PİLOR KORUYUCU PANKREATİKO

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi
IV. Genel Cerrahi Kliniği
Şef: Op. Dr. Arslan Kaygusuz
PİLOR KORUYUCU PANKREATİKO-DUODENEKTOMİDE
MORTALİTE, MORBİDİTE VE YAŞAM SÜRESİ ÜZERİNE
ETKİLİ FAKTÖRLER
Uzmanlık Tezi
Dr. Esin ERKAN ALSHAİR
İSTANBUL, 2009
T.C.
Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi
IV. Genel Cerrahi Kliniği
PİLOR KORUYUCU PANKREATİKO-DUODENEKTOMİDE
MORTALİTE, MORBİDİTE VE YAŞAM SÜRESİ ÜZERİNE
ETKİLİ FAKTÖRLER
Şef: Op. Dr. Arslan Kaygusuz
Tez Danışmanları:
Doç. Dr. Yavuz Selim Sarı
Op. Dr. Oğuz Koç
Dr. Esin ERKAN ALSHAİR
Genel Cerrahi Uzmanlık Tezi
İSTANBUL, 2009
TEŞEKKÜR
Genel cerrahi ihtisasım süresince iyi koşullarda öğrenim görmemizi sağlayan
başhekimimiz Op. Dr. Özgür Yiğit’e,
Bilgi ve tecrübelerini bize aktararak, gerek resmi ve gerekse sosyal her türlü
sorunumuz ile ilgilenen klinik şefimiz Op. Dr. Arslan Kaygusuz’a,
Eğitimime sağladıkları katkılarından dolayı özellikle klinik şef yardımcımız Doç. Dr.
Vahit Tunalı’ya, Op. Dr. Hüseyin Altun’a, Doç. Dr. Yavuz Selim Sarı’ya, Op. Dr. Oğuz
Koç’a, Op. Dr. Turgay Erginel’e, Op. Dr. Necdet Derici’ye, Op. Dr. Güngör Üzüm’e,
Doç. Dr. Soykan Arıkan’a
Ayrıca tez danışmanlarım Doç. Dr. Yavuz Selim Sarı’ya ve Op. Dr. Oğuz Koç’a
Uzmanlık eğitimim süresi içerisinde yapmış olduğum Ortopedi ve Travmatoloji,
Üroloji, Anestezi ve Reanimasyon, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Göğüs Cerrahisi,
Patoloji rotasyonum sırasında her türlü desteği sağlayan klinik şeflerime, uzman hekimleri
ve asistanlarına,
İyi, kötü her türlü zor anı paylaşıp beraber üstesinden geldiğimiz çok değerli asistan
arkadaşlarım Dr. Adnan Haşlak, Dr. Orhan Şahin, Dr. Mehmet Aslan, Dr. H.Erdem Güneri
Dr. Uğur Durukan ve diğer asistan arkadaşlarıma,
Bunaltıcı
çalışma
temposu
ve
nöbetlerde
desteğini
esirgemeyen
fedakar
hemşirelerimize,
Ve tüm uzmanlık eğitimim boyunca hep yanıbaşımda olan sevgisini ve desteğini hiç
esirgemeyen sevgili eşim Dr. Hazim Alshair’e,
Teşekkürü bir borç bilirim. Sağolun…
Dr. Esin Erkan Alshair
i
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR....................................................................................................................... i
1.GİRİŞ ............................................................................................................................. 1
2. GENEL BİLGİLER ...................................................................................................... 3
2.1. TARİHSEL BİLGİ ............................................................................................................. 3
2.2. EMBRİYOLOJİ ................................................................................................................. 4
2.3. HİSTOLOJİ ........................................................................................................................ 5
2.4. ANATOMİ ......................................................................................................................... 6
2.4.1. KOMŞULUKLARI ....................................................................................... 6
2.4.2. PANKREASIN BÖLÜMLERİ ...................................................................... 7
2.4.3. PANKREASIN ARTERYEL KAN AKIMI................................................... 9
2.4.4. PANKREASIN VENÖZ DRENAJI ............................................................. 10
2.4.5. PANKREASIN LENFATİK DRENAJI ....................................................... 11
2.4.6. PANKREASIN İNNERVASYONU ........................................................... 12
2.4.7. PANKREATİK KANALLAR ...................................................................... 13
2.4.8. DUODENAL PAPİLLA ( VATER PAPİLLASI ) ....................................... 13
2.5. PANKREATİK VE PERİAMPULLER KANSERLER .................................................. 15
2.5.1. ETYOLOJİ.................................................................................................... 15
2.5.2. GENETİK ..................................................................................................... 17
2.5.3. PATOLOJİ .................................................................................................... 17
2.5.4. EVRELEME ................................................................................................. 20
2.5.4.1. TÜMÖR ............................................................................................................. 22
2.5.4.2. LENF NODU METASTAZLARI ...................................................................... 22
2.5.5. KLİNİK DEĞERLENDİRME..................................................................... 23
2.5.6 LABORATUVAR DEĞERLENDİRİLMESİ ............................................... 26
2.5.6.1. BİYOMOLEKÜLER BELİRLEYİCİLER ........................................................ 26
2.5.7 TANISAL GÖRÜNTÜLEME ....................................................................... 27
2.5.7.1. ULTRASONOGRAFİ ( USG ) ......................................................................... 28
2.5.7.2. BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ ( BT ) ........................................................... 28
ii
2.5.7.3. MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME (MRG) VE MANYETİK
REZONANS KOLANJİOPANKREATOGRAFİ ( MRCP) ........................................... 30
2.5.7.4. ENDOSKOPİK RETROGRAD KOLANJİOPANKREATOGRAFİ (ERCP)
VE STENTLER .............................................................................................................. 31
2.5.7.6. POSİTRON EMİSYON TOMOGRAFİSİ ( PET ) ........................................... 32
2.5.7.8. ANJİOGRAFİ .................................................................................................. 32
2.5.7.9. ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ ........................................................... 33
2.5.7.10. LAPAROSKOPİ ............................................................................................ 34
2.5.8. AMELİYAT ÖNCESİ VEYA AMELİYAT ESNASINDA BİYOPSİ
ENDİKASYONU ................................................................................................... 35
2.5.9 AMELİYAT ENDİKASYONU .................................................................... 35
2.5.10. PERİAMPULLER BÖLGE TÜMÖRLERİNDE UYGULANAN CERRAHİ
PROSEDÜRLER ............................................................................................................ 37
2.5.10.1. POTANSİYEL KÜRATİF REZEKSİYON .................................................... 38
2.5.10.2. PİLOR KORUYUCU PANKREATİKODUODENEKTOMİ ........................ 38
2.5.10.3. GENİŞLETİLMİŞ LENFADENEKTOMİ ..................................................... 41
2.5.10.4. PANKREATİKODUODENEKTOMİYE ALTERNATİFLER ..................... 42
2.5.10.5. CERRAHİ PALYASYON .............................................................................. 43
2.5.10.6. CERRAHİ DIŞI PALYASYON ..................................................................... 44
2.5.10.7. CERRAHİNİN SONUÇLARI ........................................................................ 44
2.5.11. ADJUVAN TEDAVİ ................................................................................ 46
2.5.12. UZUN SÜRELİ TAKİP............................................................................ 47
3. MATERYAL VE METOD ......................................................................................... 49
4. BULGULAR ............................................................................................................... 52
5. TARTIŞMA ................................................................................................................ 69
6. SONUÇ ....................................................................................................................... 78
7. ÖZET .......................................................................................................................... 80
8.KAYNAKLAR ............................................................................................................ 82
iii
1.GİRİŞ
Periampuller bölge tümörleri; pankreas başı, koledok alt ucu, Ampulla Vateri ve
ampullaya komşu duodenumdan köken alan tümörleri içermektedir. Periampuller
bölgeden gelişen neoplazmlar köken aldıkları dokuya göre farklı biyolojik davranış
gösterebilir ve prognozları aynı değildir. Ancak pankreas başı, koledok alt uç, Ampulla
Vateri ve ampullaya komşu duodenum tümörleri benzer klinik özellikler gösterirler;
çoğu zaman görüntüleme yöntemleriyle birbirlerinden ayırt edilemeyebilirler, hatta
ameliyatta dahi tümörün hangi dokudan köken aldığı anlaşılamayabilir. Ancak hepsinde
de cerrahi tedavi prensipleri benzediğinden, periampuller bölge tümörleri birarada
incelenmektedir (1,2).
Pankreatik ve periampuller kanserler bütün gastrointestinal kanserlerin % 5’ ini
oluştururlar. Pankreas kanseri erkeklerde tüm kanserler arasında % 3, kadınlarda ise % 5
sıklıktadır. Pankreas kanserine bağlı ölümler, kanser ölümleri arasında erkeklerde
dördüncü, kadınlarda ise beşinci sırada yer almaktadır (3). Pankreatik kanser insidansı
yaşla artmaktadır. Pik yaptığı dönem 7.-8. dekatlardır. Ampuller tümörler genelde 60
yaş civarında görülmekle beraber, gençlikten yaşlılığa kadar herhangi bir yaşta ortaya
çıkabilirler (4,5). ABD’ de 1998 yılında kansere bağlı ölümlerde 28.900 olgu ile
pankreatik kanser dördüncü sıradadır (6) .
Pankreatikoduodenektomi; periampuller bölge tümörlerinin tedavisinde kür
sağladığına
inanılan tek ve kompleks bir prosedürdür. İlk kez 1899 yılında Codivilla
tarafından ampulla Vater tümörlü bir hastaya uygulanmıştır. Fakat, 1935 yılına kadar
ampulla Vater tümörlerinde Halsted’ in tarif ettiği transduodenal yaklaşım uygulanmaya
devam edilmiştir.
Bununla birlikte 1935 yılında Allen Whipple tarafından pankreatikoduodenektomi
serisi yayınlanmışve bu ameliyat, bu tarihten itibaren ‘Whipple Ameliyatı’ olarak
adlandırılmıştır (5,7).
1
İlk tarif edildiği dönemlerde iki evreli bir ameliyat olan Whipple ameliyatı, daha
sonra tek evrede gerçekleştirilmeye başlanmış ve 1970’ li yıllara kadar yüksek cerrahi
mortalite ve morbidite ile seyretmiştir. Standart Whipple ameliyatı, yıllar içinde bazı
değişikliklere uğramıştır.Longmire ve Traverso tarafından 1978 yılında pilor koruyucu
pankreatiko duodenektomi tarif edilmiştir (5,7). Sonraki dönemde postoperatif yaşam
kalitesini artırması nedeniyle pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomiler giderek
popilerite kazanmıştır.
Periampuller bölge patolojileri nedeniyle yapılan ameliyatlarda en büyük sorunlar
işlemin karmaşıklığı ve ameliyata bağlı morbidite ve mortalite oranlarının yüksek
oluşudur.
1960’ lı yıllarda çoğu cerrah ameliyata bağlı mortalite oranını % 20-40 olarak
rapor etmiştir. Günümüzde gerek hastaların preoperatif iyi hazırlanışı, gerekse
postoperatif yoğun bakım ve diğer destek tedavi yöntemlerindeki gelişmelere parelel
olarak mortalite oranlarında ciddi düzelmeler görülmüştür. Günümüzde mortalite oranı
çoğu merkezde %5 ve altında bildirilmektededir. Bununla birlikte morbidite
oranlarındaki yükseklik halen devam etmektedir. Mortalite oranları yine %15-35 olarak,
yüksek volümlü merkezlerce bildirilmektedir. Bu sonuçlar uzun süreli sağkalım
oranının da düşük olması ile birlikte ele alındığında ameliyatın hastalıktan daha kötü
olduğu şeklinde sorgulamanın yapılmasına yol açmıştır (8).
Bu çalışma Ocak 2004- Temmuz 2009 tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı
İstanbul Eğitim Hastanesi 4. Cerrahi Kliniği’nde yapılmıştır. Çalışma periampuller
bölge tümörü nedeniyle ameliyat edilen 48 olguyu ve mortalite olmaksızın
gerçekleştirilen
35
ardışık
pilor
koruyucu
pankreatikoduodenektomi
vakasını
içermektedir. Çalışmada pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi sonrası mortalite,
morbidite ve uzun süreli yaşam üzerine etkili faktörlerin neler olduğunun araştırılması
amaçlanmaktadır.
2
2. GENEL BİLGİLER
2.1. TARİHSEL BİLGİ
Pankreas başı ve periampuller bölgenin potansiyel olarak kürabl invaziv
adenokarsinomunda pankreatikoduodenektomi (PD) (Whipple işlemi) günümüzde
geçerli olan tedavi seçeneğidir. İlk başarılı ampuller tümör rezeksiyonu William Stewart
Halsted tarafından 1899 yılında gerçekleştirilmiştir (7,9). Aynı dönemde Codivilla,
periampuller kanser için duodenum ve pankreas başını rezeke etmiştir. Hasta operasyon
süresince yaşamış, fakat cerrahi girişimi takip eden dönemde komplikasyonlar
nedeniyle ölmüştür. Periampuller tümörlerde pankreatikoduodenektomi, Berlin’ de
Kausch tarafından 1912’ de iki evrede gerçekleştirilmiştir. 1914 yılında Hirschel tek
evrede pankreatikoduodenektomi bildirmiştir (7). Bu erken dönemlerde yapılmış olan
rezeksiyon girişimlerine rağmen 1935 yılına kadar ampuller kanserlerin çoğunda ilk
olarak Halsted tarafından tarif edilmiş olan transduodenal yaklaşım kullanılmıştır. 1935
yılında Whipple, Parsons ve Mulins ampuller tümörü olan üç hastaya iki evrede
pankreatikoduodenektomi uygulamışlardır. Birinci evrede kolesistogastrostomi ile
gastrojejunostomi yapılmış ve ikinci evrede, birkaç hafta sonra pankreastan küçük bir
wedge rezeksiyon ile duodenum ikinci bölümüne sınırlı rezeksiyon uygulanmıştır (7).
1937 yılında, Brunschwig pankreatikoduodenektomi endikasyonunu genişleterek
pankreas başı kanserinde uygulamıştır. 1941 yılında, Whipple ve Trimble tarafından tek
evreli başarılı pankreatikoduodenektomi yapılmış ve yayınlanmıştır. Bu raporları
takiben pankreatikoduodenektomi girişimi artan bir sıklıkta tek evreli olarak
gerçekleştirilmiştir, fakat 1970’ li yıllara kadar mortalite yüksek olarak kalmıştır.
Howard
1968
yılında
pankreatikoduodenektomi
41
hastaya
uygulamıştır
hastane
(7).
mortalitesi
1960-1970
yılları
olmaksızın
arasında
pankreatikoduodenektomi girişiminde hastane mortalitesi % 25 olarak gözlenmiştir
(7,9). 1980’ li yıllarda mortalite oranları dramatik olarak değişmiştir. Bir çok değişik
merkezde hastane mortalitesi % 5’ ten daha az olarak bildirilmiştir (10,11).
Standartpankreatikoduodenektomi girişimi yıllar içinde bazı değişikliklere uğramıştır ve
ilk kez 1944 yılında Watson tarafından pilor koruyucu pankreatikoduodenektomi tarif
3
edilmiştir (7). Bu girişim, 1978’ de Traverso ve Longmire tarafından tarif edilene kadar
pek uygulanılmamıştır.
Periampuller bölge patolojilerinin ameliyatlarında en büyük sorunlar işlemin
karmaşıklığı ve ameliyata bağlı morbidite ve mortalite oranlarının yüksek oluşudur.
1960’ lı yıllarda çoğu cerrah ameliyata bağlı mortalite oranını % 20-40 olarak rapor
etmiştir. Bu uzun süreli sağkalım oranının düşük olması ile birlikte ele alındığında
tedavinin hastalıktan daha kötü olduğu şeklinde sorgulamanın yapılmasına yol açmıştır.
Modern çağda tanısal yöntemlerdeki önemli gelişmeler, hasta seçimi, ameliyat sonrası
bakım ve birçok yönü ile pankreatik cerrahide kazanılan deneyim, bu ameliyatın
güvenilirliğinin dramatik olarak artmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Yeni
yayınlanan serilerde ameliyat mortalitesinde önemli düşme olduğu gösterilmiş ve oran
genelde % 5’ in altında olmuştur (12,13,14,15).
Ayrıca bu çalışmaların bazılarında rezeksiyondan sonra pankreas başı
adenokarsinomunda uzun süreli sağ kalım oranında artış olduğu gösterilmiştir.(16).
Bugün gelinen nokta, kür için cerrahinin tek seçenek olduğu ve bölgesel hastalığı
olanlarda rezeksiyon yapılması yönündedir.
İlk yıllarda periampuller malignite, pankreatikoduodenektomi operasyonunun tek
endikasyonunu oluşturmaktaydı. Son dönemlerde bu girişim, kronik pankreatit gibi non
neoplastik durumlarda da uygulanım sahası bulmuştur. Cerrahi mortalite oranlarının %
25 olarak belirlendiği yıllarda, benign ve low-grade neoplazmlarda uygun bir girişim
olarak görülmemiştir. Fakat, son yıllarda cerrahi girişime bağlı mortalite çok düştüğü
için pankreatikoduodenektomi endikasyon sahası oldukça genişlemiştir (10,17) .
2.2. EMBRİYOLOJİ
Pankreas, fetal hayatın dördüncü haftasında ön barsağın kaudal kısmından arka ve ön
pankreas tomurcukları olarak çıkar. Her iki çıkıntı da sağa döner ve ventral pankreasın çıktığı
noktanın yanında birbiriyle birleşir. Daha sonra duodenum döndükçe pankreas da sola kayar.
Erişkinde sadece başın kaudal kısmı ve processus uncinatus ön pankreastan kaynaklanır. Başın
kranial parçası, gövdenin tümü ve kuyruk dorsal pankreastan çıkar. Dorsal pankreas kanalıının
büyük kısmı ventral pankreas kanalı ile birleşir ve ana pankreas kanalını (Wirsung) oluşturur.
4
Küçük bir kısım aksesuar kanal (Santorini) olarak kalır. İnsanların % 5-10’unda ventral ve
dorsal pankreas kanalları birleşmez ve pankreas bölgelerinin çoğu Santorini kanalı ile minor
papillaya açılır. Sadece ventral pankreasın küçük bir kısmı safra kanalı ile ortak olarak papilla
vateriye açılır (18,19,20) (Resim-1).
Resim 1: Pankreasın embriyolojik gelişimi
2.3. HİSTOLOJİ
Pankreas 60-160gr ağırlığında sindirim enzimleri ve hormonlar üreten bir iç (endokrin) ve
dış (ekzokrin) salgı organıdır. Enzimler ekzokrin kısmın hücreleri tarafından depolanır ve
salınır. Endokrin salgılar ise Langerhans adacıkları olarak bilinen endokrin dokuda bulunan
hücre grupları tarafından sentezlenir.
Dıştan gevşek ve ince bir kapsül ile sarılı olan pankreasın dış salgı ünitesi (ekzokrin
ünitesi) birleşik tübüloalveoler biçimli olup saf seröz salgı yapar. Ribozomdan zengin bazal
sitoplazma bazofilik boyanır. Salgı ürünü olan zimojenik granüller apikal sitoplazmada toplanır.
Bu bölüm asidofilik boyanır. Asinüsü takip eden interkalar duktus tek katlı kübik epitelle
kaplıdır. Hücrelerin apikalinde komşu hücrelerin memranları arasında zonula okludens, zonula
adherens ve desmozom tipi bağlantı kompleksleri bulunur.
5
Pankreasın baş, boyun ve korpus bölümlerinin salgılarını toplayan kanala Wirsung kanalı,
başın bir bölümünün salgısını toplayan kanala ise Santorini kanalı adı verilir. Her iki kanal da
yüksek pirizmatik veya yalancı çok katlı epitelle döşeli olabilir. Arada Goblet hücreleri ve
enteroendokrin hücreler de yer alabilir.
İnsan ekzokrin pankreası su ve iyonlara ek olarak sindirim enzimleri ve proenzimler
salgılar. Bunlar, tripsinojen, kimotripsinojen, karboksipeptidaz, deoksiribonükleaz, ribonükleaz,
triaçilgliserol lipaz, fosfolipaz A2, elaztaz ve amilaz’dır. Salgı başta sentroasiner hücreler ve
küçük interkalar kanalları oluşturan hücreler tarafından üretilir. Asinüslerde az miktarda,
proteinden zengin sıvı üretilirken interkalar kanal hücrelerinde sodyum ve bikarbonattan zengin,
daha fazla miktarda sıvı salgılanır. Pankreas salgısı duodenum mukozasındaki enteroendokrin
hücreler tarafında üretilen sekretin ve kolesistokinin hormonları tarafından kontrol edilir.
Hormonal etkinin yanı sıra pankreasın otonomik innervasyonu da salgılamada önemlidir.
Sempatik sinir lifleri pankreasın kan akımını regüle ederken, parasempatik lifler de sentroasiner
hücrelerin ve asinüsün aktivitesini stimüle eder (18,19,20)
2.4. ANATOMİ
2.4.1. KOMŞULUKLARI
Pankreas retroperitoneal alanda duodenumun solu, dalağın sağı arasında transvers
olarak uzanır. Önde sağdan sola doğru; transvers kolon ve mesokolon transversum,
bursa omentalis ve mide ile komşudur. Arkada sağdan sola doğru; koledok, v. porta
hepatis ve v. lienalis, v.kava inferior , superior mezenterik ven, aort, sol böbrek ve dalak
hilusu yer alır.
6
Resim 2: Pankreasın komşulukları
2.4.2. PANKREASIN BÖLÜMLERİ
Pankreas baş, uncinate process, boyun, gövde ve kuyruk olarak 5 bölüme
ayrılabilir.
Baş :
Pankreas başı superior mezenterik arter ve venin sağında yer alır. Duodenumun 2.
ve 3. parçasına medial yüzü boyunca ileri derecede fiksedir. Başın boyun ile birleşme
yeri ön yüzde üstte portal venden, altta superior mezenterik vene çizilen hayali hattır.
Anterior pankreatikoduodenal arkad duodenal kıvrıma paraleldir, fakat bunun
duodenumdan ziyade anterior pankreatik yüzeye bağlı olduğunu gözardı etmemek
gerekir. Posterior yüzey sağ böbreğin medial kenarı ve hilusu, sağ böbrek damarları, sol
renal venin inferior vena kavaya girdiği kısım, diafragmanın sağ krusu, posterior
pankreatikoduodenal arkad, sağ gonadal ven ve koledoğun distal parçası ile komşudur.
7
Uncinate Process :
Pankreasın uncinate processi başın arka yüzeyinin sol alt parçasında, genellikle
portal ven ve superior mezenterik damarların arkasında, aort ve inferior vena kavanın
önünde yer alır. Sagital kesitte uncinate process superior mezenterik arter ile aort
arasında, sol renal venin üzerinde, duodenumun 3. ve 4. parçasının altındadır. Uncinate
process olmayabilir veya superior mezenterik damarları tamamen çevreleyebilir.
Process iyi gelişmişse pankreas boynunun ayrılması sırasında superior mezenterik
damarlar veya portal venin yaralanmasından kaçınmak gerekir. Superior mezenterik
arter ve venden çıkan çok küçük dallar uncinate processin beslenmesini sağlar, bunların
nadiren bağlanması gerekebilir.
Boyun :
Boyun 1,5-2 cm uzunluğunda, üstte çöliak trunkus ile altta superior mezenterik
damarlar arasında fiksedir. Pankreasın superior mezenterik damarlar üzerindeki
bölümüdür. Sağda, gastroduodenal arter anterior superior pankreatikoduodenal arteri
verir ve bu arter boynun ve başın üst bölümünün kanlanmasını sağlar. Posteriorda
superior mezenterik ven, splenik ven ve portal ven ile komşudur. Bir veya iki küçük ven
portal vene, dört ya da beş dal da superior mezenterik vene dökülebilir. Eğer varsa
bunların kanaması boynun altında kalan yapıları ortaya çıkarmada güçlük oluşturacağı
için boynun dikkatli elevasyonu ve kısa damarların bağlanması gerekebilir. Portal venin
sağından çok küçük kısa lateral dallar, solundan ise sol gastrik, splenik ve nadiren
inferior mezenterik ven girer.
Gövde :
Pankreas gövdesi superior mezenterik damarların solunda yer alır ve duodenumun
4. kıtası, Treitz ligamanı, bazı jejunal anslar, transvers kolonun sol tarafı ile komşudur.
Gövdenin üst kenarı sağda çöliak aks ve hepatik arter, solda splenik damarlarla
komşudur. Gövdenin ön yüzü omental bursanın arka duvarının pankreas ve mide
yüzeyini ayıran çift peritoneal tabakası ile örtülüdür. Bu tabakanın aynı zamanda
transvers mezokolon ile de komşuluğu vardır ve iki tabakaya ayrılır; bir yaprağı ön
yüzü, diğeri inferior yüzü kaplar. Midkolik arter mezokolonun yaprakları arasındadır.
8
Paraduodenal fossa ve inferior mezenterik ven pankreas gövdesinin alt kenarına
yakındır. Arka yüzeyi aort, superior mezenterik arter çıkışı, diafragmanın sol krusu, sol
adrenal, perirenal fasya, sol böbrek damarları, sol böbrek ve splenik ven ile komşudur.
Splenik ven ve çoğu yüzeyel dallar pankreasın venleri olarak kabul edilir. Dalağın
korunması istenirse splenik venin yaralanmasının engellenmesi için dallar dikkatlice
bağlanmalıdır.
Kuyruk :
Kuyruk kısmen mobildir ve ucu dalağın visseral yüzeyine uzanır. Splenik arter,
splenik venin başlangıcı ile birlikte splenorenal ligamanın iki tabakası ile sarılmıştır. Bu
ligamanın dış tabakası gastrosplenik ligamanın posterior tabakasından meydana gelir.
Bu nedenle dikkatsiz diseksiyon kısa gastrik damarların yaralanmasına neden olabilir.
Ligaman hemen hemen avaskülerdir fakat künt diseksiyon pedikülde durdurulmalıdır.
