kavramına dönüştürmektedir. Günümüzde; barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı, devletler arasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmaktadır. Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi, ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu savaşların temel özelliği asimetrik unsurların kullanılmasıdır. Terör örgütleri, mafyalar, gizli servisler ve özel kuvvetlerin kullanıldığı, terörizm ve yumuşak güç savaşlarını ihtiva eden gayrinizami savaşlar; siber savaş ve yıldız savaşları gibi ileri teknoloji savaşları; düşman, dost ve tarafsız ülkeler üzerinde psikolojik etki yaratarak davranışlarını değiştirmek için milli güç unsurlarının sinerji sağlayacak şekilde kullanılmasını öngören etki odaklı harekat (effect-based operations) post-modern savaş yöntemleri içinde yerini almıştır.43 Günümüzde; barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı, devletler arasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmaktadır. Vekâlet Savaşları; devletlerin, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını elde etmek ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadıyla; kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, müttefiklerini, edilgen ülkeleri, hedef ülkedeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır.44 Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında nükleer savaşların yaratacağı tahribat nedeniyle uygulamaya konan Vekâlet Savaşları, Soğuk Savaş sonrasında daha da geliştirilerek yaygınlaşmıştır. Sert ve yumuşak güçlerin farklı birleşenlerinin kullanıldığı bölgesel savaşlar, terörizm ve Yumuşak Güç Savaşları şeklinde uygulanmaya başlanmıştır. 43 Hasan Hüseyin Ecik, “Etki Odaklı Harekât Konseptinin Tarihi Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Yeri,” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı: 3, 2006, Erişim: 15 Mayıs 2016, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/article/viewFile/5000098948/5000092204. 44 Atilla Sandıklı, “Vekâlet savaşları: Orta Doğu ve Türkiye,” Yeni Yüzyıl, 19 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/veklet-savaslari-ortadoguve-turkiye-982. 28 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 2. Küresel Güvenlik Ortamındaki Gelişmeler Soğuk Savaş sonrasında dört önemli gelişme uluslararası sistemi derinden etkilemiştir. Bunlardan birincisi 11 Eylül’de ABD’nin kalbinde meydana gelen terör saldırılarıdır. Uluslararası terörizm, ABD’nin tehdit algısını değiştirmiş ve “Önleyici Müdahale/Preemptive Intervention” kapsamında Afganistan ve Irak savaşlarının çıkmasına neden olmuştur. İkincisi 2008’de yaşanan finansal krizdir. Bu kriz ABD ekonomisinin gücü konusunda soru işaretleri oluşturmuştur. Çin’in % 10’lara yaklaşan oranlarda hızlı bir şekilde büyümesi uzun vadede ABD’nin, uluslararası sistem üzerindeki baskın etkisini tehlikeye sokacak bir gelişmeydi. Bu nedenle ABD, Asya’daki güç dengesini kendi lehine dönüştürmek için Çin’i çevreleme stratejisi uygulamaya başladı. Bu stratejinin ilk uygulaması Pasifik politikasında gerçekleştirildi. Filipinler, Japonya ve Avustralya ile askeri anlaşmalar; Vietnam ve Hindistan ile güvenlik anlaşmaları yapıldı. 2020’ye kadar ABD donanmasının %60’nın Pasifik Okyanusu’nda konuşlandırılması planlanmıştır.45 Üçüncüsü Arap Baharı kapsamında; Tunus, Mısır, Libya, Irak, Suriye, Bahreyn ve Yemen’de büyük çapta; Cezayir, Ürdün, Suudi Arabistan, Umman ve Lübnan’da küçük çapta olmak üzere tüm Orta Doğu’da mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar meydana gelmesidir. Demokrasi ve özgürlük hedefleri etkisiyle Arap Baharı olarak adlandırılmasına rağmen Orta Doğu; küresel, bölgesel ve ülke içi rekabetlerin yaşandığı bir savaş alanına dönüşmüştür. Demokrasi ve özgürlük hedefleri etkisiyle Arap Baharı olarak adlandırılmasına rağmen Orta Doğu; küresel, bölgesel ve ülke içi rekabetlerin yaşandığı bir savaş alanına dönüştü. Dördüncüsü ise Rusya’nın tekrar hegemonya peşinde koşması ve başta yakın çevresinde olmak üzere Orta Doğu’da siyasi ve askeri varlığını artırmasıdır. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması Hazar Havzası enerji kaynaklarını ve batıya ulaşım hatlarını kontrol eden Rusya’nın, ekonomik açıdan hızla kendini toparlamasına ve gelişmesine neden olmuştur. Aşırı güç ve şiddet kullanımı yoluyla Çeçenistan, Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’daki ayaklanmaları bastırmıştır. Rusya güçlendikçe tarihsel yayılmacılık güdüsü tekrar harekete geçmiştir. Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılan devletlerde “Turuncu Devrimler” ile Batı yanlısı iktidarların yönetime gelmesine tepki göstermiştir. Güney Osetya’ya Gürcistan’ın operasyon yapmasını gerekçe göstererek, askeri bir müdahale ile 2008 yılında bölgeyi Gürcistan’dan koparmış, Abhazya da Gürcistan’dan ta45 Leon Panetta, “Shangri La Güvenlik Diyaloğu Konuşması,” 2 Haziran 2012, Erişim: 16 Şubat 2016, http://archive.defense.gov/Speeches/Speech.aspx?SpeechID=1681. 29 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi mamen ayrılmıştır. Rus-Gürcü savaşında Batı’nın Gürcistan’da destek yerine hemen barış görüşmelerine başvurması Rusya’yı daha da cesaretlendirmiştir.46 Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni bir kutup oluşmaktadır. Rusya Federasyonu, Ukrayna’nın da Batı sistemine dâhil olma girişimine tepki vermiş, Kırım’ı bir gecede işgal etmiştir. Müteakiben tartışmalı bir referandum ile Kırım’ı ilhak etmiştir. Savaşı göze alamayan Batı, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Düşen petrol fiyatları ve Batı tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle ekonomik açıdan zor duruma düşen Rusya, geri adım atmamış, Ukrayna’nın Luhansk ve Donetsk bölgelerinde halk ayaklanmalarını teşvik etmiş ve silahlı gruplara destek vermiştir. GüneyOsetya, Abhazya ve Kırım’da yaptığı gibi Luhansk ve Donetsk’te de halka Rus pasaportları vermiştir.47 Son olarak Rusya, Esed ile anlaşarak Suriye’ye önemli bir askeri güç konuşlandırmış, ABD’nin tesis ettiği IŞİD karşıtı koalisyona destek verme görüntüsü ile bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başlamıştır. İran, Irak ve Hizbullah ile işbirliğini geliştiren Moskova, benzer şekilde PKK ve PYD ile de bağlantılarını arttırmaktadır. Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile Belarus, Ermenistan Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan üzerinde askeri etkisini sürdürmektedir. Ayrıca Avrasya Ekonomik Birliği vasıtasıyla bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni bir kutup oluşmaktadır. Neo-Avrasyacılık yaklaşımı doğrultusunda Rusya’nın bu dış politika atakları, küresel güç olma peşinde koştuğunun açık göstergeleridir. Kremlin, farklı ittifaklar ve işbirlikleri ile Pasifik’ten Akdeniz’e kadar etki alanını genişletmektedir. Rusya önümüzdeki dönemde Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskısını artırabilir ve Orta Doğu’daki hedefleri kapsamında PKK’yı destekleyebilir.48 3. Orta Doğu’daki Gelişmeler İnsani müdahale söylemleriyle Afganistan ve Irak Savaşları; Arap Baharı kapsamında halk ayaklanmaları, iç savaşlar ve müdahaleler Orta Doğu’yu 46 Atilla Sandıklı, Elnur İsmayılov ve Orhan Gafarlı, Kafkasya’daki Gelişmeler ve Türkiye (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2014), Rapor No: 60, s. 31. 47 Atilla Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali,” Yeni Yüzyıl, 1 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/rusyanin-kuresel-hegemonyahayali-733. 48 Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali,” Yeni Yüzyıl, 1 Ocak 2016. 30 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi adeta bir bataklığa dönüştürmüştür. Ülkelerin içlerindeki iktidar mücadeleleri, bölgesel güçlerin rekabetleri ve küresel güçlerin hegemonya savaşları farklı amaçlarla farklı ittifakların oluşmasına neden olmaktadır. Orta Doğu’daki gelişmeleri, nedenleri ve ittifakları anlayabilmek için devletlerin hedeflerini bilmek faydalı olacaktır. Orta Doğu’da siyasi ve/veya ekonomik nüfuz mücadelesinin tarafları ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya; bölgesel nüfuz alanlarını ve etkilerini genişletmeye çalışan bölgesel güçler Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’dir. ABD’nin Orta Doğu politikasının hedefleri; enerji kaynakları ve ulaşım yollarını kontrol etmek, Batı yanlısı yönetimlerin ve değerlerin bölgeye yerleşmesini sağlamak, bölge dışı veya bölgeden bir devletin hâkim bir güç olarak bölgede nüfuzunu geliştirmesine engel olmak, Araplar arasında birliğe mani olmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.49 Rusya’nın tarihsel hedefi sıcak denizlere inmektir. Rusya Çarlık döneminden bu yana yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Gürcistan ve Ukrayna krizleri ile Karadeniz’de etki alanını geliştiren Rusya, 2015 yılında Suriye’deki askeri varlığını artırmış ve Doğu Akdeniz’e yerleşmiştir. Ayrıca İran ile işbirliğini geliştirerek Irak ve Lübnan üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. Bu gelişme Şangay İşbirliği Örgütü ile birlikte düşünüldüğünde, Rusya’nın Pasifik’ten Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir bölgede ABD ve Batı karşıtı bir blok oluşturmaya çalıştığı görülmektedir.50 Fransa tarihsel nüfuz alanı olan Suriye ve Lübnan’da etkinliğini devam ettirmeyi istemektedir. Almanya ise geçmişteki hayalleri doğrultusunda bölgede nüfuz kurabilecek yapılar oluşturmaya çalışmaktadır. İsrail Arap dünyasının birlik oluşturmasını engellemek ve parçalanmış bir durumda kalmasını sağlamak, bölgede kendisini hedef alan devletler ve terör örgütlerinin gelişmesini, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar elde etmesini önlemek istemektedir. İran, Şii Hilali olarak adlandırılan Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgede nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır. Tahran ayrıca Batı ve İsrail karşıtı politikalar uygulamaktadır. Suudi Arabistan ise petrol gelirlerinden istifade ederek Vehhabilik hareketi vasıtasıyla bölgedeki nüfuzunu geliştirmektedir. Riyad özellikle İran’ın, Basra Körfez’i bölgesindeki etkinliğini zayıflatmak için çaba göstermektedir. 49 Atilla Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor,” Yeni Yüzyıl, 18 Aralık 2015, Erişim: 22 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/orta-dogu-batakliginda-insanlar-oluyor-519. 50 Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor.” 31 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Türkiye ise 2000’li yılların başlarından itibaren bölgeye özgü entegrasyon girişimlerinde bulunmuştur, Türkiye ise 2000’li yılların başlarından itibaren bölgeye özgü entegrasyon girişimlerinde bulunmuş, ancak Arap Baharı ile birlikte bu girişimler sonuçsuz kalmıştır. Arap Baharıyla birlikte bu politikalar revize edilerek Orta Doğu’daki gelişmelere paralel ve ağırlıklı olarak mezhep çatışmalarının etkisinde, Müslüman Kardeşler ve HAMAS gibi örgütlere sempati ile yaklaşan bir politika izlenmiştir. Bu uygulamalar Orta Doğu’daki cepheleşmelerin dolaylı olarak içine girilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu çerçevede Suriye ve Irak’taki gelişmeler başta olmak üzere; İran’la örtülü, Mısır’la askeri müdahale nedeniyle açık, İsrail ile Gazze ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bariz, Suriye ile sınırımıza bitişik etnik ve mezhepsel iç savaş nedeniyle hasmane bir tutum içine girilmiştir. 4. 2000’li Yıllar 2000’li yılların başından itibaren Türkiye, Orta Doğu’nun değişen siyasi konjonktürü çerçevesinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin başka bir ifadesi olarak değerlendirilebilecek komşularla sıfır sorun, yüksek düzeyli işbirliği konseyleri ve diplomaside ılımlı bir üslupla bölgedeki etkinliğini artırmıştır. Bunlara ilaveten; özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa gibi Batı dünyasınca önemsenen ve benimsenen temel prensiplere uygun politikalarla, Batı dünyası ve müttefikleri nezdinde de prestij kazanmıştır. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye, Orta Doğu’nun değişen siyasi konjonktürü çerçevesinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin başka bir ifadesi olarak değerlendirilebilecek komşularla sıfır sorun, yüksek düzeyli işbirliği konseyleri ve diplomaside ılımlı bir üslupla bölgedeki etkinliğini artırmıştır. Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerini geliştirmiş ve aynı zamanda Rusya ile de yakınlaşmıştır. Asya, Afrika ve Latin Amerika açılımları ile dünyaya açılmış; Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde komşularla ilişkilerini derinleştirmiştir. Stratejik işbirlikleri tesis ederek Orta Doğu’ya özgü entegrasyon çalışmaları yapan Türkiye, bölgesel sorunların çözümünde etkin rol almaya başlamıştır. Köklü sorunların bulunduğu bölgede önemli görüş farklılıklarına sahip birçok ülkenin nadir ortak paydalarından birisi, Türkiye’ye duydukları güven olmuştur. Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında kaydettiği ilerleme, dış ilişkilerindeki hareket sahasını ve etki gücünü artırmıştır. Vizyoner yaklaşım ile Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin tecrübesi olumlu bir sinerji yaratmış, çıkarlar ve değerler gerçekçi değerlendirmeler ile pragmatik uygulamalara dönüştürülmüştür. Vizyon ve reel politika optimali, Türkiye’nin yakın çevresinde sorunları tamamen çözemese de barış ve istikrar kuşağı oluşturulmasına katkı sağlamıştır. Yunanistan’la 1999’da başlatılan diyalog süreci, Ege sorunlarına ilişkin istikşafi görüşmeler, güven artırıcı önlemler, Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi ve üst düzey temaslar aracılığıyla işbirliğine dönüştürülmüştür. Bulgaristan ve Romanya’yla ilişkiler ileri bir seviyeye taşınmış, sorunlar çözülmüş ve eko- 32 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi nomik ilişkiler geliştirilmiş, bu ülkelerin NATO üyeliğine destek verilmiştir. Ukrayna ile ilişkilerde bir sıçrama yaşanmış ve ticaret hacmi son 10 yılda beş kat artmıştır. İki ülke arasında vizeler kaldırılmış ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulmuştur. Rusya Federasyonu’yla ilişkiler 1990’lı yılların başından itibaren ivme kazanmış, işbirliğinde “çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık” seviyesine ulaşılmıştır. Rusya ile 2010 yılında Üst Düzeyli İşbirliği Konseyi oluşturulmuş, vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması ikili ilişkilerin gelişmesi için önemli bir fırsat ve potansiyel yaratmıştır.51 Kafkasya ülkelerinin toprak bütünlüklerinin korunması, bölgedeki sorunların barışçıl yollardan çözüme kavuşturulması ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi için politikalar uygulanmıştır. Bu kapsamda Türkiye, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu girişiminde bulunmuş, bölgede bir diyalog ve güven ortamı oluşturmaya çalışmıştır. Tarihi ve kültürel yakınlık bulunan Azerbaycan’la ilişkiler kuvvetlendirilmiştir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması yönünde söylemler sürdürülürken, Abhazya ile Güney Osetya ihtilaflarına çözüm bulunmasına yönelik politikalar geliştirilmiştir. Güney Kafkasya’da sürdürülebilir bir barış ortamının sağlanması amacıyla, 2009 yılında Ermenistan’la zorlu görüşmelerden sonra iki önemli Protokol imzalanmıştır.52 Protokollerin onay sürecinde ilerleme sağlanamasa da geleceğe yönelik umutlar artmıştır. Orta Doğu politikasını bağımsızlık, Batı karşıtlığı ve bölgesel liderlik hedef ve prensipleri doğrultusunda geliştiren İran ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkiler karşılıklı fayda sağlayacak şekilde hızla geliştirilmiştir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2000 yılında 1 milyar dolarken 2005 yılında 4 milyar dolara, 2011 yılında ise 14,9 milyar dolara yükselmiştir.53 İran’ın uluslararası toplumda endişe yaratan nükleer programı yakından izlenmiş ve meselenin diplomatik ve barışçıl yollardan çözümüne yönelik girişimler aralıksız sürdürülmüştür. Bu dönemde en önemli bölgesel gelişme 2003 yılında Irak’ta yaşanmıştır. ABD, Orta Doğu’da yeni bir düzen oluşturmak maksadıyla, BM’nin uyguladığı silah denetimine uymadığı ve gizli bir şekilde kitle imha silahları ürettiği gerekçesiyle, askeri bir harekâtla Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi hedeflemiştir. Türkiye bu harekâtın olumsuz etkilerini en aza indirmek için gönülsüz de olsa ABD ile işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Türkiye’de savaşa destek verilmesi konusunda kararsızlık yaşanması nedeniyle ABD’nin Vizyoner yaklaşım ile Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin tecrübesi olumlu bir sinerji yaratmış, çıkarlar ve değerler gerçekçi değerlendirmeler ile pragmatik uygulamalara dönüştürülmüştür. Vizyon ve reel politika optimali, Türkiye’nin yakın çevresinde sorunları tamamen çözemese de barış ve istikrar kuşağı oluşturulmasında önemli katkılar sağladı. 51 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız,” Erişim: 17 Ocak 2016, http://www.mfa.gov.tr/komsularla-sifir-sorun-politikamiz.tr.mfa. 52 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız.” 53 Fatma Sarıarslan, “2000’li Yıllarda Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri,” Akademik Ortadoğu, Erişim: 22 Şubat 2016, http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu14makale/ fatma_sariaslan.pdf. 33 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Türkiye üzerinden kuzey cephesi açmasını ve Türk askerinin de Irak’a girmesini öngören tezkere TBMM’de kabul edilmemiştir. Türkiye’nin ananevi dış politika prensiplerinden tutarlılık ve güvenirlilik prensibine uyulmadığı için müttefiklerle birlikte hareket edilmemesinin maliyeti ise daha sonra ortaya çıkmıştır. Müttefiklerle beraber hareket edilmediği takdirde düzen kurmak bir yana Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri dahi yönlendiremediği gözlemlenmiştir. Ankara bu nedenle ABD ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. 34 Türkiye, ABD tarafından belirlenen senaryonun oyuncusu olmak istememiş, bunun sonucu olarak ABD ile ilişkilerde kriz yaşanmaya başlanmıştır. Krizin derinleşmesini önlemek için Türk hava sahasının ABD uçaklarına açılmasını ve Türk askerinin Irak’a gönderilmesini öngören ikinci tezkere TBMM’de kabul edilmiştir. Fakat ABD askeri harekâtı sadece güneyden gerçekleştirmiş ve Türk askerleri Irak’a girmemiştir. Müttefiklerle birlikte hareket edilmemesinin maliyeti ise daha sonra ortaya çıkmıştır. ABD yetkilileri Irak’ta karşılaşılan uzun süreli direnişi Türkiye üzerinden cephe açılmamasına bağlamış ve Türkiye’yi suçlamış, ABD-Türkiye gerilimi Süleymaniye’de 10 Türk askerinin başına çuval geçirilmesi ve gözaltına alınması boyutuna kadar ulaşmıştır. Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğunu değerlendiren PKK terör örgütü bu dönemde yeniden silahlı eylemlere başlamış ve Kürdistan Topluluklar Birliği’ni (KCK) teşkil ederek bölgede devletleşmeye yönelik örgütlenmiştir. Türkiye, Irak’ın işgali sürecinde gücünü olduğundan büyük değerlendirmiş, düzen kurucu ülke olarak gelişmeleri kendisinin yönlendirebileceğine inanmış, ancak tam tersi bir sonuçla karşı karşıya kalmıştır. Müttefiklerle beraber hareket edilmediği takdirde düzen kurmak bir yana Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri dahi yönlendiremediği gözlemlenmiştir. Ankara bu nedenle ABD ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. ABD’nin terörizmin ideolojik kaynağını kurutmak, Orta Doğu’da ekonomik, sosyal, siyasal, güvenlik, hukuk vb. alanlarda reformlar yaparak sorunları çözmek ve demokrasinin gelişmesini sağlamak maksadıyla uygulamaya koyduğunu belirttiği Büyük Orta Doğu Projesi, Türkiye’nin bu girişimi için uygun ortamı sağlamıştır. Türkiye bu projede eş başkan olarak önemli sorumluluklar almıştır. Türkiye ayrıca Batı ile İslam dünyası arasındaki gerilimleri azaltmak ve farklı medeniyetlerin benimsediği ortak değerlere dikkat çekmek maksadıyla İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı Projesi’ne eş başkanlık yapmıştır. Bu dönemde AB ile müzakere süreci başlatılarak reformlara ağırlık verilmiş, Türk siyasal ve hukuk sisteminin Batılı normlara uygun hale getirilmesine yönelik adımlar atılmıştır. Neticede bu projeler ve adımlarla Türkiye’nin ABD ve Batı ile ilişkileri düzelmeye ve Orta Doğu’daki etkinliği artmaya başlamıştır. Bu dönemde Irak’taki tüm siyasi gruplarla iyi ilişkiler kurulmuştur. Türkiye, Irak’ın, siyasi birliği ve toprak bütünlüğü konusunda yoğun çaba harcamış, etnik ve mezhepsel gerilimlerin çatışmaya dönüşmemesi için taraflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynamıştır. Irak’ın kuzeyindeki özerk bölge yönetimiyle zaman zaman sorunlar yaşansa da sonunda uzlaşma sağlanmış ve kültürel, ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirilmiştir. Türkiye’nin girişimiyle başlatılmış Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi olan “Irak’a Komşu Ülkeler Süreci” ile ilk etapta Irak’ın komşularının, ardından ilgili ülke ve uluslararası kuruluşların Irak’a yönelik çabalarının eşgüdümü sağlanmış, Irak’ta istikrarın tesisine katkı yapılmıştır. Irak merkezi yönetimiyle 2008 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturulmuş ve ilişkiler çok boyutlu olarak geliştirilmiştir.54 Adana Anlaşması ile 1998’de düzelmeye başlayan Türkiye-Suriye ilişkilerinde, 2000’li yıllarda uygulamaya konan dış politika sayesinde yakınlaşma başlamıştır. ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında kendini tehdit altında hisseden Suriye ile Türkiye arasında sorunlar hızla çözülmüş ve siyasi ilişkiler geliştirilmiştir. Siyasi ilişkilerde yakınlaşma ekonomik ilişkilerin de gelişmesine katkı yapmıştır. İki ülke arasında hızla gelişen ekonomik ilişkiler, kültürel münasebetlerin de gelişmesini kolaylaştırmış ve adeta iki ülke arasında sınırların önemi ortadan kalkmıştır.55 Yaratılan güven ortamı askeri işbirliğinin başlatılması konusunda dahi adımlar atılmasını sağlamıştır. Türkiye, Suriye’nin dünyaya açılan kapısı konumuna gelmiştir. Türkiye, İsrail-Suriye arasında arabuluculuk yapmış, Lübnan devlet başkanlığı krizinin çözümünde ve Suriye’nin koruması altında bulunan HAMAS odaklı İsrail-Filistin sorununun çözümünde önemli rol oynamıştır. Diğer tarafta Türkiye, milli bir dava olarak addettiği Kıbrıs konusunda sorunun çözümü yönünde de esnek ve yapıcı bir tutum benimsemiştir. Türkiye, Kıbrıs sorununun, yerleşmiş BM parametrelerine dayanan, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması yönündeki tüm diyalog ve görüşmeleri desteklemiştir. BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği girişimlerin başarıya ulaştırılması için gayret sarf etmiştir. Uzun süren müzakerelerden sonra hazırlanan Annan Planı, içerdiği çeşitli olumsuzluklara rağmen geç de olsa Kıbrıs Türk tarafından kabul edilmiştir. Ancak plan Rum tarafının kabul etmemesi nedeniyle hayata geçirilememiştir. Bu durum çözüm yolunda zorluk çıkaran tarafın Türk değil Rum tarafı olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.56 Bu yıllarda Türkiye bölgede “sürdürülebilir barış ve istikrarın sağlanması” için gayret etmiştir. Bu kapsamda; İran’ın nükleer silahlanma faaliyetlerini durdurmasının yanı sıra İsrail’in de elindeki mevcut nükleer silahları imha etmesi gerektiği ifade edilmiştir. HAMAS liderlerinden Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin 2004’te öldürülmesi üzerine İsrail’in bölgede devlet 54 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye-Irak Siyasi İlişkileri,” Erişim: 17 Şubat 2016, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 55 Yeşilyurt, “Orta Doğu’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt III içinde, ed. Baskın Oran, s. 401-402. 56 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız.” 35 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi terörü uyguladığı şeklindeki açıklama, Tel Aviv’de rahatsızlık ve tedirginlik meydana getirmiştir. Ancak PKK’nın Kuzey Irak’ta faaliyetlerine yeniden başlaması, ABD ile 1 Mart Tezkeresi’nden dolayı bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ve Ermeni iddialarıyla ilgili yasa tasarıları karşısında uluslararası destek ihtiyacı İsrail’le ilişkilerde yumuşamaya neden olmuştur.57 Ortaya çıkan risklerle mücadele edebilmek için Türkiye’nin bazı jeopolitik üstünlüklere sahip olduğu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler ışığında Türkiye politika oluşturma ilkelerine düzen kurucu aktör ilkesini dâhil etmiş ve bu ilkeyi öncelemiştir. İzlenen çok yönlü ve çok boyutlu dış politika, Türkiye’nin Orta Doğu Barış Süreci’nde aktif ve yapıcı bir rol alabileceğine yönelik beklentileri artırmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında sürdürülecek müzakerelerde arabulucu ülke olması iki ülke tarafından da kabul görmüştür. Ancak İsrail’in izlediği politikalar Türkiye’nin tarafsız bir şekilde politika üretmesini imkânsız hale getirmiştir. Bu anlamda ilk büyük kriz 2006’da İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesiyle ortaya çıkmıştır. İkincisi 2008’de Gazze’ye “Dökme Kurşun” operasyonu ile yaşanmıştır.58 Saldırı süresinin uzaması, şiddet yoğunluğunun artması üzerine İsrail, Türkiye tarafından “devlet terörü işlemek” le itham edilmiştir. İki devlet arasındaki kriz Davos diplomatik kriziyle daha da derinleşmiş ancak buna rağmen İsrail ile ilişkiler koparılmamıştır. 5. 