2.4.3. PANKREASIN ARTERYEL KAN AKIMI
Pankreasın kan akımı çölyak trunkus ve superior mezenterik arterden sağlanır.
Genelde kanlanmanın en fazla olduğu yer pankreas başıdır, korpus ve kuyrukda daha
azdır, boyun kanlanmanın en az olduğu yerdir. Pankreas başı ve duodenumun konkav
yüzü pankreatikoduodenal arteryel arkadın iki dalı ( anterior ve posterior ) ile beslenir.
Tüm büyük arterler kanalların arkasında yer alır.
Pankreatik Arkad :
Gastoduodenal arter, anterior superior ve posterior superior pankreatikoduodenal
arteri
oluşturmak
üzere
ayrılır.
Anterior
inferior
ve
posterior
inferior
pankreatikoduodenal arterler pankreas boynunun alt kenarından veya üzerinden superior
mezenterik arterden çıkar.
Dorsal Pankreatik Arkad :
Dorsal pankreatik arkad boynun arkasında yer alır, sıklıkla splenik venin
arkasındadır.
9
Transvers Pankreatik Arter :
Transvers pankreatik arter dorsal pankreatik arterin sol dalıdır ve pankreasın
gövde ve kuyruğunu besler.
Splenik Arterin Dalları :
Splenik arter pankreas gövdesinin posterior yüzünde ve kuyruğunda yer alır.
Splenik arterin 2-10 arası dalları transvers pankreatik arterle anastomoz yapar. Bunların
en büyüğü olan büyük pankreatik arter ( von Haller ) pankreas kuyruğunu besleyen ana
arterdir.
Kaudal Pankreatik Arter :
Kaudal pankreatik arter sol gastroepiploik arterden veya dalak hilusundaki splenik
dallardan çıkar.
2.4.4. PANKREASIN VENÖZ DRENAJI
Pankreasın venleri genellikle arterlere paraleldir ve arterlere göre daha yüzeyeldir.
Hem arter hem de venler kanalların arkasındadır. Venler portal ven, splenik ven,
superior ve inferior mezenterik venlere boşalır.
Resim 3: Pankreasın damarsal yapısı
10
2.4.5. PANKREASIN LENFATİK DRENAJI
Resim 4’ de pankreasın lenf damarları ve lenf yolları gösterilmektedir.
Resim 4: Peripankreatik ve bölgesel lenf nodu grupları. Peripankreatik lenf nodu
grupları (N1): superior pankreas (SH), pankreas baş ve gövdesinin superiorunda
bulunan lenf nodları; inferior pankreas (IH), pankreas baş ve gövdesinin inferiorunda
bulunan lenf nodları; anterior pankreas, anterior pankreatikoduodenal (APD), pilorik
(Py) ve proksimal superior mezenterik (SM) lenf nodları; posterior pankreas: posterior
pankreatikoduodenal (PPD), koledok (CBD) veya perikoledokal ve proksimal superior
mezenterik (SM) odlar; splenik: dalak hilusu ve pankreas kuyruğu. Bölgesel lenf nodları
(N2): hepatik arter; infrapilorik ( yalnızca baş kısmı tümörleri için); subpilorik (yalnızca
11
baş kısmı tümörleri için); çölyak (CT) (yalnızca baş kısmı tümörleri için); distal
superior mezenterik, retroperitoneal ve lateral aortik (PA); duktus hepatikus kommunis
(CHD); pankreas gövdesinin superioru (SB); pankreas gövdesinin inferioru (IB); mid
kolik (MC). (17)
2.4.6. PANKREASIN İNNERVASYONU
Pankreasın sempatik ve parasempatik innervasyonu vardır. Sinirler genellikle
varacakları yere damarları takip ederek gider. Çöliak ganglion hem sempatik hem de
parasempatik innervasyonun merkezidir. Çöliak ganglionun cerrahi veya kimyasal
ekstirpasyonu hem sempatik hem de parasempatik sistemin afferent liflerinin iletisini
keser.
Tetraetil amonyum klorür, fenol ve alkol ganglion destrüksiyonunda kullanılır. Bu
tedaviler sadece birkaç aylık süreçte etkilidir (21,22).
Resim 5: Pankreasın sinirleri
12
2.4.7. PANKREATİK KANALLAR
Duktus pankreatikus majör (Wirsung kanalı) kuyruk bölümünden başlar ve yolu
boyunca birçok dallar alarak bezin tüm uzunluğunca seyreder. Duodenumun ikinci
bölümünün ortası hizsındaki papilla majör duodeni’ ye duktus koledok ile birlikte açılır.
Duktus pankreatikus bazen duodenuma ayrı olarak açılır. Duktus pankreatikus
accessorius (Santorini kanalı), eğer mevcut ise pankreas başının üst bölümünü drene
eder ve sonra ana pankreatik kanalın biraz üstünde papilla duodeni minör üzerinden
duodenuma açılır.
Ana pankreatik kanal (Wirsung kanalı) ve aksesuar kanal (Santorini kanalı) ana
pankreas damarlarının önünde yer alır.
İki pankreas kanalının gelişiminden dolayı pek çok varyasyonları vardır.
Bu varyasyonların sıklığı aşağıda sıralanmıştır ( çok nadirleri dışında):
9 % 60 vakada her iki kanal duodenuma açılır.
9 % 30 vakada, Wirsung kanalı tüm sekresyonu taşır, Santorini kör uçla sonlanır.
9 % 10 vakada Santorini tüm sekresyonu taşır, Wirsung küçük veya yoktur.
Kanalın en geniş çapı duodenumun duvarına açıldığı yerden hemen önce
pankreasın baş bölgesindedir. 2-3 ml kontras madde ana pankreatik kanalı, 7-10 ml
kontras madde ise küçük kanalları ve dalları doldurur.
2.4.8. DUODENAL PAPİLLA ( VATER PAPİLLASI )
Duodenal papilla koledoğun intramural parçasının uç kısmıdır. Duodenumun 2.
kıtasının posteromedial devamındadır. Endoskopi sırasında papilla, çoğu hastada 2.
lomber vertebranın sağında bulunur. Papillanın pilora uzaklığı 1,5-12 cm arasında
değişen mesafededir, ancak proksimal duodenumun inflamasyonu bu mesafeyi kısaltır,
bu nedenle pilor uygun bir belirleyici değildir.
13
Günümüzde kabul edilen kas yapısı pankreas kanallarını ve koledoğun intramural
parçasını çevreleyen spiral veya sirküler düz kas liflerinden meydana gelen dört ayrı
sfinktere ayrılabilir. Sfinkter kompleksi 3-30 mm uzunluğu arasındadır. Bu kompleksin
tüm anatomik ayrıntılarının tamamen diseke edilmesinin cerrahi tatmin için gerekli
olmadığının bilinmesi önemlidir. Uygun dilatatörler yardımı ile 5 mm’ lik insizyonlar
yapılıp istenilen sonuca en kısa insizyonla ulaşılmış olur. Papillanın bulunduğu yerde
longitudinal mukozal kıvrım transvers şekildeki mukozal kıvrımla karşılaşarak T
şeklinde bir yapı oluşturur. Papilla sıklıkla transvers mukozal kıvrımlarla kaplıdır, bu
kıvrımların dikkatli bir şekilde kaldırılması papillayı ortaya çıkarır. T yapısı
görülmüyorsa ve papilla palpe edilemiyorsa, koledoğun yukarıdan kanüle edilmesi
gerekir. Ampulla ortak pankreatikobilier kanaldır ve papillanın içinde kanalların
birleşim yerinin altındadır. Koledok ve pankreatik kanalların ampullada birleşim yerleri
varyasyon gösterebilir :
9 Tip1 : Pankreatik kanal, duodenal papillanın orifisinden değişik uzaklıklarda
koledoğa açılır ( % 85 ).
9 Tip 2 : Pankreatik kanal ve koledok duodenal papillada ayrı olarak açılır ( %
5).
9 Tip 3 : Pankreatik kanal ve koledok duodenuma ayrı noktalardan açılır ( % 9).
14
Resim 6: Pankreas kanalları
2.5. PANKREATİK VE PERİAMPULLER KANSERLER
2.5.1. ETYOLOJİ
Pankreatik adenokanserin neden veya nedenlerini saptamak için bir çok çalışma
yapılmıştır. Kafein ya da kahve nedenler arasında suçlanmış ancak daha geniş
çalışmalarla patogenezde rolü olmadığı gösterilmiştir. Sigara içimi ile pankreas kanseri
arasında önemli bir korelasyon mevcuttur. Sigara içen kişilerde pankreas kanseri 2-3 kat
daha fazla görülmektedir (23,24). Sigara içenlerde yapılan otopsi bulgularına göre,
sigara, pankreas duktus hücrelerinde hiperplazi, nüvelerinde ise atipik değişikliklere
neden olmaktadır. Deneysel çalışmalar, sigaradaki nitrosaminin pankreas için
karsinojenik olduğunu göstermiştir. Prospektif çalışmalar, sigara içenlerde pankreas
15
kanserinden ölüm oranında artış olduğunu göstermektedir. Diğer önemli bir faktör
diyettir. Taze sebze ve meyve tüketiminin fazla olduğu kişilerde pankreas kanseri daha
az görülmektedir. Bunun nedeni olarak yüksek düzeyde proteaz inhibitörleri içeren
bitkisel kaynaklı proteinlerin koruyucu etkisi gösterilmektedir (23). Ayrıca naftilamin,
benzidin ve petrol ürünlerinin kullanıldığı bazı endüstri kuruluşlarında çalışanlarda
pankreas kanseri daha sık görülmüştür (23) .
Kronik pankreatitli hastalarda yaşam boyu risk artmıştır. Ancak, pankreatit
pankreas kanserine oranla çok daha seyrek görülür ve bu nedenle olguların çoğunda
neden bilinmemektedir. Kronik pankreatitle olan ilişkisi, çalışmalarda, neden alkol
tüketimi ile pankreas kanseri arasında ilişki bulunduğunu açıklar. Alkolün pankreas
kanserinden direk sorumlu olması çok düşük bir olasılıktır ancak, alkole bağlı kronik
pankreatit oluşmuş bir pankreastan adenokarsinom gelişebilir. Herediter pankreatite son
zamanlarda artan ilgi, nedeni ne olursa olsun kronik pankreatitin etyolojide önemli
olabileceği fikrini desteklemiştir.
Herediter pankreatiti olan hastalarda yaşam boyu risk %40’ lara kadar çıkmaktadır
(5,24).
İntramukozal papiller müsinöz tümör ( IPMT) pankreas duktal epitelinde bir
alanda değişiklik olarak başlar. Duktal adenokarsinomanın öncü lezyonu olduğu
düşünülmektedir.
Nadir olmasına karşın invaziv adenokarsinom oluşmadan çok önce tedavi
edilebilme şansı verdiğinden erken tanı çok önemlidir. IPMT ile ilişkili tümörlerin
prognozu duktal adenokarsinomdan daha iyi olmasına rağmen, invaziv komponenti olan
ve olmayan IPMT olarak ayrıldığında, invaziv komponenti olan tümörlerin prognozu da
duktal adenokanserler kadar kötü bulunmuştur.
16
2.5.2. GENETİK
Son
yıllarda
mekanizmaların
periampuller
etkisi
gündeme
kanser
gelişiminde
gelmektedir.
Bu
inflamatuar
bölge
ve
genetik
kanserlerinde,
karsinoembriyojenik antijen (CEA), c-neu, K-ras, c-erbB2, c-erbB3 onkogen
mutasyonları, p53, transforme edici büyüme faktörü (TGF), EGF ve epitelyal membran
antijen ekspresyonları artmaktadır. Özellikle c-neu onkogen varlığı ile yaşam süresi
arasında ters ilişki söz konusudur. Normal pankreas , kronik pankreatit ve pankreas
doku örneklerini immünohistokimyasal, lazer ikrodiseksiyon yöntemleriyle incelendiği
bir çalışmada kanser dokusunda EGF, nükleer faktör kapa b (NF-B), S100A4, matriks
metalloproteinaz 2 gibi tümör oluşumunu arttıran mediatörlerin ekspresyonunda artış
olduğu gösterilmiştir. Kromozomal değişiklikler
(9p,17p, 18q, 3p, 8p kromozom
kollarında kayıp), mikrosatellit instabilite (hMLH1 mutasyonu), gen mutasyon (p16,
p53, DPC4), gen ekspresyonu (mesotelin) pankreas kanserlerinde görülen başlıca
genetik anomalilerdir ( 25-28).
2.5.3. PATOLOJİ
Her ne kadar diğer benign ve malign neoplaziler periampuller bölgede görülse de,
pankreatik ve periampuller kanserlerin büyük kısmı adenokarsinom grubuna aittir.
Fonksiyonel ve fonksiyonel olmayan adacık tümörleri, kistik neoplaziler,
sarkomlar, lenfomalar, karsinoidler, schwanomalar ve metastatik tümörlerin de pankreas
başı ve periampuller bölgede adenokarsinomlara klinik olarak benzerlik gösterebileceği
bilinmelidir.
Periampuller bölge karsinomlarının % 50-70’ i pankreas, % 15-25’i ampulla
Vateri, % 10’u duodenum ve % 10’u da distal koledok kökenlidir. Duktus hücrelerinin
tüm pankreas hücrelerinin % 4’ünü oluşturmalarına karşın, pankreasın ekzokrin
kanserlerinin % 90’ dan fazlası duktal epitelden kaynağını alan adenokanserlerdir
(8,29). Pankreasın ekzokrin kanserlerinin sadece % 1’i asiner hücre kökenlidir.
Pankreas kanserlerinin % 60-70’i pankreas başında, % 15-20’ si pankreasın gövdesinde
ve % 5-10’u da pankreasın kuyruğunda lokalize olurlar. Olguların % 16- 30’unda
pankreas kanseri multifokaldir (30) .
17
Önemli olarak ampuller, bilier ve duodenal neoplaziler sıklıkla rezektabldır ve
küratif amaçlı rezeksiyon yapıldığında daha iyi prognoza sahiptirler. Rezektabl ise,
pankreatik neoplazilere de hastayı kür şansından mahrum etmemek için agresif olarak
yaklaşılmalıdır.
Periampuller kanserlerin bir anatomik ve histolojik sınıflamasını tam olarak
yapmak zor olabilir. Rezeke edilen spesimenin dikkatli patolojik incelemesi sonucunda
başlangıçtaki klinik tanının değişmesi nadir değildir. Rezeke edilen spesimende
inspeksiyon ile saptanan tümörün yerleşim yeri ve herhangi bir karsinoma insitu varlığı
ile yerleşim yeri, pankreas, safra yolu, ampulla ve duodenumu içeren 4 kategori ile ilgili
sınıflamayı kolaylaştırır. Bununla beraber, yapılan bu işlemlere rağmen bazı
periampuller tümörlerde net bir sınıflama yapılamaz (4,30) .
Cerrahi olarak çıkarılan pankreas başı kanserlerinde tümör çapı ortalama 3 cm’
dir. Gövde ve kuyrukta tümörün çapı ortalama 8-10 cm’ e ulaşır. Makroskobik olarak
sınırları düzensiz, sert kıvamlı, soluk görünümlü kitle şeklindedir. Kanama ve nekroz
genellikle bulunmaz. Mikroskobik olarak değişik miktarlarda müsin üreten küboid veya
kolumnar epitelyum ile döşeli, küçük ve büyük glandüler yapılar şeklindedir. Glandların
etrafı fibröz matriks ile çevrilidir. Tümörün sertliğinden bu yapılar sorumludur. Duktal
kanserlerin farklılaşımı; gland şekillenmesine, müsin üretimine ve epitelyal anaplaziye
göre iyi, orta ve az diferansiye tümörler olarak sınıflandırılır (4,5).
Pankreas kanserinde bir çok kanserin başlangıcı gibi, duktal hiperplazi, in situ
kanser ve invaziv kanser sıralamasını takip eder. Kanser nedeniyle pankreas
rezeksiyonu yapılan hastaların çıkarılan pankreas dokusunda papiller epitelyal
hiperplazi, atipik duktal hiperplazi, in situ duktal kanser ve kanallar içi papillomlar
tespit edilmektedir. Pankreas kanseri daha başlangıç halindeyken de perinöral aralıklara,
lenfatiklere, interstisyel aralık yoluyla pankreas içinde yayılma yapabileceğinden,
cerrahi sınırların çok dikkatli kontrolü gerekir. Pankreas kanseri multisentrik
olabildiğinden çıkarılan pankreasın çok dikkatli kesitlerinin yapılıp, başka karsinom
odaklarının olup olmadığı araştırılmalıdır (4,5,30). Pankreas kanserinde peripankreatik
ve retroperitoneal dokulara, bölgesel lenf düğümlerine, SMV, SMA, portal ven ve
18
hepatik artere lokal invazyonlar olur. Cerrahi eksplorasyon sırasında pankreas başı
kanserlerinin % 50’ sinde, gövde ve kuyruk kanserlerinin de % 95’ inde metastaz
bulunur.
Karaciğerde % 50 oranında metastaz vardır. Diğer metastaz yerleri periton,
akciğerler, adrenaller, kemikler, uzak lenf düğümleri, deri ve merkezi sinir sistemidir .
Ampulla vateri kanserleri anatomik yerleşim yeri özelliklerinden dolayı erken
belirti verdiklerinden olguların 3/4’ ünde cerrahi olarak çıkarılmaları mümkündür.
Pankreas kanserlerine göre daha az infiltratif ve metastatik potansiyel taşırlar. Papilla
tümörleri ortalama 2 cm (1-6 cm) çapında, yumuşak polipoid yapıda ya da yuvarlak
pembe renkli, genellikle iyi diferansiye adenokanserlerdir.
Distal koledok kanseri, olguların pek çoğunda infiltratif, skirrö adenokanserlerdir.
Kronik ülseratif kolit, opisthorchis sinensis, koledokolitiasis, papilloma, koledok
kistleri ve sklerozan kolanjit zemininde gelişirler. Erken dönemde % 50’ sinde
metastazlar bulunur.
Duodenal malign tümörlerin % 90’ ı adenokanser, % 10’u leiomyosarkom ve
lenfosarkomdur.
Komşu organların tümörlerinin pankreası invazyonu sonucu sekonder tümörler
gelişebilir.
Mide ve transvers kolon kanserleri; perigastrik, peripankreatik ve çölyak lenf
düğümlerinin sekonder tümörleri pankreasa invazyon yapabilirler. Meme, tiroid, akciğer
kanserlerinde kan yoluyla pankreasa metastazlar olabilir. Pankreasın sekonder tümörleri
nadiren pankreas fonksiyonlarında bozulma yaparlar ve klinik semptom verirler. Bunlar
pankreasta genellikleiyi sınırlı nodüller şeklindedirler.
19
2.5.4. EVRELEME
Son 15 yıl içinde pankreatik kanser için iki evreleme sistemi geliştirilmiştir. Japon
hastalar Japanese Pancreas Society evreleme sistemine göre evrelenmiştir (31). Bu
sistem
lokal
tümör
büyümesi
ve
pankreasa
komşu
dokuların
tutulmasını
değerlendirmede daha üstün iken, karmaşık bir sistemdir ve batı ülkelerinde yaygın
olarak kullanılmamaktadır.
Batılı hastalar Union İnternationale Contra Concrum (UICC) TNM evreleme
sistemine göre evrelenmiştir (32) . Bu sistem primer tümörün büyüklüğüne (T) ,
bölgesel lenf nodlarının durumuna (N) ve metastatik hastalık (M) varlığına
dayanmaktadır. Bu sistem kolay uygulanabilir olup, lenf nodu metastazını en önemli
prognostik faktör olarak ele almaktadır. (Tablo 1). Pankreas dışı adenokarsinomlar için
TNM sınıflaması benzerdir. Pankreas kanserinde R0 –rezeksiyon artık tümörün
olmaması, R1- rezeksiyon mikroskobik artık tümör kalması, R2- rezeksiyon ise
makroskobik artık tümörün kalması olarak tanımlanır.
20
Tablo 1. Pankreatik karsinom için TNM evrelemesi
Primer tümör (T)
TX Primer tümör değerlendirilemiyor
T0 Primer tümör ile ilgili bulgu yok
Tis İn situ karsinom
T1 Tümör pankreasta sınırlı ve en büyük çapı 2 cm’ den küçük
T2 Tümör pankreasta sınırlı ve en büyük çapı 2 cm’ den büyük
T3 Tümör direkt olarak doudenum, safra kanalı veya peripankreatik dokulara
yayılmış
T4 Tümör direkt olarak mide, dalak, kolon veya komşu kan damarlarına
yayılmış
Bölgesel lenf nodları (N)
NX Bölgesel lenf nodları değerlendirilemiyor
N0 Bölgesel lenf nodlarına metastaz yok
N1 Bölgesel lenf nodu metastazı
pN1a Tek bir bölgesel lenf noduna metastaz
pN1b Multipl bölgesel lenf noduna metastaz
Uzak metastaz (M)
MX Uzak metastaz varlığı değerlendirilemiyor
M0 Uzak metastaz yok
M1 Uzak metastaz
21
2.5.4.1. TÜMÖR
Pankreatik veya periampuller tümörün komşu dokulara yayılması hastalığın T
evresinin ilerlemiş olduğunu gösterir, artmış lenfatik, venöz ve perinöral yapılara
invazyon insidansı ile kötü prognozun habercisidir (23). Pankreas dışı periampuller
kanser pankreas parankimini tutarsa prognoz daha da kötü olup, lenfatik invazyon oranı
artar (5,34). Ampuller kanserlerin duodenal duvara invazyonu pankreatik invazyonda
olduğu gibi kötü sonuç vermez (5).
Pankreasa invazyon veya tümör kaynağının pankreas parankimi olması kötü
prognoz habercisidir (35).
2.5.4.2. LENF NODU METASTAZLARI
Pankreatik kanserlerin % 56-79’ u, (36,37) duodenal kanserlerin % 36-47’ si, (38)
ampuller kanserlerin % 30-50’ si, (30) ve safra yolu kanserlerinin % 56-69’ u (14,39)
lenf nodu metastazı ile görülür. Pankreasın pankreas dışı tümörle invazyonu paraaortik
bölgeyi de içeren lenf nodu metastaz oranını önemli derecede arttırır (40). Ampuller
tümörler lenf nodu metastazı yapmaya daha az eğilimlidir. Bu tümörler en sık olarak
peripankreatik nodlara ( N1) ve nadiren çölyak veya superior mezenterik arter solundaki
nodlara ( N2) metastaz yaparlar (41,42). Bunun tersine pankreatik kanser N1 ve N2 lenf
nodu gruplarına daha sık metastaz yapar. Duodenal tümörler doğal yapılarından dolayı
biyolojik olarak pankreas kanserlerinden farklıdırlar. Çünkü % 36-47’ lik lenf nodu
metastaz oranına rağmen 5 yıllık yaşam % 40-50’ ye ulaşmaktadır (38). Bunun aksine
lenf nodu metastazı olan pankreas kanserlerinde 5 yıllık yaşam şansı sadece % 5’ tir
(36,43). Bu gözlemler lenf nodu metastazı olsa bile duodenal ve ampuller tümörlerde
rezeksiyonu kuvvetli bir şekilde desteklemektedir (38,44).
2.5.4.3. PERİNÖRAL İNVAZYON
Özellikle
intrapankreatik
perinöral
invazyon
kötü
prognoz
habercisidir.
Mezenterik nöral pleksus tutulumu genelde derin olduğundan radikal rezeksiyon yapılsa
bile negatif retroperitoneal sınır elde etmek zordur (45,46) . Cameron nöral invazyon ile
yaşam süresi arasında ilişki bulamazken, diğer gruplar nöral pleksus tutulumu olanlarda
22
azalmış yaşam süresi rapor etmişlerdir (11,47,48). Pankreatik kanserli hastaların
çoğunda perinöral invazyon vardır ve bu muhtemelen yüksek oranda retroperitoneal
nüks oluşmasına neden olmaktadır (49). Bunun aksine perinöral invazyonun % 5-17
oranında görüldüğü ampuller kanserde rezeksiyon yapılması durumunda lokal nüks çok
daha azdır (50). Pankreas dışı periampullertümörlerde perinöral invazyon varlığında
prognoz pankreatik kanser ile aynıdır.
2.5.5. KLİNİK DEĞERLENDİRME
Pankreas ve periampuller tümörlerin semptomları ve oluşturdukları klinik
bulgular genelde belirsiz ve özgül değildir (51) .Bununla birlikte, özellikle genç hastada
pankreas veya periampuller kanserden şüpheleniliyorsa dikkatli bir hikaye ve tam bir
fizik muayene gereklidir (52) . Erken tanı semptomların çok iyi tanınması ve bu konuda
hekimlerin istekli ve duyarlı olmasına bağlıdır. Hastalığın yaygınlığı, eşlik eden önemli
hastalıklar ve hastanın ameliyat için aday olup olmadığı kanaatine varmak için genel
durumu hakkında bilgi edinilir.
Periampuller kanserler genellikle ekstrahepatik safra yolu tıkanıklığı ile
görülürler, fakat kansere bağlı yapısal semptomlar ile sarılığın oluşma zamanı arasında
ince farklılıklar vardır.
Sarılık, ağrı ve kilo kaybı pankreas başı kanserinde en sık görülen semptomlardır,
bununla beraber, sarılık daha geç ortaya çıkar çünkü safra yolu veya ampuller bölgenin
tıkanması genelde daha ilerlemiş lokal hastalıkta görülür. Gövde ve kuyruk tümörleri
safra yollarını tıkamaz, bu nedenle bu hastalar erken sarılık şikayeti ile gelmezler,
bunun yerine daha çok karın veya sırt ağrısı ile müracaat ederler. Özellikle uncinate
procese lokalize olan pankreas kanalına yakın olan tümörler safra yolundan önce
pankreatik kanalı tıkarlar ve sarılık oluşmadan önce steatoreye neden olurlar. Ayrıca
karın ağrısı, halsizlik, kusma, erken doyma, iştahsızlık veya kilo kaybı gibi temel
semptomlar sarılıktan önce ortaya çıkabilir.
23
Tablo 2: Pankreas başı kanserinde semptomlar
Pankreas kanserinde en sık görülen semptom kilokaybıdır. Hastaların çoğu, tanı
konulduğunda kilosunun % 10’undan fazlasını kaybetmiştir. Kilo kaybı ile birlikte
anoreksi görülür. Gıda alımına karşı isteksizlik olur. Kilo kaybının diğerbir nedeni
pankreas kanalı tıkanmasına bağlı olarak enzimlerin duodenuma akışının engellenmesi
sonucu yağ ve protein emiliminin bozulmasıdır. Ayrıca tümör hücreleri tarafından
salgılanan bazı hümöral maddelerin katabolizmayı arttırmasının da malnütrisyona yol
açtığı ileri sürülmektedir.
Pankreas başı kanseri hastalarının % 70’ inde karın ağrısı görülür. Karın ağrısı,
safra yolu tıkanmasına bağlı karaciğer dışı safra yolları ve safra kesesi distansiyonu,
pankreas kanalının tıkanmasına bağlı kanal genişlemesi veya pankreas kapsül
gerilmesine bağlıdır.
Ayrıca retroperitoneal veya perinöral invazyon da sorumludur. Ağrı genellikle
epigastriyumda hissedilir (53). Dispepsi, bulantı ve epigastrik dolgunluk erken belirtiler
olarak açığa çıkarlarsa da, subjektif olduklarından başlangıçta çok az önemsenirler.
Olguların % 30’ unda duodenal obstrüksiyon sonucu kusma olur. Bulantı ve kusma
genellikle duodenal obstrüksiyona bağlı olarak kabul edilir ancak bazen tümörün
retrogastrik sinir pleksusunu invaze etmesi nedeniyle oluşan gastropareziye de bağlı
olabilir. Bunların dışında hastalar kötü sürvi veya anrezektabilite habercisi olan sırt
ağrısı gibi diğer semptomlarla müracaat edebilirler (54). Pankreas gövde ve kuyruk
adenokarsinomu olan hastaların hemen hepsi karın veya sırt ağrısından yakınırlar ve bu
24
ağrı sıklıkla pankreas başı tümörlerinde olan ağrıdan daha şiddetlidir (55,56). Pankreas
kanseri olan hastaların % 10 kadarında sarılık oluşmadan 6-12 ay kadar önce glukoz
intoleransı gelişebilir. Bu oran literatürde % 6-68 gibi değişik oranlarda bildirilmiştir
(57). Bu nedenle ailevi diyabet hikayesi ve şişman olmayan yetişkin bir hastada diyabet
ortaya çıktığında pankreas kanseri tanısı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu
hastalık muhtemelen diyabetojenik bir hormon olan pankreatik polipeptidin
adacıklardan salınmasına bağlıdır.
Migratuar tromboflebit (Trousseau belirtisi) pankreas kanseri için patognomonik
değildir. Varlığında dikkatle üzerinde durulmalıdır. Pankreas kanserlilerin otopsilerinde
% 5 oranında flebotromboz bulunur. Migratuar tromboflebit mide, kolon, over, akciğer
kanserlerinde
de
görülür.
Bunun
kriyofibrinojenemiye
ikincil
olduğu
ileri
sürülmektedir.
Distal safra yolu veya ampulla adenokarsinomlarında sarılık en sık görülen erken
semptom olup, genellikle diğer temel semptomlardan önce görülür. Ampulla Vater
karsinomunda klinik sarılık aralıklı olup kolanjit ile birliktedir. Çünkü bu tümörler
tekrarlayan nekroz ve tümörün yumuşaması sonucunda sarılık ve kolanjitin geçici
olarak düzelmesine müsaade ederler. Hastaların üçte bir kadarında ülserleşen bir
tümörden olan gizli kanama anemiye neden olabilir. Geçici ağrısız sarılık, anemi ve
palpabl safra kesesinden oluşan klinik üçlü ampuller kanser için nispeten özgüldür,
ancak hastaların % 10’ undan daha az bir kısmında görülür. Ampuller tümörlerde kilo
kaybına % 4-10, karın ağrısına % 8-25 oranında rastlanmaktadır (4,5,58) .
Duodenal adenokanserin klinik seyri gastrointestinal sistemin başka yerlerindeki
kanserlere benzer olup gizli gastrointestinal kan kaybına bağlı anemi, melena ve
tıkanmaya neden olabilir.
Fizik muayenede asit, sol supraklaviküler adenopati (Virchow nodülü),
periumbilikal nodüller (Sister Mary Joseph nodülü), palpabl karaciğer kitlesi veya
palpabl pelvik kitle (Blummer’s shelf) gibi ilerlemiş hastalık veya metastaza ait kanıtlar
araştırılmalıdır. Palpe edilen safra kesesi (Courvoisier- Terrier kuralı) varlığı, % 25-30
hastada görülür, ancak, aksi ispat edilene kadar koledoğun malign obstrüksiyonuna
25
işaret eder. Courvoisier tıkanma sarılığında dilate safra kesesi ele geldiğinde,
tıkanmanın olası nedeninin safra taşı olmadığını belirtmiştir.
2.5.6 LABORATUVAR DEĞERLENDİRİLMESİ
Rutin hematolojik ve biyokimyasal incelemeler tanıya yardımcı olmasa da, organ
ve sistem işlev bozukluğu, koagülasyon anomalileri, gastrointestinal kan kaybını
saptamak ve beslenme durumunu değerlendirmek için seçilmiş laboratuvar testleri
kullanılır. Karaciğer fonksiyon testleri tıkanma sarılığının kalıbını ortaya koyabilir,
fakat prognostik değeri düşüktür.
2.5.6.1. BİYOMOLEKÜLER BELİRLEYİCİLER
Pankreas ve periampuller kanserlerin tanı ve taramasında kullanılan bir dizi serum
tümör belirleyicisi mevcuttur. Bunlar karsinoembriyojenik antijen (CEA), karbonhidrat
antijen (CA) 19-9, CA 125, CA 50, CA 242, CA 494, CAM 17.1, TAG 72, SPAN-1,
DUPAN-2, ve Elastaz-1’ dir. Bu belirleyicilerin hiçbiri pankreas ve periampuller kanser
tanısı için yeterli doğruluğa ve güvenilirliğe sahip değildir. Bu belirleyiciler arasında
CA 19-9 en özgül ve hassas olanı olup, pankreas adenokarsinomu için klinik kullanımda
en önemli ve en yararlı tümör belirleyicisi durumundadır ( 59,60,61,62). Bu belirleyici
pankreas ve safra sisteminden kaynaklanan tümörlerle çok yakından ilişkilidir. Bu
nedenle bu bölge için kullanışlı bir belirleyicidir ancak pankreas adenokarsinomu ile
safra yollarının alt kısımlarındaki tümörler arasında ayırıcı özelliği yoktur. Ancak, bu
bölge tümörlerinin tedavisi benzer olduğundan klinik ayrım genelde önemsizdir.
Karaciğer, safra yolları ve bazı selim pankreas hastalıklarının % 10’ unda ve
gastrointestinal kanserlerde de yükselmesi nedeniyle pankreas kanseri için tarama testi
olarak kullanılması uygun değildir.
CA 19-9 bir karbonhidrat antijeni olup hücre membran glikolipid ve müsin
glikoproteinine bağlıdır. CA 19-9 pankreas sıvısı, serum ve pankreas dokusunda
immunohistokimyasal olarak belirlenir.
26
CA 19-9 ilerlemiş pankreas kanserlerinde aşırı derecede yükselmiştir. Serum
düzeylerindeki artış, maalesef tümöral dokunun kitlesel büyüklüğüne bağlıdır ve bu
durum CA 19-9’ un özellikle lokalize tümörlerde tanısal değerini düşürür. Aynı nedenle
preklinik hastalığın tanısında tarama testi olarak kullanımı da anlamsızdır (60,61,62).
CA 19-9’ un yüksek ( 37 U/ml’ nin üzeri ) olarak saptandığı pankreas kanserleri
genellikle semptomatiktir.
CA 19-9’ un sınır değeri 100-120 U/ ml alınırsa bunun üzerindeki değerler, BT
bulguları ile birlikte pankreas kanseri tanısında % 99-100 pozitif belirleyici değere
sahiptir.
CA 19-9, artık genellikle ilerlemiş hastalığı olanlarda tedaviye yanıtı monitörize
etmek için kullanılmaktadır. Ameliyat sonrası dönemde belirgin ve uzun süreli
yükselme nüksün habercisidir (63,64,65). Ancak, ameliyat sonrası artmış serum CA 199 düzeyi, geçici yükselmeler olabileceği için her zaman nüks hastalığı göstermeyebilir
(66). Rezeksiyondan sonra CA 19-9 seviyesi normale düşen hastaların, düşmeyen
hastalara göre sağkalımının daha uzun olduğunu bildiren yayınlar vardır.
Diğer tümör belirleyicileri içersinde CA 494’ ün pankreas kanserini kronik
pankreatitten ayırmada yararlı olacağı, yapılan araştırmalarda ileri sürülmektedir. Bir
çalışmada immunoreaktif elastaz düzeyi ve testosteron/ dihidrotestosteron oranının
erkek hastalarda pankreas kanserinin erken evrede tanınmasında yol gösterici olacağı
belirtilmektedir (60,61).
2.5.7 TANISAL GÖRÜNTÜLEME
Pankreas başı ve periampuller bölge tümöründen şüphelenilen her hastada
öncelikle
karaciğer,
safra
yolları
ve
pankreasın
ultrasonografi
(USG)
ile
değerlendirilmesi gerekir. USG kolay uygulanabilir olması ve önemli bilgiler vermesi
nedeniyle pankreas başı ve periampuller bölge tümöründen şüphelenilen her hastada
fizik muayenenin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Tanı ve evreleme için ise en değerli
bilgiler bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonansla sağlanır.
27
2.5.7.1. ULTRASONOGRAFİ ( USG )
Pankreas ve periampuller bölge tümörlerinin saptanmasında % 60-70 oranında
duyarlı olan ve genellikle ilk başvurulan tanı yöntemidir. Pankreas kanserinin USG ile
belirlenmesinde 3 cm’ den daha büyük tümörlerde duyarlılığı, % 95; 1-3 cm’ lik
tümörlerde, % 81; 1 cm’ den küçük tümörlerde ise % 50’ dir. Ancak barsak gazları
nedeniyle % 20 hastada iyi görüntü alınamayabilir.
Sarılıklı hastalarda, karaciğerden kaynaklananlarla, safra yolu tıkanıklıklarına
bağlı olanların hemen ayrılabilmesini sağlar. Bilier dilatasyon ekstrahepatik safra yolu
taşları ile birlikte ise sarılığın nedeni sıklıkla bu taşlardır. Karaciğer içi safra yollarının
genişlemesi ise hemen daima malign bir tıkanıklığı gösterir (23,67).
USG, portal ven ve SMV’ ye invazyon, splenik ve portal ven trombozu gibi
tümörün çevre dokularla ilişkisi hakkında da bilgi verebilir (67). Ancak BT ile tümörün
bu yapılara invazyonu, USG’ den daha iyi gösterilmektedir. Renkli Doppler USG ise
tümörün pankreas etrafındaki damarlara invazyonunu % 84-87 oranında doğru olarak
göstermektedir. USG, olguların çoğunda karaciğer metastazlarını da güvenle gösterek,
tedavi edilebilir hastalığı olmayan olgulara daha fazla ve invaziv tetkiklerin yapılmasını
da engeller. Yine de, metastaz olduğunu doğrulamak için USG eşliğinde karaciğer
biyopsisi yapılarak histolojik inceleme için doku alınması uygun olabilir (67,68).
2.5.7.2. BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ ( BT )
Oral ve intravenöz kontrast madde verilerek çok fazlı, ince kesitli, yüksek kaliteli
çekilen bilgisayarlı tomografi (BT) güvenilirdir. BT ile pankreas başı ve periampuller
bölgedeki kitlelerin % 96’ sı ortaya konur. BT’ nin yanlış pozitifliği % 10’ dan daha
azdır. Bu duruma genellikle fokal pankreatit, tümör izlenimi veren normal pankreas
dokusu yol açar. Pankreas ve periampuller bölgeden alınan ince kesitler hem tanı hem
de evreleme için çok önemlidir (67,69,70,71,72,73 ).
Kontrast verilerek helikal BT ile mükemmel görüntüler elde edilse de, ne
peripankreatik nodal metastazları, ne de 1 cm’ den küçük peritoneal ve hepatik
metastazları tanımlamada yüksek değere sahip değildir ( 67,70,71 ). Peripankreatik veya
üst abdominal lenfadenopati not edilebilir, ancak bu sıklıkla tıkanma sarılığına bağlıdır.
28
BT çapı 1 cm’ den küçük lenf nodları için spesifik değildir. Metastaz olmaksızın bu
büyüklüğün üstündeki lenf nodlarının görülmesi çok nadir olduğundan, BT’ de
görülürse şüpheli olarak not edilmelidir.
Hepatik arter çevresi, porta hepatis, arterin çıkış yeri, çölyak trunkus veya
superior mezenterik arter çevresi gibi tümörden uzaktaki lenf nodu büyümeleri kötü
prognostik işaretlerdir. 1 cm’ den büyük izole lenf nodları reaktif olabileceğinden
cerrahi kararını olumsuz etkilememelidir. Bu nedenle rezeksiyon kriterlerine uyan
hastalara rezeksiyon önerilmektedir. BT de bir kitle görüntülendiği zaman kitle
büyüklüğü ve pankreas çevresindeki dokularla ilişkisi saptanabilir, bu da lokal
rezektabiliteyi değerlendirmeyi sağlar.Spiral BT ile lokal olarak rezektabl olduğu
saptanan tümörlerin sadece % 80’ i, cerrahi girişim sırasında rezektabl olarak tespit
edilmektedir. Anrezektabl olarak saptananların ise % 95’ inde bu bulgu ameliyatta
doğrulanmaktadır. Yalnız tümör çapına bakılarak hastayı rezeksiyondan mahrum
bırakmamak gerekir. Çölyak aks, hepatik arterler, superior mezenterik arter ve superior
mezenterik-portal venöz yapılar gibi peripankreatik ana damarlar çevresindeki yağ
dokusunun korunmuş olması tümörün bu yapılara direkt bir invazyonunun olmadığını
ve rezeksiyon için uygun olduğunu gösterir (65,72,73) . Tümörün medialde mezenterik
damarlara veya portal vene doğru yayılımı en sık inoperabilite nedenidir. Venöz
tutulumun tomografik bulguları, tümör ve damarlar arasındaki yağ planlarının
silinmesinden (ki bu bulgu bunun dışında operabl olan olgularda cerrahi ekstirpasyona
engel değildir), damar duvarında düzensizlik, lümene bası, belirgin daralma ve venöz
akımın tam tıkanmasına kadar değişebilir. Önceleri pankreas adenokarsinomunda tek
başına
mezenterik-portal
ven
bileşkesinde
tutulma
olması
rezeksiyon
için
kontrendikasyon olarak kabul edilirdi. Ancak artık tümörle çepeçevre sarılma veya
damarlarda tıkanma olmadıkça superior mezenterik ven ve portal ven tutulumu
rezeksiyon için kontrendikasyon olarak kabul edilmemektedir. Superior mezenterik ven
veya superior mezenterik-portal ven bileşkesinin rezeksiyonunun yapıldığı hastalarda
ortalama yaşam sürelerinin standart pankreatikoduodenektomi yapılanlara benzer
olduğunu ve mortalitede büyük bir fark olmadığını gösteren yayınlar vardır
(68,74,75,76,77). Superior mezenterik vene veya superior mezenterik- portal ven
29
bileşkesine tümör invazyonu, tümörün biyolojik agresifliğinden çok tümörün yerleşim
yerine bağlı bir fonksiyon göstergesidir (74) .
Abdominal
BT
pankreasın
superior
mezenterik-portal
ven
bileşkesine
yapışıklığını % 84 oranında bir doğrulukla gösterir (67,78).Yapışıklık tümör
çevresindeki inflamatuar reaksiyona bağlı olabilir, fakat olguların çoğunda damar
invazyonunun olduğu histolojik olarak saptanır. Bundan dolayı ven ve pankreas kolayca
ayrılamaz ise tümör invazyonu olduğu kabul edilmeli ve cerrahi uç negatif rezeksiyon
için tek engel ise venöz rezeksiyon göz önünde bulundurulnalıdır. Bunun yanısıra
mezenterik ven dalları arasında, mezenterik veya portal ven ötesine direk yayılım,
özellikle bu seviyede yapılacak rezeksiyon uzunca bir incebarsak segmentinin
kanlanmasını bozacağından inoperabilite kriteridir. Dahası tümör pankreas ötesine bu
yolla yayıldığında, lenf nodu ve diğer metastazlar da son derece yaygındır. Tümör
mezenterik veya portal ven etrafında yayılarak, hepatik arter veya superior mezenterik
artere de ulaşabilir. Eğer venöz sınırlar temizse artere ulaşan tümör ( çevresel olarak %
25’ den azı tutulmuşsa) tümörle damar arası sınır bulunabilirse rezeke edilebilir. Arterin
% 50’ sinden fazlasının tümörle sarılmış olması çok güçlü bir inoperabilite kriteridir ve
bunu doğrulamak için cerrahi girişimin gerekliliği bile şüphelidir (68,74,75).
2.5.7.3. MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME (MRG) VE
MANYETİK REZONANS KOLANJİOPANKREATOGRAFİ ( MRCP)
MRG’ nin pankreas ve periampuller kanserlerin tanı ve evrelemesindeki rolü
henüz net değildir. Bazı çalışmalarda tümör rezektabilitesini göstermede MRG’ nin BT’
ye görünür bir üstünlüğü olmadığı rapor edilmiştir. Buna karşın yüksek hızlı MRG’ nin
evreleme ve rezektabilite değerlendirmesinde BT’ ye üstün olduğunu belirten yayınlar
da vardır (79-82).
MRCP invaziv olmayan bir yöntem olup, pankreatik ve bilier tıkanmaların tanısal
değerlendirilmesinde yaygın kullanım alanı bulmaya başlamıştır ve muhtemelen tanısal
amaçlı ERCP’ nin yerini alacaktır (83). Bu yöntem ayrıca pankreatik ve bilioenterik
anastomozların devamlılık ve işlevlerinin değerlendirilmesinde ameliyat sonrası erken
dönemde invaziv yöntemlerin kullanılmasını engelleyecektir. Eş zamanlı volüm
30
rendering MRCP’ nin arta kalan bilier sistemi ve bilioenterik anastomozlardaki enterik
sistemi değerlendirmede faydalı olduğunu bildiren yayınlar mevcuttur (84) .
MRG ve MRCP’ nin pankreatobilier malignitelerdeki klinik rolü gelişmekte olup,
ERCP ve PTK gibi invaziv tanısal yöntemlerin yerini yavaş yavaş alabilecektir. MRCP’
nin dezavantajı, tespit edilen patolojiden biyopsi yapılamaması ve gereğinde safra
yollarını drene etmek için stent yerleştirmenin mümkün olmamasıdır (83).
2.5.7.4. ENDOSKOPİK RETROGRAD KOLANJİOPANKREATOGRAFİ
(ERCP) VE STENTLER
Helikal BT bilier tıkanma ve küçük çaplı pankreatik tümörleri tanımlamada
nispeten hassas bir yöntem olduğundan, ERCP ve perkutan transhepatik kolanjiyografi
(PTK) ameliyat öncesi değerlendirmede rutin olarak kullanılmamaktadır. Ancak
tıkanma sarılığı olan bir hastada, safra taşı hikayesi varsa veya BT’ de pankreatik veya
periampuller kitle bulgusu yoksa ERCP tercih edilmelidir (85).
Rezeksiyon için aday olan hastalarda endobiliyer stentlerin yerleştirilmesi
önerilmemektedir, çünkü stent yerleştirmenin potansiyel olarak kanama ve pankreatit
gibi kendine has komplikasyonları vardır ve potoperatif pankreatik fistüllerin
insidansını arttırabilir (86). Bu komplikasyonlar ameliyatı geciktirip karmaşık hale
getirmekle kalmayıp,ERCP sonrasında nekrotizan pankreatit gelişmesi durumunda
imkansız hale getirebilir.
Ameliyat öncesi biliyer drenaj yara ve intraabdominal enfeksiyon oranını ve
pankreatikoduodenektomi sonrası ölüm oranını arttırır (87).
Bu nedenle seçici davranılarak, biliyer stentler, ameliyatının fazla geciktirilmesi
gereken hastalarda kaşıntıyı hafifletmek veya sirozu düşündüren serum bilirubin
düzeyinin 30 mg/dl üzerinde olması durumunda ve sepsisli, beslenmesi bozuk ve tıbbi
olarak riskli bazı hastalara ameliyat morbidite ve mortalitesini azaltmak için
kullanılmalıdır (88). ERCP aynı zamanda inoperabl, nonrezektabl hastalarda sarılığı
düzeltmek için palyatif amaçlı olarak da kullanılır.
31
2.5.7.5. PERKÜTAN TRANSHEPATİK KOLANJİOGRAFİ ( PTK )
Yüksek derecede bilier obstrüksiyonu bulunan hastalarda, PTK uygun bir
girişimdir.
Rekonstrüksiyon için kullanılacak olan proksimal bilier anatomiyi ortaya koymak
açısından çok faydalıdır. PTK obstrüktif tipteki periampuller kanseri görüntülemenin
yanında, perkütan transhepatik yolla bilier ağacın internal ya da eksternal kateter
drenajını da mümkün kılmaktadır. PTK, daha önce mide rezeksiyonu veya
pankreatikoduodenektomi geçirmiş ve ERCP ile safra yolları kateterizasyonu başarısız
olmuş sarılıklı hastalarda da uygulanabilir (82,83).
2.5.7.6. POSİTRON EMİSYON TOMOGRAFİSİ ( PET )
Positron emisyon tomografisi yeni bir görüntüleme tekniği olup, görüntülemenin
temeli kanser hücrelerinde artmış glukoz metabolizmasına dayanır (89). Positron
emisyon tomografisinin pankreatik kanserin karaciğer metastazlarını göstermede, BT
veya ultrasonografiden daha güvenilir olduğunu bildiren yayınlar vardır (90). Diğer
çalışmalarda bu yöntemin ayrıca lenf nodu metastazlarını göstermede ve pankreatik
kanseri kronik pankreatitten ayırt etmede BT’ den daha güvenilir olduğu bildirilmiştir
(91,92) . Bu yöntem yüksek maliyet nedeni ile yaygın olarak kullanılmamaktadır, bu
nedenle periampuller kanserleri değerlendirmedeki rolü belirlenme aşamasındadır.
2.5.7.8. ANJİOGRAFİ
Ameliyat öncesi evreleme ve rezektabilitenin değerlendirilmesi amacı ile
anjiografinin yeri sınırlıdır (72) . Bu yöntemin yandaşları lokal damar invazyonunu
göstermede ve önemli çölyak trunkus veya superior mezenterik arter anomalilerini
ortaya koymada bu yöntemi yararlı bulmaktadırlar (93). Bununla birlikte hepatik arter
ve portal venin tam tıkanması dışında bu yapıların daralması tümör invazyonu için
özgül olmayıp, yalancı pozitif bir işaret olabilir.
Anjiografik anomalilerin olmaması pankreas kanserini veya vasküler invazyon
varlığını ihtimal dışı bırakmaz (73). Deneyimli pankreas cerrahı ameliyat esnasında
karşılaşabileceği herhangi bir damar anomalisini tanımaya hazırlıklı olmalıdır. En sık
32
rastlanan anomali, sağ hepatik veya ana hepatik arterin superior mezenterik arterden
çıkmasıdır. Bununla beraber, helikal abdominal BT’ de pankreas başı çevresinde
arteryel kollateraller görülürse, ameliyat öncesinde anjiografi faydalı olabilir. Bu bulgu
çölyak arter darlık veya tıkanmasını akla getirir ve pankreas rezeksiyonu sonrasında
karaciğer iskemisini önler (73).
Ameliyat öncesinde radyoterapi alanlarında oluşan fibrozis, daha önceki
eksplorasyon veya bilier by-pass nedeni ile oluşan yapışıklıklar ameliyat esnasında
damarların değerlendirilmesini zorlaştırır, bu nedenle ameliyat öncesi visseral anjiografi
damarsal yapıların tanımlanmasında yardımcı olarak iatrojenik arteryel yaralanma
riskini azaltır (72).
2.5.7.9. ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ
Endoskopik ultrasonografinin evrelendirmede, damarlara invazyon ve küçük
tümörlerin tespitinde yararlı olduğu gösterilmiştir. Özellikle portal ve mezenter vene
invazyonun
tespiti,
tümörün
çıkarılabilirliğine,
pankreas
çevresindeki
lenf
ganglionlarının değerlendirilmesine ve hastanın ameliyata aday olup olmadığına karar
vermede önemlidir (67,70,71,94).
Lokal evreleme (T ve N) ve pankreatik ve periampuller adenokarsinomların doku
doğrulamasında kullanılmasında artış vardır. Endoskopik ultrasonografi ile tespit edilen
tümörlerden ve lenf ganglionlarından ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılabilmektedir
(65,95).
Pahalı olması, sedasyon gerektirmesi, karaciğerin değerlendirilmesinin sınırlı
olması ve uygulayan kişiye bağımlılığının önemli olması endoskopik ultrasonografinin
rutin kullanılmasını sınırlayan faktörlerdir. Genelde BT’ de farklı olarak tümör
rezektabl olarak görülüyorsa, bu teste ait bulgulara dayanarak ameliyattan
vazgeçmemek gerekir. Genelde endoskopik ultrasonografi ve biyopsi ameliyat
düşünülmeyen hastalarda, pankreatik lenfoma şüphesi olanlarda ve BT veya ERCP’ de
gösterilemeyen fakat pankreas veya periampuller kitleden şüphelenilen hastalarda
önerilir (65,67,70,71,94).