2010 Sonrası Vizyon 2010 yılından itibaren Orta Doğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan köklü bir değişim süreci başlamıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu süreçte Orta Doğu bölgesinde yaşanan gelişmeleri ve Türkiye’nin uyguladığı politikaları, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma” başlığı altında şu şekilde özetlemektedir: Türkiye, bu değişim sürecini kendi ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda değişime ilişkin doğru bir anlayış geliştirmeye ve değişimlere uygun stratejiler oluşturmaya gayret etmiştir. Ortaya çıkan risklerle mücadele edebilmek için Türkiye’nin bazı jeopolitik üstünlüklere sahip olduğu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler ışığında Türkiye politika oluşturma ilkelerine düzen kurucu aktör ilkesini dâhil etmiş ve bu ilkeyi öncelemiştir. Ayrıca farklı paradigmalar, açıklanan ilkelerin uygulamaya dönüşmesini önemli ölçüde etkilemiştir. Bunlardan birincisi; ulusal çıkarlarla birlikte değer odaklı bir dış politika takip edilmesidir. Bu çerçevede Türkiye’nin küresel bir aktör ve akil bir ülke olduğu vurgulanmıştır. Akil ülkelerin ekonomik kriz ve siyasal dönüşüm sürecinde; çatışmaların önlenmesi, arabuluculuk, çatışma çözümü ve kalkınma yardımı konularında katkı yapması gerektiği belirtilmiştir. Küresel hedeflere ulaşmak 57 “Türkiye-İsrail İlişkileri,” SDE Analiz, Ekim 2011, Erişim: 20 Ocak 2016, s.13, http:// www.sde.org.tr/userfiles/file/TURKIYE%20ISRAIL%20ILISKILERI.pdf. 58 A.g.e., s.14. 36 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi için evrensel değerlerin kararlı bir savunucusu olurken, aynı zamanda yerel değerlerle birleştirilmesi amaçlanmıştır. Adalet ve eşitlik ilkeleri gereği bölge halklarının; özellikle insan hakları, demokrasi, iyi yönetişim, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü gibi normlara sahip olması arzu edilmiştir. Bölgede demokratikleşme deneyimi yaşanırken, demokratik değerleri destekleme ve ulusal çıkarları savunma arasındaki denge korunmaya çalışılmıştır.59 İkincisi; küresel aktör ve akil bir devlet olarak dönüşüm sürecinde zorlukların üstesinden gelmek için özgüvenle hareket edilmelidir. Sorumlulukların karşılanması için gerekli araçlar ve dışişleri bakanlığının yetenekleri geliştirilmiştir. Üçüncüsü; dış politikanın özerk bir şekilde belirlenmesi ve yürütülmesidir. Bu politikalar çıkarlar ve değerler perspektifinde Batılı ülkelerle koordine edilebilir, ancak önemli olan dış güçlerin belirlediği politikalarda roller alınması değil, Türkiye’nin kendi belirlediği politikaları uygulamasıdır. Dördüncüsü ise vizyon temelli politikaların takip edilmesidir. Akil ülke rolü ve kriz yönetimi ile vizyon yönetimi arasında sağlıklı denge kurulmalıdır.60 Davutoğlu, bu esaslar doğrultusunda Türkiye’nin küresel düzeyde vizyonunu; “uluslararası toplumun genelini kapsayan katılımcı bir uluslararası düzenin kurulması” olarak belirtmiştir. Küresel düzenin üç boyutu bulunmaktadır: diyalog ve çok taraflılığa dayalı bir siyasal düzen, adalet ve eşitliğe dayalı bir ekonomik düzen, kapsayıcılık ve uzlaşmaya dayalı bir kültürel düzen.61 Bölgesel düzeyde vizyonu ise; bölge devletlerinin demokrasi ve gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık kapsamında birbirleriyle tamamen bütünleştiği; halkların meşru taleplerini yansıtan, temsili siyasal sistemler üzerine inşa edilmiş bölgesel bir düzendir.62 Davutoğlu’nun belirlediği bu vizyon Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerine yönelik politikalarını şekillendirmiştir. Türkiye’nin değer odaklı yaklaşımı, demokrasi ve genel meşruiyete olan vurgusu Orta Doğu’daki ayaklanmalara ilişkin politikalarına yön vermiştir. Tunus’taki devrimle birlikte uygulanması gereken politikaların temel ilkeleri belirlenmiştir. İlk olarak ifade özgürlüğü ve diğer siyasal reformlar talep eden halkların des- Bölgesel düzeyde vizyonu ise; bölge devletlerinin demokrasi ve gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık kapsamında birbirleriyle tamamen bütünleştiği; halkların meşru taleplerini yansıtan, temsili siyasal sistemler üzerine inşa edilmiş bölgesel bir düzendir. 59 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma,” SDE, 2012, Erişim: 19 Ocak 2016, s. 3-4, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/08/vision_paper_turkce_031.pdf. 60 Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma,” s. 5-7. 61 Ahmet Davutoğlu, “Küresel Yönetişim,” SAM Vision Papers, No.2, (Ankara: Mart 2012), 8-14, Erişim: 22 Şubat 2016, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/vision_Paper_02_Turkce.pdf. 62 Ahmet Davutoğlu, “Geleceğe Yönelik Bir Balkan Vizyonu,” SAM Vision Papers, No.1, (Ankara: Ekim 2011), 5-11. http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/Vision_Paper_ No1_Turkce.pdf. 37 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi teklenmesine karar verilmiştir. Geçici güç dengesi hesapları dikkate alınarak halklarla derin ve değerli dostluğu sürdürme amacından vazgeçilmeyeceğine karar verilmiştir. İkincisi, istikrarlı ve meşru demokratik siyasal yapılara geçişin; güvenlik ve özgürlük arasında oluşturulacak bir dengeyle sağlanabileceği vurgulanmıştır. Üçüncüsü, demokratik taleplere atfedilen önem ile komşularla sıfır sorun ilkesi arasında bir çelişki yoktur. Bu nedenle baskıcı rejimlere karşı durulmalıdır. Dördüncüsü, bölgenin geleceğini bölge halkları belirlemeli, bu nedenle de dış müdahaleye karşı durulmalıdır. Beşincisi, bölgedeki tüm halklar ebedi kardeş olarak kabul edilmiş ve mezhepsel gerilimleri azaltmanın bir görev olduğu vurgulanmıştır.63 Halkların desteklenmesi ve devletlerin tamamen ihmal edilmesi durumunda, Suriye’de olduğu gibi demokratik olmayan diğer küresel ve bölgesel güçlerin rejimi ayakta tutabilmek için müdahale edecekleri ve bunun sonucunda iç savaş çıkacağı ve özgürlüklerin tamamen ortadan kalkacağı değerlendirilememiştir. Davutoğlu’na göre Orta Doğu’daki halk ayaklanmalarında talep edilen değerler, Türk halkının sahip olduğu değerlerle aynıydı. Halkların bunları talep etmeye hakları vardı. Halkların demokrasi mücadelesinde tarihin doğru tarafında yer alınmalıydı. Ülkeyi kendi şahsi mülkü gibi gören, evrensel değerler ve temel insan haklarını, bilhassa hayat hakkını, tamamıyla hiçe sayan rejimlere müsamaha gösterilemezdi. Nitekim Türkiye de Arap halklarının taleplerine “nerede olurlarsa olsunlar ve taleplerinin içeriği ne olursa olsun” koşulsuz destek vermeye karar vermiştir.64 Ancak tarihsel deneyimlerden elde edilen, Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ve içlerindeki anlaşmazlıklara karışılmaması ve taraf tutulmaması ilkesi göz ardı edilmiştir. Devletlerin değil sokaklarda gösteri yapan halkların yanında yer alınması riskli bir karar olmuş, bu yaklaşım uygulamada devletlerin iç işlerine karışılması yolunu açmıştır. Otoriter yönetimler ile halklar arasındaki çatışmaların derinleşmesi Türkiye’nin Orta Doğu’daki sorunlara daha fazla müdahil olması sonucunu doğurmuştur. Böylece, dış politika, mevcut koşulların ötesine geçerek fazla ideolojik bir özellik kazanmıştır. Davutoğlu’nun belirlediği esaslar doğrultusunda Orta Doğu’daki rejimlere halklarının demokrasi arayışını göz ardı etmemeleri tavsiye edilmiş, bu rejimlerden özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi kurmaları istenmiştir. Güvenliğin özgürlük için feda edilmesi durumunda kargaşa, özgürlüğün güvenlik için feda edilmesi durumunda diktatörlük rejimlerinin ortaya çıktığı vurgulanmıştır. Güvenliği riske atmadan azami derecede özgürlük ve özgürlükleri sınırlamadan azami derecede güvenlik sağlanması konusunda liderler teşvik edilmiştir.65 Ancak halkların desteklenmesi ve devletlerin tamamen ihmal edilmesi durumunda, Suriye’de olduğu gibi demokratik olmayan diğer küresel ve bölgesel güçlerin rejimi ayakta tutabilmek için müdahale edecekleri ve bu63 Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma,” s. 8. 64 Davutoğlu, A.g.e., s. 8. 65 Davutoğlu, A.g.e., s. 9. 38 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi nun sonucunda iç savaş çıkacağı ve özgürlüklerin tamamen ortadan kalkacağı değerlendirilememiştir. Uzun vadeli vizyoner politikanın gerekli koşulu olan esneklik gösterilemediği için de çoğu zaman başarılı sonuçlar alınamamıştır. Arap Baharı sürecinde rejimler ve halklar arasında arabuluculuk yapmak için diplomasinin tüm araçları kullanılmıştır. Türkiye, rejimler vatandaşlarına karşı kaba kuvvet kullandıklarında, kan dökülmemesi ve katliamların sona erdirilmesi için diplomatik çözümler aramıştır. Yıkıcı etkileri nedeniyle askeri dış müdahaleler engellenmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda liderlerin zulümlerine karşı sessiz kalınmamış ve zulmü sona erdirmek için uluslararası toplumla birlikte hareket edilmiştir.66 Ancak uluslararası toplum Mısır’daki darbede olduğu gibi esneklik göstererek farklı uygulamalara gidince Türk dış politikasında benzer bir esneklik sağlanamamış, idealist politikalar sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başlamıştır. Bölgede sınırsız işbirliği ve ekonomik entegrasyon arzulandığı için geçiş sürecinin yeni bölünmelere mahal vermemesine dikkat edilmiştir. Özellikle, mezhepler arası bölünmeleri – mesela Şii siyasal rejimlere karşı Sünni siyasal rejimler, eski rejimlere karşı yeni demokratik rejimlerin savunucuları – önlemek için gerekli girişimlerde bulunulması hedeflenmiştir.67 Ancak Türkiye Arap halklarının demokrasi arayışını, Sünni İslam anlayışı ve Ankara merkezli olarak değerlendirmek durumunda kalmıştır. Özellikle İran’ın Suriye’de Esed rejimini ayakta tutma konusundaki kararlılığı, Irak’ta merkezi hükümeti desteklemesi ve Yemen’de Husileri kullanma yönündeki tutumu farklı mezheplerin etkili olduğu devletler arasındaki ayrışmayı derinleştirmiştir. Bu nedenle Suriye’de ve bölgede mezhepsel gerilim tırmanmış, rejimler arasındaki çatışmalar artmıştır. Dış politikada açıklanan vizyon, belirlenen hedef ve prensipler doğrultusunda hareket edilmesi öngörülmesine rağmen başarılı sonuçlar alınamamıştır. AB ile müzakerelerin yavaşlaması ve ilişkilerin bozulması, Rusya ile ilişkilerin gelişmesi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olunması yönündeki söylemler bu olumsuzlukları derinleştirmiş, dış politikada Batıyla ters düşüldüğü yönündeki algılar güçlenmiştir. Batıdan uzaklaştıkça insan hakları, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi kavramlardan da uzaklaşıldığı yönündeki eleştiriler de artmıştır. 6. 2010 Sonrası Gelişmeler Uluslararası toplum Mısır’daki darbede olduğu gibi esneklik göstererek farklı uygulamalara gidince Türk dış politikasında benzer bir esneklik sağlanamamış, idealist politikalar sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başlamıştır. AB ile müzakerelerin yavaşlaması ve ilişkilerin bozulması, Rusya ile ilişkilerin gelişmesi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olunması yönündeki söylemler bu olumsuzlukları derinleştirmiştir, 2000’li yılların başlarındaki vizyon, hedef ve prensipler doğrultusunda gerçekleştirilen politika ve uygulamalar, Orta Doğu’da yaşanan hızlı değişim ve 66 Davutoğlu, A.g.e., s. 9. 67 Davutoğlu, A.g.e., s. 9. 39 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Gücün olduğundan büyük değerlendirilmesi ve bu doğrultuda söylem, hedef ve politikaların geliştirilmesi; olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirmiştir. gelişmeler sonrasında her geçen gün sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başlamıştır. İdealist yaklaşımlar çerçevesinde ahlaki, adil ve değerler çizgisinde kurulması arzu edilen küresel ve bölgesel sistemler üzerine yoğunlaşılmıştır. Türkiye başlangıçta bölgesel bir güç, daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel bir güç olarak değerlendirilmiş, bu doğrultuda söylem, hedef ve politikalar gündeme gelmeye başlamıştır. Söylemler, özellikle Avrupa ve ABD medyalarında “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirmiştir. Bu görüş doğrultusunda hareket eden müttefik ve müttefik olmayan devletler, güvenlikleri ve bazı önemli çıkarlarının tehdit edildiği izlenimine kapılarak Türkiye’nin bölgedeki etkisini engelleme çabası içine girmiştir. Bu ihtimal dikkate alınmadığı için Türkiye yıpratılması gereken hedef ülke durumuna gelmiştir. Bu kapsamda Türkiye, Brezilya ve İran arasında geliştirilen “Tahran Anlaşması” ilk hayal kırıklığının yaşanmasına neden olmuştur. Mayıs 2010’da Türkiye, İran ve Brezilya arasında uranyum takası konusunda mutabakat metni imzalanmıştır. Düzen kurucu ülke olarak proaktif bir anlayışla gerçekleştirilen bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi’nden destek alamamıştır. ABD’nin girişimiyle İran’a ağır yaptırımlar uygulanmasını öngören 1929 sayılı karar Haziran 2010’da Türkiye ve Brezilya’nın ret oyuna rağmen BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilmiştir.68 Ayrıca bu gelişme ABD’nin büyük tepkisine neden olmuş ve Türkiye’nin Batı bloku içindeki yeri sorgulanmaya başlamıştır. Türk dış politikasının Batı ile ters düşme süreci Mavi Marmara olayı ile hızlanmıştır. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo konusuna uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerken, İnsani Yardım Vakfı’nın organizasyonu ile Mavi Marmara adlı gemi, Gazze’ye yardım malzemeleri götürmek üzere bir grup gemi ile birlikte yola çıkmıştır. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yakın uluslararası sularda İsrail Ordusu’nun gemiye asker çıkarması üzerine organizasyon amacına ulaşamamış ve İsrail komandoları tarafından 9 Türk öldürülmüş, 30 kişi ise yaralanmıştır.69 Bu noktada, Türkiye-İsrail ilişkileri derin yara almıştır. Türkiye her platformda İsrail’e karşı ağır eleştirilerde bulunmuş ve İran’ın nükleer silah elde etmeye çalıştığı konusunda yapılan eleştiriye her zaman İsrail’in nükleer silahları konusunu gündeme getirerek cevap vermiştir. Bu durum Tahran Anlaşması’yla başlayan olumsuz süreci daha da kötü hale getirmiştir. 68 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, Kaos Senaryolarının Merkezinde İran (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2012), s.12. 69 “İsrail Mavi Marmara’ya saldırdı: 9 ölü 30 yaralı,” T24, 31 Mayıs 2010, Erişim: 13 Aralık 2015, http://t24.com.tr/haber/israil-mavi-marmaraya-saldirdi-9-olu-30-yarali,79210. 40 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Büyük Orta Doğu Projesi ve Medeniyetler İttifak’ı ile Orta Doğu’da cazibe merkezi haline gelen Türkiye, Arap Baharı sürecinin başlangıcında bölgedeki etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Sıcak çatışmaların tarafı olmadan, daha çok insani yardım ve Libya’da olduğu gibi tahliye harekâtı ile gündemde yer almıştır. Türkiye gelişen özgürlükçü yaklaşımı, demokrasisi, ekonomisi ve artan refahı ile Orta Doğu halkları için örnek bir ülke konumuna gelmiştir. TESEV tarafından 2011’de Orta Doğu ülkelerinde yapılan bir araştırmada “Türkiye, Orta Doğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna katılanların % 61’i “Evet” demiştir.70 Nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olması ve Batı dünyası içindeki yeri Türkiye’yi ayrıcalıklı bir ülke konumuna yükseltmiştir. Tunus ve Mısır’da devrimler sonrası iktidara gelen yönetimler yüzünü Türkiye’ye dönmüştür. Bu durum Türkiye’nin özgüvenini artırmış, Ankara küresel bir güç gibi özerk politikalar uygulamaya ve Orta Doğu’da düzen kurucu bir ülke olarak hareket etmeye başlamıştır. Bu kapsamda Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini hızla geliştirmiş ve HAMAS ile daha da yakınlaşmıştır. Bu sayede Orta Doğu’daki etki alanını eski Osmanlı coğrafyasına genişletebileceğini değerlendirmiştir. Türkiye, Suriye’de halk hareketleri ayaklanmaya dönüşünce, kısa bir süre Esed rejimini reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Bunda başarılı olamayınca, Esed’le ilişkiyi kesmiş ve halkın yanında yer almıştır. Düzen kurucu bir ülke olarak Suriye’de muhalefeti teşkilatlandırmaya çalışmış, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte muhaliflere her türlü yardımı yapmıştır. İran ise gelişmeleri Nusayri Esed yönetimine karşı Sünnilerin bir savaşı olarak değerlendirmiş ve kendi çıkarlarına tehdit olarak görmüştür. Tahran ayrıca Irak’ta Şii yönetimin Sünniler üzerindeki hâkimiyetini de geliştirmesini desteklemiştir. Bahreyn, Yemen, Katar ve Suudi Arabistan’da Şii ayaklanmalarına karşı yapılan operasyonlara tepki göstermiştir. Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimi ve İran-Türkiye, İran-Suudi Arabistan rekabeti artmaya başlamıştır. Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme sürecinde yaşanmıştır. Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme sürecinde yaşanmıştır. Libya’da Eylül 2012’de ABD Büyükelçiliği’nin basılması, Büyükelçi ve 3 elçilik personelinin öldürülmesi sonrasında Arap Baharı’nda süreç tersine dönmüştür. Arap Baharı ile Batı değerlerinin bölgeye yerleşmesinin kendi çıkarlarına uygun olduğunu değerlendiren ABD, gelişmelerin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görünce farklı bir politika uygulamaya başlamıştır. ABD için Orta Doğu’da en büyük tehdit bölge içinden bir gücün gelişerek nüfuzunu artırması ve hâkim bir duruma gelmesidir. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler 70 “Orta Doğu’da Türkiye Algısı,” TESEV, 2 Şubat 2011, Erişim: 23 Şubat 2016, http://tesev. org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.pdf. 41 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi ve HAMAS ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuzunu artırması, bölgede oyun kurucu ülke olduğunu ileri sürmesi ve bu doğrultuda hareket etmesi; hem ABD hem de İran’da rahatsızlık yaratmıştır. Hatta Müslüman Kardeşler’le ilişkisi nedeniyle Suudi Arabistan’da dahi rahatsızlık meydana getirmiştir.71 Bu dönemde Müslüman Kardeşler’in merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destekli selefi gruplar Cumhurbaşkanı Mursi yönetiminden desteğini çekmiştir. Cumhurbaşkanı Mursi, Mısır’ı yönetmekte sorunlar yaşamış ve olaylar çıkmıştır. Halkın tepkisini öne süren Sisi 3 Temmuz 2013’de silahlı kuvvetleri arkasına alarak Mursi yönetimine karşı darbe yapmıştır. “Mursi halk desteğini kaybetti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı tarafından desteklenmiştir. Türkiye darbeyi kınamış ve darbe sonrasında kurulan hükümeti meşru bir yönetim olarak tanımamıştır. Bu gelişmelerden sonra, Mısır’la ilişkiler kopmuş ve Orta Doğu politikaları konusunda ABD ve Batı ile ayrışma derinleşmiştir. Gelişmelerin PKK ve Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar yaratabileceği öngörülememiştir. Yine 2013 yılında Suriye ile kimyasal silahların imhasına yönelik anlaşma imzalandıktan sonra, öncelikli tehdit ortadan kalktığı için ABD ve Batılı güçler Suriye’de ılımlı muhalif güçlere yaptığı yardımı kesmiştir. Türkiye, Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakılmış ve uygulamaya çalıştığı bütün politikalar bir bir başarısızlığa uğramıştır. Bu süreçte içerideki çözüm sürecini istismar eden PKK terör örgütü Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG örgütlenmesine ağırlık vermiş, PYD IŞİD karşısındaki konumu sayesinde giderek dış destek alan bir unsur haline gelmiştir. Sonuçta Suriye’nin kuzeyinde Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin temelleri atılmaya başlamıştır.72 Irak’taki iç savaşla merkezi yönetimin dış desteklerle güçlendirilmesi yönündeki gelişme, bölgesel güçler arasındaki bölünmeleri derinleştirmiştir. Rusya’nın Suriye’de Esed rejimini güçlendirme politikası, Türkiye ile Rusya’nın politikalarının ters düşme sürecini başlatmıştır. Küresel ve bölgesel güçler tarafından görmezden gelinen IŞİD hızla gelişmiş, Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etmiştir. IŞİD’in insanlık dışı eylemleri ve katliamları, uluslararası medyadaki kasıtlı haberler marifetiyle Sünni İslam anlayışıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle ABD ve diğer Batılı devletlerin İran’a yaklaşma girişimleri, Batı-Suudi Arabistan ilişkilerinin girdiği süreç bölgede İran lehine bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esed rejiminin bölgedeki pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azalmıştır. Uluslararası ilişkiler 71 Atilla Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II,” Yeni Yüzyıl, 24 Kasım 2015, Erişim: 12 Aralık 2015, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/turk-dis-politikasinin-analizi-ii-192. 72 Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II.” 42 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine dönmüştür. Gelişmelerin PKK ve Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar yaratabileceği öngörülememiştir. Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı PYD’nin özerk bir Kürt devleti kurma ve petrol sahalarını kontrol etme girişimi; Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetiminin bağımsızlığını ilan etmesi; PKK’nın Türkiye’de özerklik taleplerinin kitlesel halk hareketlerine dönüşmesi risklerine karşı bütüncül politikalar geliştirilememiş ve gerekli tedbirler zamanında alınamamıştır. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de potansiyel gerilimler artmıştır. Bu bağlamda gerilimler, Gezi Olayları ve 6-8 Ekim Kobani Kalkışması ile çatışmaya dönüşmüştür. Çözüm süreci çökmüş ve PKK terör örgütünün eylemleri artmıştır. Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve İdil, Mardin’in Dargeçit ve Nusaybin, Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde hendek ve barikatlar kurulup “kurtarılmış bölgeler” oluşturulmuştur. Ayrıca Ankara’da sivillere yönelik iki büyük terör saldırısı gerçekleştirilmiştir. PKK’nın fiili özerk (kurtarılmış) bölgeler kurarak kitlesel halk hareketi ile sonuç alma stratejisi; devletin gösterdiği kuvvetli mücadele iradesi, TSK’nın ve diğer güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları, bölge halkının terör örgütlerine destek vermemesi ve hatta direnç göstermesi sayesinde başarısızlığa uğratılmıştır. PKK terör örgütü eylemlerini tekrar kırsala ve büyük şehirlere kaydırmaya başlamıştır. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması için kapsamlı bir siyaset henüz geliştirilememiştir. Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması sonrasında, IŞİD terör örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da büyük terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Özellikle Kilis bölgesi olmak üzere sınır bölgelerimizdeki kentleri Katyuşa roketleriyle vurmaya başlamıştır. Buna karşılık Türkiye de uzun menzilli topçu ateşi ve koalisyon güçlerinin hava taarruzlarıyla Suriye’deki IŞİD mevzilerini vurmaktadır. Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona yakın Suriyelinin Türkiye’ye sığınmasıdır. Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona yakın Suriyelinin Türkiye’ye sığınmasıdır. Bu sorun, Türkiye’de bugün ve gelecekte önemli siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik problemleri yaratacak potansiyeldedir. Ayrıca AB ile ilişkileri de etkilemektedir. Gelinen noktada Türkiye uluslararası prestijini hızla kaybetmeye başlamıştır. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için 2008’de yapılan seçimlerde 153 oy alan ve üyeliğe seçilen Türkiye, 2014’te yapılan seçimlerde sadece 73 oy 43 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi almış ve üyeliğe seçilememiştir.73 TESEV’in Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü ile ilgili yaptığı anket çalışmalarında Orta Doğu halklarının Türkiye’ye olumlu bakışının, 2010 ile 2013 yılları arasında %19 civarında bir düşüş yaşadığı görülmektedir.74 Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke konumuna gelmiştir. Batı ülkeleri Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını daha fazla sorgulamaya başlamış ve Orta Doğu’da İsrail, Mısır, Suriye, Irak ve İran’la ilişkiler kötüleşmiştir. Suudi Arabistan ile ilişkiler iyi olarak görülmesine rağmen ilişkilerde güven azaldığı için rekabete dayalı şüpheli yaklaşım devam etmektedir. Yine bölgede etkin olan Rusya ile uçak düşürme olayından sonra ilişkiler kopmuş, düşmanca yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. ABD ile güvene dayanan ilişkilerin yerini güvensizlik almış, karşılıklı niyet ve politikalar konusunda şüpheler ön plana çıkmıştır. Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke konumuna gelmiştir. Suriye’nin Türkiye’nin güney sınırına yakın bölgelerinde PKK terör örgütü ve Suriye’deki kolu PYD’nin etkinliği artmıştır. PYD, Ankara’nın tepki göstermesine rağmen Türkiye’nin müttefikleriyle bile ilişkiler geliştirebilmektedir. PKK ve YPG, IŞİD, DHKP-C ve MLKP son zamanlarda Türkiye’de eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin Türkiye aleyhine şekillenmesi, Türkiye’nin iç güvenlik risklerini daha da yükseltmiştir. Türkiye, Orta Doğu vizyonunu ve politikalarını tekrar gözden geçirmek durumundadır. Bu vizyon ve politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına etki edecek olan iç politika ortamı ile bölgesel ve küresel ilişkiler ortamı yeniden şekillendirilmeye çalışılmalıdır. Son aylarda AB ile ilişkiler ortamında tekrar yakalanan olumlu zemin hızla geliştirilmelidir. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik olumlu gelişmeler sonuçlandırılmalıdır. 2016 yılı içinde Başbakan Davutoğlu’nun İran ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Ankara ziyaretleri faydalı olmuştur. Ayrıca İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve müteakiben Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz ile yapılan görüşmeler önemli girişimlerdir. İran ile başlayan bu diyalog süreci karşılıklı ziyaretlerle sürdürülmeli ve genişletilmelidir. 73 “Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne giremedi,” BBC Türkçe, 17 Ekim 2014, Erişim: 22 Ocak 2016, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141016_turkiye_bm. 74“Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2010,”http://tesev.org.tr/wpcontent/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.pdf, “Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2011,” http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/Ortadogu_Turkiye_Algisi_2011.pdf, “Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2012,” http://bit.ly/1qZPVEw, “Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2013,” http://tesev.org.tr/wp-content/ uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2013.pdf. 44 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Mısır’daki darbe yönetimine rağmen uluslararası toplumun Sisi yönetimi ile ilişkilerindeki gelişmeler dikkate alındığında, Mısır ile ilişkilerin normalleşme sürecine girmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin girişimleri ile Mısır ile ilişkiler çok kısa sürede düzeltilebilir. Bölge halklarının beklentisi Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan arasında bölgenin geleceği yönünde bir uzlaşma zemininin oluşturulmasıdır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi, Türkiye’nin tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve bölgede daha fazla dengeleyici rol oynamasını zorunlu kılmaktadır. Bu ivme yakalanabilirse küresel güçler de uzlaşma zeminine katkı sağlayabilir. 45 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 46 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi SONUÇ VE ÖNERİLER Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, 2000’li yılların başında politika oluşum süreçleri ve uygulamalarının kuruluş hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygun olduğu görülmektedir. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Orta Doğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Bunun nedenleri; vizyon temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır. Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu; ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik ve esneklik prensiplerine uygun politikalar üzerine inşa edilmelidir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu pekiştirecek en tutarlı uygulama; sorunların bir parçası olmadan, sorunlara çözüm bulabilecek ve arabuluculuk icra edebilecek bir politika üretmektir. Bu politika gereği ittifaklar, kuruluş dönemi dış politika hedef ve vizyonunda olduğu gibi milli menfaatler dikkate alınarak gerçekçilik ve dengecilik prensiplerine uygun olarak oluşturulmalıdır. Daha net bir deyişle; Batı’nın ittifak sisteminin parçası olarak gerekenler yerine getirilirken, Orta Doğu devletlerinin hassasiyetleri ile tarihi ve kültürel etkileşimler göz ardı edilmemelidir. Bu iki etken arasında konjonktürel durum da dikkate alınarak optimal bir denge sağlanmalıdır. Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır. Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır. Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir. 47 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri daha fazla dikkate alınmalıdır. Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskleri de dikkate alarak devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmeli ve içişlerine müdahaleden kaçınılmalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda mümkün mertebe uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır. Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde istişare mekanizmalarına daha fazla önem verilmeli ve çıkar dengeleri karşılıklı diyaloglarla kurulmaya çalışılmalıdır. Karşılıklı diyaloglarda diplomatik nezaket kurallarına uyulmalıdır. Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonizm izlenimi veren söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Batı ülkelerince uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle ve bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda mümkün mertebe uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır. Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. İsrail ile ilişkilerin düzeltilme süreci hızlandırılmalıdır. Benzer şekilde uluslararası toplumun tutumu da dikkate alınarak Mısır ile ilişkiler yeniden canlandırılmalıdır. Suriye politikası bölgede meydana gelen yeni gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir. Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadeleleri ve bu mücadelede mezhep farkının kullanılmasına rağmen, Türkiye mezhebe dayalı politikalardan uzak durmalıdır. 48 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi İran ile bölgesel sorunların çözümüne yönelik diyalog geliştirilmeli ve belirli bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır. Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği artıracak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır. Rusya ile ilişkilerin onarılması maksadıyla Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle bir araya gelerek, bu güne kadar elde edilmiş olan Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz Uyum Harekâtı (BLACKSEA HARMONY) gibi kazanımların devam ettirilmesi ve geliştirilmesi yönünde girişimler yapılmalıdır. Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği artıracak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır. 49 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi 50 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi KAYNAKÇA Afacan, İsa. “Türk Dış Politikasında Afrika Açılımı.” Ortadoğu Analiz, Ekim 2012, Cilt 4, Erişim:18 Mart 2016, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2012105_o.analizekim.pdf. Balta, Evren. ed. Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler. İstanbul: İletişim, 2014. Baylis, J., S. Smith ve P. Owens. The Globalization of World Politics. New York: Oxford University Press, 2011. Beeson, Mark ve Nick Bisley. Issues in 21st Century World Politics. New York: Palgrave Macmillan, 2013. Atilla Sandıklı, Ali Semin ve Tuğçe Ersoy Öztürk. 2.Körfez Savaşı’nın 10. Yılında Irak. Rapor No: 55, İstanbul: Mart 2013. Fatih Özbay. Türk-Rus İlişkileri. Rapor No: 58, Haziran 2013, İstanbul. Atilla Sandıklı, Elnur İsmayılov ve Orhan Gafarlı. Kafkasya’daki Gelişmeler ve Türkiye. Rapor No: 60, Nisan 2014. Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier. Kaos Senaryolarının Merkezinde İran. Rapor No: 40, İstanbul, 2012. Buzan, Barry, Ole Weaver ve Jaap de Wilde. Security: A New Framework for Analysis. Colorado: Lynne Riener Publishers, 1998. Çolakoğlu, Selçuk. “Türkiye-Çin İlişkileri: Tek Taraflı Aşk mı?.” Orta Doğu Analiz, Sayı: 45, Cilt: 4 (Eylül 2012): 53-66. “Davos’ta Kriz.” CNN Türk, 29 Ocak 2009, Erişim: 12 Mart 2016, http:// www.cnnturk.com/2009/dunya/01/29/davosta.kriz/511241.0/. Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu. İstanbul: Küre Yayınları, 2001. Davutoğlu, Ahmet. “Turkey’s Foreign Policy Vision.” Insight Turkey, Vol.10, No.1 (Winter 2008): 79-84, Erişim: 18 Şubat 2016, http://file.insightturkey.com/Files/Pdf/insight_turkey_vol_10_no_1_2008_davutoglu.pdf. Davutoğlu, Ahmet. “Küresel Yönetişim.” SAM Vision Papers, No.2, (Ankara: Mart 2012), 8-14, Erişim: 22 Şubat 2016, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/ uploads/2012/05/vision_Paper_02_Turkce.pdf. Davutoğlu, Ahmet, “Türk Dış Politikası’nın İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma.” Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ağustos 2012, http://sam.gov.tr/tr/ wp-content/uploads/2012/08/vision_paper_turkce_031.pdf. 51 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Jackson, R. ve G. Sorensen. Introduction to International Relations. New York: Oxford University Press, 2003. Keyman, Fuat. “İsmail Cem ve Türkiye’nin Dış Politika Vizyonu.” Radikal, 2 Şubat2007, Erişim:15 Mart 2016, http://www.radikal.com.tr/ek_haber. php?ek=ktp&haberno=6001. Kohen, Sami. “Dış Politikada Latin Rüzgârı.” AB Haber, 11 Şubat 2015, Erişim: 17 Mart 2016, http://www.abhaber.com/dis-politikada-latin-ruzgari/. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı,“Komşularla Sıfır Sorun Politikamız.” Erişim: 17 Ocak 2016, http://www.mfa.gov.tr/komsularla-sifir-sorunpolitikamiz.tr.mfa. Oran, Baskın. ed. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Oran, Baskın. ed. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Oran, Baskın. ed. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt III. İstanbul: İletişim Yayınları, 2012. “Orta Doğu’da Türkiye Algısı.” TESEV, 2 Şubat 2011, Erişim: 23 Şubat 2016, http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.pdf. Sander, Oral. Türkiye’nin Dış Politikası. Ankara: İmge Kitapevi, 2006. Sandıklı, Atilla. Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri. İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2012. Sandıklı, Atilla ve Erdem Kaya. ed. Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye. İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2014. Sandıklı, Atilla. Türkiye’nin Jeopolitiği: Yumuşak Güç Savaşları ve Terörizm. İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2015. Sandıklı, Atilla. Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri. İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2008. Sandıklı, Atilla. “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor.” Yeni Yüzyıl, 18 Aralık 2015, Erişim: 22 Aralık 2015, gazeteyeniyuzyil.com/makale/orta-dogu-batakliginda-insanlar-oluyor-519. Sandıklı, Atilla. “Türk Dış Politikasının Analizi I.” Yeni Yüzyıl, 22 Kasım 2015, Erişim: 12 Ocak 2016, http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/atillasandikli/22-11-2015-turk-dis-politikasinin-analizi-i.html. 52 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Sandıklı, Atilla. “Türk Dış Politikasının Analizi II.” Yeni Yüzyıl, 24 Kasım 2015, Erişim: 20 Ocak 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/turkdis-politikasinin-analizi-ii-192. Sandıklı, Atilla. “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali.” Yeni Yüzyıl, 1 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/rusyanin-kuresel-hegemonya-hayali-733. Sandıklı, Atilla. “Vekâlet savaşları: Orta Doğu ve Türkiye.” Yeni Yüzyıl, 19 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/veklet-savaslari-ortadogu-ve-turkiye-982. Sarıarslan, Fatma. “2000’li Yıllarda Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri.” Akademik Orta Doğu, Erişim: 22 Şubat 2016, www.akademikortadogu.com/ belge/ortadogu14makale/fatma_sariaslan.pdf. Schweller, Jillian ve Deborah Gerner. Understanding the Contemporary Middle East. Lyenne Reiner Publishers, 2008. Leon Panetta. “Shangri La Güvenlik Diyaloğu Konuşması.” 2 Haziran 2012, Erişim: 16 Şubat 2016, http://archive.defense.gov/Speeches/Speech. aspx?SpeechID=1681. Sönmezoğlu, Faruk, Nurcan Özgür Baklacıoğlu ve Özlem Terzi. XXI. Yüzyılda Türk Dış Politikasının Analizi. İstanbul: DER Yayınları, 2012. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı. “Ankara Anlaşması.” Erişim tarihi: 25 Nisan 2016, http://www.ab.gov.tr/?p=117&l=1. “Türkiye-İsrail İlişkileri.” SDE Analiz, Ekim, 2011, Erişim: 16 Ocak 2016, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/TURKIYE%20ISRAIL%20ILISKILERI. pdf. “Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne giremedi.” BBC Türkçe, 17 Ekim 2014, Erişim: 22 Ocak 2016, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141016_turkiye_bm. Yenigün, Cüneyt ve Ertan Efegil. Türkiye’nin Değişen Dış Politikası. Ankara: Nobel Yayın, 2010. Yeşiltaş, Murat ve Ali Balcı. “AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası Sözlüğü: Kavramsal Bir Harita.” Bilgi (23), 2011, s. 24, Erişim: 7 Mart 2016. http:// bilgidergi.com/uploads/AKPvedispolitika.pdf. 53 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi BİLGESAM YAYINLARI Kitaplar Çin Yeni Süper Güç Olabilecek mi? Güç, Enerji ve Güvenlik Boyutları (Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Değişen Dünyada Türkiye’nin Stratejisi Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Türkiye’nin Bugünü ve Yarını E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Bildiri Kitabı Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK IV. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ve Sergisi Bildiri Kitabı Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK Özgür, Demokratik ve Güvenli Seçim Kasım ESEN, Özdemir AKBAL Terörle Mücadele Stratejisi Bilge Adamlar Kurulu Raporu Hazırlayan: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar Dr. Mehmet Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri (Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 55 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Asya’da Güvenlik Sorunları ve Yansımaları (Ed.) Doç. Dr. R. Kutay KARACA Sivil-Asker İlişkileri ve Ordu-Toplum Mesafesi Dr. Salih AKYÜREK, Serap KOYDEMİR, Esra ATALAY, Adnan BIÇAKSIZ Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye (Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi: Hedefler ve Prensipler Doç. Dr. Atilla SANDIKLI İçimizdeki Komşu Suriye Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Dünden Bugüne Kürt Sorunu ve PKK Dr. M. Sadi BİLGİÇ Dünden Bugüne Türk-Yunan İlişkilerine Bir Bakış Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Bölgesel Sorunlar ve Türkiye (Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA Raporlar Rapor 1: Küresel Gelişmeler ve Uluslararası Sistemin Özellikleri Prof. Dr. Ali KARAOSMANOĞLU Rapor 2: Değişen Güvenlik Anlayışları ve Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Rapor 3: Avrupa Birliği ve Türkiye E. Büyükelçi Özdem SANBERK Rapor 4: Yakın Dönem Türk-Amerikan İlişkileri Prof. Dr. Ersin ONULDURAN Rapor 5: Türk-Rus İlişkileri Sorunlar-Fırsatlar Prof. Dr. İlter TURAN 56 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 6: Irak’ın Kuzeyindeki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL Rapor 7: Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Demokratikleşme Prof. Dr. Fuat KEYMAN Rapor 8: Türkiye’de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN Rapor 9: Laiklik, Türkiye’deki Uygulamaları Avrupa ile Kıyaslamalar Politika Önerileri Prof. Dr. Hakan YILMAZ Rapor 10: Yargının İyileştirilmesi/Düzeltilmesi Prof. Dr. Sami SELÇUK Rapor 11: Yeni Anayasa Türkiye’nin Bitmeyen Senfonisi Prof. Dr. Zühtü ARSLAN Rapor 12: Türkiye’nin 2013 Yılı Teknik Vizyonu Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK Rapor 13: Türkiye-Ortadoğu İlişkileri E. Büyükelçi Güner ÖZTEK Rapor 14: Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER Rapor 15: Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY Rapor 16: Afrika Vizyon Belgesi Hasan ÖZTÜRK Rapor 17: Terör ve Terörle Mücadele M. Sadi BİLGİÇ Rapor 18: Küresel Isınma ve Türkiye’ye Etkileri Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER 57 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 19: Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK, Doç. Dr. Mazhar BAĞLI, Müstecep DİLBER, Onur OKYAR Rapor 20: Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma Açılımı E. Büyükelçi Özdem SANBERK Rapor 21: Türk Dış Politikasının Bölgeselleşmesi E. Büyükelçi Özdem SANBERK Rapor 22: Alevi Açılımı, Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi Doç. Dr. Bekir GÜNAY, Gökhan TÜRK Rapor 23: Cumhuriyet, Çağcıl Demokrasi ve Türkiye’nin Dönüşümü Prof. Dr. Sami SELÇUK Rapor 24: Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu Dr. Salih AKYÜREK Rapor 25: Türkiye-Ermenistan İlişkileri Bilge Adamlar Kurulu Raporu Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY Rapor 26: Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış Dr. Salih AKYÜREK Rapor 27: Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Rapor 28: Mısır’da Türkiye ve Türk Algısı M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK Rapor 29: ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Fadime Gözde ÇOLAK Rapor 30: Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar Bilge Adamlar Kurulu Raporu Dr. Salih AKYÜREK 58 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 31: Ortadoğu’da Devrimler ve Türkiye Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM, Fadime Gözde ÇOLAK Rapor 32: Güvenli Seçim: Sorunlar ve Çözüm Önerileri Kasım ESEN, Özdemir AKBAL Rapor 33: Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU Rapor 34: Terör Önleme Birimleri Kasım ESEN, Özdemir AKBAL Rapor 35: İran, Şii Hilali ve Arap Baharı Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Emin SALİHİ Rapor 36: Yeni Anayasadan Toplumsal Beklentiler BİLGESAM Rapor 37: Etnik Çatışma Teorileri Işığında Dağlık Karabağ Sorunu Yrd. Doç. Dr. Reha YILMAZ, Elnur İSMAYILOV Rapor 38: Çağcıl Hukuk Sistemlerinde ve Türkiye’de Tutuklama Bilge Adamlar Kurulu Raporu Rapor 39: Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı BİLGESAM Rapor 40: Kaos Senaryolarının Merkezinde İran Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER Rapor 41: Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı Dr. Salih AKYÜREK Rapor 42: Yasa dışı Göç ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Emine AKÇADAĞ Rapor 43: Kırgızistan’da Türkiye ve Türk Algısı Dr. Salih AKYÜREK 59 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 44: Kazakistan’da Türkiye ve Türk Algısı Dr. Salih AKYÜREK Rapor 45: Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA Rapor 46: Afganistan’ da Sivil Ölümleri Dr. Salih AKYÜREK, Nursema KIBRIS, Dilara ÜNAL Rapor 47: İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER Rapor 48: Çağcıl Hukuk Sistemleri ve Türkiye’de İşkence Erkam MALBELEĞİ Rapor 49: Balkanlarda Türkiye ve Türk Algısı Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK Rapor 50: Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış Dr. Salih AKYÜREK, Prof. Dr. Cengiz YILMAZ Rapor 51: Terörle Mücadelede Toplumsal Algılar Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ Rapor 52: Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN Rapor 53: İnsansız Hava Araçları: Muharebe Alanında ve Terörle Mücadelede Devrimsel Dönüşüm Dr. Salih Akyürek, Mehmet Ali Yılmaz & Mustafa Taşkıran Rapor 54: Türkiye’nin Dış Yardım Stratejisi Sorunlar ve Öneriler Hasan ÖZTÜRK, Sevinç ÖZTÜRK Rapor 55: 2. Körfez Savaşı’nın 10. Yılında Irak Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK 60 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 56: Türk Silahlı Kuvvetlerine Toplumsal Bakış Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ Rapor 57: Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ, Esra ATALAY, Fatma Serap KOYDEMİR Rapor 58: Türk-Rus İlişkileri Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Fatih ÖZBAY Rapor 59: Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Türkan BUDAK, Bekir ÜNAL Rapor 60: Kafkasya’daki Gelişmeler ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Elnur İSMAYILOV, Orhan GAFARLI Rapor 61: Türkiye’de Etnik, Dini ve Siyasi Kutuplaşma Dr. Salih AKYÜREK, Fatma Serap KOYDEMİR Rapor 62: Karadeniz’deki Gelişmeler ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Elnur İSMAYILOV, Erdem KAYA Rapor 63: Avrupa’nın İçinde Bulunduğu Sosyo-Ekonomik Kriz ve Türkiye ile İlişkiler Dr. Can BAYDAROL, Aslıhan P. TURAN Rapor 64: Balkanlar ve Türkiye Bilge Adamlar Kurulu Raporu Orhan DEDE Rapor 65: Irak ve Suriye’deki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Bekir ÜNAL Rapor 66: Türkiye’de Değerler ve Tutumlar Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK, F. Serap KOYDEMİR 61 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Rapor 67: Terörün Geldiği Yeni Boyut: IŞİD Örneği Bilge Adamlar Kurulu Raporu Doç. Dr. Atilla SANDIKLI Rapor 68: Denizlerin Önemi ve Türk Deniz Kuvvetleri Dr. Emine AKÇADAĞ Rapor 69: Türkiye’de Yargıya Toplumsal Bakış Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK, F. Serap KOYDEMİR Rapor 70: Gelecek Vaadeden Kıta Afrika Bilge Adamlar Kurulu Raporu Hasan ÖZTÜRK Rapor 71: Devlet Egemenliğinde ve Kuvvet Kullanmada Dönüşüm: İnsani Müdahaleden Koruma Sorumluluğuna Prof. Dr. Cenap ÇAKMAK, Cansu ATILGAN, Esra EROĞUZ Demokratikleşme ve Sosyal Dayanışma Açılımı Bilge Adamlar Kurulu Raporu İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Sonuç Raporu BİLGESAM İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2011) Sonuç Raporu BİLGESAM Dergiler Bilge Strateji Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009 Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010 Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010 Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 4, Bahar 2011 Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012 Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 7, Güz 2012 Bilge Strateji Dergisi Cilt 5, Sayı 8, Bahar 2013 Bilge Strateji Dergisi Cilt 5, Sayı 9, Güz 2013 Bilge Strateji Dergisi Cilt 6, Sayı 10, Bahar 2014 62 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Bilge Strateji Dergisi Cilt 6, Sayı 11, Güz 2014 Bilge Strateji Dergisi Cilt 7, Sayı 12, Bahar 2015 Bilge Strateji Dergisi Cilt 7, Sayı 13, Güz 2015 Bilge Strateji Dergisi Cilt 8, Sayı 14, Bahar 2016 Söyleşiler Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi Elif KUTSAL Bilge Söyleşi-2: Nabucco Projesi Arzu Yorkan ile Söyleşi Elif KUTSAL-Eren OKUR Bilge Söyleşi-3: Nükleer İran E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN ile Söyleşi Elif KUTSAL Bilge Söyleşi-4: Avrupa Birliği Dr. Can BAYDAROL ile Söyleşi Eren OKUR Bilge Söyleşi-5: Anayasa Değişikliği Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi Merve Nur SÜRMELİ Bilge Söyleşi-6: Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri E. Büyükelçi Özdem SANBERK ile Söyleşi Merve Nur SÜRMELİ Bilge Söyleşi-7: BM Yaptırımları ve İran Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ile Söyleşi Sina KISACIK Bilge Söyleşi-8: Füze Savunma Sistemleri ve Türkiye Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi Eren OKUR 63 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Bilge Söyleşi-9: Gelişen ve Değişen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU ile Söyleşi Emine AKÇADAĞ Bilge Söyleşi-10: Soru ve Cevaplarla Yeni Anayasa Kasım ESEN ile Söyleşi Özdemir AKBAL Bilge Söyleşi-11: Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını E. Hv. Korgeneral Şadi ERGÜVENÇ ile Söyleşi Emine AKÇADAĞ Bilge Söyleşi-12: Arap Baharı Süreci, Mısır Seçimleri, Türkiye-Suriye Krizi Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi Ali SEMİN Bilge Söyleşi-13: Esed Sonrası Suriye Halit Hoca ile Söyleşi Ali SEMİN & Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK Bilge Söyleşi-14: Türk Kara Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını Orgeneral (E) Oktar ATAMAN ile Söyleşi Emine AKÇADAĞ Bilge Söyleşi-15: Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi Hasan ÖZTÜRK, Ömer Faruk TÜRK Bilge Söyleşi-16: Türkiye’de Seçim Güvenliği Kasım ESEN ile Söyleşi Fatma Serap KOYDEMİR Bilge Söyleşi-17: Avrupa’ya Mülteci Akını ve Türkiye Prof. Dr. Ayhan KAYA ile Söyleşi Şafak Beren YILDIRIM, Türkan BUDAK 64 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi BİLGE ADAMLAR KURULU ÜYELERİ ÖZGEÇMİŞLERİ Salim DERVİŞOĞLU, Oramiral (E), Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Bilge Adamlar Kurulu Başkanı Salim Dervişoğlu, 1936’da İzmit’te doğdu. 1957 yılında Deniz Harp Okulu’ndan asteğmen rütbesi ile mezun oldu. Deniz Kuvvetlerinin çeşitli deniz ve kara hizmetlerinde bulundu. 1965-1967 yıllarında Deniz Harp Akademisi öğreniminden sonra Kurmay Binbaşı olarak Sultanhisar Gemisi ve bilahare Gayret Muhribi Komutanlığı yaptı. 1972-1973 yıllarında ABD’de İşletme alanında yüksek lisans yaparak yüksek işletme mühendisi oldu. 1974-1977 yıllarında Brüksel’deki NATO karargâhında görev yaptı. 1977- 1979 yıllarında 3. Muhrip Filotillası komodorluğundan sonra çeşitli kara görevlerinde bulundu. 30 Ağustos 1981 yılında tuğamiral oldu. Deniz Kuvvetleri Personel ve Lojistik başkanlığı, Çıkarma Filosu, Hücumbot Filosu, Harp Filosu komutanlıkları yaptı. Dervişoğlu ayrıca Deniz Harp Akademisi Komutanlığı ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı görevlerini yürüttü. İtalya’da (Napoli) da 2 yıl boyunca NATO görevlerinde bulundu. Dervişoğlu, Koramiral olarak Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığı, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevlerini yürüttü. Oramiral olarak 1995-1997 yıllarında Donanma Komutanlığı yaptı ve 1997-1999 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yaparak emekli oldu. Bayan Türkan Dervişoğlu ile evli olan Dervişoğlu’nun Mehmet ve Ahmet adlarında 2 oğlu vardır. Dervişoğlu, İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İlter TÜRKMEN, Dışişleri Eski Bakanı Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı İlter Türkmen 1927 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Türkmen, 1949 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. İlter Türkmen, 1961-64 yılları arasında Washington Büyükelçiliğinde Müsteşar, 1964-68 yılları arasında Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür ve Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 1968-72 yıllarında Atina Büyükelçiliği görevini yürüten Türkmen, 1972-75 yılları arasında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki Daimî Temsilcisi olmuştur. 1979-80 yıllarında Birleşmiş Milletler Teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı, 1980-83 yıllarında ise Dışişleri Bakanı olmuştur. 1984-88 yılları arasında tekrar Birleşmiş Milletler nezdinde Daimî Temsilci olarak görev alan Türkmen, 1988-91 yıllarında Paris Büyükelçiliğine getirilmiştir. Türkmen, 1991-96 yılları arasında Birleşmiş Milletler teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı ve Filistin Mültecilerine Yardım Örgütü Genel Komiseri görevlerini yürütmüştür. 65 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi İlter Türkmen, Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcılığının yanında OBİV Dış ve Savunma Politikası Grubu Başkanlığını da yürütmektedir. Sami SELÇUK, Prof. Dr., Yargıtay Eski Başkanı Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı 1937’de Konya-Taşkent’te doğmuştur. 1955’te Konya Lisesi’ni ve 1959’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Ankara yargıç adayı olarak mesleğe başlayan Selçuk, sırasıyla Sütçüler, Akşehir, Yenice ve 1972’den sonra Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulunmuştur. 