33
2.5.7.10. LAPAROSKOPİ
Preoperatif olarak en güç ortaya çıkarılan metastazlar; küçük karaciğer
metastazları, küçük peritoneal implantlar ve visseral damarların infitrasyonudur. Bir çok
metastaz tomografi ile saptanamaz, fakat laparoskopi esnasında saptanıp biyopsi
alınabilir. Bu nedenle laparoskopi bu tümörlerin evrelemesinde oldukça önem
kazanmıştır (96).
Yüksek çözünürlüklü, kontraslı spiral BT’ de hastaların % 5-10’ unda küçük
hepatik veya peritoneal metastazlar gözden kaçar ve tümör rezektabl olarak görülür
(67). Ameliyattan önce evreleme laparoskopisi şüphelenilmeyen portal veya hepatik
metastazları ortaya koyarsa laparotomiden uzak durularak palyasyon endoskopik olarak
sağlanır. Ancak şüphelenilmeyen peritoneal veya hepatik metastazlarda yararı düşük
olduğundan evreleme laparoskopisinin rutin olarak kullanılması önerilmemektedir.
Daha çok sınırlı laparoskopiyi palyatif işleme ihtiyaç duymayabilecek hastalarda
ameliyatın ilk basamağı olarak kullanılması önerilmektedir.
Bu hastalar ameliyat öncesinde endobilier stent uygulananlar, bilier veya duodenal
obstrüksiyonu olmayan proksimal lezyonlar ve pankreas gövde veya kuyruk lezyonu
olanlardır. Şüpheli peritoneal veya hepatik lezyonlardan biyopsi alınır ve metastaz teyit
edilirse ameliyat sonlandırılır. Aynı zamanda peritoneal lavaj da yapılarak periton içine
yayılan tümör hücreleri saptanabilir. Laparoskopi negatif ise, aynı anestezi seansında
direkt olarak eksplorasyona geçilir (96,97).
Öte yandan laparoskopiye, laparoskopik ultrasonografi ilavesi önemli katkılar
sağlar.
Karaciğer ve peritoneal yüzeylerin görsel değerlendirilmesine ek olarak,
laparoskopik ultrasonografi ile 5 mm ve altındaki parankimal metastazların ve büyük
damarlarla tümör arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi de sağlanmış olur. Laparoskopi
için gerekenden çok daha fazla deneyim gerektirmesine rağmen, bu kombinasyon
olguların değerlendirilmesinde önemli rol oynamaya adaydır. Ancak bazı nedenlerden
dolayı nodal veya vasküler tutulumu değerlendirmek için genişletilmiş laparoskopi veya
laparoskopik ultrasonografinin uygulanmamasını belirten yayınlar vardır. Lokal olarak
34
rezektabl olmayan hastalıkta cerrahi palyasyon daha üstündür; standart cerrahi alan
içindeki lenfadenopati ameliyat için kontrendikasyon teşkil etmez; abdominal BT,
portal ven- superior mezenterik ven bileşkesine yapışıklık gösteriyorsa, gerekirse
anblok rezeksiyon yapmaya hazırlıklı olarak ameliyata girilir (98).
2.5.8. AMELİYAT ÖNCESİ VEYA AMELİYAT ESNASINDA
BİYOPSİ ENDİKASYONU
Pankreas veya periampuller kitlesi olduğu kabul edilen, genel durumu iyi olan
tıkanma sarılıklı hastalarda malignitenin histolojik teyidi gereksizdir, çünkü ameliyat
kararı hastanın klinik durumu ve radyolojik bulgulara bağlıdır. Malignite, negatif
biyopsi ile kesin olarak ihtimal dışı bırakılamaz ve rezeksiyondan önce doku desteğinin
istenmesi, cerrahiden en fazla fayda görebilecek olan küçük çaplı tümörü olanları
cerrahiden mahrum bırakabilir. Ayrıca her ne kadar az olsa da, ince iğne aspirasyon
sitolojisinin de kanama, iğne hattına tümör ekilmesi, veya tümörün yayılması gibi
komplikasyonları vardır. Bazen biyopsi sonrası pankreatit görülebilir (99,100) .
Malignitenin histolojik teyidi, neoadjuvan protokollere aday hastalar veya
cerrahiye uygun olmayıp palyatif kemo-radyoterapi için uygun bulunan hastalara
saklanmalıdır. Genelde klinik olarak rezektabl pankreatik kitlesi olan genel durumu iyi
olan hastalarda ameliyat öncesi veya ameliyat esnasında biyopsinin yeri yoktur.
Kolay ve güvenilir bir şekilde ulaşılabilen duodenal veya ampuller kitlelerde
endoskopik olarak veya ameliyat esnasında biyopsi alınabilir. Bununla beraber,
endoskopik biyopsi yalancı negatif sonuç verebilir. Duodenal veya ampuller kitlenin
benign olduğu ancak kitlenin tam çıkarılmasından sonra doğrulanabilir (99,100).
2.5.9 AMELİYAT ENDİKASYONU
Basitçe ameliyat endikasyonu, uygun hastalarda pankreas veya periampuller
malignitenin tanısının konulması şeklinde ifade edilebilir. Pankreas başı veya
periampuller tümörün klinik tanısının konulması basit veya karmaşık olabilir. Doku
tanısının konulması zorunlu değildir, böyle bir işlem istendiği ve yapıldığı zaman
35
ameliyatı zorlaştırabilir ve ameliyattan en fazla fayda görebilecek hastaları bu işlemden
mahrum bırakabilir (96,97).
Literatürde pankreatik veya periampuller malignite tanısı konulup rezeksiyon
yapılanların yaklaşık % 5’ inde benign bir durum vardır (101). Günümüzde pankreatiko
duodenektominin
güvenilirliği
(ameliyat
mortalitesi
%5’
ten
az),
pankreatoduodenektomiden sonra hayat kalitesinin iyi olması ve ameliyatın
semptomları ortadan kaldırmasından dolayı bu yaklaşım doğrudur (5,102,103,104,
105,106) .
Cerrahi rezeksiyon yalnızca lokal ve bölgesel hastalığı olanlara fayda sağlar.
Sistemik metastazları ihtimal dışı bırakmak için ameliyat öncesinde uygun görüntüleme
yöntemlerinin kullanılması gerekir. Ameliyattan önce USG, BT, ERCP, endoskopik
USG, laparoskopi ile metastaz ve lokal invazyon saptanmayan pankreas başı
kanserlerinin ancak % 80’ ine küratif rezeksiyon yapılabilmektedir. % 20’ sinde ise bu
incelemeler ile ortaya çıkarılamayan periton ve omentumda mikrometastazlar ile gizli
karaciğer metastazları saptanmaktadır. Superior mezenterik, çölyak veya hepatik
arterlerin sarıldığına veya superior mezenterik ven-portal ven bileşkesinin tıkandığına
dair radyolojik bulgunun olmaması gerekir. Eğer cerrah venöz rezeksiyon ve
rekonstrüksiyon yapmak için hazırlıklı ise segmenter venöz tutulma ( tam tıkanma ve
kollateraller yok ise ) ameliyat için kontrendikasyon değildir. Standart ameliyat
sahasındaki nodal metastazlar ( N1 pankreatik nodlar ) rezeksiyonu engellemez .
Rezeksiyona aday olanların büyük bir abdominal işleme dayanabilmeleri için
genel durumlarının ve fizyolojik rezervlerinin iyi olması gerekir. Genç, zinde hastalarda
fizyolojik durumun değerlendirilmesi kolay olabilir, yandaş hastalığı olanlarda majör
organ ve sistem fonksiyonları ve ameliyat riski dikkatlice değerlendirilmelidir.
Pankreatoduodenektomi için kronolojik yaş kesin bir kontrendikasyon olmamalıdır
(107) .
36
2.5.10. PERİAMPULLER BÖLGE TÜMÖRLERİNDE UYGULANAN
CERRAHİ PROSEDÜRLER
Standart pankreatikoduodenektomi ( Whipple ameliyatı ) periampuller bölge
patolojileri için en sık yapılan ameliyattır. Ameliyat mortalitesi deneyimli merkezlerde
% 5’ den az, komplikasyon oranı % 25-40 arasındadır. Cerrahi tekniğin ve ameliyat
sonrası bakım koşullarının gelişmesi ile morbidite oranları % 5-10’ lara düşmüştür (
12,13,14,15).
Pilor koruyucu pankreatikoduodenektomi, standart Whipple ameliyatından sonra
görülen postgastrektomi semptomlarını önlemek amacıyla tanımlanmıştır. Whipple
ameliyatından farkı, midenin rezeke edilmemesi ve pilorun altında 2-3 cm duodenumun
korunmasıdır. Standart Whipple ameliyatına göre daha az lenfatik diseksiyon yapılıyor
olarak görülmesine rağmen sağkalım oranı daha düşük değildir (103,104,105,106,
108,109).
Total pankreatektomi, pankreas kanserlerinin % 16-37’ sinin çok odaklı
olabileceği, kanal içi yayılım söz konusu olduğu, standart Whipple ameliyatında yapılan
pankreatikojejunostomiden sonra anastomoz sızıntısının mortaliteyi arttırması ve total
pankreatektomiden sonra pankreas çevresi lenf diseksiyonunun daha kolay olması
nedeniyle ortaya atılmıştır (5,11,110). Ancak total pankreatektomiden sonra
morbiditenin daha az olmadığı, glukagon yokluğu ile birlikte ortaya çıkan insüline
bağımlı diyabetin kontrolünün bazen güç olabileceği görülmüştür. Diğer yandan, bir
çok çalışma, total pankreatektomiye rağmen sağkalımda bir artma saptanmadığını
bildirmiştir. Total pankreatektomi, pankreas rezeksiyonu sonrası cerrahi sınırda tümör
varlığında ve pankreasın anastomoz için uygun olmadığı durumlarda yapılmaktadır
(111-113).
Pankreas kanserinin bölgesel lenf ganglionlarına metastaz ve retroperitona
doğrudan invazyon sıklığının yüksek olması nedeniyle, genişletilmiş Whipple ameliyatı
(bölgesel pankreatektomi) ortaya atılmıştır. Standart Whipple ameliyatına ek olarak,
çölyak trunkustan ilyak bifurkasyona, vena kavanın sağından sol üretere kadar
retroperitoneal tüm yumuşak dokuların çıkarılması ve lenfatik diseksiyonu, invazyon
37
varlığına göre üst mezenter ve portal ven rezeksiyonu yapılmakta ve pankreasın baş ve
gövdesinin rezeksiyonunu içermektedir.
Standart Whipple ameliyatında çıkarılmayan ancak genişletilmiş Whipple
ameliyatında çıkarılan lenf ganglionlarının % 33’ ünün metastaz içermesi bu ameliyata
ilgiyi arttırmıştır.
Ancak sağkalım açısından bu ameliyatın standart rezeksiyondan farkı olmadığı
görülmüştür (108,110).
2.5.10.1. POTANSİYEL KÜRATİF REZEKSİYON
Pankreas başı veya periampuller malignenside pilor koruyucu pankreatiko
duodenektomi standart Whipple girişimine tercih edilir olmuştur (103,108,109).
Standart pankreatikoduodenektomiye benzer olmakla birlikte midenin tamamının,
pilorun ve duodenumun proksimal segmentinin korunması ile standart teknikten
farklıdır. Pilor korunduğunda pilorik ve perigastrik nodlar çıkarılmadığından dolayı bazı
cerrahlar pankreas başı kanserlerinde standart pankreatikoduodenektomiyi ( distal
gastrektomi ile birlikte ) tercih ederler (110) . Her ne kadar çıkarılan nodal doku
açısından daha az radikal olarak gözükse de, pilorun korunması ile uzun süreli
sağkalımın etkilenmediği gösterilmiştir (103,104,105,106,109).
2.5.10.2. PİLOR KORUYUCU PANKREATİKODUODENEKTOMİ
Pilor koruyucu pankreatoduodenektomiye sağ subkostal veya üst orta hat
insizyonu ile başlanır. Karaciğer ve diğer peritoneal yüzeyler metastaz açısından
dikkatli bir şekilde gözlenir ve palpe edilir. Geniş bir Kocher manevrası yapılarak
tümörün retroperitoneal alana veya superior mezenterik artere invazyon yapmadığı teyid
edilir. Bu arterin posterior ve medial tarafı palpe edilerek gros tümör yayılımı ekarte
edilir. Ameliyat öncesi çekilen BT ile tümör-damar ilişkisinin değerlendirilmesine
güvenilir, bununla beraber, yalancı negatiflik olabilir ve unsinat proses bölgesinde
negatif sınır elde etmek sorun olabilir.
Eksplorasyonda rezeksiyon sahasının dışına tümör yayılımı saptanmaz ise
insizyon genişletilir. Sağ kolon hepatik fleksuranın aşağı doğru serbestleştirilmesi ile
38
mobilize edilir ve Kocher manevrası superior mezenterik venin sağ lateral yanına kadar
devam ettirilir.
Gastrokolik ligaman açılır ve büyük omentum transvers mezokolonun sağ
yarısından serbestleştirilerek bursa omentalise girilir. Böylece pankreasın ön yüzü
tamamen ortaya konmuş olur. Gastrokolik venöz trunkus kesilerek superior mezenterik
venin ön ve lateral yanları gözlenir. Bu aşamada pankreas boynu ile superior
mezenterik- portal ven bileşkesi arasındaki ilişki değerlendirilmelidir. Bu superior
mezenterik- portal ven bileşkesi ön yüzü ile pankreas arka yüzü arasına dikkatli bir
şekilde künt klemp geçirilmesi ile yapılır. Daha sonra gastrohepatik ligaman kesilir, sağ
gastrik ve gastroduodenal arterler bağlanır ve kesilir böylece suprapankreatik portal ven
açığa çıkarılır. Bu esnada A. hepatika propria, sağ ve sol hepatik arterler ve
gastroduodenal arter iyice ortaya konmalıdır. Arteryal anatomi oldukça değişik
şekillerde olabilir, yaklaşık % 18 vakada sağ hepatik arter, çölyak aksisten
kaynaklanmak yerine doğrudan superior mezenterik arterden kaynaklanabilir ve
pankreas başı boyunca seyredebilir. Bu vakalarda rezeksiyon yapılırsa vasküler
rekonstrüksiyon gereklidir.
Gastroduodenal arter, porta hepatis ve hepatik arterden uzak olarak, antrum ve
duodenuma yakın olarak bağlanmalıdır. Bu aşama superior mezenterik ve portal
venlerin ön yüzü ve pankreasın arka yüzü arasında tümörsüz bir alandan ilerlemeyi
sağlar. Tümörsüz alanın olması nispeten rezektabiliteyi gösterir. Tümör superior
mezenterik ven veya portal venin posterior lateral duvarına fikse olsa bile bu plan
sıklıkla oluşturulabilir. Posterolateral yapışıklık genelde duodenum veya pankreas
kesilmeden ortaya çıkmaz ki bu aşamada cerrah pankreatikoduodenektomiye başlamış
durumdadır. Bu da pankreas cerrahlarının bu durumla başa çıkmaları için bir teknik
stratejilerinin olması gerektiğinin önemini ortaya koyar.
Venöz rezeksiyon gerekirse, rezeksiyonun son aşamasına bırakılmalıdır. Venöz
rezeksiyonun
genişliğine
göre
superior
mezenterik-
portal
ven
bileşkesinin
rekonstrüksiyonu lateral venorafi, primer uçuca anastomoz veya interpozisyon grefti ile
39
yapılabilir. Burada dıştan güçlendirilmiş polytetrafloroetilen greftleri de tatmin edici
olarak kullanılabilir.
Rezektabilite teyid edildiğinde, safra kesesi karaciğer yatağından ayrılır ve duktus
hepatikus
kommunis
mobilize
edilip
sistik
kanalla
birleştiği
yerin
hemen
proksimalinden kesilir. Eğer koledok kanseri, ampulla Vater tümörü veya safra kanalını
içine almış bir pankreas başı kanseri söz konusuysa, tümörün üstünde 2 cm’ lik sınır
bırakılacak şekilde ana hepatik kanal bufirkasyona 1 veya 1,5 cm’ ye kadar rezeke
edilmelidir. Rezeksiyon işlemi yapılırken, hepatik kanalda tümör kalmamasına özen
gösterilmelidir. Çünkü tümör nüksünün en önemli yerlerinden biri bu bölgedir. Distal
safra kanalı tümörün açılmasını engellemek için bağlanmalıdır. Proksimal safra kanalı
geçici olarak klempe edilir veya bağlanır. Treitz ligamanı mobilize edilir ve jejunum
Treitz ligamanının 8-10 cm distalinden kesilir. Jejunum mezenteri duodenumun
dördüncü kısmına doğru kesilir ve bağlanır. Mobilize edilen duodenum ve jejunum
superior mezenterik damarların altından supramezokolik alana geçirilir. Sağ
gastroepiploik arter kesilir ve iskeletize edilen duodenum pilorun 3 cm distalinden
kesilmek üzere hazırlanır. Bu aşamada pankreas boynu portal venin önünden kesilip
laterale doğru asılır ve venöz dalların görülmesi sağlanır. Portal-superior mezenterik
ven, portal ven oluğunda yoklanarak unsinat prosesden gelen venöz dallar bağlanır ve
kesilir. Bu manevra portal venin mediale doğru çekilip superior mezenterik arterin ön
yüzünün açığa çıkmasını sağlar. Superior mezenterik arter ön ve lateral duvarı
çevresindeki yumuşak doku retroperitoneal sınır olup, lokal nüksün yüksek oranda
görüldüğü bölgedir.
Superior mezenterik arter iskeletize edilir ve unsinat prosese giden dallar klemple
tutulur, kesilir ve bağlanır, bu pankreas unsinat prosesinin tam olarak çıkarılmasına izin
verecek azami sınırı sağlar. Bu esnada inferior pankreatikoduodenal arterin izole edilip
bağlanmasına özellikle dikkat edilmelidir. Çıkarılan spesimen patoloji laboratuarına
gönderilmeden önce, spesimenden elde edilen sınırlar, safra yolu, pankreas boynu ve
unsinat prosesi içermelidir. Safra yolu, pankreas boynu ve unsinat proseste pozitif
kenarlar mümkün ise temiz sınır elde edilene kadar daha ileri rezeksiyonu gerektirir.
40
Bundan sonra rekonstrüksiyon aşamasına geçilir. Rekonstrüksiyon sırayla
basamak basamak yapılmalıdır. Kesilen jejunum ucu transvers mezokolonda kolik
damarların sağından yapılan küçük bir insizyondan veya superior mezenterik damarların
altından geçirilir.
Anastomoza ilk olarak pankreatikojejunostomi ile başlanır. Ancak anastomoz
sızıntısına karşı dikkatli olunmalıdır. Pankreatikoduodenektomi sonrası en sık görülen
komplikasyon ve ölüm nedenleri pankreatikojejunostomi kaçağı ile ilgilidir ve % 9-18
oranında görülmektedir. (111,114). Bu durum pankreatik kanal dilatasyonu olmaksızın
pankreatikoduodenektomi uygulanan erken periampuller vakalarda büyük bir problem
oluşturmaktadır. Eğer, pankreatik kanal dilate ise, pankreatik anastomozda çift kat uçyan dukto-mukozal pankreatikojejunostomi seçilmelidir.
Dikişlerin doğru bir şekilde konulması ve anastomozun açık kalmasını sağlamak
için serbest yüzen bir silikon kateter kullanılabilir. Anastomoz yapılmaksızın, sadece
pankreatik kanalın bağlanması, bazı gruplarda tercih edilmiştir. Fakat eksternal fistül
oranının ortalama % 50 sıklıkta görülmesi üzerine, terkedilme eğilimine girilmiştir
(115,116).
Pankreatikojejunostomi ve pankreatikogastrostomi kabul edilebilir alternatiflerdir
(117,118).
Pankreatikojejunostomi
anastomozunun
4-6
cm
distalinden
uç
yan
hepatikojejunostomi tek kat, tek tek veya devamlı olarak absorbabl dikişle yapılır. Bu
anastomozun 8-10 cm distalinden antekolik uç-yan duodeno-jejunostomi oluşturulur ve
jejunum mezokolonu çaprazladığı yere tespit edilir . Treitz ligamanı hizasındaki açıklık
kapatılır. Subhepatik alan ve pankreatik anastomoza yakın sahaya rutin olarak
intraperitoneal dren konulur.
2.5.10.3. GENİŞLETİLMİŞ LENFADENEKTOMİ
Pankreas başı duktal adenokarsinomu nedeni ile potansiyel küratif rezeksiyon
yapılan hastalarda lenf nodlarına metastaz olmasının tümör nüksü ve uzun yaşam süresi
üzerine
önemli
etkisi
vardır
(11,36,119).
Radikal
pankreatikoduodenektomi
uygulanacak hastalarda uzak metastaz gelişmeden önce bölgesel nodal hastalığı eradike
41
etmek amacı ile birkaç grup genişletilmiş lenfadenektomiyi savunmuştur (120,121) .
Japon cerrahlar bu yaklaşımı agresif olarak uygulamış ve standart Whipple ameliyatına
göre daha iyi sürvi rapor etmişlerdir (122) .
Bununla beraber, yeni prospektif randomize bir çalışmada nod pozitif hastaların
seçilmiş bir alt grubunda genişletilmiş lenfadenektominin morbidite ve mortalitede artış
olmaksızın daha uzun yaşam süresinin olduğu bildirilmiştir (123,124) .
2.5.10.4. PANKREATİKODUODENEKTOMİYE ALTERNATİFLER
Pankreatikoduodenektomi, periampuller invaziv adenokarsinomda halen kabul
edilen tedavi şeklidir. Bununla beraber, bazı ampuller ve periampuller duodenal
kanserlerde daha konservatif yaklaşım olan lokal eksizyon seçilmiş bazı hastalarda
uygulanabilir. Bu yaklaşım genelde yalnızca erken evre kanseri olan ( karsinoma in situ,
pTis) veya radikal bir cerrahi işlemi kaldıramayacak hastalara uygulanır.
Her ne kadar ampullektomi yüzyılı aşan bir süreden beri uygulanmakta ise de,
ampuller ve periampuller duodenal kanserlerdeki rolü halen tartışmalıdır (5,125). Bu
tartışma ampuller tümörün ve bitişik duodenal mukozanın basit eksizyonundan,
tümörün papilla, komşu duodenal, duktal ve pankreatik dokuların geniş rezeksiyonuna
kadar değişiklik gösteren ampullektominin cerrahi tekniklerindeki farklılıklardan
kaynaklanmaktadır (126,127) .
Ampullektomi düşük risk evresi (pTis ve p T1N0M0 ), iyi diferansiye ( grade 1-2)
kanseri olan yüksek riskli hastalarda endike olabilir ( 128). Benzer olarak papillayı
tutmamış erken duodenal kanserler transduodenal eksizyon veya parsiyel duodenektomi
ile tedavi edilebilirler.
Kesin tümör evrelemesinin rezeke edilen spesmenin histolojik incelemesi ile
mümkün olacağı ve daha önemli olarak T1 ampuller kanser veya karsinoma insituların
% 6-10’ unda lenf nodu olabileceği akılda tutulmalıdır. Hasta seçim kriterleri göz önüne
alınmaksızın bu hastalarda pankreatikoduodenektomiye göre genel yaşam süreleri daha
kısa ve lokal nüks daha fazladır (129).
42
2.5.10.5. CERRAHİ PALYASYON
Uzak metastaz varlığında veya lokal olarak anrezektabl tümörü olan vakalarda
amaç, bilier ve duodenal obstrüksiyonun giderilmesi ve ağrı kontrolünün sağlanması
olmalıdır (130).
Bilier obstrüksiyonun palyasyonu için genel olarak tercih edilen Roux-en-Y
hepatikojejunostomidir (131) . Safra yollarına barsak içeriğinin reflüsü ve sekonder
kolanjiti önlemek için Roux-en-Y tipi anastomoz, loop rekonstrüksiyona tercih edilir.
Teknik olarak iyi yapılan bir hepatikojejunostomiden sonra tıkanma ender görülür.
Sarılık % 90 hastada kaybolur. Yaklaşık % 10 hastada ise karaciğer yetersizliği veya
karaciğer metastazı nedeniyle devam eder.
Vücut şekline, ödem veya uzamış sarılığa bağlı mezokolon veya hepatoduodenal
ligamanda endurasyon olması gibi hepatikojejunostomiyi zorlaştıracak durumlar varsa
kolesistojejunostomi veya koledokoduodenestomi daha iyi alternatif olabilir. Şayet
kolesistojejunostomi planlanıyorsa, sistik kanalın açık ve tümörün proksimal ucundan
uzak mesafede ( en az 2 cm ) olduğunu tespit etmek için kolanjiografi çekilmelidir.
Pankreas başı kanseri ilk teşhis edildiğinde, gastroduodenal obstrüksiyon
semptomları görülmesi sık değilse de, ölmeden önce bu hastaların % 15-30’unda
duodenal obstrüksiyon görülür. Bu nedenle bilier obstrüksiyon palyasyonunda aynı
zamanda profilaktik gastrojejunostomi yapılması önerilir. Bu yaklaşım gelişecek olan
duodenal obstrüksiyon nedeni ile gerekecek ikinci bir ameliyatı önler ve ameliyat
mortalitesini arttırmaz.
Gastrojejunostomi, tümör invazyonu ihtimaline karşı antekolik olarak yapılmalı
ve mide motilite bozukluğuna neden olmamak için vagotomi eklenmemelidir. Rezektabl
olmayan duodenal veya ampuller adenokarsinomlarda benzer şekilde bilier veya
gastroenterik by-pass yapılır (42,43,58,132).
Karın ve sırt ağrısı cerrahi olarak çıkartılabilir özellikte olmayan periampuller
tümörlerde önemli bir problem oluşturur. Hastaların % 30-40’ ı opioid analjeziklere
cevap vermeyen, % 30’ u ise cevap veren ağrıdan şikayet ederler. Bu nedenle
intraoperatif olarak, çölyak trunkus seviyesinde, aortun sağına ve soluna % 6 fenol veya
43
% 50 alkol ile yapılan kimyasal splanknisektomi % 80 ağrı kontrolü sağlar. İlk kez
1978’ de Copping tarafından uygulanan bu yöntem bir çok merkezde başarı ile
uygulanmaktadır. Laparotomi geçirmeyen hastalarda BT kılavuzluğunda perkütan
çölyak sinir blokajı ile de ağrı % 80-90 oranında azalmaktadır.
2.5.10.6. CERRAHİ DIŞI PALYASYON
Cerrahiye aday olmayan semptomatik hastalara en etkili ve en ekonomik, cerrahi
dışı palyasyon önerilir. Tanıyı teyid etmek, endikasyon var ise palyatif radyoterapi ve
kemoterapiye müsaade etmesi için malignitenin histolojik teyidi yapılır.
Bilier obstrüksiyonun giderilmesi endoskopik olarak yerleştirilen bilier stentler
veya perkütan konulan transhepatik drenaj kateteri ile sağlanır. Endoskopik olarak
yerleştirilen bilier stentler, kanama, hemobilia ve kaçağa neden olabilen perkütan
transhepatik stentlere göre daha çok tercih edilir (133).
Duodenal obstrüksiyon varlığında cerrahi girişim yapılmaksızın iyileştirme
zordur, bu vakalarda eksternal radyasyon ve sistemik kemoterapi başarısı da sınırlıdır.
Yüksek düzeyde duodenal obstrüksiyon varlığında gastroenterostomi ile cerrahi yardım
gereklidir. Ameliyat riski nedeni ile ameliyat edilemeyen hastalarda veya terminal
dönem hastalığı olanlarda duodenal obstrüksiyonu rahatlatmak için perkütan
gastrostomi kullanılabilir. Enteral besleme için diğer bir tüp gastrostomiden geçirilerek
endoskopik olarak obstrüksiyonun distaline ilerletilebilir. Son zamanlarda malign
duodenal obstrüksiyonların tedavisinde endoskopik genişleyebilen metal stentler
kullanılmaktadır (134) .
2.5.10.7. CERRAHİNİN SONUÇLARI
Cerrahi olarak çıkarılma oranı, ampulla Vater tümöründe % 70-80, duodenal
tümör ve distal koledok tümöründe % 50-60 olmak üzere, periampuller kanserlerde
oldukça yüksek oranlardadır. Pankreas başı kanseri için ise bu oran % 15-20’ dir. Sağ
kalım oranını belirleyen başlıca faktör, tümörün lokalizasyonudur. Rezeksiyona uygun
duodenum, distal koledok ve ampulla kanseri için 5 yıllık sağkalım oranı % 20-40 iken,
rezektabl pankreas başı kanseri için bu oran % 5-20 olarak belirlenmiştir (135,136).
44
Mortalite oranındaki belirgin azalmaya rağmen ameliyat sonrası komplikasyon
insidansı halen yüksektir. Standart Whiplle operasyonunda perioperatif mortalite % 5’
in altında ve morbidite % 30 civarında gerçekleşmektedir (5,7,109).
Pankreatikoduodenektomiden sonra en sık görülen komplikasyonlar, mide
boşalmasında gecikme, pankreas anastomozundan sızıntı, fistül, karın içi abse, kanama,
yara enfeksiyonu, diyabet ve pankreas ekzokrin salgı yetersizliğine bağlı metabolik
komplikasyonlardır.
Pankreatikoduodenektomiden sonra gelişen en önemli komplikasyon, pankreatik
anastomozdan sızıntı olmasıdır. Yaklaşık % 5-15 hastada görülür. Pankreas fistüllerinin
% 80’i konservatif yöntemlerle genellikle iyileşir. Yeterli drenaj sağlanamayan yaklaşık
% 15 hastaya perkütan drenaj uygulanır. Pankreas fistülüne bağlı sepsis gelişip hastanın
genel durumu bozulursa reeksplorasyon gerekir.
Standart Whipple girişimi sonrasında, dumping sendromu, diare, dispeptik
şikayetler ve anastomoz ülserleri gibi komplikasyonlar, pilor koruyucu
pankreatikoduodenektomi operasyonuna göre daha fazla oranda görülmektedir.Pilor
koruyucu pankreatikoduodenektomi girişiminden sonra % 30-50 oranında gecikmiş
gastrik boşalım bildirilmiştir (104-106).
Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, genellikle gastrik dekompresyon ve
parenteral sıvı tedavisi ile gerilemekte ve prokinetik ajanların kullanımından fayda
görmektedir.
Patogenezinde pilor önü nörovasküler yapıların yaralanması, mide hareketlerinde
bozukluk, duodenal pacemakerların rezeksiyondan sonra atonisi, endojen prokinetik
hormonların dolaşımda azalması gibi etkenlerin rol oynadığı ileri sürülmektedir.
Pilor koruyucu pankreatikoduodenektomide gıda alımı ve kilo artışı bariz olarak
daha iyidir, gastrik ve jejunal ülserler % 5’ den daha az görülür. Standart Whipple
girişimi yapılan hastalarda ise bu oran % 20 civarındadır (105,106,115,116). Pilor
koruyucu pankreatiko duodenektomide dumping sendromu gibi sindirim ile ilgili klinik
bozukluklar görülmemiştir. Hayat kalitesi daha iyidir, daha az hastanede kalım süresi
45
sağlar. Beslenme ve sindirim fonksiyonu, pilor mekanizması korunduğu için normal
olarak gelişir (137-139).
Grace ve arkadaşları tarafından 1990 yılında, periampuller tümörlerde pilor
koruyucu pankreatikoduodenektominin, düşük mortalite ve morbidite oranları ile
güvenilir bir radikal girişim olduğu gösterilmiştir (113). Bir çok araştırmacı; midenin,
pilorun ve duodenumun küçük bir bölümünün korunmasının, cerrahi girişim sonrası
sindirim ile ilgili bozuklukları önleme açısından yararlı olduğu düşüncesindedir.
2.5.11. ADJUVAN TEDAVİ
Periampuller tümörlerde küratif amaçlı olarak yapılan rezeksiyonlardan sonra tek
başına kemoterapi uygulanması yeterli olmamaktadır. 5- florourasil, mitomisin c ,
streptozotosin veya yüksek doz metotreksat ile yapılan tek ajan tedavisi, % 15-20
oranında cevap vermesine rağmen, sağkalım oranını değiştirmemektedir. Kombine
olarak kemoterapötik ajanların kullanımının, seçilmiş vakalarda cevap oranını arttırdığı
gözlenmiştir. Fakat herhangi bir kemoterapötik ajanın sağkalım oranını olumlu
etkilediği gösterilememiştir.
Kombine kemoterapi ve radyoterapi kullanımının küratif amaçlı yapılan
rezeksiyon sonrası sağkalım oranını arttırdığı belirlenmiştir (140).
1985 yılında Gastrointestinal Tümör Çalışma Grubunun bildirdiği araştırma
sonuçlarına göre, pankreas başı kanserinde küratif cerrahi tedaviden sonra kemoterapi
(5-FU)
ve
radyoterapi
uygulanan
hastalarda
ortalama
sağkalım
20
ay,
uygulanmayanlarda ise 11 ay’ dır (141). Bu amaçla pankreas ve periampuller
kanserlerde potansiyel olarak küratif cerrahi geçiren veya cerrahi uçlar pozitif olan
hastalara standart tedavi olan radyosensitiviteyi arttıran 5- florourasil ve eksternal
radyoterapi önerilir (140,142).
Gemcitabine, radyasyona duyarlılığı arttıran yeni bir kemoterapötik ilaçtır. 5- FU
ile karşılaştırıdığında sağkalımın daha uzun olduğunu gösteren çalışmalar vardır.
Palyatif kemoradyasyon tedavisi uzak metastazı olmayan lokal olarak ilerlemiş
hastalığı olanlara önerilir ; bunun 3-6 aylık sürvi avantajı sağlaması beklenir. Pankreas
46
çevresi dışında uzak metastazı olan hastalarda beklenen yaşam süresi 6 ay olup bu
hastalar palyatif kemoradyasyondan fayda görmezler (143).
2.5.12. UZUN SÜRELİ TAKİP
Beş yıllık yaşam şansı duodenal ve ampuller kanserlerde en yüksek, safra yolu
kanserlerinde orta ve pankreas kanserlerinde en düşüktür.
Hastaların çoğunda pankreas duktal adenokarsinomu halen ölümcül bir hastalık
olarak devam etmektedir. Genel olarak küratif rezeksiyondan sonra 5 yıllık yaşam şansı
% 10’ un altındadır (143). Son zamanlarda pankreas cerrahisinde deneyimli birkaç
merkezde 5 yıllık yaşam oranının küratif cerrahi sonrasında % 20’ yi geçtiği rapor
edilmiştir (7, 11,144).
Pankreas başı kanserinde rezeksiyon sonrasında, sağkalım oranında en önemli
faktör, lenf ganglionlarının durumudur. Lenf ganglionlarının pozitif olması sağkalım
oranını negatif yönde etkiler. Tümör boyutunun 2,5 cm’ den büyük olması ve
diferansiyasyon derecesinin düşük olması, rezeksiyon sonrası sağkalım oranının kötü
olacağını gösterir. ‘Flow- cytometry’ ile yapılan çalışmalarda, pankreas kanseri
vakalarının çoğunda anöploidik durum görülmüştür ve bu durumun rezeksiyon yapılan
hastalarda sağkalım sürelerini kısalttığı belirlenmiştir. Lenf ganglionu metastazı ve yeri,
az diferansiye tipte histoloji, anöploidi, tümör boyutunun büyük olması, perinöral
yayılım, vasküler invazyon, cerrahi sınırda tümör varlığı cerrahi tedavi sonrasında
prognozun kötü olacağını gösteren faktörleri oluşturmaktadır (145,146).
Duodenum
primer
adenokarsinomu
pankreatikoduodenektomi
sonrasında
pankreatik kanserden daha iyi ve genelde primer ampulla kanserinden biraz daha iyi
prognoza sahiptir.
Yeni serilerde 5 yıllık yaşam % 30 ile % 60 ve daha üzerinde, ameliyat mortalitesi
% 5 ve daha az bir oranda bildirilmiştir ( 43,112,147). Lenf nodlarına metastaz,
ilerlemiş tümör evresi ve cerrahi uçların pozitifliği rezeksiyondan sonra azalmış yaşam
süresi ile ilişkilidir (5). Lenf nodu pozitifliğine rağmen tümör cerrahi uçlar negatif
olacak şekilde tam çıkarılırsa pankreatikoduodenektomi kür sağlayabilir ( 5,44,148).
47
Ampulla adenokarsinomunda prognoz duodenal kanserde olduğu gibi daha iyidir
ve rezeksiyondan sonra özellikle pankreatik duktal kansere oranla daha iyidir. Beş yıllık
yaşam bölgesel lenf nodu metastazı olsa bile % 50’ ye ulaşmaktadır (149).
Distal safra yollarının adenokarsinomu periampuller kanserlerin yaklaşık % 5’ini
oluşturur.
Yeni
seriler
distal
safra
yolu
kanserlerinin
tedavi
sonuçlarının
değerlendirilmesinde 5 yıllık yaşam oranını % 30’ dan % 54’ e varan oranlar arasında
vermektedir (48,150,151).
48
3. MATERYAL VE METOD
Çalışma SB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 4. Genel Cerrahi Kliniği’nde
yapılmıştır. Ocak 2004 ve Temmuz 2009 tarihleri arasında, periampuller bölge tümörü
nedeniyle opere edilen 48 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların yaş ve cinsiyet
dağılımları, preoperatif dönemdeki semptomlar, yandaş hastalıklar, preoperatif
kullanılan tanı yöntemleri, tümör lokalizasyonu, preoperatif hematolojik değerleri,
uygulanan
cerrahi
girişimler,
postoperatif
erken
ve
geç
dönemde
gelişen
komplikasyonlar ve mortalite, postoperatif hastanede kalım süreleri, patolojik tanılar ve
TNM sınıflaması, yapılan genişletilmiş lenfatik diseksiyon ve sağkalım süreleri
kaydedilmiştir.
Bütün hastalara pankreatiko-jejunostomi uç-yan olarak yapılmıştır. Pankreas
kanalı genişliği >3 mm olan hastalara klasik duct to mukoza tekniği ile anastomoz
yapılırken, ana pankreatik
kanal genişliği <3 mm olan hastalara yeni geliştirilen
anastomoz tekniği kullanılmıştır.
Pankreatiko-duodenektomi yapılan tüm hastalara postoperatif somotostatin 0,4
mg/gün, 4 gün süreyle verildi ve daha sonra her gün 0,1 mg/gün azaltılarak kesildi.
Bütün hastalara 48 saat süreyle ampicillin+sulbactam antibiyotik proflaksisi uygulandı.
Anastomozlarda kullanılan cerrahi teknik:
Anastomoz uç-yan olarak yapılmıştır. Birinci basamakta pankreas remmantının
posterior kapsülü ile jejnum arasına 4/0 polypropylene ile seromusküler separe dikişler
konulmuştur. Sonraki aşamada jejunum anti mezenterik yüzde, pankreas kanalının
bulunduğu yere uygun olarak 1 cm uzunlukta bir kesi yapıldı. Bu aşamada anastomoz,
pankreas artığının kesik yüzü ve jejunum arasında olacak şekilde, 5/0 polypropylene
dikiş materyali ile, önce arka duvar ve sonra ön duvar oluşturulacak şekilde, yaklaşık 23 mm aralıklarla separe dikişlerle oluşturuldu. Önce pankreasın kesik yüzeyinde,
pankreas parankiminden geçildi ve sonra dikişler jejunuma yapılan kesiden tam kat
alacak şekilde geçilerek bağlandı (Resim-1). Böylece ortada pankreas kanalı olacak
şekilde, 5 mm yarı çapında, pankreas parankimi ile jejunum arasında yapılmış bir
49
anastomoz elde edildi. Son aşamada pankreas ön duvar kapsülü ve jejenumdan
seromuskuler geçen aralıklı dikişlerle, yine 4/0 polypropylene dikiş meteryali ile ön
duvar oluşturuldu (Resim 2).
50
İstatistiksel analizlerde iki grup arasında normal dağılım göstermeyen sürekli
değişkenler içim Mann Whitney U test, kesikli değişkenler için ki-kare test ve Fisher
kesin ki-kare test kullanlıdı. Tüm grupta sağkalım analizleri için Kaplan Meier yöntemi
ve gruplar arasında sağkalım süreleri arasındaki farklılık Logrank testi ile
değerlendirildi. Analizler NCSS Pass -2000 paket programı kullanılarak yapıldı.
İstatistiksel anlamlılık p<0,05 ve iki yönlü olarak kabul edildi.
51
4. BULGULAR
Belirtilen süre içerisinde periampuller bölge tümörü nedniyle toplam 48 hasta
ameliyat edilmiştir. Hastaların yaş ve cinsiyetleri Tablo-3 de verilmiştir.
Sayı
Yüzde
Ortalama Yaş
Standart
Deviasyon
Kadın
15
31,25
56,9
21,02
Erkek
33
68,75
60,73
9,57
Toplam
48
100
Tablo 3: Hastaların cinsiyete göre dağılımı ve ortalama yaşları.
52
Toplam 37 (%77,1) hastaya pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi yapılırken,
diğer 11 (%22,9) hasta eksplorasyonda inoperabl bulunarak, 9 (%18,7) hastaya
hepatiko-jejunostomi şeklinde pasaj ameliyatı ve 2 (%4,2) hastaya ise sadece biyopsi
yapılmıştır. Hepatiko-jejunostomi yapılan 2 hastaya gastro-jejunostomi de eklenmiştir.
İnoperabilite nedenleri; 4 hastada portal ven invazyonu, 3 hastada karaciğer metastazı, 2
hastada superior mezenterik ven (SMV) ve arter invazyonu (SMA), 1 hastada
SMV,SMA ve arteria kolika media invazyonu ve 1 hastada ileri evre karaciğer sirozu
olmasıydı. Yalnızca biyopsi uygulanan hastalar preoperatif ERCP stent uygulanan
hastalardı ve uzun süreli yaşam baklenmediğinden pasaj ameliyatı yapılmadı. Hastaların
tanıları Tablo-4 de verilmiştir.
Tanı
Sayı
Yüzde
Pankreas başı tm
25
52,08
Ampulla Vater tm
17
35,42
Distal Koledok tm
4
8,33
Duodenum tm
2
4,17
Toplam
48
100
Tablo 4: Hastaların tanıları.
53
Hastalarda en sık karşılaşılan semptomlar sarılık, karın ağrısı ve kaşıntıydı (Tablo 5).
Sarılık
Karın Ağrısı
Kaşıntı
Kilo Kaybı
Halsizlik
İştahsızlık
Bulantı
Kusma
Sırt Ağrısı
Ateş
Sayı
Yüzde
Var
40
83,33
Yok
8
16,67
Var
24
50
Yok
24
50
Var
16
33,33
Yok
32
66,67
Var
9
18,75
Yok
39
81,25
Var
9
18,75
Yok
39
81,25
Var
8
16,67
Yok
40
83,33
Var
7
14,58
Yok
41
85,42
Var
4
8,33
Yok
44
91,67
Var
2
4,17
Yok
46
95,83
Var
1
2,08
Yok
47
97,92
Tablo5: Hastaların semptomları.
54
En sık karşılaşılaşılan yandaş hastalık 13 (%27,8) olguda hipertansiyon, 12 (%25)
olguda diyabet ve 3 (%6,25) olguda ise iskemik kalp hastalığıydı. Kullanılan preoperatif
tanı araçları ve yüzdeleri Tablo-6 de verilmiştir.
Ultrasonogtafi
MR
BT
ERCP
MRCP
Doppler USG
Gastroskopi
Sayı
Yüzde
Var
37
77,08
Yok
11
22,92
Var
28
58,33
Yok
20
41,67
Var
25
52,08
Yok
23
47,92
Var
25
52,08
Yok
23
47,92
Var
23
47,92
Yok
25
52,08
Var
14
29,17
Yok
34
70,83
Var
8
16,67
Yok
40
83,33
Tablo 6: Peroperatif tanıda kullanılan yöntemler.
55
Hastalarımızın preoperatif hematolojik değerleri Tablo-7 de verilmiştir.
Ortalama
Standart
Ortanca
Minumum
Maksimum
değer
Deviasyon
değer
değer
değer
AST
113,71
85,95
85,5
15
368
ALT
187,44
174,29
139,5
16
679
Glikoz
149,58
65,32
129,5
75
377
ALP
519,17
547,4
354
41
3400
Tot.Bil
9,25
6,9
8,95
0,52
25,4
D.Bil
4,98
3,86
5,23
0,1
18,4
Albumin
3,51
0,56
3,55
2,3
4,7
Ca 19,9
542,58
1529,39
154,5
2,5
10.000
CEA
4,58
4,13
3,6
1,03
25,3
PT
12,28
1,42
12
10
17
INR
1,06
0,18
1,02
0,86
2,01
GGT
418,83
437,99
263
15
2090
Üre
38,38
21,75
32
17
122
LDH
354,92
171,51
301
154
932
Tablo 7: Hastaların preoperatif hematolojik değerleri.
56
Pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi yapılan hastalarda operasyon süresi
300- 360 dakika (ortalama 330 dakika) arasında gerçekleşmiştir. Peroperatif kan
transfüzyonu oranı 0-3 ünite arasında (ortalama 1.2 ünite) değişmektedir. Genişletilmiş
lenfatik diseksiyon yapılması ameliyat süresini yaklaşık 20 dakika uzatmıştır. Bir
hastamızda iatrojenik olarak karaciğer hilus diseksiyonu sırasında sağ hepatik arter
bağlanıp kesildi. Ameliyat sonuna kadar karaciğer gözlendi. Ameliyat sonunda
karaciğerde
herhangi
bir
renk
değişimi
gelişmemesi
üzerine
hepatik
arter
reanastomozuna gerek görülmedi. Başka hiçbir hastamızda peroperatif komplikasyon
gelişmedi.
Hiçbir
hastamızda
mortalite
gelişmemiştir.
Hastarımıda
gelişen
komplikasyonlar ve yüzdeleri Tablo-8 da verilmiştir.
Komplikasyon
Sayı
Yüzde
Yara yeri enfeksiyonu
6
12,5
Pankreas fistülü
3
6,25
Kanama
2
4,17
Mide boşalım güçlüğü
3
6,25
Tablo 8: Komplikasyonlar ve yüzdeleri.
Hastaların preoperatif hematolojik değerleri ile postoperatif komplikasyon
gelişimi arasındaki ilişki, pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi yapılan gruptaki
hastalar, komplikasyon gelişen ve gelişmeyen şeklinde ayrılarak yapılan istatistiksel
analizde, preoperatif hematolojik değerlerin her biri için ayrı analiz edilmiş, ancak
istatistiksel anlamlılık bulunamamıştır. Pankreatiko-duodenektomi yapılan toplam 27
(%72,9) hastada Wirsung genişliği “duct to mucoza” anastomozuna uygun bulunurken,
10 (%27,1) hastada Wirsung genişliği <3mm bulunarak yukarda tanımlanan anastomoz
yapılmıştır.
Aynı şekilde Wirsung genişliği 3 mm den ince/geniş ve uygulanan
anastomoz tipine göre hastalar sınıflandırılarak yapılan istatistiksel analizde, gruplar
arasında postoperatif komplikasyon gelişimi yönünden anlamlılık bulunamamıştır
(P>0,05)(Tablo-9).
57
AST
ALT
GLİKOZ
ALP
TOTBİL
DBİL
ALB
CA199
KOMPLİKASYON
n
Ortalama S.Sapma
Yok
29
110,28
88,35
Var
8
86,50
45,41
Yok
29
180,79
176,35
Var
8
143,13
80,76
Yok
29
140,48
54,99
Var
8
137,75
Yok
29
Var
MannWilcoxon
Whitney U
W
Z
Anlamlılık
111,5
147,5
-0,17
0,868
108,5
543,5
-0,28
0,782
67,84
111,50
147,50
-0,17
0,868
402,41
303,04
87,00
522,00
-1,07
0,285
8
636,63
544,01
Yok
29
9,08
8,06
106
541
-0,37
0,712
Var
8
9,44
5,96
Yok
29
4,98
4,63
113
548
-0,11
0,912
Var
8
4,58
2,73
Yok
29
3,51
0,56
93
528
-0,85
0,395
Var
8
3,69
0,59
Yok
29
254,24
350,85
82
118
-1,25
0,210
Var
8
78,60
84,93
58
CEA
PT
INR
GGT
ÜRE
LDH
WİRSUNG
Yok
29
4,52
4,86
Var
8
3,74
1,40
Yok
29
12,00
1,01
Var
8
12,65
2,04
Yok
29
1,06
0,20
Var
8
1,07
0,17
Yok
29
446,72
520,57
Var
8
222,13
86,25
Yok
29
36,21
19,12
Var
8
47,50
35,44
Yok
29
318,00
140,92
Var
8
495,00
261,61
>3 mm
27
3,03
1,40
<3 mm
10
2,13
1,25
102
537
-0,52
0,605
99,5
534,5
-0,61
0,541
106,5
541,5
-0,35
0,726
106
142
-0,37
0,712
102
537
-0,52
0,605
70
505
-1,70
0,090
114,5
549,5
-0,06
0,953
Tablo 9: Preoperatif ortalama kan değerleri, Wirsung genişliği ve komplikasyon
gelişimi.
59
Pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi yapılan hastalarda postoperatif
ortalama hastanede kalış süresi 11,1 gün (8-44 gün) olarak gerçekleşirken, inoperabl
koledoko-jejunostomi yapılan hastalarda bu süre 8,2 gün (7-13 gün) ve biyopsi yapılan
hastalarda ise 6 gün olmuştur.
Toplam 12 (%32,4) hastaya standart pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomiye
ilave olarak genişletilmiş lenfatik diseksiyon yapılmıştır. Çıkartılan toplam lenf nodu
sayısı ve metastazların sayısı Tablo-10 de verilmiştir.
LENFNODUSAYISI
Sayı
Yüzde
4
1
3,125
5
3
9,375
6
2
6,25
8
2
6,25
9
6
18,75
10
4
12,5
11
1
3,125
12
1
3,125
14
1
3,125
17
1
3,125
18
1
3,125
19
1
3,125
21
1
3,125
60
22
1
3,125
23
1
3,125
25
1
3,125
27
1
3,125
29
1
3,125
30
1
3,125
50
1
3,125
Sayı
Yüzde
1
1
5,56
2
5
27,78
3
5
27,78
4
3
16,67
5
2
11,11
7
1
5,56
11
1
5,56
n
Minimum
Maksimum
Ortalama
S.Sapma
LENFNODUSAYISI
32
4
50
14,34
9,96
METSAYISI
18
1
11
3,67
2,33
METSAYISI
Tablo 10: Lenf nodu ve metastazların sayıları.
61
Olgularımızın patoloji sonuçları gözden geçirildiğinde; en sık karşılaşılan tümör evresi
“Evre III” olarak bulunurken (Tablo-11), en sık tümör diferasyasyonu “orta derecede
diferansiye” olarak bulundu (Tablo-12).
Evre
Sayı
Yüzde
0*
5
13,51
1
8
21,62
2
7
18,92
3
16
43,24
4
1
2,70
Toplam
37
100
Tablo 11: Tümör evreleri * 2 olgunun patoloji sonucu kronik pankreatit, 2 olgu
displazi ve 1 olgu solid pseudopapiller tümör olarak geldiğinden bu olgular “Evre O”
olarak kabul edilmiştir.
İYİ DİFERENSİYE
ORTA DİFERENSİYE
AZ DİFERENSİYE
Sayı
Yüzde
Yok
28
75,68
Var
9
24,32
Yok
20
54,05
Var
17
45,95
Yok
31
83,78
Var
6
16,22
Tablo 12: Olguların diferasyasyonu.