21.09.1982 tarihinde Yargıtay Üyeliğine seçilen Selçuk, Yargıtay Büyük Genel Kurulunca, 10.07.1990 tarihinde ilk kez, 13.07.1994 tarihinde ikinci kez, 13.07.1998 tarihinde üçüncü kez Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir. Fransızca ve İtalyanca bilen Selçuk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doktora yapmış, 1986 yılında doçent olmuştur. Selçuk’un kitap ve çeviri çalışmalarının yanında yerli ve yabancı dergiler ile günlük basında yayımlanmış Türkçe ve yabancı dilde; hukuk, dil, laiklik ve Atatürkçülük konularında makale ve denemeleri vardır. Yargıtay Büyük Genel Kurulunca 07.07.1999 tarihinde Yargıtay Birinci Başkanlığına seçilen Doç. Dr. Sami Selçuk bu görevden 15.06.2002 tarihinde yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinin öğretim üyeleri kadrosuna dâhil olmuştur ve Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığına seçilmiştir. Selçuk, Fakültede Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku dersleri vermektedir. Kutlu AKTAŞ, İçişleri Eski Bakanı, Vali (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Kutlu Aktaş, 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmuştur. Mezuniyetini müteakip 30 Temmuz 1962 tarihinde atandığı Çankırı Maiyet Memurluğunda Yumurtalık ve Küre Kaymakam Vekilliklerinde görevlendirilip staj süresini doldurmuş, Kaymakamlık kursu ile Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’ünü (TODAİE) bitirdikten sonra 1964’te Darende Kaymakamlığına atanmıştır. 30 Eylül 1967 tarihinde Yahyalı, 30 Nisan 1970 tarihinde Çüngüş, 31 Temmuz 1972 tarihinde Bozcaada, 1976 tarihinde Simav Kaymakamlıklarına atanan Aktaş, 3 Ağustos 1976 tarihinde Mülkiye Müfettişliğine, 20 Ağustos 1976 tarihinde 1. sınıf Mülkiye Müfettişliğine, 4 Şubat 1977 tarihinde Mülkiye Başmüfettişliğine, 28 Mart 1979 tarihinde de Mülkiye Müşavirliğine atanmıştır. Kutlu Aktaş, 26 Haziran 1981 tarihinde Ağrı Valiliğine, 22 Aralık 1986 tarihinde Malatya Valiliğine, 21 Nisan 1990 tarihinde İzmir Valiliğine ve 15 Temmuz 1997›de ise İstanbul Valiliğine atanmıştır. Aktaş, 5 Ağustos 1998-11 Ocak 1999 tarihleri arasında İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştır. 66 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Özdem SANBERK, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Özdem Sanberk, Dışişleri Bakanlığı memuru olarak Madrid, Amman, Bonn ve Paris Büyükelçiliklerinde ve İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Daimi Temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulunduktan sonra, 1985-1987 yılları arasında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını yapmıştır. 1987-1991 yılları arasında Avrupa Topluluğu nezdinde Büyükelçi Daimi Temsilci, 1991-1995 yıllarında arasında Dışişleri Müsteşarı ve 1995-2000 yılları arasında da Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. 2000 yılında emekliye ayrılan Sanberk, 2003 Eylül ayına kadar Türkiye Ekonomik Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Sanberk 2011’de, İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıyı müteakiben Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü soruşturma sürecinde oluşturulan Palmer Komisyonu’nda Türkiye’yi temsilen yer almıştır. Sanberk, Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir. Özdem Sanberk, Sumru Sanberk ile evli olup Nazlı Sanberk’in babasıdır. Sönmez KÖKSAL, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Sönmez Köksal, 8 Mart 1940 İzmir’de doğdu. Köksal, Saint Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Köksal, 1963 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dairesinde Şube Müdürü, Burgaz’da Başkonsolos, Paris Büyükelçiliğinde Müsteşar, Siyaset Planlama Dairesi ve Orta Doğu ve Afrika Dairelerinde Başkanlık görevlerinde bulundu. 1980’de Avrupa Ekonomik Topluluğu nezdindeki Türkiye Daimi Temsilci yardımcılığına atandı. 1983’de Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcılığını üstlendi. 1986 yılında Bağdat Büyükelçiliği’ne atandı. 1990’da Avrupa Konseyi nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği görevini üstlendi. Türkiye’nin dönem başkanlığına rastlayan 1992 Nisan-Eylül ayları arasında 6 ay süre ile Avrupa Konseyi Bakan Delegeleri Komitesi’ne başkanlık yaptı. Köksal, 1992 Ekim ayında Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı oldu. 1998 Şubat ayında Paris Büyükelçiliği’ne atandı. 1 Ağustos 2002 tarihinde kendi isteği üzerine emekli oldu. Sönmez Köksal, 2002-2006 döneminde Işık Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak bulundu ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı görevini üstlendi. 67 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Güner ÖZTEK, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Güner Öztek 1935 yılında Çankırı’da doğdu. 1955 yılında St. Joseph Lisesi’nden mezun oldu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Güner Öztek, 1959-1960 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği Özel Kaleminde Ataşe, 1961-1963 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde 3’ncü Kâtip, 1963-1966 tarihleri arasında Paris Büyükelçiliğinde 3’ncü ve 2’nci Kâtip ve 1966-1969 tarihleri arasında Dakar Büyükelçiliğinde 2’nci Kâtip ve Başkâtip olarak görev yapmıştır. Öztek, 19691971 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde Başkâtip, 1971-1972 tarihleri arasında Başbakanlık Özel Kalem Müdürü, 1972-1976 tarihleri arasında Londra Büyükelçiliği Müsteşarı, 1976-1978 tarihleri arasında Uluslararası Kuruluşlar Genel Müdür Yardımcılığı, Elçi, Genel Müdür Yardımcısı, 1978-1982 tarihleri arasında Moskova Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı ve 1982-1986 tarihleri arasında İkili Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcısı görevlerinde bulunmuştur. Güner Öztek, 1986-1991 tarihleri arasında Kuveyt Büyükelçisi, 1992-1995 tarihleri arasında Dışişleri Müsteşar İdari İşler Yardımcısı, 1995-1999 tarihleri arasında Belçika Krallığı nezdinde T.C. Büyükelçisi ve Batı Avrupa Birliği nezdinde Daimi Temsilci olarak görev yapmıştır. Güner Öztek, 1 Ocak 2001’den itibaren Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve Direktörü olarak görev yapmaktadır. Öztek, Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Ümit PAMİR, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 1942 yılında İstanbul’da doğdu. Saint-Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1965 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Gümülcine Konsolosluğu ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Fahri Korutürk’ün Özel Kalem Müdürlüğünü yaptı. Pamir, 1990 yılında Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün daimi temsilciliğini yaptı. 1991 yılında Türkiye’nin Cezayir Büyükelçisi oldu. 1995-1997 yılları arasında Yunanistan Büyükelçiliği görevinde bulundu. Başbakan Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın başdanışmanlığını yaptı. 2000’de Türkiye’nin BM nezdindeki daimi temsilciliğine getirildi. Kıbrıs’ın ele alındığı Bürgenstock görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile beraber çalıştı. 2004- 2006 yılları arasında NATO Daimi Temsilciliği yaptı. 2007 yılında Dışişleri Bakanlığı Müşavirliği görevine getirildi ve aynı yıl yaş haddinden emekli oldu. Dilek Pamir’le evli ve iki çocuk babasıdır. 68 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Oğuz ÇELİKKOL, Dr., Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Dr. Oğuz Çelikkol, ilköğrenimine Ağrı’da başladı, İstanbul’da tamamladı. İstanbul Vefa Lisesi’ni bitirdikten sonra, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. ABD’de Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde (USC) master, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora yaptı. 37 yıl Dışişleri Bakanlığında çalıştı. Türkiye’nin New York Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği’nde, Beyrut ve Washington Büyükelçiliklerinde görev gördü. 1993-1997 yıllarında Los Angeles Başkonsolosu oldu. Ankara’da Orta Doğu Genel Müdür Yardımcılığı, Orta Doğu Genel Müdürlüğü ve Irak Özel Temsilciliği görevlerinde bulundu. 2000-2004 yıllarında Şam’da, 2008-2009 yıllarında Atina’da, 2009-2010 yıllarında Tel Aviv’de ve 2010-2013 yıllarında Bangkok’da Türkiye’yi Büyükelçi olarak temsil etti. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. “ One Minute’ten Mavi Marmara’ya, Türkiye-İsrail Çatışması, İçimizdeki Komşu Suriye, Dünden Bugüne TürkYunan İlişkileri’ne Bir Bakış “ adlı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanan makaleleri bulunmaktadır. Ahmet Ünal ÇEVİKÖZ, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Ünal Çeviköz, 1952 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitimini Kadıköy Maarif Koleji’nde tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1974, Siyaset Bilimi bölümünden ise 1978 yılında mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı ve merkez görevini müteakip Moskova Büyükelçiliği’nde ikinci katip, Bregenz Başkonsolosluğu’nda Konsolos olarak görev yaptı. Ankara’da Doğu Dairesi’nde şube müdürü olarak yaptığı görevi tamamladıktan sonra Sofya Büyükelçiliği Müsteşarlığı’na tayin edildi. 1989 yılında Dışişleri Bakanlığı’ndan izinli olarak ayrılarak NATO Uluslararası Yazmanlığı’nda göreve başladı ve önce Ekonomi Direktörlüğü’nde sonra Siyasi Direktörlük’te çalıştı. 1993 yılında Brüksel Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans derecesini aldı. 1994 yılında NATO’nun Moskova’daki Enformasyon Bürosu’nu açmakla görevlendirildi. Bunu müteakip NATO-Rusya Kurucu Senedi’ni hazırladı ve 1997 yılında yeniden Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevine döndü. Balkan Dairesi Başkanı ve Kafkasya-Orta Asya Genel Müdür Yardımcısı olarak merkez görevlerini tamamladıktan sonra 2001-2004 yıllarında Türkiye’nin Azerbaycan nezdinde, 2004-2006 yılları arasında da Irak nezdinde Büyükelçisi olarak görev yaptı. 2007-2010 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı Müsteşar İkili Siyasi İşler Yardımcısı olarak Ankara’da bulundu. Bu sırada 2009 yılında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan 69 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi protokolleri hazırladı. 2010 yılında Londra’ya Büyükelçi olarak tayin oldu. 2014 yazında bu görevini tamamlayarak Türkiye’ye döndü. Ünal Çeviköz 2013 yılında Uluslararası Denizcilik Örgütü 28. Dönem (2013-2015) Genel Kurul Başkanlığı’na seçildi. İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ve İtalyanca bilmektedir. Necdet TİMUR, Orgeneral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 1937 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğmuştur. 1958 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1960 yılında Muhabere Okulu’ndan mezun olmuştur. Timur, 1968 yılında Kara Harp Akademisi’nden mezun olmuş, ardından Kurmay Subay olarak, 1’nci Ordu Muhabere İşletme Bölük Komutanlığı, 2’nci Zırhlı Tugay Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği, 1’nci Ordu Genel Sekreterliği Harekât Subaylığı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Paris Kara Ataşeliği, 3’ncü Ordu Plan ve Harekât Şube Müdürlüğü ve Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığı görevlerini yürütmüştür. Necdet Timur, 1983 yılında tuğgeneralliğe, 1987 yılında tümgeneralliğe terfi etmiştir. Timur, tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı görevlerini yürütmüştür. 1991 yılında korgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, 2’nci Kolordu Komutanlığı ve Harp Akademileri Komutan Yardımcılığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Başyardımcılığı görevlerinde bulunduktan sonra 1997 yılında orgeneralliğe terfi etmiştir. Bu rütbede Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevini müteakip 1’nci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. Fransızca bilen emekli Orgeneral Necdet Yılmaz Timur, Bayan Nezih Timur ile evlidir ve 1 çocuk sahibidir. Oktar ATAMAN, Orgeneral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Oktar Ataman 1939’da İstanbul’da doğmuştur. 1961 yılında Kara Harp Okulu’ndan topçu subayı olarak mezun olmuş, 1966-1968 yılları arasında Kore Cumhuriyeti’nde Askeri Ataşe Yardımcısı ve Birleşmiş Milletler nezdinde İrtibat Subayı görevlerinde bulunmuş ve 1975 yılında Kara Harp Akademisi’ni bitirerek Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı’na proje subayı olarak atanmıştır. 1977’de İngiliz Kraliyet Kara Kurmay Koleji’ne seçilen Ataman, mezuniyetini müteakip Kara Harp Akademisi’nde üç yıl öğretim üyesi olarak, 1980-1983 yıllarında ise Belçika’da SHAPE Karargâhı Plan ve Prensipler Başkanlığı’nda karargâh subayı olarak görev yapmıştır. 1988’de 70 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi tuğgeneral rütbesine terfi eden ve Genelkurmay Başkanlığı Plan Harekât Daire Başkanı olarak görev yapmaya başlayan Ataman 1992’de tümgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Başkanlığı Strateji ve Kuvvet Planlama Daire Başkanlığı’na atanmıştır. Orgeneral Ataman, 1997’de korgeneral rütbesine terfi etmiş ve Genelkurmay Başkanlığı Harekât Başkanlığı’na atanmıştır. Eylül 1998’den itibaren NATO Askeri Komitesi nezdinde Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanı olarak görev yapan Orgeneral Ataman, 2000-2001 yıllarında 6’ncı Kolordu Komutanı olarak görev yapmıştır. 