62
Pilor koruyucu pankreatiko-duodenektomi yapılan olgularda ortalama sağkalım
süreleri 36,36 ay (medyan: 26 ay) olarak bulunmuştur. İnoperabl bulunarak pasaj
ameliyatı yada sadece eksploratif laparotomi + biyopsi yapılan hastalarda ortalama
sağkalım 13,67 ay (medyan:12 ay) olarak bulunmuştur. İki grup arasındaki sağkalım
süreleri istatistiksel olarak anlamlıdır (P=0,012). Bunun yanı sıra opere olan grupta
24.ayda birikimli sağkalım olasığılı 0,52 iken, bu oran opere olmayan grupta ise 12 ayın
sonunda 0,11 bulunmuştur (Tablo-13)(Şekil 3). Genişletilmiş lenfatik diseksiyonun
uzun süreli sağ kalım üzerine olan etkisinin araştırılması amacıyla yapılan istatistiksel
analizde; olgular diseksiyon yapılan ve yapılmayan şeklinde gruplandırılıp yaşam
süreleri karşılaştırıldı ve iki grup arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunamadı.
Genişletilmiş lenfatik diseksiyon grubunda sağkalım süreleri 43,49 ay (medyan: 24 ay)
bulunurken, lenfatik diseksiyon yapılmayan hasta grubunda ortalama sağkalım 30,73 ay
olarak bulunmuştur. İki grup arasındaki sağkalım süreleri istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır (P=0,29). Bunun yanı sıra diseksiyon yapılan grupta 24. ayda birikimli
sağkalım olasılığı; 0,36 iken, bu oran diseksiyon yapılmayan grupta ise 9. ayın sonunda
0,51 bulunmuştur (Tablo-14)(Şekil 4).
Ortalama
Sağkalım
süresi
Ortanca
S.hata
% 95% Güven aralığı
Alt
Üst
Sağkalım
S.Hata
% 95 Güven aralığı
Alt
Üst
Opere
36,26
4,71
27,03
45,49
26
9,05
8,26
43,74
İn opere
13,67
3,70
6,41
20,93
12
2,80
6,52
17,48
Tüm grup
31,82
4,10
23,79
39,85
24
3,66
16,83
31,17
Ki-kare
df
Anlamlılık
6,34
1
0,012
Log Rank
(MantelCox)
Tablo 13: Olguların sağkalım sonuçları.
63
Birikimli sagkalim olasılığı
1,0
opere olan ve
olmayan
İnop
0,8
Op
İnop-censored
0,6
Op-censored
0,4
0,2
0,0
0,00
10,00
20,00
30,00
40,00
50,00
60,00
70,00
Takip suresi
Şekil 3: Hastaların sağ kalım süreleri.
Genişletilmiş lenfatik diseksiyon
Ortalama
Sağkalım süresi
Ortanca
S.hata
% 95% Güvan aralığı Sağkalım
Alt
Üst
S.Hata
% 95 Güven aralığı
Alt
Üst
Yok
30,73
4,76
21,39
40,06
24
10,13
4,15
43,85
Var
43,49
8,63
26,58
60,39
.
.
.
.
Overall
36,26
4,71
27,03
45,49
26
9,05
8,26
43,74
Ki-kare
df
Anlamlılık
1
0,29
Log Rank
(Mantel-Cox) 1,12
Tablo 14: Diseksiyon yapılmasının sağ kalıma etkisi.
64
1,0
LENFATİKDİSEKSİYON
Birikimli sağkaliım olasılıgı
,00
1,00
0,8
,00-censored
1,00-censored
0,6
0,4
0,2
0,0
0,00
10,00
20,00
30,00
40,00
50,00
60,00
70,00
Takipsüresi(AY)
Şekil 4: Diseksiyon yapılması ve sağkalıma etkisi.
65
Tümör yerleşim yerine göre olgular gruplandırıldığında ve tümör yerleşiminin
sağkalım süreleri üzerine etkisi istatistksel olarak araştırıldığında; anlamlı farklılık
bulunmamıştır (Tablo 15) (Şekil 5).
Tümör yerleşim yerine
göre sağkalım
Zaman
Durum
Biriklimli yaşama
olasılığı
S.Hata
1
2
,00
.
.
2
2
,00
.
.
3
3
1,00
0,916666667
0,08
4
7
,00
.
.
5
8
1,00
0,825
0,11
6
13
1,00
0,733333333
0,13
7
14
1,00
0,641666667
0,14
8
16
1,00
0,55
0,15
9
24
,00
.
.
10
26
1,00
0,44
0,16
11
36
1,00
0,33
0,15
12
48
,00
.
.
13
57
,00
.
.
14
60
,00
.
.
1
1
1,00
0,941176471
0,06
2
2
,00
.
.
3
2
,00
.
.
4
6
1,00
.
.
5
6
1,00
0,806722689
0,10
Tanıtipi
Pankbası
Ampuvater
66
Dİstalkoledok
Duodenum
Log Rank (Mantel-Cox)
6
7
,00
.
.
7
12
1,00
0,733384263
0,12
8
14
1,00
0,660045837
0,12
9
14
,00
.
.
10
15
,00
.
.
11
18
1,00
0,565753574
0,14
12
19
1,00
0,471461312
0,14
13
24
1,00
.
.
14
24
1,00
0,282876787
0,13
15
30
,00
.
.
16
36
,00
.
.
17
60
,00
.
.
1
7
,00
.
.
2
17
,00
.
.
3
29
,00
.
.
4
36
,00
.
.
1
27
,00
.
.
2
64
,00
.
.
ki-kare
df
Sig.
5,13
3
0,16
Tablo 15: Tümör yerleşim yerinin sağkalıma etkisi.
67
Tanıtipi
1,0
Ampuvater
Bİrikimli yaşama olasılğı
Dİstalkoledok
Duodenum
0,8
Pankbası
Ampuvatercensored
0,6
Dİstalkoledokcensored
Duodenumcensored
0,4
Pankbasıcensored
0,2
0,0
0,00
10,00
20,00
30,00
40,00
50,00
60,00
70,00
Takipsüresi(AY)
Şekil 5: Tümör yerleşim yeri ve sağkalım.
68
5. TARTIŞMA
Günümüzde periampuller bölgenin çeşitli malign ve benign patolojilerinin
tedavisinde,
pankreatikoduodenektomi
en
iyi
seçenek
olarak
geçerliliğini
sürdürmektedir. Uygun hasta seçimi, uygun cerrahi tekniğin seçimi, postoperatif bakım
ve girişimsel radyoloji desteğinin üst düzeyde sağlanmış olması mortalite ve
morbiditeyi azaltıcı faktörler olmuştur. Bir çok büyük hacimli merkezde kabul edilebilir
mortalite ve morbidite oranıyla yapılabilmesine rağmen, pankreatikoduodenektomi
sonrası uzun süreli yaşam beklentisi maalesef kötüdür (10,11,109).
Periampuller tümörler içerisinde Ampulla Vater, duodenum ve distal koledok
tümörlerinin rezektabilite oranı, pankreas başı kanserine oranla daha yüksektir.
Pankreatik duktal adenokanserler genellikle agresif eğilim gösterirler. Portal ven ve
hepatik arterle superior mezenterik artere çok yakın komşuluk göstermesi nedeniyle
tümör erken evrede olsa bile cerrahi olarak çıkartılması mümkün olmayabilir. Aynı
zamanda çok sayıda bölgesel lenf gangliyonuna erken dönemde tümör yayılımı
nedeniyle pankreas kanserinde küratif rezeksiyon oranı düşük olarak bulunmaktadır
(152). Michelassi ve arkadaşları pankreas başı kanserinde rezektabilite oranını % 16.5
olarak bulurken, Ampulla Vater için % 89, distal koledok kanserlerinde % 25 ve
duodenal adenokanserlerde ise % 76 olarak bulmuşlardır (152). Japonya’ da Nacase ve
arkadaşları 300 distal koledok tümörü için rezektabilite oranını % 52 olarak bulmuştur
(114).
Günümüzde pankreas başı veya periampuller malignenside pilor koruyucu
pankreatikoduodenektomi
standart
Whipple
girişimine
tercih
edilir
olmuştur
(108,135,136,153,154,156,157). Standart pankreatikoduodenektomiye benzer olmakla
birlikte midenin tamamının, pilorun ve duodenumun proksimal segmentinin korunması
ile standart teknikten farklıdır. Pilor korunduğunda, pilorik ve perigastrik nodların
çıkarılmadığı düşünülerek bazı cerrahlar pankreas başı kanserlerinde standart
pankreatikoduodenektomiyi (distal gastrektomi ile birlikte ) tercih ederler (110). Her ne
kadar çıkarılan nodal doku açısından daha az radikal olarak gözükse de, pilorun
korunması ile uzun süreli sağkalımın etkilenmediği gösterilmiştir (103,108,109,135,
69
136,153,156,157).
Ayrıca pilor koruyucu pankreatikoduodenektomi ile standart
Whipple girişimi arasında lokal nüks açısından da bir fark saptanamamıştır
(103,156,157,158).
Bir
çok
çalışmada
pilor
koruyucu
olarak
yapılan
pankreatikoduodenektominin, klasik Whipple ameliyatında olduğu ölçüde kür sağladığı
bildirilmiştir (10,109,135,136,156,157). Postoperatif uzun dönemde pilor koruyucu
pankreatikoduodenektominin daha iyi beslenme ve kilo alımını sağlayarak, bu hastalar
için daha iyi yaşam konforu sağladığını bildiren literatürler giderek artmaktadır
(103,109,153,154,157,158). Schmidt C.M. ve arkadaşları, 516 olguyu kapsayan 20
yıllık deneyimlerinde, her iki teknikle ameliyat edilen hastaları karşılaştırmışlar ve pilor
koruyucu pankreatikoduodenektominin kuvvetli olarak daha uzun yaşam süresi ile
birlikte olduğunu ifade etmişlerdir (109).
Yeo C.J. ve arkadaşları, 650 ardışık olguyu kapsayan The John Hopkins
deneyimlerinde, yaptıkları multivariete analiz sonucunda, uzun süreli yaşam üzerine
kuvvetle etkili bağımsız değişkenler olarak, duodenal adenokarsinom olması, tümör
çapının < 3 cm olması, negatif sınırlı rezeksiyonlar, lenf nodu metastazının olmaması,
iyi diferansiye histoloji ve reoperasyonun olmamasını ortaya koymuşlardır (5). Aslında
birçok yönüyle benzer bir çalışma olan Schmidt C.M. ve arkadaşlarının yayınladığı,
İndiana Üniversitesi deneyiminde, yine yapılan multivariete analiz sonuçlarına göre,
serum total bilirubin seviyesi, peroperatuvar kan kaybı, ameliyat tipi, tanı (pankreatik
adenokarsinomda prognoz kötü) ve lenf nodu pozitifliği uzun süreli yaşam üzerine etkili
faktörler olarak öne sürülmüştür. Bu çalışmada tümör çapı, tümör diferansiyasyonu ve
cerrahi sınır pozitifliğinin uzun süreli yaşam üzerine etkisi, istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır (109). Pedrazolli S. ve arkadaşları, standart Whipple ameliyatı ile
genişletilmiş lenfadenektomi ilave ettikleri hastaları karşılaştırmışlar, genişletilmiş
lenfadenektominin mortalite ve morbiditeyi arttırmadığı, bununla birlikte uzun süreli
yaşam üzerinde her iki grup arasında fark bulunmadığını bildirmişlerdir (159).
1935 yılından beri pankreas başı kanserinde uygulanmakta olan Whipple
ameliyatının yüksek komplikasyon, % 25 gibi hastane mortalite oranları ve düşük
sağkalım oranları nedeniyle 1960 ve 1970’ li yıllarda tercih edilme sıklığında azalma
olmuştur ( 7,109). 1980’ li yıllarda ise, pankreatikoduodenektomide hastane mortalitesi
70
dramatik olarak değişmiş ve % 5’lerden daha az sonuçlar bildirilmeye başlanmıştır
(10,11). Bazı serilerde ise hastane mortalitesi sıfır olarak bildirilmiştir (29). 1969-1980
yılları arasında John Hopkins hastanesinde 49 ardışık pankreatikoduodenektomi girişimi
uygulanmış ve hastane mortalitesi % 24 olarak saptanmıştır. Yine aynı hastanede 19801992 yılları arasında 326 hastaya pankreatikoduodenektomi yapılmış ve hastane
mortalitesi % 2.5’ lara düşmüştür. Hastane mortalitesindeki düşüş; operasyon zamanının
kısalması, operasyon süresince kan kaybı miktarının azalması, ameliyat sonrası gelişen
komplikasyonların tedavisindeki başarının artması, anestezi ve yoğun bakım alanındaki
gelişmeler ve tabi ki cerrahların deneyimlerinin artması ile açıklanabilir. Günümüzde <
% 5 mortalite oranı bu ameliyatın yapılabilirliği için kabul edilebilir merkez olma sınırı
oluşturmaktadır. Bununla birlikte bir çok merkezde mortalitesiz büyük vaka sayıları
bildirilmektedir (5,10,11,109,111,115). The John Hopkins deneyiminde mortalitesiz
ardışık olgu sayısı 190’ dır (5). Bu yönüyle bakıldığında bizim çalışmamızda
mortalitemizin olmaması sevindiricidir.
Periampuller tümörlere yapılan radikal cerrahi girişimler sonrasında mortalitede
önemli ölçüde azalma saptanmasına karşın, morbidite halen yüksek orandadır (7,111).
Bir çok merkezde % 25 ve üzerinde komplikasyon oranları bildirilmiştir
(10,11,106,109,111,115).
Ancak bunların çoğu hayatı tehdit edici komplikasyonlar değildir. Pankreatiko
duodenektomiden sonra en sık görülen komplikasyonlar, mide boşalmasında gecikme,
pankreas anastomozundan sızıntı, fistül, karın içi abse, kanama, yara enfeksiyonu,
diyabet ve pankreas ekzokrin salgı yetersizliğine bağlı metabolik komplikasyonlardır
(5,10,105,109,116,159). Standart Whipple girişimi sonrasında, dumping sendromu,
diare, dispeptik şikayetler ve anastomoz ülserleri gibi komplikasyonlar, pilor koruyucu
pankreatikoduodenektomi operasyonuna göre daha fazla oranda görülmektedir.Pilor
koruyucu pankreatikoduodenektomi girişiminden sonra % 30-50 oranında gecikmiş
gastrik boşalım bildirilmiştir (104,105,156).
71
Pankreatikoduodenektomiden sonra gelişen ve mortalite ve morbiditeyi arttıran en
önemli komplikasyon, pankreatik anastomozdan sızıntı olmasıdır. Yaklaşık % 9-18
hastada görülür (111,114). Pankreas fistüllerinde etkili faktörleri kabaca üç başlıkta
incelemek mümkündür. Bunlar; genel faktörler (yaş, cins, sarılık varlığı, beslenme
durumu), hastalığa ait faktörler (primer lezyonun patolojisi, pankreasın yapısı, ana
pankreas kanalı genişliği) ve prosedürle ilgili faktörlerdir (ameliyat süresi, rezeksiyon
tipi, anastomoz tekniği, intraoperatif kan kaybı) (1,2,7-11). Ayrıca cerrahın deneyimi ve
somostostatin veya anologlarının kullanımı da pankreas fistüllerinde diğer etkili
faktörler olarak tanımlanmaktadır(12). Pankreatik fistül riski, 65 yaşın üzerindeki
hastalarda, preoperatif sarılık varlığında, pankreas kanalının küçük olduğu ve pankreas
dokusunun sert olmadığı durumlarda, ameliyat süresinin uzun olduğu ve ameliyat
sırasında kan kaybının çok olduğu durumlarda artmıştır. Pankreatik fistül gelişimi
pankreas dokusunun sert olduğu ve pankreas kanalının geniş olduğu durumlarda
oldukça nadir görülür (115-116).
PD sonrası çeşitli rekonstrüksiyon ve çeşitli pankreatikojejunostomi anastomoz
teknikleri tanımlanmıştır. Pankreatiko-gastrostomi, uç-uca/uç-yan pankreatikojejunostomiler ve bunlara çeşitli invaginasyon modifikasyonlarının eklenmesi ve duct to
mukoza pankreatikojejunostomi teknikleri rekonsrüksiyonda en sık uygulanan
yöntemlerdir(160,161,162,163). Ayrıca pankreas kanalını bağlayan veya bazı
kimyasallarla kanalı oblitere ederek ekzokrin fonksiyonu sonlandıran teknikler de
bildirilmektedir(164).
Diğer
bir
anastomoz
fistülünü
azaltıcı
önlem
de;
pankreatikoenterik anastomozlarda taransanastomoztik stentler kullanılarak pankreasın
ekzokrin salgısının geçici internal ya da ekstrenal drenajının yapılmasıdır(165,166).
Gerek çok ince dikiş materyallerinin kullanıma girmesi, gerekse ameliyat sahasında çok
daha iyi görüş alanı sağlayan mikrocerrahi ekipmanlarının yardımıyla ve bildirilen
sonuçlarda düşük pankreas fistülü oranları nedeniyle, duct to mukoza anastomoz tekniği
günümüzde çok sık kullanılan rekonstrüksiyon tekniği olmuştur(160,167,168,169),.
Bununla birlikte hangi anastomoz tekniğinin seçileceği konusunda kesin bir görüş
birliği mevcut değildir ve seçilecek anastomoz tekniğini belirleyici kesin kriterler ortaya
konulmamıştır.
72
Şüphesiz PD sırasında, pankretiko-jejunostomi anastomozu, bu ameliyatın belki
de en önemli aşamasıdır. Peroperatuar teknik olarak cerrahın işini kolaylaştıran en
önemli iki faktör, pankreas kanalı genişliği ve remmant pankreas dokusunun
yapısıdır(168-170). Pankreas kanal genişliğinin <3 mm olması, teknik olarak duct to
mukoza anastomozunun yapılmasını son derece güçleştirmekte ve ameliyat süresinin
uzamasına neden olmaktadır. Ayrıca yumuşak ve kolayca parçalanan, frajil bir remmant
pankreas yapısının olması anastomoz yapmayı zorlaştırmaktadır. Yapılan bir çok
çalışmada yumuşak pankreas dokusu ve çok ince pankreas kanal genişliği bulunmasına
bağlı, %25 lere ulaşan, yüksek fistül oranları bildirilmiştir. Hemoraji, sepsis ve intra
abdominal apse pankreas fistülleri ile çok sıklıkla birliktedir ve bu hastalarda %20-58
mortalite oranları verilmektedir(160,161,171,172,).
Pankreas fistüllerinin % 80’i konservatif yöntemlerle genellikle iyileşir. Pankreas
fistüllerinin erken kapanmasında somatostatinin başarılı olduğu birçok araştırmacı
tarafından kabul edilmektedir (173). Yeterli drenaj sağlanamayan yaklaşık % 15 hastaya
perkütan drenaj uygulanır. Pankreas fistülüne bağlı sepsis gelişip hastanın genel durumu
bozulursa reeksplorasyon gerekir.
Pankreas kanserinin % 16-30 oranında çok sayıda değişik odaklardan çıkabilmesi,
standart pankreatikoduodenektomide rezeke edilen pankreas kenarında tümöre
rastlanabilmesi, rezeksiyon sırasında pankreatik kanal içine tümör hücrelerinin implante
olması olasılığı nedeniyle ve pankreatikojejunal anastomoz ile ilgili komplikasyonları
ortadan kaldırmak için total pankreatektomi yapılmasını önerenler vardır. Fakat
pankreas kanserinin multisentrisite özelliği bazı araştırmacılar tarafından çok düşük
olarak bulunmuştur. Michelassi 79 pankreas kanserinin sadece 1 tanesinde
eksplorasyonda değişik odaklarda tümör varlığını saptamıştır (152). Herter 42 total
pankreatektomi piyesinin sadece 1 tanesinde multisentrisite özelliğinin varlığını
saptamıştır (111). Total pankreatektomi sonrası morbidite ve mortalitenin standart
pankreatikoduodenektomiye göre daha fazla olduğunu bildiren yayınlar çoğunluktadır
(5,111,113). Fakat birçok araştırmacı, bunun tersine, total pankreatektomi sonrası
mortalitenin daha yüksek olmadığını göstermişlerdir (11,152).
73
Sağkalım oranı açısından değerlendirildiğinde total pankreatektominin, standart
pankreatikoduodenektomiye oranla bir avantaj sağlamadığı görülmüştür (11,110,111).
Pankreas başı duktal adenokarsinomu nedeni ile potansiyel küratif rezeksiyon yapılan
hastalarda lenf nodlarına metastaz olmasının tümör nüksü ve uzun yaşam süresi üzerine
önemli etkisi vardır (11,36,119). Radikal pankreatikoduodenektomi uygulanacak
hastalarda uzak metastaz gelişmeden önce bölgesel nodal hastalığı eradike etmek amacı
ile birkaç grup genişletilmiş lenfadenektomiyi savunmuştur (120,121). Japon cerrahlar
bu yaklaşımı agresif olarak uygulamış ve standart Whipple ameliyatına göre daha iyi
sürvi rapor etmişlerdir (122). Bununla beraber, yeni prospektif randomize bir çalışmada
nod pozitif hastaların seçilmiş bir alt grubunda genişletilmiş lenfadenektominin
morbidite ve mortalitede artış olmaksızın daha uzun yaşam süresinin olduğu
bildirilmiştir (123,124).
Uzun süreli sağkalım açısından, beş yıllık yaşam şansı duodenal ve ampuller
kanserlerde en yüksek, safra yolu kanserlerinde orta ve pankreas kanserlerinde en
düşüktür.
Hastaların çoğunda pankreas duktal adenokarsinomu halen ölümcül bir hastalık
olarak devam etmektedir. Genel olarak küratif rezeksiyondan sonra 5 yıllık yaşam şansı
% 10’ un altındadır (143). Son zamanlarda pankreas cerrahisinde deneyimli birkaç
merkezde 5 yıllık yaşam oranının küratif cerrahi sonrasında % 20’ yi geçtiği rapor
edilmiştir (7, 11,144).
Pankreas başı kanserinde rezeksiyon sonrasında sağkalım oranında en önemli
faktör, lenf ganglionlarının durumudur. Lenf ganglionlarının pozitif olması sağkalım
oranını negatif yönde etkiler. Tümör boyutunun 2,5 cm’ den büyük olması ve
diferansiyasyon derecesinin düşük olması, rezeksiyon sonrası sağkalım oranının kötü
olacağını gösterir. Lenf ganglionu metastazı ve yeri, az diferansiye tipte histoloji,
anöploidi, tümör boyutunun büyük olması, perinöral yayılım, vasküler invazyon, cerrahi
sınırda tümör varlığı cerrahi tedavi sonrasında prognozun kötü olacağını gösteren
faktörleri oluşturmaktadır (145,146).
74
Nitecki ve arkadaşlarının pankreas başı adenokarsinomu nedeni ile 1981-1991
yılları arasında küratif cerrahi uygulanan 174 hastalık serisinde; ameliyat mortalitesi %
3 ve 5 yıllık yaşam oranı % 7 idi. Hastaların % 16’sında (28 hasta) makroskopik olarak
yetersiz rezeksiyon yapılmışken % 56’ sında ( 98 hasta) pozitif lenf nodu vardı. Beş
yıllık yaşam şansı lenf nodu negatif olanlarda pozitif olanlara göre daha yüksekti (%
14’e karşın % 1). Nod negatif hastaların perinöral veya duodenal invazyonu olmayan alt
grubunda sürvi % 23 idi. Evre yaşam süresini önemli derecede etkilemişti; 5 yıllık
yaşam oranı evre I’ de % 14, evre II’ de % 0, evre III’ de % 1 idi. Hastalar yalnız tümör
çapına göre sınıflandırıldığında 5 yıllık yaşam oranı 2 cm’ den küçük tümörlerde % 20,
3 cm’ den büyük tümörlerde % 1’in altında idi (36). Benassai ve arkadaşlarının 75
vakalık, serisinde; ameliyat mortalitesi % 5, ameliyat morbiditesi % 24, ortalama yaşam
süresi 17 ay ve 5 yıllık yaşam % 18,7 olarak bulunmuştur (13). Yeo ve arkadaşlarının
148 vakalık serisinde; ortalama yaşam süresi 12 ay ve 5 yıllık yaşam % 15 olarak
bulunmuştur (43). Zerbi ve arkadaşlarının 101 vakalık serisinde; ameliyat mortalitesi %
4 , ameliyat morbiditesi % 43 , ortalama yaşam süresi 16 ay ve 5 yıllık yaşam %8 olarak
bulunmuştur (174) . Duodenum primer adenokarsinomu pankreatikoduodenektomi
sonrasında pankreatik kanserden daha iyi ve genelde primer ampulla kanserinden biraz
daha iyi prognoza sahiptir. Yeni serilerde 5 yıllık yaşam % 30 ile % 60 ve daha
üzerinde, ameliyat mortalitesi % 5 ve daha az bir oranda bildirilmiştir (43,112,147).
Lenf nodlarına metastaz, ilerlemiş tümör evresi ve cerrahi uçların pozitifliği
rezeksiyondan sonra azalmış yaşam süresi ile ilişkilidir (5). Lenf nodu pozitifliğine
rağmen
tümör
cerrahi
uçlar
negatif
olacak
şekilde
tam
çıkarılırsa
pankreatikoduodenektomi kür sağlayabilir (5,44,148). Bakaaen ve arkadaşlarının
duodenum adenokarsinomu nedeni ile küratif cerrahi uygulanan 50 vakalık serisinde;
ameliyat mortalitesi %1, ameliyat morbiditesi % 64 ve 5 yıllık yaşam % 54 olarak
bulunmuştur (38). Ohigashi ve arkadaşlarının 24 vakalık serisinde; ameliyat mortalitesi
%0,5 yıllık yaşam %57 (145); Sohn ve arkadaşlarının 35 vakalık serisinde; ameliyat
mortalitesi % 3, ameliyat morbiditesi % 57 ve 5 yıllık yaşam % 67 ( 112 ); Yeo ve
arkadaşlarının 17 vakalık serisinde ise; 5 yıllık yaşam % 59 (43) olarak bulunmuştur.
Ampulla adenokarsinomunda prognoz duodenal kanserde olduğu gibi daha iyidir ve
75
rezeksiyondan sonra özellikle pankreatik duktal kansere oranla daha iyidir. Beş yıllık
yaşam bölgesel lenf nodu metastazı olsa bile % 50’ ye ulaşmaktadır (149). Beger ve
arkadaşlarının ampulla adenokarsinomu nedeni ile küratif cerrahi uygulanan 88 vakalık
serisinde; ameliyat mortalitesi % 3, ameliyat morbiditesi % 25, 5 yıllık yaşam % 42
olarak bulunmuştur (9). Klempnauer ve arkadaşlarının 94 vakalık serisinde; ameliyat
mortalitesi % 10, ameliyat morbiditesi % 26 ve 5 yıllık yaşam % 38 (35); Yeo ve
arkadaşlarının 46 vakalık serisinde ortalama yaşam süresi 49 ay ve 5 yıllık yaşam % 39
(43) olarak bulunmuştur. Distal safra yollarının adenokarsinomu periampuller
kanserlerin yaklaşık % 5’ini oluşturur. Yeni seriler distal safra yolu kanserlerinin tedavi
sonuçlarının değerlendirilmesinde 5 yıllık yaşam oranını % 30’ dan % 54’ e varan
oranlar arasında vermektedir (112,150,151). Takao ve arkadaşlarının 58 vakalık
serisinde; 5 yıllık yaşam % 32 (150); Yeo ve arkadaşlarının 30 vakalık serisinde 5 yıllık
yaşam %27 ve ortalama yaşam süresi 22 ay (43); Zerbi ve arkadaşlarının 27 vakalık
serisinde 5 yıllık yaşam % 13, ortalama yaşam süresi 22 ay (174) olarak bulunmuştur.
Bütün bu genel tartışmalarla birlikte bizim sonuçlarımız değerlendirildiğinde;
1.
Mortalitemiz
gerçekleşmemiştir.
Bu
genel
literatür
verilerileri
ile
karşılaştırıldığında oldukça yüz güldürücüdür. Hastaların operasyona iyi
hazırlanışı, uygulanan cerrahi teknik ve postoperatif yakın takibin bu sonuca
etkili olduğunu düşünüyoruz.
2.
Yapılan eksplorasyonlarda %77 oranında operabilite saptanmıştır. Bu
çalışmaya preoperatif inoperabl kabul edilerek diğer yöntemlerle palyasyon
sağlanan hastalar alınmamakla birlikte, intraoperatif rezektabilitenin yüksek
bulunuşu literatür verileri ile benzerlik göstermektedir. Bu sonuç üzerine
etkili faktörlerin preoperatif tanı yöntemlerindeki çeşitliliğin artması ve bu
yöntemlerin doğru kullanılmasının etkili olduğunu düşünüyoruz.
3.
Kümülatif morbidite oranımız %29,17 olarak gerçekleşmiştir. Toplam 5
olguda olmak üzere (3 olgu pankreatik fistül, 2 olgu kanama) major
komplikasyon gelişmiştir. Bu sonuç literatür verileri ile uyumlu olmakla
76
birlikte halen düzeltilmeye gereksinim göstermektedir. Ancak bu olguların
mortalite ile sonlanmamış olması sevindirici bulunmuştur.
4.
Preopretif hematolojik sonuçlar, Wirsung genişliğine bağlı olarak kullanılan
pankreatiko-jejunostomi
farklı
anastomoz
tekniklerinin
postoperatif
komplikasyon gelişimi üzerine etkisi bulunmamıştır. Bu sonuç diğer literatür
verileri ile uyumsuzdur. Bir çok yayında özellikle yapılan multivarity
analizlerde, morbidite gelişimi üzerine etkili bazı bağımsız değişkenler
saptanmıştır. Bu sonuç ileride artan vaka sayımızla birlikte multivarity analiz
yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
5.
Olguların rezatbl oluşu ve pankretikoduodenektominin yapılabilmesi ile
istatistiksel olarak oldukça anlamlı sağkalım süreleri elde edilmiştir.
İnoperabl olgularda literatür verileri ile uyumlu olarak oldukça kötü sağkalım
görülmüştür. Bu sonuç hastaların rezektabl dönemde yakalanmasının oldukça
önemli olduğunu işaret etmektedir.
6.
Genişletilmiş lenfatik diseksiyon yapılan/yapılmayan olgularda sağkalım
karşılaştırıldığında, diseksiyonun uzun süreli sağ kalıma etkisi istatistiksel
olarak
saptanamamıştır.
Ancak
genişletilmiş
lenfatik
diseksiyon
morbiditemizde artışa neden olmamış yada ameliyat süresinde ciddi bir
uzamayı beraberinde getirmemiştir. Bu sonuç literatür verileriyle uyumludur.
Şüphesiz daha geniş serilerde karşılaştırmaların yapılabilmesi için uygun
olgularda (özellikle ameliyat süresi göz önüne alındığında) genişletilmiş
lenfatik diseksiyon yapılmalıdır.
7.
Periampuler bölge tümörleri; ampulla, duodenum, distal koledok ve pankreas
başı olarak ayrılıp uzun sağkalıma tümör yerleşiminin etkisi araştırıldığında
istatistiksel anlamlılık bulunamamıştır. Yine bu sonucumuz literatür verileri
ile uyumsuzdur. Bu nedenle daha fazla olgu sayısına gereksinimimiz vardır.
77
6. SONUÇ
Günümüzde pankreas başı ve periampuller kanserlerde tanı, preoperatif evreleme,
hasta seçimi, perioperatif bakım ve ameliyat güvenilirliğinde önemli ilerlemeler
kaydedilmiştir. Her ne kadar periampuller bölgeden gelişen neoplazmların ana
özellikleri benzer ise de, köken aldıkları dokuya göre farklı biyolojik davranışm
gösterirler ve küratif rezeksiyon sonrası prognozları aynı değildir.
Pankreatikoduodenektomi sonrası yaşam süresi duodenal ve ampuller kanserlerde
en uzun, safra yolu kanserlerinde orta ve pankreas kanserlerinde en kısadır
(5,7,11,44,145,146).
Cerrahi yaklaşımın temeli en az invaziv ve en etkili radyolojik yöntemleri tanı ve
evrelemede yeterli düzeyde kullanıp cerrahi için hastayı seçmektir. Kür için cerrahi
rezeksiyon tek şans olduğundan, preoperatif görüntüleme yöntemleriyle rezektabl olarak
görülen ve genel durumu cerrahi için uygun olan hastalara rezeksiyon önerilir (102,
107).
Laparotomi tanısal olmaktan çok tedavi amaçlı yapılmalıdır . Ancak cerrahi
drenajın lokal olarak rezektabl olmayan hastalarda ve peroperatif uzak metastaz
saptanan olgularda en iyi palyatif yöntem olduğu unutulmamalıdır (130-132).
Ameliyat morbiditesi azalmasına rağmen, halen belirgin bir yükseklikte
bulunmaktadır.
Buna karşın pankreatikoduodenektomi sonrası genel olarak hastaların hayat
kalitesi iyidir.
Günümüzde pankreas başı veya periampuller malignenside pilor koruyucu
pankreatikoduodenektomi standart Whipple girişimine tercih edilir olmuştur (108,110).
Her ne kadar çıkarılan nodal doku açısından daha az radikal olarak gözükse de, pilorun
korunması ile uzun süreli sağkalımın etkilenmediği gösterilmiştir (103). Ayrıca pilor
koruyucu pankreatikoduodenektomi ile standart Whipple girişimi arasında lokal nüks
açısından da bir fark saptanamamıştır ( 103 ). Bir çok araştırmacı ; midenin, pilorun ve
duodenumun küçük bir bölümünün korunmasının, cerrahi girişim sonrası sindirim ile
78
ilgili bozuklukları önleme açısından yararlı olduğu düşüncesindedir (104,105,106,
137,138,139).
Hastaların çoğunda pozitif lenf nodu veya pozitif retroperitoneal sınır olduğundan
genişletilmiş rezeksiyon gibi cerrahi seçenekler daha ileri araştırmalara ihtiyaç
duymaktadır.
Her ne kadar pankreas ve periampuller tümörlerde cerrahi rezeksiyon kür için tek
yol olsa da, küratif rezeksiyon geçiren bir çok hastada yaşam süresi cesaret kırıcıdır. Bu
sonuç etkili tarama yöntemlerinin ve daha hassas tanısal yöntemlerin hastalığı cerrahi
olarak kürabl olduğu dönemde tespit etmesinin önemini vurgulamaktadır. Lokalbölgesel ve sistemik başarısızlığa yönelik etkili adjuvan tedaviye ihtiyaç vardır.
Biz bu çalışmamızda devam eden bir prospektif çalışmanın erken bulgularını
vermekteyiz. Bu nedenle yaşam süresi üzerine etkili olarak bizim bulduğumuz
faktörlerin neler olduğunu ancak uzun dönemde verebiliriz. Bununla birlikte
mortalitesiz ve kabul edilebilir postoperatif komplikasyonlara sahip 37 olguluk pilor
koruyucu pankreatikoduodenektomi serimiz, gelecek için ümit vericidir.
79
7. ÖZET
Ocak 2004- Temmuz 2009 tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve
Araştırma Hastanesi 4. genel Cerrahi Kliniği’ne periampuller bölge tümörü nedeniyle
başvuran 48 hasta çalışmaya alınmıştır.
Tüm hastalar preoperatif görüntüleme yöntemlerine ve klinik değerlendirmelerine
dayanılarak rezektabl olarak değerlendirilmiş ve tüm hastalara operasyon uygulanmıştır.
Peroperatif 11 hasta anrezektabl olarak kabul edilmiş ve toplam 37 hastaya pilor
koruyucu pankreatikoduodenektomi uygulanmıştır.
Pankreatikoduodenektomi
uygulanmış
olan
hastalar
demografik
olarak
incelendiğinde, hastaların 33’ ünün erkek ve 15’inin kadın olduğu saptanmıştır.
Ortalama yaş erkekler için 60, kadınlar için ise 56 olarak saptanmıştır.
Preoperatif dönemde en sık görülen semptomlar sarılık, karın ağrısı ve kaşıntıydı.
Sarılık tüm hastaların % 83’ ünde , karın ağrısı % 50’ sinde ve % 33’de kaşıntı
bulunmaktaydı.
Preoperatif tanı aracı olarak en sık kullanılanlar ultrasonografi (%77) ve
bilgisayarlı tomografi (%58) idi.
Pankreatikoduodenektomi uygulanan 37 hastanın tamamına pilor koruyucu
pankreatikoduodenektomi uygulanmıştır. Pilor koruyucu pankreatikoduodenektomi
uygulanan hastaların 12 tanesine (%32.4) lenfatik diseksiyon uygulanmıştır. 27 (%72.9)
hastada pankreatikojejunostomi anastomozu ‘duct to mukoza’ olarak yapıldı. Pankreatik
kanal çapı 3 mm den daha küçük olan 10 (%27.1) olguda, modifiye Daunking tipi yeni
bir anastomoz tekniği kullanıldı.
Kümülatif morbidite oranımız %29,17 olarak gerçekleşmiştir. Toplam 5 olguda
olmak üzere (3 olgu pankreatik fistül, 2 olgu kanama) major komplikasyon gelişmiştir.
Preopretif hematolojik sonuçlar, Wirsung genişliğine bağlı olarak kullanılan
pankreatiko-jejunostomi farklı anastomoz tekniklerinin postoperatif komplikasyon
gelişimi üzerine etkisi bulunmamıştır.
80
Olguların rezektabl oluşu ve pankretikoduodenektominin yapılabilmesi ile
istatistiksel olarak oldukça anlamlı sağkalım süreleri elde edilmiştir.
Genişletilmiş
lenfatik
diseksiyon
yapılan/yapılmayan
olgularda
sağkalım
karşılaştırıldığında, diseksiyonun uzun süreli sağ kalıma etkisi istatistiksel olarak
saptanamamıştır.
Periampuler bölge tümörleri; ampulla, duodenum, distal koledok ve pankreas başı
olarak ayrılıp uzun sağkalıma tümör yerleşiminin etkisi araştırıldığında istatistiksel
anlamlılık bulunamamıştır.
81
8.KAYNAKLAR
1.
Silen V, Steer ML, : Pancreas. In : Schwartz SI, Shires GT, Spencer FC, eds.
Principles of Surgery 5. ed. McGraw- Hill, 1413-1440, 1998.
2.
Farley DR, Sarr MG : Management of the apparent periampullary malignancy
: preoperative evaluation and operative treatment. In Surgery for
Gastrointestinal Cancer : a Multidisciplinary Approach. Edited by HJ Wanebo.
Philadelphia, Lippincott- Raven Publishers , 1997, s 383-392.
3.
Ellen BG. Epidemiology of and risk factors for pancreatic cancer. Surg Clinics
of North America, 75 : 819-841, 1995.
4.
Anderson HB, Baden H, Brahe NE, Burcharth F. Pancreaticoduodenectomy
for periampullary adenocarcinoma. J Am Coll Surg , 179 : 545-552, 1994.
5.
Yeo JC, Cameron JL, Lillemoe KD, et al. Six hundred fifty consecutive
pancreaticoduodenectomies in the 1990s : pathology, complications and
outcomes. Ann Surg. 226 (3) : 248-257, 1997.
6.
Parker SL, Davis KJ, Wingo PA, Ries LA, Heath CW Jr : Cancer statistics by
race and ethnicity. CA Cancer J Clin 48 : 31-48, 1998.
7.
Cameron JL, Pitt HA, Yeo CJ, Lillemoe KD, Kaufman HS, Coleman J : One
hundred and forty-five consecutive pancreaticoduodenectomies without
mortality. Ann Surg 217 (5): 430-438, 1993.
8.
Yeo CJ, Cameron JL. The pancreas. İn : Sabiston DC Jr, editör. Textbook of
surgery. Philadelphia : WB Saunders Company, 35 : 1076- 1105.
82
9.
1991Beger HG, Treitschke F, Gansauge F, Harada N, Hiki N, Mattfeldt T :
Tumor of the ampulla of Vater : experience with local or radical resection in
171 consecutively treated patients. Arch Surg 134 : 526-532 ; 1999.
10.
Beger HG, Rau B, Gansauge F, Poch B, Link KH. Treatment of pancreatic
cancer : Challenge of the facts. World J Surg. 27 : 1075-1084, 2003.
11.
Jarufe NP, Coldham C, Mayer AD, Mirza DF, Buckels JA, Bramhall SR.
Favourable prognostic factors in a large UK experience of adenocarcinoma of
the head of the pancreas and periampullary region. Dig Surg, 21 (3) : 202-209,
2004.
12.
Yeo CJ : The Johns Hopkins experience with pancreaticoduodenectomy with
or without extended retroperitoneal lympadenectomy for periampullary
adenocarcinoma. J gastrointest Surg 4 : 231-232, 2000.
13.
Benassai G, Mastrorilli M, Quarto G, Cappiello A, Giani U, Mosella G :
Survival after pancreaticoduodenectomy for ductal adenocarcinoma of the
head of the pancreas. Chir Ital 52 : 263-270, 2000.
14.
Schwarz RE, Keny H, Ellenhorn JD : A mortality – free decade of
pancreaticoduodenectomy : Is quality independent of quantity ? Am Surg 65 :
949-954, 1999.
15.
Rios G, Conrad A, Cole D, Adams D, Leveen M, O’Brien P, Baron P : Trends
in indications and outcomes in the Whipple procedure over a 40- year period.
Am Surg 65 :889-893 , 1999.
16.
Tsiotos GG, Farnell MB, Sarr MG : Are the results of pancreatectomy for
pancreatic cancer improving ? World J Surg 23 : 913-919, 1999.
17.
Gall FP, Gebhardt C, Meister R et all. Severe chronic cephalic pancreatitis :
use of partial duodenopancreatectomy with occlusion of the pancreatic duct in
29 patients. World J Surg , 13 : 809-817, 1989.
83
18.
Junqueira L.C., Carneiro J., Kelley R.O. Basic Histology. 9th Ed. Appleton & Lange
1998.
19.
Şeftalioğlu A. Genel & Özel İnsan Embriyolojisi. Üçüncü Baskı. 1998 .
20.
Koçar İ.H., Mas R., Ünal M.T., Özütemiz Ö. Pankreatit’te Yeni Ufuklar. Ankara
2004, p. 1-5.
21.
Clinical Anatomy , Richard S. Snell , M. D. , Ph. D., Emeritus Profesör
George Washington Üniversitesi Sağlık Bilimleri ve Tıp Okulu Washington ;
1998 Nobel & Yüce Tıp Kitabevleri .
22.
Cerrahi Anatomi ve Teknik ; John E. Skandalakis , Panajiotis N. Skandalakis,
Lee John Skandalakis ; 2000 Nobel Tıp Kitabevleri .
23.
Keith A. Kelly, Michael G. Sarr, Ronald A. Hınder. Pancreatic and
periampullar cancer. In : Mayo Clinic Gastrointestinal Surgery, 271-299,
2004.
24.
Gold EB, Gordis L, Diener M et al. Diet and other risk factors for cancer of
the pancreas. Cancer, 55 : 460, 1985.
25.
Farrow B, Sugiyama Y, Chan A, Uffort E, Nealon W, Evers M.
İnflammatorymechanism contributing to pancreaticcancer development. Ann
Surg 2004; 239:763-71.
26.
Hruban RH, Wilentz RE, Kern se. Genetic progression in the pancreatin ducts.
Am J Pathol 2000; 156: 1821-5.
27.
Telomere shortening is nearly universal in pancreatic intraepithelial neoplasia.
Am J Pathol 2002; 161: 1541-7.
28.
Cao D, Hustinx SR, Sui G, et al. İdentification of novel highly expressed
genes in pancreatic ductal adenocarsinomas through a bioinformatics analysis
of expressed sequence tags. Cancer Biol Ther 2004; 3: 1081-9.
84
29.
Lillemoe KD. Current management of pancreatic carcinoma. Ann Surg, 2 :
133-148, 1995
30.
Sarmiento JM, Nagorney DM, Sarr MG, Farnell MB : Periampullary cancers :
are there differences ? Surg Clin N Am 81 : 543-555, 2001.
31.
Japan Pancreas Society Classification of Pancreatic Carcinoma. Tokyo,
Kanehara Press, 1996.
32.
Sobin LH, Wittekind C : TNM Classification of Malignant Tumours. Fifth
edition. New York, J Wiley, 1997.
33.
Yamaguchi K, Enjoji M : Carcinoma of the ampulla of Vater : a
clinicopathologic study and pathologic staging of 109 cases of carcinoma and
5 cases of adenoma. Cancer 59 : 506-515, 1987.
34.
Harada N, Treitschke F, Imaizumi T, et al : Pancreatic invasion is a prognostic
indicator after radical resection for carcinoma of the ampulla of Vater. J
Hepatobiliary Pancreat Surg 4 . 215.
35.
Klempnauer J, Ridder GJ, Maschek H, Pichlmayr R : Carcinoma of the
ampulla of Vater : determinants of long-term survival in 94 resected patients.
HPB Surg 11 : 1-11, 1998.
36.
Nitecki SS, Sarr MG, Colby TV, van Heerden JA : Long-term survival after
resection for ductal adenocarcinoma of the pancreas : Is it really improving ?
Ann Surg 221 (1): 59-66, 1995.
37.
Delcore R, Rodriguez FJ, Forster J, Hermreck AS, Thomas JH : Significance
of lymph node metastases in patients with pancreatic cancer undergoing
curative resection. Am J Surg 172 : 463-468, 1996.
38.
Bakaeen FG, Murr MM, Sarr MG, Thompson GB, Farnell MB, Nagorney
DM, Farley DR, van Heerden JA, Wiersema LM, Schleck CD, Donohue JH :
85
What prognostic factors are important in duodenal adenocarcinoma ? Arch
Surg 135 : 635-641, 2000.
39.
Bortolasi L, Burgart LJ, Tsiotos GG, Luque-De Leon E, Sarr MG :
Adenocarcinoma of the distal bile duct : a clinicopathologic outcome analysis
after curative resection. Dig Surg 17 : 36-41.
40.
Kayahara M, Nagakawa T, Ueno K, Ohta T, Takeda T, Miyazaki I :
Lymphatic flow in carcinoma of the distal bile duct based on a
clinicopathologic study. Cancer 72 : 2112-2117, 1993.
41.
Shirai Y, Ohtani T, Tsukada K, Hatakeyama K: Patterns of lymphatic spread
of carcinoma of the ampulla of Vater. Br J Surg 84 : 1012-1016, 1997.
42.
Kayahara M, Nagakawa T, Ueno K, Ohta T, Tsukioka Y, Miyazaki I :
Surgical strategy for carcinoma of the pancreas head area based on
clinicopathologic analysis of nodal involvement and plexus invasion. Surgery
117 : 616-623, 1995.
43.
Yeo CJ, et al. : Periampullary adenocarcinoma : analysis of 5-year survivors.
Ann Surg 227 : 822-829, 1998.
44.
Pickleman J, Koelsch M, Chejfec G : Node-positive duodenal carcinoma is
curable. Arch Surg 132 : 241-244, 1997.
45.
Ozaki H, Hiraoka T, Mizumoto R, Matsono S, Matsumoto Y, Nakayama T,
Tsunoda T, Suzuki T, Monden M, Saitoh Y, Yamauchi H, Ogata Y : The
prognostic significance of lymph node metastasis and intrapancreatic
perineural invasion in pancreatic cancer after curative resection. Surg Today
29 : 16-22.
46.
Dang C, Qin Z, Ji Z, Li Y, Zhao J, Takashi E, Naito Z, Yokoyama M, Asono
G : Morphological characteristics and clinical significance of nerve
86
distribution in pancreatic cancers. Nippon Ika Daigaku Zasshi 64 : 526-531,
1997.
47.
Meyer W, Jurowich C, Reichel M, Steinhauser B, Wunsch PH, Gebhardt C :
Pathomorphological and histological prognostic factors in curatively resected
ductal adenocarcinoma of the pancreas. Surg Today 30 : 582-587, 2000.
48.
Nakao A, Harada A, Nonami T, Kaneko T, Takagi H : Clinical significance of
carcinoma invasion of the extrapancreatic nerve plexus in pancreatic cancer.
Pancreas 12 : 357-361, 1996
49.
Westerdahl J, Andren-Sandberg A, Ihse I : Recurrence of exocrine pancreatic
cancerlocal or hepatic ? Hepatogastroenterology 40 : 384-387, 1993
50.
Takahashi S, Hasebe T, Oda T, Sasaki S, Kinoshita T, Konishi M, Ueda T,
Ochiai T,Ochiai A : Extra-tumor perineural invasion predicts postoperative
development of peritoneal dissemination in pancreatic ductal adenocarcinoma.
Anticancer Res 21 (2B) : 1407-1412, 2001.
51.
Tsiotos GG, Sarr MG : Diagnosis and clinical staging of pancreatic cancer. In
Surgical Diseases of the Pancreas. Third edition. Edited by JM Howard, Y
Idezuki, I Ihse, RA Prinz. Baltimore, Williams & Williams, s 497-513, 1998
52.
Ivy EJ, Sarr MG, Reiman HM : Nonendocrine cancer of the pancreas in
patients under age forty years. Surgery 108 : 481-487, 1990 .
53.
Lillemoe KD, Cameron JL, Kaufman HS. Chemical splanchnicectomy in
patients with unresectable pancreatic cancer. Ann Surg, 217 : 447-457, 1993.
54.
Gebhardt C, Meyer W, Reichel M, Wunsch PH : Prognostic factors in the
operative treatment of ductal pancreatic carcinoma. Langenbecks Arch Surg
385 : 14-20, 2000.
87
55.
Andren- Sandberg A, Wagner M, Tihanyi T, Lofgren P, Friess H : Technical
aspects of left-sided pancreatic resection for cancer. Dig Surg 16 : 305-312 ,
1999
56.
Grahm AL, Andren- Sandberg A : Prospective evaluation of pain in exocrine
pancreatic cancer. Digestion 58 : 542-549 , 1997.
57.
Ishikawa O, Ohhigashi H, Woda A : Morphologic characteristics as pancreatic
carcinoma with diabetes mellitus. Cancer , 64 : 1107-1112 .
58.
Lillemoe KD, Sauter PK, Pitt HD : Current status of surgical palliation of
periampuller carcinoma. Surg Gyn Obst, 176 : 1-10, 1993
59.
Gupta MK, Arciaga R, Bocci L, Tubbs R, Bukowski R, Deodhar SD :
Measurement of a monoclonal-antibody-defined antigen ( CA 19-9 ) in the
sera of patients with malignant and nonmalignant diseases : comparison with
carcinoembryonic antigen. Cancer 56 :277-283, 1985 .
60.
Steinberg WM, Gelfand R, Anderson KK, Glenn J, Kurtzman SH, Sindelar
WF, Toskes PP : Comparison of the sensitivity and specificity of the CA 19-9
and carcinoembryonic antigen assays in detecting cancer of the pancreas.
Gastroenterology 90 : 343-349, 1986 .
61.
Cameron JL, Nordback IH : Periampullary cancer : In : Current surgical
therapy, edited by , Cameron JL, St Louise : Mosby Year Book, 441-445 ,
1992.
62.
Mahri DM, Meyers WC, Bast RC : 36 carcinoma of the pancreas ; therapeutic
efficiacy as defined by a serodiagnostic test utilizing a monoclonal antibody.
Ann Surg, 202: 440, 1985.
63.
Montgomery RC, Hoffman JP, Riley LB, Rogatko A, Gidge JA, Eisenberg BL
: Prediction of recurrence and survival by postresection CA 19-9 values in
patients with adenocarcinoma of the pancreas. Ann Surg Oncol 4 : 551-556.
88
64.
Willett CG, Daly WJ, Warshaw AL : Ca 19-9 is an index of response to
neoadjunctive chemoradiation therapy in pancreatic cancer. Am J Surg 172 :
350-352, 1996.
65.
Tierney WM, Francis IR, Eckhauser F, Elta G, Nostrant TT, Scheiman JM :
The accuracy of EUS and helical CT in the assessment of vascular invasion by
peripapillary malignant. Gastrointest Endosc 53 : 182-188, 2001.