2001’de NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanlığı görevini devralan Ataman aynı yıl içinde orgeneralliğe terfi etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Hizmet Madalyası ile taltif edilen Orgeneral Ataman, Bayan Nedret Ataman ile evli olup bir kız ve bir erkek çocuğu babasıdır. Emin Murat BİLGEL, Oramiral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Oramiral Emin Murat Bilgel 1952 yılında İstanbul’da doğdu.1970 yılında Deniz Harp Okulu’ndan mezun olan Bilgel, 2 yıl subay olaraköğrenimine devam ettikten sonra 1972 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndafiilen göreve başladı. 1978 yılına kadar deniz kuvvetlerine bağlı çeşitligemilerde branş subaylığı yapan Bilgel, 1980 yılında Deniz Harp Akademisi’ndenmezun oldu, ardından kurmay subay olarak TCG Karayel Komutanlığı, TCGPiyalepaşa Seyir Harekât Subaylığı, Deniz Kuvvetleri Harekât Başkanlığı Plan veTeşkilat Daire Başkanlığı, NATO Plan Subaylığı, TCG Doğan Komutanlığı,İtalya’nın Napoli kentinde bulunan Güney Avrupa Müttefik Kuvvetleri Karargâhı(AFSOUTH) İstihbarat Başkanlığı Plan Harekât Tatbikat ve Eğitim Şube Denizİstihbarat Subaylığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Özel Sekreterliği, TCGYıldırım 2. Komutanlığı, TCG Yıldırım Komutanlığı, TCG Yavuz Komutanlığı, DenizKuvvetleri Harekât Başkanlığında Eğitim Yönetim ve Kıymetlendirme ŞubeMüdürlüğü, Tatbikat Eğitim Plan Program Şube Müdürlüğü ile 1. HücumbotFilotillası Komodorluğu görevlerini yürüttü. Bilgel, 1997 yılında tuğamiralliğe terfi etti. Tuğamiral rütbesiile Millî Savunma Bakanlığı Genel Plan Prensipler Daire Başkanlığı, İtalya’nınNapoli kentindeki Güney Bölge Müttefik Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (NAVSOUTH)Plan Daire Başkanlığı ve Kuzey Görev Grup Komutanlığı görevlerinde bulundu.2001 yılında tümamiralliğe terfi eden Bilgel, tümamiral rütbesi ile İstanbulBoğaz Komutanlığı, Hücumbot Filosu Komutanlığı ve Donanma Komutanlığı KurmayBaşkanlığı görevlerini yürüttü. Bilgel, 2005 yılında koramiralliğe terfietmesinin ardından deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı ve Deniz KuvvetleriKomutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunduktan sonra, 30 Ağustos 2009tarihinden oramiralliğe terfi ederek Donanma Komutanlığı görevine atandı. 2011yılında Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak atanan Oramiral Bilgel, Ağustos 2013yılına kadar bu görevi sürdürdü ve aynı tarihte emekliye ayrıldı. 71 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Sabahattin ERGİN, Koramiral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Emekli Koramiral Sabahattin Ergin 1926’da İstanbul’da doğmuştur. 1935 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı piyano bölümüne devam ederek başladığı müzik yaşamını çeşitlendirerek sürdürmüştür. Sabahattin Ergin, 1983 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda sanatçı ve öğretim üyesi olmuştur. Ergin, İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda lisans, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans, sanatta yeterlik ve doktora programlarında Müzik Pedagojisi, Müzik Eğitimi Felsefesi, Çağdaş Müzik Eğitimi Yöntemleri ve Mukayeseli Müzik Tarihi gibi dersleri Türkçe ve İngilizce olarak vermiştir. İ.T.Ü. dışında, Türk Mûsıkîsi Vakfı, Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü ve diğer bazı kültürel ve bilimsel dernek ve kurumlarda, kurucu, yönetim kurulu başkanlığı ve kurucu üyelikler de yapmıştır. 42 yıl süren bir askerlik hizmetinde bulunan Ergin, Atatürkçülük ve jeopolitik konuları üzerinde çalışmalar yapmakta olup, meşgul olduğu çeşitli alanlarda ulusal ve uluslararası bilimsel etkinliklere; konuşmacı, bildiri sunucu ve panelist olarak katılmaktadır. İlgilendiği konular üzerine kaleme aldığı bazı çalışmaları kitap, makale ve tebliğ olarak basılmıştır. Nur VERGİN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Nur Vergin, 1941’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğunu ve gençliğini yurt dışında geçirdi. ParisSorbonne Üniversitesi’nde Sosyoloji lisans ve yüksek programlarını tamamladıktan sonra aynı üniversitede Sosyoloji Doktoru unvanını aldı. 1973’te Türkiye’ye dönüp İstanbul Üniversitesi’nde göreve başladı. Nur Vergin Bilkent Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Vergin, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli olmuştur. Çeşitli uluslararası Sosyal Bilimler Derneklerine üye olan ve siyaset, kimlik ve din sosyolojisi üzerine çalışan Vergin’in, Industrialisation et Changement Social en Milieu Rural (1976), Türkiye’ye Tanık Olmak (1998), Din, Toplum ve Siyasal Sistem (2000) ve Siyaset Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar ve Yaklaşımlar (2008) başlıklı kitapları yayımlanmıştır. Orhan GÜVENEN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 1973 yılında OECD İstatistik Danışmanı olarak iş hayatına başlayan Prof. Dr. Orhan Güvenen, 1976 yılında Paris-Sorbonne Üniversitesi (EPHE) Öğretim Üyesi, 1977-1984 yıllarında Ecole des 72 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Hautes Etudes en Sciences Sociales’de Öğretim Üyesi, 1979-1988 yıllarında Paris Üniversitesi Araştırma Direktörü ve Ekonometri Profesörü olarak çalışmıştır. Prof. Dr. Güvenen, 1988-1994 yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı görevine atanmıştır. 1995-1997 yıllarında Büyükelçi olarak İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yapan Prof. Dr. Güvenen, 1996 yılında ABD, Case Western Reserve Univ., “Systems Engineering Department” bölümünde Misafir Profesör olarak görev yapmıştır. 1997-1999 yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı ve 1997-2000 yıllarında Büyükelçi ve Başbakan Başmüşavirliği görevlerine getirilmiştir. Güvenen, 2002 yılında UNESCO Yönetim Kurulu Türkiye Temsilcisi ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Milli Güvenlik Akademisi’nde Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Paris Üniversitesi’nde Misafir Profesör olarak görev yapan Güvenen, 1988 yılında “Dünya Sistemleri, Ekonomileri ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü”nü kurmuş ve halen adı geçen Enstitü’de Ekonometri ve Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Başkan olarak görevine devam etmektedir. Ayrıca, Ağustos 2000’den itibaren, Bilkent Üniversitesi Uygulamalı Yabancı Diller Muhasebe Bilgi Sistemleri Bölüm Başkanlığı görevini sürdürmektedir. Ali KARAOSMANOĞLU, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Uluslararası Hukuk doktorasını Lozan Üniversitesi’nden almış olan Prof. Karaosmanoğlu, Stanford Üniversitesi Hoover Institution’da, NATO’da, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi’nde ve Princeton Üniversitesi’nde araştırma bursları kazanmış ve misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Bilkent Üniversitesi’ne katılmadan önce Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de öğretim üyeliği yapan Prof. Karaosmanoğlu, Türk dış politikası, strateji ve güvenlik politikaları konularında çalışmalar yapmaktadır. Yayınları arasında Les actions Militaires coercitives et non coercitives des Nations Unies (Droz); İç Çatışmaların Çözümü ve Uluslararası Örgütler (Boğaziçi Üniversitesi); Middle East, Turkey and the Atlantic Alliance (Dış Politika Enstitüsü, Editör); The Europeanization of Turkey’s Security Policy (Dış Politika Enstitüsü, editör) başlıklı kitapları ve Foreign Affairs, Politique Etrangère, International Defense Review, Europa Archiv, Security Dialogue ve Journal of International Affairs gibi dergilerde basılmış makaleleri bulunmaktadır. Prof. Karaosmanoğlu, Avrupa Bilim ve Sanat Akademisi üyesidir. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 2010 yılında emekli olan Karaosmanoğlu, İhsan Doğramacı Vakfı’na bağlı Dış Politika ve Barış Araştırmaları Merkezi’nin başkanıdır. 73 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi İlter TURAN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 1941 yılında İstanbul’da doğmuştur. Orta öğrenimini Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlamıştır. 1962 yılında Oberlin Koleji’nden (ABD) Siyasal Bilimler Lisansı, 1964 yılında Columbia Üniversitesi’nden Siyasal Bilimler Yüksek Lisansı almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset İlmi Kürsüsü’ne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1966 yılında Doktor, 1970 yılında Doçent, 1976 yılında da Profesör olmuştur. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne intisap etmiş, 1991 yılında aynı fakültede yeni kurulan Uluslararası İlişkiler Kürsüsü Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılmış ve Koç Üniversitesi İdari Bilimler ve İktisat Fakültesi’nde Siyasal Bilimler Profesörü olarak görev almıştır. Ekim 1998-2001 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektörlük görevini üstlenmiştir. Hâlihazırda aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Prof. Dr. İlter Turan’ın Mukayeseli Siyaset, Türk Siyasal Hayatı, Siyasal Davranış, Siyasal Kültür, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika konularında yayımlanmış İngilizce ve Türkçe kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Akademik mesleğine ek olarak muhtelif şirket ve vakıf yönetim kurullarında görev yapmakta, Dünya Gazetesi’nde haftalık yazılar yazmaktadır. Ahmet Çelik KURTOĞLU, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Ahmet Çelik Kurtoğlu 1942’de Ankara’da doğdu. Kurtoğlu, 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nden lisansüstü derecesini alan Kurtoğlu, ABD’de Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yaptı. Kurtoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde İktisat Profesörlüğü görevinden 1995 yılında emekliliğe ayrıldı ve 1997-2006 yıları arasında Galatasaray Üniversitesi’nde ders verdi. Çelik Kurtoğlu, öğretim üyeliği yanında 1978-82 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’na uluslararası ekonomi politikaları konusunda Danışmanlık yapmıştır. 1987-1995 yılları arasında İstanbul’da bulunan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Direktörü olarak görev yapan Çelik Kurtoğlu, 1998 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.’yi 2002 yılında ise “iyi şirket” Danışmanlık A.Ş.’yi kurmuştur. Kurtoğlu, halen bu iki şirket kanalı ile yatırım bankacılığı ve kurumsal yönetim konularında bilgi ve tecrübelerini paylaşmaktadır. Çelik Kurtoğlu, DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi, TEMA Yönetim Kurulu Başkanı, Tekfenbank Yönetim Kurulu Üyesi, Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası (ERT) “Asosiye Üyesi” dir. 74 Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi Ersin ONULDURAN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Ersin Onulduran, 1945 yılında Bandırma’da doğdu. Lisans eğitimini Claremont Men’s College’de Siyaset Bilimi dalında, Yüksek Lisans eğitimini California State University’de Uluslararası İlişkiler bilimi dalında tamamladı. Doktora eğitimini University of Southern California’da Siyaset Bilimi alanında yaptı. 1973 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. Aynı fakültede 1983’de Doçent, 1989’da Profesör oldu. Onulduran, Ankara Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyeliği ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevlerini yürüttü. Aynı zamanda Üniversitede Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü olarak görev yaptı. Ersin Onulduran 1986-2010 yılları arasında TürkiyeABD Kültürel Mübadele Komisyonu (Fulbright Eğitim Komisyonu) Genel Sekreteri görevini yürüttü. Prof. Dr. Ersin Onulduran 2012 yılında Ankara Üniversitesi’nden emekli oldu. Onulduran, evli ve bir çocuk babasıdır. Sami KOHEN Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 1928 yılında İstanbul’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi’nin Gazetecilik bölümünü bitirmiştir. Gazeteci Albert Kohen’in oğludur. Sami Kohen babasının 1939-1949 yılları arasında Ladino ve Fransızca dillerinde çıkarttığı “La Boz de Türkiye” (Türkiye’nin Sesi) gazetesini, babasının vefatından sonra Türkçe olarak önce “Türkiye’nin Sesi” ve sonra “Haftanın Sesi” adları altında yayınlamıştır. Tan, Yeni İstanbul ve İstanbul Ekspres gazetelerinde çalışmıştır. 1954’de kurulan Milliyet’e Dış Haberler Şefi olarak girmiştir. 1958 yılında ABD’de birçok gazetede konuk gazeteci olarak çalışmıştır. 1960’larda ve 1970’lerde kısa ve uzun süreli olarak birçok dış merkezde görev yapmıştır. Önemli uluslararası olayları yerinde izlemiştir. 1980-84 yıllarında Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Akabinde Türkiye Basın Enstitüsü Derneği Başkanlığı görevini yürütmüştür. Milliyet gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra Christian Science Monitor, NewsWeek, The Guardian ve The Economist gazete ve dergilerinde yazı ve makaleler yayımlamıştır. 1954 yılından bu yana aralıksız olarak Milliyet gazetesinde yazarlık yapmakta ve özellikle dış politika konularında yazmaktadır. 75