66.
Pohl AL : Surveillance of cancer patients with tumor markers. J Tumor
Marker Oncol 2 :1-14, 1987.
67.
Tomazic A : Preoperative staging of periampullar with US, CT, EUS and CA
19-9. Hepato- Gastroenterology 47 : 1135-1137, 2000.
68.
Takahashi S, Ogata Y, Aiura K, Kitajima M, Hiramatsu K : Combined
resection of the portal vein for pancreatic cancer : preoperative diagnosis of
invasion by portography and prognosis. Hepatogastroenterology 47 : 545-549,
2000.
69.
Fuhrman GM : Thin-section contrast enhanced-computed tomography
accurately predictsresectability of malignant pancreatic neoplasms. Am J Surg
, 167 : 104-113, 1994.
70.
Howard TJ, Anthony CC, Streib MD, Kopecky KK, Wiebke EA : Value of
helical computer tomography , angiography and endoscopic ultrasound in
determining resectability of periampullary carcinoma. Am J Surg 174 : 237241, 1997.
71.
Legman P, Vignaus O, Dousser B, Baraza A, Palazzo L, Dumontier I, Coste J,
Louvel A,Rousseau G, Couturier D, Bonnin A : Pancreatic tumors :
comparisons of dual- phase helical CT and endoscopic sonography. Am J
Radiol 170 : 1315-1322, 1998.
89
72.
Dooley WC, Cameron JL, Pitt HA et al. Is preoperative angiography useful in
patients with periampullary tumors ? Ann Surg, 211 : 649, 1990
73.
Howard TJ: Value of helical computer tomography, angiography and
endoscopic ultrasound in determining resectability of periampullary
carcinoma. Am J Surg 174 : 237-241, 1997.
74.
Harrison LE, Brennan MF : Portal vein resection for pancreatic
adenocarcinoma . Surg Oncol Clin N Am 7 : 165-181, 1998.
75.
Fuhrman GM, Leach SD, Staley CA, Cusack JC, Charnsangavej C, Cleary
KR, El- Naggar AK, Fenoglio CJ, Lee JE, Evans DB : Rationale for en bloc
vein resection in the treatment of pancreatic adenocarcinoma adherent to the
superior mesenteric- portal vein confluence . Pancreatic Tumor Study Group.
Ann Surg 223 : 154-162.
76.
Leach SD, Lee JE, Charnsangavej C, Cleary KR, Lowy AM, Fenoglio CJ,
Pisters PW,Evans DB : Survival following pancreaticoduodenectomy with
resection
of
the
superior
mesenteric-
portal
vein
confluence
for
adenocarcinoma of the pancreatic head. Br J Surg 85: 611- 617, 1998.
77.
Harrison LE, Brennan MF: Portal vein involvement in pancreatic cancer : A
sign of unresectability? Adv Surg 31: 375-394, 1997.
78.
Bold RJ, Charnsangavej C, Cleary KR, Jennings M, Madray A, Leach SD,
Abbruzzese JL, Pisters PW, Lee JE, Evans DB : Majör vascular resection as
part of pancreaticoduodenectomy for cancer : radiologic, intraoperative and
pathologic analysis. J Gastrointest Surg 3 : 233-243, 1999.
79.
Megibow AJ, Zhou XH, Rotterdam H, Francis IR, Zerhouni EA, Balfe DM,
Weinreb JC, Aisen A, Kuhlman J, Heiken JP : Pancreatic adenocarcinoma :
CT versus MR imaging in the evaluation of resectability- report of the
Radiology Diagnostic Oncology Group. Radiology 195 : 327-332, 1995.
90
80.
Hochwald SN, Rofsky NM, Dobryansky M, Shamamian P, Marcus SG :
Magnetic
resonance
imaging
whit
magnetic
resonance
cholangio
pancreatography accurately predicts resectability of pancreatic carcinoma. J
Gastrointest Surg 3 : 506-511, 1999.
81.
Semelka RC, Kelekis NL, Molina PL, Sharp TJ, Calvo B : Pancreatic masses
whit inconclusive findings on spiral CT : is there a role for MRI ? J Magn
Reson İmaging 6: 585-588, 1996.
82.
Owen NJ, Shohaib SA, Peppercorn PD, Monson JP, Grossman AB, Besser
GM, Reznek RH : MRI of pancreatic neuroendocrine tumors. Br J Radiol 74 :
799-802.
83.
Adamek HE, Albert J, Breer H, Weitz M, Schilling D, Riemann JF :
Pancreatic
cancer
cholangiopancreatography
detection
whit
and
magnetic
resonance
endoscopic
retrograde
cholangiopancreatography : a prospective controlled study . Lancet 356 : 190193, 2000.
84.
Sho M, Nakajima Y, Kanehiro H, Hisanaga M, Nishio K, Nagao M, Tatekawa
Y, Ikeda N, Kanokogi H, Yamada T, Hirohashi S, Hirohashi R, Uchida H,
Nakano
H:
A
new
pancreaticoduodenectomy
evaluation
using
of
pancreatic
secretin
function
magnetic
after
resonance
cholangiopancreatography. Am J Surg 176 : 279-282, 1998.
85.
Bilbao MK, Dotter CT, Lee TG, et al : Complications of endoscopic
retrograde
cholangiopancreatography
:
a
study
of
10,000
cases.Gastroenterology 70 : 314-320, 1976.
86.
Freeman ML: Understanding risk factors and avoiding complications with
endoscopic retrograde cholangiopancreatography. Curr Gastroenterol Rep 5:
145-153, 2003.
91
87.
Povoski SP, Karpeh MS Jr, Conlon KC, Blumgart LH, Brennan MF :
Preoperative biliary drainage : impact on intraoperative bile cultures and
infectious morbidity and mortality after pancreaticoduodenectomy. J
Gastrointest Surg 3: 496-505, 1999.
88.
Martin RF, Rossi RL: Multidisciplinary considerations for patients with
cancer of the pancreas or biliary tract. Surg Clin N Am 80: 709-728, 2000.
89.
Delbeke D, Martin WH: Positron emission tomography imaging in oncology.
Rad Clin N Am 39 : 883-917 , 2001.
90.
Rose DM, Delbeke D, Beauchamp D, Chapman WC, Sandler MP, Sharp KW,
et al. : 18-Fluorodeoxglucose- positron emission tomography in the
management of patients with suspected pancreatic cancer. Ann Surg 229 :
726-738, 1998.
91.
Berberat P, Friess H, Kashiwaggi M, Berger H, Buchler MW: Diagnosis and
staging of pancreatic cancer by positron emission tomography. World J Surg
23. 8822-8887, 1999.
92.
Mertz H, Sechopoulos P, Delbeke D, Leach SD : EUS, PET and CT scanning
for evaluation of pancreatic adenocarcinoma. Gastrointest Endosc 52 : 367371, 2000.
93.
Biehl TR, Traverso LW, Hauptmann E, Ryan JA Jr : Preoperative visceral
angiography alters intraoperative strategy during the Whipple procedure. Am J
Surg 165 : 607-612,1993.
94.
Midwinter MJ, Beveridge CJ, Wilsdon JB, Bennett MK, Baudouin CJ,
Charnley RM: Correlation between spiral computed tomography, endoscopic
ultrasonography and findings at operation in pancreatic and ampullary
tumours. Br J Surg 86: 189-193, 1999.
92
95.
Kubo H, Chijiiwa Y, Akahoshi K, Hamada S, Matsui N, Nawata H : Preoperative staging of ampullary tumours by endoscopic ultrasound. Br J Radiol
72: 443-447, 1999.
96.
Conlon KC, Brennan MF : Laparoscopy for staging abdominal malignancies.
Adv Surg 34 : 331-350, 2000.
97.
Warshaw AL, Tepper JE, Shipley WU : Laparoscopy in the staging and
planning of therapy for pancreatic cancer. Am J Surg 151: 76-80, 1986.
98.
Luque-de Leon E, Tsiotos GG, Balsiger B, Barnwell J, Burgart LJ, Sarr MG :
Staging laparoscopy for pancreatic cancer should be used to select the best
means of palliation and not only to maximize the resectability rate. J
Gastrointest Surg 3 : 111-117, 1999.
99.
Di stasi M, Lencioni R, Solmi L, Magnolfi F, Caturelli E, De Sio I, Salmi A,
Buscarini L: Ultrasound-guided fine needle biopsy of pancreatic masses :
results of a multicenter study. Am J Gastroenterol 93 : 1329-1333, 1998.
100. Bergenfeldt M, Genell S, Lindholm K, Ekberg O, Aspelin P : Needle- tract
seeding after percutaneous fine-needle biopsy of pancreatic carcinoma : case
report . Acta Chir Scand 154 : 77-79, 1988.
101. Smith
CD,
Behrns
KE,
Van
Heerden
JA,
Sarr
MG
:
Radical
pancreaticoduodenectomy for misdiagnosed pancreatic mass. Br J Surg 81 :
585-589, 1994.
102. Pedrazzoli S, Pasquali C, Sperti C : General aspects of surgical treatment of
pancreatic cancer. Dig Surg 16 : 265-275, 1999.
103. Mosca F, Giulianotti PC, Balestracci T, Di Candio G, Pietrabissa A, Sbrana F,
Rossi G :Long-term survival in pancreatic cancer : pylorus- preserving versus
Whipple pancreaticoduodenectomy. Surgery 122 : 553-566, 1997.
93
104. Yamaguchi K, Tanaka M, Chijiiwa K, Nagakawa T, Imamura M, Takada T.
Early and late complications of pylorus- preserving pancreaticoduodenectomy
in Japan 1998. J Hepatobiliary Pancreat Surg. 6 (3) : 303-311, 1999.
105. Reidiger H, Makowiec F, Schareck WD, Hopt UT, Adam U. Delayed gastric
emptying after pylorus-preserving pancreaticoduodenectomy is strongly
related to other postoperative complications. J Gastrointest Surg. 7 (6) : 758765, 2003.
106. Hoshal VL Jr, Benedict MB, David LR, Kulick J. Personal experience with
the Whipple operation : outcomes and lessons learned. Am Surg, 70 (2) : 121125, 2004.
107. Spencer MP, Sarr MG, Nagorney DM : Radical pancreatectomy for pancreatic
cancer in the elderly : It is safe and justified? Ann Surg 212 : 140-143.
108. Sakorafas GH, Friess H, Balsiger BM, Buchler MW, Sarr MG : Problems of
reconstruction during pancreaticoduodenectomy. Dig Surg 18 : 363-369, 2001.
109. Schmidt CM, Powell ES, Yiannoutsos CT, et al. Pancreaticoduodenectomy. A
20 year experience in 516 patients. Arch Surg. 139: 718-727, 2004.
110. Jones L, Russell C, Mosca F, Boggi U, Sutton R, Slavin J, Hartley M,
Neoptolemos JP Standard Kausch- Whipple pancreaticoduodenectomy. Dig
Surg 16 : 297-304, 1999.
111. Niedergethmann M, Farag Soliman M, Post P. Postoperative complications of
pancreatic cancer surgery. Minerva Chir. 59 (2) : 175-183, 2004.
112. Michelassi F, Erroi F, Dawson PJ. Experience with 647 consecutive tumors of
the duodenum, ampulla, head of the pancreas and distal common bile duct.
Ann Surg 210 : 544-556, 1989.
94
113. Grace PA, Pitt HA, Longmire WP : Pancreaticoduodenectomy with pylor
preservation for adenocarcinoma of the head of the pancreas. Br J Surg 73 :
647-650, 1986.
114. Nordback IH, Hruban RH, Baitrott JK et al. Carcinoma of the body and tail
the pancreas :Is curative resection justified ? Surgery 111 : 489-494.
115. Stephens J, Huhn J, O’Brien J, et al. Surgical morbidity, and long-term
survival
in
patients
with
peripancreatic
cancer
following
pancreaticoduodenectomy. Am J Surg. 174 (6) : 600-603, 1997.
116. Chou FF, Sheen-Chen SM, Chen YS, Chen MC, Chen CL. Postoperative
morbidity and mortality of pancreaticoduodenectomy for periampullary
cancer. Eur J Surg, 162 (6) :477-481, 1996.
117. Delcore R, Thomas JH, Pierce GE, Hermreck AS: Pancreaticogastrostomy a
safe drainage procedure after pancreaticoduodenectomy. Surgery 108 : 641647, 1990.
118. Icard
L,
Dubois
F:
Pancreaticogastrostomy
following
pancreaticoduodenectomy. Ann Surg 207 : 253-256, 1988.
119. Nagakawa T, Nagamori M, Futakami F, Tsukioka Y, Kayahara M, Ohta T,
Uen K, Miyazaki I : Results of extensive surgery for pancreatic carcinoma.
Cancer 12 : 357-361, 1996 .
120. Benassai G, Mastrorilli M, Mosella F, Mosella G : Significance of lymph node
metastases in the surgical management of pancreatic head carcinoma. J Exp
Clin Cancer Res 18 : 23-28, 1999.
121. Imamura M, Hosotani R, Kogire M : Rationale of the so-called extended
resection for pancreatic invasive ductal carcinoma. Digestion 60 Sp 1 : 126129, 1999
95
122. Kayahara M, Nagakawa T, Ueno K, Ohta T, Takeda T, Miyazaki I : An
evaluation of radical resection for pancreatic cancer based on the mode
ofrecurrence as determined by autopsy and diagnostic imaging. Cancer 172 :
2118-2123, 1993.
123. Iacono C, Facci E, Bortolasi L, Zamboni G, Scarpa A, Talamini G, Prati G,
Nifosi F, Serio G: Intermediate results of extended pancreaticoduodenectomy:
Verona experience. J Hepatobiliary Pancreat Surg 6: 74-78, 1999.
124. Ishikawa O: What constitutes curative pancreatectomy for adenocarcinoma of
the pancreas ? Hepatogastroenterology 40: 414-417, 1993.
125. Rattner DW, Fernandez-del Castillo C, Brugge WR, Warshaw AL : Defining
the criteria for local resection of ampullary neoplasms. Arch Surg 131 : 366371, 1996.
126. Farouk M, Niotis M, Branum GD, Cotton PB, Meyers WC : Indications for
and the technique of local resection of tumors of the papilla of Vater. Arch
Surg 126 : 650-652, 1991.
127. Gertsch P, Matthews JB, Lerut J, Baer HU, Blumgart LH : The technique of
papilladuodenectomy. Surg Gynecol Obstet 170 : 254-256, 1990.
128. Klein P, Reingruber B, Kastl S, Dworak O, Hohenberger W : Is local excision
of p T1-ampullary carcinomas justified? Eur J Surg Oncol 22 : 366-371, 1996.
129. Farnell MB, Sakorafas GH, Sarr MG, Rowland CM, Tsiotos GG, Farley DR,
Nagorney DM : Villous tumors of the duodenum : reappraisal of local vs
extended resection. J Gastrointest Surg 4 : 13-21, 2000.
130. Gough DB, Sarr MG : Bypass procedures : surgical treatment of pancreatic
cancer. The Pancreas Vol. 2 Edited by HG Beger, AL Warshaw, MW Büchler,
DL Carr- Locke, JP Neoptolemos, C Russell, MG Sarr. Oxford, Blackwell
Science, 1998, pp 1062-1070.
96
131. Sarr MG: Palliation of jaundice : gastrointestinal obstruction. J Gastrointest
Surg 3 :343-344, 1999.
132. Lillemoe KD, Cameron JL, Hardacre JM, Sohn TA, Sauter PK, Coleman J,
Pitt HA, Yeo CJ : Is prophylactic gastrojejunostomy indicated unresectable
periampullary cancer ? A prospective randomized trial. Ann Surg 230 : 322328, 1999.
133. Das A, Sivak MV Jr : Endoscopic palliation for inoperable pancreatic cancer.
Cancer Control 7 : 452-457, 2000.
134. Soetikno RM, Carr- Locke DL : Expandable metal stents for gastric- outlet,
duodenal and small intestinal obstruction. Gastrointest Endosc Clin N Am 9 :
447-458, 1999.
135. Yamaguchi K, Kishinaka M, Nagai E, Nakano K, Ohtsuka T, Chijiwa K,
Tanaka M.Pancreaticoduodenectomy for pancreatic head carcinoma with or
without pylorus preservation. Hepatogastroenterology. 48 : 1479-1485, 2001.
136. Tran
KT,
Smeenk
HG,
Eijck
CH,
et
al.
Pylorus
preserving
pancreticoduodenectomy versus standard Whipple procedure : a prospective,
randomized, multicenter analysis of 170 patients with pancreatic and
periampullary tumors. Ann Surg , 240 : 738-745, 2004.
137. Horstmann O, Markus PM, Ghadimi MB, Becker H. Pylorus preservation has
no impact on delayed gastric emptying after pancreatic resection. Pancreas. 28
(1) : 69-74, 2004.
138. van Berge Henegouwen MI, Gulik TM, De Wit LT, et al. Delayed gastric
emptying after standard pancreaticoduodenectomy versus pylorus- preserving
pancreaticoduodenectomy: an analysis of 200 consecutive patients. J Am Coll
Surg. 185 (4) : 373-379, 1997.
97
139. Kozuschek W, Reith HB, Waleczek H, Haarman W, Edelman M : A
comparison of long term results of the standard Whipple procedure and the
pylorus preserving pancreaticoduodenectomy. J Am Coll Surg 178 : 443-458,
1994.
140. Gastrointestinal Tumor Study Group: Further evidence of effective adjuvant
combined radiation and chemotheraphy following curative resection of
pancreatic cancer. Cancer 59: 2006-2010, 1987.
141. Foo ML, Gunderson LL: Adjuvant postoperative radiation therapy +/- 5-FU in
resected carcinoma of the pancreas. Hepatogastroenterology 45 : 613-623,
1998.
142. Cellini N, Trodella L, Valentini V, Doglietto GB, Morganti AG, Ziccarelli P,
Alfieri S, Bossola M, Brizi MG, Crucitti F : Radiotherapy, local control and
survival in carcinoma of the exocrine pancreas. Rays 23 : 528-534, 1998.
143. Benassi G, Mastrorilli M, Quarto G, Gappiello A, Giani U, Forestieri P,
Mazzeo F: Factors influencing survival after resection for ductal
adenocarcinoma of the head of the pancreas. J Surg Oncol 73 : 212-218, 2000.
144. Lees CD, Zajdonski A, Cooperman AM, Hermann RE. Carcinoma of the bile
ducts. Surg Gyn Obst, 150 : 721-726, 1980.
145. Griffin JF, Smalley SR, Jewel W et al. Patterns of failure after curative
resection of pancreatic carcinoma. Cancer 66 : 56-61, 1990.
146. Martin FM, Rossi RL, Dorucci V : Clinical and pathologic correlation in
patients with periampuller tumors. Ann Surg, 217 : 144-148, 1990.
147. Ohigashi H, Ishikawa O, Tamura S, Fujita M, Hashimoto T, Hosomi N,
Kuroda C : Pancreatic invasion as the prognostic indicator of duodenal
adenocarcinoma
treated
by
pancreaticoduodenectomy
plus
extended
lymphadenectomy. Surgery 124 : 510-515, 1998.
98
148. Ryder NM, Ko CY, Hines OJ, Gloor B, Reber HA : Primary duodenal
adenocarcinoma : a 40- year experience. Arch Surg 135 : 1070-1074, 2000.
149. Talamini MA : Adenocarcinoma of the ampulla of Vater A 28-year
experience. Ann Surg 225 : 590-600, 1997.
150. Takao S, Shinchi H, Uchikura K, Kubo M, Aikou T : Liver metastases after
curative resection in patients with distal bile duct cancer. Br J surg 86 : 327331, 1999.
151. Fong Y, Blumgart LH, Lin E, Fortner JG, Brennan MF : Outcome of treatment
for distal bile duct cancer. Br J Surg 83 : 1712-1715, 1996.
152. Michelassi F, Erroi F, Dawson PJ. Experience with 647 consecutive tumors of
the duodenum, ampulla, head of the pancreas and distal common bile duct.
Ann Surg 210 : 544-556, 1989.
153. Di Carlo V, Zerbi A, Balzano G, Corso V. Pylorus- preserving
pancreaticoduodenectomy versus conventional Whipple operation. World J
Surg, 23 : 920-925, 1999.
154. Takata T, Yasuda H, Amano H, Yoshida M, Ando H. Results of a pyloruspreserving pancreaticoduodenectomy for pancreatic cancer : a comparasion
with results of the Whipple procedure. Hepatogastroenterology. 44 : 15361540, 1997.
155. Lin PW, Lin YJ. Prospective randomized comparison between pyloruspreserving and standard pancreticoduodenectomy. Br J Surg, 86 : 603-607,
1999
156. Seiler CA, Wagner M, Sadowski C, Kulli C, Buchler MW. Randomized
prospective trial of pylorus- preserving vs classic pancreaticoduodenectomy:
initial clinical results. J Gastrointest Surg, 4 : 443-452, 2000.
99
157. 157.
Ogata Y, Hishinuma S. The impact of pylorus-preserving
pancreaticoduodenectomy on surgical treatment for cancer of the pancreatic
head. J Hepatobiliary Pancreat Surg, 9 :223-232, 2002.
158. Pedrazolli S, DiCarlo V, Dionigi R, Mosca F, Pederzoli P, Pasquali C,
Kloppel
G,
Dhaene
K,
Michelassi
F:
Standard
versus
extended
lymphadenectomy associated with pancreaticoduodenectomy in the surgical
treatment of adenocarcinoma of the head of the pancreas: a multicenter,
prospective, randomized study. Lymphadenectomy Study Group. Ann Surg
228: 508-517, 1998.
159. Lowy AM, Lee JE, Pisters PW, Davidson BS, Fenoglio CJ, Stanford P, Jinnah
R, Evans DB : Prospective, randomized trial of octreotide to prevent
pancreatic fistula after pancreaticoduodenectomy for malignant disease. Ann
Surg 226 : 632-641, 1997.
160. Yang YM, Tian XD, Zhuang Y, Wang WM, Wan YL, Huang YT. Risk factors
of pancreatic leakage after pancreaticoduodenectomy. World J Gastroenterol.
2005 Apr 28;11(16):2456-61.
161. Fujino Y, Suzuki Y, Ajiki T, Tanioka Y, Ku Y, Kuroda Y. Risk factors
influencing
pancreatic
pancreaticoduodenectomy
leakage
in
and
a
the
mortality
medium-volume
after
hospital.
Hepatogastroenterology. 2002 Jul-Aug;49(46):1124-9.
162. Takano S, Ito Y, Oishi H, Kono S, Yokoyama T, Kubota N, Iwai S. A
retrospective analysis of 88 patients with pancreaticogastrostomy after
pancreaticoduodenectomy.
Hepatogastroenterology.
2000
Sep-
Oct;47(35):1454-7.
163. Richter A, Niedergethmann M, Sturm JW, Lorenz D, Post S, Trede M. Longterm results of partial pancreaticoduodenectomy for ductal adenocarcinoma of
the pancreatic head: 25-year experience. World J Surg. 2003 Mar;27(3):324-9.
100
164. D'Amato A, Montesani C, Casagrande M, De Milito R, Pronio A, Ribotta G.
End
to
side
mucomucosal
Wirsung
jejunostomy
after
pancreaticoduodenectomy: immediate results and long term follow-up.
Hepatogastroenterology. 1998 Jul-Aug;45(22):1135-40.
165. Bottger TC, Junginger T. Factors influencing morbidity and mortality after
pancreaticoduodenectomy: critical analysis of 221 resections. World J Surg.
1999 Feb;23(2):164-71; discussion 171-2.
166. Suc B, Msika S, Fingerhut A, Fourtanier G, Hay JM, Holmieres F, Sastre B,
Fagniez PL; And the French Associations for Surgical Research. Temporary
fibrin glue occlusion of the main pancreatic duct in the prevention of intraabdominal complications after pancreatic resection: prospective randomized
trial. Ann Surg. 2003 Jan;237(1):57-65.
167. Takahashi T, Kakita A, Izumika H, Iino Z, Furuta K, Yoshida M, Hiki Y.
Thoracoscopic splanchnicectomy for the relief of intractable abdominal pain.
Surg Endosc. 1996 Jan;10(1):65-8.
168. de Bree E, Melissas J, Schoretsanitis G, Sanidas E, Tsiftsis DD. Pyloruspreserving pancreaticoduodenectomy with external pancreatic remnant
drainage. Acta Chir Belg. 2004 Nov-Dec;104(6):668-72.
169. Poon RT, Lo SH, Fong D, Fan ST, Wong J. Prevention of pancreatic
anastomotic leakage after pancreaticoduodenectomy. Am J Surg. 2002
Jan;183(1):42-52.
170. Suzuki Y, Fujino Y, Tanioka Y, Hiraoka K, Takada M, Ajiki T, Takeyama Y,
Ku Y, Kuroda Y. Selection of pancreaticojejunostomy techniques according to
pancreatic texture and duct size. Arch Surg. 2002 Sep;137(9):1044-7;
discussion 1048.
101
171. Mok KT, Wang BW, Liu SI. Management of pancreatic remnant with
strategies
according
to
the
size
of
pancreatic
duct
after
pancreaticoduodenectomy. Br J Surg. 1999 Aug;86(8):1018-9.
172. Yeo CJ, Cameron JL, Lillemoe KD, Sauter PK, Coleman J, Sohn TA,
Campbell KA, Choti MA. Does prophylactic octreotide decrease the rates of
pancreatic fistula and other complications after pancreaticoduodenectomy?
Results of a prospective randomized placebo-controlled trial. Ann Surg. 2000
Sep;232(3):419-29.
173. Allison DC, Base KK, Hruban RH et al. Pancreatic cancer cell DNA content
correlates with long term survival after pancreaticoduodenectomy. Ann Surg
214 : 648-656, 1991.
174. Herrera MF, Van Heerden JA, Katzmann JA et al. Evaluation of DNA nuclear
pattern as a prognostic determinant in resected pancreatic ductal
adenocarcinoma. Ann Surg 215 :120-124, 1992.
102
Download